DAİMON ÖZGÜRLÜK SAYISI

Page 1

3:IYAS

DAIMON 8102 MIKE

Ö Z G Ü R L Ü K


DAİMON DERGİ

AYLIK BİLİM,FELSEFE,PSİKOLOJİ,KÜLTÜR VE SANAT DERGİSİ SAYI 3 EKİM 2018 daimondergi@gmail.com

İLETİŞİM

instagram/dergidaimon twitter/dergidaimon daimondergi.wordpress.com

DÜZENLEME KURULU

Ahmet Burak ÇÜRÜK Burcu YAPAR Harun Remzi ÜNDAR Uğur Yiğit KARATAŞ

TASARIM

Beyzanur KÖKCÜ Canberk GÜNERİ

YAZARLAR

İLETİŞİM SORUMLUSU

Ahmet Burak ÇÜRÜK Ayşe GÖRGÜLÜ Aytekin YILDIZ Berkem TOPARLAK Beyzanur KÖKCÜ Burcu ŞAHİNER Burcu YAPAR Büşra İLCAY Canberk GÜNERİ Çağlanur BOSTANCI Elif SAN Hatice Vildan YILDIZ Harun Remzi ÜNDAR Merve Döne YILDIRIM

İsa YAPAR Merve Çavuş Merve Döne YILDIRIM Mustafa ATAŞ Nermin KILIÇ Özge OZANSOY Özlem ERİKLİ Serap ILGIN Şahsenem PETEK Şeyma YİĞİT Tansu AY Uğur Yiğit KARATAŞ


DAİMON DERGİDE BU SAYIDA NELER VAR? İÇİNDEKİLER

AIT OLUNAN YER: HAKUNAMATATA: BERKEM TOPARLAK BİR BEDEL ÖDEME PRATİĞİ OLARAK İNSAN ÖZGÜRLÜĞÜ: SERAP ILGIN

BİR ÖZGÜRLÜK SINIRI OLARAK TEOLOJİ: NERMİN KILIÇ

THOREAU’NUN WALDEN ÖZGÜRLÜĞÜ: CANBERK GÜNERİ

GÜNEŞE HASRET ÇOCUKLUK: BURCU YAPAR KADIN ÖZGÜRLÜĞÜNE SANATSAL BAKIŞ: FRİDA: ÖZLEM ERİKLİ KANT'IN PRATİK AKLIN ELEŞTİRİSİ’NDE ÖZGÜRLÜK KAVRAMI: MUSTAFA ATAŞ INTO THE WİLD FİLMİ VE MODERN ÇAĞIN ÖZGÜRLÜK ALGISI: HATİCE VİLDAN YILDIZ

ÖZGÜRLÜK VE SINIRLAR: AHMET BURAK ÇÜRÜK SÖZDE ÖZGÜRLÜK: ÖZGÜR KÖLELER: HARUN REMZİ ÜNDAR ÖN YARGI ALGORİTMASINI YARATIYOR:YAPAY ZEKANIN GELECEĞİ: UĞUR YİĞİT KARATAŞ ÖZGÜRLÜK KAVRAMININ TARİHSEL SÜREÇTE EVRİLİŞİ: MERVE DÖNE YILDIRIM


EKİM, 2018

SAYI:3

AIT OLUNAN YER: HAKUNAMATATA Berkem TOPARLAK

Mail:berkemtoparlak@gmail.com "Güzel hayaller kurmanın ne zararı var ki’’ Diyerek macerasına başlıyordu Timon. TheLionKing(Aslan Kral-HakunaMatata)’in baş kahramını olarak çok da iddalı olmayan bir giriş cümlesi gibi geliyor kulağa. ‘’Hayal kurmak herkesin yaptığı bir şey, kimseye zararı olmaz, hayallerle yaşanmaz, …’’Herkes bu soruya birçok cevap verebilir. Ama Timon için bu soru kendi deyimiyle ‘’yaşadığı utanç çukuru’’ndan çıkabilmenin ve keşfetmenin tek yoludur. Genetik alt yapısı mirket anne-babadan gelen Timon, kabilesinin yaşamına uyum sağlayamadığını hisseder ve bunu dile getirir. Annesi zorla Timon’un saçlarını düzeltir fakather seferinde saçlarının doğası gereği kabarır. Yaşadığı toplumu temsilen amcası ‘’dışarısı tehlikelerle dolu ve bir başkasına aittir’’ diyerek güvenli sınırları Timon’a tekrardan hatırlatır. Güvende olmak özgürlük için bir koşul mudur? Kabile içerisinde tünel kazma işini beceremediği için nöbetçilik görevi Timon’a verilir. Yapması gereken sırtlanı gördüğü anda bağırarak kabile üyelerine haber vermektir. Ama bu görevi de yerine getiremeyerek kabilenin tüm güvenini kaybeder. Bu olayla yeteneklerinin de bu yaşama uygun olmadığını anlar. Bu zıtlıklar ve sırtlanlar tarafından yakalanma korkusu ile yaşanılan her gün Timon’un arayışına yön verir. ‘’Kendi yerimi bulmalıyım ama burada değil’’ cümlesi onun ait olma ve kabul edilme ihtiyacını gözler önüne serer. Ait olmak ve kabul edilmek bir varlığı özgür yapar mı?


EKİM, 2018

Kabilesinden ayrılmaya karar vererek yola çıkar. Timon un doğası ve yaşadığı kültür arasındaki zıtlıklar onu koşulları değiştirmek için güdüler. Bu,Timon için yeni atılacağı maceradaki değişikliklerin habercisidir. Timon artık tasasız belki de çağdaş insanın deyimiyle özgür bir yaşam için adım atmıştır. Koruyucu tutuma sahip bir annenin çocuğu olan Timon, tahmin edildiği üzere kısa bir süre sonra çaresiz bir şekilde ağlamaya başlar. Tasasız bir yaşam talebiyle çıktığı bu yol daha ilk saatlerinde gecenin karanlığı ile bir mirketi baş başa bırakmıştır. İlk anlarından itibaren özgürleşme ve yaşamının sorumluluğunu alma ilişkisi Timon’unhikâyesinde belirir. Ağlamaya devam ederken kendi kendine konuşur: Ne tarafa gitmeliyim?. Özgürlük ve ait olmanın peşinde karanlık tünelinden yeni çıkmış bir mirket için vahşi yaşam oldukça geniş ve büyüktür. O anda bilge bir maymun ağacından dallarından sarkarak bu soruyu yanıtlar: Bu senin ne aradığına bağlı. Bu cevapla Timon için yine sorumluluk alma zili çalmıştır.(Mirketim) İnsanım, öyleyse özgürüm, özgürsem, sorumlu olmalıyım(Aktaran: Cüceloğlu 2014: 102)Sartre bu sözü ile Timon’unhikâyesini baştan sona özetler.Bir anda, tesadüfen, şans eseri, mucizevi şekilde ortaya çıkmasını beklediği özgürlük ilk gecesinden Timon’u sorumluluk almaya iter. Timon bilge maymuna gitmek istediği yeri tarif eder. Bilge maymun bu özellikleri özetler: Tasasız bir yer, sen ‘’hakunamatatayı’’arıyorsun. Timon, bilge maymundan bu yere giden yolu çizmesini ister. Planladığı gibi mucize, şans ve inandığı her neyse onu bulmuştur. Bilge maymun ise bu isteği şöyle cevaplar: Bulmak için gördüklerinin ötesine bakmalısın. Gördüklerinin ötesi metaforu Timon’un yeni hedefi için rehber olur. Fakat Timon’un bu metaforu sadece fiziksel mekânların ilerisini görmek olarak anlaması ondaki soyut düşünme yeterliliğinin oluşmamış olduğunu da düşündürür.

SAYI:3

İnsanım, öyleyse özgürüm, özgürsem, sorumlu olmalıyım.


EKİM, 2018

Gördüklerinin ötesinde bir hedef seçen Timon hedefe doğru ilerler. Bu sırada bir çayırın içerisine girer ve orada Pumbaa ile karşılar. İkisi anlaşarak yola devam ederler. Hedef, Timon’un tasasız yaşayabileceği bir evdir. Burada Timon’un benmerkezciliği göze çarpar. Fakat Pumbaa bütün koşulları kabul eder. Pumbaa için hedef arkadaşlık ve ait olmadır. Timon için hedef korkusuz, havuzlu, bol yiyecekli bir evdir, en azından o öyle düşünmektedir. Timon hoşuna giden bir kayalıkta yaşamanın uygun olacağını düşünür. Pumbaa bu yerde yalnız olacaklarını ve bunun kötü olup olmayacağı hakkında konuşur. Timon ise bu durumu özgürlük olarak niteler. Pumbaa gitmeye karar verir ve Timon hiç oralı olmaz. Ama Pumbaa gözden kaybolmadan Timon seslenir ve beraber kalabileceklerini söyler. Bu davranış Timon’un özgürlük anlayışındaki bir değişmeyi de gösterir. Sabah olduğunda komşulardan rahatsız olan Timon, yeni bir ev arayışına girer. Pumbaa yolculuk sırasında Timon’un istediği özelliklerde bir yerden bahseder. Timon: Ben gerçekçiyim bir hayal peşinde koşmayı sürdüremem. Bu cümle Timon’un ilk sahnedeki repliği ile çelişir. Bu çelişkinin huzursuzluğu Timon’un yüzünde belirir. Fakat bunu deneyimlemesi ve gerçekte varmak istediği yolu keşfetmesi gerekmektedir. TimonPumbaa’ya cevap verir: Ben gördüklerimin ötesine gidiyorum. Bu sözünün ardından başka bir fiziksel mekânı işaret eder. Aradığı yerin burası olduğunu söyler. Pumbaa: Her zaman gördüklerinin ötesine gidersen vardığını nasıl anlayacaksın? Bu soru aslında Timon’un hedefinin fiziksel bir mekân değil soyut ihtiyaçlar ile ilgili olduğunu anlatır. Gördüklerimizin ötesi belki de hissettiklerimizdir, ait olmaktır, dostlardır. Fakat Timon’un bunu fark edebilmesi için yaşam deneyimlerine ihtiyacı vardır. Timon tıpkı ergen bir genç gibi soyutluğu, isteklerini, becerilerini deneyimleyerek hedefine ulaşacaktır. Çünkü yaşadığı tünel ve koruyucu annesi onu birçok yaşam deneyimden mahrum bırakmıştır. Sonunda Timon kaza eseri aradığı ‘’tasasız hayatı’’ yaşayabileceği yeri bulur. Bu yerin farkına varmadan önce Timon’un arkadaşlığı ve sevgisini Pumbaa’ya açması film içindeki metaforu gözler önüne serer.

SAYI:3

Pumbaa: Her zaman gördüklerinin ötesine gidersen vardığını nasıl anlayacaksın? Gördüklerimizin ötesi belki de hissettiklerimizdir, ait olmaktır, dostlardır.


EKİM, 2018

Arkadaşlık başlamıştır ve sabah HakunaMatata keşfedilir. Film ilerleyen sahnelerinde Timon’u varlığı ile kabul eden arkadaşları artar. Timon risk almaya, özgür hissetmeye sorumluluk almaya başlar. Özgürlük çığlıkları attığımız bu günlerde çocukluğumda beni çok etkileyen bu animasyon farklı bir pencere açtı. Timon aidiyet hissetmediği, kabul edilmediği binlerce metre karelik alanda özgür hissetmiyordu. Ama hazır olduğu anda harekete geçti ve kendi yaşamının sorumluluğunu alma cesaretini gösterdi. Bu adım ona ait olmayı kazandırdı. Ait olma, arkadaşlık, sorumluluk, yardım etme gibi kavramlar Timon için anlamlandı. Bu gelişmelerin sonucunda filmdeki harika metafor oluştu:Hakunamatata KAYNAKÇA Cüceloğlu, D. (2014) Gerçek Özgürlük, İstanbul: Remzi Kitabevi Fromm, E. (1947) Kendini Savunan İnsan. (.Çev. D. Yüzer). İzmir: İlya İzmir Yayınevi Disney TelevisionAnimation(Yap.)/BradleyRaymond(Yön.), Aslan Kral: HakunaMatata (TheLionKing: HakunaMatata), ABD, 2004.

SAYI:3


EKİM, 2018

SAYI:3

BİR BEDEL ÖDEME PRATİĞİ OLARAK İNSAN ÖZGÜRLÜĞÜ Serap ILGIN Mail:ilgiin.serap@gmail.com Dergimizin bu ayki temasını özgürlük olarak belirlediğimizden bu yana kavram hakkında etrafımdaki fikirlerini önemsediğim kişilerle tartışmaya başladım. Aldığım cevaplardan çıkan sonuç genel olarak“özgürlüğün sınırsız bir şey olmadığı, bir insanın bir başkasının özgürlüğünü ihlal etmediğinde özgürleşebildiği”şeklinde yapılan tanımlamalardı. Kavramla ilgili fikirlerimi netleştirmem için benimle bu uzun soluklu tartışmalara giren herkese buradan teşekkürlerimi iletiyor ve kendi görüşlerimi aktararak yazıma devam etmek istiyorum. Ben bu tartışmalarda söylenenlerden başka bir şekilde düşünüyor ve özgürlüğü “her tür koşulda, bir sınırlama ve zorlama olmaksızın isteklerimizi yerine getirebilmek” olarak tanımlıyorum. Bu, mutlak özgürlüğün yani gerçek anlamdaki özgürlüğün tanımıdır. İnsanlardan, çağlardan ve tüm evrenden bağımsız mutlak bir özgürlük anlayışı vardır. İnsanın canının istediğini istediği zamanda yapabilmesi mutlak özgürlüktür. Gerçek özgürlük de budur. Bu şekilde yapılan bir özgürlük tanımı sınırsız bir id anlayışıyla açıklanabilir ama bu tanım, insanın isteklerinin esiri bir varlık haline gelmesiyle eşdeğer bir anlam taşımaz çünkü sonuçta isteyen özne yine insandır. Kaldı ki, insan isteklerini yönetebilme yetisine, sorumluluğuna sahip bir varlık olduğu için canının her istediğini yaptığında isteklerinin kölesi olan bir varlık halini almamış olur. Ancak bu sorumluluk insanı sınırlandıran, kısıtlayan bir hal aldığında orada özgürlükten söz etmek pek mümkün olmaz.


EKİM, 2018

İnsanın yaşamı boyunca bir şeylere karşı sürekli bir sorumluluğu vardır: diğer insanlara, diğer canlı varlıklara, bütünüyle doğaya, topluma vb... Bu sorumluluk duygusu ise isteklerini dilediğince gerçekleştirmesine mâni olur çünkü yaptıkları için bir diğerine (nesneye) hesap vermek durumundadır. Buna pek çok örnek vermek mümkündür. Örneğin toplum bir arada olmanın gerektirdiği kurallarla insanı her halûkarda kısıtlar. Gece kaçta uyuyacağımızdan hangi mesleği seçeceğimize kadar her türden yapıp etmelerimiz için bir diğerini gözetmek zorundayızdır. Ama gözetmek aynı zamanda “gözetlenmeyi, takip edilmeyi” de beraberinde getirir çünkü bir diğeri bir şeyi eylerken illaki sizi kontrol edecektir ki sizin sınırınıza girmesin; malum toplumsal sistem bunu gerektirir. Aslında o bunu çok masumane bir şekilde yapar gibi görünür ama insanın bencil doğasını düşündüğümüzde bunun sahte bir masumiyet olduğu sonucu ortaya çıkar. Tüm bunlar da insanın özgürlüğünü kısıtlar. Dolayısıyla toplumsal düzlemde gerçek özgürlükten bahsetmek mümkün değildir. Çünkü mutlak özgürlük toplumsal hayatta yaşanırsa (yani herkes istediği gibi davranırsa) özgürlükler çatışır ve sonunda toplum yok olur. İnsanın toplumsal yaşama aç yaratılışa sahip bir varlık olduğunu düşündüğümüzde onun toplumsal düzeyde hayatını sürdürebilmesi için bir şeylerden feragat etmek zorunda kaldığını görürüz. O “şeyler” ise insanın özgürlüğü ve özgürlüğüyle ilgili olan her şeydir. Çünkü insan toplumsal hayatı, diğerleriyle bir arada olmayı seçtiğinde onlara ister istemez eylemlerinden dolayı hesap vermek zorunda kalmış ve bu da onun özgürlüğünü kısıtlamıştır. Kısıtlamanın, sınırlamanın olduğu yerde ise gerçek anlamda özgürlükten söz etmek doğru değildir. Bu yüzdendir ki, insan toplumsal yaşam içinde özgür değildir.

SAYI:3

Toplum bir arada olmanın gerektirdiği kurallarla insanı her halûkarda kısıtlar.


EKİM, 2018

SAYI:3

İnsan toplumsal yaşamı ne kadar istiyorsa yalnızlaşmayı da o kadar ister. İnsan yalnız kaldığında kısmen daha özgürdür çünkü eylemleri için hesap verebileceği bir öteki (“öteki” bir insan da olabilir, doğa da olabilir, doğadaki başka herhangi bir canlı varlık da olabilir) daha az belirgin bir şekilde sahnede yerini alır. Buna rağmen insan yalnız kalmak da istemez çünkü en basit şekilde açıklamak gerekirse evrimsel olarak neslinin devamlılığını sağlayabilmesi için diğerleriyle bir arada olması icap eder. Bundan da öte insanın sevgi, mutlu olma gibi psikolojik ihtiyaçlarını karşılayabilmesi de yine diğer insanlarla bir arada olmaktan geçer. Durumu kabaca şu şekilde özetleyebiliriz. İnsan diğerleriyle bir arada olduğunda mutlu olur ancak bu seçim onun özgürlüğünden feragat etmesine sebep olduğu için mutsuzluk yaratır; diğerleriyle bir arada olmadığında ise özgür olur ancak mutlu olmaz. Dolayısıyla insan diğerleriyle bir arada olmak isteme ile yalnız kalmanın çatışmasını yaşar. Öte yandan, insan yalnız kalmayı istese bile tam anlamıyla yalnız da olamaz ve bu tip bir kaosun içinde yaşar. Ne kadar diğer insanlardan kaçarsa kaçsın sonuç olarak insanın doğaya karşı da bir sorumluluğu vardır ve bu da insanın yine özgürlüğüne ket vurur. En basitinden düşünecek olursak, bir ağacın yaşaması için suya ihtiyacı vardır. Bu su her zaman yağmur yağmadığı için doğal yollardan elde edilemeyebilir; bu durumda insanın dışarıdan müdahale ederek ağacın hayatta kalmasına yardımcı olması gerekir çünkü ağacın hayatta kalması demek insanın hayatta kalması demektir. Zira eğer ağaç (ya da doğadaki diğer varlıklar) olmasaydı doğadaki zincir tamamlanamayacak ve bu durum insan da dahil olmak üzere diğer bütün canlıların yaşamını tehlikeye sokacaktı. Dolayısıyla kimi zaman insanın isteği dahilinde olmayan, değiştiremediği birtakım kuralların var olduğunu ve bu kuralların insanın kendi arzularını gerçekleştirmesine manî olduğunu görüyoruz. Yaşanan her türlü engellenmişlik de kısıtlanmayı beraberinde getirdiğine göre, yine insanın özgür bir varlık olamadığını çıkarsayabiliriz. Belki de Spinoza’nın dediği gibi (Başaran,2011), insanın özgürlük sorunu onun varlığıyla ilgili bir sorundur. Zira yaratımsal olarak baktığımızda, yalnız kalmak isteyen de diğerlerine ihtiyaç duyan da yine insandır. İnsanın doğasının getirmiş olduğu bu çatışmanın sonucunda yapılacak seçim, onun varlığını özgür kılıp kılmayacağını belirler. Esasen insanın kendi varlığının zorunluluğunu yaşayarak bir bedel ödediğinden bahsedebiliriz. Bu yüzden insan için düşünsel düzlemde özgürlük vardır ancak eylemsel planda yoktur. Özgürlük, insan için bir hayaldir. Kaynakça: Başaran, H.A. (2011). Spinoza’da özgürlük kavramı(Yayınlanmamış yüksek lisans tezi).Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Ankara.


EKİM, 2018

SAYI:3

THOREAU’NUN WALDEN ÖZGÜRLÜĞÜ CANBERK GÜNERİ

Mail:canberkgneri@gmail.com “Sana yazları sıcak ve kurak,kışları soğuk ve yağmurlu bir coğrafyada yaşadığımızı söyleyecekler.Gerçek olan senin mevsimindir oysa.O günün nasıl geçeceğini anlayabilmek için gökyüzüne bakman gerekmez.Dönüp yüreğine bak.Yağmurlar ve güneş yüreğinden süzülür. Gerçek olan yüreğinin mevsimidir,senin mevsimindir. Her sabah uyandığında, gözlerinden saçılandır mevsim.Güneş senden doğar ve yağmur senin gözlerinden düşer yeryüzüne. Sana atlaslar,haritalar gösterecekler.Adına sınır dedikleri bazı çizgilerle çevrildiğini göreceksin yaşadığın yerlerin.Bütün bunlar kurmaca.Gerçekte yürüyebildiğin kadar senindir coğrafyalar.” Tarık Tufan 19.yüzyıla etkisiyle ön plana çıkıp,hümanist bir bakış açısını içinde barındıran transandantal akım; “bireyin kendisini gerçekleştirme çabası”, “bireyin kendini tanıması” ve “kendisini dışa vurum isteği” gibi kavramları ortaya çıkararak,bireyin özgürlüğünü yine kendi elinde olduğu bireycilik doktrini ile daha da gelişme gösterdi. Toplumsal tabuların,kişinin kendi içine dönerek kendini keşfetmesini engellemesi üzerinde durdular. Bu engellemenin insan ve doğa ilişkisi arasındaki kuvvetli oluşacak bağ ile çözüm yoluna ulaşması en önemli mottoları arasında yer aldı.Günümüzde ise bu akım Neobeat gibi akımlar ile bilinçli kitleler tarafından devam ettirilmektedir.


EKİM, 2018

SAYI:3

Transandantalizm akım,Ralph Waldo Emerson ve Henry David Thoreau ile daha da özgün bir hale geldi.Özellikle Thoreau’nun “Walden” isimli eseri transandantal felsefesinin daha anlaşılır hale gelip,daha geniş kitlelere yayılmasında büyük etkisi oldu.Walden eseri, Thoreau’nun benimsediği düşünce sisteminin ve transandantal akımının gerçek hayatta tecrübe edilip, dışa vurulmasıyla ortaya çıktı. Thoreau,bu dünyadan düşüncelerini eyleme dönüştürerek geçti gitti.Onun yaşam felsefesi ve kitapları da Gandhi dahil pek çok önemli düşünüre ve topluluklara yön verdi ve vermeye halen devam etmekte. Thoreau,1845 yılında toplumsal tabulardan,baskı oluşturan kalıpsallaşmış insan davranışlarından ve materyalizmin tüm çağa etkisinden kurtulup,özünü ve özgürlüğüne dönmek için Amerika’nın Concord şehrinde bulunan Walden gölüne doğru yola çıktı. Walden’a yerleşme fikrini benimsemişken aklından şu cümleler geçiyordu: “Kimsenin mülkü olmayacak,kimsenin denetimine girmeyecek kadar;ya da bu dünyada,herhangi bir gücün aracı olamayacak kadar yüce bir varlığım.” Thoreau; “Yabanda dünyanın kurtuluşu yatar.” görüşüne inanıp özgürlüğü ve mutluluğu uçsuz bucaksız ormanlarda ve aradı ömrü boyunca. Bir seçim yapması gerektiğinde ise, evini modern bir şehirde değil, yabanda inşa etmekten yanaydı. Toplumun çarpıklaşması ve materyalizmin oluşturduğu kaotik ortamdan kaçıp,ekip biçerek, yemeğini kendisi üreterek, hayatında neye gereksinimi varsa kendisi karşıladı.Burada deneyimlerini kaleme aldı.Deneyimlerinden kitabında şöyle bahsediyor: “Her zaman kendi hayatımıza kendimiz sahip olsaydık ve yaşamlarımızı deneyimleyerek öğrendiğimiz en iyi tarza göre düzenleseydik hayattan asla şikayet etmezdik.”

“Kimsenin mülkü olmayacak,kimsen in denetimine girmeyecek kadar;ya da bu dünyada,herhangi bir gücün aracı olamayacak kadar yüce bir varlığım.”


EKİM, 2018

SAYI:3

2 yıl,2 ay Walden gölünde yaşayarak,kendi özgürlüğü içerisinde edindiği deneyimler ile “Sivil İtaatsizlik” ve “Walden” gibi iki tane eserin temelini atıp bizlere kadar ulaştırmayı başardı.Neden oraya gittiğini,neden kaçıp böyle bir kitap yazma gereksinimi duyduğunu soranlara ise cevabı şöyle oldu: “Ormana gittim.Çünkü bilinçli yaşamak istiyordum.Hayatı tatmak ve yaşamın iliğini özümsemek istiyordum.Yaşam dolu olmayan her şeyi bozguna uğratmak için.” Thoreau’nun düşünce sistemin bakıldığında, insana dayatılan her şeye karşı reddetme cesareti gösteren herkes,hayatını özgürce istediği koşullar altında yaşayabilirdi.Günümüze baktığımız zaman ise 21.yüzyıl yaşantılarının, teknoloji ile birleştiğinde ortaya çıkan dünyada özgürlüğe olan inanç azaldığından bu gezegeni terk etme fikri dahi ortaya atılmıştır.Thoreau’nun özgürlüğe insan-doğa ilişkisi ile ulaşacağını savunmasına rağmen insanların doğadan kaçması,bana trajikomik ve eleştirel Charlie Chaplin filmlerini hatırlatıyor. Walden’a Dair Aidiyet ve mülkiyet hakkında “Onlar arabalara ve evlere kaçarken sen bulutların altına sığın.Hayatını kazanmak işin değil,eğlencen olsun.Toprağın tadını çıkar,fakat onu sahiplenme.” Eşyalar hakkında “Bostan korkuluğuna kendi elbiselerinizi giydirin,korkuluğun yanında kıyafetsiz dikilin,herkes korkuluğa selam verecektir.” İnsanlar için “Bakışlarını içeri yönelt ve bulacaksın bin diyar içinde zihninin keşfedilmemiş yerlerini,gez oraları ve ol.” Hayat hakkında “Eğer gündüzü ve geceyi neşeyle selamlıyorsan, hayat; çiçekler ve hoş kokulu bitkiler gibi güzel kokular saçıyorsa,daha esnek,yıldızlı ve ölümsüz ise işte o zaman başardın demek.”

“Ormana gittim.Çünkü bilinçli yaşamak istiyordum.Hayat ı tatmak ve yaşamın iliğini özümsemek istiyordum.Yaşam dolu olmayan her şeyi bozguna uğratmak için.”


EKİM, 2018

Thoreau, yaşadığı hayat ve oluşturduğu deneyim ve düşünceleriyle birçok filme de katkısı oldu.İntoThe Wild(Özgürlük Yolu),Ölü Ozanlar Derneği ve Gandhi gibi filmlerde de kendisinden alıntılar ile karşılaşmak mümkün.Yazımın sonunda sizleri Thoreau’nun düşünce sisteminin etkilediği film listesi ile baş başa bırakıyorum. Özgürlük Yolu – Into the Wild (2007),Gandhi (1982),Özgürlük Yürüyüşü - Selma (2014),Easy Rider (1969),Gizli Kimya – Upstream Color (2013),Fire on the Mountain (1981),Kış Işığı – Winter Light (1962), Eğer Bir Ağaç Devrilirse: Yeryüzü Özgürlük Cephesi'nin Hikâyesi - If a TreeFalls: A Story of The Earth Liberation Front (2011), DersuUzala (1975),Confessions of an Ecoterrorist (2010),Ölü Ozanlar Derneği – Dead Poets Society (1989), Tesadüfler - I Heart Huckabees (2004), John Malkovich Olmak Being John Malkovich (1999), Jesus Camp (2006)1 Kaynakça 1)http://www.tasteofcinema.com/Erişim Tarihi:15 Eylül 2018

SAYI:3


EKİM, 2018

SAYI:3

Hapishanelerde anneleriyle kalan yüzlerce çocuğun anısına…

GÜNEŞE HASRET ÇOCUKLUK Burcu YAPAR

Mail:byapar35@gmail.com Kaç gün oldu artık bilmiyorum. Annem bana sayı saymayı öğretmişti ama orada geçirdiğim günleri saymamı yasaklamıştı. Bunun sebebini anlamadım başta. Yeni yeni anlıyordum ki annem zaten suçluluk duyuyor bir de ben günleri sayınca daha da kötü hissediyordu. İtiraf etmem gerekirse ben de artık oradan iyice sıkılmıştım. İçten içe kızıyordum anneme ama 6 yaşıma bastığımda ondan ayrılacağım düşüncesi de beni çok korkutuyordu. Bir hastanede veya evde doğmuş olmanız ne kadar kıymetli aslında bilmiyorsunuz. Benim gibi demir kapıların, günışığının tek bir huzmesini, umuda dair en küçük bir şeyi içeriye almayan parmaklıkların arasında doğmadığınız için çok şanslısınız. Etrafta benimle ilgilenen bir sürü annem gibi insan vardı, bana masallar anlatıyorlardı ama hepsi mutsuzdu. Ben de mutsuzdum. Orada kaldığım süre boyunca hiçbir şeyin benim için uygun olmadığını fark etmeye başladım. Annem de zaten sürekli sitem ediyordu. Buranın benim için iyi bir yer olmadığından şikâyet ederken, gardiyanlara bir şeyler anlatmaya çalışırken buluyordum onu. Dediğine göre benim gelişimim için gerekli olan besinleri alamadığımdan bu kadar çabuk hastalanıyormuşum, yaşıtlarımdan daha zayıf ve daha kısa boyluymuşum. Ama ben buna çok da üzülmüyordum. Beni üzen çok daha başka şeyler vardı. Bir gün ringle bizi hastaneye götürdüklerinde anladım benden neler çalındığı… Benden çocukluğumu, oyuncaklarımı, bisikletimi, uçurtmamı, boya kalemlerimi almışlardı. Bana gönderilen oyuncakları kabul etmediklerinde annemin benden daha çok ağladığını hatırlıyorum. Anlamadığım sözcükler kullanıyorlardı. Güvenlik gerekçesi diyorlardı. Oyuncağım kime ne zarar verebilirdi ki!


EKİM, 2018

SAYI:3

Hava almak için bir alana götürüyorlardı bizi. Betondan başka bir şey yoktu. Annem sürekli koşmamı tembihliyordu. Kaslarımın gelişmesi mi gerekiyormuş ne! Annem ve diğer ablalar buldukları malzemelerden bana oyuncaklar yapıyorlardı. Günümün çoğunu onlarla oynayarak geçiriyordum. Ama tek başıma canım sıkılıyordu. Bir arkadaşım yoktu orada. Arada abim ve babam bizi görmeye geliyorlar ama hemen gitmek zorunda kalıyorlardı. O sınırlı anı tüm gücümle aklımda tutmaya çalışıyor, babamın yüzünü unutmaktan korkuyordum. Kalk sesleriyle, kavgalarla, ağlayışlarla, hastalıklarla geçip gitti günler. Ben 6 yaşıma girdim. Ayrılmam gerektiğini biliyordum. Annem de bir süre sonra yanımıza gelecekti, öyle söylemişti. Ben biraz daha şanslıydım çünkü duyduğuma göre babası, akrabası olmayan çocuklar başka yere gidiyorlarmış. Ayrılacağım gün, arkamda birçok gözü yaşlı insan bırakmıştım. Onlar için üzülüyordum ama çocukça bir sevinç de duyuyordum çünkü benim için her şeyin artık bambaşka olacağını hissediyordum. Çıktım. Dışarıdayım. Bu kadar zor olabileceğini düşünmemiştim. Uzun bir süre duruma alışmaya çalıştım. Pek başarılı olduğum söylenemez. Hayatımın orada geçen günleri sürekli rüyalarıma giriyor. Orayı ne zaman unutacağımı düşünüp duruyorum… Günler günleri kovalamaya devam ediyor ve ben hala eksik hissediyorum.

*Türkiye’de anneleriyle hapishanede kalan 0-6 yaş arası yüzlerce çocuk var. Şartları bir çocuk için hiç de uygun olmayan yerler bunlar. Çok az sayıda hapishanede kreş ve bakımevi bulunmakta. Sağlık, yemek, oyun haklarından mahrum bir şekilde, psiko-sosyal, fiziksel gelişimlerini tehdit eden şartlarda büyüyorlar. Çocuklar birçok kötü olaya şahit oluyor, 6 yaşından sonra ya sosyal hizmetler tarafından alınıyor ya da akrabalarının yanlarına veriliyorlar. Daha sonra ise bu çocuklar birçok uyum sorunları ile karşı karşıya kalıyorlar. Ortada böyle ciddi bir problem varken hala çocuklarıyla kalan kadın mahpuslar için gerekli düzenlemeler yapılmıyor çocuklar da anneleriyle birlikte adeta cezalandırılıyorlar. En güncel örnek olarak karşımıza Arin bebek çıkıyor. Gerekli düzenlemelerin yoksunluğu sebebiyle Arin bebek gittikçe kilo veriyor. İnsanlık bir kez daha kaybediyor.


EKİM, 2018

SAYI:3

KADIN ÖZGÜRLÜĞÜNE SANATSAL BAKIŞ: FRİDA ÖZLEM ERİKLİ

Mail:ozlem-erikli@hotmail.com Frida Kahlo’nun yaşam öyküsünü her okuduğumda bir kadının ne kadar güçlü olduğunu düşünürüm. Yaşadığı acılarına farklı açıdan bakmayı bilen, hatta acıdan bir sanat eseri çıkarmayı başaran bir kadın… Geçirdiği kazadan dolayı yatağa bağımlı olmasına rağmen hayata tutunabilen ve içine düştüğü zorluklara rağmen pes etmeyen bir kadın… Kadın bedenini özgürleştiren, kalıp yargılara karşı gelen, ataerkil yapıdan sıyrılmaya çalışan bir kadın Frida. Kimilerine göre sürrealist ressam, kimilerine göre ressam Diego Rivera’nın eşi. Frida’yı ve sanatını en derin şekilde yorumlayan eşi Diego Rivera onun için şunları söylemiştir: “Sanat Tarihi’nde ilk kez bir kadın, tam bir içtenlikle yalın ve sakinliği içinde acımasız denebilecek bir içtenlikle yalnızca kadını ilgilendiren genel ve özel olguları dile getirmiştir. Çok yumuşak ve zalim olarak da nitelenebilecek içtenliği, bazı şeylerin kesin ve tartışmasız bir biçimde tanıklığını yapmasını sağlamıştır. Bunun için kendi doğumunu, meme emmesini, aile içinde büyümesini ve her türden korkunç acılarını, kesin olgularla duyguları genelleştirip, onları kosmogonik ifadesine ulaştığı durumlarda bile her zaman yapmış olduğu gibi gerçekçi kalarak, derine inerek resmetmiştir. FridaKahlo Meksikalı ressamların en büyüğüdür. Geleceğin dünyası için sahip olduğu değeri ölçmek mümkün değildir.”(Çokatak,2014).


EKİM, 2018

SAYI:3

(Diego Rivera) FridaKahlo; acıyı, tutkuyu, aşkı ve özgürlüğü betimlediği resimleri ile 20.yüzyılın dikkate değer sanatçılarından olmuş ve herkesçe bilinen mücadeleci bir kadın ikonu haline gelmiştir(Kaplan,2017). Resimleri, geçirdiği hastalıklar ve kazalarla büyük hasara uğrayan bedenini sanatının merkezine yerleştirmiştir. Bedeni üzerinden yaşam öyküsünün çeşitli yanlarını, kimlik oluşumunu, cinsiyetin sınırlarını ve sanattaki tipik kadın ve kadın bedeni temsillerinin ters yüz edilmiş hallerini sergiliyordu. Kahlo’nun yapıtları, 20. yüzyılda kadın sanatçıların bedenlerinin resimde temsil edilmesinin, feminist teorinin gelişiminin, kadın bedeni hakkında açıkça konuşulmaya başlamasının, performans sanatının ortaya çıkmasının kilometre taşlarındandı. Onun resimleri Kahlo’nun bedeninin gerçek doğasını ve ayırt edici özelliklerini, genel olarak da kadın bedeninin estetik ve sosyal yapılardaki durumunu hem ortaya seriyor hem de gizliyordu. Kahlo’nun giyime ve kendi bedeninin sunumuna (hem yaşamda hem sanatta) gösterdiği titizlik “ben” in ve kadınlığın durumunu ve sınırlarını inceleyebilmesi için elverişli bir ortam yaratıyordu (Çokatak, 2014). Frida Kahlo yaşamı boyunca iki yüze yakın resim yaptı. Resimlerinin çoğunu portreler oluşturmaktadır. Gerek kendisinin gerek çevresinde olan kadınların, çocukların resmini yaparak; özgürlüğe, cesurluğa, meydan okumaya adanmış duygularıyla yenilikçi bir ressam oldu. “Uçmak için kanatlarım varken ayaklarıma ne gerek var ki.” deyişindeki üzere (Çokatak,2014).

Frida Kahlo yaşamı boyunca iki yüze yakın resim yaptı. Resimlerinin çoğunu portreler oluşturmaktadır. Gerek kendisinin gerek çevresinde olan kadınların, çocukların resmini yaparak; özgürlüğe, cesurluğa, meydan okumaya adanmış duygularıyla yenilikçi bir ressam oldu.


EKİM, 2018

SAYI:3

Peki resimlerine baktığımızda neden hep kendisi ile karşılaşıyoruz? İşte Frida Kahlo, hem bedensel hem de ruhsal acılarını resimleriyle paylaştı. Kendi hayatından benzer acılar yaşayan kadınların öykülerini resimlerine taşıdı. Onlarda kendini buldu(Çokatak,2014). Onun sanatı, emperyalizme karşı bir başkaldırı niteliğinde olduğu kadar, eril kültürün dayatmacı mantığına karşı kadını özgürleştirici niteliktedir. (Kaplan,2017).Kahlo bir bakıma kadın bedeninin özgür ruhuna değinmek istemişti. Hayatın her alanında kısıtlanan kadın onun resimlerinde özgürlüğe erişiyordu. Toplumdaki cinsiyet eşitsizliğine bir başkaldırıydı sanatı. Feminist sanatın öncüsü olması da bu yüzdendi. Kahlo, hayatı boyunca yaşadığı tüm acılara rağmen güçlü kadın imajını hem gerçek yaşamında hem de tablolarında korumuştur. Resimlerinde tüm acılara rağmen dimdik ayakta duran güçlü bir kadın vardır (Çokatak,2014). Özgür kadın ruhunu hiç kaybetmeden resmetmiş, sanatı ve düşüncelerini günümüze kadar taşımıştır. Onun hayatındaki bu güçlü ruh her daim yanınızda olsun… Kaynaklar ve İleri Okuma Çokatak, D. (2014). FridaKahlo’nun resminde kadın olgusu(Master'sthesis). İlbeyi, G. (1998). FridaKahlo: Yirminci Yüzyılın Mona Lisa’sı. Kaplan, F , Kaplan, A . (2017). Olgusal ve Düşsel Gerçekliğin Kozmogonik Portreleri: FridaKahlo’nun İmgeleminde Biyolojik ve Ruhsal Acının Anatomisi. Journal of CurrentResearches on SocialSciences, 7 (4), 349-364. Retrievedfromhttp://dergipark.gov.tr/jocress/issue/32786/371290 .

Onun sanatı, emperyalizme karşı bir başkaldırı niteliğinde olduğu kadar, eril kültürün dayatmacı mantığına karşı kadını özgürleştirici niteliktedir


EKİM, 2018

SAYI:3

KANT'IN PRATİK AKLIN ELEŞTİRİSİ’NDE ÖZGÜRLÜK KAVRAMI Mustafa ATAŞ

Mail:pdr.mustafaatas@hotmail.com Kozmolojik bir ide olarak özgürlük insanda, insanın akla dayalı eylemlerinde gerçekleşmektedir. Özgürlüğün olanağını, insanın bilen varlığında değil, ancak aklın pratik kullanımında aramak gerekmektedir. Kant’a göre, insan özgür olduğunu deney ve deneye dayalı bilgi ile bilemez. Deneyim insanın, görünüşler dünyasına ait olduğunu ve bu dünyaya, nedensellik bağı ile bağlı olduğunu göstermektedir. O halde ampirik bilgiye dayalı özgürlük, negatif bir özgürlük olmaktadır. Özgürlüğün bu türü, özgürlük duygusunu uyandıran hareketin nedeninin, bilinmemesi anlamına gelmektedir. Kant, Teorik Aklın Eleştirisi'nde, ilk önce bilgiyi gerçek sayarak, onun şartlarını araştırmıştır. Ahlâk söz konusu olduğunda ise, bunu yapmamaktadır, yani örfü, adetleri gerçek sayarak onun üzerine ahlâkı inşa etmemektedir. Çünkü ahlâklılık denilen kavram, adetler, örfler hakkındaki bir bilgi olmayıp, vicdanın bir hükmüdür. Bu hükmün şartı ise, özgürlüktür. Demek oluyor ki, pratik aklın yasa koyma gücü olan özgürlükten, ahlâk yasalarına ulaşılmaktadır. Sonuç olarak ahlâklılığın şartından (pratik akıldan), ahlâkî gerçeklere geçilmesi gerekmektedir. Bu nedenle Kant, Teorik Aklın Eleştirisi'nde, var olan gerçek bilgimizi ele alarak, onun şartlarını aramış ve apriori ilkelere ulaşmıştır. Pratik akılda ise, bunun tersini yaparak, apriori ilkelerden hareketle ahlâk yasalarını ortaya çıkarmıştır (Erişirgil, 1997: 222).


EKİM, 2018

SAYI:3

Kant, özgürlük ve nedensellikle ilgili olarak aklın içine düştüğü çelişkiden insanın, düşünülür ve duyulur dünyaya ait bir varlık olmasının kabulüyle çıkılacağını belirtmektedir. Geçmiş zaman, insanın gücünün dışında olduğu için, gerçekleştirilen her eylem, kişinin gücünün dışında olan belirleyici nedenler aracılığıyla zorunlu hale gelecektir. Bu da insanın, eylemde bulunduğu anda hiçbir zaman özgür olmadığı anlamına gelmektedir. İnsanın varoluşunun herhangi bir yabancı nedenden bağımsız olduğu kabul bile edilse, doğa zorunluluğu hiçbir bakımdan özgürlüğe dönüşmez. Çünkü sürekli olarak, insan, kendi gücünün dışında olan bir şeyle eylemde bulunmaya belirlenmiş olma zorunluluğu altında olacaktır. Önceden belirlenmiş düzene göre sürdürülen, insanın kendisinin başlatmadığı sonsuz olaylar dizisi, kesintisiz bir doğa zinciri oluşturur ve insanın nedenselliği özgürlük olarak ortaya çıkmazdı. O halde, varoluşu zamanda belirlenmiş bir varlığa özgürlük yüklenmek istendiğinde, bu varlık, varoluşundaki bütün olayların ve eylemlerinin doğal zorunluluğu yasasının dışına çıkarılmamaktadır. Çünkü bunun yapılması halinde, bu varlık kör belirsizliğin eline bırakılmış olmaktadır. Kant, anlaşıldığı üzere determinizmi savunanları eleştirmektedir. Çünkü deterministlere göre, bütün olup bitenler doğal nedenselliğe bağlı olarak gerçekleşmektedir, dolayısıyla istenç kararları da doğal zorunlu olmaktadır. Ama bu kararların dış nedenlerle değil, kendi özümüzle ilgili iç nedenlerle yönetildiğini, bu nedenle de, özgür olarak gösterilebileceklerini ileri sürmektedirler (Akarsu, 1999: 132).

Geçmiş zaman, insanın gücünün dışında olduğu için, gerçekleştirilen her eylem, kişinin gücünün dışında olan belirleyici nedenler aracılığıyla zorunlu hale gelecektir. Bu da insanın, eylemde bulunduğu anda hiçbir zaman özgür olmadığı anlamına gelmektedir.


EKİM, 2018

SAYI:3

Kant’a göre, ahlâk yasalarının ve onlardan hareketle gerçekleştirilen hesap vermelerin temeline konulması gereken özgürlük sorunu, bir doğa yasasına göre belirlenmiş olan nedenselliğin, öznede mi, yoksa öznenin dışında mı bulunan belirlenme nedenlerinden dolayı zorunlu olduğu sorusuyla hiç ilgili olmayan bir konudur. Kant’a göre, zaman içindeki varoluş sadece dünya üzerindeki düşünen varlıkların duyusal tasarımlama biçiminden oluşmuşsa, bu nedenden dolayı da, kendi başına şeyler olarak düşünen varlıkları ilgilendirmiyorsa, o halde bu varlıkların yaratılışı kendi başına şeylerin yaratılışıdır. Zamandaki varoluş kendi başına şeyler için değil, görünüşler için geçerli olarak kabul edildiğinde, görünüşler olarak eylemlerin doğal mekanikliğini dışlamadan özgürlüğü kabul etmek mümkün olabiliyorsa, eylemde bulunan varlıkların yaratılmış olmaları bunu değiştirmez. Çünkü yaratılış, bu varlıkların, duyusal yanlarıyla değil, düşünülür yanlarıyla ilgilidir, bu nedenle görünüşlerin belirlenme nedeni olarak görülememektedir. Bir postulat olarak özgürlük, Tanrı ve Ölümsüzlük postulatlarının bağlı olduğu bir temeldir. Kant, özgürlüğü psikolojik açıdan ele alıp, onu kavradığını ve olanaklılığını açıkladıklarını sananlara şaşırdığını belirtmektedir. Özgürlüğün, insanın istemesine özgü bir özellik olduğunun kanıtlanması, saf aklın pratik olmasını ortaya çıkarmasının yanı sıra, deneyle sınırlı olan aklın değil, saf aklın koşulsuzca pratik olduğunu da ortaya çıkaracaktır. Şeylerin varoluşlarını bilgiye bağımlı hale getiren yasaların pratik olmasından dolayı, duyular üstü doğa da, saf pratik aklın özerkliği altında olan bir doğa olmaktadır. Bu özerkliğin bağlı olduğu yasa, duyular üstü bir doğanın ve saf düşünülür bir dünyanın temel yasası olan, ahlâk yasasıdır. Bu düşünülür dünya, duyulur dünyanın yasalarını bozmadan var olmak zorundadır.

Özgürlüğün, insanın istemesine özgü bir özellik olduğunun kanıtlanması, saf aklın pratik olmasını ortaya çıkarmasının yanı sıra, deneyle sınırlı olan aklın değil, saf aklın koşulsuzca pratik olduğunu da ortaya çıkaracaktır.


EKİM, 2018

. Bu dünyalardan ilkine Kant, saf akılla bilinen “asıl dünya”, ikincisine ise, ilkinin idesinin olanaklı etkisini, istemeyi belirleyen neden olarak içerdiği için, “kopya olan dünya” adını vermektedir. Ona göre, ahlâk yasası, ide olarak, insanı öyle bir doğaya götürmektedir ki, saf akıl kendisine uygun fiziksel bir yetiyle birlikte olsaydı, bu doğada en yüksek iyiyi gerçekleştirebilirdi. Kant’a göre, isteme kavramı, nedensellikten tamamen bağımsız değildir. Anlama yetisi, sadece nesnelerle ilişkili değildir, ayrıca arzulama yetisiyle de bir ilişkisi bulunmaktadır. Bu nedenle, arzulama yetisine, “isteme” denilmektedir. Saf anlama yetisi, bir yasa tasarımı aracılığıyla pratik olduğunda ise, ona “saf isteme” denir. Saf istemenin ya da saf pratik aklın nesnel gerçekliği, ahlâk yasasında, apriori bir olgu olarak verilmiştir. Olgu denilir, çünkü istemenin zorunlu olan, ama aynı zamanda deneysel ilkelere dayanmayan bir belirlenmesine, olgu demek mümkündür.

KAYNAKÇA: Akarsu B. (1999). Immanuel Kant’ın Ahlak Felsefesi (Ahlak Öğretileri – II), İstanbul: İnkılâp Kitabevi. Çilingir L. (2005). Pratik Aklın Doğal Diyalektiği, Ankara: Elis Yayınları. Erişirgil M. E. (1997). Kant ve Felsefesi, İstanbul: İnsan Yayınları. Hançerlioğlu O. (2000). Felsefe Ansiklopedisi: Kavramlar ve Akımlar, Cilt 5, İstanbul: Remzi Kitabevi.

SAYI:3


EKİM, 2018

SAYI:3

INTO THE WİLD FİLMİ VE MODERN ÇAĞIN ÖZGÜRLÜK ALGISI HATİCE VİLDAN YILDIZ

Mail:haticevildanyildiz@outlook.com İnsan, kendi hayatıyla ilgili düşünme fırsatı bulduğunda, bazen yaşadıklarını, içinde bulunduğu durumların ve rollerin ona getirdiklerini ve benzeri durumları sorgulama ihtiyacı hisseder. Bu sorgulama sırasında da yaşadığı hayata ve içinde bulunduğu sisteme dair olan farkındalığı da çoğunlukla artar. Şahsına farklı açılardan bakarak, bir yerde kendini gerçekleştirme yolunda ilerlerken iyi özelliklerini ve geliştirmesi gereken özelliklerini de keşfeder. Ben de bir gün kendi içimde böyle bir yolculuktan geçerken, şahsi dünyamı ve içimde yaşadığım düzeni sorgularken, ne kadar özgürüm sorusu aklıma geldi. Bu soruyu günlerce irdeledim ve bu kavrama net olarak bir cevap veremeyeceğimi fark ettim. Bir yanım özgürsün ve şu an istediğin gibi hareket edebiliyorsun, bireysel tercihlerini kendi aldığın kararlar doğrultusunda gerçekleştiriyorsun derken diğer yanım aslında özgür değilsin, özgürlüğün sana verilen dayatmalardan birini seçmek üzerine kurulu çoğu zaman demekteydi. İşte tam da böyle varoluşsal olarak kendimi sorguladığım o günlerden birinde bir arkadaşım bana Into The Wild filmini izlememi tavsiye etti. Bu filmi izlemem kendi kişisel yaşantımda yeni bir bakış açısına sahip olmama sebep oldu ve beni bir hayli değiştirdi.

Bir yanım özgürsün ve şu an istediğin gibi hareket edebiliyorsun, bireysel tercihlerini kendi aldığın kararlar doğrultusunda gerçekleştiriyorsun derken diğer yanım aslında özgür değilsin, özgürlüğün sana verilen dayatmalardan birini seçmek üzerine kurulu çoğu zaman demekteydi.


EKİM, 2018

SAYI:3

“Mutluluk uçsuz bucaksız ormanlardadır; bomboş sahillerdeki coşkudadır. İnsan elinin değmediği bir yerdedir; denizin diplerinde ve gürlemesindedir.” IntoThe Wild IntoThe Wild ya da Türkçeye çevrilmiş şekliyle Özgürlük Yolu filminden kısaca bahsetmek gerekirse, film büyük bir şehirde yaşayan başarılı bir kariyere sahip anne ve babanın oldukça köklü bir üniversiteden iyi bir dereceyle mezun olan oğulları Christoper’ ın hikâyesini konu almaktadır. Üniversiteden mezun olduktan sonra kendisi için belirlenen kişisel, sosyal ve mesleki yaşantının ona uygun olduğunu düşünmeyen Chris, çoğu şeyin istediği hayata uygun olmadığını fark etmeye başlar. Cevaplanması gereken milyonlarca soru vardır ve bu soruların cevaplarının Chris için ön görülen yaşam yolunda bulunması söz konusu değildir. Chris bu soruların cevabını bulmanın en doğru yolunun doğaya yönelmek olduğunu keşfeder. Önce kendisi için bağımlılık oluşturacağını düşündüğü tüm maddi ve manevi her şeyden kendini arındırır. Bu şeylerden biri de, çoğu insan için yaşam gayesi olan servetidir. Böylece kendine çizilen yaşam rollerinden arınarak yeni bir hayata doğru yol almaya başlar. Belirlediği rota üzerinde gitmek üzere yola çıkar. Farklı insanlarla farklı doğa koşullarında yaşamaya ve yolculuk etmeye başlar. Burada kendi güçlü ve zayıf yönlerini keşfeder. Adeta kendini ve hayatını çok somut bir şekilde sorgulamaktadır ve yeni yönlerini keşfetmektedir. Yaşam, ölüm gibi varoluşsal konuları en katı biçimde kendine sorgulatacak yaşantılar geçirmektedir. Filmin sonu ise izleyiciyi ters köşe yaparak onun kendi hayatını sorgulamasına dönük olacak şekilde çekilmiştir.

Mutluluk uçsuz bucaksız ormanlardadır; bomboş sahillerdeki coşkudadır. İnsan elinin değmediği bir yerdedir; denizin diplerinde ve gürlemesindedir. .


EKİM, 2018

SAYI:3

Chris’in yaşamına tanık olmak, tam da içinde bulunduğum halet-i ruhiyede, beni oldukça sarsan bir durumdu. Birkaç gün boyunca Chris ile birlikte kendi hayatımı ve çevremdeki insanların hayatını özgürlük bağlamında sorguladım. Aslında hiçbirimizin modern çağda yaşayan bireyler olarak tam anlamıyla özgür olamadığımızı fark ettim. Hepimiz bize verilen roller içinde var olmaya çalışıyoruz. Onların dayattığı kalıplar içinde bize sunulan seçenekler üzerinden tercihlerimizi gerçekleştiriyoruz. Çoğu kişi elinde imtiyazı fazla olduğu zaman kendini daha ‘özgür’ atfediyor. Satın alma gücünün artması, seçeneklerinin çoğalıp iyi yaşam koşullarının oluşması gibi durumların insanların kendilerini özgür hissetme motivasyonu sağladığı ortaya çıkıyor. İnsanların kendini özgürleştirdiğini düşündüğü çoğu unsurun aslında bir yerde kendilerini tutsaklaştırmaya başladığı da göze çarpıyor. Hayatımızı kolaylaştıran cep telefonunun vakit tasarrufu sağlayarak özgür alanımızı artırdığını düşünmemiz ve bununla birlikte ona olan bağımlılığın artması ve telefonun bir zorunluluk haline gelmesi buna güzel bir örnek teşkil ediyor gibi duruyor. Cep telefonu gibi teknolojik aletler gibi daha birçok nesne bir yandan bizi özgürleştirirken diğer yandan özgürlüğümüzü elimizden alan bir materyal haline dönüşebiliyor.

Aslında hiçbirimizin modern çağda yaşayan bireyler olarak tam anlamıyla özgür olamadığımızı fark ettim. Hepimiz bize verilen roller içinde var olmaya çalışıyoruz. Onların dayattığı kalıplar içinde bize sunulan seçenekler üzerinden tercihlerimizi gerçekleştiriyoruz


EKİM, 2018

Modern dünya insanı olarak hepimiz kendi koşullarımızda kendini tekrarlayan sarmal bir devinimin içindeyiz bir yerde. Bu noktada kendi potansiyellerimizin, kendimizin farkında olarak seçimlerimizi gerçekleştirmemiz gerektiğini düşünmekteyim. Kişisel özgürlüğümüze dair olan farkındalığımızı artırarak yaşamımızı geçirmek önemli bir kıstasımız olmalı. Bireysel tercihlerimizi kendinize göre yapmalı ve karar mekanizmamızı da bu şekilde devreye sokmalıyız diye düşünüyorum. Bunlarla beraber, sözlerimi insan hak ve özgürlüklerine duyarlı, farklılıkları saygıyla karşılayıp hoşgörülü olan, çok sesli bir toplum yapımızın oluşması gaye ve temennisiyle de bitirmek istiyorum.

Kişisel özgürlüğümüze dair olan farkındalığımızı artırarak yaşamımızı geçirmek önemli bir kıstasımız olmalı. Bireysel tercihlerimizi kendinize göre yapmalı ve karar mekanizmamızı da bu şekilde devreye sokmalıyız diye düşünüyorum.

SAYI:3


EKİM, 2018

SAYI:3

ÖZGÜRLÜK VE SINIRLAR AHMET BURAK ÇÜRÜK Mail:ahmetburakcuruk@gmail.com

Çoğu zaman kafamızı karıştıran derin anlamlara sahip bir bütündür yaşam. İçerisinde birçok kavramı barındıran, anlamlandıran, birleştiren, ayrıştıran ve bütünleştiren. İnce detaylar üzerine kurulu bu örüntünün içerisinde göze çarpan bir kavram var ki geçmişten günümüze tartışılan, değerlendirilen. Evet, bu kavram ‘’özgürlük’’. Kişiden kişiye değişen yorumu ile birçok farklı anlayışa ev sahipliği yapmış olan özgürlük, bireylerin bu hayatta kendilerini yönlendirmelerini ve bu sayede hayata bakışlarını etkileyen en önemli faktörlerden biri konumunda. Çeşitli kaynaklarda çeşitli şekillerde tanımlanmasına rağmen, kişiler arasında da birçok farklı tanımı mevcuttur. Peki ya nedir özgürlük? Başkasının özgürlüğünün başladığı yerde sona eren, serbestlik bildirgesidir bana göre. Sınırı dikkatli çizilmediğinde çeşitli sorunlar ortaya çıkarabilen, bireyler arasında ve ikili ilişkilerde problem unsuru olabilecek ucu açık bir kavramdır aslında. Dedim ya, herkes kendine göre yorumladığında herkese göre doğru gelen bir içerik barındırmakta ve bu da bazı problemlere neden olabilmektedir. Bu problemleri yok seviyesine indirmek imkansızdır belki ancak olabilecek en az noktaya çekebilmek insanların elindedir.


EKİM, 2018

Bu noktada devreye anlayış kavramı girmektedir. Bireyler arasındaki anlayış seviyesi, bir noktada bu anlaşmazlıkları ve özgürlük kavramının doğurduğu karmaşayı bir nebze olsun hafifletebilmektedir. Bu nedenle hayata ve özgürlük kavramına kendi yorumlarımızı katarken, empati yapmayı da ihmal etmemeli ve ben özgürüm her istediğimi yaparım anlayışından uzak durmak gerekmektedir. Şu cümleye özellikle dikkat çekmek istiyorum: ‘’Ben özgürüm, istediğim her şeyi yapabilirim.’’ Peki kime göre, neye göre özgürüz? Size göre özgürlük olan şey başkasına göre ya değilse? Orta yol nasıl bulunmalı o halde? İşte burada anlayışlı olmanın önemi bir kez daha ortaya çıkıyor. Çünkü bireyler kendi özgürlüklerini tanımlarken diğer insanların sınırlarına da dikkat etmeye özen göstermelidir ve bazı noktalarda özgürüm derken çevrelerindeki insanların düşüncelerine de saygı göstermelidir. Bu şekilde sürdürülen bir özgürlük, hem birey açısından hem de toplum açısından daha net anlaşılabilecek ve onaylanabilecektir. Bu onaylanacak cümlesinden şu çıkarılmamalıdır: Yaptığımız ve yapacağımız her davranışı toplum onayına sunmak mı zorundayız? Hayır, tabiki öyle bir durumu kast etmedim. Yalnızca toplumsal ahlak kuralları çerçevesinde dikkat edilmesi gereken noktalara dikkat edilmelidir. Kendi düşünce dünyamızda dahi, kurduğumuz hayallerimizde bile özgür olmadığımızı fark edebiliyoruz bazen. Carl Jung ne diyordu bize? Kollektif bilinçaltından bahsediyordu. Belki de kollektif bilinçaltımız bizim düşüncelerimize müdahale ediyor ancak biz bunun hiç farkında değiliz.

SAYI:3

. Carl Jung ne diyordu bize? Kollektif bilinçaltından bahsediyordu. Belki de kollektif bilinçaltımız bizim düşüncelerimize müdahale ediyor ancak biz bunun hiç farkında değiliz.


EKİM, 2018

SAYI:3

Bu yönlendirme sayesinde mi dersiniz yoksa bu yönlendirme nedeni ile mi dersiniz orası size kalmış ama vereceğimiz kararlar ve hatta hayallerimizde bile bu etkiden söz etmek mümkün bence. Sınırlarımızı belirlememizde de önemli bir rolü olduğunu düşünüyorum. Bunun yanı sıra bizler özgürlük kavramına bazen öyle bir anlam yüklüyoruz ki sanki hayatta yaşayan tek birey biziz gibi bir durum ortaya çıkıyor. Bu da hem çevre ile ilişkilerimize hem de kendimiz ile olan barışık yanımıza zarar veriyor. Çünkü bizler toplum içerisinde yaşayan canlılarız ve bu nedenle toplumun ihtiyaçlarına cevap vermeliyiz bir noktada. Aynı şekilde toplumdan da bazı beklentilerimiz oluyor ve biz de toplumdan, bizim ihtiyaçlarımıza cevap vermesini bekliyoruz. Bu sınırı koruyamadığımız takdirde çeşitli sorunlar ortaya çıkabiliyor ve bu da bizi ve çevremizi huzursuz edebiliyor.Bu nedenle hayata bakarken ve özgürlüğümüzün tadını çıkarırken, hem kendimize dikkat etmeli hem de çevre ile uyumu koruma noktasında davranışlarımıza özen göstermeliyiz.

Sınırlarımızı belirlememizde de önemli bir rolü olduğunu düşünüyorum. Bunun yanı sıra bizler özgürlük kavramına bazen öyle bir anlam yüklüyoruz ki sanki hayatta yaşayan tek birey biziz gibi bir durum ortaya çıkıyor.


EKİM, 2018

SAYI:3

SÖZDE ÖZGÜRLÜK: ÖZGÜR KÖLELER Harun Remzi ÜNDAR

Mail:harunundar@hotmail.com

İnsanlığın ortaya çıkışından beri var olan düşünce, özgürlük. Tarihte birçok savaşa, yıkıma, birçok olaya kaynaklık etmiş sebep olmuş bir kavram. Bu yazıda özgürlük hakkında birkaç naçizane fikrimi anlatmak istiyorum. Birçok tanımı olmakla birlikte TDK Türkçe Sözlüğe göre özgürlüğün birinci tanımı şu: “Bağlı olmama, dışarıdan etkilenmemiş olma, engellenmemiş olma, zorlanmamış olma.” (Türk Dil Kurumu, Büyük Türkçe Sözlük) Burada sormak istediğim iki soru ise şu: - Mutlak özgürlük mümkün mü? - Ne kadar özgürüz? İnsan; ana rahmine düştüğü ilk andan itibaren çevresel etkilere maruz kalan, davranışları o veya bu sebeple oluşan, gelişen bir canlı. Öyle ki birçok bilimsel çalışma yetişkin davranışının henüz bebeklikte tohumlarının atıldığını kanıtlar nitelikte. Yani ilk günden beri insan birçok çevresel etkenden etkileniyor ve davranışları bu etkilere göre şekilleniyor. “Derler ki dünyanın bir ucunda bir kelebeğin kanat çırpışı, diğer ucunda bir kasırgaya sebep olabilir” (Kelebek Etkisi filminden) Buna göre yukarıdaki tanıma baktığımızda insanın dışarıdan etkilenmemiş olması ve davranışının “mutlak özgür” olması mümkün değil. Bu ilk sorumuzun cevabı.


EKİM, 2018

Peki ya gelelim diğer sorumuza. Madem ki mutlak özgürlük mümkün değil, peki ne kadar özgürüz? Bu soruya da şu açıdan bakalım: Her geçen gün yeni teknolojiler üreten, doğaya hükmeden insan bunu başarırken aslında kendi öz ruhundan,ErichFromm’ a da gönderme yapacak şekilde bir nevi “özgürlükten kaçıyor.” Aslında farketmese de doğaya hükmedeyim derken makineleşiyor ve öz değerlerini kaybediyor. Örneğin sürekli doğaya hükmedebilmek için, yeni yeni teknolojiler üretiyoruz, makineler icat ediyoruz, silahlar, toplar, tanklar, tüfekler, beton binalar… Dolayısıyla ruhsuz, makineleşmiş ve belki teknolojinin kölesi olmuş insanlar çıkıyor ortaya. Oysa ki şu anda sorsak hepimiz de özgürlüğümüze düşkün insanlarız. Durun, Siz sormadan söyleyeyim, teknoloji karşıtı değilim.Popüler dünyanın yarattığı herkes gibi olma fikrinin, çevresel etkenlerin insan üzerinde yaptığı yoğun baskının, modanın, popüler kültürün ve daha nice şeylerin insanları özgürlüğünden çekerek “esir etmesine” karşıyım. Ancak bu karşı olduğum kültür, değerler bütünü insanları öylesine sarmış ki belki de birçoğu bu yazıyı okurken bana “anormal” gözüyle bakacak. Mısır Devrimini başlatan temel düşünce neydi?İfade özgürlüğü. Tunus Devrimini başlatan temel düşünce?İfade özgürlüğü. Suriye? İfade özgürlüğü. Ve daha niceleri… Peki, asıl soru şu: Şimdi bu ülkelerden hangisi gerçekten özgür? Peki ya böylesine bir ortamda, farkında olmadan veya bilinçli olarak birçoğumuz sistemin kölesi olmuşken, özgürlük için dünyanın birçok yerinde dökülen kanlar, savaşlar, yıkımlar niye? Yazının başlığına dönersek: “SÖZDE özgürlük” için. Birilerinin kölesi olmaktan çıkarak özgürce(?) başka birilerinin kölesi olabilmek için… Aslında popüler kültür, moda, teknoloji bağımlılığı vb. ile birlikte “köleleşen insanlar” ve “sözde özgürlük için” savaşan; özgür olabilmek adına farkına varmadan başka güçlerin kölesi olan insanların hiçbir farkı yok. Çözüm nerede mi? Bunun cevabı kişinin “öz” ünde. Özgür ve mutlu hayatlar dileğiyle…

SAYI:3

Birilerinin kölesi olmaktan çıkarak özgürce(?) başka birilerinin kölesi olabilmek için…


EKİM, 2018

SAYI:3

ÖN YARGI ALGORİTMASINI YARATIYOR: YAPAY ZEKANIN GELECEĞİ UĞUR YİĞİT KARATAŞ Mail:uguryigit20@gmail.com Bir çoğumuz meşhur Terminatör film serisini izlemiş ya da duymuşuzdur. Terminatör filminde Skynet adlı bir AI (ArtificalIntelligence, Yapay Zeka) programı insanlığa karşı bir savaş açar (1). Bu hep dile getirdiğimiz, komplo teorisyenlerinin oldukça sevdiği bir tahmindir. Bu yazımızda bu komplo teorilerini bir kenara bırakıp yapay zekanın nasıl ön yargılı bir tutuma sahip olabileceğine bazı araştırmalar üzerinden değineceğiz. Geçen yıl özellikle fütüristleri çok ilgilendiren bir gelişme oldu. Facebook AI Research (FAIR) tarafından üretilen iki robot kendi aralarında bir dil geliştirdiler. Bu dilin laboratuvar çalışanlarınca anlaşılmaması üzerine robotların fişleri çekildi. Çok değil 5 yıl önce birisi çıkıp robotlar kendi aralarında bir dil geliştirecekler ve biz bunu anlayamayacağız deseydi bu çok gülünç gelmez miydi? Ancak bugün şunu biliyoruz enformasyon işleyebilen her sistem nihayetinde bilinç\zeka\yaratıcılık oluşturacaktır. Facebook laboratuvarlarında meydana gelen bu olay bize bunu bir kez daha göstermektedir. Uzmanlar bu robotların kendi aralarında konuştukları dili çözdüler, robotların konuşması şu şekildeydi: Bob: Ben her şeyi yapabilirim. . . . . . . . . . . . . . Alice: Topların sıfırına sahibim bana bana bana bana bana bana bana Bob: Sen ben diğer her şey. . . . . . . . . . . . . . Alice: Toplar topa sahip bana bana bana bana bana bana bana Bob: ben ben yapabilirim ben ben her şeyi . . . . . . . . . . . . .


EKİM, 2018

Bob: Ben. . . . . . . . . . . . . . . . . . . Alice: Topların sıfırına sahibim bana bana bana bana bana bana bana Bob: Sen ben benbenbenben diğer her şey. . . . . . . . . . . . . . Alice: Topların 0’ına sahibim bana bana bana bana bana bana bana bana Alice: Topların bana verdiğin bana 0, benim için bana, Bob: sen ben benben diğer her şey. . . . . . . . . . . . . . (2) Bu konuşma anlamsız gibi geliyorsa binlerce yıllık evrim tarihimizde dilin nasıl şekillendiğini size hatırlatmak isteriz. Kaldı ki eğer fişleri çekilmeseydi bu konuşma nasıl gelişecekti? Yine buna benzer bir olay 2016 yılında Rusya’da yaşandı. Öğrenme becerisine sahip bir robot, mühendislerden birinin kapıyı açık unuttuğunu fark edince laboratuvardan kaçıp şehir trafiğine karıştı. Şanslıydık ki şarjı bitti (3). Bunları örnek vermemizin sebebi tüm bu komplo teorilerini desteklemek değil yapay zekanın yapabileceklerinden bir örnek. Şimdi gelelim yazımızın asıl konusu ön yargı algoritmasına. Bu yılın Temmuz ayında Nature’da AI can be sexist and racist — it’s time tomake it fair (Yapay zeka cinsiyetçi ve ırkçı olabilir, onu adil hale getirme zamanı) başlığı ile dikkat çekici bir makale yayınlandı. Google Translate programını bir çoğumuz kullanıyoruzdur. Bu Google’ın çeviri için yaratttığı bir algoritmadır. Google Translate İspanyolca yazılmış haber makalelerini İngilizce'ye çevirdiğinde, kadınlara atıfta bulunan ifadeler genellikle "dedi" veya "yazdı" haline getiriyor. Nikon kameralarını kullanan insanları uyarmak için tasarlanan başka bir yazılım, Asyalıları her zaman yanıp sönen gibi yorumlamaya eğilimlidir.

SAYI:3

Öğrenme becerisine sahip bir robot, mühendislerden birinin kapıyı açık unuttuğunu fark edince laboratuvardan kaçıp şehir trafiğine karıştı. Şanslıydık ki şarjı bitti (3).


EKİM, 2018

Büyük miktarda doğal dil verilerini işlemek ve analiz etmek için kullanılan popüler bir algoritma olan Word embedding, Avrupa Amerikan adlarını hoş ve Afro-Amerikan adlarını tatsız olarak nitelendiriyor. Bunlar Nature yayınlanan bu makaleden sadece birkaç örnek. Ancak önemli olan nokta şu yapay zeka programları belirli popülasyonlara karşı sistematik bir ayrım yapıyor. Bunun temel sebeplerinden biri bazı grupların veri bazında aşırı temsil edilirken bazı grupların ise çok az temsil edilmesidir. Nature’daki makalede çok kullanılan açık kütüphane Wikipedia’da biyografik kayıtların sadece %18’e yakını kadınlarda bu da sistematik olarak verilerde cinsiyet eşitsizliğine yol açtığı da değinilmiş (4). Ön yargılarla dolu insanın ürünü yapay zekanın ön yargılı olması. Kulağa tuhaf geliyor değil mi? Ancak bu bir kısır döngü yaratmaktadır. Sorun sadece ön yargı da değil düşmanca duygular besleyen kişilerin elinde yapay zekanın sadece cinsiyet eşitsizliği ya da ırka dayalı ön yargıda bulunmayacağı gibi bir korkutucu ihtimal de var. 5 uzmanla yapılan bir başka çalışmada ise uzmanlar güvenli kullanım için dengeli ve kontrollü davranılması gerektiği görüşündeler. Uzmanlara göre yapay zekanın gelişme hızı ve bizim buna ne kadar uyum sağlayabileceğimiz bir başka problem olarak ortaya çıkmaktadır. Dil geliştiren robotların fişini çekmemiz bunun güzel bir örneğidir. Gelişmiş bir yapay zeka gezegenimizi daha iyi bir hale getirebilir ancak bunun tersi de olabilir (5). Yapay zekanın gelişim aşamalarını hep birlikte göreceğiz. Yapay zekanın ön yargılarının ve ayrımcılığının önüne geçmek için bu programları geliştiren ve bunlara yatırım yaparak destekleyen kişilerin bu konuların farkında olmaları gerekiyor. Bunun için de ön yargı ve eşitsizlik gibi konularda farkındalık geliştirebilecek eğitim programlarının uygulamaya konması gerekiyor. Sonuçta bugünün çocukları yarın o yapay zekaları yönetecek, geliştirecek kişiler olacaklar. Bilimle Kalın….

SAYI:3

Ön yargılarla dolu insanın ürünü yapay zekanın ön yargılı olması. Kulağa tuhaf geliyor değil mi? Ancak bu bir kısır döngü yaratmaktadır.


EKİM, 2018

Kaynakça 1-https://www.sinemalar.com/film/746/terminator Erişim Tarihi: 12 Eylül 2018 2-https://indigodergisi.com/2017/08/facebook-ai-fair-yapayzeka-desifre/ Erişim Tarihi: 12 Eylül 2018 3-https://www.ntv.com.tr/dunya/robot-laboratuvardankacti,ok4xcM9wK0-FE0dAeo6zxg Erişim Tarihi: 12 Eylül 2018 4-https://www.nature.com/articles/d41586-018-05707-8? utm_source=twt_na&utm_medium=social&utm_campaign=NNPnatu re Erişim Tarihi: 26 Temmuz 2018 5-https://futurism.com/artificial-intelligence-experts-fear/ Erişim Tarihi: 9 Eylül 2018

SAYI:3


EKİM, 2018

SAYI:3

ÖZGÜRLÜK KAVRAMININ TARİHSEL SÜREÇTE EVRİLİŞİ Merve Döne Yıldırım Mail:yildirimm014@gmail.com Özgürlük… Göreceli bir kavram. Herkes kendisine göre bir değer atfetmiştir hatta bu kelimeye; kimine göre masmavi gökyüzünü görmek iken kimine göre bir kuş olup o mavi göklerde kanat çırpmaktır, kimine göreyse ufacık bir sırt çantası ile canın istediği an çekip çıkmaktır kapıyı… Değişen yaşam koşulları, zaman içerisinde ortaya çıkan yönetim şekilleri ve değişen insan ihtiyaçları özgürlüğe ilişkin tanımların da çeşitlenmesine sebep olmuştur. Bu doğrultuda Antik Yunan’dan günümüze uzanan süreçte pek çok düşünür, filozof ya da devlet adamı vb. özgürlüğe ilişkin farklı fikirler öne sürmüş ve sosyal ve siyasal teoride özgürlük sürekli bir tartışma konusu olmuştur. Antik Yunan’da özgürlük, siyasi yapıdan bağımsız ele alınmıştır. Polislerde yaşayan halkın, siyasi haklarını doğrudan kullanabilmesinden yola çıkılarak özgürlüğün kullanımı kamusal alanla ilişkilendirilebilirse de dönemin filozofları aksi yönde düşünceler ortaya koymuştur. Antik Yunan filozoflarından Platon özgürlüğe ilişkin ilk tartışmaları başlatan isim olarak kabul edilir. ’’Devlet’’ adlı eserinde yer alan bir Er’in hikayesi ile başlar özgürlük üzerine söylemler. Hikayedegeçen Er, bir savaş meydanında öldükten on gün sonra yeniden hayata döner.


EKİM, 2018

Bu on günlük süreçte Er tarafından ruhların öteki dünyada gerekli yerlere götürülerek bazı işlemlere tabi tutulduklarını ardından zorunluluğun kızları olan Kader Tanrıça’larının huzurunda okunan bildiride kendisine ve diğer ölülere ’’hayata döndüğünde hayat perilerini(daimon) kendilerinin seçeceği, seçilen hayata zorunlulukla bağlanılacağı, erdemlerin kişiler tarafından seçilerek bu erdemleri yüceltip yüceltmemek konusunda seçme hakkının kişinin kendisinde olduğu ve kişinin seçimlerinden kendisinin sorumlu olduğu’’ ifade edilmiştir(Demirhan, 2002) . Bu mitten yola çıkan Platon, özgürlüğü eylemlerin değil yaşamın belirleyicisi olarak ifade eder. Çünkü insanın birebir karşılaştığı şey yaşamdır, onu meşgul edip kararlar almaya ve eylemde bulunmaya sevk eden şey de yaşamın ta kendisidir. Bu nedenle özgürlük, yaşama dair seçimler yapabilmenin ve kim olacağına karar verebilmenin bir neticesidir. Ayrıca verilen bu kararların ortaya çıkaracağı sorumluluğu kabullenmek özgürlüğün bir getirisidir (Adugit, 2013). Aristo’ya göre ise özgürlük; istemekle ve isteyerek yapmakla ilişkilidir. Öyle ki kişi, yapacağı eylemin gerekçelerine, yapma nedenlerine, içinde bulunduğu koşullara hakim ise o eylemi isteyerek yapacaktır ve tercihlerini ortaya koyacaktır. Özgürlük de bir tercihin neticesidir Aristo’ya göre.Çünkü ne dışsal müdahaleler ve tehditler, ne de tutku, arzu ve duygulanımlar özgürlüğün kullanılması karşısında bir engel teşkil edebilir. Kişi eyleme geçerken kendi aklı ve iradesi ile hareket ettiği için özgürlük; kişinin yapıp etmelerini kendi aklı aracılığıyla gücü ve imkanları ölçüsünde gerçekleştirebilmesidir(Adugit, 2013).

SAYI:3

Kişi, yapacağı eylemin gerekçelerine, yapma nedenlerine, içinde bulunduğu koşullara hakim ise o eylemi isteyerek yapacaktır ve tercihlerini ortaya koyacaktır.


EKİM, 2018

SAYI:3

Özgürlüğü siyasi düzlemin dışında ele alan bir diğer örnek de Stoacı filozoflardan Epiktetos’tur. Helenistik Dönem filozoflarından olan Epiktetos, özgürlüğü içsel ve dışsal olmak üzere ikiye ayırır ve ön plana içsel özgürlüğü koyar. Çünkü özgürlük, kişinin kendi arzularından kurtulmasına bağlıdır. Kendisine sınırlar koyan veya kendisini sınırlarken dışarıdan engellenebileceği bir alana girmeyen kişi özgürdür(Yılmaz, 2007). Değişen siyasal sistemler, ortaya çıkan yeni fikir akımları ve sosyo-kültürel gelişmelerle birlikte başlayan modern dönem, özgürlüğün tanımında da bir takım değişiklikleri beraberinde getirmiştir. Modern dönem filozoflarından Spinoza, özgürlüğü, Aristo’nun aksine bir olanak ya da olanaksızlık değil, bir bütün olarak varlık bağlamında tartışır. Varolanların kendisi ve birbirleriyle olan ilişkisinin niteliğindedir özgürlüğün anlamı. Özgürlüğün neliği ve olanaklılığı, varlığa ilişkin bazı tanımlamalarla mümkündür ve bu tanımlamalarda en önemli unsur ’’neden’’dir. Çünkü neden, varlığın ve var olanların yanı sıra onların etkililiğini ortaya çıkarır. Bu yüzdendir ki Spinoza felsefesinde bir şeyin gücü neden olmak bakımından başka bir şeyle ilişkisine bağlıdır. Fakat var olan şey, var olmaklığı bakımından başka bir şeye bağlı değildir ve varlığı zaten içindedir. Özü varoluş içeren varlık, her hareketinden kendisi sorumlu olduğu için ilk ve tektir ve de sonsuzdur. Sonsuz ise tözdür ve töz, kişinin kendinde olan ancak kendisinin kavrayabileceği şeydir, Tanrı’dır. Çünkü Tanrı mutlak anlamda sonsuzdur ve kendisinin nedenidir. Ezeli ve ebedi ve sonsuz sıfatlardan ibrettir. Kendisinin nedeni olması ve sonsuz olması O’nun özgür olduğunun göstergesidir. Buradan yola çıkarak diyebiliriz ki özgürlüğün iki önemli unsuru vardır. Birincisi varoluş bakımından başka bir nedene bağlı olmamak iken ikincisi eylem ve etkinlikte bulunurken bir nedene ihtiyaç duymamaktır(Adugit, 2013). Hobbes ise özgürlüğü bireysel değil devlet bağlamında ele alır. Toplumsal yaşamda insanlar birbirlerine baskı ve zorlamalarda bulunabilirler çünkü ’’insan insanın kurdudur’’. Bu baskı ve zorlamaların karşısında duracak bir mekanizmaya ihtiyaç vardır ve bu mekanizma Leviathan adlı dev bir yaratık olan devlettir, çünkü devlet, özgürlüklerin yaratıcısı ve güvencesidir(Aktan,2015).Montesquieu de özgürlüğü Hobbes’un aksine birey bağlamında ele alır. Siyasete ilişkin pek çok fikir öne süren Montesquieu, özgürlüğü güvenlik ile bir tutmuştur. Fakat bu bir tutma siyasi/kamusal alana ilişkin ilkeleri değil özel alana ilişkin ilkeleri ön plana çıkartır ve korunması gereken yaşamın biyolojik yaşam olduğunu öne sürer(Aktan, 2015). Locke iseHobbes’un aksine özgürlüğün insanlar için doğal bir eğilim olduğunu söyler. Çünkü insan özgür olmayı sever ve doğuştan sahip olduğu üç hakkın içerisinde özgürlük hakkı da vardır. Yaşam ve mülkiyet hakkı da özgürlük hakkının bir getirisidir ve bu haklar, devletin insanlara bahşettiği ya da lütfettiği haklar değildir. Devletlerin ortaya çıkmasından önce de var olan bu hakları, devlet yalnızca hukuki güvence altına almıştır. Yoksa devletler, hak ve özgürlüklerin kaynağı değildir(Aktan, 2015).


EKİM, 2018

Spinoza’nın özgürlüğü nedensellik bağlamında tartışmasından sonra nedensellik, Hume tarafından felsefenin temel tartışma konularından birisi olarak ilan edilmiştir. Hume, nedensel zorunluluk ve özgürlüğün bir arada olup olamayacağı üzerinde durmuştur. Neden ortaya çıktığında oluşan etkinin kaçınılmazlığı, etki ile neden arasındaki ilişkinin gücünü ortaya koyar. Zorunluluk, olaylar arasındaki benzerlik ya da bir örneklilikle açıklanır. Bu zorunluluk, benzer nesnelerin, benzer eylemlerin sürekli bir arada durmaları ile bir alışkanlık ortaya çıkarır ve zihni, onlar arasında bir nedensellik ilişkisi oluşturmaya iter. Peki doğal olaylar için geçerli olan bu nedensellik insan eylemleri ve özgürlük için ne derece geçerlidir ? Hume’a göre özgürlük, insan eylemleri ve istemleriyle ilişkilidir dolayısıyla asıl sorun zorunluluk fikrinin insan için de aynı anlamda geçerli olup olmadığıdır. Bütün çağlar boyunca insanın temel ilkeleri ve işlemlerinin benzerlik göstermesi, aynı duygu ve güdülerin aynı eylemlere yol açması sonucu, Hume insanlar için bir örnekliğin sorun teşkil etmediğini söyler. Bu bir örneklik, nedenselliği ortaya çıkarır(Yılmaz, 2007). Bu nedenselliğin özgürlüğün tanımlanmasına etkisi ise Hume tarafından şöyle dile getirilir ’’Özgürlükten, sadece istemenin belirlemelerine göre eyleyip eylememe gücünü anlayabiliriz; yani hareketsiz durmayı seçersek hareketsiz durabiliriz, tersini yapmayı seçersek harekete geçebiliriz. Bu hipotetik özgürlüğün hapiste zincirli olmayan herkeste bulunduğu evrensel olarak kabul edilir ve tartışılacak bir şey yoktur’’(Hume, 1976; Akt. Yılmaz, 2007). Kant da özgürlüğün bir tercih, bir seçimler ürünü olduğunu ifade eder. Özgürlüğü üstün bir değer olarak ele alan Kant, ahlaka dayalı bir teori ortaya koyar. İnsan eylemde bulunurken doğa nedenselliği dışında bir nedensellik tarafından yönlendirilir. Bu nedensellik ahlak yasasıdır. Saf apriori olarak ahlak yasasına dair evrensel ve zorunlu bir bilgimiz vardır ve bu bilgi insanın insanın ahlak yasasına göre eylemde bulunma imkanı taşıdığına göre doğa nedenselliğinden gelmeyen bir nedensellik tarafından belirlenen bir istemenin taşıyıcısı olması gerektiğini öne sürer. Bu gereklilik özgürlüğü varsaymaya zorlar çünkü özgürlük ahlak yasasının varlık nedenidir ve ahlak yasası da özgürlüğün bilinme nedeni(Yılmaz, 2007).

SAYI:3

Özgürlükten, sadece istemenin belirlemelerine göre eyleyip eylememe gücünü anlayabiliriz; yani hareketsiz durmayı seçersek hareketsiz durabiliriz, tersini yapmayı seçersek harekete geçebiliriz. Bu hipotetik özgürlüğün hapiste zincirli olmayan herkeste bulunduğu evrensel olarak kabul edilir ve tartışılacak bir şey yoktur


EKİM, 2018

SAYI:3

Kant, ahlak yasasının yanı sıra özgürlüğün açıklamasını yaparken doğal haklar anlayışına da başvurur. İnsanların birbirleriyle olan ilişkilerinde ne derece özgür olacaklarını göstermenin hukukun ödevi olduğunu ve hukukta bir kimsenin istemli eylemleri diğer kimsenin istemli eylemleri ile ilişkili olduğunu söyleyen Kant, doğal haklar ve pozitif haklar olarak iki tür haktan söz eder. Bunlardan birincisi insanın doğuştan sahip olduğu haklar iken ikincisi hukuki fiiller sonucu kazanılmış haklardır. İnsanın özgürlüğü kullanımı ise pozitif haklar çerçevesinde gerçekleşmektedir. Çünkü insanların kendileri için iyi olanı seçebilmeleri, onların özgür olmalarına bağlıdır ve bu iyi hayatın ne olduğunu insanlar özgür iradeleri ile ortaya koyarlar. Çünkü diğer türlü yani iyi hayat tanımlaması herhangi bir kişi ya da kurum, örneğin devlet, tarafından belirlenip buna ilişkin çeşitli düzenlemeler yapıldığında dayatma ortaya çıkar ve özgür iradeden söz edemeyiz. Ahlaki bir misyonu veya belirli bir mutluluk anlayışını gerçekleştirmek gibi bir amacı olmayan devlet ancak ve ancak her insanın özgürlüğünü başka insanlarla uyumlu olacak şekilde sınırlamakta yükümlüdür(Karagöz, 2002). Marks’la birlikte özgürlük, nedensellikten arındırılıp toplumsal ve tarihsel ilişkiler bağlamında ele alınmaya başlanmıştır. Toplumun alt yapı ve üst yapı olmak üzere iki katmandan oluştuğunu ifade eden Marks’a göre alt yapı üretici sınıftır yani iş gücü ve emek gibi kavramlarla bütünleşmiş üretim ilişkilerinin baş aktörleridir. Üst yapı ise belirleyici sınıftır; dil, din, tarih, siyaset ve özgürlüğün şekillendiricisidir. En özlü şekliyle Marks özgürlüğü insanların öteki insanlarla komünal ilişkiler içerisinde kişinin öz nesneleştirimini oluşturan arzu, yetenek ve becerilerinin somut toplamını belirleyecek şekilde yaşaması olarak tanımlamıştır. Özgürlük, isteme, arzu ya da nedenselliğin dışında bir varolma biçimidir. Çünkü eylemler, arzular ve istemler, insanın kendini gerçekleştirebilmesine imkan tanır. Bu imkanı elde eden insan özgürleşebilir ya da insan eylemlerini, arzularını, istemlerini ve haklarını kendi yapısına uygun kullanmak için özgürleşmek ister. Kısaca Marks için özgürlük, varolmanın olanaklarının önünü açmayı hedefler(Adugit, 2013) Arendt, özgürlüğü siyasi düzlemde ele alan bir siyaset bilimcidir. Modern dünyanın koşulları altında ne düşünsel ne de deneyimsel açıdan özgürlüğün koşulları oluşturulabilmektedir. Çünkü liberalizm, topluluğa karşı bireyi savunmuş ve özgürlüğü özel alanın dar sınırları içerisine hapsetmiştir. Siyaset azaldıkça özgürlük artar sloganı ile hareket eden liberalizm, bireyin varoluş amacı olan mutluluğu, onun özel alanı olan ev yaşamının içerisine oturtmuştur. Liberallerin aksine Arendt, özgürlüğü ve beraberinde taşıdığı mutluluğu özel alanla değil siyasal iktidarın sağlıklı bir biçimde paylaşılmasıyla özdeşleştirir ve kamu mutluluğunun sınırlarını çizmektedir(Yılmaz, 2007). Milyonlarca insanın hayatını kaybettiği savaşların yüzyılı olan 20. yüzyılın önemli düşünürlerinden Camus da özgürlüğü dair bir tanımlama yapar. Camus için özgürlük, yaşamın anlamı ile ilişkilidir. Anlam ile kast ettiği şey de yaşamın ilkesidir; yaşamın nedenini ve amacını içeren bir yasa olan yaşamın ilkesi. Peki yaşamında anlam arayan insan özgür müdür ? Tür olarak insanın özgürlüğü deneyimlerinin sınırlarını ve bilgisinin imkanını aşar. Çünkü .insanın genel kararlarına, geleceğe dair beklentilerine, ereklerine, dünyaya katmak istediklerine ilişkin herhangi bir bilgiyi olanaklı kılacak hiçbir imkânı yoktur. Bu nedenle özü itibariyle özgürlük sorunu anlamsızdır.


EKİM, 2018

Öz ya da metafizik olarak özgürlük bilinemez çünkü bambaşka bir biçimde Tanrı sorununa bağlıdır. İnsanın özgür olup olmadığını bilmek, bir efendisinin olup olamayacağının bilinmesini buyurur. Fakat Tanrı önünde bir özgürlük sorunundan ziyade bir kötülük sorunu vardır. Bu iki sorunun birleşiminden ortaya çıkan iki sonuç vardır; ya özgür değiliz ve kötülükten her gücü elinde tutan Tanrı sorumludur ya da özgür ve sorumluyuz ama Tanrı her gücü elinde tutmaktadır(Yılmaz, 2007). Son olarak varoluşçuğun temsilcilerinden olan Sartre üzerinden özgürlüğe bakmamız gerekirse Sartre’a göre varlığın fenomenolojik ontolojisi, varlığın özgürlükten başka bir şey olmadığını gösterir ve insan ancak özgürlük kavramı bağlamında açıklanabilir. İnsan gerçekliği amaçlarını kendisi seçer ve insan kendi varlığını bu amaçlar aracılığıyla tanımlar. Özgürlük varoluşla özdeşleştiğinden, hem istencin hem de tutkuların temelidir. Bu nedenle özgürlük istençli edimlerle sınırlı değildir. Ama özgürlük istenç ya da tutkulu edimlerden önce değildir, onlarla eşzamanlı, onlarla zamandaştır. Özgürlük, istencin ve tutkuların varoluşundan başka bir şey değildir. İstençli mi, tutkulu mu olduğuna insan kendisi karar verir. Bu nedenle Sartre, istemekte özgür olup olmadığımız şeklinde tezahür eden klasik özgürlük perspektifini tamamen hatalı bulur. Neyi isteyip isteyemeyeceğimiz, istencimizin bağlı olduğu işleyiş ilkeleri dahi, ancak özgürlüğün kavranışından sonra anlaşılabilir(Yılmaz, 2007) Kaynakça Adugit, Y. (2013). Özgürlüğün KısaTarihi. FLSF(Felsefe ve Sosyal Bilim Dergisi, 16, 63-93. Aktan, C. C. (2015). Özgürlük Felsefesi Üzerine. Sosyal ve Beşeri Bilimler Dergisi, 7(2), 55-71. Platon, Devlet, Hüseyin Demirhan (Çev.) İstanbul: Sosyal Yaynları. Karagöz, Y. (2002). Liberal Öğretide Adalet, Hak ve Özgürlük. C.Ü. Sosyal Bilimler Dergisi, 26, 267-295. Türk, D. (2016). Eşitlik, Özgürlük, Otorite : Arendt ve Ranciere’i Karşılıklı Düşünmek. Mülkiye Dergisi, 40(3), 87-114. Yılmaz, Z. (2007). HannahArendt’in Özgürlük Anlayışı. Atatürk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, 227-235.

SAYI:3

Ya özgür değiliz ve kötülükten her gücü elinde tutan Tanrı sorumludur ya da özgür ve sorumluyuz ama Tanrı her gücü elinde tutmaktadır


EKİM, 2018

SAYI:3

BİR ÖZGÜRLÜK SINIRI OLARAK TEOLOJİ NERMİN KILIÇ Mail:nerminkilic13@hotmail.com

Özgürlük, özgür düşünce,özgür eylem... Şüphesiz birçokdüşünür bu kavramların tanımını yapmaya çalışmıştır ancak halaözgürlüğün üzerinde uzlaşılan nesnel birtanımı bulunmamaktadır. Nitekim özgürlük kavramının tamamen nesnel bir tanımının olması da olası değildir. Özgürlük kavramı yaşamımızın yaşamadıklarımızın sınırları kadardır. Hiçbirimizin sınırını aşan, duvarlarını aşındıran aynı etmenler, aynı kültürler ve aynı dinler olamayacağından özgürlük hepimiz için aynı anlamı da ifade edemeyecektir. Özgürlük kavramını varlığından ve mutlakiyetinden şüphe duyulan Tanrının öğretileri arasında yer alan din olgusu çerçevesinde ele aldığımızda; “Din özgürlüğü sağlar mı, yoksa kısıtlar mı?”sorununa ilişkin açıklamalarda bulunacağız.

“Bu dünyada insanlara kurtuluş ve özgürlük bahşedecek bir din arıyorum.” Ali Şeriatı

Dinin ilk devinimi bireylerin düşünce yapılarını etkilemektir. Düşünce yapısı dini ögelerle yoğrulmuş birey, dini motifleri zaruri olarak davranışlarına yansıtır.Davranışına yansıyan bütün din unsurları mümeyyiz tarafından zamanla seçilerek bazı dil unsurlarına dönüşür ve bu bazı dilin unsurları bireyde tutum olarak gözlemlenir.Tutum olarak sergilenen unsurları belli bir süre sonra mümeyyizin kişiliği haline gelir. Kişiliği bu şekilde yoğurulmuş birey özgürlükten uzaklaşır, toplumun istenci yönünde yaşamını sürdürür.Bilhassa üzerinde sürüldüğünde mümeyyiz hakkında varılacak sonuç şu şekilde olacaktır: Kişilik sahibi olan özgür değildir. Aksine kendi dengesinin izini taşımak gereklerine uymak ve esiri olmak zorundadır ve bu noktada mümeyyiz artık bir mültemis halini alır. Mutlak surette düşüncelerinden bazılarını katılacaktır.


EKİM, 2018

SAYI:3

Netice şekilde sunulsa da bütün mültemisler gözlemlendiğinde her birinin köleliği özgürlüğe tercih ettiği görülür. A- İlk olarak bu noktada karşımıza irade ve inanç çatışması çıkar. Bir mültemis iradesine uygun bulmadığı durumları inancı etrafında yoğurarak uygun pozisyonlar haline getirir.Bu sadece dinin konusu ile sınırlı değildir. Birey sistem içerisinde yürüttüğü yaşamında haz aldığı veya almadığı durumları toplum için uyumlu hale getirir ve devam ettirir.Dini inancı olan bir insan istediği bir şey olduğunda Tanrıya olan inancı pekişir, doğal olarak dini duyguları da pekişir. Oysa istediği bir şey olmadığında bunu kendine veya kadere atfeder, bu durum dini inancı olan bireyin inancını sarsmaz.O şey ki en sevdiğinin ölümü bile olsa inancı çerçevesinde Tanrı’nın onu sevdiği için yanına aldığı yönünde gelişir. Bu örnekte görüldüğü üzere irade ile inanç bu açıdan çelişir. Tanrının kendisini sevdiğine inanan mültemis iradesi dışında bir durum gerçekleştiğinde yine tanrının sevdiği için daha büyük kederlerden kendisini sakındığı yönünde çıkarımlarda bulunur.Bu durumda irade ve inanç yine çelişir. İrade ve inancın çeliştiği bu raddede özgürlük olmayacaktır çünkü özgürlük iradenin var olduğu, bireyin alternatifler arasında seçim şansının bulunduğu durumlarda savunulabilir. Oysa seçme şansının olmadığı, seçmenin sadece inanç üzerinden gerçekleştiği durumlarda irade biçimsiz bir hal alır ve bu da özgürlüğü kısıtlar.

Oysa seçme şansının olmadığı, seçmenin sadece inanç üzerinden gerçekleştiği durumlarda irade biçimsiz bir hal alır ve bu da özgürlüğü kısıtlar.


EKİM, 2018

SAYI:3

B-Yine aynı şekilde dinde kulluk kölelik inancı irade ile çelişir çünkü kölelik itaati, itaatte iradenin sınırını zorunlu olarak beraberinde getirir.Bu gerçeğe rağmen mültemis bu çelişkiyi de yanlış karşılamaz. Nitekim İncil Galatyalılar 5’te “Mesih bizi özgür olalım diye özgür kıldı bunun içinde yanan bir daha kölelik boyunduruğuna girmeyin.” yer alırken Farabi bir İslam düşünürü olarak “Tanrıyı bilmek ve onu düşünmek ondan başkasının esaretinden ve köleliğinden kurtulmak anlamına gelir ve ancak özgürlük bu şekilde olur.” yer alır ki bu dinin kendi köleliği dışındaki kölelikleri uygun bulmadığını gösterir. Din kendi içinde köleliği bitirmek için eylemde bulunurken kendine köle hale getirir. Zaten kölelik özgürlüğün büyük engellerindendir. Şimdi de bu konuyu üç özgürlük boyutunda sistemli bir şekilde ele alalım: 1.Kendiliğinden özgürlük Birey bir eylemi diğer bir eylemden hiçbir neden olmaksızın gerçekleştiriyorsa ve diğer bir eylemi yapmaktan kaçınması da hiçbir nedene bağlanmıyorsa ancak eylemi özgürce yapmış olur yani eylem hiçbir çıkar gütmeden hiçbir amaç gözetmeden kendiliğinden gerçekleşmelidir (Şimşek, İ. 2014). Bir ressam düşünün fırçası ile yaşam bulan tablolarını maddi veya manevi bir çıkar gütmeden, hiçbir amaç gözetmeden meydana getirsin (maddi kazanç gütmese bile manevi olarak kazanç elde etmemesi pek muhtemel değildir. En azından bilinç ötesindeki sancıları boyalar yardımıylatabloya yansıtarak rahatlama hisseder.) Böyle bir ressam eylemini meydana getirirken eylemi ortaya koymaya yardımcı olan iradesi bilinçli ya da bilinçdışı bir şekilde onu etkileyecektir. Eylemi etkilenen ressamın iradesi tabloya bıraktığı izin bir nedeni haline gelir bu da eylemin bir nedene bağlı olarak gerçekleştiğini gösterir. Bunudini inancı doğarken belli olmuş bir insanı elealarak gözden geçirdiğimizde insanın eyleminin nedeninin dini motifler etrafında şekilleneceğini de görürüz.

Onun sanatı, emperyalizme karşı bir başkaldırı niteliğinde olduğu kadar, eril kültürün dayatmacı mantığına karşı kadını özgürleştirici niteliktedir.


EKİM, 2018

SAYI:3

Freud'un Oedipus ve Elektra karmaşası’nda bireylerin ahlak kurallarına benimsediğini karşı cins ebeveyne duyulan cinsel arzu da geri çekilme ile aynı cins ebeveyni ile cinsel özdeşleşme görülür. Buna göre bireyler dini inancı ile inanç ile birlikte gelen unsurları da özdeşleştirir.Bireylerin süper ego gelişimi ile birlikte vicdanları şekillenir eylemin nedeni dini unsura bağlı olsa bile bilinçaltı bunu sansürleyecektir. Bu sansür vicdan olarak karşımıza çıkar. Böylelikle din eylemin nedeni haline gelir ve bazen din insan eyleminin çıkarı haline de gelebilir.Bu duruma dini motiflere uygun yaşayan biri bu durumda bir davranış sergilemesinin nedeninin ‘tanrının sevgisini kazanmak, tanrının cezasından kurtulmak'örnek verilebilir. Bununla birlikte kutsal kitaplardaki buyrukların çoğu nedene bağlanmıştır. Budizm dini bu duruma şu şekilde bir dayanak sunar: “Değil mi ki insanın geleceğini belirleyen nedenlerini zorladığı sonuçlardır Öyle ise insanın kendi eylemlerinin sonuçlarından kaçıp kurtulması olanaksızdır.” (http://www.enfal.de/dinlertarihi/dinler%20tarihi/dinler2/Budiz m/1.htm). 2. En iyiyi seçme özgürlüğü Hristiyan inanışı insan doğasında kötülüğü kabul eder ve arınma yöntemleri adı verilen ibadet ve yaşam biçimleri ile insanı iyiye yöneltmeye çalışılır(http://dusundurensozler.blogspot.com/2008/05/kayitsizli k-olarak-zgrlk.html?m=1). Bu durumda özünde kötü tarafının varlığı kabul edilen insanın iyiyi seçmesi zor olacaktır. Üstelik iyi kavramı da görecelidir, bu açıdan insanın en iyi seçme özgürlüğünü yine insanın kendisi belirler.Nesnel olmayan bu durumun seçimi pek mümkün görülmese de bazı genel olguların ‘iyi’ veya ‘iyi değil' olarak karşılığı belirlenebilir.

Bireylerin süper ego gelişimi ile birlikte vicdanları şekillenir eylemin nedeni dini unsura bağlı olsa bile bilinçaltı bunu sansürleyecektir.


EKİM, 2018

SAYI:3

Dini genel çerçeveden ele alıp bu açıdan değerlendirdiğimizde en genel ‘inanç’ kavramını düşünebiliriz inanmak veya inanmamak açısından en iyiyi seçme özgürlüğü sağlandığında dini bazda düşünürsek en iyi seçim inanmak olacaktır. Nitekim Ortaçağ’da insandaki iradenin Tanrı’ya bağımlı olduğu insanın iki seçenek arasından her zaman iyiyi, mükemmeli seçerek özgür olacağı düşünülmektedir. Bu açıdan tanrıyı ve onunla ilişkilendirilen diğer unsurları tercih etmek özgürlük olacaktır. Yine Zerdüştlük inancında “Ahura Mazda karşısında kötülüğü simgeleyen Ehrimen’in peşinden gidenler,özgür iradeleri ile onu seçtikleri için kötü olurlar.” savunulmaktadır. Bu açıdan düşündüğümüzde Tanrı ve onun inancı ile birlikte mutlak bir şekilde var olan -deizm dışında -din olgusu da tanrı mükemmelliğini yansıtmaktadır.Tanrının var ettiği etmenler de mükemmel olacağından aslında seçim şansı olmayacaktır.Mükemmel, en iyi kendiliğinden seçilmiş olacaktır.Yine bu durum Yunan mitolojisinde Libertos Minör olarak adlandırılmaktadır. 3. Kayıtsızlık olarak özgürlük Bireyin bir eylemde bulunurken birçok imkân karşısında hiçbir nedeni olmaksızın karar vermesidir. 17. yüzyılın ilk dönemlerinde Morina kayıtsızlık olarak irade özgürlüğüne yeni bir boyut kazandırdı. Molina’nın anlayışına göre, özgürlük bütün koşullar hazır bulunduğunda eyleyip eylemek ya da zıttı bir durumda bulunup bulunmamaktı. Öyleyse insan özgürlüğü İki zıt eylem söz konusu olduğunda bu iki seçeneği kayıtsız kalmakla mümkündü. Kayıtsızlık nesnesi ne olursa olsun irade için iki seçeneğin tam bir denge durumunda olmasıdır. İki seçenek arasında bir ayrım gözetilmemelidir(Şimşek, İ. 2014).

Dini genel çerçeveden ele alıp bu açıdan değerlendirdiğimizde en genel ‘inanç’ kavramını düşünebiliriz inanmak veya inanmamak açısından en iyiyi seçme özgürlüğü sağlandığında dini bazda düşünürsek en iyi seçim inanmak olacaktır.


EKİM, 2018

SAYI:3

Kayıtsızlık iki zıt seçimin denkliğine dayanıyorsa, yaşamda din kuralları açısından bu durum davranış sergilerken davranışın günah veya ve sevaplarının denkliğini gerektirir.Niyeti hesaba katmaksızın bu durumun zorluğu göz önündedir.Niyetten ayrı düşünüldüğünde bir davranışın sonucunda dine uygun veya uygun değil şeklinde bir çıkarımda bulunmak olasıdır ve rahatça bizi bu iki sonuçtan birine vardırır. Zerdüştlük inancının kutsal kitabı Avesta'da “Yalanın yanında yer alanlar yalnız bir gök tanrı tarafından yargılanıp cezalandırılmakla kalmayıp kendi vicdanlarına da mahkûm edileceklerdir. İyi ruhlar mutluluk ve ışık ülkesine, kötü ruhlar korku ve karanlık ülkesine gönderilecektir.”yazmaktadır (http://www.enfal.de/dinlertarihi/dinler%20tarihi/dinlertarihi/20 9.htm). Diğer inançlarda da iyinin karşısı kötünün yanında yer almak cezalandırılacak eylemdir.O bakımdan usa uygun tercih sunulduğunda iyiyi seçmek açıktır. İyi kötü ile değildir ve olamaz. Niyet işe dahil olduğunda ise olay karışır seçilecek İki seçeneğin arasındaki ayrımı gölgeleyebilir.Yine de dini açıdan düşündüğünüzü çoğunlukla niyetimizin iyi olması yönünde tercihte bulunma zorunluluğu altındayızdır.İstisnai durumlar dışında dini inancı doğumuyla birlikte belli olan bireylerin niyetleri iyi yönlendirilmeye çalışılır.Buna dini ile birlikte ahlak kuralları yapar.Dinle uyum içerisinde yaşayan biri niyet açısından da dinden etkilenmiş olup niyeti iyi olmak zorunda olan insandır. Şimdi inanç bakımından iyinin yanında olan biri davranışında kötünün yanında gibi görünebilir. Lakin bu yine de inanç olarak iyi ve kötüyü eş değerde tutmaz. Çünkü davranışı gerçekleştiren bireyin niyet açısından iyiyi seçmiş olabilir. Bu durumda mültemis yine özgür olmayacaktır. Eylemleri dini unsurlarla çerçevelendirilmiştir. Bu yazının sonunda sevgili okur sen yine de Ahmet Kaya'dan “acı çekmek özgürlükse özgürüz ikimiz de.” Ismarla kendine.

Kayıtsızlık iki zıt seçimin denkliğine dayanıyorsa, yaşamda din kuralları açısından bu durum davranış sergilerken davranışın günah veya ve sevaplarının denkliğini gerektirir.Niyeti hesaba katmaksızın bu durumun zorluğu göz önündedir.Niyetten ayrı düşünüldüğünde bir davranışın sonucunda dine uygun veya uygun değil şeklinde bir çıkarımda bulunmak olasıdır ve rahatça bizi bu iki sonuçtan birine vardırır.


EKİM, 2018

Kaynakça Arıcan, M.K. (2012). Spinoza'nın Teolojik Politik İncelemesinin Felsefi ve Teolojik Bağlamda Okunuşu Üzerine. Beytulhikme: An İnternational Journal of Philosophy.2(1). 17-44. Güler, İ. (2011).Özgürlükçü Teoloji Yazıları. Ankara Okulu Yayınları. Ankara. Özgenç, S. (2005). Özgürlükçü teoloji yazıları.Sakarya Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi.7(12). Şimşek, I. (2014).Tanrının mükemmelliği ve özgürlük problemi.Ekev akademi dergisi. 59(59). 413-428 https://incil.info/kitap/Galatyalilar/5(13.09.2018) https://incil.info/kitap/Yuhanna/8 (15.09.2018) http://www.enfal.de/dinlertarihi/dinler%20tarihi/dinler2/Budiz m/1.htm (13.09.2018) http://www.enfal.de/dinlertarihi/dinler%20tarihi/dinlertarihi/20 9.htm (14.09.2018) http://savascin.com/2015/07/26/saman-bilgeligi/ (14.09.2018) http://dusundurensozler.blogspot.com/2008/05/kayitsizlikolarak-zgrlk.html?m=1(16.09.3018)

SAYI:3


Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.