1
BU SEFERKİ REZALETİ TÜRBAN BİLE ÖRTEMEYECEĞE BENZİYOR… Prof. Dr. Ali Demirsoy
Türkiye, aydınların sürekli uyardığı; ancak tehlikenin boyutunu bir türlü anlatamadığı fosseptik çukuruna sonunda düştü. Talihsiz ülkemin her dönemde bir grup soyguncusu vardı. Onlara lanet ederek, kızarak; bir rastlantı sonucu mahkeme önüne çıkarılmışlarsa iğrenerek seyrettik. Sık sık gitseler de kurtulalım dedik; gidenin yerine daha iyisi hiç gelmedi. Ancak Aralık/2013’de ve daha sonra yaşananlar, eğer söylenenler ve gösterilenler doğruysa, geçmiş soygunculara rahmet okutacak cinsten. Ben, bilimsel kitapların yanı sıra, anılar, sosyal içerikli kitaplar, bilim kurgu tarzı kitaplar da yazdım. Bunlardan biri “Anılar, öyküler ve fıkralarla Anadolu” adlı bir kitaptı (çıkar çıkmaz kapışılarak bitti). Kitabın çok kısa bir zamanda bitmesinin nedeni, yazılanların, yaşadığımız günlük olaylarla çok yakından ilgili olması nedeniyle, belli ki kitabı alanlar, yöneticisiyle, adaletiyle, ordusuyla, üniversitesiyle, köylüsüyle, dindarıyla, mezhepçisiyle, aydınıyla, aydın geçineniyle, hainiyle, satılmışıyla, erdemlisiyle, ahlaksızıyla bu toplumu, kitabın içinde buldular. Benim neden rahmet okumakla yazıya başlamak istediğimi merak etmiş olabilirsiniz. Bunun nedeni bu kitapta anlatılan bir öyküdür. Zamanımıza ne kadar uyuyor. Birlikte öyküyü okuyalım.
Babana rahmet ne iyi adammış… Eskiden hemen hemen her kasabada birkaç metre beze ya da dişlerindeki altın kaplamaya tamah edip ölü soyan birisi bulunurmuş. Kasabanın birinde yine böyle bir adam yaşarmış. Kasabalıların tümü akşam sabah “şu herif ölülerimizi bile rahat bırakmıyor; geberse de kurtulsak diye” bu adama beddua ederlermiş. Gel zaman git zaman
2
adam ölmüş. Bilindiği gibi eskiden meslekler bir çeşit kalıtım gibi babadan oğla geçerdi. Bu nedenle genellikle lakaplar ve daha sonra soyadları, kasapgiller, kuyumcugiller, çobangiller, ayakkabıcıgiller gibi konmuştur. Böylece oğul, kendilerine göre alışılmış, çevreye göre nefret edilen baba mesleğini devralır. Kasabanın ölülerini o taciz etmeye başlar. Kasabada bir ölü gömülünce ve birkaç gün içinde birileri mezardaki anormalliği fark edince, meydana koşar: - “Ey ahali ölümüz yine soyulmuş” Diye bağırır ve halkı mezarlığa toplarmış. Kasaba halkı, çoluk çocuk, kadın erkek, sakat, sağlam, yaşlı genç, canhıraş bir şekilde mezarlığa koşarak, açılmış mezarın başında toplanır ve duruma göre küfür ve beddua ile karışık tepkilerini gösterirlermiş. Ancak yeni peydah olan mezar kazıcı işe başladıktan sonra, kasabalılar yine canhıraş şekilde mezarlığa koşuyorlarmış; ancak bu sefer, açılmış mezarı ve ölünün üzerindeki birkaç metre patiskanın çalındığını görünce hep bir ağızdan: - “Babana rahmet ne iyi adammış da değerini bilememişiz” derlermiş. Çünkü yeni türeyen mezar soyucu, ölüleri soyduktan sonra götlerine bir de kazık çakmaya başlamış. Özel not: Eski politikacılara bir zamanlar çok kızar ve küfrederdim; artık etmiyorum.
Çekirdeğini
hükümetin
bazı
bakanlarının,
iş
adamlarının,
bürokratların, müdürlerin ve bakan çocuklarının oluşturduğu bir grup insan, her biri yüz kızartıcı, rezillik, kepazelik, iğrençlik, dolandırıcılık, rüşvet ve bilinen aşağılık eylemlerin hepsini içeren bir seri suçlamayla tutuklanarak sorgulanmaya alındılar; bir kısmı mahkemelerce tutuklandı; bir kısmı için de tutuklanmaları ya da yakalanmaları için emir çıktı. Bu suçların doğru ya da yanlış olmasına –eğer her aşaması usullerine göre
3
ve tarafsız insanlarca yapılırsa- Yüce Türk Mahkemeleri karar verecektir. Bu suçların doğru olup olmadığına ne ben, ne başka bir vatandaş, ne basın ne de siyasiler; hatta her yetkiye sahip Büyük millet Maclisi karar veremez. Adaletin gerçekleşeceği tek yer bağımsız mahkemelerdir. Ancak yapılan açıklamalar doğrusu dünya tarihine “en rezil açıklamalar” olarak geçecek niteliktedir. Bir savcı görülen lüzum üzerine bir soruşturma başlatmış (eğer yanılmıyorsam, dokunulmazlık zırhı olmayan herkes hakkında savcıların böyle bir yetkisi varmış). Ancak soruşturmanın başlatıldığını duyan yöneticilerimiz. Bu bir kirli operasyondur Bu soruşturma üst makamlara saygısızlıktır, itaatsizliktir. Soruşturma açılmadan önce yetkililere bilgi verilmeliydi (bilgi verilecek kişi, soruşturma açılan kişinin babası) Bu, iktidara ortak olmak isteyenlerin bir oyunudur Bu itaatsizliğin hesabını soracağız Belirli mihrakların bu oyununa kayıtsız kalmayacağız Bu, siyasi bir çeteleşmedir Gerekeni gerektiği gibi yaparız Bu milletimize yapılmış bir operasyondur Biz hesap veriyoruz, yargı niye hesap vermemeli? Bilmem kaçıncı madde çökmüş, adalet bitmiştir (Meclis Başkanı) Muhalefetin cemaziyülevvelini biliriz (sanki bu paraları götüren ya da soruşturmayı açan muhalefet gibiymiş) Paralel devlet kurmak isteyenlerin işi
4
Partinin yetkili bir kişisi “bakanlar istifa ederse bu suçu kabul etmiş anlamına gelir” diyor. Sanki işi başında kalıp operasyonu yapan çok sayıda emniyet yetkilisini görevden alma, yerini değiştirme, yeni kişiler atama ile temize çıkıyormuş gibi. Bu operasyon bu ülkenin dindar kesimine karşı yapılmıştır (14.01.2014 parti grup toplantısında alkışlarla birlikte). Sanki operasyon yapanlar dinsiz bir teşkilatmış gibi. Bu ülkede birçok insan yasal olmayan dinlemelerle, uydurulan belge ve kanıtlarla suçsuz yere hapiste yatmaktadır (14.01.2014 parti grup toplantısında alkışlarla birlikte). Sanki bu ülkenin sorumlusu başkasıymış gibi. Gibi benzer ifadelerle bu operasyonun hukuksuz olduğunu ve cezalandırılması gerektiğini vurgulamaya başladılar. Ancak rüşvet, yolsuzluk ile ilgili saçılan görüntüler, bulunan paralar ve kasalar ile ilgili mantıklı
tek
bir
açıklama
nedense
yöneticilerimizin
ağzından
çıkmamaktadır. Aslında bu itirazlarında da haksız değiller. Birçok basın mensubunun ve vatandaşın gözünde bu operasyonların düğmesinin başka güçlerin elinde olduğu düşüncesi yaygın. Keşke bu operasyonları, bağımsız, emir almayan, bu ülkenin “milli” kolluk güçleri ve adli makamları kendi inisiyatifleri ile başlatıp, sonuçlandırsaydılar. O zaman yola çıktığımız 1920’lerin
cumhuriyetinin
amaçlarını
gerçekleştirmiş
olacaktık.
Cumhuriyet kurulurken verilen en büyük savaş, yabancı ülkelerin her türlü etkisinden kurtulmaydı. Özgür, bağımsız ve kendi kaderini saptayabilen bir ülke olmaydı. Ne acıdır ki 90 yıl sonra hükümetin bizzat yetkilileri, yabancı ülkeden talimat aldıklarını ileri sürdükleri bir kolluk gücünden ve yargısından yakınıyor. Gel gelelim ki siyasilerimiz, Türkiye’nin 1946 yılından bu yana bu güçlerin emrine girdiğine ilişkin
5
görüş bildirenlerin hepsini komünist, bozguncu ve düşman olarak bilindi ve anaları bellendi. Son 50 yıl içinde öldürülen aydınlarımıza bakın; öldürülen bu insanların hiç biri başka bir ülkenin uzantısı, ajanı ya da yandaşı değildi; hiçbir ülkeden lojistik destek almamışlardı. Özlemleri özgür ve bağımsız bir Türkiye’ydi… Bunları kim etkisiz hale getirdi, bunu en iyi işbirlikçi kurumlarımız biliyor olmalı. Hiçbirinin faili bulunamadı, bulunmadı. Ülkesinin başbakanını icazetle seçen, ordusunun kadrosunu icazetle düzenleyen, yargısını amaçları için –demokrasi söylemi ile bir çeşit zorbalıkla- yeniden düzenleyen bir sistemin bir gün bunları yaşaması bekleniyordu. İcazetle ikbalini sağlayanlar, bumerang kullandıklarını şimdi anlıyorlar. Bu yaşananlardan çok hayırlı sonuçlar çıkması da olasıdır. Bunlardan birincisi: Bize ait olduğunu düşündüğümüz kurumların iplerinin yıllardır başkalarında olduğu gerçeğinin anlaşılması. İkincisi ise batının, Mustafa Kemal Atatürk’ün engin görüşü nedeniyle, uygar bir Müslüman ülke olamaz düşüncesini, artık saklamayarak ve ertelemeyerek açıklaması olmuştur. Bugün batı basını, Müslüman ülkelerin tutucu partilerinin egemen olduğu yerlerde (artık hepsi bu durumda) ne kadar nutuk atarlarsa atsınlar, demokrat olamayacaklarından, hukuku kendi çıkarları için kullanacaklarından emin oldular. Daha da kötüsü yolsuzluk, rüşvet, yalan ve talanın bu dinin egemen olduğu ülkelerde tavan yaptığını gördüler. Bu ülkelerdeki dindar yöneticilerin, batıda bu düşünceye varmış ülkelerin bankalarındaki gizli hesaplarından bunu net olarak anladılar. Dini koruma laiklikle mümkündü; bu nedenle bu dine en büyük ihaneti laiklik düşmanları yapmıştır. Şimdi bir paralel devletten söz ediliyor; aslında bir değil bu dönemde iktidarın katkıları ile iki paralel devlet (Cemaat ve PKK) kuruluyor
6
diyenlere olmadık sözler söylendi. İki yüz küsur Amerikan ajanı Ankara’da bina tutmuş, bunlar ne yapıyor diye bakanlara sorulduğunda, onların müstehzi müstehzi gülerek, ben de bilmiyorum demeleri, bu günleri hazırladı. Gazeteler bu ajanların oturduğu binayı defalarca yayınladılar; doğu ve güneyde sayısız ajanın otelleri nasıl rezerv ettiğini yazdılar, çizdiler. Tepki; sadece çıvık çıvık gülmelerdi. İşin buralara geleceğini çok daha önceleri birileri tahmin ediyordu; ancak 12.01.2014 tarihinde bakan Ali Babacan bu mekanizmanın (Cemaat-ABD ortaklığını kast etmiş olmalı) işi buraya kadar getireceklerini tahmin etmedik diyerek,
mekanizmanın
kendilerince
de
bilindiğini
dolaylı
olarak
açıklaması doğrusu kimlerin elinde olduğumuzu göstermektedir. Yine aynı tarihte Meclis Başkanı Cemil Çiçek, elinde kırmızı bir kitap ya da dosya ile poz vererek, bu devlet Saidi Nursi’yi ve öğrencilerini bile fişlemiş
diyerek
geçmişi
(cumhuriyetin
kurucularını)
karaladığını
düşünüyor. Bir devlet doğal olarak eğer o devlette gerçek devlet adamları
varsa,
organları
aracılığıyla,
potansiyel
olarak
tehdit
oluşturabilecek herkesi her kurumu izler, bilgi toplar ve olabilecek tehditleri ilgililere iletir. Bugün ABD, bırakın vatandaşlarını belli ki tüm dünyayı, izliyor ve fişliyor; buna diğer devlet başkanları da dâhil. İsterse bu coğrafyadaki yöneticilerin gizli hesaplarını bile çarşaf çarşaf ortaya dökebilir. Ancak bizim devlet adamlarımız galiba fişlemeden ve izlemeden, onun bunun seks kasetini çekme, akçeli işlerde şantaj olarak olacak kayıtlar alma olarak anladıkları için, altlarının oyulduğunun farkına varamayarak, paniğe kapılmışlardır. Türkiye önümüzdeki yıllarda daha başka sorunlar da yaşayacak. Malatya’ya kurulan dinleme istasyonunun, güya Suriye’ye karşı bizi korumak için kurulan füze bataryalarının önümüzdeki yıllarda kimi
7
koruduğu daha iyi anlaşılacak. Bugün bu örgütlenmenin sessiz sessiz durduğuna bakmayınız. Temelin dediği gibi: Sesi yarın çıkacak Karadenizli hapse düşer, bin bir cefadan sonra kaçmaya karar verir ve eline bir demir testeresi geçirerek, pencere demirlerini kesmeye başlar. Kapının arasından bunu gören gardiyan içeri girer ve ona: – Ulan Temel Temel, o elindekiyle ne yaparsın – Kemençe çalirem – Pekâlâ! Kemençe çalirsen sesi niye çıkmıyor? – Onin sesi yarin çıkacak... (Demirsoy’un anılar öyküler ve fıkralar kitabından).
Verilen tavizlerin, yasalarda yapılan zoraki değişikliklerin, eğitimde yapılan fahiş hataların, cemaatlere ve aykırı gruplara gösterilen sonsuz hoşgörülerin, dini devlet işine karıştırma çabalarının, yolsuzluklara, rüşvete, hırsızlıklara karşı duyarsızlıkların ve kapatma çabalarının, cumhuriyeti kuranlara yapılan hakaretlerin ödenmesi gereken bir bedeli olacak. Esas ses o zaman çıkacak. Ancak gündemde öncelikle yöneticilerimizin habersiz yakalandıkları çok vahim bir durum var. Bu ağır suçlamalar
temizlenmedikçe,
Türk
politikasının
aklanma
şansı
kalmamıştır. Görüntülere ve açıklamalara bakılırsa, ortada bir hırsız çetesi var. Yetkililer bu hırsızların kimler olduğunu, hırsızlığı nasıl yaptıklarını, büyüklüğünün ne kadar olduğunu, hangi kurumları ilgilendirdiğini soruşturup
anlayacaklarına,
hırsızları
koruyacak
yeni
yasa
ve
yönetmeliklerin peşine düşmüş görünüyorlar. Doğrusu Hammurabi bile böyle bir düzenlemeyi, oluşturduğu yasalara koymaya cesaret edemezdi. Uygar bir ülkeden ne beklerdiniz? Bakanların ve hatta hükümetin o anda istifa etmesini. Soruşturmalara gölge düşürülmeden sonuca ulaştırılması beklenirdi. Bakanlarına ve bu işlere karışmış aile bireylerine, görsel yayın organlarında tekrar tekrar gösterilen filmlerdeki para
8
ilişkileri, banka müdürlerinin evindeki paralar ve kasalar, çıkar içerikli telefon konuşmaları sorulması gerekirken, soruşturmayı yürüten çok sayıda yetkili emniyet görevlisinin bulundukları yerden uzaklaştırılması, savcıya yardım diye hemen iki yeni savcı atanması ve daha sonra soruşturmayı başlatan savcının başka bir yere nakli ve benzer uygulamalar,
doğrusu
en
ilkesiz
ülkelerde
bile
görülmeyecek
uygulamalardır. Ben böyle bir yönetimde yaşadığımdan, böyle bir basın camiamız olduğundan, taşıdığı sıfatı gerçekten hak etmiş; ancak sesini çıkarmayan öğretim üyelerinden, aydınlardan, düşünürlerden, hukuka gönül vermiş olanlardan utanıyorum. Bu ülkede çok soygun oldu, çok sayıda cumhurbaşkanı, başbakan, milletvekili, üst düzey yetkili suçlandı (gerekli soruşturmalar yeterince yapılamadığı için hiçbir zaman suçlu olup olmadıklarını bilemiyoruz); ancak bu kadar pervasız ve seciyesiz, ahlaksız, iğrenç suçlamalara maruz kalmadılar. Bu ülke ve bu yöneticiler bizim insanımız. Her şeye karşın umudumuzu yitirmeden iyi niyetimizi ve beklentimizi de söylemeliyiz. Bu ülkenin aydınlık yüzünü oluşturabilmemiz için lekesiz örneklere, tüm benliğimizle kefil olacağımız yöneticilere, hukuka saygılı yönetime gereksinmemiz bulunmaktadır. Halkın önemli bir kısmının oyunu alan böyle bir yönetici kadrosunun, bağımsız ve yansız bir adalet önünde, hukuken aklanmasını bekliyoruz. Bu aklanma kendilerinden ziyada, bu ülkede erdemli kuşakların yetişmesi için elzemdir. Aslında ülkemin şanssızlığına üzülüyorum. Büyük bir oy farkıyla ilk denemesinde iktidara gelen, paralardan sıfır atma, yeni yollar, hava alanları yapma bakımından başarılı olan, yeni konut yapımında ve şehirlerin yeniden yapılanması bakımından önemli işler başaran, birçok formaliteyi cesaretle ortadan kaldıran, dış ticaretimizi artıran, enflasyonu
9
düşüren, başlangıçta çevre ülkelerde siyasi girişimleri ve ekonomik gelişimi ile saygı uyandıran bir parti, bu ülke için çok önemli işler daha yapacak potansiyeldeydi. Türbanı slogan yaparak önemli bir kesimin oylarını topladığını biliyoruz; ancak yoluna türban sloganıyla devam etmesinin sakıncasını anlamalıydı; uygar dünyada buna yer olmadığını görmeliydi. Din ile siyaseti ayırabilmeliydi; en önemli başarısı bu olacaktı. Tam tersini yaparak çıkmaza girdi; başta eğitim olmak üzere dini ve onun simgesel söylemlerini, simgelerini eğitime, sağlığa, hatta meclise sokarak kör topal yürüttüğümüz laiklik düzenini sakatladı. Çevre ülkelerin iç işlerine, gerici yönetimlere destek vererek, karıştı. Kökten dincilikle hiçbir yere gidilemeyeceğini göremedi. Sonunda bu yanlış politikalar yüzünden binlerce mülteciyi kucağında buldu. Cumhuriyetin değerlerini ya da kurucu kişilerini yıpratmaya kalkıştı; saldırganları görmemezlikten geldi. Özel mahkemelerin kararlarını savunarak, yargılama süreçlerindeki çarpıklıkları görmemezlikten gelerek adalete güveni zayıflattı. Bu gün söylenenlerin yarın tersini söylenerek (örneğin cemaatle, PKK, BOP ile), geçmişte kol kola gezdiklerini bu gün olmadık sözlerle suçlayarak insanların güvenini tüketti. Türkiye’nin böyle bir oy çoğunluğu ile ele geçirmiş olduğu önemli bir potansiyel, din-rüşvet değirmen taşlarının arasında un ufak edildi. Tarihte din-rüşvet değirmeninden kurtulan bir toplum olmadığı biline biline bu ülke bu batağa saplandırıldı. Batının Müslüman’dan demokrat olmaz; sadece anarşist yetiştirir; rüşvet, yalan, talan ve dolana zemin hazırlar şeklindeki
saplantıları
giderilemediği
gibi;
bu
sanıları
daha
da
güçlendirildi. Hem AKP’ye hem bu ülkenin insanlarına hem de bizi örnek alan Müslüman ülkelere yazık oldu. Çete dediğiniz cemaatle seçimi büyük oy farkı ile kazandınız, orduyu belli ki bu kesimle yerle yeksan ettiniz, bu cemaate (sizin tanımınızla)
10
mensup olanları en önemli yerlere getirdiniz, savcılarını ve yargıçlarını hukuk abidesi ve kahramanları olarak gösterdiniz, her fırsatta cemaat liderlerine selam ve saygılarınızı gönderdiniz, bu ülkede hiçbir kesime nasip olmayacak kolaylık ve yardımı sağladınız. Üniversite soruları çalındığı zaman, tutuklananlar, çalanları ışık evlerinde arayın demelerine karşın üzerine gidilmedi, sağır oldundu; polis ve astsubay sınavları yapılırken çalınan sorulara göz yumuldu. Daha da vahimi, yıkılmasına karar verilen bazı kurumların mensuplarının ve bazı yazar, çizerlerin kasıtlı olarak cezalandırılması için mesnetsiz işlem yapan ve karar veren savcı ve yargıçların bu taraflı kararlarından dolayı ileride oluşacak maddi sorumluluklarını giderebilmek için çıkarılan ucube yasa ile ödemelerin devlet olarak yüklenilmesi sağlandı. Böylece yok edilmesine karar verilen kesimlerin haksız olarak boynuna ip geçireceklere sınırsız bir cesaret verilmiş olundu. Şimdi kalkmış darbeden, ihanetten, çeteden dem vuruyorsunuz. Aslında gizli darbeyi kimin yaptığı değil (onu şimdi yandaşlarınız öğrendi, geçmişte ulusalcılar olarak aşağıladığınız kesim zaten biliyor ve sizi uyarıyordu), kimin azmettirdiği ve yataklık yaptığı açıklanmalı. Şu anda çete olarak nitelendirilen kesimin arkasındaki güç ve tanımlanan
düşman
doğrudan
olmasa
bile
ABD
olarak
işaret
edilmektedir. Bu ülkenin ulusalcı kesimi de neredeyse yarım yüzyıldır bunu söylüyordu. Bu kesim daha başka şeyler de söylemişti ve söylemeye devam ediyor: Türkiye’deki darbelerin arkasında yine aynı gücün olduğu söylendi yazıldı, şu anda tutuklu olan bir partinin başkanı bundan 15 yıl önce gazetesinde bu ülkenin başbakanının, cumhurbaşkanının kim olacağını, bunları Amerika’nın hazırladığını isim isim yazdı. Bir parti başkanı olarak Beyaz Saraya girerken altınıza kırmızı halı serildiği zaman mı; oval ofiste
11
Amerika başkanıyla hiçbir Türk yetkili olmadan baş başa görüşme yapıldığı zaman mı; en az 36 defa meydanlarda bize Ortadoğu Projesinin eş başkanlığı görevi verildi, biz verilen görevi yapıyoruz dendiğini zaman mı; şu andaki cumhurbaşkanımızın Amerikalı üst düzey bir yetkili ile 9 madde 2 sayfalık gizli bir anlaşma (bu anlaşmanın maddelerinin hemen hepsi Türkiye’nin bütünlüğünü sarsmaya yöneliktir) yaptığı zaman mı; beğenmesek de kendi yağıyla kavrulup gitmekte olan Ortadoğu ve Arap Ülkelerine (Tunus’a, Libya’ya, Suriye’ye, daha önce Cezayir’e, Irak’a, Afganistan’a, Somali’ye) rejimlerinin yıkılması için her türlü lojistik destek sağladığımız zaman mı, ABD’nin yönlendirmesi ile körfez ülkelerinin katkılarıyla seçimden önce seçmenlere 30 milyon yardım paketi hazırlanarak çağdışı Mursi’nin seçilmesine destek sağlandığı zaman mı, Suriye’yi çağdışı güçlerle yıkmak için kolların sıvazlandığı zaman mı, Irak’ta konumlanmış ayrılıkçılara yapılan operasyonları önlediği zaman mı, Irak’ta özerk bir devlet kurulmasını sağladığı zaman mı, bir olasılıkla Silivri’ye gerekli sahte belgelerin hazırlandığı ve konuşmaların hukuksuz olarak dinlendiği zaman mı Amerika dostu da, şimdi düşman oldu. Amerika hep Amerika’ydı, bu coğrafyanın kötü kaderi, yöneticilerinin süpürülmeye başlandıklarını gördükleri zaman gözlerinin açılması olmuştur. Bir de bu operasyon için -yerel seçimlere gidilmesini kast ederek- çok anlamlı bir zaman seçilmiştir diyerek, yapılan işlemin bir darbe olduğu izlenimi yaratılıyor; pek ala her şeyi ile kefil olduğunuz bu savcı, yargıç ve bin bir söylemle yapısını değiştirdiğiniz HYSK’nın çete mensubu ya da uzantısı olduğunu 17 Aralık gecesi gelen bir vahiyle mi, yoksa çoluk çocuğunuzu sorguya çekmek isteyen, yandaşlarınızın mal varlığını soruşturmaya kalkışan kolluk ve yargı mensuplarının iddianameleri ile mi öğrendiniz? Operasyon için anlamlı bir zaman oluyor da, 17 Aralık ile
12
gündeme gelen, çoğu yargı ile ilgili 52 maddelik değişiklik normal bir işlem mi oluyor? Yasal düzenlemeyi, Silivri’de haksız yere ceza yiyen bu ülkenin yüzlerce gözde evladının (hükümetin bir bakanı bile 17.01.2014 tarihinde bunlardan sadece 3-5’nin suçlu olabileceğini itiraf etmesi bile rezaletin
boyutlarını
ortaya
koymaktadır)
geleceği
söndürülürken
gündeme getirseydiniz anlamlı olurdu. Ne olur en azından bizi artık aptal yerine koymayın!!! Bu ülkenin ulusalcı, milliyetçi, Atatürkçü, laik, erdemli, haysiyetli, hukuka bağlı insanları ne çete ne de memleketi soyan soyguncu istiyor. Hükümet olarak sizden istenen ikisine de gerekli dersi vermenizdir. Bu hükümeti yıkıp da yenisini kurmak isteyenlerin bile tahmin edilenden çok az olduğunu söyleyebiliriz. Bu kadar büyük çoğunluğu ele geçirmiş bir hükümetin, şaibelerden, ahlaksızlardan, işbirlikçilerinden, yiyicilerden, rüşvetçilerden, gericilerden (17.01.2014 tarihinde kendi uydurmaları1 ile İmam Hatiplerin kuruluşunun 100. yılı nedeniyle başbakanın konuşması sırasında salonda asılı olan Atatürk posterinin duvardan
sökülüp
çiğnenmesi
de
üstüne
biber
oldu,
https://www.facebook.com/photo.php? v=199195326946614&set=vb.132197136979767&type=2&theater ),
aracılardan
arınmasını,
bütün
1
basın
üzerindeki
baskının
kaldırılmasını,
bu
Başbakan bu okulların kuruluşunda gelmiş geçmiş herkese, Âdem Peygambere kadar rahmet okudu, övdü; ancak kendisinin ve çocuklarının okumaktan her zaman gurur duyduğu İmam Hatip okullarının açılışını 1924’de gerçekleştiren, yani kuran Gazi Mustafa Kemal’e bırakın rahmet okumayı adına tek bir defa bile değinmedi. Necip basınımızdan hiç kimse (!) 100 yıl önce bu okulları kimin kurduğunu merak edip sormadı. Uzun zamandır İslam Dünyası liderliğine soyunup, yakın zamanda dersini alan, ikinci Osmanlı hanedanlığına soyunan ve yine dersini alan bu kişiye, Atatürk’e 1924 yılında dünyasındaki tüm İslam liderleri halife olmasını talep ederken, onun İslam dünyasının “başkasından talimat alan, bağımsızlığın sağlayamayan, özgün olamayan” ülkelerden oluştuğu sürece kabul edemeyeceğini söylediğini, bir Allahın kulu bu kişilere hatırlatmıyor mu? İslam dünyasında belirli odaklardan talimat almadan ayakları üzerinde duran ve onuruyla rahmete kavuşan tek liderin Atatürk olduğunu söylerseniz ağzınız mı eğilir. Atatürk’ün yolunu kısmen de olsa izlemeye kalkışan Müslüman ülkelerin liderlerinin kaderi belli; ya asıldılar, ya parçalandılar ya tutuklandılar ya da etkisiz hale getirildiler. Bu utanç verici gelişmelerin altında kimlerin parmağı olduğu bilinmektedir; ancak Atatürk Cumhuriyetinin bu işlerdeki taksiratı, olumsuz katkısı gelecek yıllarda acı bir şekilde yazılıp çizilecektir. Bu nasıl Müslümanlık, bu nasıl insanlık, bu nasıl değer bilmedir?
13
yaşananlardan sonra dinin siyasete bulaştırılmamasını, cumhuriyeti kuranlara saygı gösterilmesini, dış politikamızda barışın esas olmasını, bu çoğunluğu ülkenin sorunlarını çözmede kullanılmasını istiyor. Hukuken aklanmamış suçlara muhatap yöneticileriyle bunu yapması zor görünüyor. Bütün bunların ekonomiye çok kötü etkilediği söylenerek, bir anlamda esenliğimiz için susmamız öneriliyor. Aklanmamış böyle bir suçlamanın her şeyimize zarar vereceğinden kimsenin kuşkusu yoktur. Ancak ülkenin saygınlığına gölge düşürecek gelişmeler göz ardı edilerek sadece ekonominin kötüleşmesi uyarısı ile yolsuzlukların önlenmesine kalkışılması doğru değildir. Kaldı ki 15.01.2014 tarihinde maliye bakanımızın açıklamasında “bu olayların ekonomi üzerinde önemli bir etkisi olmamıştır, olmayacaktır; belki ilerideki yatırımların risk faktörünü bir miktar yükseltebilir” açıklaması ile aynı gün İstanbul Büyükşehir Başkanının bu olaylar İstanbul’da sürdürülen yatırımları ve planladığımız yatırımları hiçbir suretle etkilememiştir diyerek, bir anlamda ne yapılması gerekiyorsa yapılabilir sinyalini vermişlerdir. Hepsinin üzerine tuz biber eken girişim, yolsuzluk, rüşvet, görevi kötüye kullanma gibi suçlamaların savunulmasında yönetimin taraf olmaya kalkışması olmuştur. Hatta yasaları (hatta Anayasayı) bile çiğnemeyi göze alması olmuştur. Bütün bunlara ne gerek vardı? Yola çıkmış son hızla yol alıyorduk; kin ile bulanmış bu prangaları neden ayağınıza bağlayarak kımıldayamayacak duruma düştünüz? Daha önce anayasa hazırlattığınız öğretim üyeleri, tanınınmış anayasa profesörleri, görsel basına çıkan hukuktan nasibini almış herkes hatta Avrupa Parlamentosu, hâkimler ve savcılar kurulunun hükümetin bakış açısıyla düzenlenmesinin kesinlikle anayasaya aykırı olduğu söylemelerine karşın isteğiniz doğrultusunda yeniden düzenlenmesi hiç
14
kimseyi dinlemeden 52 madde halinde geçirmeniz, tamiri çok zor olacak siyasi ve idari tahribatlara neden olacaktır. En kötüsü de bugüne kadar herkesin çıkıp bilgiç bilgiç tavırlarla söylediği “suçluluğu kanıtlanmayan herkes masumdur” sözcüğü, bütün bu ithamlardan, ortayla saçılan belgelerden ve görüntülerden sonra, hukuk önünde bu soruşturmayı başlatıp, daha sonra el çektirilenlerin de katılmadığı (bir çeşit müdahil olmadığı) bir süreç yaşanırsa, korkarım ki halkın nezdinde, bu söz “hukuk önünde aklanmadığı sürece bu dönemde itham edilenler suçludur” gibi evrensel yaklaşıma ve evrensel hukuka aykırı bir söyleme dönüşecektir. Çok denklemli ve çok tartışmalı ilişkiler ile yönetime gelenlerin, bir gün çok denklemli, çok nedenli, garip ilişkiler ve tertiplerle gideceği belliydi. Durum bu; karanlık bir devir kapanırken geride ahlaken çökmüş ve siyasete bulaştırılmış adaleti olan; kurumlarına güveni kalmamış; ordusu, yüksek öğretim kurumları ve eğitim sistemi; ayrıca ülke bütünlüğü, iç ve dış siyaseti tartışılır yoz bir toplum kaldı. Prof. Dr. Ali Demirsoy
Değerli Kardeşim Cumhur cemaat, soygun, rüşvet, kara para aklama, paralel devlet kurma, çökmüş yargı ile yola devam etme, çete oluşturma ile suçlanan bir sürece girdik. Bekliyorduk; ancak böyle utanç verici bir şekilde ortalığa saçılacağını
da
doğrusu
bilemiyorduk.
Bundan
sonra
söylenen
yalanların, kanıtlanabilirse soyulan paraların, çeşitli söylemler ile kandırılan kitlelerin, kısa zamanda zengin olan oğul-uşakların, belki de birçoğunun özel hayatlarının boy boy ortaya çıkarılacağı döneme
15
giriyoruz. Bu sefer bu pislikler – geçmişte ve hala sürekli gündemde tutulan, sürecin başladığı günlerde simge olarak sunulan- türban ile bile örtülemeyeceğe benziyor. Saygılarımla Not: 2008 yılında yazmış olduğum bir yazıyı “son dönemeci dönüyoruz”, ilişikte, tekrar gönderiyorum. Zamanı olanlar okursa zevk alacaklarını umuyorum.