İçindekiler Giriş sf.1 Kültür sf.5 İnsan nasıl insan oldu? sf.6 Emek sf.7 Farklı Kültürlerin Oluşumu ve Kültürü Değiştiren Etmenler sf.9 Din sf.10 Kapitalizmde Kültür sf.12 Kapitalizm ve Rekabet sf.13 Kapitalizmde "Popüler Kültür" sf.14 Öncü Parti sf.17 Devrimci Savaş Tarzımız sf.20 Genel olarak savaş sf.21 Devrimci Savaş sf.21 Türkiye Devrimci Savaşı sf.22 İdeoloji sf.25 Sürekli Öğrenim sf.34 Eleştiri-Özeleştiri Kültürü sf.37 Özdisiplin sf.41 Bilimsel Yaklaşım sf.45 a. Niceliğin niteliğe dönüşümü sf.47 b. Karşıtların birliği ve savaşımı sf.47 c. Yadsımanın yadsınması sf.48 Devrimci Ahlak sf.49 Adalet sf.51 Eşitlik sf.53
Özgürlük sf.56 Özgür Üretken Emek sf.60 Enternasyonalizm sf.64 Devrimci Sanat sf.65 Devrimci Kültürde Doğa sf.68 Spor Kültürü sf.71
Mahir Arpaçay Devrimci Savaş Okulu
Devrimci Kültür
DEVRİMCİ KÜLTÜR Giriş Sosyal tarih, insanın ortak kültürünü sürekli değişim hâlinde olan bir ürün olarak yaratmıştır. Tarihin kendisi gibi kültürel evreler de kendini tekrar edemez. İnsanın insan olmasının tarihi sınıfsız ve sınıflı toplumsal evrelerde gerçekleşen ve gerçekleşmekte olan bütünsel yaşam pratiğinden soyutlanarak ele alınamaz. Komünal toplumda, insanın yaşama ereğini büyük oranda (temel çelişki olarak) doğada hayatta kalma kavgası oluşturuyordu. Sınıflı toplumların ortaya çıkışıyla birlikte doğada hayatta kalma kavgasından kaynaklanan temel çelişkiye baskın yeni bir çelişki türü eklendi: insanın başka insanlar üstünde nihai durumuna varan sınıf çelişkisi. Bu sonal durum gittikçe amaçlaşmıştır ve amaçlaşan iktidar da kendini her tür toplumsal ilişkide üretmiştir. Ezen ve ezilen sınıflar arasındaki bu çelişki uzlaşmazdır. Uzlaşmaz sınıf çelişkisi aynı zamanda komünal toplumdaki insanın temel çelişkisiyle de uzlaşmazdır. İnsanın başka insanı ezmesi ve sömürmesi iki tarafın da hayatta kalma mücadelesini, çabasını kolaylaştırmaz. Sosyoekonomik düzen bir kez karşıt sınıfların varlığı esasına göre düzenlendiğinde her sınıf bir diğerinin düşmanı olur ve elde ettiği tüm kaynakları, bir diğerine karşı sınıf savaşımını yürütmek için kullanır. Sınıf çelişkilerinin insanın doğadaki varlığını ve yaşamını temelden etkileyen baskın karakteri, belli bir toplumsal evre için tarihin sınıf mücadelelerinin ürünü olduğu belirlemesini yapmamızı zorunlu kılmaktadır. Diğer tarafta tarihin insanın doğal koşullarda hayatta kalma mücadelesi olduğunu da belirtmek gerekir. Ancak tarihi doğruya yakın analiz edebilirsek kültür meselesini irdelememiz mümkün olabilir. Kültür tarihsel olduğu gibi anı da belirleyen etkili toplumsal unsurlardan biridir. Tarihsel birikimiyle anı belirleyen dinamizmi arasında kopmaz bir bağ vardır. Tüm tarihsel birikimi kapsar, kullanır ve üretir. Sınıflı toplumların ortaya çıkışıyla beraber insanın doğanın zorlu yaşam koşullarına karşı mücadelesine birbirine karşı mücadelenin eklenmesi karşıtların birleştiği gelişmeye gebe kültürel bir alan yaratmıştır. Her temel çelişki uzlaşmaz değildir. Bir çelişkinin uzlaşmaz olması için 1
Mahir Arpaçay Devrimci Savaş Okulu
Devrimci Kültür
çelişmenin bir taraf lehine sonuçta çözülmesi gerekir. Çelişmenin bir taraf lehine çözülmesi diğer tarafın ortadan kalkmasıyla ve dolayısıyla çelişkinin de ortadan kalkmasıyla sonuçlanır. Temel olan bazı çelişkiler iki taraf arasındaki çelişmenin ortadan kalkarak çelişen iki tarafın uyumlu var olmaya devam etmesiyle de sonuçlanabilir. Böyle bir durumda nitel bir sıçrama durumu yaşanır. Uzlaşmaz çelişkinin taraflarının varlıkları da birbirine bağlıdır. Çelişkiyi ortaya çıkartan karşıtlardan biri yok olursa diğeri de yok olur. Proletaryayla burjuvazi arasındaki çelişki böyle bir uzlaşmaz çelişkidir. Uzlaşmaz sınıf çelişkisi ortadan kalktığında ne işçi ne de patron sınıfları kalır. Diğer taraftan patriyarkadan kaynaklı kadınla erkek arasındaki çelişki uzlaşmaz değildir. Fakat kadın ve erkeğin somut eşitsizliğini ortaya çıkarttığından temel bir çelişkidir... İnsanın doğayla çelişkisi de uzlaşmaz değildir. Tersine doğayı anlayarak, kavrayarak, onun koşullarına adapte olarak kültürünü oluşturmuştur. İnsanın diğer insanlarla çelişkisi de uzlaşmaz değildir; çünkü insan kendi arasında işbirliği yaparak, örgütlenerek ve gittikçe daha çok toplumsallaşarak kültürünü oluşturmuştur. Uzlaşmaz yegâne toplumsal çelişki ezen ve ezilen sınıflar arasındaki çelişkidir. Doğada yaşam pratiğinden kaynaklanan komün kültürü ile sınıflı toplumlar kültürünün çatışmasının içkin olduğu toplumsal yapı kendini aşmaya dönük bir iç çatışma yaşamaktadır. Günümüzde insanlığın genel kültürü olarak ne ezenlerin ne ezilenlerin kültürü hâkimdir. Hâkim ve belirleyici olan esas olarak uzlaşmaz çelişkiyle biçimlenen devrimci ve karşı-devrimci karşıtlıkları kapsayan kültürdür. Kültür sınıfsal, cinsiyete dayalı, ulusal, ırksal, dinsel... toplumsal çelişki ve çatışmaların tümünü, maddi üretim biçimini, sanatı, sosyal ilişkileri, felsefeyi, davranış biçimlerini, gelenekleri, edebiyatı, sporu, inançları... insanın yaşamak için ve yaşarken yarattığı her şeyi; tarzları ve amaçları kapsar. Tüm insani faaliyetlerin ürünü olarak hem süreklilik hem de dinamizm arz ederek belirir. İnsanı insan yapan değiştirme faaliyetinin ürünüdür. Değişime karşı duran her türlü faaliyetin de ürünüdür. Bu nedenle ilkel ya da gelişkin kültürler yoktur. Kültürü, insanı sosyal bir organizma olarak var eden kendinde kendini üreten bir üretici kaynak ve ürün olarak ele almak gerekir.
2
Mahir Arpaçay Devrimci Savaş Okulu
Devrimci Kültür
Devrimci savaşım hem kaynak hem de ürün olarak kavranması gereken kültüre kökten bir müdahaledir. Sınıflı toplumların komünal toplumlara müdahalesini olgusal olarak insan yaşamı açısından negatif ve pozitif etkileriyle beraber bu tarz bir müdahale olarak kavramak gerekir. Komünal topluma köleci toplumum baskın çıkması kültürün de değişen sosyo-ekonomik yapıya uygun olarak farklılaşmasına yol açmıştır. Ezenlerin kültürü karşısında ezilenlerin kültürünü üretmiş ve doğadaki insan kültürünün üstüne onunla çatışma hâlinde var olarak insanın kendisine karşıtlık kültürünü eklemiştir. İnsanın geldiği bugünkü toplumsal aşamada, doğadaki ilksel komün insanı kültürünün tekrar aynı biçim ve muhtevayla yaşanabilmesi mümkün değildir. Kültür klandan halklara, sınıfsız toplumlardan sınıflı toplumlara vb. farklı toplumsal biçimlenişlerin ürünü olarak geçmişini tekrar edemeyecek bir dinamizm ve etken varlık hâlindedir. Kültürün dinamizm özelliği etken varlığını sürekli geliştirir ve değiştirir. Fakat her koşulda ve evrede bahsettiğimiz etken varlık özünde yaşamı savunmak olarak pratiğini sürdürmektedir. Kültür, özüne, yaşamı savunmaya karşı duran her şeye karşı mücadele ettiğinden dolayı işleyişi kaçınılmaz olarak devrimcidir. Kültür toplum ve insanın yaşamsal ihtiyaçlarından soyut bir düzlemde tanımlanamaz. Dolayısıyla toplumsal insanın kolektif eyleminin sonuçları ona içerik kazandırır. Kolektivizmin zemini esas olarak ortaklaşa yaşayan toplumlar tarihinde mevcuttur. Mesele böyle ele alınınca her ne kadar burjuva kültürü bastırmaya çalışsa da tarihsel ortak özellikler olarak komünal toplum kültüründen başka bir şeyden bahsedemeyiz. Komünal toplumda siyasal iktidar için savaş, hukuk, kanun, suç ve ceza mevcut değildi. Toplumsal yaşam doğal kültürel yapılardan oluşan siyasal yöntemlerle sürdürülüyordu. “Kültür toplumsal yaşamın devam ettirilmesi ereğine dönük olarak işliyordu.” (Komün Gücü, sf.26) Esas olarak cinsiyetler arasında gerçekleşen işbölümü maddi ihtiyaçların karşılanmasına yönelik ve doğal bir muhtevaya sahipti. Üretim araçlarının özel mülkiyeti yoktu, komünün ürettikleri ve elde ettikleri herkesin ihtiyacına göre paylaşılıyordu. Doğanın nimetlerinden ihtiyacı kadar faydalanan insan doğaya karşı içten bir sevgi, saygı ve bağlılık besliyordu. Doğaya olan bu bağlılık insanın da doğal durumuydu. Kadın ve erkek arasında eşitlik vardı ve kadınlar komün yaşamının etkin özneleriydi. 3
Mahir Arpaçay Devrimci Savaş Okulu
Devrimci Kültür
Kendi ürününe yabancılaşmamış üretici, ürünleriyle kendini ve doğayı gittikçe daha iyi kavrıyordu. İnsan, toplumun özgür üyesi ve kendi yaşamının öznesiydi. Komünal toplumlarda esas olan kültürel birikim ve bundan kaynaklanan toplumsal gelişim söz konusuydu. “Toplumsal inançlar doğada kavrananla kavranmayan arasında bir bağ kurmaya yarayarak toplumsal örgütlenmeye hizmet ediyordu.” (a.g.e, sf.27) Bütün bu komünal öze ait özellikler toplumların kolektif işleyişi yararına kullanılan kültürel özellikler olarak varlığını sürdürmektedir. Sosyal insanı var eden komünal kültür toplumsal yaşamın esası iken özgürlüğün kaynağıydı. Komünal özün parçaları sınıflı toplumlarla beraber toplumsallaşmanın artırılması yolunda kullanılan ve kontrol altında tutulan “değerler” hâline dönüşmüştür. Tarihsel üretim ilişkileri üretici güçlerin gelişmişlik düzeyine göre ortaya çıkmış ve üretim artışına sebep olmuştur. Daha fazla üretim daha fazla emek-gücü ihtiyacını yaratmıştır; emek-gücünün üretici faaliyette örgütlenmesi belli bir biçimde toplumsallaşmanın artışıyla mümkün olabilmiştir. Kültür bu toplumsallaşma sürecini örgütleyen temel unsurdur. Bu nedenle en az devlet kadar etkilidir. Her devlet örgütlenmesi hâkim olmak zorunda olduğu kültürel yapıyı bütün açılarıyla dikkate almak zorundadır. Örneğin sömürgeciliğin ideolojik zemini ezen ve ezilen halkların kültürel farklılıklarının çatıştırılmasından faydalanarak oluşturulmaktadır. Genel insan kültürüyle alt kültürel yapıların kendi özgünlükleri toplumsal yaşamın örgütlenmesi açısından ortak özelliklere sahiptir. Bu doğrultuda halkların barış içinde beraber ürettikleri ve paylaştıkları daha üst düzeyde toplumsallaşmanın söz konusu olduğu kültürel bir yapı mümkündür. Bu noktada devletlerin, imparatorlukların, emperyalist güçlerin birbirine zincirlediği alt kültürlerden değil tarihte klanların, halkların gerçekleşmesi gibi dünya çapında komünal bir kültürün gerçekleşmesinden bahsediyoruz. Burjuvazi kültür kavramını da birçok kavrama yaptığı gibi kendi özünden soyut bir şekilde kullanmaktadır. Bunlardan en yaygın olanı kültür kavramının iktidara, maddi zenginliğe, sermayeye ait bir özellik olarak kullanılmasıdır. Burjuvazinin bu kullanımı doğrultusunda işçiler, emekçiler, ezilenler ve ezilen halklar kültürden yoksun olarak ele 4
Mahir Arpaçay Devrimci Savaş Okulu
Devrimci Kültür
alınmaktadır. Tersine kültürün bütünsel değerlerini yansıtabilecek, geliştirebilecek tek sınıf proletaryadır. Kapitalist toplumun bile sürdürülebilmesi için proletarya aynı zamanda burjuva kültürünün taşıyıcısı olmalıdır. Eski toplumsal yapı yeni toplumsal yapıya gebe kaldığında tarihin gelişmesinin motoru olan ilerici sınıf -feodal toplumda burjuvazi, kapitalist toplumda proletaryadır- kültürün devrimci temsilcisidir. Toplumsal devrimci süreç başladığında kültürel yapıda da devrimci süreç başlar. Devrim savaşımının öznesi olan devrimci proletarya zorunlu olarak kültür mücadelesinin de öncüsüdür. Kültürel gelişmenin özüne aykırı olarak mevcut statükonun savunuculuğunu yürüten “burjuva kültürüne karşı devrimci kültürün yapılandırılması bu nedenle önemli ve zorunludur. Kültür Kültür kavramı, kapsamının genişliğinden dolayı tanımlanması en zor kavramlardan biridir. Kültürün özelliklerinden dolayı bu zamana kadar birçok kültür tanımlaması yapılmıştır. Sosyal insanı ele alan her düşünür ve araştırmacı zorunlu olarak kültür kavramının içeriğini açıklamak zorundadır. Kültüre; toplumsal miras ya da gelenekler birliği, yaşama yolu ya da biçimi, bireysel ya da toplumsal psikoloji, düşünüş, simge, idealar, değerler, davranışlar ve çevreye uyum v.b. açılardan birçok tanımsal yaklaşımlar olmuştur ve olacaktır. Bu tanımlar ne yanlış ne de doğru olarak nitelendirilebilir. Ancak ele alınan konuyla bağlantılı olarak eksikliği ya da fazlalığı olduğu ile ilgili yorum yapabiliriz. Ele aldığımız konunun kapsamı itibarıyla Marks’ın kültür tanımı önem arz etmektedir: “Kültür, doğanın yarattıklarına karşılık, insanlığın yarattığı her şeydir.” Çok açıktır ki, konu kültür olunca insan, toplum ve üretim faaliyeti tarihsel ve maddi şartlarla birlikte diyalektik bir bütünlükle ele alınmalıdır. İlksel komünal toplumlardan, sınıflı toplumlara ve nihayetinde günümüzdeki burjuva toplumuna, yaratılan tüm emek ve değerler insanlığın ortak kültürüdür. Kültürün özünde insan üretimi olduğuna göre belirlediğimiz yöntemle kültürü ele alırsak öncelikle insanın insanlaşma sürecine değinmemiz gerekir. 5
Mahir Arpaçay Devrimci Savaş Okulu
Devrimci Kültür
İnsan nasıl insan oldu? İnsan kendini merak etmeye başladığı andan itibaren aynı zamanda tanımaya da başlamıştır. “Nereden, nasıl, neden geldik?” gibi sorular sormaya, bu sorularla araştırmaya ve araştırmalar sonucunda cevaplar bulmaya başlamıştır. Bulunan cevaplar yeni soruları, yeni sorular yeni araştırma ve başlangıçları getirmiştir. Bu günümüze kadar devam etmiş ve devam etmekte olan sonu gelmeyecek bir döngü hâlinde sürekli gelişmektedir. Bilimsel araştırmaların geldiği son noktada insanlığın gelişimi konusunda en güçlü teorilerden biri insanların ataları olan primatların iki ayak üzerinde dik olarak durmaya başladığı anın insanlaşma sürecinin(biyolojik evrim açısından) başlangıcı olduğudur. İlk atalarımızın iki ayak üzerinde dik olarak durması, beynin hacimsel olarak gelişmesini ve ellerinin serbest kalmasını sağlamış, bu onu diğer canlılardan ayıran en önemli biyoloik faktör olmuştur. Bu değişim insanın besin piraminde av olmaktan kurtulmasını hızlandırmıştır. Fiziksel olarak oldukça zayıf olan ilk primatların yaşayabilmesini ve türünü devam etirebilmesini iki sebeple açıklayabiliriz. Bunlardan birincisi diğer sürü hayvanları gibi bir arada yaşaması, ikincisi ise beynini kulanmaya başlamasıdır. Beynini kullandıkça aklı, akli yetenekleri gelişmiştir. Aklı sayesinde gözlem, taklit ve uygulama yolları ile ilk alet yapımı(av aletleri) başlamıştır. Kimi bilimciler ilk insanı Homo-faber(alet yapan) olarak tanımlarlar. Fakat sadece alet yapımı ve kullanımı ile bu gelişme açıklanabilir mi? Kendilerinden yüzlerce kat büyüklükte ve güçteki hayvanları basit taş aletleri ile alt etmeyi nasıl başardılar? Günümüzde bile güçlü hayvanları avlamak için güçlü silahlar kullanılmaktadır, ilkel basit aletlerle bu nasıl mümkün olmuştur? Bu soruların yanıtı “insan” kelimesini ‘’insanlar’’ olarak anlamaktan geçer. İnsanlığın gelişmesinde alet yapımı ve kullanımı kadar önemli bir şey varsa o da bir arada ortak üretimde bulunması yani komün şeklinde yaşıyor olmasıdır. Bir arada yaşayıp bir arada düşünüp iş bölümü sayesinde doğa ile mücadele edebilmiştir. Zaman geçtikçe gıda sorunu azalmış bu sayede daha fazla gözlem yapabilmiş ve düşünmeye daha fazla 6
Mahir Arpaçay Devrimci Savaş Okulu
Devrimci Kültür
vakit ayırabilmiştir. Artık iklim koşullarına karşı barınak yapabilme, gıda depolama gibi yöntemler geliştirerek yer değiştirme mecburiyetini azaltmış ya da tamamen ortadan kaldırmıştır. Yerleşik hayata geçmenin ilk adımlarını atmıştır. Doğadaki diğer canlılar av-avcı ilişkisinden kaynaklı sınırlı bir şekilde çoğalırken(fare çoğalırsa, fareyi avlayan yılan çoğalır ve fare sayısı dengelenir; fare azaldıkça yılan sayısı azalır gibi) insan bu sınırlamadan muaf bir şekilde çoğalabilmiştir. Çünkü hem av olmaktan kurtulmuş hem de gerekli olan gıdayı doğadan beklemek yerine üretmeye başlamıştır. İnsanların dünya üzerinde yayılması ile iklim koşulları, coğrafi koşullar ve gıda tüketimi gibi sebeplerden dolayı, topluluklar arasında farklılaşmalar başladı. Bu farklılıklar ve gelişmeler, insan olan insanın, ilk kültür farklılıklarını ortaya koymaya başlamış oldu. “İnsan nasıl insan oldu?” sorusunun bir çok yanıtı olabilir. Düşünmesi, konuşması, alet yapıyor olması, ortak yaşaması, iş bölümü gibi... Fakat doğadaki diğer canlılar da birbiri ile iletişim kurar, bir av için plan yapar,tuzak kurar. Kunduzlar baraj yapar ve kuşlar barınak yapar, karıncalar, arılar iş bölümü yapar ve koloni kurar; yani bunlar insan olmak için yeterli sebepler sayılmaz. Doğadaki diğer canlılardan bizi ayıran temel öğe, yaptığımız aletler ve dilin gelişimi ile emek ve bir kültür yaratıyor olmamızdır. Emek kültürün, kültür de emeğin gelişimini sağlamıştır. Bu sebeple kültürü anlamak için insanın emek sürecinin gelişimini incelemek gereklidir. Emek “Ekonomi-politikçiler, emek zenginliklerin kaynağıdır fakat emek ondan da öte sonsuz bir şeydir. İnsanın tüm varlığı için temel şart odur ki bir anlamda insanı emek yaratmıştır demek gerekir.” (Friedrich Engels, Doğanın Diyalektiği ) İnsanı insan yapan en önemli olgulardan biri emektir. Hayvan doğada bulduklarıyla yetinirken insan doğayı emek ile yeniden üretir ve değiştirir. Örneğin doğada başak vardır ama bir başak tarlası yoktur, süt vardır ama
7
Mahir Arpaçay Devrimci Savaş Okulu
Devrimci Kültür
yoğurt yoktur, yün vardır ama elbise yoktur, ağaç vardır ama herhangi bir mobilya yoktur... İnsanın doğa ile mücadelesi, insanı düşünmeye, düşünmesi üretken emeğe, emeği, doğaya müdahaleye itmiştir ve bu sonsuz bir döngü olarak devam etmektedir. İnsanlar, avcılık ile düzenli bir şekilde et ihtiyacını karşılayamamasından veya etin çabuk bozulmasından dolayı bazı hayvanları canlı yakalayıp ihtiyacı doğrultusunda evcilleştirmeye başlamıştır. İlk hayvan sürüleri ve bunlarla ilgilenen ilk çobanlar böyle ortaya çıkmıştır. Bazı toplumlar ise tarımla daha çok uğraşıyorlardı ve ilk tarım aleti olan sabanı buldular. Böylelikle artık insan olan insan, tarımın ve hayvancılığın gelişmesiyle daha az gıda sorunu çekmiştir ve olası durumlara karşı ürün biriktirmeye başlamıştır. Kabileler arası bölge savaşları yerini, birbirinden ürün çalma savaşlarına bırakmıştır. Kabileler arası ürün savaşından ele geçirilen sadece yiyecek değil aynı zamanda yeni aletler, süs eşyaları, çömlek ve daha önemlisi insanlardı. Başlangıçta bir kabile diğer kabileden esir ettiği insanlara, komün için(her kabile kendi içinde komün yaşıyordu) yararlıysa kendi kabilesinin eşit bir bireyi gibi davranıyor ve işe yaramayanları öldürülüyordu. Daha sonraları tarımın gelişmesiyle birlikte tarlayı sürecek olan -çalışacak insan- ihtiyacı artmaya başladı ve bu da başka kabilerle yapılan savaşın amacını değiştirdi. Artık savaşlar sonucunda ele geçirilen en değerli ganimet ürün değil, o ürünü üretecek olan insandı. İnsanın, insana köle olması böyle başladı. İnsanın köleleşmesi bir diğerinin ise efendileşmesi iki farklı kültür oluşturdu. Biri çalışmadan ürün sahibi olan efendi(ezen) kültürü, ikincisi ise çalışıp üreten fakat sahip olamayan köle(ezilen) kültürü. Tüm tarih bu iki uzlaşmaz sınıfın savaşı üzere şekillendi. Ezilenlerin tarih boyunca yaşayabilme mücadelesi böyle başladı. İnsanın insanlaşmasındaki ilk sebep doğayla mücadelesiydi, dolayısıyla ezilenin yaşama mücadelesi yeniden insanlaşma ve kültürünü yaratma mücadelesidir. Spartaküs’ün köleliğe karşı ayaklanması gibi tüm ezilenlerin sınıf savaşımı, insanlaşma savaşıdır. Farklı Kültürlerin Oluşumu ve Kültürü Değiştiren Etmenler 8
Mahir Arpaçay Devrimci Savaş Okulu
Devrimci Kültür
Farklı kültürler, sınıflara, halklara, dinlere, coğrafi şartlara, iklimlere, göçlere, savaşlara, üretim biçimlerine ve cinsiyetlere göre çeşitlenmiştir. Bu kültürler; iç etkenler, insanın yarattığı ve insanın yaratmadığı dış etkenlerden etkilenerek biçimlenmektedir. Dış etkenler olarak iklim şartları, coğrafi koşullar gibi insanın doğayla ilişkisinden ve doğadaki konumundan kaynaklanan objektif durumdan bahsedebiliriz. İklim şartlarının kültüre etkisini küçümsememek gerekir. İklim şartları giyinme alışkanlıklarından, danslara, dile, düşünme sistematiğine kadar bir çok şeyi etkiler. Örneğin sıcak iklimlerde yaşayan insanların “daha rahat” insanlar olması tamamen çalışma koşullarıyla alakalıdır. Güneşin en tepede olduğu sıcak saatler, onlar için dinlenme zamanıdır. Güneşten uzun süre yararlanamayan toplumlar gündüz dinlenmelerini tuhaf karşılamaktadır. Soğuk ve yağışlı iklim koşllarında insanlar gün ışığında daha fazla faydalanmak için hızlı hareket etmek zorundadırlar. Güneşin her anından yararlanmak için daha hızlı çalışırlar. İki durum da düşünme sistamatiğine yansımıştır. Coğrafi koşullarda insanlığın kültürünü değiştirir, dönüştürür ve hatta kendine benzetir. Örneğin dağlık bölgelerde yaşayan insanlar kendi seslerini duyabilmek için yüksek sesle konuşmaya alışmışlardır. Düz veya ovalarda yaşayanların kültüründe dağlık bölgelerde yaşayan insanların aksine yüksek sesle konuşmak ayıplanır. Bu durumun tersine dağlık bölgelerde yaşayan insanlar için kısık veya normal sesle konuşmak kendine güvensizlik veya beceriksilik olarak algılanır. İnsanlığın gelişiminde doğa koşulları güçlü bir faktördür, insanları kültürel olarak değiştirir, kendisine benzetir diyebiliriz. Bir yönüyle kültür insanların yaşadığı doğa koşullarının farklılıklarından etkilenerek çeşitlenmektedir. Kültürü belirleyen dış etkenlerin yanı sıra insanın kendi yarattığı ve başka kültürlerle yeniden insanı yaratan etkenler de vardır. Din, üretim biçimleri, yaşadıkları sistem ve bunlar gibi konuları da insanın insanla kültür değişimi ve üretimi olarak ele alabiliriz.
Din
9
Mahir Arpaçay Devrimci Savaş Okulu
Devrimci Kültür
“İnsanlar müminler ve ateistler olarak değil, tersine ezenler ve ezilenler olarak, bu adaletsiz toplumu ayakta tutmak isteyenler ve adalet için mücadele edenler olarak ikiye ayrılmaktadır.” -Frei Betto Dinler tarihi, insanlık tarihine neredeyse eşdeğerdir. İnsanın kendini anlamaya, doğaya müdahale etmeye başlamasıyla dinlerin ve totemlerin ortaya çıkması çok yakın zamanlardır. İlk başlarda insan doğada karnını doyuran her şeye, doğanın kendisine, suya, toprağa, ateşe, rüzgara, hayvanlara kısacası yaşamasını sağlayan her şeye tapınmıştır. Sonradan ise anlayamadıkları ve korktukları şeylere tapmaya başlamışlardır. Dinler, insanlığın yaşam biçimiyle birlikte biçimlenmiştir, aynı zamanda insanlığın yaşam biçimini de belirlemiştir. İnsan artık sadece doğanın kendisine bağışladıklarıyla yetinmeyip becerisini sanatçı ve zanaatçı olarak geliştirdiği dönemlerde kendi yarattığı ürünleri tanrıya dönüştürmüştür. Bu kalay, gümüş ve altından yapılan putlara tapınma evresidir. İnsan kendi gücününü emeğini tanrıya dönüştürmüş böylelikle kendi ürününe kendi malına tapmıştır. İnsan kendisinin farkına vardıkça doğadaki en güçlü şey olduğu kanısına varmıştır ve tanrılara insan biçimleri vermiştir. İnsan biçimli tanrıların da iki evresi vardır: birinci evre, insanlığın anasoylu toplumda yaşadığı evredir ve neredeyse bütün tapınılan figürler kadın biçimindeki tanrıçalardır; ikinci evre ise insanın ataerkil toplumda yaşadığı evredir, buradaki putlar, figürler ise çoğunlukla erkek figürleridir. Anasoylu dönemde en yüce olan kadındır. Tüm toplumdan sorumlu olan, toplumun varlığının sürmesini sağlayan, toplumu idare eden ve sorun çözen kadındır. Topluluğun çoğalması kadın sayesindedir, henüz mülkiyet yoktur ve her birey toplum için yararlı olmak zorundadır. Çünkü toplum için yararlı olan her şey kendisi içinde yararlıdır. O dönem tapınılan tanrıçalar kendilerini yaratan toplumun yaşama biçimi gibi, toplumun yararı için var olmuşlardır. İnsanları sever, tüm insanları eşit görür. O tanrıçalar bolluk ve bereket vermek için vardır. Ürünleri suya doysun diye yağmur yağdırır, hayvanların daha sağlıklı ve verimli olmasını sağlar, hastalıkları kovalar, doğal feleketleri engeller. Kısacası anasoylu dönemin 10
Mahir Arpaçay Devrimci Savaş Okulu
Devrimci Kültür
tanrıçaları, insanlığa hizmet etmek için vardır ve varlığı ile komüne katkıda bulunur. İnsanlığın ataerkil topluma geçmesiyle ve özel mülkiyetin yavaş yavaş belirmesiyle birlikte tanrıçalar da yerini erkek tanırılara bırakmaya başlamıştır. Erkek tanrılar, kurallar koyar, zorbadır, kıskançtır. Yarattığı insanı, mülkü gibi görür ve ona istediğini yapar, insanların itaat etmesini bekler, kurallara uymayanı veya dediğini yapmayanı cezalandırır. Söylediğini yapmadığı için Adem'i cennetinden kovmuştur ve dünyaya gönderilen ademoğularını sürekli felaketler ve tufanlarla yok eder. Yeni erkek tanrılar eşitlikçi değil, rekabetçidir ve her zaman güçlü olanın yanındadır. Sevgi dolu, toplumun iyiliği için çalışan tanrıçalar gitmiş, yerine ise savaş tanrıları, ölüm tanrıları, denizleri taşıran deniz tanrıları gelmiştir. İnsanların kendisine kurban edilmesini isteyecek kadar gaddar olan tanrılar aslında o dönemde yaşayan insanların kültürlerini yani kendilerini yansıtıyordu. İnsan kültürü geliştikçe tanrılarda gelişiyordu, insanlar tanrılar için kurban edilirken İbrahim’den oğlunu kurban etmesini isteyen tanrı son anda fikir değiştirip insanın kurban edilmesini yasakladı. Bu aslında insanlık kültürünün kendi türünü kurban etmenin gereksizlğini kavramasıydı. İbrahim peygamber ile insan kurbanı yasaklayan tanrı, Nuh peygamber ile insanı son kez yok eden tanrı, doğa ile uyum içinde doğaya saygılı bir insanlığa ihtiyaç olduğunu söylüyordu. Doğanın efendisi olduğunu düşünmeye başlayan insan kültürü için, yeniden doğa ile uyum içinde, doğaya saygılı bir insanlık Nuh peygamberle geldi. İbrahim ve Nuh ile birlikte öğüt dinlerinin ilk adımları atılmış oldu ve yeni bir kültür gelişiyor, toplumsal kurallar oluşmaya başlıyordu. Tekleşen, zalimleşen tanrılar karşıtını doğuruyordu. İnsanlığın kültürü zalime ve zulme karşı yeni dinler getiriyordu. Mısır'da tek güç olan yarıtanrı veya tanrının yeryüzündeki yüzü olan firavuna ve yozlaşmış topluma karşı Musa paygamber on emri ile çıkıyordu. Tek güç olan, tapınılan ve sarsılmaz otorite firavunun iktidarını sarsıyordu. Musa onun da sıradan bir insan olduğunu söylemiş ve ezilenleri firavuna karşı arkasında toplamıştı. Firavun bu başkaldırıyı Musa ve müritlerini Kızıldeniz’e kadar kovalayarak cevaplamıştı ama otoritesi bir kez sarsılmıştı.
11
Mahir Arpaçay Devrimci Savaş Okulu
Devrimci Kültür
M.Ö. 2. yüzyılda Roma’da, Spartaküs köleliğe karşı ayaklanmıştı. Her türlü yozlaşmanın hat safhaya ulaştığı Roma’da, Spartaküs’ün kölelerle bir ayaklanma başlatması, yenilmez Roma’nın yenilebileceğini kanıtlamıştı. Spartaküs’ün ölümü, İsa peygamberin doğumunu ve Roma’nın da ölümünü başlatmış oldu. Roma'daki pagan dinleri Roma kültürünün bir yansımasıydı. Roma meclisindeki aristokratların çekişmeleri gibi pagan dinlerindeki tanrılarda entrika ve savaşlarla mevcuttu. İsa peygamber tam da bu zamanda, tarihin başlangıcında ortaya çıktı. Mülkiyeti reddeden, mülkün tek bir insana veya bir grup insana ait olamayacağını söyleyen, her insanın eşit olduğunu söyleyen yeni bir din ortaya attı. Çıkışı itibari ile Hırıstiyanlık ezilenlerin dini idi. Roma İsa ve Hıristiyanlıkla savaşa girişmişti. Köleci Roma devleti İsa’nın Hıristiyanlığının son temsilcilerini de öldürüp devlet olarak Hıristiyanlığı kabul etti. Kendi yozlaşmasına ve sömürüsüne karşı, ezilenlerin itiraz ve başkaldırı kültürü olarak ortaya çıkan Hıristiyanlığı, iktidarı altına alarak, baskı ve otoriteyi korumak ve Roma’nın Hıristiyanlık kültürünü yaratmak amacıyla kulllanmaya başladı. Roma toplumunun kültürü Roma aristokratlarının çıkarı doğrultusunda yeniden şekillendi; öyle ki parası olan veya aristokrat olanlar günahlarını para yoluyla affettiriyor bu da onlara her şeyi yapma hakkı tanıyordu. Ezilenlerin kültürü, iktidarlaşan Hıristiyanlığın içinden yeni itirazlar yeni mezhepler türetti. Fakat yeni mezhepler de iktidarlaştıkça ezen kültürünü üretmeye devam etti. Kısacası ezilenler bir başkaldırı kültürü olarak dini ne kadar yarattıysa ezenler de başkaldırı kültürünün ürünü olan dini, iktidarın baskı kültürü olarak kullandı. Dinler tarihinin kültüre etkisi, kültürün dinlere etkisi, ezen ezilen çatışması ile şekillenen bir döngü içerisinde ilerledi. Kapitalizmde Kültür Kapitalizmde egemen olan kültür burjuva kültürüdür. Burjuvazinin kültürü ve yaşam biçimi ise tamamen özel mülkiyete ve paraya göre şekillenir. Üretim araçlarını elinde bulundurarak tüm toplumu sermayenin çıkarına göre kontrol eder ve yeniden şekillendirir. Doğayı ve doğadan üretilen tüm ürünleri, insan unsuru ve emek gücü de dahil, para 12
Mahir Arpaçay Devrimci Savaş Okulu
Devrimci Kültür
üzerinden satılığa çıkarır ve kendi tekeline alır. Örneğin dünyada her yıl binlerce konut yapılır, çok büyük miktarda gıda üretimi yapılır. Tersinden bunları üreten işçi ve emekçilerin büyük kısmı kendi ürettikleri bu ürünlerden mahrum kalır. Ülkemizde ve dünyanın bir çok yerinde insanlar açlıktan, susuzluktan ölür. Bir çok konut vardır ama bir çok evsiz insan da vardır. Doğanın nimetleri, insanın ve toplumun ihtiyaçlarına, yararına göre değil, sermayenin çıkarına göre sunulur. İnsanın bedeni ve ürettiği tüm değerler kuruş kuruş satılır. Fabrikalarda veya herhangi bir yerde çalışan işçiler hem çok kötü koşullarda hem de yoğun saatler çalıştırılır. İşçi çalıştıkça burjuvazinin kesesi dolar, işçi çalıştıkça burjuvazi daha fazlasını ister. Bu da yetmez, işçi sınıfı ve emekçiler aşağı, düşük kültürün üreticisi olarak yaftalanır. Burjuvazi iktidarını sürdürebilmek için tüm insanlık değerlerini, onurunu, gururunu ayaklar altına alır. Bir solucan gibi, hayvan gibi yaşamayı dayatır. Bu durum karşısında açlık sınırında yaşayan birçok işçi ailesini düşünür ve sevdiklerinin zarar görebileceğinden korkarak boyun eğer. Fedakârlık yaptığını zanneden işçi aslında ailesini de bu hayata mahkum ettiğinin farkında değildir. Halbuki böyle yaşaması gerekmez. Örgütlü olan, gücünün farkında ve bilincinde olan emekçilerin yeni bir dünya kurması mümkündür. Bunun için öncelikle burjuva kültürünün dayattığı her şeyi reddetmek gerekir ve bu da devrimci kültürü yeşerterek ve büyüterek gerçekleşebilir. Kapitalizm ve Rekabet Rekabet, kapitalizmin gelişmesinde motor görevi görür. Sürekli rekabet hâlinde olan burjuvazi artı-değer sömürüsünden elde ettiği kazancın bir kısmını daha çok kazanabilmek için, yeni ve daha gelişmiş üretim araçlarına yatırmak zorundadır. Bu rekabette büyük sermayeyle başa çıkamayan küçük sermayeler kaybetmeye mahkumdur ve her gün daha fazla kişi, burjuvazi tarafından proleteryanın saflarına itilmektedir. Bu rekabet sadece burjuvazinin arasında değil toplumun her katmanında mevcuttur. Burjuvazi özellikle proleteryayı daha fazla bölmek ve kontrolü altında tutabilmek için sürekli rekabeti körükler. Bunun toplumdaki
13
Mahir Arpaçay Devrimci Savaş Okulu
Devrimci Kültür
yansıması, toplumun dayanışma kültürünü yok olmasıdır. Dayanışmanın yerini bencillik alır. İnsanlar sürekli bir yarış halindedir. Çocukluktan başlayarak tüm yaşamı boyunca bu öğretilir. Ezberci ve rekabet üzerine şekillenen okullarda, yarışa koşulan atlar gibi sınavlara koşulurlar. Burjuvazinin okullarında okulların, insanı ve toplumu geliştiren bilim yuvaları olması gerekirken düşünmeyen, sistemin ihtiyacını karşılayan, bencil bireyler yetiştirilmektedir. Bilgi paylaşılıp sorgulandıkça gelişir. Bu gelişme bireysel değil toplumsaldır. Burjuvazinin okulları ise, ögretilen bilgiyi iktidar kurmak için kullanmak ve bu bilgiyi, diğer arkadaşlarını (rakiplerini) elemek için kullanmayı öğretir. Bu tarz bir eğitimden geçen kişi mezun olduğunda işşizler ordusundaki rakiplerini elemeye çalışır. Böylelikle işçiler arasındaki güvensizlik yayılır. Bu da birleşip örgütlenmelerinin önünde önemli bir engel oluşturur. Çünkü, kapitalist toplumda belli maddi olanaklara ulaşmak isteniyorsa, başkalarının sırtına binip sömürmek ve ezmek gerekir. Bu toplumda çürüme ve yozlaşma gittikçe artar. Komünal toplumun özü olan paylaşmak, yardımlaşmak, dürüst olmak bu toplumda “kerizlik-enayilik” olarak algılanmaktadır. Burjuvazi, ortak kültürümüz olan, maddi değerlerimize el koyduğu gibi manevi değerlerimize de saldırmaktadır. Kapitalizmde “Popüler Kültür” Egemenler, kitle iletişim araçlarının (radyo, televizyon, internet) desteğiyle ısıtılıp, tüketmeye hazır, şoklanmış, kısa dönemler geçerli olan “popüler ürünleri” kitlenin tüketimine sunmaktadır. Kitlelerin beğenisini kazanmış ve algısını yönlendiren bu ürünlerin yarattığı kültüre, popüler kültür denir. Burjuvazi, daha fazla kazanmak için sürekli daha fazla tüketen bir toplum ister. Burjuvazi, toplumun komünal değerlerine saldırarak, kendi ahlaki değerlerine göre bir forma dönüştürmeye ve ‘’kendi insanını ve toplumunu yaratmaya’’ yarayan mekanizmalar silsilesini oluşturmaktadır. Bu tür mekanizmaların ürünü popüler kültürle kendisini sürekli yenilemektedir.
14
Mahir Arpaçay Devrimci Savaş Okulu
Devrimci Kültür
İnsanların yediklerinden, giyinişlerine, çalışma yaşamlarından, eğlence hayatlarına kadar yaşamlarının her alanında, tutum ve davranışları, bilinçli veya bilinçsiz bir şekilde popüler kültür tarafından belirlenir hâle gelmiştir. Popüler kültürün, özellikle gençlik içerisinde etkisi daha yüksek ve belirgindir. Günlük yaşamda konuştuğumuz cümlelerin çoğunda bir değersizleştirme hâlini görebiliriz. Örneğin, ‘’felsefe yapma’’ şarkıları dillendirilip, ‘’kafana göre yaşa, life style’’ gibi hazcılığın öne çıkarıldığı kişilikleri yaratan popüler kültür, tam da kapitalizmin bütün değerleri kullandığı gibi, bir sorgulama hâli olan nihilizmi de dönüştürerek pasif, boşveren, umursamaz, hazcı bir yaşam kültürünün yaygınlaşmasını sağlar. Popüler kültür ile yarattığı kişilikler daima egemen dil ve erkek egemen söylemi büyüterek kapitalizmin yeniden üretimini süreklileştirir. Bundan başka bir varoluş biçiminin olmadığı, tek seçeneğin öğretilen kişilikler ve kendisine yönelik bir isyan olduğunu ve gerçeklere umursamaz bir tavır takınan değiştirilemeyecek bir dünyada yaşadığına kapitalist sistem tarafından inandırılan kişi yalnızlaşarak toplumsal değerlerden, insanın, kendisinin yarattığı değerlerden uzaklaşır. Popüler kültürle, yalnızlaştırılan ve hiçleştirilen birey, kapitalizmin maddi dünyada yarattığı tüketim araçlarıyla kendi dünyasını anlamlandırmaya çalışır. Tıpkı giydiği yeni aldığı bir elbisenin kendisini değiştireceğini, marka yarışlarıyla kendini yeni baştan yarattığını düşünerek gerçekten kopuk kurgusal dünyasında boğulur. Aynı kültürün etkisindeki insan bir ürünün yeni bir modeli çıktığında, eskisini -belki de bir daha hiç kullanmayacağı- dolaba veya çöpe atıp aynı ürünün yeni modelini satın alıyor. Bu kültür insan ilişkilerini o kadar özünden uzaklaştırıyor ki artık insanlar birbirlerini, duygu ve düşünceleriyle değil, giydiği kıyafetlerin markasına, cebindeki telefonun modeline göre yargılamaya başlıyorlar. Bu kültürün belirgin olduğu alanlardan biri ise popüler kültür ile şekillenen medya ürünleridir. Film, müzik, tv programları gibi... Ekranlarda içi çürümüş hayatları izlerken bir çeşit düşünememe hali yaratan kapitalizm, ütopyasız kişilikler var ederek, sınırları çizilmiş kurgulanmış yaşamlara insanları hapsediyor ve toplumsal ilişkilerden tecrit ediyor. Örneğin ekonomik çelişkiler, kimliksel bunalımlar, yaşama 15
Mahir Arpaçay Devrimci Savaş Okulu
Devrimci Kültür
anlam verme çabası yerine medyanın yaratmış olduğu popüler ürünleri yaşamlarının odak noktasına koyan bireyler yarattıkları değerlere yabancılaşmanın adımını atıyor. Bu kapitalizmin, popüler kültür aracılığıyla insanlığımıza, karakterimize, onurumuza ve değerlerimize saldırısıdır. Bu şekilde toplumu kendi çıkarları doğrultusunda değiştirip, dönüştürür. Denilebilir ki popüler kültürün yarattığı bu araçlar toplumun gerçegi ve tercihidir, bunlar toplum tarafından beğeniliyor ve onaylanıyor. Peki gerçekten onayladıkları görünen şey dogru mudur? Kitlelerin onaylaması, egemenlerin koşullandırması ve yönlendirmesi yüzündendir. “Popüler ekonomik, siyasal, kültürel politikaları ve uygulamaları niteligi belirleyen niceliksel çogunluk” mu saptamaktadır? Popülerleştirmeye neden gereksinim duyulmaktadır? Proleteryanın yüzde altmışı haftada altmış saat çalışıyorsa, işsizlik çok fazlaysa, yüzde doksanı emekli olamadan ölüyorsa, karşı çıkış çok etkisiz bir düzeyde küçük bir azınlık tarafından yürütülüyorsa bütün bunlar halkın sistemi gerçekten onayladıgı anlamına mı geliyor? Hayır gerçek ilk anda görünenden çok daha farklı bir şeydir. İnsanlığın yarattığı kültür, insanı değiştirmiş, dönüştürmüş yeniden yaratmıştır. Toplumsal sistemler köleci toplumdan feodalizme, feodalizmden kapitalizme kendisini yaşatmak için yine araç olarak insanlığın kültürünü işine geldiği gibi değiştirip dönüştürerek kullanmıştır. İnsanın insanca yaşadığı bir dünya için mücadele edenler de kendi kültürlerini yaratmıştır. Direnme kültürü, başkaldırma kültürü, devrimci savaş kültürü ezen ezilen mücadelesinin sonuçlarıdır. Bütün bunlar iradi bir kültür çalışmasından daha öte, yaşamın doğal seyrinde oluşan tarihsel ortak kültürün ta kendisine doğru üretimin eylemidir. Kapitalizmin, her türlü aracı kullanarak insanlığa burjuva kültürünün hegomanyasını dayattığı, kavramların içini boşalttığı ve istediği içerikle doldurduğu bir dönemde devrimci mücadele verenlerin kültür mücadelesi de vermesi gerekir. İnsanlık savaşında devrimciler her alanda her koşulda içi boşalmış kavaramları yeniden içeriklendirerek, kapitalizmin kavramlarını reddederek, kapitalist kültüre savaş açarak, yeni kavramlar üreterek, devrimci bir kültür yaratarak zafere ulaşabilir.
16
Mahir Arpaçay Devrimci Savaş Okulu
Devrimci Kültür
Devrimci kültür, nasıl bir devrimci parti, ideoloji ve savaş sorularına verilmesi gereken cevapların bütünlüklü yöntemi ve yaşamsal içeriği ile ilgilidir. İnsan aklını ve düşünme yeteneğini kısıtlayan eğitim sistemiyle mücadeleden, doğa ile ilişkilenmeye kadar yeniden bir kültür yaratmalı ve bu kültürü kapitalizmle mücadele aracı olmaktan öteye, insanlığın yaşayış kültürü haline getirmelidir. İnsanlığın kurtuluş mücadelesinin kaçınılmaz bir gereği olarak devrimci kültürü sürekli inşa etme ve yenileme amacıyla sadece bir başlangıç niteliğinde belirli konularda başlıklar halinde tartışmamız gerekmektedir. Öncü Parti Öncü, önde olan, yol gösteren, yol açan, takip edilen anlamlarına gelir. Klasik bir tanımlamayla partinin siyasal bir amaç için belirli bir tüzük ve program çerçevesinde bir araya gelmiş insanların oluşturduğu yapı olduğunu belirtebiliriz. Öncü parti topluma yolunu açan, yol gösteren, ya da yeni bir yol bulan, siyasal olarak çözümlemeler yapan, devrim savaşının ve devrimin öncüsüdür. Öncü partinin amacı burjuva iktidarını yıkıp yerine bağımsız onurlu, gerçek demokratik bir yönetim olan komün gücünü kurmak, işçi sınıfının ve halklarımızın özgürlüğünün önünü açmak, devrimci savaşımla sosyalizme ve komünizme ulaşmaktır. Öncü parti, en önde dövüşen, halkın en bilinçli savaşçılarını bağrında toplar. Savunmasız olanı kendini savunur hale getirmek, savunma veya direniş durumunda ki halklarımızı savaştırmak, savaşan halklarımızı zafere ulaştrmak için vardır. Öncü parti bir süper kahramanlar topluluğu değildir; halk adına eylem yapmaz, halkın eyleminin önünü açar, mevcut olan durumu ileri götürür, toplumdaki isyan potansiyelini ortaya çıkartır veya ortaya çıkmış isyanı devrime götürürür. Devletin terör gücüne karşı işçi sınıfının ve yığınların kendi özgürlük gücünü ortaya çıkartıp örgütlenmesinin önünü açacak, topyekûn politik mücadelesini iktidar hedefine yönetir. Kitlelerdeki pasif, iradesiz, nesne olma durumunu ortadan kaldırır, ileri toplumsal değerleri daha ileriye taşır. Devrim yolunda yürürken devriminde kuruculuğunu yapar. Öncü parti, işçi sınıfının ve halkın devrimci potansiyeli tespit eder, komün gücüne dönüşmesinde katalizor görevi görür, kendindeki niteliği 17
Mahir Arpaçay Devrimci Savaş Okulu
Devrimci Kültür
toplumdaki nicelikle buluşturur. Toplumum niteliksel değişimi için savaşır, aynı zamanda kendindeki nitel birikimi de nicel birikime dönüştürmekle görevlidir. Komün gücünden beslenir ve aynı zamanda komün gücünü ideolojik olarak ve kadrosal olarak besler. İdoleolojikleştiği ölçüde kendisini ve çevresini öncüleştirir, ideolojikleştirir. Her durumda bulunduğu ortamın ve toplumun bir adım önünde olmalı, olayları önceden tahmin edebilmeli ve anında müdahale edebilmelidir. Asla bir eylemi geriletmez veya ileri olan, ileri çıkacak durumlarda pasif davranmaz, toplumun gerisine düşemez. Öncü parti burjuva adaletinin yerine halkın öz adaletinin kurumsallaşmasının öncülüğünü yapar. Bulunduğu her yerde komün gücünün ve onun adaletinin gerçek olmasını sağlama amacındadır. Komün gücünü halkın demokrasisinin en geniş yürütme organı haline getirme çabasındadır. Halkların kendini savunması için gerekiyorsa silah bulur, gerekiyorsa silah bulma yöntemleri sağlar. Öncü parti işleyişinde demokratik merkeziyetçilik esastır. Öncü parti kadrolarının en eskisi ile en yenisi eşittir, aynı söz hakkına sahiptir. Kimsenin özel bir ayrıcalığı yoktur, kurallar herkes için aynı derece geçerlidir. Kararlar mümkün olduğu kadar ortakça ve ikna yöntemiyle alınır, mümkünse esas olan oy birliğidir. Fakat karar alınmaması gibi bir durum söz konusu olmaz. Bu gibi durumlarda, azınlığın çoğunluk olabilme hakkı korunarak çoğunluğun kararı geçerlidir, azınlık çoğunluğa, yönetime tabi olmak zorundadır. Öncü parti kendi belirlediği planlar doğrultusunda hedefine ulaşmak için kesintisiz devrimci taarruz ilkesiyle hareket eder. Belirli zaman aralıklarında planladıklarıyla yaptıkları arasındaki mesafeyi değerlendirir. Planladığı halde yapamadığı işler varsa gerekli organlarda değerlendirmek ve eksiklerini gidermek-hatalarını düzeltmekle yükümlüdür. Öncü parti, kitle eylemini kendiliğindenciliğe bırakmadığı gibi planlarını da asla kendiliğindenciliğe bırakamaz; hedefsiz, plansız, zamanlamasız, hesapsız hiçbir anı olamaz.
18
Mahir Arpaçay Devrimci Savaş Okulu
Devrimci Kültür
Öncü parti kendi içinde yaş hiyaraşisine karşı mücadele eder, hiç kimse yaşından dolayı özel bir konuma sahip olamaz. Bilgi kulanılmak ve paylaşılmak için vardır. Bilginin saklanması veya bir güç olarak kullanılması öncü partide kabul edilebilir bir davranış değildir. Bir kadronun daha çok bilgili olması sadece onun bildiklerini daha çok aktarması ve kadroları geliştirmesi ideolojiyi geliştirmesi demektir. Hiç bir kimse bilgileri ile başka bir kadroyu tahakümü altına alamaz, bilgiyi kullanarak kimseye hakaret edemez. Statükoculuğa karşı savaş halindedir. Devlet iktidarına, faşizme ve her türlü statükocu rejime karşı mücadele eden öncü parti en büyük mücadeleyi kendi içindeki statükoculuğa karşı vermelidir. Belirli insanların, belirli konumları kapatmış, yolları tıkamış olması yeni kadroların önünü açmaması, kendini ve partinin gelişiminin önünü tıkar. Bu ise düşmanın verebileceği zarardan çok daha fazla zarar verir. Böyle bir durumda o anlayışın belirlenip acilen giderilmesi gerekmektedir. Devrimci parti kadroları birbine engel olmaz, birbinin ayağını kaydırmaya çalışmaz, kariyer peşinde koşmaz. Öncü parti kadroları, birbirine yük vermez, tam tersine yoldaşlarının yükünü sırtlanır, yükünü hafifletir. Yarım bıraktığı, eksik yaptığı her işin, başka bir yoldaşına yük olacağını, zorluk olacağını bilir ve yoldaşları için zoru kolay kılma çabası içinde olmalıdır. Öncü parti, işleyiş olarak bunu oturtup, kültür olarak bunu geliştirmekle yükümlüdür. Öncü partinin kadroları da öncü olmak zorundadır. İdeolojik donanımını tamamlamış fakat idelojik olarak ilerlemeye devam eden politik olarak esneyebilen ama asla mevcut durumun gerisine düşmeyen, sorunlara pratik ama kesin çözümler bulabilen, sistemle bağlarını tam anlamıyla koparmış devrime kitlenmiş olmalıdır. Öncü partinin yapısal olarak kendi içinde düzgün işlemesi, öncü olmasının koşulu iş bölümü ve uzmanlaşma arasındaki farkı iyi kavramasından geçer. Öncü parti militanı, her konuda asgari düzeyde bilgi sahibi olabilmesinin ve becerebilmesinin yanında bazı konuları daha iyi bilmeli, mümkünse uzmanlaşmalıdır. Fakat uzmanlaşma dediğimiz meseleyi kapitalizmdeki uzmanlaşmayla karıştırmamak lazımdır. Tek konuda 19
Mahir Arpaçay Devrimci Savaş Okulu
Devrimci Kültür
uzmanlaşmak demek diğer konuları bilememek veya başka bir iş yapmamak demek değildir. Örneğin öncü partide örgütlenmeyle ilgili, örgütlenme yeteneği iyi olan bir kadro aynı zamanda savaşma yeteneğini de geliştirmeli ve ideolojik olarak yetkinleşmelidir. Kapitalist sistem, yapısı gereği uzmanlaştırır ve uzmanlaşmayı tekleştirir, çünkü kapitalist sistem içinde insanın çok yönlü olması bir şey ifade etmez. Kapitalizmde, insan sadece üreten ve ürettiğini tüketen, tükettiren birer makinadır. Fakat öncü parti için insan, gelişmesinin sınırı olmayan, sonsuz yetenekli, iradeli bir canlıdır. Komutan Ernesto Che Guevera hem doktor ve müzisyen, hem ideolog aynı zamanda savaşçı bir gerilladır. İnsan ve becerileri adına bir örnektir. Öncü parti kadroları özdisiplini ve iradesi güçlü, kendini devrime adamış, devrimci kültürü kendi kültürü edinmiş ve toplumda da bu kültürü hakim kılma çabası içinde olmalıdır. Devrimci Savaş Tarzımız İnsanlığın ilk toplumsal örgütlenmeleri olan komünal toplulukların dağılarak, sınıflı toplum yapısının ortaya çıkmasıyla birlikte tarihin motor gücü sınıf savaşları olmuştur. Ancak sınıf savaşı diye adlandırılan gerçekliği, sınıf bilincine ulaşmış düşman sınıfların tek boyutlu mücadeleleri olarak kavramak yetersizdir. Sınıf savaşımı esas olarak, iktisat, politika ve ideoloji olmak üzere üç düzlemin bir bileşkesi olarak ortaya çıkan, kimi zamanlarda bir düzlemin kimi zamanlarda bir diğerinin ön plana geçtiği bir süreçtir. Sınıf savaşımının iktisadi düzlemi esas olarak üretim alanından kaynağını alan ve sömürülen sınıfın sömüren sınıfa karşı mücadelesini, iş yavaşlatma, ürün çalma gibi basit karşı koyuşlardan, genel grevler ve işgaller gibi daha gelişkin biçimlere uzanan bir alandır. İdeolojik düzlem ise sınıf savaşımında karşı karşıya gelen sınıfların inşa ettikleri ideolojik konumlanışların çarpışma alanını ifade eder ve çoğunlukla sınıfların organik aydınları aracılığı ile net görümüne kavuşur. Öte yandan sınıf savaşımının politik düzlemi, basit siyasal hak taleplerinden, düşman sınıfın siyasal iktidarının alaşağı edilerek yeni bir toplumsal düzenin kurulmasına kadar oldukça geniş bir çerçevede gerçekleşen geniş bir mücadele alanını tariflemektedir. 20
Mahir Arpaçay Devrimci Savaş Okulu
Devrimci Kültür
Sınıf savaşımının politik düzlemi ve bu düzlemde sınıf savaşımının en saf ve keskin ifadesini teşkil eden 'savaş' alanıdır. Clausewitz'in klasik tanımlaması ile "savaş, politikanın başka araçlarla devamıdır". Ancak belirttiğimiz gibi politik mücadelenin en saf ve keskin hâlidir savaş; saflaşmanın en net çizgilerle ortaya çıktığı bir anlamıyla arada kalmanın imkânsızlaştığı ve sonucun sürüncemede kalamayacağı kadar keskin bir mücadelenin yaşandığı durumdur. Savaşın amacına göre temel üç biçimi vardır: Genel olarak savaş Savaş; sınıflar, uluslar, devletler veya politik gruplar arasındaki çelişkilerin belli bir aşamaya ulaştığı noktada, çelişkilerin çözümü için girişilen mücadele biçimidir. Çelişkilerin zor kullanılarak çözülmesini ifade eder. Sınıflı toplumlarla birlikte ortaya çıkmış olan savaş, binlerce yıllık tarihinde bu pratiğin incelenmesinden doğan kendi yasalarına sahiptir. Savaşın tarihi, oldukça geniş bir çeşitlilik barındırmaktadır. Kılıç ve ok gibi aletlerin kullanıldığı geniş çaplı meydan savaşlarından, atlı süvarilerin hızı üzerine inşa edilmiş işgal savaşlarına, özel örgütlenmiş seçkin birliklerin savaşından, silahlanmış halkın yürüttüğü savaşlara ve günümüzün kitle imha silahlarının kullanıldığı savaşlara kadar bu çeşitliliğin analizi genel olak savaşın yasalarını ortaya koyan temeldir. Devrimci Savaş Sömürülen sınıfların sömürücü sınıflara karşı yürüttüğü veya ezilenlerin ezenlere karşı yürüttüğü savaştır. Devrimci savaş, egemen güçlerin çelişkilerini çözmekte kullandığı savaşlardan farklı olarak haklı bir savaştır, özgürleşme amacını taşır. Kendi amaçları doğrultusunda, bu amaçlara uygun araçları örgütleyerek faaliyetini icra eder, temel aracı; örgütlenmiş devrimci zorun ifadesi olan devrimci savaş gücüdür. Genel olarak savaş nasıl politikadan bağımsız bir olay değilse, devrimci savaş da devrimci politik pratikten bağımsız bir faaliyet değildir. Emperyalist-kapitalist sisteme karşı, ezilenlerin devrimci savaşının esas örgütleyici gücü, devrimci proletaryanın komünist partisidir. Komünist 21
Mahir Arpaçay Devrimci Savaş Okulu
Devrimci Kültür
parti, ihtiyaçları doğrultusunda devrimci savaşı ve onu yönetecek olan devrimci savaş gücünü örgütler, bu güçlerin sevk ve idaresini sağlar. Yani, devrimci savaşı pratik anlamda yürüten devrimci savaş gücü olmakla birlikte, bunu komünist partinin denetimi ve yönetimi altında icra eder. Devrimci savaşın amacı insanlığın kurtuluşunu gerçekleştirerek tüm savaşları yeryüzünden silmektir. Dolayısıyla devrimci savaş, insanlığın son savaşı, nihai kurtuluşu gerçekleştirecek olan savaştır. Mao'nun deyimiyle; "insanlığın savaşlar çağı, bizim çabalarımızla sona erecektir ve hiç kuşkusuz, bizim verdiğimiz savaş, son muharebenin bir parçası olacaktır. Ama önümüzdeki savaşın, bütün savaşların en büyük ve en çetinlerinden biri olduğu da kuşkusuzdur". Türkiye Devrimci Savaşı Türkiye'de hüküm süren tekelci oligarşik diktatörlüğü yıkmayı ve Türkiye halklarının ve proletaryanın kurtuluşunu amaçlayan devrimci savaştır. Tarihsel mirası, bugünü ve yarını ile diyalektik bir bütünlük oluşturur; Babai ayaklanmalarından Şeyh Bedreddin ayaklanmasına, TKP'den THKP-C, THKO ve TKP-ML'ye ve bugün Özgürlük Güçleri ile somutlaşan savaş gücüne uzanan buradan da komünarların yaratacağı geleceğe uzanacak bir bütünlüktür bu. Nihai hedefi anti-emperyalist anti-oligarşik demokratik halk devrimidir. Savaşın ve devrimci savaşın tarihi sayısız deneyimlerle doludur. Kendimizi devrimci savaş deneyimleri ile sınırladığımızda bile daha ilk bakışta oldukça fazla örnek akla gelmektedir: Spartaküs ordusunun köleci Roma devletine karşı savaşı; Babai ayaklanmaları; Thomas Müntzer'in feodaliteye karşı savaşı; Şeyh Bedreddin önderliğinde Börklüce Mustafa ve Torlak Kemal'in Osmanlı devletine karşı savaşı; işgal edilen amerika kıtasındaki Geronimo'nun, Tupac Amaru'nun, özgür insanların generali Sandino'nun, Simon Bolivar'ın ve Zapata'nın sömürgecilere karşı savaşları; Proletaryanın bağımsız bir sınıf olarak ortaya çıkmasıyla 1848 ayaklanması; Paris Komünü; Ekim Devrimi ve Sovyet İç Savaşı; anti-faşist direnme savaşları; Çin ve Vietnam halk savaşları; Küba devrimci savaşı ve Latin Amerika devrimci gerilla savaşları; Kürdistan devrimci savaşı ilk akla gelen örneklerden sadece bir kısmıdır. 22
Mahir Arpaçay Devrimci Savaş Okulu
Devrimci Kültür
Ancak, devrimci savaş deneyimleri bu denli çeşitlilik gösterirken devrimci savaş yürütme iddiasındaki örgütlerin tek yönlü savaş tarzları arasında muazzam bir çelişki bulunmakta. Daha önce ideolojik-politik biçimini defalarca ele aldığımız bu durum, askeri biçimini de benzer şekilde; ya bir devrimci savaş deneyiminin birebir kopyalanması (Çin devrimci savaşı, Latin Amerika gerilla savaşları vb.) çabasında yada tam tersi istikamette bir yaklaşım olarak bu tarihsel deneyim hiç yaşanmamışçasına, bunları inceleme ve sonuç çıkartma niyetinden yoksun bir şekilde karanlıkta el yordamı ile ilerleme çabasına yol açmaktadır. Özgürlük Gücünün devrimci savaş tarzı ise, bu yaklaşımlardan farklı ve karşıt olarak dünü bugün ile harmanlama, somut durumun somut analizi ilkesi ışığında, tüm bu tarihsel deneyimin ışığında Türkiye devrimci savaşının yasalarının ve devrimci savaş tarzımızın inşası hâlini almaktadır. Emperyalizm, TC açısından içsel bir olgudur, daha Osmanlı döneminde başlayan sömürgeleşme durumu, TC kapitalizminin kendi iç dinamikleri ile değil, dışsal dinamiklerle gelişen bir durumda ortaya çıkmasına yol açarak, emperyalizmi içsel bir olgu haline getirmiştir. Emperyalizme bağımlı gelişen kapitalizm, bir yandan en modern tekelci kapitalist ilişkileri geliştirerek kırsal nüfusun, köylülüğün ve küçük burjuvazinin tasfiyesine yol açararak proleterleşmeyi sürdürürken, diğer yandan en ilkel kapitalizm öncesi ilişkilerin ve bunların siyasi, hukuki ve ahlaki yapılarının devamlılığını sağlamaktadır. Bu bağlamda, TC kapitalist sistemi, topyekûn bir çelişkiler toplamıdır. Bir yanda AKP-IŞİD eliyle faşizme geçiş çabaları ile diğer yanda Gezi Ayaklanmasının etkilerini hala içinde taşıyan halk hareketi söz konusudur. AKP, Gezi Ayaklanmasından çıkarttığı derslerle, adım adım faşizme geçişi sağlayacak, tüm toplumsal muhalefeti tasfiye edecek ve toplumun reorganizasyonunu sağlayacak bir düzen amacıyla IŞİD ile kaynaşmış bir yapı örgütlemiştir. Türkiye’de IŞİD gericiliğinin tarihsel kökleri; Çorum, Maraş, Sivas katliamlarına uzanmaktadır. Bugün bu tarihsel gericilik, iktidardaki partiyle topyekûn birleşerek faşist bir yapılanmayı doğurmuştur.
23
Mahir Arpaçay Devrimci Savaş Okulu
Devrimci Kültür
Bugün bu faşist yapılanma, sivil ve resmi faşist terör örgütleri aracılığıyla; işçi sınıfına, ezilenlere ve Kürt halkına yönelik, kesintisiz terör yöntemini uygulamakta, kitleleri pasifize etme ve itaate zorlama politikasını izlemektedir. Faşist yapılanmanın 'sivil' ayağını, silahlandırılmış AKP-IŞİD milisleri ve faşist medya organları oluşturmakta; resmi ayağında ise esas olarak; siyasi polis, mahkemeler ve özel harekat birimleri bulunmaktadır. Marksizm-Leninizm'in en temel ilkelerinden biri; kapitalist devlet aygıtının kendiliğinden yıkılamayacağı, 'barışçıl geçiş'in olanaksızlığı ve zora dayalı devrim yaklaşımıdır. Var olan kapitalist sistem, devlet aygıtları (zor aygıtları ve ideolojik aygıtlar) aracılığı ile tüm toplumu denetim altına almış, her türlü toplumsal dönüşüm potansiyelini her türlü aracı kullanarak denetim altına almakta ya da imha etmektedir. Pasifistreformist cenahın umduğu gibi, barışçıl yoldan yeni bir toplumsal düzene geçiş mümkün değildir. Toplumsal mücadeleler tarihi, bu olanaksızlığın örnekleri ile doludur. Burjuvazinin, kendi toplumsal düzeninden ve iktidarından kendi rızası ile vazgeçmesi mümkün değildir, çünkü onun kendi toplumsal düzeni dışında bir yaşam şansı yoktur. Nasıl ki kapitalist sistemin yıkılması ve sosyalizmin kurulması proletarya açısından bir ölüm-kalım meselesi ise, tersinden kapitalist sistemin devamlılığının sağlanması da burjuvazi açısından bir ölüm-kalım meselesidir. Dolayısıyla, mevcut düzenin değişmesi yani toplumsal bir devrim ancak devrimci zor ile mümkündür. Emperyalist-kapitalist sistemin devlet aygıtını yerle bir edecek ve yeni bir toplumsal düzeni hâkim kılacak böylesi bir devrimci zor ancak komünist partinin öncülüğünde örgütlenebilir. Konumuz itibariyle, devrimci zorun komünist parti tarafından örgütlenmiş bu şekli devrimci savaş gücü olarak ifade edilir. Dünya ve Ortadoğu gerçek demokratik bir düzen ya da insanlığa düşman en gerici faşizm ile sonuçlanacak olan tolumsal mücadeleler dönemini yaşamaktadır. İçinde bulunduğumuz mücadele döneminin sonunda artık hiç birşey eski haline dönmeyecektir. Türkiye de tam olarak bu ateşin ortasındadır. Faşist AKP-IŞİD iktidarının yarattığı yeni Türkiye'de kimsenin can güvenliği yoktur. Artık “tehlikesiz“ hiç bir yer yok, artık 24
Mahir Arpaçay Devrimci Savaş Okulu
Devrimci Kültür
“onlar da oraya gitmeseydi” diye cümleler anlamsızlaştı, herkes her an ölebilir. Otobüslerde, metrolarda, her yerde bir bomba patlayabilir, gerici faşist AKP-IŞİD iktidarının Türkiye’si budur. Faşist AKP iktidarı halklarımıza tam anlamıyla savaş açmştır ve savaşa devrimci savaşla karşılık verilmelidir. En basit mafyatik tipler ,sokak serserileri dahil silahlı halkı açıkaçkı katliamla tehdit etme cesaretini gösterebilmektedir. Devrimciler kendi savunması, düşmanı zayıflatması için silahlanmalı ve halkı silahlandırmalıdır. Devrimci güçler “sadece savunmada kalma, mağdur edebiyatı yapma” durumunu sona erdirip devrimci savaş ile işçi sınıfını ve halkı kendi savunmasını almaya, faşizme karşı özgürlük savaşını başlatmaya sevk etmelidir. Zafere giden yol, doğru hedeflere doğru şiddette doğru zamanda vurup, düşmanı bölmek halkı örgütlemek üzerine kurulmalıdır. Bu yolda temel olarak gerilla tarzıyla her alanda her şekilde savaşmak zorunludur. Başkan Mao “Gök kubbenin altında kaos var ve bu muhteşem bir şeydir” der. Türkiye'de artık kaos durmu hakimdir ve kaos hem avantaj hem de dezavantaj demektir. Devrim hedefine kilitlenmiş maksimum derecede örgütlü devrimci proletarya için kaos mutlak bir avantajdır. İnsanlığın geleceği devrimci savaşımın eseri olacaktır. Zafere doğru kesintisiz yürüyüşümüz başlamıştır, mutlaka kazanacağız. İdeoloji “Seni diğerlerinden farksız yapmaya Bütün gücüyle gece gündüz çalışan bir dünyada, Kendin olarak kalabilmek, Dünya’nın en zor savaşını vermek demektir. Bu savaş bir başladı mı? Artık hiç bitmez!” E. E. Cummings
25
Mahir Arpaçay Devrimci Savaş Okulu
Devrimci Kültür
Devrim kavramsal olarak eylemleri ve köklü bir değişimleri tarifler. Devrim kelimesi hem yaşanan andır, hem gelecek zamandır. Dolayısı ile devrim mücadelesi denildiğinde anlamamız gereken sadece yaşadığımız andan ibaret değildir. Geleceğin kurgusunu da içinde barındırıp değişimin ne olduğunu da tariflemelidir. Bunu başarabilmenin yolu da ideolojiyi anlamak kavramaktan ve ideolojikleşmekten geçer. Nasıl ki savaştığımız sistem sadece zor yolu kullanmıyor, kendi ideolojisini kültür haline getirip elinde ki tüm aygıtlarıyla saldırıyorsa (yarattığı maneviyatı, eğitim sistemi, medyası, aile yapısı, din gibi) bizim de aynı alanda daha yetkin olarak mücadele etmemiz gerekir. Lenin’in “devrimci teori olmadan, devrimci pratik olmaz” saptaması Marksist teori-pratiğin diyalektik yöntemine işaret eder. Nasıl ki akademik lafazanlık yapan pratik alanda savaşmaktan çekinen, kaçan bir yapı devrimci bir yapı sayılamazsa, teoriden yoksun, sadece pratik olarak sokakta olan veya sadece düşmana pratik olarak yönelen yapı da devrimci bir yapı sayılamaz. Doğru hedefi vurmayan bir kurşun boşa gitmiş sayılır, yani bir kurşunun atılması yeterli değildir. Ancak doğru hedefi vurduğunda kurşun kendi anlamını ve amacını tamamlamış olur. Amacı devrim olan bir savaş örgütünde ideolojik zayıflık varsa dünyada en çok kurşununa ve silahına sahip olsa da zafere ulaşması mümkün değildir. İdeolojik yapısında çıkışsızlık varsa, ister kurulu bir devlet olsun, ister kurulu bir devleti yıkmaya çalışan örgüt olsun, yıkılmaya ve dağılmaya mahkumdur. Güçlü, ideolojik harcı olmayan, bu sağlam temele dayanmayan düşünce ve onun pratiği ne kadar çok savaşırsa savaşsın(silah gücü, pratik, kaba kuvvet) eninde sonunda yenilir. Bu sebeple ideoloji, bir devrimci yapı için atlanılamaz, eksik bırakılamaz bir gerçekliktir. Savaşın en çetrefilli alanlarından biridir. Devrimci bir savaş örgütü düşmanın ideolojisini iyi kavramalı, düşmanının ideolojik zayıflıklarını, zaaflarını iyi belirlemeli ve o zayıflığı, zaafları kendi lehine çevirmelidir. Dünya devrim tarihinde onbinlerce insanla başlayan hiç bir devrim yoktur. Bütün devrimler nicelik olarak küçük ama nitelik olarak donanımlı ve durmadan kendini geliştiren ideolojikleşen gruplarla başlayıp, zaferlerine ulaşmışlardır.
26
Mahir Arpaçay Devrimci Savaş Okulu
Devrimci Kültür
Küba devrimi için 82 yoldaş olarak çıktıkları yolculuk sonunda gemiden inerken Batista askerleri tarafından saldırıya uğrayan Castro ve Che önderliğindeki devrimci grup toplam 11 yoldaş, 7 adet mermisiz silah ile kalmıştır. Herkesin her şey bitti dediği anda Fidel Castro’nun “hayır her şey asıl şimdi başlıyor” tarihi sözleri kuru bir hayalcilik değil, ideolojikleşmenin ürünüdür. Mermileri bile olmayan 11 yoldaşla yeniden başlattıkları mücadele devrim ile sonuçlanmıştır. Rusya’yı devrime götüren kalabalık olan menşevikler veya diğer sosyalist gruplar değil, onların içinde en küçük grup olan Lenin önderliğindeki Bolşevik Partidir. Bolşevik partinin zafere ulaşması nicelik ile açıklanamaz yine ideolojikleşmeyle açıklanabilir. Kürdistan devrimci hareketini incelediğimizde her şeyin bundan 35 sene önce, Türkiye devletinin başkentinde dar bir öğrenci grubu ile başladığıyla karşılaşırız. Geçmişte ki dar öğrenci grubunun başlattığı devrimci hareket şu anda Ortadoğu'da çok büyük bir güç ve halkların umudu olmuştur. Kürt hareketi önderliğinin yakalandığı, bölünmeler yaşadığı dönemleri en yoğun şekilde ideolojikleşerek başarılı bir şekilde atlatmış ve Ortadoğu'da söz sahibi olmuştur. İdeoloji, bir organizmadaki hücrelerin oksijenidir ve oksijen olmaz ise hücrenin yaşaması mümkün değildir. Devrimci bir yapının ideolojikleşmesi kadrolarının da ideolojikleşmesinden geçmektedir. Devrim mücadelesi uzun ve zor bir mücadeledir ve kadroların iradesini sınar. Kadrolar ancak niteliksel olarak yükseldikçe mücadeleye devam edebilir; aksi taktirde yorulur ve düşer.. Devrimci bir örgütün zafere ulaşması(savaşı kazanması) nasıl ki ideolojiden geçiyorsa, kadrolarında kendi içindeki sistemle savaşının zaferle sonuçlanması, kadronun ideolojikleşmesinden geçer. Marks ideolojiyi “bir insanın ya da bir toplumsal grubun zihninde egemen olan fikirler, tasarımlar sistemi” olarak tanımlar. Biraz daha açacak veya genişletecek olursak ideoloji ”İnsanı sınırlandıran veya sınırlarını ortadan kaldıran, onu yönlendiren veya tamamen özgürleştiren, değiştiren veya değiştirmesini sağlayan, baskı altında tutan veya baskıya karşı savaştıran, sürü ve sürüdeki koyun hâline getiren veya koyunluktan kurtuluşa evrimleştiren, fark yarattıran veya farkları ortadan kaldıran, uyutan ya da uyanmasını sağlayan, insanın metayla, doğayla, emeğiyle, toplumla ve 27
Mahir Arpaçay Devrimci Savaş Okulu
Devrimci Kültür
kendiyle ilişkilerini belirleyen şeylerin tümü” olarak tanımlayabiliriz. İdeoloji insanı insanlaştıran veya insanı insan olmaktan uzaklaştıran bir olgudur. İdeoloji kimin elinde, kimin yararına, ne için kullanıldığına göre içerik kazanan bir olgudur. Burjuvazi ve insanlığın karşısında olan her sistem, her nesne bunu çok iyi bilir ve bu sebeple ideolojinin tüm aygıtlarını kullanır.Devleti ve sistemi tanımlayan, tarif eden Thomas Hobbes devleti ”Leviathan” isimli mitolojik bir yaratığa benzetir. Leviathan tüm gücünü insanlardan alan, insanlardan oluşmuş ve varlığının sebebi insanları kontrol etmek ve zulmetmek olan bir yaratıktır. (İnsanların gözü ile görür ve insanları izler, tüm kas kuvvetini insanlardan alır ve insanlara karşı kullanır gibi) Günümüzde de bu benzetme hâlâ geçerlidir, tüm gücünü bizden alan sistem yine bize karşı kendini yaşatmaktadır. Marksist teoride, devlet aygıtının şunları kapsadığını hatırlatalım: hükümet, yönetim, ordu, polis, mahkemeler, hapishaneler vb. ki bunlar devletin baskı aygıtlarıdır. Zor yoluyla halkı zapturapt altına almanın yollarıdır. Bunun dışında esas olarak insanların beynini tutsak etmek, düşüncesine işkence etmek, zor yolunu kullanmaya ihtiyaç duymadan, insanın içindeki insanı yok etmek baskı altında tutmak için kullandığı yöntemse ideolojik olarak insana hâkim olmaktır. Bunun için de kendi araçlarını(aygıtlarını) oluşturmuştur. Dünyadaki bütün devletler kendi ideolojik aygıtlarını oluşturmuştur ve insanı tutsak etmek, özgürlüğünün önüne geçebilmek için bu aygıtları, tüm gücüyle tüm imkânlarıyla sonuna kadar kullanır. Devletin kullandığı ideolojik aygıtlar insanın yaşadığı her alanda, aldığı her soluktadır. Sistem devamını sağlamak için ilk önce çekirdek aileyi kulanır, aileyi devletin en küçük birimi olarak tanımlar. Bir birey ailede “eğitilmeye’’ başlar hemen ardından henüz daha insan kendinin ne olduğunun farkına varamamışken eğitim sistemini devreye sokar. Eğitim sistemi tamamıyla ideolojik baskı aracı ve düşüncenin önüne engel olarak kurgulanmıştır. Önceleri ilk eğitim yaşı 7 iken teknolojinin ilerlemesi ve insanın hızlı öğrenmesi sebebi ile eğitim başlangıcını 5. yaşa çekmişlerdir; yani insan daha 5 yaşında bebekken beyni yıkanmaya, düşünme yetisi engellenmeye ve yönlendirilmeye başlanır. Eğitim sistemi ile yalanlarla dolu çarpıtılmış bir tarih, sahte maneviyatlar, sahte dinler öğretilir. Burjuva ideologlarının propagandasına göre “Dünyanın tüm diğer halkları, devletleri, 28
Mahir Arpaçay Devrimci Savaş Okulu
Devrimci Kültür
vatandaşları ya bizi sırtımızdan bıçaklayan haindir ya da zaten düşmandır” Burjuva eğitim sisteminde kişi kendi devletinden, kendi milletinden başka hiç bir dostu olmadığı gibi herkesi de düşmanı bilerek yetiştirilir ve mevcut sistemden koparsa başına neler geleceği anlatılır. Sistem milyonlarca yıl komün yaşamış insanı, diğer insanlara, kendine, topluma güvensiz hale getirip korku yoluyla kendine bağlar. Erkekler(çünkü aile reisi yani kendi temsilcisi olarak ailede görevli olan erkektir ve önce onun başı ezilmelidir)militarist mekanizma tarafından devletin istediği boyun eğen ve ezen insan modeline uygun olarak biçimlendirilmektedir. Düşünemeyen, emirleri olduğu gibi yerine getiren, talimat ile çalışan, üniformadan korkan, devletin gücünün her şeye müktedir olduğunu düşünen özsüz, metalaşmış, özgüvenini yitirmiş, kendinden güçlüye karşı boynu eğik, kendinden zayıfa karşı kabadayı kesilen, mekanikleşmiş bir tür yaratığın temelini bu tür aygıtları kullanarak atmış olur. Bunlarla birlikte devletin ideolojik aygıtlarının insanı mekanikleştirme çabası medya, iletişim araçlarıyla devam eder. Haberleri veren devletin kendisidir, özelleşmiş kurumlar bile olsa asla burjuvazinin tam anlamıyla karşısında olan haberler olduğu gibi verilmez. Mevcut haberler ya çarpıtılır ya da eksik verilir. Bunu son 5-6 yıl içinde defalarca gördük. Örneğin, burjuva medyası tekel işçilerinin direnişini orada işçi yok diye çarpıtıyor ve Haziran ayaklanmasında insanlar direnirken, devlet tarafında katledilirken haber programlarında penguen belgeselleri gösteriyordu. Geçtiğimiz günlerde yine burjuva medyası tarafından Cerrattepe'de madene karşı ayaklanan insanlar orada “Artvinliler yok, bunlar yavru Geziciler” yorumuyla verilmektedir. Orada maden yapılmayacak, iş araçları durdu gibi yalanlarla diğer insanlar manipüle edilmeye çalışılmaktadır. Böyle bir medyanın Kürdistan coğrafyasında yaşanan katliamı vermesi zaten beklenmez. Orada yaşanan vahşeti, ölen çocukları, terörle mücadele diye verirken asker cenazelerini halkları halklara düşman edecek şekilde duygu sömürüsü yaparak vermektedir. Asker cenazelerinde öksüz kalan çocuğun hikayesini anlatan medya, Kürdistan coğrafyasında çocuğu öldürülen babayı göstermez. Medya sadece insanları manipüle etmek, 29
Mahir Arpaçay Devrimci Savaş Okulu
Devrimci Kültür
habersiz bırakmak için değil aynı zamanda düşünmesini engellemek, insanlığından çıkarmak içinde görevini yerine getirmektedir. Toplumun yarattığı kültürün yerine kendi aşağılık, kişiliksizlik kültürünü empoze eder ve insanlık dışı bir yaratık haline getirmeye çalışır. Kendisinin “en kutsal müessese” olarak gördüğü evliliği bile tv programlarıyla ticari işe dönüştürerek saklanamaz bir rezalet ve düşkünlük haline getirmiştir. Bu gibi sayısız programlarla sevginin içini boşaltıp maddesel, magazinsel, teşhirci halde resmen piyasaya sunmaktadır. Böylece hem o işten para kazanmakta hem de insani olan her şeyi yok etmektedir. Aynı Nazilerin soykırıma uğrattıkları halklardan gerçekleştirdikleri katliamların doğrudan sonucu olarak maddi gelir elde etmeleri gibi... Burjuvazi insanın kendi vicdanıyla ilgili olan inanç ve din meselesini yine kendi iktidarı için eğip bükerek kendi çıkarları için kullanmaktadır. İktidarın, burjuvazinin, sermayenin işine gelmeyen her şey dine göre günah, onların çıkarları için olan her şey meşrudur. Onların dininde, ayakkabı kutularında para almak günah değildir, sigortasız, güvencesiz çocuk yaşta işçi çalıştırmak günah değildir. Hiç bir önlem alınmadığı için ölen 300’den fazla işçinin ölüm sebebi kaderdir, maliyeti düşürmek için güvenlik önlem almayan patronun günahı yoktur. Günah kaderindir ama direnmek günahtır, grev yapmak günahtır, hakkını aramak günahtır, fakir olmak günahtır. İşçi sınıfına karşı kullandıkları bir diğer yöntemse, işsiz ekmeksiz bırakma korkusudur. Her zaman işçinin yerine geçebilecek milyonlarca işsiz vardır; o sebeple bulduğuna şükretmeli asla başka bir şey düşünmemelidir. İşçi sınıfının örgütlenmesinin önüne geçmek için işçi sınıfını böler, birbirine güvensiz hale getirir. Bireycilik ve tek başına kurtuluş umudu vererek kendi sistemine bağımlı kılar. İşçi sınıfının kendi sendikasını kurmasına izin vermez, kendi kurduğu sarı sendikalarla sınıfı oyalar; gerçek anlamda sendikaların önünü tıkar. Kapitalizmde “evrensel barışı en çok gözeten” ülkeler en çok silah üreten ve diğer ülkelere en çok silah satan ülkelerdir; en itibarlı bankalar en çok uyuşturucu parası aklayan ve en çok çalıntı para saklayan bankalardır; en 30
Mahir Arpaçay Devrimci Savaş Okulu
Devrimci Kültür
başarılı endüstriler gezegeni en çok zehirleyenlerdir; çevrenin korunması onu yok eden şirketlerin en parlak işidir; herkesi terörist ilan edenler terörü yaratanlardır, milliyetçilikten en çok bahsedenler başka ülkelerin boyunduruğu altına en çok girenlerdir, islamiyetten en çok bahsedenler “en müslümanlar” islamiyetle uymayan siyaseti yürüten münafıklardır. Kısacası sistemin ideolojik silahlarının temel amacı düşünmenin önüne geçmek, düşünceyi sınırlandırmak, yönlendirmek ve algı sistemini tarumar ederek kendi insan modelini yaratmaktır. Sistemin, devletin bu yöntemi ve araçları sinsi ve kendini aslında çok belli etmeyen zihni kontrol altında tutan araçlardır ki bunlarla savaşmak içinde aklı yeniden özgürleştirmeli ve ideolojik olarak geliştirmeli, ideolojikleşilmelidir. Devrim mücadelesinin geri düşmesi temel olarak ideolojik gerilik ile doğrudan ilişkilidir. İdeolojik gerilik, yapılan pratiklerden sloganlara kadar yansır. Sermayedarlara, burjuvaziye ve faşistlere yöneltilen “hesabını soracağız!’’ sloganı artık yerini “yargılansın” sloganına bırakmıştır. Öznesi zamanı yüklemi belli olmayan sloganlar en çok atılan sloganlar haline gelmiştir (örneğin “gün gelecek, devran dönecek faşistler halka hesap verecek” yani ölme eşeğim ölme durumu vardır ortada, hesabı bile faşistler kendiliğinden veriyor, hesap sorma cüreti yok.) İdeolojik gerilik öyle bir hale gelmiştir ki ve dilimize artık öylesine yansımaktadır ki savaş ile ilgili slogan kalmamıştır, bunun yerine direnme sloganları atılmaktadır. Direnme eylemi devrimci kültürün geçmişinden bugüne ve geleceğe kadar olan bir eylemdir. Devrimciler işkencelere karşı destansı direnişler göstermiştir, direnmeden hiçbiri teslim alınamamıştır, direnmeden ölmemiştir saldırılara her daim direnmiştir ve direnmeye devam edecektir ama gelinen noktada sadece direnmeye kitlenmiştir. Örneğin “direne direne kazanacağız” sloganı Gezi'nin de, Gezi sonrasının da en çok atılan sloganlarından biridir. Direnme yeni bir kazanım demek değildir, direnme eylemi var olan hakkını savunmak için yapılan bir eylemdir. Saldırı olur, saldıraya karşı direnirsin. Kazanım veya zafer ise ancak savaşarak olur. Devrim mücadelesi, devrimciler, sadece savunmayı düşünemez zaferi ve 31
Mahir Arpaçay Devrimci Savaş Okulu
Devrimci Kültür
kazanmayı düşünür. Direne direne kazanacağız sloganı ideolojik geriliğin sonucudur, direne direne ancak ölünür, dayak yenilir bu da kendine güveni olmayan (özgüveniz) düşmana karşı sadece direnebilen, mağdur edebiyatından başka bir adım atamayan ideolojik geriliğin sonucudur. Gezi ayaklanmasında devrimcilerin ideolojik geriliğinin her türlüsünü hissetik. Geziye katılan kitleyle bağ kurulamaması, kitlelerin yönlendirilememesi bizim ne denli hazırlıksız olduğumuzun da göstergesiydi. Bağ kuramamayı “gezi dilini yakalayamama” olarak dillendirip, Gezi gençliğini taklit etmeye çalışıp, onun bile becerilememesinin sebebi yine aynıdır. “40 yıllık sloganlarla insanlar etkilenmiyor” cümlesinin ardı, geri olanı sahiplenmeye götürür. Zayıf bir dal nereden rüzgar eserse o tarafa meyil eder veya kırılır, rüzgarın tarafına doğru savrulur. Çapulculuğu, marjinalliği kabul etmek temelinde yine ideolojik gerilik hatta belki aymazlık, kendi ideolojisine güvensizlikti. Kitle bunu kendince kabul edebilir ama biz biliyoruz ki marjinal olanlar yönetenlerin kendisidir. Bir avuç insanın tüm halklara hükmetmesi tuhaf bir durumdur; ayaklanma durumunun kendisi veya devrimin kendisi tuhaf bir durum değildir. İlginç olan, garip olan, enteresan olan hangi cümle ile ifade edersek edelim bu sistemin devam etmesidir. Bu sistemin kendisidir. Çünkü biz biliyoruz ki bu sistem insanlara düşmandır, insana yabancıdır, insanı kendine ve insanlığa yabancılaştırır. Bizim amacımız ise tam tersidir. İnsanlaşma çabasıdır ve gerçek zafer, insanlaştığımız zaman gelmiş olur. Biz devrimciler için savaşı kazanmak yeterli değildir. Savaş kazanmak sadece bir başlangıçtır. Gerçek kazanım, gerçek zafer, “ideolojik zaferdir” insanların insanlaşma çabasına girdiği, kendini toplumla birlikte var ettiği ve toplumlaşma için yaşamaya başladığı zaman kazanmış olacağız. En son nihai komünü kurmadan önce, toplumun her kesiminde, her alanında, kurduğumuz komün güçleri de bizim kazandığımız alanlar, yaptığımız barajlardır. İdeolojikleşme çoğu zaman yanlış anlaşılmıştır. İdeolojikleşme sadece bilgi sahibi olmak değildir. Kitaplarda yazan bilgileri ezberleyip “papağan” gibi tekrarlamak değildir. İslamiyette Kuran'ı bir kez okumuş olana hatip, 32
Mahir Arpaçay Devrimci Savaş Okulu
Devrimci Kültür
ezbere bilene hafız denir. İdeolojikleşme, salt okumak değildir tam anlamıyla devrimciliği, komünistliği içerip hayatının her alanında yaşamak ve yaşatmaktır. Düşündüğün gibi yaşamayı ilke edinmektir. Bunu başaramazsan “yaşadığın gibi düşüneceğini” bilmektir. Bilgi sahibi olamayan, fikir sahibi olamaz sözü çok doğrudur. Bilgiyi kullanmayan kişi için de bilginin bir anlamı yoktur. Yaşamla birleşmeyen bilgi kulanılmayan yükten başka bir şey değildir. Bu sebeple teori ile pratik birbirinden ayrılmaz birbirini tamamlayan parçalardır, diyoruz. İdeolojikleşme aynı zamanda yeniden üretimdir, mevcut olanı geliştirme, geliştirdiğini tekrar uygulama uyguladığını teorileştirmedir. Yeniden üretmeden, gelişmeden geliştirmeden ideolojikleşme olamaz. Nasıl ki savaş alanında en önde savaşmak cesaret istiyorsa, ideolojide de ezberi bozmak cesaret isteyen bir iştir, buna “ideolojik cesaret” diyebiliriz. 40 yıldır söylenen aynı türküye yeni bir nota eklemek ya da nakaratı değiştirmeye cesaret etmek kolay değildir. Çünkü afaroz edilme olasılığı vardır. Aforoz edilmenin olasılığı bile insanın aklını tutsak etmeye farklı yönlerde düşünmesini engellemeye yeterlidir. Ama zafere gitmek istiyorsak 40 yıllık türküyü tekrar ederek kazanamayacağımızı bilmeliyiz. Bir yol bulmak, bulamıyorsak bir yol açmak için sonu gelmeyecek ve sınırı olmayan düşünsel bir mücadele vermek zorundayız. Kendimiz başta olmak üzere tüm “beyin kireçlenmelerine” karşı mücadele etmek zorundayız, bunu da ancak ideolojikleşerek yapabiliriz. Hem sistemle pratik savaş vermek, hem sistem içi düzen karşıtı veya düzen içi sistem karşıtı muhalefetle mücadele etmek, hem de kendimizle kendi içimizde yaşattığımız sitemle mücadele etmek gereklidir. Yeni yöntemler geliştirmek, yeniden düşünce üretmek ancak ve ancak ideolojikleşmeyle mümkündür. Biz ne kadar kendimizi geliştirirsek o kadar çözümleme gücümüzü geliştirmiş oluruz, biz ideolojikleşmişsek attığımız kurşun boşa gitmez, kurşunumuz “doğru hedefi” gerektiği gibi vurur. Güçlü örgüt, güçlü kadrolardan oluşur. İdeolojikleşme kültürünü yaratmış bir örgütün kadroları “Moskova Önlerinde” romanındaki gibi emir direktif beklemeden aynı amaçla farklı hedeflere, farklı şekillerde vurur aynı 33
Mahir Arpaçay Devrimci Savaş Okulu
Devrimci Kültür
sonucu yaratır, zafere bir adım daha yaklaştırır. Üreten, sorunları çözen, sonuç alıcı pratikler yapan, kitleleri doğru hedefe yönlendirebilen, alan kazanan, kazandığı alanı genişleten, düşmanı şaşırtan, sistemin hareket yollarını tıkayan, her bir komitesi merkez komite gibi çalışan her bireyi yönetici(komutan) gibi düşünebilen bir kadro yapısı ancak ideolojikleşme kültürüyle mümkündür. Zafere ulaşmak ya da kaybetmek tamamıyla bununla ilglidir. Bir devrim mücadelesini başlatmak zaten yeterince zordur, ondan daha zoru ise devrim mücadelesini sürdürmektir ama en zoru bir devrimi yapmaktır. Gerçek zorluklar ise tam olarak o zaman başlayacaktır. İdeolojikleşme ve bunun kültürünü yaratma ihtiyacı da tam olarak bu sebepledir. Öncesinde, yaşanan anda ve sonrasında bitmeyecek ve geliştikçe yeniden başlanması gerekendir. Tarih boyunca insanlığın özgürlüğü için savaştık, birçok mevzi kazandık ve kaybettik fakat unutulmamalıdır ki asla ideolojik olarak yenilmedik. İdeolojik olarak yenilmek ezenlerin, sömürenlerin safına geçmektir. Hiçbir zaman ideolojik olarak yenilmediğimiz için eninde sonunda zaferi hep biz kazandık. Ne para, silah v.b. ne de kalabalık gerçek güç fikirler ve onlardan doğan zafere olan inançtır. Sürekli Öğrenim Düşünmek insanın insan olma faaliyetidir. Yaşam mücadelesinin ürünü ve aynı zamanda üreticisidir. Düşünme faaliyeti öğrendikçe gelişir, geliştikçe üretir. Öğrenme yöntemine ilişkin Immanuel Kant öğrencilerine hitaben; “Benden hazır düşünceleri değil, düşünmeyi öğreneceksiniz” diyerek; öğrenmenin, hazırdaki bilgileri öğrencilere aktarmaktan ziyade onları düşünmeye sevk etmek olduğunu belirtir. M.A.Ferriere “Yalnız bilgi veren okul, ortadan kalkmalıdır” sözü ile öğrenciyi doldurulacak bir vazodan ziyade tutuşturulması gereken bir ateş olarak görür. İnsan da kendini, kendi beynini kendi zihnini bir vazodan ziyade tutuşturulması gereken bir ateş gibi görmelidir, o zaman aklının, düşünmenin ve öğrenmenin sınırlarının olmadığını keşfeder ve daha çok merak eder. Merak duygusu insanlığın gelişminde ve belki de insanın insan olmasındaki en önemli duygulardan (sebeplerden) biriydi; çünkü insan, 34
Mahir Arpaçay Devrimci Savaş Okulu
Devrimci Kültür
merak ettiği anda kendini geliştirmeye, öğrenmeye başladı, öğrendikçe düşünmeye düşündükçe üretmeye başladı. Merak olmasaydı ne fizik gelişirdi, ne kimya gelişirdi, ne teknoloji gelişirdi, ne coğrafi keşifler olurdu, ne dünyayı bilirdik, ne güneşi, ne de kendimizi. Meraksız insan ölü insandır; çünkü bilmeye ihtiyaç duymaz. Bilmeye, bilgiye ihtiyaç duymayan insan yaşıyor sayılmaz. Bir söyleme göre meraksızlık, isyansızlık (itirazsızlık), isyansızlık da insansızlıktır. Devlet ideolojisi kendi topluluğunun önce gerçek olmayan şeyleri merak etmesini sağlar, merakını öldürür yani aslında insanı öldürür. Eğer Einstein merak etmeseydi, fiziği araştırmazdı, fiziği araştırıp yeni bulgular bulmasaydı, itiraz etmezdi, itiraz etmeseydi hala atomu parçalanamaz bir bütün sanardık ve insan yaşadığı şu andan felsefik olarak da zihinsel olarak da geri kalmış olurdu. Kısaca düşüncenin gelişmesi için gerekli olan şeylerden biri öğrenme diğeri ise meraktır, Öğrenme ve merak birbirinin sebebi ve aynı zamanda sonucudur. Kapitalizm için insan sadece tüketen, üretecekse de burjuvazinin ve sermaye sahiplerinin çıkarı için üreten bir nesnedir. Düşünmeye hakkı yoktur, çünkü düşünürse, sorgulamaya, merak etmeye ve sonunda itiraz etmeye başlar ve bu durum kapitalizm ve sermayedarlar için kabul edilir bir durum değildir. Faşizm başta olmak üzere, her kapitalist devlet biçimi insanın düşünmemesini veya kendi istediği doğrultuda düşünmesini ister ve bunun için çabalar, bunun için yöntemler geliştirir. Kapitalizm varoluşu gereği insan için olan her şeyin karşısında durur, insan gelişmesinin önüne set çeker, düşünmesini yönlendirir, sınırlandırmaya çalışır. Örneğin teknolojinin gelişmesiyle birlikte bilgiye ulaşmak kolaylaştı, sistem ise hemen buna karşı yeni bir yöntem geliştirdi. Elinde ne kadar yüzeysel “bilgi” varsa piyasaya sürdü ve bilginin değerini düşürdü. Yüzeysel bilgi gerçek bilgi değildir. Emek harcanmadan ulaşılan birşey olduğu için niteliksiz ürünler üretir. Öyle ki “google” da bir kelimeyi ararken artık onu tam yazmaya bile gerek yok direk sonuçları karşımıza seriyor, emek harcanmadığından kaynaklı ve bu kadar kolay ulaşılması sebebiyle zihin de otomatik olarak tembelliğe alışmaktadır. İnternetin yaygınlaşması, insanlık için avantajken sistem bunu kendi için avantaja çevirdi.
35
Mahir Arpaçay Devrimci Savaş Okulu
Devrimci Kültür
İstediği insan modelini yaratmak için derinlemesine düşününcenin önüne geçip, yüzeysel olan her şeyi yaymak için de interneti kullanıyor. Sevginin bile içini boşaltabiliyor. İnsanlar internet aracılığı ile hiç görmedikleri tanımadıkları insanlara karşı sevgi beslediğini söyleyebiliyor. Kavramlar, duygular, bilgi her şey yüzeysel hale getiriliyor. İlk başlarda facebooktan yapılan paylaşımlar (yazılar) yüzeysel olarak nitelendirilebilirdi, ama bir adım daha ileri gidildi. Twiter ile anlatılacak bir sürü şey sadece 140 karektere sığdırılmaya başlandı. Okuma–öğrenme 140 karekterden ibaret hale geldi. Son dönemde yeni programlar piyasaya çıktı; 7 sanyelik videolar (vine) bir olay, durum veya kavram hakkında” ne düşünüyorsun” sorusuna 7 saniyelik bir yanıt, 7 saniyelik komik videolar, 7 saniyelik düşünceler, 7 saniyelik duygular. Balığın hafızasının 6 saniye olduğu söylenir, bu insanı 7 saniye ile düşünen bir canlı haline getirme çabasından başka birşey değildir. İnsanlık alabildiğine yüzeyselliğin, sığlığın, gericiliğin içine gömülmeye çalışılıyor. Düşüncenin sonuçlarından biriside kavramdır. Kavramlar sonuçtur; ama aynı zamanda yeni bir başlangıçtır. Bazı kavramlar kullanıldığı anda amacını da içinde belirtir. Eğitim, kapitalist sistemin kendini devam ettirmesi için, devlet ideolojisinin beyinleri zaptetmek için kullandığı bir kavramdır. Her yerde görebiliriz her şey eğitimdir, bilmem kaçıncı “eğitim-öğretim yılı” başlangıcı. Çünkü eğitim kelime kökeni itibarıyla eğmekten gelir. Sistemin çarkına giren beyin önce eğilmeli bükülmeli istenilen kıvama getirilmeli, ondan sonrasında sistemin kendi çıkarına olan ve istediği gibi sunulan bilgiler eğilmiş eciş bücüş olmuş beyne aktarılmalıdır. Devletin ideolojik aygıtlarından biri olarak bahsettiğimiz eğitim sisteminde eğitimin önde olmasının sebebi budur; öğretme eğitildikten sonra yapılabilecek bir iştir. Tam da bu sebeple biz eğitim kavramını kullanmıyoruz. Devrimci kültürde bir aklı eğmek, bükmek yoktur, durum tam tersidir. Devrimci kültürde diz çökmüş olanları ayağa kaldırmak için uğraşırız. Başı eğilmiş olanın başkaldırması için uğraşırız. Bizler aklın özgür kalmasını, üretmesini, kendini aşmasını sağlamanın yollarını ararız, bundan dolayı kavramsal olarak eğitim yerine karşılıklı bir eylem biçimi olan ‘’öğrenim’’ kavramını kullanıyoruz; çünkü öğrenim kavramı, içerisinde öğrenmeyi ve öğretmeyi aynı anda barındırır.
36
Mahir Arpaçay Devrimci Savaş Okulu
Devrimci Kültür
Devrimci kültürde öğrenme ve öğretme kavramları da iç içe geçmelidir. Bilginin paylaşıldıkça çoğalan bir şey olduğunun karşılığı da bu kavramla açıklanabilir. Devrimci kültürde öğrenme eylemini de sistemin dayatmalarının aksine yapmamız gereklidir. Her an her şeyden öğrenme, öğrendiğimizi paylaşma, paylaştığımızı yeniden üretmekle yükümlüyüz. Savaşın bu kadar derinlemesine olduğu bir dünyada hiç bir şey yüzeysel olamaz, dolayısıyla bilme ve öğrenme yüzeysellikten uzak, derinlemesine olmalıdır. Nasıl ki insanın insan olması mücadele, düşünce, öğrenme ve emek ile başladıysa devrimci kültür de öğrenme eylemi ile gelişir. Bir bilgiyi öğrenmiş olmak, yani anlamak ile bilginin hafızamızda mevcut olması aynı şeyler değildir. Bilgiyi öğrenen ve anlayan kişi o bilgiyi geliştirir, yeniden üretir veya farklı açılardan bakar ve her seviyedeki her insana aktarabilir. Bununla ilgili Mevlana “Ne kadar bilirsen bil, bildiklerin karşındakinin anlayabildiği kadardır” demiştir. Biz genel olarak bu sözden “karşındaki anlamıyorsa uğraşma” gibi bir anlam çıkartmaya eğilimliyizdir. Ama aslında sözün anlatmak istediği şey başkadır. Eğer bir bilgiyi derinlemesine biliyorsan her insana anlatabillirsin, eğer o bilgiyi derinlemesine öğrenmediysen anlatmakta sıkıntı çekersin, problemi anlattığın kişide ya da ortamda ararsın. Bir matematik öğretmeni çok zor matematik sorularını çözüyor olabilir ama bunu anlatamıyorsa matematiği iyi bilmiyor, sadece uygulamayı iyi bilen veya formüleri iyi bilen bir öğretmendir. Eleştiri-Özeleştiri Kültürü Devlet, herhangi bir organizasyon, topluluklar, gruplar, insanlar v.b. kendisini geliştirme ve yenileme ihtiyacı duyar. Biyolojik ve sosyolojik olarak her canlı, her nesne, her toplumsal sistem gelişmek ve büyümek ister. Gelişme ve büyümenin yolu da kendi eksiklerini belirleyip, o eksikleri tamamlamak, yanlışlarının farkına varıp o yanlışları doğru hale getirmekle mümkündür. Herhangi bir organizmanın (devlet, sistem de dahil) gelişmesini ve ilerlemesini sağlayan hatta çoğu zaman yaşaması için gerekli olan şey ise eleştiridir. Devrimci bir örgütün, örgüt içerisindeki kadroların kendini geliştirmesi ve nitelik sahibi olabilmesi için, eleştiri olmazsa olmazdır. Devrimci bir örgütü insana benzetirsek insanın yolda 37
Mahir Arpaçay Devrimci Savaş Okulu
Devrimci Kültür
yürümesini sağlayan temel organlar ayaklar ve beyindir ve devrimci bir örgütün sağ ayağı eleştiri ise sol ayağı da özeleştiridir. Eleştiri sadece devrimcilerin kullandığı bir yöntem değildir. Kurumsal şirketler çalışanlarıyla düzenli eleştiri toplantıları yaparlar. Bu toplantılar hem çalışanların eksiklerinin giderilmesi hem de şirketin ve şirket yöneticilerinin eksiklerinin giderilmesi ve şirketin daha verimli halde çalışması için yapılır. Sermayedarlar ve burjuvazi bu sistemi kendi kendilerine bulmadılar, tam anlamıyla bu yöntem devrimcilerden (ç)aldıkları bir yöntemdir. Kendilerini daha verimli hale getirmek, geliştirmek ve genişletmek için(piyasaya hakim olmak) eleştiri yöntemini(sistemini) kullanırlar. Oysa geldiğimiz anda devrimci kültürde neredeyse unutulan bir hal almıştır. Eleştiri-özeleştiri mekanizması ya hiç yapılmıyordur ya da laf olsun diye yapılıyordur. Bir sistemi yıkıp yerine insanca, insanlık için bir sistem kurmak isteyenlerin kendilerini eleştirmemesi kabul edilemez. Sistem olarak sosyalizmi ve daha ilerisi komünizmi insanın insanlaşmaya geçiş aşamaları olarak kabul ediyorsak; sosyalizm, komünizm mücadelesi veren insanları da, kendini insanlaşmaya yaklaştırma çabası içinde olan, daha doğru şekilde ifade edersek sürekli geliştirme çabası içinde olan bir varlık olarak düşünürüz.İnsan devrim mücadelesi içinde kendini yaratır, Kendini yaratma faaliyetinin temel yollarından biri de içe ve dışa dönük eleştiri eylemidir. Devrim mücadelesindeki insanların hemen hepsi aslında mevcut sistemden rahatsızlıklarından dolayı mücadeleye katılmıştır. İnsanın insana köle olmasından tutalım da eğitim sistemindeki fırsat eşitsizliğine, istediği mesleği seçememesine, kendi kimliğini istediği gibi ifade edememesine kadar birçok şeyden rahatsızlığı onu yaşadığı sistemi sorgulamaya, eleştirmeye ve devrimciliğe doğru itmiştir. Devrimci bir birey eleştiri yapamasaydı asla devrimci olamazdı. Mevcut sistem eleştirilmeseydi daha iyisi mümkün mü sorusu sorulamaz ve ne sosyalizm fikri ne sistemi ortaya sürülemezdi. Dolayısıyla eleştirinin aslında ilk tanımı sorgulama ve daha iyisini aramadır. Eleştirinin ikinci evresi ya da tanımı ise mevcut olanı sorgulama, sorunlarını belirleme, daha sonrasında o sorunları giderme(onarmadır). Son olarak da sorunları eleştiri faaliyeti onu yeni bir yaratıma götürür. O zaman eleştiriyi, 38
Mahir Arpaçay Devrimci Savaş Okulu
Devrimci Kültür
ilerlemek için mevcut olanı sorgulama, sorguladığımız sonuçları değerlendirme, eksiklerin ve sorunların sebebini ve sonuçlarını anlama, mevcut sebepleri anladıktan sonra çözümleme, onarma ve daha iyisini kurgulama, hayata geçirme (yaşatma) olarak tanımlayabiliriz. Yaptığımız eleştiri tanımından yola çıkarak eleştirinin sadece mevcut eksikleri dile getirmek olmadığını söyleyebiliriz. Burjuva medyada sadece “eleştiri” üzerine mantık dışı programlar mevcut. Örneğin, ne giydiğin, niye giydin programları, ne yedin, nasıl yedin, niye yedin, neden hızlı koştun gibi insana küfür eden programlar mevcut ve bu programlarda sürekli “ben seni eleştiriyorum” cümlesi geçmekte insanların başka insanları eleştiri kavramıyla aşağıladığı programlar, eleştirinin içini boşaltıp bir tür silah haline getiriyor. Devrimci kültürü de etkisi altına alan bu kültür tüm topluma yayılıyor. Bizlere düşen ise insana silah olarak döndürülen eleştiriyi tekrar insana ve insanlık mücadelesi verenlere yararlı hale getirmektir. Devrimci kültürde eleştiri bir silah değildir, tam tersine eleştiri onarıcı ve ilerletici bir alettir. Eleştiri olmadan ilerleme olmaz, dememizin sebebi de budur. Eleştiri, içinde çözümü barındırmadan yapılabilecek bir şey değildir. Eleştiri sonucunda çözüm olmuyorsa, sorun giderilmiyorsa o eleştiri anlamsız ve boşa yapılmış zaman kaybından başka birşey değildir. Devrimci bir yapıda eleştiri yapmamanın nedenlerinden biri karşılığı olmasıdır. “Ben eleştirirsem, ben de eleştirilirim’’ zihniyetidir. Bilerek ya da bilmeyerek yoldaşlar arasında en çok olan durumlardan biri budur, bir şekilde birbirini kayırma ya da “sen bana dokunma, ben sana dokunmayayım” gizli anlaşmasıdır.Tam anlamıyla sistemin içinde yaşatmaya ve çürümeye yol açan bir durumdur. Eleştiri yapılmamasının bir sebebi de insanın kendinine olan güven eksikliğidir. Kişi gördüğü bazı şeyleri dile getirmekten çekinir, çünkü hak etmediğini veya beceremeyeceğini, yanlış anlaşılacağını düşünür. Bu yanlışta, eleştirisi olan kişiyi geriletir ve eninde sonunda düşmesine yol açar. Eleştiri ile ilgili yanlışlardan biri eleştiriyi yüzeysel hale getiren “yapıcı eleştiri”dir. Bu terim de yine burjuva medyadan dilmize geçmiştir. Doğrudur, dosta eleştiri zarar vermek için yapılmaz ama bu yüzeysel olması gerektiği manasına gelmez. Tam tersine derinlemesine olmalıdır. 39
Mahir Arpaçay Devrimci Savaş Okulu
Devrimci Kültür
Eski bir bina yerine yeni bir bina yapacaksak o eski binayı yıkmak gereklidir. Yani yıkıcı olmadan yapıcı olunamaz, eskiyi yıkmadan yeni yapamayız. Hiçbirimiz farklı bir toplumda yetişmedik. Komünal bir dünyada yaşamadık, 17 yaşındaysak 17 senedir, 30 yaşındaysak 30 senedir insana ve insanlığa düşman olan bu sistemin içinde zehirlendik. Haliyle yaşadığımız sistemin her türlü kirini, pasını, pisliğini içimizde barındırıyoruz. Bu sebeple devrimci kültürün eleştirisi canımızı acıtmalıdır; yıllarca birikerek oluşmuş alışkanlıklar kısa sürede, bir cümleyle değişemez, nasıl ki bir yara kabuk bağladığında yeni deri için kabuğu sökerken canımız acıyorsa devrimci eleştiri de can acıtıracıtmalıdır. Yoldaşlarımızın, birbimizin gözünü oyalım demek istemiyoruz, fakat eleştiri yüzeysel olamaz, denizin üstündeki köpük gibi olmaz, derinlemesine olur, can acıtmasından kastımız budur; tabi ki tek başına yeterli değildir. Yoldaşımızı “vurduğumuz yerden” kaldırmak da bizim görevimizdir, Yeniyi yapmak da bizim görevimizdir. Derinlemesine eleştiri dediğimiz yöntem de yoldaşımızın düşmemesi için koluna girmeden yapılabilecek bir yöntem değildir. İlk başta dediğimiz gibi yıkmak için yıkmıyoruz; daha iyisini daha güçlüsünü yapmak için yıkıyoruz. Eleştiri konusunda uygulanan en yanlış yöntem kime ne kadar nasıl eleştiri yaptığımızla alakalıdır. Eleştiri yaparken mücadelede daha çok emek harcamış ve üretmiş olan yoldaşlarımıza zayıf, daha dikkatli eleştiri yaparken daha yeni yoldaşlara karşı daha sert daha acımasız eleştiri yapabiliyoruz. Aynı şekilde en çok konuştuğumuz, en iyi anlaştığımız, en çok zaman geçirdiğimiz yoldaşımıza eleştiri yaparken daha anlayışlı, daha yumuşak oluyoruz ama daha uzaktaki, daha az zaman geçirdiğimiz yoldaşımıza eleştiri yaparken daha sert daha acımasız olabiliyoruz. Örgütsel olarak da başka bir devrimci örgüte eleştiri yaparken en uzaktakine (ideolojik olarak, politik olarak) en sert eleştirileri yaparken daha yakın olduğumuz örgütlere veya daha güçlü örgütlere daha yumuşak eleştiri yapıyoruz. Bu durumu bir çembere benzetirsek eleştiri yönteminde dışa doğru sertleşen bir yöntem değil içe doğru sertleşen, derinleşen bir yöntem izlemek gerekir. Yani en derinlemesine en sert eleştiriyi 40
Mahir Arpaçay Devrimci Savaş Okulu
Devrimci Kültür
kendimize, en yakınlara en zayıf en yüzeysel en yumuşak eleştiriyi en uzaktakine yapmak gerekir. Kısacası başkalarına radikal, kendine liberal değil; başkalarına daha esnek, kendine radikal(sert) bir eleştiri yöntemi izlemek gerekir. En yoğun eleştiriyi de kişi veya örgüt kendine yapmalıdır, buna da özeleştiri denilmektedir. (Adalet ve eşitlik ilkeleri prensip olarak böyle davranmayı gerektirir). Özeleştiriyi “kişinin kendi kendisini anlama, tanıma, kendi eksik ve hatalarıyla neden-sonuç ilişkisini kurma, sebeplerini belirleme ve çözüme kavuşturma (onarma) olarak tanımlayabiliriz. Özeleştiri yapmak eleştiriden çok daha zordur. İnsanın kendinde hata bulması pek de kabul ettiği bir durum değildir. Damarlarımızda dolaşan zehirlerden biri de budur; suç hep başkasında, eksik hep başkasındadır. Bir olayı anlatırken bile anlatamadığımızı düşünmeyiz karşı tarafın anlamadığını düşünürüz, çünkü “bizim anlatımımız eksik olamaz” karşı taraf anlayışsızdır. Konuşurken bile kelime aralarında “anladın mı” diye sorarız, “anlatabildim mi” diye sormayız. Bu tam anlamıyla içimizde yaşattığımız küçük burjuva kişiliğinin yansıması, sistemin artıklarıdır. En çok mücadele etmemiz gereken şey budur. Muhammed peygamber İslamı yayarken der ki “iki cihat vardır birincisi küçük cihat, bu kafirlere karşı verdiğimiz cihat, ikincisi ise büyük cihat bu içimizdeki şeytanla verdiğimiz cihat” bizim için de bu geçerlidir. Örgüt olarak da örgüt içindeki kadrolar olarak da savaşımızın küçük bölümü dışarda yıkmaya çalıştığımız sistemdir, ama ondan daha büyük bir savaş kendi içimizde yaşattığımız sistemle verdiğimiz savaş olmalıdır. Düşman hiç bir zaman bizi silah zoruyla, işkenceyle, hapisanelerle, vurarak kırarak yok edemez. Ne mermisi yeter, ne hapisaneleri yeter, bin kere vursa bin birinci kez ayağa kalkarız, bizi ancak ve ancak kendi içimizde yaşattığımız sistem yenebilir, kendi içimizde büyüttüğümüz düşman yenebilir. Başka türlü yenilmeyiz. Özdisiplin Disiplini parti, ordu, okul, şirket gibi bir amaç için oluşmuş kurumların düzgün bir şekilde çalışabilmesini sağlayan örgütsel çalışma biçimi olarak tanımlayabiliriz. Disiplini ve buna uygun disiplin kuralları olmayan hiç bir 41
Mahir Arpaçay Devrimci Savaş Okulu
Devrimci Kültür
kurum veya hiçbir işleyiş biçimi çalışamaz veya eninde sonunda bozulur, dağılır. Devrimci bir ordu, örgüt/parti için de aynı şey geçerlidir. Disiplinsizlik, özgürlük demek değildir. Disiplini olmayanın herhangi bir amaca ulaşması mümkün değildir. Devrimci kültürde disiplin gereklidir ama esas olan disiplini işletecek olan kişilerin, kadroların özdisiplinidir. Kadrolarının özdisiplini zayıf olan devrimci kurumun, disiplin kurallarıyla devamı mümkün değildir. Eninde sonunda dökülmeler olur, arıza verir, bozulur; çünkü devrimci kurumlar gönüllük esasıyla kendini var eder, bu sebeple disiplin de özdisiplini güçlü devrimci kadrolarla mümkün olur. O halde özdisiplini devrimci kültür açısından (örgüt kültürü) insanın kendi kendini yönetebilmesi olarak tanımlayabiliriz. İnsan bazı zamanlarda özdisiplini kaybedebilir veya kendini önemsemeyebilir. Fakat tek bir bile güçlü bir konumlanma ve pratikle tarihin oluşumunda özneleşebilir. Neredeyse tüm dünyaya hâkim olmuş Cengizhan için bir hikaye anlatılır. Cengizhan henüz daha genç bir savaşçıyken Çin ordusunun karşısına çıkmıştır, Çin ordusu sayısal olarak ve silah gücü olarak Moğol ordusunun neredeyse 10 katı gücündedir. Çin ordusu hücuma kalktığı sırada ordu komutanın atının nalındaki çivi tam bir şekilde oturmadığı için at tökezler ve ordu komutanının ölmesiyle sonuçlanır. Moğollar savaşı kazanır ve Cengizhan tarihini başlatmış olur. Bir atın nalındaki çiviyi düzgün çakamayan bir nalbur belki de tüm tarihi değiştirdi. O nalburun işini düzgün yapmaması, özdisiplinsizliği Çin ordusunun mağlubiyetiyle sonuçlandı. Tam tersinden bir atın nalındaki çivi, Cengizhan için bulunmaz bir fırsat yarattı. Bir çivi bile tarihi değiştirebilirken, insan bilinçli bir varlık olarak dünyadaki her şeyi değiştirebilir. Özdisiplin veya disiplinsizlik insanla ilgilidir, bazen küçücük bir hata tüm tarihe bedel olabilir veya küçük bir etki kelebek etkisiyle tarihe olumlu yönde etki edebilir; kısacası insanın kendini ciddiye alması, ciddiye alması demek de özdisiplinini sağlaması demektir. Devrim için insan ne kadar önemliyse, insan için de kendi özdisiplini o kadar önemlidir. Devrimci bir kadronun özdisiplini güçlü değilse, örgüte zarar verir ama ondan önemlisi kendi kendine zarar verir, yorulur, bıkar, sistemin içine 42
Mahir Arpaçay Devrimci Savaş Okulu
Devrimci Kültür
geri döner. Özdisiplin, başka bir kişinin zorlamasıyla olmayacağından özveri içermek zorundadır yani kişi kendisinden bir şeyler katmalı ve görevi neyse onun için çabalamalıdır. Başka bir önemli husus, çalışkanlık ve amaca ulaşma isteğidir. Bir insanın bir şeyi isteyip istememesi, o amaca yakınlığı ile doğru orantılıdır. Yani “istiyorum” demek yeterli değildir. İstediği amaca ulaşmak için emek sarfetmelidir. Örneğin; bir insanın canı çay içmek istiyorsa ya dışarı çıkıp bir yere gitmeli ve çay içmeli ya da kalkıp suyu ocağa koyup demlemelidir, yoksa çay içemez; tembelliği çay içme isteğinden daha ağır basıyor demektir. Aslında istediği çay içmek değil oturmaktır. Basit bir çay için bile emek süreci gerekirken, amacı devrim olan bir kadronun emekten kaçması söz konusu olamaz. Özdisiplinin en önemli değerlerinden biri emek sürecidir. Emek kaçkını bir kişi asla devrimci olamaz. Devrimci kültürde özdisiplin demek, inisiyatif almak demektir. Ortada herhangi bir iş veya çözülmesi gereken bir problem varsa birinden direktif beklenmez, önemli olan kimin yaptığı değil işin hallolup olmadığıdır. Sonuç itibarıyla insiyatif alma konusunda eksik olan kişinin devrimciliğinde de giderilmesi gereken eksikleri vardır. Bir başka önemli husus yönetebilme kabiliyetinin gelişimidir. Eğer parti kitleleri devrim yolunda yönlendirecekse ve öncü partinin öncü kadroları olma niyetindeysek, kendimizi yönetmeyi bilmeliyiz. Kendimizi ne kadar iyi yönetebiliyorsak o kadar da kitlere yön verebilir ve devrime yaklaştırabiliriz. Kişinin kendini yönetmesi de ortama yön verebilme yetneğinin geliştirmesiyle alakalıdır fakat yön verme ve yönetmeden kastımız birilerine direktif verme ve emir yağdırma değildir. O an amaç neyse eşya taşınacaksa eşya taşıma, yangın söndürülecekse söndürme,bir yer yakılacaksa yakma işini diğer kadrolara ya da insanlara yaptırabilme yeteneğidir. Bu bazen sadece rica ya da söylemle olabilir ama çoğu zaman en ağır yükün altına kadronun kendisinin girmesiyle veya en önce yangında kendisinin elinin yanmasıyla mümkün olur. Özdisiplini güçlü birisi, en uygun yöntemi belirler ve ona göre sonuca odaklanmalıdır. Özdisiplin aynı zamanda üretimle alakalıdır, emek süreci olsun, yönetme olsun veya bir olayın çözümü olsun yeni yöntemler bulmak ve kendini geliştirmektir.
43
Mahir Arpaçay Devrimci Savaş Okulu
Devrimci Kültür
Özdisiplini geliştirmek ve yürütmek için iradenin güçlenmesi çok önemlidir. Bazı durumlarda insan tembellik yapmak ister veya korkar, canı yanar bütün bunların çözümü iradenin güçlenmesiyle mümkün olur. İrade, insanın aklı yani bilinç ile kendisine uyguladığı zor yöntemidir. Dolayısıyla iradeyi güçlendirmek aklı ve bilinci güçlendirerek olur. Aklı ve bilinci güçlendirme yolu da aklın beslenmesi yani ideolojikleşmedir. Grafit(kurşun kalem ucu), kömür ve elmas üçü de karbon atomundan oluşur. Tek fark karbon atomunun diziliş şeklidir. Grafit oldukça yumuşak bir cisimken elmas dünyanın en sert maddelerinden biridir. Demiri, camı bile kesebilir. Peki iki maddenin de içerdiği tek element karbonsa nasıl birisi dünyanın en sert maddesi olurken diğerinin ciddiye alınacak bir sertliği yoktur. Bunun sebebi nicel birikimin niteliğe sıçramasıdır. Elmasın oluşması için çok daha fazla basınç ve zaman gerekmektedir, basınç karbon atomlarının diziliş şeklini değiştirecek kadar yüksek olduğunda elmas ortaya çıkar. Aynı atom farklı koşullarda birbirinden tamamen farklı maddelere dönüşebiliyor. İnsanda buna benzer şekilde farklı koşullarda farklı varlıklara dönşebilir. Karbon atomunu insana benzetirsek aynı karbonu elmasa çeviren koşulları(basınç,sıcaklık v.b.) irade olarak tanımlayabiliriz. İnsanın elmas kadar değerli ve sert(güçlü) bir hale gelmesi iradesinin güçlenmesiyle doğrudan alakalıdır. Bu sebeple; irade yapılamaz şeyleri yapılabilir hale getiren, beceriksizliği ustalığa çeviren yöntemdir. İrade insanın kendisini tanıma, güçlendirme ve müdahale etme yöntemidir. İnsanın tarihi incelendiğinde ne denli güçlü bir varlık olduğu net olarak anlaşılır . İnsanın hayvanlıktan; kendini bilen, kendinin ve doğanın bilincinde bir varlık haline gelmesi de bunun kanıtıdır. İnsanın becerileri, yetenekleri, gücü kendini bile şaşırtabilir. Örneğin; en güvenlikli, en kalın duvarlarla örülü hapisaneleri yapanlar insandır, o duvarların içinde aklını kaybedip çürüyen insandır ama aklı tutsak edilememişse eğer ve oradan kaçmayı kendine hedef edinmişse, elinde hiç bir malzeme olmadan, sabırla ve inatla yıllarca tünel kazıp o hapisanelerden kaçan yine aynı insandır. Normal şartlarda aç kalmak tahammül edilemeyecek bir olayken aynı insan ölüm oruçlarında yüzlerce gün aç kalabiliyor. En zor şartlarda, aşılması en imkansız şartları aşan insandır. Che’nin “gerçekçi ol, imkansızı iste’’ sözü insan için söylenmiş, insanı anlatan en güzel sözlerdendir. 44
Mahir Arpaçay Devrimci Savaş Okulu
Devrimci Kültür
Komutan Ernesto’nun sözünü iyi anlamak lazım. “Gerçekçi ol” yani önce kendi gerçekliğini kavra eksiklerini gider ve ona göre bir çözüm yöntemi bul. Eğer gerçekliğini kavrarsan imkânsız imkanlı hale gelir, demek istemiştir. Gerçekliğimiz herşeyi becerebileceğimiz, eksikliğimiz ise bunu kabul etmememiz veya bilmiyor olmamız ve irademizin güçsüz olmasıdır. Devrimci bir kadro herşeyi ciddiye almalı, tüm dünyaya o ciddiyetle yaklaşmalıdır; en çok da kendisini ciddiye almalı ve kendisine o ciddiyetle yaklaşmalıdır. Özdisiplinin anlamı da budur; insanın kendini ciddiye almasıdır. Polisi, askeri, istihbaratı, işbirlikçisiyle milyonlara ulaşan çalışanı olan, teknolojisi son derece gelişkin yaşayan bir organizmayla savaşıyoruz ve bu organizmanın tek amacı olan, yaşatmaya çalıştığı sistemi parçalamayı, imha etmeyi hedefliyoruz. Devrimciler, mevcut düzeni yıkıp yerine insanca bir düzen kurmak isteyenlerdir ve düşmanın olanaklarının hiç birisi elimizde yoktur sadece korumak için bu kadar çaba harcayanların karşısındaki yıkıcı ve aynı zamanda yapıcı olanların, özdisiplinin zayıf olması, kendine bu ciddiyetle yaklaşmaması boşa zaman harcamaktır. Hem kendine hem örgütüne hem de devrimci kültüre zarardır, hakarettir. Düşman bu kadar güçlüyken ve elimizde onu yenebilecek, onlarda olmayan onların asla başaramayacağı, toplumcu düşünme, irade, özdisiplin gibi çok az malzeme varken hiç birisinden taviz veremeyiz, hiç birisini erteleyemeyiz. Devrimcilik andır, devrimcilik ertelenecek bir durum değildir. Her anımız her saniyemiz çok önemlidir. Özdisplin de hiç bir anı kaçırmamanın yegâne yoludur. Bilimsel Yaklaşım Çevremizdeki dünyaya dikkatlice baktıgımızda muazzam ve şaşırtıcı ölçüde karmaşık bir olaylar serisi, sonu gelmez değişimler, nedenler sonuçlar, etkiler ve tepkilerden oluşan bulmaca gibi bir ağ görürüz. Bilimsel araştırmanın itici gücü, bu kafa karıştırıcı labirentin akılcı bir sezgisine ulaşma, onu anlama ve onu fethetme arzusudur. Geneli özelden, tesadüfi olanı zorunlu olandan ayıran ve bize meydan okuyan olayları doğuran güçleri anlama olanağı veren yasaları ararız. Bir devrimcinin doğayı ve toplumu doğru bir şekilde değiştirebilmesi için önce onu çözümlemesi ve anlaması gerekir. Olayları ve olguları anlamak 45
Mahir Arpaçay Devrimci Savaş Okulu
Devrimci Kültür
için kullanması gereken bilimsel yöntem; diyalektik materyalizm ve onun topluma uyarlaması olan, tarihsel materyalizmdir. Diyalektik eski yunan dilindeki konuşmak, tartışmak anlamına gelen ‘’dialego’’ sözcüğünden çıkmıştır. Eski zamanlarda diyalektik karşındaki kişinin görüşlerindeki çelişkileri ortaya koyup bu çelişkilerin üstesinden gelme yoluyla gerçeğe ulaşma sanatı demekti. Düşüncenin bu diyalektik yöntemi, sonraları düşüncenin oluşumununda maddi (beyin ve sinir sistemi) yaşamın kendisi olduğunu anlatan materyalizmle beraber doğa olaylarını kapsadı. Doğadaki her şey sürekli bir hareket ve değişme içindedir. Doğadaki gelişmeleri, doğadaki çelişkilerin gelişmesi sonucu olarak ve doğadaki karşıt güçlerin birbirlerini karşılıklı etkilemeleri sonucunda gelişir. Engels doğanın diyalektiği kitabında şöyle diyor: “Tüm doğa, en küçüğünden en büyüğüne dek, küçük bir kum tanesinden güneşe, canlı en ilkel hücreden insana dek, sürekli bir varoluş ve yokoluş, sürekli bir akış, sonsuz bir hareket ve değişme içindedir.” Bize çıplak gözle baktığımızda hiçbir şey olmuyormuş gibi görünse de, gerçekte madde sürekli hareket halinde ve değişmektedir. Mikroskobik bir labaratuvar ortamında maddenin yapısı olan moleküller, atomlar ve atom altı parçacıkları bir milyar kere büyütülmüş olarak baktığımızda bunların sürekli yer değiştirdiğini ve her zaman hareket halinde olduğunu görürüz. Engels aynı yapıtında diyalektiğin yasalarından en temel üç tanesini vermiştir. a-)Niceliğin niteliğe dönüşmesi ve niteliğin niceliğe dönüşümü yasası b-)Karşıtların birliği ve savaşımı c-)Yadsımanın yadsıması yasası Bu üç yasa doğadaki maddenin genel özellikleridir,her şeye uygulanabilir.
46
Mahir Arpaçay Devrimci Savaş Okulu
Devrimci Kültür
a. Niceliğin niteliğe dönüşümü Maddenin eski nitel durumundan yeni nitel durumuna geçişi yavaş yavaş biriken niceliğin, ani ve sıçrayış biçiminde yeni bir niteliğe eriştigi süreçtir. Bu süreç basitten karmaşığa, alçaktan yükseğe doğru bir gelişim seyreder. En basitinden suyun kaynaması örnek verilebilir. Isıtılan suyun sıcaklığı artmasına rağmen kaynaması 100 dereceye ulaştığında gerçekleşir. Normal basınçta su 100 dereceyi geçtiğinde moleküller birbirinden toplu olarak kopar ve sıvı halden gaz hale buharlaşarak geçer. Yalnız ortam basıncı veya suya katılan başka maddeler kaynama derecesini yükseltir. Bir diğer örnek fay hatlarında biriken basınçla depremlerin oluşumu ve sosyal depremler olan isyanların oluşumunda aynıdır. Gezi ayaklanması da bu sosyal depremlere örnektir. Toplum birden salt ağaçlar için ayaklanmamış, devletin ve hükümetin yıllarca yaptığı baskı ve haksızlıkların Gezi'de patlak vermesiyle ayaklanmışlardır. Toplumdaki bu tür nitelik değişmeleri bilinebilir ve öngörülebilir ancak kesin zamanı ve tarihi bilinemez. b.Karşıtların birliği ve savaşımı Doğadaki her şey zıttıyla beraber vardır. Kuvvetlerde güçlü ve zayıf, elektrikte pozitif ve negatif, madde ve anti-madde, biyolojide erkek ve dişi, yaşam ve ölüm gibi örneklerde görüldüğü gibi her şey birbiriyle anlam kazanır. Aynı zamanda bu karşıtlar birbiriyle savaşım halindedir ve bu savaşım maddenin nitelik değişimlerinde gelişimin motor gücüdür. Atomun çekirdeği içinde iki karşıt kuvvet bulunmaktadır: çekme ve itme. Bir yanda, sınırlanmamaları halinde çekirdeği şiddetle paramparça edecek elektriksel itmeler vardır. Diğer yanda, çekirdekteki parçacıkları birbirine bağlayan güçlü çekim kuvvetleri vardır. Ama bu çekim kuvvetinin de, ötesine geçildiğinde bir arada tutma yeteneğini yitirdiği kendi sınırları vardır. İtme kuvvetlerinin aksine, çekim kuvvetlerinin çok kısa bir erimi vardır. Bu kuvvetler küçük bir çekirdekte dağılma kuvvetlerini kontrol altında tutabilmektedirler. Ama büyük bir çekirdekte itme kuvvetleri kolayca alt edilememektedir. Kritik bir nokta aşıldığında, bağ kopar ve nitel sıçrama meydana gelir. Büyük bir su damlası gibi, dağılmanın 47
Mahir Arpaçay Devrimci Savaş Okulu
Devrimci Kültür
eşiğindedir. Çekirdeğe ekstra bir nötron eklendiğinde dağılma eğilimi hızla artar. Çekirdek, büyük miktarda enerji açığa çıkararak şiddetli biçimde birbirinden uzaklaşan, daha küçük iki çekirdeğe bölünür. Nükleer fizyonda olan da budur. Ne var ki benzer süreçler doğanın başka birçok düzeyinde de görülebilir. Parlak bir yüzeye düşen su, karmaşık bir damlacıklar deseni oluşturarak parçalanır. Bunun nedeni iki karşıt kuvvetin iş başında olmasıdır: suyu, tüm yüzeye yayılmış düz bir film halinde sermeye çalışan kütleçekim küçük kürecikler oluşturarak sıvıyı bir arada tutmaya çalışan ve su moleküllerini birbirine çeken yüzey gerilimi. Tarihsel materyalizmden de örnek verirsek kapitalizmin yarattığı burjuvazi ve işçi sınıfı arasındaki uzlaşmaz mücadele örnek verilebilir. Bu mücadele sınıflı toplumla sınıfsız komünal toplumun mücadelesidir. c.Yadsımanın yadsınması Bir buğday tohumunu toprağa atarsanız ve şartlar elverişliyse filizlenir, başak verir ve tekrar tohumunu toprağa atıp ölür. Buğdayın tohumunun filizlenmesi kendini yadsımasıdır. O artık tohum değil bir bitkidir, tohumlarını toprağa atıp ölmesi de kendini tekrardan yadsımasıdır. O artık ölü bir bitkidir, kendini tohumda yeniden var etmiştir. Yani yadsımanın yadsınmasıdır. Yaşam-ölüm- yaşam diyalektiğidir. Cansız bir tohum, canlı bir bitki olmuştur, tekrardan cansız tohum olmuştur. Tarihsel materyalizmden, toplumdan sınıfsız toplum-sınıflı toplumsınıfsız toplum örneğini verebiliriz. İlksel insanlar sınıfsız toplumlar halinde yaşıyorlardı. Daha sonra özel mülkiyet ve devletin ortaya çıkışıyla sınıflı toplum olan köleci devlet ortaya çıktı bu da aynı bitkinin filizlenmesi, çiçeklenmesi, ardından meyve vermesi gibi çeşitli üretim ilişkileri üzerinden evreler geçirdi. Köleci, feodal, kapitalizm ve kapitalizmin son evresi olan emperyalizm gibi. Emperyalizmde ömrünün sonuna gelmiş başak gibi bağrından işçi sınıfının yaratacağı nihai hedefi olan sınıfsız komünist toplumu yaratacaktır. Bu bizim savaşımızın tarihsel haklılığıdır. Bu oluşan sınıfsız komünist toplumun ilksel komünal topluma döneceği anlamına gelmemektedir. Aynı özellikleri taşısa da bu bambaşka sınıflı ve 48
Mahir Arpaçay Devrimci Savaş Okulu
Devrimci Kültür
sınfsız toplumunun birikimini ve değerlerini taşıyan yeni, niteliği değişmiş, gelişmiş bir toplumdur. Tıpkı biyolojide türlerin evrimi gibi. Yeni dünyaya gelen canlı aynı görünse bile aynı degildir. Genetik yapısı değişmiştir. Bu değişme yavaş yavaş birikimle bir sıçrama gerçekleştirir, türde değişir başka bir tür ortaya çıkar. Devrimci Ahlak Toplumsallaşma bir insan yaratımı olarak tarih içinde sayısız kere değişikliğe uğratılmış, bu değişiklikler değişik felsefeler, dinler ve sosyal bilimlerce farklı adlandırmalara konu olmuştur. İlkçağ, ortaçağ, yeniçağ, veya anasoylu dönem, kölecilik, feodalizm, kapitalizm gibi adlandırmalarla ifade edilen bu süreçlerde insan toplumsallığı farklı kurallar, farklı öncelikler ve sorunlar temelinde yürütülmeye çalışılmıştır. Her dönemin, her toplumun, her sistemin kendini yaşatabilmesi için yine kendine uygun ahlakı ve ahlak kuralları vardır. Ahlak toplumun tutkalıdır. Ahlakın toplumsal yaşamdaki rolü her dönem belirleyici bir olgu olarak ele alınmış ve üzerinde büyük yoğunlaşmalar yaşanmış bu konuda ciddi bir birikim ortaya çıkarılmıştır. İnsanlık tarihinin çeşitli dönemlerinde karşılaştığı bunalımların ahlakın zayıf düşürülmesiyle, saptırılmasıyla, özünden uzaklaştırılmasıyla ilişkisini kurmuş ve bu durumu en tehlikeli, en lanetli durum olarak tanımlamıştır. Karmaşıklaşan ve kapsam kazanan toplumsal yaşamın sürdürülebilmesindeki önemi nedeniyle ahlak büyük yoğunlaşmalara, öğretilere ve çıkışlara konu olmuştur. Bu ahlakın toplumsal yaşamdaki rolü ve işleviyle ilgili olup tüm zamanlar için geçerli bir realitedir. Ahlakı toplumun oluşturulması ve sürdürülmesi için gerekli olan kurallar olarak tanımlayabiliriz. Bu en başından günümüze tüm toplumsal yapılar için vazgeçilmezdir. Hiçbir toplumsal yapı, ahlak kuralları olmaksızın bir araya gelemeyeceği gibi bu kurallarını koruyup geliştirmeden varlığını sürdüremez. İşte ahlakın rolü böylesine hayati ve vazgeçilmezdir. Ahlaki kurallarını ve bunlara bağlılığını yitiren bir toplum, toplum olmaktan çıkmış demektir ki bu hale gelmiş bir topluluk her türlü tehlikeye açık ve yine her türlü tehlikenin kaynağı durumuna gelmiş demektir.
49
Mahir Arpaçay Devrimci Savaş Okulu
Devrimci Kültür
Ahlak kelimesi Arapça huy anlamına gelen “hulk” kelimesinden türemiştir. Ahlak, bir sosyal bilim dalı olarak toplum içerisinde oluşmuş örf ve adetlerin, değer yargılarının, normların ve kuralların oluşturduğu sistem bütününü inceler. Bu sistem bütünü; bir bireyin, bir grubun ya da tüm toplumun doğru ve yanlış davranışlarını belirler ve yönlendirir. Ahlak bir toplumda çimento görevini görür. Genel olarak ahlak toplumun koşullarına göre oluşan iyi ve kötünün ayrımı, doğru ve yanlışın belirlenmesi, insanın ve insanların yapması veya yapmaması gereken hareketleri tespit eder\belirler. Kısacası ahlak toplumun veya bireyin değer yargılarıdır. Ahlak, zamana, coğrafi koşullara, toplumların yaşayış biçimlerine göre değişkenlik gösterir. Belirli bir zamanda ahlaksızlık olan bir olay, bir durum başka bir zamanda(ileri veya geri) normal hatta erdem olarak karşılanabilir. En kapsayıcı anlamda ahlak, toplumsal yaşamda, belirli kişi, grup ya da toplum için belirli zamanda ve belirli bir yerde geçerli olan (ya da geçerli olması beklenen) değer yargılarının, örf, adet, norm ve kuralların oluşturduğu bir sistem bütünüdür. Yaşadığımız zamanda ve kapitalist sistemde ahlak, ahlaksızlığın kendisidir. Tüm iktidarcı ve devletçi sistemlerde dengesiz de olsa, ilerleyen her süreçte azalsa da toplum yararını gözetme vardır. Her sistem ancak toplum var olduğu sürece varlığını sürdürebileceğinin bilincinde gibidir. Toplumsal varlığın dışında bir hakimiyet ve egemenlik alanı düşünülmemektedir. Bu durum kapitalizm için geçerli değildir, dahası gelişimi önünde bir engeldir. Kapitalizmin başta ahlak olmak üzere toplumsallığı sağlayan ve koruyan her şeye saldırması bu nedenledir. Para, tüm kutsallıkların yerini almıştır. Kâr elde etme adına her şeyi yapmak mübahtır. Para ve kâr getirmeyen hiçbir uğraşın değeri yoktur. Bilim, sanat, felsefe, sosyoloji, hatta dinler; her şey para getirdiği kadar anlamlıdır. Kapitalist sistemde dürüstlüğün, sözüne güvenirliliğin ya da başka erdemlerin bir kıymeti yoktur. Kapitalizmde insan yalancı, dolandırıcı, sömürücü olabilir. Başka insanları köle olarak kullanabilir, başkalarının açlıktan ölmesine kayıtsız kalabilir, insanı aşağılayabilir, tecavüzcü olabilir. Eğer ki parası varsa yaptığı hiçbir şey ahlaksızlık sayılmaz. Kapitalizmde paran kadar insansındır. Her türlü pisliğin 50
Mahir Arpaçay Devrimci Savaş Okulu
Devrimci Kültür
yaşanabileceği bir sistemde ahlaktan söz etmek mümkün değildir. Bu insan olma gerçeğinin reddidir. Onun maddi olduğu kadar manevi yaşamının para ve kara indirgenmesidir ki günümüzde yaşanan tüm krizlerin temelinde bu vardır. İnsanın içinin boşaltıldığı, aşağılıklaştırıldığı bir sistemde iyi ve ahlaklı bir insan olarak kalmak bile direnmek demektir. Fakat artık direnmek yetmez, iyi ve ahlaklı bir insan olarak kalmak yetmez. Kapitalizmin insanlığa karşı yaptığı her suça savaş açmak gereklidir. Bütün ahlaksızlık ve kültürsüzlük dayatmalarına karşı kendi kültürünü, kendi ahlakını yaratmak ve bunu toplumsallaştırmak kapitalizmle savaşmak demektir. Adalet Bir kelimenin, bir kavramın veya bir olayın insan aklında yaptığı çağrışımlar o aklın hangi ideoloji ve hangi kültür ile beslendiği ile alakalıdır. Kapitalist sistemde adalet denildiğinde insan aklına ilkin yasalar, cezalar gelir. Devrimci kültürde ise adalet hak, hukuk ve eşitlik kavramlarıyla birlikte anılır. Çünkü kapitalist sistemde adalet burjuvazinin adaletidir. Burjuvazinin koyduğu kurallar gereği alt sınıflar cezalara çarptırılır, kendileri bu cezalardan zaten muaftır, yasaları belirleyen kendileridir. Devrimci kültürde adalet burjuvazinin adalet anlayışının tam zıttı olarak eşitlik ilkesine göre işler. Üretenin ürünü kendisine aittir. Kapitalist toplumda burjuvazi kendi çıkarlarını korumak için yasalar koyar ve o yasaların dışına çıkanlar için cezalar belirler. Kapitalist toplumlarda adalet mülk ile alakalıdır; her ne kadar bütün mahkeme duvarlarında adalet mülkün temelidir yazsa da gerçekte mülk adaletin temelidir. Ne kadar mülk sahibiyse, ne kadar sermayen varsa, ne kadar paran varsa yasalarda o kadar senden yanadır. Eğer mülkün yoksa, sermayen yoksa yasalar senden yana değildir. Burjuva yasalarına göre, aynı eylem olsa da farklı sonuçlar çıkarılabilir. Örneğin; bir çocuk acıktığı ya da canı çektiği için yiyecek birşey “çaldığında” bunun yasalardaki adı hırsızlıktır ve ceza ile sonuçlanırken, bankaları boşaltan banka sahipleri, milyar dolarlarla ifade edilen yolsuzlukları yapanlar, çaldıkları paraları ayakkabı kutularında 51
Mahir Arpaçay Devrimci Savaş Okulu
Devrimci Kültür
saklayanlar için aynı cezalar geçerli değildir. İnsan aklına ve mantığına uygun hiçbir şeyin olmadığı bir sitemde bunun olması çok doğaldır. Baklava çalan çocukların 8 yıl hapis cezası aldığını hâlâ hatırlıyoruz, gözümüzün önünde yapılan hırsızlığın cezasız kaldığnı da görmekteyiz, izlemekteyiz. Hırsızlık diye uydurdukları kavram çalınanla doğru orantılı bir ceza olsaydı matematiksel olarak insanlık tarihi kadar hapis yatması gerekenler, ödülendirilmiştir. Kısacası kapitalist toplumlar için adaletin gücünden sözedilemez, sadece güçlünün adaletinden sözedilebilir güçlü isterse adaletli olur isterse olmaz. Adaletin ürünü hukuk hep kendilerine hizmet etmiştir, bazı durumlarda kendi hukuklarını bile tanımazlar . Kapitalizmde zaten gerçek adaletten söz edilemezken bazı durumlarda kendi kanunlarını bile çiğnerler. Örneğin, 12 Eylül askeri diktatörlüğünde kurulan mahkemeler de devrimcileri serbest bırakılan hakimler değiştirilmiş yeniden yargılamayla cezalar yağdırılmıştır. AKP faşizminin hüküm sürdüğü günümüz de yine özel yetkili mahkemeler aynı görevi sürdürmektedir. Hatta önce bir suç yaratıp sonra o suça deliller bulup, daha sonra o suça ceza verecek hakimi bulup cezaları ona göre vermektedirler. AKP faşizminin geldiği son noktada ise, istediği cezayı istediği kişiye verirken istediği kişi içinde kendi hukunu çiğneyerek suçsuz ilan edebiliyor. Bir savcı iddianame hazırladığı için görevden alınabiliyor. İddianame hazırlayan savcı için dava açılabiliyor. Bir hakim yasalara göre düşünüp beraat kararı verdiğinde veya tutuklama kararı verdiğinde, kendisini suçlu duruma düşürebiliyor. Artık sadace adalet değil, hukuk, suç, ceza hiçbirisinden bahsetmemiz mümkün değil. AKP-IŞİD faşizmi öyle bir hale gelmiştir ki tek bir kişinin suç dediği suç oluyor, istemediği zaman suç olan bir şeyi suç olmaktan çıkartıyor. Yasaları değiştirmeye bile tenezzül etmeden sadece bir kişinin ağzından çıkan sözlerle hukuk yaratılıyor ya da yok sayılıyor. AKP-IŞİD faşizmine ve onun yandaşlarına karşı olan her şey suçtur, hatta karşısında olmasa bile yanında olmayan herkes potansiyel suçludur. En basit hak arayışları terör olayıdır. Kendi dağını, ormanını, deresini doğasını savunan 70’lik dedeler, neneler “terörist” ilan edilir hale gelmiştir. Cerrattepe’de, bir şehir maden ocağına karşı durduğu için o şehirde yaşayan Artvinliler suçlu ilan edilirken parasına para katmak
52
Mahir Arpaçay Devrimci Savaş Okulu
Devrimci Kültür
isteyen, sermayesini artırmak için doğayı tahrip eden ve insan sağlığını hiçe sayan gözü dönmüş “ Cengiz Holdingin” sahibi ise mağdur. Devrimci kültürde adalet kavramı, eşitliğin, insan haklarının uygulanması anlamındadır. İnsanın doğuştan gelen hakları vardır. Bunlar verilmezse adaletsizlik var demektir. Örneğin, anadilde konuşma hakkı insanın doğal olarak hakkıdır. Devrimci adalette bunun için mücadele edene ceza verilemez tersine bu hakkın engellenmesi suç teşkil eder. Devrimci adalet temeline insanı koyar mülkü koymaz. Bu sebeple mülk ile ilgili bir ceza olamaz, mülk ile ilgili şeyler suç da sayılmaz. Hırsızlık diye bir suç olmaması bir yana devrimci adalet hırsızlık kavramını bile kabul etmez. Devrimci kültürün adaletinde yasaların hiç bir önemi yoktur, o yasalara karşı alternatif bir adalet önermektedir. Dolayısıyla meşruluk önemlidir, temeldir. Devrimci kültürde suç sayılan şeyler burjuva kültüründe suç değildir. Orada suç sayılanlar da devrimci adalette suç değildir. Devrimci adalette olaylar sadece sonuçtan doğru değerlendirilemez, her olay bilimsel yaklaşım yöntemi olan diyalektik materyalizm yöntemi ile değerlendirilir. Olayın sebepleri onu yaratan durumlar, sonuçları, sonuçlarının çözülme yollarıyla bir bütün olarak değerlendirirler. En büyük cezalar, insana karşı işlenen suçlara verilir. Fakat o halde bile ceza verilirken, insanlığa karşı bir suç işlenemez. Adalet uygulanırken, adaletsizlik yapılmaz devrimci kültür her şeyden önce kendine ve insana saygılıdır. Devrimci adaletin nihai amacı hapisanelerin ve cezaların olmadığı bir topluma ulaşmaktır. Bu sebeple adaletin uygulması da toplumun vicdanını gözeterek buna hizmet etmelidir. Eşitlikçi, insancıl ve nihai amaca ilerleyen bir adalet uygulaması temel hedefimizdir. Eşitlik Bir grup canlı veya cansız varlığı birbirine eşitlemek için bir ortak değer veya ölçü kullanmamız gerekir. İnsanları, insan olma ortak yönü üzerinden eşit kabul ederiz. Ama bu eşitlik anlayışı kişiden kişiye, toplumdan topluma iktidar ilişkileri çerçevesinde o kadar değişkenlik ve farklılık gösteriyor ki her türlü eşitsizlik, eşitlik olarak yutturulabiliyor. Bu
53
Mahir Arpaçay Devrimci Savaş Okulu
Devrimci Kültür
yüzden insanların toplumsal siyasi ve ekonomik açıdan eşit olma istemi ve eşitsizliklerle mücadelesi hep sürmüştür. Kitlelerin eşitlik arzusu üretimden gelen özgücü toplumsal bir devrim için nicelik olarak yeterli olmayan olmayan burjuvazi tarafından iktidar olmak amacıyla kulanılmıştır. Feodalitenin ağır vergileriyle ezilen işçi ve köylü yığınları Fransız İhtilali’nin sloganı olan eşitlik, adalet, özgürlük adı altında burjuvazinin öncülüğünde sistemi yıkmışlardır. Kitlelerin gücünü gören burjuvazi tekrardan kendisine karşı isyanı önlemek ve sömürü perdesini gizlemek için yasal düzenlemeler yapmak zorunda kalmıştır. Eşit yurttaşlık hakkı adı altında burjuva eşitlik anlayışı, azınlığın çoğunluğun önüne attığı eşitlik kırıntılarından başka bir şey değildir. Ekonomik açıdan herkese özel mülk edinme hakkı ve siyasal açıdan herkesin yönetime katılma hakkı vadederek herkese eşitlik getirdiğinin propagandasını yapıyor. Peki gerçekler böyle midir? Bu eşitlik midir yoksa yanılsamalardan mı ibarettir? Birincisi özel mülk zaten sorunun kendisidir, eşitsizliklerin kaynağıdır, hırsızlıktır. Halkın olan üretim araçlarına el konularak halkın mülksüzleştirilmesidir. İnsanlar fiziksel olarak eşit doğmaz. Boyu, saçı, rengi, kilosu, yetenekleri farklıdır. Bu farklılıklar doğaldır, doğuştan gelme özelliklerdir. Ama insanların servetlerinin miktarı, sahip olduğu mülkler, hakları niye farklıdır? Hepimiz çıplak dünyaya geldiğimiz halde birinin (doğuştan edindiği hak olarak) milyonlarca insanın yaşadığı ülkelerden daha fazla serveti varken, milyarlarca insan tüm hayatı boyunca köle gibi çalıştığı halde bir ev sahibi olamaz. Bu eşitsizliği sorguladığında “Bir elin beş parmağı bir mi?’’ diye cevap verirler. Sanki milyonlarca insanın yoksulluğu doğada var olan doğal bir şeymiş gibi eşitsizlikleri, sömürülerini kamufle etmeye çalışırlar. Köleci devletlerde herkes eşit ve özgür olmalı demek, köle sahipleri tarafından tam bir çılgınlık olarak algılanıyordu. Sanki sonradan köleleştirilmemişler, köle olarak doğdukları için hep köle olmaya mecburlarmış gibi kapitalistler de yoksulluğumuzun kader olduğuna inandırmaya çalışıyorlar. Halbuki mülkiyet ilişkileri, ilksel komünal toplumlarda olmayan bir şeydi. Doğal iş bölümüyle insanlar hep beraber
54
Mahir Arpaçay Devrimci Savaş Okulu
Devrimci Kültür
üretir, paylaşırdı. Klan içinden birinin eve ihtiyacı varsa herkes elbirliğiyle ona ihtiyacı olan evi yapardı. Kimse ihtiyacından fazlasına sahip değildi. Demokrasi nutukları atanların en çok kullandığı eşitlik argümanlarından biri ise siyasi olarak herkesin yönetime katılma hakkı olduğudur. Kapitalist toplumda herkesin yönetime katılma hakkı beş yılda bir yapılan seçimlerde temsili düzeyde oy kullanmaktan başka birşey değildir. Burjuva parlamentarizmi birbirinin özünde kopyası olan düzen partilerinden hangisinin burjuvazinin çıkarları doğrultusunda ülkeyi yöneteceğinin belirlenmesinde başka bir şey değildir. Seçilmeden önce halkı türlü vaatlerle medya ve sermayeyi elinde bulunduranların desteğiyle aldatan bu politikacı sahtekârlar seçildikten sonra tüm vaatlerini unuturlar. Halkın yararına olan bir yasa çıkarmak yerine hep hizmet ettikleri ve mensubu bulundukları sınıf olan burjuvazinin çıkarına göre yasa çıkarırlar. İşçilerin çıkarını savunan devrimcilerin örgütlenmesinin önüne her türlü fiili engeller oluşturulur. Eşitlik adı altında bize sunulanların hepsi birer yanılsamadır. Eşitsizliklerin kaynağı olan iktidarı iki kategoriye ayırabiliriz. 1) Makro iktidar, 2) Mikro iktidar. Makro iktidar; artı ürüne el konulmasıyla ortaya çıkan devlet mekanizmasının, azınlığın iktidarıdır. Bu başta ekonomik eşitsizlikler olmak üzere tüm eşitsizliklerin kaynağıdır. Mikro iktidar; sınıflı toplumdan kaynaklı insanın insana yabancılaştırılmasıyla ve toplumun bölünerek birbiri üzerinden tahakküm kurmak için oluşturduğu iktidar ilişkileridir... Burada şu soru ortaya çıkıyor, her türlü iktidar ilişkisi eşitsizlikse sosyalist sistem olan işçilerin iktidarı da eşitsiz mi oluyor? Sosyalist sistem eşitsizliklerin kaynağını yok etmek üzere sınıfsız toplumu yaratmak amacıyla kurulan bir ara dönemdir. Burjuva ülkeler ve anlayışları hâlâ mevcut olduğundan, zorunluluktan dolayı devlet mekanizmasına proletarya diktatörlüğüne ihtiyaç duyar. Kapitalizmdeki bireyin elinde bulunan üretim araçları sosyalizmde kamunun malı olur. İnsanların doğuştan hakkı olan konut, sağlık, eğitim gibi tüm kamu kurumları tamamen ücretsiz herkese aynı derecede hizmet verir. Toplumsal çalışmasının karşılığı olarak kamu tüketim malzemelerinden aynı şekilde yararlanabilir. 55
Mahir Arpaçay Devrimci Savaş Okulu
Devrimci Kültür
Bu ancak kaba bir eşitlik uygulaması olan matematiksel eşitlik durumunu yaratır. Eşit emeğe karşılık eşit ücret vardır. Ama bu gerçekte ne aynı ne de eşit olan farklı insanların tek bir kuralın uygulanmasına dayalıdır. Bireyler birbirine eşit değildir; biri daha güçlü, öteki daha güçsüzdür; biri evli, öteki değildir; birinin çocukları yoktur, ötekinin birkaç tanedir... Somut durumlarından kaynaklanarak farklı ihtiyaçları ve yetenekleri olanların eşitliğinin sağlanması dünya çapında insanlığın komünal topluma geçişiyle mümkündür. Sosyalizm komünist toplumun alt aşaması olarak henüz eşitsizliğe karşı savaşımın devam ettiği bir toplumsal düzendir. Demek ki sosyalizmde de mutlak eşitlik yoktur. Fakat üretim araçları fabrikalar, makineler, toprak gibi üzerinde mülkiyet kurulamayacağı için insanın insan tarafından sömürülmesinin önüne geçecektir. Mutlak eşitlik ancak sınıfların, devletin ve her türlü iktidar ilişkilerinin ortadan kalkacağı sosyalizmin ileri aşaması olan komünizmde mümkündür. Şiarı “herkesten yeteneğine göre herkese ihtiyacı kadar” ilkesidir. Herkesin yeteneklerini geliştirme noktasında toplum tüm olanaklarını açar, karşılığında topluma hizmet için emeğini en verimli şekilde kullanmasını bekler. İhtiyacı kadar toplumun zenginliğinden, tüm ürünlerden istedigi kadar kullanır. Bunun gündelik hayatta nasıl işlemesi gerektiği hakkında en basitinden örnek olarak bir yoldaşımız günde bir ekmek tüketiyor olabilir başka bir yoldaşımız gerekli enerjiyi sağlamak için iki ekmek ihtiyacı duyabilir. Eşit olmak için herkese bir ekmek verirsen asıl olarak bu eşitlik olmaz. Farklılıkları, nitelikleri gözetmeden yapılmış bir dağıtım olur. Komünizmdeki bu ideal eşitlik anlayışı için toplumun hazır olmasını beklemek gerekmez. Devrimcilerin görevi bugünden yarını kurmaktır, halka öncülük yapmaktır. Bu eşitlik anlayışı ilke kabul edip ona göre yaşamı kurmaya ve her konuda hakkaniyetli adil olmaya çalışmaktır. Özgürlük “Hiçbir kölelik, köle olduğunun farkında olmayanların köleliği kadar aciz değildir”
56
Mahir Arpaçay Devrimci Savaş Okulu
Devrimci Kültür
Özgürlük tanımlanması en zor kavramlardan birisidir, özgürlüğün tanımlanmasının zorluğu özgürlük kavramının soyut olmasıyla alakalı değildir. Tam tersi özgürlük kavramı fazlasıyla somut bir kavramdır. İnsan her şeye özgürlük adını verebilir ve fazla somut karşılığı olduğundan dolayı özgürlük kavramının tanımlaması zordur. Her topluluğa, her coğrafik bölgeye, her kültüre hatta her insana göre özgürlük kavramının karşılığı bambaşkadır. Bu anlamda dünya nüfusu kadar özgürlük tanımı yapılabilir. Bazı kavramlar karşıtı ile birlikte anlamlıdır karşıtıyla beraber kullanılmadan o kavram anlamını tam olarak yansıtamaz. Örneğin kötülük diye bir kavram olmasaydı iyilik kavramını hiç bir anlamı olmazdı. Aynı şekilde özgürlük kavramını karşıtıyla birlikte düşünmek daha kolay anlaşılmasını sağlamaktadır. Özgürlüğün karşısına koyabileceğimiz kavramların başında kölelik, tutsak olmak, bağımlılık kavramları gelir. O halde özgürlük, tutsak olmamak, köle olmamak olarak açıklanabilir. Bu belirlemeler ardından neye köle olamamak, nasıl tutsak olmamak gibi yeni soruları doğurur. Kölelik insanın başka bir insanın mülkü olması onun istediği her şeyi yapmasıdır. Bir köle insan olarak görülmez, nesne ya da bir alet gibi görülürdü. Tutsak olmak benzer şekilde bir insanı insanlığından uzaklaştırmak, toplumsal olan varlığı toplumdan, doğasından ayırarak başkasının belirlediği sınırlar içinde hapsetme durumudur. Tutsak olmak insanın kendinden uzaklaşması insandan insanlığından uzaklaşmasıdır. Köle, tutsak olma durumlarının karşıtı olarak özgürlük kavramını insanlığın kendini yönetme ve insanın insanlaşma çabası olarak tanımlayabiliriz. Başka bir açıdan özgürlük insanın kendini bulma arayışı, kendini anlama çabası, kendini tanıması ve özüne dönüş çabasıdır. Tarih doğrusal bir yolla ilerlemez, sarmal biçiminde yol alır. Zaman ileri giderken tarih geri de gidebilir özgürlük kavramında da bu böyledir. Bir yandan yeni özgürlükler ortaya çıkarken bir yandan yeni tahakküm, bağımlılık, kölellikler ortaya çıkar. İnsan doğayı daha fazla kontrol edip kendi amaçları doğrultusunda kullanma yeteneğini geliştirdi. Mary Shelley’nin 1818 yılında yazdığı 57
Mahir Arpaçay Devrimci Savaş Okulu
Devrimci Kültür
Frankenstein adlı romanında simya ile uğraşan bilim insanı Dr.Frankenstein’in organik maddeleri kullanarak yarattığı canlının kontrolünden çıkıp Frankenstein'ın yaşamını kontrol altına almasını, “yarattığı canlı yaratıcısını kontrol ediyor” konusunu anlatır. İnsanın emeğinin ürününe yabancılaşması da benzerdir. Din, devlet, para, gibi insanın yarattığı kurumlar da insanın yaşamına egemen olup insanı kontrol altında tutan güç haline gelmiştir. Teknolojide geliştikçe insanı kendine bağımlı hale getirmiş tutsaklığın başka bir boyutunu yaratmıştır. Teknolojinin gelişmesiyle insan hayatı kolaylaştı. Hastalılıklara çözümler üretilmeye başlandı ama aynı teknoloji silah sanayini de geliştirdi... İnsan elektriği buldu ama elektriksiz yaşayamaz hale geldi, iletişimini geliştirdikçe(cep telefonu, internet v.s.) iletişim araçlarına muhtaç(bağımlı) hale geldi. Doğadan bağımsızlaştıkça doğaya “hakimiyet kurmaya” çalıştıkça teknoloji doğayı tahrip eder hale geldi ve bunun sonucunda doğada yarattığı tahribatı gidermek (suyun, toprağın kirlenmesi bunun çin arındırma tesislerinin kurlması gibi) için yeni teknolojiler üretmek zorunda kaldı ve kalacak. Marks’ın belirttiği gibi doğanın efendisi oldukça teknolojinin kölesi haline geldi insanlık ve köleleşmeye devam ediyor... İnsan ilksel komünal toplumda yaşarken doğaya bağımlığından kurtulması mülkiyeti doğurdu mülkiyetin doğması sonrasında köleci, feodal ve en sonunda kapitalist toplumuna kadar ilerledi. Köleliğin adı değişti, şekli değişti ama sonucu hiç bir zaman değişmedi. Köleci toplumlarda üreticiler, köleler sadece konuşan aletlerdi hiç bir hakları ve insan statüleri yoktu, feodalizmde sadece karnını doyuracak kadar kazanan üreticiler vardı ve sınıf atlama, lord olma şansları yoktu, kapitalizmde ise üretici olan proleteryanın emeğini tercih ettiği kapitaliste satma “özgürlüğü”, piyangodan ikramiye çıkması kadar sınıf atlama şansı var. Kendini ifade etme özgürlüğü, hakkını arama özgürlüğü, eğitim özgürlüğü, tatil yapma özgürlüğü, zengin olma özgürlüğü var fakat bunlara ulaşmasının bütün yolları tıkanmış vaziyettedir. Kapitalizmin gerçek oyunu tam olarak budur, sahte özgürlüklerdir. İnsanın kendine yabancılaşmasını sağlayan sanal özgürlükler yaratarak insanları gerçek özgürlükten uzaklaştırmak, acizleştirmek kapitalizmin en büyük oyunu ve en önemli gücüdür. 58
Mahir Arpaçay Devrimci Savaş Okulu
Devrimci Kültür
Kapitalizmin sunduğu özgürlüğün temeli aklı tutsak etmek ve tüketime yönlendirmek üzere sunulmuş tutsaklığın isim değiştirmiş halidir. En büyük tutsaklıkları en büyük kölelikleri özgürlük gibi sunma yeteneğine sahiptir. Örneğin ünversitede istediğin bölümü seçebilirsin ama aslında para getirmesi gereken, en moda ya da garanti işi olan bir mesleğin bölümünü seçmelisin, özgür seçim şansın var ama aslında kendini bilir ve gerçekten yapmak istediğin mesleğin bölümünü seçersen aç kalırsın, yani gerçekte sunduğu aç kalma özgürlüğüdür.. Televizyon dizileri ile, insan aklına aykırı, insanlığa küfür eden yarışma, aşk programlarıyla insana dair her şeyi kendisi belirlemekte ve özgürlüğü “istediği” programı izleme, “istediği” şeyi giyinebilme, “istediği” telefonu alabilme, “istediği” yerde yemek yiyebilme ile sınırlandırmıştır. Primattan insana evrimleşen canlıyı istediği gibi yönetip içini boşaltıp düşünmeyen kendi gerçekliğini yaşayamayan köleleri haline getirmiştir. Kapitalizmde de tıpkı “Matrix” filmindeki gibi insanlar aslında yaşamıyor, özgür olduklarını zannetikleri bir sistemin içinde uyutularak burjuvazinin ihtiyaçları için yetiştiriliyor. Özgür olmanın ilk koşulu, özgür olmadığının farkında varmaktır. Özgür olmadığının farkına varmayan özgürlük için mücadele edemez. Özgürlüğün tüketim olmadığını, tüketim tercihlerimiz olmadığını söylüyorsak gerçek özgürlük nedir ve nasıl ulaşlır sorusunun yanıtını vermek gerekir. Uzun bir yanıtı yok bu sorunun gerçek özgürlük tutsak bir toplumda olamaz, birilerinin iktidarı için yaşanan bir sistemde, ideolojide mümkün olamaz. Kişinin, insanın gerçekten özgür olması için içinde yaşadığı toplumun özgür olması gerekelidir. Köle bir toplumda birey özgür olamaz. Özgürlük kişinin kendini yönetebilmesi, keşfedebilmesi ve üretebilmesidir. Subcommandante Marcos’un, “Yeni bir politik ilişki öneriyoruz, ters yüz edilmiş bir politik ilişki. Hükümet görevlilerinin kumanda değil, itaat ettiği, insanların itaat etmedikleri ama yönettikleri bir biçim” yaklaşımındaki gibi başlangıcıyla ve nihayetinde varacağımız, sınırsız ve sınıfsız bir toplumda mümkün olabilir özgürlük.
59
Mahir Arpaçay Devrimci Savaş Okulu
Devrimci Kültür
Akıllarımız özgür olmadan bedenlerimizin ve becerilerimizin özgür olmasına imkân yoktur. İnsanın ihtiyacına ve yeteneğine göre yeniden var olmasını sağlayan yegâne düzen, komünal toplumdur. Özgürlük mücadelesi devrim mücadelesinin ta kendisidir... Özgür Üretken Emek “İyice görüyorum artık düzeni. Orada, bir avuç insan oturuyor yukarda Aşağıda bir çok kişi. Ve bağırıyor yukardakiler aşağıya: 'çıkın buraya gelin ki, hepimiz olalım yukarda' Ama iyice gözlediğinde görüyorsun, neyin saklı olduğunu Yukardakiler ile aşağıdakiler arasında, Bir yol gibi gözüküyor ilk başta, yol değil ama Bu bir tahtravelli tahtası, bütün düzen bu aslında Yukardakiler durabiliyor orada, sırf durduğumuz için aşağıda Ve ancak aşağıdakiler, aşağıda oturduğu sürece kalabilirler orada Yukarıda olamazlar çünkü, ötekiler yerlerni bırakıp çıksalar yukarı Bu yüzden isterler ki:
60
Mahir Arpaçay Devrimci Savaş Okulu
Devrimci Kültür
Aşağıdakiler sonsuza dek hep orda kalsınlar Bir de aşağıda daha çok insan olmalı yukardakilerden. Yoksa tutmaz tahteravalli onları yukarda Evet bütün düzen bir tahterevalli” -Bertolt Brecht
Tarihin başlangıcında her şeyi ortak olan, ortak üreten toplumun tamamı için yaşayan insandan, bir avuç insan için yaşayan insana dönüşüm, emeğin köleleşmesiyle mümkün kılındı. Emeği tutsak olan insanın sonunda bedeni ve aklı da tutsak oldu. İlksel komünal toplumdan kapitalist topluma yürüyen insan komünal toplumdaki kadar özgür olmadı çünkü kendi emeğini başkası için ürüne çeviriyordu. İnsan emeğinin köleleşmesi, insanın kendine ve emeğine yabancılaşması, mülkiyetli toplumun çıkmasıyla başlamış oldu. Artı-ürün sonunda birileri için çalışmayı getirdi ve toplumlar insanı köleleştirmenin değişik renk tonlarıyla ilerledi. Önceleri insanın işgücünden ve vücudundan başka hiçbir şeyi yoktu; toplumdaki rolünü vücudunu ve işgücünü nasıl kullanacağı belirliyordu. İlk kabile toplumlarında çoğunlukla erkeklerin avlandığı, kadınların toplayıcılık yaptığı doğal işbölümü vardı. İlk mülkiyet biçimi olan ortak mülkiyette işgücü ile mülkiyet birbirinden ayrı değildi, üreticiler ürettiklerinin sahibiydi. Üretim biçimi geliştikçe (aletin gelişimi ve işbölümünün keskinleşmesiyle) artı-ürün ortaya çıktı. İnsanın, ihtiyacından fazla üretmeye başlamasıyla sınıfların ortaya çıkmasının zemini oluştu. Zamanla, savaş esirleri üretim aracı olarak kullanılmaya başlandı. Köle emeği üretim sürecindeki rolünün esas olmasıyla beraber ile ilk köleci 61
Mahir Arpaçay Devrimci Savaş Okulu
Devrimci Kültür
toplumlar oluştu. Yunan şehir devletlerin toplum köle sahipleri, köleler ve özgür vatadaşlar olarak üç sınıfa ayrılmıştı. Köle sahiplerinin köle emeği sayesinde zamanla servet biriktirip topluluk ve kent yönetiminde söz sahibi olmasıyla aristokrasi gelişti. Köle sahipleri güç kazandıkça aristokrasi yönetimi güçlendi. Köleci devletlerin sonu ise ilk köle isyanlarıyla başladı, bu isyanlarla toprak sahiplerinin ve köleliğin biçimi değişti. Toprağın sahibi yine değişmemişti ama artık toprak çalışanları, kendi ürettiklerinden pay alabiliyordu.En tepede kral(yönetici) bütün toprakların sahibiydi, bu toprakların bir bölümü savaşçı sağlaması koşuluyla aristokrasinin, onların topraklarının küçük bir bölümünü de köylülere (serf, gerçek üretici) veriyordu. Karşılığında köylüler karnını doyuruyor ve güvenliğini sağlıyordu... Feodal sömürü ve baskı altında ezilen köylüleri ve nicelik olarak henüz nüve halindeki işçi sınıfını peşine takarak burjuvazi toplumsal bir devrim gerçekleştirdi ve kapitalist toplumu kurdu. Kapitalizm kölelerin kendini en özgür zannettiği ama bir o kadar köle olduğu sistemin yeni adı oldu. Kapitalizm insanın emeğine yabancılaşmasının son ve en kapsamlı halidir. Örneğin, günümüzde elmas, altın gibi en değerli görünen madenler Afrika halkının güneş görmeden maden ocaklarında köle gibi çalışmasıyla çıkartılır. İşlenmiş bir elmasın değeri binlerce işçinin yıllarca çalışmasının ücret olarak karşılığına denktir. Oysa o elması üreten işçinin kendisidir. İşçi emeğine o denli yabancılaşmıştır ki kendi üretiğinde hiç bir hakkı, hiç bir sözü yoktur. Kapitalizm küçük bir burjuva azınlığı zenginleştirdikçe yoksul insan sayısını çoğaltan bir sistemdir. Burjuvaziyi yaşatan, ayakta tutan işçi sınıfı, burjuvazinin kendine ekmek verdiğini zannederek şükür içinde ve bir gün burjuva olma ümidiyle köleliğinin farkına varmadan üretmeye devam ediyor. Sürekli köşeyi dönme umudu veya işsiz kalma korkusu ile temelinde özgürlüğünden vazgeçiyor. Kölelerin bir gün efendi olma hayali yoktu, feodal düzendeki köylüler asla lord olayacaklarını biliyordu ama sistem yenilgilerinden çıkardığı dersle kendini geliştirdi ve şimdiki köleler bir gün efendi olacaklarının hayali ile durmadan sorgulamadan çalışmaya devam ediyor. 62
Mahir Arpaçay Devrimci Savaş Okulu
Devrimci Kültür
İdeolojik hegomonya altında beyinleri zaptedilmiş haldeler ve sahte umutların tutsağı olarak kendi güçlerinin farkında değiller. Örgütlenmeye başladıklarında ve kendilerinin farkına vardıkları anda ise burjuvazinin zor aygıtları devreye giriyor. İşçi sınıfın özgürleşmesi demek özgürce üreten insan demektir. İnsanın en yeniyi, en güzeli ve en ilerisini üretmesidir emeğin özgürlüğü. Emek gücünün üretici faaliyeti burjuvazinin kontrolünde oldukça sadece burjuvazinin iktidarı güçlenir. Bilimin ve teknolojinin ilerlemesi de insanlığın yararına değil burjuvazinin çıkarlarına yarar. Örneğin dünyadaki mühendislerin %86’sı silah teknoljisni ilerletmek için çalışıyor, kalan kısmı ise piyasaya pazarlanacak yeni ürünleri geliştirmek için çalışıyor; oysa özgürlüğün eşitliğin ve adaletin hakim olduğu komünal toplumda mühendislerin esas işi insan yaşamını kolaylaştırmak için çabalamak olacaktır. Sağlık sektörü yeni hastalıklar keşfedip o hastalıklara ilaçlar bulmaya ve burjuvazinin servetini çoğaltmaya hizmet ediyor. Gen teknolojisi insan sağlığını hiçe sayarak gıdaların genetiğiyle oynayıp hastalıklı veya tek seferlik tohumlarla toprağı kurutuyor ve insanları kendine muhtaç hale getiriyor. Market ürünlerinin hemen hepsinde insan sağlığına zararlı ama raf ömrünü uzatan katkı maddelerini yine aynı “bilim” üretiyor. Kapitalist toplumda insan yararına olan hiçbir şey burjuvazi yararına değildir ve uzlaşmaz bir çelişki mevcuttur. Milyonlarca barınılacak boş ev olmasına ve hâlâ inşaatların devam etmesine rağmen, sokakta yaşayan milyonlarca insanın olması yine burjuvazinin iktidar ve kâr hırsına dayalı dünyasının ürünüdür. Dünyada gıda sıkıntısı yoktur ve insanlar bunun çözmünü çoktan bulmuştur fakat hala açlıktan ölen insanlar vardır. Her gün milyonlarca ton gıda çöpe atılıyor ama hergün yine insanlar açlıktan ölmektedir... İnsanın toplum, toplumun her insan için yaşadığı bir sistemde özgür emek kutsaldır. Dolayısıyla emeğin hiç bir ürünü boşa harcanmaz. Bilim ve teknoloji kâr amacı gütmediği zaman sadece insanlığın ilerlemesi için üretim yapabilir.
63
Mahir Arpaçay Devrimci Savaş Okulu
Devrimci Kültür
Enternasyonalizm Enternasyonalizm, kapitalizmin dünyada yaygınlaşmasına karşılık işçi sınıfının mücadelesinin dünyada yek vücut olmasını, beraber ele alınmasını anlatır. Marks’ın tahlillerinde enternasyonalizmi iki unsur yönlendirir. Biri uluslararası sömürünün eleştirisi, diğeri de hem ulusal hem de uluslararası düzeyde örgütlenmiş işçi sınıf mücadelesinin geliştirilmesidir. Gelişmiş kapitalist ülkeler, sermaye birikimlerini arttırmak için sömürgelere ihtiyaç duyarlar. Sömürge ülkelere sermaye ihraç ederek orada ucuz iş gücünü ağır koşullar altında çalıştırarak, artı-değer sağlarlar. Ülkenin doğal kaynaklarını ve hammadde kaynaklarını kullanırlar. Sömürge ülkeler gittikçe yoksullaşırken, sömürgelere sahip emperyalist ülkeler zenginleşir. Dünyadaki savaşların hepsinin ana ekseninde emperyalist ülkelerin pazar, hammadde kaynağı ve ucuz emek-gücü arayışları yatmaktadır. Günümüzde en büyük emperyalist devlet olan ABD ve diğer emperyalist devletlerin aralarındaki rekabet, hegomanya ve pazar arayışları sonucu uyguladıkları politikalar, başta petrol yatağı olan Ortadoğu olmak üzere tüm dünyada kan, gözyaşı ve vahşet doğuruyor. Sömürgelerini ellerinde tutabilmek için mezhepcilik ve ırkçılıgı körükleyip halkları birbirine kırdırıyorlar. Irak ve Suriye'deki iç savaşa bakmak yeterli. Emperyalistlerin sömürge savaşında pay kapmak için, emperyal tutkuları olan diğer kapitalist ülkelerin burjuvaları da adeta aç köpekler gibi üşüşürler. Bu savaşlara proleteryayı katabilmek ve hedeflerini gizlemek için de milliyetçiliği kullanarak halkları şovenleştirirler. Tam da bu noktada enternasyonalizmin önemi ortaya çıkar. Devrimcilerin görevi, işçi sınıfını kendi ülkelerinin ulusal burjuvazisinin peşine takıp cephelere sürmek değil bu krizden yararlanıp ülkelerinde sınıf savaşımını derinleştirip devrim yapmaktır. Bir başka ülkedeki işçi kardeşlerimizle savaşarak neden burjuvazinin ekmeğine yağ sürelim? Ezen ulustaki işçilerin kaderiyle ezilen ulusun işçilerinin kaderi ortaktır. Birinin başarısı diğer ülkelerin işçi mücadelesini de geliştirecektir.
64
Mahir Arpaçay Devrimci Savaş Okulu
Devrimci Kültür
Bu nedenle nasıl emperyalizmin dünyada girmediği bir ülke, ilişki ağlarının içiçe girip ulaşmadıgı bir karış toprak kalmadıysa, dünya işçi mücadelesi de enternasyonalist bir şekilde örgütlenip, dayanışmalıdır. Günümüzde iyice arsızlaşan ve saldırganlaşan emperyalizmin karşısına dünya işçi mücadelelerini birleştirecek yeni, şovenist olmayan, devrimci bir enternasyonalist örgüt ihtiyacı, geçmişten daha fazla aciliyet göstermekte ve önümüzde bir görev olarak durmaktadır. Enternasyonalizmden bahsetmişken, dünya devrimci kültürünün en önemli enternasyonalist devrimci komutanlarından biri olan Ernesto Che Guevera’dan bahsetmemek olmaz. Kendisi aslen Arjantin'de doğmuş olan Che, doktor olduktan sonra Latin Amerika turuna çıkar. Burada gördüğü yoksulluk ve sefalet onu çok etkiler. Sonraları sosyalizmle tanışmasıyla beraber başka bir ülkenin işçi sınıfının kurtuluşu için eline silah alıp Küba’nın dağlarında gerilla savaşı verir. Küba devriminden sonra da diğer önce Afrika kıtasında sonra Latin Amerika ülkelerinde devrim mücadelesi verirken ölümsüzleşir. Che’yi izleyen onun gibi enternasyonalist devrimciler hep var oldu. Dün Küba’daydı bugün Rojava'da Aziz, Mahir, Bedrettin, Suphi Nejat, Alper, Halil, İvana gibi yüzlerce devrimci savaşçı AKP-IŞİD faşist çetelerine karşı barikat oldu. Türk, Kürt, Arap, Süryani, Ezidi gibi halkların bağrında kardeşlik çiçekleri açtılar. Rojava'daki devrim mücadelesinin coşkusunu, Türkiye'deki devrimci kavgaya taşımak için savaştılar. Devrimci Sanat Sanat, bizim yarattığımız, dolayısıyla bizim kavrayışımızla geçişli olan bir şeydir. Ama sanat uğraşı, aynı zamanda, bizi doğanın derinliğine, bir kavrayışına doğru sürükleyen bir uyarıcıdır da. Eski yüksek Almanca'da "Kunst" (sanat) sözcüğü "Kenntnis" den(bilgiden) gelir . Ve aynı zamanda işbirliği, beceri anlamına da gelir. Aynı sözcük eski Sakson dilinde de benzer anlamlara sahiptir. Bu kök Got ve İngiliz dilinde yoktur ve onun yerini bu dillerde 'Art' kelimesi almıştır. Art'ın iki anlamı vardır: Birinci anlamı beceri, hüner(skill), ikinci anlamı ise bir beceriye, hünere dayalı olarak yapımı gerçekleştirilen şeyleri öğrenme ve öğretme tarzları. Art Latince artstan gelir ki, daha çok bir kurala bağlı insani 65
Mahir Arpaçay Devrimci Savaş Okulu
Devrimci Kültür
etkinliğin biçim ya da tarzı, genel olarak, maharet, üslûp, beceri, daha özel olarak da el becerisi, işleme, zanaat ve bilim anlamlarına gelir. Bilindiği gibi sanat veya sanatsallık sadece müzik, resim, tiyatro gibi üretim alanları için geçerli değildir. Bu temeldeki sanata en rafine sanatsallık diyebiliriz. Sanatsallık insanlığın özünde vardır. Çünkü her insanın en güzeli bulma, ortaya çıkarma ve yaşama isteği ve amacı vardır. Bunun için her insanın eyleminde bir sanatsal yan bulunmaktadır. İlk insanlar kendi farklarını ifade ederlerken, bugün sanat dediğimiz dışa vurumları kullanmışlar, dans etmişler, ilginç seslerle sevinçlerini dile getirmişlerdir. Sanat konuşma dilinden önce insanlar arasında anlaşma kültürü olarak kullanılmıştır denilebilir. Sanatla insan bir yaşamın sevinçlerini, hüzünlerini, acılarını dile getirir. Sanat duygu ve düşünceleri hem biçimlendirir, hem de insanın yaşadıklarını dışa yansıtır. Sanatın bir özelliği de yaşama dair olan her şeyi kendi konusu olarak görmesi ve değerlendirmesidir. Bunun için birçok yerde kültür ile sanat neredeyse aynı anlama gelecek biçimde kullanılır. Sanata önem vermek, güzelliğe önem vermektir, insana önem vermektir. İnsan en güzeline layıktır. Bizde de kültür ve sanat yanyana kullanılır. Bu, sanata yüklediğimiz anlamla ilişkilidir. Kültür değerlerinin kimlikleşmesinde bu anlamda sanata çok rol düşmektedir. İnsanın kendinden doğaya kattıklarının, insani olan her şeyde sanatsallık vardır. Kimin, hangi toplumun doğaya ne kattığını öğrenmek için de sanat gereklidir. Sanat eserleri kalıcıdır. André Lhote “Sanat, insanların düşüncelerini birbirlerine ulaştırmak için yarattıkları bir araçtır. Öyleyse ortak bir yönü olmalıdır.” demişti. Bu açıdan bakıldığında sanat, kendi çağındaki insanlar arasında olduğu kadar, tarihi süreçte yaşamları karşılaşamayacak olan insanlar arasında da bir iletişimi gerçekleştirir ve geçmişten geleceğe doğru bir köprü kurar. Herkes dile ve düşünceye sahip olmakla birlikte, herkes sanatçı değildir. Öte yandan, sanatçı da, her insanda bulunandan apayrı şeylere sahip kişi de değildir. Ama o, insanların sahip oldukları yeteneklerden bazılarına daha yüksek oranda sahiptir ve o ayrıca, bu yeteneklerini belli bir tarz içinde bütünleştirme gibi bir yeteneğe de sahiptir. Sanatçı, sanatını para 66
Mahir Arpaçay Devrimci Savaş Okulu
Devrimci Kültür
kazanmak için yapmaz, sanat bir bedel karşılığında yapıldığında sanat olmaktan çıkar, artık onu yapan da sanatçı değildir. Kapitalizm kültüründe “sanatçı” tüccar ve “sanat” onun malı olmuştur. Erol Toy'un Azap Ortakları kitabında bir çini sanatçısından bahseder, çini sanatçısı Şeyh Bedreddin’e hediye etmek için bir çini hazırlar ve çinide kullandığı renkler ve ortaya çıkan ürün o kadar güzeldir ki, çini sanatçısı bile kendi hünerine şaşırır. Oradan geçmekte olan bir kervancı(tüccar) çiniyi görür ve sanatçıya bu çiniyi ona satmasını, bedeli ne olursa hiç pazarlık etmeden vereceğini söyler. Çini sanatçısı bunu satamayacağını, bunun çok kıymetli bir insana hediye olduğunu ve hem kendi güzelliğimi hem de hediye edeceğim kişinin güzeliğini yansıtıyor der ve maddi olarak bir karşılığının olmadığını söyler. Tüccar, çiniyi satın alamayacağını anlar ve o halde her masrafını karşılayayım ve bana bu çiniden yap ve fiyatını da sen belirle der. Çini sanatçısı bunun mümkün olmadığını, para karşılığında çalışırsa bir müddet sonra fazla para kazanmak için hızlanması gerekeceğini hatta malzemeden kısması gerekeceğini dolayısıyla ürettiğinin asla bu güzellikte olmayacağını, sanat eseri değil satılacak bir nesne olacağını, sanatın ticarileşemeyeceğini, ticarileşen şeyinde sanat eseri olamayacağını anlatır. Sanatçı, diğer insanların ne istediğini fark edip, bu talebi karşılamaya çalıştığı anda, sanatçı olmaktan çıkar. Sıkıcı veya eğlenceli bir esnaf, dürüst veya sahtekâr bir ticaret insanı olur… Susan Sontag’ın, “Gerçek sanat rahatsız etme yeteneği taşır.” diye tarif ettiği sanat, kişinin içindekileri ruh, zekâ, duygu ile dışarı yansıtmasıyla ideolojilerin estetize edilmiş hâlidir. Burjuvazi, sanatı sınıflar üstü, sınıflar mücadelesinin dışında ve öyle olması gereken bir olgu gibi sunsa da; gerçek asla bu değildir. Sanat, sınıflardan ve sınıflar mücadelesinden soyutlanamaz. Sanat insana ait bir üründür; toplumların özelliklerini yansıtır. Sanatı, toplumdan (ve gerçeklerinden) soyutlayıp, sınıflar mücadelesi dışında algılamak ve sunmak nafile bir lafazanlıktan başka bir şey değildir. Çünkü yaratıcı sanat, savaş yıkıcılığına karşı duran; durmakla kalmayıp iyi, güzel ve doğrunun önünü açan bir dinamiktir. Hem döneminin hem de 67
Mahir Arpaçay Devrimci Savaş Okulu
Devrimci Kültür
geleceğin tarifidir. Devrimci olmayan sanat olmaz aynı zamanda devrimci olan her şey de sanattır. Devrimci Kültürde Doğa Doğa yaşadğımız dünyanın ve dünyanın var olduğu evrenin döngüsünü sağlayan olayların tümüdür. İnsan da doğanın bir ürünüdür. Daha doğrusu, insanı insan yapan şekil veren, evrimleştiren, doğanın kendisidir. Başlangıcından bu günümüze kadar hatta geleceğimize kadar doğa bizi şekillendirmiş ve şekillendirmeye devam edecektir. İnsan, teknolojik olarak ilerledikçe, sayısal olarak çoğaldıkça, bir arada mücadele etmeye başladıkça, doğaya müdahale etmeye başlamıştır. Ama asla doğaya tam anlamıyla hakim olamamıştır, olması da pek mümkün değildir. Eninde sonunda doğa insanlığın tümünden, tüm gücünden, tüm teknolojisinden daha üstündür. Henüz günümüzde doğanın tüm aktivetelerini kontrol edebilecek bir teknoloji geliştirilememiştir. İnsanlığın keşfettiği ya da ürettiği en güçlü madenler ile mühendislik harikası olarak dikilmiş binaları dahi yıkabilecek depremleri yaratan doğadır. Denizlerin yaratabileceği dalgaları engelleyebilecek yükseklikte duvarlar yapılamaz eninde sonunda doğa o duvarları aşar. Kısacası insan yapımı olan hiçbir şey doğanın kanunları karşısında duramaz. İnsanlık yürüdüğü yol itibarıyla doğayı tanımıştır, attığı her adımda doğaya esir olmaktan biraz daha kurtulmuştur. Fakat asla bağımsız olamamıştır ve olması mümkün değildir. Sonuç olarak insan doğa ile savaşamaz, çünkü kendisi de doğanın bir parçasıdır. İnsanlığın doğa ile olan ilişkisi, temelinde insanın kendisi ile olan ilişkisinin yansımasıdır. İnsan doğaya ne kadar saygılı ise doğa ile ne kadar uyumlu ise veya doğa ile sevgi ilişkisini ne kadar iyi kurabiliyorsa, kendisi ile olan ilişkisi de o kadar ileridir. İnsanın yaşadığı dünyaya verdiği her zarar yine kendine verdiği zarardır. Savaşların sonucunda verdiği zarar yine kendisine döner. Atom bombasının veya başka nükleer silahların sonuçları yine insanlığın tamamını etkiler, zararı yine kendisinedir. İnsanın doğaya verdiği zararı, doğa insana geri verir; toprağı zehirlersen o toprağın ürünü zehirli olur, suyu zehirlersen içecek suyun kalmaz, havayı zehirlersen soluduğun hava zehirli olur. Tam tersinden ne kadar zararını 68
Mahir Arpaçay Devrimci Savaş Okulu
Devrimci Kültür
aza indirirsen ne kadar üretim-tüketim dengesinde uyumlu olursan doğa da sana o kadar saygılı davranır. Evrimde tüm canlıların doğal bir döngüsü vardır. Tüm canlılar doğduğu andan öldüğü ana kadar doğaya ve döngüye yarar sağlar. Hatta öldükten sonra bile toğrağa havaya yarar sağlamaya devam eder. Bu dengeyi uyumu bozan tek canlı sınıflı toplumlar insanıdır. Kapitalizmin sonuçlarından biri de doğayı tüketmesi, tükettiğinin yerini dolduramamasıdır. Kapitalist üretimin sonuçları olan, kimyasal atıkların olduğu gibi doğaya bırakılması, daha fazla kâr amacıyla yeterli arıtımların yapılmaması, karbon gazlarının aşırı salınımı, yeni maden ve enerji kaynakları arayışı için tüm doğayı tahrip edişinin sonucunda günümüzde dünyanın kaç yıl ömrünün kaldığı tartışılmaya başlanmıştır. Fabrika bacalarının saldığı karbon gazlarının sera etkisi yapması sonucunda oluşan “küresel ısınma” dünyanın ısı ve su dengesini bozup, milyonlarca yıldır tüm canlıları içinde barındıran dünyayı yaşanmaz hale getirmek üzere. Çeşitli bilim insanları, felsefeciler, sosyologlar ve siyaset bilimcilerince, içinde bulunduğumuz süreç kıyametin ön günleri olarak adlandırılmaktadır ve bu hiç de abartılı bir tanımlama değildir. Doğamız; havası, suyu, toprağı ile alarm sinyalleri vermektedir. İkinci doğa olarak tanımladığımız toplumsallığımız ise daha ağır sorunlarla karşı karşıyadır. Doğa yaşadığı zorlanmayı afetler, iklim değişiklikleri, küresel ısınma, akarsu kaynaklarının kuruması ve çölleşme gibi biçimlerde dışa vurur. Kapitalizm kendi sonunu görüyor sadece ömrünü biraz daha uzatmak için bir takım zorunlu önlemler getiriyorlar, doğayı daha uzun süre sömürebilmek için yine doğanın ömrünü uzatıyorlar hatta kendi yarattıkları sonuçların önüne geçebilmek için doğayla uyumlu bir üretim tarzından bahsediyorlar. İnsanın doğa ile en çok uyum içinde yaşadığı dönem ilksel komünal toplumlardır. Doğa ile diyalektik bir alışverişte bulunan insanın en mutlu olduğu dönem yine ilksel komünal dönemdir. Diyalektiğin bir başka kanunundan yola çıkarsak zaman sayısal olarak ilerlese de sosyolojik olarak insanlık geri gitmiştir, en uyumlu halden en uyumsuz hale gelmiştir. Karl Marks’ın deyişi ile “Doğanın efendisi oldukça, teknolojinin 69
Mahir Arpaçay Devrimci Savaş Okulu
Devrimci Kültür
kölesi haline gelmiştir” ve hala her geçen an daha fazla köleleşmektedir. Komünal toplum biçimine geri dönüş bir geri dönme değil tam tersine bir ileri sıçrayıştır, insanın insana, teknolojiye veya herhangi bir mülke tutsaklığından (köleliğinden) kurtuluş yoludur. Kapitalizm, burjuvazi ve sermayedarlar gözü dönmüşçesine doğaya saldırmaya devam ediyor. İşçi sınıfı ve ezilenler bu saldırganlığa karşı artık doğayı savunmaya başlamıştır. Kapitalizm, maden ocakları,taş ocakları, nükleer santraller, termik santreller, HES'ler ile kendi çıkarı için doğayı katletmeye, doğaya saldırmaya devam ediyor fakat artık bir fark var, doğa ile uyum içinde yaşayan insanlar kendilerini yani doğayı savunuyorlar. İnsanlık kültürünün birikiminin en önemli parçası doğayı savunmak aslında insanların kendi kültürünü, kendi bilincini, kendi tarihini savunmasıdır. HES'lere karşı, maden ocaklarına, taş ocaklarına, termik santrallere karşı verilen mücadele basit bir doğayı savunma, yeşili koruma mücadelesi değildir. Altında daha derinlikli sebepler vardır. İnsanın kendini, tarihini, her anlamda kültürünü savunma mücadelesidir. İnsanın tarihi olmazsa, kökleri olmazsa anlamsızlaşır, bir hiç haline gelir. Bu sebeple bu mücadele insanlığın hiçleşmeme mücadelesidir. İnsanın insan kalma mücadelesidir. Hayatı boyunca neredeyse hiç bir eyleme katılmamış herhangi bir direnişin içinde bulunmamış veya herhangi bir yerde hakkını hiç aramamış insanların iş makinelerinin önüne kendini atması, iş makinelerini parçalaması, işgalci düşman askeri gibi görmelerinin sebepleri gayet açıktır. Bu eyleme geçme durumu yaşadığı bütün zulümlere, itilmişliklere, sömürüye ve yok sayılmaya karşı bir isyandır. Bu direnişler, ellerinde kalan son kırıntıyı da almak isteyenlere artık yeter deme şekilleridir. Kendisini bir HES direnişinde, maden ocağı karşıtı bir direnişte ifade etse de aslında bu tüm sisteme bir başkaldırıştır. Biz insanız, insan kalmak istiyoruz deme şekilleridir. Doğa oluşumu ve işleyişi insan iradesi dışında, insan yaratımı olmayan bir gerçekliktir. Sağladığı olanaklar ve sunduğu koşullar ile toplumsallığımızı üzerinde var ettiğimiz, geliştirdiğimiz doğayı, yeniden inşa etme, “bu eskidi yerine yenisini yapalım” gibi bir şansımız ve lüksümüz yoktur. Tüm 70
Mahir Arpaçay Devrimci Savaş Okulu
Devrimci Kültür
çabalara ve hâkim olma uğraşlarına rağmen doğanın kendi iç yasalarıyla yürüdüğü, insanın da tabi olduğu bu yasaları değiştirmenin mümkün olmadığı, kendisiyle uyumlu bir yaşam kurgulanmadığı ve var olan kapitalizmin yaklaşımları sürdürüldüğünde doğanın buna dayanamayacağı net bir biçimde açığa çıkmıştır. Ancak kapitalizmin dayattığı yıkımı engelleyecek, doğamızın kendi kendisini yenilemesine destek olacak, insancıl, komün sistemini açığa çıkartarak (açığa çıkartarak diyoruz çünkü amacımız, insanlığın özünde olan fakat kapitalizmle deforme olmuş insanı yeniden özüne kavuşturmaktır) katkımızı sağlayabiliriz . Bu yaşanan doğa sorunlarının aşılması için yeterli olacaktır. Spor Kültürü Spor; beden ve zihin diyalektiğine dayalı, gelişimi esas alan bir eylem alanıdır. Beden gelişimini esas alan sporlar dört temel unsurdan oluşur. a)Kondisyon b)Hız c)Kuvvet d)esneklik Bu unsurların gelişiminin temeli canlılığın en önemli belirgin özelliği olan harekete dayanır. Koşu yapmak, ağırlıklı olarak hız unsuruna girer, açmagerme hareketleri esnekliği, şınav-mekik gibi hareketler kuvveti, bu hareketleri daha uzun yapabilmek için nefes açmak ise kondisyonu yani dayanıklılığı arttırır. Her bireyin fiziki durumu, gücü, dayanıklılığı, hızı, esnekliliği farklıdır. İnsanın sahip olduğu temel hareketler ya da hareket kabiliyetimiz belirli, sınırlı ve her birimizde kendine özgüdür. İnsanın, sahip olduğu hareket kabiliyetini uygulamadan vücuttaki kasların gelişimi imkânsızdır. Hareketsiz bir bedende eklem yerleri kireçlenir, işlevini yerine getiremez hale gelir. Hareket edebilen her insan spor yapabilecek güce sahiptir. Önemli olan bedenimizi tanımak, sınırlarımızı bilmek ve sınırlarımızı aşmaktır. Sınırlarımızı aşmak içinde zihnin bir ürünü olan irade devreye girer. İrade öyle güçlü bir şeydir ki bedenin “yapamıyorum, dayanamıyorum” dediği her şeyi yapabilme gücü verir. Esas belirleyici güç ise devrimci iradedir. İrade fiziki durumu etkiler. İrade devrimcidir, çünkü değiştirip, dönüştürür. 71
Mahir Arpaçay Devrimci Savaş Okulu
Devrimci Kültür
Bir de bedenin parçası olan, beynin gelişimini esas alan sporlar vardır; santranç, dama, bulmaca gibi. Bunlar da hareketten çok düşünmeye yöneliktir. Beyni düşünmeye sevk edip, zorlayarak gelişimini sağlar. Devrimci yaşamda, koşullar uygun olduğu sürece her sabah mümkünse birlikte spor yapılır. Yapılan sporun amacı kesinlikle birbirimizle rekabet değil, birbirimizi daha iyi tanıyıp, paylaşmayı ve dayanışmayı arttırmaktır. Spor yaparken illa itici bir güç olması gerekiyorsa bu rekabetten değil kişinin maneviyatından gelmelidir. Böylelikle kendisini aşmak ve geliştirmek odaklı bir çalışma yapar. Spor, devrimci mücadele ve sağlıklı bir yaşam için gereklidir. Düşman, devrimcilerin hem zihinlerini hem de bedenlerini tutsaklaştırıp, çürütmek için zindanlara atar. Buralarda dik durabilmemiz için spor önemli bir unsurdur. İnsan vücudu bir nevi makine gibidir. Birkaç metrekarelik hücrelerde yeterli hareket edilmezse çürümeye, hastalanmaya başlar. Kasları, zihni, vücudu zayıflar, güçten düşer. Sadece zindanlarda değil, dışarıda ve her yerde özellikle yarı açık cazaevine dönüşmüş metropollerde spor yapmak gerekir. En azından sporun bir dalına yoğunlaşmak gerekir. Kapitalizm her şeyi metalaştırdıgı gibi tüm spor etkinliklerini hatta sporcuları da metalaştırır. Türkiye'de spor oyunları denilince ilk akla gelen futboldur. Bu alan milyonlarca dolarlık endüstriyel bir alan halini almıştır. Sahalar sportif hareketlerden uzak, türlü şikelerin döndüğü, ırkçılığın bulaştığı, günün stresinin hakemlere ve sporculara küfredilerek geçirildiği, sporcuların sadece para için sahaya çıktıgı, takımların şirket gibi yöneltildiği ortamlar sporu kirletir, amacından saptırır. Burda ne sportif davranışın güzelliginden duyulan coşku, ne yaratıcılık, ne hoşgörü, ne kardeşlik, ne rakibini dost görme, ne de sevgi vardır. Burada kendisine yabancılaşma vardır. Burada sporcu olarak insan yitirilmiştir. Oysa biz sporla beraber insanın kendisini yeniden yaratmasından bahsediyoruz. Aklını ve bedenini özgürleştirmesinden bahsediyoruz.
Nisan, 2016
72
T ar i hbo y u n c ai n s an l ı ğ ı nö z gü r l ü ğ üi ç i ns av aş t ı k , bi r ç o k me v z i k az an dı kv ek ay be t t i kf ak at u n u t u l mamal ı dı r k i , as l ai de o l o j i ko l ar aky e n i l me di k . İ de o l o j i ko l ar ak y e n i l me ke z e n l e r i n , s ö mü r e n l e r i ns af ı n age ç me k t i r . Hi ç bi r z amani de o l o j i ko l ar aky e n i l e me di ğ i mi zi ç i n e n i n des o n u n daz af e r i h e pbi zk az an dı k . Nepar a, s i l ahv . b. n edek al abal ı kge r ç e kgü çf i k i r l e r v eo n l ar dan do ğ anz af e r eo l ani n an ç t ı r .