EYLÜL 2018
SAYI:2
DAIMON BILIM, FELSEFE, PSIKOLOJI, KÜLTÜR VE SANAT DERGISI
KŞA
B
A
K
I
Ş
A
Ç
I
#banagöreask
M
I
Z
DAİMON DERGİ
AYLIK BİLİM,FELSEFE,PSİKOLOJİ,KÜLTÜR VE SANAT DERGİSİ SAYI 2 EYLÜL 2018 daimondergi@gmail.com
İLETİŞİM
instagram/dergidaimon twitter/dergidaimon daimondergi.wordpress.com
DÜZENLEME KURULU
Ahmet Burak ÇÜRÜK Burcu YAPAR Harun Remzi ÜNDAR Uğur Yiğit KARATAŞ
TASARIM
Beyzanur KÖKCÜ Canberk GÜNERİ
YAZARLAR
İLETİŞİM SORUMLUSU
Ahmet Burak ÇÜRÜK Ayşe GÖRGÜLÜ Aytekin YILDIZ Berkem TOPARLAK Beyzanur KÖKCÜ Burcu ŞAHİNER Burcu YAPAR Büşra İLCAY Canberk GÜNERİ Çağlanur BOSTANCI Elif SAN Hatice Vildan YILDIZ Harun Remzi ÜNDAR Merve Döne YILDIRIM
İsa YAPAR Merve Çavuş Merve Döne YILDIRIM Mustafa ATAŞ Nermin KILIÇ Özge OZANSOY Özlem ERİKLİ Serap ILGIN Şahsenem PETEK Şeyma YİĞİT Tansu AY Uğur Yiğit KARATAŞ
DAİMON DERGİDE BU SAYIDA NELER VAR? İÇİNDEKİLER
AŞKI ANLAMAYA ÇALIŞMAK: STERNBERG ’ İN BAKIŞ AÇISINDAN AŞK: HARUN REMZİ ÜNDAR
’’BEN SANA DEĞİL RESMİNE AŞIĞIM’’: MERVE YILDIRIM
AŞKIN KİŞİNİN KENDİSİNE YÖNELİK BOYUTU: NARSİSİZM: ŞAHSENEM PETEK
EROS’UN RUH’U: PSYKHE: ÖZLEM ERİKLİ
DİZEDEN NOTAYA GEÇERKEN AŞKA NE OLUR?: AYTEKİN YILDIZ
AŞKIN NÖROBİYOLOJİSİ: ÇAĞLA NUR BOSTANCI
AŞKTA DÖNÜM NOKTASI: CİNSİYETİN EVRİMİ : UĞUR YİĞİT KARATAŞ
AŞKA ÜÇÜNCÜ SAYFA GÖZÜNDEN BAKIŞ: ŞEYMA YİĞİT
AŞKIN İMKANSIZLIĞINDA: MARTİN HEİDEGGER & HANNAH ARENDT : AYŞE GÖRGÜLÜ
KİESLOWSKİ’Yİ DİNLİYORUM GÖZLERİM KAPALI: İSA YAPAR
AŞKIN ŞİİR HALİ : BURCU YAPAR
AŞK MI? BAĞIMLILIK MI? : BURCU ŞAHİNER
SEVMEK VE YOK ETMEK ARASINDAKİ İNCE ÇİZGİ: ÖZGE OZANSOY
YETER Kİ SEN ÜZÜLME: AHMET BURAK ÇÜRÜK
AŞK TANIMLARI #BANAGÖREAŞK
EKONOMİNİN CAZİBESİ: MARKA AŞKI: BÜŞRA İLCAY
EYLÜL, 2018
SAYI:2
AŞKI ANLAMAYA ÇALIŞMAK: STERNBERG’ İN BAKIŞ AÇISINDAN AŞK Harun Remzi ÜNDAR
BAHSEDİLENLER
Aşkın boyutu Aşk psikolojisi Üçgen aşk kuramı “Dağbaşında rastladım aksakallı birisine Bin yıllık bir halıya bin yıldan beri Bağdaş kurmuş bir çınar gibiydi Sordum ona, "Aşk ne ustam, hayatın sırrı ne? Tepeden tırnağa aşığım ben Koskoca bir hayat var önümde.” CEM KARACA
Hepimizin merak ettiği kavram Aşk . . . Hepimizin merak ettiği, anlamaya çalıştığı, çoğunun bir sihir olarak adlandırdığı, yıllardır sorulan, cevap aranan, efsanelere, mitlere, bilmecelere, oyunlara, gelenekgöreneklere temel olan kavram: Aşk… Kimimiz sevdi, kimimiz hoşlandı, kimimiz acı çekti, kimimiz mutlu oldu, kimimiz ağladı, kimimiz emek verdi, yazdı, çizdi, söyledi… Bunca insan hep bir ucundan tuttu ve aşkı anlamayaanlatmaya çalıştı. Dünya üzerinde farklı kültürlerden, birçok farklı insan… Peki psikoloji kuramcıları geride kaldı mı? Tabii ki hayır. Başlarken büyük usta Cem Karaca’ yı da anarken, aslında yine bu soruyu sormak istedik. Aşk, ne ustam? Belki de Sternberg de kendisine bu soruyu sorarak başladı çalışmalara. Aşk üzerine birçok çalışma yaptı ve onu anlamaya yönelik bir kuram ortaya çıkardı: Üçgen Aşk Kuramı. Aşkı tek bir kalıba sokmak, onu tanımlamak elbette zordu. Zaten o da aşkı basit ve yavan bir bakış açısıyla ele almadı, tek bir tanımdan bahsetmedi.
EYLÜL, 2018
NO:2 SAYI:2
Onun kuramının üç bileşeni vardı;yakınlık (intimacy), tutku (passion) ve bağlılık (commitment). Sternberg, bu üç bileşen temelinde yaptığı sınıflamada yedi farklı aşk stili tanımlamıştı;hoşlanma, delicesine aşk, boş aşk, romantik aşk, arkadaşça aşk, budalaca aşk ve mükemmel aşk (Ercan, 2016). Öncelikle üç bileşeni anlamaya çalışalım. Yakınlık, kişiler arasındaki yakınlığı iletişimi, anlayışı; öte yandan da kişilerin birbirine verdikleri destekle birbirlerinden aldıkları duygusal destekleri içeren bir kavramdır. Bu duygular sayesinde partnerler sıcak bir ilişki kurar. Tutkui se ilişkide aşırı özleme, bazen kıskançlığa, romantizme, fiziksel çekiciliğe ve cinsellik arzusuna öncülük eder. Birçok ilişki için tutkunun kaynağı cinsel arzulardır. Tutkuların yaşanmasının aşkı ifade etmede önemi büyüktür. Bağlılık başlangıçta bireyin bir kişiyi sevdiğine karar vermesiyken uzun ilişkilerde (özellikle uzun süreli evliliklerin ilerleyen aşamalarında) partnerlerin kendilerini aşka adamasını içerir. Birey sevdiğine karşı gerçekten aşk duyguları beslemese bile ona bağlı olduğunu ve onun da kendisine bağlı olduğunu hissedebilir, aynı zamanda sadece bağlılık hissederken ona gerçekten âşık olduğunun bile farkında olmayabilir.
"Birey sevdiğine karşı gerçekten aşk duyguları beslemese bile ona bağlı olduğunu ve onun da kendisine bağlı olduğunu hissedebilir."
EYLÜL, 2018
"7 farklı aşk stilini tanımlarken de ilişkide bu üç bileşenin olup olmadığıyla ve nasıl yaşandığıyla ilgileniyoruz." 7 farklı aşk stilini tanımlarken de ilişkide bu üç bileşenin olup olmadığıyla ve nasıl yaşandığıyla ilgileniyoruz. Sternberg’ e göre hoşlanma, sadece yakınlığı içerir. Kişi sevgilisine karşı tutku veya bağlılık hissetmez. Sıcak ve samimi bir ilişki kurar. Bu durum genellikle ilişkinin ilk aşamalarında belirgindir. Delicesine aşkta ise yalnızca tutku vardır. Kısa sürede ortaya çıkar ve genelde cinsel uyarımdan ibarettir. Yakınlık ve bağlılık bileşenleri görülmez.Sternberg’ in kuramından bağımsız olarak bu konuya değineceksek, Rollo May’ in sevgi türlerinden olan seksin(diğerleri eros, filia ve agape) May’ e göre 20. yüzyılda toplumun en çok konuşur hale geldiği konu olmasının sebepleri üzerine tartışabiliriz.Boş aşk dediğimizde ise özellikle kendi kültürümüzde görmeye oldukça alışık olduğumuz bir durumla karşı karşıya kalıyoruz. Bu aşk türünde yalnızca bağlılık vardır. Yakınlık ve tutku bileşenlerinden uzak, duygusal ve cinsel çekimin yitirildiği veya hiç olmadığı; zorunlu, görece usülü veya düzenlenmiş evliliklerde sıkça karşılaştığımız aşk türüdür. Sternberg’ e göre 3 unsuru da içinde bulunduran aşk türü mükemmel aşktır, ancak bu aşk türüne ulaşmak zordur ve nadir rastlanır. İlişkilerde genellikle üç unsurdan ikisinin baskın bir biçimde barındığını gözlemlemiştir (akt. Uştuk, 2016).Romantik aşkta yakınlık ve tutku baskındır. Bağlılık ön planda değildir fakat ortaya çıkabilir. Ortaya çıkarken fiziksel ve duygusal çekimden etkilenir. Arkadaşça aşk, yakınlık ve bağlılık içerir. Bu aşk türünde de tutku geri plandadır veya hiç ortaya çıkmamıştır. Uzun süreli ilişkilerdeki romantizm, fiziksel çekicilik veya cinsel hazzın sonradan kaybolmasıyla görülen ilişki buna bir örnek olarak verilebilir. Budalaca (aptalca) aşktutkuyu ve bağlılığı içerir, ancak zamanla gelişmesi gereken yakınlıkla birlikte iletişim, duygusal destek, sıcak ilişkiden yoksundurlar. Tutkunun getirdiği bir bağlılık ortaya çıkar ama bu kısa sürelidir. Kalıcı değildir. Tutku ortadan kalktığında ilişkide problemler ortaya çıkar. Tutkunun daha öncesinde önüne geçtiği duygular ön plana gelir ve stres kaynağı oluşturur.
NO.2 SAYI:2
EYLÜL, 2018
NO.2 SAYI:2
Yukarıdaki tabloda tüm anlatılanları özetlemeye çalıştık. Tüm zamanların belki de en çok ilgi gösterilen konusu hakkında oluşturulan bir kuramı sizlerle paylaştık. Aşkı tanımlamak, onu belli kalıplara sokmak elbette zor, ancak Sternberg bu kuramıyla birçok atıf almış, kuramını yaptığı çalışmalarla desteklemiştir. Benim bu yazının yazarı olarak değerli okuyucularımıza iyi dileğim her zaman şu olacaktır: Mükemmel aşklar sizinle olsun…
KAYNAKLAR VE İLERİ OKUMA Atak, H. ve Taştan, N. (2012) RomanticRelationshipsandLove. CurrentApproaches in Psychiatry4(4), 520-546. Ercan, H. (2016). Üniversite Öğrencilerinin Aşk Stillerinin Demografik Değişkenler ve Ana Babaya Bağlanma ile İlişkisi. Adnan Menderes Üniversitesi Eğitim FakültesiEğitim Bilimleri Dergisi,7, 25-37. May, R. (2013) Kendini Arayan İnsan.(çev.) İstanbul: Okuyan Us . Uştuk, O. (2016) Aşk Örüntüleri Üzerine Bir Anlatı Analizi. Anadolu Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi,16(3), 59-70.
EYLÜL, 2018
SAYI:2
AŞKIN KİŞİNİN KENDİSİNE YÖNELİK BOYUTU: NARSİSİZM SENEM PETEK
BAHSEDİLENLER
Aşk, yalnızca kişinin karşı tarafta bulduğu bir varoluşla mı sınırlıdır?
NARSİSİZM
FREUD'UN BAKIŞI
ADLER'İN BAKIŞI
KURAMLARDA NARSİSİZM
Aşk, yalnızca kişinin karşı tarafta bulduğu bir varoluşla mı sınırlıdır? Tabulaşmış bir ifadeyle aşk; partnerle, nesneyle ya da bunun türevi herhangi bir durumla bütünleşmiş olan bir sevgi yoğunluğu şeklinde dilden dile dolaşmaktadır. Sizce, aşkın kişinin kendisine yönelik bir boyutu var mıdır? Kendisinden başka kimsede aşkı bulamayanlar, bu durumu normallik sınırından çekip patolojik bir olaya dönüştürürler. Aşk yalnızca, eşsiz bir benlik algısını taşımakta olan kişinin kendisine yöneltilmişse ve geri kalan varlıkların tek işlevi, bu bahsedilen ana kahramanı tanrılaştırmak ise bu konuda narsistik kişilik bozukluğunun, kişinin var oluş sahası içerisinde yaşam alanı oluşturduğu kaçınılmaz bir gerçeklikle ortaya çıkar.
EYLÜL, 2018
SAYI:2
Narsisizm kavramı, ismini Yunan mitolojisinden almıştır. Buna göre, Echo adındaki güzel bir peri kızı, yakışıklılığıyla ülkede nam salmış Narcissus ismindeki bir delikanlıya aşık olmuştur. Ancak Echo, aradığı karşılığı bir türlü Narcissus’tan alamaz; üzüntüsünden günden güne perişan olur ve geride yalnızca sesini bırakarak yok olur. Adaletli yanıyla tanınan Nemesis ismindeki tanrıça, Echo’nun başına gelenleri işitir; bu nedenle Narcissus’a öfkelenir ve onu lanetler. Bu lanete göre, Narcissus bir gün göl kenarında suya baktığı an, suda beliren kendi yansımasına aşık olur ve bunun tesiriyle kendisine duyduğu bu hayranlıktan bir türlü vazgeçemez. Sürekli aynı yansımayı izlemekle geçen zamanı yüzünden sonu Echo gibi olur. Gölün kenarında erir ve öylece ortadan kaybolur (Daly,1992). Kişinin, bu şekilde gözünün kendisinden başkasını görmemesi onu sona sürüklemiştir. Bu mitolojinin dışında narsisizmin sözcük anlamı, bireyin kendi bedenine yönelik duyduğu cinsel arzu ve bunu takiben gerçekleşen haz olarak tanımlanır (Özsaydın,1984). Her insanın, vazgeçilmez olan ve bu nedenle de oldukça olağan karşılanması gereken ihtiyaçları bulunur. Çevresi tarafından onaylanma, beğenilme ve sevgi alabilme gibi beklentiler narsistik gereksinmelerdir. Bu nedenle her insan normal düzeyde bünyesinde narsisistlik taşır. Ancak hangi durumda narsizmin patolojik bir kademeye yükseldiği ve narsisistik kişilik bozukluğu şeklinde tanı aldığı önemlidir. Bu kişiler, kendileri dışında bir hayat merkezi olduğunu kabul etmez; çevresindeki her türlü unsurun kendisini ilahlaştırmasını bekler ve empati ilişkisinin varlığından bihaber olarak yaşarlar. Bu derece üstün bir karakter, derinlerde yatan boşluk ve kıskançlık duygusuyla fonksiyon bulmuş öfkenin zincirleriyle çırpınmaktadır. Herhangi bir olumsuz eleştiriye veya olaya maruz kaldıklarında sergiledikleri aşırı öfke ve saldırganlık, bu zincirlerin çırpınırken çıkardığı seslerdir.
B
A
K
I
Ş
EYLÜL, 2018
SAYI:2
Bütün bu açıklamalarla birlikte, bu kişilik yapılanmasının nedenleri merak edilir ve psikoloji alanında yer alan birçok kişi, bu soruların cevaplarını aramaya başlar. Narsisizm kelimesi ilk kez, bir psikolojik terimi açığa kavuşturmak amacıyla İngiliz bilim insanı Havelock Ellis tarafından 1898 yılında kullanılmıştır. Ellis, narsisizmin çoğunlukla kadınlarda görüldüğünü ileri sürmüştür. Narsisizm ona göre, var olan cinsel dürtülerin; hayranlık ve öze duyulan aşk yoluyla bunları kendi benliğine yöneltmesini içeren duygulardır (Rozenblatt,2002). Psikanalitik kuramın kurucusu Sigmund Freud, narsisizmi benlik sevgisi yani self-love şeklinde tanımlar. Başka bir ifadeyle libidinal enerjinin benliğe olan yatırımı olarak ifade edilebilir. Freud, birincil ve ikincil narsisizm olarak iki ayrı alt başlıkta bu konuyu açıklamıştır. Birincil narsisizm, cinsel gelişimin normal karşılanan bir evresi olarak görülür. Bu evre, bebeğin kendisinden ve kendisine ait vücudundan aldığı cinsel hazdır. Freud, birincil narsisizmi, bebeğin ilk nesnesi konumunda yer alan anneye yönlendirdiğini ve bu sayede nesne sevgisinin oluştuğunu belirtir. Çeşitli duygusal ve fiziksel olumsuzluklar yüzünden birey, kendilik sevgisini nesneye aktaramazsa, yalnızca kendisini sevmeyi sürdürür; buna bağlı olarak başka biriyle sevgi bağını oluşturmakta zorlanır. Bu da ikincil narsisizmin oluşmasının temel nedenidir (1). Bireysel psikoloji ekolünün kurucusu Alfred Adler’in durumu ise oldukça farklıdır. Çünkü kendi hayatından esinlenerek açıklamalara gitmiştir. Erken çocukluk döneminde Adler’in, D vitamini eksikliği nedeniyle annesi tarafından aktivitelerde bulunması kısıtlanmıştır. Buna ek olarak zatürre geçirmiş; doktorunun annesiyle yaptığı konuşmaya kulak misafiri olmuş ve bu rahatsızlık sonucu ölebilme ihtimalinin söz konusu olduğunu duymuştur. Bununla birlikte kardeşlerine yöneltilen ilgi karşısında kendisinin ilgisizlik mağduru olduğunu dile getirmiştir. Bu durumlar, çocuğun aşağılık ve üstünlük çatışması arasında kalmasına neden olmuştur (Schultz&Schultz, 2007). Psikanalizci Otto Kernberg, narsisizm kavramının yorumlanmasında katkıda bulunmuştur. Narsistik kendiliğin, gelişimin erken safhalarında, bir duraklama ya da saplanmadan kaynaklanmadığını ileri sürer. Bunun aksine, patolojik bir şekilde kendilik aşkı ile nesne aşkının eş zamanlı olarak gelişme göstermesinden kaynaklandığı görüşündedir. Ancak psikolog James F. Masterson, narsisistik kişilik bozukluğunu gelişimsel bir duraklama olarak görür (Masterson, 2016). Masterson, 48 yaşındaki narsistik kişilik bozukluğu olan bir erkekle gerçekleştirmiş olduğu görüşmeler sonucunda, hastanın evli olmasına rağmen kendisini yücelten bir kişiyi aradığını söylemiştir. Aradığı kişiyi bulduğunda ise ilgisinin kısa süreli olduğunu ve başka bir ilişki arayışına geçtiğini bildirmiştir. Bu hastanın, geçmiş yaşantılarına bakıldığında ise aşırı dindar ve kısıtlayıcı bir aile yaşantısı ortaya çıkmıştır. Bu kişi, içinde bulunduğu kısır döngüden kurtulmak için yardım arayışına yönelmiştir. Ancak tedavi için seçtiği terapistin, istediği övgü ve mükemmeliyetçilik duygularını karşılayacak biri olmasına özen gösterdiği ortaya çıkmıştır (Masterson,2016). Heinz Kohut, narsistik bozukluğun kilit noktasını büyüklenmecilik ve teşhircilik olarak değil; kendilik yapısındaki temel kusur olarak görür. Kohut’a göre, bireyin benlik saygısı, dışarıdan alacağı yüceltmelerle doyurulur. Ancak, isteklerine aykırı bir durumla karşılaşırlarsa yoğun bir savunma girişiminde bulunurlar. Bütün bunların yanında gerçek şudur ki; bu kişiler, başkalarını sevmeyi başaramadıkları gibi kendilerini de sevmeyi başaramazlar (Masterson,2016).
EYLÜL, 2018
SAYI:2
Yapılan analizlere ve ortaya atılan düşüncelere göre narsistik kişilik bozukluğu tanısı konan kişiler; kendi dünyalarında yaşayan ve yüceltilmesi gereken tek insandır. Diğer varlıklar onun isteklerini doyurucu araçlardır. Bütün sevgi kollarını kendilerine dolamışlardır ve eşsiz bir yapıya sahip olduklarını düşünürler. Ancak bu kişilerin, derin geçmişinde, kısıtlayıcı bir yaşam tarzı ya da aşırı yüceltilmenin etkileri görülmektedir. Hayattaki tek muhteşem canlı kendileridir; bu nedenle kendilerine duydukları aşkın, hastalık boyutu aldığını fark edemezler. Erich Fromm, “Ağır psikolojik rahatsızlıkların temelinde narsisizm yatar” demiştir. Dünya bir bütünse ve herkes bir varlığı temsil ediyorsa, tek başına kurulan hükümdarlığın bireye getirdikleri ancak; yalnızlık ve hastalıklı durumun kötüleşmesidir. Bütün olabilmenin yolu, büyüteç işlevi gören aynanın yönünü değiştirip; gerçekliği yansıtan boyutuyla kendimize bakabilmekten geçer.
B
A
K
I
“Ağır psikolojik rahatsızlıklar ın temelinde narsisizm yatar”
Ş
Kaynakça: Daly, K. N. (1992). Greekand Roman Mythology A to Z (Rev. Ed.). New York:Infobase Publishing. Masterson, F. J. (2016). Narsistik Ve Borderline Kişilik Bozuklukları. Berat Açıl. (Çev.). İstanbul: Litera. Özsaydın, S. (1984). Psikiyatri Sanal Matbaacılık, İstanbul. Rozenblatt, S. (2002). InDefence of Self: Therelationship of SelfEsteemandNarcissimtoAggressiveBehaviorLong Island University, Psychology, Yayınlanmış Doktora Tezi, USA. Schultz, D. P. ve Schultz, S. E. (2007). Modern Psikoloji Tarihi. Istanbul: Kaknüs Yayınları. 1-http://www.sakkyndig.com/psykologi/artvit/freud1925.pdf Erişim Tarihi: 17 Ağustos 2018
EYLÜL, 2018
SAYI:2
AŞKIN NÖROBİYOLOJİSİ ÇAĞLA NUR BOSTANCI
BAHSEDİLENLER
Romantik aşk sırasında beyinde nereler aktive olur ? Romantik aşk sırasında beyin kimyasındaki değişimler
Aşk, “bir varlığı tutku düzeyinde sevme” olarak tanımlanır. Aşkın bu zamana kadar en çok araştırılan fakat en az anlaşılan konu olması özelliği de merak uyandırıcı bir nokta. Uğruna dağlar delinen, canlar alınan, can verilen ve şiirler, şarkılar, destanlar yazılan üç harflik bir kelime “aşk”. Fisher ve arkadaşlarının (2005) bu konu hakkında yaptığı çalışmada deneklere âşık oldukları kişilerin ve arkadaşlarının fotoğrafları gösterilmiş ve bu sırada beyinlerinde oluşan değişimler FMRG yöntemiyle incelenmiştir. Denekler âşık olunan kişilerin fotoğrafını gördüklerinde beyinlerinde oluşan değişimler ile arkadaşlarının fotoğrafını gördüklerinde oluşan değişimler karşılaştırıldığında, aşık olunan kişi görüldüğü zaman beyinde ödül merkezinin aktive olduğu gözlemlenmiştir.(6,1)
EYLÜL, 2018
SAYI:2
Beyindeki ödül sistemine daha geniş bir pencereden bakacak olursak, Andreas Bartels ve Semir Zeki’nin yaptığı çalışmaya göre(2003), aşık kişi görüldüğü zaman beyinde değişim gözlemlenen alanlar: Ventral Tegmental Alan, Amigdala, Hipokampüs ve Prefrontal Korteks.(3) Ventral Tegmental Alan; hoşnutluk, motivasyon ve odaklanma ile alakalıdır. Romantik aşk sırasında dopaminin salgılanmasını ve ödüle yönelik davranışları artırmada görevlidir. Hipokampüs, bir bilginin önemli olup olmadığını beyne bildirir ve önemli bulunanların belleğe alınmasında görevlidir. Yani ayrılık döneminde yaşanan anıları göz önüne getiren ya da ilişki sırasında mutlu anıları akla getirerek motivasyonu artırmaya yardımcı olan alandır. Duyusal iletilerin hipokampüse gelmesi sonucunda hipokampüs, özellikle en büyük iletişim yolu olan forniks yoluyla ön talamus, hipotalamus ve limbik sistemin diğer bölgelerine uyarılar gönderir. Yani gelen duyusal sinyalleri farklı amaçlar için uygun davranışları başlatmak üzere içinden geçiren bir kanal rolü oynar. Amigdala her deneyimden şüphelenerek deneyimleri tarar. Gelen bakış, ses tonu, mimikler tehlikenin geldiğini haber verdiğinde; öfke ya da korku döngülerinden birini harekete geçirir. Bu şekilde kişinin davranışlarına şekil vererek, duruma uygun davranışlar geliştirmesini sağlar.(2) Romantik aşk sırasında amigdala hipoaktiftir. Aşık insan bu yüzden cesur ve korkusuzdur, sevdiği insan için her şeyi yapmaya hazırdır.
Davidson (2003), sol prefrontal korteksin duygusal aktiviteyi düzenlemek, duygudurumu değiştirmek ve kişinin kendi içsel farkındalığını fark etmesinde önemli bir rol oynadığını belirtmiştir.(4) Prefrontal korteksin aynı zamanda mantıklı düşünme, empati, karar verme ve sosyal davranışların düzenlenmesi gibi görevleri de vardır. Sırılsıklam aşk döneminde prefrontal korteks B A K I Ş aktivitesi azdır. Bu sebepten dolayı kişi sevdiğinin kötü davranışlarını görmez, onu hep iyi düşünür ve sadece sevdiği kişiye odaklanmış durumdadır. Romantik aşk ile birlikte beyin kimyasında da değişimler gözlemlenir. Beyindeki dopamin salınımı romantik aşk sırasında artar. Dopamin; beynin ödül, tutku ve bağımlılıkla ilgili nörokimyasaldır. Dopaminin bireylerde iyilik hali oluşumunu, yakın ilişkilerin oluşumunu ve eşlerin birbirine bağlanması durumunu sağladığı, aynı zamanda cinsel ilişki ile de ilgili olduğu düşünülmektedir.(11) Beyinde hem âşık olunduğunda hem de uyuşturucu gibi bağımlılıklar var olduğunda aynı bölgeler aktive olur, dopamin artar. (8) Yani aşkın bir bağımlılık hali olduğu da söylenebilir. Dopamindeki artışa iştah, uyku ve duygudurumun düzenlenmesiyle ilişkili nörotransmitter olan serotoninin azalması eşlik eder. Semir Zeki ve arkadaşlarının yaptığı çalışmalar(2007), romantik aşkın erken döneminde serotonin azalmasının, obsesif kompulsif bozukluk hastalarınınkine benzer düzeyde olduğunu göstermektedir.(14) Bu nedenle aşk bir çeşit obsesyon olarak görülebilir ve aşkın ilk başladığı dönemde düşünce ve yönelim tek bir bireye sabitlenir. (11) Bu yüzden aşık kişi sevdiği kişiyi düşünmekten uyuyamaz ve iştahı azalır.
EYLÜL, 2018
SAYI:2
Dopamin ve seratonin haricinde romantik aşk ile ilişkili kimyasallar vazopressin ve oksitosindir. Vazopressin ve oksitosin bağlanmada önemli hormonlardır. Hipofiz bezinde depolanırlar. Aynı zamanda su dengesi, karbonhidrat metebolizması, termoregülasyon, immunite ve üremenin yanında agresyon gibi sosyal davranışlar üzerine de etkilidirler.(10) Aşkın en heyecanlı ilk dönemlerinde erkekte ve kadında vazopressin düzeyi yükselir. Bu yükselme cinsel isteğin artmasına sebep olur.(9)Aynı zamanda devam eden tek eşliliğin sağlanmasında da görev alırlar.(7)Dopamin, vazopressin ve oksitosin birlikte çalıştığında partnere bağlılığa sebep olan öğrenilmiş bir davranışın ortaya çıkmasını sağlarlar.Vazopressinin insan dahil birçok canlıda saldırgan davranışı arttırdığına dair birçok veri ortaya çıkmasını sağlarlar.Vazopressinin insan dahil birçok canlıda saldırgan davranışı arttırdığına dair birçok veri ortaya çıkmıştır.(5) Vazopressin aktivitesi serotonin sistemi ile ilişkili olarak saldırgan davranışın ortaya çıkması ve bastırılmasını sağlar. Vazopressin uygulanması erkeklerde insanların arkadaş canlısı yüz ifadelerini daha düşmanca algılamalarına, kadınlarda ise daha olumlu ve pozitif algılamalarına yol açar. Vazopressinerkeklerde özellikle saldırganlığı arttırmaktadır.(12) Sonuç olarak vazopressinin ve oksitosinin cinsiyet, yaş ve duruma göre agresif davranışları arttırıcı ya da azaltıcı yani bu davranışları regüle edici etkileri olabilir.(13) Cümlelerimi sonlandırırken, “Romantik aşk vücudumuzda beyin haricinde diğer organları da etkilemesine rağmen aslında bilinenin aksine kalbimizde oluşan bir duygu değildir, yani aslında beynimizle aşık oluruz” diyor ve size aşk dolu bir ay diliyorum. KAYNAKÇA 1)Aron A and Aron EN. Love and sexuality. In: Sexuality in Close Relationships, edited by McKinney K and Sprecher S. Hillsdale, NJ: Erlbaum, 1991, p. 25– 48. 2)Atkinson, B. J. (2005). Emotional intelligence in couples therapy: Advances from neurobiology and the science of intimate relationships. WW Norton & Co. B A K I Ş 3)Bartels, A., & Zeki, S. (2004). The neural correlates of maternal and romantic love. Neuroimage, 21(3), 1155-1166. 4)Davidson RJ. Seven sins in the study of emotion: correctives from affective neuroscience. Brain Cogn 2003; 52:129-132. 5)Ferris, C. F. (2005, September). Vasopressin/oxytocin and aggression. In Novartis Found Symp (Vol. 268, pp. 190-198). 6)Fisher, H., Aron, A., & Brown, L. L. (2005). Romantic love: an fMRI study of a neural mechanism for mate choice. Journal of Comparative Neurology, 493(1), 58-62. 7)Gantt, S., &Cox, P. (2010). Introductiontothespecialissue: Neurobiologyandbuildinginterpersonalsystems: Groups, couples, andbeyond. International journal of grouppsychotherapy, 60(4), 455-460. 8)Garavan, H., Pankiewicz, J., Bloom, A., Cho, J. K., Sperry, L., Ross, T. J., ... &Stein, E. A. (2000). Cue-inducedcocainecraving: neuroanatomicalspecificityfordrugusersanddrugstimuli. AmericanJournal of Psychiatry, 157(11), 1789-1798. 9)Lim, M. M., &Young, L. J. (2004). Vasopressin-dependentneuralcircuitsunderlyingpairbondformation in themonogamousprairie vole. Neuroscience, 125(1), 35-45 10) Modi ME, Young LJ. (2011). Oxytocin, vasopressin, and social behavior: implications for autism spectrum disorders. In Autism Spectrum Disorders, 1st edition. (Eds DG Amaral, G Dawson, DH Geschwind):599-610. New York, Oxford University Press. 11)Saraçli, Ö., Atasoy, N., & Karaahmet, E. (2012). Yakin Iliskilerin Nörobiyolojisi/Neurobiology of Intimate Relationships. Psikiyatride Guncel Yaklasimlar, 4(4), 414. 12)Thompson, R. R., George, K., Walton, J. C., Orr, S. P., & Benson, J. (2006). Sex-specific influences of vasopressin on human social communication. Proceedings of the National Academy of Sciences, 103(20), 7889-7894. 13)Wang, Y., He, Z., Zhao, C., & Li, L. (2013). Medial amygdala lesions modify aggressive behavior and immediate early gene expression in oxytocin and vasopressin neurons during intermale exposure. Behavioural brain research, 245, 42-49. 14) Zeki, S. (2007). The neurobiology of love. FEBS letters, 581(14), 2575-2579.
EYLÜL, 2018
SAYI:2
AŞKIN İMKANSIZLIĞINDA: MARTIN HEIDEGGER&HANNAH ARENDT AYŞE GÖRGÜLÜ
Sevgili Bayan Arendt !
Hemen bu akşam size gelmeli ve kalbinize hitap etmeliyim. Aramızdaki her şey yalın, berrak ve saf olmalı. Birbirimizle karşılaştırılmış olmak lütfuna ancak böyle layık olabiliriz. Sizin öğrencim olmanız, benim sizin hocanız olmam, aramızda vuku bulanların yalnızca bir vesilesinden ibarettir.” ( Martin Heidegger&Hannah Arendt Mektuplar 1925-1950, 1998, s.11, 1. )
EYLÜL, 2018
1906 Linden( Prusya, Alman İmparatorluğu ) doğumlu orta sınıftan seküler Yahudi bir ailenin kızı Hannah Arendt’in Marburg Üniversitesinde öğrencisi olduğu felsefe profesörü Martin Heideggerden aldığı bilinen 1925 tarihli ilk mektubu aralarında ki ilişkinin başlangıcı olarak kabul ediyoruz . Babasını çocuk yaşta kaybeden Arendt’ in çağdaşı kız arkadaşlarından daha çekingen olduğunu Heidegger’in yazdığı mektuplardan anlamaktayız. Zira günümüze kalan mektuplardan nerdeyse tamamı Heidegger’den Arendt’e gönderilmiş olanlardır (1925-1975 yılları arası). Gerek Heidegger’in evli olması, gerek Arendt’in onun öğrencisi olması gerekse Weimer Cumhuriyeti’nin sona erişi ile Adolf Hitlerin Şansölye olması ile başlayan Nazizim ve Heidegger’in antisemist ve bununla birlikte Nazizim yanlısı oluşu dönemin yasaklarına göre düşünüldüğünde bu 50 yıllık sürecin mektuplarının yok edilmiş olması kuvvetle muhtemeldir. Heidegger’e ait olan mektuplar ise Arendt’in himayesinde saklanmış olması sayesinde günümüze ulaşmıştır. 1925’de Marburg Üniversitesinde başladığı düşünülen bu aşk Heidegger’in komutasında yönlenmiştir. Arendt’in neredeyse bir şey talep etme hakkı yoktur. Heidegger’in boş vakit ve anlarını bildirmesi ile banklarda, Heidegger’in okulda ki odasında, Arendt’in evinde ve ya otelde gerçekleşebilen buluşmalar, Arendt’in buluşmaya icap edememesi halinde başka bir vakte alma ihtimali söz konusu bile değildir. Mektuplarında gittiği yerlerden, oğlundan, Husserl ile olan buluşmalarından çokça söz eden Heidegger coşkun bir hayat enerjisi ile yaşamına devam ettiği anlaşılırken Arendt için aşkın “Gölgeler’i” mevcuttur ve yapabileceği tek şey beklemektir, belirsizce…
SAYI:2
Heidegger coşkun bir hayat enerjisi ile yaşamına devam ettiği anlaşılırken Arendt için aşkın “Gölgeler’i” mevcuttur veyapabilece ği tek şey beklemektir, belirsizce…
EYLÜL, 2018
SAYI:2
Stefan Zweig’ın da bahsettiği üzre; “… genç bir insan için belirsiz varsayımların sinir bozucu oyunundan daha rahatsız edici, daha uyarıcı bir şey olamaz."( Karmaşık Duygular ) Bu rahatsız edici belirsizliğin verdiği sınırları zorlama hali dayanılamayacak duruma gelmiş olmalı ki Arendt, Karl Jaspers ile doktora çalışması için Heidelberg Üniversitesi’ne gitme kararı almıştır. İnancını yitirme sınırına dek sürüklenmiş olman, romantik idealize edişin gerçekte sahip olmak istediği en diri sadakatin pek de uzağında durmuyor. Ve senin kararın – kendimi düşündüğümde “hayır” dediğim bu kararına, kendimi çalışmanın tecritliğinde düşündüğümde “evet” diyorum. Fakat bu olumlama somut bir karar olmak zorunda – ve bu ders – seminer lakırdısı değil. Sonuçta senden ve benden bağımsız olarak, gençlik yıllarında ve en verimli eğitim dönemlerinde buraya bağlanıp kalmayacağın açık değil mi? ( Heidegger’den Arendt’e 35. Mektup 10.01.1926, Mektuplar 19251975, 1998, s. 51&53 ) Arendt’in, Aurelius Augustinus’da Sevgi Kavramı üzerine tez seçmesini tesadüfi olarak algılmak tabi ki olanaksızdır. Heidegger’in Katolik İlahiyatı ve Hristiyan Felsefesi okumasının ve içinde bulunduğu bu aşk çıkmazında kendini ferahlatabilme isteğinin olması pek muhtemeldir. Augustinus da sevgi iki türlüdür; tanrı sevgisi ve öz-sevgi. Ve ona göre doğru olan ilkidir; insanlar herşeye karşı duydukları sevgiyi tanrıya yönlendirmelilerdir bu tanrının ihtiyacı olduğu için değil aksine “ilk günah” ile devamlı af istemek durumunda olan taraf olduğu içindir. Bu düşüncesini politik alanda da devam ettirmiştir. Arendt için sevgi, olduğu gibi olmasını istediğinden ( Amo, volo ut sis = Seviyorum, olduğun gibi olmanı istiyorum) özgürlüğün ön koşuludur ve her dünyaya gelen bir başlangıçtır ve özgürlüğü de içinde taşıyacaktır. Bu düşünce felsefesine şekil vermiştir. Aslında bu olduğu gibi olma durumu Heidegger için de “Dasein” düşüncesine yakın gelmiş olmalı ki bir metubuna “ Volo ut sis, bu benim senin o çok güzel mektubuna bulduğum biricik cevap” yazarak başlamıştır. 1927 yılının Aralık ayında Arendt’ in nişanlandığını öğrenen Heidegger yalnız kalıp kendini çalışmaya adamıştır. Bu nişan onun aşk dolu mektuplardan ve buluşma isteklerinden vazgeçirmemiştir. Arendt bu aşktan kaçamayacağını ve bunun bütün hayatını alacağını bilmektedir. Arendt 1929 tarihli mektubunda Heidegger’e “… çünkü ben kendi göçerliğimin aidiyetini ve yurdunu bir insanda buldum, muhtemelen bunu az çok anlayacaksın. …Seve seve bilmek isterdim: Neredeyse acı veren bir memnuniyetle, nasılsın, şuan neyle meşgulsün…” yazmıştır; kendisi gibi Yahudi olan, Walter Benjaminin kuzeni Günther Stern ile evlenirken.
EYLÜL, 2018
SAYI:2
1933 yılında Nazi Partisi tek parti olmuştur ve demokrasiden artık söz etmek olanaksızdır. Aynı yıl komünistlerin Alman Parlamentosu Binası’nı kundaklayarak tahrip ettiği iddia edilip cumhurbaşkanı Hindenburg olağanüstü hal ilanına ikna edilmiş ve tek parti olarak Hitler olağanüstü yetkilere sahip olmuştur. Antisemistizmin artması sebebiyle Arendt Gestapo (Geheime Staatpolizei; gizli siyasal polis örgütü ve bu örgütte görevli polis) tarafından tutuklanmış, ardından eşiyle Fransaya kaçmıştır. Bu kaçıştan sonra Almaya’da 1935 yılında Yahudiler ikinci sınıf insan olarak yeni yasalarla belirlenmiş ve Alman kanıyla ilişkili insanlarla evlenmeleri, cinsel ilişkiye girmeleri yasaklanmıştır. Arendt 1937’de eşinden ayrılmış, Alman vatandaşlığından çıkarılmış, Walter Benjamin ile dost olmuş, Youth Aliyah’da çalışmıştır. 1938’de “ Kristal Gece” adıyla başlayan Yahudilere karşı şiddet, yıkım ve ölüm, 1941 de katliama dönüşmeye başlamış ve ilk ölüm merkezi açılıp “Nihai Çözüm” uygulamasıyla milyonlarcası gaz odalarında öldürülmüştür. İkinci Dünya Savaşı’na Fransanın da dahil olması ve Almaya’nın işgali ile burada ki Yahudilerde toplama kamplarına gönderilmeye başlayınca Arendt 1940’da evlendiği ikinci eşi Heinrich Blücher ve annesi ile Amerikaya kaçmıştır. Aynı dönemerde Heidegger’in Nazilere katıldığı söylentisi yayılmış ve onları destekleyen metinler üretmiştir. 1945 yılında bu sebeple üniversiteden uzaklaştırılmıştır. 1933-1950 yılları arası Heidegger ile bir bağlantı kurup kurmadığına dair bir bilgiye sahip olunamamıştır. 1950’de Arendt Amerikan vatandaşı olmuş ve Heidegger ile yeniden görüşmeye başlamışlardır. İlk buluşma, Heidegger’in Arendt’in kaldığı otele gitmesiyle gerçekleşmiştir. Daha sonra Heidegger’in eşi Elfride H. Arendt ile görüşmek istemiş; Arendt’in Yahudi kökeninin bir eksiklik olduğunu ima ettiğinde ise Arendt kendini ne Alman, ne Yahudi yalnızca “ gurbetten gelen kız” olarak nitelemiştir. Heidegger bu yeni buluşma ile çeyrek yüzyılın anılarını tazeleyip, aşkın yeniden onları bulduğu düşüncesini her mektupta vurgulamıştır. Karısı ve onun arasında doğan yakınlıktan mutlulukla bahsederken, ikisinin de sevgisine hem kendisinin hem de Arendt ile olan aşkının ihtiyacı olduğunu söylemekten de çekinmemiştir. Üniversiteden uzak kalmasının yanı sıra postalarına da el konulmaktadır çünkü İkinci Dünya Savaşının sona ermesi ile beraber geçmişini inkar etmemiştir. Arendt ile Elfride görüşmesinden sonra Arendt'in, kimliği yüzünden yargılanışı, belirsizce beklemekle geçen zamanı onu hınç içinde bırakmış ve belki de, Elfride’in Heidegger için istediği yardımla bu hınç onu öc almaya itmiş, bunu da ona yardım ederek göstermiş olması muhtemeldir. 1951 yılında çıkan kitabı Totaliterizm’in Kökenleri ile dünya çapında ün sağlamış ve Princeton Üniversitesine davet edilmiştir. Daha sonra 1961’de Kudüs’ e Adolf Eichman’ın davasını izlemeye gitmiş ve notlar almıştır. Yahudi katliamlarında rol oynayan bu kişi için kötülüğün kendisi olmadığını sadece emirlere uyan bir memur olduğunu, yaptıklarından rahatsız olmadığını çünkü bunları farkına varmadan yaptığını belirtecektir. (Kötülüğün Sıradanlığı, 1963 ) B
A
K
I
Ş
EYLÜL, 2018
Eichman gibi sıradan bir memurun ölüşüdür bu yanlızca ve kötülüğün zıddı bir iyiliği teşkil etmemektedir; tam anlamıyla “ Banality of Evil” kavramını karşılmaktadır. Bu düşüncesi Yahudiler ve Almanlardan fazlasıyla tepki görmesine sebep olmuştur. Ancak içinde ki aşk ve kırılarak geçen zaman onun varoluşunda ki dengeleri değiştirmiştir. İyilik belki de kötülüğün ta kendi olmuştur. Onun affetmesi “Şey’i” affetmektir, kötülüğü “Şey’e” indirgemeyerek. Bu dolaylı olarak kendini affetmenin yollarını aramasıdır. Asıl suçlu olan zamandır. Heidegger artık onun aşkı değil bütünleştiği bir kavram olmuştur. Onunla üretim içinde ki Heidegger “Şey’e” dönüşmüş ve yardım ( bir nevi af) istemektedir; Arendt ise zaman olmuş üretim içine girmiştir. Kierkegaard’ın Kuyumcu meselinde olduğu gibi artık taşlarla oynarken sahte olup olmadıklarını ayırmaksızın sadece oynadığından zevk alan çocuk olmadığını oyunu tekrar oynarken anlamıştır.( Meseller, 2011 ) 1967 yılına değin mektuplar felsefe, edebiyat, kitap gönderimleri, fotoğraflar, kartpostallar, sevilen ve kişiye özel yazılan şiirler, müzik eserlerinin paylaşımı ve çeşitli hediyelerin gönderilmesi çerçevesinde yoğun olarak aşk mektuplarıdır. Bu tarihten 1975 yılı Ağustos ayına kadar geçen dönemde aşk mektupları azalmış ve bitmiştir. Paylaşılanlar daha çok akademik alan üzerinden fikir teatileri yapmakla beraber Heidegger’i yeniden canlandırma çalışması gibidir. En vurgulu mektuplar doğum günlerini içermekte ve mümkün olduğunca buluşmalara devam edilmektedir. 1967den sonra ki değişme buluşmalar üzerinde de etkili olmuş zamanla otel buluşmalarından, Heidegger çiftinin ev ziyareti halini almıştır.
SAYI:2
içinde ki aşk ve kırılarak geçen zaman onun varoluşunda ki dengeleri değiştirmiştir. İyilik belki de kötülüğün ta kendi olmuştur. Onun affetmesi “Şey’i” affetmektir, kötülüğü “Şey’e” indirgemeyerek
EYLÜL, 2018
SAYI:2
1970 yılında eşini kaybeden Arendt “ İki insanın arasında bazen, çok nadir, bir dünya oluşuyor. Sonra bu bir vatan oluyor, kabul etmeye çoktan hazır olduğumuz bu minicik mikro-dünya, biri çekip gittiğinde yıkılıyor” ( Mektuplar 1925-1975, 1998, s.205 ) yazmıştır. Arendt, Ağustos 1975 ziyaretinden sonra Aralık 1975’ de New York’ta evinde kalp krizi sebebiyle vefat etmiştir. Hayatı anlamlandırdığı ve varlığıyla varlık bulduğu Hannah’nın vedasından 5 ay sonra Mayıs 1976’da M. Heidegger de vefat etmiştir.
Büyük siyah yeni bir kuş Gibi: Gecenin yüzü.
Yaz 1924, Hannah Arendt’ten Martin Heidegger’e Yönsüz günlerden geçiyorum Önemsiz kelimeler sarf ediyorum Gözü olmayan karanlıkta yaşıyorum Hayattayım, dümenim ama dümenim yok Üzerimde yalnızca canavarlar Büyük siyah yeni bir kuş Gibi: Gecenin yüzü.
KAYNAKÇA 1. Arendt, H. (2003) İnsanlık Durumu. Bahadır Sina Şener (Çev.) İstanbul: İletişim 2. Arendt, H. (2014) Kötülüğün Sıradanlığı. Özge Çelik (Çev.) İstanbul: Metis Y. 3. Heidegger, M. (2012) Varlık ve Zaman. A. Kadir Çüçen (Çev.) Bursa: Sentez Y. 4. Kierkegaard, S. (2011) Meseller. Osman Çakmakçı (Çev.) İstanbul: Pinhan Y. 5. Ludz, Ursula (1998) Hannah Arendt&Martin Heidegger Mektuplar 1925-1975. Melek Paşalı (Çev.) İstanbul: Kaknüs 6. Tennenbaum, Donald, Schultz, D. (2013) Siyasi Düşünce Tarihi: Filozoflar ve Fikirleri. Fatih Demir (Çev.) Ankara: Adres Y. 7. Zweig, S. (2015) Karmaşık Duygular. İlknur Igan (Çev.) İstabul: İş Bankası Y. 8. Peters,F., Peters, G. (2013) I want you to be: Love as a pre-condition of freedom in Hannah Arendt, Troughts of Love, Newcastle: CSP. 9. http://www.ushmm.org/ Erişim Tarihi: 18 Ağustos 2018 10. http://www.felsefe.gen.tr/ Erişim Tarihi: 19 Ağustos 2018 11. http://www.projetaladin.org/ Erişim Tarihi: 19 Ağustos 2018 B
A
K
I
Ş
EYLÜL, 2018
SAYI:2
AŞK MI? BAĞIMLILIK MI? BURCU ŞAHİNER
BAHSEDİLENLER İLİŞKİ BAĞIMLILIĞI AŞIK OLMANIN ADABI
İnsan doğası gereği karmaşık bir yapıya sahiptir. Hele bir de iki kişi arasındaki ilişki söz konusuysa içinden çıkılmaz bir hal alabilmektedir. İnsanlar sahip olduğu bazıdavranış örüntüleri ve kişilik özellikleri sebebiyle karşısındakine bağımlı bir ilişki geliştirebilmektedir. Bu süreç ise, ‘ilişki bağımlılığı’ kavramının oluşmasında rol oynamıştır. Bu konu hakkında literatüre bakıldığında çeşitli tanımların yer aldığı görülmektedir. Ançel (2012)’e göre bu tür bir bağımlılık herhangi bir sebeple başkasının bakımına ihtiyaç duyan kişi ile bakım sağlayan kişi arasında oluşan, karşılıklı olarak bağımlılıklarını sürdürdükleri patolojik(Hastalıklar bilimi anlamına gelen bir sözcüktür. Ayrıca belirli bir bozukluğun tipik özellikleriyle birlikte bütününe patoloji denilebilir.)bir ilişki türüdür. Yabancı kaynaklarda ise Fischer, Spann ve Crawford (1991)’un yaptığı çalışmalar dikkat çekmektedir. İlişki bağımlılığını karşısındakine müdahalede bulunurken aşırılık, duyguların dışa aktarımında yetersizlik gibi başkalarıyla olan ilişkilerde negatif durumlar oluşturan bir davranış kalıbı olarak tanımlamışlardır.Sioui ve Tousignant (2009) ise, bireyin başkalarına güven geliştirmeye dair güçsüzlük ve korku yaşaması sonucunda bireysel ilişkilerinde diğerlerine aşırı odaklı ve samimiyetten uzakdavranışlar geliştirmesi biçiminde tanımlamışlardır (akt. Tanhan ve Mukba, 2014). Bağımlılık şöyle bir kenarda beklerken aşk kavramını ele almak isterim.Literatür taramasına bakıldığında, aşkın adlandırılmasında farklılıklar olduğu kadar aşk kavramının kişiler ve kültürler arasında farklılıklara neden olduğu da görülmektedir. Bunlara ek olarak araştırmayı yürüten kişilerin bakış açılarına göre de kavrama yüklenen anlam değişmektedir. Gözlenen değişikliklerde bireysel ya da toplumsal özellikler etkili olmaktadır (Atak ve Taştan, 2012).
EYLÜL, 2018
SAYI:2
Gelelim esas konumuza, aşk mı bağımlılık mı? Sevme ve başkası tarafından sevilme isteği gayet normaldir fakat aşık olmanın vermiş olduğu o baş döndürücü duygu bazen bağımlılık hissi meydana getirebilir. Bazı insanlar başlarda aşık olduğunun farkına varamaz çünkü ya bu duyguyu bilmiyordur ya da birine aşık olmanın getirdiği sorumluluklardan kaçıyordur. Öyle veya böyle insan aşık olduğu zaman bunun önüne geçmesi pek mümkün olmuyor. Önce zaman kavramı yok olmaya başlar, yoğun bir heyecan kaplar tüm vücudu ve hatta ellerini bile koyacak yer bulamaz insan. Bu duyguyu yaşadığı zaman tüm sorumluluklarından yavaşça uzaklaştığını ve bir tüy kadar hafiflediğini hisseder. Doğal olarak bu mükemmel duygunun sonsuza dek sürmesini ister ve bunun için birçok özveride bulunur. Bu aşkın nörobiyolojisinde vardır. Bu kadar özenle inşa edilmiş bir yapı çöktüğünde yani aşk bittiğinde ise fiziksel olarak hissedilebilen en şiddetli acıdan daha şiddetli bir acıyla karşı karşıya kalmak kaçınılmazdır. Aşk bitmiştir fakat ilişki devam etmektedir, çünkü aşk bağımlılığa dönüşüp vaz geçilemez bir hal almıştır. Normaldebile dengesiz bir ruh hali bütünü olan aşk, bağımlılıkla birlikte güvende hissedememeye neden olur ve takıntılı bir süreç haline gelir. Onu kaybetmemek için kendinden ödünler vermeye başlar. Yaptığının yanlış olduğunun farkındadır ama onu kaybetmek istemez, göz yumar, kabullenmeye çalışır. Böylece bağımlılık düzeyi gittikçe artar. Şiddetli bir kavgadan sonra bile partnerinin onu ne kadar incittiğini önemsemeden onu geri almak ister. Bu süreçte girdiler ve çıktılar eşit olmadığında; yani verilen değer, özen ve çaba karşıdan alınamadığında kalbi kırılır. Bunun farkındadır, bırakmak için çabalar ama yine soluğu onun yanında alır. Tıpkı yoksunluk çeken bir madde bağımlısı gibi. Onunla olmak acı veriyordur ama onsuz da yaşayamayacakmış gibi hisseder.Birey bunu ancak ilişkiyi bitirdikten sonra anlayabilir. İlişkinin içindeyken bu durumun yaşam kalitesini nedenli düşürdüğünü fark edemez ve çoğunlukla da aşk yaşamının böyle bir şey olduğunu düşünür. B
A
K
I
Ş
"Her gün kendime söz veriyorum, yarın ona gitmeyeceğim. Fakat ertesi gün yine esaslı bir sebeple ve nasıl olduğunu anlayamadan kendimi onun yanında buluyorum." Goethe – Genç Werther’in Acıları
EYLÜL, 2018
Bu durumdan kurtulmanın en iyi yolu; başkalarını memnun etmek için çabalamak ya da onlara göre şekillenmekten vazgeçip, kendine ait yaşam alanı oluşturmak ve kendi hayatını tasarlamaktır. Bunları yaparken de partneri olduğu gibi kabul edip, kendi isteklerimize göre şekillendirmekten vazgeçmek gerekir. Öncelikle işe kendimizden başlamalıyız.Karşımızdaki kişiye “sen” diyebilmek için önce “ben”i tanımamız ve “ben”in sınırlarını gözden geçirmemiz gerekir. Hayatımıza dair iş, kariyer gibi herhangi bir konuda noksan hissettiğimiz durumları keşfedip, onlar üzerine yoğunlaşmaktamamlanmışlık duygusu yaratacak ve kendini kabulü artıracaktır. Ayrıca hissettiğimiz olumlu veya olumsuz tüm duyguları kucaklayıp varlığını kabul etmemiz daha sağlam adımlarla ilerlememizin önünü açacaktır.(1)
SAYI:2
“Aşıklık ister nefsani olsun ister ruhani olsun, sonunda bizi ötelere götürecek bir rehber, bir kılavuzdur.” Hz Mevlana
KAYNAKÇA Ançel, G. (2012). Karşılıklı bağımlılık kavramı: hemşirelikle ilişkisi ve karşılıklı bağımlılığı belirleme araçları. Hemşirelikte Araştırma Geliştirme Dergisi, 2012-1, 70-78. Atak, H , Taştan, N . (2014). Romantik İlişkiler ve Aşk. Psikiyatride Güncel Yaklaşımlar CurrentApproaches in Psychiatry, 4 (4), 520-546. Tanhan, F , Mukba, G . (2014). Spann-Fischer İlişki Bağımlılığı Ölçeği’ninTürkçe’ye Uyarlama Çalışmasına İlişkin Psikometrik Bir Analiz. Pamukkale Üniversitesi Eğitim Fakültesi Dergisi, 36 (36), 179-190. (1): http://www.bagimlilikuzmani.com/ask-bagimliligi/Erişim Tarihi: 15.08.2018
EYLÜL, 2018
SAYI:2
"BEN SANA DEĞİL RESMİNE AŞIĞIM" MERVE YILDIRIM
"O kadar sevdim ki resmini, işte bugün konuştu benle. … Geceleri resmine baktım, olanları anlattım…"
"O kadar sevdim ki resmini, işte bugün konuştu benle. … Geceleri resmine baktım, olanları anlattım…’’ ve bu satırlara benzer sözlerle devam ediyor Yeni Türkü’nün şarkısının sözleri radyodan kulağıma doğru. İçten, samimi ve aşk dolu birkaç dize, içimizde bir yerlerde anlamlanan dizeler… Devamında okuduğu her cümlede, gördüğü her güzellikte O’nun, sevdiği kişinin var olduğunu da ekliyor dizelerine. Sanırım sevmek, daha doğrusu âşık olmak da tam böyle bir şey; her güzelliği O’na atfetmek, bir çiçeğin açışında, bir yıldızın kayışında O’nu hatırlamak. Tam da bu konuda birkaç cümleye rastlamıştım geçenlerde bir kitapta "Aşk eşittir sevgili değil, iki kişilik de değil çok kişiliktir aşk. Bütün dünyayı düşman belleyip Leyla’yı sevmek değildir. Leyla’da bütün insanlığı sevmektir" (İnam ve Güleç, 2014). Tek kişiden yola çıkıp tüm insanlığı sevmek, tüm güzellikleri içselleştirmek…
EYLÜL, 2018
Aşk; üzerine herkesin söyleyecek birkaç sözü olduğu, anlatacak acı/tatlı birkaç anısının olduğu, kültürlere göre farklı şekillerde görülse de insanlarda benzer hisleri açığa çıkaran bir yaşantıdır. Filmlerde, romanlarda, şarkılarda, şiirlerde kısacası tüm sanat dalları ve sanat eserlerinde işlenen başlıca temadır da aşk. Nasıl olmasın ki? İnsana yaşadığını ve yüreğinden dünyaya kelebeklerin uçtuğunu hissettiren, insanı mutlu anlarda doruğa ulaştırıp üzüntülü anlarda dünyasının karardığını düşündürten kaç duygu tanıyorsunuz ki?Freud bu konuda şunu söyler "Yaşam belirtisinin temelinde duygulanma vardır; duygulanmanın temeli de aşktır."
SAYI:2
"Yaşam belirtisinin
Filmler, romanlar demişken birkaç örnek vermeden geçmek olmaz elbette. Hepimiz bir yerlerde okumuşuzdur bu repliği "Ben senin yalnız resmine aşığım. Resmin benim dünyama ait bir şey. Benimle resminin arasına girme, istemiyorum seni". Metin Erksan yapımı, 1965 tarihli Sevmek Zamanı filmine ait bu replik. Müşfik Kenter ve Sema Özcan’ın başrollerini paylaştığı siyah-beyaz bir film fakat yaşattığı duygular filmi öylesine renkli kılıyor ki… Filmde Fars Edebiyatından ve hatta Divan Edebiyatından da aşina olduğumuz "surete âşık olma" teması işlenmektedir (Gemuhluoğlu,2013). Çünkü baş karakterimiz Halil, boyamak için gittiği evin duvarında asılı duran Meral’in resmine görür görmez âşık olmuştur; adını sanını dahi bilmeden kendisine sevgi ile bakan o gözlere tabiri caizse "vurulmuştur". Resim, evin kızı Meral’e aittir. Fakat bu aidiyetin Halil için hiçbir önemi yoktur ve Meral, ilerleyen sahnelerde Halil ile yüzleşip resmin kendisine ait olduğunu söylediğinde ise Halil’in verdiği cevap karşısında şaşmamak elde değildir!
temelinde duygulanma vardır; duygulanmanı n temeli de aşktır."
EYLÜL, 2018
SAYI:2
"Resminle benim aramdaki bir durum seni ilgilendirmez, ben senin resmine aşığım. Resmin sen değilsin ki, resmin benim dünyama ait. Ben resmini tanıyorum. … Oysa resmine değil sana âşık olmuş olsaydım ne olacaktı? Belki benimle alay edecek bir kere bile bakmayacaktın yüzüme." Meral, resminin değil de kendisinin ona bakmak istediğini söylediğinde ise "Hayır, benimle resminin arasına girme istemiyorum seni, ben senin yalnız resmine aşığım" diyerek Meral’i ve seyirciyi allak bullak etmektedir. Biraz düşününce Halil’in bu söylemlerinin Meral’in ideası ve gerçeği arasındaki uyuşmazlıktan korkarak verdiğini düşünebilirsiniz. Çünkü Halil, Meral’i tanımıyordur, yalnızca zihninde bir kurgudan ibrettir O’nun için Meral. Bana göre bu cevaba dair en olası açıklama Schopenhauer(2007)’ın kaleminden şöyle ifade edilebilir; "Aşk arzusu, bize belli bir kadını(adamı) elde etmemizin sonsuz mutluluk, kaybetmemizin ise tarifsiz bir acı ve mutsuzluk getireceğini düşündürür. Bu arzu ve acı, malzemesini gelip geçici insan gereksinimlerinde bulamaz, bu gereksinimler ikame edilemez. Sınırsız arzuya, sınırsız acıya ve sınırsız tatmine sahip olan insanoğlu bu sınırsızlıkları dile getiremeyecek olursa şaşmamak gerek.
Çünkü o sınırsızlık o acıyı/arzuyu/tatmini dünyevilikten uzaklaştırıp aşkınlığa ulaştırır. Bu aşkınlık da sevilen kişiyi yeterince tanımamaktan, O’na manevi kusursuzluklar ve gerçek olmayan nitelik ve üstünlükler atfetmemizden ileri gelir. Çünkü aşk, başka bir benzeri olmayan bir yanılsamadır." Filmde işlenen durum biraz da Hegel’in’ "efendi-köle" diyalektiğinden yola çıkarak Lacan tarafından ortaya atılan istenç ve arzu ayrımına benzetilebilir. Öyle ki Lacan’a göre istenç, bireyin gereksinimlerinden kaynaklıdır ve biyolojik tatmin gerektirir. Oysa arzu, isteğin ötesindedir ve ondan önce vardır; yani bir anlamda arzu, sonsuzdur ve doyurulamaz (Göka, 1998). Tek kişilik yahut karşılıksız aşk, bir yerden sonra patolojik sonuçlar da doğurabilir. Halk arasında kara sevda denilen ile ifade edilen şey, biraz da bu durumun sonucudur. Hatta Halil’in Meral’e "Aşk benim aşkım sana ne?" deyişi biraz da onun patolojik yanıdır.
EYLÜL, 2018
Öyle ki Halil’in aşkı bir obsesyon, belki de Meral de bir aşkın fetiş objesi haline gelmiştir. Çünkü tek kişilik, bireyselleşmiş şiddetli aşk tutkusu, tatmin edilmedikçe bu dünyanın bütün güzel şeyleri, hatta hayatın kendisi bile tadını ve önemini kaybedebilir. Aşk, şiddeti ve harareti başka hiçbir şeye benzemeyen bir arzu haline gelerek tatmini mümkün olmazsa bireyi çılgınlıklara hatta intihara bile sürükleyebilir (Schopenhauer,2007). Öyleyse diyebiliriz ki aşk, dönüşebilir; iyiden kötüye yahut tam tersine fakat asla bitmez. Çünkü aşk, bir tablodur ve onu doğa çizer, bizler de hayallerimizle süsleriz (1). Dolayısıyla nasıl ki tutkulu bir aşıksak o insana, nefretin en yücesini de duymamız kaçınılmazdır…
SAYI:2
"Ben senin yalnız resmine aşığım. Resmin benim dünyama ait bir şey. Benimle resminin arasına girme, istemiyorum seni"
AŞKLA KALIN VE DİLERİM Kİ SEVİN VE SEVİLİN HEM DE EN YÜCE HİSLERLE… Kaynakça Erksan, M. (Yönetmen). (1965). Sevmek Zamanı[Film]. Türkiye: Troya Film. İnam, A. ve Güleç, C. (2014). Metaforla Saadet Olmaz. İstanbul: Say Yayınları Gemuhluoğlu, Z. (2013). Mesnevi’den Sinemaya Aşk, Suret ve Zaman. Hayal Perdesi, OcakŞubat-2013, 34-45. Göka, E. (1998). Bir Hastalık olarak Aşk: Karşılıksız Aşk Sendromu. Kriz Dergisi (6), 2, 33-41. Schopenhauer, A. (2007) Aşka ve Kadınlara Dair. İstanbul: Say Yayınları 1-http://www.kadinvekadın.net/ Erişim Tarihi: 11 Ağustos 2018 http://tabutmag.com/ask-nedir-400-yillik-edebiyat-tarihinde-en-u-ask-tanimlari/ Erişim Tarihi: 12 Ağustos 2018 http://sanatkaravani.com/sevmek-zamani-filminin-analizi/ Erişim Tarihi: 12 Ağustos 2018
EYLÜL, 2018
SAYI:2
EROS’UN RUH’U: PSYKHE Özlem ERİKLİ Eros, aşk tanrısı, dünyayı yaratmak için ortaya çıktı. Öncesinde, her şey sessiz, çıplak ve hareketsizdi. Artık her şey yaşam, neşe ve hareket. -Erken dönem Yunan miti
Dünya, başlangıçta dönmekte olan bir alev topundan ibaretti. Bu alev topu zamanla soğuyarak yaşadığımız gezegen halini aldı.Dağlar, taşlar, denizler meydana geldi ve insanlar yaratıldı.İlk insanın ortaya çıkmasıyla dünya yeni bir boyut kazandı. Barınmayı, korunmayı, konuşmayı, sevmeyi öğrenen insanların çoğalmasıyla inançlar gelişti. Onları yaratanlara ait olan inançlar. Kimileri güneşe, dağa, taşa inandı; kimileri ise bir yaratıcıya…
BAHSEDİLENLER
Mitolojide aşk Aşk ve ruh Eros
Tanrı ve Tanrılar aleminin soyut olan yapısı, mitolojide imajlar, betimlemeler, benzetmelerle kavranılabilir, algılanabilir hale dönüştürülmüştür. Bu anlatım ve sunuş biçiminde bir amaç vardır: insanı etkilemek ve onun yüreğinde yankılar yaratmak, onu anlatılan olay veya kişilerin şahsında özdeşleşmesini sağlamaktır(Arda, 1999). Varoluşumuzdan bu yana insanları yücelten, insanlar için kutsal sayılan duygulardan biri olan aşk…Birçok inanışta kutsallığını korumakla birlikte, ilkçağların dini olarak kabul edebileceğimiz bir söylenceler bütünü olan mitolojide önemli bir yer tutar[3]. Özellikle Yunan Mitolojisinde…
EYLÜL, 2018
SAYI:2
Eski Yunan mitolojisi bize, Eros’un dünya üzerindeki yaşamı yarattığını anlatır. Dünya çorak ve cansızken “can veren oklarını kavrayıp dünyanın soğuk bağrını delen” Eros’tu ve “kahverengi yüzey anında bereketli bir yeşillikle kaplandı”(May,2010). Aphrodite(güzellik tanrıçası)’in oğlu olan Eros(aşk tanrısı), aşktır. Aşk kalbe düşünce, kişiden dünyaya yansıyan coşku ve neşedir. Sırtında taşıdığı oklarının, ne zaman kime saplanacağı belli değildir. Ama okun isabet ettiği kişide yer çekimini yok eden ayaklarını yerden kesen, onu uçuran kanatları vardır. Psikoterapide ise insanları sağlığa iten, Eros’tur. Çağdaş uyum veya iç denge ya da gerilim boşaltma öğretilerimizin aksine Eros’ta, sonsuza uzanma, benliği genişletme, bireyi kendini daima daha yüksek gerçeklik, güzellik ve iyilik biçimlerini bulmayı adamaya zorlayan, devamlı olarak yenilenen bir itici güç vardır. Yunanlılar, benliğin bu sürekli yenilenişinin Eros’un özünde olduğuna inanmışlardır(May,2010). Benliğimizi bu denli yenileyen, dünyaya neşe ve sevinç saçan, psikolojide sağaltım sağlayan Eros’un hayatımızdaki iki soyut kavramı Aşk ve Ruh(Psykhe)’u somutlaştıran hikayesi neydi?
Aşk ve Ruh… Milet kralının en küçük ve dillere destan güzellikteki kızı Ruh, evlendirilmek ister. Ama Ruh o kadar güzeldir ki kimse onunla evlenmeyi düşünemez ve onun tanrıça olduğuna inanmaya başlarlar. Aphrodite ise bunları insanların Ruh’un güzelliğine bu kadar kapılmalarını kendine yediremez. Kalbini kıskançlık bürür. Eros’u yanına çağırarak Ruh’u bir canavara aşık etmesi gerektiğini söyler. Kral ise kızının evlenememesine üzüldüğü için Apollon’dan yardım ister. Kızının bir canavar ile evleneceğini söylediklerinde ise kral yıkılır. Kızına güzel giysiler giydirmesini ve Mykale Dağı’nda bir kaya üzerine oturmasını söyler. Ruh uzun bir bekleyişin ardından bir bulut ile oradan kaybolur. Sabah olur ve cennet gibi bir sarayda uyanır ama kocası hala ortalıkta yoktur. Gece olur, kocası gelir. Yüzünü ise hala göstermemektedir.
"Aşk kalbe düşünce, kişiden dünyaya yansıyan coşku ve neşedir."
EYLÜL, 2018
Onu her zaman çok seveceğini ama ondan sadece güven istediğini ve tek dileğinin kim olduğunu öğrenmesini istememesidir. Günler geçer. Ruh ailesinin onu bir canavar tarafından yok edildiğini düşündüğü için çok üzülür, ağlar ve kocasına bundan bahseder. Ailesine haber vermeye karar verirler. Ailesi Ruh’u saraya ziyarete geldiğinde kız kardeşleri belki de kocasının bir canavar olduğunu çocuklarının da bir canavar olacağından bahseder. Ruh ise bu durumdan çok şüphelenir. Gece kandil ile kocasının yüzünü görmek ister ve kocası bir canavar değil de dünyanın en güzel erkeği olduğunu görür. Kandilden damlayan mum kocasını uyandırır ve kocası Ruh’u bu güvensizliğine çok kırılır. Aslında annesinin onu bir canavara aşık etmesi gerektiğini ama kendisinin âşık olduğunu söyler ve ortadan kaybolur. Aşk(Eros) ile tüm saray ve güzellikler de ortalıktan kaybolur. Ruh kendini affettirmek için Aphrodite’e gider ve birçok zorlu görevden geçer. Son olarak ölülerin ülkesi Hades’e gitmek zorundadır. Burada Phersephone’nin kutusunu alması gerekmektedir. Yine merakına yenik düşüp kutuyu açar ve ölüm uykusu gibi derin bir uykuya dalar. Aşk ise Aphrodite ve Zeus’tan yardım ister. Sevdiği kadını bu uykudan uyandırır. Hayata tekrar dönen Ruh’la Aşk, bir bütünün iki parçası olarak hiç ayrılmadan sonsuza kadar yaşarlar güven ve sevgi içinde.
Eros hikâyeden de anlaşılacağı gibi aşk’tır.Psyche ise ruh’tur. Bu hikayede de, neredeyse tüm mitolojik hikayelerde olduğu gibi dual yanları görmek gerekir[4]. Aşkın aslında ruhtan bağımsız olmadığı, içinde biraz merak, fedakarlık ve güvenin olduğu ama bunları yaşarken de affedici olmanın ve gururun bir kenara bırakılması gerektiğini anlatıyor. Çünkü Ruh her zaman Aşk’ın parçasıdır. Ona ulaşmak ister.
SAYI:2
Aşkın aslında ruhtan bağımsız olmadığı, içinde biraz merak, fedakarlık ve güvenin olduğu ama bunları yaşarken de affedici olmanın ve gururun bir kenara bırakılması gerektiğini anlatıyor. Çünkü Ruh her zaman Aşk’ın parçasıdır. Ona ulaşmak ister.
EYLÜL, 2018
Kaynaklar ve İleri Okuma [1] Arda, Z. C. (1999). Anadolu ve Avrupa Mitolojisinde İçerik ve Motif Karşılaştırması. Türk Kültürü ve Hacı Bektaş Velî Araştırma Dergisi, (9). [2] May, R. (2010). Aşk ve İrade. YuditNamer( Çev. ). İstanbul: Okuyanus. [3] http://www.odevsel.com/genelkultur/1445/merhaba-sizler-icin-mitolojidenbazi-ask-hikayeleri-sectim-umarimhoslanirs.html Erişim Tarihi: 15 Ağustos 2018 [4] mhttp://www.sunguray.com/ask-ve-ruh/ Erişim Tarihi: 15 Ağustos 2018 [5] http://www.arkeorehberim.com/2015/02/ruhukanatlandran-ask-psykhe-ve-eros.html Erişim Tarihi: 15 Ağustos 2018
SAYI:2
EYLÜL, 2018
NO:2 SAYI:2 SAYI:2
AŞKTA DÖNÜM NOKTASI: CİNSİYETİN EVRİMİ Uğur Yiğit KARATAŞ
Cinsiyetin Evrimi Evrimsel geçmişimiz, genlerimizi bir sonraki nesile aktarma savaşıyla doludur. Gen aktarımını Dawkins bir nevi bayrak yarışına benzetmiştir (Dawkins,2014). Bu savaş ya da yarışta aşk türümüz için önemli bir konu olmuştur. Bu yazımızda cinsiyetin evrimine değineceğiz.
BAHSEDİLENLER
Cinsiyetin Evrimi Eşeysellik Cinsel Seçilim
Yaşam aslında iç içe varolan bir kodlamalar uyumudur. Bu kodlamaları enformasyon sistemleri oluşturur. Canlılık için pek çok tanım yapılıyor olmasına rağmen canlılık iki temel üzerinden incelenir: Organizasyon ve aktivite (Bakırcı,2013). Enerji kullanımı canlılık için temeldir çünkü termodinamiğin 2.yasası (entropi) bunu gerektirir ama bu belki başka bir yazımın konusu olur bunu burada bırakmakta fayda var. Bugün bildiğimiz kadarıyla yaşamın en eski kanıtı günümüzden 3 buçuk milyar yıl öncesine tarihlenen bakteri benzeri mikrofosillerin oluşturduğu tabakalı bir yapısı olan stromatolitler’dir. Bunun yanında bir sonraki aşamada çok hücreli hayvanların en eski fosilleri 640 milyon yıl öncesine dayanmaktadır (Bahçeci,2015).
EYLÜL, 2018
Eşeyselliğin oluşumu bir hayli zaman almıştır. Yaşamın ortaya çıkışından yaklaşık olarak 2 milyar yıl sonra eşeyler ayrılmıştır. Dişiliği bir yavru meydana getirme süreci olarak tanımlarsak ilk iki milyar yıl boyunca dünyamızda sadece dişiler varlığını sürdürmüş, erkeğin ortaya çıkması ise daha sonraki iki milyar yılı bulmuştur(Demirsoy,2018). .Burada bir noktaya değinmekte fayda var: Yüksek organizmalı canlılar (primatlar gibi; insan da bir primattır yani gelişmiş canlıdır) kural olarak uzun yaşayıp yavaş ürerler ve az yavru meydana getirirler. Bu nedenle döller arasındaki değişimi kolay kolay fark edemeyiz hele ki birkaç insan ömründe değişimleri hiç fark edilmez (Demirsoy,2017). Bunun yanında evrim bir bakteri kolonisinde kolaylıkla fark edilebilir. Erkek-dişi cinsiyetleri arasındaki başlangıçtaki mücadele aslında çok pragmatikti. Çünkü bireyler daha az enerji harcamak ve daha rahat yaşamak için erkek kimliğe ulaşmayı ön plana aldılar ardında başlangıçta erkek-dişi kavgası olarak ortaya çıkan bu süreç filogenetik süreçte yerini erkek-erkek kavgasına bıraktı (Demirsoy,2017). Eşeyler arasındaki bu mücadelede bir başka nokta ise dişi cinsiyetin sömürülmesidir bunun temel sebebi de yumurtaların spermlerden büyük olmasıdır (Dawkins,2014). Söz gelimi insanlarda yeni bir yaşamın ortaya çıkması için 60 milyon spermden biri ile 200 bin yumurtadan birinin birleşimi gerekir. Yani yaşam aynı zamanda matematiksel bir mucizedir. Şimdi filogenetik süreçten evrimin temel mekanizmalarından biri olan eşeysel (cinsel) seçilime değinelim. Darwin aynı eşeyden (erkek veya dişi) farklı bireylerin sahip oldukları eşlerin sayısı ya da üreme kapasitesi bakımından farklılıklarını betimlemek için ‘’eşeysel seçilim’’ kavramını ortaya atmıştır (Çiçek,2018).Bir diğer deyişle eşeysel seçilim doğanın üreme konusunda yaptığı eleme ve seçme işlemidir (1). Peki gelelim biz insanlara, insanlar neye göre eş seçerler? Bu sorunun yanıtı aslında bir hayli karmaşık ve bununla ilgili binlerce araştırma ve kitap bulabilirsiniz ben burada kısa bir şekilde değinmek zorunda kalacağım.
NO:2 SAYI:2 SAYI:2
"Yeni bir yaşamın ortaya çıkması için 60 milyon spermden biri ile 200 bin yumurtadan birinin birleşimi gerekir. Yani yaşam aynı zamanda matematiksel bir mucizedir."
EYLĂœL, 2018
NO.2 SAYI:2
"Biz insanlar her ne kadar dĂźnyadaki en geliĹ&#x;miĹ&#x; canlÄąlar olsak da dĂźrtĂźlerimiz soyumuzu devam ettirmek için programlanmÄąĹ&#x;tÄąr." Biz insanlar her ne kadar dĂźnyadaki en geliĹ&#x;miĹ&#x; canlÄąlar olsak da dĂźrtĂźlerimiz soyumuzu devam ettirmek için programlanmÄąĹ&#x;tÄąr. Bu açĹdan bakarsak cinsel seçilimin ne kadar Ăśnemli bir mekanizma olduÄ&#x;u bir kez daha ortaya çĹkar. Cinsel seçilim 2 Ĺ&#x;ekilde ortaya çĹkar: AynÄą cinsiyetten Ăźyeler yarÄąĹ&#x;Äąr ya da bireyler belirli niteliklere gĂśre seçilirler. Birçok tĂźrde olduÄ&#x;u gibi bizde de genellikle diĹ&#x;i cinsiyet seçme yapar. Ancak insanlarda seçilim biraz daha karmaĹ&#x;ÄąktÄąr. Ă–rneÄ&#x;in yapÄąlan pek çok çalÄąĹ&#x;mada seçme mekanizmasÄąnda ekonomik kaynaklarÄąn, sosyal statĂźnĂźn ve zeka gĂśstergelerinin (yapÄąlan çalÄąĹ&#x;malarda 5 eyleme dayanÄąr; geniĹ&#x; bir perspektife sahip olma, sosyal becerilerin iyi olmasÄą, parayÄą yĂśnetebilme, problem çÜzme ve yeni gĂśrevlere adapte olabilme, sorunlarÄą çÜzmek için gideceÄ&#x;i yerleri bilebilme) bir hayli Ăśnemli olduÄ&#x;u ortaya çĹkmaktadÄąr (Buss,2003).
Fiziksel gĂśrĂźnĂźm diÄ&#x;er canlÄąlarda olduÄ&#x;u gibi biz insanlarda da etkili bir seçme mekanizmasÄądÄąr. YapÄąlan çalÄąĹ&#x;malar, kadÄąnlarÄąn sakallÄą ve dĂźĹ&#x;Ăźk frekanslÄą ses tonuna sahip erkekleri tercih ettiÄ&#x;i (kadÄąn beyni ses frekansÄąndaki deÄ&#x;iĹ&#x;imleri fark edebilmek Ăźzere evrimleĹ&#x;miĹ&#x;tir bu yĂźzden kadÄąnlarla konuĹ&#x;urken ses tonunuza dikkat edin đ&#x;˜Š) yĂśnĂźndedir. Erkekler ise yuvarlak yĂźz hatlarÄą, iri gĂśÄ&#x;Ăźsler ve iri kalçalarÄą tercih etmektedir (Çiçek,2018). DĂśnem dĂśnem tartÄąĹ&#x;ma konusu olan bir baĹ&#x;ka meseleye de deÄ&#x;inmek istiyorum. Tek eĹ&#x;lilik – çok eĹ&#x;lilik tartÄąĹ&#x;masÄą. ĂœnlĂź nĂśrobilimci David Eagleman Incognito kitabÄąnda evrimsel bakÄąĹ&#x; açĹsÄąndan, bir çocuk yetiĹ&#x;tirmek için gereken sĂźreyi aĹ&#x;tÄąktan sonra (ortalama 4 yÄąl) seçtiÄ&#x;imiz eĹ&#x;e duyduÄ&#x;umuz ilginin azalmasÄąna programlandÄąÄ&#x;ÄąmÄąz sĂśylemiĹ&#x;tir (Eagleman,2017).
"Fiziksel gĂśrĂźnĂźm diÄ&#x;er canlÄąlarda olduÄ&#x;u gibi biz insanlarda da etkili bir seçme mekanizmasÄądÄąr."
EYLĂœL, 2018
DavranÄąĹ&#x;larÄąmÄązÄąn ortaya çĹkmasÄąndaki tek etken kalÄątÄąm deÄ&#x;ildir çevre koĹ&#x;ullarÄąndan da etkileniyoruz. Nisan 2016’da yapÄąlan bir çalÄąĹ&#x;mada insanlarÄąn tek eĹ&#x;li bir çiftleĹ&#x;me stratejisi geliĹ&#x;tirmelerinin sebebi, ‘mahalle baskÄąsĹ’nÄąn yanÄą sÄąra cinsel yolla bulaĹ&#x;an hastalÄąklarÄąn olabileceÄ&#x;i Ăśne sĂźrĂźlmĂźĹ&#x;tĂźr. AraĹ&#x;tÄąrmacÄąlarÄąn bulgularÄąna gĂśre, daha kßçßk çok eĹ&#x;li toplumlar (bu toplum yapÄąsÄąnÄąn erken avcÄą toplayÄącÄąlÄąk dĂśneminde yaygÄąn olduÄ&#x;u dĂźĹ&#x;ĂźnĂźlĂźyor), tek eĹ&#x;li toplum yapÄąsÄąna sahip kßçßk toplumlara gĂśre daha çok ĂźrĂźyorlar. AyrÄąca yine çok eĹ&#x;li kßçßk avcÄą toplayÄącÄą toplumlarda ortaya çĹkan cinsel hastalÄąk salgÄąnlarÄą daha çabuk geçiyor. Fakat toplum bĂźyĂźdĂźkçe çok eĹ&#x;lilikten tek eĹ&#x;liliÄ&#x;e doÄ&#x;ru bir kayma meydana geliyor. AslÄąnda bizim tĂźrĂźmĂźz gibi cinsiyet oranÄą kabaca 50/50 olan tĂźrlerde, çok eĹ&#x;liliÄ&#x;i Ăźreyemeyen ve sosyal yapÄąya zarar veren erkekler oluĹ&#x;turuyor. Çok eĹ&#x;lilik, aynÄą zamanda kadÄąnlar için de dezavantajlÄą bir durum. Çok eĹ&#x;li toplumlarda, kadÄąnlarÄąn doÄ&#x;urganlÄąklarÄą tek eĹ&#x;li toplumlara gĂśre azalÄąrken kadÄąnlarÄąn cinsel yolla bulaĹ&#x;an hastalÄąklara yakalanma ihtimalleri artÄąyor (2). Partnerler arasÄąnda sÄąklÄąkla sorun olan bir mesele de kÄąskançlÄąktÄąr: KÄąskançlÄąk, aldatma ile mĂźcadele etmek için evrimleĹ&#x;miĹ&#x; psikolojik bir stratejidir. Evrimsel geçmiĹ&#x;imizde eĹ&#x;lerinin sadakatsizliÄ&#x;ine kayÄątsÄąz kalan erkekler, babalÄąklarÄąnÄą tehlikeye atmaktan korkuyorlardÄą (Buss,2003) Yine de kÄąskançlÄąÄ&#x;Äą dozunda bÄąrakmakta fayda var đ&#x;˜Š
"Partnerler arasÄąnda sÄąklÄąkla sorun olan bir mesele de kÄąskançlÄąktÄąr: KÄąskançlÄąk, aldatma ile mĂźcadele etmek için evrimleĹ&#x;miĹ&#x; psikolojik bir stratejidir."
NO.2 SAYI:2 SAYI:2
EYLÜL, 2018
Son olarak bir araştırmadan daha bahsedeceğim. Avustralya’da bir partner bulma sitesinden 42.000 veri kullanarak yapılan bir çalışmada 18 ve 40 yaşları arasındaki kadınlar (en bereketli yılları) karşı cins için daha sıkı eğitim tercihleri göstermişler, ancak bu, bu dönemin sonuna doğru azalmıştır. Bununla birlikte, 50 yaşını geçmiş kadınlar bir kez daha özel hale gelmiştir. 50 yaşını geçmiş erkekler de sıkı eğitim tercihleri göstermiştir. Tüm yaş gruplarında, kadınlar erkeklere göre kendileri ile aynı veya kendilerinden daha yüksek eğitim seviyesine sahip bir partneri tercih etme olasılığı daha fazla olmuştur.Genel olarak, bu sonuçlar, potansiyel bir partnerde eğitim gereklilikleri söz konusu olduğunda, kadınların erkeklerden, özellikle de en fazla üreme yıllarında daha seçici olduklarını göstermiştir. Gerçekten de, kadınların kendi eğitim düzeylerini kontrol ettikten sonra bile, daha fazla kadın (erkeklere göre), potansiyel bir partnerde daha yüksek bir eğitim seviyesi tercih etmiştir.Bu nedenle, kadınların ebeveynliğe önemli ölçüde yatırım yaptıkları göz önüne alındığında, eşi seçiminde seçici davranacakları, yatırım seviyelerini takdir edecek ve onu bir şekilde veya formda eşleştirmeye çalışan birini bulmaya çalışması doğaldır (3). Sözlerimi evrimle ilgili birkaç cümle ile bitirmek istiyorum. Evrim canlılardaki değişimdir yani bir yasadır, evrim teorisi ise bu değişimin nasıl olduğunu inceleyen mevcut koşullarda en güçlü teoridir. Evrim vardır ve devam etmektedir. Cinsiyetlerin oluşması ve eş seçimi evrim teorisinin temel konuları arasındadır. 60 milyon spermden ve 200 bin yumurtadan birinin birleşimi ile gelen hayat. Yaşam büyük bir matematiksel mucizedir. Bilimle Kalın…
NO.2 SAYI:2 SAYI:2
"Evrim vardır ve devam etmektedir. Cinsiyetlerin oluşması ve eş seçimi evrim teorisinin temel konuları arasındadır." .
VOL. 29 SAYI:2
J UEYLÜL NE 16, 2018 Kaynaklar ve İleri Okuma Bakırcı, Ç.M. (2013) Evrim kuramı ve mekanizmaları. İstanbul: Evrensel Kültür. Bahçeci,Z.(2015) Evrim. Ankara:Anı. Buss, D.M. (2003) Theevolution of desire. Basic Books. Çiçek, K. (2018) Eşeysel Seçilim: Bir Üreme Mücadelesi.Bilim ve Ütopya, 289, 29-35. Dawkins, R. (2014) Gen Bencildir. Tunç Tuncay Bilgin (Çev.) İstanbul:Kuzey. Dawkins, R. (2014) Yeryüzündeki En Büyük Gösteri. Polat Uygar ve Tunç Tuncay Bilgin (Çev.Edt.) İstanbul:Kuzey. Demirsoy, A. (2018) Eşeyselliğin evrimi. Bilim ve Ütopya, 289, 10-28. Demirsoy, A. (2017) Evrim İstanbul: Asi Kitap. Eagleman, D. (2017) Incognito. Zeynep Arık Tozar (Çev.) İstanbul: Domingo.
1-https://evrimagaci.org/evrim-mekanizmalari-4-cinsel-secilim-rastgele-olmayanciftlesme-42 Erişim Tarihi: 12 Ağustos 2018 2-https://bilimfili.com/insanlarin-tek-esliliginin-sebebi-ask-ya-da-sadakatolmayabilir/ Erişim Tarihi: 12 Ağustos 2018 3-https://www.psychologytoday.com/us/blog/finding-new-home/201807/whattype-man-are-female-online-daters-looking Erişim Tarihi: 12 Ağustos 2018
.
EYLÜL, 2018
SAYI:2
KİESLOWSKİ’Yİ DİNLİYORUM GÖZLERİM KAPALI İsa YAPAR
BAHSEDİLENLER
TroisColouers Dekalogve Aşk Üzerine Kısa Bir Film Veronika’nın İkili Yaşamı *GILLESDELUZE
Sinemayı yapanlar bizler değiliz. Bize kötü bir film gibi görünen dünyadır.* Bir tartışmanın odak noktasında modernlik kavramı varsa bu tartışmanın her yolu içinde bir hakikat krizini de beraberinde getirir mi? Zira modernizmin mevzu bahis olduğu tüm konuların cevabı çetrefilli olmakla birlikte tüm sorgulamaların içinde epistemoloji, felsefe, psikoloji, sosyoloji gibi alanlar vardır. Çünkü modernizmin meydana getirdiği değişim geniş bir mozaik içerir. Dolayısıyla salt bir alandan tek bir yola varmak imkansız gibidir (Felsefelogos, 2014,27). Hakikatin yanında saf tutmanın bedeli ise sanıldığı gibi, hakikat düşmanlarının eziyetlerine sabretmek değil, bizatihi hakikatin kendisine tahammül etmektir. (Cündioğlu,2012,27).
EYLÜL, 2018
SAYI:2
Sinema da modernite ile eş zamanlı doğmuş, Yedinci Sanat olarak literatürde kendine yer bulmuştur. Sinema, hakikat arayışında bilimden faydalanmıştır elbet. Bilimden nasibini almayan popülist kültür, sinemayı bir pazar sektörü haline getirmekten de geri kalmamıştır. Fakat burada bilim ışığında ilerleyen, içinde psikoloji, tarih, sosyoloji barındıran filmlerden bahsedilecektir. Bu minvalde hakikate tahammül edip, onu beyaz perdeye taşımak ve izleyiciye aktarmak da sanatın misyonlarından biri olmaktadır.Tüm bunların içinde, belki de ilk sıralarda yer alabilen Polonya sinemasından dünya sinemasına büyük sükse yapan, aşk temasına farklı bir perspektif getiren Kieslowski yer alacaktır. 1941 Haziran ayında Varşova’da dünyaya gelen Polonyalı yönetmenKrzytsztofKieslowski Avrupa’nın en kaliteli Sinema Okullarından biri olan Lodz Film Okulu’ndan mezun olmuş fakat girmesi o kadar da kolay olmamıştır. Üç kez girmek için başvurduğu akademiden red cevabı almış, sonuncu başvurusunda kabul edilebilmiştir. Ölümünden bir ay önce yayınlanan belgeselinde, sinemacı olmazsa banker olacağından, yanlışlıkla yönetmen olduğundan bahsederken, hayatın da ne kadar kırılgan olduğunu ve sinema severlere iyi ki yönetmen olmuş dedirten bir tevazuya* sahiptir Kieslowski. (So-So Belgeseli1996). *Birçok festivallerde ödüllü olan yönetmen, bir söyleşide OrsonWelles’in 24 yaşında Yurttaş Kane’i çektiğini,kendisinin OrsonWelles gibi asla olamayacağını belirtmesi de alçak gönüllüğünü gözler önüne seren demeçlerinden biridir.
TroisColouers Asıl şöhretini “TroisColoeurs” (Üç Renk) filmiyle yakalayan yönetmen, Fransa’nın bayrağı olan Kırmızı, Mavi, Beyaz trilogyası ile yapmış ve aynı zamanda filmde Fransız İhtilali’nin Eşitlik, Özgürlük, Kardeşlik sloganına vurgu yapmıştır. (Taşçıyan, 1997,115).Bu parolada yer alan; eşitlik, özgürlük ve kardeşlik ancak İnanç, Umut ve Aşk içinde barınırsa var olabilir. Mavi filminde ekseriyetle mavi renk kullanılması bilinçli olarak harmoniye dönüştürülürken, Kırmızı ve Beyaz filmlerinde de bu görülebilir. Sadece mesaj verme kaygısı taşımayıp, bilinçaltına da dem vurur bu özelliği ile. Örneğin; Mavi’de Juli karakteri, soğuk soyut özgürlükten başkalarını sevgiyle kucaklamanın somut özgürlüğüne giden yoldan geçer. Eşitliği konu edinen Beyaz filminde, kahramanın tutsak sevgilisini gözlemesiyle sona erer. Kırmızı filminde kardeşlik vurgusu yapılırken, izleyicinin özellikle Yargıç sahnesinde bunu görmesi mümkündür* (Zizek, 2014,88). B
A
K
I
Ş
EYLÜL, 2018
*Filme dair bir deneme kaleme alan Alin Taşçıyan, özellikle 3 Renk filminin bir analizini yapar. Ona göre Kieslowski’nin bu üçleme ile ilgili vurgusunu yaptığı kavramlar, hiçbir zaman altının doldurulamayacağı, daima yüzeysel kalacağı yönündedir. Bu bir bakıma mantıklı bir görüş olmakla birlikte, yönetmenin sansürlü, yasaklı filmi de göz önünde bulundurulduğunda (BlindChance) geçerli bir yorumdur. “Bir kazada kocasını ve kızını kaybeden Julie’nin, acısını unutup geçmişinden, kafasının içinde yükselen senfoniden , kendisine aşık olan adamdan kurtulmasına, özgür olmasına olanak yok. Polonyalı erkek ile Fransız kadın evliyken de, boşandıktan sonra da , birbirinden intikam almaya çalışırken de, birbirlerini hala sevdiklerini anladıklarında da eşit değildirler ! Bir kadın ve bir erkek aynı anne babadan doğmuş olsalar da, aralarında baba kız ilişkisinden öteye gidemeyecek bir yaş farkı bulunsa da kardeş olamazlar !“ (Taşçıyan,1997,117).
Dekalogve Aşk Üzerine Kısa Bir Film 10 bölümlük Dekalog filminde 10 Emirden esinlenilmiş, 6. Bölümünde (Krotki film o Milosci) Aşk teması üzerine durulmuştur. Fakat buradaki aşk teması Kieslowski’nin anlatımıyla farklı bir çehreye bürünmüştür. Zira ona göre aşk: “…İnsanlar hep aynı, yani umutsuz, yaşama uyum sağlayamayan, aşk acıları içinde kıvranan, ve hepsi aynı şekilde doğan ve ölen yaratıklardır.” Genç bir delikanlı olan Tomek’in olgun ve çekici bir kadına aşık olduğu filmde; saplantı, merak, aşk kavramlarının irdelendiği, alt metninde aşkın temellerinin olmadığı ve sonunun yıkım olduğu anlatılır. Bununla beraber B A K I Ş Zizek’e göre aslında Tomek’inMagda’ya duyduğu aşk sahtedir. Zorunlu, ters yüzü ölümcül bir boyutta zar zor kavranan, narsistçe idealleştirilmiş bir tutumdur. (Zizek,2014:22).Tomek, kadını yaralamak yerine, cinayet öfkesini kendisine yöneltir. Tam karşılıklı bir sevgi yoktur. Sadece engin bir sevgi ihtiyacı vardır. Edimsel her ilişki başarısız olup kişiyi tekrar yalnızlığa düşürür(Zizek,2014:22).Freudyen bakış açısına göre aşk,sınır tanımaz ve tek başına sahip olmayı arzu eder. Bununla birlikte sonu düş kırıklığına dönüşecektir. Filmde ise bu durum final bölümüyle daha iyi yorumlanabilir. Fakat buradaki esas sorunsal Tomek’inMagda’nın söylediği; “Aşk diye bir şey yoktur. O sadece cinselliktir” sözünden sonra buna inanmış olup olmadığıdır. Tamamen halisane niyetlerle hisler denizine girenlerin aşk tanımlamaları salt saflık düsturundan mı gelmektedir? Film, kah soru işaretleri kah vurgulu sekanları ile izleyicinin düşün dünyasını etkilemeyi başarır.
SAYI:2
EYLÜL, 2018
SAYI:2
Veronika’nın İkili Yaşamı “Duyarlı insanlar için duyarlı bir film” olarak nitelenen Veronique’nin Çifte Yaşamı filmi de ruhun haritasını çözmeyi şiar edinmiştir. Weronica Polonya’da, Veronique Fransa’da aynı anda doğarlar. Birbirlerinin varlığından bihaber olan iki kızın bedenleri de ruhları da ikizdir. Veronica’nın ani ölümü diğer karakterin ruhunda derin acılar barındırır. Genç kız gizemli bir yıldırım aşkının peşinde koşarken duyarsızlık duvarına çarpar(Avrupa’lı Yönetmenler,1997,117). Filmi önemli olan noktalarından birisi ise mistisizmdir. Aşk vurgusu, alternatif bir alegoriye bürünmüştür. İronik bir şekilde iki kadının bir araya gelmemesi fakat benzer hayatlarını yaşamaları ve sonundaki kukla metaforu filmi daha ilgi çekici hale getirmiş, renklerle bezemiş bir senfoni ortaya koymuştur.
Doksanlı yıllara gelindiğinde birçok festival, Cannes Ödülleri ve “Kırmızı” filmi ile Oscar adaylığı başarısını ortaya koyan, rüşdünü ispatlayan Kieslowski için sinemadan çok yaşanmışlıklar önemli idi. Bunları sinemaya aktarmak da ortaya başyapıt filmleri ortaya çıkardı. Ruh, hisler, filmdeki loş ışıklar, çetrefilli ahlaki tartışmalar, insan ilişkilerindeki tevafuk/rastlantısal bağıntılarKieslowski filmlerinin ana hatlarındandır. Filmlerindeki aşk tanımlamaları genellikle az söz içerir. Sözden ziyade duyguların haritasını beden ve sinema diliyle harmanlayan Kieslowski’ye göre aşk da duyguların dizginlemez oluşudur bir bakıma. “Aşk Üzerine Kısa Bir Film’ adlı filminde bunu renklerde anlatır Kieslowski. Sahnelerde çokça kullanılan Süt-Beyaz ilişkisi aşkın safiyane duyguların dile getirilişidir. B
A
K
I
Ş
MERAKLISINA NOTLAR: -1980 Yapımı Yüzlerle Konuşmak Belgeseli -I’m So-So Belgeseli Kieslowski İle Söyleşi -DanusiaStok’un kaleme aldığıKieslowskiKieslowski’yi Anlatıyor Kitabı. Aslı Kutay Yoviç’in çevirmenliğini yaptığı, 2011 yılında Agora Kitaplığı’ndan çıkan eser filmografiyi anlamak için güzel bir eser. - Annetteİnsdrof’unKieslowski’nin filmlerinin analizini yapan belgesel yapım dikkat çekicidir. Paris’li Columbia Üniversitesi’nde Profesörlük yapan akademisyen özellikle Üçleme filmiyle yaptığı yorumlar önemlidir. KAYNAKLAR Cündioğlu, S. (2012) Sinema ve Felsefe.İstanbul:Kapı Yayınları. Sütçü, Ö.(2014) Felsefelogos. İstanbul: Fesatoder Yayınları. Zizek,S.(2014) Kieslowski. İstanbul: Encore Yayınları. Bazin, A.(2008) Sinema Nedir. İbrahim Şener (Çev) İstanbul:Doruk Yayınları. Monacao,J.(2000) Bir Film Nasıl Okunur?. Ertan Yılmaz (Çev) İstanbul:Oğlak Yayınları. Taşçıyan,A.(1999) Avrupalı Yönetmenler. Ankara:Kitle Yayınları.
“Sinemada versiyonunda olasılıklar açık.Her şeyin hala olası olduğu bir son bu. Ama yine de hiçbir şeyin olası olmadığını zaten biliyoruz.”
EYLÜL, 2018
SAYI:2
SEVMEK VE YOK ETMEK ARASINDAKİ İNCE ÇİZGİ ÖZGE OZANSOY
FLÖRT ŞİDDETİ Birçoğumuz duygusal ikili ilişkileri ergenlik çağında tadıyoruz ve hayatımızın ilerleyen evrelerinde aynı veya değişen partnerlerle bu duygusal bağı devam ettiriyoruz. Bu sürece hiçbirimiz neyin güvenli, neyin doğru, neyin yanlış olduğunu bilmeden, sorgulamadan devam ediyoruz. Bir nevi yaralar alarak doğru BAHSEDİLENLER
FLÖRT ŞİDDETİ
insanı bulmaya çalıştığımız, gözü kapalı yolculuklara çıkıyoruz. Elbette her zaman masallar gibi sonu güzel biten hikayelere sahip olmak zorunda değiliz. Bazen bir şeyler ters
FIZIKSEL, CINSEL,
gidiyor, çeşitli sebeplerden uyuşmazlıklar
PSIKOLOJIK ŞİDDET
oluyor ve ilişkiler sona eriyor. Bazen de
SOSYAL ŞİDDET
önemli olan, sonu nasıl olursa olsun
DİJİTAL ŞİDDET
Bir başka deyişle flört ederken sevgimizi
upuzun bir geleceğe uzanıyor. Burada yaşanan süreci nasıl devam ettirdiğimiz. nasıl ifade ettiğimiz.
EYLÜL, 2018
"Sevdiğinden kıskanıyor, sevgisinden gözü dönüyor, sevgisinden bu kadar merak ediyor, sevdiğinden beni kimseyle paylaşamıyor." Bu cümleler tanıdık geliyor mu? Bu cümlelerin arka planında yatan ve ihmal edilen bir kavram var: Flört şiddeti. Flört şiddeti sevgililerden birinin partnerine karşı fiziksel, cinsel, psikolojik, sosyal ve dijital şiddet içeren davranışlarda bulunmasıdır. Flört şiddeti, bitmiş ya da sürmekte olan heteroseksüel ya da homoseksüel ilişkilerde ortaya çıkabilir. Amerikan Hastalık Koruma ve Önleme Merkezi ise (CDC) flört şiddetini "bir flört ilişkisi kapsamındaki
SAYI:2
"Sevdiğinden kıskanıyor,
sevgisinden
gözü dönüyor,
sevgisinden bu kadar
merak ediyor,
sevdiğinden
beni kimseyle
paylaşamıyor."
herhangi bir cinsel saldırı, fiziksel şiddet, sözel ve duygusal kötü muamele" olarak tanımlamıştır. (Baldan ve Akış,2017:41)
Flört şiddeti kendi içinde 6 dala ayrılmaktadır. Fiziksel flört şiddeti, sevgilinin parterinin bedenine kasıtlı olarak zarar vermesidir. Sevgilinin partenerine vurması, tokat atması, yumruk atması, bir eşya fırlatması, bıçak ya da silah çekmesi, seni itmesi, tekmelemesi, ısırması, saçını çekmesi fiziksel şiddet örnekleridir.
EYLÜL, 2018
SAYI:2
Cinsel flört şiddeti, sevgilinin partnerine cinsel birliktelik veya yakınlık yaşamak için zorlaması, cinsellik konusunda “hayır”ı kabul etmemesidir. Sevgilinin istemediğin halde partnerini öpmesi ve ona dokunması, alkol veya madde etkisi altındayken ya da bilinci yerinde değilken cinsel birliktelik kurması, cinsel birliktelik sırasında, öncesinde veya sonrasında partnerine karşı küçümseyici ve kaba bir tutum sergilemesi, doğum kontrol yöntemlerini kullanmaması veya partnerinin kullanmasına izin vermemesi cinsel şiddet örnekleridir. Psikolojik flört şiddeti, sevgilinin partnerinde korku uyandıracak, partnerinin kendine olan güvenini ve saygısını zedeleyecek biçimde konuşması ve davranmasıdır. Sevgilinin partnerine isim takması, bağırması, iftira, hakaret veya küfür etmesi, ne yapması ve ne giymesi gerektiğini söylemesi, partnerini başkalarının önünde küçük düşürmesi, tehdit etmesi, kötülemesi ve ismini karalaması, suçlaması, yıkıcı bir biçimde eleştirmesi, “koruma altına alma” bahanesiyle yönlendirmesi, sırlarını başkalarına söylemesi psikolojik şiddet örneklerindendir. Sosyal flört şiddeti, sevgilinin partnerinin sosyal ilişkilerini kısıtlaması, kontrol etmesi ve partnerini sosyal çevresinden soyutlaması, yalnızlaşmasına neden olacak şekilde davranmasıdır. Sevgilinin partnerinin ailesi veya arkadaşlarıyla görüşmesine izin vermemesi, kimlerle arkadaş olduğunu kontrol etmesi, “namusunu koruduğunu” söyleyerek erkek arkadaşlarıyla konuşmanı yasaklaması, kıskançlık yaparak sosyal ilişkilerini kısıtlamaya çalışması ve kıskançlığı sevgisinin dışavurumu gibi göstermesi, arkadaşlarına zaman ayırdığında partnerini suçlaması, eleştirmesi veya partnerine küsmesi, sürekli başkalarıyla flört edip etmediğini araştırması, toplum, aile veya okul karşısında partnerini “utandırmak” ya da “rezil etmekle” tehdit etmesi sosyal şiddet örnekleridir.
EYLÜL, 2018
SAYI:2
Dijital flört şiddeti, sevgilinin teknolojik araçları partnerini kontrol etmek için kullanması, bu araçlar aracılığıyla onu tehdit etmesidir. Sevgilinin sosyal medya hesaplarının şifrelerini istemesi ve kontrol etmesi, sosyal medyada kimlerle arkadaş olabileceğine karar vermesi, resim ya da video göndermek için partnerini zorlaması, telefonunu veya bilgisayarını karıştırması, sürekli mesaj atması ve hızlı bir yanıt beklemesi dijital şiddet örnekleridir. Israrlı takip, ayrılınan ya da halen birlikteliğin devam ettiği sevgilinin partnerini sürekli izlemesi ve takip etmesidir. Takip davranışı, partnerde korku uyandırmayı, partnere gözdağı vermeyi ve güvencesiz hissettirmeyi hedefler. Eski sevgilinin haber vermeden veya davet edilmeden eve ya da okula gelmesi, partnerinin gittiği yerlerde karşısına çıkması, sürekli hediye veya çiçek alması veya göndermesi, arkadaş çevresiyle iletişim kurması ve partneriyle ilgili bilgi almaya çalışması, partnerinin eşyalarına zarar vermesi ısrarlı takip davranışı örnekleridir. (https://www.morcati.org.tr/tr/8-mor-catikadin-siginagi-vakfi/8-flort-siddeti 20 Agustos 2018’de erişildi)
EYLÜL, 2018
SAYI:2
Sadece evlilikte yaşanan şiddet değil flört esnasında yaşanan şiddet de partnerlerde travmatik etkiler bırakabilmektedir. İlişkinin evlilik boyutu olduğu kadar flört boyutu da önemlidir.
SEVMEK İLE İSTİSMAR ETMEYİ KARIŞTIRMA. KAYNAKÇA 1) Güliz Avşar Baldan ve Nalan Akış (2017),Uludağ Üniversitesi Tıp Fakültesi Dergisi 43 (1) 41-44, 2017 , 41 2) https://www.morcati.org.tr/tr/8-mor-cati-kadin-siginagi-vakfi/8-flort-siddeti Erişim Tarihi: 20 Ağustos 2018
EYLÜL, 2018
NO:2 SAYI:2
AŞKA ÜÇÜNCÜ SAYFA GÖZÜNDEN BAKIŞ Şeyma YİĞİT
Aşk gerçekten zarar verme temelinde gelişen bir duygu mudur?
BAHSEDİLENLER
Aşkın boyutu Aşk psikolojisi Patolojik aşk
Her gün aşk üzerine yeni ve acı olan birçok haberle gözlerimizi açıyoruz hayata. Karşılıksız aşkı yüzünden kendi hayatına ya da hak ettiği sevgiyi göremediğini düşündüğü için karşı tarafın hayatına son veren, sevgilisini darp eden istemediği şeylere zorlayan birçok haberle. Haberin öznesi konumunda biz yer almadığımız için okuyup geçiyoruz veya daha iyimser bir tablo ile ‘Amaan canım olan olmuş zaten ben ne yapabilirim ki?’ diye düşünüyoruz. Sadece bir haber olarak göz atıp geçsek de aslında olup bitenler hayatın ta kendisi. Peki bir kimsenin karşısındaki kişiyi bu kadar çok sevmesine ve aşık olduğunu iddia etmesine rağmen bunları ona yaptıran nedir? Aşk gerçekten zarar verme temelinde gelişen bir duygu mudur? Bu yazımızda sözünü ettiğimiz bireylerin kalbinde yaşattıkları aşkın boyutuna ve aşkın psikolojisine değineceğiz.
EYLÜL, 2018
İnsanlara ‘en çok neye sahip olmak istiyorsunuz?’ şeklinde bir soru sorulduğunda mutluluk, para, sağlık vb. gibi kelimelerden sonra en çok bahsedilen kavramın aşk olduğu görülmüştür. En çok kullanılan arama motoru Google’da bir ayda ortalama 180 milyona yakın kişinin aşk sözcüğünü aratması aşk kavramının insanlar tarafından ilgi çekici olduğunu göstermektedir (Açıkel, 2013). Aşkın mutlak bir tanımını yapmak zor görünse de her kuram kendi içinde bir tanımlamaya gitmiştir. İnsan yaşamı için vazgeçilmez olan iki temel dürtüden söz eden ve bu iki temel dürtünün cinsellik ve saldırganlık olduğunu ifade eden Freud’a göre aşk cinselliğin yüceltilmesiyken, bağlanma davranışı üzerine yavru maymun deneyleri ile adından söz ettiren Harlow’a göre aşk bağlanma davranışının ta kendisidir. Toplum filozofu olarak anılan E.Fromm’a göre de aşk ilgi, sorumluluk ve saygı davranışlarından ibarettir (Moss ve Schwebel, 1993; Akt., Atak ve Taştan, 2014). Her bir tanım kendi başına doğru olsada maalesef ‘Aşk Nedir?’ sorusunu girişte söz ettiğimiz bireylere uygun olarak yanıtlayamıyor. Girişte sözünü ettiğim bireylerin yaşadığı aşk, aşkın daha çok patolojik yanını işaret etmektedir. Peki nedir ‘patolojik aşk’?
NO:2 SAYI:2
"İnsanlara ‘en çok neye sahip olmak istiyorsunuz?’ şeklinde bir soru sorulduğunda mutluluk, para, sağlık vb. gibi kelimelerden sonra en çok bahsedilen kavramın aşk olduğu görülmüştür."
EYLÜL, 2018
"Eğer ilişkide görece daha sağlam olan bu dönemlere geçilebilmişse ilişkinin kalıcı ve doyurucu olacağı öngörüsünde bulunabiliriz." Aşkın ilk dönemlerini insanların yaşam dönemlerinden biriyle eşleştirmek gerekirse bu şüphesiz çocukluk çağı olur. Duygu dünyası zengindir, hayaller fanteziler ön plandadır. Dönem yoğun olarak heyecanlı, coşkulu geçer. Ama ilerleyen süreçlerde sevgi, saygı, güven gibi sağlam duyguların yaşandığı dönemlere sıra gelir. Eğer ilişkide görece daha sağlam olan bu dönemlere geçilebilmişse ilişkinin kalıcı ve doyurucu olacağı öngörüsünde bulunabiliriz. Aksi taktirde ilişki gelişimini tamamlayamamış bir çocuk gibi olgunlaşamaz. Olgunlaşamayan bir ilişki için iki ihtimal söz konusudur: ilişki ya biterya da hastalıklı bir aşka dönüşür. (1) Hissedilen aşk duygusu bir benlik mücadelesinden ibaret olmaya başlar. Aşkı patolojik boyutta yaşayan birey kendi benliğini tek başına inşa edemez, maşuk olmazsa mutlu olamaz, kendi başına verime ulaşamaz, hayatına eskisi gibi devam edemez. Sözünü ettiğimiz mücadele aşkın doğasına aykırı olduğundan bu durum ilişkinin atmosferini bozmaya başlar. Asıl gaye sevmek-sevilmek olmaktan uzaklaşıp benliği beslemeye dönüşür. Patoloji boyutunda yaşayan kişinin benliği balon misali şişerken maşukun benliği gittikçe önemini yitirir. (2) Adeta bir bağımlılık gibi ihtiyaçların giderildiği, benliğin beslendiği durumlarda her şey harika iken ihtiyaçları giderme noktasında yaşanan ufacık bir eksiklik bile çeşitli krizlere davetiye çıkarmaktadır. Bunların neticesinde de aşık, maşuku kontrol altına almaya ve bunaltmaya başlar. Maşuk için birliktelik artık katlanılamaz boyutlara ulaşır. İlişkiden, görüşmelerden kaçınmaya başlar. Tartışma ve kavgalar ortaya çıkar.İlişkinin büyüsü bir kere bozulmuştur artık, ayrılıp barışmalar hız kazanır.
NO.2 SAYI:2
EYLÜL, 2018
Yapılan incelemeler ve uzman görüşleri doğrultusunda hastalıklı aşkın üstesinden gelmenin bir yolu vardır: beyindeki ‘'medialinsula’ bölümünü aktif hale getirmek. Sözünü ettiğim bölümün agresif davranışlar üzerinde güçlü bir etkisi bulunmaktadır. Bu bölüm çoğunlukla çatışmalı anlarda aktive olup, anlaşmazlıkların üstesinden gelmeye yaramaktadır. Dikkat, motivasyon ve hafıza ile ilgili beyin alanlarını aktif hale getirerek stresin azalmasını sağlamaktadır. (3) Nöropsikiyatri uzmanı Dr. Adnan Çoban’a göre hastalıklı aşkın yarattığı ilişki artık kangrene dönüşmüştür. Tek çare olarak ayrılığı görmek kaçınılmazdır. Böylesi bir ayrılığın sonunda eğer duygu yoğunluğu bir alık süre içinde gitgide azalıp etkisini kaybediyorsa sorun yok demektir. Ayrılık ertesi ağlamalar üzüntüler en olası sonuçlardır fakat söz konusu duygu boşalımının da belli bir süresi vardır. Ancak bu süre gerekenden oldukça uzun sürüyor ve geçmiyor gittikçe kördüğüm halini alıyorsa altında ciddi psikolojik sorunların olduğunu düşündürmektedir. Böyle bir durumda yapılacak en doğru şey bir psikiyatri uzmanına danışıp yardım almaktır. Sözlerimi yaşadığınız ya da yaşayacağınızın aşkın sağlıklı olmasını dileyerek noktalıyorum. Aşkla kalın, aşkla yaşayın :)
NO.2 SAYI:2
"Bir ayrılığın sonunda eğer duygu yoğunluğu bir alık süre içinde gitgide azalıp etkisini kaybediyorsa sorun yok demektir."
EYLÜL, 2018
Kaynaklar ve İleri Okuma Açıkel, M. (2013) Üniversite Öğrencilerinin Aşk Biçimleri ve Kişilik Özellikleri Arasındaki İlişkinin İncelenmesi. Hacettepe Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi. Ankara. Atak, H , Taştan, N . (2014). Romantik İlişkiler ve Aşk. Psikiyatride GuncelYaklasimlar - CurrentApproaches in Psychiatry, 4 (4), 520-546. 1: http://www.adnancoban.com.tr/hastalikli_ask.html Erişim Tarihi: 15.08.2018 2: https://www.sozcu.com.tr/hayatim/yasam-haberleri/askinizpatolojik-mi/ Erişim Tarihi: 15.08.2018 3: http://www.milliyet.com.tr/ask-bir-hastalik-mi--pembenardetay-ruhsagligi-539552/ Erişim Tarihi : 15.08.2018 Gregory Dart – Karşılıksız Aşk Doç. Dr. Özer Şenödeyici - Aşk Hastalık Mıdır, Değil Midir? Nevbahar Atabay - Tutulma - Aşkın Patolojisi
NO.2 SAYI:2
EYLÜL, 2018
NO:2 SAYI:2
EKONOMİNİN CAZİBESİ: MARKA AŞKI Büşra İLCAY
BAHSEDİLENLER
Nedir bu marka aşkı? Kişiler arası ilişkilerde marka aşkı Nesne-insan ilişkisi
Nedir bu marka aşkı dediğinizi duyar gibiyim. “Nedir bu marka aşkı?” diye sorduğunuzu duyar gibiyim. Aslında biz bunu halk arasında marka takıntısı olarak duyuyoruz. İçinde bulunduğumuz çağda teknolojik, siyasi ve ekonomik gelişmelerle birlikte sanayi ve bilgi toplumunun yapısı gibi kavramların da etkisiyle günümüzün pazarlama anlayışını oluşturan önemli kavramlarından birisidir.Marka aşkı (lovemarks), küresel pazarın önemli reklam ajanslarından Saatchi & Saatchi’nin CEO’su Kevin Roberts tarafından pazarlama dünyasına kazandırılan bir kavramdır (Roberts,2005, s.35). Robert Kevin’e göre gelecekteki markaların arkasında yatan düşünce şudur: “Her marka sevilmeyi beklediği gibi her tüketici de sevdiğibir markaya sahip olmak ister”. (Roberts,2005; akt. Önen, 2018).
EYLÜL, 2018
Aşk markasını “insanların onsuz yapamadığı, aralarında güçlü bağların olduğu karizmatik markalar” olarak tanımlayan Roberts; “Bir marka ortadan kalktığında insanlar başka bir markaya geçer, bir aşk markası ortadan kalkarsa insanlar onun yokluğunu protesto eder. Diğer markalar arasından sıyrılıp aşk markası haline gelmek için sadece daha kaliteli olmak ya da estetik bir ürün sunmak yetmez. Aşk markalarına duyulan bağlılık, mantıksal nedenlerin ötesindedir. Onlar diğerlerinden bir adım önde değil bir sınıf yukarıdadır. Ayrıca güven, aşk markasının önemli bir unsurudur. Saygı yoksa sevgi de yoktur.” ifadelerini kullanarak müşterilerin ilgili markaya duydukları aşkın oldukça önemli olduğunu vurgulamaktadır.(7) (Roberts,2005; akt. Kalyoncuoğlu, 2017) Markalara duyulan aşk, insanlar arasındaki karşılıklı ilişkiden esinlenerek nesne-insan ilişkisinden ortaya çıkmış bir kavram olarak da tanımlayabiliriz. Bahra, Ahuvia ve Bagozzi (2012) marka aşkının temelden tasarlanacak, müşteri deneyimine bağlı olarak geliştirilecek ve ancak geçerli bağlantılar sağlandıktan sonra kişiler arası aşk ile bağlantısının kurabileceğini belirtmişlerdir. Bu nedenle marka aşkını tüketici deneyimi sonrası pek çok bilişsel, duygusal ve davranışsal yapıyı içeren bir ilişki olarak ele almışlardır. Marka bağlılığından farkı ise bunun çok daha ötesinde kişinin kendine özel kurduğu bağlar ve atfettiği değerler ile markaya bağlılık sağlamasıdır (Bahra, Ahuvia ve Bagozzi, 2012; akt. Özyer, 2015).
"Pek çok insanın nesnelere karşı yoğun hissedilen duygular bireylere göre farklılık gösterir. Bu nesneler bazen bir bilgisayar, telefon veya herhangi bir fotoğraf karesi, resim olabilecekken bazen de bir hayvan olabilir." Marka aşkı üzerinde yapılmış olan eski çalışmalardan Sternberg’in (1986) samimiyet, tutku ve bağlılık bileşenlerinden oluşan ve bireyler arası aşkın anlatıldığı Üçgen Aşk Teorisi’ni temel alan Shimp ve Madden’in (1988) yapmış oldukları çalışmadır. Yazın incelendiğinde marka ve aşk ikilisi üzerinde yapılan ve bireylerin nesneleri sevip sevmediğini belirlemeye yönelik olarak bütüncül bir yaklaşımla nesnelere duyulan aşkı konu alan ilk önemli ampirik çalışma, Ahuvia’nın (1993) çalışmasıdır. Pek çok insanın nesnelere karşı yoğun hissedilen duygular bireylere göre farklıklık gösterir. Bu nesneler bazen bir bilgisayar, telefon veya herhangi bir fotoğraf karesi, resim olabilecekken bazen de bir hayvan olabilir. Fournier (1998) da yapmış olduğu çalışmada, müşterilerin markalarla olan uzun vadeli ilişkilerinde markalara duyulan aşkın öneminden bahsetmiştir.
NO:2 SAYI:2
"Markalara duyulan
aşk, insanlar arasındaki karşılıklı ilişkiden esinlenerek nesneinsan ilişkisinden ortaya çıkmış bir kavram olarak da tanımlayabiliriz.* "
EYLÜL, 2018
"Kişiler arası ilişkilerde de olduğu gibi marka aşkı tek taraflı gelişmez." Kişiler arası ilişkilerde de olduğu gibi marka aşkı tek taraflı gelişmez. Bunun için iki taraflı, diğer bir deyişle hem marka hem de tüketici tarafından geliştirilen bir takım davranışlar gerektirir. Diğer taraftan bu ilişki kısa süreli yoğun duygularla gelişen aşk ilişkisinden ziyade uzun süreli kavrayışlara, hatıralara, duygulara ve davranışsal alışkanlıklara dayanan dostluk ile bağdaştırmak daha yerinde olacaktır (Bahra, Ahuvia ve Bagozzi, 2012; akt. Özyer, 2015). Marka aşkı üzerinde, marka güveni ile marka sadakati ve başka değişkenlerin de bu kavramı açıklamaya yardımcı olabileceğini belirtebiliriz. Bununla birlikte marka aşkının zamansal gelişimine ilişkin yapabileceğiniz detaylı araştırmalar da aktarmış olduğumuz bu bilgilere katkısı olacaktır. “
KAYNAKÇA 1)AYDIN, H. (2016). Marka Aşkının Değerlendirilmesi: Beyaz Eşya Kullanıcıları Üzerine Bir Araştırma.1. Tüketici ve Tüketim Araştırmaları Dergisi, 8(2), 125. . 2)AYVAZ, S. Aşkın Tüketim Kültürü Üzerinden Yeniden Anlamlandırılması: Markafoni Örneği. Ankara Üniversitesi İLEF Dergisi, 4(1), 149-170. 3)KALYONCUOĞLU, S. (2017). Markaya Duyulan Güven ile Marka Sadakati İlişkisinde Marka Aşkının Aracılık Rolü: Starbucks Markası Üzerine Bir Araştırma The Mediating Role of Brand Love in the. Journal of Tourism and Gastronomy Studies, 383, 402. 4)ÖNEN, V. (2018). Marka Değerinin Marka Aşkına Etkisinin İncelenmesi: Starbucks Cafe Örneği. 5)ÖZYER, G.N. (2015). Marka Aşkının Marka Sadakati ve Ağızdan Ağıza Pazarlamaya Etkisi: Pilot Bir Araştırma. 6)ROBERTS, K. (2005)Lovemarks: The Future Beyond Brands. New York:Power House Books. 7)www.capital.com.tr Erişim Tarihi: 15 Ağustos 2018
NO.2 SAYI:2
EYLÜL, 2018
SAYI:2
DİZEDEN NOTAYA GEÇERKEN AŞKA NE OLUR? AYTEKİN YILDIZ
Güzel bir ikilem diyebiliriz dizecilerle notacıların arasındaki bu fikir ayrılığına. Sahi, aşkın güzel ve saf hali dizelerde mi yaşanır, yoksa notalar, bu duyguya dizelerden daha çok ne katar hep merak etmişimdir. Her ne kadar ikisinin de yeri benim için başka olsa da notaları, aşkı anlatmada bir kademe daha iyi gördüm dizelerdeki tınıyı kulağa nakşettiği için ama siz okurlarım, sizin görüşlerinizi değiştirmeye çalıştığımı düşünmeyin sakın :) Aşk kavramı yüzlerce mısrayla şiir edildi, sonra da müzikle can buldu. Faruk Nafiz'in "Sakın bir söz söyleme, yüzüme bakma sakın; sesini duyan olur,sana göz koyan olur." mısralarını bağıra bağıra söylediğimiz İntizar şiirine Neşe Karaböcek 1972 yılında çıkardığı aynı isimli şarkıyla ruh üfledi. Nazım'ın şiirlerine müptezel,üstad Cem Karaca az mı notaya döktü o güzelim mısraları. "Bence artık sen de herkes gibisin" dedi Nazım sevdiğine. Cem Karaca ise belki de tüm aşıkların sesi oldu o notalarla. Dinleyen her insan kendi aşkından bir şeyler buldu. Sevdiği adama veya kadına duygularını ifade edemeyip hislerine karşılık alamayan, veyahut sevdiğine olan aşkını daha güzel dile getiren şarkılar onca kalbe hitap etti yıllarca. "Çocuklar gibi" dedi Sabahattin Ali, çocuklar gibi bir gün ağlayan bir gün gülen aşka da minik serçe Sezen Aksu hayat verdi.
EYLÜL, 2018
SAYI:2
Evet şiire nota, beste vs şeyler dışında eklenen hiçbir şey yok. Biraz ses yeteneği, biraz enstrüman uygunluğu, iyi koşullar, iyi bir çalışma ve sonunda 3-5 dakikalık bir kayda alınan o şarkılar nasıl olur da mısramısra buram buram kokan aşkı daha iyi aktarır deyişinizi duyuyor gibiyim. Haklısınız. Attila İlhan'ın "Sanki gökyüzünde bir buluttular, nereye kayboldular şimdi kim bilir.Ne kadınlar sevdim zaten yoktular, böyle bir sevmek görülmemiştir” mısralarını şarkı yapan Ahmed Kaya, belki de o mısraları hakkıyla yaşayabilmek için yıllarca aşık olmayı bekleyen Attila İlhan'dan daha iyi mi aktardı şimdi aşkı? İşte burada şarkıların bizim coğrafyamız için şiirlerden daha geniş çaplı etki uyandırdığı görüşüyle gelmek isterim. Okumayan bir toplumuz. Okumayla aramız pek de iyi olmadığından haliyle mısralardaki duygu yoğunluğunu 3-5 dakikalık şarkılarla dindirmeye çalıştık yıllarca. Aslında onca sanatçı, sırf "Bizim toplum okumayı sevmiyor, biz de onlara bir güzellik yapıp herkese hitap etsin diye bunları şarkı yapalım." dememişlerdir herhalde. Evet ne kadar güzel giderken, konunun bir anda biraz soğuk ve ciddi hale gelmesi beni de üzdü açıkçası. Fakat o aşkı en güzel hissetmenin yolu şiirini de okumak, şarkısını da dinlemektir asıl. Örneğini verdiğim mısraların şarkılarını hatta daha fazla şarkıyı onları dinleyenlere sordum. "Bu sözler kime ait?" Hep aynı cevabı aldım, "Söyleyene tabiki de." Her bir şiirin sahibinin kendi aşkına ithaf ettiği mısraları, kendi duygularımızdan parçalar görerek çoğunlukla "okumadık", dinledik. Evet müziği üstün gören ben de, fakat siz okurlar, kalplerinizde büyüttüğünüz aşkı illa ki bir şarkıyla anlamlandırmak istiyorsanız, öncelikle sözlerini anlamlandırın içinizde. Sonrası mı, sonrasını söyler Cem Karaca "Ben bir ceviz ağacıyım Gülhane parkında, ne sen bunun farkındasın ne de polis farkında.." B
A
K
I
Ş
"Ben bir ceviz ağacıyım Gülhane parkında, ne sen bunun farkındasın ne de polis farkında.."
EYLÜL, 2018
SAYI:2
AŞKIN ŞİİR HALİ Burcu YAPAR Özdemir Asaf’ın kalbini hızlı hızlı çarptıran, Turgut Uyar’da İzmirlere filan gitme isteği uyandıran, Sohrap Sepehri’yi çerçi oldurup sokaklar gezdiren, Nazım Hikmet’i, sevgilisinin yanında kalabilmek için, çiçek olmaktan, toprak olmaktan vazgeçirtip kül olmaya razı eden, Edip Cansever’in içinde az az yaşattığı: Aşk. İnsan, içini kıpır kıpır eden, yüreğinde çiçekler açtıran, tanımlayamadığı o duyguyu hissettiğinden bu yana kağıda kaleme sarılmış, şiirler yazmış, bin bir tarifini yapmaya çalışmış içinde büyüttüğü hislerinin. Bu hisler ki insana olmadık şeyler yaptırmış; yollara düşürmüş, mütebessim bir edayla sokak sokak gezdirmiş, hatta sokaktaki köpeklerin gözlerinden öptürmüş, kâh güldürmüş kâh ağlatmış. Bazıları gelişiyle bilmiş aşkın ne olduğunu bazıları gidişiyle… Kimisi yıllarca arayıp bulamamış, kimisi bulduğunda anlayamamış, kimisi de bir dakika bile geç kalmamak için hep erken varmış sevdiğine. Kimisi de karşılık beklemeden sevmiş yıllarca… BAHSEDİLENLER
Aşk betimlemeleri Yazarların bakış açıları Aşık olmak
Şairler, aşkı en güzel tarif edenler… Belki de hislerin en güzel şiirle ifade edilmesinden. Varlığının da yokluğunun da en iyi şiirle anlatılabilmesinden. Sait Faik’in “Ben onsuz edemem/ Eli elimin içinde olmalı/ Gözlerinin içine bakmalıyım/ Sesini işitmeliyim” demesi, Turgut Uyar’ın “Bir bozuk saattir yüreğim / hep sende durur” demesi, Cemal Süreya’nın “Aşktın, gidişinden bildim seni” demesi, Nazım Hikmet’in “Sen elmayı seviyorsun diye elmanın da seni sevmesi şart mı?” demesi hep bundan…
EYLÜL, 2018
SAYI:2
Yaşar Kemal’in cenazesinde Adnan Yücel’in, “Aşksız ve paramparçaydı dünya” diyerek başladığı şiirde olduğu gibi aşksız bir dünya paramparça ve sopsoğuk olacaktır şüphesiz. Birini sevdiniz mi yangındır artık parmaklarınız. Çünkü bir insanı sevmekle başlıyor her şey, aşk ile baktığımızda güzel bu dünya… Bir kedi, bir yıldız, bir gül, bir ağaç, bir şiir, bir yaprak ve umulmadık herhangi bir şey bambaşka bir anlama kavuşuyor o vakit. Birhan Keskin şu dizede kanıtlıyor aslında sevginin her yerde olduğunu: “Ben bunu gözlerimle gördüm, yalan yok, kendi balkonumda! / Bir acı biber bile yanındaki bibere sarılıyordu.” Öyleyse Altan Erkekli söz alsın burada ve desin ki: Aşık Olun! Gösterin birbirinize yalnızlıklarınızı! Attila İlhan, Pia’nın ellerini tutabilse eksiksiz ölecekti, Tarık Tufan sevdiğine sarıldığında ölse dünyanın en mutlu insanı olarak ölecekti, siz mutlu ve eksiksiz ölün. Haydar Ergülen’in dediği gibi küsecek kadar sevin birini. Suçüstü yakalasın aşk sizi!
Birini sevdiniz mi yangındır artık parmaklarınız. Çünkü bir insanı sevmekle başlıyor her şey, aşk ile baktığımızda güzel bu dünya… Bir kedi, bir yıldız, bir gül, bir ağaç, bir şiir, bir yaprak ve umulmadık herhangi bir şey bambaşka bir anlama kavuşuyor o vakit.
EYLÜL, 2018
SAYI:2 SAYI:2
YETER Kİ SEN ÜZÜLME Ahmet Burak ÇÜRÜK
Mona Roza Mona Roza, siyah güller ak güller, Geyvenin gülleri ve beyaz yatak, Kanadı kırık kuş merhamet ister, Ah senin yüzünden kana batacak, Mona Roza, siyah güller ak güller. Sezai Karakoç
BAHSEDİLENLER
Sezai KARAKOÇ'un aşka bakışı Aşka inanmak Yeter ki sen üzülme
Ah senin yüzünden kana batacak Mona Roza… Bilenleriniz vardır Sezai Karakoç’un bu muhteşem dizelerini. Bilmeyenleriniz içinse yazımın sonunda merak etmenizi ve tamamını gözden geçirmenizi tavsiye ederim. Neden mi? Çünkü bu yalnızca bir şiir değil, bu; bir insanın bir insana ne denli bağlanabileceğini anlatan, bir insanın bir insana nasıl cümleler kurdurabileceğini bize hatırlatan ve insana insan olmanın amaçlarından birini fark ettiren en önemli namelerden. Peki ya nedir bu şiiri bu kadar anlamlı kılan? Çok da uzun tutmadan kısacık bahsedeyim. Sezai Karakoç, zamanında bir kadına aşık olur. Ama öyle böyle bir aşk değildir bu. Kavuşamazlar. Kavuşamadıkça aralarındaki bağ azalacağına daha da artar sanki. Tabi ki biraz da tek yönlü bir bağdır bu. Üzerinden yıllar geçmesine rağmen unutamaz kadını. Ve on dört dörtlükten oluşan, dörtlüklerin baş harflerine kadının adını kazıdığı bu muhteşem eser çıkar ortaya. Her bir dörtlüğün ilk cümlesinin başındaki harfleri aşağıya doğru okuduğunuzda, karşınıza ‘’Muazzez Akkaya’’ isminin çıktığını görürsünüz.
EYLÜL, 2018
2 SAYI:2
İçinizden:’’ Vay bee ne aşkmış.’’ Diyenleriniz olduğunu duyar gibiyim. Gelin şimdi aşkı inceleyelim. Sizce aşk mıdır bu dizeleri yazdıran? Yoksa aşk sandığımız ama karşımızdaki insanın varlığı ile kendimizi tanıdığımız bir yaşantılar silsilesi mi? Yoksa kendimizi tanımak adına kurduğumuz ilişkiler mi? Gerçi aşka kaçımız inanıyoruz? Sahi, inanılmayan bir durum yaşanabilir mi sizce? Yaşanırsa ne hissederiz? Ya da yaşadığımız şeyin o his olduğunu nasıl fark ederiz? Ne de çok soru sordunuz cümleleri kulaklarıma geliyor sanki ama elimde değil. Neden mi? Aşk dediğimiz kavram, bir soru işaretleri evreni belli. Bir soruya cevap ararken diğer bir soruyu karşımıza çıkaran bir fırtına yelkeni. Cevapladıkça yenisi, cevapladıkça yenisi… Her biri ayrı ayrı derin, belli. Dipsiz bir kuyuda toplu iğne aramak gibi sanki. Dikkatsizce ulaştığında canını acıtabilecek, zamanını ayarladığında seni kendine getirecek, hayatına anlam katarak anlamsızlığı yok edecek. Otururken birlikte yıldızların altında, bir yıldız kayacak ve sen yıldıza değil de ona bakacaksın. Gözündeki tek yıldızın o olduğunu daha derinden anlayacaksın. O, kayan yıldızları sayarken, ‘’bir, iki, üç…’’ sen sayamayacaksın. Çünkü bileceksin ki evrendeki tek yıldız senin yanında, kayan gözlerinin radarında, gözden kayboluyor arada sırada. İzlemeye doyamayacaksın zaman zaman. Kıyamayacaksın bakmaya ve belki de gözünü kaçıracaksın birçok an. Peki ya yanında attığı kahkahalar ne olacak? Kaldırabilecek misin bu kadar mutluluğu? Ağır gelmeyecek mi bunca şeyden sonra?Sana her baktığında erimeyecek misin bir kar misali? Peki ya nasıl belli etmeyeceksin tüm bu içindekileri? Ağustos böcekleri gibi kabuk mu değiştireceksin yoksa?
"Peki ya yanında attığı kahkahalar ne olacak? Kaldırabilecek misin bu kadar mutluluğu? Ağır gelmeyecek mi bunca şeyden sonra?Sana her baktığında erimeyecek misin bir kar misali? Peki ya nasıl belli etmeyeceksin tüm bu içindekileri? Ağustos böcekleri gibi kabuk mu değiştireceksin yoksa?"
EYLÜL, 2018
Önceden olduğun insandan bin bir farklı yolda… Hiç kafana takma. An’ı yaşa. Bırak kendini en derin boşluklara. Varsın götürsün seni bilinmez çıkmazlara. Peki ya sonra? Birkaç deneme yıldırmasın seni, aman sakın ha. Belki de karşına başkası çıkacak çok yakın bir zamanda. Kaldır kafanı, eğme başını asla.Ne yaşadıysan bir tecrübe yalnızca.Çevrene bak, incele insanları. Takılma tek bir kişiye veya tek bir şeye. Doldur hayatı güzelliklerle. Kimin yanında gülüyorsan onunla yaşa.Sanki kaç yıl yaşıyoruz ki bu hayatta? Değerini bilenlere, seni sen olarak hissettirenlere ver bir de şansı.En büyük eksikliğimiz ne biliyor musun? Cesaret. İlk adımdan sonrası gelir hep. Yeter ki sen iste ruhunun derinliklerinde. Olmaz deme, dene. Bizler insanız, denemeden anlayamayız.Hayatın anlamını gördüysen eğer karşındakinde, durma geç harekete. Kopsun inceldiği yerde. Yeter ki sen üzülme…
SAYI:2 SAYI:2
"İlk adımdan sonrası gelir hep. Yeter ki sen iste ruhunun derinliklerinde. Olmaz deme, dene. Bizler insanız, denemeden anlayamayız."
#BANAGÖREAŞK Elif TATAR @01eliftatar: Aşkı yaşamadan da onu tanımak. Yusuf MAKBUL @yusuf.makbul : Aşk,ruhu ruha akıtmaktır. Silan Çolak @silancolak: Aşk,iki insanın birbirini birbirinde tanımasıdır. Arzu KALINCI @arzukalinci :Aşk bilişsel bir çarpıtmadır.Aşık olanın aşık olunanı Polyanna gözükleri ile gördüğü ve olumsuzluklarını hep bir savunma mekanizması ile yok saydığı,bu arada da bulutlarda uçtuğu ancak elbet bir gün yere çakılacağı karmaşık bir ruh halidir. Zeynep ÇOBANLAR @zeyneperay33 :Beklentisiz bir beraberlik,her an anlaşılmaktır. Psikolojik Danışman @pdr_km :Kaybedeceğini bilsen de vazgeç(e)memek,SEN'in ötesine geçip onun yüreğinde yaşamayı öğrenmek. Aytekin YILDIZ:Aşk,bir anka kuşu misali kendini bulmaktır kanat çırptığın gökyüzünde. Ahmet Burak ÇÜRÜK:Aşk;gece karanlığında yürürken ay ışığında dans etmektir. Özlem ERİKLİ:Aşk,hayat molasının keyifli anlarıdır. Harun Remzi ÜNDAR: Aşk,kişilik yapbozunun eksikliği hep hissedilen parçasıdır. Özge OZANSOY: Aşık olmak avucunda sıkmak değil,beraber özgür olabilmektir. Mustafa ATAŞ: Aşk "ben" leri yok etmek pahasına "biz" olabilme sanatıdır. Burcu YAPAR: Aşk, "Artık mutluyum ey kuşlar!" diye bağırabilmektir. Elif SAN: Aşk,tüm duyguların üçüncü halidir. Şeyma YİĞİT: Aşk,tüm beklemelerin en anlamlısıdır. Senem PETEK: Aşk,yaşanmadığı sürece evrenin sonsuzluğu gibi belirsizdir.Bu belirsizliğe kişinin içerisinde bulunduğu kompleks yapı dahil olunca büyülü bir hale bürünmesi kaçınılmazdır.
#BANAGÖREAŞK Merve YILDIRIM:: Aşk;hiç görmediğiniz bir şehrin sokaklarını daha önce defalarca gezmiş gibi hissetmemiz gibi,o insanla karşılaşınca sanki tüm ömrümüz onunla geçmiş gibi hissetmenizdir. Yekta GÖRGÜLÜ: Ölümsüz olmasına karşın kendinde olmayanı arzulaması sebebi ile tanrı olmayan aşk da,insan ile tanrı arasında bulunan insana tanrının buyruklarını,tanrıya ise insanların isteklerini bildiren bir daimondur. Canberk GÜNERİ: İki farklı ruhun bütünleşme arzusuyla tek bir bedende buluşmasıdır aşk. İsa YAPAR: Aşka dair bir tanım? Aşk olsun,ne zor bir iş.Daralan gecede boş yere aramak sevinci beraberken acıyan,ayrılınca neden böyle çekici? Vildan YILDIZ: Aşk,bir bilinç tutulmasıdır.Bir yerde erimektir pare pare,bir yerde de iki iken bir olmak ve tek vücut olmaktır. Beyza Nur KÖKCÜ: Aşk;kim tarif etse uymuyor kalıbına .Kim yaşasa bu aşkı Anlatamıyor,hissettiremiyor bize Hepsi desem.Yine olmuyor tanım. Kim tanımlayabildi ki aşkı Bir kalıba sığdırdı? Tanımlayabilenlere cevabım; Aşk,sonsuzluk eseridir Sonsuzluk da akıl ürünü değildir. Büşra İLCAY: Aşk;ego sınırlarının geçici yıkılışı ile dıştan gelen uyarıcıların bütünlüğüne karşın bireyin kalıpsal yanıtı olarak kişinin sevdiğini mükemmel olduğuna inanmasıdır. Nermin Kılıç: Aşk;bir sarhoşluktur.Hem insanı kendini aramaya başlatabilecek bir mesnet hem de kendini arayışı sırasında gerçekliğinden sıyıran bir hilafhakikat olan., Burcu ŞAHİNER: Aşk,ait olduğun yeri bilmektir.Ayrı zamanda aldığın nefesi aynı zamanda vermektir. Çağla Nur BOSTANCI: Aşk,beyinde başlayan kalbe düşen eşsiz bir histir. Uğur Yiğit KARATAŞ: Aşk,evrimsel olarak soyu devam ettirme mekanizmamızın bize armağanıdır.