Bülten

Page 1

EVIN BÜLTEN Evin Özel Danışmanlık Merkezi 3 Aylık Ücretsiz Yayınıdır

EYLÜL EKİM KASIM Sayı : 1

2017

Bir Küçük ‘’Deniz’’ Yıldızı M

erhaba değerli okurlarımız Evin Bültenin ilk sayısıyla karşınızdayız. Bu keyifli yolculuğu ve heyecanı sizlerle paylaşmaktan mutluluk duyuyorum. Her ne kadar yazılı basın günümüzde güncelliğini kaybetse de önemini ve değerini kaybetmediği bilinciyle sizlerin karşısındayız. İnsanın yalnızca söylediklerinden değil sustuklarından da sorumlu olduğu inancıyla Türkiye de özel eğitime ve çocuk gelişimine ilişkin bilimsel bilgiler ışığında, doğal eğitime şeffaf bir soluk getiren Evin Özel Eğitim Danışmanlık Merkezinin kuruluş hikayesi belki birçoğunuza tanıdık gelecektir. Yazı yazmak için okyanus sahillerine giden bir yazar, sabaha karşı kumsalda dans eder gibi hareketler yapan birini görür. Biraz yaklaşınca , bu kişinin sahile vuran denizyıldızlarını, okyanusa atan genç bir adam olduğunu fark eder.

Genç adama yaklaşır: – Neden denizyıldızlarını okyanusa atıyorsun? Genç adam yanıtlar; – Birazdan güneş yükselip, sular çekilecek. Onları suya atmazsam ölecekler. Yazar sorar; – Kilometrelerce sahil , binlerce denizyıldızı var. Ne fark eder ki? Genç adam eğilir, yerden bir denizyıldızı daha alır, okyanusa fırlatır. – Onun için fark etti ama… 3 yaşında Küçük Bir ‘’Deniz’’ Yıldızını kurtarmak için bu hikayeden ilham alarak çıktığımız yolda; Erken çocukluk döneminde uygulanan programların yarattığı etki aynı bu hikaye de karaya vuran deniz yıldızlarına benzer. Zaman kısıtlı müdahale yoğun olmalıdır. Bir tanesine daha hayat vermek ışıltılı sularda olduğunu görmek ve buna ışık tutmak adına yüzümüzü güneşe döndük. Yoğun ve bilimsel eğitimin ışığında sevgiyle yolumuza devam ediyoruz Bir dahaki sayıda görüşmek dileğiyle,sevgilerimle.

Safiye ATEŞ

Özel Eğitim Uzmanı


KURALLAR: NE KADAR AZ, O KADAR iYi Annemin bir arkadaşının, ergenlik çağında, ele avuca gelmeyen bir kız torunu vardı. Torunu yazlığa geldiğinde, babaannesi torununu zaptedebilmek için, uyması gereken kuralları belirlemiş ve buzdolabının üzerine asmıştı.

Anımsadığım kadarıyla kurallar arasında şunlar vardı: -

Sabah en geç şu saatte kalkılacak. Kahvaltı hazırlanmasına yardım edilecek. Evde pijamayla dolaşılmayacak. Plajda en fazla şu kadar süreyle kalınacak. Babaannenin bütün söyledikleri yapılacak. Dede üzülmeyecek. Ev kirletilmeyecek.

Ve liste bu şekilde uzayıp gidiyordu. Yanlış anımsamıyorsam listede 20’nin üzerinde kural vardı. Bir sonraki görüşmemizde babaanneye sorduğumda, torununda hiçbir kuralın işe yaramadığını söyledi. Neden işe yaramadığını, davranışsal bakış açısıyla inceleyelim. Bir kere, bu babaanne çok fazla sayıda kural belirlemişti. Kural belirlemeyle ilgili genel kuralımız, beş-altıyı aşmamak olmalı. Ayrıca, koyduğumuz kuralların her birinin gerçekten gerekli olup olmadığını da sorgulamalıyız. İkinci olarak, bu babaanne kurallara uygun olan ve olmayan davranışların sonuçlarının ne olacağını belirlememişti; yani hiçbir yaptırım yoktu. Dolayısıyla, bu sistem, başlamadan bitmeye mahkumdu.

Davranışsal İlkeler;

-Az sayıda, uygulanabilir ve olumlu ifade biçiminde kural belirlenmelidir. -Kurallara uygun davranışlar ödüllendirilirken, kurallara uygun olmayan davranışlar görmezden gelinmeli ya da cezalandırılmalıdır. -Ödül ve cezalar da kurallarla birlikte belirlenmeli ve kurallara uyması beklenen kişilere iletilmelidir.

Prof. Dr. Gönül KIRCAALİ

İftar/Günlük Yaşama Davranışsal Bakış Kitabından Alınmıştır


ÇOCUK VE RUHSAL GELiŞiM ‘’Çocuklarınız sizin çocuklarınız değil, Onlar kendi yolunu izleyen Hayat'ın oğulları ve kızları. Sizin aracılığınızla geldiler ama sizden gelmediler Ve sizinle birlikte olsalar da sizin değiller. Onlara sevginizi verebilirsiniz,düşüncelerinizi değil. Çünkü onların da kendi düşünceleri vardır. Bedenlerini tutabilirsiniz,ruhlarını değil. Çünkü ruhları yarındadır,

Siz ise yarını düşlerinizde bile göremezsiniz’’ Halil Cibran ‘’ Çocuğa Dair’’ adlı şiirindeki bu kesitte çocuğun ruhsal gelişimi ile ilgili yaklaşımımızın nasıl olması gerektiği ile ilgili felsefik olarak bizlere çok yerinde mesajlar vermektedir. Bir anda hayatımıza giriveren küçük bedenlere sahip çocuklarımızı yetiştirme konusunda pek çok belirsizlik yaşamaktayız. Bu konuda internette araştırmalar yapmakta, televizyonda çocuk gelişim programlarındaki çocuk gelişim uzmanlarının söylediklerine kulak kesilmekte veya daha deneyimli anne-babalara sürekli danışmaktayız. Daha iyi ebeveynler olmak için yaptığımız araştırmalarda farkında olmadan doğal ebeveynlikten uzaklaşmakta ve çocuğu teorik bir varlık olarak görmekteyiz. Bunun sonucunda çocuğumuzla aramızda oluşacak ilişkiye pek çok mayın döşemekte ve ileriki süreçlerde çocuğun dünyasına girmek için attığımız her adımda bu mayınlara basmaktayız. Peki ne yapmalıyız ? . Önce kendi iç sesimize kulak vermeliyiz. Nasıl ki yaşam yaratma potansiyeline sahipsek o yaşamı en iyi şekilde yetiştirme potansiyeline de sahibiz. Sonrasında ebeveyn olarak çocuğumuzun sinyallerini görüp, doğru yorumlayıp, kısa sürede cevap vererek aramızdaki bağı güçlendirmeliyiz. Çünkü bütün türler içinde en çaresiz ve bakıma muhtaç olan insan yavrusudur. Çocuğun ihtiyaçlarına (altını ıslatma, acıkma, sevme, güvende hissetme… ) doğru yanıt verdiğimiz her adımda çocuğumuzla aramızdaki bağlanmayı da güçlendirmiş oluruz. Bağlanma, beynin doğuştan gelen ve çocuğu güvende tutmak adına oluşmuş bir sistemdir. Böylece çocuk bağlanmak istediği kişiye yakın olmak ister, stres zamanında rahatlamak için bağlandığı kişiye gider. Eğer buralarda bir kopma ve sorunlar oluşursa ebeveyn-çocuk ilişkisi güvensiz bağlanma haline gelir. Eğer doğal ebeveyn olmak istiyorsak önce kendi içimizdeki büyümemiş çocuğun ihtiyaçlarına kulak verelim ve o ihtiyaçları yeniden onaralım. Sonrasında kendi çocuğumuzla kuracağımız ilişki bir dans uyumu halini alır. O zaman çocuklarımızın sinyallerini daha iyi okur ve onları yatıştırma, sakinleştirme ihtiyaçlarını görerek güvenli bir bağlanma oluşturmuş oluruz.

Uzm. Psk. Dan. Feyyaz ASLAN EMDR & Çift ve Aile Terapisti


TRAVMA ETKiLERiYLE YAŞAMAK KADERiMiZ DEĞiLDiR Travma sözcüğü hemen hemen hepimizin günlük dilinde yer alan bir sözcük olmuştur. Hepimiz irili ufaklı travmalar yasamışızdır. Kimimiz savaş, doğal felaketler gibi büyük sarsılma etkisi yaratan günlük yaşam akışımızı kesintiye uğratan olaylardan etkilenmişken kimimiz daha küçük düzeyde bir görüntüden veya çocukken öğretmenimizin bize bağırmasından vb. olaylardan etkilenmiştir. Bu noktada önemli olan travmanın büyüklüğü değil travmadan ne derecede etkilendiğimizdir. Travma hayatın her alanında okulda, evde, sokakta yine her zamanda geçmişte, gelecekte ve şimdiki zamanda vardır ver bizimde karşılaşmamız çok olasıdır. Bazılarımız yaşamış olduğumuz travmanın etkilerini kaderimizmiş gibi; duygusal (korku, endişe, suçluluk, pişmanlık, öfke, karamsarlık, panik, çaresizlik, utanç vb. ), fiziksel (Mide bulantısı, kusma, yorgunluk, kalp çarpıntısı, göğüs ağrısı, titreme, bayılma hissi, baş dönmesi, baş ağrıları), zihinsel (Dikkatsizlik, kabuslar, araya giren düşünceler, yönünü bulamama, eskileri hatırlayamama, sorun çözememe, yanlış kararlar, uyku bozukluğu) ve davranışsal (Kendini geri çekme, kıpır kıpır olma, ani davranışlar, alkol ve madde alımı, çabuk tepki verme, başkalarını suçlama, yeme sorunları) olarak bu semptomlar altında yaşamaya devam ederiz. Aslında çoğumuz travmalarımızla yüzleşmekten korkarız çünkü yaşamış olduğumuz içsel deneyimlerimizle bağlantımızı keserek organizmamızı bizim için aşırı boğucu olabilecek his ve duygulardan korumaya çalışıyoruz. Çünkü çözülmemiş travma büyük bir güce sahiptir. Geçmişte yaşamış olmamıza rağmen ve eğer anlamlandıramamışsak bizi hazırlıksız yakalayıp alt üst etme potansiyeli vardır. Tüm canlılar içinde en uzun travma etkileri geliştiren tek canlı insandır. Bunun sebebi kendi içgüdüsel iyileşme ve baş etme potansiyelimizi dondurmuş olmamızdan kaynaklanmaktadır. Biz bu gücü doğadan alıyorduk. Çünkü yaşamak zorundaydık. Doğayı unutmaya başladığımızdan beri travmalara karşı da güçsüzleşmeye başladık. Bu anlamda belki de travmanın en iyi tanımını Dostoyevski ''Yeraltından notlar'' adlı kitabında, '' hiç kimse başına geleni kendisine açıklamadan yaşayamaz ve bir gün kendilerine hiçbir şey açıklayamayacak hale gelenler delirdiklerini söylerler ve bu onlara kalan son açıklama olur'' sözüyle travma ve travma sonrası etkilerin insanın üzerindeki etkisini çarpıcı bir şekilde belirtmiştir. Travma sonrası stres semptomlarıyla yaşamak bizim kaderimiz değildir çünkü günümüz psikoterapilerden EMDR Terapisinin danışanların çoğunluğunun travma sonrası stres semptomlarını etkili bir biçimde azalttığı veya yok ettiği, genellikle psikolojik sorunları ile bağlantılı olan semptomlarda da (endişe gibi) azalma sağladığı görülmüştür.

Uzm. Psk. Dan. Feyyaz ASLAN EMDR & Çift ve Aile Terapisti

Atakent Mahallesi Türkler Caddesi Göktürk Sokak No 21/A ÜMRANİYE / İSTANBUL

0553 477 11 79 – 0216 688 2458 evinozelegitim@gmail.com

www.evinozelegitim.com

evinozelegitim


Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.