evrenin eş zamanı

Page 1


~2~ Önsöz Birazdan ilginç bir yolculuga çıkmak üzeresiniz. Okudugunuz kitaplardan daha tuhaf ama daha gerçekçi bir yolculuk… Ögrendiginiz tüm fizik kurallarından bagımsız ve gerçekleşmesi sizi şaşkınlıga itecek hayallerinizin yeni görümüne dogru olan bir yolculuk. Genç bir adam düşünün ki bir yılda çevresindeki maddi, manevi ve sosyal her şeyi degiştirdi. Bu oldukça zekice degil mi ? Sınır koymadan hayal edebildigimiz mutluluk, para, saglık ve sosyal hayatı hayatımıza çekmek zekice degil mi ? Size bu kitapta anlatacaklarım asla motivasyon vermek ve gerçek dışı bir hayal dünyasına sokmak için yazılmadı. Yaşadıgımız evrenin, kurdugumuz hayallerin, içinde bulundugumuz şartlar ne olursa olsun nasıl olup da ayagımıza kadar getirebilecegi durumlarını anlatan bir gerçeklik yazısıdır. Hepimizde olan ve dogdugumuzdan beri farkında olamadıgımız bir gücün yazısı… Bizler yaşadıgımız evrende bir makinemiyiz. Yoksa gözlemlerimizle yaşadıgımız gerçekligi etkileyen yaratıcılar mı ? Dünya son dönemlerde “Çekim Yasası” ismiyle kalıplaşan bir terimi tartışıyor. Bu tartışma Rondie Bryne’nın kaleme aldıgı “The Secret” (Sır) adlı kitap ve bu kitabın baz alınarak yapıldıgı etkileyici bir belgesel ile başladı. Peki insanlık bu terimi ilk defamı duyuyor. Daha önceleri birileri çıkıp bize bu konuda bir şeyler söylemiş mi ? Peki yıllar boyu kendini kaderci bir yaklaşımla dinine ve ilahi kitaplara vermiş insanlar için bu ortaya atılanlar yaratıcıya bir hakaret mi ? Yoksa yaratıcının yolladıgı ilahi kitaplar bize aynı gerçekleri işaret ediyor muydu.? “SIR” gerçektende bir “sır” mıydı. Yoksa insanlık tarihi boyunca isteyenin zaten ulaşabilicegi gerçegi görmemizi saglayan bir takım bilgiler mi? Dünya tarihinin yıllar boyu önde gelen isimleri bu sırrı biliyorlar mıydı? Eger biliyorlarsa bizden sakladılar mı? Yoksa insanlıga verdikleri mesajlarda bu gücü defalarca anlatmaya çalıştılar mı? Bu kitap çalışmasına başlamaya karar verdigim zaman Bu güç ile tanışalı yaklaşık 1 yıl olmuştu. Bu bir yılda onlarca kitap, makale okuma fırsatı buldum. Olabildigince başarı hikayelerini inceledim. Yaşadıgım çevrede insanları gözlemledim. insanların her hareketinin kendisine dönüşünü olabildiğince takip etmeye çalıştım. internet üzerinde üye oldugum forumlarda insanların sorularını dinledim. insanlar iletişimimde gelişim yolculuklarını takip etme fırsatı buldum. Yaptıkları hataları görme imkanı da buldum. Bu bir senede tanıştıgım insanlar, benim tanışmayı seçtiğim insanlardı. Kendi farkındalıgımı geliştiştirmeye başladıgımda her hareketimin farkında olmak harika bir deneyimdi. Bu süreçte hayatımda meydana gelen irili ufaklı binlerce şeyi fark ettim. Yani adaletsiz bir dünyada olmadıgımızı fark etmek heyecan vericiydi. Farkındalığımı daha ileri boyutlara taşımaya kararlıydım. Beni derinden etkileyen düşüncelerle ilahi dinleri inceleme fırsatı bulduğumda karşılaştım. Kur’anı Kerim başta olmak üzere incil, Tevrat’tan bu konulara ilişkin çarpıcı gerçeklerle karşılaştım. Madde gerçeği, evren, yaratılış, fizik kanunları, doga kanunları ile ilgili onlarca belgesel izledim. içinde bulundugum durumlardan çok şey öğrendim. Bu kitaptaki hedeflerimden biri tecrübelerimin “çekim yasası” ve onun gücüyle ilgili anlayışımı ne düzeyde kuvvetlendirdigi üzere olan gerçeklerimi yalın bir anlatımla konu başlıkları halinde anlatmaktı. Bu güç, baş döndürücü bir vahiy gibi anında görünmedi. Bir yerde apaçık yazmıyordu. Peşinden koşmadıgım sürece o güce sahip olmam mümkün degildi. Yani bir bakıma bu güç hem her yerde hem de hiçbir yerdeydi. Bu çalışmanın ortaya çıkmasını saglayan öncelikle hayatimdegisti.com üyelerine sonra tüm herkese ve tüm şartlara teşekkür ederim. Bu bir yılın benim açımdan mucizeler içinde geçmesine ragmen; zaman zaman üzüntüler, güçsüzlükler, hayal kırıklıkları yaşamadım da değil. içinde bulundugum durumu sorguladıgım çok oldu. insanların yaşadıkları sıkıntılarla karşılaştırdım. Bazen tüm bildiklerimi unutur duruma geliyordum. Teorik bilgi şahane bir şeydir aslında. Çevrenize anlattıgınızda sizin hayatınızın dört dörtlük oldugu hissine kapılabilirler. Sırf teorik bilginin gününü güzelleştirmeye yetmedigini anladım. Alışkanlık haline dönüşmeyen yöntemlerin, hayallerin ve davranışların gerçeğe dönüşmedigini anladım. Bu kitapta 1920’ler de keşfedilen ve “The Secret” kitabının anlatmak istedigi düşünce teknigi olan olan Kuantum Düşünce Teknigini, kafa karıştırmaktan uzak bir niyetle günlük gerçeklerimiz ışıgında anlattım. Dolayısıyla hayalini kurabildiğimiz her şeyi deneyimlemek, gizemli rastlantıları izlemeyi ögrenme işlemine baglıdır. Çok azımız geriye dönüp baktıgında şu andaki işimize, eşimize, ya da yürekten güvendigimiz dostlarımızla birlikte oluşumuza neden olmuş olan gizem dolu gücün bu evrensel yasayla ilgili olmadıgını söyleyebilir. Gerçek şu ki, Bu güne kadar istedigimiz ya da istemedigimiz bütün olayları hayatımıza biz çektik. Evet biliyorum… Burası anlaması en zor olan kısım. inansanız da inanmasanız da bu gücü bilinçli ya da bilinçsiz kullanmaya devam ediyorsunuz. Bu güç yaşamlarımızın çevresinde her an dans edip bize seçimler yapmamız için göz kırıp duruyor.


~3~ Çekim yasasının mekanizması nedir? Nasıl oluyorda zihnimizde tuttugumuz şeyleri deneyimliyoruz. Ne oluyorda atom altı parçacıklar her an bir yaratım başlatıyor. Bunu bilemiyoruz. Anlatacaklarım böyle bir gerçegin var oldugunu bize kanıtlıyor ve yaşadıklarımızın sorumlulugunu bizlere veriyor; Fakat mekanizmasını bizlere vermiyor. Bilimsel açıdan ve dini açıdanda bu böyledir. Yani bulgularımız “bu güç gerçek kanıtı binlerce ama nasıl çalıştıgını hiçbir zaman tam anlamıyla çözemessiniz” diyor. Bunun gizlendigini ayetlerde ve bilim adamlarının açıklamalarında görmek mümkün. Bu gerçekleri ögrendigim dönem 2007 yılının bitişi ile başlıyor. Memur anne ve babanın ilk çocugu olan ben, 21 yaşıma kadar metaryalist bir düzen içinde oldugumu sanıyordum. Orada bir dış dünya vardı. Benim inancım onun kurallarına uymak zorunda oldugumdu. Tüm yaşamım karşıma çıkacak tesadüflere, şansa, insanlara baglıydı sanki. Çogu insan gibi bende, iç dünyamın degişmesi için, dış dünyanın degişmesi gerektigine inananlardandım. Bu düşünce tarzım 2007 yılının son devresine kadar sürmüştü. Hayatımın kilit noktası olan o dönemde hayatımın en büyük üzüntülerini, özlemlerini, yalnızlıgını, haksızlıklarını yaşamıştım. Simdi anlıyorum ki o zaman içindeki bulunduğum tramvatik durum hayatımın en büyük altın anahtarına sahip olmak için hazırlıktı. Bu nedenle hayatımın mucizeler içinde geçmesine iyi ya da kötü vesile olan yanımda olan olmayan tüm herkese buradan teşekkür ediyorum ve “iyikide” diyorum. Bu gücün kişinin yaşamını her alanda dönüştürebilecegine inanmıştım. Ama artık bunu adım gibi biliyorum. Bizler bizim dışımızda olan bir dış dünyaya şartlandırıldık. Maddi şartlar, sosyal şartlar, şans kavramı... Gelenekçi ve kaderci dini ögretiler, yıllar boyu kazandıgımız ön yargılarımız bize içinde tekdüze bir yaşam sunan bir ilizyonun içine attı. Eger gözlerinizi açıp birazcık bakarsanız, kendinizi yeteri kadar egitirseniz etrafınızdaki tüm yalanları görmeye başlarsınız. Dolayısıyla dünyaya gelme amacımızın sürekli bir şeyler dilemek olmadıgını ve “Neden burada oldugumuzu” bulmak oldugunu görürsünüz…

Akin Berk SÜRÜCÜ


~4~

Sabah yataktan kalkıp da camdan dışarı baktığımızda çağdaş dünyanın yavaş yavaş uyanmaya başladığını görürüz. İnsanlar bir bir evlerinden çıkarlar arabalarıyla ve ya toplu taşıma araçlarıyla iş yerlerine giderler. Vapurlar seferlerine başlar. Dükkanların önüne parketmiş olan kamyonlar mallarını boşaltır. Öğrenciler ders ve sınav telaşıyla okullarına doğru yol alırlar. Yapılması gereken ne ise onları yaparlar. Nasıl oluyorda yaşamımızı bu şekilde sürdürüyoruz. Bizim dışımızdaki insanlar ya da bizden önceki insanlar tarafından biçimlendirilen günlük gerçeklerimizi oluşturan asıl neden kendi düşüncelerimiz olabilir mi ? “Benimle ne alakası var, orda bir dış dünya var ve bende onun kurallarına uymak zorundayım” diyebilirsiniz. İşte benim bu kitapta anlatmak istediklerimin nedeni dış dünyanın sizin sandığınız gibi olmadığı gerçeğidir. Kaç yaşında olursak olalım, yaşadığımız geçmiş elbette yaşamımızın koşullarını oluşturdu. İlk önce ailemizden öğrendiğimiz kurallar, sonra yıllar süren öğrenim hayatı, Edindiğimiz arkadaşlar ya da aşklar, yaşadığımız toplumun maddi ve sosyal durumu bizim kendi kurallarımızı, yani hayata bakış açımızı belirledi. Bunun sonucunda biz kendimizce dış dünyaya sıfatlar belirledik. Kimimiz “yaşamak güzel” dedik. Kimimiz “dünya adaletsiz”… Kimimiz “Ben kadersizim, şansızım” … Bunun gibi yüzlerce şeye inandık. Bu gerçeklere göre yaşadık. Dünya da bizi hep haklı çıkardı. Çok az bir kısım zenginliğe, huzura, şansa kavuşuyor ama toplumun büyük bölümü ise tekdüze bir yaşam mücadelesi veriyordu. Hatta biraz uç örnekler verelim. Kimilerimiz milli piyangoyu tutturuyordu. Bizde milyonda bir olan bir şansa bakıp “şansa bak” dedik. Kimilerimiz ise hiç beklemedikleri anda bir trafik kazası geçiriyordu ya da amansız bir hastalığa yakalanıyordu. Bizde bu kötü rastlantılara bakıp “Ne kötü şans, eğer o saatte orda olmasaydı böyle olmazdı” diye hayıflandık “Kaderde varmış” dedik. Sürekli dedik. Birazcık güzel hayal kurduğumuzda “Ama” dedik “Nasıl olacak ki” dedik. Hatta birileri çıkıp yaşam sevincinden, inanmaktan bahsettiğinde “pollyanna’mı olalım yani” dedik. Doğrusunu söylemek gerekirse “pollyannacılık” hayatımda duyduğum en saçma ve en gerçek dışı kurgudur. Bu kitabı yazan biri olarak size pollyannacılığın sırlarını hazırlamadım. Pollyanna masalında biliriz ki, küçük kız olumlu düşündükçe başına kötü şeyler gelmiştir. Gerçek hayattan alınmış bir hikaye değil. Yani pişirilip önümüze sürekli sunulan şey bir masal ! Bunun dışında öyle motivasyon kitaplarından esinlenip “inan, iste, çalış çabala, düşün taşın” gibi desteksiz ve içi boş motivasyon yazısı da hazırlamadım. Size bir rüya alemine sokacak, ironik masallarda hazırlamadım. Şimdi aranızda “The Secret”i okuyanlarınız da vardır. Biliyorum, biliyorum. Ama öyle değil. Size o kitabı pişirip önünüze sunmadım.  O kitaptaki eksik ne varsa zamanla anladım. Gerçeklerle birleştirdim. “Ne” yi mi iddaa ediyorum. Gerçekliği… Beş duyu organımızla deneyimlediğimiz ve istediğimizde etkilediğimiz gerçekliği. Çevremizin her türlü maddi, manevi ve sosyal şartlarından bağımsız “hayalini kurduğumuz her ne varsa” deneyimleme ve sahip olabilme gerçekliğini... 21 yıl kendimi dış dünya kandırdıktan sonra, gözlerimi açtığımda bana bir yılda binlerce deneyim yaşatan gerçeği… Bu güne kadar yeryüzüne gelmiş bütün insanların sahip olduğu ve doğdumuzdan beri ya iyi ya da kötü her şekilde ve her an kullandığımız gerçeğini… Bu dünyada neden bulunduğumuzun ve nereye gittiğimizin gerçeğini… Yaratıcının bizi yaratırken, nasıl adil bir güç verdiği ve “O” onun bizden bağımsız bizim dışımızda bir varlık olmadığı gerçeğini… İstediğimiz her şeyin emrimize ve irademize verildiğinin bilimsel ve dini ayet boyutundaki gerçekliğini… Aslında evrendeki tüm maddelerin yoğunlaşmış öz enerji olduğu, nasıl birbirine bağlı olduğu ve hepimizin ortak evrensel bir zihin içinde olduğumuzu fark ettiren apaçık gerçekliği… Bunu göremeyen insanların bu güne kadar hangi neden ve yanılgılarla fark edemediği gerçeğini… Zaman dediğimiz olgunun sandığımız gibi işlemediği gerçekliğini… Eşzamanlılık Gerçeğini… YANİ Evrensel Çekim Yasası Gerçeğini… Hiç “Gireceğim sınavdan kötü not almak istemiyorum” deyip kaldınız mı? “Sevdiğimden ayrılmak istemiyorum” diye düşünüp bunu bol ilgi ve aşırı kıskançlık ile önlemeye çalışsanız dahi ayrıldığınız oldu mu? “Borçlarım bitsin istiyorum” diye yakınıp yeni borçları hayatınıza çektiniz mi ? İlişkileriniz hep birbirinin benzeri mi? Şiddetle karşı çıktığınız şeyin sonra sizinde aynısını yaptığınız oldu mu? “Bu devirde çok para kazanmak zor” deyip sigortalı bir işi hayatın garantisi olarak gördünüz mü? Şans’a inanıyor ama şanssız olduğunuzu mu düşünüyorsunuz ? “Çok güzel hayallerim var ama çok zor hatta imkansız” dediniz mi? Kendinizden daha az yakışıklı ya da daha az güzel buldunuz birinin nasıl olup da karşı cins tarafından çok fazla ilgi gördüğünü merak ettiniz mi? Günlük yaşamda her ne kadar düzenli ve tertipli olsanız da, tam evden


~5~ çıkarken cüzdan, telefon, anahtar vb. gibi aksesuarlardan herhangi birini her seferinde dakikalarca telaşla aradığınız oldu mu? GSM hattınızı sürekli yenileseniz dahi mutlaka bir yerden bulup sizi rahatsız ediyorlar mı? ? Dünya ülkelerinde neden en çok karşı çıkılan kişilerin iktidarda olduğunu düşündünüz mü? Geleceğe ertelediğiniz bir hayal hala gelecekte mi? İstemediğimiz yerine odaklandıklarımızı ve hissettiklerimizi deneyimliyor olabilir miyiz. Tüm motivasyon kitaplarının “iste-olsun” klişesini yıkan ve yerine “Hisset-Olsun” mantığını temel alan, duygu ve titreşimlerle yaşadığımız çevreyi etkilediğimiz gerçek yasa Evrensel Çekim Yasası dır. Formülü “Odaklanmak” tır. Bir düşünceyi beraberindeki his ile iyi ya da kötü sürekli bilincinizde tuttuğumuzda Onu gerçekleştirecek olay ve koşulların oluşmasını sağlar ve deneyimleriz. Bu içinde bulunduğumuz şartlar ne olursa olsun maddi, manevi, sosyal her alanda, inansanız da inanmasanız da doğduğunuzdan beri kullandığınız bir gerçektir. Başınıza gelen kötü şeyleri de, “Ama benim bir suçum yoktu ki” dediğiniz şeyleri de siz çektiniz. Hastalık, trafik kazaları, hırsızlıklar, para kayıpları da dahil hepsini hayatınıza siz çektiniz. Ne? Büyük bir iddaa mı… Hiç “Sevdiğimi kaybetmek istemiyorum” yerine “Onunla ömür boyu mutlu olacağınız koşullara” odaklandınız mı ? Odasına posterini astığınız son model bir arabaya nasıl olup da sahip olacağınızı bilmeseniz bile milyonlarca sebepten biri ile mümkün olabileceğine inandınız mı? Defalarca ve severek dinlediğiniz şarkıların sözlerinin odaklanmaya sebep olduğunu ve yaydığınız titreşimlerle benzerlerini hayatınıza çektiğinizi hiç düşündünüz mü? Beyninizin yaydığı alfa dalgalarının dünyanın gerçekliğini etkilediğini biliyor musunuz? Milli piyangoyu nasıl kazanacağınızı hayal etmek yerine onu oynama amacınız olan parayı çekmenin sonsuz sayıda olasılığının var olduğunu biliyor musunuz ? Bunun dolaylı niyet ile mümkün olabileceğini düşündünüz mü? Dua’nın sırrını biliyor musunuz ? Nasıl dua edileceğini ve nasıl kabul göreceğini biliyor musunuz ? Yoksa “Çekim Yasası” Allah’ın yarattığı sonsuz düzenin kendisi mi ? Kaderin gerçek olduğunu ama ne olduğunu biliyor musunuz? Evrensel Zihin nedir? Birbirimize bağlı mıyız ? Gerçekten etrafınızda neler olup bitiyor hiç düşündünüz mü? Bu kitabı bugün bitirebilirsiniz hatta 3 kere arka arkaya da okuyabilirsiniz. Ama sakın yarın sabah kalkıp hayal falan kurmaya başlamak gibi bir hata yapmayın.  Ya da bir hafta sonraki sınavı bu yolla nasıl kurtaracağınızı planlamayın. Hatta ve hatta gittiğiniz dersanenin en ön sırasında oturan, sınıfın en güzel kızının gözüne nasıl gireceğinizi de bu yolla planlamayın. Yani olaya “sihirli değnek” gözüyle bakmayın. Yoksa benim ilk zamanlarda yaşadığım “E hani ama ” durumunda kalmanız olasıdır. Evet kabul ediyorum ! O kadar çok gerçekleşmesini istediğimiz hayallerimiz, istediklerimiz var ki. Hemen şu an olsun isteyebilirsiniz. Yarın sabah sorunsuz bir dünyaya uyanmak isteyebilirsiniz. Bilmenizi isterim ki bende bu aşamalardan geçtim. Bazen bu bilgileri teorik olarak iyi kavramama rağmen, yinede adım atamadığım, üzüldüğüm durumlar oldu. Her olayda Yapbozun bir eksik parçasını daha buldum. Üstünde önemle durduğum bir konu ise hiç vazgeçmediğimdi. Size anlatmak istediğim hayatınızın geri kalan tüm yıllarının mucizelerle ve gerçekleşen hayellerle dolu geçeceğidir. Fakat bu geri kalan yılların sadece ve sadece ilk yılı inişli çıkışlı, yer yer inanılmaz mucizeler, yer yer ise sıkıntılarla geçebileceği olasılığıdır. Takdir edersiniz ki hayatımızın 20-30-40 yıllık kayıtlarını bir anda değiştirmek zordur. Bu anlattıklarımı bana danışan insanlara anlattığımda nedenini anlamadığım hayal kırıklıklığı yaşıyorlar. Çünkü onlar bu gelişim sürecini yaşayıp kavramak yerine, ya kendine lazım olan parayı nasıl kendine çekeceğinin, ya da ayrıldığı sevgilisini nasıl geri döndüreceğinin yöntemlerini bana soruyor. İyi de ben büyücü değilim ki  Ben hayatın geneline bakarım. Neden-sonuç ilişkilerini düşünce gücümüzle nasıl yönettiğimizi gözlemlerim. Ben düşüncelerle, düşüncelerin oluşturduğu alışkanlıkla, alışkanlıkların oluştuğu karakterlerle, karakterlerin oluşturduğu kuansal yaratımı gözlemlerim. Her insanın nasıl düşünce frekansının nasıl benzerlerini çektiğini fark ederim. İnsan beyninin potansiyelini incelerim. Evrensel Çekim yasası için bir bardak nescafe istemekle, 1 milyon dolar para istemek aynı şeydir. Arasındaki farka inanan biziz. Onun için biri diğerinden zor ve imkansız gelir. Oysa yaşadığımız evrensel düzende ikisi de aynıdır ve tüm bu düzeni yaratan Allah için ikisi de aynı kolaylıktadır. “OL” der ve olur. Size başlangıç için anlatacağım güzel şeylerde var tabi  Eğer gerçekten istekliyseniz hemen birkaç gün içinde gözlemleme yeteneğimizin arttığını hissedeceksiniz. Yaşadığınız iyi ya da kötü her şeyin düşündüklerimizin sonuçları olduğunu ufaktan sezmeye başlayacaksınız. Geçmişteki her düşüncemizin bugünle bir bağlantısını mutlaka bulacaksınız. Hatta hatta minik mucizeler bile deneyimleyebilirsiniz. İstediğiniz bir kitap, bir bilgi, yemek istediğiniz meyveyi birkaç saat sonra size birinin ikram etmesi gibi… Tabi minik kötü mucizeler de yaşarız. Bir tartışma, bir tepki, bir eşyamızın kaybolması hatta ayağmızın takılıp sendelememiz gibi. Siz zaten bunları


~6~ doğduğunuzdan beri uyguladınız. Aradaki zaman tamponundan dolayı bunu fark edemediniz. Bunlar iyi ya da kötü olsa da fark etmek çok önemli. Çünkü bu ufak fark etmeler bir alışkanlığa dönüşecek. Bu daha büyük mucizeleri sezmeniz için bir alıştırma olacaktır. Evet uzun bir süre büyük hayal kurmayın. İlk önce gerçeği görün. Yaşadığınız iyi ya da kötü ne varsa “Haa evet ben bir ara şöyle hissedip şöyle bir tepki vermiştim” farkındalığına gelin. Bu arada başınıza gelen olayları istediklerinizle değil “hissettikleriniz”le karşılaştırın. Evrensel düzen sizin bir şeyi isteyip istememenizle ilgilenmez. O olayla ilgili ürettiğiniz duygulara bakar. Ve benzerleri ile bizi tekrardan karşılaştırır.

Bu açıklamalardan şu sonuca varıyoruz ki, şu an yaşadığınız hayat, geçmiş düşüncelerinizin yansımasıdır. Buna, yaşadığınız tüm mükemmellikler ve bi o kadar da Şanssız ve kötü bulduğunuz her şey dahil. Üzerinde en çok düşündüğünüz şeyleri kendinize çektiğinize göre, hayatınızın her alanında baskın olarak neler düşündüğünüzü görmek kolay, çünkü yaşadıklarınız bunlardan ibaretti, şimdiye kadar! Şimdi ise, Evrensel Çekim yasasını öğreniyorsunuz ve gözlemleme yeteneğini kazandığınızda hayatınızı yönetecek duruma geleceksiniz. Anlatacağım diğer konularda, hem yaşadığım deneyimleri, bu gücün aşamalarını bilimsel ve de ilahi boyutunu göreceksiniz. Bir konuya açıklık getirmekte daha fayda görüyorum. Hiçbir hayal bedel ödemeden elde edilmez. Tekrar vurgulamak gerekirse anlatmak istediğim hangi hayali kurarsanız kurun, “Ona sebep olacak, olayların ve şartların” oluşmasının kesin formülleridir. Bu hayal dünyanın öbür ucundaki bir şeyde olabilir. Hayal edemeyeceğiniz miktardaki parada olabilir. Ama önce bu hayalin oluşması için koşulların oluşması gereklidir. Yani çok basit bir örnek vermek gerekirse; bir araba almak istediğinizi hayal edelim. Nasıl olacağını bilmesek bile eğer doğru düşünmeyi öğrenirsek, evren bizi o hayale ulaştıracak kişilerle tanıştırabilir, aklınıza çok can alıcı bir fikir gelebilir, ya da o arabaya kolayca sahip olmak için tam da o parayı ödeyecek bir işe kabul edilirsiniz ya da o arabaya ulaştıracak binlerce yoldan bir ve ya bir kaçı sizi bulabilir. “Ama ya olmazsa” diye ihtimal yok. Eğer gerçekten doğru düşünmenin sırrını fark edebilirseniz, yaşadığınız dünyayı titreşimlerle etkilersiniz, dünyanın öbür ucundaki bir şeye bile çok mantıklı neden-sonuç ilişkileriyle ulaşabilirsiniz. Çoğu insan buna “şans” der. Bende önceden bu kadar rastlantının şans olabileceğini düşünüyordum. Ta ki dünyayı etrafımda döndürebileceğimi anladığım ana kadar… Bu çalışmada ilk olarak “yaratılış” konusunu ele almak istedim. Bu konudan özellikle başlamak istedim. Biliriz ki çevremizde fiziksel kanunlar vardır. Yer çekimi, suyun kaldırma kuvveti, elektromanyetizma gibi… Fakat, elektron boyutuna indiğimizde bambaşka fiziksel kanunlarla karşı karşıya kalıyoruz. Elektron boyutuna inmediğimizde maddeyi mutlak bir varlık olarak görebilir, evrenin her yerinde sonsuzdan beri var olan katı cisimler olarak düşünebiliriz. Sahip olduğumuz beş duyu organı ile çevremizdeki tüm fiziksel olayları algılayabiliriz. Olaya buradan baktığımızda her şeyin maddelerden oluştuğunu ve yaratıcı gerçeğinin olmayabileceği olasılığını düşünmüşüzdür. Çünkü metaryalist bakış duyusal kanıt ister. “Yaratıcı varsa nerde, göremiyorum, duyamıyorum” der. Modern bilimden önce bu ayrıma düşülmüş ve “evrim teorisi” ve “sabit evren teorisi” gibi evrenin sonsuzdan beri var olan tesadüfler karmaşası olarak gösterilmiştir. Fakat 1920 ler’den itibaren fizik alanında büyük buluşlar olmuştur. Bu buluşlar hem evrenin sonsuzdan beri var olmadığını, hem de elektron boyutuna inildiğinde evrenin aslında katı maddelerden oluşmadığını açıklıyordu. Hayallerimizin nasıl yaratılacağını anlamak için evrenin nasıl bir düzen içinde ve neden yaratıldığını anlatmayı amaçladım. Bunu yaparken dini bir bakış açısı yansıtılmış görünse de, aslında farkına vardığım bu akıllı düzeni anlatabilmeyi uygun buldum. Çünkü hayalleri gerçekleştirmek gerçek yaratımı bilmekten geçiyor Ben yıllarca “din” kavramını yaşadığım toplumdan, çevremden, ve Kur’an dan öğrenmeye çalıştım. Etrafımdaki evrendeki tüm ihtişama bakarak Allah gerçeğine inanıyordum ama kafamda hiçbir zaman parçaları birleştirememiştim. Toplumun büyük çoğunluğu gibi geleneksel bakış açısıyla yaklaşmıştım. İbadetlerimde, ettiğim dualarda hep hissederek yapmak istemiştim. Yaşadığım fiziksel dünya, birde manevi olarak iletişimde olduğum bir yaratıcı vardı. Bunların arasındaki bağı çözebilirsem hayalimin nasıl gerçekleşebileceğine inanabileceğimi biliyordum. Elbette bu tam anlamıyla çözmek anlamına gelmiyordu. Bilirim ki, gaybı ondan başkası bilemezdi. Örnek olarak; televizyon izlediğimizde bir amaca ulaşmış olurduk, görüntüyü algıladığımızı bilirdik. Televizyonu izlememiz için televizyonun tüm elektronik aksanını ve nasıl çalıştığını bilmemiz gerekmiyordu. Bende kendi mantık düzeyimde parçaları birleştirmek istiyordum. Ve zamanla yaratıcı, evrensel zihin, fiziksel yasalar arasındaki bağı kafamda oturttum. Bu tabi; uzun bir gözlem, kendime birbiri ardına sorduğum sorular, bilimsel bulgular ve bunun sonucunda günden güne gelişen farkındalığım sayesinde oldu. Din


~7~ kavramını yeniden öğrenmek istediğimde karşılaştıklarım hissettiklerim muhteşemdi. “Yaratılışı iliklerime kadar hissetmek” böyle bir şey olsa gerek. Bu sözlerle anlatılmayacak muhteşemlikte bir his. İnsanların inandıkları yada inanmadıkları arasındaki muhteşem uyum gözlerimin önündeydi. Bu his tüm düşünce ayrılıklarını ortadan kaldırıbiliceğini anladım. Dil, din, ırk, düşünce ayrımı yapmadan tüm insanlığın gözüme aynı görünmesi tüm gelecekçi düşünceleri yıktı. Sadece önündeki caddeyi gören bir bakış yerine tüm şehrin haritasını görebilen bir düşünce boyutuydu. Bunu okuyan çoğu kişi bu hissi kestiremiyor olabilir. Ama bu bilinç yazıyla yazılabileceğim bir his değil. Parçaları zihninizde arayıp bütünleştirecek olan sizsiniz. Zaten bizi yaratan sonsuz kudret bunu istiyor. Onu düşünmemizi, yarattıklarını düşünmemizi, ona ulaşmamızı istiyor. Buna hoşgörüyle ve önyargısız ulaşacağımızı biliyor. Bize ne istersek emrimize verdiğini söylüyor. Sadece derin kavrayanların bu bilgeliğe sahip olacağını söylüyor. Bu çalışmam gerçekleri benim bakış açımdan sizlere sunuyor. Herkesin bakış açısı ve anlayış biçimi göreceli olabileceğinden konulara objektif olarak bakmanızı ve anladığınız ölçüde parçaları zihninizde birleştirmenizi öneriyorum. Kavramakta zorlanacağımız yerleri, çalışmanın yazarına sormak yerine; kendi içimize sorup birazcık etrafı gözlemlemek daha kalıcı temeller sağlayacaktır.

"Mıknatıs sahip olduğunuz baskın düşünce ya da zihinsel tutum; benzerin benzeri çekmesi de kural olduğuna göre, sonuç olarak zihinsel tutumunuz kendi doğasına uygun şartları kendine çekecek ve bu değişmeyecektir." ( Charles Haanel ) “Çekim yasası” terimini daha önce duymamış kişinin ilk aklına gelen Newton’un “Yer çekimi kanunu” oluyor. Fizik derslerinden biliriz ki, bir cisim başka bir cisme göre çekim kuvveti taşır. Evrenin hemen hemen her köşesinde bu fiziksel kanunlar geçerlidir. Atomlar arasında, hatta atomu oluşturan çekirdek ve elektronlar arasında bu çekim gücü mevcuttur. Evreni dengede tutan bilinen ya da bilinmeyen bir çok çekim kuvveti vardır. Fiziksel çekim kuvveti zıt kutuplar arasında olur. Buna “elektromanyetik çekim kuvveti” denir. Bizim anlattığımız çekim yasası ise bunun tam tersini iddaa ediyor. Burada aynı kutuplar yada benzerler birbirini çekiyor. Buda manyetizma değil titreşim yoluyla mümkündür. İnsan zihni, ağladığında, güldüğünde, sevindiğinde, öfkelendiğinde yani herhangi bir duygusal reaksiyonunda belli frekanslarda bir titreşim yayıyordu. Bu titreşim onun hayatına benzer olaylarla geri dönüyordu. Buradan anlıyoruzki Çekim yasası elektromanyetizma ile değil titreşimlerle farkedebiliceğimiz bir olgudur. Lisede fizik okuyanlar Diapozon deneyi yapmışlarsa mutlaka hatırlayacaklardır. İki tane diapozonu yan yana koyduğumuzda ilkini bir tokmak yardımıyla titreştirdiğimiz zaman onunla aynı frekansa sahip ikinci diapozon etkilenip titreşmeye başlıyor. Albert Einstein insan zihninin yaydığı titreşimlerin hayatlarımıza nasıl etki ettiğini şöyle anlatıyor. “Kafamızdan çıkan titreşimleri görebilseydik, dönüp dolaşıp yine bizi etkilediğini bilirdik” Bu gerçek “The Secret”in “iste-olsun” teorisini yıkıyor, “hisset-olsun” gerçeğini ortaya koyuyordu. Aynı secret kitabın içinde şöyle bir yorumda bulunuyordu. “Çekim yasası sizin bir şeyi isteyip istememenizle ilgilenmez” diyordu. Tamamen bizim bir olaya bakış açınızla alakalıydı. Hayaller bir duyguya büründüğü zaman bir yaratım başlatıyor. Sadece buda yetmiyordu. Bu duyguları alışkanlık haline getirmekte lazımdı. Evrensel çekim yasasının kusursuz düzeni, yaşamınızın her anı, yaşadığınız her deneyim bu yasaya göre belirleniyor. Kim olursanız olun, nerede yaşarsanız yaşayın; tüm yaşantınız çekim yasası tarafından şekillendirilirken, bu her şeye muktedir yasa, düşünceleriniz aracılığıyla işliyor. Çekim yasasını harekete geçiren ise siz kendinizsiniz ve bunu düşüncelerinizi kullanarak yaparsınız. Siz evrendeki en güçlü mıknatıssınız! İçinizde barındırdığınız manyetik güç, yeryüzündeki her şeyden daha, güçlü. Bu akıl sır ermez çekim gücünü yayan ise yine sizin düşünceleriniz. Bu kesinlikle uygulamanız gereken bir yöntemler dizisi değildir. Hepimiz bunu her an uyguluyoruz. Ama bu evrensel güç ilk olarak “The Secret” kitabında ele alınmadı. Bu evrensel güç, 1937 yılında, Napollion Hill’in binlerce kişi üzerinde deney ve araştırmaları sonucunda kitaplarda konu olmaya başlamıştır. Düşünce gücü üzerine yazılan kitapların öncüsü olan Napollion Hill, yaptığı sayısız deneyle o dönemlerde binlerce kişinin başarısında etkin rol oynamıştır. Bu kişiler arasında sanayi devleri, bilim adamları, ülke liderleri ve hayallerini düşünce gücüyle gerçekleştiren bir çok insan vardır. Napolleon Hill in kitapları “The Secret” hazırlanmasında bilgi ve ilham kaynağı olmuştur. “The Secret” belgeselerinin hemen başında bize sırrın “çekim yasası” olduğunu açıklayan beyaz saçlı amcayı hepimiz biliyoruz. Bu amcanın adı Bob


~8~ Proctor… Dünyanın en ünlü yaşam koçu diyebilirim kendisi için. Bob amca tüm dünyada ayağı bulunan “The Key Başarı Akademisi” Life Success Şirketler Grubu Yönetim Kurulu Başkanı dır. Napollion Hill den öğrendiği tüm bilgileri ve onun kitaplarını dünyaya yayan ve dünyanın her yerinde seminerler veren uluslar arası konuşmacı yazar, ve bir çok yazarın eğitmen hocası ve mentorudur. Bob Proctor'un müşteri listesinde RE/MAX, IBM, VolksWagen, Proctor & Gamble, Malezya Havayolları, Birleşik Devletler Çelik Grubu, Metropolitan Sigorta gibi dünyanın önde gelen bir çok şirketi dikkat çekiyor. Yani bob amcaya ilham kaynağı olan Rondie Bryne değil. “The Secret”in hedeflediği strateji her neyse ticari alanda başarılı olduğunu söyleyebilirim. Benim yorumuma göre bu kitap ve belgesel izlemesi çok zevkli ve inandırıcı fakat işin uygulama ve altyapı hazırlama kısmına gelince okuyucularına eksik bilgi veren bir kitap. Muhtemelen bu eksiklikler ticari bir amaç taşıyor. Yani insanların egolarına hükmediliyor. Bu kitabı okuyan biri benim ilk bölümde örneğini verdiğim gibi kendisini hemen ertesi sabah hayal kurmaya hazır hissediyor. Sırf bu his için özel olarak tasarlanmış bir kitap. Verilen yöntemlerin hepsinin mutlaka bir geçerliliği var ama insanların bakış açılarını değiştirtmeden hayal kurmayı, hissetmeyi odaklanmayı öğretiyor. Peki ne mi oluyor. Örneğin 20-30 yıl kaderine razı olmuş ve kemikleşmiş inançlarıyla hayatlarını sürdüren insanlara “sen bunca yıldır yanlış biliyosun, aha işin doğrusu bu kadar basit aslında” deyip insanların en büyük zafları olan egolarına ve nefslerine hükmetmek işi bambaşka bir boyuta sokuyor tabi. E tabi bilinçaltını deiştirmek o kadar kolaymı. 30 yılın kayıtlarını 1 günde 1 haftada 1 ayda atabilmek. “The Secret”ın anlattığı her şey mantıkta gerçektir ama pratikte çoğu insan için hiçte anlattı kadar kolay değildir. Zaman, irede ve alışılmış düşüceler bu süreçte büyük rol oynar. Peki Nasıl olur da zamanın ve şartların dışına çıkabiliriz ? Nasıl bu farkındalığı en üst seviyeye çıkarırız ? Allah çoğu ayette düşünmek kavramını neden vurguluyor olabilir ? Allah (C.C) bir çok ayetinde düsünce gücünün önemini hemde defalarca “Siz hiç düşünmez misiniz” kalıbıyla anlatmıştır. Şimdi size “The Secret” teki tüm gerçekleri iki ayette göstereyim. “Buyruğu ile içinde gemiler yüzsün, lütfettiği elde ederseniz ve beklide şükredersiniz diye denizi emrinize veren Allah’tır. O göklerde ve yerde ne varsa hepsini kendinden bir lütuf olarak emrinize vermiştir. Bütün bunlarda düşünenler için işaretler vardır.” ( Casiye Suresi 12-13 ) Düşünmek, şükretmek, isteğimize sunmak işte tüm bunları iki ayete sığdıran Allah diğer ilahi kitaplarda da böyle bir gücün varlığına işaret etmektedir. “Geceyi, gündüzü, Güneş'i ve Ay'ı sizin emrinize verdi; yıldızlar da O'nun emriyle emre hazır kılınmıştır. Şüphesiz bunda, aklını kullanabilen bir topluluk için ayetler vardır.” ( Nahl Suresi, 12 ) “Dileyin verilecektir. Arayın bulacaksınız. Kapıyı çalın, size açılıcakır. Çünkü dileyen alır. Arayan bulur. Kapı çalana açılır.” ( İncil: Luka 11 : 9 ) Buna paralel bir çok ayet ve hadisi sizlerle bu çalışmada paylaşmaktayım. Her ne kadar kanıt bulursak bulalım görüyoruz ki; düşüncelerin açıklanması ile birlikte eyleme geçilmese bile, birazda toplumların gelişmişliğine paralel bir takım yasaklar ve engellemeler ortaya çıkabiliyor. Bu kesinlikle metaryalist düşüncenin bir ürünüdür. Bu düzene göre madde mutlaktır ve en son niteliktir. Modern bilim ve dini kaynakların yeniden yorumlanması bu düzenin artık yavaş yavaş yok olmaya yüz tuttuğunu gösteriyor. “Allah katında yeryüzündeki canlıların en kötüsü düşünemediklerinden dolayı sağır ve dilsiz olanlardır” ( Enfal Suresi 22 )

Tarih boyuca akılda kalıcı bir şeyler elde edebilmeyi başarabilmiş, liderler, bilim adamları, sanatçılar, iş adamları bu sırrı biliyorlar ve bize söylemeye çalışıyorlardı. Bu gücü göremeyen bizler, bu sözleri bir motivasyon malzemesi olarak gördük. Peki ne demek istemişler di… Bir birinden başarılı insanların bu dünyadan göçüp gitmeden önce dünyaya verdikleri hizmet acaba sadece yaptıkları icatlar mıydı… Alexander Graham Bell çevresine iki ucu birbirinden uzak bir kablo vasıtasıyla insanların birbiriyle haberleşebileceğini söylediğinde çevresi onun aklını kaçırmış olduğunu düşünmüştü. Ve bugün cebimize kadar giren telefonun ilk temelini atan adam daha sonra şu sözleri söymeişti.


~9~ “ Bu sırrın ne olduğunu söyleyemem. Tek bildiğim, varolduğu… ” Şimdi sizden boş vaktinizde bir deneme yapmanızı istiyorum. Sessiz bir ortamda yatağınıza uzanın. Bir obje düşünün. Bu her şey olabilir. Ama bizim için açıklaması kolay olsun ki ilk başta kolay gözlemleyelim. Mesela bir Elma. Şimdi elmanın rengini ve tadını düşünün ve elmayı yiyormuş gibi tadını düşünün. Elma sanki elinizde ve siz onu yiyorsunuz. 1-2 gün boyunca 10 ar dakika yapın. Yaşadıklarınıza inanamayacaksınız. Hayır hayır sadece o elmaya sahip olmaktan bahsetmiyorum. Yaydığınız titreşimler size elmayla beraber onu anımsatacak benzerlerini çekecektir. Görmeye başlıcaksınız ki ufak ufak işaretler gelecek. Örneğin TV izlerken reklamlarda birden elma görecebilirsiniz, internette gezerken tesadüfen girdiğiniz bir sayfada elma resmi gözünüze çarpabilir, arkadaşlarınız sohbetinde bir elma muhabbeti geçebilir. Ya da bunun gibi binlerce irili ufaklı işaret. Ama ısrarla hayal etmeyi sürdürürseniz, bir bakmışsınız anneniz bir meyve tabağıyla gelmiş ve kırmızı elmalara sahipsiniz. Kendi hayatımdan örnek vermek 3-4 yıl önce bilgisayar mühendisi olmak istediğimde tesadüfen bilgisayar mühendisleri ile tanışıyordum. İnternette bilgisayar mühendisleri ile ilgili kuruluşların, derneklerin haberleri ile karşılaşıyordum. Bu olayları tesadüf sanıyordum. Ama son 1 yıl gözlerimi açıp baktığımda anladım ki düşüncelerim ile olaylar adeta dans ediyorlar. Bir şey yaşadığımda, birkaç gün öncesi verdiğim tepkiyi hatırliyordum. Bu iyi ya da kötü her durumda geçerliydi. Yaşadığım olay kötü bile olsa “benim yüzümden oldu” diyebilmek ve mucizeyi gözlemlemek bile çok heyecan vericiydi. Fakat henüz büyük şeyler gerçekleştiremiyordum. Yani istediğim bir kitabı, birkaç gün sonra biri hediye getirebiliyordu. Ama bana asıl şaşkınlık verecek olayları deneyimleyemiyordum. Bu da bende soru işaretleri yaratıyordu. Sonra anladım ki zaman ile bizim önyargılarımız doğru orantılıydı. Kısa zamanda gerçek olacağına inandığımız şeyler birkaç günde kendini belli ediyor, bizim alışmadığımız ve açıklamamamızın zor olduğu şeyler ise biraz zaman alıyor ve belirli olaylar dizisi sonucunda deneyimleniyordu.

Çekim yasası genel olarak şöyle çalışıyor; İlk önce ne yapmak istediğimize karar verdiğimizde; ilk aşamayı geçmiş oluyoruz. Çünkü öyle karar vermeliyiz ki, 1-2 gün sonra değiştirmek zorunda olmayalım. Gerçek şu ki, ciddi olarak “Niyet”imizi bilmeliyiz. İkinci aşama “bir şekilde olacağına inanma” evresidir. Hayalimizin nasıl gerçekleşeceğini bilmemize gerek yok. Ama olayların bir şekilde birleşip hayalimizi bize deneyimleteceğinize inanmamız gerekiyor. Buda iyi bir farkındalık gerektirir. Gözlemlerine inanmaya başlayan biri zaten gelecekte bişeylerin olaşmaya başlayacağına inanır. Üçüncü aşama artık yaratıcı hayal kurma zamanıdır. “Şimdiki Zaman” prensibine göre hayal kurmalıyız. Gözlerimizi kapatıp gerçekmiş gibi duygulara kapılmalıyız. Hareket ve tavırlarımızı “sanki hayalimiz gerçek olmuş gibi” değiştirmeliyiz. Bu kendini kandırmak değildir. Ve bunu sembolik şekilde yapın. Örneğin; kendinize uygun bir iş arıyorsanız, sanki sabah işe gidicekmiş gibi erken kalkabilirsiniz. Ya da yeni bir ev almak istiyorsanız, ev alacak paranız olmasa bile o ev için bir vazo alabilirsiniz. Bilinciniz “bu gerçek değil” desede. Bilinçaltı gerçek ile sanal arasındaki farkı bilmez. Sembolik hareketler bilincinizi ve çevrenizi kandırmak için değil. Bilinçaltınızı kandırmak içindir. Çünkü bilinçaltınız her şeye inanır ve evrene olması yönünde titreşim yollar. Dördüncü Aşama İşin mucizelerle dolu en zevkli yanıdır. Bu aşamada dıştan ve içten işaretler gelir. İç dünyanız o an hayalinizin gerçekleşmesi ile ilgili fikirleri bir bir sıralar… Dış dünya ise daha eğlencelidir. Beklemediğiniz yerden gelen bir telefon, tesadüfen açtığınız bir web sayfası sokakta yürürken karşılaştığınız bir dostunuz, Veya kitapçıda elinize gelen herhangi bir kitap… Bu anlar harikadır. Bu aşamada mucizeler olur. Ve çekim yasası sizi, hayalinizi çekecek olay ve kişilerle bağlantı kurdurur. Ama bu bağlantıların devam etmesi gerekebilir. Hayal etmeyi sakın bırakmayın. “Ya işaretleri kaçırırsam” diye bir paniğe kapılmayın rahat olun. İşaretler zaten sizin gözünüze batmak için ortaya çıkarlar  Beşinci Aşama işin emek aşamasıdır. “bir şeyler vermeden alamassın” kuralı geçerlidir. Yani işaretleri gördüğümüzde harekete geçmeliyiz. Hayalimizdeki iş için görüşmeye çağırıldığımızda hemen gitmeliyiz. Hayalimizdeki araba için dolgun ücreti bir iş teklifi geldiğinde hemen çalışmaya başlamalıyız. Hayalimizdeki sevgiliyi arıyorsak, arkadaşımız bizi bir doğum günü partisine kabul ettiğinde orada olmalıyız. Düzenli spor yapmak istediğinizde, tamda sizin istediğiniz standartlarda bir spor salonu gördüğümüzde hemen kaydolmalıyız. Bir konu hakkında bilgi ararken, internetteki bir haber sitesinde o konunun başlığını gördüğümüzde hemen içeriğini okumalıyız. Beklide aradığımız içinde bir cümlede geçebilir. Altıncı Aşama bu aşama artık olumlu düşünme ve emeğimizin karşılğını aldığımız en güzel andır. Hayalimizin elimize geçtiği andır. Yalnız, çok dikkat edilmesi gereken bir husus vardır. Çekim Yasası hayatımızın tüm olaylarının olumlu olacağını bize garanti etmez. Sadece Odaklandıklarımızın sonuçlarını bizim istediğimiz duygu ve obje boyutuna getirecektir. Şimdi ben burada ne demek istedim bunu açıklayayım. Bizler hayalimize doğru giderken bazı işler iyi


~ 10 ~ girmiyormuş gibi görünebilir. Yani kendimizi istemediğimiz tartışmalar, maddi kayıplar ya da “sanki olmuyomuş” hissine sokabilecek işaretler olabilir. Burda bir yetenek gereklidir. İşte tam bu anlarda yapmamız gereken şudur. Bu yaşanan olumsuz şeyleri “hayalimizin yaratımının bir parçasıymış” gibi kabul etmek, olumsuz durumlara fazla takılıp odaklanmamaktır. Hatta daha ileri gidip “hayaliniz gerçek oluyor” diye teşvik olabilirsiniz. Önemli nokta ne yaşadığınız değil, vazgeçmemenizdir. Bana göre bu gücü en iyi kullananların başında gelen Atatürk, hiç sıkıntı çekmemiş miydi. Vatanının parçalandığını daha gençken görebilen ve bağımsız bir Türkiye Cumhuriyeti inancına henüz 20 li yaşlarında askeri okul öğrencisiyken inanan Atatürk’ün karşılaştığı sıkıntılar apayrı bir konu olmaz mıydı. Atatürk eğer vazgeçseydi şu an ne türlü bir ortam içinde olurduk düşündünüz mü? 7 yaşındayken babasını kaybetti. 17 yaşındayken gitmek istediği okulun not ortalamasını tutturamadı. 24 yaşında tutuklandı ve 2 ay hücrede kaldı. 25 yaşında sürgüne gönderildi. 27 yaşındayken diğer meslektaşı krallar gibi karşılanırken o hiç önemsenmiyor kalabalıktan arkadaşına bakıyordu. 30 yaşında amiri tarafından sürgüne gönderildi. 36 yaşında böbrek rahatsızlığı şikayetiyle Viyanada 2 ay boyunca yalnız halde yattı. Geri döndüğünde ordusu dağıtıldı. 37 yaşında Savunma bakanlığı tarafından görevinden alındı. 38 yaşında tek bir sivil elbisesi yoktu. Ödünç aldığı elbise ve cebinde 80 lirası vardı. Yine 38 yaşında kendisi hakkında tutuklama kararı çıkarıldı. 39 yaşında verdiği milli mücadelede en yakın beş arkadaşından üçü ona muhalefet oldu. 40 yaşında Osmanlı hükümeti tarafından idamla yargılandı. 42 YAŞINDA TÜRKİYE CUMHURİYETİ CUMHURBAŞKANI OLDU. Ve 42 yaşından sonra ülkeyi eşi benzeri olmayan liderlikle yönetmiş, yaptığı devrimlerle tüm dünyada hayranlık uyandırmış ve Türkiye’yi hızlı gelişimine başlatmıştır. 2000 yılında ABD’de yayınlanan The Times dergisi Atatürk’ü 20. Yüzyılın en büyük lideri olarak seçmişti. Ve yeryüzünde başardıkları tüm dillerde sayısız kitaba konu olmuştur. İşte gördüğünüz gibi size tarihin en büyük başarı hikayesini özetledim. Bilmeliyiz ki Çekim Yasası bize istediğimiz şeyi elde etmeyi vaad eder. Ama sıkıntısız olaylar vaat etmez.

birbirini izlerler.

Bende mantıklı bir senaryo üretebilirim. Ciddi bir şekilde değişmek isteyen ya da kendisi için büyük bir hayali başarmak isteyen birini ele alalım. Ve olumlu bir bakış açısına sahip olduğunda hayaline sımsıkı tutunmuş ve olacağına dair olan inancı sonsuz biri olduğunu varsayalım. Kesinlikle biliriz ki bu kişinin artık düşünce frekansları eskisi gibi değildir. Bu da olumsuzmuş gibi görünen sonuçlar doğurabilir. Mesela düşünce frekansları aynı olduğu için uzun süredir birlikte olduğu arkadaşlarıyla görüşememesi için nedenler oluşması olasıdır. Bu ayrılıklar tatsızlıklarla tartışmalarla da bitebilir. Çünkü artık düşünceler ve buna bağlı frekanslar benzememeye başlar. Bu evrenin ona yeni arkadaşlarla karışlaştırması ve yeni ortamlara sokması için hazırlıktır. Hayaline ilerlerken dışarıdan ona inanmayanların tepkileri olabilir. Belki de istemediği bir maddi kaybı da olabilir. Çünkü daha büyük bir gelir gelecektir. İyi ve kötü bir takım olaylar

Size, bugün hayatta olan efsanevi bir iş adamının hayat hikayesini anlatmak istiyorum. Bu kişi Steve Jobs. Sahibi olduğu şirket bize hiç de yabancı değil. Artık herkesin elinde moda haline gelmeye başlayan I-Phone telefonları ve I-Pod müzik çalarları üreten “Apple” Şirketi. Apple grafiksel tasarım alanında bir marka haline gelen “Macintosh” efsanesinin mimarıdır. Hayatımda karşılaştığım en harika ve ibret verici öyküdür. Steve Jobs evliliksiz bir ilişkiden dünyaya gelmişti. Doğumundan bir hafta sonra annesi onu bir aileye evlatlık vermişti. 17 yaşında ailesi onu Stanford Üniversitesine kayıt ettirmişti. Ama Steve Jobs’a göre dersler çok anlamsız ve gereksizdi. Üstelik ailesine daha fazla yük olduğunu düşündüğünden yurtta dahi kalmak istemiyor, arkadaşlarının odasında yerde yatıyordu. Üstelik yemek parasını da ailesinden istemiyordu. Depozitolu pet şişeler bulup bozdurarak karnını doyuruyordu. Okulun sıkıcı derslerinin kendisine bir şey kazandırmadığını anladığında 6. Ay okulu bırakmaya karar verdi. Çünkü hayatının böyle sürmesini istemiyordu. Kendisini daha iyi olayların bulacağına inandı. Başkaları onun budala olduğunu ve korkunç bir karar verdiğini düşünmüştü. Oysa Steve Jobs dış dünyanın şartlarını boşvermişti ve kalbinin sesini dinlemek istiyordu. Ama okula önceden para ödendiği için 18 Ay daha okula gelmeye hakkı vardı. Steve Jobs okulu bitirme derdi olmadığı için tüm sıkıcı dersleri bıraktı. Ve kendisine ilginç, eğlenceli ve severek yapacağı dersleri seçmeye başladı. İşte mucizenin başladığı zamanlar gelmişti. Steve Jobs bir gün


~ 11 ~ “Kaligrafi” bölümünde gezerken çok etkilendi ve oraya kayıt olmaya karar verdi. “Kaligrafi” yazı yazma bilimidir. Tüm harflerin yazıların birbirine oranını inceleyen bir daldır. İşte Steve Jobs sırf sevdiği için bu dersi almıştı. Ama bir sorun vardı. Bu yazı yazma sanatını nasıl pratiğe döküp çok para kazanabilirdi. Bunun cevabını şimdilik bilmiyordu. Birkaç yıl sonra Steve Jobs 20 yaşına gelmişti. Bir arkadaşı ile beraber evinin garajında bir bilgisayar sistemi geliştirdi. Ve aklına harika bir fikir geldi. Yeni tasarladığı bilgisayarın yazı fontlarını çok iyi bildiği “Kaligrafi” düzenine göre yapmaya başladı. Bu harika bir buluştu. 1976 da ilk ürün Apple I Bilgisayarı piyasaya sürüldü. Steve Jobs’un bulduğu font teknolojisi çığır açmıştı. (Ve bu gün bile Windows’da dahil tüm kişisel bilgisayarlar Steve Jobs’un font teknolojisini kullanır.) 1977 de Apple II piyasaya sürülmüştü. Ve birbirini takip eden bir çok ürün Apple markasını dünyada klasikleştiriyordu. Yıl 1986 yı gösterdiğinde Apple 4000 çalışanı olan 2 milyar dolarlık bir şirketti. Hikayenin burada bittiğine inanıyorsanız yanılıyorsunuz. Can alıcı her şey bundan sonra başlıyordu. 1986 yılında Steve Jobs Çok inandığı PepsiCola CEO’su John Scully’i ısrarla yönetim kuruluna istemişti. Ve bir gün yönetim kurulunda çok inanarak işe aldığı John Scully ile bir konuda düşünce ayrılığına düşüp tartıştı. Yönetim kurulu John Scully’den yana tavır alınca Steve Jobs kendi elleriye kurup büyüttüğü Apple firmasından kovuldu. Bu dramatik olay karşısında Steve Jobs mahvoldu. Çünkü hayatının tek gerçeği elinden gitmişti. Aylarca bir şey yapamadı. Kendini güçsüz hissediyordu. Haber hızla yayılmış ve o günlerde kendisinden “Başarısızılık örneği” diye bahsedilmişti. Yaşadığı şehirden kaçmayı bile düşündü. Fakat aylar sonra içinde yeniden bir şeyler uyanmaya başladı. İşini hala sevdiğini fark etti. Sıfırdan başlamaya karar verdi. Steve Jobs “NeXT” adında bir bilgisayar şirketi kurdu. 5 sene içinde şirketini dünya çapında tanınır hale getirdi. Arkasından ikinci şirket olan PİXAR’ı kurdu. PİXAR şirketi bugün de bildiğimiz TOY STORY, KAYIP BALIK NEMO gibi animasyon çizgi filmlerini yapan şirkettir. PİXAR daha sonra Walt Disney’inde büyük bir hissesini alarak Yıllık 5,7 milyar dolar gelir sağlamıştı. Grafik ve animasyon alanında dünyada bir numara olmuştu. O sırada Apple Firması için tehlike çanları çalmaya başlamıştı. Çünkü Microsoft şirketi “Windows” işletim sistemleri ile dünya pazarında büyük bir patlama yapmıştı. Asıl kurtuluş eski sahipleri Steve Jobs’un sahibi olduğu NeXT ve PİXAR’ın kullandığı teknolojilerdi. Bir zamanlar onu kovan Apple yönetim kurulu Steve Jobs’un eline düşmüşdü artık. Ve Steve Jobs’un şirketlerini Apple bünyesine katarak kendisini de şirketin başına geçirdiler. Jobs tüm her şeyini geri kazanmıştı. Sadece geri kazanmakla kalmamış bunun yanına iki şirket daha eklemişti. Jobs Apple firmasından ayrıldıktan sonraki geliştirdiği teknolojileri Apple bilgisayarlara entegre etmesiyle olağan üstü özellikteki bilgisayarlar ortaya çıkmıştı. Bu gün hala Apple ürünlerin hemen hemen hepsinin işlemcisi “NeXT” tir. “İyiki kovulmuşum” diyor jobs. “Eğer kovulup o teknolojileri geliştirmeseydim Apple şimdiki kalitesinde ve teknolojisinde olamazdı”… Bugün dijital fotoğraf teknolojileri, reklamlarda gördüğünüz animasyonlar, PlayStation ev PC oyunlarının grafiksel temelleri, filmlerde izlediğiniz tüm efektler, Steve Jobs’un geliştirdiği “Mac” bilgisayarları sayesindedir. 2004 yılında kendisine pankreas kanseri teşhisi konuldu. Doktorlar kendisine “Ameliyatla iyileşmeyeceğini ve 3-4 Ay ömrün kaldığını” söyledi. Ama Steve Jobs şu an şirketinin başında yeni teknolojiler geliştirmeye devam ediyor. Bu insan parasızlığı, kaybetmeyi, açlığı bahane etmedi. Nasıl olacağını bilmese de vazgeçmedi. Vazgeçmediği için hayatı boyunca yaşadığı her şey bir neden oluşturmuştu ve tüm noktaları birleştirmişti. Çoğu kişiye göre, hayatını paraya adamış gibi görünebilir. Ama o küçüklüğünden beri ölüm gerçeğini kabul eden bu yüzden kalbinin sesini dinleyen ve bu sayede mutlu olmuş bir insandır. Bunu konuşmasında ise hayata bakış açısını şöyle özetlemiştir. “ Onyedi

yaşındayken, şöyle bir şey okumuştum: “her gününü, hayatının son günüymüş gibi yaşarsan, günün birinde haklı çıkarsın.” bu cümle beni çok etkilemişti ve o günden bu yana, yani 33 yıldır, her sabah aynaya bakıp, kendi kendime hep şunu sordum: “eğer bugün hayatının son günü olsaydı, bugün (normalde) yapacağın şeyleri yapmak ister miydim?” uzun süre art arda, “hayır,” yanıtını verdiğimde, bir şeyleri değiştirmem gerektiğini anladım. insanın kısa süre içinde öleceğini bilmesi, yaşantısına damga vuracak kararlar vermesi açısından büyük önem taşır. çünkü her şey, tüm dış beklentiler, gururlar, küçük düşme ya da başarısızlık korkuları - tüm bunlar ölüm karşısında değerlerini yitirir, yalnızca ölümdür önemli olan. Aslında ölüme kötü gözle bakılır. Kimse ölmeyi düşünmez, Cennete gitmek isteyenler bile… Ama hepimizin ortak sonudur. Güzel olan tarafıda budur. Çünkü bunun böyle olması gerekir. Ölüm Tanrının en güzel icadıdır. Hayatın yeni değişim alanıdır. Bizden sonra yenilerin gelmesi için açılmış bir kapıdır. Günün birinde hepimiz eskiyeceğiz. Üzgünüm ama gerçek bu… Bu yüzden zamanınızı boşa harcamayın. Başkalarının düşüncelerinde ve gelenekçi dogmalarında takılı kalmayın. Başka insanların ne düşündüğü sizin kalbinizin sesine engel olmasın. Kalbinizden hangi hayal geçiyorsa onu gerçek yapın. Bunu yaparken kalbinizin ve


~ 12 ~ sezgilerinizin sesini dinleyecek kadar cesaretli olun. Tüm noktaların birleşeceğine inanın. Sezgileriniz sizin ne istediğinizi bilir ve bir gün gerçekleştirir.”

İşte yukarıdaki paragraf her şeyi anlatıyor. Bu konuşmasında her ne kadar “ölüm” temasını işlemiş olsa da kendisinin hayatı ne kadar çok sevdiğini anlatmak istemiştir. Hayatımızın her anının ne kadar kıymetli olduğunu, yapmamız ve düşünmemiz gereken ne varsa “şimdi” yapmamız gerektiğini vurgulamıştır. Ölümü; herkesin ortak sonu olduğunu için kötü bir kavram olmadığını; tam aksine hayallere teşvik edici bir olgu olarak görmüştür. Çünkü; hayatının son gününü yaşadığını bilen insan için korku, küçük düşme, “kim ne der” gibi düşünceler değerini yitirir. Bu hikaye bu kitabı okuyan herkese bir hayat dersi olmalıdır. Çünkü beni tanıyanlar bilirler. Bana hayallerini anlatanlara “Yaşadığın şey ne olursa olsun, olumlu tarafını gör” derim. Fakat; çoğu kişi bana hayatının kendince gerçekleriyle cevap verip “ama yaşadığım falanca olayın ne iyi tarafı olabilir ki, resmen rezillik” derler. Hayallerinin neden gerçekleşmediklerini merak ederler. Yukarıda kendi milyar dolarlık şirketinden kovulması için “iyikide” diyen bir adamdan bahsettik. Ama Steve Jobs bırakın milyar dolarılık şirketinden kovulmanın, herkesin düşünmekten kaçtığı “ölüm” olgusunun bile olumlu yanını görebilmişti. Bu görüşe sahip olduğu için dünyayı değiştirecek güç kendisine verilmişti. Hala beyninizde şimşekler çakmadı mı? Can alıcı noktayı fark etmediniz mi ? Allah neden ayetlerinde sürekli ölümü hatırlatıyor olabilir ? Düşüncenin gücünü, “Çekim Yasası”nı ayetlerinde nasıl anlattığını merak ediyoruz da, ölüm gerçeğinin bu yasayı en üst seviyede kullandırabilecek gerçek olduğunu merak etmiyor muyuz ? De ki: "Eğer ölümden veya öldürülmekten kaçıyorsanız, kaçmak size asla fayda vermez. Vereceğini var saydığınız takdirde de nimetlerden ancak pek az faydalandırılırsınız." ( Azhab Suresi 16 ) Bu anlatılanlara kadar bir şeyleri yavaş yavaş kavramış olmalıyız. Tüm evrende eşit olan bu gücün nasıl bir düzende oluştuğunu ve bilimsel olarak kanıtlarının ne ile ölçülebileceğimizi merak ediyor olabilirsiniz. Düşüncenin yaşadığımız evreni etkilediği görüşü 1920 lerde başlayan kuantum mekaniği çalışmalarıyla başladı. Bu çalışmalar atom altı parçacıklarının olasılık hesaplarını temel alıyordu.. Biz bir hayal kurduğumuzda evrensel zihin o hayale ulaşacak olasılıkları hesaplıyordu. Bu olasılık hesapları bizim hayatımızdaki gerçeklerle mantıklı neden sonuç ilişkileriyle birleşip hayalimizi bize çekiyordu. Kuantum mekaniği ve olasılıklar ne anlama geliyor öyleyse ?

Kuantum Fiziğinin önde gelenleri, Niels Bohr, Wolfgang Pauli ve Werner Heisenberg’dir. Atom fikri onaylanmasına karşın fizikçiler atomu proton ve elektronlara bölmüşler ve kücücük parçaların olduğunu hayretle görmüşlerdi. Bu zerreciklerin nasıl hareket ettiğinin keşfedilmesi oldukça şaşırtıcıdır. Bilim adamı bu gerçek karşısında inanmakta çok zorlandılar. Bu gerçeğe göre parçacıklar bizim gözlemlerimize göre hareket ediyordu. O zaman gözlemleme yeteneği olan bizler yaşadığımız maddesel dünyayı etkiliyor muyuz ? Çekim yasasının temeli neye dayanıyor ? Konuya böyle bakınca çılgınca gelebilir. Biliyoruz ki fizik derslerinden alıştığımız bir atom, onun bünyesinde elektronları çevresinde tutan bir çekirdek vardı. Bunlar çeşitli maddeleri meydana getiriyordu. Bilimin yeni modeli bunu yıkıyor. Ve maddenin düşüncemize göre hareket eden Quant’ların, oluşturduğu çekirdeklerin belli bir yük kazanarak maddeye dönüştüğünü ıspatlıyor. Kısa bir anlatımla

Atom → Çekirdek → Proton → Quark → Leptoquark → Quant → Sonsuz Öz Enerji (String) Eğer elimizde görüntüyü elli milyar kere büyütmeye yarayan bir alet olsaydı. Atomları görebilirdik. Ama daha ileri bir alet olsaydı. Etrafımızda gördüğümüz her şeyin, tüm canlıların, tüm eşyaların, tüm gezegenlerin tüm yıldız sistemlerinin tek yapıyla yani Quant lardan oluştuğunu görebilirdik. Gerçek şu ki tüm evren aynı maddeden yaratılmıştır. Evrendeki tüm maddeler dolanık yapıda ve eşzamanlıdır. Eşzamanlılık “Aynı anlama sahip ama neden açısından ilişkisiz iki ya da daha fazla olayın zaman içindeki rastlaşmasıdır. Yani tüm olaylar aynı zaman paralelinde olmaktadır


~ 13 ~ Evrendeki her olay, nedenli bir şekilde, kendisinden önce ve sonra gelen olaya bağlıdır. Nedensellik ve eşzamanlılık birbirine karşı kavramlar değildir. Fakat bunlar aynı gerçeğin iki farklı idrakidir. Jung ile ortak ya da birlikte çalıştıkları bilinen W.Pauli, kuantum düzeyinde doğanın tamamının bir düzen olduğunu iddia etmiş ; “Tüm elementer parçacıklar ve enerji paketçikleri dans halindedir.” demiştir.

“Evrenin yaratıcısı Quantı seçti” (Louis de Broglie) “Evren üstün bir matematik nizam içindedir. Bu nizam yaratıcının üstün bilincinde sekillenir” (Dirac) Modern fiziğin büyük bir ilgiyle ele aldığı bu konular,Tekvir Sûresinin 15 ve 16. âyetlerinde şöyle açıklanıyor. “Felâ uksimu bil hünnes. El cevaril künnes ” (Hayır! Kasem ederim pusup gizlenene. çevresinde akıp gidenlere.) Bu âyetlerde önemli olan kelimeler “Hunnes” ve “Kunnes” kelimeleridir. Hunnes tersine hareket, pusma, gücünü kendi içine sarma demektir ki , tam mânâsıyla gravidasyonu (cazibeyi) tarif etmektedir. Kunnes ise,daha çok orbit(kanal-yuva-yörünge) mânâsına gelmektedir. ”felâ uksimu” ise çok önemli delil manasına geliyor. Ama bu anlamlar üç fiziksel olguyu da tarif ediyor. İlk tanımda; Hunnes ve Kunnes gerçeğini yıldızlar açısından tetkik edelim. Evrende kuasar’lar gibi dev enerjilerle akıp giden yıldızlar (Kunnes) yanında, pusmuş yok olmuş gibi duran,fakat civarındaki herşeyi esrarengiz bir şekilde yutan dev,ölü yıldız noktaları vardır ki, bunlar tam mânâsıyla birer Hûnnes’dir. Sinesinde dev kudretler saklı olan fakat pusmuş, susmuş bulunan ve âdeta mekân ilgisini kaybetmiş olan noktalar.Ve milyonlarca Hûnnes yörüngesinde akıp giden gezegenler. İkinci tanımı atomun yapısında görüyoruz. Atomun yapısında, korkunç bir enerjinin varlığını özüne sindirip pusmuş (Hunnes ) bir çekirdek ile, onun etrafında, yâni yörüngesinde (Kunnes) akıp giden elektronlar. Bu ikili bir sistemdir. Üçüncü tanımı ise, Kuantum düzeyinde görüyoruz. Kuant dalgacığı, gücüne göre olasılıklardan birini seçmektedir. olasılıklar, hareketsiz pusmuş, sinmiş, esrarengiz istikametlerdir. (Kunnes) Kuantlar ise, cevvâl ve şiddetli bir hareketin temsilcisidir ve belli bir olasılıkta akıp giden kuantlar, Hunnesi temsil etmektedir. Kelimelerin yerine Bulduğumuz parçaları koyarsak ortaya böyle bir sır ortaya çıkıyor. “Gizlenmiş Olasılıklara ve onlara akan Kuant’lara yemin ederim” Kuantum kuramında zaman kavramı yerine “an” kavramı geçerlidir. Her olay bir anda oluşur ve bu bakımdan olaylar arasında süreklilik geçerli olmaz. Ancak olaylarda nedensellik istendiği için bu nedenselliği koruyacak ara parçacıklar (dalgalar) aranır ve de deneysel olarak bulunmaya çalışılır. Kuantum Kuramına göre evrende süreksiz bir bütünlük vardır ve her nesne diğer her nesne ile anında etkileşir. “Çekim Yasası” bu bütünlüğü temel alır. Seçilen bir düşünceye kararlılıkla katlanıldığında, onu oluşturacak bir neden mutlaka bulunacaktır. The Secret “hayallerinizi şimdi sahipmiş gibi tasavvur edin” derken acaba neyi kastediyordu? Bizler 'şimdiki an' içinde yaşayan biz insanlar için zaman, hem geçmişten hem de gelecekten etkilenen bir yapıya sahiptir. Sadece tek yönlü akan bir zaman kavramı, bizim için sadece pratik önemi olan bir yaklaşımdan ibarettir. Gerçekte zaman süreksiz anlardan oluşmaktadır. Bu bulgular bizim zaman kavramının sandığımız gibi olmadığını söylüyor. Evrende geçmiş ve gelecek zamanın sadece algıdan ibaret olduğunu ve asıl gerçeğin “Şimdiki Zaman” olduğunu anlatıyor. Peki nedir bu şimdiki zamanın sırrı …? Zamanın en küçük birimi olan “AN” da neler oluyor. Her an kendi içinde bir bütündür ve bir an ile diğer an arasında sürekli bir ilişkinin bulunması zorunlu değildir. An adını verdiğimiz zaman süresi son derece kısa, adeta sıfıra yakın olmakla birlikte tamamen sıfır da değildir. Saniyenin 10 milyar kere Trilyonda biridir. Bu çok kısa süre Kuantum kuramındaki Planck sabiti ile orantılı olup Planck zamanı olarak tanımlanmıştır. Tüm evren bu Planck süreleri arasında bir var olmakta, bir yok olmaktadır. Bu bahsettiğim zaman kavramı çok önemli bir noktadır. Çünkü hayatımızda karşımıza çıkan ne varsa “Şimdiki zaman” prensibine göre hayatınıza gelmiştir. Siz istemeseniz de geçmiş duygusal reaksiyonlarınız şimdiyi oluşturdu. Şu anki duygularınız ise yarını oluşturmaktadır. Bir hayali “Gelecekte bir gün gerçekleştireceğim” diye kurarsanız bu hiçbir işe yaramaz. Hayaliniz hep geleceğe ertelenir. Ama “Şimdiki zaman” prensibi vazgeçilmeden uygulandığında sonuç kaçınılmazdır. Bu süreçte hayalimizle ilgili olumsuz duygulardan kurtulmalı ve gelenekçi önyargılarımızdan bağımsız olarak karşımıza çıkan işaretleri değerlendirmeliyiz. Biz yeter ki inanıp yola çıkalım. Evren bu isteğimizi görecek ve olasılık ağlarını birbirine bağlayıp sizi hayalinize ulaştıracaktır.


~ 14 ~ Kuantum fiziği olasılıkların fiziğidir. Bir düşüncenin sonsuz olasılığını hesaplayan bir fiziktir. Kuantum fiziğini anlatırken olasılık kavramını daha rahat tanımlayabilmek için “olasılık demeti” diye bir kalıp kullanmayı uygun buldum. Olasılık demeti kavramını “Kader” gerçeğini anlatırken kullanmak istedim. “Kader” kavramı çoğu insanın tartıştığı konuların başında geliyordu. Buda benim kendime sorduğum soruların ilk sırasını alıyordu. Bulduklarım ve hissettiklerim zamanla kader gerçeğinin bana ne olduğunu anlattı. Kaderi nasıl anladığımı ileriki konuda sizlere anlatıyorum. Kuantum fiziğinin en önemli noktası, “Dolanık” yapıda olmasıdır. Dolanıklık, idrak etmemiz gereken bütünlüğü anlatan bir olgudur. Evrendeki herşeyi oluşturan tüm elektronlar, dolanık yapıdadır. Hepsi birbirine bağlıdır. Bir elektron dahi tüm evrenin bilgisini taşır. Burada çok can alıcı bir nokta vardır. Örneğin; bir pastayı 10 dilime ayırıp bir dilimini yediğimizde, geriye 9 dilim kalacaktır ve pastanın bir kısmı orada hala durmaktadır. Biz bunu klasik fizikle bu şekilde anlatabiliriz. Ama işin elektron boyutundan sonra bambaşka bir gerçekle karşı karşıya kalıyoruz. Evrenin oluşturan elektronlardan birisini yok sayarsak, tüm evrenin yok olacağı anlamına geliyor. Bu nasıl olur ? diyeceksiniz. Şöyle anlatayım. Evreni oluşturan her şey büyük patlama noktasında birdi ve dolanık yapıdaydı. Evren genişlese de bu birbirine bağlılık hep olacaktır. Bu gerçek, hepimizin birbirimize bağlı olduğunu birbirimizin düşüncelerini evrensel zihin yoluyla etkilediğimizi ve birbirimizi yok sayamayacağımız anlamına geliyor. Bunu çok basite indirgemek gerekirse sizlere şöyle anlatmak isterdim. Örneğin; Ben ve arkadaşım dünden beri birbirimizden haber almamaktayız. Ben arkadaşımın ne yaptığını merak etmekteyim. Kendisi şu anda alışverişte, sinemada, okulda ve ya herhangi bir yerde olabilir. Ya da evinde ders çalışıyor da olabilir. Bilirim ki beş duyu organımla algılamadığım sürece şu anda ne yaptığı konusunda sonsuz olasılık vardır. Kuantum fiziği “Bilmediğinizde sonsuz olasılık vardır” der. Ama ben arkadaşıma ulaşıp ne yaptığını sorduğumda o bana yaptığı şeyi anlatacak sonsuz olasılık bire inecektir ve ne yaptığı konusunda tek bir bilgim olacaktır. Ama hepimizin idrak edemediği gerçek şu ki, arkadaşımızın ne yaptığı bilinçaltımızın en yakın gördüğü olasılığın ta kendisidir. Biz bilmeden hesaplanmıştır. Beş duyu organımız vasıtasıyla bize deneyimletilmiştir. Yani biz arkadaşımızı etkiledik mi ? Evet… Aynı oranda arkadaşımızda bizi etkilemiştir. İkimizinde bir gerçek ile ilgili deneyimi ikimizin de en inandığı olasılık ölçüsünde birleşmiştir. Dünyadaki tüm insanlar birbirimize bu şekilde bağlıyız. Örneğin maddesel baktığımızda bize en yakın gelen annemiz olabilir. Ama evrensel zihne göre annemizle, dünyanın öbür ucundaki herhangi biri arasında fark yoktur. Her insan kendisi dışındaki 6 milyar insanın düşüncelerini ve gerçekliğini etkiler. Bu o kadar mükemmel tasarlanmıştır ki yaşanılan tüm gerçeklikler insanın en çok inandıkları olarak karşısına çıkacaktır. Benden bağımsız bir “Sen” düşünülemez. Hepimiz biriz… Bilim adamları kuantum mekaniği üzerine çeşitli araştırmalarını devam ettirseler de bir noktadan sonra ileri gidemedikleri konusunda hemfikirler. Einstein “Kuram çok şey söylüyor, fakat, bizi gerçekte yaratıcının sırrına yaklaştırmıyor ” diyor. "Gaybın anahtarları O'nun yanındadır. O'ndan başkası onları bilemez... " (Enam Suresi 59)

“The Secret”in ortaya çıkışı ile tartışmaya açılan “Çekim Yasası” kavramı çoğu çevrelerce farklı bir şekilde yorumlandı. Bir çok insanın boşluklarından dolayı bu konuya umut bağladığını ve yanlış düşünce sistemiyle hayal kurduklarını gördüm. Kitabı okuyup hemen ertesi gün hayal kurmaya başlayan hemen hemen herkes birkaç gün sonra bunun saçmalıktan ibaret olduğunu düşünerek günlük hayatlarına geri dönmüştü. Kimileri araştırmaya devam etti. Kimileri de hiçbir zaman bakış açılarını değiştiremeyip çekim yasasını aleyhlerine kullandılar. Sanırım bir yerde yanlış yapılmıştı. Bu kitap insanlara milyon dolarları vaat etmeden önce bakış açılarımızı değiştirmeyi öğretmeliydi. Yaratımı oluşturan enerjileri anlayabilmemiz için sancılı bir geçiş dönemi olacaktı. Yani uzun bir süre iyi ve kötü mucizeler birbirini izleyecekti. Bu bilinçaltının bize bir oyunuydu. Aslında bir nimetti ve bilinçaltının değişmeye başladığını gösteriyordu. Ama anlaşılamıyordu. İnandığımı anlatamadığımı anladığımda kendime şu soruyu sordum. “Ben bu kadar mucizeyi görebiliyorken, yazdığım makalelerde bunu defalarca anlatıyorken, neden insanları materyalist düşüncelerinden uzaklaştıramıyorum ve bu gücü tam anlamıyla anlatamıyorum ?” Evet !!! Gün boyunca bu soruyu sordum. Duygusal ilişkide olduğum kişinin dahi bakış açısının değişmesine yardımcı olamamıştım. Bu soruları sorduğum günün akşamı cevaplar peş peşe geldi. Tarihte sözleriyle bu güce


~ 15 ~ işaret eden insanların hayatlarını inceledim. Onlar “Secret” diye bir kitap okumamışlardı. Ama öyle sözler söylemişlerdi ki; Bu gücü bildikleri su götürmez bir gerçekti. Bizler bu sözleri motivasyon sözcükleri sandık. Hatta dersaneye gidenler bilirler. Rehberliğin dağıttığı broşür ve dergilerde başarılı insanların sözleri bulunurdu. Bende o zamanlar bu sözlerin anlık motive eden sözler olduğunu sanıyordum. Anladım ki; bu güç için kitap okumaya gerek yoktu. Yaşamın tekdüzeliğini kabul etmeyen, isteyen ve inat eden insana zaten bir şekilde ulaşıyordu. Ama böyle bir şeyde ısrar etmeyenlere kitap da versen, en etkileyici belgeseli de çeksen çok ilginç ki anlamıyorlardı. Kolayca anladıklarını düşünenler ise anlamış olduklarını düşünüyorlardı. Bunları peş peşe anlamaya başladıktan sonra karşılaştığım üç ayet bu gücü belli kişilerin isteyerek idrak edebildiğini anlatır gibiydi. “O dilediğine bilgeliği verir ve kime bilgelik verirse, o kimse birçok hayra nail olmuş demektir. Bu hikmeti ancak derin kavrayışa sahip olanlar düşünüp anlarlar” ( Bakara Suresi 269 ) “Hiç bilenle bilmeyen bir olurmu ? Doğrusu ancak akıl sahipleri bunu hakkıyla düşünürler” (Zümer Suresi 9 ) “Rabbim ! Bana hikmet ( derin bilgi, hükmetme ve kavrama yeteneği) ver ve beni iyiler arasına kat” (Şuara Suresi 83) Tabi ki yorumu sizlerin takdirine bırakıyorum ama “Çekim Yasası” asla parayla kitabı satın alınabilecek bir kavram değildir. Eğer bir kitap kadar kolay olsaydı günümüze kalan her şey gibi buda gelemez miydi? Onca tarihsel kayıt, fosil, bilimsel deney, icatlar bu güne saklanmadı ama “Çekim Yasası” saklandı !!! Bir çamaşır makinesi gibi herkes kullanabilirdi oysa !!! Bir çamaşır makinasının nasıl programları varsa “Çekim Yasası”nın da belirli yöntemleri vardı. Kullanınca her istediğimiz oluyordu öyle mi ? Sır Gömülmüş !!! Sır gizlenmiş !!! Bana pek inandırıcı gelmedi. Çekim yasası zaten insanlık tarihinde var olan ve bunu gerçekten elde etmek isteyen çok az bir insanda bulunan bir bilinç boyutudur. Bu azınlık ölçütü benim kıstasımdır. Ama bu gücü kullanamayacağınız anlamına gelmiyor. Bahsettiğim özel kişiler kategorisine girebilmeniz için öyle olduğunuza inanmanız ve hiç vazgeçmemeniz gerekiyor. Bu gücü size nasıl anladığımı açıklayım. Ben memur anne ve babanın bir çocuğuyum. Yıllar boyu bu düzen ve zihniyetle büyüdüm. Ama çocukluktan beri hep bu hayattan kurtulup özel biri olmak istemiştim. Tekdüze yaşam standartları bana anlamsız geliyordu. Ama cevapları bulmak bir yana aramıyordum bile…  Lise yıllarım vasatın üstündeydi. 2007 yazına kadar bu düşünce devam etti. 2007 duygusal ilişkimdeki travma, iki yıllık çalışma süresinden sonra lisansımı yükseltmek için girdiğim sınavı kılpayı kaybetmem, ailemle aramın bozulması ve mesleğimle ilgili yaptığım birkaç işten sonra dolandırılmam hepsi ard arda gelmişti. Depresyondan daha ileri bir travma idi. Bildiğim tek bişey vardı. Belli ki hayatımın geri kalanı bundan farklı geçecekti.. Ama, iyi şekilde mi kötü şekilde mi bir fikrim yoktu. Arkadaşıma şöyle dediğimi hatırlıyorum. “Bir gün bir şey olsun ve dokunduğum şey değişsin”… Evet. Aklımda tuttuğum tek resim buydu. Hayatımı değiştirecek bir şeyler olmasını istiyordum. Ama benzersiz bir şey. Bir gün gerçek olup olacağını bile bilmiyordum. Bir gün kitapçıda gördüğüm bir sözle bir yolculuğa başladım.”

“Yaşadığın evreni sen şekillendiriyorsun”

Bu istek beni “The Secret” kitabıyla karşılaştırdı. Çok şaşırdım. Çünkü 2 yıldır dünyayı sarstığı konuşulan kitaptan yeni haberim olmuştu. Kitabı ilk okuduğumda inanmak istemiştim. İçinde bulunduğum durum pek iç açıcı değildi. Bu arada belgeseli izleme olanağı da buldum. Anlatımını kitabından her ne kadar akıcı ve yalın görünse de ikna olmamıştım. Çünkü bu işin belgeseldeki gibi kolay olmadığını düşünüyordum. Eğer anlattığı gibi olsaydı onu okuyan binlerce kişi çoktan hayatını değiştirmişti. Kitap yorumlarını okumaya karar verdim ve tüm kitap satışı yapan web sitelerini gezdim. “İşe yarıyor” diyenler yorum yapanların neredeyse %5 ini oluşturuyordu. Bu ”işe yarıyor” diyenler ise gerçekleştirdikleri normalin biraz üstü hayallerini anlatıyordu. Yeni bir iş bulmak, ya da maaşlarına yapılan zam vb. Bu bana göre “dünyayı değiştirmek” değildi. Ama önümde bunu deneyecek bomboş bir ayım vardı. Ve hayallerimi listeledim. Yöntemleri kavramaya çalıştım. Bunun yanında, hedeflerime giderken aynı zamanda gözlemci olmaya karar verdim. Ve hayal kurmaya başladım. Küçük mucizeler beni heyecanlandırmaya başlamıştı. Yani isteğimizin ne olduğu önemli değil, sadece bizim için açıklaması kolay olan şeyler hemen meydana geliyordu. Bir kitap, bir bilgi, arkadaştan bir telefon… Odaklandığım nesneleri ve kavramları ya gazete manşetlerinde, ya haber sayfalarında ya da arkadaşlarımın sohbetlerinde duyuyordum. Fakat nedense benim


~ 16 ~ alışmadığım benim için açıklaması zor olan şeyler bir türlü olmuyor, küçük mucizelerin dışında kötü rastlantılarda yaşıyor ve tekdüze hayatıma devam ediyordum. Ama bu her ne haltsa geliştirmeye kararlıydım. Ve bir şeyler dilemekten vazgeçtim. Aylar boyunca kitap okudum. Fakat yinede bir şeyler istememekte ısrar ediyordum. Amacım gözlem yapmaktı. Normal hayatımı, çevremin hayatını ve toplumun hayatını… Farkındalığım arttıkça gelecek hakkında tahminlerde bulunmaya başladım. Arkadaş sohbetlerinde benimle dertleştikleri ve ye gelecek hakkında fikir sordukları zaman onlara karşılacakları durumu tarif ediyordum. Gelecek bilinci hakkında yanılmadığımı hissedince farkındalığımın geliştiğini anlıyordum. Her olayın geçmişini ve şimdisini inceleyince gelecekte nelerin başına geleceğini adeta film şeridi gibi görüyordum. Bu tabiî ki çevremden daha çok benim işime yaradı. Arkadaslarımın bir çoğu beni dinlemediler. Bildiklerimi öğretmek için çok çalıştım ve çabaladım. Hatta ilk gün inanıp sonra unutular bile. Ama ben defalarca anlattığım için öyle çok tekrar ediyordum ki bilgilerimi; bu bilinç benim içime iyice yerleşmişti. Üye olduğum forumlarda dahi bu bilgileri kaç kez tekrar ettim hatırlamıyorum. Birer ikişer kere okuyup dinleyen onlar, onlarca kez tekrar eden yine bendim. Ama sosyal açıdan sancılı bir dönem yaşıyordum. Çünkü olaylara eskisi gibi bakmıyordum. Bu yüzden benim gibi düşünmeyen bazı kişiler hayatımdan kopmaya başladılar. Sekiz yıllık kankam ile bile ayda bir görüşebiliyordum. Bu bilinç zamanla hareketlerime yansıdı. Konuşmam, bakışlarım bakış açım çok değişmişti. Doğrusunu söylemek gerekirse lehime olan bir duruma dönmeye başladı. Çevrem beni bambaşka biri olarak görmeye başladı. Duruşumdan, bakışımdan konuşmalarımdan etkilendiklerini gördüm. Yaşıma göre çok olgun ve karizma buluyorlardı. Daha önce duymadığım sözleri duymaya başladım. Açıkca söylemek gerekirse şımaramıyordum bile. İşin içine egolarım girdiği anda sanki bozulur gibi oluyordu. Ben bardağın dolu tarafına bakmayı öğrendikçe insanlar benim kusurlarımı mucizevi bir şekilde görmemeye başladılar. Daha ileri götürüp mükemmel ve kusursuz olduğuma kadar götürdüler. Buna çok içerliyordum. Çünkü bende bir insandım ve göreceli olarak kusurlarım bulunabilirdi. Halbuki anlatmak istrediğim “Ben Mükemmelim” demek değildi. “Herkes Mükemmeldir.” Anlayışını yayabilmekti. Ama bir şey daha keşfettim. Olayların olumlu tarafına bakan ve karşı tarafın iyi yönlerini gören herkes bu sözleri elbet duyabilirdi. Fakat asıl mucizeyi henüz yaşamamıştım. Ben bu konularla haşır neşir olurken bir gün beynimde şimşekler çaktı. İçinde korku ve vicdan azabının yanında merak ve ilgide vardı. Bizi yaratan Allah gerçeği… Ben hiç bu evrsensel gücü dini bakış açısıyla düşünmemiştim. Oysa yaşadığım hayat boyunca Allah’a inanmıştım. Ama ben yaşadığım toplumun dini bakış açısına sahiptim. Kaderci bir bakış açım vardı. Ve araştırmaya başladım. Kendime sorduğum ilk soru “eğer bize yazılan kaderin dışına çıkamıyorsak, ahiret gününün, hesap sormanın ve cehennem ya da cennet ile ödüllendirilmenin ne anlamı vardı? Bana irademin dışında cehennemlik bir kader yazıldıysa ve ben hesabım görüldükten sonra cehenneme gideceksem bu adil olur muydu? Bu Allah’ın bize öğretilen sıfatlarına uyarmıydı “Herşeyi hakkıyla bilen, yaptığınızı gören, hesap soran” değil miydi. Böyle düşününce mantıklı geliyordu. Ama birde “Doğduğumuz aileyi ve yeri seçemememiz” gerçeği apaçık karşımızdaydı. Bu Emerson’un “Herkes kendi evrenini yaratır” sözünü kafamda ters köşeye yatırmıştı. Bu konuyu düşünürken “Külli ve Cüzi irade” konusuyla karşılaştım. Bu benim sorumu kısmen cevaplıyordu. Ama tatmin olmamıştım. Sonra birçok ayetle karşılaştım. Allah birçok ayetinde nimetlerini “düşünenlerin, dua edenlerin ve şükredenlerin” emrine verdiğini tekrarlıyordu. Bu diğer ilahi kitaplarda da vurgulanmıştı. Kafamda her şey birbirine girmişti. Yani nasıl oluyordu? Hem doğduğumuz ortamı seçemiyorduk, hem de tüm nimetler emrimize verilmişti. Yaklaşık bir hafta düşündüm. Sabahlara kadar araştırdım. Kader olgusu ile ilgili belgeseller izledim. Aradığım cevabı bulamamıştım. Düşüncelerim benimle dalga geçiyor gibime geliyordu. Yok yok bu şekilde olmayacaktı. Kitapla, belgeselle anlaşılabilecek bir şey olmadığını anladım. Başka bir yerde bulacağıma inandım. Bu konuyla ilgili kafa yormayı bir süre bıraktım. Araya okul kaydım, işlerim ve kız arkadaşımla olan bazı konular girince yaklaşık bir hafta bu konuyla ilgilenmedim. Aradan geçen bir hafta sonrasında bir gün babamı belgesel izlerken gördüm. O an beynimde şimşekler çaktı. İstediğim cevap yine elimdeydi. Belgeselin konusunu bilmiyorum ama ekranda bir afrikalı çocuk vardı. Elinde bir parça yiyecek vardı ve yüz ifadesi dünyaları kazanmış gibiydi. Çünkü onun zihninde “hamburger” diye bir bilgi mevcut değildi. Ya da “oyuncak” diye bir obje. O bildiklerinin içinde en iyiyi isteyebilirdi. Hindistan cevizi ağacının en tepesine tırmanıp bir Hindistan cevizi koparabilmek harika bir yetenekti. Ona göre en iyi dini inanç kabilesinin inancıydı. Sahip olmak istediği en güzel şeyler av aletleri gibi şeyler olabilirdi. En yüksek mevki ise ileride kabilesinin başına geçebilmekti. İşte bu bana her şeyi anlatıyordu. Evrensel düzen, kuansal yaratımı temel alıyorsa ve kuansal yaratım olasılıkları temel alıyorsa biz sadece bize verilen olasılıklar içinden seçebiliyorduk.. Gün içinde insan beynine gelen ve beş duyu organıyla algıladığı yada fark etmeden


~ 17 ~ bilinçaltına yaklaşık olarak 60 bin düşünce gelir. Bu bize yollanan “olasılık demetinin” ta kendisidir. Zihnimiz bu 60 bin düşüncenin hepsini, bilinçli ya da bilinçsiz olarak yorumluyor ve önyargılarımız ölçüsünde titreşim yayıyordu. Yani bir şeyi düşündüğümüzde zihnimiz onunla ilgili tüm olasılıkları hesaplıyor ve senin seçim yapmanı bekliyor. Peki bunun Kader ile bağlantısı ne olabilirdi. Şöyle anlatayım. Biz dünyaya geldiğimizde bize verilen aileyi seçemediğimiz gibi bize verilen olasılık demetinide seçememiş oluyorduk. Sadece bu demetin içinden istediğimizi seçip sahip olabiliyorduk. Bu olasılık demeti her gün farklılık gösterebilirdi. Buda dünkü düşünce ürünümüzün sonucundan meydana gelecek olan bağlantıydı. Şimdi bunu normal insan yaşantısı için örnekleyerek daha açık anlatayım. Aranızda yemek tariflerine meraklı bayan arkadaşlarımız varsa onlara sormak istiyorum. “Berk’in Yemek Tarifleri” adlı kitabı okudunuz mu? Ne ? Öyle bir kitaptan haberiniz yok mu? Eğer bu kitap hakkında bilginiz olsaydınız beklide bugüne kadar sahip olacağınız en iyi kitaptı !!! Tabi bu bir espiri.  Yemek kitabı falan yazmadım. Yani anlatmak istediğim benim böyle bir kitabım olsa bile sizin bu kitabı istemeniz için bi yerden bu bilgiyi almış olmanız lazım. Bir rafta görmüş, ya da birinden duymuş olmanız lazım. Bilmediğiniz bir şeyi nasıl isteyebilirsiniz ki. Ben hayalimdeki arabayı istemeden önce öyle bir modelden haberim yoktu. Ta ki bir gün yolda görünce, modelini merak etmiş araştırmış ve istemeye başlamıştım. Biz sadece bize algılatılanların içinden birini seçebiliriz. Burada dünyasal şartlar önemli değildir. Cebimizde para olup olmaması önemli değildir. Eğer o araba önümüzden geçtiyse artık o görüntüyü deneyimlemiş isek bize yollanan olasılıkların içinde demektir. Bilinçaltımda o arabayı isteyip istemediğimle ilgili tüm olasılıklar hesaplanır. Eğer o arabayı istersem, bu sefer “o arabaya nasıl sahip olacağım” ile ilgili tüm olasılıklar hesaplanır. Vazgeçmediğim sürece sahip olur ve deneyimlerim. Ama o araba önümden hiç geçmeseydi veya o araba hakkında bir bilgim olmasaydı isteme gibi bir durumum olamazdı. Zincirleme olarak geriye doğru gidildiğinde “Kader” gerçeğinin var olduğunu, Hangi hayalimizi gerçekleştirirsek gerçekleştirelim yinede kaderin dışına çıkamadığımızı görebiliyorduk. Alabileceğimiz en pahalı evı, ruh ikizinizi, hayalinizdeki son model arabayı ne isterseniz elde edin. Yinede size verilenler arasından bir seçim yapmışsınızdır. Ya da size verilenler arasından bir kaçına odaklanıp yada etkilenip yeni benzer olasılıkları seçmişsinizdir. Ama yine eski düşüncelerinizin zincirinde ve benzerleridir. Yinede size verilenlar arasında seçim yapmısınız, yapıyorsunuz ve yapacaksınız. Bize verilenler arasında seçimi yapan bilincimizdir. Olasılıklar içinden önyargımıza uyan, olacağına inandığımız olayı seçeriz. Hayatta hep iyi olayları seçeceğiz diye bir şey yok. Bir şey ile ilgili kötü denebilecek olasılıkları da seçeriz. Örneğin; biri bizi kızdırdığında, o insana yapacaklarımızla ilgili tüm olasılıklar hesaplanır. Eğer irademize hakim olamaz isek o adama yapacağımız tüm kötü olasılıklar hesaplanmaya başlar. Küfür etmek, vurmak, öldürmek ve bunun gibi sonsuz olasılıklar… Eğer irademize hakim olabilirsek, o adama yapacağımız tüm iyi olasılıklar hesaplanır. Susup gitmek, anlayışla karşılamak, dost olmak gibi sonsuz olasılıklar… İşte biz bu irade durumuzun yaptıklarıyla ilgili hesaba çekileceğiz. Ahiret gününde; doğumumuzdan ölümümüze kadar, bize her an verilen olasılık demetlerinin içinden seçtiğimiz en küçük bir düşünceden bile sorumluyuz. O düşünceyi irademizin nasıl karşılayacağı ve niyetinden sorumluyuz. Peki bir şey düşündüğümüzde neden o konuyla ilgili kötü olasılıklar da hesaplanır? Burada “Nefs” dediğimiz kavram ön plana çıkar. İyi olasılıkları isteyen irade, kötü olasılıkları isteyen “Nefs” tir. Bu kavramı daha önce duyduğunuza eminim. Ama “Nefs” nedir. Onu tanımlayalım. Nefs; insan bedeninin ve duygularının; zevklerinin, öfkelerinin ve hırslarının esiri olmasıdır. Çünkü insan yeryüzündeki en mükemmel varlık olmasına rağmen zayıf yönü de vardır. Örneğin; iki gün yemek yemediğimizde ayağa kalkacak halimiz olmaz. iki gün uyumadığınızda dengemiz bozulur ve ayakta halusünasyon görürüz. iki hafta banyo yapmasak insan içine çıkamayız. Tabi bu yaşamsal taraflarıdır. Bunlara cinsel dürtüler, intikam, anlık öfke, alkol, sigara ve dünya malının çekiciliğini de eklememek mümkündür. Ama çok yanıltıcıdır. Bizim için sonu kötü sonuçlanabilecek şeyleri o kadar çekici gösterir ki. İşte biz bu şekilde sınanıyoruz. Seçimlerimiz iyi ya da kötü ne olursa olsun çok istediğimizde elimize geçiyor. Mantık olarak düşündüğümüzde de nefsimizi yenebildiğimiz durumlar çekim yasasını çok hızlandıracak durumlardır. Örnek vermek gerekirse “Cinsel Güç” harika bir yaratıcı enerjidir. Ama iradeli olup bu gücü düşünce kanallarına aktarmayı öğrenirsek harika fikirler ve olaylarla karşılaşabiliriz. Tarihteki en başarılı insanların cinsel iradeleri olan insanlar olduğunu söylesem şaşırır mıydınız? Şimdi yukarıda anlattıklarım ayetlerde şöyle bildirilmiştir. “Her nefis ölümü tadacaktır. Sizi bir imtihan olarak kötülük ve iyilikle deneyeceğiz. Hepiniz de sonunda bize döndürüleceksiniz.” ( Enbiya Suresi 35)


~ 18 ~ Sonsuz zaman deyince genellikle insanların aklına yüz bin yıl, bir milyon yıl ya da bir milyar yıl gibi rakamlar gelir. Bu sürelerin çok uzun olduğu, asla tükenmeyeceği düşünülür. Sonsuz uzaklık deyince de yine genellikle akıllara yüz bin ışık yılı, bir milyon ışık yılı ya da bir milyar ışık yılı gibi uzaklıklar gelir. Oysa bunlar son derece sınırlı düşünceler ve kavramlardır. Şöyle bir örnekle sonsuzluğun ne derece olağanüstü bir büyüklük olduğunu vurgulayabiliriz: Yüz katrilyon insan olsa, tüm hayatları boyunca gece gündüz hiç durmadan sayı saysalar, üstelik yüz katrilyon yıl ömürleri olsa ve ömürleri boyunca başka hiçbir iş yapmadan bu işle uğraşsalar, yine de sonsuzluğa ulaşamazlar. Çünkü sonsuzluk, hiç bitmeyecek, başı ve sonu olmayan bir büyüklüğü ifade eder. Oysa Allah öyle büyük bir ilme sahiptir ki insana göre "sonsuz" olan ve bu yüzden asla hesaplamaya güç yetiremeyeceği bu kavram, Allah'ın katında sona ermiştir. Bizim için sonsuzluk asla ulaşılamayacak bir kavram gibi görünür ama aslında Allah katında sonsuzluk tek bir andır Zaman dediğimiz algı, aslında bir anı bir başka anla kıyaslama yöntemidir. Bunu bir örnekle açıklayabiliriz. Bir cisme vurduğumuzda bundan belirli bir ses çıkar. Aynı cisme tekrar vurduğumuzda yine bir ses çıkar. Kişi, birinci ses ile ikinci ses arasında bir süre olduğunu düşünür ve bu süreye "zaman" der. Oysa ikinci sesi duyduğu anda, birinci ses sadece zihnindeki bir hayalden ibarettir. Sadece hafızasında var olan bir bilgidir. Kişi, hafızasında olanı, yaşamakta olduğu anla kıyaslayarak zaman algısını elde eder. Eğer bu kıyas olmasa, zaman algısı da olmayacaktır. Aynı şekilde kişi, bir odaya kapısından girip sonra da odanın ortasındaki bir koltuğa oturan bir insanı gördüğünde, kıyas yapar. Gördüğü insan koltuğa oturduğu anda, onun kapıyı açması, odanın ortasına doğru yürümesi ile ilgili görüntüler, sadece beyinde yer alan bir bilgidir. Zaman algısı, koltuğa oturmakta olan insan ile bu bilgiler arasında kıyas yapılarak ortaya çıkar. Kısacası zaman, beyinde saklanan birtakım bilgiler arasında kıyas yapılmasıyla var olmaktadır. Eğer bir insanın hafızası olmasa, beyni bu tür yorumlar yapmaz ve dolayısıyla zaman algısı da oluşmaz. Bir insanın "ben otuz yaşındayım" demesinin nedeni, beyninde söz konusu otuz yıla ait bazı bilgilerin biriktirilmiş olmasıdır. Eğer hafızası olmasa, ardında böyle bir zaman dilimi olduğunu düşünmeyecek, sadece yaşadığı tek bir "an" ile muhatap olacaktır ki bu nokta çok önemlidir. Einstein, Barnett'in ifadeleriyle, "uzay ve zamanın da sezgi biçimleri olduğunu, renk, biçim ve büyüklük kavramları gibi bunların da bilinçten ayrılamayacağını göstermiş"tir. Genel Görecelik Kuramı'na göre "zamanın da, onu ölçtüğümüz olaylar dizisinden ayrı, bağımsız bir varlığı yoktur." Zaman bir algıdan ibaret olduğuna göre de, tümüyle algılayana bağlı, yani göreceli bir kavramdı. Zamanın akış hızı, onu ölçerken kullandığımız referanslara göre değişir. Çünkü insanın bedeninde zamanın akış hızını mutlak bir doğrulukla gösterecek doğal bir saat yoktur. Lincoln Barnett'in belirttiği gibi "rengi ayırt edecek bir göz yoksa, renk diye bir şey olmayacağı gibi, zamanı gösterecek bir olay olmadıkça bir an, bir saat ya da bir gün hiçbir şey değildir. Zamanın göreceliği, rüyada çok açık bir biçimde yaşanır. Rüyada gördüklerimizi saatler sürmüş gibi hissetsek de, gerçekte her şey birkaç dakika hatta birkaç saniye sürmüştür. Aynı şekilde zamanın akış hızının, farklı şartlarda herkesçe farklı olarak algılanması da zamanın psikolojik bir algıdan ibaret olduğunu kanıtlar. Örneğin, bir arkadaşınızla buluşacağınız zaman onun 10 dakikalık bir gecikmesi size bitmek bilmeyen, çok uzun bir zaman gibi gelebilir. Ya da sabah okula veya işe gitmek üzere uyanan uykusuz bir insana uyuyacağı fazladan bir 10 dakika oldukça kısa gelebilir, Modern bilim tarafından doğrulanan, zamanın psikolojik bir algı olduğu, yaşanan olaya, mekana ve şartlara göre farklı algılanabildiği gerçeğini pek çok Kuran ayetinde görmek mümkündür. Örneğin bir insanın bütün hayatı, Kuran'da bildirildiğine göre çok kısa bir süredir: Sizi çağıracağı gün, O'na övgüyle icabet edecek ve (dünyada) pek az bir süre kaldığınızı sanacaksınız. (İsra Suresi, 52) Gündüzün bir saatinden başka sanki hiç ömür sürmemişler gibi onları bir arada toplayacağı gün, onlar birbirlerini tanımış olacaklar (Yunus Suresi, 45) Hiçbir an, hiçbir kare, hiçbir olay, hiçbir varlık yok olmamıştır ve olmayacaktır. Nasıl televizyonda izlediğimiz bir film, film şeridine kaydedildiyse, çeşitli karelerden oluşuyorsa ve bu kareleri bizim görmememiz onların olmadığı anlamına gelmiyorsa, bizim "geçmişte yaşanmış" veya "gelecekte yaşanacak" dediğimiz olaylar için de aynı şey geçerlidir. Her şey “Şu Anda” olmuştur, oluyor, ve olacak. Bu gerçeği anlamak için yalnızca tarihin derinliklerini düşünmeye gerek yoktur. Herkesin çok uzun zannettiği kendi hayatı için de yine aynı gerçek geçerlidir. Sizin yeni doğduğunuz, annenizin kucağına verildiğiniz o ilk an yok olmamıştır. O kare ya da o görüntü ya da o olay sonsuza kadar var olacaktır.. Fakat daha önce de ifade edildiği gibi siz 5 duyunuza bağımlı olduğunuz


~ 19 ~ için ve sizin hafızanızda bu bilgi saklanmadığı için böyle bir sahneyi görmüyorsunuz. Bu, yaşamınız boyunca başınızdan geçen her olay için geçerlidir. İlkokula başladığınız gün, ya da çocukken kutladığınız bir doğum gününüz, başınızdan geçen bir olay, liseyi bitirdiğiniz gün, üniversite diplomanızı alışınız, evliliğiniz ve bunun gibi daha binlerce olay aslında evrende aynı anda olmaktadır. Bu olayların hiçbirisi de kaybolmuş değildir ve sonsuza kadar canlı olarak mevcut kalacaktır. Atom altı parçacıklar, tüm zaman bilgisini içinde bulundurmaktadır. Bize algılatılanlar ise elektriksel algılar ve kıyaslamamızı sağlayan zaman kavramıdır. Bizler gün içinde 60 bin düşünceyle muhatap oluyoruz. Ve her an her saniye yaratım başlatıyoruz. Fakat ısrarcı ve inanmadığımız için olasılık dünyamızdan hemen yenilerini seçiyoruz ve yine yenilerini… Hayalinizdeki evi düşünün. Evet şu an bir yaratım başlattınız. Fakat ne kadar ısrarcısınız. Bu evi alacağınıza inanmıyor musunuz ? Size can alıcı bir sır vereyim mi ? Siz demin bir ev hayali kurduğunuz için, başlattığınız yaratım anında evrene mesaj olarak gitti. Sizin çevrenizin ve yaşadığınız toplumun evrensel zihnini etkiledi. Belki de bir sene sonra alacağınız ev için kim bilir nerelerde bir çark dönmeye başladı.? Bu hayali yalnızca 2 dakikacık kuracak kadar mı inandınız. İşte mucize bu ya. Dünya 2 dakika boyunca size çalıştı. Keşke bunu fark edebilseydik İsteseniz de, istemeseniz de “Şu an” kurduğunuz, düşündüğünüz, ihtimal verdiğiniz her an yaratım başlatır. Bazen bir şeyi planlarız ve onu gelecekte bir tarihe erteleriz. Bilmeliyiz ki bir şeyi geleceğe ertelediğimizde mutlaka bir şeyler olur ve tekrar ertelenir. Gelecek tarihte bir yerden bir miktar para geleceğini ve bu yolla bir miktar rahatlayacağınızı varsayalım. Ama siz kendinizi o paraya hazırlamazsanız sanki şimdi gelmiş gibi kendinizi rahat hissetmeye çalışmazsanız, o paranın gelişi yine ertelenecektir. Bir yakınım kendini gelecek tarihte ki bir kişisel gelişim seminerine şartlamış ve bütün sıkıntılarının gideceğine inanmıştı. Ama “ŞİMDİ” yolunda gitmeyen bir şeyler vardı. O şimdiden kendini hazırlamayı seçmek yerine ona sıkıntı veren huylarını ısrarla tekrarlamaktaydı. Kıskançlık, küsme, karamsarlık… Ve bilin bakalım ne oldu Evren ona “Dileğin benim için Emirdir” dedi. Ve bir şekilde o semineri ona kaçırtarak “şimdiki” ruh halini devam ettiren olay ve şartlarla karşılaştı. Üzülerek söylüyorum ki kendisine “Şimdi düzelmeyi seçmesen o seminer gerçeği hiç zaman olmayacak” demiştim. “The secret” daki tasavvur etmekle ilgili kısmı bilirsiniz. Gözlerini kapatıp, sanki “şimdi” yaşıyormuş hissine kapılmak… Zenginmiş gibi hissetmek, sağlıklıymış gibi hissetmek, hayalindeki arabanın direksiyonunu hissetmek… Eğer “ŞİMDİ” öyle hissederseniz gerçek olacaktır. Siz “dün” diye algıladığınız tüm anılarınızı “Şimdiki zaman” prensibine göre kendiniz yazdınız. Başınıza gelen her şey isteseniz de istemeseniz de “AN” da odaklandıklarınızın bir sonucudur. Kaçıp kurban rolü oynamanız hiçbir şeyi değiştirmeyecektir. Şu andaki ruh haliniz yarını yaratmakta… Masaya bir elma koyun, ona dokunun, rengini kokusunu hissedin. Sonra o elmayı ortadan kaldırın. Sadece zihninizde düşünün. Rengini, kokusunu hissetmeye çalışın. Evet biz iki farklı olay yaptık. Ama beynimiz için hiç bir şey fark etmedi. Beyin iki olayıda gerçek algıladı. Zihin gerçekle hayal arasındaki farkı asla bilemez. Siz bir hayal kurup “Şimdi” gerçekmiş gibi hissettiğinizde beyniniz bunu gerçek sanıp hayatınızı o yöne çevirecektir. Olumlamaların neden “şimdiki zaman” prensibinde yazıldığını anladınız mı ? Zamanın zaman yolculuğuna ilişkin niteliğini açıklarken şu iki soru vardır: Birincisi zaman nelerden oluşur sorusu -birbirine kopmaz zincirlerle bağlı tarih örgüsünden mi ya da üstüste veya yanyana konmuş "AN" lardan mı? Aslında içinde bulunduğumuz gerçeklik zaman yolcuları tarafından binlerce kez değiştirilmiş orijinal gerçekliğin çarpıtılmış bir hali olabilir. İnsan anıları ve belleği de zaman ve uzay matriksinin bir parçası olduğu için zamanın içindeki insan bu değişikliği asla fark edemez! Bize sanki geçmiş hep aynı geçmiş gibi gelir.Ama 'gerçek' görmek istemeyeceğiniz kadar esnek, kaotik ve plastiksi bir yapıdır. Sonsuz geçmiş ve gelecek birbiriyle kuvantum vakumu düzeyinde grift bir bağlantı içerisindedir. Geçmiş ve gelecek iç içe frekanslar halinde yaşanır. Geçmiştekiler bizi kendi ''şimdi'' lerinden algılayabilecekleri gibi bizde şimdiden geleceğe ait görüntü, ses ve bilgileri yakalayabiliriz. Tarihin değiştirilebileceği düşüncesi çatallaşan zaman/tarih düşüncesini de beraberinde getirir. Yani geçmişi değiştirirseniz, özgün zaman akışına -ki özgünlügü her zaman bir soru işareti taşır zaman yolculuğu olasılığının kabullenilmesiyle beraber- paralel yeni bir zaman akışı oluşabilir.. Nazi Almanya'sının dünya savaşını kazandığı bir tarih bunun olmadığı bir tarihle yanyana ayrı bir evren olarak var olabilir. "Paralel dünyalar" ya da "paralel zamanlar" evrenin ve zamanın, zaman yolculuğuna izin veren yapısını açıklar.Aslında bir gerçeklik ve tek bir dünya vardır.Fakat olası potansiyeller sonsuzdur.Yani belki dünyada ilk söyleyen kişilerden biri olacağım fakat zamanın derin sırrını anlayanlar sanıldığı gibi aynı AN'da bir çok alternatif dünyanın illede bir


~ 20 ~ arada olmasına gerek olmadığını anlayabilirler.Sanıldığı gibi bir yerlerde varolduğu sanılan ''alternatif zaman çizğileri'' sadece matematiksel olarak evrenin olası eğilimleri dizgesinin soyut bir ölçümü olarakta varolabilir. Fakat gerçekte olan tek bir dünyadır, bir çok dünya gerçeği değil..! Söz konusu olan tek bir gerçekliktir.O zaman şu soruyu sorabilirim. Sadece düşünerek zaman yolcusu olabilir miyiz ?  “Olup biten şimdidir; ve olması gereken zaten oluyor; ve Tanrı’nın geçmiş olana ihtiyacı vardı” ( İncil: Ecclesiastes 3:15)

Biraz düşünecek olursanız evrendeki canlı cansız tüm varlıkların insanlara hizmet ettiklerini görürsünüz. Bütün bitkiler, hayvanlar üzerlerinde barındırdıkları vitamin, mineral, protein ve çeşitli ilaç hammaddeleri insanlara hizmet içindedir. Maddi ve manevi kavramlarda dahil hepsi bizlerin emrine ve iradesine verilmiştir. Yeter ki istemeyi öğrenelim. “O ki, yeryüzünde ne varsa hepsini sizin için yarattı…” (Bakara Suresi 29) “Allah’ın göklerde ve yerde nice varlık ve imkanları sizin emrinize verdiğini, nimetlerini açık ve bolca ihsan ettiğini görmediniz mi ?” (Bakara suresi 20) “Allah, inanç sahiplerini (inanarak ve inançlarını uygulayarak) zafere ulaşmaları dolayısıyla kurtarır. Onlara kötülük dokunmaz ve onlar hüzne kapılmayacaklardır.” ( Zümer Suresi 61 ) Hayallerimize ulaşırken, zihnimizde tuttuğumuz şeyi çekerken mutlaka kendimizdende bir şeyler vermemiz gerekiyor. Biz bir şeyi çekerken, o şey de bizi çekiyor demektir. “Peki bu süreçte ne yapmalıyım, nasıl olacağını bile bilmiyorum” diyebilirsiniz. Gün içinde size ilham veren mutlaka bir olayla karşılaşacaksınız. Hurma dalına rüzgarın esip dalın, sallanıp, hurmanın önünüze düşmesini bekleme Yada aklınıza bir fikir gelecek. Bir telefon gelecek. Ya da hedefinize ulaşmanız gereken her ne ise onunla bağlantılı bir şey hemen sizi bulucak. Asla vazgeçmeyin. Vazgeçmediğiniz takdirde elinize geçecektir. “Hurma dalını kendine doğru silkele ki taze, olgun hurma dökülsün…” ( Meryem Suresi 29 ) Yeryüzü size meyvelerini vermektedir, eğer avuçlarınızı nasıl doldurabileceğinizi bilirseniz, elinize geçecek olan size yetecektir. (Halil Cibran) Bilinçaltınıza yalnızca siz emir verebilirsiniz. Başka birinin sizinle ilgili düşüncelerinin kararlarınızı etkilediğini düşünebilirsiniz. Fakat bu etki sadece siz kabul ettiğiniz için zihninizi programlamaktadır. Çok severek dinlediğiniz bir şarkıda sitem, ayrılık, aldatılma geçiyorsa ve siz bunu defalarca dinliyorsanız. Zihninizi bu yönde programlarsınız. İzlediğiniz haberlere aşırı tepki veriyorsanız ya da izlediğiniz filmden etkileniyorsanız, zihninizi bu yönde programlarsınız. Bir arkadaşınızla tartışırsanız zihninizi programlarsınız. Bir insana küstüğünüzde veya onunla ilgili kötü bir niyet bile geçirseniz zihninizi programlarsınız. Bilinçaltınız üzerinde mutlak bir kontrole sahipsiniz. Bu bizim için önemli ve heyecan verici bir gerçektir. Bu çekim yasasını çalıştırmamız için bilmemiz gereken en önemli unsurdur. Zihnimize gün içinde onlarca şey gelirken çekim yasası sadece bilinçaltımızın kabul ettiği şeyleri bize sunucakır. Bu insan için çok önemli ve heyecan verici bir gerçektir. Kendi düşüncelerinizi yönetemezseniz başka hiçbir şeyi yönetemeyeceğinizin farkına varın. İradeniz size bunun için verilmiştir. Bilinçaltında tuttuğunuz düşünceler, kimsenin anlamayacağı büyüsel değişimler yaratmazlar. Hayatınızdaki tüm gerçekleri tarar bir sebep sonuç ilişkisi bağlar. Doğa yasalarını harekete geçirir. Bu titreşimler arkadaşlarınıza, tanıdıklarınıza ve yaşadığınız topluma zincirleme etki başlatır. Düşüncenizden vazgeçmediğiniz sürece bu etkileşim devam eder. Ve dış dünyanız bir mıknatıs misali iç dünyanızı yansıtmaya başlar. Bu sınırsız titreşimler sizden yayılır. Onun kapıları, bilinçaltınıza yolladığınız imgelerdir. İlk başlarda olmuyormuş gibi görünebilir. Ama düşünce yeterli derecede arttırılmış, yoğunlaştırılmış ve vazgeçilmemişse; madde sonunda teslim olur ve mükemmelen ifade edilir. Bunun için çaba harcamaya değmez mi ?


~ 21 ~ “Biz insanı en güzel biçimde yarattık” ( Tin Suresi 4) “Görebildiğiniz topraklar size verilecektir; ama siz gidip ona sahip olmalısınız” ( İncil: Jenesis 13:15 )

“Gerekeni yap ve güce sahip ol” (Ralph Waldo Emerson)

Yıllardır üniversitelerde okutulan bir ders vardır. Bu “Evrim Teorisi” yani diğer adıyla Darwinizim’dir İnsanlar tarafından o kadar güzel kurgulanmış ve dünya düzeninin içine o kadar güzel sokulmuştur ki. Birçok metaryalist felsefecinin, bilim adamının, dünya liderlerinin dayanağı olmuştur. 200 yıl önce ortaya atılan Evrim Teorisi hala bazı kesimler tarafında gerçek olduğu iddaa edilmektedir. Fakat son 20 yılda bilim alanındaki yenilikler ve bulunan yüz milyona yakın fosil örneği bulunmuştur. Evrim teorisi inancı ise yerini yavaş yavaş bilimsel gerçeklere ve evrim konusunda yanılan bilim adamlarının sayısız itirafları ile son dönemlerini yaşıyor. 2008 yılının bitmesiyle birlikte geçtiğimiz günlerde Darwin’ in ölümünün 200. yılında açılan vasiyeti kendisine inanları şok etmiştir. Vasiyeti yanılgılar ve itiraflarla doludur. Akıl Çağı’na girmek üzere olduğumuz bu dönemde tüm bu aldatıcı metaryalist öğretiler giderek etkinliğini kaybetmektedir. Eğer biraz araştırırsanız evrim teorisinin bilimselmiş gibi yapılan tanımlarını gerçekdışı bulabilirsiniz. Bu bir aldatmacadır. Bu aldatmaca Charles Darwin'in öncülüğünü yaptığı, tüm canlıların şuursuz süreçlerle, amaçsız hayali dönüşümlerle, tesadüfen geliştiği iddiasında olan evrim teorisiydi. Cehalet ortamında gelişmiş olan bu teori, yanıltıcı telkinlerle, sahte delillerle, Yaratılış Gerçeğine karşı sistemli ve dogmatik mücadelesiyle, 200 yıl boyunca varlığını devam ettirdi. Bu görüşe inananlara göre evren sonsuzdan beri var olan bir kavramdır. Ve dünya üzerindeki yaşamı tesadüflere bağlarlar. Ve bunlar arasında güçsüz olanın yok olacağına ve sonsuza dek böyle süreceğine inanırlar. Evrim teorisi hemen kendisinin bir kolu olan “Statik Evren Modeli” teorisini ortaya çıkarmıştır. "Statik Evren Modeli" (Sabit Durum Teorisi) adı verilen bu anlayışa göre, evren için herhangi bir başlangıç veya son söz konusu değildir. Bu teori “evrenin sonsuz boyutlara sahip olduğu, sonsuzdan beri var olduğu ve sonsuza kadar da var olacağı” şeklindedir. Bu teoriler yaratıcıya inanmayanların tek dayanakları olmuş ellerinde gün geçtikçe daha inandırıcı gösterilmeye çalışıyor. Bu günümüzde de bazı kesimlerde mevcuttur. Hemde 20. Yüzyılın sonlarındaki buluşlara rağmen hala savulmaktadır. Ama gün geçtikçe de yok olmaktadır. Modern bilime göre, evrenin, materyalistlerin iddia ettikleri gibi sabit ve durağan olmadığı, tam tersine sürekli bir hareket ve değişim içinde olduğu, genişlediği saptanmıştır. Bugün bu gerçekler bilim dünyası tarafından kabul edilmektedir. İçinde bulunduğumuz evren 14 milyar yıl önce BİG BANG adı verilen büyük bir patlamayla oluşmuştur. Şimdi size yaratım gerçeğini kanıtlayan bilim adamlarını ve de daha önceden inanmayan ve sonradan pişmanlıkla itiraf ettiklerini ve yaratıcı gerçeğini kabullendiklerini görelim. Dönüşümlü evren inancına ilk geçiş Albert Einstein’in çalışmalarıyla başladı. Ünlü fizikçi kütle ve enerjinin eş değerliliğini kanıtlamış ayrıca uzay, zaman ve kütle çekimi konusunda yepyeni araştırmalar ve düşünme yolları önermiştir. Einsteine göre madde ve enerji aynı şeyin iki değişik biçimde ortaya çıkışını simgeleyen eşdeğerli iki kavramdı. Einstein aynı zamanda dalga ve parçacık özelliğindeki ikili yapısını vurgulayarak bu enerji alışverişinin maddeyle etkileşime girdiğini her durumda savunmuştu. Maxwell ve Faraday 1860 yılında enerjinin en iyi dalgalar şeklinde evrenin çevresinde dolaşan uzayın kırık ve elektromanyetik alanında titreşim olduğunu açıklamışlardı. Bu gerçekler sonsuzluğa değin uzanan boşluktaki evrende yaşamadığımız anlamına geliyodu. Evren içindeki tüm her şeyiyle bildiğimiz ve bilemediğimiz tüm galaksileriyle yıldız ve gezegen sistemleriyle hepsinin dünyadaki yaşama bir neden sağladığını ortaya çıkarıyordu. “O dönüşümlü semaya andolsun ki…” ( Tarık Suresi 11 ) 1920'li yıllar, modern astronominin gelişimi açısından çok önemli yıllardı. 1922'de Rus fizikçi Alexandre Friedmann, Einstein'in genel görecelik kuramına göre evrenin durağan bir yapıya sahip olmadığını ve en ufak bir etkileşimin evrenin genişlemesine veya büzüşmesine yol açacağını hesapladı. Friedmann'ın çözümünün önemini ilk fark eden kişi ise Belçikalı astronom Georges Lemaitre oldu. Lemaitre, bu çözümlere dayanarak evrenin bir


~ 22 ~ başlangıcı olduğunu ve bu başlangıçtan itibaren sürekli genişlediğini öngördü. Ayrıca, bu başlangıç anından arta kalan radyasyonun da saptanabileceğini belirtti. Amerikalı astronom Edwin Hubble astronomi tarihinin en büyük keşiflerinden birini yaptı. Hubble, kullandığı dev teleskopla gökyüzünü incelerken, yıldızların uzaklıklarına bağlı olarak kızıl renge doğru kayan bir ışık yaydıklarını saptadı. Bu buluş, o zamana kadar kabul gören evren anlayışını temelden sarsıyordu. Bilinen fizik kurallarına göre, gözlemin yapıldığı noktaya doğru hareket eden ışıkların tayfı mor yöne doğru, gözlemin yapıldığı noktadan uzaklaşan ışıkların tayfı da kızıl yöne doğru kayar. (Gözlemciden uzaklaşmakta olan bir trenin düdük

sesinin gittikçe incelmesi gibi.) Hubble'ın gözlemi ise, bu kanuna göre, gökcisimlerinin bizden uzaklaşmakta olduklarını gösteriyordu.

Hubble, çok geçmeden çok önemli bir şeyi daha buldu; yıldızlar ve galaksiler sadece bizden değil, birbirlerinden de uzaklaşıyorlardı. Her şeyin birbirinden uzaklaştığı bir evren karşısında varılabilecek tek sonuç ise, evrenin "genişlemekte" olduğuydu. Galaksilerin birbirlerinden uzaklaşmalarının ölçü ve hesabındaki esasa, 'Hubble sâbiti' diyoruz. Bu ölçeğe göre aralarında bir milyon ışık yılı uzaklığı bulunan herhangi iki galaksi, birbirlerinden saniyede 20 km. hızla uzaklaşmaktadırlar. Eğer bu iki galaksi arasındaki uzaklık, bin katına çıkarsa, bunların birbirlerinden uzaklaşma hızları da bin misli artacaktır. Aynı ölçüleri bizden 10 milyar ışık yılı uzaklıktaki bir galaksiye uygulayacak olursak, bu galaksinin saniyede 200 bin km. hızla bizden uzaklaştığı, yani o noktada bir genişlemenin var olduğu söz konusudur ki, bu müthiş sürat, ışık hızının üçte ikisi kadardır. Hubble'ın ortaya

koyduğu evrenin saniyede genişlediği gerçeği, kısa bir süre sonra yeni bir evren modelini doğurdu. Evren genişlediğine göre, zamanda geriye doğru gidildiğinde çok daha küçük bir evren, 14 milyar yıl geriye gittiğimizde "tek bir nokta" ortaya çıkıyordu. Yapılan hesaplamalar, evrenin tüm maddesini içinde barındıran bu "tek nokta"nın, korkunç çekim gücü nedeniyle "sıfır hacme ve sonsuz sıcaklığa" sahip olacağını gösterdi. Evren, sıfır hacme sahip bu noktanın patlamasıyla ortaya çıkmıştı. Sıfır hacim fizikte YOKLUK anlamına gelir. Bu patlamaya "Big Bang" (Büyük Patlama) dendi ve bu teori de aynı isimle bilindi. Tüm bu bulgulara göre evren yokluk hacminde bir noktadan meydana gelmişti. Sürekli genişlemekteydi. Einstein bulgularına göre bu genişleme bumerang etkisi yapacaktı. Yani genişlemenin bir sonu olacak ve hızla her şey geri toplanacaktı. Buda evrenin sonuna dini kaynaklara göre de Kıyamet Günü’ nü işaret ediyordu. Şimdi ayetlerdeki işaretlere bir göz atalım. “Allah yeri ve göğü yoktan var edendir” ( Enam Suresi 101 ) “Göğü kudretimizle biz kurduk ve şüphesiz onu genişleticiyiz” (Zariyat Suresi 47) “O gün göğü kitap sayfalarını dürer gibi geri toplarız. İlk yaratmaya başladığımız gibi onu yine iade ederiz. Üzerimize sözdür. Biz bunu mutlaka yapacağız” ( Enbiya Suresi 104) Sabit durum teorisi gibi evrenin tesadüfen oluştuğunu varsayan bazı metaryalist fizikçiler bu bulgulara rağmen inanmayı reddetmektedir. Hadi şimdi gerçekleri anlayabilen dünyaca ünlü fizikçilerin ne dediklerini hatırlayalım. Güneş'ten, gezegenlerden ve kuyruklu yıldızlardan oluşan bu çok hassas sistem, sadece akıl ve güç sahibi bir Varlık'ın amacından ve hakimiyetinden kaynaklanabilir... O, bunların hepsini yönetmektedir ve bu egemenliği dolayısıyladır ki O'na, "Üstün Kuvvet Sahibi Rab" denir. ( Newton ) Doğa kanunlarının gördüğümüz evreni yaratmak için ne denli olağanüstü bir şekilde ayarlandığını farkettiğinizde, evrenin öylesine oluşmadığını, arkasında bir amacın olması gerektiğini görüyorsunuz. (John Polkinghorne, İngiliz fizikçi)

“Fizik kanunları, yıldızların içinde gerçekleştirdikleri sonuçlara bakılırsa, bilinçli olarak düzenlenmişlerdir" (yıllarca yaratılışa karşı çıkan ve sonunda kabul eden Fizikçi Fred Hoyle)

Aslında, yaşamın akıl sahibi bir varlık tarafından meydana getirildiği o kadar açıktır ki, insan bu açık gerçeğin neden yaygın olarak kabul edilmediğini merak etmektedir. Bunun (kabul edilmeyişin) nedeni, bilimsel değil, psikolojiktir. (yıllarca yaratılışa karşı çıkan ve sonunda kabul eden Fizikçi Fred Hoyle)


~ 23 ~ Evrenin şu anki yapısının tümüyle bir tesadüf eseri olabileceği düşüncesi tümüyle delice bir düşüncedir. Delilik kavramını argovari bir hakaret niyetiyle değil, tamamen psikolojideki teknik anlamıyla kullanıyorum. Gerçekte bu tür bir düşünce ile şizofrenik düşünce tarzı arasında büyük benzerlikler vardır . (Karl Stern, Montreal Üniversitesi Psikiyatristi )

"Bunlar doğanın kanunları tarafından, tesadüfler sonucu veya bir ihtiyaçtan dolayı tasarlanmamıştır; aslında bunlar önceden planlanmıştır. Tasarımı yapan ise, sistemlerin en son halinin nasıl olacağını en iyi şekilde bilmektedir; bu nedenle sistemlerin oluşacağı her adım da planlanmıştır. Yeryüzündeki hayat da en basit örneğinden en kritik parçalarına kadar, bu akıllı dizaynın sonucudur. Akıllı dizaynın sonucu aslında tüm gerçekliğini kendi içinde barındırmaktadır. Biyokimyasal sistemlerin akıllı bir tasarımcının eseri olduğunu anlamak için, yeni bir prensibe dayalı mantık veya bilim de gerekmemektedir. Son kırk yıl içinde biyokimya dalında yapılan çalışmalar zaten bu gerçeği görmeye yeterlidir ve ortaya konanlar da günlük hayatımızda rastladığımız unsurlardır." ( Michael J. Behe. Pennsylvania'da Lehigh Üniversitesi'nde biyoloji profesörü)

"İnsan, tasarım ve amaç olmadan, evrenin kanunu ve düzeni ile bırakılamaz. Evrenin ve onun barındırdığı herşeyin şaşırtıcı yönlerini daha iyi anladıkça, zaten bu amaçla yaratılan tasarımda hayrete düşülecek çok daha fazla neden bulmuş olduk... Tek sonuca inanmaya zorlanmakla -yani evrendeki herşeyin tesadüfen oluştuğuna inanmaya zorlanmakla- bilimin tarafsızlığı ihlal edilmiş olur... Rastgele meydana gelen hangi işlem bir insanın beynini veya bir insan gözünün sistemini oluşturabilir?..."( Wernher Von Braun, uzay Bilimcisi) "Derin bir imana sahip olmayan gerçek bir bilim adamı düşünemiyorum. Bu durum şöyle ifade edilebilir: Dinsiz bir bilime inanmak imkansızdır." ( Albert Einstein ) "Bilimle ciddi şekilde uğraşan herkes tabiat kanunlarında bir ruhun, insanlardan daha üstün bir ruhun olduğuna ikna olur. Bu yüzden bilimle uğraşmak, insanı yaratıcıya götürür." (Albert Einstein) "Din duygusu ne zaman kaybolsa, bilim, ilhamı olmayan bir deneyciliğe dönüşüyor. (Albert Einstein) İtiraflarda bulunmanın insan ruhuna iyi geldiğini söylerler. Ben de bir itirafta bulunacağım: Big Bang modeli, bir ateist açısından oldukça sıkıntı vericidir. Çünkü bilim, dini kaynaklar tarafından savunulan bir iddiayı ispat etmiştir: Evrenin bir başlangıcı olduğu iddiasını. Sadece evrenin bir sonunun ve başlangıcının olmadığını kabul ettiğimiz sürece, evrenin şu anki varlığının mutlak bir açıklama olduğunu savunabiliriz. Ben hala bu açıklamaya inanıyorum, ama bunu Big Bang karşısında savunmanın pek kolay ve rahat bir durum olmadığını itiraf etmeliyim. (Anthony Flew. Ünlü ateist felsefeci): Neden evren zamanın bir ucunda, geçmiş diye adlandırdığımız bir ucunda yüksek bir düzen durumu içinde olmalıdır? Neden bütün zamanlar boyunca tamamen bir düzensizlik içinde değildir? Düzensizlik içinde olması çok daha mümkün görülebilir. Ve neden düzensizliğin arttığı zamanın yönü neden evrenin genişleme yönü ile aynıdır? Bir muhtemel görüş Yaratıcının evrenin genişleme evresi için başlangıcında yumuşak ve düzenli bir durum seçmiş olmasıdır. Neden böyle olduğunu anlamaya çalışmamalıyız veya nedenlerini sormamalıyız, çünkü evren Yaratıcının yaratması ile başlamıştır. Aslında evrenin bütün tarihinin Yaratıcı tarafından yaratıldığı söylenebilir. Görülmektedir ki, evren çok düzenli, belirlenmiş kanunlara göre gelişmektedir. (Stephen W. Hawking) Yaratılış kavramı oldukça akla uygundur. Buna inanmakta hiçbir zorluk görmemekteyim. Daha önceki dönemde, bu evren var değildi ve bu görünümüne önceden var olan bir varlığın iradesi sonucunda ulaştı. (Leonard Huxley)

Big Bang teorisi evrenin tek ve büyük bir patlama ile başladığını kabul eder. Ama bildiğimiz gibi patlamalar maddeyi dağıtır ve düzensizleştirirler. Oysa Big Bang çok gizemli bir biçimde bunun tam aksi bir etki meydana getirmiştir: Maddeyi birbiriyle birleşecek ve galaksileri oluşturacak hale getirmiştir. (yıllarca yaratılışa karşı çıkan ve sonunda kabul eden Fizikçi Fred Hoyle)

Eğer yıldız nükleosentezi (atom çekirdeği birleşimi) yoluyla karbon ya da oksijen üretmek isterseniz, ayarlamanız gereken iki ayrı düzey vardır. Ve yapmanız gereken ayar, tam da şu anda yıldızlarda var olan ayardır... Gerçeklerin akıl süzgecinden geçirilerek yorumlanışı ortaya koymaktadır ki, üstün bir Akıl, fiziğe, kimyaya ve biyolojiye müdahale etmiştir ve doğada varlığından söz etmeye değer bilinçsiz güçler yoktur.


~ 24 ~ Gerçeklerin hesaplanmasıyla ortaya çıkan sayılar o kadar akıl almazdır ki, beni bu sonucu tartışmasız biçimde kabul etmeye götürmektedir. (yıllarca yaratılışa karşı çıkan ve sonunda kabul eden Fizikçi Fred Hoyle)

Bilim adamlarımızın yüzyıllarca süregelmiş çabaları ve katlandıkları onca zahmetten sonra varlıklarından ancak haberdar olabildiğimiz onca karşılıklı ilişki ve sayısı neredeyse belirsiz doğa olayı, hayret ve şaşkınlığın, gerçek bir hayranlığın kaynağı olmaz da ne olur? Evrenin boyutlarından ve yıldızların gelişme yasalarından atomların yapısına ve madde ile enerji arasındaki sır dolu ilişkiye; içinde canlı bir organizmanın inşa planının depolanmış olduğu hücre çekirdeğinin içindeki olaylardan beynimizdeki elektrik akımlarının keşfedilmesine kadar, sadece ve sadece bilimsel araştırmaların sonuçları olarak öğrendiğimiz hayranlık uyandırıcı doğa olayları saymakla bitmez. (…) Gerçekten de biyolojik işlevler yerine getiren tek bir protein molekülünün kuruluşunun o olağanüstü özgünlüklerine bakınca, bunu, hepsi doğru ve gerekli bir sıra içinde, doğru anda, doğru yerde ve doğru elektriksel ve mekanik özelliklerle birbirine rastlamış olmaları gereken birçok atomun, tek tek rastlantı sonucunda buluşmalarıyla açıklamak mümkün değil gibi görünmektedir. (Evrim teorisini destekleyen bilim adamlarından Hoimar Von Ditfurth) Sabit durum teorisini gerçek olduğu için değil, gerçek olmasını istediğim için savunuyordum. Ama kanıtlar biriktikçe bu teorileri bir kenara bırakmak gerektiği ortaya çıkıyordu. (Prof. Dennis Scaima)

Akıl tıpkı bir buz dağı gibidir. Buzdağının su üstünde kalan bilinç dediğimiz kısım, Günlük karar verme sürecinde ve akılcı düşünce yoluyla ne yapacağımızı ve nasıl yapacağımızı kestirmemize yardım eder. Bunun yanı sıra birde bilinçaltı vardır ki, Buzdağının su altında kalan bölümü gibi, zihnin daha büyük bir bölümünü oluşturur. Bilinçaltı öğrenilmiş davranışların tekrar edilmesiyle oluşur. Zihnin bu bölümü sadık ama saf bir hizmetkardır. Ona verdiğimiz her şeyi doğru kabul eder. Size mantıklı gelen her şey ona da mantıklı gelir. Ve gerçeğe dönüştürmek için çalışmalara başlar. Aklımızın yönettiği beş duyu organımızla dış dünyayı algılıyoruz. Sonra algıladıklarımızı kendi önyargılarımıza göre bir mantık süzgecinden geçiriyoruz. Bize mantıklı gelmeyen şeyleri bilinçaltımıza yollarken, bize mantıksız gelenleri dışarı atıyoruz. Bilincimiz bu nedenle bir filtredir. Önyargılarımıza ve inançlarımıza göre eleme yapar. Bilinçaltımız bize mantıklı gelen hedeflerimizi ve ya korkularımızı sadakatle işlemeye başlar. Ve titreşimler yaymaya başlar. Yaydığı bu titreşimler gün içinde bu düşüncelerimizi destekleyecek olayları ufak ya da büyük işaretler halinde bize sunar ve bizi denemeye alır. Biz karşımıza çıkan olaya verdiğimiz tepki ölçüsünde “evet evet aynen devam” ya da “demekki böyle düşünmüyor en iyisi her şeyi başa döndüreyim” der. Bu iki cümle yoruma açıktır. İkiside hem iyi hem kötü olaylarda tezahür edebilir. Bilinçaltımız iyi veya kötü olayları ya devam ettirir ya da durdurur. Dış dünya dediğiniz her şey kafanızda oynattığınız filmdir adeta. Bilinçaltının en çarpıcı örneklerinden biri ses tellerimizdir. Biz hangi sesi hangi tonda çıkaracağımızı belirliyoruz. Gerisini bilinçaltı belirliyor. Hangi ses telimizin hangi frekansta titreşerek bilincimizin arzu ettiği sesi çıkaracağını bilir. Arabayı ilk kullanmaya başladığımız da çok dikkatlı bir şekilde kullanırız. Sonra bu alışkanlığa döner. Artık arabayı bilinçaltı kullanır. Direksiyonu, vitesi ve gazı freni hangi anlarda kullanacağımızı bilinçaltımız bilir. Ben bu satırları yazarken klavyeme bakmıyorum. Bilinçaltımda klavyenin bir resmi var ve parmaklarım nereye gidiceğini biliyor. Eğer hayalimizin sonucuna odaklanırsak ve ilk başta bilinçli hayallerle ve çabayla zihnimize bir şeyleri vermeye çalışırsak, parmaklarımızın klavyedeki harfleri bulduğu gibi işimize yarayan her şeyi elde ederiz ve sonucu deneyimleriz. Bu örneklerin gösterdiği gibi bilinçli olarak karşı karşıya olduğumuz bilgi ve olaylarla ve bu olayların beraberinde getirdiği duygularla bilinçaltımızda “anı” şeklinde saklanması ve sonuçta bizim ileride aynı durumla karşılaştığınızda takındığımız hareket tarzı arasında bir bağ oluşur. İşe yaramaz olduğunuzu düşündüğünüzde, aldatılacağınızı düşündüğünüzde, başarısız olduğunuzu düşündüğünüzde bir kısır döngüye giriyorsunuz. Belki de bu varsayımlarınız gerçek dışı iken kehanet kendi kendini yerine getiriyor. Birden kendimizi o olayı deneyimlerken buluyoruz. Bu olayı çevremde çok gözlemliyorum. Beni en çok derinden etkileyenlerin en başında duygusal ilişkide olduğum bir kız arkadaşımın karamsarlık ve kıskançlık duygularını frenleyemediği için başına bununla ilgili istemediği birçok şeyin gelmesi idi.


~ 25 ~ Onun bu düşüncelerini engelleyemediğimi üzülerek söylüyorum. Ama hayatım boyunca bildiklerimi en çok anlattığım kişidir. İradenin değiştirilemediği gerçeğini istemeyerek yaşadığım olaylardan biridir. Davranışlarımızı etkilemek istiyorsak bunu ancak bilinçaltı zihnimizle yapabiliriz. Kendimize olumlu düşünceler seçmeli ve bunları sürekli tekrarlamalıyız. Aradaki sancılı dönemi atlatabilirseniz bu sizin lehinize olacaktır. Bir mesaj ne kadar sık tekrarlanırsa o kadar derinlere iner. Birde bunu mutlu olacağınız şeylerle desteklediğinizde işlerin değişmeye başladığını göreceksiniz. “Önce fikir gelir, sonra iş gelir, ezelden beri, alemde yaratılışın hükmü böyledir.” (Mevlana: Mesnevi, 2/219) İyiliği, hastalığı, mutluluğu, sefaleti, zenginliği, fakirliği yapan; zihindir… (Edmund Spencer) Bilinçaltımız, düşünme hayal etme gibi alışkanlıklarımızı yerine getirmek için koşulları ve deneyimleri yaratır. (Dr. Joseph Murphy)

Bilinçaltı zamanda ileri ve geri gidebilir. Onda zaman ve terslik düzlük kavramı yoktur. Bir metni ses kayıt cihazına okuyup kaydedin. Sonra bunu tekrar çalın. Yaptığınız kaydı Bilinciniz anlayabilir öyle değil mi ? Ama aynı bant kaydı tersten okunduğunda ? Anlamsız sesler çıkar. Eğer bu uzun bir metinse beynimiz bunu anlayamaz. Örneğin biri bize gelip “Kadrap” dese bize bunun “Bardak” kelimesinin tersi olduğunu ilk anda anlamayız. Ama çok uzun bir metin tersten okunduğunda çıkan seslerden hiç ama hiçbir şey anlamayız. Ama bilinçaltı için böyle bir sorun yoktur. Her şeyi sanki düz okunuyormuş gibi anında algılar. Heavy Metal şarkılarının çoğu “Back-Masking” denilen bu yöntemle hazırlanmıştır. Şarkılar tersten okunduğunda satanizm propagandası içeren cümleler mevcuttur. Bu şekilde bilinç kırılabilir. Back-Masking bir subliminal (bilincaltı) yöntemidir.

Beynimiz yaşadığımız evrene farklı frekanslarda dalgalar yaymaktadır. Uynaık olduğumuzda 14-21 Hertz arası “beta dalgaları” üretilir. Bilinç az aktif olduğunda 7-14 Hertz arası “alfa dalgaları” üretiriz. Bilinçaltımızla iletişim kurar. Uyku halindeyken 4-7 Hertz arası “teta dalgaları” yayarız Fakat bilinçaltımız uyanık olduğumuzda alfa dalgalarını nasıl yayabilir ve bilinçaltımızla iletişime geçeriz. Bilinçaltına uyanık haldeyken ulaşma yollarından biri o konuyla ilgili derin düşünmekdir. Bu 20-30 dakika arası zihnimizde o konuyu netleştirmeliyiz. Bu bir nevi pasif bir hipnozdur. Odaklanma çalışmasıdır. Odaklandığınızda bilinçaltınızla bağlantı kurulur. Ve beklemediğiniz anda o konuyla ilgili biri fikir geldiğini görürsünüz. Bu tamamen “ilham” dediğimiz olaydır. Gün içinde aklımıza bir anda gelip unuttuğum okadar çok fikir olur ki. Bazen bizi hayallerimize ulaştırıcak fikir olduklarını bilmeyiz bile. Zaten birkaç dakika sonra unuturusunuz. Eğer bir not defteri taşırsanız ve aklınıza gelen fikirleri yazarsanız kendinize hayret edeceksiniz. Çekim yasası olayları bizim hayatımıza nesnel olarak çekerken aynı zamanda sezgilerinizi de kullanacaktır. Çünkü hepimizin içinde yüzyılların bilgeliği yatar. Sonsuz yaratıcı fikirler dışarıda değil, sizin içinizdedir. Dış dünyanıza aktaran sizin iç dünyanızdır. Bilinmelidir ki bir şeye odaklandığımızda kendimizi gün içinde rahat hissetmeliyiz. Fikirler ve olaylar hiç beklemediğimiz anda gelişirler. Odaklan ve bırak… “Tanrı doğruyu kullarına hiç beklemedikleri anda ya da uykuda ulaştırır” (Hz. Davut) “Tanrı bir kez söyledi, iki kez söyledi ama insanlar fark edemediler. Bir gece insanlar yataklarında derin uykuya dalıp düş görmeye başladıklarında onların kulaklarını açtı ve gerekli bilgiyi verdi” ( İncil: Eski Ahit 33:14-16 ) Mucitler, yazarlar sanatçıların, bilim adamlarının fikirlerini nasıl ürettiği konusunda yapılan araştırmalar gösteriyor ki. Hepside fikirlerini en umulmadık zamanda alıyorlar. Yemek yerken, araba kullanırken, yataklarına yattıklarına uykuya dalmadan önce ya da dinlenirken kafalarında çakan şimşekler sayesinde hedeflerine ulaşıyorlar. Asıl mucizevi olan ise aklına fikirlerin sürekli gelebilmesi bir fırsatı kaçırdığı için üzülmeyen insanlar her zaman mutlaka zafere ulaşıyorlar.


~ 26 ~ Sürekli tekrarlanan cümleler de odaklanmanıza yardımcı olacaktır. Bir cümleyi ne kadar çok tekrarlarsanız o kadar derinliklere iner. Bu cümlelere ses ve duygu katarsanız bu daha etkili olacaktır. Beyin alışkanlık haline gelen cümleleri de gerçek kabul edecektir. Ve gerçeğe dönüştürmek için çalışmalara başlayacaktır. Sürekli tekrarlanan duaların gerçeğe dönüşmesi konusunu ileride anlatıyorum. Dikkatinizi amacınız üzerine yoğunlaştırırsanız, çekim yasası her ayrıntıyı halleder. Başarıya ulaşmanız için gerekli olan yardımı sağlayacak insanları bulur, fırsat ve ortamları hazırlar. Beklemediğiniz anda harika fikirler sunar. Bir gazete sayfasında, beklemediğiniz anda gelen bir telefonda, tesadüfen açtığınız bir internet sayfasında, okuduğumuz kitapta geçen bir cümlede, arkadaşlarımızın kulak misafiri olduğumuz bir konuşmasında, gördüğünüz rüyada… Kısacası binlerce bildiğimiz ya da bilemediğimiz yolla evrensel güç ruhunuzla bütünleşecek ve hayaliniz yönünde gerçekliğe dönüşecektir. Dış dünyanın şartlarını boşverin. Dış dünyanın maddi ve sosyal şartları zaten bizim dünkü düşünce ürünümüzdü. Siz hedefinize yoğunlaştığınızda nasıl olacağını bilmeseniz de, hayalinizin bir şekilde oluşacağına inanıp “yapabilirim” deyin. Bunu yaptığınızda “Nasıl yapabilirim” çalışmaya başlar. Olaylar ve fikirler oluştukça “Hah bir işaret daha” deriz. Ve en sonunda “işte başardık” deriz. Sezgilerine güven. Dış dünya diye bir şey yok. Dış dünya senin kafanda oynayan yönetmeni olduğun filmden başka bir şey değil.

Niyet, “Bir şeyi önceden kurma zihninde tasarlama, ne yapacağına karar verme” anlamındadır. Niyet, odaklanma ve çaba ile birleşince başarı kendiliğinden gelecektir. Aslında her şeyin başı niyettir. Hedef seçmektir bir bakıma… Niyetleriniz bir araya geldiğin de hedeflerinizi, hedefleriniz bir araya geldiğinde vizyonunuzu oluşturur. Vizyon bizim tüm hedeflerimizin gerçekleşmiş halidir. Yani “Mutlu olma formülümüz” dür. İslam dininde ibadetler niyetle yapılır. İnsani ilişkilerde niyetin gücü çok ama çok önemlidir. Yaratıcı gücü çok büyüktür. “Ameller niyetlere göredir.” (Hz. Muhammed (s.a.v) ) “Niyet arzuya yetişme sebebidir” (Hz. Muhammed (s.a.v) ) “Kendini iyi niyet ve güzel amaca alıştır ki, isteklerinde başarıya ulaşsın.” (Hz. Muhammed (s.a.v) ) Dr. Larry Dorsey’in niyetlerin gücü hakkında yaptığı araştırma uzayı, zamanı ve çevreyi etkilemenin baştan çıkarıcı özelliğini sunmuştu. Dr. Dorsey’in, San Fransisco’da yaptığı şimdilerde herkes tarafından bilinen bir araştırması vardır. Hastalar iki gruba ayrılmış ve denek oldukları kendilerine söylenmemişti. Gönüllülerden oluşan bir grup kişi ilk hasta grubuna dua etmişti ve iyi niyetler yollamıştı. Diğer hasta grubuna ise dua edilmemişti. Dua edilmeyen grup , dua edilen gruba göre beş kat daha fazla antibiyotiğe ihtiyaç duymuştu. Dua edilen grup hızla iyileşme gösterdi. Aynı zamanda dua edilen gruba artık yapay havalandırma gerekmiyordu. Solunumları düzelmişti. Moralleri yerine gelmişti. Dossey bu araştırmayı bitkilerde yaptığında, bitkilerin hızla geliştiğini ve tohum sayılarının arttığını belirlemişti. Bizim bir komşumuz vardı. Evinde rengarenk çiçekler vardı. Çokta güzel kokuyordu. Herkes bu bakımın sırrını soruyordu. Çünkü çoğu kimse çiçeklerine onun kadar iyi bakamıyordu. En kaliteli toprağı da koysalar, en güneş alan yere de koysalar gerçektende onun gibi olmuyordu. Sorduklarında ise “onlarla konuşuyorum, onları seviyorum” diyordu. Çocuk aklımla çok gülerdim. Oysaki hayatımı değiştirecek bir sırmış.  “İnsanın niyetleri derin bir kuyunun suları gibidir. Akıllı bir kişi onları açığa çıkarabilir.” ( Hz. Süleyman ) “Bedenlerimiz bahçelerimizdir, niyetlerimiz de bahçivanlarımız” (Willam Shakespeare)


~ 27 ~ Niyetle ilgili araştırmalar çok ilginç bir bulguyu da beraberinde getirdi. Niyetler dünyayı etkileme özelliğine göre iki türlü çalışıyordu. Dolaylı ve dolaysız niyet vardı. Dolaylı niyet, bir olayla ilgili hayalimizin en iyi şekilde sonuçlanacağını dilemektir. Örnek vermek gerekirse “100 bin ytl istiyorum” demek yerine, “Zenginlik ve bolluk için en iyi maddi kazancı istiyorum” demek, dolaylı niyettir. “Falanca kişiyle ilişki yaşamak istiyorum” demek yerine, “Beni mutlu edecek en uygun kişiyi hayatıma istiyorum” demekte dolaylı niyettir. Dolaysız niyet ise somut sonuçlar içindir. Kimi istediğinizi, kaç para istediğinizi niyet etmek gibi. Fakat Dolaylı niyet, dolaysız niyetten çok daha güçlüdür ve hızla gerçekleşir. Bunun nedeni egolarımızın denetimidir. Niyetler dünyayı etkilediği gibi bumerang etkisi yaparlar. Zaten hayallerimizin gerçekleşme nedeni budur. Evrene güzel hayaller ve niyet yolladığınız da gerçekleşmesini beklersiniz. Peki ya kötü niyet yolladığınızda  Kesinlikle oda bizi bulur. Başkasının mutsuz olmasını isterseniz evrene “bende mutsuz olmak istiyorum” dersiniz. Birini kıskanırsanız evrene “daha çok kıskandır” dersiniz. Küs olduklarınız sizin yeni insanlarla daha az tanışmanızı sağlar. Başkası için istediğiniz zenginlikler sizin zenginliğinizin önünü açar. Hepimiz birbirimize bağlıyız. Bencillik çekim yasasını istemediğimiz yönde çalıracak ve evren size cömert olmayacaktır. Yaratıcı Japon bilim adamı Emotonun çalışmasında somut kanıtlarla insanın titreşimsel enerjisinin, düşüncesinin, kelimelerin, fikir ve müziğin, hatta son yaptığı çalışmalarda suya oynatılan filmlerin dahi suyun moleküler yapısını etkilediğini ispat etmiştir. Su bu gezegendeki yaşamın kaynağıdır. Beden bir sünger gibidir ve hücre denilen, sıvı dolu trilyonlarca odacıktan oluşur. Yaşamımızın kalitesi sıvımızın kalitesi ile direk bağlantı halindedir. Su son derece uyumlu bir maddedir. Fiziksel şekli kolayca bulunduğu ortama adapte olur. Fakat değişen sadece fiziksel şekli değildir, moleküler şekli de değişir. Çevreden aldığı enerji veya titreşimler suyun moleküler şeklini değiştirir. Bu anlamda su sadece görsel olarak çevresel durumu yansıtmaz, aynı zamanda moleküler anlamda da yansıtır. Bay Emoto görsel anlamda bu moleküler değişimi belgelemekte. Su damlacıklarını dondurup fotoğraf çekme kapasitesi olan bir karanlık alan mikroskobu altında inceliyor. Yapılan çalışmalar çevresel etkilerin suda yarattığı moleküler değişimi açıkça ortaya koymakta. Bay Emoto dünyanın değişik kaynaklarından alınan ve değişik durumlarda olan suyun kristalize şekillerinde birçok büyüleyici farklılıklar keşfetmiş. Akarsulardan ve kaynaklardan alınan su çok güzel geometrik şekilleri olan kristal desenler gösterirken, sanayi ve yerleşimin yoğun olduğu yerlerden alınmış kirli ve toksik su ve su borularında, depolarda bekletilen durgun su kesin olarak şekilsel bozukluk ve rastgele oluşmuş kristal şekiller oluşturuyor. “İçinde su olan şişenin üzerine yazılmış yada sözel olarak söylenmiş sözler, edilen niyetler, suya çalınmış olam müzik veya oynatılan bir film, suyun yapısal özelliğini değiştirir” (Masaru EMOTO) Unutmayalım ki; insan bedeninin %85'i sudur. Düşüncelerimiz ve konuştuklarımız bedenimizdeki suya kaydedilir ve o kalitede yaşarız. Şeklimizi, sağlığımızı ve hayatımızı biz oluştururuz. Su hücreler arası bilgi alışverişini sağlar. Bu şekilde var olabiliyoruz. Sizin gün içinde düşündüğünüz ve söylediğiniz her şey tüm hücrelerinizi etkiler, çünkü bedeninizdeki su bunların enerjisini kopyalayıp hücrelere dağıtır. Dolayısı ile siz bir bakıma düşündüğünüz ve konuştuğunuz şeyler olursunuz, bedeninizi de etkilersiniz. "Ben hep hasta olurum." dediğinizde içinizde dolaşan su o kaliteye bürünüp bunu hücrelere iletir. "Beni hasta ediyorsun, seni öldüreceğim" cümlesi yüklenilmiş olan suyun fotoğrafına bakınız. Düşündüklerinizin ve konuştuklarınızın kalitesinde yaşarsınız. Tüm hayatınız ve sağlığınız hücrelerinizde var olan, atalarınızdan aktarılan ve kendi geçmişinizden gelen bedeninizdeki sudaki bilgilerin kaydıdır.


~ 28 ~

Size ait olduğunu sandığınız eşyaların gerçeklerine aslında hiçbir zaman sahip olamayacağınızı hiç düşünmüş müydünüz? Bu, lise biyoloji ve fizyoloji kitaplarında dahi okutulan, herkesin bildiği bilimsel bir gerçektir. Her insan hayatı boyunca beyninin içinde yaşar ve hiçbir şekilde beyninin dışına çıkamaz. Gördüğümüz her görüntüye, duyduğumuz her sese, dokunduğumuz her cisme, tattığımız her lezzete dair algılar, elektrik sinyallerinin beynimizde oluşturduğu hislerdir. Biz ne tattığımız bir meyvenin, ne duyduğumuz bir sesin ne de gördüğümüz bir görüntünün beynimizin dışındaki aslına asla ulaşamayız. Hayatımız boyunca, bu asılların beynimizde oluşan algılarını seyrederiz. Örneğin; gören göz değildir. Göz sadece elektriksel algıları beyne iletir. Bunun gibi tüm duyu organlarımız aslında beynimize elektiriksel sinyaller yollarlar. Beynimiz bunları yorumlar ve bize çok gerçekçi algılar olarak hissettirilir. Dış dünyada renkler ve sesler yoktur. Her şey bizim kafamızın içinde oluşur. Dış dünyada ne olduğu hiçbir zaman bilinmemektedir. Bilimsel olarakta bu kanıtlanmıştır. Örneğin, uçakla bir ülkeden bir diğerine giden, okyanuslar geçen bir insan aslında beyninde oluşan görüntüler arasında seyahat eder. Havalanının görüntüsü, gürültüsü, uçak saatlerinin anonsu, uçağın motorunun sesi, uçağın havalanırken insanda oluşturduğu his, bulutlar, aşağıda kalan şehir görüntüsü, okyanus, uzaklık hissi, uçak koltuğunun döşemesinin verdiği his... Bunların tamamı beyindeki küçücük algı merkezlerinde algılanır. Şu bilimsel bir gerçektir ki, herkes kafatasının içinde beynine yerleştirilmiş küçücük bir odada yaşar aslında. Hiçbir insan, ne yaparsa yapsın kafatasının içindeki bu odadan dışarı asla çıkamaz. Beyninde gördüklerinin asıllarına asla ulaşamaz. Herkesin bildiği bir gerçek vardır: Görüntü, ses, koku, tat, dokunma duyusu beyinde hissedilen duyulardır. Yani dış dünyamızı aslında iç dünyamızda yaşarız. Bütün hayatımız, beynimizin içindeki küçük bir mekanda geçer. Dışarıyı, beynimizdeki televizyondan seyrederiz. Dışarıdan gelen elektrik sinyallerini beynimizdeki algı merkezinde koklarız. Dışarıdan gelen elektrik sinyallerini yine beynimizde sertlik olarak


~ 29 ~ algılarız. Dışarıdan gelen elektrik sinyalleri beynimizdeki hoparlörde sese dönüşür. Kilometre uzağa bakıp ta gördüğünüz dağlar aslında o kadar uzakta değil, beyninizin içindedir. Öylesine mükemmel bir derinlik ve gerçekçilik verilmiştir ki gerçekten ordalar zannederiz. Aynı şey karşısına oturduğunuz bilgisayar içinde geçerlidir. Eğer gerçek kafamızda oynayan gerçekçi bir film ise, bunu isteğimize göre yönlendirmek yine bizim elimizdedir. Evinin bir odasında oturup, televizyon izleyen ya da yemek yiyip, ailesiyle sohbet eden bir insan, kendisi farkında olmasa da, aslında çok büyük bir mucize ile iç içedir. Bu büyük mucize, bir evin içinde oturan her kişinin gördüğü dört duvardan ibaret olan görüntünün, aslında o kişinin beyninin içinde olduğu gerçeğidir. Peki o halde ev mi sizin içinizdedir, yoksa siz mi evin içindesiniz? Belki Matrix filmini hatırladınız mı… ya 13. Kat filmini. Hepsi bu bilimsel gerçekten esinlenilmiştir. Richard Bartlett “Matrixe hükmedin” Kitabının ismini koyarken hangi gerçeğe göre koydu sizce ?  Dünyanın en ünlü bilim dergilerinden biri olan New Scientist adlı dergi, 27 Nisan 2002 tarihindeki kapak konusunda, okuyucularına önemli bir bilimsel gelişmeyi aktarmıştır. J. R. Minkel tarafından kaleme alınan makale "Sahte Evren" başlığı altında ve "Neden Hepimiz Bir Hologramın İçinde Yaşıyoruz?" kapak yazısı ile yayınlanmıştır. Bu makalede açıklanan bilimsel tespiti şu şekilde özetleyebiliriz: Dünyayı bir ışık demeti olarak algılıyoruz, bu yüzden de bu algılara bakarak maddeyi mutlak gerçek zannetmek büyük bir yanılgı olacaktır. New Scientist, bilim adamı-yazar J. R. Minkel'in bu önemli konu ile ilgili şu itirafına yer vermiştir: “Şu an bir dergi tutuyorsunuz, bunu katı bir madde olarak algılıyorsunuz ve siz bunun evrende bağımsız bir şekilde var olduğunu görüyorsunuz. Etrafınızdaki objeler de aynı şekilde, belki bir fincan kahve ya da bir bilgisayar, hepsi dışarıda gerçekmiş gibi görünüyor. Ama hepsi yalnızca bir hayal.”

“Dünya hayatı, aldatıcı metadan başka bir şey değildir. “ ( Ali İmran Suresi 185 ) “Bilin ki, dünya hayatı ancak bir oyun, '(eğlence türünden) tutkulu bir oyalama', bir süs, kendi aranızda bir övünme (süresi ve konusu), mal ve çocuklarda bir 'çoğalma-tutkusu'dur. Bir yağmur örneği gibi; onun bitirdiği ekin ekicilerin (veya kafirlerin) hoşuna gitmiştir, sonra kuruyuverir, bir de bakarsın ki sapsarı kesilmiş, sonra o, bir çer-çöp oluvermiştir. Dünya hayatı, aldanış olan bir metadan başka bir şey değildir. “ (Hadid Suresi 20) "Ey kavmim, gerçekten bu dünya hayatı, yalnızca bir meta (kısa süreli bir yararlanma)dır. Şüphesiz ahiret, (asıl) karar kılınan yurt odur." (Mümin Suresi 39)

Bahçede otururken şöyle bir etrafınıza bakın; ağaçlar, yerdeki çimenler, gökyüzündeki güneş, oturduğunuz sandalye, kolunuzu yasladığınız masa, dokunduğunuz bardak... Bunların tümü aslında duyu organlarınız vasıtasıyla tanıdığınız ve beyninizdeki elektrik sinyallerinin yorumlanmasıyla algıladığınız nesnelerdir. Siz hayalinizde kurduğunuz herhangi bir şeye ulaşamayacağınızı düşünüyor olabilirsiniz. Televizyonda gördüğünüz bir araba, hayranı olduğunuz bir aktör, gitmek istediğiniz bir ülke. Halbuki hepsi sizin zihninizde oynattığınız bir filmdir. Zihninizde oynayan filmin yönetmeni sizsiniz. Hayalinizi kurduğunuz arabada, tanışmak istediğiniz aktörde hepsi aslında uzakta değil hepsi kafanızın içindedir. Eğer filmin konusunu değiştirecek yeteneğe sahipseniz. Aklınıza bile gelmeyen şaşırtıcı olayları deneyimlersiniz.


~ 30 ~ Peki biz bu filmin yönetmeni isek nasıl değiştirebiliriz. Size şöyle anlatayım. Balkona bir kamera koyun. Ve gün boyunca kayıt etsin. Gün sonunda kaydı inceleyin. Göreceksiniz ki kamera sokaktan geçen tüm insanları, tüm trafiği, tüm arabaları ve her şeyin rengine kadar kaydeder. Çünkü kameranın bir önyargısı yoktur. Her şeyi görebilir. Ama balkona biz çıkarsak sadece bakmak istediklerimizi görürüz. Ya bir arabaya dikkat ederiz. Yada sokaktan geçen birine… Aynı anda hepsine dikkat edemeyiz. Hayatımızda böyledir. Bakmak istediklerimizi görürüz. Kendi önyargılarımızı yaşarız. Ama şöyle bir gerçek vardır. Beynimiz bize “MÜMKÜN OLACAĞINA İNANDIĞIMIZ” şeyleri deneyimletmeye programlıdır. Bir şeyin mümkün olacağına inandığınızda ve güvenle beklediğinizde zihninizdeki film haklı çıkaracaktır. Ve deneyimlersiniz. Dünyada size her istediğiniz vaat edilmiştir. Ama neyi elde ederseniz edin her şey bir imtihandır. Ve bir gün hepsi bitecek. O zaman neden buradayız. Neyi nasıl istemeliyiz. Buda sizlerin takdiri… “Size verilen her şey, yalnızca dünya hayatının metası ve süsüdür. Allah katında olan ise, daha hayırlı ve daha süreklidir. Yine de, düşünüp akıllanmayacak mısınız? “ (Kasas Suresi 60 ) “Şimdi, kendisine güzel bir vaad de bulunduğumuz, dolayısıyla hayaline kavuşan kişi, dünya hayatının metası ile metalandırdığımız sonra kıyamet günü hazır bulundurulan kişi gibi midir?” ( Kasas Suresi 61 ) Kitabımda bu konuyu özellikle araştırıp yazdım. Sanıyorum bu hakikat üzerine uzunca düşüneceksiniz. Daha önce böyle bir yazıyla pek karşılaşmadığınıza eminim. Bu gerçeği herkesin bilmesi gerektiğini düşündüm.

Olumlu düşünme, bilinçaltı zihnimizin yönlendirebilme yeteneğini olumlu yönde kullanmak ve dolayısıyla olumlu şeylerle karşılaşma potansiyelidir. Bilinçaltımız muhakeme yürütmediği için bilginin doğrumu, yanlış mı, mantıksız mı, makul mu olduğunu anlamaz. Sadık bir köle gibi her söyleneni yapar. Ve bu bilgileri her seferinde önümüze çıkarır. Bu yüzden kendimize olumlu düşünceler seçmeli ve bol bol olumlu sözler tekrarlamalıyız. Günlük olumsuzluklar, günlük sıkıntıları yaratırlar. Aynı şekilde genel olumsuzluklar, genel sorunları yaratırlar. Ne düşünüyorsanız “o” sunuz. Düşüncelerinizin kalitesi yaşamınızın kalitesini belirler. “Kısır döngü”yü “Üretken Döngü” ye çevirin. Sevdiğinizi kaybetme korkusu yaşamak yerine, “Onu nasıl daha fazla kazanırım ?” deyin. “Borcumu ödemeliyim” yerine “nasıl daha fazla kaynak yaratırım ?” deyin. Gün içinde yaşayacağımız olumsuz her şeyin “mutlaka” hayırlı ve iyi bir tarafı vardır. O yönüne odaklanıp sadece kendinizi iyi hissettirmeyeceksiniz. Olayı olumlu yönde hızla değiştireceksiniz. Hepsinden önemlisi çevrenizi de olumlu yönde etkileyeceksiniz. Genel olarak kurduğunuz hayallerin yaratımını hızlandıracaksınız. Şimdi size “Bardağın boş mu ? dolu mu ?” olduğunu anlatan bir hikaye anlatayım. “Ayakkabı pazarlaması yapan bir genç, ayakkabı satması için bir adaya gönderilir. İlk gözleminden sonra ayakkabı satıcısı umutsuzlukla telefonuna sarılır. Patronuna şöyle der. - Ben dönüyorum. Çünkü burada kimse ayakkabı kullanmıyor. Bundan iki ay sonra adaya daha deneyimli bir eleman gönderilir. Oda ilk gözleminden sonra heyecanla telefona sarılır. - Bana gönderebildiğiniz kadar ayakkabı gönderin. Çünkü bu adadaki hiç kimse ayakkabı giymeyi bilmiyor.”

İki farklı insanın bakış açısı olayları bambaşka yapıyor değil mi? Öyleyse olumlu düşünme bir sanattır. Olumlu olmak, açık ve dostça olmak demektir. Kimsenin kapıkulu olmak değildir. Dünyaya gerçekdışı pembe gözlüklerle bakmakta değildir. Olumlu düşünmek, kendinizi ve başkalarını sevmek. Çevrenizdeki insanlarla ilgilenmek demektir. Ayrıca ilgili insan çekicidir. Eğer bu söylediklerimin bencilce olduğunu düşünüyosanız başka bir açıdan bakmanızda fayda var. Eğer siz kendinizi sevmezseniz başkalarını sevemezsiniz. Aslında hiçbir şey zâtında ve gerçekte çirkin değildir. Onları faydalı veya zararlı kılan, güzel veya çirkin gösteren bakışımız ve yaklaşımımızdır. Olumlu bakış, “Güzel gören güzel düşünür. Güzel düşünen hayatından lezzet alır” şeklinde formüle edilmiştir. Sıkıntı, üzüntü gibi olumsuzlukların kaynağı yanlış niyet, yanlış bakış açısıdır. Bizi durduran, gücümüzü kıran da bu bakıştır. “Yapamam, başaramam” tarzında negatif yaklaşımlar, peşinen başarısızlığa


~ 31 ~ şartlanmaktır. Bu durumda arzuladığımız şeyi gerçekten yapamayız. Olumlu bakış, sevgi, saygı, şefkat ve merhamet gibi duyguların karışımından oluşan bir enerjidir. “Kişinin korktuğu başına gelir. Eğer kişi doğru kişiyse dileğine erişir” ( Hz. Süleyman ) Çatışmalardan uzak durun... Çatışma, hayatımızın bir parçası olarak her an her şekilde karşımıza çıkabilir. Çatışmanın kaçınılmaz olması, ondan uzak durulamayacağı anlamına gelmez. Tek yapmanız gereken şey; çatışmayı olumlu bir eksen etrafında çözmek için çaba sarf etmek olmalı. Konu ne olursa olsun çatışmanın merkezine sürekli olumlu düşünceler yerleştirmek için çaba gösterin. Genellikle pozitif düşünmenin en büyük engellerinden birisi etrafımızdaki insanların bizim hakkımızda ne düşündüklerini çok fazla sorun yapmaktır. Diğer insanların bizim ne düşündüğümüz ve ne yaptığımızla yakında ilgilendikleri fikri olumsuz düşüncelerin çok çabuk ortaya çıkmasına yol açabilir. Geçmişi geçmişte bırakın... Kötü anılar, olumsuz duyguların ortaya çıkmasına yardımcı olma özelliğine sahiptir. Geçmişte yaşadığımız kötü şeyleri hatırladıkça, hissettiğimiz olumsuz duyguları da hatırlar ve zihinsel olarak o günlere geri döneriz. Önemli olan böyle bir durumda kötü şeyleri unutmak değil, onların hafızalarımızda edindiği mevcut önemi azaltmaktır. Geçmişi geçmişte bırakıp yüzümüzü geleceğe dönmek pozitif düşünmek için önemli bir başlangıçtır. "Karamsarlık, bir tür öğrenilmiş çaresizliktir. Bugüne kadar karşınıza çıkan kötü sonuçlarla ömrü hayatınız boyunca sürekli karşılaşacağınıza dair kötü bir inanca kapılmışsınız. Çaresizliğin kaderiniz olduğuna inanıyor olmalısınız ki, olumsuzluklardan başka bir şey düşünemez hale gelmişsiniz. Kendimizi mutlu, heyecanlı, başarılı hissettiğimizde etrafa pozitif enerji yayarız. Oysa kendimizi üzgün, kızgın, yalnız, incinmiş hissettiğimizde etrafımıza da negatif enerji yayarız. Gözlerimizdeki ışık söner. Bu ruh hali uzun sürerse hayatımızda her şeyin ters gitmesinden yakınırız. Oysa hayatta karşılaştığımız her şeyin hem olumlu hem de olumsuz pek çok nedeni ve sonucu vardır. Tek yapmanız gereken şey, olumsuzlukların yanı sıra olumluları da düşünmek ve sonraki aşamada olumludan yana tavır göstererek karamsarlıktan kurtulup iyimserliğe doğru kaymak. Bir kez olumsuzlukları hesaba katarak olumlu sonuçlara varmanın keyfine ulaştıktan sonra hayatınız iyimserliğin güzellikleri ile dolup taşacaktır. Daha çok düşünün, risk alın ve eylemde bulunun. İş yaşamında, mizahi yönünüzü asla kaybetmeyin. Her olayın gülümseten kısmını da görün. İşyeriniz için yaptığınız fedakarlıkları değil, o işyerinin size kazandırdıklarını düşünün. Hedefi görmek ve ona yönelmek çok daha kolay olacaktır. Yaptığınız işlerden gurur duyun, keyif alın. İşinizi, sadece bir görev olarak görmeyin, sizin yaşamınızı devam ettirmeniz için gerekli olan şeyi yani çalışmayı, en iyi şekilde yapıyor olmanın zevkine varın. Ve siz izin verin ki, yolunuz istediğiniz yere çıksın. Çok sayıda olumsuz düşünceye sahip olmak ve ısrarla olumsuz düşünmek size gerçek olumsuzluklar yaşatabilir. Belli bir zaman dilimi içinde ısrarla olumsuz düşünürseniz, o olumsuzluklar yaşamda karşınıza çıkarlar. Olumsuz düşünmekten kaygılandıkça, bu konuda daha çok endişeyi üzerinize çeker, olumsuz düşüncelerinizi kat kat arttırırsınız. Şu anda, bundan sonra sadece olumlu şeyler düşünmeye karar verin ve sahip olduğunuz olumlu düşüncelerin son derece güçlü, her türlü olumsuz düşüncenin ise çok daha güçsüz olduğunu yaşadığınız evrene yayın. Zihninize hakim olmanızın yollarından biri de onu huzura kavuşturmaktır.Meditasyon zihninize huzur verir, düşüncelerinizi kontrol etmenize ve bedeninizi canlandırmanıza yardımcı olur. Burada iyi haber, saatlerce meditasyon yapmanız gerekmediğidir. Başlangıçta buna günde üç ila on dakikanızı ayırmanız, düşünceleriniz üzerinde kontrol kazanmanız konusunda şaşırtıcı derecede etkili olacaktır. Çekim yasasını istediğiniz yönde çalıştırmanın en büyük noktalarından biride olumlu bakış açısıdır. İlk konuda bahsettiğim hikayelerde olumlu bakış en güzel örneğini yansıtmıştı. Steve Jobs ölümün bile iyi tarafını bulmayı başarmıştı. Yaşadığınız en kötü şeyde bile mutlaka iyi tarafı görün. “Göremiyorum” diyorsanız o sizin bakış açınızdır. Bir daha bakın ve bir daha… Kendimizi savunmak için bu sanata aikido sanatından daha çok ihtiyacımız var. Hastalığın omuzlarına basıp sıçrayın. Yetimliğin omuzlarına binip uçun. Terk edilmişliği, ihaneti ayaklarınızın altına dayanak yapın. Başarısızlıklarınız dağ gibi birikmişse müjdeler size. Dağlara çıkmak isteyen siz değil misiniz? Bakın işte hepsi ayaklarınızın altında. “ Sizin kötü gördüğünüz bir şeyde umulur ki, sizin için büyük hayır vardır” ( Bakara Suresi 216 ) “ Görmek yalnız gözle olmaz, görüşler görenleri aldatabilir. Can gözü kör olunca gözle görüşün bir faydası yoktur” ( Hz. Ali )

“Nice dağ gibi akıllar, derin vehim ve hayal denizinde gark olup gitmiştir” ( Mevlana, Mesnevi 5/521 )


~ 32 ~ “Dar kapıdan girin. Çünkü yıkıma götüren kapı geniş ve yolu kolaydır. Ordan gidenler pek çoktur. Oysa yaşama Bizler bilinmeyen bir alfabeyle yazılmış bir kainata doğarız. Anlamını bilmediğimiz mesajları kavrayamayız önce. Bebek tabancadan korkmayı, lüks otomobilleri sevmeyi bilmez. Evrenin bize anlattığını değil, bizim evrenden anladığımızı dikkate alıyoruz. Herkes evrensel dili kendi tercümesine göre yorumlar. Aslında evren bize çok büyük, çok yüce mesajlar verir. Kainatta olumsuz mesaj yoktur. Biz bazılarını olumsuz algılıyoruz. Kainatın gerçek mesajını algılayanlar keşiflere, başarılara imza atanlardır . Edison elektriği ararken yaptığı yüzlerce deneyin her biri bittiğinde "Bugün elektrik üretemeyen yeni bir yol keşfettik" dermiş. Başarıyla bitmeyen her deney bizi başarıya bir adım daha yaklaştırır. Çünkü hedefe ulaştırmayan deneyler nasıl başarılamayacağını göstererek hatalı alternatifleri azaltırlar. İhtiyacımız olan yaklaşım budur.

Bizim bilinç dediğimiz kısım zihnimizin yaklaşık %10 unu oluşturmaktadır. 5 duyu organımızla çevremizden aldığımız uyarılarla yaşarız. Gün içinde zihnimizde tahmin ettiğimizden daha mükemmel şeyler olmaktadır. Bilinçaltımız, bilincimizden saniyede tam 2 milyar kat daha fazla bilgi işler. Bilinciniz siz bir olasılık düşünürken, bilinçaltınız o olayla ilgili tüm olasılıkları hesaplar. Tüm olasılıkların bilgisi o an bilinçaltınızdadır. Çılgın olduğumu düşünebilirsiniz ama şu anda beymizin içinde yüzyılların bilgeliği var. Fakat biz bilginin orda olduğunun dan habersiziz. Bilgiyi birleştirmeyi bilmiyoruz. Çekim Yasası’nın biyolojik boyutunu incelediğimizde düşüncelerimizin ve alışkanlıklarımızın nasıl oluştuğunu sinir ağları ile açıklarız.

Bilinç, evrenin varoluşunun gerçeğini onun sayesinde anladığımız bir olgudur. Bilinci dikkate almayan yasalarla yönetilen bir evrenin asla bir evren sayılamayacağı ileri sürülebilir. Hatta sadece bilinç olgusu “varsayımsal” bir evreni gerçek varlığına kavuşturabilir! Aslına bakarsanız evrimsel süreçte; bilinç en son oluştu. Belki nereye ve neden gittiğini anlamadığımız (belki yalnızca bazen hissettiğimiz) bir sürecin tamamlanma yolunda birinci tekil şahıslar olarak bilinci geliştirme görevini üstlenmişizdir. Belki sevgi ile başlayan yolumuz bilmeye doğru gitmektedir. Bilinç ile ilgili çok az şey bilmemiz de, onun esrarını vurgulayan tuhaf bir paradoks olabilir. Örneğin, bilincin beynimizin neresinde yer aldığını kimse bilmiyor. Eğer bilince ruh olarak bakıyorsak, beynimizde yer aldığını bulamamamız çok doğaldır. Biz bilinçli kararlar verdiğimizde, 5 duyu organımla uyarılar hissettiğimizde, düşündüğümüzde beynimizin sinir hücreleri arasında bağlar oluşur. Bir düşünceye körü körüne bağlandığınızda, o korteks deki sinir hücrelerinin ağını genişletir ve hayatımızdaki sebep sonuç ilişkilerine daha fazla sokarız. Fakat artık o düşüncelere odaklanmadığınızda sinir hücreleri oradaki ağları yavaşça yok ederler. Bu duygu ve düşünce bağımlılığında da, sigara bağımlılığında da aynıdır. Duygularınızı kontrol edemiyorsanız ona bağımlısınız demektir. Çevremizde karamsarlığa bağımlı insanlar görmüşünüzdür. Bunlar stres ve karamsarlığı o kadar benimsemişlerdir ki. Mutsuz oldukları işyerlerinden bile istifa edemezler. Mutsuz oldukları sevgililerinden bile ayrılamazlar. Çünkü bir işe yaramayacaklarını bilirler. Daha iyisini yaşayacaklarını idrak edebilseler bile melankoli, acı, stres onlara çekici gelmektedir. Sigaranın zararını bilip zevkle içmek gibi. Bu tür insanlar “Zavallı Ben” rolüne bürünerek yaşadıkları acıları dış dünyaya bağlarlar. Karşısındaki insana kurban rolü oynayarak, onların yanında olmasını isterler. Tek yaptıkları kısır döngüdür. Yarınlarını bu şekilde hazırlarlar. Bu insanlar birine defalarca “Seni seviyorum” deseler bile bağımlı oldukları duyguların tatmini beklentisi yüzünden bu sözlere kendileri bile inanırlar. Karşısındakini ikna edebilmek için durmadan sevgi sözcükleri kullanabilirler. Bencil yapıları yüzünden ilk çekip gidende kendileri olabilirler. Nice özlemlerin, ayrılık acılarının, ölüm acılarının zamanla geçtiği gözlemlenmiştir. Bu artık o kişilerin hayatımızda olmayışı ile o bölümdeki sinir hücrelerinin kendi kendini yok edip yeni düşüncelerimiz için hücreler oluşturmasından başka bir şey değildir. Bu tür acılar hayatımızda olasıdır. Fakat hep daha güzel günlerin yaşanacağına dair geliştirilen inançlar yeni hücreler, yeni sinir ağları oluşturur. Bu sinir ağları belirli DNA şifrelerinde peptitler üretirler. Bu peptitler vücudumızdaki tüm hücrelere kan yoluyla ulaşır. Ve hücrelemizin DNA zincirine eklenirler. Ve tüm hücrelerimizde duygularımızın ve düşüncelerimizin şifreleri bulunur. Yani kurduğunuz hayallerle yıkanırsınız. Hiç geçmişte kör kütük aşık olduğunuzu ve alıştığınızı düşündüğüz sevgilinizi düşünüp


~ 33 ~ “Amaan nasıl okadar üzüldüm anlamıyorum” dediğiniz oldumu.? Özlemleri, alışkanlıkları ve bağlılıkları yaratan karşıdaki kişi değil sizin beyninizdeki sinir ağlarınızdır. Bunu yok etmenin yolu “Bunu yok edeceğim” şeklinde değildir. Yepyeni bir şeye odaklanmaktır. Unutmayın her zaman daha iyisi yaşanabilir. Ve Daha iyisi vardır. Bu düşünce yapısı ilk başta çok zordur. Sigara içenleri örnek vermek gerekirse 25 yıldır sigara içen birini düşünün (örneğin benim annem  ) Sigarasız geçecek 1 ayı göze alamazlar. Halbuki göze alsalar bir daha sigarayı aramayacaklar bile. Duygularda böyledir. Bu yüzden çekim yasası herkesin aktif kullanabileceği bir güç değildir. Alışkanlıklarımızı değiştirmeden hayatımızı değiştirmek pek akılcı durmuyor değil mi ? Bana “Hayatımı nasıl değiştirim” diye sorduklarında onlara şöyle cevap veriyorum. “Size ömrünüz boyunca mutlu ve hayallerinizi gerçekleştireceğiniz bir yaşam formülünü verebilirim” diyorum. “Ama ilk senesi sıkıntılarla ve eski alışkanlıklarınla mücadele şeklinde geçecek…” Hemen karamsar olduklarını görüyorum. Çünkü onlar bir hafta sonraki sınavı kazanmanın veya gittikleri dersanede ki en güzel kızı ayarlayabilmenin formülünü bekliyorlardı. “Çekim yasası haa !!! dur hayalini kurayım düşüneyim düşüneyim” “Ama neden olmuyor, Hani isteyince oluyordu”  Hadi ama biraz irade… Kim olduğunuzu anladığınızda, daha iyisini çekecek gücü kendinizde bulduğunuzda, kendinize inanamayacaksınız.

Kendinize eleştirel gözle baktığınız zamanlar, odak noktanızı hemen içsel varlığınıza çevirin, böylece ne kadar kusursuz olduğunuzu

görebilirsiniz. Bunu yaptığınızda, yaşantınızda karşınıza çıkan tüm kusurlar ortadan kaybolacak, çünkü, kusurlar varoluşun ışığı

altında yaşayamazlar. Kusursuz görme yeteneğini geri kazanmak, hastalıkları yok etmek ve yeniden sağlığa kavuşmak, yoksulluğu

zenginliğe dönüştürmek, yaşlanmayı ve çirkinleşmeyi engellemek de

isteseniz, her türlü olumsuzluğun kökünü kazımayı da isteseniz; içsel varlığınıza odaklanıp onu sevdiğinizde mükemmellik kendini gösterecektir.

Bunu Biraz Düşünün…


Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.