Lama Mizah Dergisi

Page 1


CAİZ LOBİSİ Direniş, birlik, beraberlikle ilgili bir yazı yazmak istemiştim ama duyduklarım beni hayal kırıklığına uğrattı. Başından beri Gezi Parkı Direnişi'nin içinde fiilen bulunmama rağmen grup seks partisi yapıp beni davet etmeyen, Beşar Esad'dan (Esed mi Esad mı bu abi?) para alıp benim payımı vermeyen ve Taksim'in ortasına başbakanımızın tabiriyle "çok afedersiniz büyük abdestlerini yapmak suretiyle" eğlenip "abi sen de gel ya" demeyen arkadaşlarıma kırgınım. O yüzden bu yazımda penguenlerden bahsedeceğim. Şaka bir yana ben hükümet yanlılarını anlamaya çok çalıştım. Hatta sırf Yiğit Bulut'u anlamak için eve 24 kutu jöle alıp kafama sürdüm. Sanırım işin sırrı burada başlıyor, mentollü jöle kullanırsanız o kafaya ulaşıyorsunuz. Aaa şu an yazıyı ben yazmıyorum, telekinezi yoluyla yazdırıyorlar. Faiz lobisi sonunda beni de ele geçirdi lanet olsun. Dış mihraklar sonunda bunu da yaptı, başörtülü kardeşlerimizin yanında telekinezi kullandılar! İşte bunlar hep faiz lobisi... Dış mihraklar 20-25 yıldır gençleri bu güne hazırlıyor. İşte "Y" kuşağı denen grubun direnci de buradan geliyor. Televizyon izlettiniz bize, o iğrençliklere tahammül ettik, pop dinlettiniz bize dayandık, yetmedi arabesk rap çıkarttınız onlara da direndik. Biz "annem babam uyanık olduğumu farketmesin" diye, gece boyu bilgisayar başında su içmeden, tuvalete gitmeden yaşamış bir nesiliz. Çocukken "Ağzına biber sürerim" diye korkutulan bir nesiliz ki şimdi biber gazı bağımlılığımızın sebebi tam olarak budur. Tomalar bizle başa çıkamıyor neden? Çoğumuzun en sevdiği Pokemon "Squirtle"dı. Dış mihraklar GTA diye bir oyun oynattı bize polislerden kaçtık, Knight Online oynattılar stratejilerimiz oldu, Pes oynattılar ama Pes'le bir bağlantı kuramadım direniş arasında, olsun sonuçta oynadık. Şimdi de oyun oynuyoruz biz, sokaklardan bilgisayarlara taşınan nesil olarak sokaklarda özgürlük oyunu oynuyoruz. Ne kadar yetenekli olduğumuzun hâlâ farkında değil misiniz? Gezi Parkı bahanesiyle sokağa çıktık, dış mihraklardan para aldık, çadırlarda uçaksavar mermisi biriktirdik, barikatlar kurduk, revirler yaptık tüm bunları yaparken başörtülü kadınlara işkence etmeyi ihmal etmedik ve seks partileri düzenledik. Ama tüm bunları yaparken örgüt belgelerini de çadırlarda sakladık. Neden? Çünkü biz salağız. Bakmak akıllarına gelmez diye düşündük. Bir sonraki eylemde örgüt evraklarını karakolda saklamaya karar verdik. Başbakan sürekli "Mesele 3-5 ağaç meselesi değil." diyor, daha önce V For Vendetta'yı birlikte izlediğimizde de "Mesele hükümet binası meselesi değil" demişti. Mükemmel bir gözlem gücüne sahip. Böyle bir başbakanı bir daha bulamayız gerçekten. Adamın elinden gelmeyen hiçbir iş yok: Başbakan, belediye başkanı, vali, polis, ürolog, kadın doğum uzmanı, mimar, mühendis, çevreci, avukat, hakim vs. Oysaki Cumhurbaşkanı'mız öyle mi? O sadece noterlik görevini yerine getiriyor. Ama yine de başbakandan kurtulmak istiyorsanız harika bir planım var, biraz yaklaşın. Bildiğiniz gibi daha önce Davos'a yerleşelim demiştik ama başbakan yarın çıksa ve "Ben bir daha Davos'a gelmem demedim." dese kimse şaşırmaz. O yüzden yeni bir strateji geliştirdim, kanıtlandı, %100 çalışıyor diyemem ama denemeye değer. Planımız 5 aşamadan meydana geliyor. 1- Kelime-i şehadet getir. 2- Namaz kıl 3- Oruç Tut 4- Zekat ver 5- Hacca git. Eğer cennete gitmenin yolu iyi bir insan olmaktan değil de bunlardan geçiyorsa bence deneyelim. Zira giremeyeceği tek yer orası. Üstüne bir de huriler varsa değmeyin benim keyfime. Yoksa bu muhafazakar mihrakların bir oyunu mu bize? Caiz lobisi bizi imana getirmeye mi çalışıyor? Yoksa İ. Melih'i neden belediye başkanı yapsınlar? Üstad Serdar Ortaç'ın da dediği gibi "Kafamda deli sorular..." Yazımın sonunda İçişleri Bakanı'mıza teşekkür etmek istiyorum. Yaşanan bu zorlu süreçte toplumu galeyana getirecek, aşağılayacak ya da kızdıracak hiçbir açıklama yapmadı. Belki de yaptı, bilmiyorum çünkü açıklamalarından tek kelime anlamadım. Adamı hiçkimse anlamadığı için polise emirleri o değil de başbakan veriyor olabilir. Ya da polis onun emirlerini anlamadığı için ne yapacağını bilmiyor da olabilir. Biraz sağduyulu olalım ve bunu da düşünelim lütfen.



Onu bekliyorum. Otobüste. Geliyor. Tek değilim. Terminalde benim gibi pek çok insan var. Onlar da onları bekliyorlar. Beklenenler ve bekleyenler arasında cereyan eden heyecanlı bir süreç, adeta soğuk bir savaş bu, ama kaybedeni olmayacak. 'Kavuşmak' skoru her iki tarafa da kazandıracak. Filmlerde genellikle hep böyle oluyor. Böyle olmalı. Yine. Ve bekliyorum. Beraberce bekliyoruz. O da geliyor, onlarla beraber. Yanımda, titreyen ellerinde zar zor zapt edebildiği zarfları olan bir delikanlı oturuyor. Suratı kıpkırmızı kesmiş. Kalbi sanki bir köy düğünündeymiş gibi gümbür gümbür davul çalıyor. Ta buradan duyuluyor. Alnından ter damlaları oluk oluk akıyor. Kim bilir o damlaların muadilleri daha nerelerinden süzülüyor şu an. Birazdan, belki otobüs geldiğinde, leş gibi ter kokmaya başlayacak bu çocuk. Yaz mevsiminin iyiden iyiye üzerimize çöreklenmeye başladığı bu Temmuz'un ilk gününde, o leş koku ne de fenalık getirecek tüm terminale, ona ve onunla beraber gelenlere. 'Heyecan', bazen böyle iğrenç vaziyetlere sebebiyet verebiliyor demek ki. Ne kadar üzücü. Daha henüz kokmadan delikanlıdan tiksinmeye başlıyorum bile. Koku tarafından ani bir baskına uğramamak için kafama diğer tarafa çevrilmesi için hareket veriyorum. Yaz demişken; edebiyatın Eylül ile birlikte en çok sevip kayırdığı ay olan Haziran geçip gitmiş; aklıma gelince, güneşin altında kızaran vücuduma inat bir ferahlama alıyor ruhumu. Yılda bir kez karşılaştığım bir dostla göz göze gelmişim gibi hissediyorum şimdi. Çünkü Temmuz sahipsiz kalmış gibidir edebiyatta. Ezilendir, güçsüz olandır, edebi burjuva aylarının yanında mağdur kalandır, yine de direnendir, ben de buradayım diyendir, her ne kadar sesini duyuramasa da. Ya da duyurduğu halde duyulmazlıktan gelse de. O yüzden bendendir, bizdendir. Evet, Haziran biraz romantik. Güneşin tepede net bir şekilde belirmesinin duygulara coşku kattığını düşünen yazar ve şairlerin sevgi pıtırcığı tadında gözdesi. Baharın varisi. Onlara göre Haziran'da ağlanmaz. Sorsan, “Çünkü ağlamak yakışmıyor Haziran'da adama” derler. Enteresandır, karnesi elinde ağlayan çocukları hep Haziran'da görmüşümdür oysa. Mayıs sonu kıyametlerinin ceremesini çekmek onlar için hep Haziranlara kalmıştır çünkü. Yapacak bir şey yok. Sırf bu yüzden Haziran ile ilgili ters bir şeyler var gibime gelir hep; şerefsiz Mayıs'ın azmettiricisi gibi kendisi. Pis işlerini Mayıs'a yaptırıp çaresiz kurbanının kucağına düşmesini bekleyen pusucu tilki. Evet, Haziran biraz da budur aslında. Ama anlatsan, gerçekleri konuşsan, “Hadi ordan, çapulcu!” derler. Cidden. Diğer torpillinin -Eylül'ün ise- biraz daha hüzünkar bir duruşu var. Yapraklar dökülüyor, güneş bulutların arkasına yeniden saklanmaya başlıyor. Ayrılık olacaksa Eylül'de oluyor. Eylül'de olmalı. Şarkıcı Alpay ise hepsine inat “Eylül'de Gel” diyor sevdiğine. Eylül'de herkes gidiyor oysa. Demek ki Alpay gidilen yer neresiyse oraya çok önceden varmış, belki daha Ağustos'tan gitmiş çakal, “Gel” diyor. Şiir yalakası şairleri ters köşe yapıveriyor. Alpay sistemin adamı değil çünkü, Alpay benim adamım. Adamımsın Alpay. Temmuz ise tüm olanları bir köşede sessizce izliyor. Ne bir Şubat soğuğu gibi deli deli esiyor, ne de aşklar bir başka yaşanmak için Kasım yerine onu tercih ediyor. Bir başına, ama onurla, ama gururla orada öylece duruyor. Asaletiyle olsa gerek, diğer on bir ayı gözlerimin önünde bir çırpıda dövüyor. Aylar arasındaki sidik yarışını yarım saniye içinde körükleyip, çeyrek saniye içinde de mücadeleyi bir sonuca bağlarken kafamın diğer yöne doğru olan çevirim işlemi tamamlanıyor. İleriden bir aracın perona doğru yaklaştığını görüyorum. Burada, bu iç sıkan terminalde bu insanlarla beraber beklediğim otobüs olsa gerek bu. -Bu bu bu. Kakofoninin dibine fütursuzca vurduğumun farkındayım, ama hiçbir editörden, hiçbir edebiyatseverden özür dilemek niyetinde değilim çünkü otobüs bile bu 'bu'lara aldırmadan koştura koştura geliyor, onlar da aldırmasın.- Geliyor. Burnuma pis bir koku yayılmaya başlıyor. Yanaşıyor. Koku şiddetini arttırıyor. Duruyor. Koku yan tarafımda dalgalanıyor. Kapıları açılıyor. Zarflı çocuk araca doğru koşuyor. Koku uzaklaşıyor. Delikanlı, araçtan inen ilk kızın yanına gidip zarfları eline tutuşturuyor. Kız zarfları açıp içlerinde yazanları aceleyle okuyor. Surat asıyor. Kulağımı kabartıyorum; “Eski sevgililerinden aldığın bu referans mektuplarında hiç de güzel şeyler yazmıyor. Kusura bakma seni sevgilim olarak kabul edemeyeceğim.” diyor. Delikanlı bir anda yıkılıyor. Filmler bu çocuğu dolandırıyor, kavuşmak ona kaybettiriyor. Oturduğum yerden kalkıyorum. Muavinden anamgilin memleketten yolladığı kutuyu rica ediyorum. Veriyor, heyecanla açıyorum. Zeytinyağlı sarma beklerken, sürüsüne bereket sarılmamış asma yaprağıyla karşılaşıyorum. İçinden bir not çıkıyor: “Oğlum, sen bunları sar, haftaya geliyorum, beraber yeriz.” yazıyor. Bir anda yıkılıyorum. Filmler yine yalan söylüyor. Temmuz yine mağrur, sesini çıkarmıyor.






• Holosko artı bir miktar para verelim, hükümeti verin. • Kahrolsun bağzı şeyler! • Sık keke sık! • Part2: • Rıza baba ve ekibi nerede amk? -Adın ne evladım? • Pes’te hep Barça’yı alan Tayyip. +Ali Teyzecim. • 5 gün oldu neredesin p*ç Gandalf? -Bende de var bi Ali, Aliler de girişken olur hep. • Panzer, nuttertools, aspirine, leavemealone… +????? • İzmir’de polise çiğdem diyorlarmış… • Sizin biberiniz varsa bizim de UEFA kupamız var. • Kızıl saçlı, dövmeli kız gibisin Taksim. Çok • Türkiye güzel ülke de çevresi kötü. güzelsin çok. • Mustafa Keser’in askerleriyiz. • Mizahın kralı duvarlarda arşiv niyetine • Elf gözlerin neler görüyor Legolas? muhafaza ediniz. Gazetelerde göremezsiniz ya • Tomalı Hilmi Caddesi. da televizyonlarda bu kadar korkak olma • Çare Drogba! yandaş medya! • Yaşasın tam bağımsız kuru kahveci Mehmet Efendi. • Necati Şaşmaz’ı biz hacklemedik. • Biber gazı bir Alex değil ama portakal gazı bir • Tayyip yeni evliyiz inadı bırak da eve gidip Hagi resmen. sevişelim, 3 çocuk toplum içinde yapılmaz ayıp! • Ya ameliyatlı yerime gelseydi? • Direniş:1.30 Beraberlik 3.30 Polis: 4.80 • Büyük s*kiş döndürdük gençler elimize sağlık… • Biz Ekrem Dağ’a soluyla gol attırdık sen de • Tayyip sen istifa edemezsin ben seni kovuyorum. kimsin? • O son birayı yasaklamayacaktın. • Başbakan Pirlo! • Biberi bal eyledik meydanları dar eyledik. • Sıradaki direniş sevip de kavuşamayanlar için • Red Hot Chili Tayyip. gelsin. • Sevgili %50 sizce de bizim taraf daha eğlenceli • Tayyip çipet pet. • 6 yıldız oldu tanklar gelecek. değil mi? • Beşinci günün şafağında doğuya bakın, gelir mi • Biber gazı işinde çok para var gençler. gelir amk(Gandalf) • Dumbledore’un askerleriyiz! • Polis naber cnm? • Ay resmen devrim! • Yeter artık ya polis çağırcam. • Manzarayı kes Tayyib. • Tehlikenin farkında mısınız? Kaç gündür Candy • Slogan bulamadım! • GTA’da polis döven nesile sataştın. Crush isteği gelmiyor. • #Direnpipi • Ulu Önder Selçuk Şahin! • Dünyayı çapulcular kurtaracak, bir ağacı • Olum içerde param kaldı amk! (Finansbank sevmekle başlayacak her şey. kepenkleri) • Diren la Ankara! • Recebi mi kullanıyon Tayyibi mi? • CNN Türk(!) son bilen siz olun. • Toma-su-biber portakal. • Direnen kızlar çok güzel. • Velev ki cigura içiyoruz! • Alkolü yasakladın millet ayıldı. • Yok anne biz arkalardayız zaten. • Dün çok çeviktin polis. • Orama toma burama to. • Piknik tüpünü çakmakla kontrol eden millete biber • 25 Anaplıyı evinde zor tutuyoruz. gazı işlemez. • Diren iphone şarjı. • Ne yazacağımı bulamadım ama anarşi filan işte. • Rose bi dönse… • Alex bile gitti sen mi gitmiycen amk? • Bazen canım çok sıkılır balkondan atlarım.

+24 -Hah var işte benim de senin yaşında oğlum var.

• İlayda diye babaanne ismi olmaz ya da Ece… Berk diye de dede ismi olmaz ya da Arda… Babaanne dediğin evine gittiğinde meyve tabağını önünden eksik etmeyendir, sabah kahvaltısını saat 07:00’de hazır edendir. Bunu Hatice nine, Fatma nine, Ayşe nine yapar. O buz gibi yorgan ve çok farklı kokusu olan yastık Fatma nine’nin sembolüdür, İlayda’ya olmaz. Arda dede deyus dese dönüp bakmazsın, keranacıyı ağzına alamaz ama Osman dede’nin Yakup dede’nin dillere pelesenk olan özlü sözleridir. • Bir şey anlatmaya çalışırken omuz ya da koldan sürekli olarak çekiştiren adam sendeki iticilik kimsede yok.

• Çay bardağına yapışan tabak bi s*ktir git artık. •Mahallede kıyasıya maç yapan çocuklar annelerin gözünde: Şu 3. katın ziline basıverin biriniz. • Yolda; yüzünüzü gözünüzü beğenip, ya da birine benzetip çeviren yaşlı teyzeler vardır başınıza gelmiştir muhakkak. Adın ne diye sorduklarında aslında senin adının hiçbir önemi yoktur onlar için çünkü senin adına sahip bir oğlu ya da kızı muhakkak vardır, ha diyelim ki yok o zaman senin yaşında bir kızım ya da oğlum var diyerek bir şekilde ortak noktayı bulurlar canını yediklerim. • Part1: -Adın ne evladım? +José Aílton da Silva. - Ha o yok, yaşın kaç?



Cüneyt çok yakın olmadığım ama arada gördüğüm bir arkadaşımdı. Çarşıda karşılaşmadan 2 hafta önce feysbukta paylaştığı dövmecideki fotoğraflarında aşkını büyük puntolarla koluna kazıttığını görmüştüm. Fakat bu kararı kavga ettikleri gün verdiğini karşılaştığımız an öğrenmiştim. “Seni çok seviyorum, geri dönüşü yok bunun” gibi çiftleşme mesajları vermeye çalışmış kendince. Ertesi gün dövmeyi gören kızın “Bee… ben ne dicemi bilemiyorum yhaa ama istemiyorum. Daha fazla yürütemicem ben bunu” cümlelerini kurması Cüneyt’in başından aşağı kaynar mürekkepler boşalmasına neden olmuş. Cüneyt kızın peşinden bir hafta koşmuş ve en son kız telefonunu kapayıp bitirmiş tamamen ilişkiyi. Zaten bir ilişkide telefon kapanıyorsa her şey bitmiştir. Daha fazla da üstelemeye gerek yoktur. Fakat bu mesajı alamayan Cüneyt doğal olarak evlerinin önüne gitmiş.Kapıyı kızın babası açmış ve nihayet babasıyla da tanışma fırsatı bulmuş. Babası önce biraz sert davranmış ama kolundaki dövmeyi görünce afallamış. Kızın evde olmadığını, tatile gittiğini ve 1 ay boyunca Balıkesir’deki halasının yazlığında kalacağını öğrenmiş. Cüneyt o an tamamen hayattan soyutlamış kendini ve neye uğradığını şaşırmış. Kız resmen bırakmış gitmiş sezonluk aşklara doğru. “Belki de ayrılma anını bilerek bu zamana denk getirdi” diye kafada kurarken Cüneyt, kızın babası “Olum abdest tutmuyo diyola,sordun mu müftü beye?” diye yapıştırmış soruyu. Hiç beklemediği bu soruya “Su geçiriyo deriye su geçmese hava da geçmez hava geçmese de… Aman ben gidiyom ya!” diye atar koyup koşarak uzaklaşmış evin önünden. Gözündeki yaşları gizleyebilmek için ara sokaklara girmiş. Olayı selamlaşmamızın ardından bir solukta anlatan Cüneyt’e hayretler içinde bakakalmıştım. Ben 2 aylık sevgilisinin adını koluna kazıtmasından ziyade “ Amk bi kız için o acı çekilir mi?” gibi bir konuya yoğunlaşmış durumdaydım. Eliyle kolumdan sarsıp “Napim lan ben şimdi? Söyle olum susma” gibi baskılı cümleler kurmasıyla kendime gelip “Ne biliyim amk. Sanki her gün sevgilimin adını koluma yazdırıp terk ediliyorum.” diye bir cevap verdim ki vermez olaydım. “İçelim” diye tutturdu. Zaten cebimde 20 lira var onu da 4 biraya yatıracak değildim. Hemen bahane üretmeye yoğunlaştım. Çünkü işin ucunda harcamak istemediğim 20 lira vardı. Hayır paraya değer verdiğimden değil ama şöyle bir durum var; ben bu 20 lirayı içkiye ayırmamıştım. Kendi planlarım vardı bu 20 lira üzerinde ama o an aklıma gelmiyordu. İlla bir şey yapardım yani. “Ananem çağırıyo olum acil gitmem lazım. Tansiyonu fırlamış şekeri var gidip iğnesini yapıcam. Olum zaten yaşlı kadın gitmezsem üzülür. Kendide yapabiliyo ama illa sen yap diyo. Ben gidiyim sonra içeriz. Şimdi benim için yemekte yapmıştır” gibi kolpalar yapsam da o da kararlıydı cebimdeki 20 lirayı harcatmaya. Biraz baskı yapıp gözlerimi yaşarttım ve ananemin durumundan bahsetmeye devam ettim. Sonunda kız tribi atarak gitmeme izin verdi. “Sıkma canını görüşürüz,hallederiz” gibi yalanlar sıkıp eve geçtim. Bir süre sonra çarşıda tekrar karşılaştık ve neden aramadığımı ordu. Klasik bir cevap olan “Bakiyem yoktu” cümlesini kuramadan koluma girip beni bir kafeye götürdü. Garson liseli bir ergendi ve etraftaki kızlara bakmaktan erekte olmuştu anlaşılan ya da kabarık duran kot pantolon vardı altında. O kadar detaylı bakmadım ilgi alanım olmadığı için. Çok büyük çabalar sarf edip ergenin dikkatini çektik ve kahvelerimizi istedik. O kadar sabırsızdı ki daha kahveler gelmeden görüşmediğimiz o sürede olanları anlatmaya başladı. Önce dövmeyi sildirmeyi düşünmüş ama yaptırdığı sikko dövmeyi silmeye çok para istemişler. Sonra birisi üzerine dövme yaptırma fikrini vermiş. Nitekim işe yaramış ve kolundaki kızın isminin yerini tuttuğu takımı simgeleyen güzel bir kartal resmi süslemiş. Dövmeyi gösterdikten sonra “Unuttum zaten takmıyorum yapraaam eheheh” cümlesini kurması benim de “Ben artık kalkayım” dememi sağlamış oldu. Çarşıda fazla oyalanmadan eve geçtim. Koltuğa uzanıp bir sigara yaktım ve düşündüm. Kendi kendime baya cebelleştikten sonra şöyle bir cümle döktüm dışıma “Ulan ben olsam var ya gider aynı isimde ilik gibi bi hatun bulurdum. Açardım kollarımı seviyorum lan seni derdim. Sonra yaptığım bu salaklığın meyvelerini yerdim. Düşünsene olum kız seni tanımıyo gidiyosun seviyorum lan al işte adını kazıttım diyosun. Acayip olur lan”. Sonra biraz daha düşündüm ve kızın isminin de önemli olduğunu düşündüm. Ya kızın ismi çok yaygın olmayan bir isimse?



Kot farkı var, -1. katta oturuyor adam. Felaket de bir rutubet. Ama nasıl bir rutubet? Yok böyle bir rutubet. Hayır ev ara kat, üstte altta komşular cayır cayır kombi yakıyor nasıl bu kadar soğuk oluyor o da belli değil. Onu da geçtim ara katta olup da tavanı akıtan bir ev nasıl olabilir hala da daha anlamış değilim. Sene olmuş 1774... Fakirlikten çatı katının derdini bile bizim Werther çekiyordu resmen. Biz girince bunun bu perişan halini gördük, içimiz iyice parçalandı. Garibin midesine iki protein girsin,güç versin diye tavuk şnitzel almıştık. O zamanlar “Tavan arası bişeyler yap da yiyelim” tabii şimdiki gibi ne idüğü belirsiz antibiyotikli Gün gibi hatırlarım, sene 1774 idi. Genç arkadaşım tavuklar yok. Zaten antibiyotik de yok. Keşke olsa, Johann Wolfgang von Goethe ile birlikte dostumuz öksürüğünü durdururdu belki garibin. Werther’i ziyarete gitmiştik. Frankfurt’un dehşetengiz “Hühnerbrühe’ye (tavuk suyu) schnitzel ye, iyi gelir” yağmurundan korunmak için şemsiyelerin dahi kifayetsiz kalabildiği, beklenmedik sertlikte geçen diyen Johann elinde poşetlerle mutfağa doğru melankolik bir sonbahar idi. Werther o sırada ince seğirtirken benim gözüm de tavandan damlayan suya hastalığa tutulmuş, evde kâh inleyerek kâh öksürerek ilişti. Su şıpır şıpır Werther’in başucundaki komidinden yatıyordu. Bir yemek yapanı dahi yok idi. İşte bu sekiyor, hasta yüzünü daha da beyazlatıyor, acısına acı nedenle acılarını bir nebze olsun azaltmak, karnını katıyordu. Kalorifer çekyatın ayak ucunda olduğundan doyurmak, zor gününde yanında olmak için genç ayakları üşümesin diye başını diğer tarafa da veremiyordu garibim. Ben de bu vaziyete daha fazla Werther’i bir ziyaret edelim dedik. katlanamadım ve elimdeki şemsiyeyi açarak başucuna Ancak Werther hasta olduğu kadar fakir de bir siper ettim. dostumuzdu. Muhtemelen ince hastalığa O esnada Johann içerden “mikrodalgan ne ara yakalanmasının asli sebebi bu fakirlikle mücadele bozuldu olm senin” diyerek geldi ve salondaki vaziyeti içindeki ağır yaşantısı idi. Ya da fakir olduğu için yüz gördü. Kabanının iç cebinde taşıdığı romanı çıkardı ve vermeyen hatun vardı bi tane, o da tesir etmiş olabilir. akıtan tavanın köşesine iliştirdi. Kitabı sıkıştırması ile Neyse, şimdi bu Werther denen arkadaşın evine gittik. tavandaki akıntı da durmuştu. Aslında Johann'ın arkadaşı da biz bataktan ihaleden Şemsiyemi kapattı ve ekledi: tanışıyoruz. Goethe rica etti diye geldim ben, o “Goethe giren evde şemsiye açılmaz." havada dışarı mı çıkılır arkadaş? Bir geldik ki ev harap ve bitap durumda. Ahır gibi güneş almayan bir salon.



lamadergi@gmail.com

Temmuz 2013 - Say覺 : 2013/4 - No:4

1 Temmuz 2013



Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.