Dört Kalem Dergisi 4. sayı

Page 1


İÇİNDEKİLER

KALEM Edebiyat Dergisi

FACEBOOK’TA DÖRT KALEM

facebook.com/dort.kalem

Kar amacı gütmeyen süreli yayındır.

Dergide yayınlanmak üzere ‘’dortkalem@gmail.com’’ adresine şiir ve yazılarınızı bekliyoruz.

YAYIN KURULU 

Şaidin BÜYÜKBAYRAM

Yusuf DOĞANSOY

Sefer Doğukan GELGÖR

Zeki ALTIN

Takdim………………………………………………………..………...1 Şaidin Büyükbayram Sizin İçin Bayan………………… ……...……………………...….........2 Adnan Hopa Sana Kadar ………………………………...……………..……………..3 Ercan İriş Tam Dayaklık Bir Aşk.………..……………………………..……….…4 Ahmet Can Altıok Şehla Bakışlı Yar(a)sızlar ….…...………………………………...……5 Sait Soysal Bir Savaş Açıyorum………….……………………………………...…..6 Nazif Avcı Aşk Limanı…………………………………………………...…………7 Mahmut Sizor Bir Sağaltım Çeşidi Olarak Şiir….……………………….….………….8 Zeki Altın Küçü(re)k Öyküler Zinciri………. ....………………………………….9 Emre Akkuş Büyük Şef…...………………………………….……….…….………..10 Zeki Kuas Gözlerin Diyorum Hayatımın Gazze Şeridi…....………….…….……..11 İdris Sezgin Köy………………………………………………..................................12 Muhammed Ünal Gülüşü Kaldı…………..……………………………………………….12 Zeki Altın Cihat Albayrak ile Söyleşi……….…………..……………………….13 MEHMET .AKİF ERSOY……………………………………………..16 Yusuf Doğansoy Büyük Bir Müslüman Türk…….…………..……….……………….....17 Abdurrahman Balta Hakikat Aşığı Bir Şair: Mehmet Akif Ersoy……………….……....….19 Vahdi Gökpınar Benim Nezdimde İki Şey Mukaddestir: Din ve Dil…..….…....……….21 Alev Yıldız Mehmet’im, Üstadım, Akif’im ….………………………………….....23 Talat Özer Mehmet Akif Ersoy’un Gözüyle İnsan ve İnsanlık …………………...24 Şeymanur Yıldız Mehmet Akif Ersoy ve Toplumun Temel Taşı Aile…..……………….27 Nevzad Ayas Mehmet Akif Ersoy ile Yapılan Son Röportaj………………..………..29 Satılmış Yıldırım Mehmet Akif Hakkında Yazılan Bazı Eserler…..……..………………34 Sefer Doğukan Gelgör Bir Sevda…………….……………………………………………...…35 Zeynep Polat Ben Sensiz de Büyürüm……...………………………………………..35 İbrahim Öztürk Sen Konuşunca……….………………………………………………..36 Okan Özkurt Yürüyüş………………………….………………………………….…36 Hakan Babayiğit Seninle……..…………………………………………………………..37 İbrahim Köşen Mülteci Sevdalar…….……………………………………………...…38 Hande Morgil İki Hece………..………………………………………………………39 Remzi Tutak Acımız Hep Aynı Yanlıştan…..………………………………….........39 Emine Esik Arık Meçhul………………..……………………………………………….40 Zeki Altın Kan Saatleri…….……………………..……………………………….40 Sahaf Vitrini…………………...………………………………………41 İyi Okumalar Dileriz...


TAKDİM Selam ve sevgi ile… Değerli okurlarımız önceki sayımızdan gelen güzel dönütlerinizin ardından yine dopdolu bir sayı ile huzurlarınıza çıkıyoruz. Malumunuz her derginin yola çıkmasında bir derdin etkisi vardır. Bu yüzden bizler de derdi önemsiyor ve dertlenmeden edemiyoruz. Derdimiz ne mi? Derdimiz başta Müslüman kardeşlerimizin sonra tüm insanlığın yaşadığı sıkıntılar. Ölüm, açlık, zulüm… Ve daha niceleri! Evet, derdimiz var! Derdimizi, dertlerimizi bu dergi vasıtasıyla sizlere anlatıyoruz. İşte bu yüzden iyi ki varlar dergiler... Bu sayımızda ne var? Çok şey var. Öncelikle dördüncü sayımızı ithaf ettiğimiz ve geçen günler içinde çeşitli etkinliklerle andığımız Üstadımız Mehmet Akif Ersoy’u saygı, sevgi ve hürmetle anıyoruz. Rabbimiz binlerce kez razı olsun ondan. Bu sayımızda merhum Mehmet Akif Ersoy ile ilgili dopdolu bir dosya hazırladık. Akif’i önce anlamaya sonra dilimiz döndüğünce sizlere anlatmaya gayret ettik. Birçok yazarımızın dilinden Akif’i dillendirip anmaya/anlatmaya çalıştık. Ayrıca dosyada yer alan Üstadımız Mehmet Akif ile yapılan röportaj da dikkate değer. Vefaat etmeden önce kendisini anlattığı son belge olması açısından önem teşkil ediyor bizler için. Bu röportajla Üstadımız’ı kendi dilinden daha iyi anlamaya çalışacağız inşallah... Bu sayımızın söyleşi konuğu ise Van Erciş’ten yayım hayatını sürdüren Hayal Bilgisi Edebiyat Dergisi Genel Yayın Yönetmeni Cihat Albayrak. Albayrak ile güzel bir söyleşi gerçekleştirdik. Ayrıca öyküden şiire, şiirden denemeye birçok güzel eserimiz de bu sayımızda okumayı bekleyen yazılarımız arasında. Sözlerimizi burada bitirirken sizlere iyi okumalar diliyor ve gelecek sayımızda buluşuncaya dek sizleri en güzele, yani Rabbimize emanet ediyoruz.. Sevgi ve saygılarımızla…

Dört Kalem Dergisi Yayın Kurulu

1


ŞAİDİN BÜYÜKBAYRAM SİZİN İÇİN BAYAN Var ve yok. İki kelime arası bir hayat oyunu. Ve iki kelime arası bir yığın cam kırığı. Kalbinizi bende dinlendiriniz Bayan! Sevmeye çalışınız beni. Ve olabildiğince yakından bakınız, Çok küçüktür yaralarım benim. Acılarım dünya yükü. -sıktım mı sizi Bayan?Gözlerinize havale ediniz beni. Gözleriniz; biraz mavi, biraz gri ve biraz gökyüzü. Gözleriniz, biraz toprak kokulu. Affediniz Bayan! Çok konuşuyorum. Geçenlerde kendime rastladım aynada. "Allah'ım ne çirkin yüz!" Kararımı vermiştim, gelecektim. Size geliyordum Bayan, gözlerinize. Beni fark edin istiyordum, Beni görün! Sırf bunun için, Evet sırf bunun için; Kendimden dışarı çıktım Bayan. Saçlarımı taradım, dişlerimi fırçaladım. Uzun ayrılıklar girmişti aramıza; Balkondaki çiçeğimi suladım. Kalbimin attığını hissettim Bayan. Kalbimin var olduğunu hissettim. Ben ve kalbim. Size geliyorduk Bayan gözlerinize. Yer var mı gözlerinizde bize? Durun Bayan, hemen cevap vermeyin! Hatta hiç cevap vermeyin. Var ve yok. İki kelime arası bir hayat oyunu. Ve iki kelime arası bir yığın cam kırığı. Yenisine gerek yok Bayan yenisine gerek yok...

2


Adnan HOPA

SANA KADAR Senden önce ben yokmuşum sanki Sana kadar farkında değilmişim zamanın kıymetli olduğunun Senden önce hiç fark etmemişim gökyüzünün mavi olduğunu Sana kadar fark etmemişim son baharda ağaçların yaprak döktüğünü, Fark etmemişim kışın yağmur yağdığını Yalnızlığın ne kadar kötü olduğunu anlamamışım sana kadar Ve sana kadar olan hayatımın son günü Seni gördüğüm ilk gün 5 Kasım 2014 Ve o günden sonra bütün güzelliğin ile sen girdin hayatıma Gözlerin girdi, Gülüşün girdi, Adın girdi hayatıma Adın kurtuluş oldu bana Bana son söz oldu adın Ve bundan sonra: Sana kadar olan yalnızlığımın sonu ol, Aklı güzel sevdiğim sonsuza kadar…

3


Ercan İRİŞ

TAM DAYAKLIK BIR AŞK

Senin şehrine yağmur yağsa, Benim gözlerim dolardı. İki yakası birden kirlenirdi hayatımın. Düşüp öylece kalırdım ortasında ıslak kaldırımlarında. Ne vakit kalkıp sana koşmayı dilesem, Oluklarımdan sana akmak istesem, Sen yalnızlığı aramıza bir set gibi çekerdin. Bilirdim... Bütün korkularının sebebi bendim, Benden kaçardın... Sen benden kaçarken ben yokuşlarına çıkardım, Nöbet tutardım mutluluklarına, Soğuğunda üşürdüm yalnızlıklarının, Rabbe dua ederdim senin için, Ama sen, sen bilmezdin… Senin ufkuna esmerlik vursa, Benim bütün renklerim koyulaşırdı. Görmesem de olurdu eskidiğini yüreğinin, Hissederdim… Kesmesin diye yolunu pusuda bekleyen acılar, Rabbe dua ederdim. Şehir olurdum meskenlerine, Sana yanardım ılık ılık, Ama, ama sen bilmezdin. Aslında bilmek istemezdin, Anlayacağın tam dayaklık bir aşktı benimki Azarlandıkça çığ gibi büyüyen, Dağlarımı ayaza veren, Laftan anlamayan, Ele güne rezil eden, Baş belası bir aşk... Ve ben bu ağır melodinin elinde esir, Esaretinde yaşayan mağdurum, Yeter artık sevgili ne duruyorsun! Ya gel, acılarımı dindir, Ya da gel, sana yanan bu yüreği söndür.

4


Ahmet Can ALTINOK

ŞEHLÂ BAKIŞLI YAR(A)SIZLAR… “Gülüşünü koparamadım, koparamadım yüreğimden. Yaralarım sızlıyor şehlâ bakışlım. Gecenin göğsünde bağdaş kuran milyonlarca yıldız şahidimdir. Sahi, ne diye girdin aklıma yine?.. Niyetin, sızlayan bir yaranın kabuğunu aralamaksa eğer, o yaralar hiç kabuk bağlamadı, bağlayanların ise kanaması hiç durmadı… Sizin hiç sızlayan yaralarınız kabuk bağladı mı veya kabuk bağlayan yaralarınız hiç kanadı mı? Benim bir kere sızladı yaram, bir kere kabuk bağlamaya yüz tuttu, bir kere kanadı ama ölmedim. Defalarca vuruldum lâkin tek bir defa yaraladım yüreğimi… Ben senin gözlerini değil, gözlerinle yüreğime dokunmanı sevdim. Ben senin saçlarını değil, o saçlarla üşüyen bedenimi örtmeni sevdim. Yani ben senin en kanayan hâlin olmaya değil, yaralarımı sarmana, yaralarını kapatmaya geldim… Karanlık ağlamaklı… Seni arayan gözlerim, yırtıyordu ağlamaklı olan karanlığın zarını. İşte en çok da o zamanlar, zaman geçiyordu ama geçmesin istiyordum. Çünkü biliyordum, öyle bir an gelecek ki, sadece bir kez bile olsun yüzünü görmeye muhtaç kalacağımı… Ölüm ara ara yoklar seni, neyin var neyin yok diye. Ama ömrü hayatında tek bir defa kapını çalar ölüm. Ömürde sadece bir kere de olsa vefalıdır. Kirlenmiş bir hayatı ancak bâkir bir ölüm temizler. Ve bir gün yine o’nun için sızlarken, kapın çalınır: -Kim o?.. demeden kapı kırılır ve misafirin destursuz içeri girer. Sana bi selam verip “merhaba” demesini istemezsin. Çünkü artık bilirsin misafirinin kim olduğu ve “merhaba” dediğinde ise neler olacağını… Susarsın sadece. O zaten susuyordur. Nihai bir çığlıktır aslında ölüm. Ölüm misafirindir, eceline ramak kala… Ve artık yırtılır suskunluğunun zarı ölümün: -Nasılsın? -İnan, bugün hiç ölesim yok. -Ama her gün defalarca ölüyordun asılsız bir can için. Şimdi ise Rabbin için öleceksin. -… Kirpiğine bir ölüm asılır, şöyle en acısından… Ölüm bile insanı yaralar. Soğuk bir hava yüklenir ölüme. Ve… Şehlâ bakışlı yar(a)sızlar… Şehlâ bakışlı yara kanar… Şehlâ bakışlı yara donar…

5


Sait SOSYAL

BİR SAVAŞ AÇIYORUM

sıcak ve uçsuz bucaksız bir sahrada tek başıma yaşıyorum yerden yükselen göğün tavanı altında her aralık ayının yirmi birinde sanki en uzun geceyi ben yaşıyorum ve sözlerimle bir savaş açıyorum

nasıl siyahın beyaza isyanıysa caz madem yalnızım, öyleyse yazayım belki sözlerim aldatıcı birer can-baz ve susuzlukla geçirilen bu ilk yaz günlerinde ellerimle bir savaş açıyorum

herkes gündüzü tutarken ben geceyi tutuyorum

herkes beyazı tutarken ben siyahı tutuyorum

bir yabancıyım sanki yeryüzünde ve benden gizlenen bir şeyler var uyuyan bir toplumun içerisinde cevapsız kalıyor sorduğum sorular biraz daha uyusunlar ses çıkarmıyorum ama kalemimle bir savaş açıyorum

duvarlar arasına hapsedilmiş insanlardan utanıyorum elimin boşluğundan utanıyorum ve medet umuyorum bir avuç buğdayımdan bir kurbanın yenilişini görmek istiyorlar ve ben sıyrılıp çığlıklardan, kahkahalardan merhametimle bir savaş açıyorum

herkes yabancıyı tutarken ben yerliyi tutuyorum

herkes matadoru tutarken ben boğayı tutuyorum

mutluluk mudur uyuşturucu yaprak belki de geçmişten gelen korkular metroda trenin gelmesinden başka yazık ki bekledikleri hiçbir şey yok bu uyuşturucu tufanından sıyrılarak aklımla bir savaş açıyorum

unutma ey arkadaşım! aşk kahkahadan nefret eder. kahkahalar, omuz oynatmalar ve tiksindirici davranışlar arasından unuttukları bir göz yaşını bulup sevgimle bir savaş açıyorum

herkes alimi tutarken ben deliyi tutuyorum

herkes güzeli tutarken ben çirkini tutuyorum aşk kahkahalardan nefret eder bunu ben de biliyorum..

6


Nazif AVCI

AŞK LİMANI (Beethoven - Bagatelle No. 25 in A minor, Für Elise)

Gönlün gönlüme susmasın yar. Gönlümün pınarları kurudu: —Konuş artık! Ne olur sana susadım… Buzullar söndüremez içimdeki bu ateşi. Bakışlar konuşacak, dillerimiz susarsa. O vakit hiç susmayacak gözlerim, Könuşacak gözlerinle. Ah! Biliyörum, Sabahın erken vaktinde Aşk limanında, Burun buruna gelmemeliydik. Tövbeliyim artık ben aşka, Yalanlar ilişkilerde en adi bir kuluçka. Benim de bir çift lafım ölacaktı aşka, Fakat ara ki bulasın, aşk nerde. —Biliyör musun? Dunyanın en guzel fötögrafı, Bana bakarken ki gulumsemendi. Kim bilir kaç mevsim geçti uzerinden Sana söyledigim şarkıların Sana yazdıgım şiirlerin. Sana ölan sevgim, En çetin davaya benzer. Bir kördugum gibidir Sana ölan sevgim, Sevdikçe dugumu çözulemeyen...

Bir zaman sönra İnsan gerçekten hayret ediyör, Kırılan kalplere, Pas tutan sevgilere, Ansızın çekip giden bulutlara… Ve sönra sen aklıma geliyörsun, Saganak duşler içindeyken, nasıl öluyör da Söl yanımın bömböş öldugunu hissediyörum. Geçiremiyörum gönlume söz ve suzgun duygularıma kement. Unutma hep kalbimdesin, ötöbus kalkıyör şimdi. Saat aşkı yalnızlık geçiyör. Yöl alıyörum yine Tek kişilik bir römana dögru. Yaşadıklarımız şayet bir römansa eger, Aynı sayfada bir gun karşılaşmamızı dilerim.

7


Mahmut SİZOR

BİR SAĞALTIM ÇEŞİDİ OLARAK ŞİİR

Çünkü insan nasıl psiko-sosyal bir canlıysa şiir de bu unsurları yatağını oluşturur. Ulaşmaya çalıştığım fikri gizleyerek ve anlamlara çarparak naklettiğimin farkındayım. Belki de hala asıl sorumuza dönmedim. Çünkü bu bir düz yazı. Şiir değil, sanki zorla yaşıyorum her düz yazı okuyuşumda ve yazışımda. Bu hareketsiz yaşamın monotonluğuna sert bir tokadı şiir atacak diye beklemek manidardır.

Neden boşaltmak isteriz derinliğimizi kaygımızı, daha da derdimizi. Şiir dürtüseldir diye bağırmaktan sıkıldım. İçinden ne gelen varsa yazarsın. Düze çekilebilen bir sanat icra edilmez burada. Ne varsa odur çıkan ürün. Dışardan bakılınca revize edilmesi düzeltilmesi gerektiği düşünülür ama öyle değil. Zaten şiir yazabilen kişi zihnini alaboraya teslim etmeden bir ana kucağı gibi sağaltır fikri, duyguyu, izlenimi. İmpulsif olanın ardında ne varsa transfer eder kâğıda. Şimdilik bize meraklandıran ve yaralayan soru çıkar karşımıza: şiir yazmaya neden ihtiyaç duyarız.

Çok uzun zaman geçti bu metni yaşamamla, yazmam arasında. Çünkü şiir olgunlaşmış, hayata yetişebilmiş bireylere aittir, bu sınıflama dışında kalanlara oranla. Ve ben her şeyden önce bir birey olarak kendilik savaşımında şiirin sağaltım işlevini kullanırım. Ne zaman, toplum tarafından hoş karşılanmayacak düşlere dalsam şiiri araç ediniyorum. Bir meta değil, sakın yanlış anlamayın. Şiirin salt sağaltım olduğunu söyleme, şiiri metalaştırmaktan öteye geçmez.

Hikâye yazmak roman yazmak vb. şiirle aynı yola giremeyecek kadar farklılar. Şiirin kalıcılığını her ne kadar açıklayamasam da derinlerden geldiğini ve bireyi manyetikleştiren bir işleve sahip olduğunu söylemekten aciz olmayacağım. Her şeyin belki de kendimin bile aksine gidip şiiri ulaşılmaz bir kutsallığa itmek bireyi sadece nefes alan bir canlı saymaktır. Bu edilgenlikte bulunmayacağım. Şiirin sağaltım görevi de gördüğünü ispatlar nitelikte argümanlarla karşınıza da çıkmayacağım. Zamanla olgunlaşan zihnin, şiirden beklentisi bu dingin ve yorgun hissi azaltmasıdır.

Zamanın hızına yetişemeyen diyorum çünkü dayanılmaz ruhsal ağrıları olan bireylerimiz var. Bu makaleyi okuyanlardan biri neden bu şanslı kişi olmasın. Şanslı diyorum çünkü sağaltımın şiirdeki önemini en iyi kavrayacak yine onlar. Bu konuda herkesin bir sözü, sözcüğü, makalesi bulunabilir ama duyumsamak çok ayrı bir boyut. Herkese nasip olmuyor.

Şiir, azaltır bizi, kendimizden toplumdan. Yetmez mi kişinin kendisiyle savaşımında görünür bir dış ürüne dönmesi. Düşüncelerimizi somutlaştıramadığımızı söyleyen rasyonel görüşün şiire darbesini bir devrim yıkacak: 2. Yeni şiiri. Şiirin bireyden bile arındırılması gereken sanatsallığı garip şiiriyle yeterince vurgulandı sanıyorum. Boşluğa düşen insanın çıkış yolu aramadan önce başvurması gerekli merci şiir neden olmasın. Peki başta da sorduğumuz gibi neden şiir yazılır ve en tehlikelisi bir başkası nasıl okur yada okumaya çalışır bu iç çıkartmasını?

Patolojik kişiliklerin içrel dokunuşlarını kâğıda dökmek isteyişleri sadece bir istekten kaynaklanmaz. İhtiyaçtır. Karşılanmalıdır. İnsanidir. Terapilere harcanan paralarla şiir yazılabilir demeye getirmiyorum. Keşke böyle bir vurguya değinebilsem. Maalesef o kadar marjinal meseleleri açacak derinlikte bir zihne sahip değilim. Şimdilik şiirin sağaltımsal fonksiyonlarıyla ilgilenmek yeterli görünmektedir.

8


Zeki ALTIN KÜÇÜ(RE)K ÖYKÜLER ZİNCİRİ 1. Uçan Mektup Elinde aldığı mektubu okumaya razı değildi gönlü. Önce mektubu şöyle bir sıkı sıkı göğsüne bastırdı. Sonra derin bir koklayış ile sevda hasretini gidermeye çalıştı yüreğinde. Uzun zamandan beri görmediği sevdiceğinden ona gelen tek mektuptu bu. Gözleri yaşardı yavaştan. Sonra katre katre düştü gözyaşları yanaklarından... Tam onu unutacağı zamanda gelmişti bu mektup. Metruk bir viraneye çevirdi yüreğini adamın. Mektubu okumaya başladı. Bir yandan hıçkırıklar içinde ağlarken bir yandan da mektubu okumaya devam ediyordu. Sonra elinden mektubu düştü. Rüzgârın esmesiyle yavaş yavaş sanki bir sevgili gibi sanki sevgilisi gibi ondan uzaklara doğru gidiyordu. Başını kaldırıp mektubun ondan uzaklaşmasını acı bir içağlayışla seyrededurdu. Şiddetini arttıran rüzgâr mektubu elinden tutup kaldırırcasına göğe doğru yükseltmeye başladı. Adam oturduğu yerden kalktı ve sessiz bir şekilde yoluna devam etti. Uçan mektup göğün maviliklerine doğru yol aldı… 2. Ay Perisi Sakin bir gecenin en ışıltılı ay mehtabında, dışarıda sessiz sessiz sallanan ve her sallanışında yaprakların o hışırtılı konuşmalarını duyan Ay Perisi, yine aynı güzelliğiyle karşımdaydı. Yürüdüğü vakit saçlarını rüzgârın parmaklarıyla tarayan Ay Perisi yine gecenin karanlığını yüzündeki parıldayışla aydınlatıyordu. Uzak şehirlerde yaşayan meczup delikanlıların her yıl belli dönemlerde Ay Perisini görmek için geldiği masal diyarıydı burası. Ama hiçbir delikanlıya Ay Perisini görmek nasip olmuyordu. Geldikleri gibi tekrar elleri boş geri dönüyorlardı. Daha doğrusu yürekleri boş dönüyorlardı. Hayal kırıklıkları heybelerini dolduran tek azıkları oluyordu delikanlıların. Derken uzakta, çınar ağacının yanında Ay Perisi nehrin kenarına doğru yanaştı. Sonra narin bir şekilde eğilip elini nehrin o berrak suyuna daldırdı. Bir avuç su alıp dudaklarına götürdü. Sonra tekrar yavaşça kalkıp geldiği yöne doğru içtiği nehrin suyu gibi akıp gitmeye başladı. Ay Perisi güzeller güzeli yüzünü ayın mehtabına çevirdi. Ve bir anda göğe doğru yükselmeye başladı. Birkaç saniye sonra gözden kayboldu... Ay Perisinin kaybolmasından birkaç dakika sonra üç delikanlı daha geldi nehrin kenarına. Ama onlar da diğerleri gibi Ay Perisini görmeyi başaramadan tekrar geldikleri diyarlara geri döndüler… Elleri boş, yürekleri buruk ve yüzlerinden düşen bin parça idi.. 3. Cevabı Bulunamayan Sorular Kafilesi Ellerini ceplerine koymadan önce bir sigara yaktı. Derin derin çekti o nikotinli dumanı içine. Sonra bir iki nefes daha alıp sanki içtiği sigaranın tadını beğenmeyen bir yüz ifadesiyle ve biraz da hırçın bir duygusal tavırla sigarasını yere attı.. Yürümeye devam ediyor, aynı zamanda yanında uçsuz bucaksız uzayan denizin durgun sularına bakınıyordu. Aklına gelen soruları kovmaya çalışırken daha çok yakalanıyordu o sorulara. Belki de yüzleşmeliydi aklını meşgul eden bu sorularla. Ama o kadar meşakkatli sorularla yüzleşmeye gücü yoktu. Bundan şu an için emindi. Taa ki bu gücü kendisinde bulduğuna emin olana dek, bu sorularla karşı karşıya gelmemeliydi. Yürürken adımlarını hızlandırdı. İleride bir bank gördü ve yanına yaklaşıp banka oturdu. Uzun uzun denizi dinledi. Onunla konuşur gibiydi, derdini dinler gibiydi…. Başını kaşıdı, gözlerinde akan yaşları durdurmak için gözlerine götürdü elini. Nafile akacak yaş gözde durmaz. Durmadı da... Işıl ışıl parıldayan yıldızlara baktı sonra. Son bir uyuşukluk hisseti bedeninde, ardından ağır ve ağrılı bir öksürük... Yavaşça banktan kalktı. Çünkü gitmeliydi. Ama nereye? Gitmeliydi. Ama kime? Kimsesi kalmamıştı... Sükûtunu bir ceket gibi üzerine giyindi ve karanlıkların içine doğru yol almaya başladı… Tünelin sonunda ışık var mıydı, onu da bilmiyordu.

9


Emre AKKUŞ

BÜYÜK ŞEF

( Vivarlı Rodrigo Diaz'a Ağıt)

Göğsünde tahta parçası ve demir Ne idüğü belirsiz avare bir ok Az öncesinin beli bükülmez şövalyesi Şimdi ölümün habercisi O cesur ve yiğit yürek Şimdi kara toprağın müjdecisi

Göğsünde bir tahta parçası ve demir Ne idüğü belirsiz avare bir ok Az öncesinin beli bükülmez şövalyesi Şimdi ölümün habercisi O cesur ve yiğit yürek Şimdi kara toprağın müjdecisi

Savaş en derin dehşetiyle devam ederken İspanyol topraklarında Başları dik ve gururlu, Valensia surları Bekler kurtarılmayı Havada uçuşur kılıçlar, oklar, mızraklar Kime denk geleceği ilahi tayini Sahil ve kumlar şarap kızılı Ve ceset bahçesi gibi Dehşet fışkırır tüm alan Ve de Valensia Kalesi

Ufukta portakal gibi bir güneş doğarken Şövalyelikten terfi eder bir kişi Tarihe ve efsaneye altın harflerle Göğsünde bir ok parçası ile Son kez kuşandığı atı ile birlikte İspanya’nın onuru üzerine Kralının yemini ile Dört nala koşar, Son hücum emri ile

Göğsünde tahta parçası ve demir Ne idüğü belirsiz avare bir ok Az öncesinin beli bükülmez şövalyesi Şimdi ölümün habercisi O cesur ve yiğit yürek Şimdi kara toprağın müjdecisi

.................. cennet serin ak bir gölge bir kadının gülümsemesinde cehennem yakıcı kara bir gölge bir kadının gülümsemesinde.

Büyük şef, İspanyol kahraman Yiğit ve mert bir atlı Ün saldı hem adıyla Hem de tüm Avrupa'ya Kaç ceset yolladı kumsala Savaşın mübahlığı içerisinde gururla Dönüp bakar iken Valensia’ya Kılıç kalkan sesleri kulaklarında Hücum etse de korkularına

10


Zeki KUAS

GÖZLERİN DİYORUM HAYATIMIN GAZZE ŞERİDİ

Sezen Aksu’nun bir şarkısında vazgeçtim şair olmaktan. Yine de aynı şarkıda vazgeçemedim gözlerinden. Pekte mümkün değil, gözlerine değinmeden şiir yazmak. Lakin başka gözlere değmiş senin gözlerin Kurşun döksek diyorum Kılıç çeksek, çarmıha gersek Anadolu’nun kapılarına dayanıp türkü söylesek, şiir okusak, Adetleri değiştirsek diyorum Durun siz kardeşsiniz Katlinize fermanı bir kalleş yazmış Bu cinayet işlenemez desek iki gözüm iki Çeşme, seninkiler yeşilin en güzel tonu... Hani diyorum Halil İbrahim’in sofrasında Buluşsak, Havva’nın elması, Ermeni narı, Yörük Ayranı, Kürdün otlu peyniri, Fırat'ın suyu, Dicle’nin kıyısı Ve tıka basa dost kalksak sofradan. Adam olsak artık. Dersimize Dersim’de ara versek Ve yaksak tüm kitapları tabularla beraber. Şiirler ve romanlar hariç Gazze şeridi gibi gözlerimin önünden geçiyor hayat. Bir tek sen geçmiyorsun Uğramaz oldun Umut bilekten önce kesilir Sessiz sedasız gecekondularla dolu bir muhitte Seni aklıma düşüren yer çekimine karşı koyamıyorum. Fakat bu şarkıda her şeyden vazgeçiyorduk Gözlerin değmezmiş gözlerime.... Ne sen ne de tarih bir daha tekerrür etmez Gözlerinden öperim...

11


İdris SEZGİN KÖY uzun ama ince yollar açıyor gövdemde nar çiçekleri bahçede küçük bir oda, kırmızıya hayran siyah bir yılan. kuyruksuz bir şahmeran gibi uykunun baş ucunda. vantilatörle kuruttuğum dağınık saçlarım, çocukluğumun yüzdüğü koyunlu nehir kendini boğan tezekli kokuyla büyüyor. saçaklarımdan yağmurla inen kirli şiir çürük dişlerimi sakladığım duvar çatlaklarıyla küf... bir anlamı yok diye mezarlar isimsiz duayla büyür uzun boylu kazılır bebeklerin. yanaklara sürülen kaplumbağa yumurtasının mor kokulu tılsım büyüleri dünyanın kayıp aynasıdır benim köyüm.

Muhammed ÜNAL__ GÜLÜŞÜ KALDI Bir gülüşü kaldı odamda Ömrümü verebileceğim Güldü diye güldüğüm... Yüreğimin derinliklerinde Yankılanan Tenha kıyıları döven Uykularımı bölen Hatırladıkça ısıtan Şiirler yazdıran İşte bir tek Gülüşü kaldı odamda.

12

_________


Söyleşen: Zeki Altı

Cihat Albayrak 1988 Van Erciş doğumlu. İlk ve orta öğrenimini Van'da tamamladıktan sonra 2006'da İstanbul Üniversitesi Hasan Ali Yücel Eğitim Fakültesi İngilizce Öğretmenliği programına giriş yaptı. 2010 Haziran ayında bu programdan mezun oldu. Edebiyata olan ilgisi Victor Hugo'nun Nişanlıya mektuplar adlı, ölümünden sonra yayınlanan kitabı ile başladı. Mektup türünde kitaplar ile okuma sürecine başladı . Üniversite yıllarında, eğitim fakültesinin ilk edebiyat dergisi ‘Araf’ı kurdu ve dergi bir buçuk yıl yayın yaptı. Özellikle deneme türünde eserler veren Albayrak, kitap eleştirileri de yayınlıyor. Bu çalışmaları Ay Vakti, Ihlamur, Mevsimsiz, Melantis Edebiyat dergilerinde yayınlandı. Müzik üzerine hazırladığı çalışmaları Türkiye’nin ilk ve tek müzik gazetesi olan Mavi Nota’da yayınlandı. Ayrıca Yolcu'da, Adı Yok'ta, Dergah'ta, Serencam'da, Har'da, Akatalpa'da da çalışmaları yayınlandı. 2011 Mart ayında, Hayal Bilgisi Kültür Sanat ve Edebiyat Dergisi'ni kurdu ve yayın yönetmenliğini üstlendi. Halen bu görevinde devam etmekte.

Zeki Altın: Öncelikle selamun aleyküm Cihat Abi, muhabbetimize geçmeden önce kısaca bize kendi özgeçmişinizden bahsedebilir misiniz?

Cihat Albayrak: Erciş’te doğup büyüdüm. İngilizce öğretmeniyim. İstanbul Üniversitesi’nden mezun olduktan sonra, ilk ve orta eğitimimi aldığım okulu 1. tercihim olarak yazdım ve ilk görev yerim, 8 yıl okuduğum, çocukluğumun geçtiği okul oldu. Üzerine ismimi kazıdığım sıralar, teneffüslerimizi haber veren zil, bahçesine ahşap elektrik direklerinden yaptığımız kaleler yerliyerindeydi. Çocukluğumuz tekrar yaşamaya başlamıştım ki, 23 Ekim 2011’de deprem oldu. Deprem bu şehirde yaşayan hemen herkesin yaşantısını büyük oranda değiştirdi. Okulumuz depremin ardından yıkıldığı için o günden bu güne pek çok okul değiştirdim. Şu an Sezai Karakoç Orta Okulu’nda görev yapıyorum. Depremin kısa süre öncesinde Hayal Bilgisi Edebiyat Dergisi’ni çıkarmaya başlamıştık. Ancak asıl gayretimiz depremin sonrasında oldu. Hayal Kitabevi’ni kapatmak zorunda kalmıştık ve dergi öğretmenlik mesuliyeti haricindeki tek uğraşımızdı. 14. sayısına kadar sürdürdük çok şükür. Hayal Bilgisi vesilesi ile tanıştığım Ayşe Ünsal ile evliyim ve çalışmalarımıza devam ediyoruz.

Zeki Altın: Birçok dergide eserlerinizin yayınlandığını ve hala de yayınlamaya devam ettiğinizi biliyoruz. Derginizin yayın yönetmenliği yanında edebiyathaberleri.com adlı bir de siteyi yönetiyorsunuz. Bir de katkı sunduğunuz diğer siteler var. Ayrıca öğretmenlik mesleğinizin koşturmacaları. Bu kadar yoğun bir çalışma içinde ‘’ ahh keşke şu edebiyat işine bulaşmasaydım’’ dediğiniz oluyor mu?

Cihat Albayrak: Aksine, aynı sorgulamayı bazen öğretmenlik için yapıyorum. Dünyanın en zor mesleği belki de. Çocukları sevdikçe, önemsedikçe sorumluluklarınız artıyor. Ben hayatıma dahil olan her şeye içgüdüsel olarak eleştirel bir yaklaşım sergiliyorum. Öğretmenleri de fazlasıyla eleştiriyorum elbette. Ama bu eleştirilerin her biri, beni de şekillendiriyor ve her yeni gün yapılacaklar listem uzayıp gidiyor. Uzun süredir fikirlerimi ertelemiyorum. Bu yüzden 24 saat içerisinde hem iyi bir eş, hem iyi bir öğretmen olmaya çalışıyorum. Hayal Bilgisi Dergisini, edebiyathaberleri.com internet sitesini ve adını koyduğum ya da tanımlamadan çaba gösterdiğim pek çok projeyi aynı anda yürütmeye çalışıyorum. Bunun sonucunda çok fazla hata yapıyorum. Dostlarımızla küsüyoruz, haddimizi aşıyoruz, altından kalkamayacağımız işlere giriyoruz, mahcup oluyoruz, sözlerimizi tutamıyoruz; ama öğreniyoruz. Edebiyat dergisinin bize sağladığı en büyük imkan bu; hata yapa yapa öğreniyoruz. Dergiye başladığımda henüz 23 yaşındaydım. Hayal Bilgisi benim ustam oldu. Şiiri, üslubu, edebi, vefayı bu dergi ile öğrendim. Bu dergi ile dert’lendim. Dergi dahil, hemen her uğraşımız iyilik fırsatlarını değerlendirme adına kullandığımız araçlar… Yıllar geçtikçe dostlar artıyor, iyilik çemberimiz büyüyor. İnşallah “keşke” demeden emek vereceğimiz daha çok projede yer alacağız.

13


Zeki Altın: Hayal Bilgisi edebiyat dergisi çerçevesinde birçok güzel etkinlikler gerçekleştirdiğinizi biliyoruz. Bunlar arasında kütüphane olmayan okullara kütüphane oluşturma, yazar ve şairler ile okurları buluşturan fuarlar düzenleme, imza ve söyleşi günleri, şiir yarışmaları… daha bunun gibi onlarcası. Hayal Bilgisi hem okutuyor hem sosyalleştiriyor. Genel anlamda böyle etkinlikler düzenleyen dergi sayısı çok fazla değil ülkemizde. Sizce Hayal Bilgisi kendisini yeterli oranda etkinlikler yapıyor mu? İleriye dönük daha başka etkinlikler yapmayı düşünüyor mu?

Cihat Albayrak. : Maalesef Hayal Bilgisi hayat bulduğu topraklarda yeterince tanınmıyor. Bizim kıskanarak takip ettiğimiz Konya gibi, Sivas gibi, Trabzon gibi bir kitlemiz yok. Mesafeler büyük bir engel. Dergi ile birlikte heyecanımızı ve hevesimizi de kargolayamıyoruz başka şehirlere. Buna rağmen ortak vicdan ile gurur duyduğumuz birçok şey yaptık. Yalnızca bir tanesini ifade etmek istiyorum. Görev yaptığım okulların birinde kış mevsiminde bir öğrencimin ayakkabısı yırtılmıştı ve sınıf arkadaşları onunla dalga geçiyorlardı. Bir şeyler yapmalıyım, dedim. Dikkatle bakınca, birçok öğrencimizin ayaklarını sıcak tutacak ayakkabılarının olmadığını fark ettim. Hayal Bilgisi adı altında toplanan iyi insanlardan, Mecid Mecidi’nin yönettiği Cennetin Çocukları adlı filmi izlemelerini istedim. Ayakkabıya ihtiyacı olan çocuklarımızı tespit ettim. Ayakkabı numaralarını öğrendim. Filmdeki iki kardeş, Ali ve Zehra’nın isimleri ile paylaştım bu ayakkabı numaralarını. 60 çocuğumuzun her birine ayrı ayrı, okul çıkışında, hiçbir arkadaşlarına belli etmeden, gururlarını kırmadan hediye paketleri ile verdik ayakkabılarını.

Cihat Albayrak.: Bir çocuğu mutlu etmek, ne büyük bir edebiyat ödülü almaya benzer, ne fuarlarda karşında binlerce insanın imza kuyruğuna girmesine. Bu yüzden, Hayal Bilgisi’ni daima bir iyilik projesi olarak sürdüreceğiz. Bugün Van’da, yarın İstanbul’da, bir başka gün Muğla’da… Tamamen para odaklı hale gelen edebiyat ortamının ‘profesyonel ya da merkez’ etiketinden uzak duracak, amatör olarak iyi adamlar olmaya gayret edeceğiz.

Zeki Altın: Cihat Abi, Hayal Bilgisi ile en çok özdeşleşen sözlerden biri de Yahya Kemal Beyatlı’nın ’’İnsan âlemde hayal ettiği müddetçe yaşar.’’ sözü. Dergi hemen her sayı da bu slogan ile okur karşısına çıkarıyor? Sizin için bu söz neden bu kadar önemli?

Cihat Albayrak: Çünkü gelişmekte olan her ülkede olduğu gibi bizim ülkemizde de hayallerimiz değil, ailemiz ve çevremiz şekillendirir hayatımızı. Yeteneklerimizin, ilgilerimizin, heveslerimizin bir somun ekmek kadar kıymeti yoktur geleceğimiz planlanır, bize başkalarının hayatı dayatılırken. Yarısından fazlasının doğum günü 1 Ocak olan bir nesil olarak hayallerimizle aramızda inşa edilmeyi bekleyen köprüler var. Hayal Bilgisi bu köprülerden birisi…

Zeki Altın: Hayal Bilgisi olarak birçok yazar ve şaire ilk meyveleri, ilk göz ağrıları olan ilk kitaplarının çıkmasına vesile oldunuz? Ayrıca Hayal Bilgisi ile edebiyat dünyasına gözlerini açan yazar ve şairlerin bazıları şu an edebiyat dünyasında kendine yer edinme yolunda sağlam adımlar ile ilerliyor. Hayal Bilgisi için edebiyatın kapısı nitelendirmesi yanlış olmaz sanırım. Siz ne düşünüyorsunuz bu konuda?

Cihat Albayrak: Birlikte yola çıktığımız dostlarımızın bir kısmı ile yollarımız ayrıldı. Kimisi edebiyat ile arasına duvarlar ördü. Kimisi ‘taşra’ olmayan dergilerde yazıları yayınlanınca büyük şair/öykücü olacağını zannederek, bu uğurda dostluklarını sattı. Aramıza her yeni sayımızda yepyeni dostlar katıldı. Aşağı yukarı 300 farklı isim yer aldı dergide 14. sayıya dek. Bize gelen her maile, her mesaja cevap veriyoruz. Yazıları didik didik inceliyoruz. Bazen yalnızca tek satırın, tek dizenin hatırına genç kalemleri ağırlıyoruz sayfalarımızda. Dergilerle birlikte mektuplar gönderiyoruz. Gerçekten iletişim kurmak ve edebiyatı amaca dönüştürmemek istiyoruz. Türkiye’nin hemen her şehrinde ailemizden biri gibi güvenebileceğimiz insanlar tanıyoruz artık. Heyecanımız canlı kaldıkça, bu zincir büyüyecek İnşallah

Zeki Altın: Şiir yazdığınızı biliyoruz Cihat Abi. Hatta şiirlerinizi bir araya getirerek çıkardığınız Huzur Koleksiyoncusu adlı bir şiir kitabınızda var. Şiirin yanı sıra sizin Hayal Bilgisi ve diğer dergilerde yayınlanan öykülerinizi de görüyoruz. Öykü Cihat Albayrak için ne ifade ediyor? Hayatım boyunca yalnızca askerdeyken şiir yazdım. Huzura en çok ihtiyacım olduğu günlerde, ruh sağlığımı koruyabilmek için şiire sarıldım ve Huzur Koleksiyoncusu’nu işledim kağıda. Bir daha şiir yazar mıyım, bilmiyorum. Hayatım boyunca yalnızca askerdeyken şiir yazdım. Huzura en çok ihtiyacım olduğu günlerde, ruh sağlığımı koruyabilmek için şiire sarıldım ve Huzur Koleksiyoncusu’nu işledim kağıda. Bir daha şiir yazar mıyım, bilmiyorum.

14


Cihat Albayrak: Öykü, kendimi daha kolay ifade edebildiğim bir tür. Çünkü etrafımda çok fazla hayat hikayesi var. Ancak yazma eylemini en faydalı bulduğum zamanlar, Hayal Bilgisi’ne önsöz yazdığım zamanlar… Çünkü kendimi tanıtırken de ifade ettiğim gibi, hitap etmeyi, eleştirmeyi seviyorum. Bu aynı zamanda bir özmuhasebe de olduğu için, her önsözün ardından değiştiğimi hissediyorum. Kim bilir, belki bir gün bu önsözler bir çalışmada toplanabilir. Henüz yayınlanmayan ancak yakın zaman önce eşimle birlikte yazma sürecini bitirdiğimiz masal türünde bi eserimiz var. Uzun zamandır kişisel gündemimizde olmasına rağmen, başlayamamıştık. Kültür Bakanlığı’nın desteği ile 2014’ün ikinci yarısında ülkemizin 52 ilini konu alan 52 masal yazdık. Çocuklar için yazmak bizim için yepyeni bir heyecan oldu. Yazarken en zorlandığımız türün masla olduğunu itiraf etmeliyim.

Zeki Altın: Dört Kalem Dergisi olarak size ve sizin nazarınızda Hayal Bilgisi ailesine teşekkür ederiz, bu güzel söyleşi teklifimizi kırmadığınız ve Hayal Bilgisi gibi güzel bir dergi ile yeni kuşak yazar/şairlerine öncülük ettiğiniz için. Son olarak bizlere edebi dergicilik ve edebiyat yolunda ileriye dönük hangi önerilerde bulunursunuz?

Cihat Albayrak: Öncülük etmek gibi bir amacımız olmamasına rağmen, özellikle edebiyat dergileri hakkında genç arkadaşlarla zaman zaman tecrübelerimizi paylaşıyoruz. Ancak bunlar genellikle teknik konular oluyor. Çünkü bir dergi çıkarma noktasına gelmiş her oluşum, daha önce yayınlanan bütün dergilerden farklı üsluplar, eserler barındırıyor ve ilgiyi hak ediyor. edebiyathaberleri.com internet sitesini yayına aldığımızdan beri çok sayıda edebiyat dergisi adresimize geliyor. Hemen hepsinde şaşırtıcı derecede iyi eserler okuyoruz. Paranın, siyasetin, ideolojinin, çıkarların arkasına sığınmayan bütün dergiler ulaştıkları her noktada ilgi görüyor, amaçlarına ulaşıyorlar. Bu nedenle, şahsınızın ve derginizde yer alan öteki kalemlerin edebiyat bağlamında “hırs” tuzağına düşmedikçe, kağıt üzerinde ya da pratikte iyi eserler vereceğinizden şüphem yok.

HAYAL BİLGİSİ EDEBİYAT DERGİSİ

15


MEHMET AKİF ERSOY DOSYASI 16


DOSYA

nı, ömrünü davasına adadı. Akif bu davada olmaktan büyük bir şevk ve heyecan duyan bir aksiyon insanıydı. Ona göre aksiyon imanın yarısı idi. Özü sözü bir insandı. Tahlilleri eleştirileri gerçekçi ve nesneldi. Çeşitli devlet memuriyetlerinden sonra o meşhur yemin töreni ile İttihat ve BÜYÜK BİR ‘’MÜSLÜMAN’’ TÜRK Terakki Cemiyetine katıldı. Gizli ve açık olarak birçok yerde görev yaptı. Daha sonraki yıllarda Eşref Edip ve Mehmet Akif denilince aklımıza ilk gelen şey İstiklal Marşı ya da Çanakkale Destanıdır. Lisede edebiyat öğret- Ebulalı Mardin ile ismi Sebil’üs- Reşad olarak değiştirilen dergiyi çıkarmaya başladılar. Dönemin sosyal ve siyasi meniniz kaliteli ise belki biraz daha derinlemesine anlamışsınızdır Akif’i. İçinde bulunduğumuz dönemi daha iyi olayları hakkında ve kendi fikirlerini açıklayıcı yazılar anlayıp kavrayabilmek için Asım neslini bilmek ve yaşa- yazdılar. Nitekim bu derginin de sonu diğer dergiler gibi mak gerekir. Tabi bunun için önce Akif’i tanımak gerekir, istiklal mahkemelerinde bitti. okumak gerekir. Akif kültüründen uzaklaşan bir toplumun tarih sahnesinden silineceğini bildiği için kültür ahlak olarak Doğu’yu Akif’in asıl ismi Ragıyf’dır. Nüfus kaydında Akif olayani özümüzü korumamız gerektiğini ancak batının da rak geçmişlerdir. Babası hariç herkes ona Akif diye sesleilmini almamız gerektiğini savunuyordu. Bir asır öncesinnir. Babası Fatif müderris ve mücizlerinden Tahir Efenden bizlere şu nasihatte bulunuyordu. di’dir. Annesi soyu Buhara’ya dayanan Emine Şerife Ha-

Yusuf DOĞANSOY

nım’dır. Akif düzenli bir aile eğitiminden geçmiş babasından Arapça ve İslami bilgiler eğitimi almış. Fransızcayı kendi çabaları ile öğrenmiş. Ülkenin durumununum nasıl düzelteceğine yönelik kafa yorup düşünen bir insan. Akif’in asıl kişiliğinin Baytar Mektebi ile ortaya çıktığını görüyoruz okulda sosyal faaliyetlerde gayri Müslimlerin başarılarını gören Akif bunu kendine ve Müslümanlığına yakıştıramadı. Çalışarak okulunu birincilikle bitirdi, hatta yüzme ve güreş alanlarında da çok iyiydi. Okul yıllarında ve hayatının sonrasında kendini, sanatı-

17

Yarının ilmi nedir, hâlbuki? Gayed müdhiş: ‘’ Maddenin Kudret-i zerriyesi’’ uğratıcı iş.


DOSYA

Mehmed Akif Ersoy Mısır Apartmanı’ndaki dairede hasta yatağında.

Kendimizi ve kılavuzlarımızı bir sorguya çekelim. Ne okuyoruz? Ne için okuyoruz? Ahlaksız bir ilim, imzalı bir kâğıt parçasından başka ne olabilir ki? Akif İslam’ın ve Müslümanların haline bakıp perişan oluyordu, nasıl ki Hristiyanlar birlik içinde bir yapı oluşturuyorsa Müslüman milletler de bir araya gelmeli kendi birliğini oluşturup ancak kurtuluşa onunla ereceğine inanıyordu. Eserlerini Safahat adlı eserde topladı. Balkan Harbinden Cumhuriyetin ilanına kadar Akif Türk-İslam sentezinin sesi oldu. Onun milliyetçiliği ne Atatürk’ün ne de Ziya Gökalp’ın milliyetçiliğine benziyordu. O her şeyden önce insanları Müslümanlık çatısı altında topluyor, daha sonra insani özelliklerine bakıyordu. Cumhuriyet ve yapılan inkılaplarla Akif ve iktidarın arası açıldı, fikir çatışmaları yaşanmaya başladı. Akif’i artık hafiyeler takip etmeye başlamıştı. Girip çıktığı yerler kaydediliyordu. Akif bir vatan haini gibi yıllarca çalıştığı istihbarat tarafından takip ediliyordu. Ama neden? 1925 yılında Mısır’a Abbas Halim Paşa’nın yanına gitti. Gitmek zorunda kaldı. Belki şapka meselesi yüzünden belki ailesinin can güvenliğini sağlamak için. Acaba Akif bu milletin iyiliğini düşünmese, fedakârlık etmese, Mısır’a gitmese ne olurdu? Emin olun tarihimize kapkara sayfalar eklenirdi. Çünkü Akif fikirlerini asla değiştirmezdi. Son dönemlerinde verdiği bir röportajda da kendisi bunu dile getirdi. Mısırda yazdığı yazılarında devlete karşı hiçbir şey yazmadı.

18

Mısır’dan 1936’da döndüğünde ağır hasta idi. Taksim İstiklal Caddesi’nde Mısır apartmanında gözlerini hayata kapadı büyük şair. Cenazesi üniversite öğrencileri tarafından sessiz törensiz bir şekilde defnedildi. Mezarlığın inşasını bile üniversite gençliği harçlıklarını toplayıp kendi imkânları ile yaptırdılar. Cenaze töreninde bile gizli ve açıktan polis ve hafiyeler vardı ve her şeyi kayıt altına alıp, törene katılanları rapor edip Ankara’ya bildiriyorlardı. Akif’in oğlu da Taksimde harabe bir evin içinde fakirlikten öldü. Bazı devlet adamlarının çocuklarına ömür boyu maaş bağlayanlar, İstiklal şairini ve ailesini sefalete mecbur etti. Sadece bu ayıp bile tarihimizi anlamamız ve sorgulamamız için yeterli. Akif’in ölümü üzerinden 78 yıl geçti Rabbim mekânını cennet eylesin, hala Akif’i anlayamamanın sıkıntılarını çekiyoruz. Anma törenleri düzenliyoruz. Acaba Asım nesline ne kadar benziyoruz?


DOSYA

Mehmet Akif, çocuğu ve torunuyla

Abdurrahman BALTA HAKİKAT AŞIĞI BİR ŞAİR: MEHMET AKİF ERSOY “… Haykır! Kime, lakin! Hani sahipleri yurdun? Ellerdi yatanlar, sağa baktım, sola baktım; Feryadımı artık boğarak, na’şını, tuttum, Bin parça edip şi’rime gömdüm de bıraktım.” Hüsran / Mehmet Akif ERSOY

Akif, bu dizeleri yazdığında tarih Ekim 1919’u gösteriyordu. Yani bütün İslam âleminin ve Anadolu’nun ateşten bir çemberden geçtiği, bir hilal uğruna toprağa düşülen o zor günleri… Niyetim o günleri tekrar anlatmak değil, aksine, Mehmet Akif’in hislerini sizlere tekrar hatırlatmaktır; Allah, bu millete bir daha böyle zor günler, böyle tarifsiz acılar yaşatmasın. Lakin üstünden neredeyse bir asır geçmesine karşın, Akif’in bu feryadını duyanlar, o kara günlerin sancısını içten yaşıyor, adeta aynı dertli gönüller Akif misali haykıracak eller arıyor ve içinde taşıdıkları manevi yaraları aynı mısralarla tedavi ediyorlar. Mehmet Akif’in, kendinden sonra ki birçok şairi, düşünürü, devlet adamını etkileyen bu denli güçlü kalemi, sadece “Milli Şair” olması hasebinden değildi elbette. Bu milli duyguları besleyen, geçmişle yaşadığı devir arasından köprü vazifesi gören ve en önemlisi de şahsiyetini bir dava temeline bağlayan beslendiği kaynaktır. Hiç şüphesiz bu kaynak, Mehmet Akif’in bizzat hüzünlü gönlünde çağlamış ve kendinden sonraki nesillere de idrak edebilme yetisini aşılamıştır. Akif, kaynağının ışığında yazdığı eserlerde mısra mısra hakikati aramış, yazdıklarına duygularından çok tüm benliği katmış ve edebi dilini de bu eksende oluşturmuştur. Şiirlerinin birçoğunda geçmiş ya da hali hazır da bulunan bireylerden ziyade gelecek nesle seslenmiş, onların kalem ve vicdanlarına adeta tercüman olmuştur. Üstelik en kalbi eseri, milletine, ülküdaşlarına armağanı İstiklal Marşı’nı ticari emellere alet olmaması için kitabına almayarak, inancının yanında dizelerinin namusunu da cansiperane korumuştur. Evet, cansiperane diyorum. Çünkü ne Mehmet Akif ne de ailesi bu işten hiçbir dünyevi menfaat elde etmemiş, tam aksine yoksulluk ve hayatın bin bir zorluğuna bir başlarına göğüs germişlerdir. İşte bu büyük “tefekkür abidesi” şahsiyetin, oğlunun ve torunun hayata göz yumuşu, ne hazindir ki yazdıkları kadar sıcak ve bir o kadar keskin tesir etti, buruk sinelerimize…

19


DOSYA

Mehmet Akif Ersoy’un kabri

Mehmet Akif, kimseye “eyvallah” etmediği kısa ömründe; kimi zaman avazı çıktığı kadar haykırır şiirinde, sesini hiç duyuramamış olan bir adam telaşında. Onun kalemindeki bu farklılık ilk bakışta göze çarpar. Kimi zaman coşarak kükrer, bendine sığmaz, taşar. Bazen bunalır, dünyaya küser ama hiçbir zaman umudunu kaybetmez. Gördüğü savaşlara, ıstıraplara, sefalet ve buhranlara aldırmaz. Çünkü atiyi karanlık görüp azmi bırakmanın “alçaklık” olduğunu bilir. Bu alkışlanası tutumunu yazılarına da yansır Mehmet Akif’in. Dönemine bağlı olarak yaşadığı bu “inişli -çıkışlı” ruh hali, bambaşka bir yazın iklimine taşır onu. Bu iklim, Safahat şiirlerinde çıkar karşımıza çoğu kez; “… Ağlarım, ağlatamam; hissederim, söyleyemem; Dili yok kalbimin, ondan ne kadar bizarım! “ Ez cümle Mehmet Akif inandığı gibi yaşamış, yaşadığı gibi de yazmıştır. Bu ilkeler savaşını “his yoksunu” olarak nitelendirdiği yığınlara karşı yürütmüş, bütün hilkatin “lal” kesildiği zamanda en gür sesiyle inancı ve insanı müdafaa etmiştir. Ömrünün her noktasında toplumcu gerçeklere karışmayı reddetmiş, sürgün günlerinde bile bu inancından ödün vermemiştir. Kısacası Mehmet Akif, Hakikate olan aşkını çok sevdiği şiiriyle, kalemiyle dile getirmiş, kendinden sonra gelen nesillere de şiirde, dilde, inançta niceliğin değil, niteliğin önemini vurgulamıştır. İstiklal Kahramanı, Milli Şair, Öğretmen, Mütercim Mehmet Akif Ersoy’u bir kez daha rahmetle anıyor, verdiği mücadelenin biz yeni nesillerde olduğunu hatırlatıyor, ruhunun şad, mekanının Cennet olmasını yüce Mevla’dan niyaz ediyorum… Hürmet ve Minnetle.

20


DOSYA

Mehmet Akif Mısır’da. (Deve üstünde sol; ikinci sırada)

Vahdi GÖKPINAR

‘’ BENİM NEZDİMDE İKİ ŞEY MUKADDESTİR : DİN VE DİL ‘’ Mehmet Akif Ersoy bir duruştur . Bu söz onun duruşunu ne güzel açıklar. Din ve dil.. Akif hayatını bu iki mefhum üzerine kurmuştur. Öyle inanmış öyle yaşamış öyle de bu dünyadan göçüp gitmiştir. Evet, Akif; dini bütün bir Müslüman’dır, vatan şairidir, istiklal marşı yazarımızdır. Bunlar nerdeyse istisnasız herkesin kafasında yer etmiş sözlerdir; lakin onun hakkında konuşurken inceliği ve titizliği elden bırakmamalıyız. Akif duygu yüklü, ince titiz bir adamdır. Yapabildiğim kadarıyla bu noktalarına bir ufak temas etmek niyetindeyim. Beni, hatta bizi desem daha doğru olacak, herhalde en çok etkileyen şiirlerindendir ‘’Çanakkale Şehitlerine’’ yazmış olduğu şiiri. Çanakkale'ye gitmeden duygularla yazılmış bir şiir. Kendini milleti için feda etmiştir. Bu durumda nerde olduğu önemini yitiriyor zaten. Delacroix' e değinmek istiyorum burda ; ‘Halka Yol Gösteren Özgürlük’ yağlı boya tablosu onun eseridir. Delacroix, Ekim ayında kardeşine şunları yazar: Modern bir konuyu, bir barikatı ele alıyorum; vatan uğruna savaşmamış olsam da en azından, onun için resim yapacağım. Onun için keyfime diyecek yok.” Evet bu resim Fransız devriminin simgesi olarak kabul görür... Akif; "Arkamda polis hafiyesi gezdiriyorlar. Ben vatanını satmış ve memlekete ihanet etmiş adamlar gibi muamele görmeye tahammül edemiyorum ve işte bundan dolayı gidiyorum" demiştir. Neden polisi peşine takmışlardı düşünenler için bence malumdur. Mısır'da ise entari giyip dolaşmak yerine ceket, pantolon ve Frenk gömleği giydiği gerekçesiyle kendisine Hıristiyan Âkif , Gavur Âkif denilmiştir. Dil konusunun üzerinde nasıl durduğunu anlamak için şiirlerine bakmak yeterli olur sanırım. Benim burda üzerinde duraçağım ise Prenses Emine Abbas Halime yazdığı mektubtan bir parça... Ünlü şairimiz Nef' i nin : Bana kâfir demiş Müftü Efendi, Tutalım ben ana diyem Müselman Varıldıktan yarın rûz-ı cezâya İkimiz de çıkarız anda yalan.

21


DOSYA

MEHMET AKİF ERSOY’UN, MISIR APARTMANI 22 NO’LU DAİREDE SON GÜNLERİNDE ÇEKİLEN FOTOĞRAFI.

Yolundaki kıtasının temeli olan mazmun, şimdi bildirdiğim gibi, İranlıdan aktarılmış ya da çalınmıştır. Merhum Kemal Bey, Nef'i için: “Acem kervanlarını vuran şairlerimizin en cesuru” der. Gerçekten. İnsan biraz İran edebiyatıyla uğraşır, biraz da bizim eski divanlarımızı karıştırırsa büyük bir hayal kırıklığına uğrar. Ziya Paşa merhumun: Gördüm olmuş halef, selef hep, İran şuarâsına halef hep. Hükmü acı bir hakikattir. Acemlerden alacağımız bir şey kalmayınca, daha doğrusu o edebiyatın modası büsbütün geçince, Batılıları ve özellikle Fransızları soymaya başlamışız. Kendi ruhumuzdan doğma bir edebiyata ne zaman kavuşacağız? Bilemiyorum... Mektup hakkında ne düşünüyorsunuz bilmiyorum. Akif gibi düşünmek zorunda değiliz; lakin düşünmek zorundayız gibi geliyor bana. Değinmeden geçemeyeceğim aynı mektuptaki şu kısıma: Ne yâre yaradı cismim, ne bana: bilmem hiç, İlâhi ben bu bir avuç türâbı (toprağı) neyliyeyim? “Şiiri kadar dünyada beğendiğim söz yoktur” der. İstiklal Marşı yarışmasından aldığı ödülü kendisi için kullanmadığını biliyoruz. Vatana millete hizmet için, Allah rızası için yaptığı işlerden karşılık beklemeyi doğru bulmaması gayet tabii Akif 'in. “Devletin parası deniz” cilerden değildir. Tüllenen mağribi, akşamları sarsam yarana... Yine bir şey yapabildim diyemem hatırına... Makam mevki, şan şöhret ile işi olmaz Akif 'in yalnız vefayı bekler ve unutulmak istemez . Başta onun yetiştiren annesi Emine Şerif Hanım’a ve babası Mehmet Tahir Efendi’ye, daha sonra da Mehmet Akif Ersoy a Allah 'dan rahmet diliyorum. Bir soru sorma hakkım olsa şimdi Akif 'e herhalde sorum şu olurdu: -Bulunduğunuz yerde bülbül var mı?..

22


DOSYA

Alev YILDIZ MEHMET’İM ÜSTAD’IM AKİF’İM… Bir Mehmet geldi bu dünyaya Bir Mehmet Akif Bir daha gelir mi bilmem Nakşederken milletin yüreğine marşımızı Dedi ki; Allah bu millete bir daha İstiklal Marşı yazdırmasın İstemem… Mehmet’im Üstad’ım Akif’im Neler hissettin de bu kadar içlendin… İlmek ilmek dokudun marşımızın her dizesine Vatanımızı, bayrağımızı, milletimizi, Hakka tapan bu milletin hakkı olan istiklali… Bağımsızlığı buram buram nakşettin Kelimelerin özgürlük kokan nefesine Dediğin gibi Akif’im yakışmazdı esaret Türk’e… Mehmet’im üstadım Akif’im Ben marşımızın her bir harfinde seninleyim Bayrak dediğinde damla damla kan olurum hilale Millet dediğinde Vatan uğruna verilen can olurum cephede Bastığım yerler toprak değil bilirim Buram buram kan kokuyor Eğildiğimde Mehmetçik ALLAH ALLAH diyor Dokunduğumda nefes alan can oluyor Akif’im… Derken Mehmet’im Neden azmin bu kadar süreksiz Sen mi yoksa davan mı yüreksiz Titredi içimde bir garip hüzün Her aklıma geldiğinde bu hikmetli sözün Sorar gibi hep karşımdaydı yüzün Yürekliyim Akif’im bu vatan bizim Davam da azmim de son nefesime kadar benim Bu davada kılıcımdır kalemim Bu yolda klavuzumdur sözlerin Gözün arkada kalmasın rahat uyu Akif’im Dediğin gibi sönmez bu şafaklarda yüzen al sancak Vatan topraklarında tüten tek bir ocak kalıncaya kadar Ay yıldızlı al bayrağımız ilelebet dalgalanacak… Şudur benim cihanda en beğendiğim meslek Sözün odun gibi olsun hakikat tek.

23


DOSYA

Mehmet Akif Ersoy arkadaşları ile beraber

Talat ÖZER MEHMET ÂKİF ERSOY ‘UN GÖZÜYLE İNSAN VE İNSANLIK ̎ DÜNYA AYNASINDA ARANILAN YÜZ ASIM PROTOTİPİ ̋ Tarih boyunca birçok bilim adamı ve düşünür insan nedir? İnsanın dünyadaki yeri ve önemi nedir? Sorusuna cevap aramıştır. Türk Edebiyatında geleneksel halde devam eden insan tipinde ilk değişim Tanzimat döneminde görülmüştür. ̏ Yeni insan ̋ tipi dönemin eserlerinde de yüzünü göstermiştir. Mehmet Âkif Ersoy insanın aklı sayesinde diğer canlılardan daha üstün olduğunu ifade etmiştir. Âkif’in zihninde; çalışkan, dindar, dürüst ve ülkesi için mücadele etmekten çekinmeyen, yılgınlığı aklından geçirmeyen idealist bir insan tipi hayali vardır. Günümüz tabiriyle idealize edilen tipin bir elinde Kur’an-ı Kerim bir elinde insanlığa fayda amacı olarak üretilen bilgisayar yer almalıdır. Hem maneviyata bağlı hem de maddi dünyanın değişimlerine hazır bir insan tipi arzulanmıştır. Akif’in zihninde tasavvur eden bu insan tipi ise ülkenin geleceğine taşınacak olan bir meşale bir özveri kaynağıdır. Üstat hiç şüphesiz aklını kullanmaktan aciz olan insana kızgın ve küskündür. Bu durumu ise ̏ İnsan şiirinde ̋ şöyle anlatır: “Haberdar olmamışsın kendi zâtından da hala sen, ‘Muhakkar bir vücudum. Dersin ey insan, fakat bilsen.. Senin mahiyetin hatta meleklerden de ulvîdir. Avalim sende pinhandır, cihanlar sende matvîdir. Zeminlerden, semalardan tasarken feyz-i Rabbani Olur, kalbin tecelli-zar-ı nûr-i Yezdâni. Musaggar cirmin amma gâye-i sun’-i ilahisin … ̏ Hakîm-i fıtratın bir anlaşılmaz sırrı olmuşsun Esirindir tabiat, dest-i tesirindedir eşya; Senin ahkâmının münkadıdır, mahkûmudur dünya ̋ Âkif’in bu şiiri, başaramam düşüncesiyle her önüne sunulanı düşünmeden tembelce kabul eden insana bir söylev niteliğindedir. Pes eden insan başarının uzağında geri kalmışlığın ve yılgınlığın içinde yer almaktadır. Bu durum insanın kendini ve çevresindeki kişileri perişanlığa sürüklemektedir. Âkif, insanın her zaman bir amaç için çalışması gerektiğini söyler ve bu çalışma eylemi olumsuz bir şekilde sonuçlansa da insanın bir gün zafere ve başarıya ulaşacağını düşünmüştür.

24


DOSYA

Üstat İnsanı başarıya taşıyacak unsurları ise sırasıyla şu şekilde ifade eder: hakiki iman, sebat, çalışma sonra sabır gelmelidir. Bu unsurlara sahip kişileri ise Âkif’in kaleminden mısralara şöyle süzülmüştür . “Basta iman-ı hakiki geliyor, sonra salâh Sonra hak, sonra sebat. İste kuzum, Dördü birleşti mi, yoktur sana hüsran artık.” Mehmet Âkif Ersoy ideal insanın yol haritasını bu şekilde ortaya koyarken idealist bir insanın unutkan olmamasına da dikkat çekmiştir. Âkif için geçmiş, bugün ve gelecek için alınması gereken iyi ve kötü gerçekleriyle bir derstir. Olumlu olan şanlı olaylar yarınlarda yeniden yaşanması için örnek teşkil ederken yapılan hatalar ve yenilgilerin ise tekerrür ettirmemesi açısından önem arz eder. Aşağıdaki mısralar ise bu durumu açıklayan edebi bir vesikadır. “Dehşet-i maziyi getir yâdına; Kimse yetişmez yarın imdadına Merhamet yok diyelim nefsine; Merhamet etmez misin evlâdına. İnsanın sözü ve özü sağlam olmalıdır’’ Son iki mısrada ortaya konulan bir gerçekte göze çarpmaktadır. Bir anne baba için evlat gelecek demektir. Bir anne baba kendi yaşayamadıkları hayalleri çocuklarının yaşamasını ister. Başarıya ulaşmada ise aile terbiyesiyle ilk eğitim başlar. Özü ve sözü sağlam olan kişiler ise geçmişten aldıkları ders ile gün ve gelecekte atılımlar yaparak bulundukları toplumu medeniyet ve refah seviyesine ulaştırırlar. Mehmet Âkif Ersoy’un gelecek algısının adını ‘’Asım prototipi’’ oluşturur. Çünkü düşünülen ideal tip bilgi yönünden güçlü, taşı sıkıp suyunu çıkaran bir kalıba sahip olan, Kur’an-ı Kerim’in ışığında yürüyen bir insan olmalıdır. Bu tip ise Gelecek aynası olan ‘‘ Asım’’da şu şekilde ifade edilir. “Ya kemikler ne salâbetli, ya etler ne katı: Tepeden tırnağa, güya dolamışlar halatı, İki üç katlı büküp bir çınarın gövdesine Çok geniş dersen omuzlar, boy o nispette uzun, O ne mevzun kafadır, sonra ne sağlam bir boyun İki çam bölmesi kol, kim tutacak, kim bükecek? O bileklerle o ellerse demirden daha pek Bir Şahâmetli temâsâ ki vücud ürperiyor Asım’ın savleti kuvvet mi sorar hiç adama? Silkiyor dut gibi biçareyi sağdan, soldan.”

25


DOSYA

Asımın amacı hiç şüphesiz Türk İslam davasını dünyada zirveye taşımaktır. Âkif bu düşünceyi şu mısralarla kemikleştirmiştir. “Doğrudan doğruya Kur’an’dan alıp ilhâmı, Asrın idrâkine söyletmeliyiz İslâm’ı.” Mehmet Âkif Ersoy’un bu düşüncesi; Edebiyatta, bilimde, kültürde, sanatta, teknikte en önde ve en azimli olmayı işaret ederken, ülkenin bağımsızlığını istikbal bayrağını en yükseklerde dalgalandırmak için de önemlidir. Âkif oluşturduğu prototipte vatanını, milletini, değerlerini seven ve haksızlık karşısında katiyen eğilmeyen ve kanının son damlasına kadar özüne ve sözüne sadık kalıp, değerleri uğruna aşk ile mücadele etmeyi kendi kimliğine görev bilmiştir. Aksi bir hareket ve tavır kimlik yıkımı ve yabancılaşmayı getireceğini bilmektedir. Asım prototipinde ‘‘ben’’ duygusundan çok ‘‘biz’’ duygusuna önem verilmiştir. Şahsi çıkarla peşinde koşmayan bir tip olan asım ülkesi için çalışkanlığı, azmi kendisine görev bilen emek harcadıktan sonra Rabbine tevekkül eden bir nefer olarak düşünülmüştür. Kısacası Asım prototipi iman, irfan, ilim, şecaat gibi vasıflarla donanmış, batının bilim ve tekniğine sahip, kazandığı temel değerlerini namus bilen, “ideal insan” tipini görmektedir. Âkif’in temel isteklerinden biri de İnsanların Müslümanlığı yaşayarak mutlu olmasını sağlamaktır. Mehmet Âkif Ersoy ‘‘Küfe, Meyhane, Seyfi Baba, Köse imam, Hasta” gibi şiirlerinde çöken toplumun bozulmuşluğunu ve ahlaksızlığını anlatır. Bu durumdan kurtulmanın tek çaresi İslam ahlakıyla hareket etmektir. Üstat doğruluğa ve dürüstlüğe İslam ahlakıyla dönüleceğine inanmıştır. Fakat çevresinde gördükleri İstiklal şairimizin umutlarını çürütmektedir. Âkif insanların doğru ve dürüstçe eğitilmesine çok önem vermiştir.’’ Maarif maarif... Bizim için başka çare yok: eğer yasamak istersek her şeyden evvel maarife sarılmalıyız. Dünya da maarifle din de maarifle. Hepsi, her şey maarifle kaaim. Bizim dinin cehalete tahammülü yok. Cahiller eline geçince mahvolur’’ diyerek eğitimin önemini bizler için vurgulamıştır. Âkif’in hayalindeki insan tipi ‘’Asımın’’ kendisidir. Üstat geleceğe inanç, dürüstlük, çalışkanlık ve erdemle ulaşacağını düşünmüş ve bu düşünceden hiçbir zaman taviz vermemiştir. İstiklal Şairimiz insanların değişmeyeceğini kabul etmez. Âkif’in amacı kendi değerlerinden ayrılmadan ve kendi özüne sadık kalarak değişim sağlamaktır. Yani bilişsel bir eylemle kendi ideallerimizi kendi değerlerimizle oluşturmaktır. Âkif’in insan ve insanlık üzerine görüşlerinin temelinde dürüstlük , inanç ve çalışmak yer alır.

26


DOSYA

Mehmet Akif’in arkadaşlarıyla topluca çekildiği fotoğrafı

Şeymanur YILDIZ MEHMET ÂKİF ERSOY VE TOPLUMUN TEMEL TAŞI AİLE Aile bütün kurumlar içinde en eski ve en önemli kurumlardandır. Oluşum ve işleyiş itibariyle toplumlarda farklılık gösterir. Bu nedenle ailenin ne olduğu, önemi ve gelişimi de toplumdan topluma farklılık göstermektedir. Bu farklılık aile tanımını yapmayı zorlaştırmış ve birçok fikir ortaya çıkmasına sebep olmuştur. Her araştırmacı aile tanımı farklı yapmasına rağmen bazı noktalar da hem fikir oldukları görülür. Bu keşişim noktaları ailenin; biyolojik, psikolojik, ekonomik ve toplumun en küçük birimi olmasından ibarettir. Mehmet Âkif Ersoy ise aile tanımını " Mahalle Kahvesi " adlı şiirinde şu sözlerle ifade etmektedir ; ‘’Sabahleyin kazanç için evden çıkar, çalışır, akşam eve döner, kemal-i izzetle oturursun. Eşin, çocukların, anan, baban kimin varsa senin etrafını sararlar "der. Ona göre aile ana, baba, kadın ve çocuklardan oluşur. Âkif ’in anlattığı aile tipinde, erkek yuvanın reisi, kadın onun hayat arkadaşı, can yoldaşı, çocuklar yuvanın meyvesi, yaşlı Anne ve babalar da korunacak tecrübeli insanlar olarak görülür. Ayrıca ailenin sıcak bir ortam olduğunu ve asıl mutluluğun ailede bulunduğunu belirtir. Âkif, ömrü boyunca eğitime çok önem veren biri olmuştur. İnsanın asıl eğitiminin aile ortamında verildiğini ve ailenin aslında bir eğitim yuvası olduğu görüşündedir. Bu düşüncesini şöyle özetler : " Bu cehalet yürümez; asra bakın asr-ı ulûm! Başlasın terbiyeniz, ailelerden oğlum! "der bu sözleriyle aileye değer ve görev düşürmekte, çocuklara "milli terbiye " unsurunu aşılama görevinin aile sorumluluğunda olduğunu savunur. Bu görüşünde haklıdır. İnsan toplumsal bir varlıktır. Hayatını sağlıklı bir şekilde sürdürebilmesi için toplumda sağlam bir yer edinmesi gerekir. Bu süreç aile ile başlamaktadır. Yurtta yetişmiş bir çocuk ile aile ortamında yetişmiş bir çocuğun arasındaki fark bu konunun en güzel ispatıdır. Yurdun soğukluğunda büyüyen bir çocuk, sıcak ortamda anne ve babasıyla büyüyen bir çocuk olmayı ütopyasında özlemle işler. Sıcak ailede yetişen çocuk kendisini güvende hisseder. Mitolojinin sembolik dilinde anne korunağı, sığınağı temsil eden ‘’mağarayla’’ özdeşleşirken baba ise duruşu ve sağlamlığıyla zor anda sırtına yaslayacağın bir dayanağı ifade etmesi açısından ‘’dağa’’ benzetilmektedir.

27


DOSYA

Âkif aile kurumunun işlevlerini eserlerinde yeri geldikçe anlatır. Şiirlerinden yola çıkarak şunları söyleyebiliriz: Milli terbiyeye önem verdiği gibi dini bilgilerin de çocuk yaştan itibaren verilmesi gerektiğini savunur. Bu konuda kendi çocukluğunu bir şiirinde şöyle anlatır; " Sekiz yaşında kadardım. Babam gelir. Bu gece Sizinle camiye gitsek çocuklar erkence " diyerek manevi değerlerin çocuklara aktarılmasının çok önemli olduğunu, çocuk aileyi örnek aldığı için bu tür konulara çok dikkat edilmesi gerektiğini savunur. Ayrıca üstat aile kurumu üzerinde inkılap yapılmasına da şiddetle karşıdır. Bu düşüncesini ise şu sözlerle dile getirir; " Biz ki her mevcudu yıktık, gayesiz bir Fikr ile; Yıkmadık bir şey bıraktık… Sade bir şey; Aile " diyerek inkılap adına aile üzerinde en ufak bir değişikliğin toplumu çöküntüye sürükleyeceğini düşünür. Bu düşünceler doğrultusunda Âkif’in aile yapısını doğumundan itibaren inceleyecek olursak gerçekleşen hiçbir görüşün sebepsiz olmadığını görürüz. Akif’in doğumu Osmanlıda medeniyetlerin yıkıldığı, saadet dolu evlerin kan gölüne döndüğü, Batı hilesinin İstanbul’da kazan kaynattığı, sosyal yapının umutsuzluktan sünger gibi delik deşik olduğu bir zamandı. İman dolu bir aile ortamında büyüyen şair, bu aileden aldığı eğitim, terbiye ve inançla sağlam bir kişilik oluşturmuştur. Daha sonraları bu vaziyet izlerini şiddetli bir şekilde hissettirmeye devam etse de bunlar karşısında hiçbir zaman ümidini yitirmemiştir. Bu ateşli günler onu güçlendirmiş, olgunlaştırmış kendisini milletinin huzurunda görmesine vesile olmuştur. Mehmet Âkif ’in kişiliğinin oluşmasındaki önemli özelliklerden biride mahalle olgusudur.Osmanlı kültürü, insan eğitiminin bu yönünü iyi bildiğinden, aile intizamı içinde bir mahalle sistemi kurmuştur. Mimari yönden de çocuğun dürüst yetişmesini sağlayacak şekilde düzenlenmiştir. Genellikle çeşme, sebil, park ve bahçelerle süslenen sokaklar, ortasında büyük bir cami bulunan meydanlarda birleşir. Böylece çocuk daha sokağa çıkar çıkmaz; oyunla beraber temizliği, itaatle beraber ibadeti öğrenerek, hayatı boyunca ruhunu bu değerlerle süsleyecektir. Onun için, her baba gibi (Temiz)Tahir Efendi de, tahsiline önem verdiği oğlunu hiç endişe duymadan mahalleye gönül rahatlığıyla bırakabilmiştir. Âkif de başkasından öğreneceği çok şeyi, bu içtimai müessesenin intizamlı işleyişi sayesinde sokakta öğrenmiştir. Bunu ileride babalığına yansıtarak atasından gördüğü değerleri evlatlarına sunması ataerkil yapıdaki sağlamlığı gösterir. “Fatih Cami” şiirinde çizdiği baba tipi, ailesine karşı sorumluluk anlayışı içerisinde idealize edilmiş bir baba tipidir. Bu baba tipi sevecen ve sıcakkanlılıkla çocuklarının üzerinde olumlu bir hava yaratır. Kuntay, Âkif’in babası hakkında şunları söyler: “Hoca Tahir Efendi erkenden kalkar, çocuklarını (Âkif ve kızkardeşi Nuriye) kendi eliyle yıkar, kızının saçlarını tarar, pişirdiği salepleri içirerek onları mekteplerine gönderirdi... Çocuklarını bir kere bile dövmemişti” Ailesine karşı sorumluluklarını yerine getiren baba ileride çocuklarının da bu anlayışa sahip olacağını bilir. Âkif, kendi babasında olduğu gibi çocuklarına yumuşak ve hoşgörülü davranmıştır. Sonuç olarak Âkif, aileyi toplumun temeli olarak görmüş ve sağlam temellere oturtulmuş ailelerden oluşan toplumların huzurlu günlerden mutlu yarınlara ulaşacağına samimiyetle inanmıştır. Mehmet Âkif Ersoy aile konusunda hassasiyetini her zaman eserleri vasıtasıyla okuyucuya didaktik bir yapıda sunmayı bilmiştir. Aile sıcak ve huzurlu bir ortamdan başlayan koca bir toplumu saran bağlılık, sadakat ve mutluluk meşalesidir.

28


DOSYA

NEVZAD AYAS

MEHMET AKİF ERSOY İLE YAPILAN SON RÖPORTAJ

Merhum babanız hakkında bilgi verir misiniz? 

Babam İpekli Tâhir Efendi merhumdur. Kendisi İpek’in Şusisa isminde bir köyündendir. Tâhir Efendi’nin babası Nureddin Ağadır. Nureddin Ağa ümmidir ve hâlis Arnavut’tur. Tâhir Efendi, Fatih müderris ve mucîzlerindendi. Biraz İpek’te okumuş, sonra İstanbul’a gelmiş, Yozgatlı Hacı Mahmud Efendi’den ders görmüş ve icazet almış. Vefatı, Arabî 1305 yılıdır.

Merhum anneniz hakkında bilgi verir misiniz? 

Annem Hâcce Emine Şerife Hanım’dır. On sene evvel öldü. 90 yaşına yakın muammer oldu. Onun babası Buhârâlı Mehmed Efendi’dir. Anasının adını hatırlamıyorum. Bundan yüz, yüz elli sene kadar evvel Buhârâ’dan Anadolu’ya Hekim Hacı Baba isminde biri geliyor. Boyabat’ta evleniyor. Sonra karısını alıp Tokat’a gidiyor. Benim annemin annesi Tokat’ta dünyaya geliyor. Annemin annesi sinn-i izdivaca gelince Buhârâ’dan gelen tacir Mehmed Efendi’ye varıyor. Annem bu izdivacın mahsûlüdür. Bu suretle annem hem baba tarafından, hem de ana tarafından Buhârâlı oluyor. Annem Anadolu’da doğmuş ve büyümüştür. Annem çok hassas kadındı. Babam da öyleydi. Şiir söylemezdi, fakat şiir ve inşâya âşıktı. Soyunda şâir olup olmadığını bilmiyorum.

Nerede ve hangi tarihte doğdunuz? 

İstanbul’da Fatih civarında Sarıgüzel’de doğmuşum. Tarihi, Şevval 1290’dır.

İsminizi acaba neden “Akif” koymuşlar? Bu adı size kim vermiş? 

Babamın bana verdiği mahlas “Ragıyf’tır. Ragıyf, Arapça bir nevi ekmek demektir. “Ragıyf” ev halkı ve mahalleli arasında kullanılamamış. “Akif’e çevirmişler. Nüfus kâğıdına da Akif geçmiş. İşte bu suretle adım Mehmed, mahlasım da Akif kalmıştır. Fakat babam hep “Ragıyf” derdi. “Ragıyf” tevellüd tarihimi de ifade eder.

İlkokula kaç yaşında başladınız, nerede okudunuz? 

İlk tahsile, Fatih civarında Emir Buhârî mahalle mektebinde ve dört yaşında başladım. Hocamı şahsen hatırlarım. Fakat ismini hatırlayamıyorum. Burada iki sene kadar bulundum. Fatih’te Muvakkithâne’nin yanındaki iptidaî mektebinde ilk tahsile devam ettim. Bu, Maarif Nezâreti’ne bağlı resmî bir mektepti. Birçok hocalar vardı. Hem bu mektebe gidiyordum, hem de pederim bana yavaş yavaş Arapça okutuyordu. Bu mektebe üç sene devam ettim. O zamanki programa göre ders gördük.

Ortaokula nerede devam ettiniz, hocalarınızdan hatırladığınız kimse var mı? 

Rüştiye mektebim, Fatih’te Otlukçu Yokuşunda bulunan Fatih Merkez Rüşdiyesi’dir. Buradaki hocalarımdan hatırladıklarım, başmuallim Hoca Süleyman Efendi, ikinci muallim Mustafa Efendi, üçüncü muallim Hafız Osman Efendi. Bunlardan Süleyman Efendi Arnavut, Mustafa Efendi Anadolulu idi. Osman Efendi sarı sakallı bir zattı. Diğer hocalar seyyar idiler. Bu seyyar hocaların en mühimi son sınıfta kendisinden Türkçe okuduğum, Hoca Kadri Efendi’dir.

29


DOSYA

İlkokula devam ederken babanızın sizi Arapça’ya başlattığını söylemiştiniz. Bu dersler ortaokul yıllarında da devam etti mi? 

Rüşdiye tahsiline devam ederken, babamdan yine Arapça okurdum ve epeyce ilerlemiştim. Seviyem mektep programından çok yüksekti. Babam okuturken o zamanın usûlünü ve kitaplarını takip ediyordu.

Farsça’yla ve diğer yabancı dillerle aranız nasıldı? Okul dersleri dışında bunlara da çalıştınız mı? Şiire olan ilginiz bu sıralarda henüz uyanmış mıydı? 

Mektepte okunan Fârisî ile iktifa etmezdim. Fatih Câmiinde ikindiden sonra Hafız Dîvânı gibi Gülistan gibi, Mesnevi gibi muhalledâtı okutan Esad Dedeye devam ederdim. Rüşdiye tahsilimde esasen en çok lisan derslerine temayülüm vardı. Dört lisanda da, Türkçe, Arapça, Acemce ve Fransızca, birinci idim. Şiiri çok severdim.

İlk okuduğunuz şiir kitabı hangisidir? Babanız şiire olan ilginizi nasıl karşılıyordu? 

İlk okuduğum şiir kitabı, Fuzûlî’nin “Leyla ve Mecnûn”u olmuştur. Babam bu temayülüme ses çıkarmazdı.

İlk dinî terbiyenizi nereden aldınız? Büyükleriniz dindar kimseler miydi? Tarikat ve tasavvufla ilgileri var mıydı? 

İlk dinî terbiyemi veren, ev ve mahalle, iptidaî, rüşdî tahsilde aldığım telkinler olmuştur. Bilhassa evin bu husustaki tesiri büyüktür. Annem çok âbid ve zâhid bir hanımdı. Babam da öyle… Her ikisinin de dinî salâbetleri vardı. İbadetin vecdini, zevkini, heyecanını tatmışlardı. Pederim, Hacı Feyzullah Efendi merhumun müritlerindendi. Nakşî şeyhlerinden olan Feyzullah Efendi o zaman hayatta idi. Annemin tarikata intisabı yoktu. Babam bana tasavvuf telkininde bulunmamıştır.

Şiir yazmaya ilk ne zaman başladınız? 

Rüştiyede vezinsiz, kafiyesiz özenme kabilinden nazım parçaları karalardım.

Ortaokulu (rüştiye) bitirince nereye girdiniz? 

Rüştiyeyi bitirince pederim, mektep ve meslek seçimini bana bıraktı. Ben de o zamanlar parlak bir meslek olan Mülkiye’yi tercih ettim. O vakit rüştiyeden Mülkiye’ye talebe alınırdı. Fakat tam benim rüştiyeden çıktığım sene Mülkiye teşkilâtı tâdil olundu. Beş senelik tahsil mühleti ikiye ayrıldı: Üç senelik idâdî, iki senelik âlî kısım… Rüştiyeden çıkınca işte bu teşkilâta göre Mülkiyenin idâdî kısmına girdim. Üç sene sonra şehadetnâme aldım, âlî kısma geçtim.

30


DOSYA

Mehmet Akif, hastalığı sıralarda yemek yerken çekilen bir fotoğrafı

Burayı da bitirdiniz mi? 

Âlî kısma geçtim, ancak ben bu dördüncü seneye devam ederken pederimin vefatı, sonra yegâne mev’âmız olan evimizin yanması üzerine zaruret içinde kalmıştım. İki Sene sebat edip Mülkiyeyi bitirmek kabildi. Lâkin o aralık mezunlara ya hiç vazife vermiyorlar, yahut onları gayet cüz’i bir maaş ile istihdam ediyorlardı.

Demek ki Mülkiyenin yüksek kısmını bitirmenize “istikbal endişesi” mâni oldu. Fakat tahsili bırakmadınız. 

Bu sırada idi ki, ilk defa Mülkiye Baytar Mektebi ihdas olundu. Birkaç arkadaş, “Bu mektep yenidir, çıkanlara memuriyet verilecektir” diye, Baytar Mektebi iki senesi nehârî, iki senesi leylî olmak üzere dört senelik idi. Biz nehârî kısmını bitirince Halkalı’daki leylî kısmına geçtik.

Bu sıralarda derslerdeki, bilhassa lisan derslerindeki başarınız devam ediyor muydu? Şiire olan ilginiz arttı mı? Hangi konularda yazıyordunuz? 

İdâdî’de, Mülkiye’de Baytar Mektebi’nde en çok lisan derslerinde iyi idim. Şiirle iştigâlim Baytar Mektebi’nin son iki senesinde hızlandı. Çok manzum parçalar yazdım. Sonra bunların hepsini mahvettim. Şiir ile alâkamı artırmak için orta ve yüksek tahsilde yeni bir müessir çıkmamıştır. Eski temayülüm inkişâf etmiştir.

Sevgili Üstad, Kur’ân’ı ezberler, şiirler yazar ve okul birincisi olursunuz… Fakat aynı vakitler içinde yaptığınız bazı şeyler daha var. Bunlarla onları nasıl olup da birlikte yürütebildiğinizi anlamak gerçekten zor oluyor. Sporculuğunuzdan biraz bahseder misiniz? 

Bedenî mümâreselere çok meraklı idim. Güreş de ettim; kısbet giyerek, zeytinyağı kullanarak. Pek İstanbul içlerinde güreşmezdim amma, Çatalca taraflarında köylerde güreşirdim. Üstadım da kendisiyle bir mahalle çocuğu bulunduğumuz Kıyıcı Osman Pehlivan’dı ki benden beş altı yaş büyüktü. Bu adam daha sonra pehlivanlığın müntehâsına kadar yükseldi. Hacı Osman’ın pehlivanlığı da, insanlığı da mükemmeldir. Hâlâ dünyada en hürmet ettiğim adamlardan biridir. Hayattadır. Pehlivanlığım, on altı on sekiz yaşlarında oluyor. Hatta Halkalı’da Baytar Mektebi’nde iken cumaları tatil günleri savuşur, etraf köylerde düğünlerde güreşirdim. Yüzmek, atlamak, taş atmak, koşmak gibi bedenî mümâreselerle meşgul oldum.

31


DOSYA

Mehmet Akif Ersoy’un evinde kullandığı eşyalarından bazıları

Musikî ile de meşgul olmuşsunuz 

Tahsili bitirdikten sonra ney üflerdim. Kulağım sesleri iyi ayıramadığı için muvaffak olamadım. Bıraktım.

Baytar Mektebi’ni bitirince, herhalde memuriyet hayatınız başladı 

Mektepten çıkınca beni ve benden sonra gelen ikinciyi—ki Simon isminde bir Ermeni gencidir—Ziraat Nezareti Umûr-ı Baytariye Şubesi’nde alıkoydular; yedi yüz elli kuruş maaşlı bir memuriyete tayin ettiler. Vazife merkezi, Nezaret olmakla beraber, üç dört sene kadar Rumeli’de, Anadolu’da, Arabistan’da sârî hastalıkları işi üzerinde hayli dolaştım. Köylü ile bu müddet zarfında gayet sıkı temas ettim. En son memuriyetim Umur-ı Baytariye müdür muavinliğidir. Bir taraftan Halkalı Mektebi’nde kitabet, Dârülfünun’da edebiyat dersleri veriyordum. Balkanlar Harbi’nden sonra Ziraat Nezareti’ndeki memuriyetimle Dârülfünun’dan istifa tarîkıyla çekildim. Uhdemde yalnız Halkalı kaldı. Çünkü oraya hatıralarla bağlı idim. Bu vazifemin maaşı pek azdı. “Dârü’l-Edeb” ismindeki hususî mektepte de fahrî olarak dört beş sene ders verdim.

Sohbetinde bulunduğunuz ve kendisinden istifade ettiğiniz kimseler var mı? 

Emrullah Efendi’nin sohbetlerinden çok müstefid oldum. Baytar Miralayı İbrahim Bey de sohbetinden müstefîd olduğum zatlardan biridir. Kendisiyle Şam, Adana taraflarında bir sene kadar dolaştım.

Okulun son yıllarında çok miktarda manzum parça yazdığınızı söylemiştiniz. Bir kısmını yayınladığınız biliniyor. Nerede çıkmışlardı, konuları nelerdi? 

İlk şiirlerim, “Resimli Gazete”de çıktı. Takriben 313, 314 Rûmî seneleridir. O şiirler Safahat’ta yoktur. Bunlar kemiyet itibariyle Safahat’a muâdildir. Mevzuları muhteliftir. En çok ahlâkî, dinî, pek az gârâmî idiler.

32


DOSYA

Şiir sahasında, beğendiğiniz ve kendinize örnek edindiğiniz veya faydalandığınız şâirler var mıdır? Size en çok kim tesir etti? 

İlk şiirlerimde birkaç şâiri kendime numune aldım: Evvelâ Ziya Paşa gelir. Naci’nin nazmı da pek hoşuma gitti. Âdeta onu kendime meşk ettim. Kemâl’den, Hamid’den de fikren çok müstefîd oldum. Eskileri de çok okumuş, sevmiştim, ilk eserlerimde onların büyük izleri görülürdü. Zannediyorum ki okuduğum Şark ve Garp muhalledâtı içinde Sa’dî’den eserleri kadar üzerimde hiçbiri müessir olmamıştır.

Türkçe’ye verdiğiniz önemin sebebi de nereden geliyor? 

Bence iki şey mukaddestir. Din, dil. Din, bütün kudsî duyguları düşünceleri insana telkin eder. Bu duyguların, düşüncelerin mümkün olduğu kadar vâsıta-i tebliği olan da dildir. Benim dile olan itinâ-yı fevkalâdem işte Arapçaya gösterilen bu ihtimamları anlayışımdan doğmuştur.

Farsça’yı, Fransızca’yı da çok iyi bildiğiniz söyleniyor. Nasıl öğrendiniz? 

Fârisîyi de kendi kendime ilerlettim. Evvelâ şerhli kitapları, sonra şerhsizleri okudum. Fransızca’yı mektepte öğrendiklerime eklemek suretiyle kendi kendime öğrendim. Fransız şâirlerinden Hugo, Lamartin ile klasiklerle çok uğraştım. Daudet ile Zola’yı fazlaca okudum.

Tarihimizin en buhranlı devrinde yaşadınız. Hâdiselerin içinde bulundunuz. İslâmî hareketin fikrî önderi oldunuz. Dâvânıza erişmek için, yayınlarınız ve konuşmalarınıza ilâve olarak siyasete de girdiniz mi? 

İstiklâl Harbi’nde, Büyük Millet Meclisi âzâsı oluncaya kadar siyasiyat ile bir alâkam yoktur.

1908’den beri şiirler, makaleler yazdınız; vaazlar verdiniz, haftalık bir mecmuayı yıllarca idare edip, başyazarlığını yaptınız. Bütün bu zaman içinde belli bir gaye için çalıştınız. Osmanlı Devleti yıkıldı. İslâm dünyası değişti. Türkiye’de milliyet esasına dayalı lâik bir cumhuriyet kuruldu. Siz de vatanınızdan on yıl ayrı kaldınız. İlk yıllardan bu yana 28 yıl geçti. O zaman 35 yaşında idiniz, şimdi ise 63 yaşındasınız. Fikirlerinizde bir değişme oldu mu? Din ve milliyet hakkındaki son görüşleriniz nelerdir? 

Yazılarımdaki esaslarda bir değişiklik olmamıştır.

Bazı seyahatler yaptığınız biliniyor. Acaba nerelere gitmiştiniz? 

Tahsili bitirdikten sonra memuriyetle iki sene kadar Rumeli’nde, iki sene kadar da Arnavutluk’ta, Arabistan’da, Adana havâlisinde dolaştım ve hasbelmeslek köylerle, köylülerle gayet sıkı temas ettim. Harb-i Umûmî’den için de siyâsî vazife ile Medine’ye ve Necid’e seyahatim vardır. Harb-i Umûmî’den evvel de Medine’ye gitmiş, Mısır’da gezmiştim.

Dipnot: İstiklal Marşı Şairi Mehmet Akif Ersoy’un Nevzad Ayas’a verdiği röportaj, İstanbul Eğitim ve Kültür Dergisi, Kasım 2011) Kaynakça: http://www.arastiralim.net/

33


DOSYA

Satılmış Yıldırım __________

MEHMET AKİF ERSOY HAKKINDA YAZILAN BAZI ESERLER

Camideki Şair Mehmed Akif D. Mehmet Doğan

Gençler İçin Mehmet Akif ve Safahat Mustafa Özçelik

Bir Mustarip

Mehmet Akif Ersoy Közem Yetiş

Bir Kur’an Şairi Mehmed Akif ve Kur’an Meali

Dücane Cündioğlu

Müstesna Şair Mehmed Akif Metin Önal Mengüşoğlu

Abide Şahsiyet Mehmet Akif Ersoy Aziz Erdoğan

Mehmed Akif

(Bir Karakter Heykelinin Anatomisi)

Prof. Dr. Orhan Okay

Mehmed Akif

Bir Destan Adamı

(Mehmed Akif Ersoy)

Abdurrahman Şen

Mehmed Akif

Mehmet Akif’in Kur’an Tercümeleri Dücane Cündioğlu

Mehmed Akif

Akif’e Dair

Hakkında Araştırmalar I

Hakkında Araştırmalar II

Hakkında Araştırmalar III

Dücane Cündioğlu

M. Ertuğrul Düzdağ

M. Ertuğrul Düzdağ

M. Ertuğrul Düzdağ

İstiklal Şairi Mehmet Akif Ersoy

Mehmed Akif

Mehmet Akif’in Şiir Dünyası

akifname Mehmed Akif

Mehmed Akif’e göre dün bugün yarın

İstiklal Marşı Tarihi ve Manası

M. Ertuğrul Düzdağ

Eşref Edip

Fazıl Gökçek

Hasan Basri Çantay

Hekimoğlu İsmail

Beşir Ayvazoğlu

34


Sefer Doğukan GELGÖR

BİR SEVDA Kaldırıyorum başımı gökyüzüne Önce gök maviliğini kaybediyor Ansızın kara bulutlar Ve üzerime çöküyor zifiri karanlık Yürüyorum ıslak sokaklarda Ne amansız bir takip bu bırakmıyor peşimi Ruhumda bir isyan hareketi Çıngırağı boynunda sallanan zamana Kalesi fethedilmiş bir komutan gibi yüreğim Binlerce mızrak yemiş bir halde Ölümün pençesinde ve ölümün sessizliğinde Kıskıvrak yakalanmış ve bekliyor öylece Gözlerimin önünde beliriyor karanlık gölgeler Usul usul yaklaşıyor sol yanıma Kimdir bu gelenler? Neyin nesi bu kargaşa? Bir el değiyor göğsüme Mesih’i bir mucizeyle Saatler tıkırdamaya devam ediyor Çocukların yüzlerinde gülümseyiş Susuz çöllerde güller Çorak gönüllerde aşk nameleri Şiir kokan gözlerinden akıyor çağlayanlar Gök maviye, karanlıklar aydınlığa Kalemim kâğıdına kavuşuyor Her şey bir sevda ile başlıyor.

Zeynep POLAT________________________

BEN SENSİZ DE BÜYÜRÜM Senin varlığın değil beni hayata bağlayan. Ben sen olmadan da büyürüm. Sırtımı dayayabileceğim bir babam olmasa da. Anamın o mübarek duaları yeter bana. Her duyduğum ‘’ babacığım ‘’ kelimesinde Gözlerim buğulanır, içim paramparça olur benim. Evet senin varlığınla durmuyorum ayakta. Fakat ‘’ Canım kızım ‘’ diyen bir babanın Kızına özeniyorum hep. Evet evet, ben sensiz de büyürüm. Büyürüm bir şekilde bakmayın karamsarlığıma. Arkamda ‘’Dağ gibi bir babam’’ var diyemem belki. Ama büyürüm. Yaşıyor gibi yapıp her gün ölsem de Ben sensiz de büyürüm. Aslında ben büyüdüm baba. Ben sensiz BÜYÜDÜM…

35


İbrahim ÖZTÜRK

SEN KONUŞUNCA sen konuşunca kuşlar konuyor sesine sen konuşunca bir çocuk doyuyor afrikada batıya bakmaktan tutulan başlar dönüyor senin kıblene aydınlığın duvara gizlenmiş gölgesi çıkıyor meydana karanlık geliyor doğudan nalsız atların sırtında karanlık ve gölge ikisi yan yana sen konuşunca göğü delen batı diktası ve toprağı öpen doğu protestosu bir kez daha tutuşuyor kavgaya öpebilmek için kuş konumlu sesinden

Okan ÖZKURT____________________

YÜRÜYÜŞ

sen konuşunca kapına raptediyor düzlüğü dağlar

Gayrı meşru, istemsiz, meçhul bir sancı belirir Acının ve korkunun birleştiği yerdedir

sen konuşunca soyunuyor sevgili kimliğinden fahişe utanıyor leylanın topuğunu öpen çöller

Sadece yalnızlık var kahır var kör gecede Vuslat yolundaki izlediğim o pencerede Tereddüt vadisinde düşlerken boğulduğum Yahut boğuk bir zamanda düşlerken bulunduğum İçimde karıncalanma yakın geleceğim Dolunay gibi geleceği bekleyecegim Bu yürüyüş daim geceler boyu sürecek Samanyolu dakikasında neler görecek.

36


Hakan BABAYİĞİT

SENİNLE

Bakışlarda uzun, uzak duruşlarım Hissettiğim ayrıcalıklar fiyaskosu Kalıcı başlayan, kaybolan tutsaklıklar Yara gibi kabuk bağlayıp ta unutulan Kolay sıyrıkların direnişi Aranansa sonbahar güneşi Bütün benliği kaplayan Sevgi, aşk, sevda söyleşisi Kolay giren vücuda bir veba Sonunda akla gelmeyen veda Okunan, yaşayan mecnunlar olursa heba Çünkü ... Küçücük hayatın en değerli duygusudur, sevda Kandırırlar bayram sabahına şekersiz uyanan çocuk gibi Sarmış herkesi bulunmaz dibi Bunlar mıdır sevgiyi arayanların piri Karanlık gün için mi arıyorsunuz sevdiğinizi Işık versin dokunsun kelebek nefesi gibi İstemem kalsın. Bu güneş bu sahte ışık Sevgi anlamayanlar karma karışık Sevgi iki güne değil ömre yakışık Ve bir duruş gerek Dimdik güneşe, karanlığa da seninle aşık Sen ol da sonsuza dek bu yangınıma karşılık Bana sen lazımsın -ne renk lazım ne de ışık

37


İbrahim KÖŞEN

MÜLTECİ SEVDALAR

Bir seraptı sanki yaşanılanlar Fark etmiş olsam da bu serabı Vazgeçmedim Mecnun’un yolundan. Eylül geldi bahçemize, yapraklarımız döküldü Bağbozumu gelmiş ömrümüze Baharın sonu izahı yok, Mizahını kaybetmiş. Bu bir ayrılık değil biliyorum Bu bir mültecinin kapı dışarı edilmesi Mülteciler de alışırlar kaldıkları barakaya Onlar için nimettendir o dar yürekler. Anılar sorulmaz mülteciye Arkasına baka baka gider de burası benim diyemez. Ve o dar yüreklere kocaman şehir kurmak ister insanlar Unutma son baharım! Orası bir mülteci barakası. Ne bir şehir kurulur barakaya Ne çiçek açar sonbaharda bahçemizde. Mültecilerin bir yanı hep o barakada kalır Elleri üşür de mültecinin Koynuna götürür ellerini. Çünkü onun da yüreğinde yanan ateş ısıtır ellerini. İşte böyledir mültecinin sadakati Dar olsa da barakası iyi ki der İyi ki can içindeyim, yar şehrindeyim. Şükreder bu halinde yine de Gökleri maviye boyayana.

38


Hande MORGİL İKİ HECE Bir nefeslik halbuki hayat denen şey; sadece iki hece. Bu iki heceye dünyaları sığdıramıyoruz. Bugün yetmiyor; yarın için plan yapıyoruz. İki hecelik dünya için… Kardeşliğin bittiği, Düşmanlığın hüküm sürdüğü, Acımasızca silahların konuştuğu. yerdir iki hecelik hayat… Çocukların oynadığı yer değil, Bir avuç toprakta gömüldüğü yerdir iki hece… Sevgilinin unutulduğu, Hakka imanın kalmadığı yerdir hayat… Sevebilmektir hayat, Ona bağlanmaktır, Sevgiliye aşık olmaktır, Kalp gözüyle bakmaktır. Vatan, millet sevdasıyla yaşamaktır. Kısaca sevmektir iki hecelik hayat…

Remzi TUTAK_________________

ACIMIZ HEP AYNI YANLIŞTAN yalnızlık, insanı geveze yapar. şiir kitapları kısa olmalı. ve her insanın, en az bir hayali. şimdi gidiyorum, yağmur yağıyor. radyoda bir şarkı, şarkının içinde sen, beni benden alıyor. kötü bir söz geçti aklımdan, sustum, seni düşünüyorum. eğer acırsa yüreğin gece yarıları, bil ki, yalnızlıktandır hep. kulakların çınlasın, dedim ya, seni düşünüyorum. yağmur da hızlandı. ben bu gece, geçmişe yürüyorum. küfürler birikmiş, bak, tam da dilimin ucunda. terk edilen birine, “kendine iyi bak” demek de, küfürdür sonuçta. böyle böyle öğrendik biz. öğrendik ki, acıdan geriye kalan, birkaç şiirmiş güzel bayan.

39


Zeki Altın

KAN SAATLERİ

‘’Halis Elhazar’a ithafen’’ sustum ve taşıdım üzerimde ölüm yükünü ağırdı, belim bükülmüştü, sırtımda taş yığınları ağırlığından gözlerim oyulmuştu yerlerinden ve uyku üzerime sarılan kara bir dumandı

Emine Esik ARIK_

ki terazi hep aynı kefede dengesizdi

MEÇHUL

usul usul kalkardı cezvesi göğe doğru kırılan umutları ve hakkı taşımaktan

Ey karanlık

kaslarında kurtlar tepiniyordu hızlıca

Korkma ben aydınlık

ve ölüm bir kez daha yanaşıyordu anılarımıza

Kendine gebe bir güneşim Bu zifiri karanlığı aydınlatmak derdim Bilmezdim günahı banaymış meçhullerin

kan saatleri birikiyordu aramızda geceleri

Üstüne bastın mı görünmez sanırdım

ışıkları sönen şehirler gibi kudurmuş

Bir gören varmış geç anladım

yanardağ ağzı sıcaklığında öfkem

Şimdi intihara meyilli ölüme yeminli insanlık

öfkem, yanağı kızaran çocuklar kadar narin

Yeniden dogmalıyım Ertelenmiş bir zafer çığlığı gibi Mezarlıkta fatiha bekleyen ruhlardan farksız bir nesli Çıkartmak için tabutlarından Güneş gibi doğudan doğmalıyım.

40

___


SAHAF VİTRİNİ

Nuri Pakdil'in Edebiyat Dergisi Yayınları'ndan çıkardığı Kalem Kalesi 101 sayfa. Kitabın başında önsöz yok, arka kapağında tanıtım yazısı yok, hiçbir yazarın ve editörün kitapla ilgili notu yok. Her bakımdan yaftasız, reklamsız; safiyetle okuyucuya yazılmış bir mektup, Kalem Kalesi. Kitaptan bazı alıntılar:

Rainer Maria Rilke 20. yüzyılın ilk çeyreğinin hangi türde yazarsa yazsın en şair kalan yazarlarından biridir. Malte Laurids Brigge'nin notları'ndan Genç Bir Şaire Maktuplar'a Rodin'den Sancaktar'a pek çok yapıtı dilimize çevrilmiş olan Rilke'nin şiir başyapıtı sayılan Duino Ağıtları'ysa toplam on yıla yayılan bir sürede (1912-1922) yazılmıştır.

"Her yazı: bir temel kazı: yaklaşmak için varoluşun giz alanlarına."

"Ölüm, bizden öteye dönük olan, bizim aydınlatamadığımız yüzüdür yaşamın... Gerçek yaşam biçimi her iki bölgeye uzanır, en büyük kan dolaşımı her ikisi boyunca... Yapılması gereken, burada bakılmış, dokunulmuş olanı o daha geniş, çemberin içine almak. Gölgesiyle yeryüzünü karartan bir öbür dünyaya değil, bir bütüne, bütünün kendisine... Evet, bizim ödevimiz bu gidici, dayanıksız yeryüzünü öyle derin, öyle acıyla, tutkuyla kavramak ki onun özü 'görünmez olarak' bizde yeniden dirilsin. …

"Devingenlik kavramının çekilen her kopyası direnişin hammadesini verir bize." "Süpürülmekten korktukları için her süpürgenin sapına yapışanları iyi ayırt etmeli." "...yazmak, Ağrı'dan daha ağır bir dağı yüklenmektir." Kitap: Kalem Kalesi Yazar: Nuri Pakdil Tür: Mektup

Kitap: Duino Ağıtları Yazar: Rainer Maria Rilke Türü: Şiir

Edebiyat Dergisi Yayınları, 101 s. 2013

Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, 92 s. 2006 İstanbul

"Şöyle ki:

Sezai Karakoç’un üç araştırmainceleme eserinden biri olan Mehmed Akif adlı eseri, Mehmed Akif’in hayatını, inanç ve düşünce oluşumunu, eserlerini ve dünya görüşünün eserlerine etkisini ortaya koyan, Türk Edebiyat dünyası için dikkate değer bir kitap olarak görülmektedir.

Martılardan bir tanesi yalnız yaşıyor muşçasına boşlukta Dünyanın en heyecanlı çizgilerini çizdi Ve bulutlar doldurdu bu kıvrımları yavaştan Ve benim yarattığım tanrılar ki, geldiler Bir inip bir çıktılar çocuklar gibi Çığlık çığlığa"

Karakoç, eserde ‘’Hayatı, İnancı ve düşünce oluşumu, Savaşı’’ başlığıyla şairin hayatı, fikri dünyası çerçevesinde sunulmuş, ‘’Şiiri’’ başlığıyla da şiirinin Türk şiir açısından yeri ve önemi tespit edilmeye çalışılmıştır. Kitabın bir bölümünde ise Mehmed Akif Ersoy’un şiirlerinden bir seçki oluşturulmuştur. Merhum Üstad Mehmet Akif’i anlamak açısından değerli bir eser olan ‘’Mehmed Akif’’ Sezai Karakoç’un da başat eserlerindendir.

... "Ne çıkar siz bizi anlamasanız da Evet, siz bizi anlamasanız da ne çıkar Eh, yani ne çıkar siz bizi anlamasanız da" Kitap: Sonrası Kalır 1 Yazar: Edip Cansever Türü: Şiir

Kitap: Mehmed Akif Yazar: Sezai Karakoç Türü: (Biyografi) Araştırma/İnceleme

Yapı Kredi Yayınları, 668 s. 2005 İstanbul

Diriliş Yayınları, 95 s. 2007, İstanbul

41



Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.