Rotanız Karadeniz’se onlara kulak verin TEOG’UN birincisi Pazar’dan
Karadeniz’in Türkan Şoray’ı: Ecem Uzun
İstanbul’un sağlığı Prof. Dr. Kemal Memişoğlu’na emanet Şevket Çoruh ve Baba Sahne Hemşinli süperstar Sofia Nazharadze Atma türkünün büyük ustası: Osman Efendioğlu Çayelili mizahçı Turgay Tüysüz Hemşin’in saraylı jönü: Mehmet Ali Paşa
Son teknoloji ile profesyonel hizmet alabileceğiniz bir deneyim yaşamak isterseniz sizi Musluoğlu’na bekleriz... MUSLUOĞLU SİGORTA ARACILIK HİZMETLERİ YETKİLİ SERVİSİ
YETKİLİ SERVİSİ
YETKİLİ SERVİSİ
0216 494 0808
0216 494 5750
0216 494 5800
0216 494 04 79
Aydıntepe Mah. Karayolu Üzeri No: 2 Tuzla / İstanbul www.musluogluotomotiv.com /musluogluotomotiv
/BMWMusluoglu
/musluogluoto
MERHABA Hemşin sevdamızı satırlara dökmeye yeni bir sayıyla daha devam ediyoruz. Neler yok ki bu sayıda da? Yine kökü Hemşin’e dayanan, yolu ondan geçen kültür, bilim ve eğitim camiasının önemli isimleri bizlerle olacak mesela. Tıpkı yoğun tempolarına rağmen bize vakit ayıran Ecem Uzun ve Şevket Çoruh gibi. Kendilerine teşekkürü bir borç biliriz. Hemşin gecelerimizde desteğini esirgemeyen İstanbul İl Sağlık Müdürümüz Prof. Dr. Kemal Memişoğlu da misafirlerimiz arasında. Zaman zaman bizim de misafir olduğumuz anlar oldu. Şair Osman Efendioğlu ev
sahiplerimizden biriydi. Onu RizeSalarha Yiğitler Köyü’nde ziyaret ettik. Bizleri yıllar öncesinin Rize düğünlerine götürdü, ağzına sağlık. Dağlarına bahar gelmiş memleketimizin kokusunu, çağıldayan suyunu herkes öğrensin diye, Hemşin’in en bilindik turizm firmalarından rotalar istedik sonra. Kim bilir, bu rotaları siz de takip etmek isteyebilirsiniz. Karadeniz’in sesini tüm Türkiye’ye duyuran radyo ve televizyonlarımızı da es geçmedik. Bu sayıda bir de kendi küçük, başarısı Türkiye’ye yayılmış bir konuğumuz var. Ülkemiz geleceğine nice gençler yetiştirmiş Rize-Pazar ilçemizdeki Ahmet Tahtakılıç Ortaokulu
öğrencisi, TEOG birincisi Dilara Koçak’la tanıştırmak istedik sizi. Her sayıda da olduğu gibi bunda da teşekkürü hak eden çok insan var. Ancak özellikle doğa fotoğrafı ve özel fotoğraf isteğimizi hiç geri çevirmeyen arkadaşım D. Ali Akpınar’a, araştırmalarıyla Murat Hiçyılmaz’a, Adife Duman’a kısacası dergimizin hazırlanmasında emeği geçenlere Yönetim Kurulu adına teşekkür ediyorum. Atladığımız konular ve arkadaşlarla ilgili eleştirileri yeni sayılarımıza saklayıp 13’üncü dergimizi sizlere sunuyoruz. Daha iyilerini yapmak dileğiyle… HIZIR CANBAZ
İmtiyaz sahibi: Hemşinliler Eğitim ve Kültür Derneği adına HASAN BASRİ KADIOĞLU Sorumlu Yazı İşleri Müdürü: HIZIR CANBAZ Görsel Yönetmen: AYNUR ÇOLAK Fotoğraf: GARBİS ÖZATAY Reklam Grafik: LİBART Dağıtım: TEMEL AVADAN Yayımlayan: Hemşinliler Eğitim ve Kültür Derneği (www.hemsinlilerdernegi.com.tr) İdare Merkezi: Rasimpaşa Mahallesi, Beydağı Sokak No: 42 Kadıköy / İstanbul Tel: (0216) 418 40 80 Baskı: Hat Baskı Sanatları Litros Yolu 2 Matbaacılar Sitesi A Blok No: ZA 5 Topkapı / İstanbul Tel: (0212) 567 77 66 (0212) 674 58 56 Not: Dergimizde yayımlanan yazılar izin alınmadan ve kaynak gösterilmeden kullanılamaz. Dergi ücretsizdir. Yönetim Kurulu: Hasan Basri Kadıoğlu, Hızır Canbaz, Mehmet Kobal, Mehmet Ataman, Murat Akçay, Mustafa Gökay Ferah, Erdal Yağcıoğlu, Teoman Özkan, Asiye Kobal Yavuz.
5
Atma türkünün büyük ustası: Osman Efendioğlu Osman Efendioğlu, yaşayan bir hazine. Bunu biz söylemiyoruz, UNESCO’nun somut olmayan kültürel mirası korumak için hazırladığı listede de öyle geçiyor. Teşbih sanatı olan atma türkü kültürünün önemli yaşatıcılarından biri, Efendioğlu. 70 yıldır bunun için uğraşıyor, üretiyor. Rize’de kendine kurduğu dünyayla akademik çalışmalara yol gösteriyor. Ya da kendi anlatımıyla: “Rize melteminde ihlastır gaye / Mayamda var oldu aslı sermaye / Ne şöhret bekledim, ne de bir paye / Mizacı sanata nakşede durdum.” HIZIR CANBAZ
B
azı hazineler vardır, değeri parayla ölçülemez. Onlar tüm ülkenin kültürünü varlıklarıyla beslerler çünkü. İşte UNESCO da 2003 yılından beri, böylesi hazineleri koruyor. UNESCO’nun kültürel mirasın korunması ve desteklenmesi amacıyla, Somut Olmayan Kültürel Mirasın Korunması’na yönelik hazırladığı “Yaşayan İnsan Hazineleri”
listesinde artık Rizeli bir şair de yer alıyor. Osman Efendioğlu, bir teşbih sanatı olan, atma türkü kültürünün yaşatıcılarından. 70 yıldır üretiyor. Rize’de söylenen atma türkülerin yüzde 90’ına hakim. Onları bir kitapta toplamak için çalışıyor. Biz de “Yaşayan İnsan Hazinemiz”i sizlerle tanıştıralım istedik. Dilden dile dolanarak daha çok yaşaması için… Hikâyenin başı, 20 Haziran 1936’da başlıyor. Yer, Rize’nin Tasköprü Köyü. Burada gözlerini açıyor dünyaya
Efendioğlu. İlkokulu, Rize Salarha’nın Yiğitler Köyü’nde okuyor. Şöförlük ve farklı işler yapıyor. Şimdi Yiğitler Köyü’nde kırtasiye dükkânı işletiyor. “Yaşadığım yer Rize Salarha’nın Yiğitler Köyü’dür” diyor, “Adresim burası, beni arayan burada buluyor.” Şairliğe küçük yaşlarda atma türkü geleneğiyle başlıyor. 10 yaşında Rize Andon’un başında “Ayşe Hala” ile karşılaştığında onun kızlarına attığı türküler işliyor içine ilk. Hepsi hâlâ bir bir aklında: “Koyin kalktı yataktan /
Helal ols un hem şerim bu düny a bizden geçti/ Allah şü kür olsu n UNESCO bizi seç ti/ Osman Efendio ğ lu şiirlerle birleşti/ Ancak ş imdi anla dım bu iş tam am yerle şti
Fotoğraf: ABDURRAHMAN CANBAZ
8
Bir nevi düello gibi
S
alarha, Rize halk şairlerinin en çok bulundugu yerlerden biri. Yöre geleneklerinde özellikle kaynaşma, imece, düğün törenlerinde bu kültür icra edilirdi. Atma türküyü başlatma, bitirme, kazanma, kaybetme; orada bulunan yöre halkının gözleminde olurdu. Kazanan şair çok methedilir, bazen abartılarak etraf köy ve ilçelere duyurulurdu. Yeni bir şenlik olduğunda şairler tekrar davet edilir, özellikle geçmişteki başarısı dikkate alınarak rakip şairin karşısına çıkarılırdı. Bir nevi düello gibi. Söz dağarcığı, edebiyatı, zamanlaması, verdiği cevaplardaki tutarlılığı da önemliydi. Bazen müzik olmadan, bazen ise kemençe ve tulumla atışma yapılırdı. Ben kemençeyi atma türkü kaydesine döndürür ve öyle söylemeye başlardım. l
sarildi sarmaşuğa / Yarumdan ayrılalı / Tutmamişim kaşuğa. / Bahçeye kara kabak / Yapraği tabak tabak / Kiz iken beğnmedun / Gelin oldum gelda bak. / Çiktum dağa kar idi / Kara vapur var idi / Sevduğum senun ile / Ne günlerum var idi. / Allah inşallah yıkar / Rizenun şubesini / Yaruma giydurdiler / Asker elbisesini.” Bu dörtlükler uzayıp gidiyor sohbet boyunca. ATMA TÜRKÜ YARIŞMASI O tanışmadan sonra kendisi de atma türküler yazmaya başlıyor. Düğünlerde, etkinliklerde atma türküler söylüyor. 1985’te Rize’de ilk kez düzenlenen atma türkü yarışmasında birinci oluyor. Çeşitli ulusal ve yerel televizyon programlarına katılıyor. Geleneği öğrendiği Tüylüoğlu Mehmedali, Kamburoğlu Ahmet, Topal Osman Kandemir ve Kel İlyas’ı da anmayı unutmuyor. Onların arasında Tüylüoğlu Mehmedali’nin yeri ayrı. Bugüne kadar tanıdığınız en iyi şair kim diye sorduğumuzda ilk aklına o geliyor: “Salarha ve Rize’de iyi şair olduğunu herkes bilirdi. Daha yeni
Rize Belediye Başkanı Prof. Dr. Reşat Kasap, Osman Efendioğlu’nu köyünde ziyaret ederek tebrik etti.
yetme delikanlıyken bir gün köyde akşamları toplandığımız yerde bir şairle karşılıklı atıştık. Bu atışmadaki şairliğim beğenilince düğünlere çağrılmaya başlandım. Şair olarak çağrıldığım ilk düğünde karşımdaki kişi ayağında çarık, başında yağlıkla yayladan gelen usta şair Tüylüoğlu Mehmedali’ydi. Düğün evine gider gitmez horona girdim ve kemençe de türkü havasına döndü. Usta şair Mehmedali kemençeyle birlikte hemen türküyü attı: Hirsumi alacağum, aha bu ufakluktan, Ben: Ufakluk değilimki, delikanliyim çoktan. Tüylüoğlu Mehmedali: Gelurken tabancamı, düşürdüm kabalaktan Ben: Olmaya sattun oni, darlandunda nakittan Tüylüoğlu Mehmedali: Yayladan geliyidum, gezeyidi vakittan Ben: Eluna işik diye, ne varidi yakittan. Tüylüoğlu Mehmedali: Ay işiği var idi, gelurum mehtapluktan Ben: Silahsuz nasil geldun, dağlardan kayaluktan Tüylüoğlu Mehmedali: Köpekler biliyidi, korudi beni kurttan. Ben: Satsan bu koyinlari, kurtarsan çobanluktan
Tüylüoğlu Mehmedali: Torun oni edemem, geliyi ağaluktan. Ben: Ayağuna bakmadun, yama duşti çaruktan Tüylüoğlu Mehmedali: Evumuza gel da bak, hoşmerimuz kaymaktan Ben: Anladum oni zaten, eluni yalamaktan, Tüylüoğlo Mehmedali: Sana da yedururuk, tadi çikmaz damaktan Ben: Alişmayayim ona elurum susanmaktan Tüylüoğlu Mehmedali: Suda veruruk sana, akar bizum oluktan Ben: Bizumki da akardi bu yil kesti kuraktan Tüylüoğlu Mehmedali: Bi gidup baksan oni belki kaçurur harktan Ben: Şimdiluk ihtiyaci göriyiruk irmaktan Tüylüoğlu Mehmedali: Desanaki su içun siçan gebermiş haktan Ben: Anam hep kazanlari, geçurdi kırklamaktan.” Atışmanın sonunda kim mi kazanıyor? Buna “Ustayla türkü dedin mi, senda usta oluyorsun” demekle yetiniyor. Oluyor da, 65 yıldır Rize yöresi atma türkü geleneğini geniş halk kitlelerine tanıtıyor. Televizyon programlarına katılıyor. Atma türkü ➦
9
Hızır Canbaz, Osman Efendioğlu’yla Rize Yiğitler Köyü’ndeki işlettiği kırtasiye dükkânında görüştü.
➥ geleneği konusunda yapılan akademik çalışmalara kaynaklık ediyor. 2008 yılında bir de kitap çıkarıyor: Rize Meltemleri. Şiirlerini, yılların emeğini bu kitapta topluyor Efendioğlu. Orada biyografisiyle aslında hayatla ilgili tüm derdini anlatıyor: “Rize melteminde ihlastır gaye / Mayamda var oldu aslı sermaye / Ne şöhret bekledim, ne de bir paye / Mizacı sanata nakşede durdum.” Sözlü gelenekler içinde yer alan atma türkü geleneğini 65 yıldır
ürettikleriyle sürdürüyor Efendioğlu, geleneğin korunarak aslına uygun bir şekilde yaşatılmasında öncü oluyor. Geleneğin son temsilcilerinden biri. O yüzden de kimlerle atıştığını sorduğumuzda, kırık bir sesle “Zaman içerisinde karşılaştığımız, atıştığımız şairler oluyor” diyerek yanıt veriyor, “Bir yarışmada 69 şair arasından birinci olmuştum.” Elinden geldiğince yeni şairler yetiştirmeye çalışıyor. Mutlulukla “Şair Ahmet Çakar’ı ben yetiştirdim. TV
kanallarında düzenli program yapıyor” demesi bundan. Tabii bunca yıldır atışırken dediklerinden alınan, kırılan da olmuş. Ama çok nadir. “Yaklaşık 70 yıldır şairlik ediyorum. Kötü söz nadir söylemişimdir” diyerek anlatıyor bunlardan birini Efendioğlu, “Bir keresinde bu köyde birisi evleniyor, şair ve öğretmen Ahmet Topçu ile bir atışmamız oldu. Ahmet Topçu; ‘kırktan sonra doğmişsun, furlamasun furlama’ deyince, ‘Lafuni bilda konuş, daha fazla zirlama’ dedim. Topçu, o atışmadan sonra ne bir daha türkü dedi, ne de benle konuştu.” Artık UNESCO’nun “Yaşayan İnsan Hazinesi” listesinde Efendioğlu. Bu ödülü aldıktan sonra hayatında ne mi değişmiş? “Muhtelif zamanlarda Rize Kültür Merkezi’nden ziyarete gelen bir bayan sürekli atma türküyü nasıl yazdığımı, herhangi bir nesneye ve herhangi bir şeye nasıl türkü attığımı sordu. Ben de anlattım. Bayan, bu türküleri kitap yaptı. Rize Kültür Merkezi yetkililerinin ilgisi sayesinde bu ödülü aldım. Hayatımda da bir şey değişmedi”. l
HEMŞİNLİ SÜPERSTAR Hemşin’in uluslararası bir müzik yıldızı çıkardığını pek az kişi bilir. İşte Eurovision’da tanınan, dünyaca ünlü sanatçılarla birlikte çalışan, ülkesinde bir dönem Kültür Bakanı olan Gürcü Sofia Nazharadze’nin hikâyesi. 12
AYNUR ÇOLAK
K
afkasya; tarihin en karmaşık coğrafyalarından birisi. Uçsuz bucaksız görünen ormanlarıyla, dağlarıyla, mavi ve yeşilin puslu birlikteliğiyle, bir görünen bir o kadar da ayrılan halklarının oluşturduğu, kimi zaman tarihin şekillendiği kimi zaman da karmaşık bir hal aldığı bu coğrafya nesilden nesile miras kalan birçok hikâyeyi de beraberinde getiriyor. Trabzon’dan Vladivostok’aya, Batum’dan Sibirya’ya kadar uzanan hayat öyküleri, soyağaçları, yöreyi birkaç dağın arasına sıkışmış engebeli bir coğrafya olmaktan çıkarıyor, tarihin akışının değiştiği kadim toprak haline getiriyor. İşte o kadim toprağın yarattığı hikayelerden birisi de Gürcü şarkıcı Sofia Nizharadze’ninki. Gürcistan’da bilinen ismiyle Sopho’nun hikâyesi dönüp dolaşıp Hemşin’e kadar uzanıyor. Nizharadze, Tiflis doğumlu Gürcü bir şarkıcı. Kendisi, 2010 Eurovision Şarkı Yarışması’nda Shine isimli şarkısıyla dokuzuncu sırayı alarak dünya çapında tanınan bir isim haline geldi. Henüz üç yaşında şarkı söylemeye başlayan ve bu alanda yeteneğini belli eden Nizharadze, piyano ve vokal eğitimi aldığı Tiflis Devlet Konservatuvarı’ndan dereceyle mezun olarak müzik kariyerine adım attı. Ardından çalışmalarını, Rusya’nın başkenti Moskova’da devam ettirdi. Ancak Kafkasya’nın tarihi döngüsü Sofia’yı yakalamıştı işte. 2008’de Rusya ve Gürcistan arasında başlayan diplomatik gerilim onu ülkesine dönmeye zorladı. Gürcistan’da sesiyle hemen dikkat çeken Nizharadze, ABD Başkan Yardımcısı Joe Biden’ın ülkeyi ziyareti sırasında ABD Ulusal Marşı’nı seslendirerek ilk defa dünyanın da gündemine geldi. Asıl büyük adımı ise iki sene sonra atacaktı. Gürcistan Devlet Televizyonu tarafından yapılan seçmelerde neredeyse ülkenin oy birliğiyle 2010 Eurovision Şarkı Yarışması’nda Gürcistan’ı temsil etmek için seçilmişti. Sıra Nizharadze’nin seslendireceği şarkının seçilmesine geldiğinde ise
jürinin önünde 100’ü aşkın şarkı bulunuyordu. İşte o elemeden çıkan Shine, Nizharadze’ye tüm Avrupa’da ün kazandıran ve Eurovision’da birinciliği getiren şarkıydı. 22 Mayıs günü Norveç’in başkenti Oslo’daki Telenar Arena’da tüm Avrupa’dan gelen şarkıcılar performanslarını sergilerken pek az kişi Nizharadze’nin adını biliyordu. Ancak Gürcü şarkıcı sahneye çıkıp da şarkısını etkileyici sesiyle seslendirdikten sonra artık dünya çapında tanınan biriydi. Sıra oylamaya gelmişti; dönemin popüler ismi Alman şarkıcı Lena
Satellite isimli şarkısıyla neredeyse bütün ülkelerden puan topluyordu. Ancak Sofia da oldukça başarılı bir performans göstermiş ve dokuzuncu sırayı almıştı. Rusya’dan ve diğer bölge ülkelerinden çok az puan alması da doğduğu coğrafyanın bir talihsizliği olsa gerekti. Kimbilir, ülkeler arası gerilimler rol oynamasa çok daha yüksek bir derece alabilirdi Shine şarkısı. Birçoklarına göre bunu da hak ediyordu. Ancak ne olursa olsun Gürcistan için bu büyük bir başarıydı. Nizharadze artık tüm ülkede Sopho olarak biliniyordu. ➦
13
➥ Popülaritesi o kadar artmıştı
doğasından kısmen korunabilen bu yerleşim alanı tarıma elverişli yapısıyla bölgeye göre farklı bir profil çizer. İşte bu profil içinde bir evde yetişen Duriye Yağcı, henüz genç bir kızken piyano dersi almak ister. Piyano öğretmeni ancak Batum’un ilerisindeki topraklarda bulunur. Kader de öyle bir ağlarını örer ki, Duriye hanım yakışıklı öğretmene gönlünü kaptırıverir. Kaçar Kafkas Dağları’nın ardına. Hemşin’den oralara hep fırıncı gidecek değildir ya. Bu kez de gelin alır o topraklar Hemşin’den. Tiflis’e yerleşirler, Lamara adında bir kızları olur. Zaman geçer, Lamara artık iki çocuk, Duriye hanımsa iki torun sahibidir. Torunlardan birisi büyüdüğünde doktor olur, günün birinde o da evlenir. Bir kız çocuğu olur, henüz üç yaşında şarkı söylemeye başlar. Yeteneğini hemen belli eder, o kız Sofia’dır... l
ki, ülkeye döndüğünde Kültür Bakanlığı’na atandı. Ancak ülkedeki siyasi karışıklıklar bu görevinin kısa sürmesine sebep oldu... Eurovision başarısının ardından 2013’te çıkardığı single “When we danced” ile yeniden gündeme gelen Sopho, müzik eleştirmenleri tarafından Celion Dion’a benzetilen ses tonuyla dikkat çekmeye devam etti. Julio Iglesias, Chris De Burgh ve Andrea Bocelli gibi isimlerle de birlikte çalışan Sopho şimdilerde Gürcistan’ın en popüler yetenek yarışmasında jüri üyeliği yapıyor. Buraya kadar anlattıklarımız uluslararası bir müzik yıldızının pek de sıradışı olmayan başarı hikâyesiydi. Şimdi sizi Hemşin’in Çat köyüne götürmek istiyoruz. Vadinin içinde yer alması sebebiyle Hemşin’in zorlu
GERÇEK GERÇEK İLETİŞİM GERÇEK İLETİŞİM İLETİŞİM
İNŞ. TAAH. TURZ. NAKLİYE SAN. VE TİC. LTD. ŞTİ. İNŞ. TAAH. TURZ. NAKLİYE SAN. VE TİC. LTD. ŞTİ.
İNŞ. TAAH. TURZ. NAKLİYE SAN. VE TİC. LTD. ŞTİ.
Betonarme Taahhüt,Taahhüt, Betonarme inşaat veinşaat Projeve Pr üt, Betonarme inşaat ve Proje Batı Mahallesi 19 Mayıs Caddesi. Kırdar İş Hanı no.50/9 Pendik / İSTANBUL Batı Mahallesi 19 Mayıs Caddesi. Kırdar Hanı Pendik / İSTANBUL Tel: 0216İş490 00no.50/9 50 / muratkadioglu.53@hotmail.com Tel: 0216 490 00 50 / muratkadioglu.53@hotmail.com
Mahallesi 19 Mayıs Caddesi. Kırdar İş Hanı no.50/9 Pendik / İSTANBUL Tel: 0216 490 00 50 / muratkadioglu.53@hotmail.com 14
Badeferien - Weltweit Flugtickets - Last Minute - Blaue Reisen Fussballcamp - Golf - Tennis - Schwarzmeer Spezialist
İsviçre’ deki adresiniz Ali GÜNEY
Onlar Karadeniz’in sesi Karadeniz’in müziği, kültürü, sorunları yani her şeyi onların sesiyle Türkiye’ye yayılıyor. Karadeniz’de yayın yapan radyo ve televizyonlar Batum’dan İstanbul’a hatta internet sayesinde tüm dünyaya Karadenizlilerin sesini ulaştırıyor. Biz de dört farklı kuruluşla Karadeniz yayıncılığını, öne çıkan müzik türlerini ve yerel sorunları konuştuk. MAVİ GÜN
AYLİN ÖZDEMİR* Karadeniz Umut Radyo 89.7
Batum’dan Orta Karadeniz’e Nerede yayın yapıyorsunuz? Karadeniz Umut Radyo’nun geçmişi aslında çok daha eski. 1995 yılında Rize’nin Pazar ilçesinde kuruldu. Ancak iki yıldır Ardeşen’de yayın hayatımızı sürdürüyoruz. Yayın çevreniz nereye kadar uzanıyor? Batum’dan Orta Karadeniz’e kadar uzanan geniş bir yayın yelpazemiz var. Aynı zamanda internet üzerinden yayınımız da mevcut. Nasıl bir dinleyici kitleniz var? Aslında biz sırf Karadeniz müzikleri çalan bir radyo değiliz. Her yaştan insana hitap ediyoruz. Rock da çalıyoruz pop da. Bunun yanında diğer radyolara göre belli farklarımız var. Günde dört kuşak haber bülteni veriyoruz, eğitim ve sağlığa yönelik programlarımız bulunuyor. Şu sıralar izleyici en çok hangi şarkıları ve sanatçıları çalmanızı istiyor? Daha çok Karadeniz müzikleri istiyorlar tabii. Bugünlerde Turan Şahin’den “Ya Ben Anlatamadım” isteniyor, ayrıca Ekin Uzunlar revaçta. l Program Yapımcısı ve Reklam Sorumlusu
16
Genel Yayın Yönetmeni ve Program Yapımcısı Merve Önçırak ve Aylin Özdemir.
HASAN YAVUZ BAKIR* / Çay TV
Yerelden evrensele Çay TV yayın hayatına nasıl başladı? 1994 yılında karasal yayınla Rize’de iki girşimcinin çabasıyla Çay TV kuruldu. 2005’te uydu yayınına geçtik. Bu yüzden yayın çizgimizi, Rize özelinden Doğu Karadeniz ağırlıklı olarak genişlettik. Zaten yerelden evrensele sloganıyla başladığımız yayınımızı, uydu ve internet üzerinden sürdürüyoruz. Yerel televizyonun bulunduğu bölge için ne gibi bir önemi var? Yerel medya, evimizde kapı komşumuz gibi. Hayatımızdaki önemi sandığımızdan çok daha fazla. Yaklaşık 20 yıldır yerel medyadayım ve yerel televizyonları tek çatı altında toplayan Anadolu Yayıncılar Derneği yönetimindeyim. Şunu görüyorum ki, yerel yayıncılık aynı zamanda çok ciiddi
bir güven unsuru. Biz prodüksyon konusunda çok iddialı değiliiz. Ancak güvenilirlikle ilgili farklı mecralardan çok olumlu sözler duyuyoruz. Rize’de sahil yolundan hava alanına, çay sektörünün gelişmesine kadar çok ciddi katkılar Çay TV tarafından sağlandı. Yayınlarınızdan bahseder misiniz? Türkiye’nin dört farklı şehrinde canlı yayın stüdyomuz var. Ayrıca üç naklen yayın aracımız bulunuyor. Haberlerimiz yerel içerikli, ama siyasi içerikli programlarımız ulusal bakış açısına sahip. Bunun dışında sağlık ve spor programları yapıyoruz. Aynı zamanda bölge turizmine katkı sağlayıcı şekilde belgesellere yer veriyoruz. l *Genel Yayın Yönetmeni
Radyo Televizyon Gazetecileri Derneği’nin düzenlediği “Medya Oscarları Ödül Töreni”nde Çay TV en iyi yerel televizyon ödülünü aldı.
TAYFUN TAN* / Gelişim Radyo 95.8
Sadece Karadeniz müziği çalıyoruz Radyo ne zaman kuruldu? 1996’dan beri Pazar’da yayın yapıyoruz. İşletmemiz ise Ardeşen’de. Bölgesel bir radyo kanalıyız. Yayınımız Trabzon’dan Batum’a kadar uzanıyor. Müzik yayınlarınızın içeriği nasıl? Biz, çok aşırı istek gelmediği sürece sadece Karadeniz müziği çalıyoruz. Rize’de iki radyo daha var. Onlar daha
çok pop müzik yayını yapıyor. Bizim asıl amacımız Karadeniz kültürünü yaşatmak. Şu anda Lazca yayın lisansına sahip olan tek kuruluşuz. Son dönem Karadeniz müziğini nasıl değerlendiriyorsunuz? Kalite giderek artıyor. 1996’da İstanbul’da taksiyle giderken, taksici İsmail Türüt çalıyordu. “Karadenizli Soldan sağa: Genel Yayın Yönetmeni Adem Önçırak, Genel Müdür Tayfun Tan ve Program Yapımcıları Meryem Aslıkibar, Necmettin Özkahraman.
misin?” diye sordum, Tokatlı olduğunu söyledi. “Neden İsmail Türüt’ü dinliyorsun?” dediğimde “Stres atıyorum” yanıtını verdi. O kadar sinirlendim ki, taksiden indim. Özellikle Kazım Koyuncu’nun çalışmaları Karadeniz müziğini belli bir seviyeye getirdi. Eski kuşaktan ise Fuat Saka benim için Türkü Baba’dır. En çok hangi şarkılara istek geliyor? Turan Şahin’den “Ya Ben Anlatamadım” çok istek alıyor. Hızır Canbaz da çok istek alan sanatçılar arasında. Mehmet Akyıldız’ın “Dertsiz İnsan Yok” şarkısı da çok dinleniyor. Müzik haricinde ne gibi programlarınız var? Bölgenin sorunlarıyla ilgili programlar yapıyoruz. Mesela geçenlerde iş adamlarıyla bir araya geldik. Bölge turizminde yaşanan problemleri konuştuk. Yine organik gübreye geçişle ilgili çalışmaları ve yaşanan sıkıntıları gündeme taşıdık. l *Genel Müdür
17
SELÇUK DEMİR* Radyo K / 93.3
Kemençe ve horonu sevdirdik Yayın hayatınız ne zaman başladı? 2001’de Karadenizlilerin İstanbul’daki sesi olmak istedik ve bu misyonla yayına başladık. Ayrıca tüm Marmara bölgesinde, 8 milyona yakın bir Karadenizli nüfusu var. Bu nüfusun kültürünü de yansıtmayı hedefledik. Diğer radyolara göre farkınız nedir? Biz “100’de yüz Karadeniz müziği” sloganıyla yola çıktık. Karadeniz’e
özgü olduğunu söyleyen pek çok radyo zaman içinde otantik Karadeniz müziği dışında türlere de yer verdi. Ancak biz çizgimizi hiç bozmadık. Eskiden insanlar arabalarında Karadeniz müziğini açmaya utanırdı. Bizim sayemizde artık kemençe ve horonu herkes sevdi. Sırf Karadenizliler değil, tüm Türkiye bu müzikleri dinler hale geldi.
Son dönemde öne çıkan Karadenizli müzisyenler kimler? Yeni sesler içinde Onay Şahin hemen akla geliyor. Dinçer ve Grup İmera da güzel işler yapıyor. Müzik dışında ne gibi programlarınız var? Düzenli haber akışımız, spor ve sağlık programlarımız bulunuyor. l *Genel müdür
YAŞAR ATAY* Radyo K / 93.3
Tarkan da çalarız Ne kadar süredir program yapıyorsunuz? 15 yıldır, neredeyse kuruluşundan beri radyodayım. Düzenli olarak 8 yıldır program yapıyorum. Programın ismi “Sürmeneli Yaşar’la Karadeniz Ekspersi”. Program içeriğinden biraz bahsedebilir misiniz? Genelde müzik ağırlıklı tabii ki. Onun dışında dinleyicilerle telefon bağlantısı yapıyoruz. Ayrıca yeni albümü çıkan
18
sanatçılar da gelip albümlerini tanıtıyor. Karadenizli iş adamlarını da konuk olarak alıyoruz. Hangi müzikleri çalıyorsunuz? Karadenizli olup yöresel müzik yapan bütün sanaçtılarımıza yer veriyoruz. Tulumdan kemençeye kadar sayısız müzisyeni dinletiyoruz. Mesela Tarkan da Rizeli. Karadeniz müziği yaparsa, ona da severek yer veririz. l *Program yapımcısı
YILDIZLAR ELEKTRONİK Hizmet ve Teknolojinin Yükselen Yıldızı
TURKCELL İletişim Merkezi TURKCELL İletişim Merkezi S. Cedit Kadıköy
: 0216 302 98 13 (Pbx)
TURKCELL İletişim Merkezi Viaport AVM Kurtköy
: 0216 696 11 26 (pbx)
TURKCELL İletişim Merkezi Dudullu Ümraniye
: 0216 527 57 05 (Pbx)
TURKCELL İletişim Merkezi Sultanbeyli
: 0216 496 69 40 (Pbx)
TURKCELL İletişim Merkezi Sultanbeyli 2 : 0216 419 50 96 (Pbx) TURKCELL İletişim Merkezi Metro Garden AVM Çekmeköy : 0216 349 79 80 (Pbx) : 0216 349 79 79 Merkez: Sahrayıcedit / Kadıköy
ÖKSÜZLERİN “BABA”SI TİYATRO Ekrandaki oyunculuğu, gündeme yönelik çıkışlarıyla son günlerin en çok konuşulan isimlerinden Şevket Çoruh. Ancak onun önceliği her zaman tiyatro. Kadıköy’de yeni açtığı Baba Sahne de bu alandaki en önemli meyvelerinden biri. Adından ele veriyor amacını. İlle de detay isterseniz, “Baba Sahne, ben ve benim gibi öksüzlerin arkasında duracak, koruyup kollayacak bir güç olacak” diyerek anlatıyor bunu Çoruh. AYNUR ÇOLAK
Ş
evket Çoruh, son günlerin en çok konuşulan isimlerinden biri. Hem çıkışları hem de yeni projeleriyle adından söz ettiriyor. Önceliği ise kısa süre önce hayata geçen Baba Sahne. Kadıköy’de uzun yıllar tiyatro olarak hizmet verdikten sonra, Çoruh tarafından tekrar sahneye dönüştürülen bu mekânın hikayesini kendisinden dinledik. Öncelikle Baba Sahne’den bahsetmek istiyorum. Yeni açılan ve oldukça heyecan verici bir mekan. Öte yandan mutlaka çevrenizde “Böyle bir dönemde tiyatroya yatırım yapılır mı” diye soranlar olmuştur. Nedir sizi böylesi günlerde tiyatro açmaya yönelten? Yalnızlık Allah’a mahsustur, dedim ve öksüzlüğün verdiği yalnızlık duygusu yüzünden açmaya niyetlendim bu tiyatroyu. Savaş Dinçel, Müjdat Gezen, Ferhan Şensoy gibi ustalarımın yaptıklarına özendim. Her kim saldırırsa saldırsın, sanatı savunan ve arka çıkan bir avuç kişiyiz. Dönemin önemi yok açıkçası, niyet önemli… Aslında buna tiyatroya yatırım yapmak denmez. Baba Sahne, ben ve benim gibi öksüzlerin arkasında duracak, koruyup kollayacak bir güç olacak.
Mekânı hazır hale getirmek için iki yıldan fazla uğraşmışsınız. Çalışmaları biraz anlatır mısınız? Nelerin kendine has ve farklı olmasını istediniz? İki yıldan uzun bir süredir yeni deprem yönetmeliğine ve yangın şartnamesine uygun, fiziki koşulların yaratacağı bütün engelleri aşacak şekilde, gece-gündüz çalışılarak ve emek harcanarak restore edildi tiyatromuz. En küçük detay için günlerce araştırmalar yaptık, beğenmedik, söktük bir daha taktık. Tiyatroların o nostaljik havasını yeniden yaşatmak için uğraştık. Baba Sahne yanılmıyorsam 80’lere kadar tiyatro olarak hizmet vermiş bir bina. Böyle bir geçmişinin olması oyuna ve oyunculara ne katacak diye düşünüyorsunuz?
Burası Abdurrahman Palay, Nezih Tuncay İl Tiyatrosu, Ani-Çetin İpekkaya, Zafer Diper Tiyatroları olarak faaliyet göstermiş, 80’lerde sinema haline getirilmiş. Müteahhit Mustafa Kemal Ekşioğlu, aktör Yıldırım Önal’ın hayranıymış. Burayı da, 1967’de Özel Kadıköy Tiyatrosu olarak onun için açmış. Tapusuna da “Tiyatro Binasıdır” yazdırmış. Yapının dönüştürülmemesi ve özünü koruması amacıyla tapusunda nitelik olarak “Tiyatro” yazıyor. Yani özünü bozmadık, tapusunda “Tiyatro” yazan bir yapıyı elimizden gelenin en iyisini yapmaya çalışarak dönüştürdük. Baba Sahne’de oynanan her oyun ve oyuncu da bu geçmişin bilincinde olarak, büyük bir heyecanla sahneye adım atıyor. İlk oyununuz “Bir Baba Hamlet”ten bahseder misiniz? “Bir Baba Hamlet”i, Alman yazar Sebastian Seidel yazdı, Yücel Erten çevirdi. Oyun, heves edip Hamlet oynamaya cüret eden iki oyuncunun, cahil cesaretiyle seyirci önüne çıkmasını konu ediniyor. Biri kendini Shakespeare uzmanı zannediyor, diğeri şarkı söyleme sevdalısı… İki kafadar, eli yüzü düzgün, başı sonu belli, babalar gibi bir Hamlet düşlerlerken, ortaya çıkan kepazelik “Bir Baba Hamlet”e dönüşüyor. Salona Savaş Dinçel’in ismini verdiniz. Kendisinin sizin oyunculuk hayatınızdaki önemini nasıl anlatırsınız? ➦
23
ANNEM TAM BİR KARADENİZ KADINI Anne tarafından Artvinlisiniz. Anneniz ne kadar Karadeniz kadınıdır? Ailede Karadeniz özellikleri ne kadar görülür? Annem tam bir Karadeniz kadınıdır. Sarışın, mavi gözlü, tuttuğunu koparan, sert bir kadındır. Tanıdık, eş-dost tarafından “yüzbaşı” lakabıyla anılır.
Hemşin’e özel bir ilginiz olduğunu biliyorum. Ne kadar sıklıkla gidersiniz? Nereleri gezmeyi seviyorsunuz? Oradaki insanlarla nasıl bir iletişiminiz var? Geçen yaz on gün kadar Karadeniz’de kaldık. Çoğunluğu Hemşin’in yaylalarında olmak üzere dağ tepe dolaştık.
Oradaki, buradaki insanlar gibi bir ayırım yapmak yanlış olur, hepsi bizim insanımız ama kan çekiyor tabii. Karadeniz insanı ayrı… Tanımadığınız bir evin kapısını bile çalsanız, sizi evinde memnuniyetle misafir eder, yedirir içirir, gezdirir, hayatta bırakmaz… l
➥ “Beş senedir aynı ayakkabıyı mı giyiyorsun?” diye sorup, bana aynı günde iki çift ayakkabı alan ustamın ismi, Savaş Dinçel. Bugünlerime gelmemi sağlayan, düşüncelerime mimar olan, örnek aldığım kişiydi. Bana en çok kızan, tersleyen hocamdı. Kızan, karışan, sinirlendiren, koruyan, sarılan, özenen; manası yokluğunda daha çok anlaşılan kişiydi, babam gibiydi yani… İşin yöneticilik ve işletmecilik kısmına daha çok vakit ayırdıkça sahneye daha az zaman kalacağı gibi bir endişeniz var mı? Ben oyuncuyum… Setime gider, provamı yapar, oyunumu oynarım. Diğer kısımlarla, birlikte çalıştığımız tiyatro müdürümüz ilgilenecek. Benim, sahnemizde oynayan diğer oyunculardan bir farkım yok. Bir açıklamanızda “Arka Sokaklar setinde yaşlandım” demişsiniz. Son çıkışınızdan sonra Komiser Mesut’un öleceği ve diziden ayrılacağınız gündeme geldi, ama Rıza Baba ve ekibi Mesut’u kurtardı. Mesut komiser ne kadar daha aramızda olmaya devam edecek? Seyirci izlediği ve istediği sürece “Arka Sokaklar” da, “Komiser Mesut” da aramızda olmaya devam edecek. l
SANAT İYİLEŞTİRİR Öyle bir atmosferde yaşıyoruz ki, insanlar baskılara karşı çıkanları kahramanlaştırır bir noktaya geldi. Bu ruh halini nasıl değerlendiriyorsunuz? Gerçek düşüncelerini paylaşan kişilerin ekmeğine mani olunan bir dönemde yaşıyoruz. İnsanlar baskıyla sessizleştiriliyor, korku giriyor işin içine. Kendi fikirlerini dile getiren birini gördüklerinde de destek çıkıp yanında olduklarını belirtmek içlerini rahatlatıyor. Baskı ortamında tiyatro nasıl bir direnme gücü yaratabilir? Bir avuç insan kalmışız zaten baş eğmeyip doğrularının arkasında duran. Sanat iyileştirir, güçlendirir, bilgilendirir, aydınlatır. Bu bilinçte olan her insan da, karşısına çıkan engellere ve güçlüklere direnir. l
Ecem Uzun: Role hazırlanmanın keyfi ayrı
Henüz 24 yaşında Altın Portakal’da En iyi Kadın Oyuncu ödülünü kazanan Ecem Uzun Türk sinemasında geleceğin en önemli isimlerinden biri olarak gösteriliyor. Oyunculuğu iş değil tutku olarak gören Uzun, bize geleceğiyle ilgili hayallerini anlattı. DENİZ UZ
E
cem Uzun 2016’da Türk sinemasına damga vuran isimdi. Koca Dünya ve Tereddüt’te gösterdiği performansla ulusal ve uluslararası alanda bolca ödül kazanan oyuncu, 1992 doğumlu olmasına karşın oyunculuk serüveni oldukça eskiye, sekiz yaşına dayanıyor. Reha Erdem yönetiminde çekilen Koca Dünya isimli filmi bu ay gösterime giren ve son olarak Tereddüt filminde gösterdiği performansla İKSV İstanbul Film Festivali’nde En İyi Kadın Oyuncu ödülüne layık görülen Uzun aynı zamanda tam bir Çamlıhemşin hayranı. Rize doğumlu olan güzel ve başarılı oyuncuyla hem oyunculuk basamaklarını nasıl çıktığını hem de Rize’deki kökenlerini konuştuk. Biz sizi yeni tanıyoruz, ama siz çok uzun süredir kamera karşısında ve sahnedesiniz. Bu işi böylesi büyük bir tutkuyla yapmanızın sebebi nedir? Belki klasik bir cevap olacak, ama ben işimi çok seviyorum. Sorunuzun asıl cevabı da bu aslında. Sahnede veya kamera karşısında olmanın yanında, üstlendiğim rolü çalışma, araştırma süreçleri de beni feci şekilde heyecanlandırıyor. İlk kez ne zaman “Ben oyunculuğu kıvıracağım galiba” diye içinizden geçirdiniz? Böyle bir cümlem hiç olmadı. Olsa benim için sorun olabilirdi. Sekiz yaşında ilk sahneye çıktığım an “Ben bu işin okulunu okuyacağım” dediğimi hatırlıyorum sadece. Aslında çekingen bir çocukmuşsunuz. O çekingenlik kamera önünden çekilince hâlâ devam ediyor mu? Tanımadığım bir alanda olursam hâlâ çekingen birisiyim. Türkan Şoray’ın isminin yer aldığı umut vaat eden genç yetenek ödülünü aldınız. Bu bir baskı oluşturuyor mu? Kariyer hedeflerinizin arasında bir gün
Türkan Şoray’la birlikte anılmak gibi bir seçenek var mı? Türkan Şoray, yalnızca Türk sineması değil, dünya sineması için de çok etkileyici bir ikon. Onun adını taşıyan bir ödül almış olmanın gururu apayrı tabii. O yüzden böyle bir baskı yaşadığımı söyleyemem. Setlerde çocuk oyuncuların yaşadıklarıyla ilgili cesaret gerektiren açıklamalarınız oldu. Bu özellikle yeni çıkış yapan bir oyuncu olarak oldukça takdir edilecek bir davranıştı. Öte yandan konuyla alakalı sonrasında nasıl tepkiler aldınız? Keşke öyle demeseydin... ile başlayan cümlelerle karşılaştınız mı? Dediğiniz tarzda bir yaklaşımla karşılaşmadım. O cümleler gerçekti ve hissettiklerimi yansıtıyordu. Keşke öyle demeseydin gibi bir şey gelmedi ama gelseydi de bu beni asla ama asla pişman etmezdi. Çünkü sonucu ne olursa olsun bunlar benim düşüncelerim. ➦
İstanbul’da değilsem Rize’deyim Rizeli olduğunu biliyoruz ama orayla ilişk iniz nasıl, onunla ilgili bi ze neler söyleyebilirsin iz? Büyük tutkunuy um. İstanbul’da du rmam gerekmiyorsa Rize’ye gidiyorum. Büt ün zamanımı orada geçiriyor um. Terapi, arınma gibi. D oğa bana çok iyi geliyor. Peki hiç Hemşi n’de bulundunuz m u? Biliyorsunuz so n derece revaçta bir ye r haline geldi Hemşin. Evet, Çamlıhem şin’de bir çok kez bu lundum. Keşfetmeyi se viyorum. Oraların başka kokusu var. O muazzamlıkta olan bir yerin insanları da ay nı derecede oluyor. l
Ecem Uzun “Koca Dünya” filminde.
27
enüz 11 yaşındayken tiyatroyla tanışan ve daha ilk günden oyuncu olmaya karar veren Ecem Uzun, daha o yaşlarda oynadığı reklam filmlerinde kamerayla tanıştı. Aliye, Geniş Zamanlar, Pulsar, Gönül Salıncağı ve Ah Kalbim dizilerinde rol aldıktan sonra, Küçük Sırlar dizisindeki performansıyla dikkat çekti. Reha Erdem’in Koca Dünya filmindeki oyunculuğuyla Adana Film Festivali’nde Türkan Şoray Umut Veren Genç Oyuncu ödülünü kazandı. Geçen yıl rol aldığı, Yeşim Ustaoğlu tarafından yönetilen Tereddüt isimli filmde de oldukça başarılı bir performans gösteren 25 yaşındaki Uzun, Altın Portakal Film Festivali’nde Ulusal ve Uluslararası Uzun Metraj Film kategorilerinde En İyi Kadın Oyuncu ödülünü aldı. l
28
ECEM UZUN KİMDİR?
H
➥ Sizin de rol aldığınız Tereddüt’te sansür ve otosansürle ilgili oldukça fazla tartışma yaşandı. Benim merak ettiğim biraz da oto-sansür konusu. Sırf Tereddüt için değil, genel olarak ekran ve vizyon işlerinde her zamankinden fazla bir oto-sansür endişesi var mı? Söz konusu oto-sansür yönetmen ve senaristten çıkıp oyuncuya da yansıyor mu? Tereddüt için otosansür tarifinin doğru olmadığına inanıyorum. Yeşim Ustaoğlu filmi dilediği gibi çekti ve tamamladı. Gösterime giren versiyonu da bakanlığın kuralları gereği yine Yeşim’in kendi seçimiyle kısaltılmış hali. Ayrıca festivaller için yönetmen kurgusu versiyonu da bulunuyor ki, bu da dünyada pek çok yönetmenin yaptığı bir uygulama.
Üstelik kendisi Asu Maro ile yaptığı röportajda bunu yeterli şekilde açıklamıştı. Bunun dışında otosansürü konuşacak olursak da, bunun sanat üretimindeki insanlara dayatılmasını çok üzücü buluyorum. Yine de hayat çatlaklarla dolu ve oralardan sızmanın önemli ve mümkün olduğuna inanıyorum. Oyunculukta, sanırım bir rolün, birlikte çalışılan bir yönetmenin kişinin üstüne tabiri caizse yapışıp kalması oldukça sık yaşanılan bir durum. Bu açıdan şunu sormak istiyorum. Ecem Uzun, bizim hiç aklımıza gelmeyecek hangi rolleri oynamak ister veya bizim hiç aklımıza gelmeyecek ama birlikte çalışmak isteyeceği birileri var mıdır? Sürecini merak ettiklerim var. Nuri Bilge Ceylan ve Emin Alper. l
Dekorasyon Taahhüt
İletişim San. ve Tic. Ltd.
İstanbul Kartal Şehit Yüzbaşı Gökhan Yavuz İ.Ö.O. Yapım işi
İstanbul Maltepe İ.H.L. Yapım işi
Referanslar İ.B.B. İstanbul geneli çatı bakım onarım işi Fındıklı İ.Ö.O. Yapımı Aksaray iİi Ticaret Lisesi yapımı işi Emes Tekerlek kaba inşaat yapım işi Dudullu İ.Ö.O. yapım işi Ataşehir Belediyesi idari kat yapım işi Kadıköy Belediyesi kamu kurumları 2015-2016 yenileme işi Afyon gebeceler kanalizasyon inşaat işi Kırklareli Kıyıköy kanalizasyon inşaat işi
İstanbul Medeniyet Ün. Tıp Fak. Yapımı işi
İstanbul Zeytinburnu Şemsettin Sami İ.Ö.O. yapım işi
Burhan Felek Spor Salonu Güçlendirme İşi
Hemşin Su ve Kanalizasyon İnşaatı Yapım İşi.
Kat karşılığı arsalarınız değerlendirilir. İçerenköy Mah. Mezarlık Sk. No.24/A Ataşehir / İSTANBUL Tel: 0216 577 77 53 Fax: 0216 577 77 54 zafersavaskeser@gmail.com 0532 511 44 44
LU
ŞOĞ EMİ
LM
MA . KE
. DR
F PRO
İSTANBUL’UN SAĞLIĞI O’NA EMANET T
Prof. Dr. Kemal Memişoğlu, işine aşık bir cerrah. Bu adanmışlık onu İstanbul İl Sağlık Müdürü olmaya kadar getirmiş. En az işi kadar memleketini de seviyor. Onun için Hemşin, köklerinin çıktığı toprak. Orada kendini güvende hissediyor. Biz de Memişoğlu ile Hacettepe Tıp Fakültesi’nden başlayıp İstanbul İl Sağlık Müdürlüğü’ne uzanan hikâyesini konuştuk. EMİRA AÇIKGÖZ 30
ürkiye’nin her yerinde bir Hemşinli’ye rastlamak mümkün. Üstelik zaman zaman kilit görev yerlerinde de. Prof. Dr. Kemal Memişoğlu da işte böylesi isimlerden. İşine aşık bir cerrah. İstanbul gibi binlerce insanın yaşadığı bir şehirde, sağlık gibi önemli bir alanda söz sahibi biri. Hacettepe Tıp Fakültesi’nden başlayıp Okmeydanı Hastanesi, Konya Ereğli Hastanesi’ne uzanan başasistanlıktan başhekimliğe varan görevlerin ardından, İstanbul İl Sağlık Müdürü oldu. Daha 40’ına varmadan önemli görevler aldı. Ona göre bu başarının sırrı açık: Kendini adayarak çalışmak, işini sevmek, dürüst olmak, niyetin
iyi olması ve de tevvekkül etmek. “Hep şuna inandım; Doğru iseniz ve elinizden geleni yapıyorsanız, sonuç ne olursa olsun sizin için en iyisidir” demesi bundan. Bu sorumluluğun yorgunluğunu nasıl mı atıyor? O da basit: “Çocukları hemen hemen her sene Rize’ye getiriyorum, orada kuzenlerimin çocuklarıyla çok iyi arkadaşlıkları var. Derepazarı’nda balıkçı barınağım bulunuyor. Balık tutup denize girmeyi özlüyorlar. Ben de memleketimde nefes alıp kendimi tazeliyorum.” Ailenizin bir kolu Hemşin’e uzanıyor. Hemşin’i ilk ne zaman gördünüz? Ona dair en eski anınız nedir?
Babamın ailesinin bir kolu Hemşin’e göçmüş ama esas Derepazarı ilçesindenim, Hemşin’i ilk 14 yaşında yani 1980 yılında babamın görevi nedeniyle ona eşlik ettiğim bir ziyarette gördüm. Ancak öğrencilik ve çalışma hayatımda birçok Hemşinli arkadaşım ve dostum oldu. Çoğuyla halen görüşmeye devam ediyorum. Onların cana yakınlığı, insaniyeti Hemşin’in yeşili gibi çok bol. Nasıl bir ailede büyüdünüz? Babam, Rize Derepazarı Sandıktaş nahiyesinden Kaptan Hacı Sefer Memişoğlu’nun oğlu. Makine mühendisi ve bir dönem Rize Milletvekilliği yaptı. Annem ise Derepazarı Bahattin Paşa Köyü’nden, sanayici Ali Rıza Egemen’in kızı, öğretmen Nuran Memişoğlu. Bir kız kardeşim var, TCK Genel Müdürlüğü’nde Köprü ve Sanat Yapıları Daire Başkanı Doç. Dr. Nurdan Apaydın. İlk ve orta öğrenimimi Trabzon’da yaptım. Bahçeli, küçük bir evde büyüdüm. Üniversiteyi Ankara Hacettepe Tıp Fakültesi’nde bitirdim. Hayatım boyunca ailem hep destek oldu, onlar yaşamımın bir parçası. Eğitimimize, okulun yanı sıra öğretmen olmasından dolayı annem vasıtasıyla evdede devam ettik. Aileniz Hemşin’den ne zaman çıkmış, ayrılmış? Kardeniz’den, memleketten hiç kopamadık ki, her sene fırsat buldukça gidiyorum. Hemşin sizin için ne ifade ediyor? Köklerimizin çıktığı toprak, insan doğduğu ve çocukluğunun geçtiği toprakları kökü gibi hissediyor, oralardan kopamıyor ve kendini güvende hissediyor. Doktor olmaya nasıl karar verdiniz? Esasında ben karar vermedim. İdealim saba mesleği mühendislikti ama annem doktor olmamı çok istedi, üniversite sınav sistemi de yardımcı oldu, kader hekim olmamızı sağladı. Ancak şimdi seç deseler yine cerrahlığı seçerim. İnsanlara yardım etmek ve onların sağlıklarına kavuşmalarına vesile olmak dünyanın en güzel hissi, hele bizim gibi vefa duygusu olan fertlerin yaşadığı bir ülkede, bu mesleği yapmak ayrı bir duygu. Amerika’da karciğer ve barsak nakli öğrenmek için bulunduğum esnada aradaki farkı gördüm, orada
sadece işinizi yaparsınız ve insanlar sizi işini yapan kişi olarak görürür ama ülkemizde sağlığına kavuşturan, iyileştiren biri olarak görülüyorsunuz. Hacettepe Tıp Fakültesi, ardından Okmeydanı Hastanesi, Konya Ereğli Hastanesi... Başasistanlık, Başhekimlik... Daha 40’ınıza varmadan önemli görevler aldınız. Bu başarınızın sırrı nedir? Bu sır değil, başarılı olamanın tek bir şartı yok, birçok faktörü var ama en önemlileri benim için kendini adayarak çalışmak, işini sevmek, dürüst olmak, niyetin iyi olması ve de tevvekkül etmek. Hep şuna inandım; Doğru iseniz ve elinizden geleni yapıyorsanız, sonuç ne olursa olsun sizin için en iyisidir. İstanbul gibi Türkiye’nin nüfussal, ekonomik anlamda neredeyse yarısına denk gelen bir şehirinde İl Sağlık Müdürü olmak nasıl bir sorumluluk? Bununla nasıl başa çıkıyorsunuz? Yola devam etmenizi ne sağlıyor? Bu soruya Karadenizlilik demek geliyor içimden ama bölgecilik yapmayayım. Ben yarınımdan hiç
şüphe etmedim, Allah’a sığınıp günümü en faydalı şekilde geçirmeye çalışıyorum. İstanbul’un sağlıkla ilgili en önemli sorunu nedir sizce? Yakın zamanda sağlıkta dönüşüm sürecinin ikinci fazı başlıyor. Son 14 yılda ülkemizde sağlıkta bir devrim gerçekleştirildi, bu şimdi daha da geliştiriliyor. İstanbul’da özellikle koruyucu hekimliği acil ve yoğun bakımlarımızı daha etkin hale getireceğiz. Fiziki altyapıları yeniliyoruz. İstanbul’a 3 sene içinde kaliteli yatak kapasitesi olan sağlık tesisleri kazandıracağız. - Hemşin’e ne sıklıkta gidiyorsunuz? Çocuklarınızın orasıyla nasıl bir ilişkisi var? Çocukları hemen hemen her sene Rize’ye götürüyorum, orada kuzenlerimin çocuklarıyla çok iyi arkadaşlıkları var. Derepazarı’nda balıkçı barınağım bulunuyor. Balık tutup denize girmeyi özlüyorlar. Ben de memleketimde nefes alıp kendimi tazeliyorum. l
31
Çise, ilk düşen damla demek. Mustafa Gökay Ferah da Karadeniz müziğine ilk damlayı kattı. Solo albümü Çise, dinleyicisine Karadeniz’in her tonunu sunuyor. “Hiç şüphesiz kültürün, geleneğin, yöreselliğin korunup, yaşatılmasında en önemli rolü oynar, müzik” diyor Ferah, “Biliyoruz ki yöresel ezgilerin suyuyla demlenerek çıkartılmış her albüm, bu kültür denizine birer damladır. Biz de ilk damlamıza Çise dedik.” DENİZ UZ
TULUMUN İLK ÇİSE’Sİ
K
aradeniz müziği ve tulumun genç icracısı Mustafa Gökay Ferah, uzun süreli grup projeleri ve akademik çalışmalarının ardından ilk solo albümü Çise’yi yayınladı. Karadeniz’in her tonunun bulunabileceği albümün hikâyesini de bize kendisi anlattı. Sanırım bu ilk solo albümünüz, daha önce Marsis’le çalışmalarınız vardı. Neden tek başınıza çalışmaya karar verdiniz? Evet, solo ilk albümüm. 2012 yılına kadar yaklaşık 12 yıl back vokal ve tulumumla çeşitli gruplarla, solistlerle çalışmalarım oldu. Bir gün solo yapmak hep hayalimdi. İstanbul Teknik Üniversitesi Türk Müziği Devlet Konservatuarı’nı 2007 yılında kazandım ve 2012’de mezun oldum. Yine aynı yıl aynı bölümde master öğrenciliğini kazanmıştım. Solo yapacağım grubum tarafından zaten biliniyordu. Hem eğitimim, hem de kendi müziğimi yapmak isteyişim mevcut koşullarla birleşince konuştuk ve yollarımızı güzelce ayırdık. Ancak gruptan dostlarımla hâlâ görüşürüz, hatta solo albümümün aranjesini Evren Arkman ile birlikte yaptık. Çağatay Kadı dostum da gitarlarını çaldı. Kaldı ki hayat çok kısa, insan içindekileri bu kadar ertelememeli. Hem grubum hem de kendi açımdan en hayırlı karar olduğunu söylemek mümkün. Albümün hazırlık süreci nasıldı? İsmine nasıl ve hangi gerekçelerle karar verdiniz? Hazırlık süreci hem maddi hem manevi açıdan oldukça zor oldu. Dile kolay onca senenin, onca müzisyenle bir arada çalışmanın ardından ve aldığım konservatuvar eğitimi gereği ortaya iyi bir ürün koymak kaçınılmazdı. Üretmenin ve ortaya iyi şeyler koymanın özellikle sıkıntılı olduğu bu dönemde gösterilen emeği anlatmak oldukça zor. Kayıtları ve çıkışı süreciyle birlikte yaklaşık üç yılı bulan albümüm Çişe’yi alnımın akıyla çıkarmak ve hakkında güzel eleştiriler almak, insana bu süreçteki yorgunluğunun çoğunu unutturuyor. Aslında bu isme eşimle birlikte karar verdik. Daha sonra bunu içleştirdiğim bir içerikle bütünleştirdim. Hiç şüphesiz kültürün, geleneğin, yöreselliğin korunup, yaşatılmasında en önemli rolü oynar, müzik. Bizler; bu zengin coğrafyanın müzik kültürüne, Karadeniz’in, Karadeniz müziğinin kıymet bilenleri olarak elimizden
geldiğince sahip çıkmaya çalışıyoruz, Amacımız bu değerlerimizi gelecek kuşaklara aktarmak. Biliyoruz ki yöresel ezgilerin suyuyla demlenerek çıkartılmış her albüm, bu kültür denizine birer damladır. Biz de ilk damlamıza Çise dedik. Bilindiği gibi çise; yağmurun en narin, en ince hâlidir. Yağmurun memleketinin müziğini icra edenler olarak, bu albüm ile Karadeniz sevdalılarına, sıla özlemiyle yananlara, tulumun navındaki türkü misali tütenlerin gönüllerine inceden dokunmak, Çise gibi yağmak, gönülleri birkaç damlayla memleket gibi yeşertmek istedik. Bu memleketin toprağına, mirasına yağmur gibi bereketli nice eserler bırakabilmek ümidiyle “Çise” dedik. BİZE ÖZGÜ BİR TAT Tulum, benim de yeni yeni dinlemeye başladığım ve oldukça ilgimi çeken bir müzik alanı. Bu müziği bir albüm haline getirmek, bilinen popüler müzik türlerine göre daha zor olsa gerek. Ne gibi incelikleri var bu işin? Ortaya yeni bir sound koymaya ve bize özgü bir tat bırakmaya çalıştık. Bunu büyük ölçüde başardık. Karadeniz müziğine duyulan ilgi son zamanlarda oldukça arttı. Bunun en önemli etkilerinden biri Karadeniz müziğinde bir revizyon niteliği taşıyan ve son 15-20 yıldır gerçekleşen, çeşitli solist ve gruplar tarafından sürüklenen ve müzikaliteyi artırıcı olan müzikal hareketler. Geçmişte Karadeniz müziğine gerek yerel, gerek ulusal açıdan emekleri olan birçok icracılarımız, solistlerimiz mevcut. Kamil Sönmez, Remzi Bekar, Katip Şadi, Piçoğlu Osman, İbrahim Can, Bayar Şahin, Volkan Konak ve Fuat Saka gibi. Bu nedenle Karadeniz müziğinde aslında eskiden bu yana bir yığılma, yani sanatsal bir birikme görüyoruz. Bu birikimi Türkiye’nin tanıması popülerliğinin artması Kazım Koyuncu’nun gerek sound, gerek etnik, gerek evrensel açıdan birçok argumanı iyi sentezleyerek yorumlamasıyla oldu. Kaçınılmaz olan bu durumun etkilerinin daha uzun seneler Türkiye’deki müzik sektörüne damgasını vurarak devam edeceğini düşünüyorum. Çise de nicelik açısından iyi bir süreç yaşadı ve hâlâ yaşamaya devam ediyor. Albümünüzde tulumun tarihsel gelişimine yönelik bir müzikal yolculuk da var mı? Bu açıdan bakınca
albümünüz dinlenmenin yanında müzik alanında tarihi bir misyon da üstleniyor mu? Tulumun tarihine ve icracılığına yönelik çalışmamı, İstanbul Teknik Üniversitesi Türk Müziği Devlet Konservatuarı Müzikoloji bölümünde bitirme tezim olan “Remzi Bekar ve Tulum İcracılığı” isimli eserimde sunmuştum. Tuluma başladığım günden beri enstrümanımın teknik gelişimine, icra şekillerine, tarihine de kafa yoruyorum. Hatta yıllarını buna adamış biri olduğum için, tarihten bu yana gelen birçok kaydemizin albümde aranje içerisine en güzel şekliyle kullanmam kaçınılmazdı. Bu bağlamda hem tarihi hem icra hem de sound açısından örnek teşkil edecek bir misyona sahip olduğunu söylemek mümkün. Biraz da şarkılarınızdan bahsedersek, en çok hangi şarkılar dinleyenlerin ilgisini çekiyor? En çok ilgiyi bizim de öyle tahmin ederek ilk iki sıraya koyduğumuz “Yali” ve “Duman Aldı Dağları” parçası alıyor. Kayıtlarımızın bir bölümünü Almanya, Hollanda ve Gürcistan’da, büyük bir bölümünü ise İstanbul’da tamamladık. Karadeniz’de konuşulan Gürcüce ve Lazca iki esere de yer verildi. Bu şarkıların mutlaka hikâyeleri de olmalı. Bazılarından örnekler verebilir misiniz? Hikâyesi olmayan hiçbir şey tutmaz ve yavan kalır. Eserlerin gücünü ve hissiyatını besleyen en önemli şey bu aslında. Eserlerimin hepsinin mutlak bir hikâyesi var, bunların kimisi yaşanmışlıklar, kimisi yaşanmadan hissedilenler. Çise de ağır basan en büyük hikâye elbette aşk. Bunun haricinde anneye verilen değer, özlem ve sevgi, gurbet, Karadeniz’in türküleri besleyen o güzel doğaya tutku, geleceğe aktarılacak olan kültürel mirasımıza duyalan hassasiyet gibi önemli hikayelerden oluşuyor. Kendi bestelediğim “Yağmur” şarkısının hikâyesi şöyle; Yüreğimin çok darlandığı ve Sevdalık kıpırtılarının onu harekete geçirdiği ve bir yandan da yağmurun coşkuyla yağdığı bir gündü. Yağmur yağarken besteledim bu şarkıyı. O gün yere inen tüm damlalarla yüreğimdeki dertlerin de o yağmurlara karışıp gitmesini istemiş ve dilemiştim, onun üzerine o gün şu mısralar yazıldı; “Durma yağmur yağ gene / Dertlerimi al götür / Kaybana bu sevdaluk / Oy canumi acitur.” l
35
Pastacılık Lokantacılık ve Ekmekçilik Gıda Sanayi
Çamlıhemşin’in bağrından çıkan pastacılık, ekmekçilik, lokantacılık, inşaatçılık sektörlerinde yer alan ‘’Hemşin’e yakışan ünlü marka’’ Bahar Pastaneleri Ziya GÜNDOĞDU
Teşvikiye Pastane Teşvikiye Cad. No: 1/B Teşvikiye T: 0212 240 57 70 - 240 59 09 Çağlayan Pastane - Cafe - Restorant Kağıthane Cad. No 35/1 Kağıthane - Çağlayan T: 0212 221 19 12 - 221 19 13 Kınalıada Pastane - Cafe Başar Acarlı Caddesi No: 23 Kınalıada T: 0216 381 44 20 Büyükada Büyükada Su Sporları Klübü T: 0216 382 34 43 Butik Pastacılık Üretim Merkezi Çeşme Sokak Sadabad Park Evleri Sadabad/ Kağıthane T: 0212 295 62 66 Kurumsal Satış ve Genel Üretim Merkezi Kağıthane Cad. No 35 / 2 Kağıthane - Çağlayan T: 0212 221 19 07 - 296 26 36 F: 0212 241 22 41
www.baharpastaneleri.com
facebook.com/baharpastaneleri
instagram.com / baharpastaneleri
FSM Mah. Poligon Cad. Buyaka Kule 2 Sitesi No: 8/C Blok Kat: 16 34771 Ümraniye / İSTANBUL / TURKEY Tel: +90 216 266 57 73 Fax: +90 216 266 58 85 E-mail: info@lapiskimya.com www.lapiskimya.com
Hemşin’in müzikal demi Karemiş’te Erdem Akın bir turist rehberi. Sevdaluk dizisiyle birlikte buna bir de şive koçluğu eklenmiş. İşte aslında içine doğduğu müziği profesyonel olarak yapmaya karar vermesi de böylece başlamış. 2016’da çıkardığı Karemiş albümü bu yolculuktaki ilk ürünü. Sonuç, biraz derenin sesi, biraz dağların sessizliği…
MAVİ GÜN
T
urist rehberliği, müzisyenlik, şive koçluğu… Bütün bu farklı alanların ortaklaştığı bir nokta var Erdem Akın için: Çamlıhemşin. Tüm hayatını yeşilin ve mavinin etrafına kurmuş Akın. Soracak olsanız Çamlıhemşin’i adım adım anlatabilir size. Lehçesini öğrenmek isterseniz yine çalacağınız kapı onunki. Bütün bunların arasında müzik en son girmiş hayatına ancak hiç çıkmayacağı kesin. 2016’da çıkardığı Karemiş albümü bunun en iyi göstergesi. Mevzu sadece bir albüm çıkarmak değil Akın için, Hemşin’in değerlerini, kültürünü belgelemek, taşımak. O yüzden de derenin sesine, dağların sessizliğine yatırmış zihnini demlenmesi için. Albümü dinlerken, sanki bir akşamüstü, Hemşin’deymişsiniz de, sisli dağlardan esen rüzgâr kulaklarınıza en yalın haliyle bir ezgi üflüyormuş gibi hissetmeniz belki de bundan. Bırakalım gerisini o anlatsın: Önce sizi biraz tanıyabilir miyiz? 1986 yılında Ankara’da doğdum ama aslen Rize’nin Çamlıhemşin
38
ilçesinin, Küşüve köyündenim. Aslında tedbir amaçlı Ankara’da doğdum. Benden önce abim doğumu sırasında ilkel şartlar sebebiyle hayatını kaybetmiş, bu yüzden de beni Ankara’ya getirmişler. İlkokul ve liseyi Çamlıhemşin’de okuduktan sonra futbola olan merakım sayesinde tekrar Ankara’ya gittim. Orada yedi sene futbol oynadıktan sonra 2010’da Çamlıhemşin’e temelli dönüş yaptım. Anadolu Üniversitesi Turizm ve Otelcilik mezunuyum. 2010 yılından itibaren dağlarda rehberlik yapmaya başladım ve Çamlıhemşin’i adım adım yürüyerek gezdim.
Müzik hayatınıza ne zaman, nasıl girdi? Müzik aslında hep yaşamımda vardı. Bunda babamın tulumcu olması baş etken. Memlekete döndükten sonra başlarda zaman geçirmekte sıkıntılar yaşadım ve bir şeylerle uğraşmam gerektiğini düşünerek kendime bir gitar aldım. Daha önce hiç enstrüman bilgim yoktu, nasıl çalacağımı bilmeden elime aldım ve internetten gitarla ilgili videoları izlemeye başladım. Azar azar bir şeyler çıkartarak bizim Hemşin ezgilerini kendi tarzımla bulunduğum ortamlarda okumaya başladım. Böylece ufaktan müziğin içine girmiş oldum. Çamlıhemşin’de hemen herkes kıyısından köşesinden müzik ve dansla ilgileniyor. Sizin müziğe yönelmenizde onun etkisi nedir? Çamlıhemşin’in payı büyük tabii ki. Çocukluğumda yaylalarda, vartevorlarda (ot biçimi) sürekli tulumla iç içeydik. Bunun da kulak olarak bende etkileri olduğunu düşünüyorum. Çamlıhemşin bir müzisyen için büyük dem kaynağı bence. Derenin sesi, dağların
sessizliği; bunlar bir insanın en çok isteyeceği ortamlardan olsa gerek. Ankara’da yaşamaya başladıktan sonra 2010’da neden tekrar döndünüz Hemşin’e. Sizin kuşak için ilginç bir karar. Bu kararı ne verdirdi size? Aslında hiç gitmemiş gibiydim. Bu kararı alırken de çok zorlanmadım işim, ailem buradaydı. Hepsinden en önemlisi yaşamak istediğim yer Çamlıhemşin’di. İyi ki dönmüşüm çünkü Çamlıhemşin bana her şeyin en güzelini sundu ve sunmaya devam ediyor. Sevdaluk dizisinde şive koçluğu yapmışsınız. Aynı zamanda rol de almışsınız. Biraz anlatır mısınız? Sevdaluk dizisi 2013 yılında çekilmeye başladı. İlk olarak şive koçu olarak dahil oldum dizi ekibinin içine, daha sonra 14 bölüm oyunculuk yaptım. Şive koçluğu yaparken biraz zorlanıyordum ama bir taraftan da çok eğleniyordum. Oyuncular şive yapmaya çalışırken enteresan kelimeler çıkıyordu ağızlarından. İlk kez kameranın karşısına geçmek biraz garipti benim için ama sonradan alıştım. Aslında profesyonel anlamda müziğe geçmemim sebeblerinden biri de, Sevdaluk dizisi. Boş zamanlarımızda oyuncu arkadaşlarımızla oturduğumuzda bana sürekli şarkılar söyletirdiler ve ısrarla bu işi daha geliştirmemi önerirlerdi. Zaman ilerledikçe dizide birkaç sahnede türkü söyledim. Bizim yöreye ait ağıtları falan okurken, hep bunları bu şekilde herkesin duyması gerektiğini söylerlerdi. Hepsi ayrı ayrı bana destek olurdu bu konuda. Bu süreçte birçok ilginç olay yaşadım, ama tabii ki benim için en ilginci daha önce ekranda hayranlıkla izlediğim kişilerle aynı kadrajın içinde bir dizide oynamamdı.
anlamda yapmam gerektiğini söyledi. Ben de böylece Çamlıhemşin türkülerini en yalın haliyle söylemek için bu yola girdim. Nasıl bir hazırlık yaptınız albüm için? Parçaları neye göre, nasıl belirlediniz? Albümümün hazırlanışında bana her türlü destek olan ve albümün aranjörlüğünü yapan Korhan Özyıldız’la Home Stüdyosu’nda aranjelere ve şarkı seçiminlerine başladık. Bu konuda Sinan Akçal, Yusuf Akın, Naci Akyüz, Hüseyin Altay ve Burak Yılmaz bana destek oldu. Albümde kendime ait eserler de var. Özellikle Sinan Akçal ve Yusuf Akın bestelerini seslendirmem konusunda bana çok destek verdi. Başka müzisyenlerin de eserleri istemesine rağmen benim okumamı istediler. Onları mahçup etmediğimi düşünüyorum. Eserlerin önce trafiğini oluşturmaya başladık. Dostum Korhan Özyıldız’la beraber günlerce, aylarca aranjeleriyle uğraştık ve kayıt sürecine girdik. Bu süreçte bir sürü müzisyen dostumuz bize büyük destek oldu. Yaklaşık dört ay gibi kısa bir sürede tüm kayıtları
tamamladık. İlk kez stüdyoya giriyor olmamın verdiği heyecanla şarkıları okudum ve o zaman ne kadar zor bir iş olduğunu fark ettim. Öyle dağlarda bağıra çağıra söylemeye benzemiyormuş. Toplamda altı ayda albüm hazır duruma geldi. Normalde 2016 Mayıs’ında piyasaya girmeyi planlıyorduk fakat bazı aksilikler ve ülkenin içinden geçtiği kötü ve şansız dönemler beni de etkiledi. Niye bilmiyorum ama büyük plak şirketleriyle çalışmak istemiyordum. Niyetim, müziğe gerçekten kıymet veren birileriyle çalışmaktı. Bu dönemde düşüncelerimi Adalet Çavdar arkadaşımla paylaştım ve o da bana Ediz Hafızoğlu’ndan bahsetti. Daha sonra Ediz abiyle buluştuk İstanbul’da. Ona düşüncelerimi aktardım, o da bana yapabilecekleri şeyleri anlattı ve Kabak-Linn ile çalışmaya başladık. Yeni bir çalışma daha var mı? Tabii ki başka çalışmalarımız. Hemşin türküleriyle ilgili bazı fikirlerimiz bulunuyor. Çok fazla doğallığı bozmadan değişik ve güzel şeyler yapmaya devam etmek istiyoruz. l
DAĞLARDA BAĞIRA ÇAĞIRA SÖYLEMEYE BENZEMİYORMUŞ Albüm çıkarma fikri nasıl oluştu? Çamlıhemşin’de kış turizmini canlandırmak için her yıl düzenlediğimiz Kardan Adam Festivali’ne Arif Sağ’ı davet ettik ve o da davetimizi kırmayıp geldi. Onunla türküler söyledik ve o da etrafımdaki dostlarım gibi bu işi profesyonel
39
Atmacasına lazca öğretmeye çalışan adam İzzet Çiçek ya da nam-ı diğer İzzet Dayı, atmacasıyla kendini dağlara vurup bıldırcınların peşine düşen bir bölge insanı. Aynı zamanda iyi bir fırıncı. Kereste tüccarı. Sahip olduğu kendine has horon oynatma şekliyle her düğünün özel davetlisi olmayı başaran bir Karadenizli. İşte size İzzet Dayı’nın hikâyesi…
HIZIR CANBAZ
40
İ
zzet Dayı’nın hayat hikâyesi hep ilgimi çekti. Yıllar önce bir sohbette Pazar’dan ve Pazar yaşamından bahsederken Mehmet Akif Günaçar, İzzet Dayı’dan bahsetti. Trabzon Hacı Kasım’da Haşil Hasan Günaçar’ın tarihi bır fırını vardı. 1960’lı yıllarda İzzet Dayı da orada çalışırmış. İyi bir ustaymış. Ağustos ayı gelince bağlasan durmazmış. O ayda maaşın hiçbir önemi yokmuş onun için, neler neler teklif edilirmiş ama boşuna; çünkü atmacası ve dağlar onu bekliyormuş. Denizden dağlara doğru esen rüzgârın yanı sıra bıldırcın akını başlıyormuş o aylarda. Atmacasını da çoktan hazırlayıp kendini dağlara vuruyormuş. O kadar çok seviyormuş ki atmacalarını bir gün Mehmet Akif Günaçar ona “İzzet Dayı” demiş, “Oğlun Sabri’yi mi çok seviyorsun yoksa atmacayı mı?” İzzet Dayı, “Sabri da ne şeyumdu” diye başlamış yanıtlamaya, “Anasini tutarım, olur bi Sabri daha ben böyle atmacayi nereden bulacağim.”
YETMİŞİNDE DAĞLARDA 1934 yılında Pazar Kocaköprü’de (Abdioğlu) başlamış İzzet Dayı’nın hikâyesi. Babası Asusina Hasan, annesi Mancena Ayşe’nin çocuğu olarak. Fırıncılık, kereste tüccarlığı yapmış. Ancak atmacalara bütün işlerin önüne geçecek kadar tutkuyla
bağlıymış. Bu öyle bir sevgiymiş ki, düğününün ertesi günü eşini de alarak atmaca tutmak için Murgul dağına tırmanmış. Tentaya oturmuş ve balayı niyetine orada 15 gün geçirmişler. Aynanın karşısına geçtiğinde “Fizik de var” deyip yakışıklılığını dile getiren İzzet Dayı sevdiği kravatı da boynundan hiç eksik etmezmiş. Atmaca tutması ve yetiştirilmesi uzun bir hikâye. Atmaca tutmanın bir yolu da sırasıyla topraktan lakot (danaburnu), lakotla ciceğen kuşu ve son olarak ciceğenle atmaca yakalamak şeklindedir. Yakalanan atmaca özel bir eğitimden geçirilir. Bıldırcını tutması ve yemeden sahibini beklemesi bu eğitimle sağlanır. Film gibi, doğanın içinde birçok ayrıntıyı organize ederek yaşamın bir parçası olmuş, gelenek haline gelmiş bir hobi. İzzet Dayı’nın bu merağını, atmaca sevdasını Pazar ve civarında bilmeyen yok. Atmacasına Lazca’yı bile öğretmeye çalışmış mesela. Kendisine merakla ne yaptığını soranlara saniklikle şöyle yanıtlarmış: “Gel deyince gelecek”. İzzet Dayı’nın atmaca merağı türkülere bile konu olmuş. 10 çocuğundan biri olan, söz yazarı oğlu Kemal Çiçek, babasının bu merağını türkülere taşımış, türkü sözü yazmış. Böylece sadece ben ve kızım Mavi’nin değil, yörenin dilinde olan bir türkü ortaya çıkmış:
“Tenta kurmiş Maradit’un dağine Atmaca dolanur vurmaz ağine Atmacadur uç vurur bir süzülür Tutamazsa İzzet dayi üzülür İzzet dayi atmaca mi tutarsun Allah seni bu sevdadan kurtarsun Yaşun yetmiş daği taşi aşarsun Allah seni nazarlardan saklasun.” HER DÜĞÜNÜN ÖZEL DAVETLİSİ Aynı zamanda iyi bir horoncu da İzzet Dayı. Yöredeki her düğüne özel davet edilirmiş. Kendine has oynatma şekli ve nüktedan sözlerle horon yönetmesi büyük beğeni toplarmış. “Tek vur tek”, “Şimdi eğil, şimdi kalk” sözleri, horon oynayanların İzzet Dayı’dan en çok duyduğu sözlermiş. Şubat 2017’de gözlerini kapatıp bu dünyadan göçtü İzzet Dayı. Ancak atmacacı İzzet Dayı olarak kalan namı hâlâ sürüyor. Atmaca merağına dair yıllarca söyleyip durduğu dörtlüğü de hâlâ hatırlanıyor: “Atmaca opçopi (bir atmaca tuttum) / Yilan yazide kara (Yazısı siyah yılan gibi) / Movuti va açopu (Saldım da tutamadı) / Açıldı vara vara (Açıldı uzaklaştı ıraklara).” Hasta yatağında yine bu dörtlükle veda etmiş İzzet Dayı kalanlara, bunları söyleyip hayata gözlerini kapamış. Mekânı cennet olsun ve inşallah orada besleyip büyüttüğü atmacaları da yanında olur. l İzzet Çiçek’in ölümünden sonra çocukları tarafından İzzet Dayı Spor kuruldu. Kulüp Pazar Hamidiye’de “Şehitler Turnuvası”na katıldı. Ayrıca İzzet Dayı adına bir de vakıf kurulacak. Solda İzzet Dayı Spor’da oynayan çocukları Sabri ve Kemal Çiçek formalarıyla.
41
GÜNDAY SİGORTA ACENTELİĞİ
İlhan Ayten GÜNDAY Necati GÜNDAY Modüler Sağlık, DASK, Yangın, Yuvam, Trafik, İşyeri Sigortası, Mesleki Sorumluluk Sigortası Kasko ve her türlü sigorta hizmeti yapılır. Bizimkent Sitesi D-30 Blok No:1 Beylikdüzü / İSTANBUL Tel: 0212 871 24 84 Faks: 0212 871 23 07 Gsm: 0532 334 99 48 necatigunday@yahoo.com
HEMŞİN’İN ANKARA’DAKİ KÜLTÜR ELÇİSİ 16 yıldır Ankara’da kurs eğitmenliği yapan Özbay Demirciler, tulum ve horonu gelecek kuşaklara miras bırakmak için çalışıyor. Hemşin onun için, icra ettiği sanat, yazın gelmesini bekleyiş sebebi. Bakın bu sevgisini ve tulum tutkusunu nasıl anlatıyor. DENİZ UZ
Ö
zbay Demirciler, 16 yıldır Ankara’daki gençlere tulum ve horon öğretiyor. Maddi beklentiden çok tulum ve horon başta olmak üzere Hemşin’e ait değerleri ve kültürü gelecek kuşaklara anlatmaya çalışıyor. Hemşin’in bir köyünde başlayan ve dramatik bir yangın sonrasında şekillenen hikâyesini
bizimle paylaşan Demirciler’in gençler için de bazı tavsiyeleri var. Hemşin’le olan ilişkinizden bahsedebilir misiniz? Oralar sizin için ne ifade ediyor? 1972 yılında Hemşin’in Kantarlı köyünde doğdum. İlkokulu köyümde okuduktan sonra Hemşin’in yaylaları olan Gito Ambarlı ve Hapivanag Yaylası’nda keçi çobanlığı yaptım, yani bildiğim her şeyi Hemşin’den öğrendim. Hemşin benim memlekete
dönüş sebebim, yazın gelmesini bekleyiş sebebim, icra ettiğim sanatım. Tuluma nasıl başladınız. Nasıl bir tutku haline dönüştü tulum sizin için? 1980 yılında evimiz yandı. Kalacak yerimiz olmadığından halamların yanına yerleştim. Halamın oğlu tulum çalarken çok etkilendim, aile özlemini gidermek için kendimi tuluma verdim. Yalnızlığımı ve garipliğimi tulumla geçiştirmeye çalışırken sevdaya dönüştü. Ondan sonra tulum benim yaşam tarzım oldu. Tulum, dinlemesi oldukça keyifli ve son dönemde geniş kitleler tarafından takip edilmeye başlanan bir enstrüman haline gelse de icracısı hala sayıca az. Bunun sebepleri nedir? Üstadlar zamanın şartlarıyla teknik bilgileri karşı tarafa aktaramadılar. Öğrenmesi zor bir enstrüman da olduğu için tulum sanatçısı günümüzde az.
Horonsuz tulum olmaz Şu anda nerede kurs veriyorsunuz ve katılım şartları nedir? Rizeliler Federasyonu’na bağlı olarak Kızılay Yüksel Caddesi’nde Mimar Kemal İlköğretim Okulu’nda kurs veriyoruz. Katılım şartları, alt yaş sınırımız olarak 8, üst sınırımız ise yok. Kapımız herkese açık. Bildiğim kadarıyla kursta halk oyunları da öğretiliyor. Bunun hakkında da biraz bilgi verir misiniz? İyi tulum çalabilmek için iyi horon oynamak ve oynatmak da gerekiyor. Biz yaptığımız işi, tam olarak yapmak istediğimiz için horon kursları da veriyoruz. Horon kursunda öğrettiğimiz horonları da otantik yani orijinal haliyle gösteriyoruz. l
44
Remzi Bekar ekolü
Tulum kursundan... Tulum öğrenmek isteyen gençlere ne gibi tavsiyeleriniz olur? Bu konu benim için çok önemli. Kültürümüzü devam ettirmek, aslına uygun şekilde öğrenmek ve çalarken maddi beklenti içinde olmadan, severek, hissederek, yaylaya çıktıklarında da dertlerimizi, sevinçlerimizi tulum sesiyle paylaşarak öğrenmeliler. Siz aynı zamanda Ankara’da
bir kültür elçiliği görevi de üstleniyorsunuz. Verdiğiniz kurslarda genç kuşaklar tulumu öğreniyor. Bu kursları ne kadar süredir veriyorsunuz? Katılım ne düzeyde? 16 senedir Ankara’da tulum kursu veriyorum. Her sene, ilk katılım 70 kişiye yakın başlıyor, sene sonunda en az 20 öğrencimiz tulumu çırak olarak çalar duruma geliyor. l
Profesyonel tulum icracılığında farklı ekoller var mı? Bu ekollerden bahsedebilir misiniz? Siz kendinizi hangi ekole yakın görüyorsunuz? Elbette var. Garip Taşer, Mustafa Tezcan, Ali Çamkerten, Şükrü Parlak, Remzi Bekar, Yaşar Çorbacı, Murat Atacan ve Varol Taşer abilerimiz bizim üstadlarımız. Ben içlerinden Remzi Bekar’ı örnek aldım. Yöresel tulum ezgilerini ortaya çıkarmak için ne gibi çalışmalarınız oluyor? Bir ezgi yakaladığınızda o ezgiyi orjinaline uygun olarak icra etmek için nelere dikkat etmek gerekiyor? Üstadlarımızı dinleyerek ve onların ezgileriyle horon oynarak çalışıyorum. Hemşin’deki arkadaşlarımızı da dinliyoruz. Ezgiyi doğru dinlemek ve dinlediğimiz ezgiyi tam olarak anlamak, orjinali gibi icra etmek için vazgeçilmez kural. l
TEOG’un birincisi Pazar’dan Dilara Koçak, iyi bir liseye girmek için ter döken bir milyon 8’inci sınıf öğrencisinden biri. Ancak o bu hedefe çok yaklaştı, iki dönem yapılan sınavlarda da gösterdiği başarıyla tüm soruları doğru çözerek Türkiye birincileri arasına girdi. Biz de onunla başarısının sırrını ve Pazar’daki hayatını konuştu. EMİRA AÇIKGÖZ
İ
yi bir liseye gitmek için bir milyondan fazla 8’inci sınıf öğrencisi, Temel Eğitimden Ortaöğretime Geçiş (TEOG) sınavlarına hazırlanıyor. 14 yaşındaki Dilara Çolak da onlardan biri. Hatta onlar arasında birincisi de diyebiliriz çünkü Çolak, iki dönem yapılan
sınavlarda da 120 sorudan hepsini doğru yanıtlayarak TEOG’da Türkiye birincileri arasına girdi. Ona göre, bu başarısında eğitim aldığı Pazar Ahmet Tahtakılıç Ortaokulu’nun da payı büyük. Okul yönetimi ve öğretmenlerinden aldığı destekten memnun. Doğup büyüdüğü Pazar’ın da disiplinli çalışma temposuna katkısı olduğu açık. Sizi onunla tanıştıralım:
Önce seni tanıyarak başlayabilir miyiz? Kaç yaşındasın, nerelisin? Annen-baban ne is yapıyor? Kaç kardeşsiniz, onlar da okuyor mu? Ben Dilara Çolak, 14 yaşındayım. Aslen Amasyalıyım. Pazar Ahmet Tahtakılıç Ortaokulu’nda okuyorum. Babam Çaykur’da çalışıyor. Annem ev hanımı. İki kardeşiz. Kardeşim 13 yaşında, 7’nci sınıfa gidiyor ve aynı okuldayız.
Dilara, Pazar Ahmet Tahtakılıç Ortaokulu müdürü Reşat Önder, müdür yardımcısı Nurten Bank ve anne babasıyla...
Fatma-Ramis Çolak
Onunla gurur duyuyoruz
F
Nasıl bir öğrencisin? Birinci sınıftan beri başarılı bir öğrenciyim. Okul notlarım çok iyi. Beşinci sınıftan beri her dönem takdir alıyorum. Okuldaki ders dışı faaliyetlere de katılırım. TEOG’a nasıl hazırlandın? Günde kaç saat çalıştın? Kaç soru çözdün? TEOG’a çalışırken belli bir program uygulamadım. Günlük işlediğimiz konuların testlerini çözdüm. Ortalama 2.5-3 saat arası, günde ortalama 150-200 soru çözdüm. Evde nasıl bir çalışma ortamın var? Ayrı bir odam var. Sessiz sakin ve ders çalışmaya uygun. TEOG başarında okulunun, öğretmeninin nasıl bir etkisi oldu? TEOG başarımda okul yönetiminin ve öğretmenlerimin çok büyük bir etkisi var. Okulda hafta içi ve hafta sonu kurslar, gurup çalışmaları ve etütler yapıldı. Onlara katıldım. Her anlamda okuldan ve öğretmenlerimden gerekli her türlü desteği aldım ve alıyorum. ÖZGÜVEN VE CESARET Sınavlara girdiğinde ne hissettin, heyecanlandın mı? TEOG günü sabah kalkıp okula gittiğimde, heyecanlandım. Sınavda soruları çözmeye başlayınca heyecanım yavaş yavaş kayboldu. Heyecanını nasıl yendin? Bunda sınavdan önce birçok deneme ve test çözmemin etkisinin olduğunu düşünüyorum. Sınava başladığımda yapabileceğime inandım ve TEOG’un da
herhangi bir deneme sınavı gibi olduğunu düşündüm. Böylece heyecanımı yenmeyi başardım. TEOG’da birinci olmak ne hissettirdi sana? Öncelikle çok mutlu oldum. Özgüven ve cesaret oluştu. Başarının sırrı ne? Öğretmenlerimin anlattıkları konuları anlamadan geçmedim. Birçok soru çözerek konular hakkındaki soru tiplerini gördüm. Önümüzdeki sene TEOG maratonuna hazırlanan adaylara neler önerirsin? Derste öğretmeni iyi dinlemeli ve notlar almalı. Öğrendikleri konuları öncelikle tekrar etmeli. Konu hakkında farklı soru tiplerini çözerek konuyu pekiştirmeli. Pazar’da yaşamayı seviyor musun? Ders çalışmak dışında hayatın nasıl geçiyor? Pazar’da yaşamayı seviyorum. Doğduğumdan beri Pazar’dayım. Ders çalışmak dışında televizyon izliyorum. Boş zamanlarımda kitap okuyorum. Puzzle yapmaktan hoşlanırım. Ama sınav sonrası lise seçerken buradan ayrılman gerecek. Hangi liseyi hedefliyorsun? Açıkçası hedeflediğim bir lise yok. TEOG sonuçları Haziran’da açıklansın ondan sonra tam karar vereceğim. Şimdiden gitmeyi planladığın bir üniversite ya da bölüm var mı? Henüz meslek seçimimi yapmadım. Bu bağlamda okuyacağım lisenin kararımı vermemde büyük rol oynayacağını düşünüyorum. l
atma Çolak ve Ramis Çolak, kızları Dilara ile gurur duyuyorlar. En çok da emeğinin karşılığını aldığı için mutlular. “Çalışmasına baktığımızda bekliyorduk. Beklentimiz gerçekleştiğinde çok büyük bir sevinç ve gurur duyduk” diyerek anlatıyorlar duygularını. Ona çalışabileceği ortamın yanı sıra büyük bir manevi destek vermişler. “Çocuğumuzun çalışmasını olumsuz etkileyecek tutum ve davranışlardan kaçındık” diyorlar. Henüz kafalarında seçtikleri bir lise yok. İstanbul Erkek, Kabataş gibi Türkiye’nin köklü liselerine giderse onlardan ayrılması gerekecek. Bunu biliyorlar. Ancak “Maddi imkânlarımız çerçevesinde istediği en iyi okula gitmesini isteriz” diyecek kadar seviyorlar onu. Mesleğe gelince yanıtları net: “Ülkemize ve insanlığa hizmet edebilecek en iyi bir meslek sahibi olmasını isteriz.” Pazar onlar için “tüm eksikleriyle şirin bir kasaba”. “İşimiz, aşımız burada, arkadaşlarımız burada. Uzun yıllardır Pazar’da yaşıyoruz. Tüm eksikleri ile şirin bir kasaba. Bizim için bir alışkanlık oldu” diyorlar. l
47
DELTA TARIM KİMYA İHR. İTH. LTD. ŞTİ. ORGANİZE SAN.BÖLGESİ 2.KISIM 22.CAD. ANTALYA TEL: 0242 258 00 90 - 0242 258 00 91 - 0242 258 00 92 FAX : 0242 258 00 93 GSM : 0532 314 53 69 www.deltatarimkimya.com.tr / drlazbey@deltatarimkimya.com.tr
Rotanız Karadeniz’se onlara kulak verin Karadeniz tatil için insana beklediği her şeyi sunabilecek ender yerlerden biri. Huzuru, mutluluğu, yaşama sevincini… Tek sıkıntısı görecek öyle çok yer var ki, insanın aklını karıştırması. Biz de bu yazı planlamadan önce size yardımcı olalım istedik. Işte rotası Karadeniz olan tur şirketlerinin önerileri…
K
aradeniz, her mevsimde kendine özgü güzelliğiyle birçok insanı kendine çekiyor. Alışılageldik turistler değil sözünü ettiğim. Çünkü Karadeniz’in çağlayarak akan suyundan içen, yeşilin binbir çeşidini taşıyan ormanından oksijen soluyan, mavinin tonlarında zihnini kaybeden bir insan, “turist” kalamaz bu topraklarda. Karadeniz’e insan misafir olur ancak. Siz ona zamanınızı verir, ruhunuzu açarsınız, o size kalbini. Huzur sunar sonra. Insanın içini yaşam ve mutluluk doldurur. Insan bir yerden daha ne bekleyebilir! Ancak rotanızı Karadeniz’e çevirdiyseniz, kafanız biraz karışabilir çünkü görülecek öyle çok yer var ki. İşte bu noktada size biz yardımcı olalım dedik, Karadeniz’de yıllardır tur yapan firmalara rotalarını, görülmesi gereken yerleri sorduk. Yaz tatilinizi planlamadan buyrun yazıya.
lar ULAR önelik tur SOR y e ’ deniz ? mda Kara r ı unuz ogra d s l r ı r P y o y ? ç i l r n le l Ka düze ız ne aların or? ela? t o r r mes lıy için o a y z i r i d e n i y rade kişi g yeceğiniz neler l Ka a kaç d ” di l ı y sıl, önme a d n i n a g a il pmad eler? ralar e “Ya r l Bu rn e l n de şeyle l Gi
Elevit
ĞLU
ERO D N E İYA Tur) Z K I kla SAD (Bu
Gerçek yayla deneyimi K urulduğumuz yıl olan 2001’den beri Karadeniz’e turlar düzenliyoruz. Tüm Karadeniz bölgesinde turlar düzenlesek de ağırlılı olarak Doğu Karadeniz bölgesinde çalışıyoruz. Rotalar Trabzon, Rize ve Artvin illerinde
Şavşat / Karagöl
yoğunlaşıyor. Özellikle Rize ve Artvin’in yaylaları, doğal hazineleri ve Kaçkar Dağı rotalarımızı oluşturuyor. Bu illerde geçen 1 haftalık ve 4 günlük 9 ayrı rotamız var. Bu programlar içerik ve zorluk derecelerine göre birbirlerinden ayrılıyor. Örneğin; Trans
Kaçkar programı en zor parkurları içeriyor. Yürüyüşler uzun, otel ve çadır konaklamalı. Kaçkar Dağı’nın kuzeyden güneye ve güneyden kuzeye geçitler vasıtasıyla aşıldığı, Kaçkar Dağı’nın zirvesine çıkılan bir tur. Kondisyonu iyi macera severler
için uygun. Laz Alpleri adını verdiğimiz turda ise Maselevat Vadisi içindeki yayla, göl ve şelalelere yürüyüşler yapılıyor. Orta zorlukta, otel ve yayla evi konaklamalı. Gerçek yayla yaşamını deneyimlemek ve turist kalabalığından uzak olmak isteyenler için ideal. Tüm Doğu Karadeniz ve Batum turu; Trabzon, Rize ve Artvin’in en gözde yerlerinin ziyaret edildiği ayrıca Batum’a da gidilen bir program. Yürüyüşler kısa, Karadeniz ve yaylaları hakkında ön gösterim gibi. Her yaştan katılımcının rahatlıkla yürüyebileceği rotalardan oluşuyor. Otel konaklamalı. Bunlar dışında sadece belli bölgelerin (Fırtına Vadisi, Maçahel, Şavşat gibi) yayla ve doğal güzelliklerinin gezildiği, tek veya 2-3 nokta konaklamalı, değişik zorluk derecelerinde yürüyüş içeren hatta hiç yürüyüş olmayan programlarımız da var. Hepsinin ortak özelliği ise doğasever katılımcıların beğeneceği rotalara yoğunlaşılması. Meşhur ama güzelliğini yitirmiş yerlere uğramıyoruz. İlgi son iki yılda gözle görülür şekilde arttı. Artık ana konaklama merkezleri, aşağı kesimdeki yayla ve ziyaret noktaları çok talep görüyor. Fakat bizim hitap ettiğimiz ve eko turist olarak adlandırdığımız kesimde çok yüksek bir artış yok. Toplam sayının 5 bin kişi civarında olduğunu tahmin ediyoruz. Bunun dışında kalan kitle turizmine dahil olanların kişi sayısı onbinleri aştı, yüzbinlerle ölçülüyor. Bunun kısa vadede bölge doğasına ve yerel değerlerine etkisinin kötü olacağını düşünüyoruz. Özellikle çevre kirliliği en büyük sorunumuz olacak.
Kaçkar Gölü
Gito
Maral Şelalesi Karadeniz’e gitmeyi düşününler, meşhur, turistik rotaların dışına çıksınlar. Ayder Yaylası, artık yayla özelliğini kaybetmiş bir konaklama merkezi. Buraya gidip Gelin Tülü Şelalesi’nde o kalabalığın arasında fotoğraf çektirip Karadeniz’i gezdim, diyenler büyük bir yanılgı içindeler. Karadeniz daha yukarılarda, hâlâ
eskisi gibi güzel ve gerçek. Bir buzul gölünde yüzmeden, bulut denizini görmeden, yayla evinde çay içip sohbet etmeden Karadeniz’i görmüş sayılmazsınız. Tabii bu dediklerimi yapmak için biraz yürümek gerek. Pişman olmayacaklar. l Tel: 0212 245 06 35
Bulutların üzerinden güneşi batırıyoruz NEDİM YILMAZ (Ankara Hikking) 2007’den beri her yıl bir ya da iki kez Karadeniz’e tur düzenliyorum. Öncelikle katılanlar ilk kez gelenler. Bu sebeple Sümela Manastırı öncelikli turlar arasında yer alıyor. Çamlıhemşin’de yemek ve zipline molası veriyoruz. Fırtına kenarında pansiyonda kalıyorlar. Asfaltın bittiği yerde asıl tur başlıyor. Fırtına vadisi çevresinde bulunan yaylaları belli bir düzen içinde bazen yürüyerek bazen araçla geziyoruz. Verçenik Zirve, Gito, Ambarlı, Amlakit, Hazindak, Sal, Pokut, Elevit, Tirovit, Palovit yaylalarında Kaçkarlar’ın yeşilini ve eşsiz güzelliğini deneyimleten geziler sunuyoruz. Örneğin bir programımızda, önce Gito devamında Ambarlı Yaylası’nı geziyoruz.
Hazindak yaylası.
Yürüyüşümüz Ambarlı’dan başlıyor ve yaklaşık 3 saat sonra 3100 metre rakım’daki Balıklı Göl’e varıyoruz. Ertesi gün Hemşin vadisi ve oradan Aşagıköy ve Ortaköy üzerinden 2500 metre rakımdaki Verçenik Yaylası’na varıyoruz ve yürüyüşe başlıyoruz. 2,5 saatlik bir yürüyüş ardından buzul göllerinden oluşan Verçenik Zirve Altı Kapılı Göller’e varıyoruz. Amlakit yaylası da rotalarımız arasında, oradan yürüyerek Hazindak’a, devamında Pokut ve Sal Yaylası’na geçiyoruz. Sal’da bulutların üzerinden 2000 metre rakımda güneşin batışını izliyoruz. Çat köyünde dinlenme, debisi uygunsa Palovit şelalesinde yüzme imkânı sunuyoruz. Elevit, Trovit ve Karmik gölleri de gezi planlarımız
arasında. Tabii ki Tatos buzul göller bölgesine çıkmayı da ihmal etmiyoruz. M.S. 6. yüzyılda yapılmış Kale-i Bala’ya uğruyor, kaleye çıkıp Fırtına Deresi’ni en tepeden görüyoruz. Akşamları lezzetli yemeklerden sonra tulum eşliğinde horon ve yöresel türkülerle geceyi kapatıyoruz. Turları 12-24 kişiyi geçmeyecek şekilde düzenliyorum. 12 kişilik Ford minübüsler kullanılıyor arazi koşullarından dolayı. Karadeniz’i görmeye niyetli olanlar mutlaka yöresel yemekleri mutlaka tatmalı. Tarihi kemer köprüleri görmeli ve en önemlisi yöre insanıyla sohbet. Herkes bundan çok keyif alıyor. l Tel: 0533 226 92 04
aD
M
ily ob
on
asy
r eko
Hüseyin SEVENCAN Showroom: Atatürk Cad. No. 125 Fındıklı / Maltepe / İstanbul T: (0216) 577 21 28 F: (0216) 577 21 29 Üretim: Atatürk Cad. Fırat Sok. No:92 Fındıklı / Maltepe / İstanbul Gsm: (0539) 561 00 73 / chsmobilya@hotmail.com
Google’da en çok Karadeniz gezisi aranmış CEVDET OĞUZ (Tamzara) 1989’da kurulmuş, eski sayılabilecek bir acentayız. Ancak 2000 yıllarına kadar Fransız katılımcılara ülkede Outdoor turları yapıyorduk. Karadeniz 2005’ten itibaren yoğun gezi alanımız. 2010’da Ayder yaylasında bir otel ekleyerek faaliyetlere devam ettik. Otelimiz www.aydernaturaotel.com halen aktif.
Bizler yoğun olarak küçük gruplarla hareket ederiz. En çok 15 kişilik katılımcılarla Fırtına Vadisi, Maçahel, Şavşat gibi özel bölgelerde geziler yaparız. İlgi çok yoğun. 2016’da Google’da en çok aranan kelime Karadeniz gezisi olmuş. Ancak bizlerle gezenler çok yüksek sayılarda değil. Çoğunlukla kitle turu dediğimiz otobüslü gezilere bir ilgi var.
Gorgit
Çayeli
Bizim turlar, bölgede buluşmalı ve küçük grup gezileri olduğu için biraz pahalı. Dolayısıyla daha az insan tercih ediyor. Açıkçası biz de sayının çok artmasını istemiyoruz. Gidecek olanlar mutlaka 2.000 metreden daha yüksek olan yaylalarda konaklamalı; Pokut, Kaçvaç, Huser, Gorgit, Lekoban gibi yaylaları görmeli. Bunları yapmadan dönmesinler. l Tel: 0505 497 05 78
Çeymakçur
Avusor
ÖZEL KAÇKARLAR İ.Ö.O. ve ANAOKULU İNŞAATI PAZAR / RİZE
Betonarmenin Gücü
Atalar Mah Çanakkale Mah. No.58 Vadikule Kat 5 D 26 Kartal / İSTANBUL Tel.: 0216 306 5953 Faks: 0216 306 4952 armemimarlik@hotmail.com
Metin ALTEKİN 0533 203 05 28
metinaltekin53@hotmail.com
Murat ÖZTEKİNCİ 0533 203 05 29
muratoztekinci@hotmail.com
Pokut
OL İRY ) B R ur UĞU tsal T u (Pok
Yerel mutfağı tatmadan dönmeyin Y
aklaşık iki yıldır tur düzenliyoruz, Pokutsal Tur’u açmadan evvel de başka acentelerde tur yapıyorduk. Karadeniz için baştan başa Karadeniz olmak üzere, sekiz programımız var. Ağırlıklı olarak Trabzon-Artvin arası çalışıyoruz, ana
Samistal
noktamız ise Fırtına Vadisi. Gürcistan tarafında da bir programımız mevcut. Her sene değişiyor ama türüne göre artış ya da azalma oluyor. Yabancı turist eskisi gibi gelmiyor mesela, yerli turistin günübirlik geleni çok.
Bizim vadiye yazın ortalama günde beş, on bin insan giriş yapıyor. Elbette, yerel mutfağı tatmadan dönmemeleri, alışveriş yapmaları... Bazı yerleri de görmeden dönmesinler tabii... l Tel: 0464 651 77 75
Bu bir dernek turudur HIZIR CANBAZ (Galaştur)
İ
nsanın hamurunda Karadeniz’in doğası varsa gittiği yerlerde aklına gelince yüreğine düşüyor, ayaklarında yürütüyor. Doğup büyüdüğün ve özlediğin yerleri unutamıyorsun. Zaten annen, baban, ailen orada. Bayramlarda gitmek yetmiyor… Her mevsimin ayrı güzelliği olan Karadeniz’e nefes almaya gittiğimizi dost ve arkadaşlarımıza anlatıyoruz. Çektiğimiz fotoğrafları, videoları gösterince dostlarımız hayran kalıyor. Rize Çamlıhemşin Çat Köyü tatilimiz 1994’te başladı. Çat sevdalısı Mehmet Akif Günaçar, 1 hafta tatilini burada geçirirken bizleri de davet etti. Oradaki ahenk, eş ve dostla birliktelik herkese keyif verince bu geziler geleneksel hale dönüştü. Karadenizli olmayan dostlarımız da katılmak istediler. Onları da davet ettik ve gördük ki onlar bizden daha çok gelmek istiyor. Rehberlik ettiğimiz dostlarımıza Karadeniz’in müstesna köşelerinden Fırtına vadisinin
tarihini, kültürünü, ziyaret edilecek yerlerini anlatıyoruz. Ziyaretlerimiz sadece manzara veya kültür mirası yerler değil, ayrıca geleneksel Karadeniz ve Hemşin yaşamının kendisini de gösteriyoruz. Misafir olduğumuz, bizi ağırlayan evlerde sohbetler edip muhlama, pancar çorbası, lahana sarma, süzme yoğurt, ev baklavası gibi yöresel yemekler yiyoruz. Konuklarımız tek başlarına geldiklerinde artık yöre insanını tanıdığından onlarla iletişime geçebiliyor. Onlar da kendi arkadaşlarına rehberlik edip yöreyi ziyarete geliyor. Ülkemizin dört bir yanından getirdiğimiz arkadaşlarımız Karadeniz doğası içerisinde yaşadıkları 4-5 günün keyfini çıkarıyor. 4-5 günlük programımızda Çinçiva Tarihi Taşköprü, Palovit şelalesi, Çat Köyünün tarihi cami taş köprüsü ve evleri, Elevit ve çevresi, Kale-i Bala tarihi kalesi, doğa manzaralı fotoğraf çekimi için köylük sırtı gezisi,
Gito yaylası, Ayder, Çamlıhemşin tarihi konakları görülüyor. Mevsim ve yolların uygun olması durumunda Hemşin, Zuğa, Kantarlı üzerinden Çamlıhemşin’e geçiyoruz. Biz bu turda konaklamamızı Toşi Pansiyon ve Goboca Dağ Evi’nde, yöresel kahvaltımızı da Zilkale Kaledibi Kafe’de yapıyoruz. Giden arkadaşlarımıza buraları tavsiye ediyoruz. 2013’teki Çat turunda Kale-i Bala’nın Şebek mevkiindeydik. Hava güneşli ve çok güzeldi. Hafif yayla yeli esiyordu. Yazları esen bu yele biz “Galaş” deriz. Turun adı bu olsun dedim ve Galaş Tur olarak yolumuza devam ettik. Bu tur ticari bir tur değil, dernek bünyesinde dost ve arkadaşlarımızla birlikte gerçekleştirdiğimiz bir organizasyon… Aynı dönemde sizin de yolunuz düşerse kapımız herkese açık… l Bilgi: İstanbul Hemşinliler Eğitim ve Kültür Derneği Tel: 0216 418 40 80
TARİHİ GÖKSU LOKANTASI
“1964 yılında Yusuf Ziya Ersoy, Rize Çamlıhemşin’den ailesi ile birlikte göç ederek Eskişehir’e yerleşir ve İstanbul’da ünlü bir lokantada aşçılığı öğrenen büyük oğlu Ali’yi yanına çağırır. Bulunduğu yerdeki kavşaktan adını alan beş masalı bir mekânda Ali ve Nusret Ersoy babaları ile birlikte Tarihi Göksu Lokantası’nı kurar. 1970 yılında aynı cadde üzerinde yeni yerine taşınır ve “Yeni Göksu Lokantası” ismi ile 26 yıl burada yoluna devam eder. 1995 yılında da abisi Ali Ersoy’u kaybeden Nusret Ersoy Göksu’yu tek başına yaşatır. Ardından bayrağı Ersan Ersoy ve Yusuf Ersoy devralır ve 1964 yılında Yusuf Ziya Ersoy’un başlattığı yolculuğu bugün hâlâ aynı ilkelerle devam ettirirler.” Tarihi Göksu Lokantası’nda lezzeti oluşturan her ünite detayları ile birleştirilip hizmete sunulmaktadır. Kurulduğu günden itibaren özellikle kuzu haşlama, kuzu fırın, islim kebap, güveç, patates dolma, sebzeli kebap, kâğıt kebabı ve tas kebap en özel ve standart ürünleri olmuştur. Bugün bu lezzetlere paşa kebabı, tandır, beşamel soslu fırın yemekleri, ızgara ve baharatlı tavuk çeşitleri gibi yeni lezzetler eklenmiştir. Tatlılardan fırın sütlaç ve ekmek kadayıfı artık Göksu ile anılır hale gelmiş, yıllar geçtikçe bunlara ayva tatlısı ve lokum muhallebi de eklenmiştir. GÖKSU YEMEK – DÖNER Arifiye Mah. Yandaş Sok. No: 10 Eskişehir / Tel: 0222 231 33 49
Hemşin’in saraylı jönü: MEHMET ALİ PAŞA Şimdi size kökleri Hemşin’de atılıp saraya uzanan bir yaşamın hikayesini anlatacağım. Tophane Müşiri’liğinden damatlığa uzanan bir hayat, sözünü etiğim. Kaptan-ı derya, serasker, sadrazam... Ya da kısa anlatımıyla “yakışıklı jön”. İşte karşınızda Damat Mehmet Ali Paşa’nın yaşam serüveni. MAVİ GÜN
S
ultan II. Mahmud’un damadı; Sultan Abdülmecid’in eniştesi; şair, tasavvuf erbabı, hayır sahibi, Adile Sultan’ın eşi; Kaptanıderya; serasker; sadrazam… Ve tabii ki “yakışıklı jön”! Damat Mehmet Ali Paşa’yı tanımlayacak birçok kelime var. Bunların arasında Hemşin’in de unutulmamasında yarar var. Hemşinli Hacıalioğulları sülalesinden Mehmet Ali Paşa. Gelin kökleri Hemşin’e dayanan bu hayat hikâyesi nasıl başlıyor, birlikte tarihte bir yolculuğa çıkalım… Damat Mehmet Ali Paşa, Hemşinli Hacıalioğulları sülalesinden. Hacı Ali oğullarından fındık tüccarı ve aynı zamanda da Galata Başağası olan Hacı Ömer Ağa’nın oğlu. 1228’de (1813) gözlerini açıyor dünyaya. Babasıyla birlikte İstanbul’a giderek, Rizeli olan Kaptan-ı Derya Pabuççu Ahmed Paşa’nın dairesine giriyor. Saraya varan yolculuğun kapılarını da ona bu aralıyor. Kendisini daha sonra Kaptan-ı Derya ünvanına taşıyacak deniz sevgisini işte o zamanlar kazanıyor. 1243’te (1828) saraya alınıyor. Üçüncü ve ikinci mabeynci yani haremle selamlık arasında olan bölümden sorumlu
Köyüne heykeli dikildi Hemşinli Damat Mehmet Ali Paşa, Çayeli’nin Kaptanpaşa Köyü’nden. Köyünün adı kendisinden geliyor. Halk arasında Kaptanpaşa olarak bilinen Kaptan-ı Derya Mehmet Ali Paşa’nın köyüne bir büstü de dikildi. l
62
kişi oluyor. Sarayın bütün işlerinin yürütüldüğü bu yerdeki göreviyle padişahın dışarıyla ve haremle olan işlerine bakıyor, dışarıdan gelen tüm yazıları, istekleri ilk önce o inceleyip gerekli gördüklerini de padişaha arz ediyor. Bu işteki başarısıyla Sultan Mahmut’un güvenini kazanıyor Mehmet Ali Paşa. SARAYA DAMAT OLARAK SEÇİLİYOR Adile Sultan’la tanışmasının hikâyesi de bu zamanlara dayanıyor. Sultan II. Mahmud, evlenme çağına gelen kızını, kabiliyetli, yakışıklı, uzun boylu ve çok güvendiği Mehmet Ali Paşa ile evlendirmek istiyor. Bunun için onu 1254’te (1838) Nizip’te Hâfız Paşa ordusunu teftişe gönderirken, başarıyla dönerse kızını ona vereceğini vaat ediyor. 1255’te (1839) Mehmet Ali Paşa, Hafız Paşa ordusunu yenerek İstanbul’a dönüyor. Ancak vefat eden Sultan II. Mahmud’un yerinde oğlu Sultan Abdülmecid’i görüyor tahtta. Yeni Sultan onu mirlivalık rütbesiyle ödüllendirerek bahriyeye gönderiyor. Ardından Askeri Şura üyesi ve Ocak 1841’de Tophane feriki (kolordu komutanı) oluyor. 31 Ocak 1844’te vezirlik rütbesiyle de Tophane müşirliğine (mareşal) yükseliyor. Topların döküldüğü Topçu ocağı askeri bakımdan önemli bir yer. Osmanlı’da yeniliklerin ve modernleşmenin şekillendiği ve topluma yayıldığı, Batı’yla sıkı ilişki kurma teşebbüslerinin olduğu bu dönemde, Mehmet Ali Paşa da önemli adımlarda bulunuyor. Ona ‘jön’ lakabını kazandıran da bu. Batılı seyyahları, entelektüelleri, bilim ve sanat adamlarını karşılayan devlet protokolünün başta gelen Tophaneli Müşir ‘jön’lerinden biri o. İstanbul’a gelen yabancıları misafir etmeyi seviyor. BEŞ PADİŞAH GÖREN BİR SULTAN Yaptığı çalışmalarla Abdülmecid’e de sevdiriyor kendini. Babasının sözünü tutup, Haziran 1845’te, 19 yaşındaki kardeşi Adile Sultan’la evlendiriyor onu. Üstelik önce kardeşinin onayını alarak. Böylece Adile Sultan, Osmanlı Sarayı’nda bir ilke daha imza atıyor, Sultanların
ADİLE SULTAN: EĞİTİM NEFERİ
M
ehmet Ali Paşa’nın hayatı anlatılırken Adile Sultan’ı es geçmek imkânsız. Çünkü Adile Sultan, güçlü kişiliğiyle onu da etkiliyor. Tam bir hayır insanı üstelik. Kurumuş çeşmelerden su akıtma, virane mektepleri
eşlerini görerek ya da hiç olmazsa bir fotoğrafına bakıp beğenerek evlenmesi âdeti bundan sonra başlıyor. Sultan II. Mahmud’un kızı olan Adile Sultan, 1826’da doğuyor. Edebiyata düşkün ve şiirlerinde “Adlî” mahlasını kullanan babası, kızına da bu yüzden olsa gerek, Adile ismini koyuyor. Annesi, Sultan’ın ikballerinden Zernigar Hanım’ı dört yaşında kaybedince kendisini, çocukları yaşamayan Başkadın Nevfidan büyütüyor öz kızıymışçasına. Adile Sultan özel hocalardan ders alarak çok iyi bir eğitim görüyor. Hanedan üyeleri içinde divan (divan edebiyatına ait şiirlerin toplandığı eser) sahibi tek kadın namını alması boşa değil yani. Birçok padişah kızından çok daha etkili ve güçlü bir isim olarak tarih sayfalarına geçmesi de. Başta babası, sonra kardeşleri Abdülmecid ve Abdülaziz, yeğenleri 5. Murad ve
ve mescitleri onarma, yoksul çocukların tahsili, kimsesizlerin evlendirilmesi, hastaların tedavi ettirilmesi, gelinlik kızların çeyizi gibi çok geniş yelpazede hayır işleri yapıyor. Medine’de kimsesiz kadınlar için “kadın sığınma evi” yaptırıyor mesela. Sağlığında bir eğitim yuvası hâline getirdiği saray ve köşkleri, vasiyeti gereği maarif vekâletine devredilince, ölümünden sonra da eğitim kurumları olarak hizmet veriyor. Bunlardan biri yakın zamana kadar Kandilli Kız Lisesi adıyla eğitim veriyordu. Hababam Sınıfı filminden de tanıdığımız Validebağ’daki kasrı ise, Birinci Dünya Savaşı yıllarında “dârü’-l eytam” yani yetimler evi, cumhuriyet döneminde yetim çocukların veremden korunması ve tedavisi amacıyla sanatoryum, sonrası yatılı okul, günümüzde öğretmenevi ve kültür merkezi hâline getirildi. 12 Şubat 1899’da vefat ettiği günün, zamanın gazetelerinden biri olan “İkdam”da “Kara Bayram” ilan edilmesi boşa değil. l
2. Abdülhamid olmak üzere tam beş padişah devrini görüyor. Sultan II. Mahmud gibi güçlü bir padişahın kızı, Sultan Abdülmecid’in kız kardeşi, Sultan Abdülaziz’in ablası ve Sultan Hamit’in halası olmanın ötesinde bir etki bu. Sarayın kadınlarını haremden dışarı çıkarmaya başlayan isim o mesela. Kadınların şiirle, müzikle daha fazla teşviki mesai yapmasını teşvik eden de. Bu zamanlarda devrim niteliğinde olan Ramazan davetlerinin eşli yapılmasının arkasındaki de yine taa kendisi. 14 vakıf kurarak, birçok hayır işi yürütüyor. İMKÂN DA SORUMLULUK DA ARTIYOR İşte Mehmet Ali Paşa böylesi güçlü bir kadınla evlenerek saraya giriyor. Bir hafta süren düğünde Haydarpaşa Çayırı’nda balon uçuruluyor, ➦
63
➥ büyük eğlenceler düzenleniyor. Hafif suçlular için genel af ilân ediliyor. Fındıklı Sarayı, günümüzde bilinen adıyla Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Merkez Binası, onlara veriliyor. Bu evlilikten sonra imkânları da sorumlulukları artıyor Mehmet Ali Paşa’nın. Altı kez kaptan-ı derya, iki kez serasker ve bir kez de Sadrazam görevlerine getiriliyor. Beykoz, Bozcaada, Gemlik, Terkos ve Dursunköy’de camiler, Beşiktaş ve Hasköy’de çeşmeler yaptırıyor. Adile Sultan’la evliliklerinden dört çocukları oluyor. Ancak ne yazık ki sadece biri hayatta kalıyor bu çocuklardan, Hayriye Hanım. Mehmet Ali Paşa kızının ölüm acısını çekecek kadar yaşamasa da Adile Sultan bir kez daha evlat acısıyla yanıyor. Ancak buna daha var.
ADİLE SULTAN’DAN AĞIT Mehmet Ali Paşa’nın siyasi hayatında zaman zaman çalkantalı mevzular da oluyor. Sadrazam
Damat Mehmet Ali Paşa Mustafa Reşit Paşa’ya karşı bir komplonun içine karışınca Kastamonu’ya sürülüyor mesela. Ancak Adile Sultan’ın ricası üzerine sürgünde 2-3 hafta kaldıktan sonra tekrar İstanbul’a dönmesine izin veriliyor. Eşini çok seviyor Adile Sultan, çapkınlıklarını bilmesine rağmen. Öyle ki öldüğünde, geleneklerde olan baba yanına değil, vasiyeti
nedeniyle Mehmet Ali Paşa’nın yanına gömülüyor. Ona sevgisini, Paşa’nın 1868’te ölmesinden sonra şu dizelerle döküyor: “Hoş idi halim onunla, bana şefkatli idi / Bir iyal idi mahabbetli, mürüvvetli idi / Düşman ve dostunu anlardı, dirayetli idi / Râzı-yı hükm-i kaza, pek ulu devletli idi. Bir Mehmet Ali Paşa idi o dünyada / Şad ede ruhunu Mevlâ mele-i âlâda... Sandım onunla ömrüm dertsiz geçer / Hatırımdan onun gitmez idi hiç ayrılığı / Neyleyem böyle imiş Hüda emri, kaderin hükmü / Yanarım ayrılık ateşi ile haşre kadar / Bir Mehmet Ali Paşa idi ol dünyada / Kendisi sonsuzluğa gitti, koydu beni tenhâda...” Paşa’nın ölümünden sonra inzivaya çekiliyor Adile Sultan. Yeni evli, hayatta kalan tek çocuğu Hayriye Hanımsultan’ı da iki sene sonra veremden, henüz 23 yaşındayken kaybedince üzüntüsü daha da katlanıyor. Ancak Damat Mehmet Ali Paşa’nın da, onun da isimleri tarihten silinmiyor. l
MSV
İNŞAAT TAAHHÜT İÇ ve DIŞ TİC. SAN. LTD. ŞTİ.
-
Emar Ünalan 400 daire SW1 Blok ince işler yapımı. Rize Pazar kaçkarlar özel ilköğretim Ana okulu ince işler yapımı İstanbul Maltepe Fındıklı ilköğretim okulu ince işler yapımı.
Mehmet Sıddık VURAL 0532 638 52 69
Fındıklı Mah/ Hancıoğlu Cad/ No. 36 D/1 Maltepe / İstanbul msvinşaat@hotmail.com
Taahhüt Betonarme İnşaat ve Proje REFERANSLAR İstanbul Büyük Şehir Belediyesi Kağıthane Belediyesi Kadıköy Belediyesi Küçükçekmece Belediyesi İstanbul Valiliği
Mahmut Keser Yedpa Tic. Merkezi F Cad. AS 364 Ataşehir / İSTANBUL Tel. 0216 471 84 17 www.timya.net / mahmutkeser53@hotmail.com
ÇAYELİLİ MİZAH USTASI Turgay Tüysüz, Posta gazetesinin grafik servisi şefi. Ancak onu buraya taşıyan bu değil, o aynı zamanda Hemşin Derneği’nin yıllardır kullandığı logosunun yaratıcısı. Biz de Tüysüz’le 1980 yılından beri sürdürdüğü mizah ve sanat yolculuğunu konuştuk. AYNUR ÇOLAK
S
anat alanında çok sayıda değerli ismi yetiştirmiş Hemşin’den çizer çıkmaması mümkün mü? Elbette değil. Mizah’ın Türkiye’deki altın çağını yaşadığı 80’li yıllarda Gırgır ve Fırt gibi popüler dergilerde düzenli oalrak çizen Turgay Tüysüz doğma büyüme Çayelili bir karikatür sanatçısı. Hemşin Derneği’nin logosunun da yaratıcısı. Tüysüz şu sıralar Posta Gazetesi’nin
grafik servisi şefliğini yürütüyor. Kendisiyle mizahın dününü, bugününü ve Hemşin’i konuştuk. Çok uzun yıllar mizah dergilerinde çalıştınız. Çizdiniz, yazdınız... Bu mesleğe nasıl adım attınız? Memleketim olan Çayeli’nde ilkokula başladığım yıllarda resim yapmaya da çok merakım vardı. O dönemde popüler olan Teksas, Tommiks, Kaptan Swing, Tarkan, Kara Murat gibi çizgi romanlar okurdum. Okumanın yanı sıra onlara bakarak çizmeye de başladım. 70’li
yılların sonuna doğru ilgim o dönem popüler olan başta Gırgır olmak üzere mizah dergilerinin etkisiyle karikatüre yöneldi. Gırgır’ın çiçeği burnunda karikatürcüler köşesine karikatür göndermeye başladım. Epey bir süre sonra Oğuz Aral’ın eleştiri ve övgüleriyle birlikte ilk karikatürüm yayınlandı. 12 Eylül darbesinin yapıldığı 1980 yılı içerisindeydi bu; ilk amatör karikatürüm yayınlandığında, tesadüf o hafta Gırgır dergisi kapak karikatürü yüzünden darbeciler tarafından kapatıldı. Rahmetli babamın “Gördun mi, bi karikatunlan kapatturdun koca Girgir’i” diye dalga geçmesini hiç unutmam. Lise bittikten sonra İstanbul’a geldim. Oğuz Aral’ın odasında her pazartesi yaptığı amatörler toplantılarına katıldım. Bir süre sonra da çalışan olarak gelip gitmem söylendi. 1999’un sonuna kadar da Gırgır, Fırt, Dıgıl, Avni ve Fırfır dergilerinde yazar, çizer ve yönetici olarak çalıştım. MUHALEFET VE GIRGIR 70’lerin sonu ve 80’ler Türkiye’de mizah dergiciliğinin altın çağı olarak görülüyordu. Neydi o dönemi özel kılan? 12 Eylül darbesinin mizah dergilerinin çok okunmasına neden olduğu düşüncesindeyim. Muhalefetin yapılabildiği tek merci, karikatür dergileriydi. Bunu da en iyi Gırgır dergisi yapıyordu, dünyanın en çok satan üçüncü mizah dergisiydi. Aslında nüfus ve okur yazarlık oranıyla kıyasladığınızda birinci sıradaydı. Başka nedenlere bakacak olursak, tabii ki evnizdeki televizyonun kanallarının çoğalmasıyla ilgili. Bilindiği gibi o yıllarda bir tek TRT vardı. Akşam eve gittiğinizde ya TRT seyredeceksiniz ya da kendinize alternatif yaratacaksınız. Sanırım bunlardan biri, mizah dergisi okumaktı. Şimdi bir kanalı beğenmediyseniz önünüzde yüzlerce kanal alternatifi var.
66
Sizin açınızdan dönemi ve mizahı özel kılan kişiler kimlerdi? O dönemde özendiğimiz çok değerli yazar-çizerler vardı. Başta Oğuz Aral olmak üzere Engin Ergönültaş, Behiç Pek, İlban Ertem, Nuri Kurtcebe, Latif Demirci bu döneme imzasını atmaş kişilerdir. TEKNOLOJİYİ TAKİP EDİN Doksanlarla birlikte, basında plaza dönemi başladı. Siz o döneme nasıl adapte oldunuz? 90’ların başı bilgisayarların yavaş yavaş hayatımıza girdiği yıllardır. Marmara Üniversitesi Grafik’ten de yeni mezun olmuştum. Geleceğin bilgisayarda olduğunun farkındaydık, ki öyle de oldu. O zamanki Sabah gazetesinden “Grafik servisi oluşturuyoruz düşünür müsünüz?” diye teklif geldi. Üç arkadaş gidip görüştük. Öylece plazalarda çalışmaya başladım. Daha sonra Radikal, Fanatik ve Posta gazetelerinin grafik servisi sanat yönetmenliğini yaptım. Halen Posta’da devam ediyorum. Gazete çizerliği ile mizah dergisi
çizerliği arasında ne gibi farklar var? Siz kişisel olarak hangisini tercih edersiniz? Ben şu anda gazetelerde karikatür çizmiyorum. Bunun çeşitli nedenleri var. Başta mücadelesini biraz verdim ama bunun Türkiye’deki gazetelerde sağlıklı olmayacağını gördüm. Örnek verecek olursam, bugün çizmeye kalksanız, bildiğimiz nedenlerden yönetim size sansür uygulamasa bile siz kendinize otosansür uygulamak zorunda kalırsınız. Bu şekilde de yaptığınız şey karikatür olmaz zaten. Benim şu an yaptığım grafikerlik, tamamen duygusal anlayacağınız. Tercih konusuna gelince tabii ki Gırgır yıllarını tercih ederdim. Teknolojik açıdan baktığınızda grafikerlik mesleğinin dününü ve bugününü nasıl yorumlarsınız? Evet, teknoloji malum her alanda anormal gelişiyor, ilerliyor. Ben departmanıma gelen stajyer öğrencilerime de “Teknolojiyi mutlaka takip etmeli ve grafik programlarını çok iyi öğrenmelisiniz” diyorum. Artık dünyanın en yeteneklisi olsanız teknolojinin gerisinde kaldığınızda, size bu alanda ekmek yok. l
HEMŞİN DERNEĞİ’NİN LOGOSU İstanbul’daki Hemşinlilerle nasıl tanıştınız? Derneğe yolunuz nasıl düştü? İlk, orta ve lise eğitimim Çayeli’nde geçtiği için birçok Hemşinli arkadaşım oldu. Onlar, kendilerine özgü, mükemmel insanlardır. Hemşin pek çok aydın sanatçı yetiştirmiştir. Hele o tulumu ve horonu yok mu... Derneğe bir logo çizme fikri nasıl ortaya çıktı? Üniversitede grafik bölümünde okurken sevgili arkadaşım, kardeşim İsmet Çataklı “Hemşin Derneği’nin logosunu yapar mısın” diye sordu. Ben de heyecanla kolları sıvadım ve hâlâ derneğin bugün de kullandığı logoyu yaptım. l
67
k i t s a l a r a K ı t ç a çiçek Eğer köy hayatıyla bağlantınız varsa, hele bir de yaşınız 20’nin üzerindeyse kesin sizin de en çok kullandığınız ya da gördüğünüz kıyafet odur. Hani şu şehirin en sağlam ayakkabılarının dayanamadığı her yere rahatlıkla girmenizi sağlayan, ağaçlara tırmanırken tutunmanıza, çamurlu yerlere çekinmeden girmenize olanak tanıyan “kara lastik”ten bahsediyoruz. O kara lastikler artık renklendi, çiçek açtı hatta. Ancak yine de eski adını koruyor. Gelin sizinle kara lastik modasına bir göz atalım. MAVİ GÜN
A
ğaçlara tırmanırken ayaklarınız acımadan onlara tutunmanızı sağlar kolayca ayaklarınızın şekline bürünerek. Çamurlu yerlere çekinmeden basarsınız onunla çünkü suya tuttuğunuzda bütün pislik akar gider, bilirsiniz. Olur da muzırlık yapmaya niyetliyseniz, suda yıkadıktan sonra giyer, “fock fock” sesleriyle herkesi güldürürsünüz. Eskiyip de yırtıldığında küçük parçalara ayırarak sobada yakarken, evi saracak sıcaklığa dönüşür. Kara lastik ya da yöreden yöreye değişen adıyla; soğuk kuyu, cizlavit, Ankara ya da Trabzon lastiği, gislaved, xotto, 4x4, gara lastik… Köy yaşamı olanlar bilir, kara lastik bu hayatın en vazgeçilmez parçasıdır. Önceleri köylerin yetişkinleri çarık giyerlerdi. Hayvanların derisinden yapılan çarıkların yerini 50’lilerde kara lastik aldı. Ucuz ve köy yaşamına dayanıklıydı. Ancak başlarda daha özel günlerde giyilirdi. Suyla temizlenerek rugan ayakkabı gibi parlatılırdı. Bir zamanlar giyilen en lüks ayakkabıydı. Zamanla her yerde giyilmeye başlandı. Sağlamlığı, tırmanış ve
68
tutunma kabiliyetinin yüksek oluşuyla kısa sürede köylülerin gözdesi oldu. Hatta köylülere göre, yağmur ve yağışlı günlerde kaymadığı için ağaçlarda güvenliği sağlıyor. Öyle ki bu konuda onun bir alternatifinin henüz üretilmediğini bile iddia edecek kadar güveniyorlar ona. Aydınlı bir kara lastik satıcısı, İlhan Çiğdem de onlarla hem fikir; kendisiyle yapılan bir röportajda bu durumu şöyle anlatıyor: “Aydın’da kestane ve zeytin hasat sezonunda ağaçtan düşme şeklinde
çok fazla iş kazası oluyor. Maalesef ağaçtan düşenlerin çoğu da tutunma sorunu ve ayağının kayması sonucu iş kazası yaşıyor. Biraz ayak kokusuna neden olsa da kara lastik ayakkabılar zeytin ve kestane hasat sezonunda çiftçi için bir güvenlik gerekçesi olarak da kullanılıyor. Teknoloji geliştikçe eskiden kullanılan pek çok şeyin yenisi ya da alternatifi üretildi ama kara lastik ayakkabıların yerine tutan ayakkabı halen yok. Kestane ve zeytin hasat sezonunun yaklaşması ile işler açıldı.” “YENİ BAKIŞ AÇISI” ŞEHRE İNDİRDİ Bu ayakkabılara 4x4 denmesi boşa değil yani, “4 çeker tırmanıyorlar”. Ancak 60’lardan sonra eski itibarını kaybetti biraz, özel günler için onların yerini deri ve köseleden yapılan ayakkabılar aldı. Yine de köy işleri yapılırken ayaklardan hiç kaybolmadı. Yıllara meydan okudu, okuyor kara lastik. 21’inci yüzyılda bile hâlâ moda olmayı başaracak kadar hem de. Belki şimdi siyah değil, renkli, puantiyeli, üzerinde çiçekler açtı ancak hâlâ kökleri aynı. Ayakkabı satışı yapan çok sayıdaki esnafın raf ve reyonlarında yer alan mor, pembe, sarı, kırmızı ve mavi
gibi pek çok renkteki çiçek, leopar, puantiye ve geometrik desenleriyle dikkat çekiyorlar. Ünlülerin ayaklarını süslüyorlar. Peki bu sürece nasıl gelindi? Karadeniz’de 25 yıldır ticaretle uğraşan Mehmet Karpuz’a göre, uzun yıllardır sattıkları kara lastiklere ilgi yıllar içinde gerileyince üretici firmalar ona “yeni bakış açısı” getirdi. “Firmalar satışları hareketlendirmek için renkli ve desenli kara lastik üretmeye başladı. Trabzon’da ve Afyonkarahisar’da iki firma bu konuda üretim yapıyor. Biz de farklı desenlerde üretim yapan bu firmalardan ürün satın alıyoruz” diyerek anlatıyor bu durumu. Sonrasında yaşanan satış hareketliliğine bakılırsa bu bakış açısı işe yaramış. Karpuz, “Vatandaş renkli lastiklere ilgi gösteriyor” diyor, “Firmaların ayakta kalması ve yaşaması için farklı bir şeyler üretmesi lazım. Yenilik olunca firmalar için de bizim için de iyi oluyor. Satışlarda hareketlilik
Restaurant & Pasta Cafe
Eşref Bitlis Bulvarı No:124 Sultanbeyli / İSTANBUL Tel: 0216 378 83 53 - 487 53 53 - 487 02 32
yaşanıyor. Birçok müşterimiz, dükkanın önünden geçerken çiçekli kara lastikleri görünce beğenip alıyor. Hatta hediye olarak annesine, arkadaşına alıp götürenler oluyor. Kadın, ayakkabısını çıkarıp bunu ‘Ne kadar güzel’ deyip giyinip gidiyor. Modaya uyduğu, hoşuna gittiği için giyiniyor. Desenli ürünleri köylerinde tarlada, fındık bahçelerinde kullananlar olduğu gibi günlük hayatta kıyafetine uydurup giyinenleri de görüyoruz. Kara lastiği sokakta giyinen olmuyor ama bunları giyiniyorlar. Yeni ürünlerde kara lastiklerdeki gibi lastik kokusu olmuyor. Bu özelliğinden dolayı tercih edenler de var.” Rengârenk, desenli olanlar çocuklar için de çok tercih ediliyor. Üstelik artık bu ayakkabıların içi de kumaşla kaplandığından eskisi gibi ayağı yara yapmıyor. Anlayacağınız kara lastik, renkli, çiçek, puantiyeli desenleriyle daha hayatımızda uzun süre yer kaplamaya devam edecek. l
Hemşin’in son eskemlicisi Gökmen Yeniyurt, Hemşin bölgesinde örgü eskemli yani daha bilinen adıyla iskemle yapan nadir isimlerden. Onu bu uğraşla yakalandığı hastalık tanıştırmış. Yeniyurt, “artık mesleğim bu” diyor. DENİZ UZ
H
Fotoğraf: D. ALİ AKPINAR
emşinin geleneksel el sanatları arasında yer alan eskemli (iskemle) örgüsü, artık yörede bile çok fazla insanın icracısı olmadığı bir alan. Ancak Gökmen Yeniyurt, yaklaşık sekiz yıldır, farklı desenlerde iskemleler örüyor. Yaptığı iskemlelerin aynı zamanda
satışını da yapan Yeniyurt, maddi gücünün fazla olmamasından dolayı, yeterince iskemle alamamaktan dertli. 28 yaşında behçet hastalığına yakalandıktan sonra iskemle örme işine merak saran Yeniyurt’un hikayesini kendisinden dinledik. Behçet hastalığı hayatınınzda bir dönüm noktası oldu sanırım. Neler yaşadınız bu hastalığa yakalandıktan sonra?
1979 doğumluyum, 28 yaşımda behçet hastası oldum. Öncesinde pastanede imalatçılık yapıyordum. Ağzımda ve ayağımda, şişler, yaralar çıktı. Sonra, uzun bir süreyi evde geçirdim. Yürüme ve görme kaybı yaşadım. Sağlık güvencemi kestiler. İskemle örmeye nasıl başladınız? Hemşin Halk Eğitim Merkezi’nde kurs veren hoca, köylümdü. Onunla konuştum, kursa gelmek istediğimi söyledim. Hastalıktan önce ahşap kursuna gitmiştim. Oradan iskemle yapımını biliyordum. Böylece iskemle örmeye başladım. Bir iki ay içinde öğrendim. İNTERNET ÜZERİNDEN SATIŞ Sanırım internet üzerinden satış da yapıyorsunuz. Evet. Ancak maddi gücüm olmadığı için çok fazla iskemle alamıyorum. Yaptıklarımı da internet üzerinden satabilirsem satıyorum. Bir Facebook sayfam var, oradan satışları gerçekleştiriyorum. Bir iskemlenin maliyeti 35 TL. Ben de üstüne 15 TL. kâr koyuyorum, örme bir iskemleyi 50 TL’ye satıyorum. Ne gibi desenleriniz var? Hemşin’i yansıtan desenler kullanıyor musunuz? Hemşin’le ilgili bir çalışmam olmadı. İleride daha çok yapabilirsem, böyle bir çalışma gerçekleştirmeyi düşünüyorum. Ben burada cumartesi ve pazar günleri de bile çalışmak istiyorum. Yeter ki elimde iskemle olsun. Mesleğim bu oldu artık. Sizin dışınızda kaç kişi bu işi yapıyor? Bizim kursumuzda yalnızca ben varım. Başka kurslarda da iskemle örme eğitimi veriliyor. Ancak yapanlar tek tük. Çok az sayıdayız diyebilirim. l Yeşil Hemşin Eskemlisi (iskemlesi) www.facebook.com/ groups/1803986273202548/?fref=ts
70
Bu bastonlar el emeği Fotoğraf: D. ALİ AKPINAR
Sadece rende ve çakı kullanarak el işi baston yapan Hakan Alparslan, bu alanda Hemşin’deki tek örnek. Öyle ki yaptıklarının bazısı Sibirya’da bulunan el sanatları müzesinde sergileniyor. DENİZ UZ
E
ngebeli doğası ve uzun yaşam getiren havası, Hemşin insanı için bastonu vazgeçilmez kılıyor. İnişli çıkışlı yaylalar, zorlu patikalar ve rüzgârlı vadilerde Hemşinlilerin en büyük yardımcısı bastonu tamamen el emeğiyle üreten bir isim, Hakan Alparslan. Birçok Hemşinli gibi yolu Rusya’dan ve fırıncılık sektöründen geçen Alparslan, artık memleketinde ve zamanının çoğunu baston yapımına ayırıyor. Bastonun Hemşin’e özgü tarafı nedir? Aslında Hemşin’e özgü bir tarafı yok. Ancak burada yaşlılarımız çok, arazi de engebeli olduğu için bastona çok ihtiyaç duyuluyor. Benim bastonlarımın farkı, bir rende bir de çakı kullanarak oyma desenlerle yapıyor olmam. Ne kadar süredir baston yapıyorsunuz? Ortaokuldan beri çakı elimden düşmezdi. Öyle başladım. Babamın marangoz atölyesi var. Oraya sık giderdim tabii. Ancak büyük işçiliklerle uğraşmayı pek sevmezdim. Genelde küçük el işçiliği gerektiren işleri seviyordum. Öyle başladım. Oyma işlemelerden bahsettiniz. Ne gibi işlemeler kullanıyorsunuz bastonlarınızda? Yılan, insan sureti, aksakallı dede gibi ve hayvan figürleri oluyor. Çiçek desenleri kadınlara özel. Bazen
72
takıcılarda gördüğünüz taş işlemeleri bastona ekliyorum. Sadece baston da değil; şimşir ağacından ufak tefek biblolar da yapıyorum. Bu işin ticaretini yapıyor musunuz? Bibloları sevdiklerime hediye olarak yapıyordum. Baston da öyleydi son iki yıla kadar, diyabet hastalığımdan dolayı Hemşin’e geldikten sonra
Halk Eğitim Merkezi’yle tanıştım. Onların aracılığıyla Rize Geceleri gibi organizasyonlarda satışını yapıyorum. Bir süre öncesine kadar yurtdışındaydınız sanırım. Orada da baston yapıyor muydunuz? Evet. Rusya’da özellikle de Sibirya bölgesinde uzun süre pastacılık yaptım. Orada da yapıyordum. Ancak ticaret amaçlı değildi. Sibirya’da bulunan el sanatları müzesine verdim bazılarını, orada sergileniyor. Diyabet hastalığımdan sonra memlekete döndüm. Şimdi milli eğitimde memurluk yapıyorum. Artık baston yapmaya daha çok zamanım oluyor. l
®
KOZİZOĞLU
GIDA İNŞAAT SAN. ve TİC. LTD. ŞTİ.
Düven Un Gıda San. ve Tic. Ltd. Şti. Çavuşoğlu Mah. Sanatkarlar Cad. No: 2 / 1 Kartal - İSTANBUL Tel: 0216 306 48 41 Faks: 0216 306 48 42 Gsm: 0532 541 14 44 - 0532 655 42 42 kozizoglu@msn.com
Elevit, Ocak 2007
Serkan Alpagül, gemi brokerliği nedeniyle dünyayı dolaşıyor. Dünyanın her köşesinin çok güzel olduğunu fakat Çamlıhemşin sevdasının eşi benzeri olmadığını ifade ediyor. Tam bir memleket sevdalısı. Öyle sadece yeşiline, çiçeğine değil kültüründen insanına Hemşin’e dair ne varsa her şeyini biliyor ve seviyor. Sadece o mu? Singapurlu eşi Su bile Hemşin şivesi konuşuyor.
Dünyayı gezdi, Çamlıhemşin’i bırakmadı
S
erkan Alpagül, gemi brokerliği yaparken dünyanın pek çok ülkesiyle iş yapıyor. İngiltere’den Singapur’a, İspanya’dan İtalya’ya birçok ülkeyi görme fırsatını bulsa da hiçbir yeri Çamlıhemşin’e değişmiyor. Hemşin onun için sadece eşsiz doğasıyla değil, çocukluğunu yanında geçirdiği anneannesi gibi vefakâr insanların memleketi. Bu öyle bir sevgi ki, Singapurlu eşi Su’yu bile sarmış. Her fırsat bulduklarında Çamlıhemşin’in yaylalarına kendilerini atmaları bundan. Kendi anlatımıyla sizi onunla tanıştıralım: İstanbul Üniversitesi Arkeoloji 2. sınıf terk, 1940 doğumlu Necati Alpagül ve Rahmetli Haseki Hüseyin’in dini ilmi ile yetişen, 1941 doğumlu Suzan Alpagül’ün ortanca evladıyım. Doğum tarihimi ilk olarak çürük ayı 11, 1971 olarak öğrendim, ta ki İskenderun’da ilkokula başlayıp kimsenin anlamadığını görünceye kadar. Annemden gelip çürük hangi ay diye sorduğumu, temmuz olduğu cevabını daha dün gibi hatırlıyorum. Ayların isimleri meğer bizim oralarda büyük ay (ocak), küçük ay (şubat), mart, abril (nisan),
76
mayıs, kiraz (haziran), çürük (temmuz), ağustos, eylül, güzin iptiki ayı (ekim), orta ay (kasım) ve kara kışmış (aralık). İlkokul başlayana kadar hatırımda kalan hayatımın hepsi, Çamlıhemşin’e ait. Hep derim, şimdi de söylemeden geçemeyeceğim: Dünyanın en şanslı çocukluk dönemini yaşadım. Rahmetli anneannem Vahibe ile birlikte Çamlıhemşin’de hayatımın son nefesine kadar benimle birlikte olacak
çok değerli anılarım oldu. Bir doratımız vardı. Haçivanak’ta serbest bıraktığımız zamanlarda onu görmeye giderdim. Un, tuz verip okşardım, sonra tekrar sürüsüne katılırdı. Ahırda ineklerimiz vardı, şerata bayılırlardı. Çobana büyük zevkle giderdik. Rahmetli Vahibe annemle yediğim ekmek, peynir ve üzümlü azığımızın lezzeti hâlâ hatırımda. Çamlıhemşin’i de Çamlıhemşin yapan hiç şüphesiz Vahibe annem gibi bu vadinin vefakâr ve çalışkan kadınları. Bu yüce insanların son kuşaklarını görmekteyiz günümüzde. Allah onlara nice sağlıklı uzun ömürler, bize çok güzel bir miras bırakan hakkın rahmetine kavuşmuş atalarımızın cümlesine de Mevlam gani gani rahmet eylesin. Haçivanak göçü bugünkü gibi aklımda. İyi ki görmüşüm, yaşamışım oralarda, yoksa şimdi nereden bilebilirdim böyle bir varoluşu,
Soldan sağa arka taraf: Anne Suzan, baba Necati, amca Hasan Alpagül. Ön sıra: Kuzen Osman, anneanne Vahibe ve abi Bayram Alpagül.
değeri, bir yer dumanının güzelliğini, hozboncuğun ne olduğunu, çam ağacındaki pedugun hazzını... Hangi birini anlatayım ki size, saymakla bitmez bu hayatın bana kattıkları. İlkokuldan şimdiye kadar süre gelen hayatımda her fırsatta Çamlıhemşin’e gitmeye çalışıyorum ve var olduğum sürece de ailemle birlikte her fırsatta gideceğim. SİNGAPURLU EŞTEN HEMŞİN ŞİVESİ KELİMELER İşime gelince; 17 yıldır tanker gemi brokerliği mesleğiyle uğraşıyorum. Gemilerin taşıdığı ham petrol ve kimyasal ürünleri taşıyarak günlük getirilerini maksimize etmek benim işim. Eşim Su (Siu) ile de mesleğim sayesinde tanıştım. Kendisi, Singapurlu. Singapur’da bir Amerikan brokerlik firmasında çalışırken gemileri bir petrol firmasına kiralamak için beraber çalıştık. Sonrasında kendisine Çamlıhemşin’i görmeyi, İsmail ve Mina isminde de iki evlat sahibi olmayı nasip etti Mevlam. Ne kadar şükretsek azdır. Eşimin öğrendiği ilk kelimeler Çamlıhemşince. Bir gün şirket yemeğindeyiz ve oğlumuz daha henüz yedi aylıktı. Şirketteki bayan arkadaşlarımız arasında kucaktan kucağa dolaşıyorken, eşim onlardan “Kusura bakmayın, oğlumun tojigi aktı üstünüze” diyerek özür diledi. Benim İskenderun’daki arkadaşlarıma çürük ayında doğduğumu söylediğim anki gibi şaşırıp birbirlerine baktılar, ben gülümseyerek oradakilere eşimin ne demek istediğini anlattım. Eşimin de aynı sektörde olması iş hayatımı çok daha kolaylaştırdı. İşim gereği uzun
Alpagül eşi Su ile (Nisan 2012). süreli seyahatler ve görüşmelerden dolayı çok rahatım çünkü kendisi de uzun süre bilfiil aynı şartlarda tecrübe sahibiydi. Denizcilik sektörü çok stresli; çok değişken, inişli-çıkışlı ve zorlu şartlarda ayakta kalabilmeniz için yüksek kapitaller gerektiren bir sektör. Geminin boşta kalması işimizdeki stresin en ağır tarafı. İneğiniz ahıra gelmeyip dağda kaldığında yaşadığınız stres gibi sabahı zor ediyorsunuz. Gemi boşta kaldığı her an büyük kan kaybediyorsunuz. Her daim gemileri düşünüyorsunuz. Bizim dağların meşhur söylemlerimden biri çok iyi ifade ediyor bu zorluğu; “Ağlar gülerim ama aklum seğerlerumdadur.” Bütün bunlara rağmen avantajları da yok değil. Mesela dünyanın her yerinden yapabilirsiniz bu mesleği ve sektörün en öncüleriyle çalışıyorsunuz. Amerika Chevron, Exxon, Hollanda Shell, İngiltere BP, İtalya Eni, Agip, İspanya Repsol, Cepsa, Brezilya Petrobras, Türkiye Tupras… her gün
Avrasya Maratonu’ndan.
diyalog içinde olduğum yük sahipleri ve brokerları. 2001’de Londra İngiltere’de, 2002’de Genoa İtalya’da, 2004’te Caracas Venezüella’da ve 2016’da Singapur’da bir yıla varan sürelerde çalışıp, gemi brokerliği yaptım. Küba’dan Çamlıhemşin’e, Singapur’dan İskenderun’a her yerden dünyanın diğer ülkeleri ile yük bağlayıp, sektörden insanlarla dialog içinde, o ülkelerden farklı kültür birikimi yapma şansına sahip oldum. SOSYAL SORUMLULUK YARIŞI Çok işten konuştuk, biraz da son 10 senedir çok severek gönüllü yaptığımız sosyal dayanışmamızdan bahsedeyim. İlk olarak Adım Adım grubuyla engelli arkadaşları Avrasya Maratonu’nda itmeye başladık. Son 5 senedir sadece Güneydoğu gazilerimizi güzel yurdumuzun diğer yerlerinden davet edip onları Avrasya Maratonu’nda 15 km. itiyoruz. Maratondan önce cumartesi onları karşılayıp birlikte yemek yiyoruz. Pazar günü Maraton’a katılıp sonrasında tekrar yemek yiyip gazilerimizi uğurluyoruz. Gazilerimiz yarıştan sonra hep bu hafta sonu geçirdikleri zamanı konuştuklarını ve bir sonraki seneyi iple çektiklerini anlatıyor. Bu yüce vatan evlatlarının tek istediği şey “ilgi”. Onlara ne yapsak az. Bizlere bu güzel vatanımızı kazandıran Mustafa Kemal Atatürk’ümüzün ve şehitlerimizin ruhları şad olsun, mekânlarının cennet olduğundan zaten eminim. Gençlere tek tavsiyem çalışmak. Misyonları da canım annemin dilinden hiç düşürmediği, yine bizim dağlara ait olan deyişi; “Doğru git karanlıkta git” olsun. l
77
Karadeniz zekâsı bir kitaba giriyor Karadeniz’de insanların hayat şartlarını kendilerine uydurmak için yaptığı çalışmalar “Karadeniz zekası” diye bir tanımı da yaratıyor. Zaman zaman fıkralara konu olsa da, bazı buluşlar gerçekten de hayatı dönüştürmek, aklın sınırlarını zorlamak adına oldukça yararlı olabiliyor. Peki bu buluşların çıkışı, “Karadeniz zekâsı”nın kökeni neye dayanıyor? Araştırmacı, yazar Adem İmdat Kesici işte bu sorunun peşine düştü. Birbirinden ilginç buluşları bir kitapta toplamak için çıktığı yolda 64 mucidin 126 buluşunu belirledi. EMİRA AÇIKGÖZ
G
ürgen köyü sakini 80 yaşındaki Bilal Atasoy, çelik halatla kaya yamacına asarak 15 metrekarelik ev inşa etti. Dahası eve havada duran 3 oda ekledi… İkizdere İlçesi Karzavan Yaylası’nda çığ tehlikesine karşı yere yatabilen minare yaptılar… Rizeli mucit Aytaç Engin,
kıyafetin altına giyilen ve kullanıcının isteği doğrultusunda kendiliğinden oturma alanı oluşturan bir buluşu hayata geçirdi… Bunlar “Karadeniz zekâsı”nın ortaya çıkardığı ürünlerden sadece birkaçı. Zaman zaman fıkralara konu olan, özellikle inşaat işlerinde “Müteahhit kesin Karadenizlidir” gibi söylemler yaratan, “Karadeniz zekâsı” diye bir tanımlamayı ortaya çıkaran icraatların
da beşiği bu topraklar. Aslında hayatı dönüştürme derdinin aklın sınırlarını nasıl da zorlayabildiğini gösteriyor her biri. Karadeniz coğrafyasının getirdiği zorunluluklar yüzünden yamaçlara, ağaçlara, dere yataklarına, nehir içlerine yapılan, yerçekimine meydan okuyan yapılar bu dönüştürme derdinin en önemli göstergesi. Hayal gücü yüksek mimari yapıların nasıl ayakta durduğuna anlam vermekte
Kışın çığ tehlikesine karşı yere yatabilen minare yaptılar. İkizdere İlçesi Karzavan Yaylası’nda çelik varillerin birleştirilmesiyle oluşturulan 7 metrelik minarenin kış aylarında çığdan zarar görmemesi için ilginç bir çözüm geliştirildi. Fikri Kurt’un tasarladığı makaralı düzenekle kışın yere yatırılan minare, yaz mevsiminde insanların yaylaya çıkmasıyla birlikte yine aynı yöntemle kaldırılıyor.
zorlanıyor insan. Araştırmacı, yazar, kendisi de Rizeli olan Adem İmdat Kesici, işte bu zekanın peşine düştü. Birbirinden ilginç buluşları bir kitapta toplamak için çıktığı yolda iki yıllık araştırma sonucunda 64 mucidin 126 buluşuna ulaştı. Akademik açıdan da kabul gören, patent ve marka tescili alan buluşlar da var bunlar arasında, halk tarafından beğenileni de. Kesici’ye göre, ilginç icat ve buluşların ortaya çıkışında yöre insanının kıvrak zekâsı, imkânsızlık, başının çaresine bakma zorunluluğu, merak ve becerikli olması gibi nedenler yatıyor. Rize onun için çok önemli. “Hamsi nasıl karada yaşayamaz ise ben de Rize’den ayrı yaşayamam” diyerek anlatmaya çalışıyor bu değeri, “Baba vatanım, köyüm, çocukluğum, gençliğim, şairliğim, araştırmalarım ve kamu görevim burada başladı ve burada devam ediyor. Rize’nin tarihini, kültürünü ve halk edebiyatını geçmişten geleceğe taşımak benim için bitmeyen bir sevda.” TÜRKİYE’Yİ TEBBESSÜM ETTİREN BULUŞLAR Bu araştırma da işte bu sevdanın ürünü. “Türkiye’nin en sıra dışı insanları hangi bölgededir?” sorusuna aşağı yukarı herkesin aynı cevabı vereceğini biliyor Kesici. “İlginç insanlardır Karadenizliler” diyerek başlıyor anlatmaya: “Pratik ve kıvrak zekâları, şaşırtan buluşları, hayatın zorluklarına karşı geliştirilen ilginç çözümleri, yaşam tarzları ve eğlence kültürleriyle bu toprakların neşe kaynağıdırlar. Zorlu doğa şartları onları kıvrak zekâlı yapabiliyor. Özellikle icatlarıyla insanları hayrete düşürüyorlar. Gerek yorumlarıyla, gerek başlarına gelen olaylara
getirdikleri pratik çözümlerle, mizahçılara taş çıkartıyorlar. Kısacası Rizeli olmak; kıvrak zekâlı olmaktır. Yaylaların temiz havasından, yeşilinden ve mavisinden, özellikle çayının deminden dolayı zinde olmaktır. Karadeniz kadar hırçın olmaktır. Rizeli olmak, fıkra gibi olayları her gün yapan ve yaşayan kişi olmaktır. Rizeli mucitlerin icatlarını ve enteresan buluşlarını saymakla bitiremeyiz. Ben de bu icat ve enteresan buluşları kitapta toplamaya karar verdim.” Karadeniz insanının yaratıcı zekasının ününün dünyayı aştığını belirtiyor Kesici. “Bir yerde ilginç ve dikkat çeken birşey görüldüğünde altında mutlaka Karadeniz insanının parmağı vardır” diyecek kadar da
iddialı. “Karadeniz farklı buluşların bölgesidir” diyerek doğrulamaya girişiyor bu iddiasını, “Çok balık yediklerinden mi bilinmez ama Karadeniz insanının kafası hep başka zekice çalışır. Mucitlerin buluşlarının ve değişik yaklaşımlarının merkezi olan Rize’den tüm Türkiye’yi tebessüm ettiren buluşlar ve icatlar ortaya çıkıyor, her gün artarak devam ediyor. Onların yaptıkları icatlar, kısa sürede kendilerince işe yarayan çözüm önerileri ve komik halleri hepimizin beğenisini kazanıyor. Hazırlık aşamasında sona gelinen kitapta tüm bu konuları ayrıntılı olarak derledim.” Bütün bu ilginç hikâyelerin derlendiği kitabı, 2017 yılının sonunda kitabevlerinden alıp okuyabileceğiz. l
79
Adem İmdat Kesici’nin araştırma sonucunda ulaştığı 64 mucidin 126 çalışması oldukça şaşırtıcı. Ancak onlar arasında bazıları var ki, insanı gerçekten hayretler içinde bırakıyor. Mesela ne mi? Kesici kendisini en çok şaşırtan 5 buluşu şöyle sıralıyor:
ATMACA 53 YOLLARDA “Laz Mucit” olarak tanınan emekli işçisi Hayrullah Koçoğlu, daha önce yaptığı yürüyen tekne ve helikoptere otomobil de ekledi. İki ayda tamamladığı ve adını “Atmaca 53” koyduğu 1300 motorlu otomobil, saate 120 kilometre hıza ulaşabiliyor.
GÖRÜNMEYEN SANDALYE Rizeli mucit Aytaç Engin, kıyafetin altına giyilen ve kullanıcının isteği doğrultusunda kendiliğinden oturma alanı oluşturan bir buluş yaptı. Ürün, kıyafetin altına giyiliyor ve ters yönde bir baskı yapıldığında direnç göstererek sertleşiyor. Böylece geriye doğru eğildiğinizde ya da oturmaya çalıştığınızda sandalye görevi görerek sert bir alan oluşturuyor. Bu sayede yaşlı ve engellilerin yorulduklarında sandalye ya da oturma yeri aramak zorunda kalmalarının önüne geçiliyor. Dışarıdan bakıldığında görülmeyen ürün, ahşap ve kumaştan oluşuyor. Ürünün üretimi ve malzemesinin ucuz olmasından dolayı yoğun ilgi görmesi bekleniyor. l
Hurdaya ayrılan bir motoru onaran, diğer mekanik aksamlarını da kendisi yapan Koçoğlu, ekonomik olması amacıyla LPG sistemi taktığı otomobili 10 bin liraya mal etti. İki yıl üzerinde çalıştığı araç için hiçbir otomobil ya da taşıtı örnek almadı. l
ÇAY ÜRETİMİ İÇİN MAKİNE Rize’de, çayı özel sektöre ucuz fiyata sattıkları için arayışa giren baba ve oğlu, adeta fabrika gibi çalışan ve yaş çayı kuru çaya dönüştüren bir
80
makine yaptı. Babası Burhan Türker ile birlikte makineyi yapan Mustafa Türker, ailesiyle İstanbul’da yaşarken, her yıl yaz aylarında yaş çay toplamak
için Rize’ye gidiyor. Topladıkları üç ton çayı İstanbul’a erken dönebilmek için düşük fiyata özel sektör yaş çay fabrikalarına satan baba ve oğul, maddi kaybın önüne geçmek ve kendilerini özel sektör fabrikalarına mahkûm hissetmemek için arayışa girdi. Mustafa Türker, “Kocaeli Üniversitesi Meslek Yüksek Okulu Makine Bölümü’nde okurken iki yıl önce kendi çayımı üretebilecek çay makinesi yapmayı düşündüm. Babamla İstanbul’daki evimizin garajında 2 yıllık çalışma yürüttük. Bu sürede arabamı satarak araştırmalara harcadım. Makine için yaklaşık araştırma çalışmaları da dahil 200 bin lira harcama yaptık” diyor. Mini fabrika 250 kilogram ürün işliyor. l
KAYALARA ASILI EV Rize’nin Güneysu İlçesi’nde çelik halatlar kullanarak kaya yamacına astığı ev inşa eden 80 yaşındaki Bilal Atasoy’un yapıtları, İtalya’da Politechico Di Milano Üniversitesi’nde yüksek lisans yapan Özden Kaya’nın “Sıradışı Peyzaj Mekânları” adlı tezine konu oldu. Evin mucidi Bilal Atasoy, ilginin nedenini anlayamıyor aslında, çünkü onun için bu yaptığı olması gereken. “Neden ilgi duydular bilmiyorum ama ben boş durmam. Herkesin yaptığı işi de yapmam. Yaptığınız şeyin eşi benzeri olmaması lazım. Bunları
yaparken mimar ve mühendise danışmam. Akşam yatarken kafamda projeyi kurarım, sabah kalkar yaparım” derken, Özden Kaya ise, “Karadeniz’deki mucitlerin projelerini İtalya’da hocalarıma gösterdim. Çok ilgilendiler ve tezimi bu konuda hazırlamamı istediler. Ben de buraya geldim. Karşılaştığım yapılar hayli ilgimi çekti. Gerçekten Karadenizli mucitler çok cesur. Plan ve proje konusunda hiçbir yerden onay almadan yapı yapıyorlar. Bilal Bey’in kayalara bağlı evi gerçekten çok ilginç” diye konuştu. l
BU ÇARDAKTA KAPTAN RÜZGÂR Atasoy, listeye bir de rüzgârda dönen çarkadığıyla giriyor. Onu bu yapıyı inşa etmeye yaz sıcakları bunaltısı itiyor. Bir otomobilin diferansiyeli üzerine 3 metrekarelik ahşap çardak inşa eden Atasoy, çatısına da rüzgârla dönebilmesi için 4 metal levha yerleştirdi. Rüzgârın yönüne göre dönen çardak aşırı rüzgârda çok hızla dönünce sorun yarattı. Misafirlerini, 4 sandalye bir de masa koyduğu çardakta ağırlayan Atasoy, nazar boncuğu astığı çardak için fren ve elektrik sistemi geliştirmeyi planlıyor. l
81
HODUÇUR ÇIĞI Ceylan insanın gözüne bakıp “Onkmasun (gün yüzü görmesin) avcı” dermiş. Bu ahın tuttuğu çok hikâye dinlemişizdir. Bu hikâye de bunlardan biri...
Fotoğraf: Dursun Göksal Kaynak: Zeki Tüylü, Sündüs Tüylü Günaçar
HIZIR CANBAZ
Y
ıl 1942, aylardan ocak, eski hesap 20’si yani şimdi anlaşılacak haliyle 3 Şubat 1942. Hoduçurda Tüyloğlu Musa dayı av merağı olan biridir. Sadece kendilerinde olan, baba yadigarı, Rusyadan gelen Rus yapımı beşli tüfeği ile ava çıkmayı sever. Beşli tüfeği omzuna vurur ve avlanmaya çıkar. İşte bu günlerinden birinde, izlerini bulduğu bir avı takip eder. Bu bir tekedir. Avcının geldiğini sezen teke kaçar ve bir kayanın arkasına saklanır. Kendi görünmez ama boynuzları saklandığı yeri belli eder. Kayada sıkışan tekeye Musa Dayı ateş eder, tüfek ateş almaz. 2-3 kere tekrar eder, tüfek yine ateş almaz. Şaşırır Musa dayı. Hedef almadan başka
82
yöne ateş edip tüfeği bir denemek ister. Bunu yaptığında tüfek ateş alınca “Ben bu ava atmam der” ve ateş etmez. Köye geri döndüğünde, böyle bir av olduğunu öğrenen köyün gençleri yola düşer bu sefer. Gelir ve avı vururlar. Vuranlardan biri Musa dayıya bağırmaya başlar: “Çavuş, 60 kilo eti var.” Et köye getirilir. Tüyloğlu Musa etten de yemez. Av merakı artan gençler birkaç gün sonra yine ava çıkarlar. Terep Süleyman çığın gelebileceğini söyler. “Çığ tarafına ateş edelim gelirse altında kalmayız” diye önerilir, ancak o zaman da avın kaçacağını düşünüp vazgeçerler. Hilezli’nin ırmağına doğru yürürler. Terep Süleyman dikkatlidir, geriden takip eder. Aniden ayaklarının altından kar kopar. Üsteki taraftan koca bir kütle de gelince çığa karışırlar.
Çığa kapılanlardan Terep Süleyman çığın serpintisiyle canını kurtarır. Büyük Mustafa da aynı şekilde kurtulur. Tüyloğlu Ali, Tüylüoğlu Enver, Terep Zülküf, Terep Hamzali ve Abdinun Mehmet Ali (Demirci) ölürler. Uzun bir arama sürecinin sonunda, tam bir ay boyunca araştırmalar yapıldıktan sonra ulaşılabilir bedenlerine. Bu bir aylık sürede bekçi kulubesi yapılıp arama devam eder ama maalesef üç ay sonra karlar erimeye başlayınca ancak ölülere ulaşılabilir. Denilen o ki, köyün köpeğinin işaret ettiği yer biraz daha kazılsaymış Tüyloğlu Ali bulunabilecekmiş. Çığ altında 3 gün yaşadığı tahmin ediliyor. Bu olaydan sonra Hoduçur’da uzun yıllar avlanma olmaz. Hoduçur Çığı da nesilden nesile anlatılırken, ölenler rahmetle anılır. Tıpkı bu yazıda olduğu gibi: Rahmetle anıyoruz. l
www.kackaryapi.com.tr
Firmamız hakkına detaylı bilgi için; www.kackaryapi.com.tr
SS
Sim Kuyumculuk Levent METE
Altın & Gümüş & Pırlanta Alım - Satım - Tamir
Atatürk Cad. 29/1 Sahrayıcedit - Kadıköy / İST. Tel. 0216 386 60 27 www.simkuyumculuk.com / info@simkuyumculuk.com
Hemşin peyniri mi Rokfor mu?
Peynir, sadece bir gıda değil, kendi kültürü olan bir yiyecek de. Bu kültüre en çok sahip çıkan ülkelerden biri hiç kuşkusuz Fransa. Oysa Türkiye’de de 195-300 arasında peynir çeşidi olduğu düşünülüyor. Kim demiş rokfor Hemşin peynirinden lezzetli diye. Bu yazıyı okuyun ve siz karar verin. 86
HIZIR CANBAZ
K
YAYLANIN ENVAİ ÇEŞİT OTU Hemşin peynirinin ise çok karışık bir üretim şekli yok. Yapılması basit görünse bile yine de yapmak için beceri istediği kesin. Ayrıca dinlendirme, saklama süresi, yeri ve kabı önemli. Kışı ahırda geçiren inekler karların erimesiyle birlikte yaylaya götürülüyor. Sabahın seherinde sağılan inekler güneşin doğmasıyla birlikte dağlara salıveriliyor. Envai çiçeğin olduğu yayla meraları onların artık. Her evin ineğinin gittiği bir yer ve oranın da bir adı oluyor. Çobanlar öğle sonrası yola çıkıyor, kendi ineklerinin nereleri otladığını biliyor ve oraya gidiyor. Kimi zaman saran dumandan göz gözü görmeyen yaylalarda çoban, sesiyle ineklerine akşam olduğunu duyuruyor. Onlar da dönüşe geçerek evlere ulaşıyor. Yaylacı akşam sağımını yapıyor ve böylece
Fotoğraf: ADİFE DUMAN biriken süt için peynir etme zamanı geliveriyor. Tereyağını birlikte yardımlaşmayla yapan yaylacılar, nedense peyniri aynı şekilde hazırlamıyor, hatta gizli yapıyor. Yaylacılar peynirlerine karşı çok ketum oluyor. Ne de olsa iyi peynir yapmak yaylacının onuru, şanı. Hele peyniri yapamayıp pisora çevirmiş ise hem o günü moralsiz geçiriyor hem de yayla sonunda tartılacak gadellerde peyniri az olacağı gibi pisor yaptığını diğer yaylacılardan gizlemenin stresini yaşıyor. Geniş Hemşin ailelerinde yaylacı her sene değiştiği için o yıl yaylacının yaptığı peynirin miktarı ve kalitesi çok önemli. Hemşin de hayvancılık tarihi eski olmasına rağmen peynir çeşidi çok fazla değil. Tahminimce doğa şartları, zamanın kullanımı ve ailenin bir bölümü gurbette, bir bölümü sahile yakın ana yerleşimde olunca yalnızlıktan dolayı kolay olan çeşitler üretiliyor. Ancak yine de hünerli ve damak tadına düşkün yaylacılar peynirlerini çeşitlendirmekten geri durmuyor. Özellikle kaymakla
MERAKLISINA
aradeniz hem huzuruyla ruhları, hem de eşsiz doğasından sofralara gelen yiyecekleriyle bedenleri besliyor. Bu besinlerden en önemlilerinden biri de kuşkusuz, Karadeniz’in yaylalarında otlayan ineklerin sütlerinden yapılan peynir. Fransa gibi kimi ülkelerin tarihlerine bakıldığında yüzlerce çeşit peynir var. Türkiye’de de yedi bölge araştırıldığında bazı kaynaklarda 195, bazınlarında ise 300’den fazla peynir çeşidi olduğu biliniyor. Biz de, dünyada üne sahip peynirlerden biri olan rokforun nasıl yapıldığını araştırdık ve Hemşin peyniriyle karşılaştırdık. Roquefort ya da Rokfor, Güney Fransa’nın Roquefort kasabasında üretilmeye başlayan içi küflü, güzel kokulu bir peynir. Rokforun yapımında Roquefort kasabası civarındaki doğal mağaraların ve sonradan bunlara benzetilerek yapılan mahzenlerin olduğu kadar, rokfor küfünün de büyük etkisi var. Rokfor küfü, üçte ikisi buğday unu, üçte biri çavdar unu olan bir hamurla hazırlanıyor. Peynirler mahzenlerde iki veya üç ay kalıyor. İyi bir rokfor peyniri kavuniçi renginde, ince kabuklu, içi beyaz küf damarlı olan, tereyağı yumuşaklığında ve tadında oluyor. Rokfor diğer peynirlere oranla dayanıklı fakat bir o kadar da pahalı.
Hemşin peyniri satın almak istiyorsanız işte size birkaç adres: l Engin Kasap/Market: 0464 612 37 70 l Ayder Peynircilik: 0464 651 71 11 l Tirvana Peynircilik: 0464 612 15 00
karıştırılıp yapılan karışık peynir ve bir tür eritme peynir olan Ğeğ daha nadir yapılıyor. Yaylacılar arasında otlu peynir yapanlar da var. GÖÇ ZAMANI VE PEYNİR Göç zamanı gelip çattığında yaylacılar için yeni bir hazırlık süreci başlıyor. Gadellerine itinayla basılıp maranda (kiler) bekletilen peynirler atlara yükleniyor ve köye indiriliyor. Az bir kısmı da bir dahaki sene yenilmek üzere yaylada saklanıyor. Fazlası satılıyor veya aile fertlerine gurbete yollanıyor. İnek sayısının çok azaldığı günümüzde peynir yapan aile sayısı da artık iyice azalıyor. Oysa geçmişte gelir kapısı olarak fazla görülmese de bugünlerde peynir yapanlar ekonomisinden son derece memnun. Hatta belirli aylarda Hemşin’de peynir yapan yaylacılar bu talebi karşılamakta zorlanıyor. Tadına Hemşin otlarının sindiği peynirleri denemek isterseniz Hemşin yaylacılarından alabilirsiniz. Ayrıca ilçelerimizdeki peynir satıcıları, şehirlerarası da hizmet verebiliyor. Bunun için birini aramanız yeterli. Kargo iki gün içerisinde kapınıza kadar teslim ediliyor. Üstelik rokfordan da çok daha uygun bir fiyata son derece lezzetli bir peynir yiyebilirsiniz. Yeşillenmiş Hemşin peyniri size belki de tıpatıp Rokfor lezzeti de verecektir. Hemşin peyniriyle canınız çektiğinde muhlama yapabilirsiniz ama bu kadar pahalı rokforla muhlama yapamazsınız… Yine de tercih sizin… l
87
İhracat Ürünleri Boya, Antipas, Selulozik, Sentetik Tiner, Universal Tiner Baskılı Baskısız Ambalaj Filmleri Opp, Cpp, Pet, Pe, Al, Dubleks Ve Tripleksler Kuşe+Pe, Sülfit+Pe, Kraft+Al+Pe, Pet+Pe, Kuşe+Al+Pe Flekso Tifdruk Baskı Ürünleri Mürekkepler, Solventler, Laklar Tutkallar, Flekso Bıçakları
Islak Mendil Ürünleri 7x12, 7x10, 8x6 Mendiller, Mendil İç ve Dış Kağıtları Her Türlü Torba Yapılır Beyaz, Gümüş Triplex (Al-li), Dublex (Pet-Pe) den
Yastık Torba, Doypack Torba, Quadro Torba, Endüstriyel Torba, Körüklü Torba, Saklama Torbası
M. Sinan Mh. YEDPA Ticaret Merkezi F. Cad. No: AS 364 / Ataşehir / İSTANBUL Tel: 0216 471 84 17 Faks: 0216 471 84 17 Gsm: 0533 627 49 49 hizircanbaz@hotmail.com
YAPI MÜHENDİSLİK İNŞAAT SANAYİ TİCARET LTD. ŞTİ.
*Kal'a; Osmanlıca'da büyük merkezlerin ve şehirlerin bulunduğu etrafı duvarlarla çevrili ve düşmanın hücumundan muhafaza edilen yüksek yerlerde inşa edilmiş yapı olarak belirtilir. *Kala; Orta Asya Türk Cumhuriyetlerinde "şehir" anlamında kullanılır. *Kala; Rize ili Çamlıhemşin ilçesi Kale Köyü'nde, tarihi Kale-i Bala Kalesi, tarihi cami, şehitlik, yıllardır kutsal bilinerek korunan ormanı ve nice değerli anıları içinde barındıran, yeryüzündeki en nadide yerlerden bir yerdir. Kala İnşaat, kutsal bildiği bu ismi, işi ile yüceltmeyi gaye edinmiştir.
AYNUR ÇOLAK
P
Hemşin’den Türkiye Aşçılar Federasyonu’na uzanan bir hikâye...
Pastaya Hemşin ve aşk karıştı Baransel Duman, Türkiye Aşçılar Federasyonu Pastacılar Milli Takım Şefi. Onun hayatına pastacılığı sokan Hemşin’e dayanan kökü. Başarısının sırrı ise, dedesinden babasına, ondan da kendisine geçen bu mesleği severek, aşkla yapması. Tabii ki bunun getirdiği aidiyet duygusu ve saygıyı da unutmamak gerek. 90
astacılık ve fırıncılık Hemşin’in en önemli meslek dallarından biri. Aslında bir işten çok daha ötesi ikisi de, bir kültür. Hemşin topraklarında büyüklerden çocuklara aktarılan bir değer, zorunlulukla değil sevgiyle karılarak verilen bir bilezik. İşte Baransel Duman’ı, Türkiye Aşçılar Federasyonu Pastacılar Milli Takım Şefi görevine taşıyan tam da bu. Ulusal, uluslararası pastacılık yarışmalarında Türkiye’yi temsil eden, dereceler alan bir milli şef o. Her şey dedesinden baba ve amcasına geçen pastaneciliğin ortasına doğduğu zamanlarda başlamış babasından gördüklerini, öğrendiklerini yaparak, taa ki bunlara duyduğu sevgiyi anladığı ana kadar. Öyle bir sevgi ki bu; izin günlerinde bile daha fazlasını öğrenmek, kendini geliştirmek için farklı yerlerde çalışmış. Hala da öğrenmeye devam ediyor hiç bıkmadan, yorulmadan. Biz de Baransel Duman’la Hemşin’e dayanan hikâyesini, pastacılık serüvenini konuştuk. Milli aşçılığa uzanan hayatınızın başı, ilk tomurcukları nerede başlıyor, kimsiniz, nerede, ne zaman doğdunuz? 1976 İzmir doğumluyum. Aslen Rize Çamlıhemşin Yolkıyı yani Küşüve köyündeyim. Çamlıhemşin’e 18 yaşıma kadar hiç gitmedim, ancak ilk kez gördüğüm zamandan beri, ne zaman imkân bulsam soluğu hemen orada alıyorum. Her bulduğum fırsatta gidiyorum. En son iki ay önce oradaydım. Öğrenim hayatım boyunca hep İzmir’de oldum, meslek hayatıma pastahanelerde başlayıp otellerde devam ettim. Yurtiçi ve yurtdışı çalıştıktan sonra, şimdi Marriott’un üst segment markası olan Caresse A Luxury Collection Resort&Spa Oteli’nde çalışıyorum. Çamlıhemşin’de doğmamışsınız ancak pastacılık bölge için önemli bir iş kolu. Türkiye hatta Rusya gibi ülkelerdeki birçok iyi pastanenin sahibi Hemşinli. Siz pastacılıkla nasıl tanıştınız, Hemşin’in payı var mı bunda? Evet, kuşkusuz. Ben direkt pastacılığın içine doğdum, o yüzden
hayatıma ne zaman girdiğini, nasıl tanıştığımı hatırlamıyorum. Ne ara bu mesleği yaptığımı anlamadım bile, “Şu gün, şu tarih, bu şekilde” diyemem, hep vardı. Hemşinliler arasında pastacılığın, fırıncılığın önemli bir meslek olmasının sebebi nedir sizce? Cumhuriyet öncesi dönemlerde, Çarlık Rusyası’na giden ilk Hemşinlilerin payı var aslında bunda. Babadan çoçuklarına devam etmiş bir gelenek.
Baransel Duman’a göre aynı dili konuştuğu insanlarla olmak büyük keyif...
DEDEDEN TORUNA BİR MESLEK HİKÂYESİ Sizin meslek seçiminizde de Hemşin’in payı var mı, nasıl bir etkisi oldu mesela? Hemşinli, çok kıymetli ustalarla çalışmış olmak önemli bilgi ve beceri kazandırdı. Aileniz de bu mesleği yapıyormuş. Ne zamana dayanıyor ailede bu meslek? Hikâyesi var mı? Klasik, Hemşin’deki bütün ailelerin benzer hikâyesi gibi aslında; dedem Ali Duman’ın Rusya’ya gitmesiyle başlayıp komünist rejime geçilince ülkeye dönüp mesleğini çoçuklarına aktarmasıyla devam eden bir hikâye. Amcalarım ve babam birkaç ilde pastacılık yaptıktan sonra İzmir’i kendilerine yer edindiler. Ben babamın işletmesi olan Karadeniz pastahanesinde, imalathanesinde hep olduğumu hatırlıyorum. BAŞARIYA GİDEN YOL AİDİYET VE SAYGIDAN GEÇİYOR Peki pastacılıkta uzmanlaşmaya ne zaman, nasıl karar verdiniz? Benim gibi alaylı ve aile geleceğini sürdüren kişilerin planlamadığı bir gelişme bu. Gördüklerini,
öğrendiklerini yapıyorsun ve bir bakıyorsun bundan zevk alıyorsun, mesleğin olmuş. Pastacılık konusunda tek eğitimim çalıştığım ustalar, benim çırak olduğum zaman gastronomi okulları, özel mesleki okullar filan yoktu. Tek eğitim imalathanelerdi ve oralarda eğitimi alıp kendimi geliştirdim. Evet bu öyle bir gelişme ki, sizi Türkiye Aşçılar Federasyonu (TAFED) Pastacılar Milli Takip Pasta Şefi görevine taşıdı. Ulusal, uluslararası yarışmalardan aldığınız ödüller de var. Bu yükseliş nasıl oldu? Çalıştığın işletmeye, patrona, müdüre aidiyet duygusu taşımayıp sadece yaptığın işe, mesleğine aidiyet ve saygı duymakla başlıyor olay, sonrası zaten birileri fark ediyor ve başarı geliyor. Bu işletme iyi, diğeri orta; bu patron güzel, öbürü çirkin diyerek işini
yaptığın zaman mesleki olarak bir ileri, bir geri gidersin. Ne senin o işe, ne işin sana faydası olmaz. Gelişim durur. Kendi gelişimin durduğu zaman da başarı gelmez. Pastahanelerde yetiştim, otellere geçtim, izin günümde başka otellere ekstra işe gidip oralarda ne yapılıyor, onların hikâyesi nedir, büfeleri, tatlıları, menüleri, teknikleri, sunumları nasıl, bunları inceledim. İzin günlerimde plajda yayılmayı tercih edebilirdim. Ulusal ve uluslararası yarışmalara katıldım. Kimi zaman derece aldım, bazen alamadım ama derece alan ustaları izledim, tekniklerini yerinde, onlar yaparken gördüm ve şimdi TAFED Aşçılık Milli Takımı’nın bir üyesi olmaktan mutluyum. Peki bir hedef, ulaşmak istediğiniz bir yer var mı? Hedef filan yok, sadece keyif aldığımı yapıyorum. l
Tek sır kadın ne sever onu bulmakta...
İ
malathaneye girdiğim zaman feminen düşünüp maskulen çalışırım. Tek sır kadın ne ister, ne sever onu bulmakta. Erkeğe ver baklavayı, yazın dondurmalı, kışın kaymaklı mutlu olur ama kadın öyle değil. Kuaförden çıktığı zaman bile pastahaneye oturup bir kahveyle fresh meyveli beyaz
çikolatalı pasta yemeyi sever. Onun için vereceğim tek ipucu kadının hoşuna gidecek zariflik, dokunuş, sunum ve tarz olmalı. Bunca yıldır bu işi en lüks otellerde yaptım, yurtdışında çalıştım, kapıdan içeri girip “Of, of künefeye bak” diyen bir kadına hiç denk gelmedim. l
91
Süleyman Kanberoğlu
KANBEROĞLU
İNŞAAT MAKİNA
Tıbbiye Cd. Mezarlık Kapısı Türkiye Cumhuriyeti Devlet Demir Yolları 1. Bölge Baş Müdürlüğü Haydarpaşa - Kadıköy / İSTANBUL 0532 720 59 59
Süleyman YURTSEVEN Merkez: Koşuyolu Tel: 0216 339 66 52 - 339 66 53
I
U
RN U B Ç
IN FIR
E
KİR
Babadan oğula lezzet mirası DENİZ UZ
İ
stanbul’da Tarabya sahilinde, neredeyse 60 yıldır hizmet veren meşhur Kireçburnu Fırını, yıllar içinde hamur işinde bir marka haline geldi. Poğaçası, böreği ve kurabiyesiyle müşterilerini adeta kendine bağımlı hale getiren bu işletmenin sahibi ise bir Hemşinli. Osman Bostancı, bu fırını babası ve amcasından devralmış.
Şimdi oğullarıyla birlikte işletiyor. Kendisiyle lezzet sırlarını ve tarihi fırının hikâyesini konuştuk. Fırın nasıl kuruldu? 1957’de kuruldu. Öncesinde babam Şemin Bostancı ve amcam Şevki Botancı nam-ı diğer Şevket Usta, 12 yaşlarında İstanbul’a gelmişler. İstinye ve Anadolu Hisarı’nda fırında çalışmışlar. Daha sonra Yeniköy’de bir fırın açmayı denemişler. Fırının istimlak olması sebebiyle buraya gelmişler
ve burayı açmışlar. Ben o dönem küçüktüm ve köydeydim. Biz 1960’ta annem ve üç kardeşimle İstanbul’a geldik. O sırada tekrar bir deneme yapmışlardı ve sebat ederek işleri yoluna koydular. O zamanlar burası İstanbul’un sayfiye yeri gibiydi. Kışın kimse olmazdı. Sadece haftasonu karşımızdaki balık restoranları çok iyi iş yapardı. Restorandan çıkan müşteriler bizden alışverişini yapıp evlerine giderlerdi. Bu şekilde tanındık.
55 yıldır ben de burada yiyorum
Osman Bostancı
94
Hamur işinde lezzet yakalamanın sırrı nedir? 55 yıldır ben de burada yiyip içiyorum. Ağız tadının oturmuş bir hali var. Çamlıhemşin’den yıllarca tereyağı, peynir, bal geldi. Bunların lezzetini almış insanlarız. Buradaki yemeğin benim damağıma uygun olması lazım. Bir arkadaşım “Kendi yapıp da bu kadar iştahla yiyen görmedim” dedi. Vallahi yıllardır bıkmadan her gün yiyorum. Bir de son dönemde özellikle
diyetisyenlerden hamur işine karşı arıtk düşmanlığa varan açıklamalar gelmeye başladı. Çok yemek elbette zararlı. Kalorisi yüksek ürünler olduğunu kabul etmek lazım. Her gün börek yenmez. Bir kaç gün arayla yemenin ise bir zararı olacağını düşünmüyorum. Olsa bende olur. Var mı bende birşey? 50 yıldır yiyorum. Yiyeceksin, sporunu da yapacaksın. En azından yürüyüş yapmak gerekiyor. l
Hemşinli fırıncılar Hemşinliler niye iyi fırıncı oluyor? Benim dedem fırıncıydı. Muhtemelen babası da bu işle uğraşmıştı. Dedem Rusya’dan Ordu’ya gelmişti. Babamlar İstanbul’a kadar geldi. Hemşin’de sanayi, fabrika yok. Tarım arazi sebebiyle çok zor. O yüzden insanlar fırıncılık öğrenmiş. Biraz coğrafyadan dolayı. Restorancı da çoktur bizde. Hemşin’e ne kadar sık gidersiniz? Her yıl en az bir kere giderim. Çamlıhemşin’in Zilkale köyündeniz. Orada evimiz var, tamir ettirdik. Çocuklar çok seviyor, ufak olan küçüklükten beri giderdi. Büyük gelmezdi. O da beş sene önce bir gitti. Sen misin giden! Müthiş keyif aldı. Şimdi o ısrar ediyor, gidelim diye. l
O dönem sadece ekmek mi yapılıyordu? Ekmek, ama normal ekmek değil, Francala ekmeği ve ay ekmeğimiz vardı. Onlar çok ünlü oldu. 1967 yılında pide açma işlerine girmeye başlanıldı. Kurabiye de o dönem başladı. Bu da bizim bölgeye yazları gelen Ermeni ve Rum yazlıkçıların tavsiyesiyle oldu. Onların tarifleriyle yapmaya başladık. Ekmek ikinci plana atıldı. Poğaça ve böreklerimiz de çok tutuldu. Üsküdar böreği çok meşhurdu o dönem. Siz ne zaman çalışmaya başladınız? Geldiğimde yedi yaşındaydım. Okul başladı. Okuldan çıktığımda fırına gelip babamlara yardım ediyordum. O zamanlar gezmek, tozmak yoktu, izin diye bir şey söz konusu değildi. Hep çalışırdık. Hem imalathanede hem de tezgâhta fırında bulundum ve işi öğrendim. Mekan nasıl büyüdü? Başta sadece bu kat ve yukarıda küçük bir imalathane vardı. 1980’den sonra, askerden dönünce babamlardan işi devraldım. Burayı biraz geliştirmeyi düşündüm. Pazarlama ağını genişlettik. Market ve bakkallara ürün vermeye başladık. Şimdi pek çok pastane ve fırın türü yer var. Burayı özel kılan nedir? Buraya özel ürünlerimiz var. Mesela çay kurabiyesi, Kireçburnu kurabiyesi olarak biliniyor. Poğaçamız da çok farklı. Mayalanmış bir poğaça değil.
Baklava ustası Gaziantepli. Hâlâ biliyor insanlar. Baklavamız da öyle. Hepsinin ustası ayrı. Onlar da Hemşinli mi? Hayır börek ustamız Kütahyalı. Kütahyalılar börek konusunda iyidir. Ustanın babası da burada çalışmıştı. Siz babanızdan devralmışşsınız, ustanız da öyle... Evet, o dönemden gelen birkaç ustamız var. Pastacılarımız daha yeni, ama biz pasta işine daha sonra girdik. Zaten önceden sadece ekmek vardı. Poğaça, börek sonradan; pasta, baklava daha da sonra başladı. Baklava her yerde yapılır ama çoğu zaman beğenilmez. Siz baklavada iddialı mısınız?
Evet. Ustamız Gaziantepli. Fıstık Antep’ten, yağ Urfa’dan geliyor. Taş fırında pişiriyoruz. Padişah baklavası diye bir baklava yapmıştık 15 yıl önce. O çok meşhur olmuştu mesela. Müşteri ile nasıl bir ilişkiniz var? Yurtdışına gidenler, şehir değiştirenler oluyor. Yıllar sonra döndüklerinde bile buraya mutlaka uğruyorlar. Tadilat yaptık ama dokuyu değiştirmedik. Hiç başka şube açmayı düşündünüz mü? Hayır. Ben düşünmedim. Ancak, şimdi çocuklarım benim yanımda çalışıyor. Birisi işletme, birisi ekonomi okudu. Baba mesleğini seçtiler. İşin çoğunu da üstlerine aldılar. Onlar şube açmayı düşünüyor. Ama ben, “Bu bize yeter, buradaki ürün kalitesini yükseltelim” diyorum. Çünkü şu an bütün büyük marketlere mal veriyoruz. Buradaki işlerimiz de gayet güzel. Yemek de çıkarıyoruz. İlk başta olur mu diye düşündük, ama gayet güzel gidiyor. Onlar istiyorlar ama ben tutuyorum. Çocuklarınızla sizin bu işe bakışınız arasında, başka ne gibi farklar var? Onlar daha geniş düşünüyorlar, ben daha içe dönük bakıyorum. Kurumsallaşmak ve marka değerini yükseltmek amacındalar. Tabii bakış açıları daha farklı. İyi bir yer bulursak, doğru şartlarda şube açmayı deneyebiliriz. l
95
Karadeniz mutfağının sağlıkla imtihanı B
Sağlıklı bir yaşamın en önemli basamaklarından biri spor yapmaksa, diğeri de doğru beslenme. Karadeniz mutfağı bu açıdan birçok fayda sağlanıyor. Balık tüketiminin fazla olması, envai çeşit otlarıyla yapılan yemekleri açısından iyi bir beslenme takvimi sunuyor. Ancak zaman zaman yapılan yanlışlar da yok değil. Özellikle de kızartma ve kavurma pişirme tekniğinin yaygın olmasıyla. Elif Bilgin Beslenme ve Diyet Danışmanlık Merkezi’nin sahibi beslenme ve diyet uzmanı Elif Bilgin, bakın Karadeniz insanın beslenme alışkanlarını bizim için yorumladı. İstedik ki beslenirken kendinize ne kadar iyi baktığınızı ya da yaptığınızı yanlışları anlayın. Sözü uzmanına bırakalım: 96
eslenme tarzımızı etkileyen en önemli etkenlerden biri, kültürümüz. Bu nedenle mutfaklar bile kendi içinde Doğu, Ege, Akdeniz, dünya mutfakları şeklinde ayrılıyor. Karadeniz mutfağında hamsi, fındık, çay ve mısır ununun temel malzemeleri oluşturduğu düşünülse de bilinenin aksine sebze yemekleri de oldukça yaygın. Pişirme tarzına baktığımızda bu bölgede kızartma ve kavurma yöntemleri de mutfakta sıklıkla kullanılıyor. Salamura besinlerin tüketimi özellikle kış aylarında oldukça fazlalaşıyor. Pazı, ısırgan gibi otların yer aldığı yöre mutfağında karalâhana da çok tüketilen bitkilerden. Hamsili yemeklerin yanı sıra yöre mutfağının en bilinen yemeklerinden biri de muhlama. Muhlama, sakız kıvamında, mısır unu ve kızarmış peynirin ana malzemeler olarak yer aldığı bir yemek. Karadeniz mutfağını beslenme alışkanlıklarına göre incelediğimizde avantaj ve dezavantajları olduğu görülüyor. l Fındık tüketimi: Miktarı iyi ayarlanamadığında kilo almaya neden olabileceğinden ötürü bir dezavantaj da olabilecek fındık tüketimi, doğru miktarlarda gerçekleştirilirse oldukça faydalı. E vitamini, posa, omega-3,
magnezyum ve selenyum kaynağı olan fındığın hem taze hem de işlenmiş olarak yılın her ayında ulaşılabilir olması beslenme açısından bir şans. l Çay tüketimi: İçerdiği yoğun antioksidanlar ile kansere karşı koruma sağlayan, kalp sağlığını geliştiren ve metabolizmayı hızlandıran çay, Karadeniz sofralarında sıklıkla yer alıyor. Fakat çayın yararları gibi zararları da söz konusu olabiliyor. Çayın aşırı tüketimi içerdiği kafein nedeniyle vücuttan su atımının ve kalp atım hızının artmasına yol açabiliyor. Bu nedenle günde 3–4 fincandan fazla çay tüketmemeye özen göstermek gerekiyor. Yapılan bir yanlış uygulama da çayın tüketim şekli ve saatiyle ilgili. Yemekten hemen sonra içilen çay, demir mineralinin emilmesine engel olabiliyor. Bu nedenle çay yemekten en az 45 dakika sonra tüketilmeli. Demli çayda ise antioksidan miktarı oldukça
l Balık tüketimi: Balığın çok sık tüketiliyor olması Karadenizliler için bir avantaj. Çünkü balık, A ve D vitaminleri, iyot, fosfor gibi minerallerden zengin. Bunun yanı sıra kalp sağlığını koruyucu ve vücutta iltihabı azaltıcı etkileri olan ve zihni güçlendiren omega-3 yağ asitlerinden de oldukça zengin.
azalıyor. Bu nedenle açık ve limonlu çay içilmeli ve çay 7-12 dakikadan fazla demlenmemeli. l Kara lahana tüketimi: Karadeniz Bölgesi’nde en sık görülen sağlık sorunu guatr. Bu hastalık yetersiz iyot tüketiminden veya iyodun vücutta tutulmasını engelleyen guatrojenlerin aşırı tüketilmesinden kaynaklanıyor. Karalâhana guatrojen içeriği yüksek olan bir besin. Bu nedenle tüketim miktarlarına dikkat edilmeli ve mutlaka iyi pişirilmeli. Çünkü guatrojen yapıda bileşikler pişirmeyle etkisiz hale geçiyor. l Süt ve süt ürünleri tüketimi: Karadeniz Bölgesi’nde süt ve süt ürünleri tüketimi oldukça az. Kalsiyum mineralinden zengin süt ürünleri kemik sağlığı açısından oldukça önemli. Bu yörede yaşayanların süt ürünü tüketme alışkanlığı kazanması gerekiyor. Günde 2 su bardağı kadar süt veya yoğurt tüketilmeli. Balık kılçıklarının kalsiyum mineralinden zengin olması ve hamsinin kılçıklı tüketilebilmesi Karadeniz halkı açısından iyi bir alışkanlık. l Salamura besin tüketimi: Karadeniz bölgesinde kış mevsiminde salamura besin tüketmek oldukça
yaygın olarak görülen bir alışkanlık. Salamura besinler uzun süre tuz veya tuzlu su içerisinde bekletiliyor. Bu nedenle sodyum mineralinden oldukça zenginler. Ancak aşırı miktarda salamura besin tüketimi yüksek tansiyona neden olabiliyor. Tuz tüketimi mide kanserine yakalanma riskini arttırabileceğinden Karadenizliler salamura besinlerin tüketim miktarlarına dikkat etmeli ve her gün tüketmemeye özen göstermeli. l Kızartma ve kavurma tüketimi: Bu bölge de en sık kullanılan pişirme yöntemlerinden biri kızartma ve kavurma. Kızartma ve kavurmalar, vücuda karsinojenik maddelerin alınmasına neden oluyor. Ayrıca serbest
radikallerden zengin olduklarından dolayı yaşlanmaya davetiye çıkartıyor. Kızartma ve kavurma yerine haşlama, buğulama ve fırında pişirme yöntemleri tercih edilmeli. Kalp ve şeker hastalarının kızartma ve kavurmalara sofralarında hiç yer vermemesi gerekiyor. Sağlıklı bireyler ise nadiren kızartma tüketebiliyor. Karadeniz halkının dikkatli olması gereken nokta kızartma işlemi ve kızartma yağıyla ilişkili. Kızartma derin yağda ve dumanlanması noktası yüksek olan yağlarda (ayçiçeği gibi) yapılmalı. Aynı yağda üç kereden fazla kızartma yapılmaması, kızartma yağının serin ve kuru bir alanda cam kavanozda muhafaza edilmesi sağlık açısından önemli. l
Y
I
AĞCIOĞULLAR ALÜMİNYUM DOĞRAMA SAN. TİC. LTD. ŞTİ.
www.yagciogullari.com Ferhatpaşa Mh. Gazipaşa Cd. No:68 Ataşehir - İSTANBUL Tel: 0216 313 69 88 Fax: 0216 313 69 87
Kıbrıs Er. İr Sineklik Ltd. Şti. Alayköy Organize Sanayi Bölgesi 7. Cad No, 42 KIBRIS
Gsm: 0532 212 89 30 Gsm: 0537 404 37 87 erdal.yagci1959@gmail.com
YEMEK
FİRDEVS GÜNAÇAR
@firdevsgunacar
SEBZELİ HAMSİ MALZEME 2 kg. hamsi (Kılçıkları alınmış ama ortadan ayrılmamış) 3 Kuru soğan (Dörde bölünmüş, ince yarım ay şeklinde doğranmış) 3 büyük kapya biber (Uzunlamasına dörde bölünüp soğan inceliğinde doğranacak)
3 büyük domates (Kabukları soyulmuş, küp küp doğranmış) 1 bağ maydanoz, 1 bağ nane 1 bağ taze soğan 6 diş sarımsak Tuz, pul biber, karabiber (isteğe bağlı olarak, istenildiği kadar kullanılır) Küçük bir çay bardağı zeytinyağı TERBİYESİ İÇİN 3 yumurta sarısı, 1 sulu limon (daha ekşi istenirse limon 1.5 yapılabilir) YAPILIŞI Bütün malzemeleri doğrayın. Zeytinyağı ilave edip elinizle iyice ovup malzemeleri birbirine yedirin. Kenarda bekletin. Tepsinizi erimemiş tereyağıyla iyice yağlayın,
98
SAAT M I R LİK I: YA MAS T / 8 KİŞİ N A L A R HAZI Sİ: 1.5 SA E M PİŞ
hamsileri üst üste gelecek şekilde dizin. İç harcınızı hamsilerin üstüne döşeyin. Kalan hamsinizi gene üst üste gelecek şekilde dizip üzerini folyolayın. 200 derece ısınmış fırına verin. 1 saat dolunca üstünü açın, yaptığınız limonlu terbiyenizi döküp, yarım saat daha pişirin. Fırından çıkardıktan sonra kenarlarını bıçakla ayırıp tepsinizi biraz sallayın ve koyacağınız tabağınıza ters çevirin. Benden size küçük bir tavsiye: Sebzeli hamsinizi yerken mutlaka taze bir ekmeği suyuna banıp tatmayı ihmal etmeyin. Bu lezzetin tadına doyum olmaz. Afiyet olsun… l Not: Kullanacağınız tepsi 24-26 cm ve teflon olmalı. Teflon hamsinizin yapışmaması açısından daha iyi olur.
Altınbaş Kolay Demlik’le
kolayca demle
kolayca temizle YENi
KOLALYiK DEM
Çayın altın değerindeki en üst yapraklarıyla harmanlanan yeni Altınbaş çay, şimdi kolay demlik paketinde.