DOGUM SONU KANAMALAR

Page 1

DOĞUM SONU KANAMA

Değerlendirme, yönetim ve cerrahi girişimler için kaynak kitabı

Çeviri Editörü Prof. Dr. S. Cansun DEMİR Çeviri Editörü Yardımcısı Yard. Doç. Dr. Selim BÜYÜKKURT

Editörler C. B-Lynch • L. G. Keith • A. B. Lalonde • M. Karoshi



DOĞUM SONU KANAMA Değerlendirme, yönetim ve cerrahi girişimler için kaynak kitabı

Kitabın Türkçe’ye çevirisi Türk Jinekoloji ve Obstetrik Derneği’nin kadın sağlığı ve tıp eğitimi alanlarındaki sorumlulukları doğrultusunda ücretsiz olarak sunulmaktadır.

I


DOĞUM SONU KANAMA Değerlendirme, yönetim ve cerrahi girişimler için kaynak kitabı

Çeviri Editörü Prof. Dr. S. Cansun DEMİR Çeviri Editörü Yardımcısı Yard. Doç. Dr. Selim BÜYÜKKURT

Orijinal Baskı Editörleri Christopher B-Lynch FRCS, FRCOG, D.Univ

Louis G. Keith MD, PhD

André B. Lalonde MD, FRCSC, FRCOG

Mahantesh Karoshi MBBS, MD

II


Bu eserin orijinalinde ve Türkçe çevirisinde adı geçen yazarların ve editörlerin tümü hiçbir kazanç gözetmeksizin katkıda bulunmuşlardır.

Çeviri Baskısı © 2010

DOĞUM SONU KANAMA Değerlendirme, yönetim ve cerrahi girişimler için kaynak kitabı Çeviri Editörü: Prof. Dr. S. Cansun DEMİR Çeviri Editörü Yardımcısı: Yard. Doç. Dr. Selim BÜYÜKKURT ISBN: 978-605-61365-0-4 Matbaa: Matus Basımevi Reklam ve Yay. Tic. Ltd. Şti.

Orijinal Baskı © 2006 Sapiens Publishing

A TEXTBOOK OF POSTPARTUM HEMORRHAGE A comprehensive guide to evaluation, management and surgical intervention Bu kitap için CIP bilgisi ya da katalog kaydı İngiltere Kütüphanesi’nden elde edilebilir. ISBN: 978–0–9552282–3–0 Dizgi: AMA DataSet Limited, Preston, Lancashire, UK Matbaa: Tien Wah Press Pte. Ltd., Singapore Telif yasalarıyla korunmasına rağmen bu kitabın tamamı ya da bir bölümü eğitim ya da hayır amacıyla kopyalanabilir. Ancak kitabın tümü ya da bir bölümü hiçbir ticari amaç için kopyalanamaz. III


İÇİNDEKİLER Yazarlar Çevirmenler Türkçe Kısaltmalar

X XIX XXII

Önsöz A. Acosta ve A.B. Lalonde İ. M. İtil B. Tıraş

XXIV XXVI XXVII

Editörlerin Önsözü C. B-Lynch, L. G. Keith, A. B. Lalonde, M. Karoshi Çeviri Editörünün Önsözü S. C. Demir Gelişmekte olan dünyada anne ölümü ve Afrika’ya özel bir bakış L.G. Sambo

XXVIII

XXIX XXXI

Kısım I: Demografik ve Lojistik Durumlar Bölüm 1: Doğum Sonu Kanamada Bugün: Tac Mahal’in Gölgesinde Yaşarken A. B. Lalonde, B.-A. Daviss, A. Acosta, K. Herschderfer Çeviri: O. Kadayıfçı, S. Büyükkurt

2

Bölüm 2: Tanımlamalar ve Sınıflandırma A. Coker, R. Oliver Çeviri: S. C. Demir

11

Bölüm 3: Yaşamsal İstatistikler: Genel Bakış M. J. Cameron, S. C. Robson Çeviri: S. Büyükkurt

16

Bölüm 4: Transfer Kararında ve Kan Kaybının Değerlendirilmesindeki Gizli Tehlikeler B. S. Kodkany, R. J. Derman Çeviri: A. B. Güzel, S. Mısırlıoğlu

34

Bölüm 5: Kan Kaybının Tayin Edilmesi ve Yerine Konması J. G. L. Cockings, C. S.Waldmann Çeviri: İ. F. Ürünsak, R. Melekoğlu

43

Bölüm 6: Kan Kaybı: Görsel Değerlendirmenin Doğruluğu A. Patel, R.Walia, D. Patel Çeviri: L. Toksöz, S. Mısırlıoğlu

52

IV


Kısım II: Nedenler Bölüm 7: Uterus Kan Akımındaki Değişikliklerin Doppler Değerlendirmesi G. Urban, P. Tortoli, S. Ricci, M. Paidas, P.Vergani, P. Patrizio Çeviri: Ü. Küçükgöz Güleç

55

Bölüm 8: Doğum Sonu Kanama ve Doğumun Üçüncü Evresinin Patofizyolojisi R.-U. Khan, H. El-Refaey Çeviri: B. Tıraş, S. Büyükkurt

58

Bölüm 9: Obstetrik Travma D. G. Evans, C. B-Lynch Çeviri: C. Evrüke, B. Özbakır Dülger

66

Bölüm 10: Plasenta Anomalileri M. K. Mehasseb, J. C. Konje Çeviri: A. Baloğlu, B. Çetinkaya

76

Kısım III: Genel Koruyucu Önlemler Bölüm 11: Doğumun Üçüncü Evresinin Aktif Yönetimi W. Prendiville, M. O’Connell Çeviri: F. T. Özgünen

91

Bölüm 12: Mizoprostol: Teori ve Pratik M. B. Bellad, S. Goudar Çeviri: İ. M. İtil, T. Çırpan

107

Bölüm 13: Doğum Servisi Alıştırmaları M. Tipples, S. Paterson Brown Çeviri: S. Güngör, İ. Alanbay

119

Bölüm 14: Non-Pnömatik Anti-Şok Giysiler S. Miller , P. Hensleigh Çeviri: A. Tayyar, A. T. Tayyar, M. Tayyar

128

Bölüm 15: Özel Koşullar: Kan Transfüzyonunu Reddeden ve/veya Onay Veren Yehova’nın Şahitleri 138 J. C. W. Marsh, M. O. Elebute, D. H. Bevan Çeviri: İ. H. Kalelioğlu, C. Yaşa Kısım IV: Özel Koruyucu Önlemler: Mizoprostol İş Başında Bölüm 16: Pratikte Mizoprostol M. Potts Çeviri: S. Özden

146

Bölüm 17: Birinci Basamakta Doğum Sonu Kanama Yönetimi N. Prata Çeviri: S. Büyükkurt

148

V


Bölüm 18: Hindistan’daki Yardımcı Sağlık Personelinin Doğum Sonu Kanamadan Korunmak İçin Oral Mizoprostol Uygulaması 150 N. Chandhiok Çeviri: S. Büyükkurt Bölüm 19: Doğum Sonu Kanamalarda Mizoprostol Çalışmalarına Genel Bakış A. Hemmerling Çeviri: H. Bebiş, S. Güngör

152

Kısım V: Hastanenin Hazırlanması Bölüm 20: Resüsitasyon (Yeniden Canlandırma) M. J. Cowen Çeviri: H. Ünlügenç

160

Bölüm 21: Doğum Sonu Kanama İçin Alet Donanımı T. F. Baskett Çeviri: Y. Yıldırım, F. M. Koyuncu

169

Bölüm 22: Şiddetli Obstetrik Kanama İçin Hastane Sistemleri Geliştirmek D. W. Skupski,G. S. Eglinton, I. P. Lowenwirt, F. I.Weinbaum Çeviri: İ. Davas

173

Kısım VI: Atoni Dışındaki Durumlarda Tedavi Bölüm 23: Alt Genital Sistem Kanamaları A. Duncan, C. von Widekind Çeviri: C. Evrüke, B. Özbakır Dülger

183

Bölüm 24: Anormal Yapışmış (Adheran) Plasenta: Yeni Yaklaşım Seçenekleri G. Kayem, T. Schmitz,V. Tsatsaris, F. Goffinet, D. Cabrol Çeviri: S. Sağol

191

Bölüm 25: Gebelikte ve Lohusalıkta Edinsel ve Konjenital Hemostatik Bozukluklar R. V. Ganchev, C. A. Ludlam Çeviri: R. Has, F. Güngör

195

Bölüm 26: Rekombinant Faktör VIIa Kullanımı S. Sobieszczyk, G. H. Breborowicz Çeviri: F. Güngör

217

Kısım VII: Atoni Tedavisi Bölüm 27: Standart Tıbbi Tedavi F. Breathnach, M. Geary Çeviri: İ. İ. Müderris, G. Öner

239

Bölüm 28: Uterus İçine Tampon Yerleştirme D. Danso, P. W. Reginald Çeviri: K. E. Karaşahin, S. Güngör

245

VI


Bölüm 29: Tanı Testi Olarak Uterus İçerisine Balon İle Tampon Uygulanması S. Ferrazzani, L. Guariglia, C. Dell’Aquila Çeviri: N. Demir

283

Bölüm 30: Embolizasyon K. Choji, T. Shimizu Çeviri: M. T. Canda, N. Demir

258

Bölüm 31: Koruyucu Cerrahi Yaklaşım C. B-Lynch Çeviri: İ. İ. Müderris, G. Öner

268

Bölüm 32: İnternal İliak (Hipogastrik) Arter Bağlanması C. B-Lynch, L. G. Keith, W. B. Campbell Çeviri: E. Demirci, F. Demirci

279

Bölüm 33: Pelvik Bası Tamponu G. A. Dildy III Çeviri: A. Altıntaş

287

Bölüm 34: Peripartum Histerektomi T. F. Baskett Çeviri: M. A. Vardar, A. B. Güzel

292

Bölüm 35: İkincil Doğum Sonu Kanama Yönetimi K. M. Groom, T. Z. Jacobson Çeviri: F. Akercan

296

Kısım VIII: Doğum Sonu Kanamanın Sonuçları Bölüm 36: Uterus Patolojisi P. Kelehan, E. E. Mooney Çeviri: H. Zeren, Ü. Kara, K. Ateş

306

Bölüm 37: Akut Ciddi Anne Hastalığı A.Vais, S. Bewley Çeviri: F. Varol

318

Bölüm 38: Sheehan Sendromu L. Haddock Çeviri: M. T. Çetin

331

Bölüm 39: Bir Kurumsal Deneyim C. T.Wohlmuth, J. Gumbs, J. Quebral-Ivie Çeviri: Ö. Öztekin, B. Kaleli

339

Bölüm 40: Ailesel Sonuçlar V.Walvekar, A. Virkud Çeviri: S. Oruç Koltan, A. Göker Tamay

348

VII


Kısım IX: Özel Deneyimler ve Olağan Dışı Durumlar Bölüm 41: Hukuki̇ Sorunlar: Uluslararasi Bakış Açısı M.E. Setchell Çeviri: T. Mungan, E. Erdemoğlu

351

Bölüm 42: Doğum Hekimi Doğum Sonu Kanamayla Karşı Karşıya M.E. Setchell Çeviri: T. Mungan, E. Erdemoğlu

364

Bölüm 43: Doğum Sonu Kanamalarda Ebelik Girişimleri A. M. Ward Çeviri: E. Aslaner Durmaz

369

Bölüm 44: Sepsis ve Doğum Sonu Kanama B. Das, S. Clark Çeviri: S. C. Demir, E. Eser

376

Bölüm 45: Kanamalı Obstetrik Hastada Tek Ünite Kan Transfüzyonu V. Nama, M. Karoshi, M.Wac, L. G. Keith, S. A. Mujeeb Çeviri: M. İngeç

380

Bölüm 46: Hastane Dışı Doğumlar E. Sheiner, I. Ohel, A. Hadar Çeviri: O. Gelişen, B. Gültekin

385

Bölüm 47: Ameliyat Sırasında Otolog Kan Transfüzyonu S. Catling, D. Thomas Çeviri: S. Büyükkurt

392

Bölüm 48: İkincil Abdominal Gebeliğin Tedavisi: Şimdi ve Öncesi N. A. Dastur, A. E. Dastur, P. D. Tank Çeviri: F. Söylemez, Ş. E. Çetinkaya

398

KISIM X: Ulusal Deneyimler Bölüm 49: Hindistan’da Doğum Sonu Kanamayla (Dsk) Mücadele: Gelişim Gösterme D. S. Shah, H. Divakar, T. Meghal Çeviri: S. Büyükkurt

404

Bölüm 50: Ölümleri Azaltma: Polonya Kırsalı Lublın’den Dersler 412 J. Oleszczuk,B. Leszczynska-Gorzelak,D. Szymula, M. Grzechnik,G. Pietras, J. Bartosiewicz, J. J. Oleszczuk Çeviri: S. Büyükkurt Bölüm 51: İran’da Doğum Sonu Kanama P. Rezai, A. Beigi, A. Jamal Çeviri: S. Büyükkurt

416

Bölüm 52: Nijerya’da Doğum Sonu Kanama ve Anne Ölümü I. A. O. Ujah, I. S. Ejeh Çeviri: S. Büyükkurt

420

Bölüm 53: Asya Ülkelerinde Doğum Sonu Kanama: Eldeki Veriler ve Yorumları S. J. Duthie Çeviri: M. Ercan, S. Güngör

422

VIII


YAZARLAR

A. Acosta, MD President, FIGO Eligio Ayala, 1263-7e Piso Asunción Paraguay e-mail: aaacosta@telesurf.com.py

C. B-Lynch, MA(Oxon), MBBS, LRCP, MRCS, FRCS, FRCOG, MAE, MCIArb QDR, D.Univ Consultant Obstetrician & Gynaecological Surgeon Professor (visiting) Cranfield University (Health Faculty) Bedfordshire and Milton Keynes General Hospital NHS Foundation Trust (Oxford Deanery) Standing Way Eaglestone Milton Keynes Bucks MK6 5LD UK e-mail: christopherbl@aol.com

J. Bartosiewicz, MD, PhD Department of Obstetrics and Perinatology Medical University in Lublin 20-856 Lublin Poland T. F. Baskett, MB, FRCS(C), FRCS (Ed), FRCOG Professor, Department of Obstetrics and Gynaecology Dalhousie University Halifax, Nova Scotia B3H 6R8 Canada e-mail: tbaskett@ns.sympatico.ca

F. Breathnach, MRCOG, MRCPI, DipGUMed, DCH Clinical Lecturer and Research Fellow Royal College of Surgeons of Ireland Rotunda Hospital, Parnell Square Dublin 1 Ireland e-mail: fbreathnach@eircom.net

A. Beigi, MD Associate Professor of Obstetrics & Gynecology Arash Hospital East 196 Street, 3rd Tehranpars Square Tehran Iran e-mail: beigi-a@yahoo.com

G. H. Breborowicz, MD, PhD Director of Perinatology and Gynecology University of Medical Sciences Poznañ ul. Polna 33 60-535 Poznañ Poland e-mail: gbrebor@gpsk.am.poznan.pl D. Cabrol, MD, PhD Department of Obstetrics and Gynecology Port Royal Maternity 123 Boulevard de Port-Royal 75014 Paris France e-mail: dominique.cabrol@cch.ap-hop-paris.fr

M. B. Bellad, MD Associate Professor of Obstetrics and Gynecology & Data Coordinator Global Network for Women’s and Children’s Health Research J. N. Medical College, Belgaum 590 010 Karnataka India e-mail: mbbellad@jnmc.edu

M. J. Cameron, BMSc, MB, ChB, MRCOG Women’s Services, Leazes Wing Royal Victoria Infirmary Newcastle upon Tyne UK e-mail: martin.cameron@nuth.nhs.uk

D. H. Bevan, FRCP, FRCPath Department of Haematology St. George’s Hospital Cranmer Terrace London SW17 ORE UK

W. B. Campbell, MS, FRCP, FRCS Consultant Vascular Surgeon Royal Devon and Exeter Hospital and Peninsula Medical School Exeter EX2 5DW UK e-mail: bruce.campbell@nice.org.uk

S. Bewley, MD, MA, FRCOG Guy’s & St. Thomas’ NHS Foundation Trust Women’s Services 10th Floor North Wing St. Thomas’ Hospital Lambeth Palace Road London SE1 7EH UK e-mail: susan.bewley@gstt.nhs.uk

S. Catling, BA(Cantab), FRCA Department of Anaesthesia and Intensive Care Morriston and Singleton Hospitals Swansea NHS Trust, Swansea UK

IX


N. Chandhiok, DGO, FICMCH Indian Council of Medical Research Ansari Nagar New Delhi 110029 India e-mail: n_chandhiok@hotmail.com

D. Danso, MBBS, MRCOG Milton Keynes General Hospital NHS Foundation Trust (Oxford Deanery) Standing Way, Eaglestone Milton Keynes Bucks MK6 5LD UK e-mail:d_danso@yahoo.com

K. Choji Consultant in Interventional Radiology Milton Keynes General Hospital NHS Foundation Trust (Oxford Deanery) Standing Way Eaglestone Milton Keynes Bucks MK6 5LD UK e-mail: drchoji@hotmail.com

B. Das Milton Keynes General Hospital NHS Foundation Trust (Oxford Deanery) Standing Way, Eaglestone Milton Keynes Bucks MK5 6DD UK

S. Clark, MSc, MD, MRCP, MRCPath, DTMH Consultant Microbiologist Milton Keynes General Hospital NHS Foundation Trust (Oxford Deanery) Standing Way Eaglestone Milton Keynes Bucks MK5 6LD UK e-mail: sheila.clark@mkgeneral.nhs.uk

A. E. Dastur, MD, FICOG, FCPS, DGO, DFP, FICMU, ATMF(USA) Honorary Professor Emeritus and Dean Seth G S Medical College and Nowrosjee Wadia Maternity Hospital Mumbai India e-mail: naynadastur@gmail.com

J. G. L. Cockings, MBBS, FRCA, FANZCA, FJFICM Department of Intensive Care Medicine Royal Berkshire Hospital London Road Reading Berkshire RG1 5AN UK e-mail: jerome.cockings@royalberkshire.nhs.uk

N. A. Dastur, MD, FICOG, DGO, DFP Honorary Obstetrician and Gynecologist Grant Medical College Seth G S Medical College and Nowrosjee Wadia Maternity Hospital Mumbai India e-mail: aedastur@bom3.vsnl.net.in

A. Coker, MBBS, MRCOG Consultant Obstetrician & Gynaecologist Harold Wood Hospital Romford Essex UK e-mail: yemicoker@aol.com

B.-A. Daviss, RM, BJ, MA Project Manager for FIGO Safe Motherhood and Newborn Health and FIGO/ICM Postpartum Hemorrhage Initiative 36 Glen Avenue Ottawa ON K1S 2Z7 Canada e-mail: betty-anne@rogers.com

M. J. Cowen Consultant Anaesthetist Milton Keynes General Hospital NHS Foundation Trust (Oxford Deanery) Standing Way Eaglestone Milton Keynes Bucks MK5 6LD UK e-mail: mike.cowen@mkgeneral.nhs.uk

C. Dell’Aquila Department of Obstetrics and Gynecology Catholic University of Sacred Heart Rome Italy R. J. Derman, MD, MPH Principal Investigator (USA) JNMC–UMKC Women’s and Children’s Research Unit Global Network for Women’s and Children’s Health Research University of Missouri at Kansas City, School of Medicine 2411, Holmes Street Kansas City Missouri 64108-2792 USA e-mail: dermanr@umkc.edu

K. J. Dalton, LLM, PhD, FRCOG, FCLM, DFMS Department of Obstetrics and Gynaecology University of Cambridge Addenbrooke’s Hospital (Box 223) Cambridge CB2 2QQ UK e-mail: kjd5@cam.ac.uk

X


G. A. Dildy III, MD Department of Obstetrics & Gynecology Louisiana State University School of Medicine New Orleans, Louisiana and 2 Ashley Court, Park City Utah 84060 USA e-mail: Gary.Dildy@HCAhealthcare.com

H. El-Refaey, MD, MRCOG Consultant and Senior Lecturer Imperial College School of Medicine Department of Academic Obstetrics and Gynaecology Chelsea and Westminster Hospital 369 Fulham Road London SW11 9NH UK e-mail: hazem@mac.com

H. Divakar, MD, FICOG, DGO, FICMCH, PGDMLE Consultant Obstetrician & Gynecologist Divakars Speciality Hospital 220, 9th cross 2nd phase JP nagar Bangalore 560078 India e-mail: hemadivakar246@hotmail.com

D. G. Evans, MBE, MB.Bch(Wales), FRCS, FRCOG Consultant Emeritus St. Bartholemew’s Hospital, University of London London UK e-mail: evans@cranley115.fsnet.co.uk

A. Duncan, MBBS, BSc, FRCS, FRCSE, FRCOG Consultant Gynaecological Surgeon Northampton General Hospital Northampton NN1 5BD UK e-mail: alistair.duncan@ngh.nhs.uk

S. Ferrazzani Department of Obstetrics and Gynecology Catholic University of Sacred Heart Rome Italy

S. J. Duthie, FRCOG Consultant Obstetrician and Gynaecologist Blackpool Victoria Hospital Blackpool FY3 8NR UK e-mail: sjd757@aol.com

R. V. Ganchev, MB, ChB Specialist Registrar in Haematology Department of Clinical and Laboratory Haematology Royal Infirmary of Edinburgh 51 Little France Crescent Edinburgh EH16 4SA UK e-mail: ruslan.ganchev@luht.scot.nhs.uk

G. S. Eglinton, MD Associate Professor, Obstetrics and Gynecology Weill Medical College of Cornell University Chairman, Department of Obstetrics and Gynecology New York Hospital Medical Center of Queens Flushing New York USA

M. Geary, MD, MRCOG, FRCPI, DCH Rotunda Hospital, Parnell Square Dublin 1 Ireland e-mail: mgeary@rotunda.ie F. Goffinet, MD, PhD Department of Obstetrics and Gynecology Port Royal Maternity 123 Boulevard de Port-Royal 75014 Paris France

I. S. Ejeh, FRCOG 81 Division Hospital Nigerian Army Ikoyi Lagos Nigeria M. O. Elebute, MD, MRCP, FRCPath Department of Haematology St. George’s Hospital Cranmer Terrace London SW17 ORE and National Blood Service Tooting London UK

S. Goudar, MD, MHPE Professor of Physiology & Research Coordinator Global Network for Women’s and Children’s Health Research J. N. Medical College, Belgaum 590010 Karnataka India e-mail: sgoudar@jnmc.edu K. M. Groom, MB, BS, BSc Registrar in Obstetrics and Gynaecology University of Auckland New Zealand

XI


M. Grzechnik, MD Department of Obstetrics and Perinatology Medical University in Lublin, Jaczewskiego 8 20-856 Lublin Poland

T. Z. Jacobson, MA, MRCOG, FRANZCOG Consultant and Senior Lecturer in Obstetrics and Gynaecology Middlemore Hospital Private Bag 93311 Auckland New Zealand e-mail: tal.jacobson@virgin.net

L. Guariglia Department of Obstetrics and Gynecology Catholic University of Sacred Heart Rome Italy

A. Jamal, MD Associate Professor of Obstetrics & Gynecology Shariati Hospital North Kargar Avenue Tehran Iran e-mail: af-jamal@yahoo.com

J. Gumbs, MD White Memorial Medical Center Department of Obstetrics and Gynecology 1720 Cesar Chavez Avenue Los Angeles, CA 90033 USA

M. Karoshi, MBBS, MD Specialist Registrar Epsom and St. Helier University Hospitals NHS Trust Epsom Surrey KT18 7EG UK e-mail: m.karoshi@btinternet.com

A. Hadar, MD Department of Obstetrics & Gynecology Soroka University Medical Center Faculty of Health Science Ben Gurion University of the Negev Beer-Sheva Israel

G. Kayem, MD Department of Obstetrics and Gynecology Port Royal Maternity 123 Boulevard de Port-Royal 75014 Paris France

L. Haddock, MD, MACP, FACE Professor Emeritus Department of Medicine Section of Endocrinology and Metabolism University of Puerto Rico School of Medicine GPO Box 5067 San Juan Puerto Rico 00936-5067 e-mail: haddoc8@attglobal.net

L. G. Keith,MD, PhD, FACOG, FACS, FICS, FICOG (hon) Professor Emeritus of Obstetrics and Gynecology Former Head, Section of Undergraduate Education and Medical Student Affairs The Feinberg School of Medicine Northwestern University 680 Lake Shore Drive, Suite 1015 Chicago Illinois 60611 USA e-mail: lgk395@northwestern.edu

A. Hemmerling, MD, MPH Bixby Fellow of Population and International Health University of California, Berkeley School of Public Health 513 Warren Hall Berkeley CA 94720-6390 USA e-mail: anke@berkeley.edu

P. Kelehan, FRCPath Consultant Histopathologist Department of Pathology & Laboratory Medicine National Maternity Hospital, Holles St Dublin 2 Ireland e-mail: pkelehan@nmh.ie

P. Hensleigh, MD, PhD Professor Emeritus Stanford University Department of Obstetrics and Gynecology 810 Allardice Way Stanford CA 94305 USA e-mail: paulhens@stanford.edu

R.-U. Khan, MRCOG Imperial College School of Medicine Department of Academic Obstetrics and Gynaecology Chelsea and Westminster Hospital 369 Fulham Road London SW11 9NH UK

K. Herschderfer, RM Secretary General, International Confederation of Midwives Eisenhowerlaan 138 2517 KN The Hague The Netherlands e-mail: k.herschderfer@internationalmidwives.org

XII


B. S. Kodkany, MD, DGO, FICS, FICOG Senior Foreign Investigator (India) JNMC–UMKC Women’s and Children’s Research Unit Global Network for Women’s and Children’s Health Research Chief Investigator, Human Reproduction Research Collaborating Centre-215 Indian Council of Medical Research (New Delhi) & Jawaharlal Nehru Medical College Belgaum 590010 Karnataka India e-mail: drkodkany@jnmc.edu

J. C. W. Marsh, MD, FRCP, FRCPath Department of Haematology St. George’s Hospital, Cranmer Terrace London SW17 ORE UK e-mail: jmarsh@sgul.ac.uk

J. C. Konje, MD, FMCOG(Nig), MRCOG Professor of Obstetrics and Gynaecology Reproductive Sciences Section Department of Cancer Studies and Molecular Medicine University of Leicester Robert Kilpatrick Clinical Sciences Building Leicester Royal Infirmary Leicester LE2 7LX UK e-mail: jck4@le.ac.uk

M. K. Mehasseb, MSc, MRCOG, MD(Egypt) Clinical Research Fellow Reproductive Sciences Section Department of Cancer Studies and Molecular Medicine University of Leicester Robert Kilpatrick Clinical Sciences Building Leicester Royal Infirmary Leicester LE2 7LX UK

A. B. Lalonde, MD, FRCSC, FRCOG, FSOGC, FACS, MSc Co-Chair, FIGO Save the Mother and Newborn Health Committee Executive Vice-President, SOGC 780 Echo Drive Ottawa ON K1S 5R7 Canada e-mail: alalonde@sogc.com

S. Miller, CNM, PhD Director, Safe Motherhood Programs Women’s Global Health Imperative Department of Obstetrics, Gynecology, and Reproductive Sciences University of California, San Francisco 402 San Francisco Blvd. San Anselmo, CA 94960 USA e-mail: smiller@hotmail.com

T. Meghal, MD, DNB, DGO Junior Consultant Divakars Speciality Hospital Bangalore India

B. Leszczynska-Gorzelak, MD, PhD Department of Obstetrics and Perinatology Medical University in Lublin Jaczewskiego 8 20-856 Lublin Poland

E. E. Mooney, FRCPath Consultant Histopathologist Department of Pathology & Laboratory Medicine National Maternity Hospital, Holles St Dublin 2 Ireland e-mail: emooney@nmh.ie

I. P. Lowenwirt, MD Clinical Assistant Professor of Anesthesiology Weill Medical College of Cornell University Associate Chairman and Director of Obstetric Anesthesiology New York Hospital Medical Center of Queens Flushing New York USA

S. A. Mujeeb, MBBS, MPhil Associate Professor, Blood Bank Jinnah Postgraduate Medical Center Karachi 75510 Pakistan e-mail: smujeeb@super.net.pk

C. A. Ludlam, PhD, FRCP, FRCPath Professor of Haematology and Coagulation Medicine Director of Haemophilia and Thrombosis Centre Royal Infirmary of Edinburgh 51 Little France Crescent Edinburgh EH16 4SA UK e-mail: christopher.ludlam@ed.ac.uk

V. Nama, MD, MRCOG Clinical Research Fellow and Jr Lecturer St. George’s Medical School London UK e-mail: vnama@sgul.ac.uk M. O’Connell Senior Lecturer University College Dublin Coombe Hospital Dublin 8 Ireland

XIII


I. Ohel, MD Department of Obstetrics & Gynecology Soroka University Medical Center Faculty of Health Science Ben Gurion University of the Negev Beer-Sheva Israel

G. Pietras, MD, PhD Department of Obstetrics and Perinatology Medical University in Lublin 20-856 Lublin Poland M. Potts, MB, BChir, PhD, FRCOG Bixby Professor University of California, Berkeley School of Public Health 518 Warren Hall Berkeley CA 94720-7360 USA e-mail: potts@berkeley.edu

J. Oleszczuk, MD, PhD Department of Obstetrics and Perinatology Medical University in Lublin Jaczewskiego 8 20-856 Lublin Poland e-mail: henryka_oleszczuk@yahoo.com

N. Prata, MD, MSC Assistant Adjunct Professor University of California, Berkeley School of Public Health 314 Warren Hall Berkeley CA 94720-6390 USA e-mail: ndola@berkeley.edu

J. J. Oleszczuk, MD, PhD Department of Obstetrics and Perinatology Medical University in Lublin Jaczewskiego 8 20-856 Lublin Poland and Center for Study of Multiple Birth Chicago USA R. Oliver, MBBS, MRCOG Specialist Registrar Whipps Cross Hospital Leytonstone UK

W. Prendiville, MAO, FRCOG Associate Professor of Obstetrics & Gynaecology Royal College of Surgeons in Ireland Coombe Hospital Dublin 8 Ireland e-mail: wprendiville@rcsi.ie

M. Paidas, MD Center for Thrombosis and Hemostasis in Women’s Health Yale University, New Haven CT 06511-6110 USA

J. Quebral-Ivie, MD White Memorial Medical Center Department of Obstetrics and Gynecology 1720 Cesar Chavez Avenue Los Angeles CA 90033 USA

A. Patel, MD Director of Reproductive Medicine John H. Stroger Jr Hospital of Cook County 1900 W. Polk Street, 5th Floor Chicago Illinois 60612 USA e-mail: ashleshapatel16@yahoo.com

P. W. Reginald, MD(London), FRCOG Heatherwood & Wexham Park NHS Trust Slough Berkshire UK e-mail: rajreg@aol.com

D. Patel, MD Pritzker School of Medicine Chicago Illinois USA

P. Rezai, MD 3946 Lizette Lane Glenview IL 60025 USA e-mail: pedramrezai@hotmail.com

S. Paterson Brown, FRCS, FRCOG Consultant Obstetrician and Gynaecologist Queen Charlotte’s and Chelsea Hospital London W12 OHS UK e-mail: spaterson-brown@hhnt.nhs. uk

S. Ricci, PhD Researcher, University of Florence Department of Electronics and Telecommunications Via Santa Marta 3 Florence Italy e-mail: stefano.ricci@unifi.it

P. Patrizio, MD, MBE Director Yale Fertility Center and Medical Practice Director Reproductive Endocrinology and Infertility Yale University, 150 Sargent Drive New Haven CT 06511-6110 USA e-mail: pasquale.patrizio@yale.edu

XIV


S. C. Robson, MD, MRCOG School of Surgical & Reproductive Sciences (Obstetrics & Gynaecology) 3rd Floor, Leech Building, Medical School University of Newcastle upon Tyne Newcastle upon Tyne NE2 4HH UK e-mail: s.c.robson@ncl.ac.uk

J. Quebral-Ivie, MD White Memorial Medical Center Department of Obstetrics and Gynecology 1720 Cesar Chavez Avenue Los Angeles CA 90033 USA P. W. Reginald, MD(London), FRCOG Heatherwood & Wexham Park NHS Trust Slough Berkshire UK e-mail: rajreg@aol.com

L. G. Sambo, MD Specialist in Public Health Regional Director WHO Regional Office for Africa Cite du Djoue PO Box 06 Brazzaville Congo email: sambol@afro.who.int

P. Rezai, MD 3946 Lizette Lane Glenview IL 60025 USA e-mail: pedramrezai@hotmail.com

T. Schmitz, MD Department of Obstetrics and Gynecology Port Royal Maternity 123 Boulevard de Port-Royal 75014 Paris France

S. Ricci, PhD Researcher, University of Florence Department of Electronics and Telecommunications Via Santa Marta 3 Florence Italy e-mail: stefano.ricci@unifi.it

M. E. Setchell, CVO, MA, FRCSEng, FRCOG Consultant Obstetrician & Gynaecologist The Whittington Hospital London N19 UK Surgeon-Gynaecologist to HM The Queen e-mail: m.setchell@thelondonclinic.co.uk

S. C. Robson, MD, MRCOG School of Surgical & Reproductive Sciences (Obstetrics & Gynaecology) 3rd Floor, Leech Building, Medical School University of Newcastle upon Tyne Newcastle upon Tyne NE2 4HH UK e-mail: s.c.robson@ncl.ac.uk

D. S. Shah, MD, FCPS, FICS, FICOG, DGO, DFP, FICMCH Program Director, Melbourne IVF, Mumbai Honorary Professor & Consultant Obstetrician & Gynecologist Breach Candy Hospital, Jaslok Hospital and Research Centre Sir HN Hospital and Research Centre Kwality House Above Chinese Room Restaurant Kemps Corner Mumbai 400026 India e-mail: durushah@hotmail.com

L. G. Sambo, MD Specialist in Public Health Regional Director WHO Regional Office for Africa Cite du Djoue PO Box 06 Brazzaville Congo email: sambol@afro.who.int T. Schmitz, MD Department of Obstetrics and Gynecology Port Royal Maternity 123 Boulevard de Port-Royal 75014 Paris France

N. Prata, MD, MSC Assistant Adjunct Professor University of California, Berkeley School of Public Health 314 Warren Hall Berkeley CA 94720-6390 USA e-mail: ndola@berkeley.edu

M. E. Setchell, CVO, MA, FRCSEng, FRCOG Consultant Obstetrician & Gynaecologist The Whittington Hospital London N19 UK Surgeon-Gynaecologist to HM The Queen e-mail: m.setchell@thelondonclinic.co.uk

W. Prendiville, MAO, FRCOG Associate Professor of Obstetrics & Gynaecology Royal College of Surgeons in Ireland Coombe Hospital Dublin 8 Ireland e-mail: wprendiville@rcsi.ie

XV


D. S. Shah, MD, FCPS, FICS, FICOG, DGO, DFP, FICMCH Program Director, Melbourne IVF, Mumbai Honorary Professor & Consultant Obstetrician & Gynecologist Breach Candy Hospital, Jaslok Hospital and Research Centre Sir HN Hospital and Research Centre Kwality House Above Chinese Room Restaurant Kemps Corner Mumbai 400026 India e-mail: durushah@hotmail.com

D. Thomas, MBChB, FRCA Department of Anaesthesia and Intensive Care Morriston and Singleton Hospitals Swansea NHS Trust UK e-mail: dafydd.thomas@swansea-tr.wales.nhs. uk M. Tipples, FRCSEd, MRCOG Senior Registrar Queen Charlotte’s and Chelsea Hospital Du Cane Road London W12 OHS UK

E. Sheiner, MD Department of Obstetrics and Gynecology Soroka University Medical Center PO Box 151 Beer-Sheva Israel e-mail: sheiner@bgu.ac.il

P. Tortoli, PhD Department of Electronics and Telecommunications Via Santa Marta 3 Florence Italy

T. Shimizu Department of Radiology Hokkaido University Hospital N14 W5 Kita-ku Sapporo Japan e-mail: tshim@radi.med.hokudai.ac.jp

V. Tsatsaris, MD, PhD Department of Obstetrics and Gynecology Port Royal Maternity 123 Boulevard de Port-Royal 75014 Paris France

D. W. Skupski, MD Associate Professor, Obstetrics and Gynecology Weill Medical College of Cornell University Associate Chairman and Director of Maternal Fetal Medicine Department of Obstetrics and Gynecology New York Hospital Medical Center of Queens 56–45 Main Street Room M-372 Flushing NY 11355 USA e-mail:dwskupsk@med.cornell.edu

I. A. O. Ujah, FMCOG, FICS, MNI Department of Obstetrics & Gynecology University of Jos Nigeria e-mail: iaoujah@yahoo.com G. Urban, MD Post-Doctoral Fellow, Yale University School of Medicine Department of Obstetrics & Gynecology 333 Cedar St. LCI Building, Room 808A New Haven CT 06512 USA e-mail: gabriele.urban@yale.edu

S. Sobieszczyk, MD, PhD Internal Medicine Consultant Consultant in Anesthesiology and Intensive Care Laboratory Director of Cardiovascular and Hemostasis Disorders Department of Perinatology and Gynecology University of Medical Science ul. Polna 33 60-535 Poznañ Poland

A. Vais, MB, BS, BSc Guy’s & St. Thomas’ NHS Foundation Trust Women’s Services, 10th Floor North Wing St. Thomas’ Hospital Lambeth Palace Road London SE1 7EH UK

D. Szymula, MD PhD Department of Obstetrics and Perinatology Medical University in Lublin Jaczewskiego 8 20-856 Lublin Poland

P. Vergani Department of Obstetrics and Gynecology University of Milan Monza Italy A. Virkud, MD, DGO, FCPS, FICOG 37B, Shalan Building Gamdevi Road Mumbai 400007 India e-mail: ajitvirkud@hotmail.com

P. D. Tank, MD, DNBE, FCPS, DGO, DFP, MNAMS, MRCOG(UK) Honorary Clinical Associate Seth G S Medical College and Nowrosjee Wadia Maternity Hospital Mumbai India e-mail: pariktank@fastmail.co.uk

XVI


C. von Widekind, MD MRCOG Consultant Obstetrician & Gynaecologist Northampton General Hospital Northampton NN1 5BD UK e-mail: clemens.vonwidekind@ngh.nhs.uk M. Wac, MD Resident Physician St. Joseph Hospital Chicago Illinois USA R. Walia John H. Stroger Jr. Hospital of Cook County 1900 W. Polk Street, 5th Floor Chicago Illinois 60612 USA C. S. Waldmann, MA, MB, BChir, FRCA, EDIC Department of Intensive Care Medicine Royal Berkshire Hospital, London Road Reading Berkshire RG1 5AN UK e-mail: cswald@aol.com V. Walvekar, MD, DGO, FCPS, FICOG 62, Suraiya Apartments Pochkhanwala Road, Worli Mumbai 400025 India e-mail: vandanawalvekar@hotmail.com A. M. Ward, RM, RN Master of Midwifery 32 Moorcroft Dewsbury West Yorkshire WF13 4ER UK e-mail: Anne_Maria.Ward@leedsth.nhs.uk F. I. Weinbaum, MD Senior Vice President for Medical Affairs and Quality Improvement New York Hospital Medical Center of Queens Flushing New York USA C. T. Wohlmuth, MD White Memorial Medical Center Department of Obstetrics and Gynecology 1720 Cesar Chavez Avenue Los Angeles CA 90033 USA e-mail: Wohlmuct@ah.org

Bu kitaptaki renkli cerrahi çizimler Tıbbi ve Bilimsel Ressam Philip Wilson tarafından hazırlanmıştır. (Old Coulsdon, Birleşik Krallık).

XVII


ÇEVİRMENLER Fuat Akercan Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Kadın Hast. ve Doğ. ABD

İnci Davas Şişli Eğitim ve Araştırma Hastanesi Kadın Hast. ve Doğ. Kliniği

İbrahim Alanbay GATA Kadın Hast. ve Doğ. ABD

Namık Demir 9 Eylül Üniversitesi Tıp Fakültesi Kadın Hast. ve Doğ. ABD

Aytekin Altıntaş Çukurova Üniversitesi Tıp Fakültesi Kadın Hast. ve Doğ. ABD

Süleyman Cansun Demir Çukurova Üniversitesi Tıp Fakültesi Kadın Hast. ve Doğ. ABD

Evren Aslaner Durmaz Çukurova Üniversitesi Tıp Fakültesi Kadın Hast. ve Doğ. ABD

Elif Demirci Zeynep Kamil Kadın ve Çocuk Hast. Eğitim ve Araştırma Hastanesi

Kıvılcım Ateş Çukurova Üniversitesi Tıp Fakültesi Patoloji ABD Ali Baloğlu İzmir Atatürk Eğitim ve Araştırma Hastanesi Kadın Hast. ve Doğ. Kliniği Hatice Bebiş GATA Hemşirelik Yüksekokulu

Fuat Demirci Özel Hisar Intercontinental Hospital Mutlu Ercan GATA Kadın Hast. ve Doğ. ABD Evrim Erdemoğlu Süleyman Demirel Üniversitesi Tıp Fakültesi Kadın Hast. ve Doğ. ABD

Selim Büyükkurt Çukurova Üniversitesi Tıp Fakültesi Kadın Hast. ve Doğ. ABD

Esra Eser Çukurova Üniversitesi Tıp Fakültesi Kadın Hast. ve Doğ. ABD

Mehmet Tunç Canda Özel Kent Hastanesi

İsmail Cüneyt Evrüke Çukurova Üniversitesi Tıp Fakültesi Kadın Hast. ve Doğ. ABD

Mehmet Turan Çetin Çukurova Üniversitesi Tıp Fakültesi Kadın Hast. ve Doğ. ABD Burcu Çetinkaya İzmir Atatürk Eğitim ve Araştırma Hastanesi Kadın Hast. ve Doğ. Kliniği Şerife Esra Çetinkaya Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi Kadın Hast. ve Doğ. ABD Teksin Çırpan Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Kadın Hast. ve Doğ. ABD

Orhan Gelişen Etlik Zübeyde Hanım Kadın Hast. Eğitim ve Araşt. Hastanesi Aslı Göker Tamay Celal Bayar Üniversitesi Tıp Fakültesi Kadın Hast. ve Doğ. ABD Burak Gültekin Etlik Zübeyde Hanım Kadın Hast. Eğitim ve Araşt. Hastanesi Funda Güngör İstanbul Üniversitesi İstanbul Tıp Fakültesi Kadın Hast. ve Doğ. ABD

XVIII


Sadettin Güngör GATA Kadın Hast. ve Doğ. ABD

Selim Mısırlıoğlu Çukurova Üniversitesi Tıp Fakültesi Kadın Hast. ve Doğ. ABD

Ahmet Barış Güzel Çukurova Üniversitesi Tıp Fakültesi Kadın Hast. ve Doğ. ABD

Tamer Mungan Süleyman Demirel Üniversitesi Tıp Fakültesi Kadın Hast. ve Doğ. ABD

Recep Has İstanbul Üniversitesi İstanbul Tıp Fakültesi Kadın Hast. ve Doğ. ABD

İptisam İpek Müderris Erciyes Üniversitesi Tıp Fakültesi Kadın Hast. ve Doğ. ABD

Metin İngeç Atatürk Üniversitesi Tıp Fakültesi Kadın Hast. ve Doğ. ABD

Semra Oruç Kotlan Celal Bayar Üniversitesi Tıp Fakültesi Kadın Hast. ve Doğ. ABD

İsmail Mete İtil Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Kadın Hast. ve Doğ. ABD

Gökalp Öner Erciyes Üniversitesi Tıp Fakültesi Kadın Hast. ve Doğ. ABD

Oktay Kadayıfçı Çukurova Üniversitesi Tıp Fakültesi Kadın Hast. ve Doğ. ABD

Burcu Özbakır Dülger Çukurova Üniversitesi Tıp Fakültesi Kadın Hast. ve Doğ. ABD

Babür Kaleli Pamukkale Üniversitesi Tıp Fakültesi Kadın Hast. ve Doğ. ABD

Selçuk Özden Özel Hisar Intercontinental Hospital

İbrahim Halil Kalelioğlu İstanbul Üniversitesi İstanbul Tıp Fakültesi Kadın Hast. ve Doğ. ABD

Fatma Tuncay Özgünen Çukurova Üniversitesi Tıp Fakültesi Kadın Hast. ve Doğ. ABD

Ümit Kara Çukurova Üniversitesi Tıp Fakültesi Patoloji ABD

Özer Öztekin Pamukkale Üniversitesi Tıp Fakültesi Kadın Hast. ve Doğ. ABD

Kazım Emre Karaşahin GATA Kadın Hast. ve Doğ. ABD

Sermet Sağol Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Kadın Hast. ve Doğ. ABD

Faik Mümtaz Koyuncu Celal Bayar Üniversitesi Tıp Fakültesi Kadın Hast. ve Doğ. ABD

Feride Söylemez Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi Kadın Hast. ve Doğ. ABD

Ümran Küçükgöz Güleç Çukurova Üniversitesi Tıp Fakültesi Kadın Hast. ve Doğ. ABD

Ahmet Tayyar Erciyes Üniversitesi Tıp Fakültesi Kadın Hast. ve Doğ. ABD

Rauf Melekoğlu Çukurova Üniversitesi Tıp Fakültesi Kadın Hast. ve Doğ. ABD

Ahter Tayyar Erciyes Üniversitesi Tıp Fakültesi Kadın Hast. ve Doğ. ABD

XIX


Mehmet Tayyar Erciyes Üniversitesi Tıp Fakültesi Kadın Hast. ve Doğ. ABD Bülent Tıraş Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Kadın Hast. ve Doğ. ABD Levent Toksöz Çukurova Üniversitesi Tıp Fakültesi Kadın Hast. ve Doğ. ABD Hakkı Ünlügenç Çukurova Üniversitesi Tıp Fakültesi Anesteziyoloji ve Reanimasyon ABD İbrahim Ferhat Ürünsak Çukurova Üniversitesi Tıp Fakültesi Kadın Hast. ve Doğ. ABD Mehmet Ali Vardar Çukurova Üniversitesi Tıp Fakültesi Kadın Hast. ve Doğ. ABD Füsun Varol Trakya Üniversitesi Tıp Fakültesi Kadın Hast. ve Doğ. ABD Cenk Yaşa İstanbul Üniversitesi İstanbul Tıp Fakültesi Kadın Hast. ve Doğ. ABD Yasemin Yıldırım Celal Bayar Üniversitesi Tıp Fakültesi Kadın Hast. ve Doğ. ABD Handan Zeren Çukurova Üniversitesi Tıp Fakültesi Patoloji ABD

XX


KISALTMALAR •

Amerika Birleşik Devletleri: ABD

Amerikan Gıda ve İlaç Dairesi (Food and Drug Administration [FDA])

Amerikan Kadın Hastalıkları ve Doğum Koleji (American College of Obstetricians and Gynecologists [ACOG])

Anne Ölümleri İncelemesi (Confidential Enquiries into Maternal Deaths [CEMD])

Anne Ölümü ve Ciddi Hastalık Araştırması (Mothers’ Mortality and Severe Morbidity Survey [MOMS])

Askeri anti-şok giysisi (military anti-shock trousers [MAST])

Binyılın gelişim amacı (Millennium Development Goal [MDG])

Bkz: Bakınız

Ciddi hastalık: Morbidite

Çizgisel regresyon: Linear regression

Çoklu değişken: Multivariate)

Çoklu değişkenli ikili regresyon: Multivariate binary logistic regression)

Çoklu değişkenli lojistik regresyon: Multivariate logistic regression)

Çoklu regresyonu: Multiple regression

Çoklu çizgisel regresyon: Multiple linear regression

Doğumun üçüncü evresinin aktif yönetimini (Active Management of the Third Stage of Labor [AMTSL])

Doğum sonu: Postpartum

Doğum Sonu Kanamayı Önleme Girişimi (Prevention of Postpartum Haemorrhage Initiative [POPPHI])

Gebelik ile İlgili Mortalite Sistemini Denetleme Sistemi (Pregnancy-related Mortality Surveillance System [PMSS])

Hastalıkları Kontrol ve Önleme Merkezi (Center for Disease Control and Prevention [CDC])

Hastalıkların ve İlişkili Sağlık Sorunlarının Uluslararası İstatistiksel Sınıflandırılması’nın gözden geçirilmiş 10. baskısının Avustralya tarafından üzerinde ufak değişiklikler yapılmış hali (International Statistical Classification of Diseases and Related Health Problems, Tenth Revision, Australian Modification [ICD–10-AM])

Hindistan Kadın Hastalıkları ve Doğum Uzmanları Federasyonu (The Federation of Obstetricians and Gynecologists of India [FOGSI])

İskoçya Üreme Sağlığı Klinik Etkinlik Programı (The Scottish Programme for Clinical Effectiveness in Reproductive Health [SPCERH])

Kaliteli kapsamlı acil obstetrik bakım (quality comprehensive emergency obstetric care [CEOC])

Kanada Kızılhaçı (Canadian Red Cross [CRC])

Kas içine: intramuscular

Kraliyet Akademisi Kadın Hastalıkları ve Doğum Koleji (Royal College of Obstetricians and Gynaecologists [RCOG])

Magnetik rezonans görüntüleme (MRG)

Merkezi ven basıncı (central venous pressure [CVP])

Ölüm: Mortalite

Doku faktörü yolağı inhibitörü (tissue factor pathway inhibitor [TFPI])

Pnömatik anti şok giysilerin (pneumatic anti-shock garment [PASG])

Dünya Sağlık Örgütü (World Health Organization [WHO])

Pnömatik anti şok pantolonları (pneumatic anti-shock trousers [PAST])

XXI


Pnömatik olmayan anti şok giysileri (nonpneumatic anti-shock garment [NASG])

Rastgele gruplanmış: Randomized

Steroid olmayan inflamasyon giderici ilaç (non-steroidal anti-inflamatory drug [NSAID])

Tıbbi anti şok pantolonlarının (medical antishock trousers [MAST])

Trombini etkinleştirebilen fibrinolitik inhibitörün (thrombin activatable fibrinolytic inhibitor [TAFI])

Ulusal Çocuk Sağlığı ve İnsan Gelişimi Enstitüsü (National Institute of Child Health and Human Development [NICHD])

Ulusal Klinik Uygulamaları Geliştirme Enstitüsü (National Institute for Clinical Excellence [NICE])

Ulusal Sağlık Enstitüsü (National Institutes of Health [NIH])

Ulusal Sağlık Servisi (National Health Service [NHS])

Ulusal Yaşam İstatistik Sistemine (National Vital Statistics System [NVSS])

Uluslararası Ebelik Konfederasyonu (International Confederation of Midwives [ICM])

Uluslararası Kadın Hastalıkları ve Doğum Federasyonu (International Federation of Gynecology and Obstetrics [FIGO])

Üçay: Trimester

Ven içine: intravenous

Yoğun bakım ünitesine (intensive care unit [ICU])

Yüksek bağımlılık ünitesine (high dependency unit [HDU])

XXII


ÖNSÖZ

Bu kitap 2006 yılında Kuala Lumpur, Malezya’da yapılan Uluslararası Kadın Hastalıkları ve Doğum Federasyonu’nun (FIGO) XVIII. Dünya Kongresi sırasında okuyucuya sunulmuştur. Bu tarih doğum sonu kanamayla yapılan savaşta tedavi seçeneklerinin geliştirilmesi açısından önemli bir gündür. FIGO, Ekim 2003’te Santiago, Şili’de yapılan Dünya Kongresi’nde diğer katılımcılar ve ortaklarıyla birlikte uluslararası bir görevi başlatmıştır. Bu görev doğum sonu kanamanın önlenmesi, nerede ve nasıl meydana gelirse gelsin uygun tıbbi ve cerrahi tedavinin belirlenmesi konularında yeni stratejiler geliştirmektir. Doğum sonu kanamanın önlenmesi ve tedavisi herkesin kabul ettiği bir gerekliliktir. Dünya Sağlık Örgütü’nün (WHO) yakın geçmişte ortaya koyduğu kanıtlar, doğum sonu kanamaya bağlı ölümlerin olduğundan daha az gösterildiği yönündedir. Özellikle Güney Afrika gibi bazı Afrika ülkeleri, Güneydoğu Asya ve Latin Amerika ülkelerinde bu oranın % 40’a kadar çıkabilmektedir. Gerçektende de Guatemala ve Afganistan gibi ülkelerde anne ölümlerinin % 50’si doğum sonu kanamaya bağlıdır. Dünya son 25 yılda kaynakları kısıtlı ülkelerde doğum sonu kanamaya bağlı anne ölümü ve ciddi hastalığının insidansının azaltılması için çok az yol alabilmiştir. Bu yeni kitap doğum sonu kanamanın önlenmesi ve tedavide yeni tıbbi ve cerrahi bakış açıları sunma adına dünya çapında yapılan çalışmaların bir parçasıdır. İlk ve en önemli problem doğum sonu kanama tanımının olmaması ve kaybedilen kan miktarının tahmin edilmesinde yaşanan güçlüklerdir. Kulağa tuhaf da gelse, kan kaybı çoğu kez sanılandan daha fazladır. Üstelik klinik değerlendirme de doğru değildir. Kitabın ikinci bölümünde temel fizyolojik doğum travmasına kadar nedenler ele alınmıştır. Üçüncü bölümdeyse korunma tüm yönleriyle ele alınmıştır. Bu bölümde doğumun aktif yönetimi Uluslararası Ebelik Konfederasyonu (ICM), FIGO ve Doğum Sonu Kanamayı Önleme Girişimi’nin (POPPHI) de aralarında olduğu katılımcıların katkılarıyla mükemmel bir şekilde incelenmiştir. Ayrıca bu bölümde doğumun aktif yönetiminin ülkeler arasında nasıl bir farklılık yarattığı da görülmektedir. Mizoprostol hem korunma, hem de tedavi içinde değerlendirilmiştir. Tartışmada da bu ucuz ilacın neden daha yaygın olarak kullanılmadığı konusu ele alınmıştır. Yapışık plasenta ve alet yardımlı doğum sonrası gelişen yaralanma ve yırtıkların yönetimi de kitap içinde kendine yer bulmuştur. Pıhtılaşma bozuklukları ve yaygın damar içi pıhtılaşma konuları da tamamen gözden geçirilmiştir. Faktör VIIa’nın tedavideki yeri bir bölümde geniş şekilde yazılmıştır. Uterus atonisinin tedavisi de bu kitabın iyice incelediği başlıklardan biridir. Üstelik ebeler ve doktorların bu acil durum karşısında deneyim kazanmasını sağlayacak bir model de tarif edilmiştir. Ayrıca B-Lynch sıkıştırıcı dikişiyle ilgili bölüm onu ilk tarif eden cerrah tarafından yazılmıştır. Uterus içine tampon yerleştirilmesi, koruyucu cerrahi tedavi gibi yeni yaklaşımlar da detaylı olarak irdelenmiş ve önerilmiştir. Kitabın yazarları ayrıca bilim dünyasını bu olası maliyet-etkin tedaviler hakkında daha fazla klinik çalışma yapmaya da cesaretlendirmektedir. Polonya, İran, Hindistan ve Afrika’daki deneyimler doğrultusunda doğum sonu kanamanın anne ölümü ve ciddi hastalığı açısından sonuçları da sunulmuştur.

XXIII


FIGO Yönetim Kurulu Aralık 2005’te yaptığı toplantıda üye ülkelere bir çağrıda bulunarak hemşire ve ebelere doktorun talebi olmadan da oksitosin kullanımını uygun bulduğunu duyurmuştur. FIGO ayrıca üye ülkelerden diğer sağlık çalışanları ve sağlık sistemi yöneticileriyle birlikte çalışarak mizoprostolün temel ilaçlardan biri olarak kabul görmesini sağlamalarını istemektedir. Daha sonra FIGO bir anket hazırlayıp doğumun üçüncü evresinde oksitosin ve mizoprostol kullanımını değerlendirmiştir. Doğum sonu kanama hala yüksek ve düşük kaynaklara sahip ülkelerdeki kadınların yaşamlarını tehdit etmektedir ve hala düşük sağlık olanakları olan ülkelerdeki en önemli anne ölüm nedenidir. Doğum sonu kanamaların çoğu uterus atonisine bağlı gelişmektedir. Ne yazık ki ucuz teknolojiler kullanılarak basitçe önüne geçilebilecek ve tedavi edilebilecek tedbirler uygulanmamaktadır. ICM ve FIGO, sağlık çalışanlarının doğumun üçüncü evresinin aktif yönetimi konusunda eğitimi ve bunları uygulanması için başta Birleşik Devletler Uluslararası Gelişim Ajansı (USAID) olmak üzere birçok kuruluşu bir araya getirmiş ve ucuz teknolojilerin kullanımını önermiştir. FIGO ve ICM, Birleşmiş Milletler ajansları ve zengin ülkelerdeki kaynak sağlayıcılarını doğum sonu kanamaya bağlı anne ölümlerinin azaltılması yönünde harcanan uğraşı desteklemeye davet etmektedir. Bu uğraşın bir ürünü olarak bu kitabı yürekten destekliyoruz. Bu kitap dünyanın her tarafındaki sağlık çalışanları için yaşamsal öneme sahip bir konu hakkındaki tüm bilgileri bir araya getiren ilk eserdir. Dr. Arnaldo Acosta FIGO Başkanı

Dr. André B. Lalonde FIGO Ana-Çocuk Sağlığı Koruma Komitesi Eş Başkanı Kanada Obstetri ve Jinekoloji Derneği Yönetici Başkan Yardımcısı

XXIV


Değerli meslektaşlarım, Maternal mortalitenin en önemli nedenlerinden birisi hiç kuşku yok ki doğum sonu kanamalardır. Bazen açıklayacak hiçbir neden yokken gelişen bu kanamalar, yaşamı tehdit etmekte, yalnız anne ölümlerine değil, böbrek yetmezliği ve endokrin anormallikler gibi bir çok kronik rahatsızlığa da zemin hazırlamaktadır. Zaten zor şartlarda ve yoğun olarak çalışan kadın-doğum hekimleri, ani gelişen bu durum karşısında yeterli çabayı gösterse de, anemik bir zeminde komplikasyonlar ağırlaşmaktadır. Doğum sonu kanamalar, sonuçta bir komplikasyon olsa da, gerekli ve özenli bir müdahale yapılmadığında tıbbi hata olarak değerlendirilmekte ve hekimi ağır maddi ve manevi sorumlulukla karşı karşıya bırakmaktadır. Bu tip bir acilde, bu durumu yaratan nedenleri kavramak, bu nedenlerin tedavisinde izlenecek olan yolu hızlı ve uygun bir şekilde tamamlamak, hem hastanın yaşamını kurtaracak hem de hekimi malpraktisden uzaklaştıracaktır. Elinizdeki bu kitap, kadın-doğum hekimine, bu zor durumda yardımcı olacak bir kılavuz niteliğindedir. Dünyada da FIGO’nun proje olarak tüm bölgelerde uygulamaya çalıştığı yönetim rehberleri geliştirilmekte ve doğum sonu kanama oranları ve dolayısıyla maternal mortalite düşürülmeye çalışılmaktadır. Ben, bu konuda ülkemizde gereken kaynağı oluşturan başta TJOD Genel Sekreteri Prof. Dr. Cansun Demir olmak üzere, emeği geçen tüm arkadaşlarıma teşekkür eder, bu kitabın kadın-doğum uzmanlarımıza yararlı olmasını dilerim. Saygılarımla, Prof. Dr. İsmail Mete İtil TJOD Başkanı Nisan 2010, İZMİR

XXV


Degerli meslektaşlarım; Türk Jinekoloji ve Obstetrik Derneğinin 2012 FIGO kongresini almak için yoğun kulis yaptığımız Kuala Lumpur’ da o dönemki saymanımız Prof. Dr. Cansun Demir elinizde okuduğunuz kitabı buldu ve tüm meslektaşlarına hizmet amacı ile çevirisini yapmak istedi. Ne mutludur ki bugün sizler bu kitabı okuyorsunuz. Ülkemiz kadınlarına ve jinekoloji camiasına hizmet amacıyla yanıp tutuşan meslektaşlarımız olduğu sürece Türk kadın hastalıkları ve doğum camiası her zaman ileriye gidecektir. Ülkemizde son yıllarda anne ölümleri giderek azalmaktadır. Ancak hala alınması gereken yol vardır ve bu amaç için de hepimizin çaba sarf etmesi gereklidir. Ülkemizde kadın hastalıkları ve doğum sahasında tıbbi hizmet kalitesi çok yükselmiştir. Uzmanlarımız her yıl düzenlenen kongre, sempozyum ve kurslara yoğun olarak katılmakta ve kendilerini yenilemek için çok gayret sarf etmektedirler. Yine ana dernek olarak TJOD ve yan dal dernekleri üzerlerine düşen vazifeleri yapmak için üstün çaba göstermektedirler. Ancak ülkemizde bir an önce ulusal sağlık politikalarının geliştirilmesi gereklidir. Örneğin “ikili test her gebeye yapılmalı mıdır, ya da ayrıntılı obstetrik sonografi kimler tarafından nasıl yapılmalıdır, gebelikte kaç kez ultrasonografi yapılmalıdır, Sağlık Bakanlığı’mızın referans gösterdiği % 15 sezaryen oranı ülkemiz şartlarına uygun mudur, sezaryen ve doğum ücretlerinin SUT’ta bu kadar düşük olması nasıl açıklanmaktadır ?” gibi pek çok sorunun yanıtı maalesef bugün yetkili otoriteler tarafından verilememekte ve “Ben yaptım oldu” politikaları ile sorunlar ertelenmekte hatta daha da büyütülmektedir. Ben üstün gayretleri için Genel Sekreterimiz Prof. Dr. Cansun Demiri kutluyor, bu kitabın ülkemize ve meslektaşlarımıza yararlı olmasını diliyorum. Prof. Dr. M. Bülent Tıraş TJOD 2. Başkanı Mayıs 2010, ANKARA

XXVI


EDİTÖRLERİN ÖNSÖZÜ Bu kitabın doğuşu hiçbir Enstitü, Organizasyon ya da Tıp Koleji tarafından üretilmediği için alışılmadıktır. Kitap farklı merkezlerde çalışan üç hekimin (LK, MK, CBL) böyle bir gereksinimi fark etmeleri üzerine ortaya çıkmıştır. Dördüncü editör (AL) ise projeden haberdar olunca, onlara daha sonra katılmıştır. Her yazara bu işi gönülden yapıp, yapamayacağı soruldu. Kitabın Kasım 2006 başında Kuala Lumpur, Malezya’da yapılacak olan FIGO’nun XVIII. Dünya Kongresi’ne yetiştirilmesi hedeflendi. Dahası her yazarlara bu kitaba destek olmanın hiçbir maddi getirisi ya da ödülü olmayacağı söylendi. Bu doğrultuda kitabı internette yayınlamaya ve çeviri hakkını makul bir bedel karşılığında FIGO’nun ulusal üyelerine vermeye de karar verildi. Editörler benzer düşüncelere sahip bir yayıncıyla, Sapiens Publishing Birleşik Krallık’tan David Bloomer, çalışmaktan dolayı kendilerini çok şanslı görmektedirler. Bu kitabı kadınların başına dert olan bir başka hastalık olan meme kanseri yüzünden kaybettiği kızı Abigail’in anısına bir proje olarak ele almıştır. Dikkatli okuyucular bazı tekrarlamaları mutlaka fark edecektir. Eğer bu kitap ilk sayfadan sona kadar düzenli okunacak bir kitap olsaydı bu tekrarlamalar ayıklanırdı. Ancak editörler okuyucuların özel bir başlığa ya da bir seri başlığa odaklanacağını düşündüğünden bu tür tekrarlamalara dokunmamışlardır. Tekrarlamalara bağlı okuyucuların çekeceği rahatsızlıklardan ötürü editörler olarak özür dileriz. Tüm dinamik konularda olduğu gibi son dakika değişiklikleri de yaşanmıştır. Özellikle de Hindistan’ın Goa kentinde 12–16 Temmuz 2006’da yapılan Uluslararası Doğum Sonu Kanamayı Önleme Kongresi ışığında günceli yakalamak için bu tür değişiklikler de yapılmak zorunda kalınmıştır. Bölümler belirlenirken henüz bilinmeyen bir konu hakkında yazılar tamamlandıktan sonra, özel koruyucu tedbirler adıyla başlık eklenmiştir. Tamamlanmış bir kitap üzerine bu tür değişiklikleri yapma konusunda David Bloomer ile uzun bir zamandan beri çalışan deneyimli ve kıdemli editör Bayan Jean Wright’ın gösterdiği uyumlu çalışmaya şükranlarımızı sunuyoruz. Ayrıca Bay B-Lynch’in özel sekreteri Bayan Nora Horner’a da editörler ve diğer yazarlar arasındaki e-posta trafiğini yönetip, tüm yazıları elektronik hale getirdiği için teşekkür etmek istiyoruz. Son olarak editörler ve David Bloomer, Majesteleri Prenses Anne’a kitabın bu baskısı için yazdığı özel mesaj ve Kraliyet Tıp Birliği, Chandos House’da 11 Ekim 2006’daki tanıtım toplantısı sırasında yaptığı konuşmadan ötürü şükranlarını sunmaktadırlar. Her seviyedeki sağlık çalışanının doğum sonu kanamayla karşılaştığında daha etkili bir şekilde çalışmasında bu emeklerimizin yardımcı olmasını yürekten diliyoruz. Bu bir kere bile gerçekleşse, bu ortak emek boşa gitmemiş olacaktır. Christoper B-Lynch | Şef Editör Milton Keynes (Oxford Deanery), Birleşik Krallık Louis G. Keith | Kıdemli Editör Chicago, ABD André B. Lalonde | Editör Ottawa, Kanada Mahantesh Karoshi | Yardımcı Editör Epsom, Birleşik Krallık

XXVII


Değerli Meslektaşlarım, 2006 yılında Malezya’da Kuala Lumpur’da düzenlenen FIGO kongresinde “Doğum Sonu Kanama” isimli bu kitabın İngilizce baskısının dağıtıldığını gördüm. Ücretsiz dağıtılan Kanada Jinekoloji Derneği’nin bir yayını idi. Kitabı inceledikten sonra bu kitabın çevirisini yapmamız gerektiğini düşündüm. Türkiye’de ne yazık ki maternal mortalite oranları hala çok yüksek ve bununda en önemli nedenlerinin başında doğum sonu kanamalar yer almaktadır. İşin üzücü yanı doğum sonu kanamalar önlenebilir nedenler ya da öyle olmalı. Bizim toplumumuz geri kalmış veya bırakılmış bir toplum. Artık 21. yüzyılda Türkiye’deki annelerin de doğuma bağlı nedenlerle kaybedilmemesi gerekiyor. Annesiz büyüyen bebekler artık olmamalı. Tüm olumsuz şartlara rağmen hekimlerimiz çok iyi yetişiyor. Ama ne yazık ki hekimin iyi yetişmesi ile iş bitmiyor. Yardımcı sağlık personelinin de iyi olması gerekli, aletlerin ve ekipmanların yeterli olması şart. Hekim zorunlu hizmet için gittiği yerde doğum sonu kanamalı hastaya nasıl yaklaşacağını biliyor olabilir ama bulunduğu yerde kan bankası yoksa ne yapacak ? Sağlıkta dönüşüm politikası sonucunda sezaryen oranları arttı. Sezaryen oranlarındaki artış nedeniyle yalnızca hekimi suçlayıp, doğum yaptırmayı bilmiyorlar, onları eğitime göndereceğiz diye cezalandırmakla sezaryen oranları azalmayacaktır. Özel hastanelerin, devlet hastanesine çevrilmesi ve bunun sonucunda muayene ücreti kadar düşük rakamlara hekimlerin doğum yaptırması istenirse, ne yazık ki emek yoğun bir iş olan normal doğum oranları daha da azalacaktır. Artan sezaryen oranlarıyla birlikte previa, akreata, perkreata gibi sorunlar nedeniyle ciddi doğum öncesi ve sonrası kanama riskleri de artacaktır. Biz her şeye rağmen iğneyi kendimize batıralım ve eğer eksikliklerimiz varsa bunları tamamlayalım istedik. Doğum sonu kanama konusunda mevcut son yenilikleri Kadın Hastalıkları ve Doğum Uzmanları ile bu kitabı çevirerek paylaşmak istedik. TJOD yönetim kurulunun görevlendirmesi sonucu bu eseri Türkçe’ye çevirdik. Bu konuda emeği geçen tüm meslektaşlarıma teşekkür ediyorum. Bu kitabın çevirisi için TJOD Yönetim Kurulu’na, basım kararının alındığı geçen dönem TJOD Yönetim Kurulu Başkanı Prof. Dr. Bülent Tıraş’a ve kitabın basımının gerçekleştiği bu dönem TJOD Yönetim Kurulu Başkanı Prof. Dr. İsmail Mete İtil’e çok teşekkür ediyorum. Yoğun emeği ve yardımları için çeviride yardımcı olan Yrd. Doç. Dr. Selim Büyükkurt’a çok teşekkür ediyorum. Kitabın çevirisine katkıda bulunan tüm meslektaşlarıma ve kitabın basımında emekleri için Flap Tur yetkililerine teşekkür ediyorum. Dizgi aşamasında bizlerle birlikte günlerce çalışan, Flap Tur’un çalışanlarından Burçak Çınar’ın değerli emeğini burada bir kez daha şükranla hatırlatmak isterim. Bu kitabı başta rahmetli annem H. Beyhan Demir ve eşim Demet Demir olmak üzere tüm annelere ithaf ediyorum. Saygılarımla Prof. Dr. S. Cansun Demir Nisan 2010, ADANA

XXVIII


Bu kitabı 29.Ekim.1943’te ilk doğumunu yaparken doğum sonu kanama nedeniyle hayatını kaybeden büyük teyzem Semiha UÇKUNKAYA’ya ve bizleri dünyaya getirme uğruna hayatlarını kaybeden ya da tehlikeye atan tüm annelere adıyorum. Yard Doç Dr Selim BÜYÜKKURT Adana, 2010

XXIX


EKİM, 2006 Gelişmekte olan dünyada anne ölümü ve Afrika’ya özel bir bakış Bu kitabın yayınlanması anne ölüm hızını % 75 azaltmayı hedefleyen Binyılın Gelişim Amaçları’ndan beşincisi için oldukça önemli bir kilometre taşıdır. Bu aslında pek çok gelişmekte olan ülke için göz korkutucu bir hedeftir. Afrika Bölgesi’nde özellikle Batı ve Doğu Afrika’da gebelik ve doğum yapmaya bağlı olarak çok sayıda kadın ölmektedir. Bu konuda tahmin edilen ortalama 100.000 canlı doğuma 1000 anne ölümüdür. Afrika tüm dünya nüfusunun % 12’sini ve doğumlarının da % 20’sini sağlasa da, anne ölümlerinin % 50’si burada meydana gelmektedir. Yüksek sağlık imkanlarına sahip ülkelerde yaşam boyunca gebelik ve doğuma bağlı ölüm riski 1/3000’dir ve düşük bir risk oranı olarak kabul edilir. Ancak 1/100 yüksek bir oran olarak kabul edilir. Sahra’nın güneyindeki Afrika’da her 16 kadından biri gebelik ve doğumla ilişkili durumlar nedeniyle ölmektedir. Yaşam boyu riskin 1/16 olması korkunç bir orandır. Bu kadının sosyal, kültürel ve ekonomik durumunun zayıflığının yanı sıra mevcut sağlık sisteminin yetersizliğinin doğrudan bir sonucudur. Eldeki bilgiler anne ölümünün nedenlerini doğum distosisi (% 8), hipertansif bozukluklar (% 12), düşük (% 13), sepsis (% 15), sıtma, anemi ve HIV/AIDS gibi dolaylı nedenler (% 20) ve diğer doğrudan nedenler (dış gebelik, emboli, anesteziye bağlı sorunlar. % 7) olarak sıralamaktadır. Afrika’daki doğumlara kaliteli sağlık çalışanının katılma oranı % 46 olarak tahmin edilmektedir. Yukarıda sunulan durumdan ötürü WHO’nun Afrika Bölge Ofisi’nin önceliklerinden biri anne ölümlerinin azaltılmasıdır. Bu nedenle anne sağlığının geliştirilmesi ve anne ölümlerinin azaltılması konusunda gayretli bir çalışma içindeyiz. Bu kitap sağlık çalışanlarının hastane içinde ya da dışında karşılaştıkları doğum sonu kanamayı yönetmedeki becerilerini artırmak ve onları eğitmek için kanıta dayalı pratik bilgiler içermektedir. Gelişmekte olan ülkeler yetişmiş sağlık çalışanı ve onlara gerekli donanımı sağlama konusunda atağa kalkmışlardır. Yeterince becerikli ve güvenli anne bakım hizmeti sunacak olan çalışanların yetiştirilmesinde bu kitabın kılavuz alınması bizleri daha da fazla teşvik edecektir. Doğum sonu kanamaya bağlı anne ölüm oranlarında gelişmiş ve gelişmekte olan ülkeler arasında belirgin fark bulunmaktadır. Bu fark gebelik ve doğumla ilişkili komplikasyonların giderilmesinde sağlık sistemlerinin etkinliği ve zamanlamasının gerekliliğinin altını çizmektedir. Ayrıca zayıf maddi kaynağa sahip ülkelerde kullanılmak üzere ucuz ve etkili yöntemlere de ihtiyaç vardır. Bu kitap da bu tür seçenekleri sunmaktadır. Bu kitabı uygulayıcılara, eğiticilere ve öğrencilere zamanında ve uygun tedaviyi yapmaları konusunda yol göstermesi için öneriyorum. Son olarak okuyuculara WHO’nun dünyada kadın sağlığını geliştirme yönünde kanıta dayalı girişimlerin uygulamaya konmasını desteklemek için araştırma toplulukları ve akademik topluluklar gibi diğer ortaklarıyla el ele çalışmaya devam edeceği konusunda güvence vermek isterim. Dr Luis Gomes Sambo WHO Afrika Bölge Ofisi Bölge Yöneticisi

XXX


KISIM I DEMOGRAFİK ve LOJİSTİK DURUMLAR

1


Bölüm 1 DOĞUM SONU KANAMADA BUGÜN: TAC MAHAL’İN GÖLGESİNDE YAŞARKEN A. B. Lalonde, B.-A. Daviss, A. Acosta, K. Herschderfer O. Kadayıfçı, S. Büyükkurt

“Kadınlar tedavi edemediğimiz bir hastalık yüzünden ölmüyorlar. Ölüyorlar, çünkü toplumlar hala onların hayatlarının kurtarılmaya değer olduğunun bilincine varamadılar.” Mamoud Fathalla, Uluslararası Kadın Hastalıkları ve Doğum Federasyonu (International Federation of Gynecology and Obstetrics [FIGO]). Dünya Kongresi, Kopenhag 1997. büyük bir kısmı, tıbbi çözümleri iyi bilinen, önlenebilir nedenlere dayanmaktadır. Aslında anne ölümlerinin % 99’ı gelişmekte olan ülkelerde, yani sınırlı kaynakların olduğu, deneyimli sağlık hizmeti verenlerin yeterli sayıda olmadığı ve acil doğum hizmetinin zayıf olduğu ülkelerde görülmektedir4. Tüm gebeler ve yenidoğanların yaşadıkları yere yakın, kendi kültürlerine, uygun ve yeterince deneyimli kişiler tarafından, öngörülemeyen komplikasyonlara müdahale edilebilecek sağlık hizmetini alması ise mutlak gerekliliktir. Yaşanan sorun teknolojik değil, stratejik ve yönetseldir4.

GİRİŞ Hindistan Şahı Cihan’ın eşi, İmparatoriçe Mümtaz’ın 14 çocuğu vardı ve son doğumunu yaptıktan sonra gelişen kanama nedeniyle 1630’da öldü. Şah Cihan’ın eşine karşı beslediği sevgi o kadar büyüktü ki, anısında dünyanın en büyük anıt mezarı olan Tac Mahal’i yaptırdı1. Yaklaşık olarak aynı zamanlarda çok uzakta, kuzeydeki bir ülkedeyse başka bir yol izleniyordu: 1663’te İsveç Tıp Koleji kuruldu. İsveçli din adamları 1749’da Avrupa’nın ilk ulusal sağlık istatistiği veren bilgi sistemini kurdu. 1757’den itibaren tüm İsveç kiliselerdeki ebe eğitimi ulusal olarak onaylandı. Bu alt yapı çalışmalarının sonucunda (ebelik sistemi, bunun ötesinde tıp eğitimi ve sonuç bildirim sistemi) gelinen noktanın İsveç’teki anne ölümlerinin, 1751’den 1900’e kadarki süreçte, 100.000 canlı doğumda 900’den 230’a düşmesinin ana nedeni olduğu kabul edilmektedir2.Bugün İsveç dünyanın en düşük anne ölüm oranlarına sahip ülkesi olmanın rahatlığı içindedir. 2006’da her toplum büyük anıtlar yapıp, bu acıyı çekmeye devam mı edecekler ya da bundan korunmanın yollarını mı arayacaklar noktasında bir seçim yapmalıdırlar. Binyılın gelişim amacının (Millennium Development Goal [MDG]) 5.maddesi olan anne ölümlerini % 75 azaltma çabası, 2015’e henüz daha 10 yıl varsa da, artık imkansız bir hedeftir. Dünyada her yıl 529.000 anne ölümü olduğu tahmin edilmektedir. Bu sayı tüm dünyada 100.000 canlı doğumda 400 anne ölümü olmasına karşılık gelmektedir3. Bu ölümleri açıklamanın bir başka yoluysa her günün, her saatinin, her dakikasında bir kadın ölüyor olmasıdır.

Doğum sonu kanama anne ölümlerinin en sık nedenidir ve tüm dünyadaki anne ölümlerinin ¼’i oluşturur5. Bu trajedilerin önlenmesi için çoğunluğu kapsayacak en uygun çözüm doğumdan önce kadının olası bir doğum sonu kanamaya karşı koyabilecek kadar sağlıklı olmasını sağlamak; doğumda da meydana gelen talihsiz durumu uygun bir plan ve oksitosin desteğiyle fizyolojik olarak veya aktif yönetimle kontrol altına almaktır. Bu trajedilerin büyük kısmı için, hepsi için değil, en uygun çözüm öngörmektir. Kendi itibarlarını korumak adına Uluslararası Ebelik Konfederasyonu (International Confederation of Midwives [ICM]) ve FIGO, bu dönüşümü sağlamak için üyeleri arasında tüm dünyaya yayılan bir kampanya başlatmıştır. TANIM ve İNSİDANS Dünya Sağlık Örgütü (World Health Organization [WHO]) doğum sonu kanamanın tanımı ve

Doğumla ilgili olan ölümlerin ve ciddi hastalıkların

2


insidansını daha kesin olarak ortaya koymak için 1997 ve 2002 arasında yayınlanmış tüm çalışmaları inceledi6. Eldeki kaynaklar (50 ülkeden, 116 çalışma ve 155 bireysel veri kaynağı) yeterli kalitede değildi. Doğum sonu kanamanın tanımı çalışmaların % 58’inde yapılmamıştı. Toplum temelli gözlemlerin orta kalitelilerinde prevalans değeri Katar’da olduğu gibi (% 0,55) çok düşük ya da Honduras’ta olduğu gibi (% 17,5) çok yüksek bildirilmiştir. Erken bulgulara göre aşırı kanamanın zamanında bildirilmesi % 0,84 ile % 19,8 arasındadır. Ancak çalışmaların büyük bir kısmında kalite, doğum sonu kanamanın tanımı ve tanısıyla ilgili sorunlar bulunmaktadır.

Doğum sonu kanamaya bağlı ölüm riski sadece kaybedilen kan miktarına bağlı değildir. Kadının genel sağlık durumu da sonuca etki edecek bir nedendir10. Fakirlik, yaşam şekli, kötü beslenme ve kadının kendi üreme sağlığı hakkında karar verme gücünün eksikliği gibi ana konular ne yazık ki artık kabullenilmiş, değiştirilemez ve ortadan kaldırılamaz olarak görülmektedir. Yoğun bir doğum hastanesinde, Tac Mahal olayında gördüğümüz bu kadere karşı koymanın aksine, doğumhanede çalışan hemşireler alt kasttaki bir kadının dosyasını doldurmayıp, bunu hasta yakınlarına yaptırdığı bile görülebilmektedir3. Ancak Hindistan’daki sorun, hem düşük hem de yüksek olanaklara sahip ülkelerdekinin basitçe yansımasıdır3, 4, 11. Korkunç gerçekse doğum sonu kanaması olan hastaların 2/3’ünde daha önceden öngörülebilen, çok doğum yapmış olma veya myoma uteri gibi bir riskin olmamasıdır12. Bu nedenle doğum sonu kanama herkese eşit uzaklıktaki bir durumdur. Ama doğum sonu kanama herkese eşit uzaklıktaki bir katil değildir. Fakir, iyi beslenmeyen, yeterli tıbbi olanaktan uzakta doğum yapan sağlıksız kadına daha yakınken; iyi donanımlı ve yetişmiş personele sahip bir sağlık kurumunun yakınlarında doğum yapan şanslı kadın üç gecikmeden korunmuş olacaktır. Bunlardan ilki bir sorun olduğunun farkına varma ve yardım istemede gecikme, ikincisi daha iyi koşulları olan bir hastaneye taşınmayla ilgili gecikme, üçüncüsü ise buraya geldiğinde uygun ve yeterli bir bakımı alma konusundaki gecikmedir.

Çalışmaları ilgilendiren önemli sorunlardan biri de doğum sonu kanamada, kan miktarının nasıl ölçüldüğüdür. Yayınlanmış veriler sayıca az ve geçerli bir altın standart yöntemden yoksundur. Kanama miktarının sadece gözlemlemeye dayanarak belirlenmesi güvenilir değildir7. Oysaki anneyi değerlendirmede bu veri gereklidir. Tanzanya’nın kırsalında kullanılan “Kanga”, geçerli bir uygulama aracı haline getirilmiştir8. Bölgede üretilen ve satın alınabilen bir malzeme olduğundan kullanım uygunluğu vardır. Bölgedeki pamuk fabrikasında standart boyutta (100x150 cm) olarak üretilmektedir. Eğer üç ya da dört Kanga kanla ıslanırsa doğuma yardımcı eğitimli personel hastayı bir sağlık merkezine ulaştırması gerektiğini fark eder. Kanamayı belirleyecek çok iyi yöntemler olsa bile, doğum sonu kanamayı sadece 500 ml’den fazla kanama olarak tanımlamak hala zordur. Bu yolla hala altta yatan başka sağlık sorunlarını yansıtmak mümkün olmamaktadır. Kanamanın miktarı, onun doğum yapmış kadın üzerindeki etkisine göre daha geri plandadır. Bu nedenle tanımı hastada önemli fizyolojik değişikliğe neden olan (tansiyon düşmesi gibi) ve kadının hayatını tehlikeye düşüren herhangi bir kanama olarak dikkate almak gerekir. Bu konu daha detaylı olarak Bölüm 2-6’da ele alınmıştır.

2000 yılında meydana gelen anne ölümlerinin % 95’i Asya (253.000) ve Sahra’nın altındaki Afrika’ya (251.000)13 eşit olarak dağılmıştır. Ancak Afrika’daki risk daha yüksektir, zira burada Asya’dakinden daha az nüfus yaşamaktadır. On yıllar önce Sahra’nın altındaki Afrika, 100.000 canlı doğumda 900 oranıyla en çok anne ölümü olan bölgeydi. Bu bölgede deneyimli sağlık personeli tarafından yaptırılan doğum sayısı ve doğumda beklenen yaşam oranları anne ölümüyle sıkı bir uyum içindedir. Örneğin Afganistan’da anne ölümlerini belirleme yeteneği konusundaki gelişmeler; bugüne kadar şüphelenilen, ancak kanıtlanamayan bir gerçeği ortaya koymuştur. Hastalıkları Kontrol ve Önleme Merkezi’nin (Center for Disease Control and Prevention [CDC]) dört bölgeyi içeren geriye dönük kohort çalışmasında 100.000 canlı doğumda 1.900 gibi yüksek bir anne ölümü hızı bildirilmiştir14. Aynı

DOĞUM SONU KANAMA: NE ZAMAN, NEDEN ve NEREDE Gebelikle ilişkili anne ölümlerinin % 60’ı doğum sonrası dönemde meydana gelir. Bir kaynak bunların % 45’inin ilk 24 saatte meydana geldiğini bildirmektedir9.

3


ülkede çalışmalarını yürüten bir başka grup ise Herat Bölgesi’nde neden bu kadar yüksek anne ölüm hızı olduğunu şu şekilde açıklamıştır:

“1988–1998 arasında hepsi iyi donanıma sahip olan hastanelerde doğumun üçüncü evresinin aktif veya pasif olarak izlenmesinin etkilerini karşılaştıran dört büyük, rastgele gruplanmış, kontrollü çalışma yapılmıştır (ikisi Birleşik Krallık’ta, biri Birleşik Arap Emirlikleri’nde, biri de İrlanda’da). Dört çalışmanın dördünde de aktif yönetimin daha az doğum sonu kanama ve daha kısa üçüncü evreyle ilişkili olduğu bulunmuştur… Cochrane Kütüphanesi’nin yürüttüğü sistemik derleme ve meta-analizlerin sonucunda da doğum hastanelerinde doğumun üçüncü evresinin aktif olarak yürütülmesinin kanama miktarını azalttığı, doğum sonu kanama sıklığını azalttığı ve doğumun üçüncü evresini kısalttığı ortaya konmuştur. Yine bu çalışmalarda doğum sonu anemi, kan transfüzyonu ihtiyacı ve ilave uterotoniklere daha az ihtiyaç duyma konusunda da aktif yönetimin yarar sağladığı gösterilmiştir”17.

“… kişisel ve toplumsal sağlık koşulları insan haklarının korunması ve geliştirilmesiyle doğrudan ilgilidir. Bu çalışmanın bulguları insan haklarıyla ilgili bazı etmenlerin Herat Bölgesi’ndeki önlenebilir anne ölümleriyle ilişkili olduğunu ortaya koymuştur. Bunlar yeterli sağlık hizmetine ulaşma, beslenme, barınma, temiz su, bireysel özgürlüklerin korunmasıdır (örneğin istediğiyle evlenebilme, doğum kontrol yöntemlerine erişebilme, çocuk sayısını ya da en azından çocuklar arasındaki süreyi kontrol edebilme) ”15. Diğer birçok ülkede kanama, anne ölümlerinin yarısının nedeni olarak bildirilmektedir. Oysa dünyanın genelinde bu oranın ¼ olduğu bilinmektedir. Örneğin Endonezya’da % 43, Filipinler’de % 53, Guatemala’da % 53’tür4.

Prostaglandinlerin bu amaçla kullanımının etkisini değerlendiren en az iki Cochrane derlemesi bulunmaktadır. 2003’teki bir derlemede 800 μg rektal mizoprostolün doğum sonu kanamanın yönetimi için ilk ilaç olarak kullanımı önerilmiştir. Ancak yine de rastgele gruplanmış, kontrollü çalışmalarla en uygun ilaç kombinasyonu, uygulama yolu ve ilaç dozu araştırılmalıdır. 2004’te yayınlanan bir derlemeye göre “düşük riskli kadında doğumun üçüncü evresinin yönetimi için ne enjekte edilebilen prostaglandinler, ne de mizoprostol klasik enjekte edilebilen uterotoniklerin yerini alamazlar. Ancak prostaglandinlerin doğum sonrası kullanımıyla ilgili çalışmalar, korumadan ziyade tedaviye yönelik olduğunda umut vericidir18.” Ancak bu derlemeyi okurken birçok ülkenin uterotonikleri temin etme konusunda yeterli alt yapı imkanlarının olmadığını akılda tutmak gerekir.

Bazı ülkelerde, belli toplumlar daha fazla risk altındadırlar. Pan Amerikan Sağlık Örgütü yerli halkta neden daha fazla anne ölümü olduğunun nedenlerini şu şekilde açıklamıştır: 1. Anne sağlığıyla ilgilenen sağlık çalışanları geleneksel kültürel uygulamalar konusunda ya çok az bilgiye sahipler ya da hiç bilgi sahibi değiller. 2. Anne bakımının yeterince olmamasının altındaki ana neden sağlık çalışanlarıyla gebelerin çok kötü bir iletişim düzeyine sahip olmalarıdır. 3. Anne sağlığıyla ilgili kültürler arasında iletişim ve fikir birliği kurma konuları kaynakların kullanımı, amaçlar ve hedeflerin üzerinde yer almaktadır16.

WHO’nun çok merkezli, rastgele gruplanmış çalışmasında bile bazı konular açıklığa kavuşturulmamış olarak ucu açık bırakılmıştır. Bu çalışmaya göre 10 U oksitosin (kas içine ya da ven içine), doğumun üçüncü aşamasının aktif yönetiminde 600 μg oral mizoprostolden üstün bulunmuştur19. Oksitosinin ikincil etkisi olarak karşımıza çıkan olası bir sorun, plasentanın elle halası konusudur ve bu nokta açıklanmayı gerektirmektedir.

KANAMANIN ÖNLENMESİ İÇİN VAR OLAN KANIT Ekim 2004’te Litch doğumun üçüncü evresinin aktif yönetilmesiyle ilgili kanıta dayalı bir derleme yayınladı17. Aşağıdaki alıntı bu derlemeyi yansıtmaktadır:

4


2004’te yayınlanan bir Cochrane derlemesine göre oksitosinin proflaktik kullanımı “plasentanın elle halası riskini artırabilir”20. Olanakları fazla olan ülkelerde, yani embolinin doğum sonu kanamadan daha sık anne ölüm nedeni olduğu ülkelerde, kanamaya bağlı histerektomi doğum döneminde kadının yaşamını en fazla tehlikeye düşüren durum olarak kabul edilmektedir21. Plasentanın tam çıkmaması, doğumun üçüncü evresinin yönetimiyle ilgili protokoller düşünüldüğünde “ikincil sonuç” gibi algılanabilecek elle halas dahil birçok soruna neden olabilir. Konu tam olarak netliğe kavuşmadığından uygulayıcılar kendilerini sürekli olarak güncellemelidir. Aynı zamanda toplumların yönetsel planlarını yapan kurumlar da eldeki olanaklar içinde en uygunun ne olduğunu belirlemek için uyanık olmalıdırlar.

bile mizoprostol kullanımının doğum güvenliğini artırdığı yönünde bulgular edinilmiştir. Bu konuda daha detaylı tartışmalar ve mizoprostol ile ilgili çalışmalar 4. bölümde ele alınmıştır. Doğum sonu kanamayı kontrol etmede gelecek vaat eden sonuçların elde edildiği bir çalışma Endonezya’da, 1811 kadınla yürütülmüştür. Kadınlar doğum sonu kanamadan korunma ve mizoprostolün kullanımı konularında bilgilendirilip eğitilmiş gönüllülerden oluşmaktaydı. Bu çalışma evde, tıbbi olanaklardan uzakta doğum yapan kadınların kendi kendilerine mizoprostol uygulamalarının güvenli bir yol olduğunu ortaya koymaktadır25. Her ne kadar mizoprostol Asya ve Amerika’nın birçok ülkesinde yaygın olarak elde edilebilen bir ilaçsa da, hakkında düşük yaptırıcı olarak kullanılabileceğiyle ilgili korkular da bulunmaktadır. Bu ilaca Afrika’nın ve Ortadoğu’nun birçok ülkesinde erişim olanağı bulunmamaktadır. Sadece Brezilya, Mısır ve Fransa bu ilacın doğumla ilgili konularda kullanımını onaylamıştır26. Mizoprostolün olası yararları göz önüne alındığında MDG’nin 5. ana amacı (anne ölümleri) doğrultusunda WHO tarafından “temel ilaçlar” listesine eklediği akılda tutulmalıdır27. Bu aşamada FIGO, ICM ve bilim toplumunun görevi araştırmalar yaparak bu ilaç hakkındaki belirsizlikleri gidermek ve ilacın önündeki engelleri ortadan kaldırmaktır.

Her ne kadar bilimsel literatür standart oksitosin tedavisi ve doğumun aktif yönetimiyle doğum sonu kanamanı % 40 oranında azaltılabileceğini göstermekteyse de, bu uygulama düşük tıbbi olanaklara sahip ülkeler için yaygın olarak kullanılabilir değildir22. Üstelik bu ülkeler hem ölümcül doğum sonu kanamaların daha fazla olduğu, hem de doğumların çoğunun tıbbi olanaklardan uzak, sadece geleneksel ebeler tarafından yaptırıldığı yerlerdir. Tabii bu arada geleneksel ebelerin uygun ilaçlara erişme ya da bunları doğru şekilde kullanma olanaklarından uzak olduğunu da vurgulamak gerekir.

DOĞUM SONU KANAMANIN ÖNLENMESİ İÇİN SÜRDÜRÜLEN GİRİŞİMLER

WHO’nun yürüttüğü çalışma mizoprostolün plasebodan daha mı iyi olduğunu irdelememiştir. Yakın zamanda mizoprostol ile yapılmış iki çalışma ise düşük tıbbi olanaklara sahip ülkelerde bu ilacın olumlu sonuçlar verdiğini göstermektedir. Bunlardan ilki Tanzanya’da yapılmış bir girişimsel çalışmadır. Çalışmanın sonucunda 500 ml’den fazla kanaması olanlara geleneksel ebe tarafından 1.000 μg rektal mizoprostol uygulandığında hem hastanın sevk edilme olasılığının azaldığı, hem de ilave başka tedavilere gereksiniminin azaldığı bulunmuştur23. İkincisiyse Guinea-Bissau’daki bölgesel bir sağlık merkezinde çalışan ebelerle yürütülmüş rastgele gruplanmış, çift-kör, plasebo kontrollü bir çalışmadır. Bu çalışmada da 600 μg dilaltı mizoprostolün rutin uygulanmasının, doğum sonu ciddi kanama sıklığını azalttığı bulunmuştur24. Her iki çalışmada da WHO/ ICM/FIGO tanımlarına göre “deneyimli” olmayan biri tarafından da doğum desteği sağlanmış olsa

Doğum yapan her kadın doğum sonrası kanamayla ilgili olarak potansiyel bir risk altındadır. Biyolojik ve fizyolojik değerlendirme ise olayın sadece bir parçasıdır. Sağlık hizmeti verenler kalabalık toplumların sorunlarının sorumluluğunu üstlenecek, kadına yardımı destekleyecek görevleri de üzerlerine almalıdırlar. Yerli toplumların veya unutulmuş ya da sindirilmiş grupların sorunlarına sadece tıp, gebelik ve doğum olarak bakmamak; aynı zamanda sosyal, kültürel bir konu olarak da ele almak gerekir. Geleneksel uygulamaları da işleyişe katarak ileri gidilmelidir. Doktorların, ebelerin, hemşirelerin topluluklar ve kadın gruplarıyla birlikte çalışarak sistemde var olan açıkları kapaması gerekmektedir. Ağustos 2003’te Kanada’nın Ottawa kentinde FIGO ve ICM üyeleri, araştırmacılar ve uzmanlar

5


doğum sonu kanamanın önlenmesi ve yeni tedavi seçenekleri üzerine bir ortak karar belirlemek üzere bir araya geldiler. FIGO’nun son Dünya Kongresi’nde, Şili 2003’te, Başkan Arnaldo Acosta, FIGO’nun ICM ile işbirliği içinde doğum sonu kanamanın önlenmesi amacıyla doğumun üçüncü evresinin aktif yönetimini (Active Management of the Third Stage of Labor [AMTSL]) destekleyeceğini bildirmiştir. Ayrıca FIGO’nun bu doğrultuda doğum sonu kanamayla uğraşan ekipte yer alan doktor, ebe, hemşire ve diğer sağlık çalışanlarının bilgi düzeyinin artırılmasını hedefleyen bir programda da aktif tutum sergileyeceğini bildirmiştir. Hem FIGO, hem de ICM Sağlık İçin Uygun Teknoloji Programı’nda ortaklaşa çalışmakta ve bu program dahilinde Ekim 2004’te başlayan Doğum Sonu Kanamadan Korunma Girişimi (Prevention of Post Partum Hemorrhage Initiative [POPPHI]) projesini yürütmektedirler. Bu program sayesinde AMTSL’yi tamamlayan eğitim modülleri ve ekipman çantaları oluşturulmuştur. POPPHI ayrıca AMTSL kullanımı konusunda FIGO ve ICM üyeleriyle ortak gelişim için ufak mali destekler de sağlamıştır. Bu girişimler, öncekilerin anne ölümü ve ciddi hastalık oranlarını azaltmadığı göz önüne alınarak, geniş alanlarda hızla uygulamaya geçirilmiştir. Doğum sonu kanamadan korunmanın yolları ve tedavisi iyi bilinen gerçeklerdir. Bilimsel olarak kanıtlanmış gerçeklere dayansa da bunlar tüm sağlık çalışanları ya da gebelerin erişemediği olanaklardır.

Doğuma yardım eden sağlık personelinin doğumun üçüncü evresinde aktif yönetimi yapacak ekipman, deneyim, bilgi ve karar verme gücüne sahip olması gerekir. Uterotonik ilaçlar nasıl kullanılmalıdır?

ICM/FIGO’nun sonraki ortak bildiri ve eylem planı 2004’te açıklanacaktır. ICM/FIGO’NUN ORTAK BİLDİRİSİ ve EYLEM PLANI Hastalara doğumun üçüncü bölümünün aktif yönetimi sunulmalıdır. Zira bu yolla uterus atonisine bağlı doğum sonu kanama insidansı azaltılmaktadır.

Bebeğin doğmasının ardından 1 dakika geçince batını elle muayene edip ikinci bir bebeğin varlığı olasılığını dışladıktan sonra 10 U oksitosini kas içine yap. Oksitosin uygulandıktan 2–3 dakika sonra etki göstermeye başlar ve çok az yan etkiye sahiptir. Bu nedenle diğer uterotonik ilaçlardan ziyade oksitosin tercih edilir.

Oksitosin elde yoksa diğer uterotonik ilaçlar (ergotamin 0,2 mg kas içine ya da syntometrin 1 ampul ya da 400–600 μg mizoprostol oral) kullanılabilir. Oral mizoprostol, oksitosin ve ergot alkoloidlerinin uygulama ve/veya saklamasıyla ilgili engellerin varlığında kullanılmak üzere yedekte tutulmalıdır.

Uterotonikler- uygun şekilde saklanmalıdır:

Ergotamin: 2–8° C’de ışıktan ve donmadan korunmalıdır.

Mizoprostol: Oda sıcaklığında ve kapalı bir kutuda korunmalıdır.

Oksitosin: 15–30° C’de donmadan korunmalıdır.

Bu ilaçların yan etkileri hakkında danışmanlık verilmelidir. Dikkat! Ergometrin ve sintometrin (bu da ergometrin içerir) preeklampsi, eklampsi ve yüksek tansiyonlu hastalarda kullanılmamalıdır. •

Doğumun üçüncü bölümünün aktif yönetimi uterusun daha fazla kasılarak plasentanın çıkışının kolaylaştırılması ve uterus atonisine bağlı kanamaların önlenmesini içermektedir.

Kontrollü olarak göbek kordonunun çekilmesi nasıl yapılmalıdır

Ana unsurları aşağıda sıralanmıştır. • Uterotonik ilaç uygulanması •

Plasentanın doğmasından sonra gerekliyse uterus masajı yapılması

Kontrollü olarak göbek kordonunun çekilmesi

6

Göbek kordonunu perineye yakın bir yerden klemple ve bir elinle tut.


Diğer elini de kadının pubis kemiğinin hemen üzerine yerleştir ve kordonu çekerken uterusu karşı yöne iterek sabitle.

Kordonda hafif bir gerginlik oluştur ve kuvvetli bir uterus kontraksiyonunun gelmesini bekle (2–3 dakika).

• – –

Eğer zarlar yırtılırsa steril bir eldiven giyinip, vajina üst bölümü ve serviksi muayene et. Bu bölgedeki herhangi bir zar artığını da over forsepsi (ring forseps) ile topla.

Uterus masajını bıraktığında uterusun yumuşamadığından ve kıvamını koruduğundan emin ol.

Göbek kordonun erken klemplenmesinin polisitemiyi önlemedeki değeri gösterilemediğinden28 ve doğumda kordonun erken klemplenmesinin bebeğe kan geçişini azaltarak kısa ve uzun dönemde sorunlara neden olmasından dolayı ICM/FIGO ortak çalışma grubu aktif yönetim içine kordonun erken klemplenmesini dahil etmemiştir. Bu karar erken bilimsel verilere dayanan eski tanımdan farklı bir aktif yönetim tanımını ortaya koymaktadır. FIGO ayrıca deneyimli doğum yardımcısının oksitosin ve mizoprostol yokluğunda üçüncü aşamayı fizyolojik olarak aktif yönetmesini önermektedir. Bu uygulamaya uterus tam olarak kasılmadan ve plasentanın inmeye başladığı görülmeden kordonun çekilmemesi de dahildir. Daha iyi bir tanımlamayla dışarıdan birisinin yardımı olmaksızın plasentanın anne tarafından dışarı atılmasına izin vermektir. ULUSAL MESLEK ÖRGÜTLERİNİN ROLÜ Aşağıda belirtilen 10 nokta FIGO/ICM tarafından tüm dünyada doğum sonu kanamanın önlenmesi ve olduğunda da yönetilmesi için önerilmektedir. 1. Birleşmiş Milletler ve uluslararası/ulusal örgütlerden yaygın ve güvenilir destek sağlamak.

Plasentayı inceleyerek tamamının çıktığından emin ol. Eğer plasentanın anne tarafındaki yüzünde eksik alan varsa ya da damar içeren bir zar alanı eksikse plasenta parçasının içeride kalmış olmasından şüphelen ve gerekli önlemi al27.

2. Doğum sonu kanamanın önlenmesi için bu global hareketin tıp, ebelik ve hemşirelik okullarında ders konusu olması konusunda tavsiyede bulunmak.

Uterus masajı nasıl yapılmalıdır •

AKTİF YÖNETİM PROTOKOLLERİNE YANSIYAN ÖNEMLİ DEĞİŞİKLİKLER

Eğer plasenta 30–40 saniye içinde inmezse kordonu çekmeye devam etme: Kordonu kibarca tutarak uterusun yeniden kasılmasını bekle Bir sonraki kontraksiyonla uterusa karşı kuvvet uygulayarak yeniden kordonu kontrollü olarak çek. Asla iyice kasılmış bir uterusa, karşı kuvvet uygulamadan göbek kordonunu çekme. Plasenta doğduğunda plasentayı iki elinle tut ve zarları çıkana kadar çevirmeye devam et. Sonunda hafifçe çekerek doğumu tamamla.

Uterus kasıldıktan sonra her 15 dakikada bir tekrar değerlendir ve gerekiyorsa uterus masajına ilk 2 saat boyunca devam et.

Yukarıdaki tüm işlemler hakkında hastaya ve ailesine bilgi verip, aynı zamanda güven duymalarını da sağla.

Kuvvetli uterus kasılmasıyla birlikte kadına güçlü olarak ıkınmasını söyleyip, plasentayı doğurtmak için kibarca kordonu aşağı doğru çek. Diğer elinle de uterusa karşı kuvvet uygulamaya devam et.

Uterusun mutlak kasılması sağlanana kadar fundusa masaj yapılmalıdır.

3. Dünyanın herhangi bir yerinde doğum yapan her kadında doğum sonu kanamaya

7


karşı proflaktik olarak uterotonik ilaçların kullanılmasını sağlamaya için çalışmak.

dergilerinde, gazetelerde ve internet sitelerinde görüşlerin yayınlanmasının sağlaması

4. Doğuma yardım eden herkesin uterotonik ilaçlara sahip olmasını ve bunu nasıl kullanacağını bilmesini sağlamak.

4. Doğum sonrası kanamanın önlenmesi ve tedavisi önündeki yasalar ve diğer engellerle mücadele edilmesi. Buna fakirlik, kötü beslenme ile mücadele; mezuniyet öncesi ve sonrası eğitimlerle doğuma yardım eden sağlık personelinin doğumun üçüncü aşamasını aktif yönetebilmesi de dahildir.

5. Doğumevleri ve doğum ünitesi olan her hastanenin uterotonik ilaçlara sahip olmasını ve doğum sonu kanamanın tedavi ve korunmasında bunları nasıl kullanacağına dair bir plana sahip olmasını sağlamak.

5. Doğumun üçüncü aşamasının aktif yönetilmesi için ulusal standartların ve klinik kılavuzlarının uygun şekilde hazırlanması

6. Doğuma yardım eden deneyimli sağlık personellerinin tümüne (doktorlar, ebeler, hemşireler) uterus masajı, uterusun bimanuel sıkıştırılması ve plasentanın elle çıkarılması konusunda yeterli eğitimi vermek.

6. Ulusal ilaç düzenleme ajansı, karar vericiler ve uygulayıcılarla işbirliği yaparak uterotoniklerin ve injeksiyon malzemelerinin her yerde olmasının sağlanması

7. Doğuma yardım eden herkesin yeni olarak geliştirilen, basit tıbbi ve cerrahi uygulamalara (ven içine infüzyon, balon tamponadı ve şok pantolonu) yatkınlığını sağlamak29 (Bkz. Bölüm 5, 14, 21 ve 28).

SONUÇ Tac Mahal’in çevresindeki turist yığınlarının çoğu, bu anıtın neyi simgelediğini ya da bu anıtın simgelediği konunun kadınların kanıyla kaplı, kirli yerlerin gölgesini ya da uzun uğraşlarla aşılan yolların ve zamanında varılamayan hastanenin hemşiresinin üzgün gözlerine bakan kocanın içindeki fırtınaları, bunların hala ne kadar sık yaşandığını bilmemektedirler. Hükümetler kadın sağlığını öncelik olarak tanımak konusunda yavaş davranmaktadırlar ve bağışçı ülkeler anne ölümüyle ilgili olarak yeterli desteği sağlamamaktadırlar. Bu bağlamda fakirliğin azaltılması ve eğitim, iyi sağlık koşulları için kilit konulardır. Eğitimsiz sağlık olmayacağı gibi, sağlıksız eğitim de olmaz30.

8. Laparotomi yapabilen her doktorun ve merkezden uzakta bulunan hastanelerin cerrahiden sorumlu görevlilerinin “basit koruyucu cerrahiyi” uygulayabilir olmasını sağlamak (Bkz. Bölüm 31). 9. İleri sağlık hizmeti verilen merkezlerde güvenilir kan transfüzyonu olanaklarını sağlamak (Bkz. Bölüm 45). 10. Üçüncü basamak hizmeti veren sağlık kurumlarında kesin cerrahi (histerektomi) ve modern pıhtılaşma faktörlerinin (rekombinant faktör VIIa) olmasını sağlamak (Bkz. Bölüm 26).

Doğum sonu kanamayla ilgili olarak ICM ve FIGO tüm dünyada, tüm kadınlara ulaşacak aktif yönetimin desteklendiği bir girişimi üstlenmiştir. Doğum sonu kanamadan korunma ve bunun tedavisi için mizoprostolün yararları, oksitosinin ikincil yan etkileri, anti-şok giysileri ve balon tamponadın etkileri hakkında daha fazla çalışma yapılmasına ihtiyaç vardır. Her iki kurumun da 5 numaralı MDG’ye ulaşmak için hükümetlerin, bağışçıların, toplumların desteğine ihtiyacı vardır. Doğum sonu kanamanın önlenmesi ve tedavisi için ICM/FIGO ortaklığının profesyonel olarak desteklenmesini istiyoruz. Sağlık Bakanlıkları’nın fakirlik, beslenme, kadının konumu, eğitim ve sağlık olanaklarına

Ulusal meslek örgütlerine de aşağıdaki konularda önemli ve işbirliği gerektiren görevler düşmektedir: 1. Doğumda deneyimli yardımın desteklenmesi 2. Doğum sonu kanamadan korunma ve bunun tedavisinde toplumun bilinçlendirilmesi 3. Doğum hekimliği, ebelik ve genel tıp

8


erişme ve bunlardan yararlanma konusunda bu kurumlarla ortaklık yapmasını bekliyoruz. Bizim anneleri kurtarmak için ortaya koyduğumuz milenyum hedefinin kabul edilebilir çözümü, aslında toplum ve ulus ortak alt yapısının 1700’lerden beri sergilendiği İsveç’te uygulanmaktadır. Artık uzun zamandır önümüzde duran bu çözümü uygulamaya geçirme zamanıdır.

J Gynaecol Obstet 2005;89:49–50 9. 9. Li XF, Fortney JA, Kotelchuck M, Glover LH. The postpartum period: the key to maternal mortality. Int J Gynaecol Obstet 1996;52:1–10 10. Coombs CA, Murphy EZ, Laros RK. Factors associated with postpartum hemorrhage with vaginal birth. Obstet Gynecol 1991;77:69– 76 11. Kane TT, El-Kady AA, Saleh S, Hage M, Stanback J, Potter L. Maternal mortality in Giza, Egypt: magnitude, causes and prevention. Stud Fam Plann 1992; 23:45–57 12. h t t p : / / w w w. m n h . j h p i e g o . o rg / b e s t / pphactmng.asp 13. Maternal Mortality in 2000: Estimates Developed by WHO, UNICEF, UNFPA. Geneva: World Health Organization, 2004 14. Bartlett LA, Mawji S, Whitehead S, et al. Where giving birth is a forecast of death: maternal mortality in four districts of Afghanistan, 1999– 2002. Lancet 2005;365:864–70 15. Physicians for Human Rights. Maternal Mortality in Heart Province, Afghanistan, 2002. www.phrusa.org/research/afghanistan/ maternal_mortality 16. Maxine S, Rojas R, PAHO/WHO. Maternal and child mortality among the indigenous peoples of the Americas. Healing our Spirit Worldwide 2004; 2:1–3 17. Litch JA. Summary of the evidence base for active management of the third stage of labor. In Preventing Postpartum Hemorrhage: A Toolkit for Providers. PATH (Program for Appropriate Technology for Health) 2004:B-2 18. Gülmezoglu AM, Forna F, Villar J, Hofmeyr GJ. Prostaglandins for prevention of postpartum haemorrhage. Cochrane Database of Systematic Reviews 2004;1 19. Gulmezoglu AM, Villar J, Ngoc NT, et al. WHO multicentre randomised trial of misoprostol in the management of the third stage of labour. Lancet 2001;358:689–95 20. Elbourne DR, Prendiville WJ, Carroli G, Wood J, McDonald S. Prophylactic use of oxytocin in the third stage of labour (Cochrane Review). Cochrane Library 2004;3:6 21. Chalmers B, Wu Wen S. Perinatal care in Canada. BMC Women’s Health 2004;4:3 22. Prendiville WJ, Elbourne D, McDonald S. Active vs. expectant management in the third stage of labour. In The Cochrane Library, Issue

TEŞEKKÜR Bu bölüm editörlerin isteği ve derginin izniyle aşağıdaki makaleden değiştirilerek hazırlanmıştır. Lalonde A, Davis BA, Acosta A, Herschderfer K. International Journal of Obstetrics and Gynecology 2006; 94: Ekim. Kaynaklar 1. Taj Mahal History and Pictures at http:// www.indianchild.com/taj_mahal.htm 2. Hogberg U. The decline in maternal mortality in Sweden: the role of community midwifery. Am J Pub Health 2004;94:1312–19 3. World Health Organization. The World Report 2005. Attending to 136 million births, every year. 2005. Make every mother and child count. Geneva: the World Health Organization, 2005:61 4. Abou Zahr C. Antepartum and postpartum haemorrhage. In Murray CJL, Lopez AD, eds. Health Dimensions of Sex and Reproduction. Boston: Harvard University Press, 1998:172– 81 5. World Health Organization. The World Report 2005. Attending to 136 million births, every year. 2005. Make every mother and child count. Geneva: the World Health Organization, 2005:62–3 6. Gulmezoglu AM. Postpartum haemorrhage (1997–2002). Monitoring and Evaluation Department of Reproductive Health and Research, 25–26 May 2004. Geneva: WHO, 2004 7. Razvi K, Chua S, Arulkumaran S, Ratnam SS. A comparison between visual estimation and laboratory determination of blood loss during the 3rd stage of labour. Aust NZ J Obstet Gynaecol 1996;36:152-4 8. Prata N, Mbaruku G, Campbell M. Using the kanga to measure postpartum blood loss. Int

9


3, 2003. Oxford: Update Software 23. Prata N, Mbaruku G, Campbell M, Potts M, Vahidnia F. Controlling postpartum hemorrhage after home births in Tanzania. Int J Gynaecol Obstet 2005;90:51–5 24. Lars H, Cardoso P, Nielsen B, Vdiman L, Nielsen J, Aaby P. Effect of sublingual misoprostol on severe postpartum haemorrhage in a primary health centre in Guinea-Bissau: randomised double blind clinical trial. Br Med J 2005; 331: 723–8 25. Sanghvi H, Wiknjosastro G, Chanpong G, Fishel J, Ahmed S, Zulkarnain M. Prevention of postpartum hemorrhage in West Java, Indonesia. Baltimore: JHPIEGO Brown’s Wharf, 2004 26. PATH. Misoprostol use in obstetrics and gynecology. Outlook 2005;21 27. Gibson L. WHO puts abortifacients on its essential drug list. Br Med J 2005;331:68 28. Mercer J. Current best evidence: a review of the literature on umbilical cord clamping. J Midwif Women’s Health 2001;46:402–13 29. http://crhrp.ucsf.edu/research/ researchareas/safe_motherhood.html 30. Sachs JD. Macroeconomics and Health: Investing in Health for Economic Development. Geneva: World Health Organization, 2001

10


Bölüm 2 TANIMLAMALAR ve SINIFLANDIRMA A. Coker, R. Oliver S. C. Demir

GİRİŞ

Üçüncüsü, kanamanın tahmini miktarı konusunda etkin bir ortak dille iletişim kurmaya fırsat vermesidir. Böylece farklı tedavi seçenekleri de standardize edilecektir. İlk değerlendirme hastanın yanındaki personel tarafından yapılacaktır. Bunlar da genellikle ebe-hemşire ya da kıdemsiz doktorlardan oluşmaktadır. Kanamanın miktarını değerlendirip, gerektiğinde yardım veya destek isteyeceklerdir. Standardize edilmiş sınıflandırma, etkili iletişimi sağlar ve kişiler arası farklılıkları önler.

“Doğum sonu kanama” terimi geleneksel olarak, 20. haftadan büyük gebelikler için kullanılır. Daha erken gebelik haftasında oluşan kanamaların da doğum sonu kanamaya benzer etiyoloji ve yönetimi söz konusudur, ama bunlar spontan gebelik kayıpları olarak adlandırılır. Son 50 yılda tıbbi ve cerrahi tedavi yöntemlerindeki gelişmelere rağmen tanımlamada ve sınıflandırmada belirgin bir değişiklik olmamıştır1. Halen yaygın olarak kullanılan tanımlama 1990 yılında WHO tarafından önerilen “Doğum sırasında genital bölgeden oluşan 500 ml’yi geçen kanama”dır2. Normal vajinal doğum sırasında ortalama kan kaybı 500 ml olarak tahmin edilse de kadınların % 5’ inde vajinal doğum sırasında kanama miktarı 1.000 ml’yi geçmektedir 3–6. Sezaryen doğumlar sırasındaysa ortalama kan kaybı 1.000 ml olarak tahmin edilmektedir7. Bu nedenle, vajinal ve sezaryen doğumlar arasında kan kaybı açısından bir ölçüde kabul edilebilir oranda bir farklılık vardır.

KULLANIMDAKİ SINIFLANDIRMALAR Geleneksel Geçici Sınıflandırma Doğum sonu kanama sınıflandırması genellikle kanamanın başlama zamanının doğumla ilgisine dayanır. Vajinal doğumdan sonra 24 saat içinde başlayan kanama, erken veya birincil doğum sonu kanama olarak adlandırılırken; daha sonra başlayan ve doğumdan sonraki 12 haftaya kadar olan kanamalar, geç veya ikincil doğum sonu kanama olarak adlandırılır8. İkincil doğum sonu kanama, birincil doğum sonu kanamadan daha az görülür ve tüm doğumların % 1–3’ünü etkiler. Her iki durumda da gözle nitel olarak değerlendirmenin zorluğu nedeniyle, gerçek kanama miktarı genellikle daha az olarak tahmin edilir9, 10.

SINIFLANDIRMANIN AMACI Doğum sonu kanamanın sınıflandırılması üç nedenlerle gereklidir. Birincisi, hastalığın gelişimi çok hızlıdır ve en uygun tedavinin yapılması klinik önceliğe sahiptir. Girişimlerdeki çabukluk hastanın kötüleşme veya çöküş hızını da etkileyecektir.

Kan Kaybının Nitel Olarak Hesaplanmasına Bağlı Sınıflandırma

İkincisi, sınıflandırma prognozu tahmin ederek de yapılabilir. Bu yakın, orta ve uzun süredeki klinik sonucun belirlenmesinde yardımcı olacaktır. Prognostik bir sınıflandırma, girişimin saldırganlığının derecesini de belirleyecektir. Bu konu özellikle tedavide birden fazla klinik branş devreye gireceği zaman önem kazanmaktadır. Prognoza göre yapılan sınıflama aynı zamanda tedavinin sürdürüleceği uygun ünitenin belirlenmesinde de yol gösterici olacaktır; örneğin hastanede varsa yoğun bakım ünitesinde tedavinin sürdürülmesi konusundaki gerekliliği belirlemede işe yarayacaktır.

Kan kaybı miktarı Doğum sırasında kaybedilen kan miktarı değişik yöntemler kullanılarak tahmin edilir. Bu süreç kırsal bölgelerde doğuma yardımcı olan eğitimsiz ebelerin kullandığı, kanla kirlenmiş “kangas” denen bez parçalarının sayılması gibi modern olmayan bir yöntemden, kullanılan petlerin hassas tartılarda tartılarak kanama miktarının hesaplanmasına dek değişir11. Hastalıkların Uluslararası

11

ve İlişkili İstatistiksel

Sağlık Sorunlarının Sınıflandırılması’nın


Tablo1: Benedetti’nin kanama sınıflandırması15 Sınıf Akut kan kaybı (ml) Kayıp oranı (%) 1 900 15 2 1.200–1.500 20–25 3 1.800–2.100 30–35 4 2.400 40

gözden geçirilmiş 10. baskısının Avustralya tarafından üzerinde ufak değişiklikler yapılmış hali (International Statistical Classification of Diseases and Related Health Problems, Tenth Revision, Australian Modification [ICD–10-AM]), doğum sonu kanamayı vajinal doğumdan sonra 500 ml veya sezaryen doğumdan sonra 750 ml veya fazla kan kaybı olarak tanımlamaktadır12.

Sınıf 4: Bu durum doğumla ilgili bariz kanama olarak tanımlanır. Kaybedilen kan hacmi % 40’ı geçerse, şok bulguları ortaya çıkar; tansiyon ve nabız alınamaz. Ani ve şiddetli hacim tedavisi gerekir. Bu miktarda kan kaybı dolaşım kollapsı ve kalp durmasına neden olarak ölümcül olabilir.

Hematokrit değişikliği Amerikan Kadın Hastalıkları ve Doğum Koleji (American College of Obstetricians and Gynecologists [ACOG]) doğum öncesi ve sonu arasında hematokrit oranında % 10’dan fazla azalma veya eritrosit transfüzyonu gereksinimi olarak tanımlamaktadırlar13.

Nedenlere Dayalı Sınıflandırma Doğum sonu kanama, sebeplerine sınıflandırılabilir (Tablo 2).

Kan kaybının hızı Bu farklılıkları önlemek için kan kaybı hızına dayalı bir sınıflandırma da yapılmıştır. Aşırı kanama > 150 ml/dakika kan kaybı (20 dakikada, kan hacminin % 50’sinden fazlasının kaybı) veya ani kan kaybı > 1.500–2.000 ml (uterus atonisi; kan hacminin % 25-35’inin kaybı) olarak tanımlanmıştır14.

göre

de

Birincil doğum sonu kanama sebepleri Birincil doğum sonu kanama klasik olarak şu dört sorundan biri veya birden fazlası nedeniyle olmaktadır: uterus atonisi, plasenta parçaları veya pıhtının uterus içinde kalması, genital lezyonlar veya travma ve koagülasyon bozukluğu. İngilizce akılda tutmak için 4 T kuralından bahsedilir: Tonus, tissue (doku), trauma, thrombin. Uterus atonisi doğum sonu kanamalarının % 75–90’ından tek başına sorumludur.

Hacim eksilmesi Benedetti kan kaybını miktarına göre 4 sınıfa ayırmıştır (Tablo 1)15. Kanama sınıflaması hacim eksiğini gösterir ve her zaman kan kaybı hacmi ile eş değildir.

Klinik Belirti ve Bulgulara Dayalı Sınıflama Tedavi edilmediğinde hemodinamik bozulmaya neden olan her kanama, doğum sonu kanama olarak değerlendirilir (Tablo 3).

Sınıf 1: 60 kg’lık bir gebe kadının 30 haftalık gebelikte ortalama olarak 6.000 ml kan hacmi vardır. 900 ml’nin altındaki kan kaybı bu kadında nadiren semptom ve bulguya neden olur. Bu kadar kan kaybı hacim eksikliğine neden olmaz ve akut tedavi gerekmez.

MEVCUT SINIFLANDIRMALARIN SORUNLARI Kan kaybı miktarına veya hematokrite dayalı bir sınıflandırma geriye dönük bir değerlendirmedir ve mevcut klinik durumu yansıtamayabilir. Aktif ve kanamalı bir durumla karşılaşan klinisyen için tüm sınıflandırmaların kullanımı kısıtlıdır.

Sınıf 2: 1.200–1.500 ml’lik kan kaybı klinik belirtiler verir. Nabız ve solunum sayısı artar. Kan basıncında değişiklikler olur; ancak el ve ayaklarda soğuma olmaz. Sınıf 3: Bu sınıftaki hastalarda kan kaybı aşırı hipotansiyona neden olur. Kan kaybı oranı genellikle 1.800–2.100 ml arasındadır. Taşikardi bulguları vardır (120–160 atım/dakika). Ayrıca taşipne, el ve ayaklarda soğuma da vardır.

Hematokritteki değişiklik testin zamanlamasına ve tedavi sırasında verilen sıvı miktarına bağlıdır16. Ayrıca preeklampsi gibi durumlarda kanın derişiminin artması gibi doğum öncesinden başlayan dış etmenler de söz konudur. Tanı yalnızca klinik olarak kan kaybı miktarına

12


Tablo 2: Nedenlerine göre doğum sonu kanama sınıflandırılması Doğum sonu kanamanın birincil nedenleri Tonus (uterus atonisi) Uterusun aşırı gerilmesi: Multiparite, polihidramnios, makrozomi Uterusu gevşetecek ilaçlar: Nifedipin, magnezyum, betamimetikler, indometazin, nitrik oksit vericileri Hızlı veya uzamış doğum eylemi Doğum eyleminin oksitosinle indüksiyonu Koryoamniyonit Halojenli anestetikler Uterus myomları Tissue (Doku) Uterusun kasılma ve toplanma yetersizliği: myomlar, plasenta retansiyonu Plasental anomaliler: Plasenta akreata, plasenta suksenturiata Uterusta cerrahi öyküsü: Myomektomi, klasik veya alt segment sezaryen Doğum distosisi Doğum eyleminin üçüncü evresinin uzaması Kordonun aşırı traksiyonu Trauma (Travma) Vulva ve vajinada yaralanma Epizyotomi/yırtık Makrozomi Hızlı doğum Thrombin (Pıhtılaşma bozukluğu) Gebelik sırasında oluşan: HELLP sendromuna bağlı trombositopeni, yaygın damar içi pıhtılaşma (eklampsi, fetus ölümü, septisemi, ablasyo plasenta, amniyotik sıvı embolisi), gebeliğe bağlı hipertansiyon, sepsis Ailesel: von Willebrand hastalığı Antikoagülan tedavi: Yapay kalp kapağı ameliyatı, kesin yatak istirahatındaki hastalar Doğum sonu kanamanın ikincil nedenleri Uterus infeksiyonu Plasenta artıklarının uterus içinde kalması Plasenta yatağının anormal involüsyonu Wac et al. Female Patient 2005; 30: 19’dan uyarlandı

dayanırsa genellikle mevcut kanamadan daha az tahminde bulunulmaktadır. WHO sınıflandırmasındaki 500 ml artık önemini yitirmektedir. Gelişmiş ülkelerde sağlıklı kadınlar 500 ml’den daha az kan kaybıyla hemodinamik değişiklik olmadan başa çıkabilmektedirler.

kan kaybından önceki ilk hemoglobin düzeylerine bağlıdır ve bu sağlıklı bireyler arasında değişkenlik gösterir. Bu nedenle yalnızca kanama miktarına dayalı bir sınıflandırma eğer klinik bulgu ve belirtilerden yararlanmıyorsa tedavide yetersizliğe neden olur.

Kan transfüzyonuna dayalı sınıflandırmalar da sınırlı değere sahiptir; çünkü kan transfüzyonu bölgesel şartlara ve hasta ile hekimin kan transfüzyonuna yaklaşımına bağlıdır17.

KLİNİK ve PROGNOSTİK SINIFLANDIRMA GEREKSİNİMİ Tüm dünyada, doğum sonu kanamanın yönetiminde kullanılan kılavuzlarda kan kaybının mümkün olduğunca kesin tahmini ve kanayan hastanın klinik durumunun önemi üzerinde durulmaktadır. Bu konu 1988–1990 yıllarındaki Birleşik Krallık’taki Anne

Üstelik böyle bir sınıflandırma kan kaybına bağlı kişisel kalıtsal farklılıklar nedeniyle de sınırlı bir değere sahiptir. Dolaşımın kanamaya direnci,

13


Tablo 3: Doğum sonu kanamada kan kaybına bağlı semptomlar Kan kaybı % ml Kan basıncı (mm Hg) Belirti ve bulgular 10–15 500–1.000 Normal Çarpıntı, baş dönmesi, taşikardi 15–25 1.000–1.500 Hafifçe düşük Güçsüzlük, terleme, taşikardi 25–35 1.500–2.000 70–80 Huzursuzluk, solukluk, oligüri 35–45 2.000–3.000 50–70 Kollaps, hava açlığı, anüri Bonnar J. Bailieres Best Pract Res Clin Obstet Gynaecol 2000; 14: 1’den uyarlanmıştır. ÖNERİLEN SINIFLANDIRMA

Ölümleri İncelemesi’nde (Confidential Enquiries into Maternal Deaths [CEMD])18 belirtilmiştir. Ayrıca 1991–1993 raporunda da vurgulanmış ve 6 konunun üstünde durulmuştur. Bunlardan birincisi “kesin kan kaybı tahminidir”19.

WHO’nun2 500 ml olan sınırı bir alarm çizgisidir. Bundan sonra hareket çizgisine ulaşılır ve burada artık kadının yaşamsal bulguları tehlikeye girmektedir. Sağlıklı kadınlarda bu genellikle kan kaybı 1.000 ml’yi geçince olmaktadır.

Doğum sonu kanamanın ideal sınıflandırılmasında hem kan kaybı, hem de bunun sonucunda oluşan klinik sonuçlar üzerinde durulmaktadır. Kaydedilen parametreler kolaylıkla ölçülebilir ve kullanılabilir olmalıdır. Bu kan kaybının kesin tahminini sağlar ve pek çok doğumhanenin protokolüne kolaylıkla girebilir.

Tablo 4’de yeni bir sınıflandırma önerilmektedir. Burada kan hacmi kaybı, klinik belirti ve bulgularla birlikte değerlendirilmektedir. Bu sınıflandırmayı tam donanımlı hastanelerde ve doğum ünitelerinde kullanılmak üzere önermekteyiz. Sınırlı kaynağı olan bölgelerde

Tablo 4: Önerilen sınıflandırma (Benedetti’den15 uyarlanmıştır) Kanama sınıfı Tahmini kan kaybı Kan hacim kaybı (%) (ml) 0 (normal kayıp) < 500 < 10 ALARM ÇİZGİSİ 500–1.000 15 HAREKET ÇİZGİSİ

1

2

1.200–1.500

20–25

3

1.800–2.100

30–35

4

> 2.400

> 40

Klinik bulgu ve bulgular Yok Çok az İdrar çıkışı ↓ Nabız ↑ Solunum sayısı ↑ Pozisyona bağlı hipotansiyon Daralmış nabız basıncı Hipotansiyon Taşikardi Üşüme Taşipne Derin şok

Takip gerekliliği ± Sıvı tedavisi Sıvı tedavisi ve oksitosinler Acil aktif yönetim Kritik aktif yönetim (Aktif olarak tedavi edilmezse % 50 ölümcüldür)

14


kullanım içinse önerilmemektedir.

10. Newton M, Mosey LM, Egli GE, Gifford WB, Hull CT. Blood loss during and immediately after delivery. Obstet Gynecol 1961;17:9–18 11. Prata N, Mbaruku G, Campbell M. Using the kanga to measure post partum blood loss. Int J Gynaecol Obstet 2005;89:49–50 12. National Centre for Classification in Health. Australian Coding Standards. The International Statistical Classification of Diseases and Related Health Problems, Tenth Revision, Australian Modification (ICD-10-AM). Sydney, Australia, 2002 13. American College of Gynecologists and Obstetricians. Quality Assurance in Obstetrics and Gynecology. Washington DC: American College of Obstetricians and Gynecologists, 1989 14. Sobieszczyk S, Breborowicz GH. Management recommendations for postpartum hemorrhage. Arch Perinatal Med 2004;10:1 15. Benedetti T. Obstetric haemorrhage. In Gabbe SG, Niebyl JR, Simpson JL, eds. A Pocket Companion to Obstetrics, 4th edn. New York: Churchill Livingstone, 2002:Ch 17 16. Cunningham FG, Gant NF, Leveno KJ, et al., eds. Conduct of normal labor and delivery. In Williams Obstetrics, 21st edn. New York: McGraw-Hill, 2001:320–5 17. Schuurmans N, MacKinnon C, Lane C, Etches D. Prevention and management of postpartum haemorrhage. J Soc Obstet Gynaecol Canada 2000;22:271–81 18. Hibbard BM. Report on Confidential Enquiries into Maternal Deaths in the United Kingdom, 1988–1990. London: Her Majesty’s Stationery Office, 1994 19. Anonymous. Report on Confidential Enquiries into Maternal Deaths in the United Kingdom, 1991–1993. London: Her Majesty’s Stationery Office, 1996

Daha önceden tarif edilen15 bir sınıflandırmayı uyarlayarak, kıstasların çoğunu sağlamaktayız. Bu kılavuza göre 500–1.000 ml’lik bir kan kaybı (dolaşımsal dengesizliğin klinik bulguları yoksa) hastanın sıkı takibi ve canlandırma için hazırlığı içermektedir. Kan kaybı > 1.000 ml olursa ve daha az kan kaybına rağmen klinik olarak şok bulguları varsa (hipotansiyon, taşikardi, taşipne, oligüri veya el ve ayaklarda kılcal dolaşımın zayıflaması) tam bir protokol uygulayarak canlandırma, sıkı takip ve kan kaybını durdurma işlemi yapılmalıdır. Kaynaklar 1. El-Refaey H, Rodeck C. Post partum haemorrhage: definitions, medical and surgical management. A time for change. Br Med Bull 2003;67: 205–17 2. World Health Organization. The Prevention and Management of Postpartum Haemorrhage. Report of a Technical Working Group, Geneva, 3–6 July, 1989. Unpublished document. WHO/ MCH/90.7. Geneva: World Health Organization, 1990 3. Pritchard JA, Baldwin RM, Dickey JC, Wiggins KM. Blood volume changes in pregnancy and the puerperium. Am J Obstet Gynecol 1962;84: 1271–82 4. Newton M. Postpartum hemorrhage. Am J Obstet Gynecol 1966;94:711–17 5. De Leeuw NK, Lowenstein L, Tucker EC, Dayal S. Correlation of red cell loss at delivery with changes in red cell mass. Am J Obstet Gynecol 1968;100:1092–101 6. Letsky E. The haematological system. In Hytten F, Chamberlain G, eds. Clinical Physiology in Obstetrics, 2nd edn. Oxford: Blackwell, 1991: 2–75 7. Baskett TF, ed. Complications of the third stage of labour. In Essential Management of Obstetrical Emergencies, 3rd edn. Bristol, UK: Clinical Press, 1999:196–201 8. Alexander J, Thomas P, Sanghera J. Treatments for secondary postpartum haemorrhage. Cochrane Database of Systematic Reviews, 2005, Issue 3 9. Gahres EE, Albert SN, Dodek SM. Intrapartum blood loss measured with Cr 51-tagged erythrocytes. Obstet Gynecol 1962;19:455–62

15


Bölüm 3 YAŞAMSAL İSTATİSTİKLER: GENEL BAKIŞ M. J. Cameron, S. C. Robson S. Büyükkurt

GİRİŞ

“patofizyoloji”, “hasta yönetimi” veya her ikisinin bileşkesiyle tanımlanacaktır3. Hasta yönetimini temel alarak yapılan kanama tanımlarındaki sorun ise, transfüzyon yapılan kanama miktarı gibi, değerlendirmenin sadece geriye dönük olarak yapılabilir olmasıdır ve bu durumun birincil doğum sonu kanamayı tedavi etmeye çalışan klinisyen için bir anlam taşımaz. Dahası bu tanımlama ne zaman transfüzyon yapılacağı konusunda klinisyenin/ hastanenin tavrından fazlasıyla etkilenmeye açıktır. Üstelik kan ve ürünlerine erişmeyle ilgili eldeki olanaklar da sonuç üzerinde etkili olacaktır (Bkz. Bölüm 45). Sonuç olarak Birleşik Krallık’ta yakın zamanda kabul gören görüşe göre “ciddi doğum kanaması” tanımının kullanılması daha uygun bir fikirdir. 500 ml’den fazla kanama olarak bilinen birincil doğum sonu kanama tanımından farklı olarak 1.000 ya da 1.500 ml’den daha fazla kanama olarak tanımlanır4.

Doğum sonu kanama özellikle gelişmekte olan ülkelerde anne ölümünde önemli bir nedendir. Annenin ciddi hastalığı içinse doğum sonu kanama hem gelişmiş, hem de gelişmekte olan ülkelerin ortak sorunudur. Bu bölümde birincil doğum sonu kanamanın insidansı, epidemiyolojik veri bildirmedeki zorluklar ve birincil doğum sonu kanamanın etiyolojisi ve bu duruma neden olan etmenler ele alınacaktır. Konunun bu kadar geniş olması nedeniyle, kitabın başka yerlerinde daha detaylı olarak tartışılan konulara da değinilmemesi kaçınılmaz olmuştur. Burada sunulan istatistikler konunun iç yüzünü kavramaya yarayacak ikincil analizlerden kaynaklanmaktadır. DOĞUM SONU KANAMANIN TANIMI Doğum hekimliğiyle ilgili pek çok klasik kitabın geleneksel tanımına göre birincil doğum sonu kanama gözle saptanan, doğumdan sonraki ilk 24 saatte olan, yaklaşık 500 ml ya da daha fazla kanamadır1. İkincil doğum sonu kanama ise çoğu kez genital sistemden, doğumdan sonraki 24 saat ile 6 hafta arasında meydana gelen “fazla miktarda kanamadır” (Bkz. Bölüm 2). Görüldüğü gibi son tanım kanama miktarından ziyade, olayın meydana geldiği zaman aralığını dikkate alır. Ancak sık olarak dile getirilen veriye göre vajinal doğumda ortalama 500 ml, sezaryende ise ortalama 1.000 ml kan kaybedilir2. Birincil doğum sonu kanamanın bu “klasik” tanımı, genel olarak doğum sonu kanamayı azımsama eğiliminin bir yansımasıdır (Bkz. Bölüm 4, 6 ve bu bölüm).

Gebe olmayan erişkin için dolaşımdaki kan miktarı vücut ağırlığının % 7’sidir ya da yaklaşık 5 L’dir. Bu kanın % 30-40’nın dolaşım dışına çıkması (1.500–2.000 ml) taşikardi, taşipne, sistolik kan basıncında ölçülebilir oranda düşüş ve bilinç kaybına neden olur5. Bu nedenle “ciddi birincil doğum sonu kanama” 1.500 ml ya da daha fazla kananın kaybedilmesine, diğer bir deyişle koruyucu fizyolojik mekanizmaların artık yeterli olamadığı miktarda kanamayı gösterir. Bu tanımın kabul görüp göremeyeceği zaman içinde belli olacaktır. ÇALIŞMALARI KARŞILAŞTIRMADAKİ ZORLUKLAR Birincil doğum sonu kanamayı ele alan çalışmalar karşılaştırılırken iki önemli nokta dikkate alınmalıdır. Bunlardan ilki kaybedilen kan miktarını belirlemede kullanılan yöntem, ikincisi de doğumun üçüncü evresinin nasıl yönetildiğidir. Ayrıca birincil doğum sonu kanama için riskleri irdeleyen olgu-kontrol çalışmalarındaki değişkenlerin neler olduğunun da üzerinde durulmalıdır.

Gelişmiş ülkelerde kadının doğum sonunda 500 ml kadar kan kaybetmesi çoğu kez önemli yaşamsal sonuçlar doğurmadığından, birincil doğum sonu kanamanın klasik tanımının klinikle uyumlu olmadığı kabul edilmelidir. Bu durumda birincil doğum sonu kanamanın tanımı kanamaya bağlı olarak “ciddi yaşamsal tehlike altına giren ve sağlığı bozulan” olarak düzeltilmelidir. Eğer klasik tanımlamalar değiştirilirse doğuma bağlı ölüm olguları

16


Kan kaybını saptamak: tahmine karşı ölçme Doğumdaki kan kaybının tam olarak ölçülmesi mümkündür, ancak öncesinde hazırlık yapılmalıdır (Bkz. Bölüm 4). En kesin yol kanın toplanıp, ölçülmesidir. Buna hastanın bezindeki, gazlı bezlerdeki ağırlık artışının da ölçülerek, ml/g biriminden eklenmesi mümkündür. Gülmezoğlu ve Hofmeyr kaybedilen kanın doğrudan ölçülebildiği ve rutin bakıma engel oluşturmayan bir yol önermişlerdir6. Buna göre bebeğin doğumundan sonra amniyotik sıvının boşalması beklenir ve amniyotik sıvıyla ıslanmış olan yatak örtüsü kuru, tek kullanımlık bir örtüyle kaplanır. Ardından hastanın kalçasının altına üçgen şekilli, plastik bir yatak örtüsü konup kan ve pıhtının ölçekli silindirin içine doğru birikmesi sağlanır. Yatak örtüsü ve gazlı bezlerdeki kan ise, bu örtülerin kuru ağırlığının çıkarılmasıyla hesaplanır ve ölçekli kaptaki miktara eklenir. Yazarlar bu yolun ileride birincil doğum sonu kanamayı azaltmak için yapılacak tüm çalışmalarda kullanılmasını önermektedirler. Strand ve arkadaşlarının önerdiği yeni metot ise kadının doğum sonu takip döneminde plastik örtülerle kaplı, altında kova olan kolera yatağında izlenmesini önermektedir7. BRASSS-V toplama örtüsü ve kullanımıyla ilgili bilgiler Bölüm 4’te verilmiştir. Yine de doğrudan kan ölçümü yapılan tüm yöntemlerde amniyotik sıvı ve idrarla bulaşma nadir değildir.

ml ve 319 ml değerlerinden belirgin olarak daha azdır9. Bu bulgu doğumda ebelerin ve doktorların kanamayı % 30–50 oranında daha az öngördüğünü belirten çalışmalarla uyum içindedir10. Özellikle altı çizilmesi gereken bir diğer konu da gözle tahminde bulunmanın çok az ve çok fazla kan kayıplarında hata payı daha da yüksektir11 (Bkz. Bölüm 6). Doğum sonu kanamayla ilgili bildirilen oranlar kullanılan kan ölçüm yöntemine göre de değişkenlikler gösterir. Kanama miktarının doğrudan ölçüldüğü eski çalışmalarda birincil doğum sonu kanamalar (> 500 ml) için sıklık % 22 ile 29 olarak bildirilirken, gözle ölçümlerde bu oran % 5-8’dir12, 13. Daha eskiden Prasertcharoensuk ve arkadaşları yaptıkları çalışmada vajinal yolla doğum yapan 228 hastada gözle tahminle doğrudan ölçümü karşılaştırmışlardır14. Doğum sonu kanama insidansı > 500 ml ve > 1.000 ml için gözle ölçümde % 5,7 ve % 0,44; doğrudan ölçümde % 27,63 ve % 3,51 olarak bulunmuştur. Bu farklar sırasıyla beş ve yedi kat daha fazlasına karşılık gelmektedir. Sonuç olarak yazarlar doğum sonu kanamanın gözle değerlendirilmesi halinde % 89 oranında az saptandığını bildirmişlerdir. Razvi ve arkadaşları da yürüttükleri benzer prospektif çalışmada benzer sonuçlara erişmişlerdir15. Doğumun üçüncü evresini yönetme Doğumun üçüncü evresini aktif olarak yönetme göbek kordonunun erken (pulsasyonlar kesilmeden) klemplenmesini, Brandt-Andrews tekniğiyle kordonun kontrollü olarak çekilmesini ve bebeğin ön omzu doğunca oksitosin ya da metil ergonovin gibi uterotonik ilaçların proflaktik olarak kullanılmasını içerir (Bkz. Bölüm 11). Tersine izlemci ya da fizyolojik üçüncü evre ise göbek kordonunun geç (pulsasyonlar kesildikten sonra) klemplenmesini, plasentanın uterus duvarından kendiliğinden ayrılmasının beklenmesini ve sentetik uterotoniklerin kullanılmasından kaçınılmasını içerir. Meme başı uyarılarak doğal oksitosinin salınımının artırılmasıyla üçüncü evrenin süresinin ve bu sıradaki kanama miktarının azaltılması16 geçmişte önerilmiş olsa da, aktif ya da pasif izlemin bir parçası değildir. Kontrollü rastgele örneklemenin yapıldığı beş çalışmanın meta-analizi (6000’den fazla kadını içerir), aktif yönetimin doğumda annedeki kan kaybını, doğum sonu kanama riskini (> 500 ml) (rölatif risk (RR) 0,38, % 95 güven aralığı (CI) 0,32–0,46), doğum sonu ciddi kanama

Kan kaybının laboratuar temelli testlerde ölçümü fotometrik testleri içerir. Bu testlerde hijyenik olarak toplanan kan pigmenti asit ya da alkali hematine dönüştürülür ve ölçülen kolorimetrik derişim hastanın ven kanıyla karşılaştırılır8. Alternatif olarak hacimsel teknikler kullanılarak kadının plazma ya da eritrositleri boya ya da radyoaktif maddelerle işaretlenir. Ardından da kandan eksilen hacim hesaplanır. Ne yazık ki son bahsedilen yöntem kaybedilen kanın basitçe ölçülmesiyle karşılaştırıldığında daha fazla deneyim, zaman ve maliyet gerektirmektedir. Kanama miktarının gözle değerlendirilmesi uzun zamandır güvenilmez olarak kabul edilse de bu durum daha yeni kanıtlanmıştır. Duthie ve arkadaşları normal yolla doğum yapan 37 primigravida ve 25 multigravida kadındaki kanama miktarı gözle ve alkali hematin yöntemiyle ölçmüş ve gruplarda ortalama tahmin edilen kanama miktarı 261 ml ve 220 ml olarak bulmuşlardır. Bu değer ölçülen 401

17


riskini (> 1.000 ml) (RR 0,33, % 95 CI 0,21–0,51) ve üçüncü evre uzamasını azalttığı göstermiştir17. Hangi toplumda olursa olsun bildirilen doğum sonu kanama insidansı üçüncü evrenin yönetiminden etkilenmektedir. Doğum sonu kanama insidansıyla ilgili olarak uluslararası karşılaştırmalar yapılacağı zaman, gelişmekte olan ülkelerde aktif yönetimin daha az kullanıldığı akılda tutulmalıdır.

çalışmalar karmaşa yaratan nedenleri elemeye daha yatkındır. Epidemiyolojik çalışmalar hakkında daha fazla bilgi edinmek isteyen okuyucuların Grimes, Schultz ve Mamdani ve arkadaşlarının eserlerine başvurmalarını önerilir20, 21.

EPİDEMİYOLOJİK ÇALIŞMALARIN YORUMLANMASINDA KARMAŞA YARATAN ETMENLER (CONFOUNDING FACTORS)

Ele alınan kıstaslar (Denominatör data) Doğum sonu kanamanın insidansını ve etkisini belirlemeye yarayan çalışmalarda bir zaman aralığında oranların hesaplanabilmesi için denominatör değere ihtiyaç vardır. Tablo 1’de de gösterildiği gibi anne ölümü ve ciddi hastalığına ait oranların22 belirlenmesinde ortak denominatörler kullanılır.

BİRİNCİL DOĞUM SONU KANAMANIN İNSİDANSI

Epidemiyolojik çalışmalarda risk etmenleri karşılaştırılırken, karmaşa yaratan etmenler (confounder) önemli bir sorundur. Karmaşa yaratan etmen, bir risk etmeni ve sonuçla nedensel olarak ilişkilidir. Bu durumda araştırmacı maruz kalmayı sonuçla ilişkilendirmeyi deneyecek, ancak aslında üçüncü etmenin, yani karmaşa yaratıcı değişkenin (confounding variable), etkisini ölçüyor olacaktır18. Örnek olarak parite, özellikle de grand multiparite, birincil doğum sonu kanama için risk olarak kabul edilir. Diğer taraftan grand multiparlar yaşlı olma eğilimindedirler ve yaşa bağlı hastalıklar, örneğin diabetes mellitus, doğum sonu kanama için gerçek risk nedeni olabilirler. Karmaşa yaratan nedenleri kontrol etmede kullanılan yöntemler:

Birleşik Krallık gibi gelişmiş ülkelerde canlı doğum ve ölü doğum dahil uygun denominatör dataya ulaşma imkanı vardır. Birleşik Krallık Anne Ölümleri Araştırma Kurulu denominatör data olarak anneliği kullanır. Böylece anne ölümü oranlarına ait daha detaylı bir resim elde edilebilir. Diğer taraftan çoğu ülkede, özellikle de gelişmekte olan ülkelerde, ölü doğum (hatta canlı doğum) kaydı tam olarak yapılmamaktadır. Bu durumda denominatör data annelik değil, canlı doğumdur. Gerçekte bazı ülkelerde canlı doğum kayıtları bile güvenilir değildir. Bu nedenle değişik coğrafyalara ait anne ölümü ve ciddi hastalığı oranlarını karşılaştırmak oldukça güçtür.

1. Sınırlama: Yukarıdaki örneğe göre diabetes mellitusu olan kadınlar çalışma dışı bırakılırlar. Ancak sınırlama getirilmesi bulguların değerini azaltacak ve örneklem hacmini kısıtlayacaktır.

Anne ölümü Doğum sonu kanamaya bağlı dünyadaki anne ölümlerinin, özellikle bir ülkede zaman içindeki durumun, irdelenmesi doğum sonu kanamanın öneminin ortaya konmasında kullanılan bir yoldur. Bir ülkede zaman içinde değişen oranlar, Birleşik Krallık Anne Ölümleri Araştırma Kurulu’nun raporlarında da görüleceği gibi, doğum sonu kanamalı hastaya sunulan hizmetin değerlendirilmesindeki en önemli araçlardır. Diğer taraftan ülkeler arasındaki farklar çoğu kez sağlık hizmeti sunulmasına, genel ekonomik refaha, obstetrik bakıma ulaşabilmeyi etkileyen coğrafi ve iklimsel koşullara bağlıdır.

2. Eşleştirme: Bu örnekte eğer diabetes mellitus karmaşa yaratan bir etmense, doğum sonu kanaması olan her diabetes mellituslu hasta için kanaması olmayan bir diabetes mellituslu çalışmaya dahil edilir. 3. Katmanlaşma (stratification): Post hoc† olarak da düşünülebilir. Sınırlama, analiz aşamasında yapılır. Tek bir sonuç ya da olay üzerindeki değişik nedenlerin göreceli etkisinin araştırılması için çoklu değişken analizi kullanılır19. İstatistiksel olarak çoklu değişkenlerin kullanıldığı epidemiyolojik

Genel bakış WHO’ya göre tüm canlı doğumlarda % 10,5 oranında obstetrik kanama görülür. 2000 yılında

:Türkçe’de uygun karşılık bulunamadığından ancak açık tercümesi verilmiştir. “Post hoc: Bir olayın bir başka olaydan daha önce olmasından dolayı sonraki olayın oluşma nedeni olduğunun iddia edilmesi.” (Çevirmenin notu). †

18


Tablo 1: Anne ölümü ve ciddi hastalığının hesaplanmasında kullanılan denominatörler Denominatör Canlı doğum Annelik

15–44 yaş arası kadınlar

Tanım Herhangi bir gebelik haftasında canlı doğumla sonuçlanan gebelik sayısı Herhangi bir gebelik haftasında canlı doğumla sonuçlanan gebelik sayısı veya 24. hafta ya da sonrasında olan ölü doğumlar Tanımlanmış toplumda doğurgan çağdaki kadın sayısı

yaklaşık olarak 13.795.000 kadın bu sorunla mücadele etmek zorunda kalmıştır22. Yaklaşık 132.000 anne ölümü doğrudan kanamaya bağlı meydana gelmiştir ve bu doğrudan anne ölümlerinin % 28’idir. Ölüme neden olan diğer koşullarla karşılaştırıldığında sepsise bağlı 79.000, preeklampsi/eklampsiye bağlı 63.000, düşüğe bağlı 69.000 ve doğum distosisine bağlı 42.000 ölüm meydana gelmiştir.

Avantaj ve dezavantajlar Anneliğe göre verilerin toplanması daha kolaydır. Gebelik ve doğuma ait nedenlerle ölüm riski altındaki kadınları içerir. Ancak ölü doğumlara ait düzenli kayıtlara ihtiyaç vardır. Sadece gebelere ait veriyi içermeme önemli eksikliğidir. Ayrıca diğer nedenlere ait ölümlerden de ayrım yapamaz.

iki hastanın hiçbir sağlık hizmetine ulaşmadığını ve diğer iki hastanın da muhtemelen hayatlarını kurtaracak kan transfüzyonunu kabul etmediğini akılda tutmak gerekir. Bu dört hasta çıkarıldığında ise oranların 1985 ile 1996 arasında yayınlanan sonuçlarla uyum içinde olduğu görülmektedir. 2000–2002 yılları arasındaki dönemde doğum sonu kanamadan ölen sekiz hastadan yedisinde (% 88) yeterli bakım standartlarının olmadığı saptanmıştır. Bunlar: 1. Organizasyon sorunları: Uygun hastaneye nakledilmemesinin yanı sıra uygunsuz kan transfüzyonu ve yoğun bakım koşulları 2. Yetersiz kalitede resüsitasyon: Uygunsuz kan ve türevlerinin verilmesi dahil. 3. Malzeme yetersizliği, bozukluğu 4. Yetersiz personel 5. Doğum öncesinden gelen sorunların tanısında ve tedavisinde yetersiz kalma: Kalıtsal kanama bozuklukları gibi 6. Nöbette kıdemli doktor eksikliği 7. Yapılan cerrahi tedavinin kalitesiyle ilgili sorunlar

Birleşik Krallık Birleşik Krallık Anne Ölümleri Araştırma Kurulu’nun İngiltere ve Galler için 1952’de tutmaya başladığı kayıtlar 1985’den beri üç yılda bir yayınlanmaktadır. Doğrudan ölüm, gebenin doğrudan obstetrik komplikasyonlara (gebelik, doğum ve doğum sonu 42 güne kadar olan lohusalık), girişimlere, ihmale, eksik tedaviye veya yukarıdakilerden herhangi birine bağlı gelişen olay zincirine bağlı ölümüdür. Obstetrik kanama (ablasyo plasenta, plasenta previa ve doğum sonu kanama dahil) doğrudan ölüme bir örnektir23. 2000–2002 arasında 106 doğrudan ölüm meydana gelmiştir. 17 tanesi (% 16) obstetrik kanamaya, bunlardan 10 tanesi (% 9,4) de doğum sonu kanamaya bağlı gerçekleşmiştir. Birleşik Krallık bünyesinde 3 yılda bir yayınlanan raporlara göre 1985’den bu yana obstetrik kanamadan 83 ölüm meydana gelmiştir. Bunların yarısı (41 kadın) doğum sonu kanamaya bağlıdır. Buna göre doğum sonu kanamaya bağlı anne ölüm hızı bir milyon annelikte 3,1’dir. Doğum sonu kanamaya bağlı hesaplanan her 3 yıllık ölüm oranları Tablo 2’de gösterilmiştir.

Tablo 2: Birleşik Krallık’taki doğum sonu kanamaya bağlı anne ölümleri (CEMACH23’dan alınmıştır.) Doğum Milyon Toplam Zaman sonu annelikteki annelik kanama oran 1985–87 6 2.268.766 2,6 1988–90 11 2.360.309 4,6 1991–93 8 2.315.204 3,4 1994–96 5 2.197.640 2,2 1997–99 1 2.123.614 0,4 2000–02 10 1.997.472 5,0

İlk bakışta son üç yıla ait raporlarda doğum sonu kanamada önceki yıllara göre belirgin artış varmış gibi görünmektedir. Ancak bunu değerlendirirken

19


Bu nedenlerin bilinmesi sağlık otoritelerine sistemin yeniden düzenlenmesi fırsatı vermektedir (Bkz. Bölüm 22).

ciddi hastalık oranını hesaplamaya çalışılmaktadır. Şiddetli ciddi hastalık annedeki ciddi sağlık sorunları ya da neredeyse anneyi kaybetmeye neden olacak sağlık sorunları olarak tanımlanmaktadır (Bkz. Bölüm 37). Çalışmalar annede şiddetli ciddi hastalığın en önemli nedeni olarak yoğun obstetrik kanamayı göstermektedirler. Ölümle ilgili hesaplamalarda olduğu gibi çalışmaları karşılaştırmak güçtür. Nitekim yoğun obstetrik kanama tanımı oldukça değişkendir. Hem antenatal, hem de doğum sırasındaki kanamalar kimi zaman obstetrik kanama tanımına dahil edilebilmektedir.

Amerika Birleşik Devletleri (ABD) CDC 1991–1999 arasında gebelikle ilişkili ölümlere ait bir tarama yapmıştır24. Kanama anne ölümlerinin % 17’sinden sorumlu bulunmuştur. Buna ilk üçaydaki gebelik komplikasyonlarına ait kanama da dahil edilmiştir. Anne ölümlerinin 2.519’unda bebek canlı doğarken, 275’inde bebek ölü doğmuştur. Sırasıyla % 2,7 ve % 21,1’e karşılık gelen bu rakamlar doğum kanamasının doğrudan sonucu olarak değerlendirilmiştir. Ne yazık ki doğum sonu kanamaya ait doğrudan veri bildirilmemiştir. 1987– 1990 dönemiyle karşılaştırıldığında gebelikle ilişkili kanamalara bağlı anne ölümlerinde % 28,7’den % 17’ye düşüş sağlanmıştır25.

İskoçya İskoçya Üreme Sağlığı Klinik Etkinlik Programı 2003 yılında ülkedeki tüm doğum merkezlerini kapsayan ve annede şiddetli ciddi hastalık yapan 14 kategoriyi irdeleyen ileriye dönük bir gözlemsel çalışma yürütmüştür3. Bu çerçevede yoğun obstetrik kanama ≥ 2500 ml ya da ≥ 5 U kan transfüzyonu ihtiyacı ya da plazma veya kriyopresipitat ihtiyacı olarak tanımlanmıştır. Bildirilen 375 olaydan 176’sı (% 46) obstetrik kanamayla ilişkili bulunmuştur. Bazı hastalar birden fazla ağır sorun yaşadığından yoğun obstetrik kanama, neredeyse kaybedilme noktasına gelenlerin % 65’inde (176/270) görülmüştür. Denominatör olarak 50.157 canlı doğum ele alındığında yazarlar şiddetli ciddi hastalığın 3,5/1.000 canlı doğum sıklığında (CI 3,0–4,1) olduğunu bulmuşlardır. Araştırmacılara ulaşan 176 olgudan sadece 152’sine ait tüm veriler elde edilebilmiştir. Buna göre % 70 hastada birincil doğum sonu kanama, % 26 hastada doğum sırası kanama, % 17 hastada ise doğum öncesi kanama saptanmıştır. Hastaların bazılarının birden fazla kategoriye girmesi nedeniyle toplam 100’ü geçmektedir.

Fransa Fransa’nın 22 idari bölgesinin beşinde yapılan annelik ölümü soruşturmasında doğuma bağlı meydana gelen 39 ölümden beşinin (% 13) doğum sonu kanamaya bağlı olduğu bulunmuştur26. Denominatör data toplanmadığından hızı öngörmek mümkün değildir. Afrika Bouvier-Colle ve arkadaşları 1994–1996 arasında Batı Afrika’nın yedi bölgesinde gebeleri değerlendiren bir toplum taraması yapmışlardır27. Toplam 17.694 canlı doğuma karşılık doğrudan ya da dolaylı obstetrik nedenlerle 55 anne ölümü meydana gelmiştir. Ölümlerin 17’sinde neden kanamaydı (% 31). Altı hastada ölüm doğumun üçüncü aşamasında, dört hastada ise doğum sonu kanamaya bağlı nedenlerle (plasenta retansiyonu) meydana gelmiştir. Bu rakamlara göre anneliğe bağlı ölüm hızı bir milyon canlı doğumda 565’tir ve bu Birleşik Krallık’takinin 100 katıdır.

İngiltere Güneydoğu Thames bölgesinde 1997–1998 yılları arasında 19 doğum kliniği bir yıl boyunca şiddetli ciddi hastalık insidansını belirlemek üzere yapılan bir çalışmaya katılmışlardır29. Yoğun obstetrik kanama > 1.500 ml kan kaybı ya da doğum sırasında hemoglobin derişiminde 4 g/dl azalma ya da ≥ 4 U akut kan transfüzyonu ihtiyacı olarak tanımlanmıştır. Yıl boyunca doğum yapan 48.856 kadından 588’inde şiddetli ciddi hastalık görülmüş ve yıllık insidansı 12/1.000 doğum olarak bulunmuştur. Obstetrik ciddi hastalığın en önemli nedeni kanamadır ve 1.000 doğumda 6,7 olguda (CI

Güney Afrika’da üçüncül bir merkezde yürütülen bir çalışmada 1986–1992 arasında, anneliğe bağlı ölüm hızı bir milyon canlı doğumda 1.710 olarak bulunmuştur. Ölümlerin % 25’i doğumla ilişkili kanamaya bağlanmıştır. Buna göre kanama ölümlerdeki en önemli nedendir. Annede ciddi hastalık yaratma Gelişmiş ülkelerde anne ölümü oldukça nadir bir durum olduğundan klinik çalışmalar da şiddetli

20


Tablo 3: 1991–2000 arasında Kanada’daki doğum sonu kanama hızları. Wu Wen’den uyarlanmıştır30.

Transfüzyon gerektiren doğum sonu kanama

Olgu sayısı (1991–2000)

1.000 doğumda oran (CI % 95)

1.000 doğumda oran (1991–1993)

1.000 doğumda oran (1998–2000)

Rölatif risk (CI % 95)*

2317

0,91 (0,87– 0,95)

1,27

0,63

0,5 (0,44–0,55)

0,26

0,46

1,76 (1,48–2,08)

Histerektomi gerektiren 0,35 (0,33– 892 doğum sonu 0,37) kanama *: 1991–1993 arası referans olarak kabul edilmiştir 6,0–7,5) görülür. Bu da yaklaşık olarak olguların 2/3’üne karşılık gelir. Diğer taraftan bu çalışmada Birleşik Krallık’taki en önemli doğrudan anne ölümü nedeni olan tromboembolik hastalıklar dahil edilmemiştir.

kanama hastada klinik şok, acil histerektomi ve kan transfüzyonuna neden olacak kanama olarak tanımlanmıştır. Neredeyse anneyi kaybetme noktasındaki hasta insidansı hastaneler arasında büyük farklılıklar göstermektedir. Hastaların büyük kısmı kritik bir haldeydi ve 2/3’ü başka bir sağlık kuruluşundan sevk edilmişti. Çalışmada 33.478 doğumda 507 geç obstetrik kanama (ör: previa, ablasyo ve diğer sınıflanmamış kanamalar ile doğum sonu kanama) saptanmıştır. Buna göre neredeyse anneyi kaybetme noktasındaki hasta hızı 15,1/1.000 doğumdur. Toplamda doğum sonu kanama 266 olguda görülmüştür ve neredeyse anneyi kaybetme noktasına gelen doğum sonu kanama hızı 7,9/1.000 doğumdur.

Kanada Wu Wen ve arkadaşları 1991–2001 yılları arasında Kanada Hastaneleri’nde doğum yapmış 2.548.824 kadına yönelik, geriye dönük bir çalışmada şiddetli ciddi hastalığı olan olguları irdelemişlerdir. Yazarlar veri toplamada Kanada Sağlık Bilgisi Enstitüsü’nün oluşturduğu hastane taburcu belgelerini değerlendirmişlerdir30. Şiddetli ciddi hastalık için kıstas histerektomi ya da transfüzyon gerektirecek doğum sonu kanama olarak kabul edilmiştir. Şiddetli ciddi hastalık için ortalama hız 1.000 doğumda 4,38 olarak bulunmuştur. Çalışmanın başı ve sonu arasındaki zaman aralığında görülen ciddi doğum sonu kanama hızları Tablo 3’de gösterilmiştir. Bu çalışmaya göre kan transfüzyonu gerektiren doğum sonu kanama hızı yarıya düşmüştür (RR 0,5. CI 0,44–0,55). Diğer taraftan histerektomi hızı ise iki kat artmıştır (RR 1,76. CI 1,48–2,08). Doğum sonu kanama tanısı fizyopatolojiye değil de hasta yönetimine dayandırıldığından, sonuçları doğum sonu kanamada azalma ya da tam tersi klinik yönetimde değişiklik olarak adlandırmak güçtür.

Prual ve arkadaşları 1994–1996 arasında, Batı Afrika’da, doğrudan obstetrik nedenlere dayanan şiddetli ciddi hastalığı gündemlerine almışlardır32. Ciddi obstetrik olayı doğum öncesi, sırası ya da sonunda kan transfüzyonuna neden olan, hastanede 4 günden fazla kalmayı gerektiren veya histerektomi gerektiren kanama olarak tanımlamışlardır. Şiddetli ciddi hastalık görülen 1.307 hasta içinde en büyük grubu 601 olguyla obstetrik kanamalar oluşturmaktadır. Doğum sonu kanama ise 342 olguda görülmüştür. Buna göre obstetrik kanamadan dolayı neredeyse kaybetme noktasına gelme hızı 30,5/1.000 (CI 28,1–33,0) ve doğum sonu kanamaya bağlı neredeyse kaybetme noktasına gelme hızı 17,4/1.000’dir (CI 15,6–19,3).

Afrika Filippi ve arkadaşları üç ülkedeki (Benin, Fildişi Sahilleri ve Fas) dokuz referans hastanesinde yaptıkları ileriye ve geriye dönük veri değerlendirmesinde neredeyse anneyi kaybetme noktasındaki hastaları irdelemişlerdir31. Obstetrik

Güney Afrika’nın Pretoria bölgesinde de aynı “neredeyse kaybetme” tanımı kullanılarak beş yıl içindeki değişiklikler karşılaştırılmıştır.

21


Tablo 4: Pretoria bölgesinde şiddetli doğum sonu kanamaya bağlı annede ciddi hastalık ve ölümler. Pattinson ve arkadaşlarından uyarlanmıştır33. 1997–1999 2000 2001 2002 Oran/1.000 doğum

0,96

1,37

2,38

Şaşırtıcı olarak normal vajinal doğum yapan hastalarda uterus atonisi için riskleri değerlendiren karşılaştırmalı çalışmaları bulmak daha zordur. Pakistan’dan bir merkeze ait olgu-kontrol çalışmasına göre operatif doğum ya da normal vajinal doğum sonu uterus atonisiyle ilişkili iki faktör bulunmuştur: gestasyonel diabetes mellitus (OR 7,6, % 95 CI 6,9–9,0) ve multiparlarda doğumun ikinci evresinin uzaması (OR 4,0, % 95 CI 3,1–5,0)36. Yazarlar yüksek parite, yaş, preeklampsi, doğum indüksiyonu, doğum öncesi anemi ve kötü annelik veya perinatal sonuçların öyküde bulunmasının riski artırmadığını dile getirmişlerdir.

2,28

Tablo 5: Doğum sonu kanamada 4T sistemi (ALSO’dan alıntı34) Tonus: Uterus atonisi Trauma (travma): Genital sistemin herhangi bir yeri, uterus inversiyonu

Travma Travma olguların % 20’sinde doğum sonu kanamanın birincil nedeni olarak bildirilmiştir34 (Bkz. Bölüm 9). Doğumda genital yolda travma meydana gelmesi 1,7’lik odds oranıyla (% 95 CI 1,4–2,1) doğum sonu kanamanın (> 1.000 ml kanama ölçülmesi) nedeni olarak bulunmuştur37. Birinci dereceden daha fazla perine yırtığıyla birlikte > 1.000 ml doğum sonu kanama ele alındığında Hollanda’dan da benzer sonuçlar bildirilmiştir; OR 1,82 (% 95 CI 1,01–3,28)38. Rotundum bağının yaralanması, uterus rüptürü, serviks ya da vajinada yırtık olması ve perinede yırtık olması normal vajinal doğumda artmış kan kaybıyla ilişkilidir.

Tissue (doku): Plasenta retansiyonu, invazif plasenta Thrombin (pıhtılaşma bozukluğu): Koagülopati Bin doğumda meydana gelen beş yıllık neredeyse kaybetme oranları ve ciddi doğum sonu kanamaya bağlı anne ölümleri Tablo 4’te gösterilmiştir. Bu oranlar Kanada ya da Birleşik Krallık’takilere benzememektedir. ETİYOLOJİ ve NEDEN OLAN ETMENLER Birincil doğum sonu kanama nedenleri Geçmiş yıllarda doğum sonu kanamanın nedenlerinin sınıflandırılması için yazarlar bireysel olarak ya da akademik gruplar halinde 4 T kısaltmasını kullanmışlardır. Bu kısaltma sistemi Tablo 5’de gösterilmiştir34.

Uterus inversiyonu doğum sonu kanamanın nadir nedenlerindendir (Bkz. Bölüm 9). İnversiyonun insidansı Pakistan’da 1/1.584 doğumken39; ABD, Birleşik Krallık ve Norveç’te 1/25.000’dir40. Uterus inversiyonuyla birlikte çoğu kez en az 1.000 ml kan kaybı olur41. Uterus inversiyonunu değerlendiren 40 olguluk bir çalışmada % 65’inin doğum sonu kanamayla komplike olduğu ve % 47,5’in de kan transfüzyonu ihtiyacı olduğu gösterilmiştir42.

Uterus atonisi Uterus atonisi doğum sonu kanamanın en sık nedenidir ve olguların % 70’nden sorumludur34. Normal vajinal doğum, operatif doğum ya da sezaryenle doğumdan sonra görülebilir. Geniş hacimli bir kohort çalışmasında birincil sezaryen sonrası uterus atonisi insidansı 1.416/23.390 (% 6) bulunmuştur35. Çoklu çizgisel regresyon analizine göre aşağıdaki etmenler uterus atonisi için bağımsız risk oluşturmaktadırlar: çoğul gebelik (odds oranı (OR) 2,40, % 95 CI 1,95–2,93), Latin kökenli olma (OR 2,21, % 95 CI 1,90–2,57), 18 saatten daha fazla doğum indüksiyonu alma (OR 2,23, % 95 CI 1,92– 2,60), doğum tartısının > 4500 g olması (OR 2,05, % 95 CI 1,53–2,69) ve klinik olarak tanısı konmuş koryoamniyonit (OR 1,80, % 95 CI 1,55–2,09).

Doku Plasenta retansiyonu tüm doğum sonu kanamaların yaklaşık % 10’una neden olmaktadır34. Hemostaza yardım için gerekli olan etkin uterus kontraksiyonunun elde edilebilmesi için plasentanın tamamının atılması gerekir. Plasenta retansiyonlarında çoğu kez kalan plasentayı elle çıkartmak mümkündür. Ancak nadiren de olsa retansiyonun nedeni altta yatan plasenta akreata, inkreata veya perkreata olabilir (Bkz. Bölüm 24 ve 36). Plasenta retansiyonu doğumların % 0,5-3’ünde

22


görülür43. Birçok olgu-kontrol çalışması plasenta retansiyonunun artmış kan kaybı ve kan transfüzyonu ihtiyacıyla birlikte olduğunu göstermiştir. Stones ve arkadaşları plasenta retansiyonunun doğumdan sonraki ilk 24 saat içinde ≥ 1.000 ml’lik kan kaybıyla ilişkisinin RR 5,15 (% 99 CI 3,36–7,87) olduğunu göstermişlerdir44. Bais ve arkadaşları Hollanda’da plasenta retansiyonunun insidansının % 1,8 olduğunu belirtmişlerdir38. Bu yazarlar çoklu regresyonu kullanarak plasenta retansiyonunun doğum sonu ≥ 500 ml ve ≥ 1.000 ml kanamayla ilişkisini sırasıyla OR 7,83 (% 95 CI 3,78–16,22) ve OR 11,73 (% 95 CI 5,67–24,1) olarak bulmuşlardır. Yine bu grupta plasenta retansiyonunun eritrosit süspansiyonu ihtiyacıyla ilişkisini de OR 21,7 (% 95 CI 8,9–53,2) olarak göstermişlerdir.

geçirdikten sonra OR 30,25 (% 95 CI 9,9–92,4) saptanmıştır. Kastner ve arkadaşları acil histerektomi gerektiren 48 olgularının % 49’unun nedeni olarak plasenta akreatayı göstermişlerdir50. Zaki ve arkadaşları 23.000’lik bir kadın toplumunda plasenta akreata insidansını % 0,05 olarak bulmuşlardır49. Yazarlar plasenta akreata grubunda, plasenta previa grubuyla karşılaştırılınca daha fazla doğum sonu kanama ve acil histerektomi ihtiyacı olduğunu saptamışlardır. Doğum sonu kanama plasenta akreata grubunda % 91,7 oranında görülürken, plasenta previa grubunda % 18,4 oranında görülür (OR 48,9, % 95 CI 5,93–403,25). Plasenta akreata olan hastaların % 50’si acil sezaryen gerektirirken, plasenta previa grubunda bu oran % 2’dir (OR 48, % 95 CI 7,93–290,48). Plasenta akreata grubunda sezaryen öyküsü % 75 hastada görülürken, plasenta previa grubunda bu oran % 27,5’dir (OR 7,9, % 95 CI 1,98–31,34).

Tanberg ve arkadaşları 24.750 doğumu irdeleyen geniş Norveç kohortunda plasenta retansiyonu insidansını % 0,6 olarak bulmuşlardır45. Ayrıca yazarlar plasenta retansiyonu olan grupta, olmayanlarla karşılaştırılınca, ortalama hemoglobin değerinde 3,4 g/dl’lik düşme saptamışlardır. Aynı çalışmanın bir başka sonucu da plasenta retansiyonu olan grupta transfüzyon ihtiyacı % 10 iken, kontrol grubunda % 0,5 olarak bulunmuştur. Suudi Arabistan’da yapılmış olan bir olgu-kontrol çalışmasında da benzer sonuçlara erişilmiştir46. Buna göre plasenta retansiyonu olanlarda (ortalama 437 ml), kontrol grubuna (ortalama 263 ml) göre artmış kan kaybı gözlemlenmiştir. Aberdeen’de 36.000’den fazla kadını ele alan geniş bir çalışma grubunda vajinal doğumdan sonra plasenta retansiyonu olanların % 21,3’ünde kanama olurken, retansiyon olmayanlarda bu oran % 3,5 olarak bulunmuştur47. Her iki çalışma da plasenta retansiyonu öyküsü olanlarda sonraki gebeliklerde retansiyonun tekrarlama olasılığının arttığını göstermektedir46, 47. Adelusi ve arkadaşlarının yaptığı çalışmada plasenta retansiyonu olanların % 6,1’inde geçmişte de plasenta retansiyonu öyküsü olduğu, diğer taraftan normal doğum yapan kontrol grubunda böyle bir öykünün bulunmadığı belirtilmiştir46.

Trombin Pıhtılaşma zincirinde ya da trombosit işlevlerinde bozukluğa bağlı kanama doğum sonu kanamaların % 1’inden sorumludur34. Ayrıca ablasyo plasenta, preeklampsi, septisemi, intra uterin sepsis (Bkz. Bölüm 44), ölü fetus, amniyotik sıvı embolisi, uygunsuz kan transfüzyonu, hipertonik serum fizyolojikle düşük yaptırmak ve var olan koagülasyon bozukluklarının da pıhtılaşma işlevlerinde aksaklık yarattığı iyi bilinen gerçeklerdir4, 51, 52 (Bkz. Bölüm 25). BİRİNCİL DOĞUM SONU KANAMA İÇİN DOĞUM ÖNCESİNDEN GELEN RİSKLER Yaş İleri anne yaşı doğum sonu kanama için bağımsız bir risk olarak görünmektedir. Japonya’da Ohkuchi ve arkadaşları tekiz doğum yapan 10.053 kadın üzerinde yaptıkları çalışmada, çoklu değişken analiziyle, doğum sonu kanama için anne yaşının ≥ 35 olmasının bağımsız bir risk etmeni olduğunu bulmuşlardır53. Araştırmacılar fazla kanamayı (≥ 90 persentil) vajinal doğum ve sezaryen için sırasıyla 615 ml ve 1.531 ml olarak tanımlamışlardır. Yazarlar anne yaşının ≥ 35 olmasının doğum sonu kanamaya etkisini vajinal doğumda (OR 1,5, % 95 CI 1,2–1,9), sezaryen doğumda (OR 1,8, % 95 CI 1,2–2,7) olarak bildirmişlerdir. Tsu, Nijerya’da yaptığı çalışmada ileri anne yaşının (≥ 35) doğum sonu kanamayı, düzeltilmiş RR ile 3,0 yaptığını belirtmiştir (%

Plasenta akreata tüm doğumların % 0,001–0,05’inde görülen nadir, ama ciddi bir komplikasyondur48, 49 . Makhseed ve arkadaşları plasenta akreata riskinin sezaryen sayısına paralel şekilde arttığını göstermişlerdir. Hiç sezaryen olmayanla karşılaştırıldığında bir kez sezaryen geçirdikten sonra OR 4,11 (% 95 CI 0,83–19,34), iki kez sezaryen

23


95 CI 1,3–7,3)54. Yazarlar kanama miktarını gözle belirlenen ≥ 600 olarak tanımlamışlardır. Nijerya’dan Ijaiya ve arkadaşları yaptıkları çalışmada > 35 yaşındakilerde, doğum sonu kanama tehlikesinin, < 25 yaşındakilere kıyasla iki kat daha fazla olduğunu bulmuştur55. Ancak yazarlar çalışmalarında sonucu etkileyebilecek diğer nedenleri hesaba katmamışlardır. Obstetrik kanamanın yaşla birlikte arttığı Nijerya’dan Okogbenin ve arkadaşları tarafından da bildirilmiştir56. Yazarlara göre 20 yaşında % 0,1 olan risk, ≥ 40 yaşında % 0,7’ye ulaşmaktadır. Diğer taraftan başka araştırmacılar da doğumu geciktirmenin doğum sonu kanamayla ilişkisinin olmadığını göstermişlerdir57.

(RR 1,7, % 95 CI 1,1–2,7) ve düzeltilmiş (RR 1,5, % 95 CI 0,95–2,5) olarak yaptığı değerlendirmede düşük paritenin (önceden 0–1 doğum) doğum sonu kanamayla ilişkili olduğunu gösterdiyse de, grand multiparitenin (beş ya da daha fazla doğum) böyle bir ilişkisini gösterememiştir54. Ohkuchi ise yaptığı çalışmada primiparitenin vajinal doğum sonu fazla kanama için risk taşıdığını bulmuştur (OR 1,6, % 95 CI 1,4–1,9)53. Pakistan63 ve Nijerya55’da yapılmış olan çalışmalar doğum sonu kanama ve grand multiparite arasında bir ilişki olduğunu bildirse de, her iki çalışmada da, anne yaşı gibi, karmaşa yaratacak nedenler dikkate alınmamıştır. Diğer tıbbi durumlar Birçok tıbbi durum artmış doğum sonu kanamayla ilişkilidir. Tip 2 diabetes mellitusu olan kadınların > 500 ml’lik doğum sonu kanama insidansı (% 34), diabetik olmayanlara (% 6) göre daha fazladır64, 65. Marfan sendromu ve Ehlers-Danlos sendromu gibi bağ dokusu hastalıkları da doğum sonu kanamayla ilişkilidir66, 67. Konjenital koagülopatilerde de doğumda kan kaybı artmıştır52. En sık görülen konjenital kanama bozukluğu von Willebrand hastalığıdır ve prevalansı % 1–3 olarak bildirilmektedir. Çoğu hastada (% 70) tip 1 hastalık vardır. Tip 1 hastalıkta plazmada faktör VIII düzeyi, von Willebrand faktör antijeni ve von Willebrand faktör etkinliği düşüktür. Daha nadir görülen konjenital kanama bozuklukları hemofiliAtaşıyıcılığı (faktör VIII eksikliği), hemofili B taşıyıcılığı (faktör IX eksikliği) ve faktör XI eksikliğidir. Economaides ve arkadaşları yaptıkları derlemede birincil doğum sonu kanama riskini von Willebrand hastalığında % 22, faktör XI eksikliğinde % 16, hemofili taşıyıcılarında % 18,5, genel toplumda ise % 5 olarak bildirmişlerdir52. Birçok olgu serisi ve sınırlı olgu-kontrol çalışmasının derlemesini yapan James de benzer sonuçlara ulaşmıştır68 (Bkz. Bölüm 25).

Irk Etnik kökenin doğum sonu kanama için bir risk olup olmadığı birçok çalışmada ele alınmıştır. Magann ve arkadaşları çalışmalarında doğum sonu kanamayı > 1.000 ml kan kaybetme ve/veya transfüzyon ihtiyacının belirmesi olarak tanımlamışladır37. Yazarlara göre Asya kökenli olmak bir risk etmenidir (OR 1,8, % 95 CI 1,4–2,2). Diğer çalışmalar da Asyalılar58 (OR 1,73, % 95 CI 1,20–2,49) ya da Latin kökenliler58 (OR 1,66, % 95 CI 1,02–2,69) (OR hematokrit < % 26 için 3,99, % 95 CI 0,59– 9,26)59 için benzer sonuçları bulmuşlardır. Vücut kütle indeksi (VKİ) Obez kadınların doğum sırasında ve sonrasında komplikasyonlar yaşama olasılığı artmıştır. Usha ve arkadaşları Birleşik Krallığın Güney Glamorgan bölgesinde, 60.167 kadını ele alan, toplum temelli, gözlemsel bir çalışma yürütmüşlerdir60. Çalışmaya göre VKİ > 30 olanların > 500 ml kanama olasılığı, VKİ 20–30 olanlara göre daha fazladır (OR 1,5, % 95 CI 1,2–1,8). Stones ve arkadaşları VKİ ≥ 27 olduğunda ciddi doğum sonu kanama için RR’yi 1,64 (% 95 CI 1,24–2,17) bulmuşlardır44. Parite Her ne kadar grand multiparite geleneksel olarak doğum sonu kanama için bir risk etmeni olarak kabul edilse de, Stones ve arkadaşları ve SeloOjeme bu bağlantıyı gösterememişlerdir44, 61. Bu gözlem Avustralya’da yapılan bir çalışmayla da desteklenmiştir62. Çoklu değişkenli lojistik regresyon analizine göre grand multiparite (önceden ≥ 5 doğum yapmış olmak) ve doğum sonu kanama (> 500 ml) arasında ilişki bulunamamıştır. Tsu doğum eylemi sırasındaki etmenlerle düzeltilmemiş

Uzamış gebelik Danimarka’da yapılan geniş kohort çalışmasında gün aşımı olan (gebelik yaşı ≥ 42), 77.956 tekiz gebelikle miadında, kendiliğinden doğum eylemine giren 34.140 tekiz gebelik irdelenmiştir69. Doğum sonu kanama için düzeltilmiş odds oranı 1,37 (% 95 CI 1,28–1,46) olarak bulunmuş ve uzamış gebeliğin doğum sonu kanamayla ilişkili olabileceği izlenimi edinilmiştir.

24


Fetusun makrozomik olması Birçok çalışmada fetal makrozominin doğum sonu kanamayla ilişkili olduğu gösterilmiştir. Jolly ve arkadaşları, Londra’da doğan 350.311 tekiz gebeliği değerlendirmişlerdir70. Çizgisel regresyon analizine göre anne ciddi hastalığı belirlemede doğum ağırlığının > 4 kg olması, doğum ağırlığının > 90. persentilde olmasından daha belirleyici olarak bulunmuştur. Fetusta makrozomi olan kadınlarda doğum sonu kanama daha sık görülmektedir (OR 2,01, % 95 CI 1,93–2,10). Stotland ve arkadaşlarının California’da yaptıkları, 146.526 anne-bebek çiftinden oluşan geniş kohortta da doğum ağırlığı 4.000–4.499 g, 4.500–4.999 g ve ≥ 5.000 g olduğunda doğum sonu kanama için düzeltilmiş OR sırasıyla 1,69 (% 95 CI 1,58–1,82), 2,15 (% 95 CI 1,86–2,48) ve 2,03 (% 95 CI 1,33–3,09) bulunmuştur71. Nijerya’da yapılan bir çalışmada > 4 kg doğan 351 bebek ile 6.563 adet miadında doğmuş bebeğe ait sonuçlar karşılaştırılmıştır72. Doğum sonu kanama insidansı sırasıyla % 8,3 ve % 2,1 olarak bildirilmiştir. Bais ve arkadaşlarının Hollanda’da yaptıkları çalışmada doğum sonu kanama (≥ 500 ml) ve doğum sonu ciddi kanama (≥ 1.000 ml) riskinin ≥ 4 kg doğan bebeklerde arttığı gösterilmiştir (OR 2,11, % 95 CI 1,62–2,76 ve OR 2,55 % 95 CI 1,5–4,18)38.

dördüz gebeliğe ait olgu serisinde doğum sonu kanama ve transfüzyon ihtiyacı sırasıyla % 21 (% 95 CI % 11–31) ve % 13 (% 95 CI % 5–21) olarak bulunmuştur76. Magann ve arkadaşları çoğul gebelikte doğum sonu kanama için OR 2,2 (% 95 CI 1,5–3,2) olarak bulmuşlardır37. Stones ve arkadaşları ise çoğul gebelik ve obstetrik kanama arasındaki rölatif riski 4,46 (% 95 CI 3,01–6,61) olarak bulmuşlardır44. Myomlar Obstetrik kaynak kitaplarına göre myomlar doğum sonu kanamaya neden olabilirler. Bu bilgi daha çok olgu bildirimlerine dayansa da Japonya’da yapılmış olan 10.000 kadınlık kohort çalışmasına göre myomlar normal doğumda (OR 1,9, % 95 CI 1,2–3,1) ve sezaryende (OR 3,6, % 95 CI 2,0–6,3) artmış kanamayla ilişkili bulunmuştur53. Doğum öncesi kanama Doğum öncesi kanama, doğum sonu kanamayla ilişkili bulunmuştur (OR 1,8, % 95 CI 1,3–2,3)37. Stones ve arkadaşları önemli obstetrik kanamayı > 1.000 ml’lik kanama olarak tanımladıkları çalışmalarında kanıtlanmış ablasyo plasenta, kanamayla birlikte giden plasenta previa ve kanama göstermeyen plasenta previa için RR’yi sırasıyla 12,6 (% 95 CI 7,61–20,9), 13,1 (% 95 CI 7,47–23) ve 11,3 (% 95 CI 3,36–38,1)44 bulmuşlardır. Ohkuchi ve arkadaşları 10.000 kadınlık çalışmalarında alt segment yerleşimli plasentanın fazla kanamayla ilişkisini vajinal doğum ve sezaryen doğum için sırasıyla odds oranı 4,4 (% 95 CI 2,2–8,6) ve 3,3 (% 95 CI 1,4–7,9) olarak bildirmişlerdir53. Bu çalışmada yazarlar plasenta previanın da sezaryen doğumda fazla kanamayla ilişkili olduğunu bulmuşlardır (OR 6,3, % 95 CI 4,0–9,9).

Çoğul gebelikler Epidemiyolojik çalışmalar ikiz ya da daha fazla fetusun olduğu gebeliklerin doğum sonu kanama için risk olduğunu göstermektedir. Walker ve arkadaşları, Kanada’da 165.188 tekiz ve 44.674 çoğul gebeliğe ait kohortu geriye dönük olarak incelediler73. Yazarlar çoğul gebeliği doğum sonu kanama (RR 1,88, % 95 CI 1,81–1,95), histerektomi (RR 2,99, % 95 CI 1,66–3,16) ve kan transfüzyonuyla ilişkili bulmuşlardır (RR 1,67, % 95 CI 1,13–2,46). Diğer birçok çalışmaya göre de çoğul gebeliğin doğum sonu kanama üzerine etkisinin RR 3,0 ile 4,5 arasında olduğu bulunmuştur44, 58, 74. Bais ve arkadaşlarının Hollanda’da yürütmüş oldukları toplum temelli kohort çalışmasında 3.464 kadın değerlendirilmiştir38. Araştırmacılar çoklu regresyon analiziyle doğum sonu ≥ 500 ml kanamanın çoğul gebelikte arttığını göstermişlerdir (OR 2,6, % 95 CI 1,06–6,39). Albrecht ve arkadaşları 57 üçüz gebenin incelendiği geriye dönük bir çalışma yapmışlardır75. Yazarlar transfüzyon gerektiren kanama insidansını % 12,3 olarak bildirmişlerdir. Collins ve arkadaşlarının yaptıkları 71 hastalık

Doğum sonu kanama öyküsü Magann ve arkadaşları doğum sonu kanama öyküsünün, sonraki gebeliklerde artmış doğum sonu kanama riski getirdiğini belirtmişlerdir (OR 2,2, % 95 CI 1,7–2,9)37. Sezaryenle doğum öyküsü Japonya’da yapılan çalışmaya göre önceden sezaryenle doğum yapanlarda vajinal doğum sonu fazla kanama görülme olasılığı artmış olarak bulunmuştur (odds oranı 3,1, % 95 CI 2,1–4,4)53.

25


BİRİNCİL DOĞUM SONU KANAMA İÇİN DOĞUM SIRASINDA MEYDANA GELEN RİSKLER

1,81) ve vajinal PGE2 (dört çalışma, 2792 kadın; RR 1,02, % 95 CI 0,75–1,4) ile karşılaştırılmış ve doğum sonu kanama oranlarında farklılık görülmemiştir. Doğum indüksiyonu için mekanik yöntemlerin84 kullanılması plasebo (bir çalışma, 240 kadın; RR 0,46, % 95 CI 0,09–2,31), vajinal prostaglandin E2 (bir çalışma, 60 kadın; RR 3,0, % 95 CI 0,33–27,24), serviks içine prostaglandin E2 (üç çalışma, 3339 kadın; RR 0,91, % 95 CI 0,40– 2,11), mizoprostol (bir çalışma, 248 kadın; RR 2,34, % 95 CI 0,46–11,85) veya tek başına oksitosinle (bir çalışma, 60 kadın; RR 1,0, % 95 CI 0,22–4,56) karşılaştırıldığında doğum sonu kanama hızlarında değişiklik farklılık saptanmamıştır.

Doğum indüksiyonu Doğum indüksiyonunun miadında ya da gün aşımında kullanımının incelendiği meta-analizlerde indüksiyonun sezaryen ya da operatif vajinal doğum oranlarını artırmadığı bulunmuştur78. Yine de bu meta-analiz doğumda kan kaybını değerlendirmemiştir. Epidemiyolojik çalışmalar doğum indüksiyonu ile doğum sonu kanama arasında bir bağlantı olduğunu düşündürmektedir. Brinsden ve arkadaşları 3.674 normal doğuma ait verileri inceleyip, doğum sonu kanamanın indüksiyonla arttığını göstermişlerdir79. Vajinal doğuran primiparlarda kendiliğinden ilerleyen eylemle karşılaştırılınca, indüksiyon alanlarda doğum sonu kanamanın iki kat arttığı görülmüştür. Magann ve arkadaşları doğum indüksiyonu sonrası kanama için OR 1,5 (% 95 CI 1,2–1,7) olarak hesaplamışlardır37. Bais ve arkadaşları ise ciddi doğum sonu kanamayı > 1.000 ml olarak tanımladıkları çalışmalarında OR 1,74 (% 95 CI 1,06–2,87) bulmuşlardır38.

Doğum indüksiyonu için membranların sıyrılmasıyla hiçbir şey yapmamanın karşılaştırıldığı çalışmaların derlemesi85, membranların sıyrılmasının doğum sonu kanamayı azalttığını göstermektedir (üç çalışma, 278 kadın; RR 0,31, % 95 CI 0,11–0,89). Oral mizoprostolün doğum indüksiyonundaki etkisini inceleyen bir derleme86 bu ilacın plaseboyla karşılaştırıldığı hiçbir çalışmayı değerlendirmeye almamıştır. Yine de bu derlemedeki bir çalışmada kontrol grubundaki 692 kadın prostaglandin E2 kullanmış ve doğum sonu kanama oranlarında farklılık gözlenmemiştir (RR 0,98, % 95 CI 0,73– 1,31). Doğum indüksiyonunda vajinal mizoprostol kullanılmasının doğum sonu kanama üzerine etkisinin plasebo (iki çalışma, 107 kadın; RR 0,91, % 95 CI 0,13–6,37), vajinal prostaglandin (beş çalışma, 1.002 kadın; RR 0,88, % 95 CI 0,63–1,22), serviks içine prostaglandin (iki çalışma, 172 kadın; RR 1,62, % 95 CI 0,22–12,19) veya oksitosinle (iki çalışma, 245 kadın; RR 0,51, % 95 CI 0,16–1,66) karşılaştırıldığı derlemelerde farklılık olmadığı bildirilmiştir. Son olarak doğum indüksiyonunda vajinal prostaglandin E2 kullanılmasını plaseboyla karşılaştıran çalışmaların derlemesi,88 doğum sonu kanama riskinin arttığı izlemini vermektedir (sekiz çalışma, 3.437 kadın, RR 1,44, % 95 CI 1,01– 2,05).

Tylleskar ve arkadaşları yaptıkları ileriye dönük, rastgele gruplandırılmış, kontrollü çalışmada miadında amniyotomi ve oksitosinle indüksiyona karşılık, doğumun kendiliğinden ilerlediği 84 kadını değerlendirmişlerdir80. Yazarlar doğumun üçüncü evresinde kanama miktarıyla ilgili farklılık bulamamışlardır. Cochrane tarafından geniş bir derlemede amniyotomi ve vajinal prostaglandin karşılaştırılmış ve doğum sonu kanama oranlarında farklılık görülmemiştir81. Bir başka Cochrane derlemesine ise sadece bir plasebo kontrollü çalışma dahil edilmiş; amniyotomi ve indüksiyonun birlikte kullanılması plasebo ile karşılaştırılmıştır82. Yazarlar doğum sonu kanamayla ilgili veri aktarmamışlardır. Bu derlemede ven içine oksitosinin amniyotomiyle birlikte kullanılması vajinal prostaglandin ile karşılaştırılmıştır (iki çalışmada toplam 160 kadın). Yazarlar amniyotomi/oksitosin grubunda artmış doğum sonu kanama hızları saptamışlardır (sırasıyla % 13,8’e karşılık % 2,5. RR 5,5, % 95 CI 1,26–24,07)82.

Eylemin süresi Birinci evre Doğumun ikinci evresiyle karşılaştırıldığında, birinci evrenin uzunluğunun doğum sonu kanama üzerine etkisini değerlendiren çok az veri bulunmaktadır89. Magann ve arkadaşları uzamış birinci evreyi nulliparlarda > 20 saat ve/veya < 1,2

Serviksi olgunlaştırmak83 için sadece ven içine oksitosin kullanılmasının doğum sonu kanama üzerine etkisi sırasıyla plasebo/gözlemsel yönetim (üç çalışma, 2611 kadın; RR 1,24, % 95 CI 0,85–

26


Üçüncü evre Doğum üçüncü evresinde aktif yönetim kuralları uygulansa bile, üçüncü evrenin uzamasının doğum sonu kanamayla sıkı birliktelik içinde olduğunu gösteren kanıtlar bulunmaktadır. Combs ve arkadaşları 12.979 tekiz gebeye ait vajinal doğumu izlemişler ve üçüncü evre için ortalama süreyi 6 dakika (4–10 dakika) olarak bildirmişlerdir95. Doğum sonu kanama ve kan transfüzyonu ihtiyacı üçüncü aşama 30 dakikadan kısa olarak kaldığı sürece (doğumların % 3,3’ü) artış göstermemiştir. Yazarlara göre doğumun üçüncü aşaması 30 dakikadan 75 dakikaya çıkana kadar kanama ve transfüzyon ihtiyacı artış gösterirken, daha sonra sabit kalmıştır95. Dombrowski ve arkadaşları doğumda gebelik haftası ≥ 20 olan 45.852 tekiz gebenin doğumlarının üçüncü evresini incelemişlerdir96. Doğum sonu kanama tahmini ≥ 500 ml kanama olarak tanımlanmıştır. Gebelik haftası ne olursa olsun, doğumun üçüncü evresi 40 dakikaya kadar uzadıkça doğum sonu kanama sıklığı artmış olarak bulunmuştur. Magann ve arkadaşları yaptıkları ileriye dönük gözlemsel çalışmalarında 6.588 vajinal doğumu değerlendirmişlerdir97. Yazarlar doğum sonu kanamayı > 1.000 ml veya kan transfüzyonu gerektiren hemodinamik bozukluk olarak tanımlamışlardır. Doğum sonu kanama riski (ve miktarı) üçüncü evre 10 dakika (OR 2,1, % 95 CI 1,6–2,6), 20 dakika (OR 4,3, % 95 CI 3,3–5,5) ve 30 dakika (OR 6,2, % 95 CI 4,6–8,2) uzadığında belirgin olarak artış göstermektedir. Receiver operating characteristic (ROC)† eğrisi kullanıldığında, doğum sonu kanama için üçüncü evrenin ≥ 18 dakika olması en iyi belirleyici etmen olarak bulunmuştur97. Benzer şekilde Hollanda’da yapılan toplum temelli çalışmada da 3.464 tekiz gebelik ele alınmıştır38. Yazarlar doğumun üçüncü evresinin ≥ 30 dakika olmasının, ≥ 500 ml kanama (OR 2,61, % 95 CI 1,83–3,72) ve ≥ 1.000 ml kanamayla (OR 4,90, % 95 CI 2,89–8,32) ilişkili olduğunu göstermişlerdir. Bu çalışmada kan kaybı miktarı ölçüm ve gözle tahmini hesaplamayla belirlenmiştir.

cm/saat, multiparlarda ise > 14 saat ve/veya < 1,4 cm/saat olarak tanımlamışlardır37. Araştırmacılar doğum sonu kanama için uzamış birinci evrenin OR değerini 1,6 (% 95 CI 1–1,6) olarak bulmuşlardır. İkinci evre Geniş hacimli birçok çalışma doğumun ikinci evresinin uzunluğuyla olumsuz anne ve yenidoğan sonuçlarını incelemişlerdir. Cohen 4.403 nullipara ait doğum kayıtlarını incelemişler ve ikinci evrenin 3 saatten fazla sürmesinin doğum sonu kanama insidansını arttırdığını bulmuşlardır90. Yazarlar bu durumu artmış orta pelvis forseps uygulamalarına bağlamışlardır. Baş gelişi olan ve doğum eylemi kendiliğinden ilerleyen 25.069 kadına ait veriler geriye dönük olarak değerlendirilmiştir91. Yazarlar ikinci evrenin uzunluğunu, doğum sonu kanamayı bağımsız olarak etkileyen bir neden olarak bulmuşlardır. Daha eskiden San Francisco’da yapılan bir çalışmada doğumun ikinci evresi birer saatlik dilimlere ayrılmıştır92. Bu çalışmada 15.759 adet, baş gelişinde, tekiz, nullipar kadın değerlendirilmeye alınmıştır. Doğum sonu kanama vajinal doğum sonu > 500 ml, sezaryen doğum sonu > 1.000 ml kanama olarak kabul edilmiştir. Doğumun ikinci evresi 0–1 saat arasında olduğunda, doğum sonu kanama sıklığı % 7,1 iken, > 4 saatte % 30,9’a çıkmıştır. Diğer etkenler ortadan kaldırıldığında (operatif vajinal doğum, epizyotomi, doğum ağırlığı ve fetusun pozisyonu) eğer doğumun ikinci evresi > 3 saat olursa, doğum sonu kanama riski belirgin olarak artmaktadır (OR 1,48, % 95 CI 1,24–1,78). Myles ve arkadaşları baş gelişindeki 6.791 adet, tekiz gebeyi incelemişlerdir93. Yazarlar doğumun ikinci evresi < 2 saat sürenlerde doğum sonu kanamayı % 2,3 hastada saptarlarken, ikinci evre > 2 saat olduğunda bu oran % 6,2’ye çıkmıştır. Janni ve arkadaşları 952 adet, tekiz, baş gelişinde, gebelik haftası 34’ü geçmiş, normal ikinci evreye sahip hastayı; 248 adet, ikinci evresi > 2 saat olan hastayla karşılaştırmıştır94. Doğum sırasında ve sonrasında ölçülen hemoglobin değerlerinin farklarının ortalaması normal grupta (-0,79 g/dl), uzun ikinci evreli grupta (-1,84 g/dl) olarak bulunmuştur. Çoklu değişkenli ikili regresyon analizi de doğumun ikinci evresinin uzunluğunun doğum sonu kanama için bağımsız bir belirleyici olduğunu göstermiştir. Magann ve arkadaşları da uzamış ikinci evre için OR 1,6 bulmuşlardır (% 95 CI 1,1–2,1)3737.

Analjezi Epidural analjezi uygulanan ve uygulanmayan, sırasıyla 1.056 ve 6.261, kadınlara ait veriler geriye dönük, olgu-kontrol çalışmasında ele alınmıştır ve yazarlar epidural analjezinin doğumda > 500 ml kanamayla ilişkili olduğunu bildirmişlerdir98. Magann ve arkadaşları da epidural analjezinin

: Türkçe’de uygun karşılık bulunamadığından ve yaygın olarak kullanılan bir istatistik terimi olduğundan bu haliyle konmuştur (Çevirmenin notu). †

27


doğum sonu kanama üzerine etkisini irdelediklerinde OR 1,3 bulmuşlardır, ancak bu çalışmada % 95 CI 1–1,6’dır37. Diğer taraftan 341 kadını inceleyen rastgele gruplandırılmış, kontrollü bir çalışma sezaryen gerektiğinde, doğum sonu kanama için bölgesel anestezinin genel anesteziye üstün olduğunu ortaya koymuştur99.

ve makrozomi olarak bildirilmiştir. Combs ve arkadaşları 3.052 sezaryenden oluşan bir olgu-kontrol çalışması yürütmüşlerdir102. Yazarlar sezaryende doğum sonu kanama için (hematokritte düşme ve/veya kan transfüzyonu ihtiyacı hesaba alınarak) % 6,4 insidans bildirmişlerdir ki bu sonuç Magann ve arkadaşlarınınkine benzerdir. Ancak Combs ve arkadaşları doğumları elektif ve elektif olmayan olarak ayrımlandırmamıştır.

Doğum şekli Birleşik Krallık’ta yayınlanan Ulusal Klinik Uygulamaları Geliştirme Enstitüsü (National Institute for Clinical Excellence [NICE]) kılavuzu tedavi temelli, rastgele gruplanmış, kontrollü çalışmalarda planlı sezaryen ile planlı vajinal doğumu karşılaştırmıştır100. Annede obstetrik kanamanın (> 1.000 ml kan kaybı) mutlak riski planlı sezaryen için % 0,5 ve vajinal doğum için % 0,7 (RR 0,8, % 95 CI 0,4–4,4) olarak bulunmuştur. Yazarlar her iki doğum şekli arasında doğum sonu kanama açısından fark görmemişlerdir.

Bu grup ayrıca 9.598 vajinal doğumu da incelemiş ve doğum sonu kanama için % 3,9 insidans bildirmişlerdir58. Yazarlar çoklu çizgisel regresyon analiziyle forseps ya da vakum kullanıldığında doğum sonu kanama için OR’yi 1,66 (% 95 CI 1,06–2,60) bulmuşlar ve bu sonucu operatif vajinal doğumun doğum sonu kanamayla ilişkili olduğunu düşündürdüğünü ifade etmişlerdir. Ayrıca operatif doğumda başka bir yola geçerek vajinal doğumun sağlanmasının da doğum sonu kanamaya ilave bir risk getirdiği gösterilmiştir. Yazarlar bunun için OR 1,9 (% 95 CI 1,1–3,2)37 ya da rölatif risk 1,6 (% 95 CI 1,3–2,0)103 oranlarını bildirmişlerdir.

Magann ve arkadaşları doğum sonu kanama açısından risk etmenlerini değerlendirdikleri çalışmalarında 1.844 elektif sezaryen ve 2.933 elektif olmayan sezaryen olgusuna ait verileri karşılaştırmışlardır101. Doğum sonu kanama tanımı için iki kıstas kullanmışlardır: ölçülen kan kaybı >1.000 ml ve/veya transfüzyon ihtiyacı ve ölçülen kan kaybı >1.500 ml ve/veya transfüzyon ihtiyacı olması. Sezaryenle doğum yapanların % 6’sında >1.000 ml kanama olmuştur. Elektif sezaryende doğum sonu kanama (>1.000 ml kanama için % 4,84 ve >1.500 ml kanama için % 1,9), elektif olmayan sezaryende (>1.000 ml kanama için % 6,75 ve >1.500 ml kanama için % 3,04) görülene göre daha az bulunmuştur. Bu çalışmanın yapıldığı dört yıl boyunca meydana gelen 13.868 doğumdan % 5,15’nde >1.000 ml, % 2,4’ünde >1.500 ml doğum sonu kanama meydana gelmiştir101. Operatif vajinal doğum için hiçbir veri bildirilmemiştir. Doğum sonu kanama miktarı elektif olmayan sezaryende vajinal doğumda görülenden daha fazla olsa da, elektif sezaryende görülen kanamadan istatistiksel olarak farklı değildir. Çizgisel regresyon kullanıldığında elektif sezaryende doğum sonu kanama için risk etmenleri myoma, plasenta previa, erken doğum ve genel anestezi olarak bulunmuştur. Elektif olmayan sezaryen için risk etmenleriyse kan hastalığı olanlar, plasenta retansiyonu yaşayanlar, doğum öncesi transfüzyon alanlar, doğum öncesi ve sırasında kanama yaşayanlar, plasenta previa, genel anestezi

Epizyotomi Daha az komplikasyona neden olduğundan Cochrane derlemelerinde epizyotominin sınırlı kullanılmasını önermektedir104. Şaşırtıcı bir şekilde bu derleme epizyotominin doğum sonu kanama üzerine etkisini değerlendirmemiştir. Birçok çalışma mediolateral veya orta hat epizyotominin uygunsuz kullanılmasına bağlı oluşan iyatrojenik travmanın, epizyotomi açılmamasıyla karşılaştırıldığında kan kaybı ve doğum sonu kanamayla ilişkisini göstermiştir105, 106. Yazarlar doğum sonu kanama için eşik değeri 300 ve 600 ml olarak kabul etmişlerdir. Stones ve arkadaşları epizyotomi açıldığında doğum sonu kanama için rölatif riski 2,06 (% 95 CI 1,36– 3,11) olarak bildirmişlerdir44. Bais ve arkadaşları da benzer sonuçlar bildirmişlerdir ve OR 2,18 (% 95 CI 1,36–3,11) bulmuşlardır38. Combs ve arkadaşları da mediolateral epizyotomide doğum sonu kanama için odds oranını 4,67 (% 95 CI 2,59–8,43)58 olarak bildirmişlerdir. Eski bir rastgele gruplandırılmış, kontrollü çalışmada ise perine yırtıkları kaçınılmaz hale geldiğinde epizyotomi kullanılmasının doğum sonu kanama oranları üzerine etkisinin olmadığı bulunmuştur107.

28


Koryoamniyonit Birçok çalışmada koryoamniyonit varlığında doğum sonu kanama riskinin arttığı bulunmuştur. Yazarlar vajinal doğumda OR 1,3 (% 95 CI 1,1– 1,7)37 ve sezaryende OR 2,69 (% 95 CI 1,44–5,03)102 sonuçlarına erişmişlerdir (Bkz. Bölüm 44).

and Trauma (MOET) course manual. London: RCOG Press, 2003:151–62 5. Grady K, Cox C. Shock. In Johanson R, Cox C, Grady K, Howell C, eds. Managing Obstetric Emergencies and Trauma. London: RCOG Press, 2003:81–90 6. Gulmezoglu AM, Hofmeyr GJ. Prevention and treatment of postpartum haemorrhage. In MacLean AB, Neilson J, eds. Maternal Morbidity and Mortality. London: RCOG Press, 2002:241–51 7. Strand RT, da Silva F, Bergstrom S. Use of cholera beds in the delivery room: a simple and appropriate method for direct measurement of postpartum bleeding. Trop Doctor 2003;33: 215–16 8. Chua S, Ho LM, Vanaja K, Nordstrom L, Roy AC, Arulkumaran S. Validation of a laboratory method of measuring postpartum blood loss. Gynecol Obstet Invest 1998;46:31–3 9. Duthie SJ, Ven D, Yung GL, Guang DZ, Chan SY, Ma HK. Discrepancy between laboratory determination and visual estimation of blood loss during normal delivery. Eur J Obstet Gynecol Reprod Biol 1991;38:119–24 10. Glover P. Blood loss at delivery: how accurate is your estimation? Aust J Midwifery 2003;16:21–4 11. Higgins PG. Measuring nurses’ accuracy of estimating blood loss. J Adv Nursing 1982;7: 157–62 12. Newton M, Mosey LM, Egli GE, Gifford WB, Hull CT. Blood loss during and immediately after delivery. Obstet Gynecol 1961;17:9–18 13. Hill JA, Fadel HE, Nelson MC, Nelson RM, Nelson GH. Blood loss at vaginal delivery. South Med J 1986;79:188–192. 14. Prasertcharoensuk W, Swadpanich U, Lumbiganon P. Accuracy of the blood loss estimation in the third stage of labor. Int J Gynaecol Obstet 2000;71:69–70 15. Razvi K, Chua S, Arulkumaran S, Ratnam SS. A comparison between visual estimation and laboratory determination of blood loss during the third stage of labour. Aust N Z J Obstet Gynaecol 1996;36:152–4 16. Irons DW, Sriskandabalan P, Bullough CH. A simple alternative to parenteral oxytocics for the third stage of labor. Int J Gynaecol Obstet 1994; 46:15–18 17. Prendiville WJ, Elbourne D, McDonald S. Active versus expectant management in the third stage of labour (update of Cochrane Database Syst

SONUÇ Doğum sonu kanama tüm dünyada anne ölümleri ve ciddi hastalığı için halen en önemli nedendir. Ne yazık ki yetersiz bakım koşulları hangi ülkede olunduğuna bakmaksızın, anne ölümü ve ciddi hastalığına neden olmaya devam etmektedir. Ciddi doğum sonu kanamalar tüm canlı doğumların % 10’ununda görülmektedir ve doğrudan anne ölümlerinin % 28’inden sorumludur. Ancak ülkeler arasında belirgin farklılıklar bulunmaktadır. Birleşik Krallık’ta 1.000.000 annelikte 5 ölüm meydana gelirken, Afrika’nın bazı bölgelerinde bu oran 100 kat daha fazladır. Kadına verilen sağlık hizmetinin kalitesi ciddi obstetrik kanamayla değerlendirilmektedir. Birleşik Krallık’ta ciddi obstetrik kanama 1.000 canlı doğumda 3–7 adet görülürken, doğum sonu kanama bunların % 70’ini oluşturmaktadır. Diğer taraftan Afrika’nın bazı bölgelerinde obstetrik kanama 1.000 canlı doğumda 30,5 oranında görülürken, doğum sonu kanama bunların % 1,74’ünü oluşturmaktadır. Kaynaklar 1. Park EH, Sachs BP. Postpartum hemorrhage and other problems of the third stage. In James DK, Steer PJ, Weiner CP, Gonik B, eds. High Risk Pregnancy: Management Options. London: WB Saunders, 1999;1231–46 2. Pritchard JA, Baldwin RM, Dickey JC, et al. Red blood cell loss and changes in apparent blood volume during and following vaginal delivery, caesarean section and caesarean section plus total hysterectomy. Am J Obstet Gynecol 1962;84:1271 3. Brace V, Penney GC. Scottish Confidential Audit of Severe Maternal Morbidity: First Annual Report 2003. 22, 5–31. 2005. Aberdeen, Scottish Programme for Clinical Effectiveness in Reproductive Health 4. Griffiths D, Howell C. Massive obstetric haemorrhage. In Johanson R, Cox C, Grady K, Howell C, eds. Managing Obstetric Emergencies

29


Rev. 2000;(2):CD000007; PMID: 10796082). (Review). Cochrane Database of Systematic Reviews 2000;CD000007 18. Grimes DA, Schulz KF. Bias and causal associations in observational research. Lancet 2002;359:248–52 19. Katz MH. Multivariable analysis: A practical guide for clinicians. Cambridge: Cambridge University Press, 1999 20. Grimes DA, Schulz KF. Clinical research in obstetrics and gynecology: a Baedeker for busy clinicians. Obstet Gynecol Survey 2002;57: S35– S53 21. Mamdani M, Sykora K, Li P, et al. Reader’s guide to critical appraisal of cohort studies. 2. Assessing potential for confounding. BMJ 2005;330:960–2 22. Anonymous. Introduction. In Lewis G, ed. Why Mothers Die 2000–2002. London: RCOG, 2004:1–24 23. Hall M. Haemorrhage. In Lewis G, ed. Why Mothers Die 2000–2002. London: RCOG Press, 2004:86–93 24. Chang J, Elam-Evans LD, Berg CJ, et al. Pregnancy-related mortality surveillance, United States, 1991–1999. CDC. http//www.cdc. gov/mmwr/preview/mmwrhtml/ss5202a1.htm 52(SS02), 1–8. 2003 25. Berg CJ, Atrash HK, Koonin LM, Tucker M. Pregnancy-related mortality in the United States, 1987–1990. Obstet Gynecol 1996;88: 161–7 26. Bouvier-Colle MH, Varnoux N, Breart G. Maternal deaths and substandard care: the results of a confidential survey in France. Medical Experts Committee. Eur J Obstet Gynecol Reproduct Biol 1995;58:3–7 27. Bouvier-Colle MH, Ouedraogo C, Dumont A, et al. Maternal mortality in West Africa. Rates, causes and substandard care from a prospective survey. Acta Obstet Gynecol Scand 2001;80: 113–19 28. Spies CA, Bam RH, Cronje HS, Schoon MG, Wiid M, Niemand I. Maternal deaths in Bloemfontein, South Africa, 1986–1992. South Afri Med J 1995;85:753–5 29. Waterstone M, Bewley S, Wolfe C. Incidence and predictors of severe obstetric morbidity: case–control study. BMJ 2001;322:1089–93 30. Wen SW, Huang L, Liston R, et al. Severe maternal morbidity in Canada, 1991–2001. Can

Med Assoc J 2005;173:759–64 31. Filippi V, Ronsmans C, Gohou V, et al. Maternity wards or emergency obstetric rooms? Incidence of near-miss events in African hospitals. Acta Obstet Gynecol Scand 2005;84: 11–16 32. Prual A, Bouvier-Colle MH, de Bernis L, Breart G. Severe maternal morbidity from direct obstetric causes in West Africa: incidence and case fatality rates. Bull WHO 2000;78: 593–602 33. Pattinson RC, Hall M. Near misses: a useful adjunct to maternal death enquiries. Br Med Bull 2003;67:231–43 34. Anderson J, Etches D, Smith D. Postpartum haemorrhage. In Damos JR, Eisinger SH, eds. Advanced Life Support in Obstetrics (ALSO) provider course manual. Kansas: American Academy of Family Physicians, 2000:1–15 35. Rouse DJ, Leindecker S, Landon M, et al. The MFMU Cesarean Registry: uterine atony after primary cesarean delivery. Am J Obstet Gynecol 2005;193:1056–60 36. Feerasta SH, Motiei A, Motiwala S, Zuberi NF. Uterine atony at a tertiary care hospital in Pakistan: a risk factor analysis. J Pak Med Assoc 2000;50:132–6 37. Magann EF, Evans S, Hutchinson M, Collins R, Howard BC, Morrison JC. Postpartum hemorrhage after vaginal birth: an analysis of risk factors. S Med J 2005;98:419–22 38. Bais JM, Eskes M, Pel M, Bonsel GJ, Bleker OP. Postpartum haemorrhage in nulliparous women: incidence and risk factors in low and high risk women. A Dutch population-based cohort study on standard (> or = 500 ml) and severe (> or = 1000 ml) postpartum haemorrhage. Eur J Obstet Gynecol Reprod Biol 2004;115:166–72 39. Hussain M, Jabeen T, Liaquat N, Noorani K, Bhutta SZ. Acute puerperal uterine inversion. J Coll Phys Surg–Pakistan 2004;14:215–17 40. Milenkovic M, Kahn J. Inversion of the uterus: a serious complication at childbirth. Acta Obstet Gynecol Scand 2005;84:95–6 41. Beringer RM, Patteril M. Puerperal uterine inversion and shock. Br J Anaesthes 2004; 92:439–41 42. Baskett TF. Acute uterine inversion: a review of 40 cases. J Obstet Gynaecol Can 2002;24:953–6 43. Weeks AD, Mirembe FM. The retained placenta new insights into an old problem. Eur J Obstet Gynecol Reprod Biol 2002;102:109–10

30


44. Stones RW, Paterson CM, Saunders NJ. Risk factors for major obstetric haemorrhage. Eur J Obstet Gynecol Reprod Biol 1993;48:15–18 45. Tandberg A, Albrechtsen S, Iversen OE. Manual removal of the placenta. Incidence and clinical significance. Acta Obstet Gynecol Scand 1999;78:33–6 46. Adelusi B, Soltan MH, Chowdhury N, Kangave D. Risk of retained placenta: multivariate approach. Acta Obstet Gynecol Scand 1997;76:414–18 47. Hall MH, Halliwell R, Carr-Hill R. Concomitant and repeated happenings of complications of the third stage of labour. Br J Obstet Gynaecol 1985;92:732–8 48. Makhseed M, el-Tomi N, Moussa M. A retrospective analysis of pathological placental implantation – site and penetration. Int J Gynaecol Obstet 1994;47:127–34 49. Zaki ZM, Bahar AM, Ali ME, Albar HA, Gerais MA. Risk factors and morbidity in patients with placenta previa accreta compared to placenta previa non-accreta. Acta Obstet Gynecol Scand 1998;77:391–4 50. Kastner ES, Figueroa R, Garry D, Maulik D. Emergency peripartum hysterectomy: experience at a community teaching hospital. Obstet Gynecol 2002;99:971–5 51. Walker ID, Walker JJ, Colvin BT, Letsky EA, Rivers R, Stevens R. Investigation and management of haemorrhagic disorders in pregnancy. Haemostasis and Thrombosis Task Force. J Clin Pathol 1994;47:100–8 52. Economides DL, Kadir RA, Lee CA. Inherited bleeding disorders in obstetrics and gynaecology. Br J Obstet Gynaecol 1999;106:5–13 53. Ohkuchi A, Onagawa T, Usui R, et al. Effect of maternal age on blood loss during parturition: a retrospective multivariate analysis of 10,053 cases. J Perinat Med 2003;31:209–15 54. Tsu VD. Postpartum haemorrhage in Zimbabwe: a risk factor analysis. Br J Obstet Gynaecol 1993;100:327–33 55. Ijaiya MA, Aboyeji AP, Abubakar D. Analysis of 348 consecutive cases of primary postpartum haemorrhage at a tertiary hospital in Nigeria. J Obstet Gynaecol 2003;23:374–7 56. Okogbenin SA, Gharoro EP, Otoide VO, Okonta PI. Obstetric hysterectomy: fifteen years’ experience in a Nigerian tertiary centre. J Obstet Gynaecol 2003;23:356–9

57. Roberts CL, Algert CS, March LM. Delayed childbearing – are there any risks? Med J Aust 1994;160:539–44 58. Combs CA, Murphy EL, Laros RK Jr. Factors associated with postpartum hemorrhage with vaginal birth. Obstet Gynecol 1991;77:69–76 59. Petersen LA, Lindner DS, Kleiber CM, Zimmerman MB, Hinton AT, Yankowitz J. Factors that predict low hematocrit levels in the postpartum patient after vaginal delivery. Am J Obstet Gynecol 2002;186:737–44 60. Usha KT, Hemmadi S, Bethel J, Evans J. Outcome of pregnancy in a woman with an increased body mass index. Br J Obstet Gynaecol 2005;112:768–72 61. Selo-Ojeme DO, Okonofua FE. Risk factors for primary postpartum haemorrhage. A case control study. Arch Gynecol Obstet 1997;259: 179–87 62. Humphrey MD. Is grand multiparity an independent predictor of pregnancy risk? A retrospective observational study. Med J Aust 2003; 179:294–6 63. Munim S, Rahbar MH, Rizvi M, Mushtaq N. The effect of grandmultiparity on pregnancy related complications: the Aga Khan University experience. J Pak Med Assoc 2000;50:54–8 64. Dunne F, Brydon P, Smith K, Gee H. Pregnancy in women with Type 2 diabetes: 12 years outcome data 1990–2002. Diabet Med 2003;20:734–8 65. Dunne F. Type 2 diabetes and pregnancy. Semin Fetal Neonat Med 2005;10:333–9 66. Rahman J, Rahman FZ, Rahman W, al-Suleiman SA, Rahman MS. Obstetric and gynecologic complications in women with Marfan syndrome. J Reprod Med 2003;48: 723–8 67. Lind J, Wallenburg HC. Pregnancy and the Ehlers-Danlos syndrome: a retrospective study in a Dutch population. Acta Obstet Gynecol Scand 2002;81:293–300 68. James AH. More than menorrhagia: a review of the obstetric and gynaecological manifestations of bleeding disorders. Haemophilia 2005;11: 295–307 69. Olesen AW, Westergaard JG, Olsen J. Perinatal and maternal complications related to postterm delivery: a national register-based study, 1978–1993. Am J Obstet Gynecol 2003;189: 222–7 70. Jolly MC, Sebire NJ, Harris JP, Regan L, Robinson S. Risk factors for macrosomia and

31


its clinical consequences: a study of 350,311 pregnancies. Eur J Obstet Gynecol Reprod Biol 2003;111:9–14 71. Stotland NE, Caughey AB, Breed EM, Escobar GJ. Risk factors and obstetric complications associated with macrosomia. Int J Gynaecol Obstet 2004;87:220–6 72. Fakeye O. The incidence, sociobiological factors and obstetric complications associated with large infants at Ilorin, Nigeria. Int J Gynaecol Obstet 1988;27:343–7 73. Walker MC, Murphy KE, Pan S, Yang Q, Wen SW. Adverse maternal outcomes in multifetal pregnancies. Br J Obstet Gynaecol 2004;111: 1294–6 74. Klapholz H. Blood transfusion in contemporary obstetric practice. Obstet Gynecol 1990;75: 940–3 75. Albrecht JL, Tomich PG. The maternal and neonatal outcome of triplet gestations. Am J Obstet Gynecol 1996;174:1551–6 76. Collins MS, Bleyl JA. Seventy-one quadruplet pregnancies: management and outcome. Am J Obstet Gynecol 1990;162:1384–91 77. Akrivis C, Varras M, Bellou A, Kitsiou E, Stefanaki S, Antoniou N. Primary postpartum haemorrhage due to a large submucosal nonpedunculated uterine leiomyoma: a case report and review of the literature. Clin Exp Obstet Gynecol 2003;30:156–8 78. Crowley P. Interventions for preventing or improving the outcome of delivery at or beyond term (Review). Cochrane Database of Systematic Reviews 2000;CD000170 79. Brinsden PR, Clark AD. Postpartum haemorrhage after induced and spontaneous labour. Br Med J 1978;2:855–6 80. Tylleskar J, Finnstrom O, Leijon I, Hedenskog S, Ryden G. Spontaneous labor and elective induction – a prospective randomized study. I. Effects on mother and fetus. Acta Obstet Gynecol Scand 1979;58:513–18 81. Bricker L, Luckas M. Amniotomy alone for induction of labour. (Review). Cochrane Database of Systematic Reviews 2000;CD002862 82. Howarth GR, Botha DJ. Amniotomy plus intravenous oxytocin for induction of labour. (Review). Cochrane Database of Systematic Reviews 2001;CD003250 83. Kelly AJ, Tan B. Intravenous oxytocin alone for cervical ripening and induction of labour.

(Review). Cochrane Database of Systematic Reviews 2001;CD003246 84. Boulvain M, Kelly A, Lohse C, Stan C, Irion O. Mechanical methods for induction of labour. (Review). Cochrane Database of Systematic Reviews 2001;CD001233 85. Boulvain M, Stan C, Irion O. Membrane sweeping for induction of labour.[update of Cochrane Database Syst Rev. 2001;(2): CD000451; PMID: 11405964]. (Review). Cochrane Database of Systematic Reviews 2001;CD000451 86. Alfirevic Z. Oral misoprostol for induction of labour.[update of Cochrane Database Syst Rev. 2000;(4):CD001338; PMID: 11034716]. (Review). Cochrane Database of Systematic Reviews 2001;CD001338 87. Hofmeyr GJ, Gulmezoglu AM. Vaginal misoprostol for cervical ripening and induction of labour.[update of Cochrane Database Syst Rev. 2001;(3):CD000941; PMID: 11686970]. (Review). Cochrane Database of Systematic Reviews 1905;CD000941 88. Kelly AJ, Kavanagh J, Thomas J. Vaginal prostaglandin (PGE2 and PGF2a) for induction of labour at term.[update of Cochrane Database Syst Rev. 2001;(2):CD003101; PMID: 11406078]. (Review). Cochrane Database of Systematic Reviews 2001;CD003101 89. Mahon TR, Chazotte C, Cohen WR. Short labor: characteristics and outcome. Obstet Gynecol 1994;84:47–51 90. Cohen WR. Influence of the duration of second stage labor on perinatal outcome and puerperal morbidity. Obstet Gynecol 1977;49:266–9 91. Saunders NS, Paterson CM, Wadsworth J. Neonatal and maternal morbidity in relation to the length of the second stage of labour. Br J Obstet Gynaecol 1992;99:381–5 92. Cheng YW, Hopkins LM, Caughey AB. How long is too long: Does a prolonged second stage of labor in nulliparous women affect maternal and neonatal outcomes? Am J Obstet Gynecol 2004;191:933–8 93. Myles TD, Santolaya J. Maternal and neonatal outcomes in patients with a prolonged second stage of labor. Obstet Gynecol 2003;102:52–8 94. Janni W, Schiessl B, Peschers U, et al. The prognostic impact of a prolonged second stage of labor on maternal and fetal outcome. Acta Obstet Gynecol Scand 2002;81:214–21 95. Combs CA, Laros RK Jr. Prolonged third

32


stage of labor: morbidity and risk factors. Obstet Gynecol 1991;77:863–7 96. Dombrowski MP, Bottoms SF, Saleh AA, Hurd WW, Romero R. Third stage of labor: analysis of duration and clinical practice. Am J Obstet Gynecol 1995;172:1279–84 97. Magann EF, Evans S, Chauhan SP, Lanneau G, Fisk AD, Morrison JC. The length of the third stage of labor and the risk of postpartum hemorrhage. Obstet Gynecol 2005;105:290–3 98. Ploeckinger B, Ulm MR, Chalubinski K, Gruber W. Epidural anaesthesia in labour: influence on surgical delivery rates, intrapartum fever and blood loss. Gynecol Obstet Invest 1995;39:24–7 99. Lertakyamanee J, Chinachoti T, Tritrakarn T, Muangkasem J, Somboonnanonda A, Kolatat T. Comparison of general and regional anesthesia for cesarean section: success rate, blood loss and satisfaction from a randomized trial. J Med Assoc Thailand 1999;82:672–80 100. Anonymous. Women – centred care. In National Collaborating Centre for Women’s and Children’s Health, ed. Caesarean Section. London: RCOG Press, 2004:20–5 101. Magann EF, Evans S, Hutchinson M, Collins R, Lanneau G, Morrison JC. Postpartum hemorrhage after cesarean delivery: an analysis of risk factors. S Med J 2005;98:681–5 102. Combs CA, Murphy EL, Laros RK Jr. Factors associated with hemorrhage in cesarean deliveries. Obstet Gynecol 1991;77:77–82 103. Gardella C, Taylor M, Benedetti T, Hitti J, Critchlow C. The effect of sequential use of vacuum and forceps for assisted vaginal delivery on neonatal and maternal outcomes. Am J Obstet Gynecol 2001;185:896–902 104. Carroli G, Belizan J. Episiotomy for vaginal birth. (Review). Cochrane Database of Systematic Reviews 2000;CD000081 105. Myers–Helfgott MG, Helfgott AW. Routine use of episiotomy in modern obstetrics. Should it be performed?. Obstet Gynecol Clin N Am 1999;26:305–25 106. House MJ, Cario G, Jones MH. Episiotomy and the perineum: A random controlled trial. J Obstet Gynaecol 1986;7:107–10 107. Dannecker C, Hillemanns P, Strauss A, Hasbargen U, Hepp H, Anthuber C. Episiotomy and perineal tears presumed to be imminent: randomized controlled trial. Acta Obstet Gynecol Scand 2004;83:364–8

33


Bölüm 4 TRANSFER KARARINDA ve KAN KAYBININ DEĞERLENDİRİLMESİNDEKİ GİZLİ TEHLİKELER B. S. Kodkany, R. J. Derman A. B. Güzel, S. Mısırlıoğlu

GİRİŞ

eritrositler kullanılarak yapılan ölçümlerdir.

Gebelik ve doğum öncesinde herhangi bir sağlık problemi olmayan kadınlar açısından bile bir takım riskler içermektedir1–7. Doğumla ilgili kanama anne ölümlerin en önemli nedenlerinden biridir. Kan kaybının değerlendirilmesinde yapılan yanlışlar anne yaşamını tehdit eden ciddi sonuçlara yol açabilir. Yetersiz bir değerlendirme tedavinin uzamasına, gereğinden fazla bir değerlendirme de pahalı ve lüzumsuz müdahaleler yapılmasına yol açar. Doğum sonu kanama yadsınamaz bir gerçek olup, öngörülemeyen bir şekilde meydana gelir. Doğum yapan hiçbir kadın da bu riskten uzak değildir. Yani doğum sonu kanama fırsatçı bir katil gibidir8. Uterus rüptürü 24 saat, doğum öncesi kanama 12 saatte ölüme neden olabilirken, doğum sonu kanama 2 saatten kısa bir sürede ölümcül olabilmektedir.

Bu yöntemlerin tümü karmaşık, pahalı, müdahaleye başlamadan önce sonuç elde etmek için zamana gerektiren testler olduğundan pratikte kullanılmamaktadırlar. Bu nedenlerle görsel değerlendirme, doğruluk payında yanılma ihtimaline rağmen, kliniklerde kullanılmaya devam etmektedir. Araştırmacılar doğum sonrası kan kaybının rakamlarla ifade edildiği çalışmalarında tekrar tekrar göstermişlerdir ki, kan kaybının klinik değerlendirilmesi güvenilir değildir ve doğum sonu kanama insidansının % 30–50 daha az bildirilmesine neden olmaktadır1. Sonuç olarak birçok otorite doğum sonu kanamanın tanısında objektif yaklaşımı savunmaktadır. Çalışmaların bu doğrultuda bahsetmesine rağmen kan kaybının doğru bir ölçümle değerlendirilmesinden geriye gri bir alan kalır.

Doğum sonu kanamaların genel tanımı Bölüm 2’de yapılmıştır. Geleneksel olarak doğum sonrası kan kaybı, doğruluk payındaki geniş değişkenliklere rağmen, görsel olarak değerlendirilebilir. Doğum esnasındaki kan kaybının doğru bir şekilde ölçümünün önemi daha 1919 yılında Williams tarafından vurgulanmıştır9. Doğuma eşlik eden kişi kabaca nicel bir değerlendirme yapar. Buna rağmen saptanan kan kaybı miktarı, çoğu kez tek başına yapılan görsel bir değerlendirmeye göre daha fazladır10.

DOĞUM SIRASINDA NORMAL KAN KAYBI Araştırmacılar vajinal doğum esnasındaki ortalama kan kaybı için bir aralık bildirmişlerdir. Örneğin doğrudan gözle değerlendirmenin yapıldığı 1.000 tane term vajinal doğumda ortalama kan kaybı 343 ml; asit hematin spektrofotometrik yöntemin kullanıldığı 100 ve 123 hastanın katıldığı iki ayrı çalışmada sırayla ortalama kan kaybı 339 ve 490 ml; krom işaretli eritrositlerin kullanıldığı 123 doğumda ortalama kan kaybı 450 ml olarak bildirilmektedir10–13. Söz konusu değişkenliklere rağmen doğum esnasında genel olarak kabul edilen ortalama kan kaybı miktarı 400 ile 500 ml arasındadır. Oysaki sezaryen doğumlarda kayıp 1.000 ml’yi bulmaktadır14. Ne yazık ki bu değerler esas olarak gelişmiş dünyadaki kadınlar arasında saptanan, hastane tabanlı verileri yansıtmaktadır.

Geçmişte kullanılan nicel yöntemler kanın doğrudan yatak lazımlıklarına veya plastik torbalara toplanması, yerçekimi etkisine dayanan yöntemlerle altlıkların (petler) kullanılmadan önce ve kullanıldıktan sonra tartılması, kan sayımı değerlerinin doğum öncesi ve sonrasında değerlendirilmesi, asit hematin metodu (petlerdeki kanın bir solüsyonla karıştırılması hemoglobinin asit hematin veya siyanomethemoglobine dönüşümünün kolorimetrik değerlendirilmesi), plazma hacminin belirlenmesi (doğum öncesi ve sonrasında radyoaktif işaretli elementler kullanılır) ve son olarak da 51Cr işaretli

GEBELİKTEKİ FİZYOLOJİK UYUM MEKANİZMALARI Doğum esnasında oluşacak fizyolojik kan kaybı için hazırlık olarak üçüncü üçayda plazma hacminde % 34


DOĞUM SONU KANAMALARIN TANISI

42’lik ve eritrosit hacminde % 24’lük artış meydana gelir15. Preeklampsideyse ya bu tür artışlar yok denecek kadar azdır ya da tam tersine plazma ve eritrosit hacminde azalma olur. Üstelik gebeliğin erken haftalarında kazanılanlar da üçüncü üçay boyunca kaybedilir16. Şiddetli preeklampside kan hacmi genişleyememekte ve gebe olmayan kadındakine benzer hale gelmektedir17. Hemokonsantrasyon eklampsi için tipik bir durumdur ve doğumdaki normal kan kaybından bile fazlasıyla etkilenmeye neden olur18. Etkilenen kadınlar göreceli olarak kan kaybına karşı dirençsizdir ve küçük miktarlardaki kanamalarda bile yaşamı tehdit eden hipovolemi gelişebilmektedir16. Doğumda sorunlar yaşadıkça kan kaybı daha da fazla olmaktadır: Vajinal doğumda (500 ml), sezaryenle doğumda (1.000 ml), tekrarlayan sezaryenle birlikte yapılan histerektomide (1.500 ml) ve acil histerektomide (3.500 ml) 19–21. Doğumun üçüncü evresinde kan kaybında artışa yol açan bazı nedenler aşağıda sıralanmıştır22–24:

Yıllardan beri kan kaybının değerlendirilmesinde farklı yöntemler kullanılmıştır. Bunlar aşağıda anlatılacağı gibi klinik veya nicel yöntemler olarak sınıflandırılabilir. Klinik yöntemler Klinik değerlendirmenin amacı birincil olarak kanamanın kapsamını belirleyip tedavi amaçlı müdahaleye yönlenebilmektedir. Örnekler dış gebelik rüptürüne bağlı iç kanama, uterus rüptürü ve sessiz plasenta dekolmanını içerir. Kanamanın sınıflaması dolaşımdaki kan hacminin kaybına bağlı olarak ortaya çıkan fizyolojik yanıtın derecesine dayanarak yapılabilir (Tablo 1)26, 27. Bu şema travma hastalarının başlangıç yönetiminde başarılı olmuştur. Bilindiği gibi gebe bir kadının kan hacmi ağırlığının % 8,5–9’u kadardır. Kan kaybı hızlı bir şekilde nabız, sistolik kan basıncı ve ortalama arteriyel basınçta değişikliklere yol açabilir. Bu nedenle toplam kan hacminin % 20–30’undan fazlasının kaybedildiği evre II kanamalar ve akut devam eden kanamaların başlangıç yönetiminde 3000 ml kristaloid önerilmektedir26, 27. Sistolik kan basıncının 100 mm Hg’nin altına düşmesi ve nabzın da 100 atım dolaylarında olması kan hacmindeki azalmanın geç bulgularıdır ve başlangıçtaki koruyucu mekanizmalarda artık yetersizlik olduğuna işaret etmektedir28. Oysa akut kan kaybı 4 saat veya daha uzun bir süreye karşı hematokrit ve hemoglobin seviyelerinde düşmeye yol açmayabilir26, 27. Hastanın hızlı bir şekilde evre II’ye ilerlemesi nedeniyle evre I’de tanı konmasının önemi güçlü bir şekilde vurgulanamamaktadır. Yerinde ve hızlı müdahale yapılmazsa III. evredeki hasta geri dönüşümsüz bir şekilde şok tablosuna ilerleyebilir.

1. Multiparlarda, primiparlara göre ortalama vajinal kan kaybı daha fazladır. 2. Primiparlarda forsepsle doğumda kan kaybı spontan doğuma göre daha fazladır. Bu durum epizyotomilere ve genital bölgedeki yaralanmalara bağlıdır. 3. Epizyotomi ve laserasyonu olan hastalarda, olmayanlara göre kan kaybı belirgin bir şekilde daha fazladır. Epizyotomi ortalama kan kaybına 154 ml’lik katkı yapmaktadır25. Buna rağmen forsepsle doğumun kan kaybına katkısı gözlenmez. Burada meydana gelen beklenenden fazla kanama, hemen hemen her zaman ihtiyaç duyulan epizyotomiye bağlıdır. Tablo 1: Kanamaların sınıflaması Evre 1 Kan kaybı (%) 15

Evre 2 20–25

Evre 3 30–35

Evre 4 40

Nabız (atım/dakika)

Normal

100

120

140

Sistolik kan basıncı (mm Hg)

Normal

Normal

70–80

60

Ortalama arteriyel basınç (mm Hg)

80–90

80–90

50–70

50

Doku kanlanması

Postural hipotansiyon

Periferik vazokonstrüksiyon

Solukluk, huzursuzluk, oligüri

Dolaşım kaybı, anüri, nefes açlığı

35


Hesaplamanın diğer bir yöntemi kanın sabitlenmiş toplama kutularına boşalmasına izin vermek ve 1. saat sonunda değerlendirmektir (Şekil 2). Doğum masasındaki, elbiselerdeki ve yerdeki kan kayıpları da değerlendirilmelidir. Toplam kan kaybı miktarı birinci saatin sonunda toplama kutularındaki, süngerlerdeki ve sonradan doğum masasına, elbiselere ve yerlere dökülen kanın toplanması ile değerlendirilir. Bu hesaplamalardan ne kadar yarar görüldüğü bilinmemekle beraber, başarısızlık halinde yetersiz değerlendirmeye katkıda bulunduğu şüphe götürmez bir gerçektir.

Şekil 1: 10x10 cm’lik petlerin kan tutma hacimleri

Yatak lazımlıklarına veya plastik torbalara kanın doğrudan toplanması Bu yaklaşım WHO’nun doğumun 3. evresinin yönetiminde çok merkezli rastgele gruplandırılmış mizoprostol çalışmasında kullanılmıştır30. Bu çalışmada doğum anından annenin loğusa ünitesine transfer olana kadarki kan kaybı miktarı ölçülmüştür. Bu yöntemde kordonun klemplenmesi ve kesilmesinden hemen sonra yatağında doğuran kadınlarda kalçasının altındaki yatak lazımlığına ya da doğum masasında doğum yapanlarda ise kirlenmemiş bir çarşafa kaybedilen kan toplanmaktadır. Doğumun 3. evresi tamamlanana ve anne loğusa gözlem ünitesine alınana kadar kan toplanması ve ölçümü devam etmektedir. Bu dönem genellikle doğum sonu 1. saate kadardır. Bu sürede toplanan kan WHO tarafından önceden hazırlanan standart ölçülere sahip kavanozlara boşaltılmakta ve hacmi ölçülmektedir. Kan kaybı ölçümü uygulamasını basitleştirmek için uygun küçük nemlendirilebilen gazlı bezler kan ile iyice ıslak hale getirilip ölçüm yapılan kavanozlara yerleştirilir. Böylece kan ve pıhtıların birlikte ölçümü yapılmış olur. Bu çalışmada kan kaybının değerlendirilmesinde nemlendirilebilen gazlı bez kullanımına geçilmeden önce etkinliklerini değerlendiren denemeler yapılmış ve kan kaybı miktarının belirlenmesinde % 10’luk bir artış sağlanmıştır.

Şekil 2: Kanın önceden ayarlanmış toplama kaplarına boşaltılması Nicel yöntemler Görsel değerlendirme Kan kaybı miktarının ölçümü için kullanılan standart yöntemler basit ve kolay uygulanabilir olmakla beraber, ek masraf gerektirmez. Doğru olmayabileceği ve değerlendiren kişiler arasında farklılıklar içerdiği bilinse de, doğuma eşlik eden kişiler tarafından klinik bulgularla birleştirilerek yorumlanır. 1963–1972 yılları arasında 32.799 doğumun olduğu bir belediye hastanesinde, doğum sonu kanama insidansı 1.000 canlı doğumda 4,7 olarak saptanmıştır. Yazarlar literatürdekinden daha düşük bir oran bulunmasını, birçok doğum sonu kanama vakasında kan kaybının yetersiz değerlendirilmesine bağlı kayıt edilmemiş olmasına bağlamışlardır29. Bu yöntemin güvenilirliği standardizasyon ve çalışmalarla geliştirilebilir. Gözlemcilerin kan kaybının belirlenmesinde tekli toplama kutuları ve sabit ölçülere sahip 10x10 cm boyutundaki petlerin kullanımı açısından eğitilmeye ve alıştırılmaya ihtiyacı vardır. Bilinen ölçülmüş kan hacimleriyle senaryolar yaratılması ve görsel olarak uyumlandırılması gerekmektedir (Şekil 1).

Yerçekimi etkisine dayanan yöntemler Bu yöntem süngerlerin kullanımdan önce ve sonra tartılmasını içerir. Ağırlıktaki fark, kan kaybı hakkında kabaca bir değerlendirmeye olanak verir.

36


Hematokrit ve hemoglobin değişikliklerinin saptanması Doğum öncesi ve sonrasındaki hemoglobin ve hematokrit değerlerindeki değişiklikler Şekil 3’te gösterildiği gibi kan kaybında nicel ölçümler elde etmemizi sağlamaktadır.

Doğum sonu hemoglobin

Asit –hematin yöntemi Bu yöntem, toplanan kanın hemoglobinini asit hematin veya siyanomethemoglobine dönüşümünü sağlayan standart hale getirilmiş bir solüsyon ile karıştırılması esasına dayanır. Bu dönüşüm de spektrofotometre veya kolorimetre ile ölçülebilir. Spektrofotometrik analizler aşağıda belirtilen yöntemlere dayanılarak yapılır9–31; 1. Standardın hazırlanması doğumdan önce 2 ml periferik kan toplanır. Kan standardı 0,1 ml periferik hasta kanı, 9,9 ml % 5 sodyum hidroksit solüsyonu ile hazırlanır. 30 dakika sonra optik yoğunluk (OD) 550 nanometrede ölçülür. 2. Örneğin hazırlanması toplanan örnek 2 litre % 5’lik sodyum hidroksit solüsyonuna eklenir ve 15 dakika bekletilir. Sodyum hidroksitin örneğe eklenmesinden 30 dakika sonra 550 nanometredeki bir spektrofotometrede optik yoğunluk (OD) okunur. 3. Hesaplamalar

Görsel BRASSS-V Her ikisi de

Doğum sonu gün

Şekil 3: Doğum sonu hemoglobin değişiklikleri oranıyla, doğum esnasındaki değerlendirmenin kesin ölçümlerle karşılaştırılmasıdır. Beklenildiği gibi, gözlemciler kan kaybının tahmini için ortalama bir değer verme eğilimindedir. Kan kaybı fazla olduğu zaman gözlemcilerin değerlendirmeleri yetersiz olmakta, kayıplar ortalamanın altında olduğunda, gözlemciler gereğinden fazla bir değerlendirmeye yönelmiş olmaktadırlar11. Standardize edilmiş görsel değerlendirme Koşullar sınırlı bile olsa, bu yanılmanın önüne geçmek için standart boy ve kalitede petler kullanılmalı ve öğrenciler bu petlerin emebileceği kan miktarı konusunda eğitilmelidirler. Kan kaybı tahminin doğruluğu, değerlendirmeyi yapan kişinin yaşına ve klinik tecrübelerine bağlı değildir32–35. Petlerin kullanımının öğretilmesi kan kaybının değerlendirilmesinde klinik deneyimi olmayanlarında bile hata payını büyük oranda azaltacaktır. Kan kayıpları karşısında yetersiz değerlendirmenin azalması klinik açıdan özellikle önemlidir. Bu durumun kanamaya bağlı ölüm ve ciddi hastalığı azaltmada önemli bir etkisi vardır36.

Plazma hacim değişiklikleri Plazma hacmi doğum öncesi ve sonrasında radyoaktif işaretli elementler kullanılarak saptanabilir. İşaretli eritrositlerin ölçümü Krom işaretli eritrositler kullanılarak kan kaybı ölçülebilmektedir13.

Yatak lazımlıklarına ve plastik torbalara kanın toplanması Kan kaybının değerlendirilmesinde yapılan hatalar kanın renkli bezlere toplanması, toplama aletinden tam olmayan çıkarım, plasentadaki anne kanın önemsenmemesi (yaklaşık 153 ml), kanın amniyos sıvısı ve idrarla kontamine olup karışmasına bağlı berraklaşması, toplanan kanın ölçüm aletine transferi ile ilişkili teknik yanlışlıklardır.

Yöntemlerin başarısızlıkları Görsel değerlendirme Bu metodun başlıca avantajı gerçek zamanlı bir değerlendirme olması ve doğuma eşlik eden kişinin, hastanın klinik bulgularıyla karşılıklı olarak ilişkilendirmesine olanak vermesidir. Buna rağmen klinik değerlendirmeyle gerçek ölçümler arasındaki anlamlı farklılıklar birçok çalışmada kesin bir şekilde gösterilmiştir28. Kan kaybının tahmin edilmesinde en sık yapılan hata, ortalama % 46 hata

Yerçekimi esasına dayanan yöntemler (gravimetrik yöntemler) Bu yöntemde ıslanan petlerin çizelgedeki ağırlıkları

37


aletlerin yıkanmasıyla ayrıştırılan hemoglobin kolorimetrede ölçülür38. Bu durum obstetrikte uygulamaya elverişli değildir. Diğer açıdan rutin hematokrit tayini ancak aletler uygunsa yapılabilir. Buna rağmen 500 ml’den az kan kaybı olan ve klinik olarak durumu kararlı hastalarda rutin hematokrit tayini gerekli değildir. Normal miktarda kan kaybı olan bir lohusada hematokrit ılımlı bir şekilde 3–4 gün boyunca düşüp sonrasında yükselir. Düşüşün en fazla olduğu zaman doğum sonu 2. veya 3. gündür39. Beşinci ile yedinci günlerde doğum sonu hematokrit değeri doğum öncesindeki döneme benzer hale gelir. Doğum sonu hematokrit değeri, doğum öncesine göre daha da düştükçe, kan kaybı tahmin edilenden daha da fazla olabilir40. Plazma hacim değişiklikleri ve işaretli eritrositlerin ölçümü Kan kaybı miktarını boya-seyreltme ve radyoizotop seyreltme teknikleri kullanılarak tahmin etmek oldukça zor olup, özel donanım ve seri ölçümler gerektirir41–42. Gebelikte yaklaşık 1080–1680 ml’ye varan sıvı yüklenmesine bağlı oluşan ikincil fizyolojik hemodilüsyon nedeniyle eritrositlerin ölçümü, plazma hacminin değerlendirilmesine göre daha tutarlı sonuç verir14. Belli başlı kardiyovasküler değişiklikler doğum sonu dönemde hemen meydana gelir. Kardiyak atım hacmi 24 saat boyunca yüksek kalır, kan basıncı başlangıçta düşer. Ancak doğum sonu 2. günde dengeyi bulur. Annedeki fizyolojik değişikliklerden olan hemodilüsyon, hemoglobin ve hematokrit değerlerindeki azalmaya bağlı meydana gelirken, ölçümün zamanlamasını yansıtması açısından önemlidir43. Hastaların büyük çoğunluğunda44, doğum sonu ilk 24 saatte tek sefer ölçülen hemoglobin veya hematokrit değeri, tepe değeri saptamayacaktır.

Şekil 4: Ölçekli kap ile birlikte BRASS-V kan toplama torbası

Şekil 5: Ölçekli kaplı BRASS-V kan toplama perdesi ile kanın toplanması

BRASS-V TORBASI: KAN KAYBI TOPLAMA ALETİ

ile önceden bilinen ağırlıklarının birbirinden çıkarılarak aradaki farkın belirlenmesi ve böylece kan kaybının saptanması hedeflenir37. Bu uygulamanın birçok aşamasında bezlerin, petlerin ve süngerlerin ağırlık ve boyutlarında standardizasyon eksiklikleri içermesine bağlı yanlışlıklar oluşabilmektedir.

Hindistan’ın, Karnataka Eyalet’i Belgaum bölgesinde (hastaneden uzaktadır) kırsal bölgedeki yerleşim yerlerinde doğum yapan kadınlarda akut doğum sonu kanama ve bundan dolayı oluşan anne ölümü ve ciddi hastalığını azaltmak için oral mizoprostol kullanımını test eden rastgele gruplanmış plasebo kontrollü çalışmalar yürütülmüştür. Müdahaleler bölgesel sağlık-bakım çalışanları tarafından yapılmıştır. Bu çalışmanın kritik kısmı, doğum sonu dönemde toplanan kan

Kan göstergeleri ve spektrofotometrik hemoglobin ölçümlerinin kullanımı Cerrahi işlemler sırasındaki kan kaybının ölçümü için ilk bildirilen çalışmada kolorimetrik teknik kullanılmıştır. Bu teknikte karıştırıcıda cerrahi

38


Tablo 2: Kan kaybının dağılımı

Ortalama ± standart sapma

Kan kaybı (ml) Görsel (n: 61)

Örtü (n: 62)

Tüm olgular (n: 123)

203,11 ± 147,49

302,82 ± 173,28

253,37 ± 168,86

50–950

50–975

50–975

Dağılım

Olgu Sayısı

Tablo 3: Torba ölçümleri ile spektrofotometri değerlendirmeleri arasındaki kan kaybı analizinin karşılaştırılması

Görsel

Ortalama ± standart sapma Dağılım

Torba

Kan kaybı (ml) Torba Spektrofotometri ölçümü 225 ± 96,10 187,84 ± 61,79 100–350

93,19–285,98

ülkelerde hem evde, hem de sağlık merkezleri ve hastanelerde çarşaf değişimini kolaylaştıran kalça altına yerleştirilen çarşaflar kullanılır. Ayarları yapılmış BRASS-V torbalar Şekil 4 ve 5’te gösterildiği gibi kan kaybının nesnel değerlendirilmesinde kullanılır.

Şekil 6: Spesifik kan kaybı saptanan vaka sayısı (p < 0,01). Ölçeklenmiş torbalar 250 ml ve daha üzerinde tahmin edilen kan kaybı değerlerini daha yüksek doğruluk oranıyla saptamaktadır. miktarını objektif ölçebilen, özel tasarlanmış, ölçekli, düşük maliyetli, plastik kan toplama torbalarının geliştirilmesidir. BRASS-V torbalar, doğum sonu kan kaybının değerlendirilmesinde özelleşmiş Ulusal Çocuk Sağlığı ve İnsan Gelişimi Enstitüsü (National Institute of Child Health and Human Development [NICHD]) destekli Kansas Şehri Missouri Üniversitesi (UMKC)/ Jawaharlal Nehru Tıp Fakültesi (JNMC)/ Chicago Şehri Illinois Üniversitesi (UIC) takımı tarafından geliştirilmiştir45–46. BRASS-V ismi torbanın geliştirilmesinde birlikte çalışan yedi kişinin baş harflerinin toplanması ile bir araya getirilmiştir. Doğumundan sonra hızla hastanın kalçalarının altına yerleştirilen, plastik bir çarşafla kaplı, ayarları yapılmış ve basitleştirilmiş bir toplama kabıdır. Çarşafın üst kısmında kan toplanmasını daha iyi bir hale getirmek için kadının karın çevresine gevşekçe bağlanan bir kemer vardır. Bu basit aracın doğum sonu kan kaybının daha kesin doğrulukla saptanma potansiyeli yoktur; fakat bizim hipotezimize göre bu yaklaşım doğum sonu kanamaya bağlı anne ölümü ve ciddi hastalığını azaltmak için esas hedef olan erken müdahaleye fırsat vermektedir. Gelişmiş

Belgaum’da4–7 yapılan üç çalışmanın JNMC’ye bildirilen sonuçlarında pratik ve doğruluk payı yüksek bir araç olan BRASS-V perdelerinin doğumun 3. evresinde meydana gelen kan kaybının ölçümünde kullanılması şiddetle önerilmektedir. Kan kaybı az miktarda olan kadınların hem görsel, hem de çarşaf ile değerlendirilmesinde benzer miktarlar hesaplanmıştır. Görsel değerlendirme ile saptanan kan kaybının miktarı ise, ayarları yapılmış torbada elde edilen değerlerle karşılaştırıldığında kabul edilir düzeyde düşük çıkmaktadır (Tablo 2 ve Şekil 6). Bu inceleme ayrıca literatürde tanımlandığı gibi görsel değerlendirme yöntemindeki hatalar üzerinde durmaktadır. Oysaki torba daha yüksek kanama miktarlarını gösteriyor olmakla birlikte (ortalama hata % 16,1), torba ve spektrofotometri değerleri arasında 37,5 ml’lik fark bulunmuştur. Torba altın standart olan spektrofotometreden daha etkin olup, saptanan kan kaybı miktarı spektrofotometre ile ölçülene eşittir (pearson’un korelasyon katsayısı 0,928; p=0.01) (Tablo 3). Torbalar kullanıldığında, doğum sonu kanama tanısı görsel değerlendirmeyle konanlara göre dört kat daha fazladır.

39


Görsel

Torba

hemoglobin/hematokrit değişkenleri arasındaki karşılıklı ilişkiyi değerlendirmektir. Yazarların ortak kanısına göre toplayıcı pelvis torbası doğum salonunda doğum sonu kanama tanısını koymada hızlı ve kesin bir yoldur. Bu yol kan kaybının görsel ve nicel değerlendirmesini mümkün kılmaktadır. Toplayıcı pelvis torbası basit ve ucuz olduğundan rutin önlem amaçlı ölçümlerde uygulanabilir. Doğumda kan kaybının doğru ölçülerek, doğum sonu kanamanın erken dönemde saptanması sadece oksitosik ajan kullanımı açısından önemli değildir. Doğumun 3. evresinin önemli bir bileşenini işaret etmesi açısından da önemlidir. Kısıtlı olanaklara sahip bölgelerde doğum sonu kanama ile ilişkili birçok etmene dikkat edilememesin de bu yolla önüne geçilebilir. Doğum kanalında meydana gelen travma ve artık kalan plasenta parçaları doğum sonu kanamanın önemli nedenlerinden olup, önceden bildirilen vakalara göre daha sık görülmeye başlanmıştır. Uterusun kasılıyken kan kaybının görsel değerlendirilmesi doğum sonu kanama tanısını koymada gecikmeye ve bundan dolayı hastanın daha donanımlı bir merkeze sevk edilmesinde gecikmeye yol açar. Hindistan’da ve gelişmekte olan diğer birçok ülkede en azından doğumların yarısı kırsal bölgelerde olmaktadır. Doğumların çoğu dais gibi geleneksel ebeler, bölgeye özgü sağlık-bakım çalışanları veya değişik derecelerde tecrübeye sahip yardımcı ebe hemşireler tarafından yürütülmektedir. Kan kaybının görünümüne bakarak sıklıkla yetersiz değerlendirme yapılır ve görsel değerlendirmenin anlamı sadece doğuma eşlik eden kimsenin kan kaybının var olduğu tanısını koyabilmesidir. Kan kaybının klinik belirtileri (düşük kan basıncı, hızlı nabız, solgunluk ve terleme, hipovolemi bulguları ve hızlıca gelişen şok) sıklıkla müdahalede bulunmak için başlıca göstergelerdir. Buna rağmen bazı belirtilerin başlaması beklenirse müdahalede gecikilebilir. Bu gecikme de ölüm ve ciddi hastalık oranlarında artışla sonuçlanır. Diğer nicel yöntemlerin kullanılmasında hem pratik, hem teknik sınırlamalar vardır. Ölçekli kapları olan kalça altı kan toplama torbası BRASS-V gibi basit araçların kan kaybının objektif değerlendirilmesinde kullanılması verimli olabilmektedir. Muhtemelen bu araç doğuma eşlik edenlere/ebelere büyük bir fayda sağlamakta ve bundan dolayı doğru ve zamanlaması uygun kararlarla hasta yönetiminin sağlanmasına yardımcı olmaktadır. Aşırı kan kaybı teşhisi konduğunda, doğru önlemler erken zamanda alınabildiğinde, doğum sonu kanama ile ilişkili sonuçlarda düzelme

Toplam

Şekil 7: Spesifik kan kaybında doğum sonu kanama saptanan vaka sayısı. Ölçekli kan toplama torbası ile tanı konan doğum sonu kanama vakası görsel değerlendirmenin dört katıdır. Bu konuda UMKC’de geniş çaplı onay almış bir çalışma halen devam etmektedir. Ek olarak çarşaflar Tibet, Vietnam, Mısır, Ekvador, Brezilya ve Arjantin’i içeren uluslararası alanlarda test edilmektedir. Hindistan deneyimlerine dayanarak doğuma eşlik edenlerin, torbalarla kan kaybını doğru ve zamanında saptayabilmeleri için eğitimleri gerekir. Torba doğum sonu kan kaybının ölçümünde objektif bir araç olmanın dışında, hastanın erken dönemde yönetimine ve sevk edilmesine izin vermektedir. Ayrıca hijyenik bir doğum yüzeyi de oluşturur. Hastanedeki hemşire ve refakatçiler, evdeki doğumlarda BRASS-V torbalarını kullanan ebeler doğum sonrası kan kaybının ölçümünde ve doğum sonu kanamaların erken tanısında BRASS-V torbalarını çok kullanışlı bulmuşlardır. Bu durum ayrıca kırsal alanlardan yüksek donanımlı merkezlere naklin daha erken olmasına fırsat vermektedir. Evde doğum yapan kadınlar ve onların aile üyeleri doğum sonrası vücut sıvılarının çıkarımı için de torbaların kullanışlılığından memnun kalmışlardır45. Geçmişte bildirilen diğer bir çalışmada da benzer bir yaklaşım kullanılmıştır48. Doğumdan hemen sonra kan kaybının objektif ve nicel bir yöntemle ölçümüne yardımcı olmak için annenin pelvisinin altına plastik bir toplama torbası yerleştirilmiştir. Çalışmanın amacı duyarlılığını, özgüllüğünü, pozitif ve negatif tanımlayıcı değerlerini, torba hacmi ile

40


olacaktır.

Chan SY, Ma HK. Discrepancy between laboratory determination and visual estimation of blood loss during normal delivery. Eur J Obstet Gynecol Reprod Biol 1990;38:119–24 11. Newton M, Mosey IM, Egli GE, Gifford WB, Hull CT. Blood loss during and immediately after delivery. Obstet Gynecol 1961;17:9–18 12. Newton M. Postpartum hemorrhage. Am J Obstet Gynecol 1966;94:711–16 13. Gahres EE, Albert SN, Dodek SM. Intrapartum blood loss measured with Cr51-tagged erythrocytes. Obstet Gynecol 1962;19:455–62 14. Nelson GH, Ashford CB, Williamson R. Method for calculating blood loss at vaginal delivery. South Med J 1981;74:550–2 15. Chesley LC. Plasma and red cell volumes during pregnancy. Am J Obstet Gynecol 1972; 112:440–50 16. Knuppel RA, Hatangadi SB. Acute hypertension related to hemorrhage in obstetric patients. Obstet Gynecol Clin N Am 1995;22: 111–29 17. Gabbe SG, Niebyl JR, Simpson JL, eds. Obstetrics: Normal and Problem Pregnancies, 4th edn. Churchill Livingstone, 2001 18. Cunningham FG, Gilstrap LC, Gant NF, et al., eds. Williams Obstetrics, 21st edn. McGrawHill, 2001 19. Pritchard JA, Baldwin RM, Dickey JC, et al. Blood volume changes in pregnancy and the puerperium. II. Red blood cell loss and change in apparent blood volume during and following vaginal delivery, cesarean section, and cesarean section plus total hysterectomy. Am J Obstet Gynecol 1962;84:1272–82 20. Clark SL, Yeh SY, Phelan JP, et al. Emergency hysterectomy for obstetric hemorrhage. Obstet Gynecol 1984;64:376–80 21. Waters EG. Surgical management of postpartum hemorrhage with particular reference to ligation of uterine arteries. Am J Obstet Gynecol 1952;64: 1143–8 22. Combs CA, Murphy EL, Laros RK Jr. Factors associated with hemorrhage in cesarean deliveries. Obstet Gynecol 1991;77:77–82 23. Calkins LA. Factors governing blood loss in the third stage of labor. Am J Obstet Gynecol 1929; 17:578 24. Hill JA, Fadel HE, Nelson MC, Nelson RM, Nelson GH. Blood loss at vaginal delivery. South Med J 1986;79:188–92 25. Qubil LD, Saski A. Episiotomy blood

TEŞEKKÜRLER Global network’ün Ana-Çocuk Sağlığı Araştırma 8. Bölgesi koordinatörü Prof. Shivaprasad S. Goudar’a, Doç. Kamal Patil’e, yazının hazırlanmasındaki değer biçilmez yardımlarından dolayı JNMC’ye içten teşekkürlerimizi sunarız. Kadın hastalıkları ve doğum bölümü asistanları Dr. Kuldeep Wagh ve Dr. B. V. Laxmi’ye, çalışmalardaki katkılarından dolayı JNMC’ye ve BRASS-V torbaların tasarlanmasındaki yardımları nedeniyle Dr A. Patel’e de ayrıca teşekkür ederiz. Kaynaklar 1. Starr A. The Safe Motherhood Agenda: Priorities for the Next Decade. New York: Interagency Group for Safe Motherhood, Family Care International, 1997 2. Reduction of maternal mortality. A joint WHO/UNFPA/UNICEF/World Bank Statement. 1999 http://www.who.int/reproductive-health/publications/reduction_of_maternal_mortality/reduction_of_maternal_mortality_contents.htm 3. Abou Zahr C. Antepartum and postpartum hemorrhage. In Murray CJL, Lopez AD, eds. Health Dimensions of Sex and Reproduction. Boston: Harvard University Press, 1998 4. Berg CJ, Atrash HK, Koonin LM, Tucker M. Pregnancy-related mortality in United States, 1987–1990. Obstet Gynecol 1996;88:161–7 5. Hogberg U, Innala E, Sandstorm A. Maternal mortality in Sweden, 1980–1988. Obstet Gynecol 1994;84:240–4 6. Razum O, Jahn A, Blettner M, Reitmaier P. Trends in maternal mortality ratio among women of German and non-German nationality in west Germany, 1980–1996. Int J Epidemiol 1999;28:919–24 7. Dildy GA. Postpartum Hemorrhage. Washington, DC: American College of Obstetricians and Gynecologists, 1998 8. Maine D. Safe Motherhood Programs: Options and Issues. Columbia University: Center for Population & Family Health, 1993:42 9. Williams JW. The tolerance of freshly delivered women to excessive loss of blood. Am J Obstet Gynecol 1919;90:1 10. Duthie SJ, Ven D, Yung GL, Guang DZ,

41


loss. Am J Obstet Gynecol 1947;54:51 26. Spoerel WE, Heagy FC. The use of blood volume determination for the evaluation of blood loss during operation. Can J Surg 1962;5:25–32 27. Arulkumaran S, Symonds IB, Fowlie A. Massive obstetric hemorrhage. In Oxford Handbook of Obstetrics & Gynaecology. Oxford: Oxford University Press, 2003:399 28. Brant HA. Precise estimation of postpartum haemorrhage: difficulties and importance. Br Med J 1967;1:398–400 29. Hester JD. Postpartum hemorrhage, and re-evaluation of uterine packing. Obstet Gynecol 1975;45:501–4 30. Gulmezoglu AM, Villar J, Ngoc NT, et al. WHO Multicentre randomized trial of misoprostol in the management of the third stage of labour. Lancet 2001;358:689–95 31. Chua S, Ho LM, Vanaja K, Nordstrom L, Roy AC, Arulkumaran S. Validation of a laboratory method of measuring postpartum blood loss. Gynecol Obstet Invest 1998;46:31–3 32. Dildy GA, Paine AR, George NC, Velasco C. Estimating blood loss: can teaching significantly improve visual estimation? Obstet Gynecol 2004; 104:601–6 33. Grant JM. Treating postpartum haemorrhage. Br J Obstet Gynaecol 1997;104:vii 34. Patton K, Funk DL, McErlean M, Bartfield JM. Accuracy of estimation of external blood loss by EMS personnel. J Trauma 2001;50:13–20 35. Meiser A, Casagranda O, Skipka G, Laubenthal H. Quantification of blood loss. How precise is visual estimation and what does its accuracy depend on? Anaesthesist 2001;50:13–20 36. Luegenbiehl DL, Debra L. Improving visual estimation of blood volume on peripads. MCN Am J Matern Child Nurs 1997;22:294–8 37. Buchman MI. Blood loss during gynecological operations. Am J Obstet Gynecol 1953;65:53–64 38. Gatch WD, Little WD. Amount of blood lost during some of the more common operations. JAMA 1924;83:1075–6 39. Maruta S. The observation of the maternal haemodynamics during labour and cesarean section. Nippon Sanka Fujionka Gakkai Zasshi 1982;34:776–84 40. Pritchard JA, Baldwin RM, Dickey JC, Wiggins KM. Blood volume changes in pregnancy and the puerperium. Am J Obstet Gynecol 1962;84:

1271 41. Quinlivan WLG, Brock JA, Sullivan H. Blood volume changes and blood loss associated with labor. Correlation of changes in blood volume measured by 131I-albumin and Evans blue dye, with measured blood loss. Am J Obstet Gynecol 1970;6:843–9 42. Ueland K. Maternal cardiovascular dynamics. VII. Intra-partum blood volume changes. Am J Obstet Gynecol 1976;126:671–7 43. Robson SC, Boys RJ, Hunter S, Dunlop W. Maternal hemodynamics after normal delivery and delivery complicated by postpartum hemorrhage. Obstet Gynecol 1989;74:234–9 44. Nelson GH. Consideration of blood loss at delivery as a percentage of estimated blood volume. Am J Obstet Gynecol 1980;138:1117 45. Kodkany BS, Derman RJ, Goudar SS, et al. Initiating a novel therapy in preventing postpartum hemorrhage in rural India: a joint collaboration between the United States and India. Int J Fertil Women Med 2004;49: 91–6 46. Geller SE, Patel A, Naik VA, et al. Conducting international collaborative research in developingnations. Int J Gynaecol Obstet 2004;87: 267–71 47. Patel A, Goudar SS, Geller SE, et al. Drape estimation versus visual assessment for estimating postpartum hemorrhage. Int J Gynaecol Obstet 2006;93:220–4 48. Tourne G, Collet F, Lasnier P, Seffert P. Usefulness of a collecting bag for the diagnosis of post-partum hemorrhage. J Gynecol Obstet Biol Reprod (Paris) 2004;33:229–34

42


Bölüm 5 KAN KAYBININ TAYİN EDİLMESİ ve YERİNE KONMASI J. G. L. Cockings, C. S. Waldmann İ. F. Ürünsak, R. Melekoğlu

GİRİŞ

halindeki kalp hızı ise ilk iki üçayda ilerleyici olarak gebelik öncesi dönemin 15–20 atım/dakika üstüne yükselmektedir. Bu değişikliklere ek olarak kan kaybına vücudun yanıtını etkileyen damar içi hacim ve dolaşımın kendini düzenlemesindeki değişiklikler, hipovolemiye verilen yanıtı etkilemektedir. Bunlara örnek olarak nitrik oksit (NO) üretimindeki artışa bağlı olabilecek anjiotensin II (ATII) yanıtında azalma, gövdenin pozisyonundaki değişikliklere toleransta azalma ve kalpte noradrenalin yıkımında artma gösterilebilir3–5.

Şok, klasik olarak hastanın metabolik gereksinimleri için yetersiz doku kanlanması durumu olarak tanımlanmıştır. Bu yetersiz kan akımı kendini taşikardi, solukluk, oligüri, laktik asidoz ve bilinç durum değişikliği olarak gösterir. Şok hipovolemik, kardiyojenik, anaflaktik veya sitotoksik olabilir. Doğum sonu kanama ile ilişkili şok, dolaşan kan hacmindeki azalmaya bağlıdır. Hipotansiyon çoğunlukla ciddi vakalarda görülür; fakat kan hacmindeki kaybı göstermede zayıf ve geç bir bulgudur. Gebeliğe eşlik eden kardiyovasküler fizyolojideki değişim, kan kaybına olan yanıt ve bunun yönetimi gebe olmayanlara göre farklılık gösterebilmektedir. Gebelerde kan hacmi artmakta, kırmızı kan hücre kütlesi kan hacmindeki artışa göre daha az olmakla birlikte artmakta, sistemik vasküler direnç düşmekte ve kalp atımı vücudun pozisyonuna daha bağımlı hale gelmektedir.

Gebeliğe bağlı hastalıklar ve bunların tedavileri, gebelikte meydana gelip erken lohusalıkta da devam eden etkilerle oluşan dolaşım hacmi, hipovoleminin klinik belirtileri ve vücudun hacim kaybını telafi etmedeki yeteneğinde görülen değişikliklerden etkilenmektedir. Örneğin preeklampsi normal lohusalıkla karşılaştırıldığında, etkin arteriyel kan hacminde sınırlama meydana getirir. Geniş kullanımı olan hidralazin ve magnezyum gibi ilaçlar vücudun kanamaya karşı geliştirdiği savunma mekanizması olan vazokonstriksiyon yeteneğine karşı damar direncindeki duyarlılıkta artışa neden olurlar. Gerçekten de preeklampside uterusun spiral arterlerine olan yetersiz trofoblastik invazyona bağlı sistemik damar direnci düşürmede ve plazma hacmini arttırmada başarısızlık görülür5. Bu yüzden preeklampside kılcal damarlardaki geçirgenlikte artış, hipoalbuminemi ve sol ventrikül işlev bozukluğuna bağlı olarak sıvı tedavisi sırasında akciğer ödemine artmış eğilim vardır6.

İngiltere’de yoğun bakım ihtiyacı olan gebe ve lohusaların % 35’ini masif doğum sonu kanama vakaları oluşturmaktadır1, 2. Bu hastaların hızlı tanısı ve tedavisi gerekmektedir. Tedavide hipovolemik şoka bağlı vücudun savunma sistemleri ve geç gebelik döneminde görülen fizyolojik değişiklikler göz önüne alınarak, dolaşan kan hacmindeki kaybın akıllıca yerine koyulmasına dikkat edilmelidir. FİZYOLOJİ Gebe olmayan bir yetişkinde dolaşımdaki normal kan hacmi 70 ml/kg veya vücut ağırlığının % 7,5’u kadardır. Kalp atımı 4-6 lt/dakika ve sistemik damar direnci 10-15 mm Hg/lt/dakika’dır (900-1200 dyne.s/cm5). Gebeliğin 30. haftasında kan hacmi ortalamanın % 40 üstüne yükselmekte ve buna kırmızı kan hücresindeki % 20-30’luk artış eşlik etmektedir. Gebeliğin 24. haftasında kalp atımı gebelik öncesi seviyenin % 50 üzerine yükselmektedir. Sağlıklı bir gebede sistemik kan basıncı daha değişkendir. İlk ve ikinci üçayda hafif bir düşme ve son üçayda gebelik öncesi döneme dönüş göstermektedir. Dinlenme

Tahmini kan kaybı vajinal doğumlarda 300–500 ml, sezaryenle doğumlarda 750–1.000 ml kadardır. Bununla birlikte önemli miktarlarda kan sistemik dolaşıma tekrar yönlendirilmekte ve bu sıklıkla ototransfüzyon etkisi olarak bilinmektedir. Kalp atımında yaklaşık % 80’lik artışa yol açan bu durum sağlıklı lohusalarda 2–3 hafta daha devam eder5. DOLAŞAN KAN HACMİNİN BELİRLENMESİ Genç sağlıklı yetişkinler dolaşımlarından büyük

43


hacimlerde meydana gelen kan kaybını sadece birkaç ufak belirtiyle dışa vururlar. Tam olarak kan kaybını tespit etmek Bölüm 4’te de tanımlandığı gibi deneyimli veya deneyimsiz doktorlar için zor olabilmektedir. Kanamanın ilk semptomları sıklıkla öncü belirtiler olarak saptanır. Bu belirtiler açıklanamayan anksiyete ve huzursuzluk, nefes almada güçlük hissi (taşipneyle birlikte veya taşipne olmadan), üşüme hissi veya genellikle iyi olmama hissini içerir. Gebe olmayan sağlıklı yetişkinler için hipovolemi ve buna bağlı belirtiler 4 evreye ayrılır (Tablo 1). Bu genellikle belirlenemeyen % 15’ten az kan kaybı olan Evre 1’den, ciddi hayati tehdit oluşturan % 40’tan fazla kan kaybı olan evreye kadar olan aralığı içerir. Maalesef erken gebelik, geç gebelik ve erken doğum sonu dönem için karşılaştırmalı tablolar derlenememiştir. Fakat belirtilerin benzer özellikler gösterdiği bilinmektedir.

erken doğum sonu kanaması olup da, belirti vermeyen veya çok ufak belirtiler veren kanamaları tanımlamada kullanılabilir. Bu sistemler ayrıca 2004’teki ana ölümleri ve çocuk sağlığı raporlarında da (confidential enquiry into maternal and child health report) önerilmiştir7. Bu sistemler yaşamsal tehlike oluşturabilecek hastaları tanımlamada fizyolojik değişkenlerinden yararlanmaktadır. Bu değişkenler solunum sayısı, kalp hızı, sistolik kan basıncı, ateş ve bilinç takibinden oluşmaktadır. Her değişken ağırlıklı bir değere sahiptir. Elde edilen değer klinisyen için yoğun bakım asistanını veya kıdemli asistanı çağırma gerekliliğinin belirlenmesinde de hızlı bir fikir vermektedir. Bu sistemler çoğaltılabilir gibi gözükmekte ve kritik hastalık geliştirebilecekleri belirlemede etkilidir. Bu sistemler değerlendirilemeyen kan kayıplarının gizli belirtilerini saptamada da uygundur. Tablo 2’de gösterildiği gibi cerrahi veya dahiliye hastalarından çıkarılmış bu sistemler, geç gebelik ve erken doğum sonu dönemdeki değişmiş normal fizyolojiye bağlı olarak yeniden düzenlenmiştir. Bir kez damar içinden kayıp olasılığı artmışsa, hastanın klinik durumu hızla değişebileceğinden acil klinik tanı zorunludur. Klinik tanı uygun invazif ve invazif olmayan monitörizasyon ile mevcut ise kıdemli doktor tarafından yapılmalıdır. Problemi, olabilecek en erken zamanda tayin edebilmek için sık aralıklarla özel bir dikkatle tekrarlayan değerlendirmeler yapmalıdır. Eğer kıdemli doktor yoksa Bölüm 22 ve 50’de tanımlanan protokollere uyulmalıdır.

Doğum sonu kanama tedavisinde en önemli prensip, erken tanı ve kayıp dolaşım hacminin acilen yerine koyulmasıdır. Ayrıca daha fazla kan kaybından koruyucu tıbbi ve cerrahi müdahaleler de planlanmalıdır. Yaşamı tehdit eden fizyolojik düzensizliklerin erken tanısı, erken uyarı puanlama sistemleriyle sağlanabilir. Düzenli aralıklarla yaşamsal bulguların kaydı hastanelerde uzun süredir rutin pratikte uygulanmaktadır. Basit rutin fizyolojik bulguları kullanarak oluşturulan erken uyarı puanlama sistemleri yüksek riskli hastaları tanıyıp, ölüm riskini ortaya koyabilir. Bu sistemler Tablo 1: Şokun evreleri Kan kaybı (%) Bilinç durumu

Evre 1 10–15

Evre 2 15–30

Evre 3 30–40

Evre 4 > 40

Açık, hafifçe susamış

Sinirli ve huzursuz

Saldırgan ya da konfüze

Uykuya eğilimli, konfüze ya da bilinçsiz

Solunum Normal Hafifçe artmış Artmış Artmış Cilt Normal Soluk Soluk Bariz soluk ya da gri Ekstremiteler Normal Soğuk Soluk ve soğuk Soğuk Kapiller doluş Normal Yavaş (> 2 sn) Yavaş (> 2 sn) Çok az ya da yok Nabız hızı Normal Normal Artmış Artmış, ama güçsüz Sistolik kan Normal ya da hafifçe Normal Normal Hipotansif basıncı azalmış İdrar çıkışı Normal Azalmış Azalmış Oligoanüri Kaynak: Baskett PJF. ABC of major trauma. Management of hypovolaemic shock. BMJ 1990; 300: 1453–7.

44


Klinik muayene eş zamanlı olayla ilişkili öykü almayla güçlendirilmelidir. Öykü alırken aşırı kan kaybı ve ağrı gibi şokun acil özelliklerinin yanı sıra; genel hastalık, anksiyete, huzursuzluk, iyi tanımlanamayan kötü his ve nefes alamama gibi gizli özellikleri de ortaya çıkabilir. Fizik muayene solunum işlevlerinin uygunluğu, oksijenlenme, dolaşım, bilinç durumu ve hava yolunun korunması gibi yaşamsal işlevlerin temel alanlarına yönlendirilmelidir. Özellikle şu noktalara dikkat edilmelidir: 1. Şokun erken evreleri huzursuzluk ve ajitasyon, bazen de artmış susuzluk hissi ile ilişkilidir. Fakat kan kaybı yaklaşık % 30 olduğunda uyuklamaya ilerler. Bilinç kaybı geç belirtidir ve ani ölüm için önemli bir risktir. 2. Taşipne erken bir belirtidir ve başlangıçta anksiyete ile birliktedir. Bağımsız bir göstergedir ve solunum hızı artan kan kaybıyla artış gösterir. % 30 kan kaybında çoğunlukla 20/dakika’yı aşar. 3. Oksijenlenme güçleşir ve klinik olarak bedenin uç bölümlerinde solukluk belirginleşir ve doku beslenmesi zayıfladığı için nabız oksimeteresi daha az inanılır hale gelir.

4. Juguler ven basıncında oldukça erken dönemde düşme meydana gelir. Fakat bu ven kapasitesinin düşürülmesiyle telafi edilir. Bununla birlikte lohusada juguler ven kolayca görülemeyebilir. 5. Hipovoleminin daha inanılır göstergesi hacim tedavisinde merkezi ven basıncındaki (central venous pressure [CVP]) hafif artışın dikkatle takip edilmesidir. 6. Kan hacminde yaklaşık % 15-20’lik bir kayıpta nabız hızı artar. Fakat bu gösterge geç gebelik dönemi ve doğum sonundaki fizyolojik sinus taşikardisi nedeniyle çok güvenilir değildir. 7. Kılcal damarlardaki dolum % 15’lik kan kaybında yavaşlamıştır. % 40 kan kaybındaysa tamamıyla kaybolmuştur. 8. Kalp atımında ve doku beslenmesinde düşmeye rağmen kan basıncı iyi korunmuştur. Bu kan kaybı dolaşım hacminin % 30-40’ını aşana kadar devam eder. YÖNETİM Kan basıncını belli bir seviyeye kadar düşmeden telafi eden mekanizmalar tükendiğinde, kan basıncı dramatik olarak düşebilir. Bu noktada şok

Tablo 2: Doğumla ilgili değiştirilmiş erken uyarı puanlama sistemi. İngitere’deki Kraliyet Berkshire Hastanesi’nin kıdemli anesteziyolojsti Dr. R Jones’in devam etmekte olan çalışmasından alınmıştır. Puan 3 Solunum hızı (/dakika) Nabız hızı (/dakika) Sistolik kan basıncı (mm Hg)

< 70

Diastolik kan basıncı (mm Hg) Bilinç durumu

Yanıtsız

2 <8 < 40 71–80

Ağrılı uyarana yanıt

1 40–50

0 9–18 51–100

1 19–25 101–110

2 26–30 111–129

81–100

101–164

165–200

> 200

< 95

95–104

> 105

Uyanık

Huzursuz

Sese yanıt

3 > 30 > 129

İdrar çıkışı (ml/st ya da 0 < 30 < 45 > 45 ml/gün) Sonuç: Herhangi bir andaki toplamla elde edilir. 0–1: Klinik durum uygun olduğunda yeniden değerlendir. 2: Ebeyi bilgilendir ve 15 dakika sonra yeniden değerlendir. 3: Ebeyi, diğer doğumhane çalışanlarını ve anestezisti bilgilendir. ≥ 4: Yukarıdakilere ek olarak kıdemli doğum hekimini bilgilendir. Anestezi ve yoğun bakımın kıdemlisini bilgilendirmeyi de dikkate al.

45


Merkezi ven basıncı

korunur. Venlerdeki dönüş kavramının belirsizliği, sağ atriuma olan artmış kan akımından çok sağ atrium basıncı olarak düşünülürse giderilebilir. Kan kaybı olduğunda venlerin kapasitans damarlarındaki hacim azalacak ve bu damarların tonusu artacaktır. Şekil 1 akut kan kaybının hızla yerine konmasında kapasitans venleri ve CVP arasındaki ilişkiyi göstermektedir. Dolaşımdan kan kaybı olduğunda hastanın konumu çizgi A’dan B’ye değişmektedir (Şekil 1). CVP ilk başta yavaş olarak düşmekte, sonra kan kaybındaki artışa göre daha hızlı düşüş göstermektedir. Dolaşıma hacim tekrar döndüğünde hasta basitçe çizgi B’den A’ya geçmek yerine, çizgi B’den C’ye geçiş gösterecek ve sonra çizgi C’den D’ye geçecektir. Geçişler bu başlıktaki diğer bölümlerde anlatılacak birçok etmene bağlıdır. El ve ayaklarda nabzın palpe ediliyor olması iyi bir göstergedir; fakat arteriyel kan basıncı ile arasındaki uyum zayıftır. Nabızların kaybı hipovolemik şokun geç preterminal göstergesidir. Arteriyel basınç en basit olarak sfingomonometre kullanılarak ölçülebilmektedir. Bu tüm doktorların aşina olduğu ve kolun çevresini saran Rivo Rocci manşonunun kullanıldığı bir yöntemdir. Hastanın kol çapına göre doğru boyutta manşon kullanılmalıdır. Seçilen manşona göre kol çok büyük olduğunda kan basıncı yanlış olarak yüksek ölçülecektir.

Sabit ven gerginliğini gösteren hayali çizgiler

Venöz kapasitans damarlarının hacmi

Şekil 1: Kan kaybı ve bunun yerine konması sırasındaki merkezi ven basıncı ve venlerin kapasitans durumu (Kaynak: Bradley RD. Studies in Acute Heart Failure. London: Edward Arnold, 1977: 11). ilerlemiştir ve ani ölüm riski vardır. Bu zamana kadar öncelikle önemli kan kaybı fark edilmiş, geniş damar yolundan sıvı tedavisine başlanmış olunmalıdır. Eğer tıbbi tedaviler kullanılmış ve etkisiz bulunmuşsa, cerrahi girişimler için hazırlık yapılmalıdır. Bu arada dolaşımdaki hacim miktarını ve dolaşımın etkinliğini değerlendirmek için diğer yöntemler de uygulanmış olmalıdır. Bu yöntemlerin ilk ve en kolayı CVP ölçümüdür. CVP kateteri herhangi bir santral venden yerleştirilebilir. Ama şu hatırlanmalıdır ki hipovolemide sonografi kullanmadan santral venin bulunması zor olabilir. Bu durumlarda internal juguler ven daha uygun bir seçenektir. Üstelik femoral venin tayini nispeten daha zordur ve subklavian ven geç gebelik ve erken doğum sonu dönemde, özellikle de kateter acil durumlarda takılmışsa, daha yüksek komplikasyon riskine sahiptir.

Sık sık invazif olmayan arteriyel kan basıncı ölçümü bu tekniğin otomatize olmuş halidir. Ne yazık ki bu yöntem, doğum sonu kanamaya bağlı hipovolemide görülen zayıf uç doku beslenmesi ve hipotansiyonda olduğu gibi, kan kaybında önemli miktarlara gelinmeden doğru ve inanılır sonuçlar vermez9. Otomatik invazif olmayan kan basıncı ölçüm cihazları tahmin edilenin üstünde hipotansiyon ve tahmin edilenin altında hipertansiyon gösterme eğilimindedirler. Belirgin hipotansiyon ölçüldüğünde tekrar eden döngüde ölçümler yaptığı için erken tanıyı geciktirir. Son olarak belirgin hipovolemik şoka bağlı kan basıncı yokken veya ölçülemezken, tamamen yanlış olarak uygun kan basıncı ölçümü gösterebilmektedir9.

NICE, internal juguler ven kanülizasyonunun iki boyutlu sonografiyle yapılmasının daha güvenilir olduğunu belirten bir kılavuz yayınlamıştır8. Sağlıklı, gebe olmayan bir yetişkinde sistemik ven kapasitesi 3–4 lt veya dolaşan kan hacminin % 75’idir. Hacim kaybında venlerin kapasitans damarlarının tonusunda değişme olmasaydı, CVP erkenden ve hızla düşer ve buna kalp atımındaki hızlı düşme de eşlik ederdi. Bununla birlikte kan kaybında venlerin kapasitans damarlarındaki tonus artar, kan merkezi venlere taşınır ve ven basıncı

Anormal veya hızlı değişen durumlarda arteriyel kan basıncı ölçümünün en güvenilir metodu arter içi doğrudan ölçümdür. Bu metodun ek avantajı arteriyel kan gazı ölçümü ve diğer kan ölçümleri için örnek alımında kolaylık sağlamasıdır. Bu sistemlerde genellikle heparinize serum fizyolojik kullanmaktadır. Heparin kullanımı gerekli değildir

46


ve serum fizyolojik kullanımı pıhtılaşma testleri için alınan örneklerin yanlış sonuç korkusu olmadan alımına izin verir10.

atımındaki ölçümleri referans alarak, atım hacmini tahmin etmek için kullanılır. Atım hacmi ve kalp atımını devamlı olarak tahmin etmede, nabız dalga şekli ve kalp hızındaki değişikliklerden yararlanılır. Kalp atımı yeniden değerlendirilip, lityum seyreltme tekniği kullanılarak kalibrasyon yapılır. Tekniğin kullanımını kısıtlayan bazı yanları da yok değildir. Bunlar arasında aortun direnç kapasitesinin çizgisel olmaması en önemlisidir. Radiyal arterdeki nabız dalga şekli, aortun ilk kısmındaki dalga şeklini ve buna bağlı olarak da atım hacmini, kalp atımı ölçümlerinin statik ölçümlerle farkını ve özellikle de aritmilerde zayıf dalga iletime bağlı sorunları doğru temsil etmekte güvenilirliği sınırlıdır17. Tüm bu kaygılara rağmen bu teknik merkezi vene ve vücudun uç bölümlerinde arter girişi olan tüm hastalarda kalp atımını, sistemik kan basıncı ve damar direnci hakkında sürekli bir fikir sağlar. Bu nedenle şiddetli kanama ve resüsitasyona gidişat gösteren doğum sonu hastaların monitörizasyonu için uygundur. Aksiller veya femoral arterden transpulmoner termodilüsyon ölçümü kullanan PiCCO sistemi (Pulsion Medical Systems, Munich, Germany) gibi diğer nabız analiz sistemleri de kalp atımının ölçümünde alternatif bir metottur ve ticari olarak bulmak mümkündür.

Hemoglobin örnekteki tahmini hemoglobin derişimini gösterir; yani, akut kan kaybını takip eden hemoglobin derişimi sadece tıbbi müdahaleyi ya da hastanın kan kaybına karşı telafi mekanizmasını yansıttığı noktasını kuvvetlendirir. Akut kan kaybı, tek başına sistemde kalan kandaki hemoglobin derişimini değiştirmez. Derişim sadece kayıp hacmin sıvı ile değişimi veya hemoglobini düşük sıvı eklenmesi halinde düşer. Tedavi edilmezse akut kan kaybı 4–6 saat içinde vücut sıvılarının yer değiştirmesiyle hemoglobin derişiminde düşme ile sonuçlanır. Tezat olarak sıvının ven içinden verilmesi hemoglobini daha hızlı seyreltecektir. İnvazif ve karmaşık tekniklerle dolaşım durumu hakkında daha fazla bilgi kazanılabilir. Bunlar pulmoner arter kateterizasyonu, nabız analizi ve özofagustan Doppler tekniğini içerir. Kalp atımının pulmoner arter kateterizasyonu ve termodilüsyon tekniği ile ölçümü ilk kez 1968’de Bradley ve Branthwaite tarafindan tanımlanmıştır11. Daha sonra Swann, Ganz ve çalışma arkadaşları tarafından yaygın kullanıma sokulmuştur12. Kalp atımı ve sol atrial basıncın invazif tayininde altın standart olmasına rağmen, çoğu durumda riskleri kazanımlarından daha ağır bastığı için son birkaç 10 yıldır kullanımı yaygın değildir13. Pulmoner arter kateterizasyonunun faydaları vücut pozisyonundaki değişimden etkilenmemesinin yanı sıra sedasyon alan ve mekanik ventilatöre bağlı anestezi almış hastalarda uyanık hastalarla eş etkinlikte değerler vermesidir. Hacim eksikliği olan bir hastaya sonografi kılavuzluğunda dahi CVP kateteri yerleştirilmesi, şiddetli kanamalara neden olabilir. Aynı zamanda infeksiyon, aritmi, pulmoner arter hasarı ve akciğer yaralanması da olası riskler arasındadır. Gebelerde pulmoner arter kateterizasyonu preeklampsi ve eklampsisi olan hastalarda, masif doğum sonu kanaması olan hastalara göre daha fazla kullanılmaktadır14.

KAYIP HACMİN YERİNE KONMASI İdeal olarak kaybedilen dolaşım hacminin yerine konmasına hipovolemi belirtileri gelişmeden, önemli derecede kanama fark edilince başlanmalıdır. Önemli başlangıç aşamaları eş zamanlı oksijen sağlamak, birden fazla geniş çaplı ven girişi sağlamak, hızlı ön klinik tanı ve ulaşılabilir ise anestezi, yoğun bakım, cerrahi ve hematoloji bölümlerinden nitelikli yardım istenmesidir. Her sağlık kurumu şiddetli kanama ve doğum sonu kanama yönetimi için hızlı yanıt protokolüne sahip olmalıdır. Bu protokoller birbirine benzer, kolay uygulanabilir ve izlenebilir olmalıdır (Bkz. Bölüm 13 ve 22). Şiddetli doğum sonu kanama sırasında ve sonrasında kaybedilen hacmin yerine konmasının altındaki temel amaç hücre işlevinin ve canlılığının sürdürebilmesi için tüm vücuttaki organların doku beslenmesinin yeniden yapılandırılması ve sürdürülmesidir. Öncelikli odak şokun genel klinik göstergelerinin düzeltilmesi olsa da daha fazlasına ihtiyaç vardır. Geleneksel olarak kullanılan tüm belirteçler düzelse de şok hala hücre, doku veya

Nabız analizi pulmoner arter kateterizasyonunun gerçekçi bir alternatifidir15. Bu sistem için standart periferik arteriyel ve merkezi vene kateter gereklidir. Lityum seyreltme tekniğini takiben kalp atımının başlangıç ve devamlı ölçümleri bu tekniğin yaygın kullanıldığı bir örnektir (LiDCO Ltd, Cambridge, UK16). Bu teknikte basınç dalgasının şekli sabit kalp

47


organ bazında devam edebilir18. Telafi edilebilen şok geleneksel hemodinamik değişkenlerin normale döndüğü durumdur. Ancak tipik olarak splanknik yatakta olduğu gibi dokuların yetersiz beslenmesi devam etmektedir. Uygun hacim tedavisine rağmen hastalarda birden fazla organda işlev bozukluğu ve buna bağlı ölüm veya ciddi hastalık gelişebilir. Kayıp hacmin yerine koyulması kanama kontrolü ile eş zamanlı olmalıdır. Kan kaybı devam ederken uzamış hacim resüsitasyonu nedeniyle tıbbi ve cerrahi girişimler geciktirilmemelidir. Hacim resüsitasyonu oksijen taşıma kapasitesinin ve hemostatik işlevlerin etkin olarak geri dönmesi için dolaşan kan hacminin tekrar yerine konmasını amaçlamalıdır.

bir tartışma konusudur. Hem kristaloitler, hem de kolloidler etkili olsa da ikisinin de avantajları ve dezavantajları vardır (Tablo 3)21. Yakın zamandaki geniş bir çalışma, hacim genişletici gereksinimi olan yoğun bakım hastalarında serum fizyolojik veya albümin kullanımında ölüm oranı açısından fark olmadığını göstermiştir22. Kolloidler damar içi aralığı daha çok genişletirler. Oysa kristaloitler hızla damar dışı aralığa dağılırlar. Serum fizyolojiğin seyreltik veya hiperkloremik asidoza neden olan hiperkloremi dezavantajı da vardır23, 24. HES ile daha az görülen, jelatin gibi kolloidlerin neden olabildiği, yaşamı tehdit eden anafilaksi reaksiyonları kristaloitlerde görülmez25. Kristaloitlerin seyreltici etkilerine göre pıhtılaşma üzerine çok az etkileri vardır26. Bununla birlikte serum fizyolojik, prokoagulan etkiye sahip olabilir. Kristaloitler daha az maliyetlidir ve daha az yan etkiye sahiptir. Fakat kolloidler doku ödemi ve dokulara oksijen taşıma hususunda teorik avantajlara sahiptir. Yoğun tartışmalar ve araştırma ilgisine rağmen ne kristaloitlerin ne de kolloidlerin hemorajik şokta sağ kalım sonuçları üzerinde daha üstün olduğu gösterilememiştir. Şiddetli kanamada kan ürünleri kullanımı için mevcut bir protokol olması gerekmektedir. İngiltere’de bu protokollerin oluşturulması ve gerektiğinde ihtiyaçların karşılanması hastane kan transfüzyonu komitesi sorumluluğundadır. Herhangi bir kan ürünü vermeden kan sayımı ve pıhtılaşma testi için laboratuarın ısrar etmesi kabul edilebilir bir durum değildir. Böyle durumlar için bilgili ve deneyimli hematoloji uzmanı bulunmalı ve kan, taze donmuş plazma, trombosit, kriyopresipitat ve yeni rekombine aktive FVII kullanımında yardım etmelidir.

Başlangıçta sıvı tedavisi sağ atrial dolum ve kalp atımını arttırır. Kan kaybına bağlı şok geliştiğinde ven basıncı yukarıda anlatıldığı gibi artar. Hacmin eklenmesi hızlı olmalıdır ve sağ atrial dolum basıncına göre ayarlanmalıdır. Başlangıçta kapasitans venlerindeki kapasite azalmasına bağlı kayıptakinden daha az sıvı hacimleriyle, sağ atrial dolum basıncı düzeltilebilir. Gerçekten de tüm kayıp hacmin hızla verilmesi kapasitans damarlarındaki tonusta hızlı düşme olmadıysa sıvı yüklenmesine yol açabilir. Bu şekil 1’den de incelenerek görülebilir. Buna göre hızlı hacim tedavisi çizgi B’den C’ye kadar olmaktadır. Kalan damar içi bölümün azalmasına rağmen CVP yükselir. Resüsitasyon sonrasında ven basıncı azalır, venlerin kapasitans hacminin tamamen dolu hale gelmesiyle CVP normale düşer. Bunun için hacim yönetimi hızlı olmalıdır; fakat sağ atrial dolum basıncı, sistemik kan basıncı ve diğer hemodinamik değişkenler gözetilerek sıvı verilmelidir. Genellikle 250–500 ml kristaloit veya kolloid acil zorunluluktan 10–20 dakikalık bir zaman içinde verilir (Evre 4 hayatı tehdit eden şokta olan bir hasta daha hızlı bir şekilde 2–3 lt sıvı alacaktır. Ancak sıvı infüzyonu sırasında hemodinamik değişkenlerin takibine devam edilmelidir). Hemodinamiyi etkileyen nedenlerin gözle görünür restorasyonu sonrasında devam eden azalmış doku beslenmesi ölçümleri baz açığı ve serum laktat düzeyini içerir. Bu gibi değişkenler normale dönene kadar doku beslenmesini ölçme ve arttırma çabaları sürmelidir. Doku beslenmesinin takibi için daha özgün ölçümler doku oksijen gerilim cihazları ve gastrik tonemetridir; ama bunların geniş kullanımı yoktur19, 20.

Trandelenburg pozisyonu hipotansif hastaların yönetiminde sıklıkla kullanılır, fakat yararı hala sorgulanmaktadır. Bu pozisyonda bacaklardaki kanın merkeze doğru yer değiştirmesi ve böylece uygun kan hacmi sağlanana kadar ön yükün ve kalp atımının geçici ölçüde arttırıldığı görüşü vardır. Bununla birlikte bu teorik yararın pratiğe yansıdığına dair çok az kanıt vardır. 1979’da Sibbald ve meslektaşları hipotansif hastalarda Trandelenburg pozisyonunun ön yükü anlamlı şekilde arttırmadığını, ancak art yükü ve kalp atımının genişlemesiyle kan basıncını arttırdığını göstermişlerdir27. Yakın zamandaki bir derlemede, mevcut bilgilerden çıkarılan sonuç Trandelenburg pozisyonunun olasılıkla hipotansif hastaların resüsitasyonunda iyi bir pozisyon olmadığıdır28.

Hemorajik şokta kullanılan en iyi hacim genişletici

48


Tablo 3: Damar içi sıvı tedavisinde kullanılan maddeler Sıvı türü Kristaloit Serum fizyolojik Hartmann solüsyonu

Avantajlar

Dezavantajlar

Ucuz, kolayca bulunabilir ve uzun süredir kullanımda Anaflaksi riski yoktur, baz açığı üzerine doğrudan etkisi çok azdır ve uzun süredir kullanımdadır.

Hiperkloremik asidoz ve az miktarda prokoagulan etkiye sahiptir.

% 5 dekstroz

Damar içi hacmin ani olarak yükseltilmesinde yeri yoktur.

Hipertonik salin

Verilen miktara göre damar içi hacmi hızla genişletir. Kılcal damarlardaki akım, eritrosit ve endoteldeki ödem üzerine olasılıkla yararı vardır.

Kolloid Jelatinler

Büyük kısmı 2–4 saat damar içinde kalır.

% 4 insan albumini

Jelatinlere göre daha fizyolojiktir ve büyük kısmı damar yatağında 12 saat kalır.

HES

Damar yatağında 12–24 saat kalır.

Hafifçe hipotoniktir. Hipotoniktir, damar içi alanı genişletici etkisi yoktur ve hızla hücre içi ve dışındaki boşluklara dağılır. Yeterli veri yoktur. Bağışıklık sistemi üzerine olduğu gibi bazı yan etkileri hakkında veri açığı vardır. Anaflaksi riski vardır. Kristaloitlere göre belirgin sağ kalım avantajı gösterilememiştir. Pahalıdır ve kristaloitlere göre belirgin sağ kalım avantajı gösterilememiştir. Pıhtılaşma bozukluğu, böbrek hasarı ve retikülo endotelial sistem birikme

dair kanıtlar vardır. Diğer taraftan immün sistem üzerinde olduğu gibi diğer olası yan etkilerine dair kaygılar da bulunmaktadır32. Bu kaygı klinik pratikte problem olacağını göstermemektedir33.

Hastane dışı yaralanmalarda ciddi kanamaya son nokta olarak övolemi ile birlikte normal kan basıncı, kalp hızı ve kalp atımının sağlandığı geleneksel yaklaşım da sorgulanmaktadır29. Gebelerde kanıta dayalı olmasa da fizyolojik mantık hala uygulanılabilir. Sempatik tonus artışı ve endojen ketakolaminlerin salınması ile birlikte kan basıncı ve kalp atımının düşüşü kan kaybı hızını azaltır. Kanama kontrolü yapılmadan bu değişkenlerin düzeltilmesi kan kaybını ve pıhtılaşma bozukluğunun derecesini arttırır. Ayrıca oksijen taşıma kapasitesini azaltıp, birçok organı ilgilendiren yetmezlik görülebilir. Hemorajik şokta düşük hacimde sıvı tedavisi bir seçenek olabilir. Kanıtlar hacim tedavisinin, cerrahi gibi yöntemlerle kanama durdurulana kadar, hayati organ işlevlerini sürdürecek miktarda kısıtlanması gerektiğini göstermektedir29–31.

Dokulara oksijen taşıma kapasitesinin ve sunumunun sürdürülmesi için hemoglobin derişiminin sürdürülmesi temeldir. Hızlı kanayan hastalarda sıvıların ve kan ürünlerinin sabit bir hemoglobin seviyesine getirilmesi zordur. Yoğun bakım hastalarında transfüzyon için uygun eşik değer 7–8 gr/dl iken, iskemik kalp hastalığı olanlarda 9 gr/dl’nin üstünde değerlerin olası yararları bulunmaktadır34. Hemorajik şokta resüsitasyonda hedef aralığın üst sınırının amaçlanması mantıklıdır, çünkü hemoglobin seviyelerinde aşağı düşme eğilimi vardır. Aktif kanayan hastalarda 10 gr/dl hedefi, mantıklı hedeftir35.

Son zamanlarda hemorajik şok için düşük hacimli, hipertonik resüsitasyona uygun sıvılar bulunmaktadır. Verilen göreceli az hacim, damar içine su çekerek dolaşımda daha fazla genişlemeye neden olacaktır. Endoteldeki ve eritrositlerdeki ödem ve kapiller akış üzerine yararı olabileceğine

Pıhtılaşma bozuklukları şiddetli doğum sonu kanamanın hem kolaylaştırıcısı, hem de sonucu olabilir. Pıhtılaşma bozukluğundan kaynaklanan kanama diyatezi, trombositopeni veya trombosit disfonksiyonu önceden var olan hastalıkların, eklampsi gibi gebelikte kazanılmış hastalıkların 49


veya aspirin gibi tedavilerin sonucu olabilir. Aynı zamanda şiddetli kan kaybı seyrelme ve tüketim yoluyla hem pıhtılaşma bozukluğuna, hem de trombositopeniye neden olabilir. Bu durumlar ve yönetimleri 25. ve 26. bölümlerde detaylı olarak tartışılmıştır.

Critically ill parturient women and admissions to intensive care: a 5-year review. Int J Obstet Anesth 1996; 5:79–84 3. Wong AYH, Kulandavelu S, Whiteley KH, Qu D, Lowell-Langille B. Maternal cardiovascular changes during pregnancy and postpartum in mice. Am J Physiol Heart Circ Physiol 2002;282: H918–25 4. Cohen WR, Galen LH, Vega-Rich M, Young JB. Cardiac sympathetic activity during rat pregnancy. Metabolism 1988;37:771–7 5. Fujitani S, Baldisseri MR. Hemodynamic assessment in a pregnant and peripartum patient. Crit Care Med 2005;33(Suppl.):S354–61 6. Benedetti TJ, Kates R, Williams V. Hemodynamic observations in severe preeclampsia complicated by pulmonary edema. Am J Obstet Gynecol 1985;152:330–4 7. Lewis G, Drife J. Why women die 2000–2002. Confidential Enquiry into Maternal and Child Health. London: Royal College of Obstetricians and Gynaecologists, 2004 8. National Institute for Clinical Excellence. Guidance on the use of ultrasound locating devices for placing central venous catheters. Technology Appraisal Guidance 49. London: NHS Publishers, 2002 9. Cockings JGL. The Australian Incident Monitoring Study. Blood pressure monitoring – applications and limitations: an analysis of 2000 incident reports. Anaesth Intensive Care 1993;21: 565–9 10. Gamby A, Bennett J. A feasibility study of the use of non-heparinised 0.9% sodium chloride for transduced arterial and venous lines. Intensive Critical Care Nursing 1995;11:148–50 11. Branthwaite MA, Bradley RD. Measurement of cardiac output by thermal dilution in man. J Applied Physiol 1968;24:434 12. Swan HJ, Ganz W, Forrester J, Marcu H, Diamond G, Chonette D. Catheterization of the heart in man with use of a flow-directed balloontipped catheter. N Engl J Med 1970;283: 447–51 13. Harvey S, Harrison DA, Singer M, et al. Assessment of the clinical effectiveness of pulmonary artery catheters in management of patients in intensive care (PAC-Man): a randomised controlled trial. Lancet 2005;366:472–7 14. Nolan TE, Wakefield ML, Devoe LD. Invasive hemodynamic monitoring in obstetrics. A critical review of its indications, benefits, compli-

ÖZET Gizli kanama veya damar içindeki hacmin azalmasının hızlı değerlendirilmesi esastır. Vücut kan kaybını, büyük miktarda hacim kaybı ve dokularda beslenme bozukluğunun bulguları ortaya çıkana kadar telafi edebilir. Doğum sonu dönemde de devam eden geç gebelik dönemindeki fizyolojik uyum değişiklikleri damar içi kaybın tanımlanmasını ve miktarının belirlenmesini zorlaştırabilir. Zaman geçtikten sonra vücudun masif kan kaybına karşı koyma gücü azalmaktadır ve bu durum preeklampsi gibi gebelikle ilişkili hastalıkların magnezyum, hidralazin gibi ilaçlarla tedavilerini daha fazla karmaşık hale getirebilir. Hastanın değerlendirilmesinde klinik beceri, invazif hemodinamik monitörizasyon ve uzman doktorlara erken dönemde ulaşma hem kaybın derecesinin, hem de sıvı tedavisine yanıtın doğru değerlendirilmesiyle mümkündür. Kullanılacak tek doğru sıvı yoktur. Aktif kanama sırasında hemoglobin derişimini 10 gr/dl civarında sürdürecek kan ürünleri, kristaloit veya kolloidlerin kullanımı alışılmıştır (aktif kanama durdurulursa 7–9 gr/dl güvenlidir). Pıhtılaşma bozuklukları ve trombositopeni de uygun transfüzyon ürünleriyle ve hematologlarında aktif katılımıyla düzeltilmelidir. Kan kaybını azaltmak için kanama cerrahi olarak durdurulmadan önce kısıtlanmış sıvı genişlemesinin yeri olabilir. Fakat bu sırada organ iskemisine neden olunmamalıdır. Hızlı tanı, hacim durumunun monitörizasyonu, kanamanın hızlı durdurulması ve uygun sıvı tedavisinin hepsi gereklidir. Ancak bunların hepsi beraber kullanıldığında doğum sonu kanamadaki ölüm oranları düşürülebilir. Kaynaklar 1. Lewis G, Drife J. Report on Confidential Enquiries into Maternal Deaths in the United Kingdom 1997–1999. London: Royal College of Obstetricians and Gynaecologists, 2001 2. Umo-Etuk J, Jumley J, Holdcroft A.

50


cations, and alternatives. Chest 1992;101:1429–33 15. Godje O, Hoke K, Goetz AE. Reliability of a new algorithm for continuous cardiac output determination by pulse-contour analysis during hemodynamic instability. Crit Care Med 2002; 30:52–8 16. Linton RA, Band DM, Haire KM. A new method of measuring cardiac output in man using lithium dilution. Br J Anaesth 1993;71: 262–6 17. Van Lieshout JJ, Wesseling KH. Editorial II: Continuous cardiac output by pulse contour analysis. Br J Anaesth 2001;86:467–8 18. Dabrowski GP, Steinberg SM, Ferrara JJ, Flint LM. A critical assessment of endpoints of shock resuscitation. Surg Clin North Am 2000;80: 825–44 19. Huang YC. Monitoring oxygen delivery in the critically ill. Chest 2005;128(5 Suppl 2):554– 60S 20. Totapally BR, Fakioglu H, Torbati D, Wolfsdorf J. Esophageal capnography during hemorrhagic shock and after resuscitation in rats. Crit Care 2003;7:19–20 21. Boldt J. Fluid choice for resuscitation of the trauma patient: a review of the physiological, pharmacological, and clinical evidence. Can J Anaesth 2004;51:500–13 22. Finfer S, The SAFE Study Investigators. A comparison of albumin and saline for fluid resuscitation in the intensive care unit. N Engl J Med 2004;350:2247–56 23. Walters JH, Gottlieb A, Schoenwald P, Popovich MJ, Sprung J, Nelson DR. Normal saline versus lactated Ringer’s solution for intraoperative fluid management in patients undergoing abdominal aortic aneurysm repair: an outcome study. Anesth Analg 2001;93:817–22 24. Scheingraber S, Rehm M, Sehmisch C, Finsterer U. Rapid saline infusion produces hyperchloraemic acidosis in patients undergoing gynaecological surgery. Anesthesiology 1999;90: 1265–70 25. Laxenaire MC, Charpentier C, Feldman L. Anaphylactoid reactions to colloid plasma substitutes: incidence, risk factors, mechanisms. A French multicenter prospective study. Ann Fr Anesth Reanim 1994;13:301–10 26. Ruttmann TG, James MF, Aronson I. In vivo investigation into the effects of haemodilution with hydroxyethyl starch (200/0.5) and normal saline on coagulation. Br J Anaesth 1998;80: 612–16

27. Sibbald WJ, Paterson NA, Holliday RL, Baskerville J. The Trendelenburg position: hemodynamic effects in hypotensive and normotensive patients. Crit Care Med 1979;7: 218–24 28. Bridges N, Jarquin-Valdivia AA. Use of the trendelenburg position as the resuscitiation position: to T or not to T? Am J Crit Care 2005; 14:364–8 29. National Institute for Clinical Excellence. Prehospital initiation of fluid replacement therapy in trauma: Technology appraisal guidance 74. London: NHS Publishers, 2004 30. Stern SA. Low-volume fluid resuscitation for presumed hemorrhagic shock: helpful or harmful. Curr Opin Crit Care 2001;7:422–30 31. Kreimeier U, Prueckner S, Peter K. Permissive hypotension. Schweiz Med Wochenschr 2000;130: 1516–24 32. Rocha-e-Silva. Small volume hypertonic resuscitation of circulatory shock. Clinics 2005;60: 159–72 33. Kolsen-Petersen JA. Immune effect of hypertonic saline: fact or fiction? Acta Anaesthesiol Scand 2004;48:667–78 34. Herbert PC, Wells G, Blajchman MA, et al. A multicenter, randomized, controlled clinical trial of transfusion requirements in critical care. Transfusion Requirements in Critical Care Investigators, Canadian Critical Care Trials Group. N Engl J Med 1999;340:409–17 35. Gutierrez G, Reines HD, Wulf-Gutierrez ME. Clinical review: hemorrhagic shock. Crit Care 2004;8:373–81

51


Bölüm 6 KAN KAYBI: GÖRSEL DEĞERLENDİRMENİN DOĞRULUĞU A. Patel, R. Walia, D. Patel L. Toksöz, S. Mısırlıoğlu

Diğer bölümlerde de tartışıldığı gibi, kan kaybının klinik olarak değerlendirilmesinin hatasız olarak yapılabilmesi zordur. Birçok çalışmada görsel değerlendirmenin doğruluğunun büyük değişkenlikler içerdiği ve gerçek kan kaybının ancak % 30-50’sini yansıtabildiği gösterilmiştir1–3. Kan kaybı arttıkça yanılma payının da artacağı akılda tutulmalıdır2. Klinik uygulamalara uyarlandığında yetersiz değerlendirme doğum sonu kanama tanısının atlanmasına veya gecikmesine yol açar. Bu durum hazırlıksız yakalanıldığında sonuçları ölümcül olabilen bir acil olabilir. Birçok kliniğin ortaklaşa katıldığı hazırlık programlarıyla problemin üstesinden gelmeye çalışmak yardımcı olabilir.

sonuçları Şekil 1’de tanımlanmıştır. Çalışma bulguları net bir şekilde göstermektedir ki, kan kaybı oranı arttıkça doğru bir tahminde bulunmak zorlaşmaktadır. Özellikle 1.000 ml’den sonra doğru tahminde bulunmak zorlaşmaktadır. Bu durum özellikle 4.000 ml civarındaki kan kayıplarında ortaya çıkmaktadır. Ayrıca hastanın altına serilen, emici özelliği olan doğum bezleri kan kaybının tahmininde çok yanıltıcı olabilmektedir. Genelde, yetersiz değerlendirme sonuçları sıvı ve pıhtılar için de benzerdir. Fakat 4.000 ml istasyonu sadece pıhtıları içermekteydi ve katılımcıların geniş bir çoğunluğu tarafından en çok yetersiz değerlendirme bu istasyonda meydana geldi.

Doğum bakımı ekiplerine, kan kaybının değerlendirilmesindeki tecrübelerini belirleyebilmek için, önceden hazırlanan doğum eğitim odaları tasarlandı. Kan kaybının önceden saptanarak değerlendirilmesine olanak sağlayan yedi basamaktan oluşan kan kaybı simülasyon istasyonları meydana getirildi. Kan ve pıhtıyı taklit etmek için üzüm peltesi ve nar suyu kullanıldı. Her istasyonda miktar olarak 50 ile 4.000 ml arası ölçümler yapıldı. Simülasyondaki kan miktarları hasta bakım bezleri, doğum petleri, leğen, torba ve yerdekiler olarak sınıflandırıldı. Bu çalışma Review Board Enstitüsü tarafından onaylandı ve kabul gördü.

Bu eğitim programı kan kaybında görsel değerlendirmenin sınırlarının anlaşılması açısından katılımcıları aydınlatmıştır. Tekrarlayan aralıklı oturumlar, bireysel olarak yetersiz değerlendirmenin düzeyini önceden tahmin ederek, kan kaybının belirlenebilme oranının geliştirilmesini veya doğruluk oranını arttırmayı amaçlar. Söz konusu tekrarlarla değişik durumlarda kan kaybının değerlendirilmesiyle ilgili deneyim artırılabilir. Gelecekteki daha büyük sayılar ve doğrudan açık hava aydınlanmasında nicelik ve niteliğinin çok önemli olduğu değişken durumlar altında yapılmasıyla bu deney genişletilebilir. Bu bilgi çalışma amaçlı oluşturulan odalardaki doğumhane personelinin eğitimi ve diğer gerçek zamanlı akut durumları taklit etmek açısından aydınlatıcı olabilir.

49 katılımcının tamamı beceri oturumlarını tamamladı. Katılımcılar tıp öğrencileri, asistan hekimler, hemşireler, kadın hastalıkları ve doğum uzmanları ve doğumhane personeliydi. Çalışma

Fazla tahmin

Katılımcıların Oranı

Fazladan değerlendirme

Doğru Tanı Doğru değerlendirme

Yetersiz Tahmin Eksik değerlendirme

Şekil 1: Kan hacmi değerlendirilmesinin doğruluğu

52


TEŞEKKÜR Bu bölüm, yazarlar tarafından editörlerin isteğiyle The International Journal of Gynecology and Obstetrics’in 2006 yılındaki 94. sayısında yayımlanan kan kaybının görsel değerlendirmesinin doğruluğu başlıklı makalenin özeti olarak hazırlanmıştır. Kaynaklar 1. Chua S, Ho LM, Vanaja K, Nordstrom L, Roy AC, Arulkumaran S. Validation of a laboratory method of measuring postpartum blood loss. Gynecol Obstet Invest 1998;46:31–3 2. Duthie SJ, Ven D, Yung GL, Guang DZ, Chan SY, Ma HK. Discrepancy between laboratory determination and visual estimation of blood loss during normal delivery. Eur J Obstet Gynecol Reprod Biol 1991;38:119–24 3. Razvi K, Chua S, Arulkumaran S, Ratnam SS. A comparison between visual estimation and laboratory determination of blood loss during the third stage of labor. Aust N Z J Obstet Gynaecol 1996;36:152–4

53


KISIM II NEDENLER

54


Bölüm 7 UTERUS KAN AKIMINDAKİ DEĞİŞİKLİKLERİN DOPPLER İLE DEĞERLENDİRMESİ G. Urban, P. Tortoli, S. Ricci, M. Paidas, P. Vergani, P. Patrizio Ü. Küçükgöz Güleç

DOĞUM SIRASINDA DOPPLER AKIM HIZLARI

GİRİŞ Uterusun ana arteri ve onun dalları hipogastrik arterden çıkarlar. Uterus arteri internal servikal os seviyesinde serviks ve uterusun gövdesine doğru ikiye ayrılır. Gövdeye giden dal, tubayla birleştiği seviyesinde yana yönlenir ve over arteri ile anastomoz yapar. Bu yapı uterus korpusunun üst kesimlerinin kanlanmasını sağlar. Hipogastrik arterde doğrusal olan kan akımı, uterus arterinde kıvrımlı gidiş gösterir ve gebe uterusta boyutun büyümesi ile birlikte tekrar doğrusal hal alır.

Fleischer ve arkadaşları6 eylem boyunca uterus ve göbek arterindeki dalga şekil değişikliklerini saptayabilmek amacı ile normal eylemdeki 12 kadını sürekli dalga Doppler incelemesiyle değerlendirmişlerdir. Her hasta kendi kontrolü ile eşleştirilmiştir. Latent faz ve açılmamış membran varlığında olduğu gibi aktif fazda, membranların rüptürü durumunda veya oksitosin verilmesi durumunda, uterus kasılması süresince veya sonrasında göbek arteri sistol/diyastol (S/D) oranında belirgin değişiklik saptanmamıştır. Uterus arteri diyastol sonu akım hızı, uterus kasılmaları süresince ilerleyici olarak düşmüş, uterus içi basınç 35 mm Hg’yı aştığında ise sıfıra ulaşmıştır. Uterus içi basınç 60 mm Hg’yı geçmesine rağmen diyastolik notch (çentiklenme) izlenmemiştir. Bu çalışma miadında göbek arteri hız dalga formlarının, uterus içi basıncın geniş aralıklarında değişmediğini göstermektedir. Uterus arteri dalga formlarında, diyastol sonu bileşende izlenen değişiklikler, birincil olarak arkuat ve spiral arterlerdeki değişikliklerle belirlenir ve her ikisinin de uterus kasılmalarından etkilendiğini gösterir.

Her uterus arteri dalı yaklaşık 8–10 arkuat artere ayrılır. Bu arterler önden ve arkadan myometriumu üçte bir kalınlığınca kuşatırlar1. Arterler kıvrımlı yapı gösterirler ve uterus orta hattında karşı taraftaki arterler ile anastomoz yaparlar. Radiyal arterler, arkuat arterlerden çıkarlar ve doğrudan uterus mukozasına yönlenirler. Tam olarak sayıları bilinmemekle beraber parite ve biyolojik farklılığa bağlı olarak değişebilir. Geçmişte doğum sonu kanamaların yönetiminde ipuçları elde etmek için konvansiyonel Doppler teknikleri denendiyse de başarı elde edilememiştir. Bununla birlikte son zamanlardaki teknolojik gelişmeler Doppler’i kullanma fırsatı tanımaktadır. Birçok çalışmada gebelik ilerledikçe ana arteriollerden spiral arterlere kadar uterusun tüm dolaşım bölümlerinde impedansta ilerleyici bir düşme gösterilmiştir2–4. Gebeliğin beşinci ile yedinci haftaları arasında spiral arterlerin impedansında düşme, kan akım hızında artma izlenir. Bu süreç boyunca uterus arteri ve arkuat arterlerin hemodinamik durumları değişmez. Ancak sekizinci gebelik haftasından sonra impedansta azalma, mutlak akım hızında ise artış saptanır. Spiral arterler ve uterus arterlerindeki değişikler arasındaki bu gecikme, plasental hacmin artış miktarı ve spiral arteriyel tutulum ile açıklanabilir. Bu tutulum uterusta uygun ve destekleyici hemodinaminin elde edilmesinde gereklidir5.

ÇOKLU KAPILI SPEKTRAL DOPPLER İNCELEMESİ (MULTIGATE SPECTRAL DOPPLER ANALYSIS [MSDA]) Çalışmamızda kan akımını araştırmak için yeni bir ultrasonografi yöntemi olan ve MSDA teknolojisini kullandık. Bu teknoloji tek hacim örneği kullanılması ile ilgili kısıtlılıkların üstesinden gelebilmektedir7. Bu yolla 256 küçük örnek hacimle, damarları kesen ultrason inceleme çizgisi düzenlenmektedir. Her bir örnek hacim Doppler verisi yüksek çözünürlüklü akım profili elde edilmesi için bağımsız olarak analiz edildi. Bu standart olmayan yöntem için uygun ticari bir ultrason (Aloka SSD1400) ve bilgisayar kullanıldı. Profil sonucu gerçek zamanlı olarak bilgisayara ve ekrana aktarıldı. Hipogastrik, uterus ve arkuat arterler, eylemde epidural anestezi 55


Sistolde kan akım hızı profilleri ovülasyon

doğum öncesi

doğum sonu

Şekil 1: Normal adet döngüsünün ovülasyon döneminde, eylemin doğum öncesi fazında ve doğum sonu 1. saatinde olan bir kadında, GASP yazılımı ve MSDA ile elde edilen alan akım görüntüleri izleniyor. Her kolonda ilk görüntü çoklu kapı kazanımın konvansiyonel iki boyutlu görüntüsü, takip eden görüntüler: hipogastrik arter (H) hız profili (alan akımı), uterus arteri (U) hız profili (alan akımı) ve arkuat arter (A) hız profilidir (alan akımı). Tüm görüntüler sistolik zirve sırasında elde edilmiştir. öncesi, doğum sonu en az 1. saatte ve gebelik öncesi kadında değerlendirildi. Bilgimize göre daha önce hayat tehdit edici doğum sonu kanamayı destekleyen akım oranlarını tanımlayan çalışma düşünülmemişti. Bu Doppler değerlendirmesi bize esas olarak iki boyutlu Doppler’i “2-DD” nasıl tanımladığımızı gösterir. İnceleme bölgesindeki çoklu kapıdan gelen çok örnekli hacimler kan akımının iki boyutlu dinamik sunumunu tanımlarlar. Dik aks derinlik, uzunlamasına aks da hızdır. Esasında kan akımının

damar boyunca eş zamanlı en iyi akım tahminini derinlik (cm) x hız (cm/s) formülünden bir alan akım (cm2/s) eğrisi gösterir. Bizim deneyimimiz, adet boyunca arkuat arterde alan akımı, uterus arteri kan akımının sekizde biridir (veya belki de anatomik varyantlara bağlı olarak onda biri). Adet döngüsünün başında hipogastrik arter akımının ise dörtte üçü kadardır. Bu akım ovülasyona kadar üçte bir artar (Şekil 1) ve adete kadar sabit kalır. Döllenmeden sonra ve erken gebelikle karşılaştırıldığında akım

56


artışı, ikinci üçayın sonuna kadar devam eder ve doğuma kadar sabit kalır. Bu zamanda arkuat arter akımı, uterus arterinin beşte biri veya gebelik öncesi durumun hemen hemen iki katıdır. Eylemin birinci ve ikinci aşamasında şayet uterus kasılmalarının sıkıştırmasıyla tamamen kesilmez ise bu akım belirgin olarak azalır. Uterus kasılmaları süresince myometrial liflerin kasılması radiyal arterleri de kapatır. Bu etki arkuat arterlere yansıyarak kasılma sonlanana kadar içindeki akımı durur. Diğer kasılma başlayana kadar da sabit düzeyde devam eder. Her kasılma süresince plasentadaki laküner boşluklar kapanır ve kan umbilikal ven yolu ile fetal dolaşıma pompalanır. Her kasılma süresince radiyal arterlere olan bası bir kapak mekanizması gibi iş görür. Fetusa yönlenen akımın uterusa doğru kaçması da böylece önlenmiş olur. Plasentanın doğumundan sonra radiyal ve spiral arterlerdeki direnç aniden düşer ve sıfıra yakın olur. Devam eden uterus kasılmalarının neden olduğu basının sonucu olarak uterus boşluğunun kan akımı açılır. Bu aşamada arkuat ve radiyal kan akımı hemen hemen yoktur. Radiyal ve spiral arterler boyunca kan akımının yokluğu endometrial yataktaki pıhtılaşma mekanizmasını kolaylaştırır.

predict adverse pregnancy outcome. Ultrasound Obstet Gynecol 1991;1:180–5 5. Makikallio K, Tekay A, Jouppila P. Uteroplacental hemodynamics during early human pregnancy: a longitudinal study. Gynecol Obstet Invest 2004;58:49–54 6. Fleischer A, Anyagebunam A, Schulman H, et al. Uterine and umbilical artery velocimetry during normal labor. Am J Obstet Gynecol 1987;157: 40–3 7. Bambi G, Morganti T, Ricci S, et al. A novel ultrasound instrument for investigation of arterial mechanics. Ultrasonics 2004;42:731–7 8. Tortoli P, Guidi G, Berti P, Guidi F, Righi D. An FFT-based flow profiler for high-resolution in vivo investigations. Ultrasound Med Biol 1997; 23:899–910 9. Tortoli P, Michelassi V, Bambi G, Guidi F, Righi D. Interaction between secondary velocities, flow pulsation and vessel morphology in the common carotid artery. Ultrasound Med Biol 2003;29:407–15 10. Urban G, Paidas MJ, Bambi G, et al. Multigate spectral Doppler analysis, new application in maternal-foetal science. Ultrasound Obstet Gynecol 2004;24:217–18 11. Morganti T, Ricci S, Vittone F, Palombo C, Tortoli P. Clinical validation of common carotid artery wall distension assessment based on multigate Doppler processing. Ultrasound Med Biol 2005;31:937–45

Uterus kasılmalarının yetersizliği, doğum sonu kanama açısından yüksek risk faktörüdür. Aynı şekilde arkuat arterlerdeki alan akımındaki artış, örnek olarak uterus arterindeki akımın beşte birinden daha yüksek olması, doğum sonu kanama açısından potansiyel risk oluşturur. Çeşitli fizyolojik durumlarda (doğum sonunu da içeren) hipogastrik, uterus ve arkuat arterler arasındaki alan akımı farkları Şekil 1’de gösterilmiştir. Kaynaklar 1. Ramsey EM, Donner MW. Placental Vasculature and Circulation. Stuttgart: Georg Thieme, 1980 2. Jurkovic D, Januniaux E, Kurjak A, et al. Transvaginal color Doppler assessment of the uteroplacental circulation in early pregnancy. Obstet Gynecol 1991;77:365–9 3. Jauniaux E, Jurkovic D, Campbell S, et al. Doppler ultrasonographic features of the developing placental circulation; correlation with anatomic findings. Am J Obstet Gynecol 1992;166:585–7 4. Arduini D, Rizzo G, Romanini C. Doppler ultrasonography in early pregnancy does not

57


Bölüm 8 DOĞUM SONU KANAMA ve DOĞUMUN ÜÇÜNCÜ EVRESİNİN PATOFİZYOLOJİSİ R.-U. Khan, H. El-Refaey B. Tıraş, S. Büyükkurt

GİRİŞ

kuvvetle kasılmasına bağlı olarak bu sinüsler kapanır. Bu nedenle plasentaya bası uygulandığında, kan bu yüksek basınçlı sisteme doğru itilmiş olur. Hatta sinüsler, kanla dolmaya bağlı olarak yırtılabilirler. Yırtılmış sinüslerden meydana gelen kanama desidua basalisin süngersi yapısını bozup, plasentayı da parçalar7. Dieckmann ve arkadaşlarıysa bu plasenta arkasına doğru olan kanamanın hiçbir işlevsel rolü olmadığını iddia etmişlerdir. Daha sonra yaptığı çalışmalarda da uterus duvarının kendi kendine kasılıp gevşemesinin buna neden olduğu ve plasentayla ilgisinin olmadığını öne sürmüştür8.

Doğum sonu kanamanın durmasının fizyolojisi esas olarak uterusun şiddetle kasılmasını sağlayan ve hormonların etkisindeki mekanik olaylara bağlıdır. Eskiden yapılmış çalışmaların neredeyse tümü uterusun kasılmasını irdelemeye odaklanmışlardı. Ancak uterusun kasılmasının neden kanamayı durdurduğu araştırılmadan olayın iç yüzü açıklanamaz. Genel olarak değerlendirildiğinde myometrium ve desidua, doğumu takiben kasıldığında kanama kontrolünü sağlayacak şekilde düzenlenmişlerdir (Şekil 1)1–3. Spiral arteriollerin uç kısmı intervillöz alanda düşük dirençli damar yatağı oluşturacak şekilde sonlanırlar ve plasentaya doğru kan akımını kolaylaştırırlar. Uterusun kasılmasıyla buradaki kan akımının azaldığı gösterilmiştir4. Üçüncü aşamadaki kasılmalar güçlü ve uzun sürelidir. Bu kasılmaların etkisiyle plasentaya olan kan akımı kesilip, plasenta ve ekleri ayrılır.

Son dönemlerde ultrasonografiyle yapılan araştırmalar Dieckmann’ın fikrini desteklemektedir. Herman ve arkadaşlarının doğum 3. evresini gerçek zamanlı sonografiyle incelediği çalışmalarında bir ayrışma aşamasının varlığını ortaya koymuşlardır. Bu aşama da plasenta ayrışmasını tamamlar9. Ayrışma aşaması esas olarak uterusun plasenta yüzünün kalınlaştığı bir “kasılma” fazını içerir. Bu kalınlaşmanın öncesindeki “latent” faz hastalar arasında değişkenlik gösterir ve 3. evrenin süresi üzerindeki en önemli belirleyicidir. Ne var ki ne latent faz, ne de kasılma fazı sırasında ultrasonografiyle plasenta arkasında hematom oluşumu izlenmemiştir.

PLASENTANIN AYRILMASI VE UTERUS AKTİVİTESİ Mekanik İşlevler Plasenta ve eklerinin ayrılmasına neden olan biyomekanik olaylar doğumun 2. evresinin başlangıcından bile önce başlamaktadır. Zarların ayrışması doğumun 1. evresiyle başlar ve serviksin iç ostiumundan yukarı doğru yavaşça ilerler5. Bebeğin gövdesinin doğmasının ardından uterus şiddetli bir şekilde kasılır ve tipik olarak retraksiyon olarak tanımlanan kas liflerinde kısalma; uterusun boy ve hacminde küçülme görülür. Tüm bu süreç olasılıkla kas liflerinin spiral dizilimiyle de kolaylaştırılmaktadır. Bu şekilde uterus hacminde elde edilen azalma, plasenta yüzey alanında da küçülme sağlar. Plasenta göreceli olarak daha sert ve esnemeyen bir yapıda olduğundan, hafifçe bile olsa bir bası oluştuğunda yatak alanı küçülür.

Plasentanın doğmasıyla ilgili iki klasik yol farklı kanama türleri oluşmasına neden olur. Schultze’de ayrışma plasentanın fetusa ait yüzünün ortasından başlar. İlk önce bu kısım aşağı iner ve diğer alanlar da bunu izler. Matthew Duncan tarafından tanımlanan ayrışma türündeyse ayrışma plasentanın kenarından başlar. Plasenta kenarından başlayarak uterus yan duvarı boyunca aşağı iner. Bu daha nadir görülen türdür (% 20) ve nispeten daha fazla kanamaya neden olduğu sanılmaktadır. Schultze’de damar dışına çıkan kanın tümü zarlar arasına hapsolur ve plasenta arkasında pıhtı oluşumuna neden olur. Oysa Matthew Duncan’da bu kanın tamamı dışarı çıkar. İkinci olarak plasentanın ayrışması Matthew Duncan’da daha yavaş olduğundan kanama için daha fazla zaman vardır10. Klinik uygulamada ayrışma türünü tahmin etmek ve buna müdahalede

Brandt’a göre plasentaya bası uygulanması, plasentadan kanın desidua basalisteki sinüslere doğru geri dönmesini kolaylaştırır6. Myometriumun 58


sağlanır. Myometriumun kasılmasıyla spiral arter ve venler basıya uğrar ve lümenleri kapanır. Bu nedenle myometrium lifleri “canlı düğüm” olarak da anılırlar10. Ayrıca kimi zaman da myometriumun kasılmasıyla oluşan uterusun bir duvarının diğerine basısı sayesinde kanama kontrolünün elde edildiği düşünülmektedir. Doğumun 3. evresinin aktif yönetiminde sıkça başvurulan bir girişim olan kordonun erken klemplenmesi değeri tartışmalı bir işlemdir. Bu şekilde kan, uterus tarafından sıkıştırılan plasenta içinde hapsolur. Bu da myometriumun kasılma ve kısalma yeteneğini azaltarak daha fazla kanamaya neden olur. Ancak bu kanamayla arkasında hematom oluşan plasentanın ayrışması da hızlanır. Plasentanın bu şekilde daha hızlı ayrışması, kanama kontrolünün de daha hızlı oluşmasını sağlayacaktır. Kordunun erkenden klemple kapatılması ilk başta daha fazla kanama yaratsa da, toplamdaki kan kaybı miktarını azaltmaktadır. Ne yazık ki yukarıda sunulan son ultrasonografi sonuçlarına rağmen, plasentanın ayrışması ve kanama kontrolü sırasında meydana gelen değişiklikleri açıklayan yeterince bilgi bulunmamaktadır. Mekanik İşlevlere Neden Olan Hormonsal Mekanizmalar Tüm kas işlevlerinde olduğu gibi uterusun kasılması da hem elektriksel, hem de hormonsal uyaranlara bağlı olarak ortaya çıkar. Her ne kadar bu mekanizmaların nöral ya da nöroendokrin yapıları kesin olmasa da, “içsel” etkinlik gerilme reseptörleriyle yönlendiriliyor olabilir. Doğumun 3. evresine etki eden iki hormon bulunmaktadır: oksitosin ve prostaglandinler.

Şekil 1: a: Uterus kaslarının dinlenme anındaki dairesel dizilimi birbirini çaprazlayan iki spiral yapıdan oluşmaktadır. b: Gebeliğin sonunda spiral yapılar gerilir (Goerttler, 19311). Kas tabakasının en içteki bölümü yüzeyel “dairesel” kas tabakası olarak adlandırılır. Bu aslında birbirini çaprazlayan iki spiral yapıdır2. Bu yapı alternatif bir bakış açısıyla her yöne dağılıyor olarak da tanımlanmıştır3. Her iki tanım da kas hücrelerinin kasılmasıyla kan damarlarının sıkıştırıldığını öngörmektedir.

Oksitosin Oksitosinin doğumun 3. evresindeki rolü, bu ilacın uzun zamandır doğum sonu kanamada tedavi edici kullanılması sayesinde, dikkatlice ele alınmıştır. Genel olarak bakılacak olursa oksitosin, oksitosin reseptörlerine etki ederek, uterusun kasılmasını sağlar. Ancak çalışmalar, oksitosinin fizyolojik etkisiyle doğumun 3. aşamasında birçok nedene bağlı olarak ortaya çıkan olaylar arasına basit ve net bir ilişkiyi gösterememiştir. Oksitosinin desidua tabakasından da sentezlenmesine bağlı olarak, oksitosinle ilgili çalışmalar çok da güvenilir değildir. Bu nedenle plazma oksitosin düzeyinin ölçümü, myometriumdaki oksitosin derişimini

bulunmak mümkün olmadığından, bu ayrım hasta yönetimi açısından bir anlam taşımaz. Doğum sonu kanamanın kontrolü plasenta yatağındaki spiral arterleri iç içe geçmiş ağlar olarak saran myometrium liflerinin kasılıp, çekilmesiyle

59


yansıtmamaktadır. Dahası oksitosin reseptör düzeyinin oksitosin etkinliği ve bu etkinliğin kontrolünde rolü olduğu gösterilmiş olsa da, plazma oksitosin düzeyleri myometriumdaki oksitosin reseptör yoğunluğundan etkilenmemektedir. Son olarak plazmada bulunan oksitosinaz adlı enzim, oksitosini etki yerine varmadan parçalamaktadır11. Doğum eylemi sırasında oksitosin dalgalar halinde salgılanır. Bu dalgalanmaların sıklığı ve süresi sürekli bir artış göstermektedir12. Aslında oksitosini böyle dalgalar halinde salınmaya itenin ne olduğu hala bilinmemektedir. Ferguson’a göre serviksin, uterus kasılmalarına bağlı olarak gerilmesi oksitosinin salınmasına neden olmaktadır13. Bu olayın gerçekliği henüz insanda gösterilememiştir. Ancak komşu pelvis organları ve vajina üzerinde ortaya çıkan ciddi basınç farklılıkları nörolojik uyarıya neden olmaktadır.

evresinde fizyolojik bir role sahip olmalarına dayandırılmaktadır. Uterusun kasılmasına neden olan prostaglandinler desidua, plasenta ve zarlarda üretilmektedir16. Prostaglandinlerin uterusta kasılma yaratıcı etkileri gebelik haftasına bağlı değildir. Her ne kadar pek çok prostaglandin türü bulunsa da uterusun kasılmasına neden olan ikisidir: PGE2 ve PGF2α. Birçok çalışmada doğumun 3. evresinde yüksek miktarda prostaglandin salgılandığı gösterilmiştir. Noort ve arkadaşlarının yaptığı titiz bir çalışmada, doğum sırasında ve doğumdan sonraki 48 saat içinde plazmadaki prostaglandin metabolitlerinin miktarı ölçülmüştür17. PGF2α’nın tepe noktasına eriştiği ve plasentanın ayrılmasından sonraki 10 dakika içinde azalmaya başladığı gösterilmiştir (Şekil 2). Plazma düzeylerindeki bu ani düşüşe bakılarak prostaglandinlerin kaynağı olarak yerinden ayrılan plasenta yatağındaki nekroz ve hücre parçalanması ya da zarlar gösterilebilir. Hatta zarlar prostaglandinlerin ana kaynağı olarak bilinmektedir. Yapılan deneysel çalışmalar amniyotik sıvının doğum sırasında zarlarda prostaglandin sentezini uyardığını göstermiştir. Buna neden olan amniyotik sıvı içindeki “aktif madde”nin ne olduğu bilinmemektedir16. Ancak bazı gözlemler prostaglandinlerin aktif rolü sayesinde doğumun 3. evresinde myometriumun kasılarak kanama kontrolünün garanti altına alındığını düşündürmektedir.

Oksitosinin bir anlık salgılanması doğrudan uterus kasılması oluşturmamaktadır. Bazı kadınlarda bebeğin doğumundan sonra plazma oksitosin düzeylerinde artış gözlenmemektedir14. Dahası plasentanın doğumu ve kanama kontrolünün olması için oksitosinin anlık salgılanmasına da gerek yoktur. Kanamanın kontrolü için ek yöntemlerin de gündeme alınması gerekir. Her ne kadar oluş mekanizması bilinmiyor olsa da, gebelik ve eylem süresince myometriumdaki oksitosin reseptör yoğunluğu artmaktadır15. Yıllardan beri doğumun 3. evresinde kanamadan korunmak ve doğum sonu kanamayı tedavi etmek için sentetik oksitosinler başarıyla kullanılmaktadır. Ancak aynı zamanda eylem sırasında uterus kasılmalarını artırmak için oksitosin kullanımı, eylemin 3. aşamasında atoni gelişimiyle de ilişkilidir. Bunun nedeni, daha önce in vitro çalışmalarda da gösterildiği gibi, oksitosinin ataklar halinde verilmemesine bağlı olarak reseptör duyarlılığının azalması olabilir15. Her ne kadar oksitosinin doğumun 3. evresinde tedavi edici etkiye sahip olduğu bilinse de, oksitosinin doğumun 3. evresindeki gerçek fizyolojik rolü kesin değildir. Doğum 3. evresiyle oksitosin arasında ters bir ilişki de olabilir. Prostaglandinler Prostaglandinler c-AMP’ye bağlı kalsiyum salınmasıyla etki edip, myometriumun kuvvetle kasılmasını uyaran maddelerdir. Doğum sonu kanamada prostaglandinlerin tedavi edici olarak kullanılmaları, muhtemelen doğumun 3.

Doğumun 3. evresinde prostaglandinler ile içsel ve tedavi amacıyla verilen oksitosinin arasında geçen etkileşme tam olarak anlaşılamamıştır. Yapılan birçok hayvan çalışmasında gebeliğin başlangıcı ve devamında, luteal etkinin ortadan kalkmasında ve olasılıkla doğumun başlangıcında prostaglandinler ve oksitosin arasında karşılıklı etkileşim olduğu gösterilmiştir19. Prostaglandinlerin nereden salgılandığı ve salgılanmasının ne tarafından kontrol edildiğinin daha iyi anlaşılması için ilave çalışmalar ihtiyaç vardır. Önümüzdeki birkaç yılda, uterusta kasılma yaratıcı etkileri konusunda PGE1 ile benzer özelliklere sahip bir madde olan, mizoprostol doğumun 3. evresinin yönetilmesinde daha fazla kullanılacaktır. Bu maddenin daha ucuz ve ısı değişikliklerine dirençli olması mevcut ilaçlara göre önemli bir üstünlüğüdür.

60


Pıhtılaşma Doğum hekimliğinin birçok klasik kitabında plasenta yatağındaki kanama kontrol edici mekanizmaların önemi vurgulanıyor olsa da, bunun işleyiş yolağı hakkında kesin bilgi bulunmamaktadır. Doğumun öncesinde ve sonrasında pıhtılaşma faktörleri ve fibrinolizis yapan maddeler üzerinde hassas değişiklikler meydana gelmektedir. Pıhtılaşma faktörlerinin derişimi sadece gebelik sırasında değil, doğumdan sonra da artar20. Buna bağlı olarak hastada pıhtılaşma işlevleri belirginleşir. Diğer yandan plasentanın ayrışmasıyla anne kanının fibrinolitik yönü de etkili olmaya başlayıp, kanın pıhtıya dönüşüm yeteneği azaltır21.

trombosit tıkacı oluşumunu kolaylaştırması ve hem pıhtılaşma, hem de fibrinolizisin karşılıklı olarak çalışmasıdır. Bu yazıda da olduğu gibi bu olayların çoğu gösterilmiş gerçeklerden çok belirsiz varsayımlardır. Doğumun 3. evresiyle ilgili çalışmalar büyük ölçüde ihmal edilmiştir. Gelişmiş toplumlarda on yıllardır doğum sonu kanamayla ilgili olarak etkin tedaviler olduğundan, yeni çalışmalar ve fikirlere olan gereksinim ihmal edilmiştir. Ne acıdır ki doğumun 3. evresi en tehlikeli dönemi temsil ediyor olsa da, bu dönem net olarak anlaşılamamıştır. DOĞUM SONU KANAMANIN PATOFİZYOLOJİSİ

Bu karmaşık değişiklikleri bir arada anlamak zordur. Üstelik doğum öncesi ve sonrasındaki çeşitli trombosit işlevlerine bağlı olarak durum daha da karmaşık bir hal almaktadır. Ancak plasentanın ayrışmasından sonra plasenta yatağında inflamatuar bir yanıt olduğunu gösteren bulgular da bulunmaktadır22. Bu tür yanıtlar bölgesel olarak pıhtılaşmayı da uyarmaktadır. Pıhtılaşma işlevlerindeki artışın getirdiği yararı anlamak bu sayede daha kolay olmaktadır. Zira kanamayı önlemek için plasenta yatağında pıhtı oluşurken, vücudun başka bir yerinde (özellikle derin pelvis venleri ve bacak venlerinde) oluşan pıhtı artmış fibrinolitik etki sayesinde nadiren kalıcı hal alır.

Doğumun 3. evresindeki fizyolojik süreç net olarak belirsiz olsa da, atoniye bağlı kanamanın etiyolojisini genel hatlarıyla anlamamıza yardım etmektedir. Bu bölümde etiyoloji ve eşlik eden patofizyoloji tartışılacaktır. Uterus Atonisi Doğum sonu kanamanın en sık nedeni uterus atonisidir. Uterus atonisine bağlı birincil doğum sonu kanama, uterusun kasılamayarak içindeki damarları kapatamaması nedeniyle oluşur. Gebeliğin son dönemlerinde uteroplasental ünitenin kalp atımının 1/5’ini, yani yaklaşık 1000 ml/dk, aldığı düşünülürse böyle bir kanamada anne kısa sürede tüm kanını kaybedebilir. Uterus atonisi doğum sonu kanamaların % 75-90’ından sorumludur. Doğum kanalı yaralanmalarının (buna doğum kanalı yırtıkları, inversiyon ve rüptür de dahildir) birincil doğum sonu kanamadaki payıysa % 20 dolayındadır (Bkz. Bölüm 9). Önemli ancak daha nadir görülen doğum sonu kanama nedenleri doğuştan ya da edinsel pıhtılaşma bozukluklarıdır ve bütünün yaklaşık % 3’ünü oluştururlar24. Uterus atonisi plasenta yatağından kaynaklanan birincil doğum sonu kanamaların büyük kısmından sorumludur. En önemli risk faktörü daha önce de atoniye bağlı doğum sonu kanama öyküsü olmasıdır (rölatif risk 3,3)25. Diğer pek çok risk faktörü de sıklıkla buna eşlik edecek şekilde bulunur. Uterusun kasılamaması içinde plasenta veya parçalarının kalmasıyla ilişkili olabilir. Kalan parça, plasentanın parçalanması veya çok daha nadiren suksentriat loba bağlıdır. Kalan plasenta parçaları uterus kasılmalarına karşı mekanik bir direnç gösterir ve plasenta yatağındaki damarların

von Willebrand hastalığı (faktör VIII eksikliği) doğum sonu kanamaya da neden olabilen, önemli bir pıhtılaşma bozukluğu örneğidir. Bu durum özellikle hastalığın faktör VIIIc eksikliğiyle giden türü için doğrudur. von Willebrand hastalığı birçok nedenden ötürü trombosit yapışma bozukluğunu taklit eder. Hematolojik bakış açısıyla plasenta doğduktan sonra kanamayı kontrol edecek aslında en önemli yol, arteriollerin ağızlarının trombosit tıkaçlarıyla tıkanmasıdır. von Willebrand hastalığı olanlarda doğum sonu kanama hızı % 15’i geçmektedir. Üstelik annede travma oluşumunu azaltacak önlemler alınması ve proflaktik dezmopresin (DDAVP) verilmesiyle bu kanamanın büyük oranda önüne geçmek mümkündür23. Özet olarak plasentanın ayrılmasından sonra meydana gelen kanamayı durdurucu mekanizmalar spiral arteriollerin etrafındaki kas tabakasının kasılmasıyla trombosit tıkacının oluşması, uterusun küçülerek arteriolleri mekanik olarak kapatmasıyla

61


zaman Şekil 2: Plazma PGF2α düzeyleri (pg/ml; ortalamanın standart eşdeğeri). I: Doğumun erken aşaması ve serviksin tam açık olması sırasında; II: Çocuğun başının doğması sırasında; III: Plasentanın ayrışması ve plasentanın ayrılmasından 48 saat sonraya kadar (Noort ve arkadaşları, 198917). ağzı açık kalır. Ancak olguların çoğunda uterusun düzensiz ve etkisiz kasılması, plasenta parçası kalmasının ana nedenidir. Hatta atonisi ve buna bağlı doğum sonu kanaması olanlarda plasentanın kalması da muhtemel bir sonuçtur. Daha sonra da kontraksiyonların olmaması zaten kendi kendini devam ettiren bir süreç olarak karşımıza çıkar. Uterusun düzensiz ve etkisiz kasılmasının nedeniyse bilinmemektedir. Bunun istisnasıysa myomlardır. Uterusun gerilmesinin nedeni, yani myom, uterusun kasılmasıyla giderilemez ve atoniye neden olur. Ancak kasılmada düzensizlik meydana geldiğinde bunun her zaman uterusun 3. evredeki gerilmesine bağlı olduğunu söylemek de mümkün değildir. Çoğul gebelik, polihidramnios gibi doğumdan önce meydana gelen gerilmeler de uterusun doğumdan sonra etkili bir şekilde kasılmasına engel olabilir. Bu da doğum sonu kanama için bir risk nedenidir.

olarak da anılan bu durum, uterusun fizyolojik kasılıp küçülme yeteneğini baskılayarak kanama kontrolünü olumsuz etkiler. Ancak kanın damar dışına çıkmasıyla uterusun kasılamaması arasındaki ilişki tam olarak anlaşılamamıştır. Koryoamniyonitin de anlaşılamayan nedenlerle benzer etkileri vardır. Hem doğum öncesi kanama, hem de koryoamniyonit uterus kasılmalarını doğumun ilk iki evresinde de kısıtlar. Ayrıca uzamış doğum eylemi, doğum sonu kanama için bir risk olarak da bilinmektedir. Klasik bilgi, doğumun ilk iki evresindeki uzamanın atoniye yol açtığıdır. Ancak doğumun başlamasından önce beliren düzensiz uterus işlevinin doğumun üç evresini de yavaşlattığı ve bu nedenle de doğum sonu kanamaya neden olduğunu düşünmek daha mantıklıdır. Bizim bildiğimiz kadarıyla bu “yaygın uterus işlev bozukluğu” hakkında bir çalışma da yapılmamaktadır.

Doğum sonu kanama, doğum öncesindeki bir kanamayı takiben meydana gelirse olayı kanamaya neden olan iki ayrı atak olarak tanımlamak özellikle zor bir süreçtir. Nadir ama ciddi bir komplikasyon, ablasyo plasenta sırasında kanın damar dışında çıkıp myometriuma sızmasıdır. Couvelaire uterusu

Bir Plasenta Yerleşim Bölgesi Olarak Alt Segment Plasenta previa ve plasenta akreatada plasenta yatağı (dolayısıyla doğum sonu kanamanın yeri) uterusun alt bölümüdür. Plasentanın alt bölüme yerleşmesi kanama ve plasenta parçası kalması konusunda riski

62


tipik bir örneğidir. Sadece doğum öncesindeki olaylara yoğunlaşıp, doğum sonrasındaki gelişmeleri göz ardı etmektedir. Yine de bulgular dikkat çekicidir; çünkü plasenta previalı olguların çoğunda plasenta akreata için potansiyel bir takım bulgular saptanmıştır. Sonuç olarak alt segmentteki myometriumun özellikleri hakkında nitel bir bilgi bulunmamaktadır.

belirgin olarak artırmaktadır. Her ne kadar var olan kanıt çok güçlü olmasa da, patolojik kanamanın etiyolojisinin kaçınılmaz olarak alt segmentin anatomik ve fizyolojik olarak yetersizliğiyle ilişkili olduğunu gösteren bulgular vardır. Plasenta Previa Plasenta previada plasenta anormal olarak aşağıya yerleşmiştir. Atoniye bağlı doğum sonu kanama plasenta previa için bilinen bir komplikasyonudur. Hatta sezaryen yapılmış olsa bile ameliyat sırasında şiddetli kanama olması ciddi bir risktir26. Kanamayı durdurmak için her zaman yapılan tıbbi tedaviler çoğu kez alışılandan daha etkisizdirler. Kanayan sinüsleri dikerek kapatmaya çalışmak ya da B-Lynch sütürü de etkisiz olabilir. Bu durumda kanamayı kesmenin yolu histerektomi yapmaktan geçer. Hastaların çoğunda kanama alt segmenti çıkarmadan durmayacağından, subtotal histerektomi yeterli olmayacaktır. Bu nedenle çoğu cerrahın tercih ettiği ameliyat total histerektomidir. Alt segmentin tutulması sadece kanamanın olacağı anlamına gelmeyip, aynı zamanda alışıldık tedavi seçeneklerinin de yetersiz olacağını göstermektedir. Klasik kitapların yazarları sıklıkla alt segment yerleşimleri için plasenta yatağını saran kas dokusunun doğum sonunda kasılma ve küçülmeyi sağlama konusunda yetersiz olduğu ve bu nedenler de kanamanın olduğu yönünde görüş bildirmektedirler26. Plasentanın ayrışması ve doğum sonu kanamanın durması için uterusun kasılması ve küçülmesi esastır ve alt segmentteki plasenta yatağındaki fizyolojik kanama kontrolü sağlanması bu hastalar için imkansızdır. Fakat bu tüm hastalar için geçerli değildir ve tüm evre 4 plasenta previa hastalarında histerektomi yapmak gerekmez. Bu durum farklı hastalarda, uterus alt segment kas dokusunun farklı miktar ve yapıda kas içermesiyle açıklanabilir. Yakın zamanda konuyu ele alan bir literatür araştırması yapılmış ve bu tür farklılıkların yapısını ve nedenini irdeleyen bir çalışmanın yapılmamış olduğu görülmüştür.

Plasenta Akreata Plasenta akreata, plasentanın ölümcül şekilde myometrium içine girdiği bir durumdur. Nadir bir durumdur ve 1990’da Kuzey Amerika’da 2.000– 3.500 gebede 1 insidansta olduğu hesaplanmıştır28. Bu durum alt segment yerleşimli plasentayla sıkı bir ilişki göstermektedir. Plasenta previayla birlikteliği % 15 dolayındadır26. Bu saldırgan yapışma aynı zamanda alt segmentteki desidua tabakasının kaybıyla da ilişkilidir. Desidua tabakasındaki bu eksiklik çoğu kez sezaryen ya da myomektomi, endometrit veya kürtaj geçirilmiş olması ya da uterus anomalisine bağlı olarak gelişen endometrium yaralanmasıyla ilişkilidir. Uterus cerrahisi geçirmiş olmak plasenta previa ve akreata için en önemli risk faktörüdür29. Plasentanın uterustaki skar dokusu civarına yerleşmesi ve bunu takiben trofoblastların myometrium içine doğru büyümesinde artmış bir yatkınlık bulunmaktadır. Uterusta skar dokusu olması aynı zamanda skar ayrışması, ateş ve diğer komplikasyonlar açısından da risk artışı yaratmakadır30. Bu nedenle skar bölgesi klasik olarak “zayıf alan” olarak tanımlanır. Kas doksundaki yaralanma, iyileşirken bağ dokusuna yer değiştir. Doğum eylemi sırasında uterus içindeki gerilme kuvvetinin de etkisiyle alt segment incelir. Bu kuvvet skar dokusunu gerip, yırtılmasına neden olabilir. Uterus rüptürü öngörülemez, ancak sezaryen sayısı arttıkça risk de artmaktadır31. Her ne kadar literatürde üzerinde fazla durulmamış bir konu olsa da, kişisel klinik deneyimimiz sezaryen sayısı arttıkça uterus alt segmentinin giderek daha inceldiği yönündedir. Gerçekten de alt segmentin zar gibi inceldiği görülebilmektedir. Bu görüntü sadece skara özgü değildir. Muhtemelen “zayıf skar”, geçirilmiş cerrahilere bağlı alt segmentte oluşan genel zayıflığı yansıtmaktadır.

Biswas ve arkadaşları plasenta previalı ve normal plasenta yerleşimli olgularda plasenta yatağından aldıkları biyopsileri karşılaştırmışlardır. Yazarlar plasenta previalı olgularda daha fazla dev trofoblastik hücre birikimi olduğunu ve myometriumdaki spiral arteriollerde fizyolojik değişiklikler olduğunu bildirmişlerdir27. Bu çalışma modern doğum hekimliğinde görülen araştırmaların

Klinik deneyimimiz sadece alt segment yerleşimli plasentalarda daha fazla doğum sonu kanama olduğunu söylemeye yetmemektedir. Ancak alt

63


segmentin kas dokusu bu görevi yerine getirmek için yetersizdir. Plasenta previa ve plasenta akreata olgularında alt segment alışılandan da daha ince görülmektedir. Bizim düşüncemize göre zaten uterusun üst bölümlerine göre daha az kasılma yeteneğine sahip olan alt segmente plasenta yerleşirse, bu bölümün kasılma gücü daha da azalmaktadır. Bu düşünceye göre alt segmente implantasyon, buradaki myometrium için başlı başına olumsuzluk yaratmaktadır. Üstelik dış gebelik, skar dokusunda yerleşim gibi desiduanın yetersiz olduğu durumlarda plasenta boyutu ve trofoblast yayılmasının daha fazla olduğunu gösteren birçok yazılı olmayan kanıt da bulunmaktadır. Trofoblastların az desidua reaksiyonunun olduğu alt uterus segmentine yayılmasıyla plasenta akreata riskinin de artacağını düşünmekteyiz.

bonds of the human uterus and their functional behavior.] Gegenbaurs morphologisches Jahrbuch 1931;45–128 2. Fuchs A, Fuchs F. Physiology of parturition. In Gabbe S, Niebyl J, Simpson J, eds. Obstetrics: Normal and Problem Pregnancies, 2nd edn. New York: Churchill Livingstone, 1991:147–74 3. Renn K. Untersuchungen ueber die raeumliche Anordnung der Muskelbuendel im Corpus bereich des menschilichen Uterus. Z Anat Entwicklungsgesch 1970;132:75–106 4. Lees M, Hill J, Ochsner A, et al. Maternal placental and myometrial blood flow of the rhesus monkey during uterine contractions. Am J Obstet Gynecol 1971;110:68–81 5. de Groot A. Safe motherhood – the role of oral (methyl)ergometrine in the prevention of postpartum hemorrhage. MD Thesis, University of Nijmegen, 1995 6. Brandt M. The mechanism and management of the third stage of labor. Am J Obstet Gynecol 1933;25:662–7 7. Dieckmann W, Odell L, Williger V, et al. The placental stage and postpartum hemorrhage. Am J Obstet Gynecol 1947;54:415–27 8. Inch S. Management of the third stage of labour – another cascade of intervention? Midwifery 1985;1:114–22 9. Herman A, Weinrauth Z, Bukovsky I, et al. Dynamic ultrasonographic imaging of the third stage of labor. New perspectives into third stage mechanisms. Am J Obstet Gynecol 1993;168: 1496–9 10. Sweet D, Kiran B. Mayes’ Midwifery. London: Balliere Tindall, 1997 11. Hirst J, Chibbar R, Mitchell B. Role of oxytocin in the regulation of uterine activity during pregnancy and in the initiation of labour. Semin Reprod Endocrinol 1993;11:219–33 12. Fuchs A, Romero R, Keefe D, et al. Oxytocin secretion and human parturition: pulse frequency and duration increase during spontaneous labour in women. Obstet Gynecol 1991;165:1515– 23 13. Ferguson J. A study of the motility of the intact uterus of the rabbit at term. Surg Gynecol Obstet 1941;73:359–66 14. Thornton S, Davison J, Baylis P. Plasma oxytocin during third stage of labour: comparison of natural and active management. Br Med J 1988;297:167–9

Yukarıda tartışılan konular ışığında ne yazık ki dünyanın gelişmiş ülkelerinde sezaryen oranları dramatik ve düşüncesizce artmaktadır. Bu da kaçınılmaz olarak plasenta previa, plasenta akreata ve skar yırtılması gibi komplikasyonların artmasına neden olacaktır. Bu komplikasyonlar özellikle önemlidir, çünkü medikal tedavilerle yönetilmeleri nispeten daha zordur. Bu nedenle de histerektomi gibi daha radikal cerrahilere neden olabilmektedirler. Uterusun üst segmentinde yerleşmiş plasenta yatağının kas dokusunun yapısı hakkında detaylı bilgi eksikliği, benzer şekilde alt segment yerleşimli plasentalar için de geçerlidir. Bu konuyu ele alan çalışmalara acilen ihtiyaç duyulmaktadır. Şu anda doğum sonu kanamanın cerrahi dışı tedavi seçenekleri uterusun kasılmasını sağlamaya yöneliktir. Ancak yeterli myometrium olmaması halinde bu yaklaşım işe yaramamaktadır. Bize göre alt segmente yerleşmiş plasenta ya da geçirilmiş cerrahi, kasın histolojisinde yapısal ve işlevsel değişikliklere neden olmaktadır. Bu nedenle doğum sonu kanamada klinik olarak önemli olan yeni bir türden bahsetmek istiyor ve buna “doğum sonu alt segment kanaması” adını öneriyoruz. Bu yeni alt grubun en uygun şekilde tedavisi ancak alt segment tutulumuna özgü, yeni tedavi protokolleriyle yapılacaktır. Kaynaklar 1. Goerttler K. Die Architektur der Muskelwand des menschlichen Uterus ind ihre funktionelle Bedeutung. [The architecture of the muscle

64


15. Phaneuf S, Asboth G, Carrasco M, et al. Desensitisation of oxytocin receptors in human myometrium. Hum Reprod Update 1998;4:625–33 16. Brennand J, Leask R, Kelly R, et al. The influence of amniotic fluid on prostaglandin synthesis and metabolism in human fetal membranes. Acta Obstet Gynecol Scand 1998;77:142–50 17. Noort W, van Buick B, Vereecken A, et al. Changes in prostaglandin levels of PGF2and PGI2 metabolites at and after delivery at term. Prostaglandins 1989;37:3–12 18. Jenkin G. Oxytocin and prostaglandin interactions in pregnancy and at parturition. J Reprod Fertil 1992;45(Suppl):97–111 19. Ilancheran A, Ratnam S. Effect of oxytocics on prostaglandin levels in the third stage of labour. 1. Gynecol Obstet Invest 1990;29:177–80 20. Wallenburg H. Changes in the coagulation system and platelets in pregnancy-induced hypertension and pre-eclampsia. In Sharp F, Symonds E, eds. Hypertension in Pregnancy. Ithaca: Perinatology Press, 1987:227–48 21. Shimada H, Takshima E, Soma M, et al. Source of increased plasminogen activators during pregnancy and puerperium. Thromb Res 1989; 54:91–8 22. Louden K, Broughton Pipkin F, Symonds F, et al. A randomised placebo-controlled study of the effect of low dose aspirin on platelet reactivity and serum thromboxane B2 production in nonpregnant women, in normal pregnancy, and in gestational hypertension. Br J Obstet Gynaecol 1992;99:371–6 23. Kadir R, Lee C, Sabin C, et al. Pregnancy in women with von Willebrand’s disease or factor XI deficiency. Br J Obstet Gynaecol 1998;105: 314–21 24. Prendiville W, Elbourne D. Care during the third stage of labour. In Chambers I, Enkin M, Keirse M, eds. Effective Care in Pregnancy and Childbirth, Vol 2. Oxford: Oxford University Press, 1989:1145–70 25. Stones R, Paterson C, Saunders N. Risk factors for major obstetric hemorrhage. Eur J Obstet Gynecol Reprod Biol 1993;48:15–18 26. Konje J, Whalley R. Bleeding in late pregnancy. In James D, Steer P, Weiner C, Gonik B, eds. High-risk Pregnancy Management Options. London: Saunders, 1994:119–36 27. Biswas R, Sawhney H, Dass R, Saran R,

Vasishta K. Histopathological study of placental bed biopsy in placenta previa. Acta Obstet Gynecol Scand 1999;78:173–9 28. Zahan C, Yeomans E. Postpartum hemorrhage: placenta accreta, uterine inversion and puerperal hematomas. Clin Obstet Gynecol 1990;33:422–31 29. Dickinson J. Previous Caesarean section. In James D, Steer P, Weiner C, Gonik B, eds. Highrisk Pregnancy Management Options. London: Saunders, 1994;207–16 30. Enkin M, Wilkinson C. Manual removal of placenta at caesarean section (Cochrane review). In Keirse MJNC, Renfrew MJ, Neilson JP, Crowther C, eds. Pregnancy and Childbirth Module. In The Cochrane Pregnancy and Childbirth Database [database on disk and CDROM]. The Cochrane Collaboration; Issue 2, Oxford: Update Software, 1999. Available from BMJ Publishing Group, London 31. Beasley J. Complications of the third stage of labour. In Whitfield C, ed. Dewhurst’s Textbook of Obstetrics and Gynaecology for Postgraduates, 5th edn. Oxford: Blackwall Science 1995: 368–76

65


Bölüm 9 OBSTETRİK TRAVMA D. G. Evans, C. B-Lynch İ. C. Evrüke, B. Özbakır Dülger

AKUT UTERUS İNVERSİYONU

uterus nazikçe yukarıya ve geriye hareket ettirilir. Günümüzde kontrollü kordon traksiyonu, doğumun üçüncü evresi için standart uygulamadır.

Uterusun ters yüz olması ile ifade edilen akut uterus inversiyonu doğumun üçüncü evresine ait nadir ve ciddi bir komplikasyondur. Tahmini insidansı, 20– 25.000 doğumda 1’dir1–3. Sonraki çalışmalar 1/2.0004 olduğu sonucuna vardıysa da, gerçek insidans belirsizdir çünkü bazı hafif formları kendiliğinden düzelmekte ve bu nedenle rapor edilmemektedirler.

Diğer etiyolojik faktörler uterus atonideyken fundustan güçlü basınç uygulayarak plasentayı çıkartmaya çalışmak ve uterus gevşek iken fundusa yerleşmiş plasentanın göbek kordonundan traksiyonunu içerir. Ayrıca fundusta bölgesel atoni ve uterusun geri kalan kısmında kontraksiyonlar ile de oluşabilir. Diğer etiyolojik faktörler makrozomi, polihidramnios, çoğul gebelik, primiparite ve oksitosin uygulanmasıdır. Oysa diğer durumlarda inversiyon öksürme, hapşırma veya kasılma gibi ani abdominal basınç artışı ile oluşur.

Sınıflama Uterus inversiyonu fundusun serviksten geçip geçmemesine bağlı olarak komplet veya inkomplet olabilir5. Uterus inversiyonu doğumdan sonraki ilk 24 saat içerisinde gelişirse akut olarak adlandırılır. İlk 24 saatten sonra ve doğum sonu ilk 4 hafta içerisinde oluşan inversiyon subakut adını alır. Nadir kronik inversiyon da doğum sonu 4 haftadan sonra oluşur.

Kronik inversiyon fark edilmemiş bir akut inversiyonun veya serviksten prolabe olan bir submüköz myomun bir sonucu olabilir. Plasentanın bir kotiledonunun retansiyonu ile oluşan plasental polip de aynı duruma neden olabilir.

Etiyoloji Plasentanın atılması doğa tarafından, yerçekimi kuvvetlerinin ve dışkılama ile aynı amaçla yapılan çömelme pozisyonundaki anne ile sağlanır. Oysa üçüncü evre dorsal pozisyonda gerçekleştiğinde plasentanın çıkışı için yardım gerekebilir. Akut uterus inversiyonu etiyolojisinde doğumun üçüncü evresinin uygun olmayan yönetimi sıklıkla söz konusudur. Hatta birçok ebelik ders kitabında ve eski obstetrik ders kitaplarında bahsi geçen, plasentanın Crede metodu ve kontrolsüz kordon traksiyon ile doğurtulması, akut uterus inversiyonu riskini daha da arttırmaktadır. Güçlü bir şekilde kasılan uterus, plasentayı dışarıya atmak için piston görevi görür. Pelvik girim aksına el ayası ile plasentayı alt genital kanaldan çıkartmak amacıyla aşağıya ve arkaya doğru kuvvet uygulanır. Maalesef uterus kasılmadan yapılan Crede manevrası akut inversiyona neden olabilir. Diğer yandan standart ebelik ve obstetrik ders kitaplarında belirtilen Brandt Andrews manevrası, Aristoteles’in plasentanın doğumunda kordonun traksiyonu metodunun bir modifikasyonudur. Gerginlik oluşturulması önerilmekle beraber traksiyon önerilmez ve uygulamada bir el göbek kordonunu tutarken diğer el batına yerleştirilerek

Tanı Semptomlar akut ve belirgindir. Genellikle anne aşağıya doğru inen bir şeyin farkındadır ve bu durum beklenmeyen bir hızla, belirgin bir şok ile devam eder. Uterus vajinanın dışında introitusta görülebilir ve fundus artık batından palpe edilemez. İnkomplet inversiyonda uterus fundusu aşağıya inmekle beraber, serviksten geçmemis olabilir. Böyle durumlarda uterus hem batından palpe edilemez, hem de vulvadan görülemez. Vajinal muayene ile uterusun ters yüz olmuş gövdesi ve üzerinde onu saran servikal halka tespit edilir. Tüm durumlarda muhtemelen infundibulopelvik bağlar ve diğer organların gerilimine bağlı olarak şiddetli ağrı olur. Şok göze çarpan bulgudur ve organların gerilimine bağlı olarak kısmen nörojenik, kanama ve hipovolemiye bağlı olarak da kısmen hipovolemiktir. Şokun derecesi plasentayı çıkartmak için herhangi bir girişim uygulanmasına göre değişen kan kaybı ile orantılıdır. Plasenta uterus duvarına tamamen yapışık değilse bir miktar kanama her zaman 66


olur. Uterusu yerine yerleştirmeden plasentanın çıkartılmasına yönelik her girişimin ciddi kanama ile sonuçlanacağının bilinmesi önemlidir5, 6. Dünyanın gelişmemiş kısımlarında doğum geleneksel ebe tarafından yaptırılıyorsa bu durum özel bir risk oluşturur.

destekler. Yerine itme başarısız olursa tedavinin ikinci basamağı olan servikal retraksiyon halkasının gevşetilmesi yöntemlerine geçilmelidir. Betamimetikler veya amil nitrit inhalasyonu servikal halkanın uterusun yerine itilmesine izin verecek kadar gevşemesini sıklıkla sağlar9. Benzer bir etki halotan anestezisi ile de sağlanabilir. Ama maalesef bu ajanın yeterli dozda kullanımı uterus atonisi, hipotansiyon ve ciddi kanama gibi, hayatı tehdit edici komplikasyonlara neden olabilir. Bu ve diğer nedenlerle halotan artık kullanılmamaktadır. Hipotansif hastada servikal kontraksiyon halkasını gevşetmek için 2 g magnezyum sülfat intravenöz bolus olarak (stabil hastada 0,25 mg intravenöz terbutalin) kullanılabilir10. Sık kullanılmasa da intavenöz nitrogliserin denenebilir.

Yönetim Akut uterus inversiyonu gerçek bir obstetrik acildir6. Ciddi doğum sonu kanamaya neden olabilir. Resüsitasyon ve protokol tedavisi için destek takımı çağırılmalıdır. Uterotonik ajanlar, eğer başlandıysa, kesilmeli ve yeterli ve uygun anesteziyi takiben uterusun elle yerine itilmesi girişimi sonrası plasenta çıkartılmalı ve oksitosin tekrar başlanmalıdır7. Doğum masası veya yatağın ayak kısmının yükseltilmesi viseral gerginliği, ağrı ve şoku azaltabilir. Geniş çaplı damar yolundan sıvılar vererek acil resüsitasyon yapılmalıdır. Yerine itme öncesi yeterli analjezi sağlanmış olmalıdır ve mesaneye kateter yerleştirilmelidir. Antibiyotik profilaksisi önerilir.

Uterusun yerine yerleştirilmesi ile ilgili daha ileri girişimler ameliyathanede genel anestezi altında, laparotomi yapabilecek şartlar ve malzemeler varken denenmelidir. Ayrıca laparotomiye başvurulmadan önce denenmiş ve test edilmiş O’Sullivan hidrostatik tekniği denenmelidir11. Burada öncelikli olarak hastanın yaşamsal bulgularını düzeltmek için yeterli kan hacmi ve basıncı sağlanmalıdır. Obstetrik ekip ve anestezist bir araya gelir. Aşağıdaki girişimler yapılmadan önce yeterli anestezi şarttır:

Her gecikme uterusun yerine yerleştirilmesini zorlaştırdığından, oradaki ilk sağlık uzmanı yerleştirme girişimini yapmalıdır. Rejiyonel anestetikler, işlemin uygulanmasını kolaylaştırır8. Plasenta yerinde bırakılmalı, çıkarma girişiminde bulunulmamalıdır. Uterusun aşağıya en son inen kısmı yukarıya ilk çıkmalıdır. Bu alt segmentin ilk, fundusun sonra yerleştirilmesini ifade eder. El hibitane krem ile (veya mevcut başka bir antiseptik ile) kayganlaştırılır ve vajina içerisine yerleştirilir. Servikal halka çevresinde parmaklarla nazik manevralar yaparak ve elin ayası ile de yukarıya eş zamanlı basınç uygulayarak, uterus yavaş yavaş yerine itilir. İncelmiş alt segment yırtılıp yaralanabileceğinden kuvvet uygulanması tehlikelidir. Bazı vakalarda vajinal kubbe zaten yırtılmıştır. Uterus yerine yerleştirilmedikçe şokun derecesi azalmaz. Olguların çoğunluğunda bu yol kullanılarak başarı sağlamak mümkündür9. Eğer yerleştirme başarılı olduysa, ergometrin veya oksitosin infüzyonu yapılıp, plasenta çıkartılmalıdır. Gelişmemiş ülkelerde veya evde doğumda kaynatılmış ve tolere edilebilir ısıya getirilmiş su kullanılarak temiz havlu veya bezler ıslatılır ve bu malzeme itme ve vajinayı toparlamada yardımcı olarak kullanılır. Bu yerine yerleştirme girişimlerini destekleyebilir ve daha fazla kan kaybının önüne geçebilir. Fundusun iki elle masajı da kontraksiyonu

1. Uterus gevşetici kullanılmadan yerine yerleştirmenin denenmesi 2. Yanıt sağlanamazsa veya sağlansa da devam ettirilemezse, anestezist yerine yerleştirmeyi desteklemek için uterus gevşemesini sağlamak için ve uterotonik ajanları uygulamak için bulunmalı 3. Obstetrik anestezist tarafından uygulanan genel anestezi tercih edilir. Parmakla yerine itme, uterusta yeterli kas tonusu sağlanarak desteklenmeli 4. Arka fornikse yerleştirilen lastik bir tüp vasıtası ile vücut ısısında 1–2 litre salin solüsyonu vajinaya verilmelidir. Bu sırada doğum hekimi el ile introitusu kapatmalıdır. Vajinal duvarlar genleştikçe, uterusun fundusu yükselir ve inversiyon genellikle hemen düzelir. Bir kez başarı sağlandıktan sonra, uterus fundusu desteklenerek sıvının yavaşça vajinadan çıkmasına izin verilir.

67


İnversiyonun derinliğini gösteren alet

Sol ve sağ ligamentum rotundumlar Şekil 1a: Akut uterus inversiyonu,

Şekil 1d: Akut uterus inversiyonu. Kısmi iskemi ile redüksiyon

Sol ve sağ eller

Şekil 1b: Akut uterus inversiyonu. Parmak uçları, redüksiyonu desteklemek amacıyla uterus fundusu altına yerleştirilmiş

Şekil 1e: Akut uterus inversiyonu. Normal klinik özellikler ile komplet redüksiyon ve revaskülarizasyon. (Laparotomide B-Lynch tekniği ile enstrümental olmayan akut uterus inversiyonu redüksiyonu. © Copyright’05)

O’Sullivan bu tekniği ilk tarif ettiğinde solüsyonu iletmek için duş başlığı ve geniş bir lastik tüp kullanmıştı. Günümüzde steril solüsyonu vajina içerisine doldurmak için silastik bir vakum kap kullanılmaktadır12. Yerine yerleştirme sağlanana kadar ılık hipertonik solüsyon ile ıslatılmış ve ters yüz olmuş uterusa sarılan havlular kaçınılmaz bir şekilde oluşan ödemi azaltır ve uterusun yerine yerleştirilmesini hızlandırır. Çok zor vakalarda orta hat laparatomi gerekebilir. Hasta silinmeli, Lloyd Davis (kurbağa şeklinde duran bacaklar) pozisyonunda katlanmalı ve baş aşağı eğimde (Trendelenburg) yerleştirilir. Hastaya kalıcı kateter

Şekil 1c: Akut uterus inversiyonu. Kanlanmanın geri dönüşü

68


ve geniş spektrumlu antibiyotikler uygulanır. Bağırsakların uterustan uzağa ve yukarıya doğru paketlenmesini takiben doğum hekimi ellerini alt segmentin önüne ve arkasına yerleştirir. Ayrıca parmak uçları ters yüz olmuş fundusun seviyesinin arası ile aşağısındadır. Her iki elin parmak uçları ile yukarı iten bir basınç uygulanır. Zamanla yükselen uterus sayesinde internal çukur kaybolur (Şekil 1a-e)13. Uterusta nabız basıncının sağlanmasıyla dolaşım yeniden başlar.

ödem ve dokuların zayıf yapısı nedeniyle kronik inversiyonun düzeltilmesi oldukça zordur. Akut inversiyonu düzeltmek amacıyla kullanılan teknikler bu kronik durumda yardımcı değildir. Yatak istirahati, yatağın ayaklarının yükseltilmesi, antibiyotik proflaksisi ve kayganlaştırıcı maddeler ile vajinal temizlik yapılması ödemin çözülmesine ve varsa enfeksiyonların tedavisine yardımcı olabilir. Ancak sonuçta histerektomi yapılması gerekebilir. Kronik inversiyonun nedeni bir myom ya da plasental bir polip ise inversiyona uğramış uterusun düzeltilmesini kolaylaştırmak için tabana en yakın yerinden bağlayıp kesilerek polip çıkartılmalıdır.

Bu teknik başarısız olursa orta hat abdominal insizyon yukarıya doğru büyütülebilir. Ters yüz olmuş uterus bir huni görünümündedir ve uterusu dışarıya çıkartmak en doğrusudur. Ligamentum rotundumlar bilateral Allis veya ring forseps kullanılarak yukarı çekilir. Bu esnada asistan inversiyon gelişen kısımlara vajinadan yukarıya doğru basınç uygular. Bu manevraya Huntington tekniği denir14, 15.

UTERUS RÜPTÜRÜ Uterus rüptürü yüksek ciddi hastalık ve ölüm riski olan önemli bir obstetrik komplikasyondur. Gelişmiş ülkelerde primiparlarda baş-pelvis uygunsuzluğu, fetal sıkıntı veya preeklampsi nedeniyle yapılan sezaryen sayısının artması sonucunda sezaryen ilişkili uzun dönem komplikasyonların, özellikle de uterus rüptürü riski ve insidansının artması dikkat çekicidir. Kaynakları az olan ülkelerde hem kısa, hem uzun dönem riskler daha da artmıştır.

Bu evrede başarısızlık Haultain tekniğini uygulamayı gerektirir. Batından serviksin arkasına dikine bir kesi uygulanır ve bu seviyedeki kasılmayı gevşetmek için huni kılavuz olarak kullanılır. Asistan redüksiyon ve yerine yerleştirme amacıyla vajinadan yukarıya doğru basınç uygular16.

Yırtık periton boşluğuna uzanırsa uterus rüptürü komplet olarak adlandırılırken, seroza sağlam kalırsa inkomplet olarak adlandırılır. Rüptür spontan, travmatik veya skar ayrılması sonucu olabilir. Gebelik esnasında, travayın erken döneminde veya uzamış travayı takiben oluşabilir17.

Uterusun normal pozisyonuna dönmesi ile plasenta vajinadan elle çıkartılmalıdır ve batından iki elle uterusun kasılı kalmasının devamlılığı sağlanmalıdır. Ergometrin, intravenöz oksitosin infüzyonu veya mizoprostol uygulanmalıdır. Açıldıysa uterus arka duvarı katman katman onarılmalı ve batın geleneksel yöntemle kapatılmalıdır. Hasta yoğun bakım ünitesi veya devamlı takip edilebileceği bir ünitede 24 saat monitörize edilmelidir.

Gelişmiş ülkelerde uterus rüptürünün en sık nedeni önceki alt segment transvers sezaryen skarının ayrılmasıdır. Klasik skarın ayrılma riski önceki alt segment insizyonunkinden sekiz kat daha fazladır. Travay esnasından ziyade öncesinde görülmesi daha olasıdır. Önceki skar rüptürü öyküsü, bir sonraki skarın rüptürü olasılığını 10–20 kat arttırır18, 19.

Subakut inversiyon benzer bir şekilde yönetilir ama uterus involüsyonu olduğunda kendiliğinden de düzelebilir4.

Uterus rüptürü genellikle aniden oluşur ve tabloya ciddi karın ağrısını takiben dolaşım yetmezliği eşlik eder. Oysa çoğu olguda önceki sezaryeni takiben olan vajinal doğum sırasında ayrılma kademe kademe olur. Bu sırada meydana gelen uterus retraksiyonuyla yara yerinden kanama durur ve ayrılma asemptomatik olarak kalır.

Kronik inversiyonda uterus ters yüz olmuş halde involüsyona uğrar ve vajinada yumuşak, ödemli, dokunulduğunda kolaylıkla kanayan ve yüzeyel ülserasyon alanları gösteren bir doku olarak izlenir. Uzamış inversiyonda, kolumnar epitel ile döşeli uterus duvarının çok katlı skuamöz epitele dönüşmesi izlenebilir. Kısmen var olan

Özellikle kadınların eğitimli sağlık personeli yokluğunda doğum yaptıkları gelişmekte olan

69


ülkelerde, spontan uterus rüptürünün en sık nedeni uzamış travaydır. Rüptür anne veya fetusa ait nedenlerle (genellikle makrozomi) oluşabilir.Anneye ait nedenlere örnek olarak gelişimsel, yapısal veya besinsel nedenlerle oluşan pelvis darlığı ile başpelvis uygunsuzluğu gelişmesi, omuz gelişi, makat veya alın geliş, inatçı mentoposterior yüz gelişi gibi geliş bozuklukları, transvers duruş, fetusta anomali, hidrosefali, tümör, asit, yapışık ikizler, annede tümörler, servikal lezyonlar, myomlar veya tümör, kilitlenmiş ikizler ve inkarsere retrovert olmuş uterus gibi nadir durumlar ve patolojik anteversiyon gösterilebilir. Ayrıca grand multiparite, travayı indüklemek veya desteklemek amacıyla uterotonik ilaç kullanımı, plasenta perkreata ve intrauterin manevraların da uterus rüptürüyle ilişkili olduğu gösterilmiştir19, 20.

segmentin artmış retraksiyonu sonucu Bandl halkası oluşmasına neden olan, doğumun takılmasına bağlıdır. Yırtık uterus alt segmentinden başlar ve fundusa kadar çıkabilir. Aşağıda vajinaya doğru inebilir veya lateral olarak ligamentum latuma doğru ilerleyebilir. Eğer yırtık arkadaysa forniksten Douglas boşluğuna ulaşabilir (kolporeksis)20. Eğer rüptür öndeyse mesane alt segmente tutunduğu yerden sıyrılır. Periton bütün kaldığından rüptür inkomplet olarak adlandırılır. Travayı takılmış olan multipar hastada uterus rüptürü gelişene kadar tetanik kontraksiyonlar olmaya devam eder. Oysa primipar hastada travay genellikle durur. Multipar bir hastada rüptürün klasik klinik bulguları dramatik olabilir. Ağrı ve kontraksiyonlar devamlıdır. Önce sadece kısa zaman aralıkları varken, daha sonra kasılmalar sürekli hal alır. En son aşamadaysa Bandl halkası oluşumunun ardından rüptür ve dolaşım yetmezliği gelişir. Daha sonrasında kontraksiyonlar genellikle durur, fetus peritoneal boşluğa atılır, fetal parçalar kolaylıkla palpe edilebilir ve uterus farklı bir hal alır20–22.

Gebelik süresince oluşan rüptürün en sık nedeni önceki sezaryeni takiben oluşan zayıf bir skardır. Nadiren önceki zor doğumda fark edilmemiş bir uterus hasarını takiben rüptür oluşabilir. Ani, ciddi karın ağrısı ve dolaşım yetmezliği gelişebildiği gibi, rüptür skar ayrılmasına bağlı oluştuysa, semptomlar kademe kademe de gelişebilir. Eğer başlangıç yavaşsa karında ağrı hafiftir ve sadece fetal kalp atımında değişimler, annede taşikardi ve çok az vajinal kanamanın eşlik ettiği bir durum olduğundan tanı koymak zor olabilir. Daha sonra bu triadı hastanın dolaşımının devre dışı kalması, fetal hareket kaybı ve eğer fetus tamamen peritoneal boşluğa çıktıysa fetal yapıların kolay palpasyonu takip eder. Hasta hastanede ise ve bu durum başlangıcında fark edilirse, sonuç bebeğin güvenli doğumu ve uterusun onarımı olmalıdır. Diğer yandan hasta hastanede değilse durum, ölü bir çocuk ve anne gibi korkunç sonuçlar doğurur.

Uterus rüptürü nadiren gebelik esnasında veya önceden kornual ektopik gebelik öyküsü olan hastalarda travay esnasında görülebilir. Bu durumda rüptür dramatiktir. Rüptür ektopik gebeliğin onarıldığı yerde gelişir ve fundusta bir patlama görüntüsü ile karakterizedir. Uterus fundusu üzerinde hissedilen ani ve şiddetli ağrıyı takiben dolaşım yetmezliği gelişir. Daha önceden skar oluşmamış uterusun rüptürü genellikle fetusun ölümü, uterusun ileri derecede hasarı ve kan kaybına bağlı anne ölüm riskini oldukça arttıran çok kötü bir durumdur. Uterus hasarı o kadar ciddi olabilir ki histerektomi gerekebilir. Gelişmiş ülkelerde skar olmayan uterusun yırtılma insidansı yaklaşık olarak 1/10.00022 doğumdur; gelişmemiş ülkelerde veriler bilinmemektedir. Geçirilmiş sezaryen skarı olan uterusun yırtılma insidansı % 1’dir22, 23. Geçirilmiş sezaryeni takiben normal doğum denenmesi, elektif sezaryene göre daha fazla perinatal ölüm ve uterus rüptürü riski taşır. Kanada’da yapılan büyük bir çalışmada, geçirilmiş sezaryeni takiben normal doğum denenmesi, elektif sezaryene göre uterus rüptüründe artış (% 0,56) ve anne ölümde azalma (100.000’de 1,6’ya 5,6) ile ilişkili bulunmuştur19.

Travay esnasında uterus rüptürü gelişmesi sıklıkla önceki sezaryen skarının ayrılmasına bağlıdır. Ani ve ardından ciddi ağrı ile dolaşım yetmezliği gelişir. Grand multiparlarda uterus duvarı elastik değildir ve önceki skar veya zor doğum öyküsü bulunmasa da travayın erken döneminde rüptür gelişebilir. Ancak bu durum önceden skar oluşmuş uterustaki rüptür kadar sık değildir. Oysa bu durumda az miktarda kanamayla başvuran hastada bulgular gözden kaçabilir ve tanı zor olabilir. Uzamış travay sonrasında gelişen rüptür sıklıkla alt segmentin belirgin olarak incelmesi ve üst

Daha az gelişmiş ülkelerde uterus rüptürü % 1,4

70


ile % 25 arasında değişkenlik göstermekte olup, Etiyopya’da takılmış travay olması durumunda bu oran % 25’tir. Uterus rüptürüne bağlı anne ölümü Hindistan’daki bir çalışmada % 9,3; Güney Afrika’daki bir çalışmadaysa % 6,2 bulunmuştur24. Uterus rüptüründen şüphelenildiğinde laparotomi yapılmalıdır. Hastaya anestezi verilir, temizlenir, örtülür ve kalıcı bir sonda ile mesane boşaltılır. Gerekirse yukarıya doğru olarak büyütülebilmesi için orta hat insizyon kullanılmalıdır. Fetus hemen doğurtulmalı ve kanamayı kontrol altına almak, durumu değerlendirmek için uterusu insizyondan dışarıya çıkartılmalıdır. B-Lynch (destek) sütürünün başarı ile kullanıldığını rapor eden uluslararası 1.300’ün üzerinde seride, 25 vakaya uterus rüptürü onarımını takiben gelişen inatçı uterus atonisi nedeniyle bu sütür kullanılmıştır. Bu vakalarda başarılı kanama kontrolü sağlanmıştır (CBL uluslar arası iletişim www.CBLynch.com)25.

hem de kolporeksis gözden kaçabilir. Eğer böyle bir durum oluşmuş ise kanama devam edebilir.

Histerektomi gerekli olabilir. Overleri çıkartmak gerekli değildir. Geç travayda uygulanmış sezaryen histerektomisinde olduğu gibi, serviks artık ayrı ve yuvarlak solid bir yapıda değildir. Kolaylıkla ayrılabilir ve vajinal klemplerin yerleştirilmesine olanak sağlar. Akut durumda hemostazın sağlanması ve daha fazla diseksiyonun önüne geçilmesi esastır ve distal serviksin çıkartılması önemli değildir. En güç cerrahi durum rüptürün ligamentum latum içerisine ilerlemesidir. Bu durumda anatomiyi bozan masif bir hematom oluşur ve kanama odaklarını bulmak zorlaşır. Burada, hematom alanını paketlemek ve paketin ucunu uterus onarımı içerisinde bir boşluk ile birleştirmek gerekebilir20. İlerlemiş tamponatta B-Lynch (destek) sütürü uygulanmış olup olmamasına bakılmaksızın hafif traksiyonla balon kateter uygulaması yapılabilir26.

Karna yumruk veya tekme ile yapılan travma kötü gebelik sonucu riskini arttırmaktadır. Kötü sonuçlar motorlu araç kazalarından ziyade, fiziksel saldırı durumlarında daha sık görülür29,30. Partner tarafından uygulanan sömürü tekrarlayıcı olma eğilimindedir ve bu durum fetus açısından daha risklidir31. Bazı ülkelerde partner tarafından kadınlara uygulanan sömürü ve şiddet kültürün bir parçası olarak kabul görmektedir. Bu nedenle rapor edilen vaka sayısı az olmaktadır. Batı kültürünün aksine Hong Kong’daki Çin kültüründe bir kadının eşine boyun eğmesi ve ailesini bir arada tutabilmek için aşağılanmaya katlanması nadir görülen bir durum değildir. Böyle gebelere yardım sağlamada gelişmeler sağlanmaktadır32.

KÜNT BATIN TRAVMASI Gebelikte ciddi künt batın travmasının üç ana nedeni motorlu araç kazaları, düşmeler ve evde yaşayanlar veya cinsel partner tarafından uygulanan fiziksel şiddettir. Gelişmiş dünyada künt batın travmasının en sık nedeni motorlu araç kazalarıdır. Daha az gelişmiş ülkelerde evde yaşayanlar veya cinsel partner tarafından uygulanan fiziksel şiddet oranı % 13,5 kadar yüksek olabilir. Gelişmiş ülkelerde bu problem önemsenmese de Amerika Birleşik Devletleri’nde gebelik esnasında şiddet görme prevalansını araştıran geniş çalışmalar bu oranın % 0,9 ile % 20,1 olduğunu göstermektedir27–29. Bu çalışmalarda şiddet, duygusal, fiziksel ve cinsel şiddetin tamamını kapsamaktadır30.

Motorlu araç kazaları künt travma vakalarının % 60-75’ini oluşturmaktadır. Yaralanmaların çoğunluğu ufaktır. Ama ABD’de her yıl 1.300 ila 3.900 arasında gebe kadın motorlu araç kazalarında bebeğini kaybetmektedir27, 28. Çoğu yaralanma küçük olmasına rağmen fetus her zaman risk altındadır ve motorlu araç kazasında oluşmuş tüm künt travma vakalarında dikkatli değerlendirme yapılmalıdır. Değerlendirmeler sık sık tekrarlanmalı ve bu tür kazaların ardından sık görülen durumlara yönelik özel dikkat gösterilmelidir. Bu durumlar plasenta ayrışması, erken doğum, uterus rüptürü, fetomaternal kanama, fetal yaralanma ve fetal kayıptır33.

Diğer koruyucu cerrahiler, örneğin yırtığın basit onarımının histerektomiye tercih edilebileceği bazı durumlarda, uygun olabilir. Ön bölümün rüptüründe, mesane de yırtığa iştirak edebilir. Bu durumda hematüri varlığı neredeyse patognomoniktir. Onarım yapılır ve mesane 2 hafta süresince sondalı kalır. Arka forniks rüptürü (kolporeksis) onarımı kısmen daha kolaydır. İnkomplet rüptür doğum gerçekleşene kadar genellikle belirgin değildir ve genellikle intrapartum veya doğum sonu kanama ile kendini gösterir. Bu durum fetusun doğumunu takiben elle yapılan değerlendirme ile dışlanmalıdır. Değerlendirme yapılmazsa hem mesane yırtığı,

Bir otomobil kazasını takiben oluşan yaralanma

71


emniyet kemeri sıkışması tipine bağlıdır. Bağlı olmayan bir şoför veya yolcu genellikle araçtan fırlar veya aracın içerisinde bir yere çarpmaya bağlı yaralanır. Yaralanmalar genellikle yüz, kafa, göğüs, karın ve pelvis bölgesine olur. Omuz ve karında kemer sıkışmalarında kaburga, sternum ve klavikula kırıkları sık görülür. Oysa emniyet kemerinin sadece bel bölgesine takılması durumunda, lumbar omurga, spinal sıvı yaralanmaları daha sık görülür. Kişinin üzerindeki kıyafetin ceplerindeki sivri cisimler ek yaralanmalara neden olabilir. Bir dolmakalem akciğerleri veya kalbi perfore edebilir. Hatta kaba dış mekan koruyucu giysileri de tehlike yaratır. Kalın kıyafetler giyildiğinde kişinin vücudu ile emniyet kemeri arasındaki mesafe çok azalır. Çarpma anında, vücut ağırlığı ileriye doğru bir hızlanmaya neden olur. Kişi ile kemer arasındaki temasın hızı vücutta oluşan hasarı arttırabilir.

esnasında oluşan basıncın on katı kadar yüksek olabilir. Künt travma uterusun sıkışıp genleşmesine ve plasentanın uterus duvarından ayrılmasına neden olabilir. Ayrılmanın seviyesi travmanın seviyesi ile hiç ilişkili olmayabilir. Annenin maruz kaldığı çok az travma bile ayrıştırma oluşturabilir. Bu durum genellikle, ama her zaman değil, travmanın hemen sonrasında oluşur. Plasenta ayrışmasının klasik bulguları vajinal kanama, karın ağrısı, artmış uterus tonusu, uterus hassasiyeti, yüksek frekanslı kontraksiyonlar ve anormal fetal kardiyotokografidir. Arka duvara yerleşmiş bir plasentada şiddetli bel ağrısı ve vajinal kanama ana semptomlar olabilir. Kanama dışarıya doğru olabileceği gibi uterus içerisinde de gizli kalabilir. Uterus içerisinde gizli kaldığı ciddi durumlarda uterus tahta sertliğine ulaşır. Bu durum Couvelaire olarak adlandırılan, kanın uterus duvarının içerine dolmasıdır. Fetal yapılar hissedilemez ve hastanın durumu hipovolemi ve ağrıya bağlı olarak hızla kötüleşir.

İlk üçayda uterus pelvis içerisinde iyi korunmaktadır ve künt travmada çok az hasar görür. Oysa gebelik ilerledikçe uterus karın içi organ halini alır ve travmaya daha kolay maruz kalır. Gebelik ilerledikçe pelvise olan kan akımı belirgin olarak artar ve hayatı tehdit edebilecek retroperitoneal bir kanama riski oluşur. Gebeliğin ilerleyen döneminde bağırsaklar batında daha üst bölümleri kapladığından, daha hareketli bir yapıdadır ve travma hattında değildir. Bu nedenle bağırsak yaralanmaları daha nadir görülür.

Plasenta ayrışmasına yaklaşım ayrışmanın şiddeti, yaralanmanın genel yapısı, fetusun durumu ve gebeliğin süresine bağlıdır. Travma cerrahı ve doğum hekimi hastaya yaklaşımda birlikte karar vermelidir. Geniş bir damar yolu sağlanması gereklidir. Hematolog da hastayı değerlendirmelidir. Trombofili taraması istenmelidir ve hem taze donmuş plazma, hem uygun kan hazırlanmalıdır.

Klinik bulgular başlangıçta belirsiz olabildiğinden travmanın boyutlarını değerlendirmek zor olabilir. Durumdaki değişiklikleri tespit etmek için hasta sık değerlendirilmelidir. Kemik yaralanmaları, batın içi kanama şüphesini akla getirmelidir: kaburga kırıklarına karaciğer ve dalak yaralanması eşlik edebilir ve pelvis kırıklarına retroperitoneal kanama ve genitoüriner sistem yaralanmaları eşlik edebilir. Asıl zor olan peritoneal boşluğa olan az miktardaki kanamaları tespit edebilmektir. Kan sonografik değerlendirmede dikkat çekebilir. Tomografi fetusun yüksek dozda radyoaktivite maruziyetine neden olur. Bu nedenle laparotomiye geçiş kararı sadece klinik değerlendirmeye bağlıdır.

Etkilenmemiş preterm bir fetus en az 6–12 saat devamlı kardiyotokografi veya daha az gelişmiş toplumlarda Pinard stetoskop ile izlenmelidir. Eğer gebelik 34 haftanın altında ise, prematüritenin akciğer olgunlaşmasındaki kötü etkilerini azaltmak için anneye kortikosteroid uygulanmalıdır. Eğer fetus yaşamsal gelişimi tamamlamışsa ve etkilenmişse, anne için en güvenlisi vajinal doğumdur. Plasenta ayrışması gelişen term ve etkilenmemiş bir fetus için vajinal doğum bir seçenektir. Oysa etkilenmiş fetusta sezaryen ile doğum önerilir. Diğer yandan fetus ölmüş ise, doğum indüksiyonu ile vajinal doğum anne için uygun ve güvenlidir.

Ölümcül olmayan kazalarda fetus ölümüne neden olan en sık neden plasenta ayrışmasıdır. Ufak yaralanmalarda insidans % 1–5 iken, büyük travmada insidans % 30’a kadar çıkabilir. Darbe anında uterus içi basınç, doğum kontraksiyonu

Künt travma kanın myometrium içerisine dolması ile uterus kontraksiyonlarını uyararak erken travayı tetikleyebilir. Prostaglandin salınması uterusta aktiviteyi uyarabilir. Künt travmayı takiben tokoliz

72


uygulanmasını gerektiren vaka oranı % 10-30’dur. Ama 34 haftanın altında doğum % 1’den azdır. Tokolitikler dikkatli kullanılmalıdır, çünkü ayrışma bulgularını maskeleyebilirler. Künt travma sonrası oluşan kontraksiyonlar vakaların % 90’ında tedavisiz geriler. Doğum hekiminin de bilmesi gerektiği gibi tüm tokolitiklerin yan etkileri mevcuttur. Betamimetikler taşikardiyi indükler ve ayrışmanın erken bulgularını maskeleyebilir. Steroid olmayan inflamasyon giderici ilaçlar (non-steroidal antiinflamatory drug [NSAID]) trombosit ve böbrek fonksiyonlarını etkiler, kalsiyum kanal blokerleri hipotansiyona neden olur. Fetal kalp hızı ve uterus kontraksiyonları devamlı takip edilmelidir34.

kadar erken oluşabilir. Fetomaternal kanamanın miktarını değerlendirmek ve buna göre Anti-D immünoglobülin dozunu ayarlamak için Kleihauer– Betke testi gereklidir. Tüm künt yaralanmalarda fetal değerlendirme öncelikli öneme sahiptir. Kardiyotokografi acil fetal değerlendirmenin en hassas metodudur. Ultrasonografi ile ayrışma vakalarının ancak % 40’ına tanı konabilir. Künt travmayı takiben ayrışma ön tanısı koymada en hassas belirteç uterus aktivitesidir. Sık kontraksiyonlar fetal sonuç üzerinde kötü etkiye sahiptir. Kural olarak künt travma yaşamış hastalarda batında hassasiyet, vajinal kanama ve kontraksiyonlar yoksa 6–12 saat süresince 2 saatte bir değerlendirilmelidir. Batında hassasiyet, vajinal kanama ve kontraksiyon varlığında ise takip sürekli olmalıdır43, 44.

Künt travmada uterus rüptürü nadir bir olaydır (%1). Oluştuğunda genellikle kırık bir pelvis kemiğine eşlik eder. Rüptürün yeri sıklıkla uterusun fundusu veya önceki uterus skarıdır. Bu durumda fetal mortalite % 100’dür ve anne ölümü % 10’dur35–38. Müphem ağrı, uterus hassasiyeti, ama rahatlıkla hissedilebilen fetal yapılar ve fetal kalp atımının kardiyotokografide çok zayıf olması veya olmaması bulguları ile teşhisi zor olabilen bir durumdur. Fetal kayıp ve annede şok daha dramatik bir klinik haldir.

Kaynaklar 1. Spain AW. Acute inversion of the uterus. J Obstet Gynaecol Br Empire 1946;53:219 2. Das P. Inversion of the uterus. J Obstet Gynaecol Br Empire 1940;47:525–48 3. Fahmy M. Acute inversion of the uterus. Int J Surg 1977;62:100 4. Watson P, Besch N, Bowes WA. Management of acute and subacute puerperal inversion of the uterus. Obstet Gynecol 1980;55:12 5. Brar HS, Greenspoon JS, Platt LD, Paul RH. Acute puerperal uterine inversion. J Reprod Med 1989;34:173–7 6. Wendel PJ, Cox SM. Emergent obstetric management of uterine inversion. Obstet Gynecol Clin N Am 1995;22:261–74 7. Abouleish E, Ali V, Joumaa B, et al. Anaesthetic management of acute puerperal uterine inversion. Br J Anaesth 1995;75:486–7 8. Catanzarite VA, Moffitt KD, Baker ML, et al. New approach to the management of acute puerperal uterine inversion. Obstet Gynecol 1986; 68(Suppl):7–10 9. Clark SL. Use of ritodrine in uterine inversion. Am J Obstet Gynecol 1984;151:705 10. Grossman RA. Magnesium sulphate for uterine inversion. J Reprod Med 1981;26:261–2 11. O’Sullivan JV. Acute inversion of the uterus. Br Med J 1945;ii:282–3 12. Ogueh O, Ayida G. Acute uterine inver-

Şüphelenildiğinde travma cerrahı varlığında laparotomi yapılmalıdır. Uterus onarımı ancak hasta hemodinamik olarak stabil ise düşünülmelidir. Eğer hasta iyi durumda değil ise histerektomi uygulanmalıdır. Fetal yaralanma künt travmayı takiben çok nadir oluşan bir durumdur. En sık yaralanma uzun kemiklerde veya kafatasında kırıktır ve vakaların yaklaşık % 1’inde görülür. Eğer fetus streste ise doğum hemen gereklidir. Preterm ve etkilenmemiş fetusta doğum ertelenebilir; ancak sıkı takip önerilir39,40. Künt travma vakalarının % 30’unda, özellikle plasenta ön yerleşimli ise, fetomaternal kanama oluşur. Fetusların çoğunda normal gelişim devam eder. Ancak fetomaternal kanamanın miktarına bağlı olarak anemi, supraventriküler taşikardi ve fetal kayıp oluşabilir41, 42. Künt travma mağduru mutlaka Rhesus faktör yönünden taranmalı ve tüm Rhesus negatif annelere duyarlanmayı önlemek amacı ile Anti-D immünoglobülin uygulanmalıdır. Duyarlanma gebeliğin 5. haftası

73


sion: a new technique of hydrostatic replacement. Br J Obstet Gynaecol 1997;104,951–2 13. B-Lynch C. Non instrumental atraumatic stepwise reduction of acute uterine inversion. In press 14. Huntington JL. Acute inversion of the uterus. Boston Med Surg J 1921;184:376–80 15. Huntington JL, Irving PC, Kellogg PS. Abdominal reposition in acute inversion of the puerperal uterus. Am J Obstet Gynecol 1928;15:34– 40 16. Haultain FWN. The treatment of chronic uterine inversion by abdominal hysterotomy with a successful case. Br Med J 1901;ii:974 17. Schrinsky DC, Benson RC. Rupture of the pregnant uterus: a review. Obstet Gynaecol Surv 1978;33:217–32 18. Ritchie EH. Pregnancy after rupture of the pregnant uterus. J Obstet Gynaecol Br Commonwealth 1971;78:642–8 19. Aguero O, Kizer S. Obstetric prognosis of the repair of uterine rupture. Surg Gynaecol Obstet 1968;127:528–30 20. Hudson CN. Obstructed labour and its sequelae. In Lawson JB, Harrison KA, Bergstrom S, eds. Maternity Care in Developing Countries. London: RCOG Press, 2001 21. Wen SW, Rusen ID, Walker M, et al. Comparison of maternal mortality and morbidity between trial of labor and elective Caesarean among women with previous caesarean delivery. Am J Obstet Gynecol 2004;19:1263–9 22. Miller DA, Goodwin TM, Cherman RB, Oaul RH. Intrapartum rupture of the unscarred uterus. Obstet Gynecol 1997;89:671–3 23. Gaym A. Obstructed labour in a district hospital. Ethiop Med J 2002;40:11 24. Rajaram P, Agarwal A, Swain S. Determinants of maternal mortality: a hospital based study from South India. Ind J Matern Child Health 1995;6:7–10 25. B-Lynch C. Persistent uterine atony after successful repair of ruptured uterus treated by Brace suture, world-wide reports and personal communication. www.cblynch.com 26. Danso D, Reginald P. Intrauterine balloon catheter with B-Lynch suture. Br J Obstet Gynaecol 2002;109:963 27. Esposito TJ, Gens DR, Smith IG, Scorpio R, Buchman T. Trauma during pregnancy. A review of 79 cases. Arch Surg 1991;126:1073–8

28. Hoff WS, D’Amelio LF, Tinkoff GH, et al. Maternal predictors of fetal demise in trauma during pregnancy. Surg Gynecol Obstet 1991;172: 175–80 29. Valladares E, Pena R, Oersson LA, Hogberg U. Violence against pregnant women: prevalence and characteristics. A populationbased study in Nicaragua. Br J Obstet Gynaecol 2005;112:1234–48 30. Gazmararian JA, Lazorick S, Spitz AM, Ballard TJ, Saltzman LE, Marks JS. Prevalence of violence against women: a review of the literature. JAMA 1996;275:1915–20 31. Godwin TM, Breen MT. Pregnancy outcome and feto-maternal hemorrhage after non catastrophic trauma. Am J Obstet Gynecol 1990;162: 665–71 32. Tiwari A, Leung WC, Leung TW, Humphreys J, Parker B, Ho PC. A randomised controlled trial of empowerment training for Chinese abused pregnant women in Hong Kong. Br J Obstet Gynaecol 2005;112:1249–56 33. Connolly A, Katz VL, Bash KL, McMahon MJ, Hansen WF. Trauma and pregnancy. Am J Perinatol 1997;14:331–6 34. Elliott M. Vehicular accidents and pregnancy. Aust NZ J Obstet Gynaecol 1966;6:279–86 35. Williams JK, McClain L, Rosemurgy AS, Colorado NM. Evaluation of blunt abdominal trauma in the third trimester of pregnancy: maternal, and fetal considerations. Obstet Gynecol 1990;75: 33–7 36. American College of Obstetricians and Gynecologists. Trauma during pregnancy. ACOG Technical Bulletin No. 161, November 1991, Washington DC 37. Mighty H. Trauma in pregnancy. Crit Care Clin 1994;10:623–34 38. Dahmus MA, Sibai BN. Blunt abdominal trauma. Are there any predictive factors for abruptio placentae or maternal-fetal distress. Am J Obstet Gynecol 1993;169:1054–9 39. Lavin JP, PolSky SS. Abdominal trauma during pregnancy. Clin Perinatol 1983;10:423–38 40. Goodwin TM, Breen MT. Pregnancy outcome and feto-maternal hemorrhage after noncatastrophic trauma. Am J Obstet Gynecol 1990; 162:665–71 41. Pearlman MD, Tintinalli JE, Lorenz RP. A prospective controlled study of outcome after trauma during pregnancy. Am J Obstet Gynecol

74


1990;162:1502–10 42. Rose PG, Strohm PL, Zuspan FP. Fetomaternal hemorrhage following trauma. Am J Obstet Gynecol 1985;153:844–7 43. Pearlman MD, Phillips ME. Safety belt use during pregnancy. Obstet Gynecol 1996;88:1026–9 44. Pearlman MD, Tintinalli JE, Lorenz RP. Blunt trauma during pregnancy. N Engl J Med 1991;323:1609–13

75


Bölüm 10 PLASENTA ANOMALİLERİ M. K. Mehasseb, J. C. Konje A. Baloğlu, B. Çetinkaya

GİRİŞ

Bu sınıflama/dereceleme sistemi en yaygın olarak kullanılır olsa da diğerleri plasentanın ultrasonografik görüntüleri ile tanımlanmaktadır. Alternatif bir anatomik sınıflama şekli aşağıdaki gibi yapılmaktadır.

Doğumla ilgili kanamalar hala anne ölümü ve ciddi hastalığının en önemli nedenlerinden biri olarak kabul edilmektedir1–7. Plasenta anomalileri doğumla ilgili kanamaların en büyük nedenlerinden birisidir. Sık rastlanan anomaliler ablasyo plasenta, plasenta previa, ölümcül olabilen yapışık plasentalar (akreata, inkreata, perkreata) ve plasenta retansiyonudur. Bir seride bu anomalilerin kanama nedeniyle oluşan gebeliğe bağlı ölümlerin % 36’sını oluşturduğu gösterilmiştir8.

1. Plasenta previa totalis: İnternal os plasenta ile tamamen kapatılmıştır. 2. Plasenta previa parsiyalis: İnternal os plasenta ile kısmen kapatılmıştır. 3. Plasenta previa marjinalis: Plasentanın sınırı internal osun kenarındadır, fakat osu örtmez. 4. Aşağı yerleşimli plasenta: Plasenta kenarının yeri internal osa ulaşmaz fakat osun çok yakındadır. Diğer bir sınıflama muayene sırasındaki serviksin durumuna göre yapılır; örneğin 2 cm dilatasyonda aşağı yerleşimli plasenta iken 8 cm dilatasyonda parsiyel plasenta halini alabilir. Parmak ile muayene plasenta previa olgularında tavsiye edilmediği için bu alternatif sınıflama kişisel klinik uygulama ile sınırlı kalmaktadır.

PLASENTA PREVİA Plasenta previa fetusun yaşam sınırını aşmasından (gelişmiş ülkelerde 20. hafta, gelişmekte olan ülkelerde 24.–28. hafta) sonra, plasentanın uterus alt segmentine kısmen veya tam olarak yerleşmesi olarak tanımlanır. Plasenta previanın 4 derecesi tanımlanmıştır (Şekil 1). 1. G1: Plasenta alt segment yerleşimli, fakat kenarı internal osa ulaşmamaktadır. 2. G2: Plasenta alt kenarı internal osa ulaşmış fakat kapatmamıştır. 3. G3: Plasenta kenarı osu kapatmış ve plasenta asimetriktir. 4. G4: Plasenta simetrik olarak tüm osu örtmüştür.

1

Görülme Sıklığı ve Risk Faktörleri İnsidans verileri farklı çalışma serilerinde çeşitlilik göstermekle birlikte, plasenta previa yaklaşık olarak 300 doğumda 1 görülmektedir9–10.

2

3

4

Şekil 1: Plasenta previanın evreleri. 1: Alt segmente yaklaşmış, 2: Alt segmente erişmiş, 3: Alt segmenti asimetrik olarak kapatmış, 4: Alt segmenti simetrik olarak kapatmış

76


Plasenta previa için risk faktörleri:

olmasıyla plasenta previa tahmin edilebilir.Bazen hafif derecede plasenta previada kanama doğum olana kadar görülmeyebilir. Klinik olarak plasenta ayrışmasını taklit edebilir (aşağıya bakınız).Plasenta previa olasılığı gebeliğin son yarısında kanama ile başvuran kadınlarda dikkate alınmalıdır. Tanı nadiren yalnızca klinik temellere dayandırılarak konur.

1. İlerlemiş anne yaşı ile daha sık görüldüğü düşünülmektedir. Bunun nedeni yaştan ziyade, artmış paritenin bir yansıması olabilir. Ancak insidanstaki 10 yıllık dönemde % 0,3’den % 0,7’ye artan yükseliş daha yaşlı bir obstetrik popülasyon değişimine bağlanabilir11. 2. Yüksek pariteli kadınlarda daha sıktır12 3. .Çoğul gebelik: Plasental kütle tarafından oluşturulan yüzey alanındaki artışa bağlı olarak görülür13. 4. .Önceki sezaryen doğumların sayısı ile sıklık artar14–15. Tek bir sezaryen ile risk % 0,65; iki sezaryen ile % 1,5; üç sezaryen ile % 2,2; dört ve üzeri sezaryen için % 10’dan fazla olarak belirtilmektedir. Plasenta previa nedeniyle uygulanmış sezaryende histerektomi riski yaklaşık 4 kat artmaktadır11. 5. .Sigara plasenta previa riskini iki katına çıkarmaktadır13–16. Bu artış karbon monoksid hipoksemisine bağlı oluşan plasental hipertrofiye bağlanabilir16. 6. .Plasenta previalı hastaların sonraki gebeliklerinde plasenta previanın tekrarlama riski 12 kat daha fazladır. 7. Kesin olmayan sebepler: Anne yaşı için yapılan kontroller sonrasında plasenta previalı olgularda fetal anomalilerin sıklığı artmış olarak gözlenir9. Kesin olmamakla birlikte bunun nedeni fetusta büyüme kısıtlılığı ile ilgili olabilir17–18.

Görüntüleme Modern doğum hekimliğinde plasenta yerleşimini belirlemede en sık kullanılan yöntem ultrasonografidir. Ultrasonun güvenilir, doğru ve invazif olmayan bir araçtır. Tanı sırasındaki gebelik yaşı önemli ölçüde doğruluğu etkiler. Daha erken haftalarda tarama yapıldığında muhtemelen plasenta uterusun alt kısmında bulunacaktır. Rutin olarak yapılan 20.–22. haftalardaki anomali ultrasonu çeşitli sorulara neden olmaktadır. Örneğin bu haftalarda görülen aşağı yerleşimli plasenta varlığı doğum sırasında olabilecek plasenta previa için tanı koydurucu mudur veya böyle bir görüntüleme gebelik sonucunda oluşabilecek komplikasyonları azaltır mı? Daha da önemlisi, tarama 32.–34. gebelik haftasında tekrarlanmalı mı, asemptomatik hastalar da kontrol edilmeli mi ve eğer edilecekse ne zaman edilmeli? 24. haftadan önce transabdominal olarak yapılan ultrasonografide plasentaların yaklaşık % 28’i aşağı yerleşimli olarak görülmüştür. Fakat 24. haftada bu oran %18’e düşmüş, termde ise % 3’ü aşağı yerleşimli olarak kalmıştır19. Aksine aşağı yerleşimli plasenta için yalancı negatif tarama oranlarını araştıran bir çalışmada 20. haftada vakaların % 7’si kadarında aşağı yerleşimli plasenta bulunmuştur20. Bu sonuçlar plasenta arkada, mesane tam dolu, fetal baş plasenta köşesinin değerlendirilmesini engellediğinde veya operatör uterus yan duvarını görüntüleyemediğinde daha sık olarak bulunmaktadır21.

Tanı Tanı klinik veya görüntüleme yöntemlerinden herhangi birisiyle konabilir. Klinik En tipik özellik ağrısız vajinal kanamadır. Kanama genellikle tekrarlayıcı, aşırı olmayan, ikinci üçayın sonuna kadar görülmeyen özelliktedir. İlk atak genellikle kendini sınırlayan ve nadiren öldürücü olacak kadar boldur. Ancak gebelikte kanama, ilk bulgu olması ve erken haftalarda görülmesi nedeniyle daha sonra gerekecek bir erken müdahale açısından önemlidir. Fetal sıkıntı sıklıkla annede şoka sebep olacak kadar ciddi bir kanama olmadan gözlenmez.

Aşağı yerleşimli plasenta alt segment daha gelişmemiş olduğundan erken gebeliklerde daha sıktır. Bu görünüm plasental göç, üst segment genişlemesi ve alt segmentin şekillenememesinden kaynaklandığı gibi; aşağı yerleşimli görünen plasentaların yerine alt segmentinin üstünde bulunmasıyla da ilgili olabilir. Comeau ve ark22 ve de Ruperelia ve Chapman23 gebelik ilerledikçe plasenta previa tanısının ultrasonla daha doğru olarak koyulduğunu göstermişlerdir.

Karın palpasyonu tanı koydurucu değildir. Fakat önde gelen fetal kısmın pelvise yerleşmemiş

77


% 34’ünün devam ettiğini gözlemiştir. Oysa 32.–35. haftalarda tanı alanların % 73’ü doğumda hala devam ediyordur. Rutin ultrasonografinin planlanması ile yalancı pozitiflik oranlarında azalma görülürken, artan iş yükü ve hastanın tedirgin olması da göz önünde bulundurulmalıdır. Maalesef çalışmaların hiçbirinde 32.–34. haftalarda tanı almış kanama ve daha sonra devam eden aşağı yerleşimli plasentalı hastaların oranları rapor edilmemiştir. Yirminci haftada plasenta yerleşiminin ultrason ile taranması birimler için rutin değildir. Plasenta kenarının ultrason taraması sadece anormal fetal duruş, vajinal kanama veya geç gebelikte diğer nedenlerden dolayı yapılan ultrason bulguları değiştiğinde önerilmektedir. Bu gibi vakalarda transvajinal yaklaşım özellikle arka duvardan gelen plasenta previada tavsiye edilmektedir27–28. Bu yaklaşım güvenli ve iyi tolere edilebilir olarak gösterilmektedir.

Şekil 2: Sonografik incelemede renkli Doppler de kullanılmıştır. Ön duvara yerleşmiş plasenta previa görülmektedir. Transvajinal ultrason plasenta previa tanısını daha doğru olarak koymakla kalmaz; internal osuyla plasenta kenarı arasındaki ilişkiyi daha kesin olarak tanımlar (Şekil 2). Plasenta previa transvajinal ultrasonla tanımlanan plasental kenarın internal osa 3 cm’den daha yakın olmasıdır. İnternal servikal os ve plasenta alt kenarı arasındaki mesafenin yeri ölçülmelidir, çünkü aşağı yerleşimli plasentanın ilerleyen haftalardaki devamlılığı daha fazladır. Taipal ve ark24 yaptıkları araştırmada 18.–23. haftalarda plasenta ile serviksin internal osu arasındaki mesafe 25 mm’den az ise previa için pozitif öngörü değerini % 40, duyarlılığı % 80 olarak bulmuşlardır. Gerçekten Becker ve ark25 20.–23. haftalarda en az 25 mm osun üzerine binmiş alt kenar yerleşiminde termde vajinal doğum olamayacağını bulmuşlardır (% 100 pozitif prediktif değer). Rutin pratikte yapılan anomali taramasında plasenta yerleşim anomalisinden şüphelenilmezse, plasenta sınırlarının net farkına varılamayabilir. Transvajinal ultrason taraması: plasenta lokalizasyonunu doğrulanması ve ostan plasenta kenarına kadar olan mesafenin ölçülmesinde aşağı yerleşim derecesini tanımlamada yardım için önerilebilir.

Transperineal sonografi bazı araştırmacılar tarafından kullanılmıştır29. Bu yöntem tüm vakalarda internal osun kolay görüntülenmesine izin vermekte ve plasenta previada % 90 pozitif öngörü değeri, % 100 negatif öngörü değeri taşımaktadır. Magnetik rezonans görüntüleme (MRG) plasenta previa dahil plasenta anomalilerinin görüntülenmesinde kullanılmaktadır (Şekil 3). Bu objektif olabilen, avantajlı, tekrarlanabilir test, uygulayıcı hatalarını en aza indirebilir. Ancak fiyat yüksekliği ve lojistik sınırlamalardan kaynaklanan nedenlerden dolayı rutin değerlendirmede ultrasonun yerini alabilecek gibi görünmemektedir30–31.

Plasenta yerleşiminin hastaya etkilerini irdeleyen rastgele gruplanmış, kontrollü çalışmalar yoktur. Güncel pratikte geniş vaka kontrol çalışmalarına ihtiyaç vardır. Ancak hasta eğitimi veren ve antenatal takip yapanların, anne ve bebek için en iyi sonuca ulaşmaları için aşağı yerleşimli plasentayı kolayca fark edilebilmeleri gerekir. Çoğu klinikte rutin olarak 32.–34. haftalarda ultrason taraması tekrarlanmaktadır. Dashe ve arkadaşları26 20.–23. haftalarda tanı almış plasenta previaların doğumda

Şekil 3: Magnetik rezonans incelemede servikal osu tamamen örten evre 4 plasenta previa görülmektedir. Yönetim

78


Tedavi hastanın semptomatik olup olmadığına bağlıdır. Asemptomatik, tanısı ultrasonografi ile konulan hafif semptomu olan hastalarda izlem tedavisi hem anne, hem de fetus hayatını tehdit etmeksizin uygun bir seçenektir. Semptom veren olgular ise annenin şartları, ciddi kanama, gebelik haftası ve yenidoğanın özelliklere göre 4 kategoriye ayrılır: 1. 37. haftanın altında gebelik, anne için korkulan bir durum yok. 2. 37. haftadan sonra, anne için korkulan bir durum yok 3. Ciddi yaşamı tehdit eden, durdurulamayan kanama 37 hafta altı veya üstü 4. Uterus kontraksiyonlara bağlı kanama

ciddi hastalığı ve tedavi maliyetinin azalttığını bildirmişlerdir. Kaunitz ve ark40, evde izlenen 355 kadının incelenmesinde sadece bir intrapartum ölüm bildirmişlerdir. Bu tartışma transvajinal olarak tanı konulmuş asemptomatik vakalarda çok açık belirtilmektedir. Bu grupta evde tedaviye devam kararı giderek artan bir şekilde kabul görmektedir41,42. Love ve Wallace43, Edinburg’da 15.930 doğumu inceledikleri bir derlemede klinik sonuçların oldukça farklılık gösterdiğini ve bunların doğum öncesi bulgularla tahmin edilemeyeceğini; bu nedenle de kanama olup olmamasına bakmaksızın hastaların çoğunun ayaktan takibe alınabileceği sonucuna varmışlardır.

Üçüncü ve dördüncü kategorilerde tedavi için acil sezaryen ile doğum kararı verilmelidir. Hayatı tehdit etmeyen kanama varlığında gebelik yaşı 37 haftanın üzerinde ise uygun doğum planlanmalıdır; ancak kanama gibi hayatı tehdit eden bir durum oluştuğunda doğum için çok hızlı davranılmalıdır. Kategori 1 için, en iyi yaklaşım, anne yaşamında hasara yol açmadan bekleme tedavisidir.

Plasenta previaya bu açıdan farklı yaklaşan rastgele gruplanmış kontrollü çalışmalar bulunmamaktadır. Bazı kanıtlar klinik yaklaşımda acil olarak gerçekçi karar alınıp, işlem yapılmasına gerek olduğunu göstermektedir. Her ne kadar uzmanların çoğu ciddi kanama varlığında acil doğumu savunsa da, bu ancak bekleme yaklaşımı için bir kontraindikasyon olarak dikkate alınmamaktadır (ağır vajinal kanama annede hipovolemi yaratabilir)43. Daha da abartılmış bir yaklaşım özellikle erken gebelikte olan kanamalarda perinatal ölüm ve ciddi hastalıktan korunmak için tekrarlayan kan transfüzyonlarını içerir. Bir çalışmada 500 ml’den fazla kan kaybeden kadınların yaklaşık % 20’sinin yarısında bekleme yaklaşımıyla 16,8 günlük bir kazanç sağlanacağı üzerinde durulmaktadır44. Crenshaw ve ark34 hastaların sadece % 43-46’sında agresif bekleme tedavisinin başarılı bir yaklaşım olduğunu, oysa Cotton ve ark32 agresif bir yaklaşım olarak bekleyen kadınların % 66’sında başarılı bir sonuca ulaşıldığını belirtmektedirler.

İzlem tedavisi Plasenta previada perinatal ölüm oranı doğrudan doğumdaki gebelik yaşıyla ilgilidir32–35. Macafee33, Johnson ve ark35 plasenta previalı olgularda izlem tedavisiyle de hem anne, hem de fetus için en düşük riski alarak maksimum fetal gelişimin sağlanmasını, perinatal mortalite ve anne mortalitesinin azaltılmasını amaçlanmaktadır. Bu tedavi planıyla tahminen küçük, kendini sınırlayan kanama atakları olan; anne-fetüs için ölümcül olmayan, tetiklenmiş travma (ilişki, vajinal muayene vb) veya doğum yokluğunda, hafif vakalarda (özellikle erken saptanan daha hafif previalarda) vajinal doğuma bile izin verilebilir. Son zamanlarda yapılan çalışmalarda izlem tedavisiyle oluşabilecek miadı aşan gebeliklere bağlı perinatal mortalite gelişebileceği de rapor edilmiştir36–37.

İzlem tedavisi sırasında preterm eylem bir problem olarak karşımıza çıkabilir. Brenner ve ark45 plasenta previalı kadınların % 40’ında erken membran rüptürü, spontan doğuma gidiş veya 37. gebelik haftasından önce doğum ile sonuçlanan başka problemler gelişebileceğini bulmuşlardır. Preterm eylem için uygulanan tokolitik tedavi mantıklı olabilmektedir. Fakat doğum öncesi kanama varlığı tokolitik kullanımı için bir kontrindikasyon oluşturmaktadır46. Vajinal kanama ile birlikte olan uterus kasılmaları ve plasenta ayrışması tokolitik

Macafee33 seçilmiş hasta gruplarında donanımı iyi olan, güvenlik önlemleri tam olarak alınmış hastanelerde olmak kaydıyla izlem tedavisini önermektedir. Cotton ve ark32 eve yollanan hastalar ile hastanede izlenenler arasında perinatal ve anne ölüm oranları açısından fark bulamamıştır. Halbuki D’Angelo ve Irwin hastaların doğuma kadar hastanede izlenmesiyle yenidoğan ölümü,

79


kullanımı için diğer kontrindikasyonlardır. Ek olarak plasenta previa olgularının % 10’una plasenta ayrışması da eşlik edebilir. Bu durumda tokolitiklerin taşikardi, çarpıntı gibi yan etkileri hipovolemi semptomlarıyla karışabilir. Sampson ve ark47 plasenta previalı, 21. haftadan sonra uterus kontraksiyonları olan olgularda tokolitik kullanımını ile perinatal ölüm oranının 1.000’de 126’dan 41’e indirebileceğini savunmaktadır.

bulunmalıdır. Doğum şekli Plasenta previa tanısında doğum sezaryen ile olmalıdır. Fakat özellikle plasenta previa düşük derecedeyse bu şart değildir. Düşük derecedeki plasenta previa olgularında (1–2 ön) ve fetal baş pelvise yerleşmişse gebelerde 37.–38. gebelik haftasından sonrasına kadar vajinal doğum için beklenebilir. Bazı hastalarda amniyotomiyi takiben oksitosin uygulanabilir. Plasenta previanın derecesi yüksek ise (2 arka veya 3–4) doğum acil veya elektif olarak sezaryen ile yaptırılmalıdır. İdeal olan acil durum oluşmadan önce doğumun planlanmasıdır. Acil doğumlarda perinatal ölüm ve ciddi hastalık gebelik haftasından bağımsız olarak kötü yönde etkilenmektedir. Cotton ve ark32 acil olarak doğan bebeklerin % 27,7’de, elektif doğumlara kıyasla anemi oranını % 2,9 daha fazla olarak bulmuştur.

Artmış perinatal ölüm oranı ile hafif kan kaybı olan plasenta previalı olgular arasında ilişki bulunamamıştır. Aksine ağır kan kaybı olan olgularda perinatal kayıplar atmıştır. Akılcı kan transfüzyonlarının uygulanmasıyla bu kayıpların engellenebileceği rapor edilmiştir32. Her ne kadar bir hastaya kullanılacak kan transfüzyonu sayısında teorik olarak kısıtlama olmasa da, çoğu kan bankası sonsuz sayıda kan kullanımına destek verememektedir. Fetus ve annede oluşabilecek kan kayıplarına karşı korumada oksijen desteğinin en iyi şekilde sağlanması için amaçlanan ideal uygulama, transfüzyonlar ile hemoglobin seviyesini 10 g/dl, hemotokrit düzeyini de % 30’un üzerinde tutmaktır.

Plasenta previa için uygulanan sezaryen doğumlarda doğum hekiminin tecrübesizliği dışında yaşanacak çeşitli problemler de görülebilir. Kraliyet Akademisi Kadın Hastalıkları ve Doğum Koleji (Royal College of Obstetricians and Gynaecologists [RCOG]) bazı sezaryenlere konsültan ile birlikte girilmesini önermektedir. Her ne kadar genel anestezi geçmişte rejiyonel anesteziye tercih edilmekteyse de Fredriksen ve ark48 rejiyonel anestezinin sadece güvenli değil, aynı zamanda daha az kan kaybının yaşandığı bir yöntem olduğunu göstermişlerdir.

İzlem yaklaşımına karşın plasenta previalı kadınların % 20’sinde 32. haftadan önce doğum olmaktadır. Bu vakalarda perinatal ölüm oranı % 73 olarak hesaplanmaktadır32. Bu problemin oluşumunu önlemek için servikal serklaj uygulanabilse de pratikte kullanılmamaktadır. Yenidoğan ölüm oranı ve ciddi hastalığı annede kortikosteriod kullanımıyla azaltılabilir.

İşlem Gelişmekte olan ülkelerde sezaryen doğumda epidural anestezi uygulaması, Moir’in49 plasenta previada epidural anestezinin kontrindike olduğunu bildirmesine rağmen giderek artan oranda tercih edilmektedir. Moir’in epidural anestezinin kontrindike olduğunu düşünmesindeki nedenler ise epidural yapılan hastalarda kan basıncının çok düşmesiyle uteroplasental kan akımının kritik düzeyin altına inmesi olasılığıdır. Crawford50 ise deneyimli ellerde epidural anestezinin güvenli olduğunu savunmaktadır. Gerçekten de yeni anestetik maddelerin sayısı arttıkça bu hastalarda rejiyonel anestezi teklif edilebilir hale gelmiştir30,31. Eğer hastanın durumu dengeli ve aktif kanama yok ise epidural veya spinal anestezi deneyimli anestezistlerin ellerinde kontrindike olmaktan çıkar.

Devamlı hastanede tutmak pahalı ve aile bütünlüğünün bölünmesi gibi psikolojik etkileri olan bir yaklaşımdır. Gelişmekte olan ülkelerde çoğu ailenin buna gücü yetmeyebilir. Fakat canlandırma için kolay erişim, doğumun çabuklaştırılması ve aktiviteyi olabildiğince sınırlayarak yatak istirahati yapılabilmesi sürekli hastanede tutmanın avantajlarıdır. Transport için gerekli araç gereç, ambulans servisi, motivasyonu tam olan ve canlandırma destek ihtiyacını bilen, en ufak bir belirtide en kısa sürede (15–30 dakika içinde) hastaneye ulaşması gerektiğini bilen uyumlu hasta olması durumunda evde izlenebilir. Bu yaklaşım sadece derecesi 1–3 veya asemptomatik 4. dereceden hastalarda uygulanabilir. İzlem yaklaşımı yapılan tüm hastalarda 2 ünite uygun kan her zaman hazır

80


Bariz Kanama

Gizli kalmış kanama Endometrium

Endometrium Plasenta

Gizli kalmış kanama

Göbek kordonu

Plasenta

Kanama

Göbek kordonu Fetus

Fetus

Serviks

Serviks

Şekil 4: Gizli kalmış ve açığa çıkmış ablasyo plasenta veya myometrium içine PGF2α uygulanmasının yararlı olduğu vakalar bildirilmiştir52. Son dönemde mümkünse uterus arteri embolizasyonu uygulanmasında yüz güldürücü sonuçlar da alınmaktadır. Buradaki sıkıntı olanakların kısıtlı olması ve doğum sırasında müdahale edebilecek radyoloji uzmanı bulunamayabilmesidir. Eğer kanama kontrol altına alınamıyorsa internal iliak arter ligasyonu ve hatta histerektomiye gerek duyulabilir.

Uterusa insizyon eğer mümkünse alt segmente transvers olarak yapılmalıdır. Alt segment yok ise veya vasküler ise bazı hekimler klasik veya De Lee insizyonu önermektedir. Scott51 böyle insizyonların uzun dönem oluşan dezavantajları ve kötü sonuçları nedeniyle nadir olarak uygulanması gerektiğini belirtilmektedir. Operasyon sırasında zorluk ile karşılaşıldığı zaman transvers alt segment insizyonlar T, J veya U şekline dönüştürülebilir. Plasenta önde olduğunda uterusa iki farklı insizyon yaklaşımı uygulanabilir. Plasenta boyunca veya kenarından ve membranların üzerinden veya plasentanın altından uterusa girilebilir. Eski yaklaşım hız gerektirmekte ve fetusta ciddi kan kaybına neden olabilmektedir52. Myerscough52 plasentayı kesme ve fetusun damarlarında ayrılma sonucu oluşacak kan kaybına karşı bazı önerilerde bulunmuştur52.

PLASENTA AYRIŞMASI Latince abruptio placentae olarak adlandırılan bu durumda plasenta parçalar halinde yırtılır ve çoğu vakada acil bir tablo olarak ortaya çıkar. Fetus yaşam sınırını aştıktan sonra normal yerleşimli bir plasentanın zamansız olarak ayrılmasından kaynaklanan kanamayla tanınır. Ayrılmadaki başlangıç olay desidua basalisteki kanamadır.

Uterus alt segmentinin kas yapısı zayıftır. Kontraksiyon ve retraksiyon plasenta yatağındaki sinüslerde tıkanmayla sonuçlanır. Bu yüzden ameliyat sırasında kanama sık değildir53. Kanama kontrolünün sağlanmasında zorlanıldığında, kanayan sinüsler atravmatik sütürler ile kontrol altına alınmalıdır51. Eğer bu yöntem ile başarı sağlanamamış ise uterus paketlenmelidir. Fakat bu yöntemin dezavantajı uterusun her yönde eşit kapanmaması, ayrı kalan alanlardan kanama olabilmesi ve bu kanamanın katlar arasında gizli kalabilmesidir. Plasenta yatağındaki kanamayı durdurmak için balon tamponadı uygulaması

İnsidans ve risk faktörleri Yaklaşık gebelerin 1/200’de görülmektedir10. Ancak daha yüksek insidanslarda olduğu da rapor edilmiştir54. Klinik tanıdan daha sık olarak doğum sonrası rutin plasenta muayenelerinde küçük ayrışmalar tarzında görünümler ile insidans % 4,5’tan daha fazla olarak görülmüştür55. Plasentadaki ayrılma aşikar veya gizli olabilir (Şekil 4). Vakaların % 65-80’inde önceden de vardır. Gizlenmiş tip, klinik olarak daha sık ciddi komplikasyonlarla birlikte olması nedeniyle tehlikelidir.

81


Tablo 1: Ablasyo plasentanın klinik görünümü71 Semptom/Bulgu Sıklık (%) Vajinal kanama 78 Uterus hassasiyeti ve sırt ağrısı 66 Fetal sıkıntı 60 Erken doğum 22 Sık uterus kontraksiyonları 17 Tonus artışı 17 Fetal ölüm 15

Ablasyo plasenta için risk faktörleri: 1. Parite: Yüksek pariteli kadınlarda daha sık 2. Yaş: Yaşlı kadınlarda daha sık, fakat yaştan ziyade paritenin yansımalarının tekrarı olabilir. 3. Önceki gebelikte ablasyo plasenta varlığı: Bir sonraki gebelikte % 6’dan % 16,7’ye değişir. İki kez ablasyo plasenta geçirenlerde oran % 25’dir. Fetal ölüme neden olacak kadar ciddi ablasyo plasenta olanların % 7’sinde sonraki gebelikte de aynı sonuç görülür. Ayrıca bu hastaların % 30 kadarında sonraki gebeliklerde de canlı çocuk elde edilemez56–59. 4. Erken membran rüptürü: 54 çalışmanın meta-analizinde 3 kat artmış ablasyo plasenta riski60 bildirilmiştir. 20.–36. haftalar arasındaki rüptürlerde ve eğer rüptür 24 saatten daha uzun sürerse bu riskin daha yüksek olduğu da gösterilmiştir61–62. 5 . Sigara içimi: Sigara içicilerinde içmeyenlere göre 2 kat daha sıktır. 6 . Kokain kullanımı: Kullanmayanlarla kıyaslandığında anlamlı bir risk artışı vardır63. 7. Batın travması: Plasenta ayrışmasında % 1–6 ufak yaralanma, % 50’nin üzerinde ciddi yaralanma komplikasyonudur64. 8. Membran rüptürü sonrasında ani uterus dekompresyonu: İkiz gebelikler gibi, eksternal sefalik versiyon veya polihidramnioslu gebelik 9. Açıklanamayan alfa fetoprotein yüksekliği 10. Hiperhomosisteinemi ve trombofili, özellikle faktör V65,66 11. Hipertansif gebelik rahatsızlıkları

Vajinal kanama semptomunun görülme oranı% 70– 80’den daha fazla değildir28. Yaklaşık vakaların % 50’de 36. haftadan sonra olabilen koyu ve pıhtısız kanama karakteristiktir28. Plasentada ayrışmayı başlatan en önemli neden doğumdur70. Ablasyo plasentalı hastaların yaklaşık yarısında doğum eylemi başlamıştır. Uterus kontraksiyonlarının varlığı nedeniyle, sürekli olan ablasyo ağrısını ayırt etmek zor olabilir. Uterus kasılmalarının karakteristik olarak 5–10 dakika aralıklarla olması ablasyo plasenta ağrısından ayırt ettirici özelliktir. Özellikle arkaya yerleşmiş plasentalarda abdominal ağrı olmayabilir. Bu Notelovitz ve ark72 tarafından masum ve gizli olarak adlandırılmıştır. Fox55 tarafından da bu tip ablasyo plasentalar daha yüksek insidansta bulunmuştur. Ağrı varlığı myometrium içine dolan kan nedeniyle olabilir. Ciddi vakalarda (evre 3) ağrı keskin, ağır ve anidir. Bazı hastalarda ek olarak bulantı, anksiyete, susama, huzursuzluk ve halsizlik zayıflık hissi ile beraber olabilir. Bunlara fetal hareket azalması veya yokluğu da eklenebilir. Bazı hastalarda hipertansiyon varlığında ciddi kan kaybına bağlı şok bulguları (taşikardi, kan basıncında azalan kan hacminde bağlı düşme, vb.) maskelenebilir. Fakat artan karın sertliği, fundusta yükselme ablasyo plasentadan şüphelendirebilir. Ciddi vakalarda tipik olarak uterus tahta gibi sertleşmiş, fetusun palpasyonu zorlaşmış, fetal kalp atımı zayıflamış olarak tespit edilebilir. Daha ilerlemiş olgularda fetusta sıkıntı, anormal kalp atımı, hatta fetusun ölümü görülebilir. Tipik bulgular evre 1-2’de olur iken, evre 3’de çok değişken bulgular olabilir73. Ciddi vakalarda pıhtısız, koyu kırmızı renkli vajinal kanama ve buna bağlı yaygın damar içi pıhtılaşma izlenebilir. Pıhtılaşma bozukluğu insidansı, sıklıkla ciddi vakalarda olmak üzere % 35–38’dir57, 74.

Tanı Plasenta previadan farklı olarak tanısı ultrason kullanımından çok klinik özellikler göz önüne alınarak yapılır (Tablo 1). Ultrason kesin yer konusunda yardımcı olabilir; mesela geniş bir retroplasental hematomun yerinin saptanmasında kullanılabilir. Fakat ciddi vakalarda bile bu sık bir uygulama değildir. Semptomlar ve bulgular hafiften ağıra tüm vakalarda tanı koydurucudur. Hafif formda tanı doğum sonrasında retroplasental bir hematom tanımlanana kadar bariz olmayabilir. Ablasyo plasentanın bulguları vajinal kanama, karın ağrısı, uterus kasılması ve gerginliktir. 82


Tablo 2: Ablasyo plasentanın evrelemesi (Sher ve Statland)76 Evre

Tanım

0

Küçük retroplasental kanamayla birlikte (< 150 ml), asemptomatik ablasyo plasenta

1

Vajinal kanama (150–500 ml arasındadır), uterusta hassasiyet ve tonus artışı olabilir. Annede şok ve fetal sıkıntı bulgusu yoktur

2

Vajinal kanama. Annede şok yoktur, fetus sıkıntıdadır.

3

Vajinal kanama, uterusta hassasiyet ve sürekli karın ağrısı vardır. Annede şok ve fetal ölüm vardır. Hastaların % 30’unda pıhtılaşma bozukluğu da vardır. ciddi ayrılma ve pıhtılaşma bozukluğunda olur. Tedavi başlangıcında ve doğumun aktif fazının başlangıcında, amniyotomi yapılabilir. Bu çoğu vakada etkilidir, fakat bir kısmında oksitosin ile indüksiyon gerekebilir. Aşırı uyarılmış uterustan oluşabilecek uterus rüptürü nedeniyle tedavi özenle yönetilmelidir.

Jinekolojik muayenede pıhtılı kan saptanabilir. Tipik plasenta ayrılma kanaması pıhtısızdır. Retroplasental hematom alanından sızan sıvıda bulunan pıhtıların varlığı nedeniyle vajinada kan pıhtıları olabilir. Bu vakaların yarısında serviks dilatedir. Eğer membranlar açılmışsa sıvı kan ile lekelenebilir. Ultrasonografi ablasyo plasenta tanısında duyarlı bir yöntem değildir. Fakat vakaların % 10’da görülen plasenta previa ayrıcı tanısı için faydalıdır. Ultrasonografiyle retroplasental pıhtının genişliği, yeri, hiperekojen veya izoekojen olup olmadığı karşılaştırılabilir. Ekojenite bazen ince plasenta olarak yanlış yorumlanabilir75. Ayrılmış bir retroplasental pıhtı ilk 1 hafta hiperekojen ve 2 hafta sonolüsen görülür. Her ne kadar sonografi doğru bir tanı aracı olmasa da vakaların izlenmesinde önemlidir. Hematomun ölçüsü, yerleşimi ve içindeki değişimler, fetusun büyümesi gibi tüm değişkenler sonografiyle izlenebilir. Kliehauer-Betke testi karın ağrısının olduğu fakat vajinadan kanamanın olmadığı gizli veya masum ayrılmalarda faydalı olabilir.

Fetus canlıysa en başarılı olan doğum şekline karar vermek her zaman kolay olmaz. Doğum şekli fetusun durumuna bağlıdır. Çalışmalar canlı doğan bebeklerin % 15,4’ü kadarının hayatta kalamadığını göstermektedir77. Ancak fetus canlıysa rastgele gruplanmamış, kontrollü çalışmalarda sezaryen ile doğumun üstünlüğü gösterilmiştir (% 52’e % 1678 ve % 20’ye % 1573). Kararsızlık ve lüzumsuz olduğunu düşünerek sezaryen uygulamasının geciktirilmesi gebeliğin son çeyreğinde sezaryen doğumun en kötü sonuçlarından sorumlu olmaktadır70. Eğer fetus canlıysa ve fetal sıkıntı varsa sezaryen seçeneği değerlendirilmelidir. Ancak pıhtılaşma bozukluğu varlığında cerrahi uygulama anne ölümü ve ciddi hastalığı olasılığını artabilir.

Tedavi Tedavi ablasyonun ciddiyeti, fetusun durumu ve gebelik haftası gibi genel ve özgün ölçütlere göre şekillenir. Sher ve Statland76, ablasyo plasenta için tedavi yaklaşımlarını da düşünerek, ciddiyetine göre 3 kategoriye ayırmıştır (Tablo 2).

Karar vermeden önce fetusun canlı olup olmadığı, ablasyonun derecesi, fetusun durumu doğum için dikkate alınmalıdır. Ablasyo ciddi olduğunda sezaryen uygulanması annenin tedavisiyle birlikte yapılmalıdır. Özellikle fetusun ölümü başvurudan sonra meydana gelmiş ve üzerinden 2 saatten daha fazla süre geçmişse doğum hemen yapılmalıdır.

Genel yaklaşım kanamalı her hastaya olan yaklaşımla benzerdir. Spesifik özellikler acil doğum, izlem tedavisi ve komplikasyonların tedavisini içerir.

Eğer ablasyo hafif ve orta derecedeyse doğum şekli bebeğin koşulları, hazırlık aşaması ve serviksin durumuna göre belirlenmelidir. Anormal kalp ritmini fark edebilmek için devamlı fetal kalp monitörü uygulanmalıdır. Anormal kalp hızı varlığında acil sezaryen ile doğum düşünülmelidir. Ancak vajinal doğum kararı verilecekse, bu karar en erken dönemde alınmalıdır. Golditch ve Boyce79, Lunan80, Okunufua

Acil doğum Ablasyo plasentanın ciddiyetine, fetusun canlı veya ölü olup olmamasına bağlıdır. Fetus ölüyse vajinal doğum, annenin durumunun düzeltilmesinin sonrasına bırakılır. Fetusun ölümü sıklıkla

83


ve Olatubosun78 elektronik fetal monitör yokluğunda perinatal ölüm oranlarının vajinal doğumlarda daha yüksek olduğunu bulmuşlardır. Hafif ablasyosu olan kadınlarda servikal olgunlaşma için prostaglandin kullanımı sonrasında oluşan tehlikeli tetanik kontraksiyonlar görülebilir. Amniyotomi bu hastalarda uygun olmaktadır ve doğumu sıklıkla hızlanmaktadır. Prostaglandin uygulanamadığı durumlarda hiperstimulasyona karşı dikkatli olmak koşuluyla oksitosin uygulanmaktadır.

bu grup hastalarda doğumun indüksiyonu sıklıkla önerilmektedir. Plasentanın işlevi ve bütünlüğünün saptanamayacak şekilde bozulabileceği yönündeki bazı söylemlerle rağmen miadında doğum daha fazla avantaj sunmaktadır. Vakaların ufak bir kısmında hafif ablasyo doğum sırasında gelişebilir. Bazı hastalarda ablasyo plasenta varlığında tokolitik kullanımı netleşmiş değildir. Ancak plasentadaki ayrışma durumu daha da kötüleştirdiği için kontrendike olabilir46. Sholl81 hafif plasenta ayrışmasında tokolitikleri incelemiş, doğumun anne ve fetusu tehlikeye atmadan miad aşımı olan gebeliklerde başarılı olduğunu bulmuştur. Sholl’un çalışmasını destekleyecek daha birçok geniş çalışmaya ihtiyaç duyulmaktadır.

İzlem tedavisi Ne fetus, ne de anne için risk yoksa bu yöntem tavsiye edilebilir. Maalesef fetal monitörde fetal sıkıntı bulgularının yokluğu, fetal şartların iyi olduğunu garanti etmemektedir. İzlem tedavisi fetal gelişme ve hayatta kalma olasılığını artırmaktadır. İdeal olan gebeliğin 37. haftanın üstünde olmasıdır. Ancak yenidoğanın hayatta kalma şansı 34.–35. hafta üzerinde daha fazla ve 34. hafta altında da fetal monitör uygulamasının anlamsız olduğundan net değerlendirme yapılamamaktadır. İzlem tedavisi hafif vajinal kanama, hafif karın ağrısı, kardiyovasküler açıdan iyi durumdaki hastalara önerilebilir. Karar vermeden önce konservatif yaklaşım yapılabilir, fetal koşullar çok hızlı değişebileceği için yakından izlenmelidir.

Ablasyo plasenta komplikasyonlarının yönetimi Ablasyo plasenta komplikasyonları şunları içerir: 1. Annede şok: Ablasyo plasenta orantısız kan kaybı açığa çıkarabilir. Resüsitasyonun tipi hastaların klinik durumunun belirlenmesine bağlıdır. Şoktaki hastaların çoğunda yaygın damar içi pıhtılaşma bozukluğu dışında, pıhtılaşma faktörlerinin de yerine konması gerekmektedir. 2. Yaygın damar içi pıhtılaşma bozukluğu: Tedavi pıhtılaşma faktörlerindeki eksiğin düzeltilmesi ve hematoloji konsültasyonunu gerektirir. Böbrek fonksiyonların takibi özellikle akut tubuler nekrozun farkına varılması için zorunludur. 3. Uç organların iskemik nekrozu (beyin, böbrek vb.): Yeterli sıvı desteğini gerektirir. 4. Doğum sonu kanama (ikincil yaygın damar içi pıhtılaşma bozukluğu ve Couvelaire uterusu): Uterotonik ilaçlarla tedavi ve doğum sonu kanama tedavisindeki diğer yöntemler. 5. İzoimmunizasyon: Anti D uygulaması doğum sonrası ilk 72 saate kadar yapılmalıdır. En doğrusu Kleihauer-Betke testiyle uygulanmasıdır.

İzlem yaklaşımı hastane şartlarında yapılmalıdır. Hastanede izlem ile en iyi sonuca ulaşma arasında ilgi yoktur. Ancak hasta eğitimi ve hastaneye erişim genellikle kötü olduğundan, hastanede izlem güvenli bir seçenek olabilir. Bazı toplumlarda hastanede izlem pahalı ve anlamlı ölçüde aile bütünlüğü bozulmalarına neden olması nedeniyle rutin olarak kabul edilmeyebilir. İzlem tedavisi sırasında ultrasonla yapılan düzenli takipte saptanan fetal büyüme kısıtlanması, ablasyo plasentayla ilgili genel bir bulgu olarak gözlenebilir. Doğumun zamanlamasına karar verme vajinal kanamadan başka fetal şartlar, gebelik yaşı, yenidoğan bakım ünitelerinin olanaklarına bağlıdır. Eğer kanama atakları tekrarlıyorsa ve fetal sıkıntı yoksa 37.–38. haftada indüksiyon uygun olacaktır. İlk kanama atağı küçük ve kendini sınırlayıcıysa, ayrıca akut (anormal kardiyotakografi ve biofizik profil skoru < 6) veya kronik fetal sıkıntı bulguları (büyüme kısıtlılığı, oligohidramnios, anormal umbilikal arter Doppler bulguları) yoksa doğum indüksiyonunu destekleyen kanıtlar bulunmamaktadır. Buna rağmen

Fetusun uterus içinde ölmüş olduğu olgulara yaklaşım Fetusun ölümü ablasyo plasenta olgularının % 20’sidir ve bunlarda plasentadaki ayrışma genellikle % 50’den fazladır. Bu hastaların yaklaşık % 30’unda pıhtılaşma bozukluğu vardır. Bu gibi vakalar

84


ciddi olarak adlandırılır. Yaklaşım aşağıdaki gibi olmalıdır.

PLASENTA AKREATA, İNKREATA, PERKREATA

Değerlendirme ve kan kaybının yerine konması Kan kaybı > 2500 ml ise ilk hemoglobin ve hematokrit seviyeleri hemokonsantrasyona bağlı normal olabileceği için yaşamsal bulgulara bakılmaksızın, en azından kan grup testleri yapılmış 4 U kan hazırlanmalı ve başlangıçta eritrosit süspansiyonuyla transfüzyona başlanmalıdır. İlk resüsitasyonda gizli hipotansiyon, taşikardi saptanabilir.

Bu grup ölümcül olabilecek kadar ciddi olabilen, çeşitli şekillerdeki anormal plasenta yapışmasını içerir. Bazı yapışıklıklar implantasyon alanındaki desidua desteğinin kaybı ile oluşur. Sonuçta süngerimsi fizyolojik klivaj planı desidua boyunca kaybolmuştur. Buna bir veya birden fazla kotiledonun desidua basalis ve hatta myometriumun derinlerine invazyonu sebep olmaktadır.

Pıhtılaşma bozukluğuna yaklaşım (Vakaların %30’u) Aşırı vajinal kanama yoksa laboratuar sonuçları anormalse bile, tedavi uygulanması önerilmemektedir. Uygun kan bileşenlerinin verilmesi ve damar içi hacmin yerine konması tedavinin ana amacıdır. Modern tedavi yaklaşımında tüketim koagülopatisinde heparinin rolü yoktur. Pıhtılaşma bozukluğu varlığında sezaryen doğum endikasyonu da yoktur. Fakat kontrindike de değildir. Doğuma uygun olmayan bir serviks varlığında sezaryen doğum endikasyonu da yoktur, anne için hızlı doğum gerektiren şartların haricinde pıhtılaşma bozukluğu varlığında batına ve uterusa yapılan insizyonlar aşırı miktarda kanamaya neden olabilir (Bkz. Bölüm 25).

Plasenta akreata terimi uterus duvarına yapışık olarak devam eden plasenta implantasyonunu tanımlamak için kullanılır. Plasenta villusları myometrium içine kusurlu desidualizasyon oluşturacak şekilde saplanmıştır. Eğer villuslar myometriuma girmişse plasenta inkreata olarak adlandırılır. Eğer invazyon serosal yüzeye ulaşacak kadar derinlere gidiyor ise plasenta perkreata olarak adlandırılır. Her ne kadar sık olmasa da özellikle kanama uterus perforasyonu, infeksiyon, cerrahi yaklaşımda zorluk ve diğer komplikasyonların sonucu olarak gelişir. Annede ölüm ve ciddi hastalık yaratabilecek bir sorundur84. İnsidans Yaklaşık doğumların 1/2.500’ünde görülür. Son 50 yılda muhtemelen sezaryen doğumların artışına bağlı olarak arttığı gözlenmiştir85.

Doğum Vajinal kanama gibi obstetrik bir komplikasyon olmadan hızlı kan transfüzyonu güvenli bir yaklaşım değildir. Her hastada vajinal doğum için çaba sarf edilmelidir (Anne sağlığı da tehlikeye atılmamalıdır). Amniyotomi ve oksitosin infüzyonu başlanabilir. Hipertonik uterus veya yüksek uterus içi basınç varlığında oksitosin kullanımı engellenmelidir. Eğer ritmik uterus kontraksiyonları yoksa standart dozlarda oksitosin başlanabilir. Vajinal doğumun faydaları oksitosin kullanımının risklerini baskılayabilir. Anne dolaşımındaki tromboplastine bağlı olarak doğumun annede tüketim koagülopatisini arttırdığını gösteren bir kanıt yoktur82. Fetusun ölümünde doğum için zaman sınırlaması yoktur. Annenin sağlığıyla ilgili sonuçlar doğum ve zamanlamadan ziyade sıvı ve kan desteğiyle ilişkilidir83. Serviks uygun olmamasına rağmen anne sağlığı tehlikede değilse doğum indüksiyonu için prostaglandin de kullanılabilir.

Risk faktörleri uterus alt segmentteki eski kesi hattının üzerine yerleşmiş implantasyon veya kürtaj sonrası gelişen Asherman sendromunudur. Plasenta previa vakaların üçte birinde tanımlanır ve kadınların % 25’inde sezaryen ile doğum yapma öyküsü bulunur. Yaklaşık olarak ¼ olguda önceden uygulanmış kürtaj, diğer ¼ de grand multiparite (5 veya daha fazla) vardır86. Tanı Tanı sıklıkla doğuma kadar konulamamaktadır. Her ne kadar plasenta previanın sonucu olsa da, bazı hastalarda yükselmiş serum alfa fetoprotein87 ve doğum öncesi kanama gibi belirsiz özellikler olabilir. Sezaryen skarı kenarındaki koryonik villusların myometriuma invazyonundan kaynaklanan uterus rüptürü de görülebilir88.

85


PLASENTA ANOMALİLERİNİN NADİR TİPLERİ

Renkli Doppler sonografi kullanımıyla tanı duyarlılığı geliştirilmektedir. İki çok önemli tanı kıstası vardır: Uterus serozasıyla mesane arasındaki ve retroplasental damarlar arasındaki mesafenin 1 mm’den daha yakın olması ve plasenta içinde geniş gölcüklerin varlığıdır89.

Plasentanın bazı anatomik versiyonları çok ciddi doğum sonu kanamaya neden olabilir. Bunlar plasenta bilobata, aksesuar lob ve plasenta membranecea olarak sıralanabilir.

İlk çalışmalar üç boyutlu renkli Dopplerultrason uygulamalarıyla diğer antenatal görüntüleme tekniklerinin birbirinitamamladığınıdesteklenmektedir. Bu bağlamda MRI bir diğer üst teknik olarak görülmektedir90.

Plasenta bilobata Plasenta bilobata plasenta iki loba ayrıldığında oluşur. Ayrılma, göbek kordonu sonlanmadan önce bir lobdan diğerine uzanan damarların inkomplet ayrılmasıdır. İnsidans yaklaşık doğumların 1/350’dir94.

Yönetim Birçok vakada, problemler bebeğin doğumundan sonra ortaya çıkmaktadır. Yapışık plasentadaki komplikasyonlarının çoğu, doğum problemleri veya doğum başarısızlığı ile ilgilidir. Tedavi yaklaşımında bu yüzden amaç bu komplikasyonları en aza indirmek olmalıdır (Bkz Bölüm 24).

Aksesuar lop Bu anormal formda ana plasentadan uzakta bir veya birden fazla küçük aksesuar lop membranlar arasında gelişmektedir. Aksesuar lop genellikle fetustan kaynaklanan damarlarla bağlantılıdır. Plasenta bilobatanın küçük bir versiyonu olarak düşünülebilir. Aksesuar lop doğumdan sonra uterustan ayrılmaz ise ciddi kanamaya neden olabilir. İnsidans % 5 olarak rapor edilmiştir95.

Kanama en sık plasentanın uterustan ayrılması sırasında oluşmaktadır. Maalesef bu vakaların çoğunda son tedavi histerektomi olmaktadır. Alternatif tedavi yaklaşımı hipogastrik ve/ veya uterus arteri bağlanması ya da anjiyografik embolizasyon olmaktadır. Perkreata tipinde bazen mesane tabanına invazyon olabilir. Komplikasyonu önlemek için cerrahi başka işlemlere ihtiyaç duyulabilir ve kanamanın kontrolü çok zor olur.

Plasenta membranacea Bu tip plasentada tüm membranlar fonksiyonel villus içeren membran benzeri bir yapıdadır. Tanı ultrason ile konur. Plasenta previa ve akreata ile ilgili ciddi kanama nedeni olabilir. Değişik bir tipinde tüm plasentayı kaplamadan sadece merkezi kaplayarak, halka şeklinde veya at nalı plasenta olarak görülür. Görülme sıklığı yaklaşık doğumların 1/6.000’i kadardır95.

Yaygın geniş plasenta akreata vakalarında (tüm plasenta yüzeyleri tutulmuş ise) kanama elle halas uygulamalarının yapılmasına kadar çok sınırlı tutulmalıdır. Aynı zamanda korda traksiyon uygulanması inversiyona neden olabilir. Uterus ve plasenta arasında yeterli klivaj olmaması nedeniyle elle çıkarma yöntemi çok başarılı olmamaktadır. Bu durumda en güvenli tedavi histerektomidir. Uterus koruyucu yaklaşım, uterusun kapanmasından önce çok miktarda ve parça parça plasental dokuların çıkarılması olabilir. Fakat bu yaklaşım kabul edilemeyecek oranda yüksek ölüm riski taşır (% 25)86. Diğer konservatif yaklaşım ise kanama olmadan plasentanın in situ olarak ayrılması olabilir. Kayem uterus arteri embolizasyonunu izleyen 6 ayı takiben plasentanın yerinde kendiliğinden yok olduğu bir vakayı tanımlamıştır91. Diğer gruplarda da benzer yaklaşımlar tanımlanmıştır, metotreksat kullanımı ile plasentanın doğumdan 4 hafta sonrasına kadar spontan atıldığı bazı yayınlarda belirtilmiştir92,93.

Kaynaklar 1. Bonnar J. Massive obstetric haemorrhage. Baillieres Best Pract Res Clin Obstet Gynaecol 2000;14:1–18 2. Gilbert TT, Smulian JC, Martin AA. Obstetric admission to the intensive care unit: outcomes and severity of illness. Obstet Gynecol 2003;102: 897 3. Hazelgrove JF, Price C, Papapachan VJ, et al. Multicenter study of obstetric admission to 14 intensive care units in southern England. Crit Care Med 2001;29:770 4. Zeeman GG, Wendel GDJ, Cunningham FG, et al. A blueprint for obstetric critical care. Am J Obstet Gynecol 2003;188:532 5. Jegosathy R. Sudden maternal deaths in 86


Malaysia: a case report. J Obstet Gynaecol Res 2002;28: 186 6. Rahman MH, Akhter HH, Khan Chowdury ME, et al. Obstetric deaths in Bengladesh. Int J Gynaecol Obstet 2002;77:161 7. Nagaya K, Fetters MD, Ishikawa M, et al. Causes of maternal mortality in Japan. JAMA 2000;283:2661 8. Chichakli LO, Atrash HK, Mackay AP, et al. Pregnancy-related mortality in the United States due to hemorrhage: 1979–1992. Obstet Gynecol 1999;94:721 9. Crane JMG, Van Den Hof MC, Dodds L, et al. Neonatal outcomes in placenta previa. Obstet Gynecol 1999;93:541 10. Martin JA, Hamilton BE, Ventura SJ, et al. Births: Final data for 2001. National Vital Statistics report. Hyattsville: National Center for Health Statistics, 2002 11. Frederiksen MC, Glassenberg R, Stika CS, et al. Placenta previa: A 22-year analysis. Am J Obstet Gynecol 1999;180:1432 12. Babinszki A, Kerenyi T, Torok O, Grazi V, Lapinski RH, Berkowitz RL. Perinatal outcome in grand and great-grand multiparity: effects of parity on obstetric risk factors. Am J Obstet Gynecol 1999;181:669–74 13. Ananth CV, Smulian JC, Vintzileos AM. The effect of placenta previa on neonatal mortality: a population-based study in the United States, 1989 through 1997. Am J Obstet Gynecol 2003; 188:1299–304 14. Gesteland K, Oshiro B, Henry E, et al. Rates of placenta previa and placental abruption in women delivered only vaginally or only by cesarean section. J Soc Gynecol Invest 2004;11:208A 15. Gilliam M, Rosenberg D, Davis F. The likelihood of placenta previa with greater number of cesarean deliveries and higher parity. Obstet Gynecol 2002;93:973 16. Williams MA, Mittendorf R, Lieberman E, Monson RR, Schoenbaum SC, Genest DR. Cigarette smoking during pregnancy in relation to placenta previa. Am J Obstet Gynecol 1991; 165:28–32 17. Brar HS, Platt LD, DeVore GR, Horenstein J. Fetal umbilical velocimetry for the surveillance of pregnancies complicated by placenta previa. J Reprod Med 1988;33:741–4 18. Ananth CV, Demissie K, Smulian JC, Vintzileos AM. Relationship among placenta previa, fetal growth restriction, and preterm delivery: a population-based study. Obstet Gynecol 2001;98: 299–306

19. Chapman MG, Furness ET, Jones WR, Sheat JH. Significance of the location of placenta site in early pregnancy. Br J Obstet Gynaecol 1989;86: 846–8 20. McLure N, Dornan JC. Early identification of placenta previa. Br J Obstet Gynaecol 1990;97: 959–61 21. Laing FC. Placenta previa: avoiding falsenegative diagnoses. J Clin Ultrasound 1981;9: 109–13 22. Comeau J, Shaw L, Marcell CC, Lavery JP. Early placenta previa and delivery outcome. Obstet Gynecol 1983;61:577–80 23. Ruparelia BA, Chapman MG. Early lowlying placentae – ultrasonic assessment, progress and outcome. Eur J Obstet Gynecol Reprod Biol 1985; 20:209–13 24. Taipale P, Hiilesmaa V, Ylostalo P. Transvaginal ultrasonography at 18–23 weeks in predicting placenta previa at delivery. Ultrasound Obstet Gynecol 1998;12:422–5 25. Becker RH, Vonk R, Mende BC, Ragosch V, Entezami M. The relevance of placental location at 20–23 gestational weeks for prediction of placenta previa at delivery: evaluation of 8650 cases. Ultrasound Obstet Gynecol 2001;17:496–501 26. Dashe JS, McIntire DD, Ramus RM, Santos-Ramos R, Twickler DM. Persistence of placenta previa according to gestational age at ultrasound detection. Obstet Gynecol 2002;99:692–7 27. Tan NH, Abu M, Woo JL, Tahir HM. The role of transvaginal sonography in the diagnosis of placenta praevia. Aust N Z J Obstet Gynaecol 1995;35:42–5 28. Knuppel AR, Drukker JE. Bleeding in Late Pregnancy: Antepartum Bleeding. Philadelphia: Saunders, 1986 29. Hertzberg BS, Bowie JD, Carroll BA, Kliewer MA, Weber TM. Diagnosis of placenta previa during the third trimester: role of transperineal sonography. Am J Roentgenol 1992;159:83–7 30. Powell MC, Buckley J, Price H, Worthington BS, Symonds EM. Magnetic resonance imaging and placenta previa. Am J Obstet Gynecol 1986; 154:565–9 31. Fraser R, Watson R. Bleeding During the Latter Half of Pregnancy. London: Oxford University Press, 1989 32. Cotton DB, Read JA, Paul RH, Quilligan EJ. The conservative aggressive management of placenta previa. Am J Obstet Gynecol 1980;137: 687–95 33. Macafee CH, Millar WG, Harley G. 87


Maternal and foetal mortality in placenta praevia. J Obstet Gynaecol Br Emp 1962;69:203–12 34. Crenshaw C, Jr, Jones DE, Parker RT. Placenta previa: a survey of twenty years experience with improved perinatal survival by expectant therapy and cesarean delivery. Obstet Gynecol Surv 1973; 28:461–70 35. Johnson HW, Williamson JC, Greeley AV. The conservative management of some varieties of placenta praevia. Am J Obstet Gynecol 1945;49: 398–406 36. Besinger RE, Moniak CW, Paskiewicz LS, Fisher SG, Tomich PG. The effect of tocolytic use in the management of symptomatic placenta previa. Am J Obstet Gynecol 1995;172:1770–5; discussion 1775–8 37. Towers CV, Pircon RA, Heppard M. Is tocolysis safe in the management of third-trimester bleeding? Am J Obstet Gynecol 1999;180:1572–8 38. Silver R, Depp R, Sabbagha RE, Dooley SL, Socol ML, Tamura RK. Placenta previa: aggressive expectant management. Am J Obstet Gynecol 1984;150:15–22 39. D’Angelo LJ, Irwin LF. Conservative management of placenta previa: a cost-benefit analysis. Am J Obstet Gynecol 1984;149:320–6 40. Kaunitz AM, Spence C, Danielson TS, et al. Perinatal and maternal mortality in a religious group avoiding obstetric care. Am J Obstet Gynecol 1984;150:826–31 41. Rosen DM, Peek MJ. Do women with placenta praevia without antepartum haemorrhage require hospitalization? Aust N Z J Obstet Gynaecol 1994;34:130–4 42. Anon MG. Editorial comment. Aust N Z J Obstet Gynaecol 1994;34:130–1 43. Love CD, Wallace EM. Pregnancies complicated by placenta praevia: what is appropriate management? Br J Obstet Gynaecol 1996;103:864–7 44. Ananth CV, Smulian JC, Vintzileos AM. The association of placenta previa with history of cesarean delivery and abortion: a metaanalysis. Am J Obstet Gynecol 1997;177:1071–8 45. Brenner WE, Edelman DA, Hendricks CH. Characteristics of patients with placenta previa and results of ‘expectant management’. Am J Obstet Gynecol 1978;132:180–91 46. Besinger RE, Niebyl JR. The safety and efficacy of tocolytic agents for the treatment of preterm labour. Obstet Gynecol Surv 1990;45:415–40 47. Sampson MB, Lastres O, Tomasi AM, Thomason JL, Work BA, Jr. Tocolysis with terbutaline sulfate in patients with placenta previa

complicated by premature labor. J Reprod Med 1984;29:248–50 48. Frederiksen MC, Glassenberg R, Stika CS, et al. Placenta previa: a 22-year analysis. Am J Obstet Gynecol 1999;180:1432 49. Moir DD. Obstetric Anaesthesia and Analgesia, 2nd edn. London: Bailliere Tindall, 1980 50. Crawford JS. Priciples and Practice of Obstetrics Anaesthesia, 15th edn. Oxford: Blackwell, 1985 51. Scott JS. Antepartum haemorrhage. In Whitefield CR, ed. Dewhurst’s Textbook of Obstetrics and Gynaecology for Postgraduates, 4th edn. Oxford: Blackwell, 1986 52. Myerscough PR. Munro Kerr’s Operative Obstetrics, 10th edn. London: Bailliere Tindall, 1982 53. Williamson HC, Greeley AV. Management of placenta praevia: 12 year study. Am J Obstet Gynecol 1945;50:987–91 54. Rasmussen S, Irgens LM, Bergsjo P, Dalaker K. The occurrence of placental abruption in Norway 1967–1991. Acta Obstet Gynecol Scand 1996;75:222–8 55. Fox H. Pathology of the Placenta. London: Saunders, 1978 56. McShane PM, Heyl PS, Epstein MF. Maternal and perinatal morbidity resulting from placenta previa. Obstet Gynecol 1985;65:176–82 57. Pritchard JA, Brekken AL. Clinical and laboratory studies on severe abruptio placentae. Am J Obstet Gynecol 1967;97:681–700 58. Paterson MEL. The aetiology and outcome of abruption placentae. Acta Obstet Gynecol Scand 1979;58:31–5 59. Rasmussen S, Irgens LM, Dalaker K. The effect on the likelihood of further pregnancy of placental abruption and the rate of its recurrence. Br J Obstet Gynaecol 1997;104:1292–5 60. Ananth CV, Savitz DA, Williams MA. Placental abruption and its association with hypertension and prolonged rupture of membranes: a methodologic review and meta-analysis. Obstet Gynecol 1996;88:309–18 61. Kramer MS, Usher RH, Pollack R, Boyd M, Usher S. Etiologic determinants of abruptio placentae. Obstet Gynecol 1997;89:221–6 62. Major CA, de Veciana M, Lewis DF, et al. Preterm premature rupture of membranes and abruptio placentae: is there an association between these pregnancy complications? Am J Obstet Gynecol 1995;172:672 63. Addis A, Moretti ME, Ahmed Syed F, Einarson TR, Koren G. Fetal effects of cocaine: 88


an updated meta-analysis. Reprod Toxicol 2001; 15:341–69 64. Schiff MA, Holt VL. The injury severity score in pregnant trauma patients: predicting placental abruption and fetal death. J Trauma 2002;53: 946–9 65. Kupferminc MJ. Thrombophilia and pregnancy. Curr Pharm Des 2005;11:735–48 66. Gherman RB, Goodwin TM. Obstetric implications of activated protein C resistance and factor V Leiden mutation. Obstet Gynecol Surv 2000;55:117–22 67. Ananth CV, Oyelese Y, Yeo L, Pradhan A, Vintzileos AM. Placental abruption in the United States, 1979 through 2001: temporal trends and potential determinants. Am J Obstet Gynecol 2005;192:191–8 68. Ananth CV, Berkowitz GS, Savitz DA, Lapinski RH. Placental abruption and adverse perinatal outcomes. JAMA 1999;282:1646–51 69. Eskes TK. Clotting disorders and placental abruption: homocysteine – a new risk factor. Eur J Obstet Gynecol Reprod Biol 2001;95:206–12 70. Hibbard BM. Bleeding in late pregnancy. In Hibbard BM, ed. Principles of Obstetrics. London: Butterworths, 1988 71. Hurd WW, Miodovnik M, Hertzberg V, et al. Selective management of abruptio placentae: a prospective study. Obstet Gynecol 1983;61: 467 72. Notelovitz M, Bottoms SF, Dase DF, Leichter PJ. Painless abruptio placentae. Obstet Gynecol 1979;53:270–2 73. Page EW, King EB, Merrill JA. Abruptio placentae; dangers of delay in delivery. Obstet Gynecol 1954;3:385–93 74. Green-Thompson RW. Antepartum haemorrhage. Clin Obstet Gynaecol 1982;9:479–515 75. Nyberg DA, Cyr DR, Mack LA, Wilson DA, Shuman WP. Sonographic spectrum of placental abruption. Am J Roentgenol 1987;148: 161–4 76. Sher G, Statland BE. Abruptio placentae with coagulopathy: a rational basis for management. Clin Obstet Gynecol 1985;28:15–23 77. Abdella TN, Sibai BM, Hays JM Jr, Anderson GD. Relationship of hypertensive disease to abruptio placentae. Obstet Gynecol 1984;63: 365–70 78. Okonofua FE, Olatunbosun OA. Caesarean versus vaginal delivery in abruptio placentae associated with live fetuses. Int J Gynaecol Obstet 1985;23:471–4 79. Golditch IA, Boyce NE. Management of abruptio placentae. JAMA 1970;212:288–93 80. Lunan CB. The management of abruptio

placentae. J Obstet Gynaecol Br Commonw 1973; 80:120–4 81. Sholl JS. Abruptio placentae: clinical management in nonacute cases. Am J Obstet Gynecol 1987;156:40 82. Clark S, Cotton DB, Gonik B, et al. Central hemodynamic alterations in amniotic fluid embolism. Am J Obstet Gynecol 1995;158:1124 83. Brame RG, Harbert GM Jr, McGaughey HS Jr, Thornton WN Jr. Maternal risk in abruption. Obstet Gynecol 1968;31:224–7 84. Zelop CM, Harlow BL, Frigoletto FD Jr, Safon LE, Saltzman DH. Emergency peripartum hysterectomy. Am J Obstet Gynecol 1993;168: 1443–8 85. Comstock CH. Antenatal diagnosis of placenta accreta: a review. Ultrasound Obstet Gynecol 2005;26:89–96 86. Fox H. Placenta accreta, 1945–1969. Obstet Gynecol Surv 1972;27:475 87. Hung TH, Shau WY, Hsieh CC, Chiu TH, Hsu JJ, Hsieh TT. Risk factors for placenta accreta. Obstet Gynecol 1999;93:545–50 88. Liang HS, Jeng CJ, Sheen TC, Lee FK, Yang YC, Tzeng CR. First-trimester uterine rupture from a placenta percreta. A case report. J Reprod Med 2003;48:474–8 89. Twickler DM, Lucas MJ, Balis AB, et al. Color flow mapping for myometrial invasion in women with a prior cesarean delivery. J Matern Fetal Med 2000;9:330–5 90. Lam G, Kuller J, McMahon M. Use of magnetic resonance imaging and ultrasound in the antenatal diagnosis of placenta accreta. J Soc Gynecol Investig 2002;9:37–40 91. Kayem G, Davy C, Goffinet F, Thomas C, Clement D, Cabrol D. Conservative versus extirpative management in cases of placenta accreta. Obstet Gynecol 2004;104:531–6 92. Henrich W, Fuchs I, Ehrenstein T, Kjos S, Schmider A, Dudenhausen JW. Antenatal diagnosis of placenta percreta with planned in situ retention and methotrexate therapy in a woman infected with HIV. Ultrasound Obstet Gynecol 2002;20:90–3 93. Nijman RG, Mantingh A, Aarnoudse JG. Persistent retained placenta percreta: methotrexate treatment and Doppler flow characteristics. Br J Obstet Gynaecol 2002;109:587–8 94. Fox H. Pathology of the placenta. Clin Obstet Gynaecol 1986;13:501–19 95. Benirschke K, Kaufman P. Pathology of the Human Placenta, 4th edn. New York: SpringerVerlag, 2000 89


KISIM III GENEL KORUYUCU ÖNLEMLER

90


Bölüm 11 DOĞUMUN ÜÇÜNCÜ EVRESİNİN AKTİF YÖNETİMİ W. Prendiville, M. O’Connell F. T. Özgünen

KANIT

hemen klempleyip kesmektedir. Öte yandan bu işlem Avusturya, Danimarka, Finlandiya, Macaristan ve Norveç’teki sağlık merkezlerinin çoğunda, kordondaki nabız atışı duruncaya kadar uygulanmamaktadır7. [Editörün notu: bu kafa karışıklığına ek olarak, kordonu erken klempe etmenin yenidoğanı önemli miktarda kan ve buna bağlı hemoglobinden yoksun bırakacağı endişesi bulunmakta olup dünyadaki birçok ülkede bu etmen çok önemli kabul edilmektedir. ICM ve FIGO Kasım 2003’de yayınladıkları ortak protokolde özetlenmiş olan doğumun üçüncü evresinin aktif yönetiminin yapıtaşlarını belirlemiştir. Bunlar uterotonik ajanın kullanılması (yeğlenen ilaç oksitosindir), kordonun denetim altında çekilmesi ve plasenta doğduktan sonra yapılan uterus masajıdır. Daha ayrıntılı tartışma için aşağıya bakınız.]

Geleneksel olarak doğumun üçüncü evresi, bebeğin ve plasentanın çıkış zamanları arasında kalan süre olarak tanımlanır. Plasentanın uterus duvarından ayrılması kılcal damarlardan kanama ve uterus kasılmasının bileşkesidir. Doğumun üçüncü evresinin süresi ve bu evreye ait komplikasyonlar, plasentanın ayrılış süresinin uzunluğu ve uterusun kasılma becerisinin bileşimine bağlıdır. Doğumun üçüncü evresinde uygulanacak koruyucu klinik yönetim tümüyle bekle-gör durumundan aktif bir girişime veya bunun bir kısım değişikliklerine kadar çeşitlilik gösterir. Bekle-gör (“saf” fizyolojik) yaklaşım, plasentanın ayrılmasına ait klinik işaretler (uterusun biçim ve büyüklüğünde değişiklik olması, göbek kordonunun aşağı inmesi, boyca uzaması ve kan kaybı) belirinceye kadar beklemeyi ve plasentanın herhangi bir yardım görmeden kendiliğinden yerçekimi ile doğmasını veya ebelik kitaplarının çoğunda anlatıldığı gibi1,2 meme başının uyarılmasının yardımı ile kendiliğinden doğmasını içerir. Bu yöntemin aksine, tümüyle aktif yaklaşım oksitosik bir ajanın kullanılmasını, göbek kordonuna erkenden klemp konulup kesilmesini ve göbek kordonunun doğması için denetim altında kordonun çekilmesini kapsar3–6.

UTEROTONİK AJANLAR Sık kullanılan uterotonik ajanlar üç gruba ayrılır: oksitosin ve oksitosin agonistleri, ergo alkaloidleri ve prostaglandinler. Oksitosin Oksitosin (Syntocinon) kimyasal sentez yolu ile üretilen döngüsel bir nonapeptiddir. Bu yapay madde, arka hipofizde depolanan ve meme emme ve doğuma yanıt olarak sistemik dolaşıma salınan doğal hormonla tıpatıp aynıdır. Oksitosin uterusun düz kasını uyarmakta olup bu uyarma gebeliğin sonuna doğru, doğum sırasında ve hemen doğum sonu dönemde çok daha güçlü olmaktadır. Bu dönemlerde myometriumdaki oksitosin reseptörlerinin sayısı artar8,9. Oksitosin reseptörü, G9p proteinleri yoluyla fosfolipaz C’ye kenetlenmiştir. Sonuçta bu enzimin aktive olması kalsiyumun hücre içi depolardan salınmasını tetiklemekte ve bu da myometriumun kasılmasına yol açmaktadır10.

Günlük mesaide “aktif yönetim” deyimi tüm sağlık çalışanları için aynı anlamı taşımaz. Bu uygulama bariz değişkenlik gösterir. Doğumun üçüncü evresinin yönetimi hakkında yakın tarihte 14 Avrupa ülkesinde yapılan bir anket bu değişkenliğin varlığını ortaya koymuştur7. İncelenen tüm sağlık merkezleri doğumun üçüncü evresinde aktif yönetimi kullanırken, koruyucu uterotonik uygulaması Avusturya ve Danimarka’da seyrek görülmektedir. Denetim altında kordon çekilmesi İrlanda ve Birleşik Krallık’ta hemen her yerde yapılırken, incelenen diğer 12 ülkedeki sağlık merkezlerinin yarısından azında uygulanmaktadır. Göbek kordonunun klemplenmesi ve kesilmesine ilişkin politika da büyük çapta değişkenlik göstermekte olup, uygulayıcıların çoğu kordonu

Oksitosinin düşük dozda damar içi infüzyonu, sıklık, kuvvet ve süre yönünden doğum sırasında görülenlere benzeyen ritmik uterus kasılmaları uyandırır. Daha yüksek dozda infüzyonlar kalıcı uterus kasılmalarına neden olabilir. Hızla uygulanan

91


damar içi bolus enjeksiyonlarda, kısa süreli hipotansiyon, ateş basması ve refleks taşikardi nöbetlerinin eşlik ettiği gelip geçici bir düz kas gevşemesi gözlenmiştir11.

altı klinik çalışma kullanılmıştır. Değişkenlik sadece örnek hacmi, kullanılan oksitosin dozu ve kullanılan ergo alkaloidi preparatında değil, aynı zamanda kullanılan uygulama yolunda da görülmekte olup bir çalışmada kas içi yol kullanılırken15 diğer dört çalışmada damar içi yolu kullanılmış18, 19, 22, 23 ve bir çalışmada ise hem damar içi hem kas içi yol kullanılmıştır24.

Oksitosin hızla etki yapmakta olup damar içi enjeksiyondan sonra 1 dakikadan daha kısa, kas içi enjeksiyondan sonra 2–4 dakikada etki eder. Oksitosinin kesintisiz, damar içi infüzyon şeklinde uygulanması halinde uterusun yanıtı tedricen başlar ve 20–40 dakikada kararlı duruma erişir. Oksitosinin plazmadan uzaklaştırılması esas olarak karaciğer ve böbrekler tarafından yapılmakta olup % 1’den daha azı değişikliğe uğramadan idrarla atılır. Gebe kadında metabolik temizlenme hızı 20 ml/kg/dakika düzeyindedir.

Bu iki oksitosik arasında pek az ayırt ettirici etki bulunduğu gösterilmiştir (Şekil 3 ve 4). Ergometrin kullanılmasına plasentanın daha çok sayıda elle çıkartılması (RR:0,57; %95 CI:0,41–0,79) ve hipertansiyona istatistik olarak anlamlı olmayan bir eğilim (RR:0,53; %95 CI:0,19–1,58) eşlik etmektedir. Oksitosin agonistleri Karbetosin doğum sonu kanamanın önlenmesinde bu ajanlardan sanki en fazla umut verenidir25. Karbetosin oksitosinin uzun etkili, yapay, oktapeptid analoğu olup doğal oksitosine benzer klinik ve farmakolojik nitelikler ve agonist özelliklere sahiptir. Bu madde oksitosin reseptörlerine bağlanır ve uterus düz kasında ritmik kasılmalara neden olur. Kasılmaların sayısını arttırır ve uterus tonusunda artış yapar. Karbetosinin kas içi enjeksiyonu, tıpkı damar içi enjeksiyonda görüldüğü şekilde tetanik kasılma yanıtları (yaklaşık 2 dakika) sağlarsa da etkinlik daha uzun süre devam eder26. Doğum sonu kanamanın önlenmesinde oksitosin agonistlerinin kullanılması bir diğer Cochrane yayın taramasına konu olmuştur27.

Oksitosinin gebeliğin üçüncü evresinde koruyucu olarak kullanılması bir Cochrane yayın taramasında anlatılmış olup, bu taramada tek başına kullanılan oksitosinin etkisi ile hiç uterotonik kullanmamanın etkisi karşılaştırılmış ve keza oksitosin ile ergo alkaloidlerinin etkileri mukayese edilmiştir14. Oksitosin ile hiç uterotonik kullanılmamasının karşılaştırılması Bu karşılaştırmada, 3.000’den fazla kadını kapsayan yedi klinik çalışma ele alınmıştır. Değişkenlik sadece örneğin hacmi ve kullanılan oksitosinin dozu ile sınırlı olmayıp aynı zamanda kullanım şeklinde de görülmektedir. Üç çalışmada kas içi yol seçilmişken15–17 diğer dört çalışmada damar içi yolu kullanılmıştır18–21. Koruyucu olarak oksitosin alan olgularda doğum sonu kanama yönünden net bir yarar mevcuttur (Şekil 1 ve 2). Doğum sonu kanamanın kesin tanımı hakkında bazı tartışmaların bulunmasına karşın bu yarar, eşik değer ister > 500 ml [(bağıl risk=RR):0,5; %95 güvenirlik aralığı (CI):0,43–0,59], ister > 1.000 ml (RR:0,61; %95 CI:0,44–0,87) olarak alınsın net bir şekilde görülmektedir. Oksitosinin koruyucu olarak kullanıldığı olgularda tedavi edici oksitosine duyulan gereksinimde de azalma eğilimi olmaktadır (RR:0,50; CI:0,39–0,64). Koruyucu oksitosin grubunda, plasentanın elle çıkartılmasına duyulan gereksinimde (RR:1,17; %95 CI:0,79–1,73) ve kan transfüzyonunda anlamlı olmayan bir artış bulunmaktadır (RR:1,30; %95 CI:0,50–3,39).

Syntometrin Syntometrin 5 IU oksitosin (Syntocinon) ve 500 μg ergometrin maleat’ın karışımıdır. Ergometrin doğada bulunan bir ergot alkaloidi olup uterus ve damar düz kasın kasılmalarını uyarır. Bu maddenin kullanılmasından sonra uterus kasılmalarının genliği ve sıklığı ile uterus tonusu artar ve böylece uterus kan akımı azalır. Şiddetli kasılmalar meydana gelir ve bunları düzenli olarak gevşeme dönemleri izler. Hemostazın nedeni, plasentanın bulunduğu noktadaki kanayan damarların çevresinde yer alan uterus duvarının kasılmalarıdır. Ergometrinin yaptığı vazokonstriksiyon, esas olarak kapasitans damarlarını tutmakta olup bu olay merkezi venöz basınç ve kan basıncında bir artışa yol açar. Ergometrin α-adrenerjik ve

Oksitosinle ergot alkaloidlerinin karşılaştırılması Bu karşılaştırmada 2.800’den çok kadını kapsayan

92


serotonin reseptörlerini uyarıp, endotelden türeyen gevşeme faktörünün salınmasını bastırarak arteriyel vazokonstriksiyona neden olur. Uterus kasılmaları, damar içi enjeksiyonu izleyen 1 dakika içinde başlayıp 45 dakikaya kadar devam ederken, kas içi enjeksiyonlarda kasılmalar 2–3 dakika içinde başlar ve 3 saat veya daha uzun süre devam eder28–30.

görülmüştür (kusma: OR:4,92; %95 CI:4,03– 6,00; bulantı: OR:4,07 %95 CI:3,43–4,84; kusma ve bulantı: OR:5,71; %95 CI:4,97–6,57). Aynı çalışmalarda kan nakline duyulan gereksinim de incelenmiş olup arada herhangi bir fark bulunmamıştır (OR:1,37; %95 CI:0,89–2,10). Plasentanın elle çıkarılması konusunu ele alan iki çalışmada bu iki yöntem arasında anlamlı bir fark bulunmamıştır (OR:1,03; %95 CI:0,80–1,33)33,36.

Doğumun üçüncü evresinde ergometrin-oksitosinin koruyucu olarak kullanılması bir Cochrane yayın taramasında da ele alınmış olup, bu taramada ergometrin-oksitosinin etkisi oksitosinin etkisi ile karşılaştırılmıştır31.

Doğumun Üçüncü Evresinde Ergot Alkaloidlerinin Koruyucu Olarak Kullanılması Ergot alkaloidleri tetrasiklik (dört halkalı) bir bileşik olan lizerjik asitin amid türevleridir. Üç grupta incelenirler: (1) ergotamin grubu: ergotamin, ergozin ve izomerleri; (2) regotoksin grubu: ergokornin, ergokristin, ergokriptin ve izomerleri ve (3) ergotamin ve izomerleridir.

Ergometrin-oksitosin ile oksitosinin karşılaştırılması Bu karşılaştırmada 9.332 kadını kapsayan altı klinik çalışma kullanılmıştır. Sadece örnek büyüklüğünde değil aynı zamanda ölçülen prognozlarda da değişiklik görülmüştür. Dört çalışmada bulantı ve kusma, kan nakline duyulan gereksinim ve kan basıncı ölçümleri olarak ifade edilen annedeki prognoz ele alınmıştır32–35. Plasentanın elle çıkarılması iki çalışmada göz önünde tutulmuştur33, 36. Altı çalışmanın tümünde doğum sonu kanama ele alınmışsa da yitirilen kan miktarının nicelendirilmesinde çok fazla değişkenlik vardır32–37.

Ergot alkaloidleri adrenerjik, dopaminerjik ve triptaminerjik reseptörler üzerine kısmi agonist veya antagonist olarak etki yapar. Ergot alkaloidlerinin tümü uterusun motor etkinliğinde önemli bir artışa neden olur. Bu maddeler myometriumun iç tabakasında, kalsiyum kanal mekanizması ve aktinmiyozin etkileşimi yoluyla kalıcı kasılmalara neden olur. Bu kasılmalar da plasenta ayrılması üzerine yırtma etkisi yapar. Gebe uterus uterotoniklere karşı çok duyarlıdır ve belirgin bir uterus yanıtı almak için doğumun hemen ardından küçük dozlar uygulanabilir. Hem koruma, hem tedavi amacıyla farklı preparatlar ve farklı kullanım yolları hakkında bir grup araştırma yapılmıştır15, 38–41 . Ergot alkaloidlerinin tümü uterus üzerine nitel olarak aynı etkiyi gösterir. Ergometrin en etkin olanıdır ve ergotaminden çok daha az toksiktir. Bu nedenle doğum pratiğinde uterusu uyarıcı ajanlar olarak ergometrin ve bunun yarı-yapay türevi olan metilergometrin diğer tüm ergot preparatlarının yerini almıştır. Her iki preparatın da enjeksiyona mahsus şekilleri buzdolabına konulmadan saklanır; ama yüksek sıcaklıkta kalırlarsa bozulur. Oral kullanılan şekilleri de aynı tarzda yüksek sıcaklıkta kalacak olursa haftalar içinde bozulmaya başlar. Farmakokinetik yönünden metilergometrin, ergometrinden pek az farklılık gösterir.

Konu doğum sonu kanama yönünden ele alındığında altı çalışmanın tümü, ergometrin-oksitosin kullanılması halinde kullanılan oksitosinin dozu ile ilgisiz olarak, doğum sonu kanamada anlamlı bir azalmanın varlığını göstermiştir [odd oranı (OR):0,82; %95 CI:0,71–0,95)32–37. Dört çalışmada uterotoniklerin diastolik kan basıncı üzerine olan etkileri incelenmiştir32–35. Diastolik kan basıncında görülen değişiklikleri belirlemede kullanılan göstergelerde önemli farklılıkların bulunmasına karşın bütün çalışmalarda var olan tablo hem ergometrin-oksitosin, hem oksitosin grubunda diastolik kan basıncında bir artış olduğunu ortaya koymaktadır. Öte yandan ergometrin-oksitosin kullanılmasına, oksitosinin tek başına kullanılması haline göre kan basıncında daha büyük bir artış eşlik etmektedir (OR:2,40; %95 CI:1,58–3,64). Bulantı ve/veya kusma insidansı dört çalışmada ele alınmıştır32–35. Bu çalışmalarda bu yan etkilerin insidansının tek başına kullanılan oksitosine göre ergometrin-oksitosin grubunda daha fazla olduğu

Doğum sonu kanamayı önlemek için doğumun üçüncü evresinde ergot alkaloidlerinin kullanımı hakkında klinik çalışmalar yapılmıştır15, 23, 38.

93


Şekil 1: Oksitosin ile uterotonik kullanılmayan grubun (çalışmaların tamamı) doğum sonu kanama sonucu yönünden karşılaştırılması (klinik olarak saptanan kan kaybı ≥ 500 ml). Cochrane yayın taraması14.

Şekil 2. Oksitosin ile uterotonik kullanılmayan grubun (çalışmaların tamamı), şiddetli doğum sonu kanama prognozu yönünden karşılaştırılması (klinik olarak saptanan kan kaybı ≥ 1.000 ml). Cochrane yayın taraması14.

Şekil 3. Oksitosin ile ergot alkaloidlerinin (çalışmaların tamamı), plasentanın elle çıkartılma sonucu yönünden karşılaştırılması. Cochrane yayın taraması14.

94


Şekil 4. Oksitosin ile ergot alkaloidlerinin (çalışmaların tamamı), bebeğin doğumu ile doğumhaneden çıkış anı arasındaki diastolik kan basıncının ≥ 100 mm Hg olması yönünden karşılaştırılması. Cochrane yayın taraması14.

Şekil 5. Aktif ve bekle-gör tipi girişimlerin (kadınların tümü) doğum sonu kanama prognozu yönünden karşılaştırılması (klinik olarak hesaplanan kan kaybı ≥ 500 ml)83.

Şekil 6. Aktif ve bekle-gör tipi girişimlerin (kadınların tümü) şiddetli doğum sonu kanama prognozu yönünden karşılaştırılması (klinik olarak hesaplanan kan kaybı ≥ 1.000 ml)83.

95


Doğumun üçüncü evresinde ergot alkaloidlerinin kullanılmasını uterotonik ilaçlar kullanılmayan durumlar ve farklı uygulama yollarının kullanılmasına göre ele alan çalışmalar bir Cochrane yayın taramasında ele alınmıştır42.

durumu ile karşılaştırmıştır53. Kullanılan her iki dozda da mizoprostol 1.000 ml veya üzeri kan kaybı için plasebo/uterotonik yok grubu ile eş etkinlikte veya daha az etkindir ve istatistiksel anlamlılık göstermese de sanki diğer uterotoniklerin kullanılmasına karşı koruyucu bir etkiye sahiptir. Öte yandan plaseboya göre mizoprostolde daha fazla kusma, titreme ve ateş eşlik etmekte olup bu olay dozla orantılıdır ve çalışmaların tüm süresi boyunca görülmüştür. Bir çalışmada rektal mizoprostolün etkisi plasebo ile karşılaştırılmıştır49. En azından 1.000 ml için kan kaybında istatistik olarak anlamlı bir azalma (RR:0,69; %95 CI:0,35–1,37) görülmediği gibi ek uterotonik ajanların kullanılmasına gereksinim de bulunmamıştır (RR:0,70; %95 CI:0,31–1,62).

Prostaglandinler Prostaglandinler hücre dışı zemin maddesinde değişiklik yaparak, kollajenaz etkinliğini arttırır. Ayrıca serviksteki elastaz, glikoaminoglikanlar, dermatan sülfat ve hiyalüronik asit düzeylerini de arttırarak serviksin açılmasına neden olur43, 44. Bunlar servikal düz kasta gevşeme yapar ve hücre içi kalsiyumu arttırır, yani myometriumun kasılmasını kolaylaştırır. Mizoprostol doğada mevcut prostaglandin E1’in yapay benzeridir (sentetik analog). Bu madde ağızdan alındığında hızla emilir ve biyolojik kullanılabilirliği % 80’i aşar. Doruk plazma düzeylerine 30–60 dakikada ulaşılır. Bu madde etkin şekli olan mizoprostol aside çevrilmekte olup, aktif şeklin yarı ömrü 30–60 dakikadır. İlaç karaciğerde metabolize edilir ve idrarla aktif metabolitin % 1’den daha azı değişmeden atılır. Gebelik sırasında bu ilaç vajinal mukozadan emilime uğrar. Oral kullanımdan sonra plazma derişimi hızla artarak 30 dakikada doruk noktaya ulaşır. Daha sonra hızla düşerken vajinal kullanımda doruk noktaya 1,5 saatte erişilir ve kararlı bir azalma başlar. Üstelik mizoprostol derişimi ile zamanın eksen olarak kullanıldığı grafikte eğrinin altında kalan alanın yüzeyi artmakta olup, bu da daha büyük bir ilaca maruz kalma süresinin varlığını işaret eder45.

Mizoprostol ile klasik enjekte edilen uterotoniklerin karşılaştırılması Bu karşılaştırmaya 14 klinik çalışma dahil edilmiştir51, 54–69. Yapılan çalışmalar kullanılan mizoprostol dozu, kullanım yolu ve enjekte edilen uterotonik yönünden çok değişkendir. Bir bütün halinde ele alındığında, en azından 1.000 ml üzerinde doğum sonu kanama riski, damar içi veya kas içi oksitosin enjeksiyonuna göre mizoprostol grubu için çok daha yüksektir (RR:1,34; %95 CI: 1,16–1,55)70. Enjekte edilebilen prostaglandinlerle enjekte edilebilen uterotoniklerin karşılaştırılması Yedi çalışmada enjekte edilebilen prostaglandinlerin etkisi, klasik enjekte edilen uterotoniklerin etkisi ile karşılaştırılmıştır17, 41, 71–75. Yapılan çalışmalar heterojen olup prognoz hakkında güvenilir öngörüde bulunmak olanaksızdır. Klasik uterotoniklere oranla enjekte edilen prostaglandinlere daha az kan kaybı, doğumun üçüncü evresinin daha kısa sürmesi, daha fazla kusma, ishal ve karın ağrısı eşlik etmektedir. [Editörün notu: İlgi duyan okuyucuların Bölüm 19’daki tablolarla birlikte Bölüm 12 ve Kısım IV’e de bakmaları önerilir].

Prostaglandinlerin gebeliğin üçüncü evresinin yönetiminde koruyucu olarak kullanılması bir Cochrane yayın taramasında ele alınmış olup burada mizoprostol1 ya plasebo verilen ya da uterotonik kullanılmayan durumlar2 ile klasik enjekte edilen uterotoniklerle karşılaştırılmış3 ya da enjekte edilen prostaglandin ile enjekte edilen uterotoniğin etkileri karşılaştırılmıştır46.

KORDONUN ERKEN KLEMPLENMESİ VE KESİLMESİ

Mizoprostol ile plasebo/uterotonik kullanılmayan durumların karşılaştırılması Bu karşılaştırmaya altı çalışma dahil edilmiştir. Çalışmaların üç tanesinde kullanılan mizoprostol dozu 400 μg’dır47–49. Diğer üç çalışmada kullanılan doz 600 μg’dır50–52. Bir çalışmada 600 μg dozlarla 400 μg’lık dozu, plasebo/uterotonik kullanılmama

Göbek kordonunun bağlanma zamanı değişkenlik göstermektedir76. Doğumun üçüncü evresinin aktif bakımında, kordonun erkenden klemplenmesi genel olarak doğumu izleyen ilk 30 saniye içinde

96


yapılır ve bu sırada kordon nabzının varlığı veya yokluğuna bakılmamaktadır77. Kordonun geç klemplenmesi bekle-gör tipi bakımı oluşturmakta olup, klemp konulması için kordondaki nabzın durması beklenir. Günümüzde kordonun erken veya geç klemplenmesine ait kesin bir tanımlama bulunmamaktadır78.

önemli olarak, kan nakline duyulan gereksinim aktif olarak yönetilen grupta önemli derecede daha azdır (RR:0,34; %95 CI:0,22–0,53) ve doğumun üçüncü evresinin süresi aktif olarak bakım yapılan grupta tahmin edilemeyecek kadar kısalmıştır (RR:0,15; %95 CI:0,12–0,19). Aktif bakım yapılan grupta plasentanın elle çıkarılmasına duyulan gereksinimde bir artış eğilimi varsa da (RR:1,21; %95 CI:0,82– 1,78) bu eğilim istatistiksel olarak anlamlı bir düzeye ulaşmamaktadır. Aktif olarak yönetilen grupta bulantı ve kusma insidansları artmıştır (sırayla RR:1,83; %95 CI:1,51–2,23 ve RR:2,19; %95 CI:1,68–2,86). Bununla beraber bu olay sadece oksitosik olarak ergometrinin kullanılması halinde görülmüştür.

Kordonun geç klemplenmesi plasentanın transfüzyonunu kolaylaştırır. Bu durum bebeğin kan hacminde % 30 kadar bir artış ile hematokrit ve hemoglobin düzeylerinde bir artışa neden olur. Bunun sonucu olarak demir depoları artarken bebeklik döneminde daha az anemi görülür 78–80. Bununla beraber bebek kan hacmindeki bu artışın sağladığı yarar kısa ömürlü olup 3 aydan daha uzun süre devam etmez79. Rh negatif kadınlarda, kordonun erken klemplenmesi fetomaternal transfüzyon olasılığını ve bu yolla izoimmünizasyon riskini arttırabilir78. Kordonun erken klemplenmesi prematüre bebeklerdeki solunum zorluğu sendromu riskinde bir artış yaratmaktadır81. Günümüzde kordonun erken veya geç klemplenmesini tavsiye etmemize neden olacak kanıtlar yetersiz olup, bu konu bir Cochrane yayın taramasına konu oluşturmaktadır82.

Yukarda sunulan verilere dayanarak bu makalenin yazarlarının vardığı sonuç kan kaybı ve gebeliğin üçüncü evresindeki diğer ciddi komplikasyonlar yönünden aktif bakımın bekle-gör yöntemine göre çok üstün olduğu ve bir doğum hastanesinde, vajinal doğum yapması beklenen kadınlarda rutin olarak uygulanmasının gerektiğidir. [Editörün notu: 12–15 Temmuz 2006’da Goa’da toplanan, Doğum Sonu Kanamanın Önlenmesi konulu uluslararası konferansta evde doğum yaptıran deneyimli ebelerin ellerinde bu girişimin uygulanmasının uygun olup olmadığı önemli düzeyde tartışılmış ise de bu gibi kişilerin makul nedenlerden dolayı enjekte edilebilir uterotoniklere ulaşmayacağı bilinmektedir].

AKTİF VE BEKLE-GÖR BAKIMLARIN KARŞILAŞTIRILMASI Yukarıda da değinildiği gibi, doğumun üçüncü evresinin aktif bakımı iç içe geçmiş üç girişimden oluşur: koruyucu bir uterotonik ajan, göbek kordonunun erkenden klemplenmesi ve kesilmesi ile kordonun denetim altında çekilmesidir.

Avrupa 5. Çerçeve Programı,Avrupa Birliği’nde (AB) doğum sonu kanama konusunu ele almak için 14 AB üyesi ülkeden gelen bir uzman grubu oluşturmuştur. Bu grup kaynakları taramış, çalışmaya katılan üyelerle halen kullanılan protokoller hakkında görüşmüş ve bir mutabakat metni hazırlamıştır89. Bu çalışma grubu doğumun üçüncü evresinin aktif bakımının tanımına netlik de getirmiştir. Mutabakat metni çok büyük sayıda uluslararası otoritenin geniş bir desteğini de kazanmış olup, ilerde yapılacak mukayeseli araştırma ve denetlemeler için bir temel de sağlamaktadır. Bu metin bu bölümün EK kısmında tam olarak sunulmaktadır.

Bu bakım paketi bir Cochrane yayın taramasında doğumun üçüncü evresinin bekle-gör yöntemi bakımı ile karşılaştırılmıştır83. Bu analize 5 klinik çalışma dahil edilmiştir84–88. Bu çalışmaların ilk dört tanesinde aktif bakım rutin olarak kullanılmış olup, beşinci çalışmada hem aktif hem bekle-gör bakım uygulanmıştır. Kullanılan oksitosikler içinde tek başına oksitosin, tek başına ergometrin ve oksitosin ve ergometrinin bir bileşimi yer almaktadır. Hem 500 ml (RR:0,38; %95 CI:0,32–0,46), hem 1.000 ml (RR:0,33; %95 CI:0,21–0,51) düzeylerinde doğum sonu kanama insidansı beklegör grubuna göre aktif bakım verilen grupta anlamlı derecede daha azdır (Şekil 5 ve 6). Bundan çok daha

Kaynaklar 1. Sweet D. Mayes Midwifery, 12th edn. London: WB Saunders Co, 1997

97


2. Stables D. Physiology in Childbearing with Anatomy and Related Biosciences. London: Balliere Tindall, 1999 3. Prendiville WJ, Harding JE, Elbourne DR, Stirrat GM. The Bristol third stage trial: active vs physiological management of the third stage of labour. Br Med J 1988;297:1295–1300 4. Den Hertog CE, DeGroot AN, VanDongen PW. History and use of oxytocics. Eur J Obstet Gynaecol Reprod Med 2001;94:8–12 5. McCormick ML, Sanghvi HC, Kinzie B, McIntosh N. Preventing postpartum haemorrhage in low-resource settings. Int J Gynaecol Obstet 2002;77:267–75 6. World Health Organisation. Pregnancy, Childbirth, Postpartum and Newborn Care: a Guide for Essential Practice. Geneva: World Health Organisation, 2003 7. Winter C, Macfarlane A, Deneux C, et al. Policies for management of the third stage of labour and the immediate management of postpartum haemorrhage in Europe: what is the role of evidence? 2006 In press 8. Alexandrova M, Soloff MA. Oxytocin receptors and parturition. I. Control of oxytocin receptor concentration in the rat myometrium at term. Endocrinology 1980;106:730–5 9. Fuchs AR, Fuchs F, Hurstein P, Soloff MS, Fernstrom MJ. Oxytocin receptors and human parturition: a dual role for oxytocin in the initiation of labor. Science (New York) 1982;215: 1396–8 10. Sanborn BM, Dodge K, Monga M, Qian A, Wang W, Yue C. Molecular mechanisms regulating the effects of oxytocin on myometrial intercellular calcium. Adv Exp Med Biol 1998; 449:277–86 11. Parker SL, Schimmer BP. Pituitary hormones and their hypothalamic releasing hormones. In Goodman and Gilman, eds. The Pharmacological Basis of Therapeutics, 11th edn. New York: McGraw Hill, 2006:1489–510 12. Amico JA, Seitchik J, Robinson AG. Studies of oxytocin in plasma of women during hypocontractile labor. J Clin Endocrinol Metab 1984;58: 274–9 13. De Groot AN, Vree TB, Hekster YA, et al. Bioavailability and pharmacokinetics of sublingual oxytocin in male volunteers. J Pharm Pharmacol 1995;47:571–5 14. Elbourne DR, Prendiville WJ, Carroli G, Wood J, McDonald S. Prophylactic use of oxytocin

in the third stage of labour. Cochrane Database of Systematic Reviews 2001, Issue 4. Art. No.: CD001808. DOI: 10.1002/14651858. CD001808 15. De Groot ANJA, Van Roosmalen J, Van Dongen PWJ, Borm GF. A placebo-controlled trial of oral ergometrine to reduce postpartum haemorrhage. Acta Obstet Gynecol Scand 1996;75:464–8 16. Newton M, Mosey LM, Egli GE, Gifford WB, Hull CT. Blood loss during and immediately after delivery. Obstet Gynecol 1961;17:9–18 17. Poeschmann RP, Doesburg WH, Eskes TKAB. A randomised comparison of oxytocin, sulprostone and placebo in the management of the third stage of labour. Br J Obstet Gynaecol 1991;98:528–30 18. Howard WF, McFadden PR, Keetek WC. Oxytocic drugs in the fourth stage of labor. JAMA 1964;189:411–13 19. Ilancheran A, Ratnam SS. Effect of oxytocin on prostaglandin levels in the third stage of labour. Gynecol Obstet Invest 1990;29:177–80 20. Nordstrom L, Fogelstam K, Friedman G, Larsson A, Rydhstroem H. Routine oxytocin in the third stage of labour: a placebo controlled randomised trial. Br J Obstet Gynaecol 1997;104: 781–6 21. Pierre F, Mesnard L, Body G. For a systematic policy of iv oxytocin where a fairly active management of third stage of labour is yet applied: results of a controlled trial. Eur J Obstet Gynaecol Reprod Med 1992;43:131–5 22. Fugo NW, Dieckmann WJ. A comparison of oxytocic drugs in the management of the placental stage. Am J Obstet Gynecol 1958;76:141–6 23. Sorbe B. Active pharmacological management of the third stage of labor. A comparison of oxytocin and ergometrine. Obstet Gynecol 1978; 52:694–7 24. McGinty LB. A study of the vasopressor effects of oxytocics when used intravenously in the third stage of labour. Western J Surg 1956;64:22–8 25. Chong YS, Su LL, Arulkumaran S. Current strategies for the prevention of postpartum haemorrhage in the third stage of labour. Curr Opin Obstet Gynecol 2004;16:143–50 26. Hunter DJ, Schulz P, Wassenaar W. Effects of carbetocin, a long acting oxytocin analog on the postpartum uterus. Clin Pharm Therapeu 1992; 52:60–7 27. Su LL, Chong YS, Chan ESY, Samuel M. Oxytocin agonists for preventing postpartum haem-

98


orrhage (Protocol). Cochrane Database of Systematic Reviews 2005, Issue 3. Art No.: CD005457. DOI:10.1002/14651858. CD005457 28. Rall TW. Oxytocin, prostaglandins, ergot alkaloids, and other drugs; tocolytic agents. In Goodman, Gilman A, Rall TW, Nies AS, Taylor P, eds. Goodman and Gilman’s The Pharamacological Basis of Therapeutics. Toronto: Pergamon Press, 1990:933–53 29. Berde E, Stürmer E. Introduction to the pharmacology of ergot alkaloids and related compounds as a basis to their therapeutic application. In Berde B, Schild HO, eds. Ergot Alkaloids and Related Compounds. New York: Springer Verlag, 1978:1–28 30. Müller-Schweinitzer E, Weidmann H. Basic pharmacological propertues. In Berde B, Schild HO, eds. Ergot Alkaloids and Related Compounds. New York: Springer Verlag, 1978:87–232 31. McDonald S, Abbott JM, Higgins SP. Prophylactic ergometrine–oxytocin versus oxytocin for the third stage of labour. Cochrane Database of Systematic Reviews 2004, Issue1. Art. No.: CD000201. DOI: 10.1002/14651858. CD000201. pub2 32. Choy CMY, Lau WC, Tam WH, Yuen PM. A randomised controlled trial of intramuscular syntometrine and intravenous oxytocin in the management of the third stage of labour. Br J Obstet Gynaecol 2002;109:173–7 33. Khan GQ, John LS, Chan T, Wani S, Hughes AO, Stirrat GM. Abu Dhabi third stage trial: Oxytocin versus syntometrine in the active management of the third stage of labour. Eur J Obstet Gynaecol Reprod Med 1995;58:147–51 34. McDonald SJ, Prendiville W, Blair E. Randomised controlled trial of oxytocin alone versus oxytocin and ergometrine in the active management of the third stage of labour. Br Med J 1993;307:1167–71 35. Yuen PM, Chan NST, Yim SF, Chang AMZ. A randomised double blind comparison of syntometrine and syntocinon in the management of the third stage of labour. Br J Obstet Gynaecol 1995;102:377–80 36. Nieminen U, Jarvinen PA. A comparative study of different medical treatments of the third stage of labour. Ann Chirurig Gynaecol Fenniae 1963; 53:424–9 37. Mitchell GG, Elbourne DR. The Salford third stage trial: oxytocin plus ergometrine versus

oxytocin alone in the active management of the third stage of labour. Online Journal of Current Clinical Trials 1993;2:Doc 83 38. Andersen B, Andersen LL, Sorensen T. Methylergometrine during the early puerperium; a prospective randomized double blind study. Acta Obstet Gynecol Scand 1998;77:54–7 39. Borri P, Gerli P, Antignani FL, et al. Methylergonovine maleate: a proposal for its more specific use. Biol Res Preg Perinatol 1986;7:128– 30 40. Moir DD, Amoa AB. Ergometrine or oxytocin? Blood loss and side effects at spontaneous vertex delivery. Br J Anaes 1979;51:113–17 41. Van Selm M, Kanhai HH, Keirse MJ. Preventing the recurrence of atonic postpartum hemorrhage: a double blind trial. Acta Obstet Gynecol Scand 1995;74:270–4 42. Liabsuetrakul T, Choobun T, Islam M, Peeyananjarassri K. Prophylactic use of ergot alkaloids in the third stage of labour (Protocol). Cochrane Database of Systematic Reviews 2005, Issue 3. Art. No.: CD005456.DOI: 19.1002/14651858.CD005456 43. Uldbjerg N, Ekman G, Malmstrom A, Sporrong B, Ulmstein U, Wingerup L. Biochemical and morphological changes of human cervix after local application of prostaglandin E2 in pregnancy. Lancet 1981;1:267–8 44. Uldbjerg N, Ekman G, Malmstrom A, Olsson K, Ulmstein U. Ripening of the human uterine cervix related to changes in collagen, glycosaminoglycans, and collagenolytic activity. Am J Obstet Gynecol 1983;147:662–6 45. More B. Misoprostol: an old drug, new indications. J Postgrad Med 2002;48:336–9 46. Gulmezoglu AM, Forna F, Villar J, Hofmeyr GJ. Prostaglandins for prevention of postpartum haemorrhage. Cochrane Database of Systematic Reviews2004, Issue 1. Art No.: CD000494. DOI: 10.1002/14651858.CD000494.pub2 47. Hofmeyr GJ, Nikodem VC, deJager M, Gelbart BR. A randomised placebo controlled trial of oral misoprostol in the third stage of labour. Br J Obstet Gynaecol 1998;105:971–5 48. Hofmeyr GJ, Nikodem VC, deJager M, Drakely A, Gelbart B. Oral misoprostol for labour third stage management: randomised assessment of side effects (part 2). Proceedings of the 17th Conference on Priorities in Perinatal care; 1998, South Africa, 1998:53–4

99


49. Bamigboye AA, Hofmeyr GJ, Merrell DA. Rectal misoprostol in the prevention of postpartum hemorrhage: a placebo controlled trial. Am J Obstet Gynecol 1998;179:1043–6 50. Surbek DV, Fehr P, Hoesli I, Holzgreve W. Oral misoprostol for third stage of labor: a randomized placebo-controlled trial. Obstet Gynecol 1999;94:255–8 51. Benchimol M, Gondry J, Mention J, Gagneur O, Boulanger J. Role of misoprostol in controlled delivery [Place du misoprostol dans la direction de la deliverance]. J Gynaecol Obstet Biol Reprod 2001;30:576–83 52. Hofmeyr GJ, Nikodem VC, deJager M, Drakely A. Side effects of oral misoprostol in the third stage of labour: a randomised placebo controlled trial. South Afr Med J 2001;91:432–5 53. Hofmeyr GJ, Nikodem VC, de Jager M, Gelbart BR. A randomized placebo-controlled trial of oral misoprostol in the third stage of labour. Br J Obstet Gynaecol 1998;105:971–5 54. Caliskan E, Dilbaz B, Meydanli M, Ozturk N, Narin MA, Haberal P. Oral misoprostol for the third stage of labor: a randomized controlled trial. Obstet Gynecol 2003;101:921–8 55. 55. Cook C, Spurrett B, Murray H. A randomized clinical trial comparing oral misoprostol with synthetic oxytocin or syntometrine in the third stage of labour. Aust NZ J Obstet Gynaecol 1999; 39:414–19 56. Amant F, Spitz B, Timmerman D, Corremans A, Van Assche FA. Misoprostol compared with methylergometrine for the prevention of postpartum haemorrhage: a double-blind randomised trial. Br J Obstet Gynaecol 1999;106:1066–70 57. Lumbiganon P, Hofmeyr J, Gulmezoglu AM, Villar J. Misoprostol dose related shivering and pyrexia in the third stage of labour. Br J Obstet Gynaecol 1999;106:304–8 58. Whalley RL, Wilson JB, Crane JM, Matthews K, Sawyer E, Hutchens D. A double-blind placebo controlled randomised trial of misoprostol and oxytocin in the management of the third stage of labour. Br J Obstet Gynaecol 2000;107:1111–15 59. El-Refaey H, Nooh R, O’Brien P, Abdalla M, Geary M, Walder J, Rodeck C. The misoprostol third stage of labour study: a randomised controlled comparison between orally administered misoprostol and standard treatment. Br J Obstet Gynaecol 2000;107:1104–10 60. Ng PS, Chan ASM, Sin WK, Tang LCH,

Cheung KB, Yuen PM. A multicentre randomized trial of oral misoprostol and i.m syntometrine in the management of the third stage of labour. Hum Reprod 2001;16:31–5 61. Bugalho A, Daniel A, Faundes A, Cunha M. Misoprostol for prevention of postpartum haemorrhage. Int J Gynaecol Obstet 2001;73:1–6 62. Lokugamage A, Paine M, Bassaw-Balroop K, et al. Active management of the third stage at Cesarean section: a randomized controlled trial of misoprostol versus syntocinon. Aust N Z Obstet Gynaecol 2001;41:411–14 63. Gerstenfeld TS, WingDA. Rectal misoprostol versus intravenous oxytocin for the prevention of postpartum hemorrhage after vaginal delivery. Am J Obstet Gynecol 2001;185:878–82 64. Gulmezoglu AM, Villar J, Ngoc NT, et al. The WHO multicentre double-blind randomized trial to evaluate the use of misoprostol in the management of the third stage of labour. Lancet 2001; 358:689–95 65. Kundodyiwa TW, Majoko F, Rusakaniko S. Misoprostol versus oxytocin in the third stage of labor. Int J Obstet Gynaecol 2001;75:235–41 66. Karkanis SG, Caloia D, Salenieks ME, et al. Randomized controlled trial of rectal misoprostol versus oxytocin in third stage management. J Obstet Gynecol Can 2002;24:149–54 67. Penaranda W, Arrieta O, Yances B. Active management of the childbirth with sublingual misoprostol: a clinical controlled trial in the Hospital de Maternidad Rafeal Calvo. Revista Colombiana de Obstetricia y Ginecologia 2002;53:87–92 68. Caliskan E, Meydanli M, Dilbaz B, Aykan B, Sonmezer M, Haberal A. Is rectal misoprostol really effective in the treatment of third stage of labor? A randomized controlled trial. Am J Obstet Gynecol 2002;187:1038–45 69. Caliskan E, Dilbaz B, Meydanli M, Ozturk N, Narin M, Haberal A. Oral misoprostol for the third stage of labor: a randomized controlled trial. Obstet Gynecol 2003;101:921–8 70. Gulmezoglu AM, Villar J, Ngov NT, et al. WHO multicentre randomized controlled trial of misoprostol in the management of the third stage of labour. Lancet 2001;358:689–95 71. Abdel-Aleem H, Abol-Oyoun EM,Moustafa SAM, Kamel HS, Abdel-Wahab HA. Carboprost trometamol in the management of the third stage of labor. Int J Obstet Gynaecol 1993;42: 247–50

100


72. Bhattacharya P, Devi PK, Jain S, Kanthamani CR, Raghavan KS. Prophylactic use of 15(S) 15 methyl PGF2 alpha by intramuscular route for control of postpartum bleeding – a comparative trial with methylergometrine. Acta Obstet Gynecol Scand 1998;Suppl 145:13–15 73. Chua S, Chew SL, Yeoh CL, et al. A randomized controlled study of prostaglandin 15-methyl F2 alpha compared with syntometrine for prophylactic use in the third stage of labour. Aust NZ J Obstet Gynaecol 1995;35:413–16 74. Catanzarite VA. Prophylactic intramyometrial carboprost tromethamine does not substantially reduce blood loss relative to intramyometrial oxytocin at routine caesarean section. Am J Perinatol 1990;7:39–42 75. Chou MM, MacKenzie IZ. A prospective, double blind, randomized comparison of prophylactic intramyometrial 15-methyl prostaglandin F2 alpha, 125 micrograms, and intravenous oxytocin, 20 units, for the control of blood loss at elective caesarean section. Am J Obstet Gynecol 1994;171:1356–60 76. Inch S. Management of the third stage of labour: another cascade of intervention? Midwifery 1991; 7:64–70 77. McDonald SJ. Management in the Third Stage of Labour. Western Australia: University of Western Australia, 1996 78. Prendiville WJ, Elbourne D. Care during the third stage of labour. In Chalmers I, Enkin M, Keirse MJNC, eds. Effective Care in Pregnancy and Childbirth. Oxford: Oxford University Press, 1989:1145–69 79. World Health Organisation. Care of the umbilical cord: a review of the evidence. Geneva: World Health Organisation, 1998 80. Mercer JS. Current best evidence: a review of the literature on umbilical cord clamping. J Midwifery Women’s Health 2001;46:402–14 81. Rabe H, Reynolds G, Diaz-Rossello J. Early versus delayed umbilical cord clamping in preterm infants. Cochrane Database of Systematic Reviews 2004, Issue 3. Art. No.: Cd003248. DOI:10.1002/14651858/CD003248.pub2 82. McDonald SJ, Abbott JM. Effect of timing of umbilical cord clamping of term infants on maternal and neonatal outcomes (Protocol). Cochrane Database of Systematic Reviews 2003, Issue 1.Art. No.: CD004074.DOI:10.1002/14651858. CD004074

83. Prendiville WJ, Elbourne D, McDonald S. Active versus expectant management in the third stage of labour. Cochrane Database of Systematic Reviews 2000, Issue 3. Art. No.:CD000007. DOI: 10.1002/14651858. CD000007 84. Khan GQ, John LS, Wani S, Doherty T, Sibai BM. Controlled cord traction versus minimal intervention techniques in delivery of the placenta: a randomized controlled trial. Am J Obstet Gynecol 1997;177:770–4 85. Thilaganathan B, Cutner A, Latimer J, Beard R. Management of the third stage of labour in women at low risk of postpartum haemorrhage. Eur J Obstet Gynaecol Reprod Biol 1993; 48:19– 22 86. Prendiville WJ, Harding JE, Elbourne D, Stirrat GM. The Bristol Third Stage Trial: active vs. physiological management of third stage of labour. BMJ 1988;297:1295–300 87. Begley CM. A comparison of active and physiological management of the third stage of labour. Midwifery 1990;6:3–17 88. Rogers J, Wood J, McCandlish R, Ayers S, Truesdale A, Elbourne D. Active vs expectant management of the third stage of labour: the Hitchingbrooke randomised controlled trial. Lancet 1998;351:693–9 89. Euphrates group. European consensus on prevention and management of postpartum haemorrhage. 2006, in press

101


EK: DOĞUM SONU KANAMANIN ÖNLENMESİ VE BAKIMI HAKKINDA AVRUPA MUTABAKATI EUPHRATES grubu (EUropean Project on obstetric Haemorrhage Reduction: Attitudes, Trial, and Early warning System = Doğumda Kanamanın Azaltılmasına dair Avrupa Projesi: Tutum, Değerlendirme ve Erken uyarı sistemi), Avrupa Birliği 5.Çerçeve Programı GİRİŞ EUPHRATES çalışması beş bölümden kurulu olup bunlardan ikincisi doğum sonu kanamanın önlenmesi ve bakımı için asgari Avrupa mutabakatının geliştirilmesidir. Bu mutabakat bir protokol veya rehber değildir. Metin, üzerinde herkesin uzlaşabildiği bir Avrupa mutabakatını temsil etmektedir. Her doğum tesisi, doğum sonu kanamanın önlenmesi ve tedavisine ilişkin kendi yazılı protokolüne sahip olmalıdır. Yöntem Bu mutabakat üç temel üzerine oturmuştur: (a) kaynakların gözden geçirilmesi, (b) halen kullanılan protokol ve uygulamaların incelenmesi, (c) özel bir komite içinde toplanan uzmanların vardığı uzlaşma (komite üyelerinin listesi için bu bölüm sonuna bakınız). Çalışmada aşağıdaki ilke izlenmiştir. Elde somut kanıtların bulunması halinde (kanıt düzeyi = 1) bir uzlaşma sürecine gerek yoktur. Şu iki durumda bir uzlaşma gerekir: prognostik bir ölçütün klinik ilintisinin uygulanan bir girişimden (örneğin üçüncü evrenin aktif şekilde yönetilmesi) etkilendiğinin net bir şekilde gösterilmesi hakkında uyuşmazlık bulunması ve belli bir girişimin uygulanmasının zorunlu olduğu fakat buna ait üst düzeyde kanıtların bulunmadığı haller (örneğin devam eden bir doğum sonu kanamanın varlığı halinde ilaç kullanılması).

Kan kaybı vajinal doğuma kıyasla genellikle sezaryende daha fazladır. Bu üç uyarıya karşın grubumuz aşağıdaki klasik betimlemeleri onaylamaktadır: • ≥ 500 ml = doğum sonu kanama • > 1000 ml = şiddetli doğum sonu kanama • ≤ 24 saat = birincil veya erken, doğum sonu kanama • > 24 saat = ikincil veya geç, doğum sonu kanama. Gebelik anemisinin yaygın olduğu bölge veya gruplarda daha küçük miktarların hesaba katılması klinik olarak önem taşır. 1(b) İletişim Standart altı bakım çoğu kez ekip üyeleri arasında ve ekip üyeleri ile diğer sağlık çalışanları arasındaki iletişimin eksikliği ile ilişkilidir. Zorlu olgularda bakımın bir ekip tarafından yürütülmesi yaşam ile ölüm arasındaki farkı belirleyebilir. Belirlenmiş iletişim sorunları aşağıdakileri kapsamaktadır: • • • •

TANIMLAMALAR 1. Genel hususlar 1(a) Doğum sonu kanamanın kaybedilen mililitre miktarı ile tanımlanması Kan kaybının değerlendirilmesi güvenilmez bir ölçüttür. Aktif müdahale çoğu kez kaybedilen kan kaybının miktarının belirlenmesini değil, anneye ait klinik işaretlerin (örneğin hipotansiyon, fenalaşma) belirmesini izler.

Birinci basamak bakım ekibinin kıdemlileri vaktinde davet etmemesi. Sorundan haberdar edilen kıdemlilerin gelmede ayak sürümesi. Doğum ekibinin diğer uzmanlara (örneğin yoğun bakım, anestezist, hematolog) bilgi vermesinde yetersizlik. Doğumhanede anestezist ve doğumu yaptıran hekimin hızlı kan kaybı, taşikardi, kan basıncını destekleyici girişimler (sıvı replasmanı ve/veya vazopressör kullanılması) gibi konuyla ilgili olaylar hakkında birbirlerini sürekli haberdar etmemeleri. Laboratuar/kan nakli ekibinin olgunun ciddiyetini algılamamaları nedeni ile kan temininde yetersizlik.

1(c) Kan ürünlerinin her an el altında hızla hazır bulunmasını güvence altına alacak yerel politikaların uygulamaya sokulması Kadınların doğum yaptığı sağlık merkezlerinde

102


uygun kan ürünlerine hızla ve kolaylıkla erişilebilmesi zorunludur. Farklı Avrupa ülkeleri bu amaca farklı sistemler kullanarak erişmiş olup bir sistemin diğerlerinden daha üstün olduğunu gösterir herhangi bir kanıt yoktur. Bu amaçla yazılı bir belge hazırlanmalıdır. Nasıl uygulanacağı ayrıntılı olarak anlatılmalı ve kan bankasının telefon numarası, vb. dahil pratik bilgiler burada yer almalıdır. Bu belgenin her yere geniş çapta dağıtılması gerekir.

uygulanma yolu ve uygulanmanın zamanlanması sorularına yönelik rastgele gruplandırılmış araştırmalar mevcut olmayıp bunun nedeni yapılan bu araştırmaların çoğunda, üç girişimden oluşan tam paketin hiçbir girişimde bulunmama ile karşılaştırılmasıdır.

2(a) Doğumun üçüncü evresinin aktif yönetimi • Doğumun üçüncü evresinin aktif yönetimi üç bileşenli bir girişim olarak tanımlanır: (1) koruyucu uterotonik, (2) kordonun erkenden (veya çok az gecikerek) klemplenmesi ve (3) kordonun denetim altında çekilmesi. Doğumun üçüncü evresinin aktif şekilde yönetilmesinin tüm kadınlarda kan kaybının azaltılmasında etkili olduğu kanıtlanmıştır1. Aktif rutin yönetimin, doğum sonu kanama sonucu görülen ağır yan etkileri azalttığına dair kanıtlar daha az tatmin edicidir. Aktif yönetimin tam paket halinde uygulanması kesinlikle doğru (ve doğruluğu kanıtlanmış) bir seçenektir. • Tek başına uterotoniklerin kullanılması da yararlı bir seçenektir2. Komisyonumuzun vardığı sonuçlar: • Bakımı yürüten kişiler aktif üçüncü evre bakımı yönünden ehil olacak ve bunu bütün kadınlara uygulayacak şekilde eğitilmelidir. • Öte yandan kadınlar ve doğumu yönetenler bazı olgularda ve/veya kurumlarda aktif yönetimi uygulamama kararı verilmesinin burada standart altı bakım uygulandığı şeklinde yorumlanmaması yönünden bilgilendirilmelidir.

(i) İlacın tipi • Aktif yönetim için Avrupa’da en sık kullanılan ilaç oksitosindir. • Birleşik Krallık ve İrlanda’da Syntometrin yaygın şekilde kullanılmaktadır. Bu ilaç oksitosin ve ergometrinin bir karışımıdır. Syntometrin oksitosine göre daha etkili ise de buna eşlik eden yan-etkiler daha fazladır3. Syntometrin bütün kadınlar için, örneğin hipertansiyonu olanlar, uygun değildir. • Avrupa taramasında ergometrin, çoğul gebelik veya yaşlı multiparlar gibi risk faktörleri bulunan kadınlarda plasentanın doğumundan sonra ek bir profilaksi için (oksitosin kullanılmasından sonra) kullanılıyor olarak bildirilmiştir. Bu durum hiçbir zaman, rastgele gruplandırılmış bir klinik araştırma ile değerlendirilmeye alınmamıştır. • Doğum sonu kan kaybını azaltmada mizoprostol, enjekte edilen uterotoniklere göre daha az etkilidir. Öte yandan doğumun üçüncü evresinin aktif yönetiminde bunun plasebodan daha üstün olup olmadığı henüz aydınlığa kavuşmamıştır4. Grubumuz şu sonuçlara varmıştır: • Doğumun üçüncü evresinde bulunan tüm kadınlarda seçilecek ilk ilaç oksitosindir. • Bazı uzmanlar syntometrini tercih edebilirse de bu ilaç hipertansiyon ve preeklampside kullanılmaz. • Seçilmiş olgularda ek olarak ergometrin kullanılması (oksitosin uygulandıktan sonra) kabul edilebilir bir uygulama olarak görülmüştür. • Mizoprostolün kullanılması daha az etkili olmasına karşın elde enjekte edilebilir uterotoniklerin bulunmaması halinde düşünülebilir.

2(b) Koruyucu uterotonik ilaçların tipi, dozajı, uygulama yolu, uygulanma hızı ve uygulanma zamanlanması Koruyucu uterotonik ilaç kullanılmasında dozaj,

(ii) Dozaj • Oksitosin: Yapılan araştırmaların çoğunda kas içi (IM) veya damar içi (IV) enjeksiyonla 5 veya 10 IU oksitosin kullanılmıştır. Avrupa

1(d) Denetleyiciler ve dilekler Mevcut rehberler/mutabakat metinlerinin ağır kanama üzerine olan etkilerinin denetmenler ve/ veya kişiye özel dilekler yoluyla izlenmesi gerekir. 2. Vajinal doğumda doğum sonu kanamadan korunma

103


• •

taraması bu dozun yaygın olarak kullanıldığını göstermiştir. Çeşitli merkezlerde özel dozlar kullanıldığı bildirilmiştir, örneğin 500 ml IV bolus içinde 20 IU veya 10 dakika boyunca 1 IU gibi düşük dozlar5 (“damlatmayı başlat”) Syntometrin için sadece tek bir doz vardır: ergometrin 500 μg + oksitosin 5 ünite (tek ampul içinde 1 ml syntometrin). Mizoprostol: klinik araştırmaların çoğunda oral yoldan 400–600 μg, rektum yoluyla 400 μg kullanılmıştır.

(iii) Uygulama yolu • Oksitosin: Hastada in situ olarak bir damar yolu açık halde ise ilacın kullanılmasında yeğlenecek yol damar içi enjeksiyondur. “Damlatmayı başlat” komutu ile düşük miktarda ilaç verilmiş olur. Örneğin 10 dakika içinde 1-2 IU (1.000-2.000 mU). Hastada damar yolu açık değilse IM yol tercih edilir. • Syntometrin/Ergometrin: Kas içi enjeksiyon kullanılır. • Mizoprostol oral veya intrarektal olarak kullanılabilir. (iv) Uygulanma hızı 1997-1999’da Birleşik Krallık’ta bir anne ölümü hakkında yapılan gizli bir soruşturma olayın 10 İU oksitosinin IV yoldan hızla uygulanmasını izleyen şiddetli hipotansiyona bağlı olduğu sonucuna varmıştır. Burada yapılan kilit tavsiye kullanımın “yavaş” olması gereği ise de, bu “yavaş”ın ne olduğu hakkında herhangi bir tanımlama bulunmamaktadır. (v) Kullanımın zamanlanması İngiliz Ulusal Kodeksinde yer alan diğer tanımlamalarla birlikte çoğu kez kullanılan bir tavsiyeye göre koruyucu oksitosik tedavi “ön omuzun doğumunda (=hemen ardından)” uygulanır ve bu zamanlama, rastgele gruplandırılmış klinik araştırmaların birçoğunda da kullanılmıştır. Pratik olarak bizim çalışmamızda bu ilacın bebeğin doğumundan sonra kullanıldığı bildirilmiştir. İki rastgele gruplandırılmış kontrollü klinik araştırmada5,6 oksitosinin plasentanın doğumundan önce ve sonra kullanımı karşılaştırılmıştır. Uterotoniklerin olabildiği kadar erken verilmesinin herhangi bir yarar sağlamadığı bulunmuştur. Bu konuda daha ileri araştırmalara gereksinim vardır.

Komitemizin vardığı sonuçlar şunlardır: • Koruyucu oksitosik tedavinin kullanılmasında en iyi zaman doğumdan hemen sonradır. • İlacın kordondaki nabzın kesilmesinden önce veya sonra kullanılması sanki görece önemsizdir. 2(c) Plasentanın elle çıkartılması • Bu işlem kanama halinde gecikmeden yapılmalıdır. • Kanamanın bulunmaması halinde bu işlemin ne zaman yapılması gerektiği hakkında Avrupa düzeyinde herhangi bir uzlaşma sağlanamamıştır. Bazıları doğumdan 20 dakika sonra girişimi uygularken diğerleri 1 saatten daha uzun süre beklemektedir. Bu konuda elde kanıt bulunmamaktadır ve daha fazla araştırma yapılmasına gerek vardır. 2(d) Diğerleri Meme başının uyarılması veya erkenden meme emzirilmesi, özellikle zayıf kaynaklara sahip tesislerde doğum sonu kanamanın önlenmesi için basit ve fizyolojik bir yöntem olarak savunulmaktadır. Elimizde mevcut iki adet rastgele gruplandırılmış, kontrollü klinik araştırmaya ait kanıtlar7, 8 bir sonuca varmaya izin vermeyecek kadar yetersizdir. 3. Sezaryende doğum sonu kanamanın önlenmesi • Sezaryen ile doğuma giren kadınlarda kan transfüzyonuna gereksinim duyma riski artmıştır. • Bebeğin sezaryen ile dünyaya gelmesinden hemen sonra uterotonik bir ilacın rutin olarak kullanılmasının tavsiye edilmesi akla uygundur. • Sezaryende kan kaybının doğru şekilde saptanması güçtür. Hem vajinal, hem abdominal kan kaybının ölçülmesi ölçümün doğruluğunu arttırabilir. • Kanama yönünden daha büyük risk taşıdığı düşünülen sezaryende (örneğin plasenta previa, özellikle bir uterus skarının varlığı halinde) doğumhanede bir kıdemli doğumcunun bulunması önerilir. 4. Doğum sonu kanamada bakım 4(a) Vajinal doğumdan sonra doğum sonu kanama Olayı biz üç basamağa bölmekteyiz: (i) olası aşırı kanama ile ilgilen,

104


(ii) kanama ile erkenden meşgul ol ve (iii) Devam eden kanama ile erkenden meşgul ol. (i) Olası aşırı kanama ile ilgilenmek • Olayla ilgisi varsa plasentayı çıkart. • Mesaneyi boşalt, iyice kasılıncaya kadar uterusa masaj yap, ilave uterotonik ver. • Epizyotomide herhangi bir belirgin kanama veya yırtık olup olmadığını araştır ve elde ettiğin sonuca göre davran. (ii) Kanama halinde ivedi bakım • Yardım iste. • Kan kaybının miktarını, kan basıncını ve nabız hızını ölç, daha önceden takılı değilse geniş çaplı bir intravenöz infüzyon kateteri yerleştir ve kan örneği al. • Plasentanın tamam olup olmadığını araştır. (iii) Kanama devam edecek olursa • Gerekmesi halinde kristalloidler, kolloitler ve/veya kan ürünleri ile dolaşım desteği sağla. • Yeterli ekibin uygun bakımı vermesini güvence altına al veya uygun yerlere başvur. • İlave uterotonik ilaçlar kullan (enjekte edilebilir prostaglandinler). • Bimanüel kompresyon (iki elle sıkıştırma) uygula (zamana dikkat ederek). • Anestezi altında genital kanalı plasenta veya plasenta parçaları kalması veya doğum yolu yırtıkları yönünden araştır ve elde ettiğin bulgulara göre davran. Bir anestezi uzmanına hemen ulaşılıp ulaşılamaması ve kadına etkili bir epidural yapılmış olup olmaması yukarıdaki ve aşağıdakilerin hangi sıra ile uygulanacağını belirleyecektir. • Anestezist ve ekibin geri kalan üyeleri ile sürekli iletişim halinde kal. (iv) Kanama hala denetim altına alınmamışsa • Kolloitler ve/veya kan ürünleri ile gerektiği kadar dolaşım desteği ve gerek duyulursa vazopressörlerin kullanılması. • Yeterli oksijenasyonun güvence altına alınması. • Pıhtılaşma anormalliklerinin izlenmesi. • Uterus içine tampon veya uterus içi balon konulması. • Uterus arterinin embolizasyonu.

4(b) Sezaryende kanama (i) İvedi bakım • Mesanenin boş olduğundan emin ol. • Uterus boşluğunu araştır ve plasenta ve/veya pıhtıları tahliye et. • İyice kasılıncaya kadar uterusa masaj yap, ilave uterotonikler kullan. • Travmayı araştır ve varsa onar, uterusu dışarı çıkar elinin altında tut. • Kaybedilen kan miktarını ölç. (ii) Kanama kontrol altında değilse • Gerektiği kadar kolloitler ve/veya kan ürünleri ile dolaşım desteğini sürdür ve gerek duyulursa vazopressörleri kullan. • Yeterli oksijenasyonu güvence altına al ve gerektiği takdirde mekanik ventilasyonu elinin altında tut. • Yeterli personelle uygun ve doğru bakım yapılmasını güvence altına al. • Ek uterotonik ilaçlar kullan (zerke mahsus prostaglandinler). • Uygun cerrahi girişim 4(c) Faktör VII Çok şiddetli kanamalarda bazen histerektomiden kaçınmaya izin verebilen müstakbel bir seçenek rekombinan aktive edilmiş faktör VII (NovoSeven®) olabilir. Bugün için NovoSeven çok pahalı olup emniyet derecesi henüz tam olarak değerlendirilmemiştir. Dolayısı ile bu ilacın kullanımı yeterli deneyim ve kaynaklara sahip olan ve halen devam etmekte olan kullanım kayıt grubuna dahil olan merkezlerle sınırlı tutulmalıdır. Özel Mutabakat Komitesi Özel Komite 14 Avrupa ülkesinden gelen uzmanlar tarafından teşkil edilmiştir: Avusturya: Mathias Klein (Doğum uzmanı), Heinz Leipold (Doğum uzmanı); Belçika: Sophie Alexander (Doğum uzmanı, Epidemiyolog), Paul Defoort (Doğum uzmanı), Corinne Hubinont (Doğum uzmanı), Wei hong Zhang (Epidemiyolog); Danimarka: Jens Langhoff-Roos (Doğum uzmanı), Desiree Rosenborg (Anestetist); Finlandiya: Risto erkkola (Doğum uzmanı), Vedran Stefanovic (Doğum uzmanı), Jukka Uotila (Doğum uzmanı); Fransa: Marie-Helene Bouvier-Colle (Epidemiyolog), Gerard Breart (Epidemiyolog), Catherine Deneux (Epidemiyolog), Thierry Harvey

105


(Doğum uzmanı), Frederic Mercier (Anestetist); Macaristan: Istvan Berbik (Doğum uzmanı), Jeno Egyed (Doğum uzmanı), Janos Herczeg (Doğum uzmanı); İrlanda: Mikael O’Connell (Doğum uzmanı), Walter Prendiville (Doğum uzmanı); İtalya: Anna Maria Marconi (Doğum uzmanı), Graziella Sacchetti (Doğum uzmanı); Hollanda: Kathy Herschderfer (Ebe), Jos Van Roosmalen (Doğum uzmanı); Norveç: Bente Ronnes (Ebe), Babill Stray-Pedersen (Doğum uzmanı); Portekiz: Diogo Ayres-de-Campos (Doğum uzmanı), Nuno Clode (Doğum uzmanı), Teresa Rodrigues (Doğum uzmanı); İspanya: Enrique Barrau (Doğum uzmanı), Vicenç Cararach (Doğum uzmanı), Dolores Gomez (Doğum uzmanı); İsviçre: Olivier Irion (Doğum uzmanı), Carolyn Troeger (Doğum uzmanı); Birleşik Krallık: Zarko Alfirevic (Doğum uzmanı), Peter Brocklehurst (Doğum uzmanı, Epidemiyolog), Alison MacFarlane (Epidemiyolog), Jane Rogers (Ebe), Clare Winter (Ebe).

oxytocin at the beginning versus the end of the third stage of labor for prevention of postpartum hemorrhage. Gynecol Obstet Invest 2004;58:72–6 7. Bullough C, Msuku R, Karonde L. Early sucking and post partum haemorrhage: controlled trial in deliveries by traditional birth attendants. Lancet 1989;334:522–5 8. Irons D, Sriskandabalan, Bullough C. A simple alternative to parenteral oxytocic for the third stage of labour. Int J Gynaecol Obstet 2004;46: 15–18

Kaynaklar EUPHRATES 1. Prendiville WJ, Elbourne D, MacDonald S. Active versus expectant management in the third stage of labour (Cochrane Review). Cochrane Library, Issue 2, 2004. Chichester, UK: John Wiley & Sons, Ltd 2. Elbourne DR, Prendiville WJ, Carroli G, Wood J, MacDonald S. Prophylactic use of oxytocin in the third stage of labour (Cochrane Review). Cochrane Library, Issue 2, 2004. Chichester, UK: John Wiley & Sons, Ltd 3. MacDonald S, Abbott JM, Higgins SP. Prophylactic ergometrine-oxytocin versus oxytocin for the third stage of labour (Cochrane Review). Cochrane Library, Issue 2, 2004. Chichester, UK: John Wiley & Sons, Ltd 4. Villar J, Gülmezoglu AM, Hofmeyr J, Forna F. Systematic review of randomized controlled trials of misoprostol to prevent postpartum hemorrhage. Obstet Gynecol 2002;100:1301–12 5. Jackson KW Jr, Allbert JR, Schemmer GK, Elliot M, Humphrey A, Taylor J. A randomized controlled trial comparing oxytocin administration before and after placental delivery in the prevention of postpartum hemorrhage. Am J Obstet Gynecol 2001;185:873–7 6. Huh WK, Chelmow D, Malone FD. A double blinded, randomized controlled trial of

106


Bölüm 12 MİZOPROSTOL: TEORİ VE PRATİK M. B. Bellad, S. Goudar İ. M. İtil, T. Çırpan

GİRİŞ Prostaglandinler doğum hekimliğinde devrim yaratmıştır. Özellikle mizoprostolün keşfi birçok yeni araştırma ve tartışmayı da beraberinde getirmiştir. Halen doğum sonu kanama kontrolü, doğum indüksiyonu, servikal olgunlaşma ve gebelik sonlandırılmasında mizoprostolün kullanımı üzerine çalışılmaktadır. Başlangıçta bu ilaç 1988’de Amerikan Gıda ve İlaç Dairesi’nden (Food and Drug Administration [FDA]) NSAID kullanımına bağlı oluşan peptik ülserin önlenmesi ve tedavisi için onay almıştır. Ancak 1990’ların başından itibaren uterotonik ve servikal olgunlaştırıcı etkileri nedeniyle kadın hastalıkları ve doğum hekimlerinin dikkatini çekmiştir. Bu branşta FDA tarafından onaylanmayan birçok durumda kullanımıyla doğum hekimliği pratiğinde en önemli ilaçlardan biri olarak kabul görmektedir.1 Üretici firmanın bütün ısrarına rağmen, halen 2005’te bile, FDA’dan gebe kadında kullanımı için onay alamamıştır2. MİZOPROSTOL Sentetik PGE1 anoloğudur. Doğal yapıdaki PGE1 aside dayanıksız olduğu için oral kullanıma ve kanda çabuk yıkıldığından parenteral kullanıma uygun değildir. Ancak sentetik PGE1 anoloğu olan mizoprotol, doğal PGE1’in kimyasal yapısındaki bir değişiklik sonucu üretildiği için oral kullanımda yıkıma uğramaz ve klinik kullanım için uygundur. Mizoprostol alprostadil olarak da adlandırılır ve kimyasal formülü C22H38O5 (metil–11–16– dihidroksi–16–metil–9–oxo–prost–13–enoate)’dir (Şekil 1).3

Şekil 1: Mizoprostolün kimyasal yapısı3

Mizoprostol 200 ve 100 μg’lık oral tabletler halinde üretilir. Oda ısısında dayanıklı olması, raf ömrünün uzun ve fiyatının ucuz olması gibi avantajları nedeniyle 25 yıldır kadın hastalıkları ve doğum hekimliğinde araştırmaların merkezine oturmuştur.4 Mizoprostol oral olarak hızla emilip, parenteral kullanım için formüle edilmemiştir. Ayrıca sublingual, vajinal ve rektal kullanımı da mevcuttur5–7. Farmakokinetik, fizyolojik ve teratojenik profili Mizoprostol büyük oranda emilerek, hızla deesterifikasyona uğrar ve mizoprostol aside dönüşür. Klinik etkiden bu madde sorumludur ve ana maddeden farklı olarak plazmada ölçülebilir. Oral alımdan 12 ± 3 dakika sonra mizoprostol asit maksimum seviyeye çıkar ve yarı ömrü 20–40 dakikadır. Mizoprostol asidin plazma seviyesi çalışmalar arasında farklılık gösterse de 200–400 μg aralığından daha yüksek tek doz uygulamalarında ortalama plazma seviyeleri arasında doğrusal bir ilişki vardır. Çoklu doz kullanılan çalışmalarda mizoprostol asit birikimi saptanmamıştır ve plazmada kararlı konsantrasyona 2 gün içinde ulaşılmıştır. Biyo-yararlanımı yemek ve antiasitlerle birlikte alındığında azalır8. Birincil olarak karaciğerde metabolize edilir ve aktif metabolitlerinin % 1’inden daha azı idrarda atılır. Karaciğer hastalığı olanlarda doz azaltılmalıdır. Ancak diyaliz gerektirmeyen böbrek hastalıklarında doz ayarlamasına ihtiyaç yoktur. Bilinen ilaç etkileşimi yoktur ve karaciğerde enzim sistemini indüklemez. Farmakokinetik çalışmalar birinci üçaydaki gebelik sonlandırılmaları için oral ya da dilaltı yoluyla kullanılan mizoprostolün, plazmada vajinal ya da rektal yolla kullanıma göre daha çabuk ve daha yüksek konsantrasyonlara çıktığını göstermiştir. Bu da daha erken ve daha belirgin, uterus tonus artışlarına neden olmuştur (oral mizoprostol 7,8 ± 3,0 dakika, vajinal mizoprostol 20,9 ± 5,3 dakika)6, 7, 10 . Bu bulgular çok yakın zamanda doğum sonrası kadınlar üzerinde de kanıtlanmıştır11. Mizoprostol

107


vajinal yolla alındığında genital organlar üzerine etkileri artar, gastrointestinal yan etkileri azalır10,12,13. Arka fornikse yerleştirildiğinde plazma konsantrasyonu 1–2 saatte maksimuma ulaşır ve sonra yavaşça azalır (Şekil 2).5 Vajinal mizoprostol uygulamasında oral uygulamaya göre mizoprostol asit plazma konsantrasyonu daha yavaş yükselir ve pik plazma konsantrasyonu daha düşüktür. Fakat ilaca maruz kalma süresi daha fazladır (eğri altında kalan alan olarak gösterilmiştir, Şekil 2).5 Vajinal uygulamada mizoprostol pik plazma seviyesinde 4 saate kadar kalabilir (Şekil 2).5

Tang ve arkadaşlarının yaptığı farmakokinetik çalışmada, dilatı mizoprostol kullanımı ile en yüksek ve en hızlı pik mizoprostol asit plazma seviyesinin elde edildiği bildirilmiştir6. Mizoprostol tabletlerin suda eritildikten sonra oral alımı da oral ya da rektal uygulamaya göre, daha hızlı ve daha güçlü uterotonik etki yapar14,15. Ancak birinci üçay gebelik sonlandırılması açısından, tabletlerin ıslatılarak ya da kuru alımı arasında anlamlı bir fark gözlenmemiştir16. Yan Etkileri En sık görülen yan etkiler karın ağrısı ve diaredir. Baş ağrısı, karında kramplar, bulantı, karın şişliği, üşüme, titreme ve ateş daha az sıklıkta görülen

Plazma mizoprostol asit (pg/ml)

9.–11. gebelik haftalarındaki kadınlara kürtaj öncesi mizoprostol verildiğinde, gebelerin uterus basınçları, oral yolla 8, vajinal yolla 21 dakikada artmaya başlar. Maksimum basınca ise oral yoldan 25, vajinal yoldan 46 dakikada ulaşılır. Oral alımda uterusun kasılmaları başlangıçta artarak 1 saatte plato seviyesine ulaşırken; vajinal alımda ise 4 saat boyunca sürekli artarak plato seviyesine

ulaşır. Vajinal yolla kullanımda maksimum uterus kasılması anlamlı olarak daha fazladır10. Rektal uygulamada maksimum serum konsantrasyonuna 23 dakikada ulaşılır ve maksimum konsantrasyon oral alımdakinden daha azdır (Şekil 2)7.

Dakika Şekil 2: Oral ve vajinal uygulama sonrası, 20 kadında mizoprostol asitin ortalama (standart sapma) plazma konsantrasyonları. Zieman M ve ark’dan alınmıştır5.

108


Şekil 3: Mizoprostol asidin oral ve rektal uygulamadan sonra zaman içindeki ortalama serum derişimi. Hata çubukları her bir standart sapmayı göstermektedir.7 ve doz bağımlı yan etkilerdir. Gebe olmayanlarda kullanımda üşüme, titreme ve ateş bildirilen yaygın yan etkilerden değildir. Bu da gebede sık görülen yan etkilerin doza bağlı olduğunu düşündürmektedir. Bu ilaç gebeler tarafından kullanılmamalıdır. Kullanım sırasında mutlak suretle kontrasepsiyon uygulamalıdır ve gebelikte kullanımı durumunda hangi komplikasyonlarla karşılaşılacağı anlatılmalıdır. Emziren bayanlarda, süte geçip bebeklerde diyare yapabilmesi nedeniyle, kullanılmamalıdır8,11. İlacın gebelik sonlandırılması için başarısız kullanımı sonucu, bazen fetal ölüme de neden olabilecek konjenital anomaliler bildirilmiştir. Ancak teratojenitenin mekanizması henüz net değildir17,18. Bazı yayınlarda 1. üçay mizoprostol kullanımı sonrası kafatası anomalileri, kranial sinir palsileri, yüz malformasyonları (Mobius sendromu) ve ekstremite defektleri bildirilmiştir19. Gebelik kategorisi X’tir. Mizoprostolün toksik dozları halen tespit edilmemiştir. 12 saat içinde toplam 2200 μg’a kadar olan kümülatif dozlar, gebeler tarafından, ciddi yan etkiler görülmeden, tolere edilmişir20. Gebelik sonlandırılması için trifluoperazine ile birlikte oral alınan 6000 μg mizoprostolün düşük, hipertermi,

rabdomyoliz, hipoksemi ve komplike asit-baz bozuklukları yaptığı bildirilmiştir21. 1. ÜÇAYDA MİZOPROSTOL Birinci üçayda medikal gebelik sonlandırılması için mizoprostol, en çok mifepriston veya metotreksat ile birlikte kullanılır. Her iki rejim de etkindir. Medikal gebelik sonlandırılması çalışmalarında mizoprostol ve mifepriston, başlangıçta oral yoldan kullanılmıştır. Yalnızca mifepristonun oral mizoprostol ile kombine kullanıldığı rejimler, birçok ülkede medikal abortus için onay almıştır. 600 mg oral mifepriston uygulamasından 48 saat sonra alınan 400 μg oral mizoprostol 7 haftalık gebeliklerin % 91-97’sinde, 8 haftalık gebeliklerin ise % 83-95’inde komplet abortusa neden olmuştur22–25. Mifepriston dozunun 200 mg’a düşürülmesi, mizoprostol dozunun ise 600 μg’a çıkarılması, bu rejimin etkinliğini artırır ve düşük hızı ilk 7 haftalık gebeliklerde % 96–97, ilk 50–63 günlük gebeliklerde ise % 89–93 olur26,27. 9–13 haftalık gebeliklerde medikal abortus için mifepriston ve mizoprostolün kombine kullanımında komplet abortus oranı % 94-95’dir. Fakat bu uygulama ‘aşırı kanama’ insidansında artışa neden olur28,29. Medikal gebelik sonlandırılması için mifepriston alımını

109


müteakip, mizoprostolün ilk uygulanma zamanı 6–48 saat arasında değişir. Komplet abortus oranı ek 1 veya 2 mizoprostol dozuyla artırılabilir. Birinci üçay abortus indüksiyonunda vajinal uygulama, oral uygulamaya göre daha etkin ve daha iyi tolere edilebilirdir30,31. Ancak bazı çalışmalara göre oral veya vajinal uygulamanın etkinlikleri benzerdir. Dilaltı mizoprostol uygulamasının başarı oranı ise % 92’dir32.

rastgele gruplanmış çalışmalara da ihtiyaç vardır48. Kürtaj öncesi dilaltı mizoprostol uygulaması, servikal dilatasyonu kolaylaştırmada etkilidir. Bu da anlamlı şekilde kürtaj zamanını kısaltır ve kürtaj esnasında olan kanamayı azaltır49,50. ERKEN GEBELİK KAYIPLARINDA MİZOPROSTOL Birinci üçaydaki gecikmiş abortuslarda tek ya da mükerrer dozlarda mizoprostol uygulanarak minimum yan etki ve komplikasyon oranıyla komplet abortus sağlanır51,52. Vajinal mizoprostol oral yoldan çok daha etkilidir53. Ayrıca mizoprostol inkomplet gebelik sonlandırmalarında da faydalıdır ve cerrahi yöntemden daha güvenlidir54,55.

Oral ya da kas içine tek doz metotreksat uygulamasından (50 mg/m2) 5–7 gün sonra alınan 800 μg vajinal mizoprostol rejiminde komplet abortus oranı % 88–100’dür. Kadınların % 53–60’ı ilk doz mizoprostol sonrası düşük yapar33–39. Bu süre zarfında komplet abortus gerçekleşmezse, 2. doz sonrası 24 saat içinde kadınların % 19–32’si düşük yapar33,34. Geri kalan % 10–30 hastada ise gecikmiş cevap vardır ve ortalama 24–28 gün içinde abortus yaparlar33,34.

2. ÜÇAYDA MİZOPROSTOL İkinci üçayda gebelik sonlandırılması endikasyonları kromozomsal ve yapısal fetal anomalilerle birlikte bazı sosyal sebeplerdir. Uterusun cerrahi olarak boşaltılmasını her ne kadar bazı merkezlerde halen uygulansa da, bu yöntemde ölüm, ciddi hastalık ve komplikasyon riskleri diğerlerine göre daha fazladır. Mizoprostolün kullanımından önce intra-amniyotik hipertonik saline/üre, intra-amniyotik PGF2, ekstraamniyotik ethacridine (rivanol) laktat, oksitosin ve vajinal PGE2 yöntemleri de uygulanmıştır.

Mizoprostol değişken etkinliğine karşın medikal gebelik sonlandırılmasında tek başına da kullanılmaktadır. İlk çalışmalarda birinci üçay gebelik sonlandırılması için toplam 400 μg mizoprostol uygulaması sonrası abortus oranları % 5–11 olarak bildirilmiştir40,41. Dokuz haftaya kadar olan gebeliklerde 48 saat arayla, 3 kez, ardışık, 800 μg mizoprostol vajinal uygulama rejiminde düşük oranı % 96 olarak rapor edilmiştir42. Buna karşılık yapılan karşılaştırmalı rastgele gruplanmış bir çalışmada, metotreksat ile vajinal mizoprostolün birlikte kullanımında komplet abortus oranı % 90 iken, yalnız vajinal mizoprostol kullanımında bu oran % 47 olarak tespit edilmiştir (p<0,001)43.

İntravajinal 400 μg mizoprostol etkindir ve yan etkileri daha azdır56. Vajinal mizoprostol uygulaması en az PGE2 kadar ve hatta ondan daha etkin bulunmuştur. Mizoprostol ekstraamniyotik prostaglandinlere eşit etkiye sahiptir57–60. Her 3 saatte bir, 400 μg mizoprostol uygulanan rejimde, 6 saate bir 400 μg uygulanan rejime göre ilaç uygulaması ile abortus arası süre anlamlı olarak daha kısa ve 48 saat içindeki başarılı abortus oranı daha yüksek, ayrıca her iki rejimde, ateş dışında, yan etkilerin insidansları benzer bulunmuştur. Bununla beraber, ateş, son ilaç dozundan sonra, 24 saat içerisinde normale dönmüştür61.

Birçok rastgele gruplanmış kontrollü çalışmaya göre aspirasyon kürtaj öncesi servikal olgunlaşma için kullanılan mizoprostol, plasebo ve PGE2’den çok daha etkin bulunmuştur44,45. Böylece uterusun boşaltılması sırasında oluşabilecek riskler servikal olgunlaşmaya bağlı olarak minimuma iner. Bu sonuçlar vaka sayısı fazla olan birçok rastgele gruplanmış kontrollü çalışmayla teyit edilmiştir. Servikal olgunlaşma için en iyi rejim kürtajdan 3–4 saat önce uygulanan 400 μg vajinal mizoprostoldür44,46,47. Bir çalışmada geçirilmiş uterus cerrahisi (uterus skarı) olan hastalarda erken gebelik sonlandırılması için mifepristona ek olarak mizoprostol uygulamasının güvenli olduğu belirtilmiştir. Ancak bunu desteklemek için başka

Vajinal mizoprostol uygulamasında oral uygulamaya göre ilaç başlangıcından abortusa kadar geçen süre daha kısa ve oksitosin infüzyonu gereksinimi daha azdır62. Birinci üçay abortusları için daha fazla doz mizoprostol (800 μg) gerekirken, üçüncü üçayda

110


Tek doz (μg)

doğum oranlarına, daha kısa indüksiyon-doğum aralığına ve anlamlı olarak daha düşük sezaryen oranlarına neden olduğu gösterilmiştir64–67.

Tehlikeli

Doğum indüksiyonu için mizoprostolün oral, vajinal, intraservikal, dilaltı olarak farklı kullanım şekilleri ile ilgili çalışmalar yapılmıştır68–73. Tüm kullanım şekilleri başarılı olmakla beraber, vajinal mizoprostol uygulamasında indüksiyon-doğum aralığı daha kısa, kullanılan mizoprostol doz miktarı ve oksitosin kullanım gereksinimi daha az olarak bulunmuştur68,70. Mizoprostolün jel formunda tablet formuna göre, uterus kasılmasında anormallik daha az, indüksiyon-travay ve indüksiyon-doğum aralığı daha uzundur71.

Güvenli Etkisiz Gebelik haftası

Şekil 4: Mizoprostolün değişen gebelik haftalarında uterus kontraksiyonlarını başlatacak güvenli “tek” dozları63.

Mizoprostolün güvenilirliği çok önemli bir konudur. Bazı çalışmalarda uterusta taşisistol ve hiperstimulasyon sıklığında artış, bazılarında da uterus rüptürü bildirilmiştir74–76. Uterus hiperstimülasyon insidansı daha düşük olduğu için güvenilir olarak, çoğunlukla 25 μg’lık vajinal doz önerilmektedir ve bu dozda 24 saat içinde doğum gerçekleşme oranı 50 μg doz ile benzerdir64,77–81. 50 μg’ın üstündeki dozlarda ise komplikasyon riski artmaktadır. Mizoprostolün doz aralıkları 3–6 saat arasında değişmektedir. Olası taşisistol riski nedeniyle 6 saatlik doz aralıkları tercih edilmelidir82. Mizoprostol travay öncesi (prematür) membran rüptürü durumunda da servikal olgunlaşmada etkindir. Oral mizoprostol yalnızca doğumu indüklemez, ayrıca düşük anne ve yenidoğan komplikasyon oranlarıyla doğumun 24 saat içinde gerçekleşmesine de neden olur66,84.

doğum indüksiyonu için gereken doz 25 ila 50 μg’dır ve bu bir paradokstur. İkinci üçay doğum indüksiyonu için gereken en uygun vajinal mizoprostol dozu 50 ila 800 μg arasındadır. Bu doz aralığında erken ikinci üçayda yüksek dozlar gerekebilir. Fakat geç ikinci üçayda ise düşük dozlar yeterli olabilir. İlacın dozu ve alım sıklığı arttıkça ilaç uygulaması ile abortus arası süre kısalmaktadır (Şekil 4)1,63. 3. ÜÇAYDA MİZOPROSTOL Doğum İndüksiyonu Doğum indüksiyonu annede ve yenidoğanda ölüm ve ciddi hastalık riskini düşürmek amacıyla yapılan, yaygın obstetrik uygulamalardan bir tanesidir. Doğum indüksiyonunun başarısı, sadece fizyolojik mekanizmalara değil, servikal faktörlere de bağlıdır. Uygun olmayan bir serviks, başarılı bir doğum indüksiyonu için en büyük engel olabilir. Doğum indüksiyonu için etkili, anne ve fetus için güvenli, ucuz bir farmakolojik ajanın bulunması birçok klinik araştırmanın amacı olmuştur.

Eski sezaryenli hastalarda PGE2 ve oksitosine göre daha sık uterus skarı rüptürüne neden olduğundan mizoprostol önerilmez. Meta-analizlere göre, doğum indüksiyonu yapılmadan sezaryen sonrası vajinal doğum yapanlarda uterus skarı rüptür oranı % 0,2 iken mizoprostolle indüklenerek sezaryen sonrası vajinal doğum yapan hastalarda bu oran % 5,6’dır85. Grandmultipar gebelerde mizoprostol kullanımı, anne ve yenidoğanda yan etkilerle ilişkili değilse de, yine de bu gebelerde kullanımında çok dikkatli olunmalıdır86,87. İlaç uygulamasından hemen önce ve 2–3 saat sonra umbilikal, uterus ve arkuat arterlerin Doppler akım ölçümlerinin yapıldığı bir çalışmada vajinal mizoprostol veya oral prostaglandinlerin kullanımının, uteroplasental direnç artışına neden olduğu, fakat bunun umbilikal

Miadında doğum indüksiyonunda mizoprostol kullanımı ile ilgili olarak yapılan ilk çalışmada (1993), mizoprostolün güvenli ve uygun maliyetli bir yöntem olduğu belirtilmiştir. Bundan sonra yapılan, rastgele gruplanmış kontrollü çalışmaları da içeren daha kapsamlı birçok çalışmada, bu bulgular doğrulanmakla kalmamış, ayrıca mizoprostolün plasebo ya da diğer prostaglandinlerden daha etkili olduğu, bunun yanı sıra kontrol grubu ile kıyaslandığında ilk 24 saatte daha yüksek vajinal

111


kan akımını etkilemediği, bu nedenle mizoprostolün PGE2 jel kadar güvenli olduğu belirtilmiştir. Mevcut verilere göre her 6 saatte bir uygulanan 25 μg mizoprostol, normal doğum indüksiyonunda PGE2 kadar güvenlidir.

veya metilergometrin yerine rutin mizoprostol kullanımını destekleyen yetersiz kanıt vardır. Dilaltı veya oral mizoprostol kullanımının uterotonik etkiyi arttırdığına dair bazı kanıtlar vardır6,14,15. Sezaryen doğumda kanamayı önlemeyle ilgili plasebo kontrollü bir çalışmada bukkal mizoprostol kullanımında 2 grup arasında doğum sonu kanama insidansı ve pre/postoperatif hemoglobin düzeyleri bakımından anlamlı bir fark oluşmadığı saptanmıştır. Bununla birlikte mizoprostol sezaryen doğumda ek uterotonik ajan kullanım ihtiyacını azaltmıştır104. Burada belirtmek gerekir ki tüm bu çalışmalarda mizoprostol konvansiyonel uterotonik ajanlarla karşılaştırılmıştır. Fakat şu da trajik bir gerçektir: doğum yapan kadınların hiçbir tıbbi destek almadığı dünyanın birçok yerinde konvansiyonel uterotonik ilaçlar yoktur.

Fetal Ölüm Sonrası Doğum İndüksiyonu Burada uterus hiperstimulasyonunun fetus üzerine olumsuz bir etki durumu söz konusu olmadığından, mizoprostol bu durum için ideal bir ilaçtır. Miadında bir gebelikteki ölü fetusta her 12 saatte bir 50 μg mizoprostol indüksiyon için yeterli bir dozdur. Ancak 2. üçay ya da erken 3. üçaydaki ölü fetuslarda daha yüksek dozlar gerekir89,90. DOĞUMUN ÜÇÜNCÜ FAZI Doğum sonu kanama, annede ölüm ve ciddi hastalığın ana nedenidir. Ani gelişen, dramatik ve öngörülemez bir durumdur. Gelişmekte olan ülkelerde, her yıl 125.000 anne ölümünün ya da tüm anne ölümlerinin yaklaşık % 28’inin sebebi doğum sonu kanamadır. Bir tahmine göre, doğumda bu risk yaklaşık olarak 1/1.000’dir91.

Mizoprostol konvansiyonel parenteral oksitosik ajanlara göre daha az etkin olmasına ve potansiyel yan etkilerine rağmen, kullanım ve saklanma kolaylığı, uzun raf ömrü ve düşük maliyeti gibi nedenlerle uterotonik ajan olarak halen gündemdedir. Özellikle geleneksel yöntemlerle ev doğumları yapılan ve parenteral uterotonik ajanların olmadığı dünyanın az gelişmiş bölgelerinde, mizoprostol kullanımı gündemde olmaya devam etmektedir. Doğum sonu kanamaya bağlı anne ölümlerini azaltmak için, bu yörelerde mizoprostol kullanımı makul bir koruyucu stratejidir105–107. Hindistan’ın kırsal bölgelerindeki ev doğumlarında mizoprostol kullanımıyla ilgili NICHD denetiminde yapılan rastgele gruplanmış plasebo kontrollü bir çalışmada (Global Network for Women’s and Children’s Health Research), doğum sonu kanamaları önlemede oral mizoprostol kullanımının yararı hakkındaki sorular muhtemelen cevap bulacaktır108 (Bkz Bölüm 8). Gambiya’nın kırsal bölgelerindeki ev doğumlarıyla ilgili rastgele gruplanmış kontrollü bir çalışmada, 600 μg oral mizoprostol ve ergometrin (0,5 mg, 4 tablet) karşılaştırılmıştır. Mizoprostol grubunda 500 ml’den fazla kan kaybı ve doğum sonu hemoglobin değerlerinde 2 gr /dl’den fazla azalma insidansı daha düşük bulunmuştur (mizoprostol grubunda % 16,4, ergometrin grubunda % 21,2) fakat bu fark anlamlı değildir. Mizoprostol grubunda titreme anlamlı şekilde daha fazla, ergometrin grubunda ise bulantı daha fazla olarak tespit edilmiştir109. Oksitosin ve metilergometrin ile durdurulamayan doğum sonu kanama kontrolünde, 1000 μg rektal mizoprostol kullanımıyla ilgili bir çalışma mevcuttur110.

Uterotonik etkisinden dolayı doğum sonu kanamaların önlenmesinde ve tedavisinde mizoprostolün kullanımı araştırılmıştır (Bkz Bölüm 4 ve 16–19). WHO’nun çok merkezli olarak yürüttüğü bir çalışmada kas ya da ven içine oksitosin verilmesine göre 600 μg oral mizoprostol kullanımında daha fazla doğum sonu kanama riski, ek uterotonik ilaç ihtiyacı, titreme ve ateş tespit edilmiştir. Ancak bu çalışmalardaki mizoprostol dozu 400 ila 600 μg (oral veya rektal) arasında değişmektedir. Ayrıca bu çalışmaların hiçbirinde mizoprostol kullanılan grupta doğum sonu kanama (kan kaybı > 1.000 ml) sıklığı kontrol grubundan daha az değildir. Bununla birlikte kontrol grubunda daha fazla oksitosin kullanılmıştır. Birçok kez 600 μg oral veya 400 μg rektal mizoprostolün doğum sonu kanamaları önlemede parenteral uterotoniklere göre anlamlı olarak daha az etkili olduğu bildirilmiştir92–103. 400– 600 μg mizoprostol dozlarda titreme riski ve 400 μg’dan fazla dozlarda ateş riski anlamlı derecede artmıştır. Şu an itibariyle oral veya rektal mizoprostol konvansiyonel parenteral uterotonik ajanlar kadar etkili değildir. Özellikle düşük riskli kadınlarda doğum sonu kanamayı önlemek için titreme ve ateş riskindeki artıştan dolayı kullanımı önerilmez. Bu nedenlerden dolayı günümüzde, oksitosin

112


Birincil doğum sonu kanama tedavisinde 800 μg rektal mizoprostol ilk seçenek ilaç olabilir111. Batı Afrika’da Guinea–Bisasau’daki Bisasau adlı birincil sağlık merkezinde yapılan rastgele gruplanmış çift kör plasebo kontrollü çalışmada, dilaltı mizoprostol kullanımı sonucu doğum sonu kanama insidansında iki grup arasında anlamlı bir fark tespit edilememiştir. Buna karşılık, 1.000 ml ve daha fazla kan kaybı veya 1.500 ml ve daha fazla kan kaybı oranları mizoprostol grubunda anlamlı şekilde daha az bulunmuştur. Hemoglobin konsantrasyonundaki azalma da, mizoprostol grubunda daha az olma eğiliminde saptanmıştır. İki grup arasındaki ortalama fark 0,16 mmol/litredir (-0.010/0.32 mmol/ litre). Bu çalışmaya göre dilaltı mizoprostolün ciddi doğum sonu kanama sıklığını azalttığı sonucuna varılmıştır112. Özellikle konvansiyonel uterotonik ajanların bulunmadığı durumlarda doğum sonu kanama tedavisinde mizoprostol için en uygun doz ve kullanım yolunun saptanmasında daha fazla rastgele gruplanmış kontrollü çalışmaya ihtiyaç vardır113. Bu çalışmalarda mizoprostolün en uygun kullanım yolunun bulunması gereklidir. Meterjin veya oksitosin injeksiyonu için şırınganın olmadığı veya bu ilaçların saklanma koşullarının olmadığı durumlarda geleneksel standart uygulamalara göre mizoprostol en uygun seçenektir.

mizoprostol kullanımını destekleyen güçlü ve tutarlı kanıtlar vardır. Fakat normal doğum için mizoprostol indüksiyonunda düşük doz kullanmak ve çok dikkatli olmak gerekir. Fetal ölüm saptanan hastaların doğum indüksiyonu için ideal bir seçenektir. Parenteral uterotonik ajanlar mevcut değilse mizoprostol doğum sonu kanamaları önlemede kullanılabilir. Diğer yandan parenteral oksitosik ajanlar mevcutsa doğum sonu kanamayı önlemek için mizoprostol tercih edilmeyebilir. Dünyanın standart doğum koşullarının mevcut olmadığı (örneğin uterotonik ilaçların yokluğu) bölgelerinde doğum sonu kanama tedavisinde mizoprostol kullanımı konusunda daha fazla çalışmaya ihtiyaç vardır. Oral kullanımda etki daha hızlı, yan etkiler daha fazladır. Vajinal veya rektal yoldan kullanımda ise etki süresi daha uzun, yan etkileri daha azdır. Dilaltı ve bukkal kullanım şekli ve dozu için de daha fazla çalışmaya ihtiyaç vardır. Sonunda ACOG ve mizoprostolün üretici firması “Searle” arasındaki sayısız görüşmelerden sonra FDA mizoprostolün gebelikte kullanımıyla ilgili yeni bir endikasyon ruhsatı vermiştir. Bu yeni ruhsat “gebe kadınlarda mizoprostol kullanılmamalıdır” şeklindeki kontrendikasyon ve uyarıları revize etmiştir ve bu ifade “gebe kadınlarda NSAID riskini azaltmak için mizoprostol kullanımı kontrendikedir” şeklinde değiştirilmiştir. Artık mizoprostolün erken abortus indüksiyonu için mifeproston ile kombine kullanımı FDA tarafından onaylanmış bir rejimdir ve doğum indüksiyonu için de mizoprostol kabul görmektedir118.

DİĞER KULLANIM YERLERİ Mizoprostol intrauterin inseminasyon ve histeroskopi gibi prosedürlerde kullanılabilir114–116. Servikal gebelikte kullanımı ile ilgili bir vaka sunumu vardır. Fakat bu uygulamada çok dikkatli olunmalıdır ve birçok araştırmacı bu durumda metotreksat kullanımını tercih etmektedir117.

Kaynaklar 1. Goldberg AB, Greenberg MB, Darney PD. Misoprostol and pregnancy. N Engl J Med 2001;344:38–47 2. Friedman MA. Manufacturer’s warning regarding unapproved uses of misoprostol. N Engl J Med 2001;344:61 3. Barik S, Datta S, Gupta K. Misoprostol: pharmacology. In Barik S, Datta S, Gupta K, eds. Misoprostol in Obstetrics and Gynecology. New Delhi: Jaypee Brothers, 2003:8–15 4. Yap-Seng Chong, Lin Lin Su, Arulkumaran S. Misoprostol: a quarter century of use, abuse, and creative misuse. Obstet Gynecol Survey 2004;59:128–40 5. Zieman M, Fong SK, Benowitz NL, et al. Absorption kinetics of misoprostol with oral or

SONUÇ Doğum hekimliği pratiğinde mizoprostol en önemli ilaçlardan birisidir. Bu bölümün yazımı esnasında birinci üçayda mifepristonla kombine olarak (veya bazı vakalarda metotreksat ile birlikte) medikal gebelik sonlandırılması dışında, gebe kadında mizoprostol kullanımına FDA tarafından onay verilmemiştir. Buna rağmen uluslararası literatürde mizoprostolün ruhsat dışı kullanımı ile ilgili birçok çalışma vardır. Örneğin birinci üçayda cerrahi abortus öncesi servikal olgunlaşma için ve ikinci veya üçüncü üçayda doğum indüksiyonu için

113


vaginal administration. Obstet Gynecol 1997;90: 88–92 6. Tang OS, Schweer H, Seyberth HW, et al. Pharmacokinetics of different routes of administration of misoprostol. Hum Reprod 2002;17: 332–6 7. Khan RU, El-Refaey H. Pharmacokinetics and adverse-effect profile of rectally administered misoprostol in the third stage of labor. Obstet Gynecol 2003;101:968–74 8. Searle: Cytotec (misoprostol) (information package). Chicago: GD Searle & Co, 1995 9. Foote EF, Lee DR, Karim A, et al. Disposition of misoprostol and its active metabolite in patients with normal and impaired renal function. J Clin Pharmacol 1995;35:384–9 10. Danielsson KG, Marions L, Rodriguez A, et al. Comparison between oral and vaginal administration of misoprostol on uterine contractility. Obstet Gynecol 1999;93:275–80 11. Abdel-Aleem H, Villar J, Gulmezoglu AM, et al. The pharmacokinetics of the prostaglandin E1 analogue misoprostol in plasma and colostrum after postpartum oral administration. Eur J Obstet Gynecol Reprod Biol 2003;108:25–8 12. Creinin MD, Darney PD. Methotrexate and misoprostol for early abortion. Contraception 1993;48:339–48 [Erratum, Contraception 1994; 49:99] 13. Toppozada MK, Anwar MY, Hassan HA, el-Gazaerly WS. Oral or vaginal misoprostol for induction of labor. Int J Gynaecol Obstet 1997; 56:135–9 14. Chong YS, Chua S, Arulkumaran S. Sublingual misoprostol for first trimester termination of pregnancy: safety concerns. Hum Reprod 2002; 17:2777–8 15. Chong YS, Chua S, Shen L, et al. Does the route of administration of misoprostol make a difference? The uterotonic effect and side effects of misoprostol given by different routes after vaginal delivery. Eur J Obstet Gynecol Reprod Biol 2004;113:191–8 16. Creinin MD, Carbonell JL, Schwartz JL, Varela L, Tanda R. A randomized trial of the effect of moistening misoprostol before vaginal administration when used with methotrexate for abortion. Contraception 1999;59: 11–16 17. Pastuszak AL, Schuler L, Speck-Martins CE, et al. Use of misoprostol during pregnancy and Mobius’ syndrome in infants. N Engl J Med 1998;338:1881–5

18. Gonzalez CH, Marques-Dias MJ, Kim CA, et al. Congenital abnormalities in Brazilian children associated with misoprostol misuse in first trimester of pregnancy. Lancet 1998;351: 1624–7 19. Orioli IM, Castilla EE. Epidemiological assessment of misoprostol teratogenicity. Br J Obstet Gynaecol 2000;107:519–23 20. el-Refaey H, Templeton A. Induction of abortion in the second trimester by a combination of misoprostol and mifepristone: a randomized comparison between two misoprostol regimens. Hum Reprod 1995;10:475–8 21. Bond GR, Van Zee A. Overdosage of misoprostol in pregnancy. Am J Obstet Gynecol 1994; 171:561–2 22. Wu YM, Gomex-Alzugaray M, Haukkamaa M, et al. Task force on Post ovulatory Methods of Fertility Regulation (WHO). Comparison of two doses of mifepristone in combination with misoprostol for early medical abortion: a randomised trial. Br J Obstet Gynaecol 2000; 107:524–30 23. Peyron R, Aubeny E, Targosz V, et al. Early termination of pregnancy with mifepristone (RU 486) and the orally active prostaglandin misoprostol. N Engl J Med 1993;328:1509–13 24. Spitz IM, Bardin CW, Benton L, Robbins A. Early pregnancy termination with mifepristone and misoprostol in the United States. N Engl J Med 1998;338:1241–7 25. Winikoff B, Sivin I, Coyaji KJ, et al. Safety, efficacy, and acceptability of medical abortion in China, Cuba, and India: a comparative trial of mifepristone–misoprostol versus surgical abortion. Am J Obstet Gynecol 1997;176:431–7 26. McKinley C, Thong KJ, Baird DT. The effect of dose of mifepristone and gestation on the efficacy of medical abortion with mifepristone and misoprostol. Hum Reprod 1993;8:1502–5 27. Baird DT, Sukcharoen N, Thong KJ. Randomized trial of misoprostol and cervagem in combination with a reduced dose of mifepristone for induction of abortion. Hum Reprod 1995;10: 1521–7 28. Ashok PW, Flett GM, Templeton A. Termination of pregnancy at 9–13 weeks’ amenorrhoea with mifepristone and misoprostol. Lancet 1998;352:542–3 29. Gouk EV, Lincoln K, Khair A, Haslock J, Knight J, Cruickshank DJ. Medical termination of pregnancy at 63 to 83 days gestation. Br J Obstet

114


Gynaecol 1999;106:535–9 30. el-Refaey H, Rajasekar O, Abdalla M, et al. Induction of abortion with mifepristone (RU486) and oral or vaginal misoprostol. N Engl J Med 1995;332:983–7 31. Carbonell JL, Velazco A, Rodriguez Y, et al. Oral versus vaginal misoprostol for cervical priming in first-trimester abortion: a randomized trial. Eur J Contracept Reprod Health Care 2001;6:134–40 32. Tang OS, Ho PC. Pilot study on the use of sublingual misoprostol for medical abortion. Contraception 2001;64:315–17 33. Creinin MD, Vittinghoff E, Galbraith S, Klaisle C. A randomized trial comparing misoprostol three and seven days after methotrexate for early abortion. Am J Obstet Gynecol 1995;173: 1578–84 34. Creinin MD, Vittinghoff E, Keder L, Darney PD, Tiller G. Methotrexate and misoprostol for early abortion: a multicenter trial. I. Safety and efficacy. Contraception 1996;53:321–7 35. Creinin MD, Vittinghoff E, Schaff E, Klaisle C, Darney PD, Dean C. Medical abortion with oral methotrexate and vaginal misoprostol. Obstet Gynecol 1997;90:611–16 36. Creinin MD. Oral methotrexate and vaginal misoprostol for early abortion. Contraception 1996;54:15–18 37. Carbonell Esteve JL, Varela L, Velazco A, Tanda R, Sanchez C. 25 mg or 50 mg of oral methotrexate followed by vaginal misoprostol 7 days after for early abortion: a randomized trial. Gynecol Obstet Invest 1999;47:182–7 38. Hausknecht RU. Methotrexate and misoprostol to terminate early pregnancy. N Engl J Med 1995;333:537 39. Carbonell JL, Varela L, Velazco A, Cabezas E, Fernandez C, Sanchez C. Oral methotrexate and vaginal misoprostol for early abortion. Contraception 1998;57:83–8 40. Lewis JH. Summary of the 29th meeting of the Gastrointestinal Drugs Advisory Committee, Food and Drug Administration, June 10, 1985. Am J Gastroenterol 1985;80:743–5 41. Norman JE, Thong KJ, Baird DT. Uterine contractility and induction of abortion in early pregnancy by misoprostol and mifepristone. Lancet 1991;338:1233–6 42. Carbonell JL, Varela L, Velazco A, Fernandez C. The use of misoprostol for termination

of early pregnancy. Contraception 1997;55:165–8 43. Creinin MD, Vittinghoff E. Methotrexate and misoprostol vs misoprostol alone for early abortion: a randomized controlled trial. JAMA 1994;272:1190–5 44. Bugalho A, Bique C, Almeida L, et al. Application of vaginal misoprostol before cervical dilatation to facilitate first-trimester pregnancy interruption. Obstet Gynecol 1994;83:729–31 45. Ngai SW, Yeung KC, Lao T, et al. Oral misoprostol versus vaginal gemeprost for cervical dilatation prior to vacuum aspiration in women in the sixth to twelfth week of gestation. Contraception 1995;51:347–50 46. Singh K, Fong YF, Prasad RN, Dong F. Randomized trial to determine optimal dose of vaginal misoprostol for preabortion cervical priming. Obstet Gynecol 1998;92:795–8 47. Singh K, Fong YF, Prasad RN, Dong F. Evacuation interval after vaginal misoprostol for preabortion cervical priming: a randomized trial. Obstet Gynecol 1999;94:431–4 48. Xu J, Chen H, Ma T, et al. Termination of early pregnancy in the scarred uterus with mifepristone and misoprostol. Int J Gynaecol Obstet 2001;72:245–51 49. Saxena P, Salhan S, Sarda N. Role of sublingual misoprostol for cervical ripening prior to vacuum aspiration in first trimester interruption of pregnancy. Contraception 2003;67:213–17 50. Vimala N, Mittal S, Kumar S. Sublingual misoprostol for preabortion cervical ripening in firsttrimester pregnancy termination. Contraception 2003;67:295–7 51. Herabutya Y, O-Prasertsawat P. Misoprostol in the management of missed abortion. Int J Gynaecol Obstet 1997;56:263–6 52. Wakabayashi M, Tretiak M, Kosasa T, et al. Intravaginal misoprostol for medical evacuation of first trimester missed abortion. Prim Care 1998;5:176 53. Creinin MD, Moyer R, Guido R. Misoprostol for medical evacuation of early pregnancy failure. Obstet Gyneco1 1997;89:768–72 54. Henshaw RC, Cooper K, el-Refaey H, et al. Medical management of miscarriage: nonsurgical uterine evacuation of incomplete and inevitable spontaneous abortion. Br Med J 1993;306:894–5 55. Chung TK, Lee DT, Cheung LP, et al. Spontaneous abortion: a randomized, controlled trial comparing surgical evacuation with conserva-

115


tive management using misoprostol. Fertil Steril 1999;71:1054–9 56. Bugalho A, Bique C, Almeida L, et al. The effectiveness of intravaginal misoprostol (Cytotec) in inducing abortion after eleven weeks of pregnancy. Stud Fam Plann 1993;24:319–23 57. Nuutila M, Toivonen J, Ylikorkala O, et al. A comparison between two doses of intravaginal misoprostol and gemeprost for induction of second- trimester abortion. Obstet Gynecol 1997; 90:896–900 58. Dickinson JE, Godfrey M, Evans SF. Efficacy of intravaginal misoprostol in second-trimester pregnancy termination: a randomized controlled trial. J Matern Fetal Med 1998;7:115–19 59. Wong KS, Ngai CS, Wong AY, et al. Vaginal misoprostol compared with vaginal gemeprost in termination of second trimester pregnancy: a randomized trial. Contraception 1998;58: 207–10 60. Munthali J, Moodley J. The use of misoprostol for mid-trimester therapeutic termination of pregnancy. Trop Doct 2001;31:157–61 61. Wong KS, Ngai CS, Yeo EL, et al. A comparison of two regimens of intravaginal misoprostol for termination of second trimester pregnancy: a randomized comparative trial. Hum Reprod 2000;15:709–12 62. Gilbert A, Reid R. A randomised trial of oral versus vaginal administration of misoprostol for the purpose of mid-trimester termination of pregnancy. Aust N Z J Obstet Gynaecol 2001;41: 407–10 63. Fiala C, Weeks A. Misoprostol in obstetrics and gynaecology, summary of evidence, www. misoprostol.org 64. Hofmeyr GJ. Vaginal misoprostol for cervical ripening and labour induction in late pregnancy (Cochrane review). Cochrane Library, Issue 4, Oxford: Update Software, 1999 65. Hofmeyr GJ, Gulmezoglu AM, Alfirevic Z.Misoprostol for induction of labour: a systematic review. Br J Obstet Gynaecol 1999;106:798–803 66. Sanchez-Ramos L, Chen AH, Kaunitz AM, et al. Labor induction with intravaginal misoprostol in term premature rupture of membranes: a randomized study. Obstet Gynecol 1997;89:909–12 67. Sanchez-Ramos L, Kaunitz AM, Wears RL, et al. Misoprostol for cervical ripening and labor induction: a meta-analysis. Obstet Gynecol 1997:89:633–42 68. Toppozada MK, Anwar MY, Hassan HA,

et al. Oral or vaginal misoprostol for induction of labour. Int J Gynaecol Obstet 1997;56:135–9 69. Adair CD, Weeks JW, Barrilleaux S, et al. Oral or vaginal misoprostol administration for induction of labor: a randomized, double-blind trial. Obstet Gynecol 1998;92:810–13 70. Nopdonrattakoon L. A comparison between intravaginal and oral misoprostol for labor induction: a randomized controlled trial. J Obstet Gynaecol Res 2003;29:87–91 71. Liu HS, Chu TV, Chang YK, et al. Intracervical misoprostol as an effective method of labor induction at term. Int J Gynaecol Obstet 1999;64:49–53 72. Shetty A, Mackie L, Danielian P, et al. Sublingual compared with oral misoprostol in term labour induction: a randomized controlled trial. Br J Obstet Gynaecol 2002;109:645–50 73. Shetty A, Daliellan P, Templeton A. Sublingual misoprostol for the induction of labour at term. Am J Obstet Gynecol 2002;186:72–6 74. Wing DA, Tran S, Paul RH. Factors affecting the likelihood of successful induction after intravaginal misoprostol application for cervical ripening and labor induction. Am J Obstet Gynecol 2002;186:1237–40 75. Bennett BB. Uterine rupture during induction of labor at term with intravaginal misoprostol. Obstet Gynecol 1997;89:832–3 76. Wing DA, Lovett K, Paul RH. Disruption of prior uterine incision following misoprostol for labor induction in women with previous cesarean delivery. Obstet Gynecol 1998;91:828–30 77. Farah LA, Sanchez-Ramos L, Rosa C, et al. Randomized trial of two doses of the prostaglandin E1 analog misoprostol for labor induction. Am J Obstet Gynecol 1997;177: 364–9; discussion 369–71 78. Srisomboon J, Tongsong T, Tosiri V. Preinduction cervical ripening with intravaginal prostaglandin E1 methyl analogue misoprostol: a randomized controlled trial. J Obstet Gynaecol Res 1996;22:119–24 79. Wing DA, Paul RH. A comparison of differing dosing regimens of vaginally administered misoprostol for preinduction cervical ripening and labor induction. Am J Obstet Gynecol 1996; 175:158–64 80. Diro M, Adra A, Gilles JM, et al. A doubleblind randomized trial of two dose regimens of misoprostol for cervical ripening and labor

116


induction. J Matern Fetal Med 1999;8:114–18 81. Meydanli MM, Caliskan E, Burak F, et al. Labor induction post-term with 25 micrograms vs. 50 micrograms of intravaginal misoprostol. Int J Gynaecol Obstet 2003;81:249–55 82. Wing DA, Paul RH. A comparison of differing dosing regimens of vaginally administered misoprostol for preinduction cervical ripening and labor induction [Erratum). Am J Obstet Gynecol 1997;176:1423 83. Ngai SW, To WK, Lao T, et al. Cervical priming with oral misoprostol in pre-labor rupture of membranes at term. Obstet Gynecol 1996;87: 923–6 84. Shetty A, Stewart K, Stewart G, et al. Active management of term prelabour rupture of membranes with oral misoprostol. Br J Obstet Gynaecol 2002;109:1354–8 85. Plaut MM, Schwartz ML, Lubarsky SL. Uterine rupture associated with the use of misoprostol in the gravid patient with a previous cesarean section. Am J Obstet Gynecol 1999; 180:1535–42 86. Bique C, Bugalho A, Bergstrom S. Labor induction by vaginal misoprostol in grand multiparous women. Acta Obstet Gynecol Scand 1999;78:198–201 87. Induction of labor. ACOG Practice Bulletin 10. Washington, DC: American College of Obstetricians and Gynecologists, 1999 88. Urban R, Lemancewicz A, Urban J, et al. Misoprostol and dinoprostone therapy for labor induction: a Doppler comparison of uterine and fetal hemodynamic effects. Eur J Obstet Gynecol Reprod Biol 2003;106:20–4 89. Bugalho A, Bique C, Machungo F, Faundes A. Induction of labor with intravaginal misoprostol in intrauterine fetal death. Am J Obstet Gynecol 1994;171:538–41 90. Bugalho A, Bique C, Machungo F, Bergstrom S. Vaginal misoprostol as an alternative to oxytocin for induction of labor in women with late fetal death. Acta Obstet Gynecol Scand 1995;74: 194–8 91. Drife J. Management of postpartum hemorrhage. Br J Obstet Gynaecol 1997;104:275–7 92. Gulmezoglu AM, Villar J, Ngoc NT, et al. WHO multicentre randomised trial of misoprostol in the management of the third stage of labour. Lancet 2001;358:689–95 93. Hofmeyr GJ, Nikodem VC, de Jager M,

et al. A randomized placebo controlled trial of oral misoprostol in the third stage of labour. Br J Obstet Gynaecol 1998;105:971–5 94. Hofmeyr GJ, Nikodem C, de Jager M, et al. Oral misoprostol for labour third stage management: randomised assessment of side effects (part 2). Proceedings of the 17th Conference on Priorities in Perinatal Care in South Africa, 1998:53–4 95. Surbek DV, Fehr PM, Hosli I, et al. Oral misoprostol for third stage of labor: a randomized placebo-controlled trial. Obstet Gynecol 1999; 94:255–8 96. Hofmeyr GJ, Nikodem VC, de Jager M, et al. Side-effects of oral misoprostol in the third stage of labour – a randomised placebocontrolled trial. S Afr Med J 2001;91:432–5 97. Lumbiganon P, Hofmeyr J, Gulmezoglu AM, et al. Misoprostol dose-related shivering and pyrexia in the third stage of labour. WHO Collaborative Trial of Misoprostol in the Management of the Third Stage of Labour. Br J Obstet Gynaecol 1999;106:304–8 98. Cook CM, Spurrett B, Murray H. A randomized clinical trial comparing oral misoprostol with synthetic oxytocin or syntometrine in the third stage of labour. Aust N Z J Obstet Gynaecol 1999;39:414–19 99. Amant F, Spitz B, Timmerman D, et al. Misoprostol compared with methylergometrine for the prevention of postpartum haemorrhage: a double-blind randomised trial. Br J Obstet Gynaecol 1999;106:1066–70 100. el-Refaey H, Nooh R, O’Brien P, et al. The misoprostol third stage of labour study: a randomised controlled comparison between orally administered misoprostol and standard management. Br J Obstet Gynaecol 2000;107: 1104–10 101. Ng PS, Chan AS, Sin WK, et al. A multicentre randomized controlled trial of oral misoprostol and 1M syntometrine in the management of the third stage of labour. Hum Reprod 2001;16: 31–5 102. Kundodyiwa TW, Majoko F, Rusakaniko S. Misoprostol versus oxytocin in the third stage of labor. Int J Gynaecol Obstet 2001;75:235–41 103. Caliskan E, Oilbaz B, Meydanli MM, et al. Oral misoprostol for the third stage of labor: a randomized controlled trial. Obstet Gynecol 2003;101:921–8 104. Hamm J, Russel Z, Botha T, et al. Buccal misoprostol to prevent hemorrhage at cesarean

117


delivery: a randomized study. Am J Obstet Gynecol 2005;192: 1404–6 105. Joy SD, Sanchez-Ramos L, Kaunitz AM. Misoprostol use during the third stage of labor. Int J Gynaecol Obstet 2003;82:143–52 106. Chong YS, Chua S, Arulkumaran S. Severe hyperthermia following oral misoprostol in the immediate postpartum period. Obstet Gynecol 1997;90:703–4 107. Chong YS, Chua S, El-Refaey H, et al. Postpartum intrauterine pressure studies of the uterotonic effect of oral misoprostol and intramuscular syntometrine. Br J Obstet Gynaecol 2001;108:41–7 108. Kodkany BS, Derman RJ, Goudar SS, et al. Initiating a novel therapy in preventing postpartum hemorrhage in rural India: a joint collaboration between the United States and India. Int J Fertil 2004;49:91–6 109. Walraven G, Blum J, Dampha Y, et al. Misoprostol in the management of the third stage of labor in the home delivery setting in rural Gambia: a randomized controlled trial. Br J Obstet Gynaecol 2005;112:1277–83 110. O’Brien P, El-Refaey H, Gordon A, et al. Rectally administered misoprostol for the treatment of postpartum hemorrhage unresponsive to oxytocin and ergometrine: a descriptive study. Obstet Gynecol 1998;92:212–14 111. Mousa HA, Alfirevic Z. Treatment for primary postpartum hemorrhage. Cochrane Database of systematic reviews 2003. 1. A meta analysis of randomized trials on the use of misoprostol for the treatment of postpartum hemorrhage. Cochrane Database Syst Rev 2003;1:CD003249 112. Høj L, Cardoso P, Nielsen BB, Hvidman L, Nielsen J, Aaby P. Effect of sublingual misoprostol on severe postpartum haemorrhage in a primary health centre in Guinea–Bissau: randomised double blind clinical trial. Br Med J 2005:331:723– 8 113. Oboro VO, Tabowei TO, Bosah JO. Intrauterine misoprostol for refractory postpartum hemorrhage. Int J Gynaecol Obstet 2003;80: 67–8 114. Ngai S, Chan YM, Liu KL, Ho PC. Oral misoprostol for cervical priming in non-pregnant women. Hum Reprod 1997;12:2373–5 115. Preutthipan S, Herabutya Y. A randomized controlled trial of vaginal misoprostol for cervical priming before hysteroscopy. Obstet Gynecol 1999;94:427–30

116. Preutthipan S, Herabutya Y. Vaginal misoprostol for cervical priming before operative hysteroscopy: a randomized controlled trial (1). Obstet Gynecol 2000;96:890–4 117. Mendilcioglu I, Zorlu, CG, Simsek M. Successful termination of cervical pregnancy with misoprostol. Eur J Obstet Gynecol Reprod Biol 2003;106:96 118. New US Food and Drug Administration Labeling on Cytotec (Misoprostol) Use and Pregnancy. ACOG Committee Opinion 283. Washington, DC: American College of Obstetricians and Gynecologists, 2003

118


Bölüm 13 DOĞUM SERVİSİ ALIŞTIRMALARI M. Tipples, S. Paterson Brown S. Güngör, İ. Alanbay

GİRİŞ Anne ölümlerinin dünya çapında başta gelen sebebi ve ciddi hastalığına en çok katkısından dolayı doğumla ilgili kanama, ebe ve doğum hekiminin eğitiminde ana kademe olmayı hak eder. Bu eğitim ihtiyacının küresel olduğu, İngiltere’de obstetrik kanamaya bağlı ölümlerde son zamanlarda ortaya çıkan artışla (CEMACH1) vurgulanmaktadır. Esas bilgi birikimi hasta başında kazanılıyor olsa da, hayatı tehdit edici bu emsalsiz acil duruma göre biçimlendirilmiş bir yaklaşıma sahip pratik bir öğretim okumayla veya derslere katılmayla elde edilemeyecek bir güvenlik ve hazırlıklı olma duygusu sağlar. İyi yapılandırılmış birçok kurs pratik acil eğitimine odaklanmaktadır ve web sitelerinden daha ileri bilgi elde edilebilir: ALSO: www.also.org.uk, MOET: www.alsg.org.uk ve MOSES: www. bartsandthelondon.org.uk/simulationcentre/ courses.asp. Bu kurslar resüsitasyona öğretilen beceriler, alıştırmalar, senaryolar ve ağır hastalarla ilgili olma şeklinde biçim verilmiş bir yaklaşım sunar. Benzeri kursların hemen hepsinde olduğu üzere bu kurslar herkesi baştan sona eğitemez ve bu nedenle güçlü lokal destek ihtiyacı devam eder. Tüm doğum hekimliği birimleri düzenli olarak güncellenen ve prova edilen multidisipliner bir masif kanama protokolüne sahip olmalıdır. Bu oturumları lokal bir tatbikat olarak yürütmek, obstetrik kanamayla mücadele etmek için bu tür sistemleri yerinde test etmeye yardımcı olur ve konuyu özellikle lokal ekip için yararlı hale getirir. Klinik senaryo ve beceri öğretimi bu eğitime detay ve derinlik katar. Fakat etkili bakım için sistem içerisindeki yeterlilik önemli bir ön gereksinimdir. Bu bölüm çeşitli pratik eğitim tekniklerinin (alıştırma, beceri ve senaryolar) nasıl işe yaradığını ve böyle programların lokal olarak nasıl tesis edildiğini tarif etmektedir.

YETİŞKİN EĞİTİMİNİN GENEL PRENSİPLERİ Yetişkin Öğrenimi Esas konuya girmeden önce, yetişkinlerin nasıl öğrendiğini ifade etmeyi ve yalnızca gerçeklerle tatmin olmadıklarını, aynı zamanda edindikleri bilgi birikimini anlamaktan ve uygulayabilir olmaktan hoşlandıklarını hatırlamak gerekir. Öğrenmede hepsi tamamlayıcı olabilen ve pratik eğitim oturumlarında gösterilen üç süreç bulunur. Görsel Bu okuma aracılığıyla yaptığımız öğrenmeyi içerir. Fakat aynı zamanda kişi veya kişilerce yapılan pratik şeyleri izlemek aracılığıyla özümseneni de kapsar. İzlenen sahneyi ve davranışları tasvir edebiliyor olmak, benzer bir durum kendini gösterdiğinde, kişinin bunları kolayca hatırlamasını sağlar. İşitsel Bu dinleme yoluyla öğrenmeyi içerir, aynı zamanda karşılıklı konuşma, sorular ve tartışmayı da kapsar. Kinestetik Bu yapma aracılığıyla öğrenmeyi içerir ve hem el pratiği, hem de rol yapmayı kapsar. El pratiği özellikle pratik beceriler için kullanışlıyken, rol yapma klinik bir senaryoda olaylar dizisi aracılığıyla öğrenciyi mantıklı çalışmaya cesaretlendirir. Üç öğrenme şeklinin hepsi farklı durumlara çeşitli derecelerde uygundur. Örneğin düğüm atmayı öğrenme gözlemlenebilir ve açıklanabilir. Fakat öğrenen kişi beceriyi kavramak için en sonunda onu yapma ihtiyacı duyar. Önemli olarak farklı bireyler bir yaklaşıma nazaran bir diğerinden daha fazla yararlanmaya eğilimlidirler: bazıları olan biteni izlemeyi tercih ederken, bazıları en çok açık tartışma ve geri beslemeden faydalanır, bazıları ise pratik eğitim gösterisinde uygulamacı olmanın güçlüğünden zevk alır. Bu farklılıkların farkında olmak ve eğitilenlerin özel ihtiyaçlarına duyarlı kalmak pratik eğitimi eğlenceli ve etkili kılmaya ve bazı bireyler için son derece stresli olabilmesinden kaçınmaya yardım eder.

119


Pratik Öğrenim Aynı hazırlıklar öğretme becerileri, alıştırmaları ve senaryoları için de yapılmalıdır.

aşamada klinik problemi son zamanlarda meydana gelmiş lokal olaylar çerçevesinde ortaya koymak yararlı olabilir.

Bilgi birikimi Pratik öğretimin başarılı bir şekilde başlatılmasından önce sağlam bir bilgi temeli gereklidir. Eğer ekip pratik öğretime aşina değilse ya da yeni bir konu öğretilecekse bir giriş dersi / çalışması / tartışması organize edilmelidir. Hazırlıklar ekibin kendini hazırlamasına fırsat tanır. Ayrıca bilinenleri pratiğe dökmek için bu pratik öğretimin bir fırsat olduğu fikrini pekiştirmeye yardım eder.

Bundan sonra oturumun özgün hedefleri kimin ne yapacağıyla ilgili olarak herkesten ne beklendiği, soruların anında mı sorulacağı yoksa sonuna kadar beklenmesi mi gerektiği ile birlikte açıklanmalıdır. Bitime kadar beklenmesi istendiğinde çoğu insan ne soracağını unutacağı için işlem sırasında soru sormaya imkan vermek son derece yararlıdır. Ancak bu senaryonun ve rol yapmanın o anki etkisini mahvedebilir. Durum her oturumda yeni baştan değerlendirilmelidir.

Ortam Planlanan öğretime olanak sağlayan uygun bir yer bulunmalıdır. Oda düzeni, senaryoda yer alanların hastaya erişmesine ve izleyenlerin rahatça görmelerine imkan sağlamalıdır. Isıtma ve havalandırma dikkate alınmalıdır. Akustik çok daha önemlidir ve bazen karışıklığa yol açabilir (örneğin açık pencereden gürültü gelmesi). Obstetrik kanama öğretilirken, bir doğum salonu veya bir ameliyathane çok gerçekçi bir çevredir. Ancak bazen klinik ihtiyaçlara ters düşebilir. Bundan kaçınmak için doğum odası sakin olduğu zaman doğaçlama öğretim planlanabilir. Böyle bir “duyurulmamış öğretim’’ sistemin nasıl çalıştığını test etmek için iyidir (örneğin alıştırmalar). Fakat kimlere veya kaç kişiye öğretim verileceğinin planlamasına imkan sağlamadığından, klinik senaryoları işlemek yönünden daha az kullanışlı olabilir. Diğer bir alternatif, belirlenmiş bir vakitte eğitimin verilmesini sağlamak için elektif cerrahinin azaltılmasını düşünmektir. Bunu yaparken doğal olarak doğumhane iş yükünün öngörülemez olduğu ve yedek bir öğretim alanının (örneğin bir seminer odası veya antenatal sınıfı) hazırda bulunmasına ihtiyaç bulunduğu hatırlanmalıdır. Öğretim atmosferini ayarlamak Eğitici, öğretim oturumunun başlangıcında genel bir açıklama yapmalıdır. İçeriğin yararlılığını ana hatlarıyla göstererek uygun havayı yaratacak ve öğrencileri motive edecektir. Örneğin “Obstetrik kanama, dünya çapında maternal ölümün önde gelen sebebidir ve bugün biz bir kurgusal plasental ablasyonu olgusu üzerinde çalışacağız. Sizin için hedef bu konudaki bilginizi pekiştirmek ve uygulamaktır. Gerçek bir acilde buna benzer bir durumla karşılaştığınızda işinize yarayacaktır”. Bu

İletişim Pratik öğretimde bizzat “yapma” ve rol yapma, çok özgün açıklamalara dayanan taklit alıştırmaları marifetiyle etkili olur. İlerleme, öğrencilerin ne yaptıklarına göre değişkenlik gösterebilir. Eğitici kontrolü elde tutmak, niyetlenilen tüm öğretim hedeflerini kapsamak ve oturumu uygun bir sonuca bağlamak için dikkatli ve esnek kalmaya ihtiyaç duyar. Geri bildirim Bu bazen eleştiri olarak bilinir ve önemli noktalara dikkat çekeceği için öğrenme işleminin önemli bir parçasıdır. Sistematik geri beslemenin Pendleton tarafından tarif edilen ve Pendleton kuralları olarak bilinen şekli dört aşamadan oluşur: öğrenci önce neyi iyi yaptığını, sonra da bunu nasıl geliştirebileceğini söyler; bunu eğiticinin önce öğrencinin neyi iyi yaptığını, sonra da bunun üzerine ne eklenebileceğini söylemesi izler. Önce öğrencinin yorum yapmasına izin vermek, eğiticiye adayın kendi yeteneği ve davranışına bakışını değerlendirme fırsatı verir. Bundan sonra eğitici hem iyi eğitime, hem de öğrenci tarafından henüz kavranmamış alanların geliştirilmesine dikkat çekme fırsatına sahip olur. Kapanış Yetişkinlerin davranışlarını değiştirmeden önce anlamaya ihtiyaç duyacağını akılda tutarak soru sormayı ve tartışma yapmayı cesaretlendirmek çok önemlidir. Sonra seansın anahtar öğretim noktalarının bir özeti verilmelidir. Böylece herkes en önemli konulara ait net mesajlarla oradan ayrılır.

120


ALIŞTIRMALAR, BECERİLER VE SENARYOLAR

aynı zamanda zamanlamayı planlarken görevlerin çakışmasını önlemek içindir. Transfüzyon uzmanı grup tayini için yedek serum hazırlayabilir ve boş kan torbalarını “yapay uygulama” için hazırda tutabilir.

Bu üç öğretim stili hedefleri yönünden birbirinden farklıdır. Hepsi farklı beceri ve bilgileri gerektirir ve test eder. Bunlara ait özellikler ve farklılıklar uygun öğretim materyali örnekleriyle birlikte Tablo 1’de özetlenmiştir.

Alıştırmanın yürütülmesi Tablo 2’de masif obstetrik kanama alıştırması için hazırlanmış faydalı bir şekilde monitörize edilebilen şeyleri öneren bir değerlendirme sayfası örneği gösterilmiştir. Bunlar aşağıdakileri içerir:

Alıştırmalar Bunlar deneme ya da yapay uygulamalardır ve lokal sistemleri test etmek için yapılan yangın tatbikatlarına benzetilebilir. Bir alıştırmayı yapmak sadece detaylı lokal incelemeye izin vermez (örneğin: bir alarm çalınırsa gerçekten ne olur), fakat aynı zamanda lokal düzenlemeler, hizmetler ve ekibin bunlara dair bilgisi yönünden çok etkili bir test olabilir.

• • • • •

Bir alıştırma için hazırlıklar Alıştırma uygulanırken personel gerçek bir durumda ne olacağının fikrini almak için normal bir klinik alanda, hazırlıksız olarak yüz yüze gelmelidir. Şüphesiz alıştırma hasta bakımıyla ters düşmemelidir ve böylece zamanlama var olan iş yüküne bir dereceye kadar bağlı olacaktır. Bununla birlikte öğretim oturumu için lider klinisyen lider ebeyi bir obstetrik kanama olgusunda transfüzyon uzmanı ve taşıyıcı personel gibi gerekli diğer bireyleri bilgilendirmelidir. Bu sadece nezaket sorunu değil,

• • •

İlk acil durum uyarısına kim cevap verir? Uygun acil çağrı ortaya konuyor mu? Acil sinyal sistemi ne kadar etkili? Taşıyıcılar ikaz ediliyor mu ve onlar cevap veriyor mu? Transfüzyondan sorumlu personel (kan bankası) herhangi bir ileti almış mı? Kan yatak başına ne kadar çabuk geliyor? Hasta ameliyathaneye ne kadar çabuk transfer ediliyor? Anestezist, hematolog, konsültan doktor ne zaman geliyor?

Bu tür analizler, sistemdeki başarısızlıkları göstermeye ve lokal politikayı değiştirmeye yardım edebilir. Problemlerin belirlenmesi rehber

Tablo 1: Beceri, alıştırma ve senaryo öğretiminde farklılıklar ve anahtar özellikler Beceri

Alıştırma

Senaryo

Tanım

Bir becerinin kazanılması

Bir probleme cevapta olaylar zinciri

Doğaçlama klinik rol yapma

Öğretime hedefi

Doğru tekniği kesinleştirmek

Lokal acil sistemini test etmek

Öğretim ortamı

Seminer odası

Günlük çevrede hastane içinde

Obstetrik kanama ile ilişkili öğretim ve test etme için uygun şeylerin örnekleri

Destek sütürü Rusch balonu Aortakaval kompresyon KPC

Acil masif obstetrik kanama çağrısına cevap

Beceri karışımı

Doktorlar ve ebeler

Tüm doğum salonu ekibi ve laboratuar ekibi, hematologlar ve personel

Doğaçlama bir ortamda klinik bakım pratiği ve uygulaması Seminer odası, ameliyat salonu veya doğumhane DÖK – ablasyo – plasenta previa DSK – atoni – travma – PETÇ Multidisipliner: obstetrisyenler, ebeler anestezistler, pediatrisyenler

KPC: Kardiyopulmoner canlandırma, DÖK: Doğum öncesi kanama, DSK: Doğum sonu kanama, PETÇ: Plasenta ve eklerinin tam çıkmaması

121


geliştirmeyi tetikler ve bilgi sağlar. Farklı kişilerin rollerinin aydınlığa kavuşturulması ve faaliyetlerin düzene konulması gelecekteki cevapları ve bakımı iyileştirir. Bu gibi ilerlemeler gelecek alıştırmalarda belirlenebilir ve sistemdeki gelişmeler personele geri besleme ile verilir. Aşağıdakiler Queen Charlotte’s ve Chelsea hastanelerinde obstetrik kanamalar için yıllarca yürütülen alıştırmalara dayanan, saptanan problemlere ve bunlara yanıt olarak yapılan sistem değişikliklerine ait örneklerdir. İletişim Çoğu gizli soruşturmada belirlendiği gibi iletişimdeki problemler acil cevap vermeyi sıklıkla engeller. Biz klinisyenler ile kan transfüzyon görevlisi arasında ne zaman, ne gerektiği konusundaki talimatlarla mücadele ettiğimizi fark ettik: Grubu uygun kanı veya hatta bu yönde test yapılmış kanı bekleyebilir miyiz? Kanın hasta yatağına gelmesi için ne kadar süreyle bekleyebiliriz? Hangi pıhtılaşma ürünlerine ne zaman ihtiyacımız olur? Bunlar sıklıkla telefonda aydınlığa kavuşturulamayan sorulara bazı örneklerdir. Bu işin doğum salonunda henüz çok yeni olan birilerine havale edildiği ve yanlış anlamaların sık olduğu aşikar hale gelmişti. Çözüm olarak biz ilk önce operasyon salonuna transfüzyon laboratuarındaki kırmızı telefonla direkt bağlantılı kırmızı bir telefon koyduk. Bu anestezistin kan ihtiyacını hastayı bırakarak dışarıda telefon aramasına gerek olmadan direkt kan transfüzyon görevlisi ile görüşmesine olanak sağladı. İkinci olarak kan grubu uygunluğu testi yapılmasını bekleyip bekleyemeyeceğimizi tartışmaktansa, yatak başında kan transfüzyonu yapmak için zaman limitlerini tespit ettik (örneğin: 4 ünite kana 30 dakika içinde ihtiyacımız var.) Bu laboratuarı klinik gereklilikler konusunda tereddütsüz bıraktı ve ihtiyaç olduğunda kanın hasta başına ulaşmasındaki gecikmeleri en aza indirdi. Transportun rolü Taşıyıcı personel kanama çağrısı yapıldığında laboratuara kan örneğini götürmek için ilk önce doğum salonuna gelirdi. Bu çok acil durumlarda hasta başına kan geç getiriliyor olduğundan etkisiz olarak kabul edildi. Çözüm olarak ilk önce süreci değiştirdik. Şimdi taşıyıcı personel en acil durumlarda 0 negatif kan teminine hazırlıklı olsun diye önce doğrudan laboratuara gitmektedir. İkinci olarak örneği laboratuara götürmek için üst kattan alt kata boru hattı tesis edilmesi bu anlayışa

Tablo 2: Masif obstetrik kanama alıştırması için bir değerlendirme sayfası örneği. Bu değerlendirme sayfası doktorların bireysel cevap verme ve reaksiyon sürelerini de içerecek şekilde genişletilebilir. • • • • • • • • •

Acil sinyal alma zamanı İlk uyarıya cevap veren personel Santralın acil çağrı alma zamanı Acil çağrıya cevap veren personel İlk ABC canlandırma (havayolu, solunum ve dolaşım) tedavisinin hızlı ve efektif bir şekilde kurulması Kan transfüzyonu için transport personelinin geliş zamanı Laboratuara kan örneğinin geliş zamanı Hasta yatağına uygun kanın geliş zamanı Operasyon salonuna hastanın taşınma zamanı

yardımcı oldu. Eğer hastanın klinik durumu uygun grupta kan temini için beklemeye müsaitse örnek boru hattıyla ulaşıncaya kadar taşıyıcı personel kan bankasında beklemekte ve sonuçta uygun kanı doğum salonuna getirmektedir. Beceriler Pratik becerilerin öğretilmesi obstetrik kanama öğretim oturumlarında yararlı olabilir. Bir senaryo oynandığında tartışma ve sorular esnasında sıklıkla özgün öğretim ihtiyacı açıkça ortaya çıkar. Tamamen anlaşılamamış şeylerden bahsedilmiş olabilir ve bu tür durumlar senaryoya dayalı öğretimin yapıcı olması için bunların ne kadar önemli olduğunu gösterir. Personel neyin ne olduğu ve nasıl yapıldığı hakkında soru sorabileceğini hissetmelidir. Obstetrik kanamalarda aşağıdaki becerilere ihtiyaç olabilir: • Tıbbi beceri - İki elle uterus kompresyonu - Aort kompresyonu - Kardiyopulmoner canlandırma • Cerrahi beceriler - Uterusa şişirilebilir balon yerleştirme - Uterusu sıkıştıracak sütür koyma - Venöz yol için intravenöz cut-down açma Beceri öğretimine hazırlanma Acil durumlarda gerekli olabilecek bir pratik beceri öğretilirken bu iş fikirlere, sorulara ve uygulamaya bol zaman ayırarak yavaş yavaş ve sakince yapılmalıdır. Manken ve cerrahi yardımcı aletleri

122


kullanmak iyidir. Fakat in vivo çalışırken beklenen farklılıklara dikkat çekmek hatırlanmalıdır (örneğin şişirilebilir balonu şişirirken intrauterin kavitede iyi tutmaya ihtiyaç olduğu, destek sütürünü sıkıca bağlarken fundusun köşelerinden aşağıya kaymaya meyilli olmasıyla nasıl uğraşılacağı gibi). Beceri öğretiminin yürütülmesi Bu öğretim süreci en iyi dört basamakta yapılır: Basamak 1: Eğitici beceriyi sessizlik içinde gösterir. Beceri adayların nihai hedeflerinin ne olduğunu anlayabilmeleri için normal hızında düzenlenir. Basamak 2: Eğitici beceriyi izah ederek yavaşça gösterir. Açıklamalar ve tekniğin dilimlere ayrılması sürecin daha iyi anlaşılmasına katkıda bulunur ve yararlı ipuçları sağladığı kadar, dikkat edilmesi gereken ya da güvenlikle ilgili noktaları da ortaya koyabilir. Basamak 3: Öğrenci eğitici üçüncü kez beceriyi gösterirken açıklama yapma işini yürütür. Eğitici bu basamakta öğrencinin sunduğu bilgiyi tammış gibi kabul etmeme konusunda çok dikkatli olmalı ve eğer öğrenci hata yaparsa becerinin o noktasında durmalıdır. Eğitici öğrencinin ne bildiğini görebildiği için bu adım cerrahi emniyet açısından çok önemlidir. Herhangi bir hata ya da eksiklik derhal ele alınmalıdır (bu basamağın tekrarlanması gerekebilir). Basamak 4: Üçüncü basamak tatmin edici bir şekilde tamamlandığında öğrenciye doğrudan gözlem altında açıklamasıyla birlikte beceriyi uygulama imkanı verilir. Senaryo Öğretimi Bu pratik öğretim oturumları klinik bir tablo tarif eder ve problemin yönetimi için rol yapmaya imkan sağlar. Bu tür öğretimin amacı uygun klinik davranışı ortaya koymaktır. Bu klinik bilgi birikimini ve bunun nasıl tatbik edileceğini içerir. Aynı zamanda kişilerin birlikte bir takım olarak nasıl çalışacağını ve iletişim kuracağını da kapsar. Bu etkileşimler karmaşık olabilir ve masif kanama senaryosuna geçmeden önce iyice detaylandırılmaya değer. Takım Çalışması İyi klinik bakım için bir takım olarak birlikte çalışma yeteneği birinci derecede önemlidir.

Bireyler uzmanlıkları yönünden farklılıklar gösterir. Grubun dinamiği ve bazı özel görevlerin yürütülebilmesi bütün takım üyelerinin kişiler arası becerilerine bağlıdır. Birlikte çalışan bir grubu izlemek problemlerin aydınlatılmasını sağlayabilir. Takım çalışması ve bazen bireysel davranış bazında düzeltici faaliyete odaklanılmasına yardım eder. Her takım iyi bir lidere ihtiyaç duyar, kimin lider olacağına karar vermek bazen zor olabilir. Takım liderinin ille de en kıdemli kişi olması gerekmediğini kabul etmek önemlidir. Senaryo olgunlaşırken bazen liderin değişmesi gerekebilir. Her durumda lider uygun bilgi birikimine ve beceriye sahibi olmalı, iyi bir iletişimci ve motive edici olmalı, içinde bulunulan durumun sürekli farkında olmalı (bütün resmi görebilmeli) ve iş yükünü paylaştırmalıdır. İletişim Soru sorma, bilgi sağlama ve diğer insanların ne söylemeye çalıştığı dinleme süreci basit olmalıdır. Bunun böyle olmadığı açıktır ve ölümlerden sonra düzenlenen gizli raporlarında bir problem alanı olarak defalarca yer almıştır. 1997 – 19992 Gizli Soruşturma Raporu’nda anne ölümlerindeki yetersiz bakımın en büyük sebebi, profesyoneller arasındaki iletişim ve takım çalışması başarısızlığıydı. Pratik öğretim oturumları yapılırken takım içindeki iletişime şahit olunabilir ve sonradan tartışılabilir. Genel anlamda herhangi bir acil durumla uğraşılırken belirli kişilere kişiye özel açık-seçik komutlar verilmelidir. Sesler yükseltilmemeli, sakin, kontrollü bir hava ortama hakim olmalıdır. Ne yazık ki bazı bireyler aşırı heyecanlı olma eğilimindedirler ve bağırmadan ne söylendiğini duymayı güçleştirmenin yanı sıra herkesin davranışını olumsuz etkileyebilecek gürültülü bir ortam ortaya çıkabilir. Yapay acil senaryolarda bu gibi stres altındaki davranışlara dikkat çekmek ise sadece bununla ilgili farkındalığı arttırmaya yardım edebilir. Senaryo öğretimine hazırlanma Rol yapmaya hazırlanırken her şeyi mümkün olduğunca gerçekçi yapmaya çalışmak önemlidir. Hasta Öğretilecek konuya bağlı olarak bir manken ya da canlı bir kişi kullanılabilir. Mankenler dolaşım durması ve kardiyopulmoner resüsitasyon için iyi olma eğilimindedir. Bununla birlikte canlı

123


mankenler, cevap alınmasına ihtiyaç duyulan durumlarda daha iyidir (örneğin eklampsi). Her ikisi de masif obstetrik kanama için uygundur. Canlı bir modelin avantajı, her kademedeki personelin hasta ile nasıl iletişim kurduğuyla ilgili olarak herkesin genellikle çok değerli şeyler öğrenmesidir. Ekipman Klinik senaryoları yürütürken bazı materyaller elde olursa daha gerçekçi olunmasına yardım eder. Bu basit düzeyde tutulmalıdır. Fakat bunların kullanılması hangi önemli özelliklerle uğraşıldığını (örneğin yan yatırma ve oksijen) ve neyin eksik kaldığını (örneğin intravenöz yol veya üriner kateter) göstermeye yardım eder. Tablo 3 masif kanama senaryosu için önerilen asgari donanım listesidir. Senaryoyu yürütmek Kim dahil edilmelidir? Rol yapmaya kimin dahil edilmesi gerektiğine ve kimin bir kenardan izlemek için dışarıda tutulmasının daha iyi olacağına karar vermek zor olabilir. Eğer kadro elemanları senaryo öğretimi için yeniyseler başlangıçta en iyisi gönüllü aramaktır. Gönüllü bulamamanın sebebi utangaçlık gibi basit faktörlere bağlı olabilir. Fakat bu bilgisizliğinin açığa çıkması korkusundan veya yeterlilik meselesinden de kaynaklanabilir. Tablo 3. Pratik obstetrik kanama eğitimi için gerekli temel donanım listesi Havayolu ve solunum • Guedel hava yolu • Pompası ve tüpüyle birlikte oksijen maskesi • Stetoskop Dolaşım • Destek yastığı (pelvisi yana çevirmek için) • Sargı • 2 tane geniş ven içi kanül (14 FG) • 20 ml enjektör • Tam kan sayımı, kan grubu uygunluğu ve pıhtılaşma çalışmaları için kan tüpleri • Verilme setiyle birlikte 2 litrelik kristaloit torbaları • Kateter Masif obstetrik kanama için donanım • Uterus içinde şişirilebilir balon ve mesane sondası

Senaryo eğitimine başlamadan önce, teorik olarak malzemeye hakim olunsun diye didaktik öğretime ihtiyaç vardır. Problemin altındaki teoriden daha önceden emin olmayanlar, senaryo eğitimini yeni kazandıkları bilgilere pratik yoldan dayandırabilirler. Esasında kadro elemanları bir kez bu öğrenme metoduna alıştıklarında gerisi gelecektir. Nadiren birilerini katılım sağlaması için uyarma ihtiyacı olabilir. Ancak bu hassasiyetle ve destekleyici bir şekilde yapılmalıdır. Personele tanımlanmış roller verin İnsanlar destek açısından kendilerine tanımlanmış bir rol verilmesine ve neyin beklendiğinin ya da beklenmediğinin anlatılmasına ihtiyaç duyar. Örneğin: “Siz bu multipar hasta ile ilgili acil uyarıya cevap veren kıdemli uzmansınız. Hasta henüz biten spontan vajinal doğum sonrası aktif olarak kanamaktadır. Ebe buradadır fakat diğer personel ameliyathanede bir acil vaka ile meşguldür ve en az 10 dakika yardım beklemeyin. Lütfen gerçek hayattaymış gibi hareket edin. Size talep ettiğiniz her bilgiyi sağlayacağım”. Senaryonun işlemesinin sağlanması Hasta belirli cevaplar vermesi için önceden hazırlanabilir veya monitörlerin göstergeleri hazırlanabilir (monitör üzerine yapıştırılmış kardiotokograf kâğıdı veya monitör üzerinde kan basıncı kayıtları vb). Fakat senaryonun akışını sağlamak ve talep edildiği ölçüde bilgi vermek eğiticinin görevidir. Senaryo ilerlemeye ihtiyaç duyar. Nasıl olursa olsun, nazik cesaretlendirmeler ve bazen küçük hatırlatmalar, öğrencinin tedavide anahtar noktaları kavramasına yardımcı olabilir. Senaryoları yürütmenin amacı bilgisizliği ortaya çıkarmak değil, bireylere bilgilerini zamanında ve mantıksal olarak uygulayacak gücü sağlamaktır. Adayların kabiliyet ve performanslarına bağlı olarak senaryo erkenden bitebilir ya da daha karmaşık hale gelebilir. Bunun ortaya çıkmadan önce eğitici tarafından isabetli bir şekilde görülmesi gerekir. Eğer aday strese giriyorsa fakat bütün temel tedavi noktalarını yapmışsa; o zaman senaryo bitirilebilir ve aday tebrik edilebilir. Eğer tedavide temel noktalar başarılamamışsa, o zaman yardıma gelmiş kayıt memuru veya danışman rolünde destek sağlanabilir. Eğer öğrenci mükemmel gidiyorsa o zaman senaryo ilerleyebilir ve daha karmaşık olaylar eklenebilir.

124


Küçük hatırlatmalar Öğrencinin moralini kırmadan ya da utandırmadan, hassas bir şekilde yapılacaksa bu zor olabilir. Ancak bu tür bir öğretimin yapıcı olmasını sağlayacak gerçek beceri budur. Aşağıdaki örnekler masif kanama durumlarında olabilir: •

Yan yatırma gebe kadınlarda unutulabilir ve böyle durumlarda “dolaşımı iyileştirecek başka bir şey var mı” diye hatırlatıcı tarzda soru sormak bir cevap yaratabilir. İzlemlere taşikardi veya hipotansiyonla bilgilere dair görünür bir kayıt veya cevap yoksa bunlar tekrarlanabilir.

Eğer personel düşünce silsilesini kaybettiyse ya da kan isteyeceklerini belirtmelerine rağmen bunu yapmayı unuttularsa “kan grubu uygunluğu yapılmamış kan şimdi hazır” şeklinde yorum yapmak. Hastanın fizyolojik cevaplarına uyumlu olsun diye müdahale edilerek faaliyet gerektiği şekilde hızlandırılabilir ya da yavaşlatılabilir. Örneğin ven içine sıvı başlandığında adayı kan basıncının yükseldiği, ama vajinal kanamanın aktif olarak devam ettiği konusunda bilgilendirin. Bu kanamanın sebeplerini değerlendirme konusunda adayı cesaretlendirecektir. Eğer aday sağlanan damar yolundan laboratuar

Tablo 4: Atoni nedeniyle oluşan doğum sonu kanama için örnek senaryo Adaya bilgiler 34 yaşında grand multipar bir gebe 40 dakika önce 4.000 gram ağırlığında sağlıklı bir erkek bebek doğurdu. Doğumun üçüncü evresi fizyolojiye uygun biçimde yönetildi ve plasenta 10 dakika sonra doğdu. Ebe kırmızı renkte aktif bir vajinal kanamanın olduğunu fark etti ve siz doğum salonundan çıkmış giderken yanınıza gelip anlattı. İlk gözlemler Konuşuyor fakat çok soluk. Nabız 110/dakika; kan basıncı 120/80 mm Hg. Zeminde ve yatakta ve fazla miktarda kan. Lütfen sizi çağıran ebe ile birlikte gerçek yaşamdaymış gibi devam edin. Size talep edeceğiniz her türlü bilgiyi vereceğim. (Aday doğum hekimi ya da ebe olabilir. Her ikisi de bu acil durumu başlangıçta yönetebilmelidir. Eğer ameliyathaneye gidiş ihtiyacı doğarsa istek üzerine daha üst düzey yardım ulaşabilir.)

Yapıldı

Eğitici notları / Ana tedavi noktaları • • • • • • • • • • • • • •

Yardım iste ve masif obstetrik kanama alıştırmasını başlat Bunun dolaşımsal bir problem olduğunun farkına var: havayolunu ve solunumu kontrol et ve oksijen maskesini tak Damar yolunu aç Tam kan sayımı, kan grubu, pıhtılaşma, üre ve elektrolitler için kan yolla Parenteral sıvı başla Klinik muayene yap ve uterin atoniyi teşhis et. Uterusa masaj yap Uterotonik ajan uygula Vajinal muayene yap ve pıhtıları uzaklaştır Belirgin bir vajinal laserasyon olup olmadığını kontrol et İki elle uterusa baskı uygula İlaçları sırayla uygula, uygun şekilde ven içine sıvı ve kan ver Eğer hasta cevap veremediyse genel anestezi altında muayene yapmayı düşün ve doğum sonu kanama nedenlerini dikkate al Kanamayı kontrol etmek için cerrahi teknik hakkında bilgi, örneğin Rüsch balon, destek sütürü vb.

125


çalışması için kan almadan uzaklaşırsa, eğitici kanama sebebini tahmin etmeden önce yapması gereken bir şey olup olmadığını sorarak gidişatı yavaşlatabilir. Eğer gerekli olursa boş bir enjektör ve kan tüpleri gösterilerek bir öğretim unsuru yaratmak için adaya hatırlatma yapılabilir. Yapılanları mantıklı bir sonuca bağlama Eğer senaryo yolunda devam etmişse rol yapmaya katılan herkes kutlanmalı ve katılımları için teşekkür edilmeli, sonra yukarıda bahsedilen geri bildirim sürecine angaje olmaya teşvik edilmelidir. Sonra da tedavideki anahtar noktalar özellikle vurgulanarak kapanıştan önce sorular ve tartışmalar için cesaretlendirilmelidir. Olası masif obstetrik kanama senaryoları, anahtar tedavi noktaları ile

birlikte Tablo 4 ve 5’de verilmiştir. ÖZET Pratik öğretimi lokal olarak tesis etmek lokal süreçleri geliştirir, takım çalışması yaratır, iletişime yardımcı olur, klinik bilgi birikiminin artmasını ve bunun acil durumlarda tatbik edilmesini geliştirir. Basit tutulması en iyisidir. Rol yapmaya dahil olanlar için sıkıntı verici olabileceğinden hassas bir şekilde tanıtılmalı ve teşvik edici bir atmosferde yürütülmelidir. Personelin hangi öğrenme stilinin kullanılacağını ve bunun amaçlarının ne olduğunu bilmeye ihtiyacı vardır. Oturumun planlanan içeriğinin önceden duyurulması personeli hazırlık yapmaya, hevesle istifade etmeye ve öğrenmeye teşvik edecektir.

Tablo 5: Atoniye bağlı olmayan doğum sonu kanama için örnek senaryo Adaya bilgiler 24 yaşında primipar gebe 42. gebelik haftasında indükleniyor. Prostaglandin yerleştirilmesiyle ile birlikte gebenin aralıklı karın ağrısı oluyor. Bir saat içerisinde, hasta doğum salonuna transfer ediliyor ve 3.800 gram ağırlığında sağlıklı bir erkek bebek ve ardından plasentası doğuyor. İlk gözlemler Konuşuyor; nabız 100/dakika; kan basıncı 115/70 mm Hg; vajinadan sızıntı halinde devamlı kanama Lütfen gerçek yaşamdaymış gibi devam edin. Size talep edeceğiniz her türlü bilgiyi vereceğim. (Bu senaryo daha karmaşıktır – gizli kalmış ablasyo plasenta ihtimaliyle birlikte hızlı gerçekleşmiş doğum. Odak noktası genital sistem travması kanaması ve yaygın damar içi pıhtılaşma bozukluğu arasındaki ayırım üzerine olacaktır. Bu senaryonun nasıl gelişeceği öğrencinin tecrübesi ve kabiliyetine bağlı olacaktır.) Eğitici notları / Ana tedavi noktaları • • • • • • • • • •

Yapıldı

Yardım iste ve masif obstetrik kanama çağrısı yap Dolaşımsal problemi fark et. Havayolunu ve solunumu kontrol et. Oksijen maskesini tak Damar yolunu aç Tam kan sayımı, kan grubu ve pıhtılaşma taraması için kan gönder Parenteral sıvı başla Uterusun iyi kasılmış olduğu tespit etmek için batını muayene et Vajinal laserasyonlar için vajinal muayene Analjezi ve muayene için ameliyat salonuna transfer Kateterizasyon Genel anestezi altında tam muayene: vajina, serviks ve uterus boşluğunun kontrolü

126


Kaynaklar 1. Lewis G, ed. and Confidential Enquiry into Maternal and Child Health (CEMACH). Why Mothers Die 2000–2002 – The Sixth Report of Confidential Enquiries into Maternal Deaths in the United Kingdom. London: RCOG Press 2. Why Mothers Die 1997–1999: The Confidential Enquiry into Maternal Deaths in the UK. London: RCOG Press, 2001 İlave Okuma • Mackway-Jones K, Walker M. Pocket Guide to Teaching for Medical Instructors. London: BMJ Books, 1999 • Firth-Cozens J. Teams, culture and managing risk. In Vincent C, ed. Clinical Risk Management: Enhancing Patient Safety. London: BMJ Books, 2001: 355–68 • Gaba DM, Fish KJ, Howard SK. Crisis Management in Anesthesiology. New York: Churchill Livingstone, 1994 • Glavin R, Maran N. Simulation and nontechnical skills. In Greaves JD, Dodds C, Kumar C, Mets B, eds. Clinical Teaching: a Guide to Teaching Practical Anaesthesia. Lisse: Swets & Seitlinger, 2003: 219–29 • Helmreich RL, Schaefer HG. Team performance in the operating room. In Bogner MS, ed. Human Error in Medicine. Hillsdale, New Jersey: Lawrence Erlbaum Associates, 1994:225–53

127


Bölüm 14 NON-PNÖMATİK ANTİ-ŞOK GİYSİLER S. Miller, P. Hensleigh A.Tayyar, A. Tayyar, M. Tayyar

GİRİŞ Doğumun üçüncü evresinin aktif yönetimi için FIGO ve ICM uterotonik proflaksi ve gerektiğinde ek uterotonik tedaviyi içeren önerileriyle uterus atonisine bağlı ciddi doğum sonu kanama insidansını azaltmıştır. Bununla birlikte tüm kadınların % 1’i, uterus atonisi veya genital laserasyonlar, uterus rüptürü, dış gebelik rüptürü, plasenta previa, plasenta akreata ve ablasyo plasenta gibi nedenlere bağlı olarak tedaviye dirençli doğum sonrası kanama yaşamaktadırlar. Bu kadınların resüsitasyonu ve tedavisi için kan transfüzyonları genellikle gerekir ve kanamanın durdurulması için cerrahi müdahale ihtiyacı olabilir. Cerrahi işlem ve/veya kan transfüzyonu içeren kaliteli, kapsamlı acil obstetrik bakım (quality comprehensive emergency obstetric care [CEOC]) bütün kadınlar için kolaylıkla elde edilebilir olana kadar, kanama tedavisi ve hipovolemik şok resüsitasyonu için tıbbi eğitimi olmayan insanlar tarafından bile kolayca sağlanabilen ve rahat uygulanabilen stratejiler ve teknolojiler gerekmektedir. Anne ölümü ve morbiditesini azaltmakta pnömatik olmayan anti şok giysileri (non-pneumatic anti-shock garment [NASG]) gibi teknolojiler doğumla ilgili kanamalarda ümit vaat etmektedir1,2. NON-PNÖMATİK ANTİ-ŞOK GİYSİ NASG vücudun alt kısmına karşı basınç uygulanmasıyla hipovolemik şoku geri döndürmek ve obstetrik kanamaya bağlı kan kaybını azaltmak için acil ilk yardım tedavisinde önerilen basit bir cihazdır. NASG’nin aynı zamanda az olanakları olan yerlerden veya evden, CEOC olan yerlere uzun süreli hasta nakli esnasında kadınları hayatta tutma potansiyeli de vardır. NASG hafif, nispeten ucuz (giysi başına 160 Amerikan Doları), yıkanıp tekrar kullanılabilir (en az 50 defa), dalgıç giysisi alt kısmına benzer neoprenden yapılmış bir giysidir. NASG Zoex şirketi tarafından imal edilmiştir ve FDA tıbbi cihaz yönetmelik numarası almıştır (FDA device

#K904267/A, Regulatory Class: II, 17.Ocak.1991) (Bölüm 510(k) Medical Device Amendment, FDA, Office of Device Evaluation, 1991) ve Amerika Birleşik Devletleri (ABD) dışındaki ülkelere ihraç edilebilmektedir. NASG her bir bacakta üç bölüm, pelvis üzerinde bir bölüm ve abdomen üzerinde köpük sıkıştırma topu içeren küçük bir bölüm olarak yatay parçalar halinde tasarlanmıştır.(Şekil 1). NASG’den önce kullanılmaya başlanan pnömatik anti şok pantolonları (pneumatic anti-shock trousers [PAST]) veya tıbbi anti şok pantolonlarının (medical anti-shock trousers [MAST]) aksine pompalar, borular veya ölçme aletleri içermez ve daha az bozulma riski içerir. Neoprennin üç yönlü esneyebilme yeteneğinin kullanılması ve Velcro bağlayıcıların sıkı kavramasıyla giysi vücudun alt kısmında ayak bileğinden diyafram seviyesine kadar 30–40 mm Hg çevresel karşı basınç uygulayabilmektedir (Şekil 2). Bu miktarda basınç kanın karın ve bacaklardaki kapasitans venlerinden kalp, akciğer ve beyin gibi merkezi yaşamsal organlara akımını sağlar. Böylece hipovolemik şokun geri döndürülmesine yardım eder. Yaklaşık 500–1.500 ml olan bu ototransfüzyon uygulama hemen etki eder. Ilımlı NASG basınçları neopren maddenin elle gerilmesiyle oluşturulabilir. Pnömatik PAST’ın bilinen komplikasyonları olan aşırı basınç ve bu nedenle oluşan doku iskemisinden de böyle korunmuş olunur. Giysinin uygulanması yaklaşık 2 dakika gerektirir, uygulama sonrası 2–5 dakika içerisinde şiddetli şokta olan çoğu hasta bilincini yeniden kazanır ve yaşamsal bulgular düzelmeye başlar. Kanamanın azalmasıyla ve kan basıncının düzelmesiyle panik düzeyi azalır ve durumu bilinçli değerlendirmek için zaman olur. Kan transfüzyonu başlandığı ve cerrahi veya diğer tedaviler için hazırlıklar yapıldığı sırada hastalar saatlerce dengeli durumda kalabilir. Ayrıca hasta ve ailesine manevi destek verilebilir ve gerekli cerrahi prosedürler için veya üst merkeze nakil için hazırlık yapılabilir. Eğer kanama atoniye bağlı ise yönetim için tüm gereken uterotoniklerin devamlı infüzyonu ve zamanın geçmesidir.

128


Göbeğin üzerine yerleştiriniz

Şekil 1: Non-pnömatik anti-şok giysinin şematik görünümü

Şekil 2: Hastanede non-pnömatik anti-şok giysi uygulanan hastanın görünümü

129


NASG’LERİN GELİŞTİRİLMESİ Modern NASG, pnömatik anti şok giysilerin (pneumatic anti-shock garment [PASG]) pnömatik olmayan şekilden geliştirilmişidir. PASG George Crile tarafından 1900’lü yılların başlarında kan transfüzyonuna olanak sağlayan teknolojilerin keşfinden önce geliştirilen bir aletten uyarlanmıştır. Kan basıncı ve şok üzerine ders kitapları yazan ve bir cerrah olan Crile, cerrahi sırasında kan basıncını korumak için ilk şişirilebilen basınç giysisini tasarlamıştır. Bu pnömatik giysi birçok değişime uğramış ve 1942’de hava kuvvetleri için yerçekimine karşı giysi (G-suit) kullanmak amacıyla daha da geliştirilmiştir. Vietnam savaşı sırasında G-suit travmatik yaralanmaları olan askerlerin nakli sırasında ve öncesinde resüsitasyon ve stabilizasyonları için modifiye edildi. Daha sonra G-suit MAST olarak bilinen yarım giysiye değiştirildi.

basıncını yükselttiği gösterilmiştir. Kan akımı veya arteriyel hacim cihazın üzerinden ölçüldüğünde, damarlar daha büyüktür ve akım daha fazladır. Sıkışan bölgede damarların yarıçapı azalmıştır böylece kan akımı yavaşlamıştır. Hipovolemik modelde PASG venöz dönüşü artırır ve ön yükteki artış kalbin atım hacmindeki artışı ile ilişkilidir9. Damarlardaki ve kan akımındaki bu değişiklikler cihazın içerisine alınmış vücudun alt kısmındaki, yaklaşık 750–1.000 ml olarak hesaplana kanın, vücudun üst kısmına (kalp, akciğerler ve beyin) yer değiştirmesi ile de ilişkilidir10. Özetle, kan basıncının normale dönmesindeki fizyolojik temeller: sistemik damar direnci artışına yol açan cihazın altındaki azalmış damar boyutu ve hacmi, kanın vücudun üst kısmına yer değiştirmesi ve kalbin atım hacmi artışıyla sonuçlanan ön yük artışıdır.

TRAVMA İÇİN PASG’NİN ETKİNLİĞİ

Hayvan deneyleri göğüs kafesi yaralanmaları dışında artmış sağ kalım oranları gösterse de; yaşamsal bulgulardaki hızlı, pozitif değişikliklerin ve kan kaybının insanlardaki sağ kalımı etkilediği şüphelidir11, 12. PASG askeri ve sivil travma yaralanmalarında yaygın olarak kabul görmesine ve küçük serilerde çocuk ve erişkinlerde çeşitli kanama durumlarında tedavi başarıları göstermesine rağmen sağ kalımda iyileşmeyi gösteren ileriye dönük rastgele gruplamalı çalışmalardan elde edilmiş kesin veriler yoktur. ABD kaynaklı üç, ileriye dönük, alternatif günlü, sivil travma vakalarının rastgele gruplanmasıyla yapılan tedavi serileri tutarlı sonuçlar saptamamıştır ve PASG kullanımı için kontrindike olan vücudun üst kısım yaralanmalarının çalışmaya dahil edilmesi ile sonuçlar tartışmalı hale gelmiştir13–15. Bazı çalışmalarda PASG kullanımıyla hastaneye kabulde pH daha düşük, sağ kalım daha kötü, yoğun bakım ünitesi ve hastanede kalış daha uzun olarak bulunmuştur. Bu çalışmaların hepsi ileri düzeyde hastane bakımına dakikalar içinde ulaşılabilen büyük şehirlerde yürütülmüştür ve PASG uygulanmasında kısa bir gecikme bile erken hastane bakımının faydaları açısından zararlı olabilir.

McSwain, PASG’nin uygulanması ile oluşan alt vücut karşı basıncının fizyolojik etkilerinden sorumlu olan fiziksel prensipleri incelemiştir3. Hipovolemik hayvanlarda ve insanlarda yapılan birçok çalışma PASG’nin, vücudun sıkıştırılan bölgesinde damar direncini artırarak ve damar hacmini azaltarak, kan

PASG kullanımını destekleyen rastgele gruplanmış, kontrollü çalışmalar olmamasına rağmen, Amerikan Cerrahlar Koleji’nin Travma Komitesi PASG’yi ambulanslar için gerekli ekipman olarak kabul etmiştir16. Ayrıca PASG, ABD’de acil tıp teknisyenlerinin ders kitaplarında ve müfredatlarında

MAST/PASG, ABD’de acil kurtarma ekipleri tarafından pelvis ve alt ekstremite kırıkları, hipovolemik şok, septik şok gibi çeşitli hastalıkları bulunan hastaları stabilize etmek için ve batın içi, pelvis, uyluk kanamaları ile birlikte jinekoloji ve doğumla ilgili kanamaları kontrol etmek için 1970’lerden beri kullanılmaktadır3–6. Andrea ve meslektaşları MAST’ı inatçı uterus kanamaları olan kadınları transkateter embolizasyon hazırlıkları sırasında stabilize etmek için kullanmışlardır7. PASG, ACOG’un 1998 rehberinde dirençli kanamalarda önerilen tedaviler içerisindedir8. PASG’nin şişirilmesi ve basınç düzeylerinin dikkatli yönetimi, yeterli basıncın korunması ve aşırı şişmeyle oluşacak kompartman sendromu, iskemi ve nekrozu önlemek için gereklidir. Şişkinliği sağlayan kapaklar ve manometreler kaçaklara ve işlev bozukluğuna neden olabilir. Ayrıca MAST’ın güvenli ve etkin kullanımı için özel eğitimin gerekli olması gelişmekte olan ülkelerde yaygın kullanımını zorlaştırmaktadır.

130


yer almıştır17, 18. Acil Tıp Servisi Uzmanları Ulusal Birliği yayınlarında PASG için yazılan raporların kontrol serisi eksikliğini belirtmiş, fakat diğer raporlara dayanarak PASG’yi “Evre 1, rüptüre aort anevrizmasına bağlı hipotansiyon için genellikle gerekli ve etkin, fakat diğer acil durumlar için yararları belirsiz” saymıştır19. Kontrolsüz jinekolojik kanama, ürolojik kanama ve rüptüre ektopik gebelik için kullanımı “Evre 2b kabul edilebilir, fakat belirsiz etkinlik, yardımcı olabilir, büyük ihtimalle zararlı değil” şeklinde kabul etmişlerdir. PASG taraftarları özellikle karın içine, retroperitona, pelvis veya uyluğa olan kanamalarda kullanımını önermektedirler9. Sağ kalım üzerine etkileri belirsiz olmasına rağmen, ABD’de güncel öneri “doğumda ilgili (batın, retroperiton, pelvis) kanaması olan hastalar için kullanımı büyük olasılıkla gereklidir” şeklindedir. Aynı şekilde Fransa’da, “anti-şok pantolon”un yaygın kullanımı sorgulanmış, fakat doğum sonu kanama, gebelik ve doğum eylemi ile birlikteki yaygın damar içi pıhtılaşma bozukluğu ve diğer kadın hastalıkları ve doğumu ilgilendiren kanamalarda kullanımı kabul edilmiştir20.

dakikalar içinde hastanın yaşamsal bulguları düzelir. Eğer hastanın konfüzyonu veya bilinç kaybı mevcutsa genellikle algılama da düzelir. Hasta kristaloit ve kan ile dolaşım hacimleri düzeltilene kadar NASG içerisinde kalabilir1. Kan transfüzyonun kolay sağlanamadığı zamanlarda, vaka raporlarında bu süre 18–24 saat idi, bir hasta NASG içinde 57 saat güvenli olarak kalmıştır23. 100 mm Hg ve üzeri basınçla birlikte olan PASG ile karşılaştırıldığında NASG sadece 30–40 mm Hg’lık basınç uygular. Daha yüksek basınçlar cilt ve kas iskemisine yol açabilir, pH üzerine olan yan etki ile birlikte nadiren ön kompartman sendromundan sorumlu olabilir. NASG’nin obstetrik endikasyonlar için ikinci bir faydası giysi tasarımının perineye tam ulaşıma izin vermesidir. Böylece laserasyonlar onarılabilir, spekulum uygulanabilir veya bimanuel muayene yapılabilir. Ayrıca plasentanın elle çıkarılması veya uterusun vakum ile aspire edilerek boşaltılması veya kürtaj işlemlerinin hepsi de NASG yerindeyken tamamlanabilir. Böylece giysi yaşamsal bulguları korurken çoğu obstetrik kanamanın kaynağı belirlenebilir ve tedavi edilebilir.

PASG hakkında bilinmeyen şey eğer PASG (veya pnömatik olmayan uyarlaması, NASG) nakil süresi uzun olan, hastane işlevleri yavaş ilerleyen ve kan transfüzyonu ve/veya cerrahi ile nihai tedaviye ulaşmada fazla gecikmeler olabilen düşük gelirli bölgelerde kullanılıyor olsaydı sonuçların ne olacağıdır.

NASG’nin üçüncü faydası daha fazla kan kaybını belirgin olarak azaltmasıdır. NASG uygulandığında basınç batın içine ve kan damarlarına baştanbaşa eşit dağılır, venöz kanamayı tamponlar. Arteriyel yaralanmada devam eden kanama, arter duvarındaki gerimin açık olan damar ağzının kapanmasına engel olmasıdır. Bununla birlikte NASG, internal iliyak ve uterus arterleri de dahil olmak üzere bütün batın içi damarlara baskı uygular. Bu baskı arterlerin yarıçapını ve duvar basıncını (arter içindeki ve arter dışındaki basınç farkı) azaltır. Böylelikle arter duvar gerilimini azaltıp damarı kapatır ve kan kaybını azaltır. NASG tarafından uygulanan ortalama basınç 30–40 mm Hg aralığında olmasına rağmen bu düşük basınç dıştan batına ve bacaklara uygulandığında hala arteriyel kanamayı durdurabilir24. Uygulanan basınç uterus kan akımını etkileyebileceğinden, plasenta previa veya ablasyo plasenta gibi olgularda olduğu gibi fetusun halen canlı olduğu obstetrik kanamalarda NASG önerilmez. Bununla birlikte doğum sonrası kanamalar ve fetusun yaşamadığı ya da yaşam beklentisinin olmadığı hallerde NASG kullanılabilir.

DÜŞÜK GELİRLİ BÖLGELERDE NASG’NİN OLASI FAYDALARI NASG, NASA tarafından 1971’de PASG’den uyarlanmıştır. NASA/Ames araştırma merkezi, hemofilik çocukları yaralandıktan sonrasında tıbbi yardım alana kadar dirsek ve diz içine kanamadan korumak için bir prototip basınç giysisi tasarlamıştır. Hem PASG, hem de NASG vücudun alt kısmında çevresel basınç sağlar21. Fakat NASG daha basittir, daha çabuk ve kolay uygulanabilir, daha ucuzdur ve fazla şişme ve aşırı basınç riskini engeller22. NASG, PASG’den daha hafif ve daha esnektir. Uzun zaman dilimlerinde giysi içinde bulunan kadın için daha konforludur ve uzamış nakil süresine bağlı gecikmiş tedavi koşullarının görüldüğü düşük gelirli bölgeler düşünüldüğünde NASG daha kullanışlıdır. PASG gibi NASG’nin de yerleştirilmesini izleyen

Düşük gelir seviyesi olan bölgelerde obstetrik kanamalarda NASG kullanımının diğer potansiyel

131


NASG’nin uygulanması Bir kişi için uygulama tekniği neopren panelleri bütün gücüyle germek ve Velcro ile olabildiğince sıkı biçimde bağlamaktır. En alt bölüm (ayak bileği) ilk ve batın parçası da en son olarak uygulanır. Eğer kadın solunum zorluğu yaşıyorsa batın parçası hafifçe gevşetilir, fakat çıkarılmaz. Bununla birlikte dispne devam ederse NASG çıkarılmalı ve solunum probleminin sebebi değerlendirilmelidir. Normal kalp-akciğer fonksiyonu olan kadınların solunum problemi yaşamaması gerekmektedir. NASG yerleştirilmesi ile birlikte yaşamsal bulgular açısından hızlı cevap yoksa uygulama uygun gerginlik açısından değerlendirilmeli ve gecikmeden ek salin infüzyonu acilen uygulanmalıdır. Hasta stabil olur olmaz kan kaybının kesin kaynağı ve sebebi için dikkatli bir değerlendirme yapılmalıdır. Pelvis muayenesi veya vajinal işlemler gerekirse NASG yerinde bırakılmalı, laparotomi gerekirse batın parçası açılmalıdır. Bu sırada çoğu kez kan basıncında düşme olur, ancak bu durum ek salin infüzyonuna cevap verir.

faydası, tıbbi bilgisi olmayan insanların asgari eğitimle giysiyi emniyetle uygulamayı öğrenebilmesidir. NASG tatbik etme ve çıkarma için uygulamalı pratik içeren böyle bir eğitim yaklaşık 1 saat alır. Giysi uygun bir şekilde tatbik edilmişe, hastalar güvenli bir şekilde taşınabilir ve/veya daha uygun fiziksel şartlarda nihai tedaviyi bekleyebilir. Obstetrik kanamaya bağlı anne ölümlerin çoğu donanımlı doğum ve yoğun bakım hizmetinin bulunmadığı veya kısıtlı olduğu bölgelerde meydana geldiğinden bu son nokta önemlidir. Anne ölümü ve ciddi hastalığı üzerine olan yararlar tartışılabilir, çünkü NASG için kesin çalışmalar yoktur ve düşük gelirli bölgelerde obstetrik kanamada kullanımı ile ilgili sınırlı tecrübeler vardır. Aşağıda tartışılmış vaka serileri ve pilot çalışmalar, NASG’nin kan kaybını azaltmada, şoku düzeltmede ve transfüzyonu bekleyen kadınları saatlerce stabilize etmede nasıl etki ettiğini göstermektedir. Bu durumlarda NASG kullanımı azalmış anne ölümü ve ciddi hastalığı oranlarına katkıda bulunabilmektedir. Az olanaklı kurumlardan referans merkezlere nakil ile ilgili tecrübeler teorik olarak faydalı iken şu noktada sadece anekdot niteliğindedir.

NASG’nin çıkarılması Hemostaz gerektiği ya da donör kanı transfüzyonu veya eritrosit gereksinimi olduğu sürece NASG yerinde bırakılmalıdır. Hemoglobin seviyesi > 7 veya hematokrit > % 20, nabız dakika sayısı < 100 ve sistolik kan basıncı > 100 mm Hg olunca NASG çıkarılabilir. NASG’nin çıkarılması en alt segment (1#) ile başlar ve yukarı doğru ilerler. Kanın tekrar dağılımı için her segment çıkarılırken 15 dakika izin verilir. Bir segment çıkarıldıktan sonra kan basıncı 20 mm Hg kadar düşerse veya nabız dakika sayısı 20 kadar artarsa NASG tekrar yerleştirilmeli ve daha fazla salin veya kan transfüzyonu ihtiyacı dikkate alınmalıdır. Tekrar kanama olursa NASG yeniden uygulanmalı ve kanamanın kaynağı tespit edilmelidir.

NASG KULLANIMI İÇİN ÖNERİLEN PROTOKOL NASG, Amerikan Cerrahlar Koleji’nin sınıflamasına göre evre 2 hipovolemik şok kıstaslarını (> 750 ml kan kaybı, nabız dakika sayısı > 100 ve kan basıncı normal veya hafif azalmış) karşılayan doğumla ilgili kanama olguları için önerilmiştir25. Yaşamsal beklentinin olduğu fetus varlığında, mitral darlığı, konjestif kalp yetmezliği, pulmoner hipertansiyon veya diyafram seviyesinin üzerinden kanaması olanlarda ise önerilmemektedir. NASG doğum eyleminin üçüncü evresinin aktif yönetimi veya atoniyi tedavi etmek için uterotoniklerin uygulanması gibi önleyici tedbirlerin önemini yok etmez. Yazarlar kısıtlı kristaloit infüzyonu kullanarak “toleranslı hipovolemi” hedefiyle kardiyovasküler resüsitasyon önermektedirler. Bu yaklaşık 60 mm Hg ortalama arter basıncına (kan basıncı 80–50 mm Hg) ve 30 ml/saat idrar çıkışına ulaşmak için 1.000–1.500 ml hızlı salin infüzyonunu takip eden, daha yavaş infüzyon (150 ml/saat) anlamına gelmektedir26–30. Hastanın durumu dengeli hal alana kadar (kanama durup, dolaşım tam olarak normalleşene kadar) ilave oksijen tedavisi de verilmelidir.

NASG İLE DENEYİMLER Pakistan’daki olgu serileri Son zamanlarda gelir düzeyinin tartışıldığı çerçevede obstetrik kanama olgularında NASG kullanımının potansiyel faydaları Pakistan’ın Sialkot kentindeki bir hastanede 150 obstetrik olgu serisine dayanan iki yayınlanmış makaleyle ile belgelendi1, 23. Hastanede kan bankası yoktu ve kan transfüzyonu gerektiğinde sadece doğrudan donör transfüzyonu yoluyla sağlanabilmekteydi.

132


Araştırmacılar NASG’ye yerleştirilen hastaların hipovolemik şoktayken resüsitasyona hızlı cevap verdiklerini, ayrıca nihai tedaviyi beklerken uzun stabilizasyon dönemi yaşadıklarını gösterildi. İki raporun birlikte analizinde bu stabilizasyon dönemini uzatmanın, kanama tanısından kan transfüzyonuna kadar ortalama geçen sürenin 5 saat 30 dakika ve NASG’de ortalama kalma süresinin 30 saatin üzerinde olmasına rağmen olumsuz etkisi görülmemiştir24. NASG’nin pilot çalışmaları Pakistan’daki olgu serilerinin başarılarına dayanarak, Nijerya’da kapsamlı acil obstetrik bakım ünitesindeki (Dr Dosu Ojengbede, Ibadan Üniversitesi), Mısır’da öğretim tesislerindeki (John Snow International) ve Meksika’da birincil ve ikincil sağlık tesislerindeki (Population Council and IMSSOpportunidades) yazarlar ve meslektaşları NASG pilot çalışmalarını yürütmektedirler. Bu çalışmalar müdahale öncesi dönemde şok ve kanama bakımı standart protokollerini karşılaştırmakta ve aynı standart protokol ile NASG’nin birlikte kullanımının sonuçlarını müdahale sonrası kıyaslamaktadır. Birincil sonuç NASG ile birlikte olan veya olmayan tedavinin başlanmasından sonra ölçülen kan kaybı ile ilgiliydi. Nispeten nesnel bir kan kaybı ölçümü elde etmek için çalışmaya alındıktan sonra kanama özel tasarlanmış, kapalı uçlu, kalibrasyonlu plastik kan toplama sistemi ile ölçüldü. Önceki çalışmalar doğum sonrası kan kaybı ölçümünde bu yöntemin görsel değerlendirmeye göre daha doğru olduğunu göstermişti31. İkincil sonuçlar akut ciddi anne hastalığını (akut solunumsal sıkıntı sendromu, kalp yetmezliği, merkezi sinir sistemi hasarı ve böbrek yetmezliği) ve acil histerektomi gereksinimini kapsamaktaydı. Standart protokolde doğum eyleminin üçüncü evresinin aktif yönetimi, doğum sonrası şüpheli atonide uterotoniklerin hemen kullanımı, sınırlı ven içi kristaloit verilmesi yer almaktadır. Doğum odası çalışanları bu konuda ve müdahalenin hemen ardından NASG’nin çabuk uygulanması konusunda eğitilmişlerdir32, 33. Dahil edilme kıstasları obstetrik kanama ile birlikte şoktur (minimum kıstaslar: tahmini kan kaybı > 750 ml, sistolik kan basıncı < 100 mm Hg ve / veya nabız dakika sayısı > 100). Atoniye veya yaralanmalara bağlı doğum sonrası kanama, dış gebelik, uterus rüptürü, düşük komplikasyonları ve çeşitli plasenta patolojilerini içeren farklı

obstetrik kanama etiyolojileri mevcuttur. Sonuçta doğum sonrası atoni ve/veya plasenta ve plasental kısımların retansiyonu çalışma grubunun % 44’ünü oluşturuyordu. Müdahale öncesi veriler Mayıs– Eylül 2004 arasında toplandı. Müdahale sonrası verilerin toplanması Mısır’da tamamlandı. Nijerya ve Meksika da ise süreç halen sürmektedir. Mısır’daki NASG pilot çalışması Mısır’daki çalışma bölgeleri yüksek başvuru kapasitesine sahip CEOC eğitim tesislerini kapsıyordu (El Galaa, Alexandria, Assiut ve Al Minya). Hepsinde görevli olarak çalışanlar donör kanı ve cerrahiye acil erişebilen kıdemli doğum uzmanları ve asistanlarıydı. Müdahale öncesi klinik yönetimde değişen sadece NASG kullanımıydı. Tüm görevli kişiler NASG kullanımı için eğitildikten sonra, ölçülen kan kaybını da içeren müdahale öncesi ve sonrası verileri 3 ay boyunca toplandı. En önemli sonuç bir kadın çalışmaya alındıktan sonraki ölçülen ortalama kan kaybı miktarıydı. İki grup arasında % 80 güçle (β) ve % 5 anlam düzeyi (α) ile kan kaybında % 50 fark belirlemek için 150 müdahale öncesi obstetrik kanama hastası (NASG olmayan) ve 150 müdahale sonrası obstetrik kanama hastasından (NASG olanların) oluşan örnek genişliği gerekliydi. Son çalışma örneği tüm kıstasları karşılayan 156 NASG olmayan ve 204 NASG olan hastayı kapsamaktaydı. Obstetrik kanama tanısı NASG olmayanlar ve NASG olanlar arasında istatistiksel fark olmayan birincil tanı aralığını kapsamaktaydı. Atoni, genital yaralanmalar ve düşük komplikasyonları en sık üç tanıydı. NASG olan kadınlarda, NASG olmayan gruba göre çalışmaya girişte istatistiksel olarak anlamlı miktarda daha fazla kan kaybı ve şokun daha şiddetli belirtileri vardı. Çalışmaya girişte NASG olguları için tahmini kan kaybı 1.000 ml ve NASG olmayanlarda 750 ml (p < 0,001), ortalama sistolik kan basıncı NASG olgularında 88,3 mm Hg, NASG olmayanlarda 97,2 mm Hg (p < 0,001) ve ortalama diyastolik kan basıncı NASG’lerde 56,7 mm Hg ve NASG olmayanlarda 60,8 mm Hg’ydı (p=0,005). NASG grubunun çalışmaya girişte daha kötü koşulda olmasının olası bir sebebi klinik araştırmacıların uygulamaya alışık olmadıkları yeni bir teknoloji olan giysiyi uygulamadan önce kadınlar daha derin şoka girene kadar beklemeleridir. Tablo 1’de gösterildiği gibi NASG hastalarının NASG ile tedavi edilmeyen hastalara göre % 46

133


daha az ortalama ölçülmüş kan kaybı (% 50 daha az ölçülmüş ortanca kan kaybı) vardı (p < 0,001). NASG’li ve NASG olmayan hastalarda cerrahi sırasında benzer kan kayıpları saptandı: NASG olmayan olgularla karşılaştırınca NASG hastaları sadece 32 ml fazla kaybetmişti (p=0,748) ve NASG hastalarının daha az miktarda tahmini “diğer” kan kaybı (zemine, gazlı beze veya havluya dökülen) vardı (p=0,209). NASG olmayanlarla karşılaştırılınca NASG ile tedavi edilen hastaların istatistiksel olarak anlamlı derecede az miktarda çalışmaya giriş sonrası kan kaybına (kan toplama sistemi, ameliyat sırasında, vb.) sahip olduğu belirlendi (p < 0,001). NASG grubu, NASG olmayanlara göre 193,3 ml daha fazla kan aldı (p=0,034) ve NASG grubu aynı zamanda 225,6 ml daha fazla sıvı tedavisi aldı (p=0,06). “İleri derecede kötü sonuçlar” olarak tanımlanan akut ciddi anne hastalığının ve ölümün istatistiksel olarak anlamlı olmayan % 84 daha az insidansı vardı. NASG hastaları arasında bir hastada (% 0,5) ileri derecede kötü sonuç mevcutken (böbrek yetmezliği), NASG olmayanlar arasında beş hasta (% 3,2) öldü veya akut ciddi anne hastalığı gelişti (odds oranı (OR): 0,15, % 95 güven aralığında (CI): 0,02–1,31)34. NASG olmayan hastalarla karşılaştırıldığında NASG grubundaki hastalara, muhtemelen çalışmaya girişteki daha kötü durumda olmalarından dolayı, daha fazla oranda cerrahi uygulanmıştı (% 49’a % 37,8, p < 0,03). En sık yapılan operasyonlar sezaryen ve salpenjektomiydi. Her iki grupta başvuruyu takiben hastanede hemen hemen aynı süreyi geçirdiler. NASG hastaları ortalama 2,0 ± 1,5 gün, NASG olmayanlar ortalama 1,9 ± 1,6 gün (p=0,50) hastanede kaldılar. Her iki grupta benzer dozlarda oksitosin kullanıldı. Atoni olanlarda ortalama toplam doz NASG olmayanlar için 30,7 ünite ve NASG’li hastalarda 32,0 üniteydi. Şiddetli kanama (> 1.500 ml) ile çalışmaya katılan kadınlardan oluşan alt grubun incelenmesi, frekansın çalışma grubuna göre farklı olmadığını ortaya koydu. NASG olmayanlarda % 26,9, NASG olanlarda % 31,4, p=0,36’ydı. Bununla birlikte toplama sistemindeki kan kaybı ortalama hacmi, NASG olmayanlara göre NASG grubu için % 66 daha azdı (278,1 ± 221,5 ml NASG, 818,1 ± 641,3 ml NASG olmayan, p < 0,001). Tüm hastalar arasında saptanan en büyük fark ortalama kan kaybıydı (çalışmaya girişte ciddi kanama ile birlikte olan veya

olmayan). İstatistiksel olarak anlamlı olmayan bir azalma ileri derecede kötü sonuç alınan durumlarda izlendi. NASG olmayanlarda böyle sonuçlar dört hastada (% 9,5) ve NASG olan hastalardan sadece birinde (% 4,6) meydana geldi (OR: 0,5, % 95 CI: 0,1–1,9). Üniversite hastanelerindeki hastalardan oluşan bu örnek çalışmadaki sonuçlar çok umut verici görünmektedir. NASG’li kadınlar daha fazla kan kaybetmiş olmasına ve şokun daha büyük belirtilerine sahip olmasına rağmen, ölçülen ortalama kan kaybının birincil sonuçları istatistiksel olarak anlamlı derecede azdı. İleri derecede kötü sonuçlardaki istatistiksel olarak anlamlı olmayan fark umut vericiydi. Fakat en önemlisi bu sonucun gerçek olup olmadığını göstermek için daha uzun sürede büyük örnek grubunda çalışmak gerekmektedir. Nijerya ve Meksika’daki NASG pilot çalışmaları Halen pilot çalışmalar Nijerya’da şehirlerde bulunan dört doğum hastanesinde ve Meksika’da kırsal CEOC tesislerine uzun nakil zamanı olan kırsal birincil sağlık kurumlarında (Unidades Medicales Rurales veya UMRs) devam etmektedir. Bu çalışmaların tasarımı ve kurgusu Mısır’daki çalışma ile benzemektedir. Tek fark Meksika’da nihai tedavi için kadınların getirildiği CEOC ve UMR’ler arasındaki uzun nakil sırasında kanı biriktirmek için önceden ölçülmüş erişkin bezleri kullanılmıştır. (CEOC’da kullanılan kan toplama sistemleri UMR’lerden nakil esnasında birçok araç değişimi nedeniyle yerinden ayrılma eğilimindedir). Kullanılan bezler CEOC tesislerinde tartıldı ve kan hacmi bezin ağırlığı dikkate alınarak hesaplandı. CEOC tesislerinde bezler kapalı uçlu plastik kan toplama sistemleri ile değiştirildi. Meksika’da NASG olmayan olguların sayısı 10’du, NASG’li olguların sayısı ise 27’ydi. Aşağıdaki olgu hikayesi kırsal Meksika toplumunda NASG uygulamasını göstermektedir. 25 yaşında, gravidası 2, paritesi 1 olan kadın, toplum sağlığı yönetimince NASG kullanarak nakil yapmayı öğrenmiş geleneksel doğum görevlisinin yardımı ile evde doğum yapmıştı. Kadın plasenta retansiyonundan kanadığı sırada geleneksel doğum görevlisi UMR’ye nakil düzenlemişti. İki saatlik yolculuğun sonunda UMR’ye ulaşıldığında hastanın 2.000 ml üzerinde kan kaybettiği tahmin

134


edilmekteydi ve nabzı 160’tı. NASG uygulandı ve kadın ambulans ile 2 saat mesafedeki CEOC tesisine nakledildi. Yolculuk sırasında kan kaybı 300 ml ölçüldü. Hastanede parenteral sıvı başlandı, plasenta elle çıkarıldı ve iki ünite kan transfüzyonu yapıldı. Hasta hemoglobin değeri 8 ile taburcu edildi. Meksika’daki toplumsal ortamın aksine, Nijerya çalışması şehirdeki CEOC hastanelerinde düzenlendi. NASG protokolü tanıtılmadan önce diğer pilot çalışmalarda olduğu gibi 3 ay veriler toplandı. Veriler bu çalışmada hala toplanmaktayken, ara analizde 27 NASG olmayan ve 63 NASG’li hasta incelendi. En sık konulan tanılar doğum öncesi ve doğum sonrası kanamaydı (ör. NASG olmayan gruptaki 12 kadına (% 44) karşı NASG grubunda 39 (% 65) kadın). Çalışmaya girişte tahmini kan kayıpları her iki grupta da benzerdi (1.258 ml’e karşı 1.487 ml), fakat NASG grubundaki kadınlarda şokun daha ciddi bulguları vardı. Ayrıca ortalama kan basıncı 91/55 mm Hg ile karşılaştırıldığında 53/23 mm Hg’ydı. NASG grubunda evre 3 veya 4 şok ile meydana gelme oranı da daha fazlaydı (% 85’e karşı % 22). Protokole uygun olarak kan kaybı ölçümleri Mısır çalışmasındaki kapalı uçlu kan toplama sistemleri kullanılarak yapıldı. Bununla birlikte bazı olgularda bu başarılamadı ve kan kaybı için görsel tahminler yapıldı. Bütün olgularda kan kaybı miktarı ve tahmin edilen miktar, başvurudaki ve daha sonraki hematokrit değerlerinden yararlanılarak dengelendi. Çalışmaya girdiği andan itibaren ölçülen ile tahmini kan kaybı arasındaki fark NASG olmayan grupta bir litreden fazlaydı (1.385 ml’ye karşı 257 ml). Nijerya çalışmasındaki ara analiz ciddi doğum sonu kanaması olan 33 kadının düzelmesi ile ilgiliydi35. Bu alt küme, Amerikan Cerrahlar Koleji’nin evre 3 veya 4 şoktaki 4 kıstasından üçünü karşılıyordu: > 1.500 ml kan kaybı, hematokrit < % 20, nabız > 120, kan basıncı < 80/50 mm Hg ve bilinç durumunda değişiklik. Resüsitasyon sırasında yaşamsal bulgular her 15 dakikada bir kaydedildi. Her zaman başarılamasa da, protokol 1.500 ml hızlı salin infüzyonunu takiben 60 mm Hg ortalama arteriyel basınca karşılık gelen, en az 80/50 mm Hg kan basıncına ulaşmak için ek salin öneriyordu. Otuziki kadın ciddi hastalık olmadan hayatta kaldı; bir kadın ise öldü. Otuziki hayatta kalan kadın arasında çalışma esnasında tahmini ortalama kan kaybı 1.471 ml’di ve ortalama hematokrit ise % 18,9’du. NASG

yerinde iken ortalama ölçülen ve tahmin edilen kan kaybı 220 ml’di. Ortalama transfüzyon hacmi 1.442 ml ve kaybedilen hematokrit % 23,8 idi. NASG’yi yerleştirdikten sonra 32 kadından 28’inde bir sonraki 15 dakikalık kayıtta yaşamsal bulgularında düzelme oldu. Resüsitasyon aralığı (NASG’nin yerleştirilmesinden > 60 mm Hg ortalama arteriyel basınca ulaşana kadarki zaman) 52 dakikaydı. Daha hızlı ven içi salin infüzyonu yapılan hastalar daha hızlı cevap verdi; > 1.000 ml/dk’dan infüzyon alanlar 24 dakikada düzelirken < 1.000 ml/dk’dan alanların düzelmesi 83 dakika sürdü. Birincil analiz: Nijerya ve Mısır’daki şiddetli kanamalar Mısır verileri ve Nijerya’da altı adet üçüncü basamak hastane verileri bileştirilerek ciddi kanaması (başvuruda tahmini kan kaybı > 1.000 ml, nabız > 120) olan bütün kadınlarda (n=263) yeni bir analiz yürütülmüştür. Müdahale öncesi standart bakım grubunda 104 ve standart bakım ile birlikte NASG uygulanmış grupta 159 kadın vardı. Müdahale öncesi ve NASG grupları arasında yaşa ve ülkeye göre fark yoktu. Çeşitli tanılar mevcuttu ve kanamanın önde gelen sebebi yaklaşık olarak %33’lük oranla atoniydi. Çalışmaya girişte hastaların durumları her iki grupta da istatistiksel olarak benzerdi. Tedavi sonrası kan toplama sistemindeki ortanca kan kaybı farkı istatistiksel olarak önemli derecede farklıydı. NASG grubundakiler % 64 daha az kaybetmişti (250 ml’ye karşı 700 ml (ortanca fark 490 ml, % 95 CI: 350–600 ml)). Ölüm oranında müdahale öncesi grup için n=7 (% 6,7)’e karşı NASG grubu için 3 (% 1,9) ve ciddi hastalıkta da n=5 (% 5,3)’e karşı 2 (% 1,3) önemli istatistiksel fark vardı. Bununla birlikte, kombine ileri derecede kötü sonuç değişkeni (ölüm ve akut ciddi anne hastalığının birleşimi) istatistiksel olarak önemli derecede farklıydı ve NASG grubunda ileri derecede kötü sonuçlar belirgin olarak daha az görüldü (RR=0,28, % 95 CI: 0,10–0,77). SONUÇLAR Bu pilot çalışmalardan elde edilen veriler umut vericidir. Pakistan verileri sadece tanımlayıcı olmasına rağmen gösterdi ki kadınlar kan transfüzyonu beklerken, kısıtlı ortamlarda uzun süre stabilize kalabilmektedir. Mısır çalışması doğuma bağlı nedenlerden kanaması olup hipovolemik

135


Tablo 1: Mısır’daki NASG pilot çalışmasından sonuçlar NASG olmayan (n: 156) Ortalama ± SD Kan toplayıcı örtülerle ölçülen 561,6 ± 447,4 ortalama kan kaybı (ml) (ortanca 500)

NASD (n: 204) Ortalama ± SD 303.5 ± 219,5 (ortanca 250)

p < 0,001a

Ameliyat sırasında ortalama kan kaybı (ml)c

394,1 ± 537,5

426.0 ± 641,2

0,748b

Tahmini diğer kan kayıpları (ml)c

196,3 ± 333

140.2 ± 221,3

0,209 b

Çalışmaya dahil olmadan meydana gelen kan kayıpları (ml) (kan toplama örtüleri, ameliyat sırasında, vb)

902,7 ± 696,5 (ortanca 700)

591.3 ± 532,0 (ortanca 450)

< 0.001a

Verilen kan miktarı (ml)d

963,2 ± 668,4

1156.5 ± 707,8

0,034b

Verilen sıvı miktarı (ml)

2035,5 ± 1190,6

2261.1 ± 1033,3

0,057b

Nadir olumsuz sonuçlar

5 kadın (% 3,2)

1 kadın (% 0,5)

OR 0,15, 95% CI 0.02–1.31

Seçilen değişken: NASG a: Eşit olmayan değişkenlerin karşılaştırılması için Mann-Whitney U testi kullanıldı. b: c ve d’deki hastalar için Student T testi kullanıldı. c: Ameliyat olan 159 kadın. Bunların 59’una NASG uygulanmadı, 100’üne NASG uygulandı. d: Kan transfüzyonu yapılan 248 kadın. Bunların 95’ine NASG uygulandı, 153’üne NASG uygulandı. şok semptomları gösteren kadınlardan sadece standart şok tedavisi alan ve buna ilave olarak NASG giydirilenler arasında ölçülen kan kaybında istatistiksel farklılık göstermekteydi. Meksika’daki veriler henüz başlangıç aşamasındaydı, fakat giysinin uygunsuz ortamlarda doğuran ve deneyimsiz kişiler tarafından yeterince tedavi edilemeyip kanayan kadınlarda stabilizasyon ve nakil için faydalarını göstermekteydi. Nijerya’daki ilk veriler son çare olarak getirilen ve ağır derecede şoku bulunan kadınlar için kullanımının umut verici olduğunu göstermektedir. Şu anda sadece bu pilot çalışmalar ve tanımlayıcı olgu serileri ile obstetrik kanama ve hipovolemik şokta NASG’nin kullanımının kesin kanıtı mevcut değildir. NASG’nin kan kaybını azaltması ve şoktaki hastanın resüsitasyonunu kolaylaştırması dışında anne ölümü ve ciddi hastalığını azalttığını göstermek için güçlü deneysel tasarım ile daha geniş gruplarda çalışma gerekmektedir. NASG hafif, tekrar kullanılabilir, oldukça ucuz ve sağlık hizmetlerinin en alt seviyesinde bile uygulanabilir. Klinik çalışmalarda veya çoklu yarı deneysel çalışmalarda güçlü kanıtlar ile etkili bulunursa doğuma bağlı kanama ve hipovolemik şoktan kaynaklanan anne ölümü ve morbiditeyi azaltmada büyük katkı sağlama potansiyeline sahiptir36.

Kaynaklar 1. Hensleigh PA. Anti-shock garment provides resuscitation and haemostasis for obstetric haemorrhage. Br J Obstet Gynaecol 2002;109: 1377–84 2. Tsu VD, Langer A, Aldrich T. Postpartum hemorrhage in developing countries: is the public health community using the right tools? Int J Gynaecol Obstet 2004;85(Suppl 1):S42–51 3. McSwain NE Jr. Pneumatic anti-shock garment: state of the art 1988. Ann Emerg Med 1988;17: 506–25 4. McSwain NE. PASG in the 90’s. Emergency 1994;26:28–33 5. Pearse CS, Magrina JF, Finley BE. Use of MAST suit in obstetrics and gynecology. Obstet Gynecol Surv 1984;39:416–22 6. Pelligra R, Sandberg EC. Control of intractable abdominal bleeding by external counterpressure. JAMA 1979;241:708–13 7. Andrae B, Eriksson LG, Skoog G. Antishock trousers (MAST) and transcatheter embolization in the management of massive obstetrics hemorrhage. A report of two cases. Acta Obstet Gynecol Scand 1999;78:740–1 8. American College of Obstetricians and 136


Gynecologists. Educational Bulletin #243 1998 9. McSwain MJ, McSwain NE. Pneumatic antishock garment: state of the art at the turn of the century. Trauma 2000;2:63–75 10. Civetta JM, Nussenfeld ST, Nagel EL, Kaplan BH, Rowe TR, Pettijohn F. Reversal of pretreatment hypotension and control of hemorrhage in trauma patients by a simple device. Am Surg 1977;43:20–9 11. Ali J, Duke K. Pneumatic antishock garment decreases hemorrhage and mortality from splenic injury. Can J Surg 1991;34:496–501 12. Gardner WJ. Hemostasis by pneumatic compression. Am Surg 1969;35:635–7 13. Bickell WH, Pepe PE, Bailey ML, Wyatt CH, Mattox KL. Randomized trial of pneumatic antishock garments in the prehospital management of penetrating abdominal injuries. Ann Emerg Med 1987;16:653–8 14. Mattox KL, Bickell W, Pepe PE, Burch J, Feliciano D. Prospective MAST study in 911 patients. J Trauma 1989;29:1104–11; discussion 1111–12 15. Chang FC, Harrison PB, Beech RR, Helmer SD. PASG: does it help in the management of traumatic shock? J Trauma 1995;39:453–6 16. Schwab CW, Gore D. MAST: medical antishock trousers. Surg Annu 1983;15:41–59 17. Johnson M, Bruce, D., Gilbertson, J., Murkowski, F. Alaska EMS Goals: A Guide for Developing Alaska’s Emergency Medical Services System. Juneau: Alaska Department of Health and Social Services – Section of Community Health & Emergency Medical Services, 2003 18. Stoy W. Mosby’s Emt-Basic Textbook. CV Mosby, 1995 19. Domeier RM, O’Connor RE, Delbridge TR, Hunt RC. Use of the pneumatic anti-shock garment (PASG). National Association of EMS Physicians. Prehosp Emerg Care 1997;1:32–5 20. Quinot J, Cantais E, Kaiser E. Le pantalon antichoc: A-ti-il reelement une place dans le traitement du choc? Medecine d’urgence 2001: 119–126 21. Haggerty J. Anti shock garment. In National Aeronautical Space Administration, Office of Space Access and Technology, Commercial Development and Technology Transfer Division, 1996 22. Pelligra R. Non-pneumatic antishock garment use. Emergency 1994;26:53–6 23. Brees C, Hensleigh PA, Miller S, Pelligra R. A non-inflatable anti-shock garment for obstetric hemorrhage. Int J Gynaecol Obstet 2004;87:119– 24 24. Miller S, Lester F, Hensleigh P. Preven-

tion and treatment of postpartum hemorrhage: new advances for low-resource settings. J Midwifery Womens Health 2004;49:283–92 25. American College of Surgeons. Advanced Trauma Life Support Manual. Chicago: American College of Surgeons, 1992 26. Harbrecht BG, Alarcon LH, Peitzman AB. Management of shock. In Moore EE, Feliciano DV, Mattox KL, eds. Trauma, 5th edn. New York: McGraw-Hill Med Publ Div, 2004:220–5 27. Pepe PE, Eckstein M. Reappraising the prehospital care of the patient with major trauma. Emerg Med Clin N Am 1998;16:1–15 28. Jacobs LM. Timing of fluid resuscitation in trauma. N Engl J Med 1994;331:1153–4 29. Capone AC, Safar P, Stezoski W, Tisherman S, Peitzman AB. Improved outcome with fluid restriction in treatment of uncontrolled hemorrhagic shock. J Am Coll Surg 1995;180:49–56 30. Soucy DM, Rude M, Hsia WC, Hagedorn FN, Illner H, Shires GT. The effects of varying fluid volume and rate of resuscitation during uncontrolled hemorrhage. J Trauma 1999;46: 209–15 31. Patel A, Goudar SS, Geller SE, et al. Drape estimation vs. visual assessment for estimating postpartum hemorrhage. Int J Gynecol Obstet 2006;93:220–4 32. Bickell WH, Wall MJ Jr, Pepe PE, et al. Immediate versus delayed fluid resuscitation for hypotensive patients with penetrating torso injuries. N Engl J Med 1994;331:1105–9 33. Pope A, French G, Longnecker D. Fluid resuscitation. State of the science for treating combat casualties and civilian injuries. Washington, DC: National Academy Press, 1999 34. Miller S, Hamza S, Bray E, et al. First aid for obstetrical hemorrhage: the pilot study of the non-pneumatic anti-shock garment (NASG) in Egypt. Br J Obstet Gynaecol 2005;113:424–9 35. Hensleigh P, Miller S, Ojengbede O, et al. Non-pneumatic anti shock garment resuscitation with post partum hemorrhage. Presented at Society of Gynaecology and Obstetrics of Nigeria (SOGON) Annual Conference, November 22–25, 2005, Ibadan, Nigeria 36. Miller S, Turan JM, Ojengbede, A, et al. The pilot study of the non-pneumatic anti-shock garment (NASG) in women with severe obstetric hemorrhage: combined results from Egypt and Nigeria. Proceedings of the International Congress on Evidence Based Interventions to Prevent Post Partum Hemorrhage: Translating Research into Practice. July 12–15, 2006, Goa, India

137


Bölüm 15 ÖZEL KOŞULLAR: KAN TRANSFÜZYONUNU REDDEDEN VE/VEYA ONAY VEREN YAHOVA ŞAHİTLERİ J. C. W. Marsh, M. O. Elebute, D. H. Bevan İ. H. Kalelioğlu, C. Yaşa

YAHOVA ŞAHİTLERİ TOPLULUĞU

depolama sırasında kanın kişiden ayrılması nedeniyle birçok kişi tarafından Yahova Şahitliği’ne uygun bulunmamaktadır. Ancak karşıt olarak albümin, immünglobülin, pıhtılaşma faktörleri ve hemoglobin temelli oksijen taşıyıcıları gibi kan hücreleri veya plazma fraksiyonlarının kullanımı kişisel seçime bırakılmıştır. Bu durum her YŞ olan hastanın kendisi için neyin uygun olup nelerin uygun olmadığı konusunda aydınlatılmaları gerekliliğinin altını çizmektedir. Ancak kişisel seçimleri dışında tüm YŞ kristaloitleri, sentetik kolloitleri (dekstran) ve jelatinleri (gelofusin) kabul etmektedirler.

Yahova Şahitleri (YŞ) dini bir organizasyon olan Watch Tower Bible ve Tract topluluğuna bağlıdır. Birleşik Krallık’ta sayıları 145.000 iken dünya üzerinede yaklaşık 6 milyon üyesi bulunmaktadır1. Avustralya’da ise 2001 nüfus sayımında YŞ 81.000 kişi ile nüfusun % 0,4’lük kısmı oluşturmuştur2. YŞ kanın bileşenleri ile transfüzyonu reddetmekte ve ölmeyi transfüzyona tercih etmektedirler. 2000 yılına kadar bağlı oldukları kilise herhangi bir yasaklı kan ürünü ile transfüzyon alan kişilerin üyeliklerine son verileceğini duyurmuştu. Ayrıca bu kişiler kilise üyeleri ve onların aileleri tarafından sosyal izolasyona maruz bırakılmaktaydı. 2000 yılında ise kilise tarafından reddedilme yerini kişinin kendi öz iradesi ile birlikten ayrılmaya bıraktı. Her ne kadar YŞ’inin transfüzyon politikasındaki bu değişim bir rahatlama gibi görünse de, YŞ birliği hiçbir üyelerinin birlikten uzaklaşmak istemeyeceğini düşünüyordu3. Pratik olarak bu değişim bazı YŞ’nin belirli tıbbi sınırlar içerisinde ve belirli koşullarda transfüzyonu kabul edebileceği anlamına gelmekteydi. İngiltere yasalarına göre her aklı başında yetişkinin transfüzyonu reddetme konusunda kesin bir hakkı vardır. Okuyucular etik anlamda daha önceki yayımlanan çalışmalara yönlendirilirken, erişkin YŞ’nde onam konusu bu derlemede daha ilerde yer alacaktır. YŞ’nin çocuklarının transfüzyon konusu ise bu derlemede tartışılmadı. Bu konuda okuyucular İngiltere ve İrlanda Anestezi Birliği (2005) ve Kraliyet Cerrahi Koleji’nin pratik kodları (2002) kılavuzlarına dayanan transfüzyon esaslarına dayanan yeni özetlere yönlendirilmektedir4–7.

1980’lerin ortalarında kan ürünleri yerine kullanılabilecek ürünlerle ilgili yoğun bir ilgi oluştu8. Bunlar sığır kanı, rekombinant teknoloji ya da günü geçmiş insan kanından elde edilen ya perflorokarbon ya da hemoglobin temelli oksijen taşıyıcıları idi. Anektodal raporlar bu ürünlerin YŞ olan hastalarda kullanıldığını göstermektedir9,10. Ancak bu ürünlerin kullanımı bile tüm hastalar tarafından kabul görmemiş ve kullanım kişinin vicdanına bırakılmıştır. Günümüzde şaşırtıcı bir şekilde bu ürünlerin hem yetersiz güvenlik profilleri, hem de yetersiz etkinlikleri nedeniyle çok azı klinik olarak hala denenmekte ve ayrıca hiçbir ürün ABD, Avrupa ve Kanada’da lisanslı olarak kullanılmamaktadır11,12. Benzer şekilde trombosit yerine kullanımda değerlendirilen ürünler de klinik kullanıma hazır hale gelmemiştir. YŞ hastaları farklılaştırılmış trombosit, infüzyon için hazırlanmış trombosit zarları, fibrinojen kaplı albümin mikroküreleri veya yarı yapay trombosit yerine kullanılan ürünleri kullanmışlardır. Bu ürünlerin kan ürünlerinden elde edilmiş olması da YŞ hastalarda kullanımlarını zorlaştırmaktadır.

YAHOVA ŞAHİTLERİNİN KABUL EDEBİLECEĞİ KAN ÜRÜNLERİ

Granülosit koloni uyarıcı faktör (GCSF) gibi rekombinant ürünlerin nötropeni tedavisinde, otolog transfüzyonda periferik kan kök hücrelerinin mobilizasyonunda ve allojenik transplantasyonlarda kullanımı birçok YŞ tarafından kabul görmektedir.

YŞ birliği kanın bileşenleri ile transfüzyonun mutlak reddini talep eder. Bu bileşenler kırmızı ve beyaz kan hücreleri, trombositler ve plazmalardır. Otolog kan toplanması ve tekrar infüzyon için saklanması

138


Eritropoetin (rHuEPO) birçok hastada kullanılmakta, ancak bazı hastalar epoetin-beta (NeoRecormon) preparatını içerisinde albümin kalıntısı bulundurduğundan kabul etmemektedir. Buna karşın Epoetin-alfa albümin içermediğinden kabul edilmektedir. Eritropoeziz uyarıcı materyallerden darbepoietin-alfa rHuEPO’dan farklı olarak ek iki karbonhidrat yan zinciri ve ilave siyalik asit içerdiğinden daha uzun yarı ömürlü olup in vivo olarak daha aktiftir13. RHuEPO’nun YŞ hastalarda kullanımı daha detaylı olarak anlatılacaktır. Hemofili Ave B’nin tedavisinde kullanılan rekombinant faktör VIII ve IX’un kullanımda olması ve von Willebrand hastalığında desmopressinin kullanımı YŞ olan hastalarda tedaviye izin vermektedir. Rekombinant pıhtılaşma faktörünün VIIa (rFVIIa; Eptacog-alfa; Novoseven: Novo-Nordisk), doğuştan veya inhibitör mekanizmalarla olan trombosit fonksiyon bozukluğu sonucunda meydana gelen hemofili tedavisinde kullanımı ruhsatlandırılmıştır14,15. Bu ilaç lisansı dışında ayrıca hemofilik olmayan hastalardaki hayatı tehdit eden kanamalarda da kullanılabilir16. Ciddi trombosit eksikliği olanlarda eğer trombositopeni üretim bozukluğuna bağlıysa (lösemi ve diğer kemik iliği yetersizlikleri) rFVIIa kullanımı başarısız olacaktır; çünkü FVIIa’nın etkili olabilmesi için trombosit yüzeyi ile temasa ihtiyaç duymaktadır. Ayrıca otoimmün trombositopenilerde, trombositler daha genç ve daha çok zar yüzeyine sahip olduğundan düşük sayılarına rağmen rFVIIa’ya daha iyi yanıt verirler. Bu arada rFVIIa’nın maliyetinin yüksek olması, kullanımının etik açıdan uygun olup olmadığı konusunda tartışma yaratmaktadır. Şu anda Birleşik Krallık’ta tek doz uygulama yaklaşık 3.600 sterline mal olmaktadır. YŞ toplumdaki idiyopatik trombositopenik purpura17 ve siroza18 bağlı pıhtılaşma bozukluklarında, hayatı tehdit edici kanamalarda başarılı kullanıma bağlı olgu sunumu şeklinde yayınlar bulunmaktadır. Yukarıda bahsi geçen kan bileşenleri ve ürünlerine ek olarak YŞ hastalarda akut normovolemik hemodilüsyon, ameliyat sırasında ve sonrasında hücre kurtarılması teknikleri, hemodiyaliz ve bypass’ta kullanılan kan dışı sıvılar bireysel seçime göre kabul görmektedir19,20. Akut normovolemik hemodilüsyonda operasyon başlangıcında hastadan kan alınıp, kristaloit veya

kolloit solüsyonlarla tedavi edildikten sonra cerrahinin sonlarında alınan ve hasta ile doğrudan temasta tutulan kan tekrar hastaya verilir. Ameliyat sırasında hücre kurtarımı çoğunlukla kabul edilebilir görülürken, cerrahi drenlerden ameliyat sonrası olarak kan toplanması pek kabul görmemektedir. Malign hücrelerin, bakteri ve amniyotik sıvının bulaşması göreceli kontrindikasyonlardır. Ameliyat sırasında hücre kurtarılmasının YŞ’nde kullanımı plasenta previalı bir olguda rapor edilmiştir21. Sezaryen sırasında yapılan bu teknikle 174 kadında herhangi bir amniyotik sıvı embolisi gözlenmemesine karşın, nadir olan bu komplikasyon açısından (1/8.000–80.000) riskin belirlenmesi için daha çok sayıda hastaya ihtiyaç bulunmaktadır. Ancak her şeye rağmen hayatı tehdit edici kanaması bulunan YŞ hastalarda bu manevra yine de akılda tutulmalıdır. Organ nakli YŞ’lerinde kabul görebilir. Otolog kan bağışı YŞ’nde kabul görmese de otolog ve allojenik kök hücre transplantasyonlarına ait kayıtlar mevcuttur. Ayrıca YŞ hastalarda karaciğer ve pankreas nakilleri de bildirilmiştir22,23. YAHOVA ŞAHİDİ HASTALARDA KAN VERİLMEMESİNİN ETKİLERİ Obsterik dışı hastalarda ABD’de 1981 ve 1984 yılları arasında çok merkezli 300 YŞ hastanın bulunduğu bir seride operasyon geçirmiş ve ameliyat sonrası hemoglobin (Hb) değeri 8gr/dl’in altında olan hastalarda ölüm ve hemoglobin değerleri arasında ters orantı bulunduğu görülmüştür. Hb değeri 5–6 g/dl’in altına düştüğünde ölüm riskinde keskin bir yükseliş saptanmıştır24. Hb değeri 7,1–8 gr/dl arasında olan 99 hastada hiç ölüm gözlenmezken Hb değeri 6,1–7 gr/dl arasında olan hastalarda ölüm oranı % 8,9’a, Hb değeri 1,12gr/dl olduğunda mortalite % 100’e çıkmaktadır. Ameliyat sonrası dönemde Hb değerindeki her bir gramlık düşüş ölüm oranlarında 2,5 katlık artışa neden olmaktadır. Bu çalışma doğum sonu kanama vakalarında yapılmamış olmasına rağmen, düşük Hb düzeylerinde ölüm ve ciddi hastalık riskinde çok ciddi yükselmeler görülmüştür. Yoğun bakım ünitesinde 1999–2003 yılları arasında 21 YŞ hasta, YŞ olmayanlarla karşılaştırıldığında APACHE II skorları, APACHE II ölüm riski ve yoğun bakımda kalış süreleri benzer olsa da ölüm

139


YŞ hastalarda yüksek olarak seyretmiştir. Alakalı olarak bu hastaların 3 tanesi doğum sonu kanama nedeniyle izlenmiş, bir tanesi ise ölmüştür. Bu hastaların yarıdan fazlası rHuEPO almamaktaydı. Bu çalışma yetkililer tarafından yorumlanırken, bu durumun sadece hastanın kan ürünlerinin reddi ile ilgili olmayıp ayrıca YŞ hastaların tedavisinde resmi protokoller bulunmaması ve rHuEPO kullanımının sadece doktorların bireysel seçiminden ibaret olmasıyla ilgili olduğunu belirtmişlerdir. Bu çalışmada da önceki çalışma ile aynı olarak Hb değeri 2 gr/dl’in altında olan hiçbir YŞ yaşamını devam ettirememiştir.

yılları arasında 332 YŞ kadının yaptığı 391 doğum rapor edilmiştir29. Hematokrit değeri 28. haftada % 36’dan daha az olan hastalara rHuEPo önerilmiş, ancak çoğu hasta bu preparat albümin içerdiğinden tedaviyi kabul etmemiştir. Obstetrik kanama hastaların 24’ünde (% 6) meydana gelirken, bu hastaların 2’si ölmüştür. Ölüm oranı 100.000 canlı doğumda 521 iken bu oran aynı dönemdeki genel ortalamanın 44 katıdır. Doğum sonu kanama nedeniyle yaşamını yitiren 2 hastaya ek olarak şiddetli doğum sonu kanaması olan üçüncü hasta doğumdan önce tüm kan ürünlerini almayı kabul edip, hayatta kalabilmiştir.

Yapılan tek merkezli bir çalışmada, beyin cerrahisi servisinde ameliyat olan 85 YŞ hastanın daha uzun süre hastanede kaldığı ve operasyon sürelerinin daha uzun olduğu izlenmiştir. Diğer taraftan ameliyat sırasında kan kaybının daha az olduğu kaydedilmiştir25. Yetkililer daha uzun operasyon sürelerinin daha dikkatli ve yavaş cerrahi ile ilgili olabileceğini düşünmüşlerdir. Hücre kurtarılması tekniği hastaların % 47’sinde kullanılırken, YŞ olmayan hastalarda bu oran % 4 olarak izlenmiştir. Bu hastalarda rHuEPO kullanımından söz edilmemiştir. Benzer sonuçlar potansiyel olarak daha kanamalı olacağı düşünülen hemorajik spinal veya kraniyal prosedürlerde de verilmektedir.

Tüm geleneksel yöntemlere cevapsız kalan peripartum kanamalarda rFVIIa’nın lisanssız kullanımı bazı rapor edilen vakalarda etkili bulunmuştur. Rapor edilen hastalar içerisinde daha önce rFVIIa’nın göreceli kontrindikasyonları içerisinde kabul edilen yaygın damar içi pıhtılaşma bozukluğu, eklampsi ve HELLP sendromlu hastalar da bulunmaktadır. YŞ hastalarda doğum sırasındaki kanamalarda rFVIIa’nın kullanımı özel olarak vurgulanmasa da, rekombinant teknoloji ile üretilmiş ve kan ürünü olmayan bu hemostatik ajanın hayatı veya fonksiyonu tehdit edici kanamalarda kullanımı ciddi şekilde düşünülmelidir. Önerilen dozu damar içine bolus olarak halinde 90–100 µgram/kg’dır. Obstetrik kanamada rFVIIa kullanımı bu kitapta ayrı bölümlerde ayrıca daha detaylı anlatılacaktır.

Lösemi gibi hematolojik bozuklukların tedavisinde eritrosit ve trombosit transfüzyonları hem lösemi ile ilişkili kemik iliği yetersizliği, hem de kemoterapi nedeniyle oluşabilecek sitopeniler için kritik önem taşıdığından YŞ hastalarda ciddi problemler oluşmaktadır4,26. Çoğu akut myeloid lösemi hastasında gözlendiği gibi değiştirilmiş ve daha az anemi, diğer bir değişle kanamaya bağlı ölüm riski, oluşturabilecek kemoterapi rejimlerinde tam iyileşme sağlanamamakta ya da erken nüksler izlenmektedir. Bu koşuldaki tek istisna akut promyelositik lösemidir. Bu hastalıkta all-trans retinoik asit (ATRA) ve arsenik trioksid kullanımı ciddi kemik iliği baskılanması yapmadan iyileşmeyi sağlamaktadır27,28. Akut lenfoid lösemilerin tedavisinde kullanılan ilaçlar, akut myeloid lösemi tedavisinde kullanılan ilaçlara göre kemik iliğini daha az baskıladığından YŞ hastalarında daha başarılı olmaktadır. Obstetrik hastalar New York Mount Sinai Hastanesi’nde 1988–1999

Yayınlanmış olgu sunumları obstetrik YŞ hastalarda ileri tartışmalara gerek olmadığını göstermektedir. Kalu ve ark.’nın üçüz gebeliğe sahip bir YŞ bir kadınla ilgili yaptıkları olgu sunumunda doğum öncesi dönemde proflaktik olarak 28. haftadan itibaren rHuEPO kullanımına (600 IU/kg, ven içine, 2 hafta aralıklarla toplam 3 doz) ek olarak demir desteği vererek Hb değerini 11,1 gr/dl’den, 13,2 gr/ dl’e yükseltmişlerdir30. Hasta sorunsuz bir elektif sezaryen geçirmiş, operasyon sırasında yaklaşık 500 ml kanamış ve ameliyat sonrası 2. gününde Hb değeri 12,2 gr/dl olarak bulunmuştur. Yetkililer gebelikte rHuEPO kullanımına dair güvenli kullanım, gebelikte en uygun dozların, hedef Hb düzeylerinin ve demir alım yollarının belirlenmesi için ileri çalışmalar gerektiğinin altını çizmektedir. Desouza ve arkadaşlarını bir YŞ olan gebede doğum öncesi dönemde 29. haftadan itibaren haftada 2 kez rHuEPO kullanarak Hb değerinin 6 hafta sonunda 10,9 gr/dl’den, 13,3 gr/dl’e çıktığını göstermişlerdir.

140


34. haftada doğum öncesi kanama nedeniyle sezaryene alınan hastada ameliyat sırasında hücre kurtarılması yapılmıştır. Teorik olarak amniyotik sıvı embolisi riski olsa da, annenin ameliyat sonrası Hb değerinin 12,0 gr/dl olduğu ve ameliyat sonrası iyileşme döneminin sorunsuz geçtiği bildirilmiştir. Gebeliğe olan kanıtlanmış bir zararı olmadığından gebelikte rHuEPO kullanımı kontrindike değildir. Ek olarak anne sütüne geçmesi ve emzirilen yenidoğanda eritropoezi uyarması avantaj sağlamaktadır31. ABD’deki bir olgu sunumunda 31. gebelik haftasında ablasyo plasenta olup, fetusun da öldüğü bir kadın vajinal doğum yapmıştır. Doğum sonrasında yaygın damar içi pıhtılaşma bozukluğu gelişmiş hasta bir YŞ’dir32. Hastanın Hb değeri ilerleyen süreçte 11,8 gr/dl’den 2,9gr/dl’e kadar gerilemiş, hasta rHuEPO ve polimerize hemoglobin çözeltisi (PolyHeme) almayı kabul etmiştir. Daha sonraki takiplerinde Hb değeri 4,5 gr/dl’e yükselmiş ve klinik durumu düzelmiştir. Eritrosit yerine kullanılacak preparatların klinik kullanımıyla ilgili problemlere daha önce değinilmişti.

Yahova Şahidi hastalarda elektif cerrahide onam protokolü Erken uyarı sistemi YŞ ameliyatı konusundaki özelleşmiş takım, YŞ olan bir hastanın elektif operasyondan önce haberdar edilmeli ve operasyondan en az 2 hafta (10 iş günü) önce iletişim sağlanmalıdır. Planlanan cerrahiye 2 haftadan daha az süre kalmışsa operasyon iptal edilebilir.

ELEKTİF CERRAHİNİN YÖNETİMİ

Yahova Şahidi için özel takım Bu takım konsültan cerrah, konsültan anestezist (ana katılımcılar) ve konsültan hematolog veya transfüzyon uzmanı hemşire (yardımcı katılımcılar) tarafından oluşturulmaktadır. Konsültan anestezist YŞ hastanın inançları ve isteklerini yönetme konusunda kendini hazırlamalıdır. Her üç konsültanın da yeterli vakti olmalı ve ideal olarak eş zamanlı görüşebilecek bir ameliyat öncesi toplantı ayarlanmalıdır. Bu toplantı daha sonra hastaya göre tekrar düzenlenir. Eğer bu buluşma cerrahiden üç iş günü önce yapılmazsa veya ana katılımcılar (hasta dahil) toplantıya katılmazsa cerrahi ertelenmelidir.

Onam ve planlama YŞ hastaların elektif operasyonlarının yönetimi, genel popülasyonda gelişen kansız cerrahi fikrinin gelişmesiyle kolaylaşmıştır19,20. Akut normovolemik hemodilüsyon, ameliyat sırasında hücre kurtarılması, ameliyat öncesinde rHuEPO kullanılması ve antifibrinolitik ajanlar (aprotonin ve traneksamik asit) gibi önemli pratik manevralar ve dikkatli cerrahi ile kan kaybı önemli bir miktarda önlenebilir. YŞ hastalarda en önemlisi ameliyattan önce tahmin edilemeyen herhangi bir hayatı tehdit eden kanamanın yönetimidir. Herhangi bir elektif cerrahiden önce hasta ile operasyona girecek ekipten bir anestezist, bir cerrahın ve hematoloji ekibinden birinin eşlik ettiği resmi planlama toplantısı yapılmalıdır. Hematoloji ekibinden katılımcı konsültan hematolog veya transfüzyon uzmanı bir hemşire olabilir. Bu toplantının ana amaçları hastanın kanama riskleri ile ilgili bilgilendirildiğinden emin olunması, hastanın bireysel olarak hangi kan ürünlerine veya manevralara izin verdiği öğrenilmesi ve mutlaka onam alınmasıdır. Aşağıda bahsi geçen şu anda St. George Hastanesi’nde kullanılan protokol (St. George Hastanesi Protokolü, Londra 2006) olup, daha önce yayınlanan protokollerin yenilenmiş halidir4.

Operasyon öncesi buluşmanın yapısı Yapı esnek olabilmekle beraber sıradakileri içermelidir: Hastaya toplantının onu korkutma veya baskı altına alma şeklinde olmayacağı, hastanın inançları ve istekleri doğrultusunda bir cerrahi planlaması için yapıldığı konusunda güven verilmelidir. Hastanın mutlaka YŞ transfüzyon komitesinden yazılı bir öneri alıp almadığı ve komite ile görüş ayrılığı bulunup bulunmadığı sorgulanmalıdır. Toplantı normal şartlar altında en fazla 45 dakika olacak şekilde ayarlanmalı, her soru, cevap ve yorum mutlaka kayıt altına alınmalıdır. Cerrah önerilen operasyonu anlatırken kanama sırasında oluşabilecek olası komplikasyonları ve hastaya her cerrahi işlemde kanama riski olabileceği açıklanmalıdır. Hastaya yapılan bu açıklama ve açıklamanın anlaşıldığı da belgelenmelidir. Anestezist transfüzyondan kaçınmak için yapılacak işlemleri ve teknikleri anlatmalıdır. Hastaların bu işlemler için onamı alınmalı ve bu onam kayıt altına alınmalıdır. Anestezist hastanın bilincinin kapalı olduğu, iletişim kurulamadığı veya kan kaybından ölebileceği durumlarda hangi müdahalelere izin verip hangilerine vermeyeceğini sorgulamalı ve bunları da belgelemelidir. Hematolog (veya transfüzyon uzmanı hemşire)

141


hastaya kanama sırasında kullanılacak tedavi edici ajanların hangilerini kabul ettiğini sorgulamalıdır. Bu aşamada YŞ transfüzyon komitesinin yazılı ya da sözel önerilerinin yardımı olabilir. Bu sorgulamadaki yanıtlar mutlaka kayıt altına alınmalıdır. Klinik olarak uygun ve zamanlama da iyiyse hematolog rHuEPO kullanılarak ameliyat öncesinde Hb yükseltilmesini açıklamalıdır. Eğer hasta bu tedaviyi kabul ederse klinik değerlendirme ve tedavi hematoloji kliniğinde düzenlenmelidir. Tartışmaların sonunda hasta ve yakınlarının soruları, çekinceleri konusunda fikirleri alınmalıdır. Bu konuda YŞ takımı, hasta ile anlaşılan olasılıklar dahilinde operasyona gitme veya gitmeme kararı vermeli ve bu kararlar da belgelenmelidir. Eğer hasta daha ileri bir istekte bulunduysa bu da okunmalı ve notlar arasında yer verilmelidir. Nadiren protokoller tüm beklentileri karşılamakta yetersiz kalabilir. Bu durumda transfüzyon uzmanı hemşire veya hematolog ile hasta, cerrah ve anestezist ile ayrı ayrı görüşmelidir. Her iki konsültasyon da tek kontrol listesi ile kayıt altına alınmalıdır. Çoğu zaman YŞ hasta, YŞ olan bir yakını veya ilgili bir kişi refakati konusunda ısrarcı olmaktadırlar. Bu durumda hastanın kendi kararını almakta yakınlarının baskısı olup, olmadığını anlamak güçleşmektedir. Her ne kadar İngiltere ve İrlanda Anestezistler Birliği’nin 20056 yılındaki protokolünde bu durum “hasta ile mutlaka aile üyeleri veya cemaatten birileri yanında olmaksızın görüşme fırsatı yaratılmalıdır” maddesi olsa da, hasta görüşmede yalnız olmama konusunda ısrar edebilir. Hastaya özel görüşme teklifi mutlaka yapılmalı, ancak hasta bunu reddederse hastanın sözlü ve yazılı onamı alınarak isteği kabul edilmelidir. Preoperatif değerlendirme Hasta mutlaka hematolog tarafından kanama atakları, hipertansiyon, önceden var olan anemi gibi tıbbi özgeçmişi ve kanamayı arttırabilecek aspirin, varfarin, NSAIS kullanımı konusunda değerlendirilmelidir. İnfeksiyon, inflamasyon ve kanser varlığında rHuEPO cevabının daha az olacağı önceden öngörülmelidir. Anemi konusunda herhangi bir bulgu mutlaka araştırılmalı ve uygun şekilde tedavi edilmelidir. Tam kan sayımı, pıhtılaşma fonksiyon testleri, vitamin B12 seviyesi, folat, ferritin, kan üresi ve kreatinin seviyesi, kan elektrolit düzeyleri ve karaciğer fonksiyon testlerinin

yapılması önerilmektedir. Diğer pratik noktalar Ameliyat sonrası dönemdeki kan kaybını azaltmak için kan örneklemelerinin hacmi ve sıklığı belirlenmelidir. Çocuklarda kullanılan tüpler önerilmektedir. Oral alım azaldığında ya da mümkün olmadığında ameliyat sonrası folik asit kullanılabilir. Ameliyat sonrası kanama varlığında demir desteği sağlanabilir. Eğer hasta enteral demir preparatı alamıyorsa veya eritropoetin kullanılmaya başlandıysa demir sükroz (Venofer) formunda ven içine demir güvenle verilebilir. Ameliyat öncesinde hastalarda ve diyaliz hastalarında rHuEPO ile birlikte ven içine demir kullanımının, oral demir kullanımından daha etkili olduğunu gösteren bazı kanıtlar vardır33,34. Fakat bazı merkezler oral demir desteğini öncelikle kullanır ve oral demire tedavisine yanıt alınamazsa parenteral demir kullanımına geçerler. Eritropoetin (rHuEPO) uygulanması: Rastgele gruplanarak yapılmış bir çalışma, kritik hastalara rHuEPO uygulandığında Hb düzeyinin belirgin oranda yükseldi ğini ve kan transfüzyon ihtiyacının azaldığını belirtmiştir. Fakat rHuEPO uygulamasının klinik sonuç ya da ölüm üzerinde bir etkisi gösterilememiştir35. rHuEPO otolog kan nakli yapılan bireylerde Hb düzeylerini yükseltmekte etkilidir ve bu yöntem YŞ hastaları için kabul edilebilir bir yöntem değildir. Yine de bazıları ameliyat öncesi ve sonrası dönemde ya da doğum öncesi ve sonrası dönemde kullanıma izin vermektedirler. Kronik böbrek yetersizliği olan hastalarla karşılaştırıldığında yüksek rHuEPO dozlarına ihtiyaç vardır. Hali hazırda kullanılan ve Birleşik Krallık’ta lisanslı Epoetin-alfa (Eprex) dozu 600 U/kg/hafta; 3 hafta boyunca ve operasyon günü uygulanmasıdır. Alternatif bir rejim 15 gün boyunca 300 U/kg verir ve operasyondan 10 gün önce başlar. Operasyon iptal edilirse, Hb düzeylerinde düşüş yaşanmaması için rHuEPO devam edilir. Hayatı tehdit edici kanaması olan bilincini kaybetmiş erişkin Yahova Şahidi hastalarının yönetimi YŞ hastalarına müdahale edilirken karşılaşılan en zor durum yoğun bakımda ya da acil servislerde bilinci kapalı ve kanamadan dolayı ölebilecek riske sahip hastalarla karşı karşıya kalındığında hasta yakınlarının hastanın YŞ olduğunu ve masif

142


kanmadan ölseler dahi transfüzyonu istemediklerini belirtmeleridir. Bir Kanada vakasında bilinci yerinde olmayan YŞ hastada kan transfüzyonu yapıldığında bu suçlamada doktorun sorumlu olduğunu bildirirken, bir İngiliz vakasında ise hastanın transfüzyonu reddinin kuşkuya açık olduğu ve eş dinliler tarafından hastanın etkilenebileceği bildirilmiştir. Şunların kesin olması gereklidir: 1) Hasta Yahova Şahitliğine katılmış olmalıdır, 2) Bağımsız ve özgür olarak transfüzyonu ret kararı almalıdır, 3) Ölüm noktasına gelseler dahi transfüzyonu reddetmişlerdir. İngiltere ve İrlanda Anestezistler Birliği kendi rehberlerinde şöyle önermişlerdir: “Bilinci yerinde olmayan ve YŞ olup olmadığı bilinmeyen hastalara hastanın iyiliği için transfüzyon yapılmalıdır.”6 Ancak bu rehber sadece Yahova Şahitliği durumu bilinmeyen ve/veya yakınları tarafından ileri bir talimat verilmeyen hastalar için geçerlidir. Bu konu hakkında daha detaylı tartışma olduğu için okuyucu Kraliyet Cerrahi Koleji’nin 2002 Uygulama Kodunu incelemelidir7. Aşağıda açıklanan hala geçerli protokoller St George’s Hospital tarafından kullanılmaktadır ve avukatlar tarafından şekillendirilmiştir4. Hayatı tehdit edici kanaması olan bilincini kaybetmiş erişkin Yahova Şahidi hastalarına yaklaşım rehberi 1) Hastanın hayati tehlike içeren ciddi kanama durumunda dahi eğer vakit yeterliyse kan transfüzyonunu kabul etmediğine dair herhangi bir yazılı kanıt; avukata verilmiş yazılı açıklama, vasiyet hastanın yakınlarından istenmelidir. 2) Bu belgenin bir örneği dosyaya konmalıdır. 3) Zaman elverirse doktor hasta yakınları ile kan verilmemesinin ne anlama geleceğini, sonuçlarını konuşmalıdır. 4) Eğer 1., 2., 3. basamaklar sağlanmazsa doktorun hastanın iyiliğini düşünerek kan vermesi ve tedavide bulunması beklenmelidir. 5) Bu basamaklar hastanın dosyasına açık açık yazılmalıdır. Kaynaklar 1. Anonymous. 2003 report of Jehovah’s Witnesses worldwide: Watch Tower Bible and Tract Society of Pennsylvania, 2004

2. Maclaren G, Anderson M. Bloodless intensive care: a case series and review of Jehovah’s Witnesses in intensive care unit. Anaesth Intens Care 2004;32:798–803 3. Muramoto O. Bioethical aspects of the recent changes in the policy of refusal of blood by Jehovah’s Witnesses. Br Med J 2001;322:37–9 4. Marsh JCW, Bevan DH. Haematological care of the Jehovah’s Witness patient. Br J Haematol 2002;119:25–37 5. Woolley S. Children of Jehovah’s Witnesses and adolescent Jehovah’s Witnesses: what are their rights? Arch Dis Child 2005;90:715–19 6. Association of Anaesthetists of Great Britain and Ireland, London. Management of Anaesthesia for Jehovah’s Witnesses, 2nd edn, 2005. Website: www.aagbi.org.uk. 7. Royal College of Surgeons of England. Code of practice for the surgical management of Jehovah’s Witnesses, 2002. Website: www.rcseng. ac.uk. 8. Klein HG. The prospects for red-cell substitutes. N Engl J Med 2000;342:1666–8 9. Agrawal YP, Freedman M, Szczepiorkowski ZM. Long-term transfusion of polymerized bovine hemoglobin in a Jehovah’s Witness following chemotherapy for myeloid leukemia: a case report. Transfusion 2005;45:1735–8 10. Anton N, Hitzler JK, Kavanagh BP. Treatment of life-threatening post-haemorrhagic anaemia with cell-free haemoglobin solution in an adolescent Jehovah’s Witness. Br J Haematol 2002;118:1183–6 11. Buehler PW, Alayash AI. Toxicities of hemoglobin solutions: in search of in-vitro and invivo model systems. Transfusion 2004;44:1516–30 12. Stowell CP. Whatever happened to blood substitutes? Transfusion 2004;44:1403–4 13. Smith, R. Applications of darbepoietina, a novel erythropoiesis-stimulating protein, in oncology. Curr Opin Hematol 2002;9:228–33 14. Hedner U. Treatment of patients with factor VIII and factor IX inhibitors with special focus on the use of recombinant factor VIIa. Thromb Haemost 1999;82:531–4 15. D’Oiron R, Menart C, Trzeciak MC, et al. Use of recombinant factor VIIa in 3 patients with inherited type 1 Glanzmann’s thrombaesthenia undergoing invasive procedures. Thromb Haemost 2000;83:644–7 16. Thompson AR. When all else fails to stop

143


massive bleeding from trauma. J Thromb Haemost 2005;3:638–9 17. Waddington DP, McAuley FT, Hanley JP, Summerfield GP. The use of recombinant Factor VIIA in a Jehovah’s Witness with autoimmune thrombocytopenia and postsplenectomy haemorrhage. Br J Haematol 2002;119:286–8 18. Papatheodoridis GV, Chung S, Keshav S, Pasi J, Burroughs AK. Correction of both prothombin time and primary haemostasis by recombinant factor VII during therapeutic alcohol injection of hepatocellular cancer in liver cirrhosis. J Hepatol 1999;31:747–50 19. Nash JM., Cohen H. Management of Jehovah’s Witness patients with haematological problems. Blood Rev 2004;18:211–17 20. Goodnough LT, Shander A, Spence R. Bloodless medicine: clinical care without allogeneic blood transfusion. Transfusion 2003;43:668–76 21. de Souza A, Permezel M, Anderson M, Ross A, McMillan J, Walker S. Antenatal erythropoietin and intra-operative cell salvage in a Jehovah’s Witness with placenta praevia. Br J Obstet Gynaecol 2003;110:524–6 22. Gagandeep JN, Mateo S, Sher L, et al. Live donor liver transplantation without blood products: strategies developed for Jehovah’s Witnesses offer broad application. Ann Surg 2004;240:350–7 23. Detry O, Deroover A, Delwade J, et al. Avoiding blood products during liver transplantation. Transplant Proc 2005;37:2869–70 24. Carson J, Noveck H, Berlin J, Gould S. Mortality and morbidity in patients with very low postoperative haemoglobin levels who decline blood transfusion. Transfusion 2002;42:812–18 25. Suess S, Suess O, Brock M. Neurosurgical procedures in Jehovah’s Witnesses: an increased risk? Neurosurgery 2001;49:266–72 26. Cullis JO, Duncombe AS, Dudley JM, Lumley HS, Apperley JF, Smith AG. Acute leukaemia in Jehovah’s Witnesses. Br J Haematol 1998;100: 664–8 27. Lin C-P, Liu H-J, Tsai C-H. Successful treatment of acute promyelocyte leukaemia in a pregnant Jehovah’s Witness with all-trans retinoic acid, rhG-CSF and erythropoietin. Am J Hematol 1996;51:251–2 28. Menedez A, Svarch E, Martinez G, Hernandez P. Successful treatment of acute promyelocyte leukaemia using all-trans retinoic acid

and erythropoietin in a Jehovah’s Witness. Ann Haematol 1998;76:43–4 29. Singla AK, Lapinski RH, Berkowitz RL, Saphier CJ. Are women who are Jehovah’s Witnesses at risk of maternal death? Am J Obstet Gynecol 2001;185:893–5 30. Kalu E, Wayne C, Croucher C, Findley I, Manyonda I. Triplet pregnancy in a Jehovah’s Witness: recombinant human erythropoietin and iron supplementation for minimising the risks of excessive blood loss. Br J Obstet Gynaecol 2002; 109:723–5 31. Kraft A, Breymann C, Huttner C, Huch R, Huch A. Erythropoietic quality of maternal milk. Lancet 1999;354:778 32. Cothren CC, Moore EE, Long JS, Haenel JB, Johnson JL, Ciesla DJ. Large volume polymerized haemoglobin solution in a Jehovah’s Witness following abruptio placentae. Transfusion Med 2004;14:241–6 33. Rohling R, Zimmerman A, Breymann C. Intravenous versus oral iron supplementation from preoperative stimulation of hemoglobin synthesis using recombinant human erythropoietin. J Haematother Stem Cell Res 2000;9:497–500 34. Macdougall IC, Tucker B, Thompson J, Tomson CR, Baker LR, Raine AE. A randomised controlled study of iron supplementation in patients treated with erythropoietin. Kidney Int 1996;50:1694–9 35. Corwin HL, Gettinger A, Pearl RG, et al. Efficacy of recombinant human erythropoietin in critically ill patients. JAMA 2002;288:2827–35

144


KISIM IV ÖZEL KORUYUCU ÖNLEMLER: MİZOPROSTOL İŞ BAŞINDA

145


“Mizoprostolun farklı kullanım yolları konusunda ortaya çıkan bulgularla beraber, özellikle hastane dışında oksitosin, Unijekt ve diğer uterotoniklerin yokluğunda veya kullanımlarının pratik olmadığı yerlerde, eğitimli personelin elinde olması gerektiği açıklık kazanmaya başlamaktadır.” Goa Uluslararası Doğum Sonu Kanamayı Önleme Konferansı Çalışma Grubu, 15 Haziran 2006, Goa, Hindistan

Bölüm 16 PRATİKTE MİZOPROSTOL M. Potts S. Özden

Mizoprostolden önce kadınların deneyimli bir görevli olmaksızın doğurduğu evlere acil obstetrik bakımın herhangi ilkesinin uygulanması olanaksızdı. Mizoprostol düşük maliyeti, kolay kullanımı, mükemmel güvenlik profilli, güçlü uterotonik özelliği ve uzun raf ömrüyle doğum konusunda deneyimli bir görevli olmaksızın evde doğumun çok sık olduğu bölgelerde doğum sonu kanamaya bağlı ölüm ve ciddi hastalığı azaltma konusunda kesinlikle devrimsel bir potansiyele sahiptir. Hindistan’da yapılan plasebo kontrollü toplum temelli bir çalışmada, doğumdan hemen sonra oral olarak 600 µg mizoprostol verilmesi doğum sonu kanamayı önemli oranda azaltmıştır (Bakınız Ek). Endonezya, Nepal ve diğer ülkelerdeki araştırmalar toplum gönüllülerinin eğitimin az olduğu, okuryazar olmayan kadınlara kendi kendine mizoprostol kullanımını etkili şekilde öğretebileceğini göstermiştir1 (Bkz. Bölüm 19). Kanamayı teşhis etmek için uygun teknolojinin mevcut olmadığı durumlarda (kan ile iyice ıslanmış eteklik gibi) ve doğumlara geleneksel doğum görevlisinin eşlik ettiği bölgelerde, doğum sonu kanamayı tedavi etmek için mizoprostol rektal yolla 1.000 µg kullanılabilir. Tanzanya’da okuryazar olmayan geleneksel doğum görevlileri kısa bir eğitimle, mizoprostol kullandılar ve hastaneye sevk ve sıvı tedavisi ihtiyacı duyulan kadınların sayısında çok önemli bir azalma meydana geldi2. Bu ölçümler ilk bakışta devrimsel özellikte görülse de yeterli değildir. Uzun vadeli planlar tüm kadınların

sertifikalı ebeler veya eylemin üçüncü safhasını aktif yönetme konusunda eğitimli hekimlerce doğurtulabildiği bir düzen olmalıdır. Çağın son yarısı boyunca Sri Lanka ve Tayland gibi ülkeler, doğumların % 90’ında deneyimli personellerin oksitosikleri kullanarak eşlik etmesini sağlayarak anne ölümlerini düşük seviyelere ulaştırmışlardır ve tüm ülkelerin izlemesi gereken yol budur. Ne yazık ki bazı Afrika ülkelerinde hızlı nüfus artışı, ekonomik çöküntü, HIV/ AIDS’nin yayılması ve gelişmekte olan ülkelerdeki deneyimli sağlık çalışanlarına sonu gelmez şekilde gelişmiş ülkelerde iş imkanı sağlanması geniş kapsamlı obstetrik bakım veren düzenlerin kurulmasının yolu uzatmış ve yavaşlatmıştır. Bu arada mizoprostole ulaşım ve ev doğumları sırasında kullanımının yaygınlaşması önemli katkı sağlama potansiyeline sahiptir. Belki de doğum sonu kanamaya bağlı küresel ölüm sıkıntısını azaltmada tek en önemli katkıyı sağlar. Doğum yapmak isteyen kadınların hepsi doğum sonu kanama riski altındadır. Bu nedenle kaynakların sınırlı olduğu bölgelerde doğum sonu kanamayı azaltma potansiyeli olan diğer pratik önlem olan aile planlamasına gerçeğe uygun şekilde erişimin sağlanmasıdır. Aile planlaması ihtiyacı karşılanamayan yaşlı, yüksek pariteli kadınlar daha da yüksek risk altındadırlar. Editörün Eki Editörler okuyucuların dikkatini 156. sayfada Prof. Potts tarafından önerilen makaleye çekmek istemektedirler. Bu makale Lancet dergisinin 7 Ekim 2006 tarihli sayısında yayınlanmıştır. Editörlerin bildiği kadarıyla bu çalışma mizoprostolün doğum

146


sonu kanamayı önlemedeki etkisini irdeleyen en geniş plasebo kontrollü çalışmadır. Çalışma sonucunda mizoprostol alan grupta, plasebo alanlara göre belirgin derecede daha az doğum sonu kanama görülmüştür. Yazının tam adı ve yazarları aşağıda belirtilmiştir: R. J. Derman1, B. S. Kodkany2, S.S. Goudar2, S. E. Geller3, V. A. Naik2, M.B. Bellad2, S. S. Patted2, A. Patel4, S.A. Edlavitch1, T. Hartwell5, H. Chakraborty5, N. Moss6. Oral mizoprostol in preventing postpartum hemorrhage in a community setting. University of Missouri-Kansas City School of Medicine; 2Jawaharlal Nehru Medical College, Belgaum, Karnataka, India; 3University of Illinois, Chicago College of Medicine, USA; 4John H. Stroger Jr. Hospital of Cook County, USA; 5Statistics and Epidemiology, RTI International; 6National Institute of Child Health and Human Development. 1

Kaynaklar 1. Wiknjosastro G, Sanghvi H. Preventing PPH among women living in areas where a high proportion of births are not attended by skilled providers: Safety, acceptability, feasibility and program effectiveness (SAFE) demonstration project of community-based distribution of misoprostol for prevention of PPH in rural Indonesia. Proceedings of Preventing Postpartum Hemorrhage: From Research to Practice, Bangkok, Thailand, January 20–24, 2004:31–7 2. Prata N, Mbaruka G, Campbell M, Potts M, Vahidnia F. Controlling postpartum hemorrhage after home births in Tanzania. Int J Gynaecol Obstet 2005;90:51–5

147


Bölüm 17 BİRİNCİ BASAMAKTA DOĞUM SONU KANAMA YÖNETİMİ N. Prata S. Büyükkurt

Doğum sonu kanamaya bağlı anne ölümlerini azaltmayı hedefleyen her programın temel unsuru birinci basamakta doğum sonu kanamanın yönetimi olmalıdır1. Zira gelişmekte olan ülkelerde doğumların büyük kısmı evlerde ve doğum konusunda deneyimli personelin olmadığı yerlerde gerçekleşmektedir2. Doğum sonu kanamada mizoprostol kullanılmasının etkinliği, güvenilirliği ve önemi hastane düzeni içinde ortaya konmuştur3. Ancak mizoprostolün asıl önemi çoğu doğumun gerçekleştiği ev ortamında meydana çıkmaktadır. Bazı çalışmalar bu tür ilaçların ev doğumlarında kullanılmasını irdelemişlerdir ve tümünde de cesaret verici sonuçlar elde edilmiştir. Prata ve arkadaşlarının Tanzanya’nın bir bölgesi olan Kigoma’nın kırsalında yaptıkları çalışmada çoğu ev doğumunu yaptıran, geleneksel ebelerin büyük kısmının doğum sonu kanamayı tanıyabildikleri ve rektal yoldan uyguladıkları 1.000 μg mizoprostol ile kanamayı etkili bir şekilde kontrol altına aldıkları gösterilmiştir4. Kan kaybı miktarı bölgede

kullanılan ve “kanga” adı verilen özel bir giysiyle hesaplanmıştır5. Bu çalışmada ev doğumlarından sonra meydana gelen kanamanın yerinde kontrol altına alınabileceği, özellikle kaynakların kısıtlı olduğu yerler için çok önemli olan hasta sevki ve ek girişim gereğinin azaltılabileceği gösterilmiştir (Tablo 1). Bu sonuçlar özellikle kırsal bölgeler için değerlidir. Doğum sonu kanama miktarının kültürel olarak ölçülmediği yerlerde bebeğin doğumundan sonra 600 μg mizoprostol proflaktik olarak verilebilir. Gambia’da yapılan rastgele gruplandırılmış, kontrollü bir çalışmada geleneksel ebelerin elinde bu yolun etkili ve güvenli olduğu ortaya konmuştur6. Ayrıca Endonezya, Nepal ve Afganistan’da yapılan çalışmaların sonucunda belirtildiği gibi doğum kültürel veya başka nedenlerden ötürü evde yalnız ya da sadece aile üyelerinin yanında gerçekleşiyorsa, eğitimli halk sağlığı çalışanları tarafından gebelik sırasında dağıtılan mizoprostolün proflaktik olarak kendi başına alınması da yüz güldürücü sonuçlar

Tablo 1: Kigoma, Tanzanya’da ev doğumlarında 1.000 μg mizoprostol ile doğum sonu kanamanın (DSK) kontrolü Girişim var Girişim yok Odds oranı n % n % Çalışmanın ana sonuçları (% 95 CI) DSK (≥500 ml kan kaybı) 111 24,5 73 18,5 1,3 (1,0–1,7) Referans 8 1,8 75 19,0 0,1 (0,0–0,2) DSK hastalarında ek girişimler Ek girişimin türüa İntra venöz sıvılar Kan transfüzyonu Plasentanın elle çıkarılması Yırtıkların onarılması Histerektomi Diğer tıbbi girişimlerd

1b 1 1 0 0 0 0

n=111

0,9 0,9 0,9 0,0 0,0 0,0 0,0

69c 25 16 17 4 1 7

n=73

94,5 34,3 21,9 23,3 5,5 1,4 9,6

Olgu sayısı yapılan girişimlerden daha azdır, bazı kadınlara birden fazla işlem uygulanmıştır; bbir hasta için hastane kayıtları yoktu; üç hastada ek girişime gerek olmadı; bir başka üç hasta da DSK’dan başka nedenlerle sevk edilmişlerdi; cdört hasta için hastane kayıtları yoktu; dört hastada ek girişime gerek olmadı; başka iki hasta da DSK’dan başka nedenlerle sevk edilmişlerdi; duygulanan tıbbi girişimler: Amoksil tablet, meterjin ve mizoprostol. Kaynak: Prata ve arkadaşları. Controlling postpartum hemorrhage after home births in Tanzania. Int J Gynaecol Obstet 2005; 90: 51-5. a

148


vermektedir. Kaynakların sınırlı olduğu yerlerde evde doğum yapanların yeterli bakımı alması daha birkaç dekat sürecektir. Bu arada mizoprostolün anne ölümlerini belirgin oranda azaltıcı etkisi vardır. Bu nedenle mizoprostol bütün ev doğumları sırasında bulundurulmalı, hatta özellikle kendi başına doğum yapanlara temin edilmelidir. Kaynaklar 1. Khan KS, Wojdyla D, Say L, Gulmezoglu AM, Van Look PF. WHO analysis of causes of maternal death: a systematic review. Lancet 2006;367: 1066–74 2. AbouZahr C, Wardlaw T. Maternal mortality at the end of a decade: signs of progress? Bull WHO 2001;79:561–8 3. Villar J, Gulmezoglu AM, Hofmeyr GJ, Forna F. Systematic review of randomized controlled trials of misoprostol to prevent postpartum hemorrhage. Obstet Gynecol 2002;100:1301–12 4. Prata N, Mbaruku G, Campbell M, Potts M, Vahidnia F. Controlling postpartum hemorrhage after home births in Tanzania. Int J Gynaecol Obstet 2005;90:51–5 5. Prata N, Mbaruku G, Campbell M. Using the Kanga to measure postpartum blood loss. Int J Gynaecol Obstet 2005;89:49–50 6. Walraven G, Blum J, Dampha Y, et al. Misoprostol in the management of the third stage of labour in the home delivery setting in rural Gambia: a randomised controlled trial. Br J Obstet Gynaecol 2005;112:1277–

149


Bölüm 18 HİNDİSTAN’DAKİ YARDIMCI SAĞLIK PERSONELİNİN DOĞUM SONU KANAMADAN KORUNMAK İÇİN ORAL MİZOPROSTOL UYGULAMASI N. Chandhiok S. Büyükkurt

Hindistan’ın kırsal bölümlerinde doğumlar yardımcı sağlık personeli tarafından yaptırılmaktadır. Bu bölgelerde doğumun üçüncü evresinin aktif yönetimi rutin bir uygulama değildir ve uterotonik ilaçlar sadece doğum sonu kanamanın tedavisinde kullanılmaktadır. Çok merkezli, demetsel-rastgele gruplamalı, bir karlılık çalışmasında, kırsal sağlık merkezlerinde görevli yardımcı sağlık personelinin doğumun üçüncü evresinde oral mizoprostol kullanarak doğum sonu kanamadan korunma sağlayıp sağlamayacakları değerlendirilmiştir. Çalışma ve kontrol gruplarının her biri 600 hastadan oluşmaktaydı. Çalışma grubundaki hastalara doğumun üçüncü evresinin yönetimi için 600 μg oral mizoprostol verilirken, kontrol grubundakilere ise devletin önerdiği mevcut uygulamaları yapılmıştır. Değerlendirilen birincil sonuç doğumdan sonra Tablo 1: Girişimin sonuçları. Girişim Mizoprostol tablet (n: 600) Doğumun üçüncü evresinin süresi (dk) 7,9 ± 4,2 (ortalama ± SD) Kan kaybı (ml) Ortalama ± SD 139,7 ± 100,4 Ortanca 100 Q1-Q3 90–150 Dağılım 25–1300 Doğum sonu kanama 4 (% 0,7) Ek ölçümler Uterotonikler 4 Sıvı tedavisi 4 Kan transfüzyonu 1 Doğum sonu kanama nedeniyle daha ileri 2 (% 0,3) merkeze sevk

meydana gelen kanamadır ve kan toplamak için özel olarak üretilmiş dereceli torbalar kullanılarak ölçülmüştür. Her iki gruptaki temel özellikler benzer bulunmuştur. Hastaların % 70’inden fazlasında orta derecede anemi vardı. Yardımcı sağlık personeli kılavuzlarda tanımlanan girişimleri neredeyse tüm doğumlarda uygulayabilmekteydi (% 99). Doğumun üçüncü evresinin süresinde (7,9 ± 4,2’ye karşı 10,9 ± 4,3 dakika, p < 0,001) ve doğum sonrası ölçülen kan kaybında (139,7 ± 100,4’ye karşı 211,0 ± 83,4 ml, p < 0,001) belirgin olarak azalma saptanmıştır. Hindistan gibi doğum sırasında kadınların % 80’inden fazlasının anemik olduğu ve kanama miktarındaki en küçük azalmanın bile büyük anlam taşıdığı bir ülkede bu sonuçlar çok anlamlıdır. Bu çalışmada

Meterjin enjeksiyonu (n: 531)

Karşılaştırma Meterjin Hiçbiri† tablet (n: 11) (n: 58)

Toplam (n: 600)

11,1 ± 4,1***

9,6 ± 5,0**

5,9 ± 2,4

10,9 ± 4,3***

211,8 ± 80,6 200*** 150–250 30–750 4 (% 0,8)‡

211,6 ± 83,0 200*** 150–280 25–415 -

171,8 ± 178,3 100 100–160 100–700 1 (% 9,1)

211,0 ± 83,4 200*** 150–250 25–750 5 (% 0,8)‡

2 2 -

-

1 1 -

3 3 -

1 (% 0,2)

2 (% 0,3)

1 (% 0,2)

***: p<0,001; **: p<0,01; †: örneklem hacmi yeterince büyük olmadığından karşılaştırma yapılmadı; ‡: anlamlı fark içermiyor. 150


gözlenen doğum sonu kanama insidansı son derece azdır (her iki grupta da < % 1). Ayrıca bu kadar az insidans oranıyla doğum sonu kanamada azalmadan bahsetmek için bu çalışmanın büyüklüğü yeterli değildir (Tablo 1). Kırsal bölgelerde neredeyse tüm doğumların evde gerçekleştiğini düşünecek olursak bu çalışmanın tüm ev doğumlarını kapsayacak şekilde genişletilmesi gerekmektedir. Teşekkür Bu değerlendirme Editör’ün isteği üzerine daha önce yayınlanmış bir makaleye dayanılarak hazırlanmıştır. Chandhiok N, Dhillon BS, Datey S, Mathur A, Saxena NC. Oral mizoprostol for prevention of postpartum hemorrhage by paramedical workers in India. Int J Gynaecol Obstet 2006; 92: 170–175.

151


Bölüm 19 DOĞUM SONU KANAMALARDA MİZOPROSTOL ÇALIŞMALARINA GENEL BAKIŞ A. Hemmerling H. Bebiş, S. Güngör

GİRİŞ

hem de rastgele gruplanmamış çalışmaları içermekte ve çalışmaların çeşitliliğini göstermektedir. Tablo 1 doğum sonu kanamaların önlenmesiyle ilgili 32 çalışmayı (doz ve uygulama yolu dahil) içermektedir. Tablo 2 ise doğum sonu kanamanın tedavisiyle ilgili 7 çalışmaya (doz ve uygulama yolu) genel bir bakış sağlamaktadır.

Hakem değerlendirmesinden geçmiş mizoprostol çalışmalarına ait bu tablolar. 1997’den beri mizoprostolün doğum sonu kanamayı hem önleme, hem de tedavi etmede kullanılmasına ilişkin okuyuculara kapsamlı referans sağlamak için derlenmiştir. Bu tablolar hem rastgele gruplanmış,

152


Kurum

Bixby Program in Population, Familiy Planning and Maternal Health, School of Public Health, University of California, Berkeley, ABD

Dept. of Obstetrics and Gynecology, All India Institute of Medical Sciences, Ansari Nagar, Yeni Delhi, Hindistan

Division of Reprodactive Health Nutr ition, Hindistan

Dept. of Obstetrics and Gynecology, Christian Medical Collage Hospital Vellore, Hindistan

Maulana Azad Medical College and Lok Nayak Hospital, Delhi, Hindistan

Dept. of Obstetrics and Gynecology, School of Medicine , Suleyman Demirel Universi ty, Türkiye

Dept. of Obstetrics and Gynecology, Aarhus Universit y, Hospital, Danimarka

Yazarlar

Prata N, Hamza S, Gypson R ve ark

Nellore V, Mittal S, Dadhwal V.

Chandhiok N, Dhillon BS, Datey S ve ark.

Zachariah ES, Naidu M, Seshadri L

Garg P, Batra S, Gandhi G.

Ozkaya O, Sezik M, Kaya M ve ark.

153

Hoj L, Cardoso P, Nielsen BB ve ark.

Guinea-Bissau'daki birinci basamak sağlık merkezinde dilaltı mizoprostol kullanılmasının ciddi DSK’nın önlenmesine etkisi: rastgele gruplanmış çift-kör çalışma

DSK’nın önlenmesinde vajinal ve rektal mizoprostolun plasebo- kontrollü rastgele gruplanmış karşılaştırılması

Doğumun üçüncü evresinin yönetiminde enjekte edilebilen metil ergometrin karşı oral mizoprostol

Doğumun üçüncü evresinde oral mizoprostol

Hindistan'da çalışan paramedikler tarafından DSK’nın önlenmesi için oral mizoprostol

DSK’nın önlenmesinde 15metil prostaglandin f2α’ya karşı rektal mizoprostol

Mizoprostol ve doğumun üçüncü evresinin aktif yönetimi

Çalışmanın başlığı

BMJ 2005; 331: 723

J Gynaecol Res 2005; 31: 389–93

J Gynaecol Res 2005; 91: 160–1

Int J Gynaecol Obstet 2006; 92: 23–6

Int J Gynaecol Obstet 2006; 92: 170–5

Int J Gynaecol Obstet 2006,94: 45–6

Int J Gynaecol Obstet 2006 Jul 6 (epub ahead of print)

Dergi

661

150

200

2023

1200

120

2532

n

330

1 (50) 2 (50)

100

730

600

60

1189

Mizoprostol grubu (n)

600 μg

400 μg

600 μg

400 μg

600 μg

400 μg

600 μg

Doz

Dilaltı

(1) rektal (2) oral

Oral

Oral

Oral

Rektal

Oral

Uygula ma yolu

331

50

100

(1) 617 (2) 676

600

60

1343

Kontrol grubu (n)

Plasebo

Plasebo

0,2 mg metil ergometrin IV

(1) 10 IU oksitosin IM (2) 2 mg ergometrin IV

DSK önlenmesi için mevcut devlet rehberi

125 µg 15- metil prostaglandin F2α IM

Mevcut AMTSL uygulamaları

Kontrol ilacı

Tablo 1: Proflaksi için mizoprostol DSK: doğum sonu kanama; Doğumun üçüncü evresinin aktif yönetimini (Active Management of the Third Stage of Labor [AMTSL]); IV: ven içine; IM: kas içine


154

Dept. of Obstetrics and Gynecology, Faculty of Medicine, Khon Kaen University, Tayland

Hospital de Ginecologiay Obstetricia de Monterrey N. L. Meksika

Lumbiganon P, Villar J, Piaggio G ve ark.

Quriroga Diaz R, Esparaza Arechiga M, Batiza Resendiz V ve ark

SSK Maternity and Women's Health Teaching Hospital, Ankara, Türkiye

Çalışkan E, Dilbaz B, Meydanlı MM ve ark

Maternty Unit, Zonal General Hospital, Kwale Delta State, Nijerya

Dept. of Obstetrics and Gynecology, Queen Mary Hospital, Hong Kong SAR, Çin

Lam H, Tang OS, Lee CP ve ark

Oboro VO, Tabowei TO

Dept. of Obstetrics and Gynecology, All India Institute of Medical Sciences, Ansari Nagar, New Delhi, Hindistan

Vimala N, Mittal S, Kumar S ve ark.

DSK'nın önlenmesi için vajinal mizoprostol

Doğumun üçüncü aşamasında kullanılmasından sonra oral mizoprostolun ilk 24 saatteki yan etkileri

Doğumun üçüncü evresinin aktif yönetiminde oksitosine karşı mizoprostol için rastgele gruplanmış kontrollü çalışma

Doğumun üçüncü evresinde oral mizoprostol: rastgele gruplanmış kontrollü çalışma

Doğumun üçüncü evresindeki kan kaybı için dilaltı mizoprostolun ile sintometrin rastgele gruplanmış pilot karşılaştırılması

Doğumun üçüncü evresinin aktif yönetimi için metilergometrine karşı dilaltı mizoprostol

Ginecol Obstet Mex 2002; 70: 572–5

BJOG 2002; 109: 1222–6

Obstet Gynecol 2003; 23: 13–16

Obstet Gynecol 2003; 101: 921– 8

Acta Obstet Gynecol Scand 2004; 83: 647– 50

Int J Gynaecol Obstet 2004; 87: 1–5

400

1686

208

843

247

388

1574

496

30

60

60

120

800 µg

600 µg

600 µg

600 µg

600 µg

400 µg

Vajinal

Oral

Oral

Oral

Dilaltı

Dilaltı

(1) 600 µg mizoprostol + 10 IU oksitosin IV (2) 10 IU oksitosin IV (3) 10 IU oksitosin IV + 0,2 mg metil ergonovin maleat

1 ml sintometrin IV(5 IU sintokinon ve 0,5 mg ergometrin maleat)

192

843

249

Mevcut AMTSL uygulamaları

10 IU oksitosin IM veya IV

10 IU oksitosin IM

(1) 404 (1) 600 µg (2) 384 mizoprostol + 10 (3) 398 IU oksitosin IV (2) 10 IU oksitosin IV (3) 10 IU oksitosin IV + 0,2 mg metil ergonovin maleat

30

60


155

Women's and Children's Hospital, Dept. of Obstetrics and Gynecology, University of Southern California Keck School of Medicine, LA, ABD

WHO Collaborative Group to Evaluate Mizoprostol in the Management of The Third Stage of Labour

Gerstenfeld TS, Wing DA

Gulmezoglu AM, Villar J, Ngoc NT ve ark

Dept. of Obstetrics and Gynecology University of Zimbabwe, Harare, Zimbabve

Kudowyiva TW, Majoka F, Rusakaniko S

Centre de Gynecologie Obstetrique: Ameiens, Fransa

University of Toronto, Toronto, Kanada

Karkanis SG, Caloia D, Salanieks ME ve ark

Benchimol M, Gondry J, Mention JE ve ark

Social Security Council Maternity and Women's Health Teaching Hospital, Küçükesat, Ankara, Türkiye

Çalışkan E, Dilbaz B, Meydanlı MM ve ark

Doğumun üçüncü evresinin yönetiminde WHO’nun mizoprostol için çokmerkezli rastgele gruplanmış çalışmasi

Vajinal doğumdan sonra DSK’nın önlenmesinde intravenöz oksitosine karşı rektal mizoprostol

Doğum sonuçları üzerinde mizoprostol kullanılmasının rolü

Doğumun üçüncü evresinde oksitosine karşı mizoprostol

Üçüncü evrenin yönetiminde oksitosine karşı mizoprostol için rastgele gruplanmış kontrollü çalışma

Doğumun üçüncü evresinde rektal mizoprostol gerçekten etkili mi? Rastgele gruplanmış kontrollü bir çalışma

Lancet 2001; 358: 689–95

Am J Obstet Gynecol 2001; 185: 878–82

J Gynecol Obstet Biol Reprod (Paris) 2001; 30: 576– 83

Int J Gynaecol Obstet 2001; 75: 235–41

Int J Gynaecol Can 2002; 24: 149–54

Am J Obstet Gynecol 2002; 187: 1038-45

18.530

325

600

499

214

1.606

9.264

159

200

243

243

396

600 µg

400 µg

600 µg

400 µg

400 µg

600 µg

Oral

Rektal

Oral

Oral

Rektal

Rektal

9.266

166

(1) 200 (2) 200

256

113

10 IU oksitosin IM veya IV

20 IU oksitosin IV

(1) 2,5 IU oksitosin IV (2) plasebo

10 IU oksitosin IM

5 IU oksitosin IV ya da 10 IU oksitosin IM

(1) 401 (1) 10 IU oksitosin (2) 407 IV + 600 µg (3) 402 mizoprostol rektal (2) 10 IU oksitosin IV (3) 10 IU oksitosin IV + 1 ml metil ergometrin IM


156

Dept. of Obstetrics and Gynecology, Coronation Hospital and Effective Care Research Unit, University of the Witwatersrand, Johannesburg, Güney Afrika

Maternity of the Hospital Central de Maputo, Maputo, Mozambik

Dept. of Obstetrics and Gynecology, The Chinese University of Hong Kong, Prince of Wales Hospital, Shatin, New Territories

Dept. of Obstetrics and Gynecology, St John's, Memorial University of Newfoundland, Kanada

Dept. of Obstetrics and Gynecology, University College of Hospital, Londra İngiltere

Dept. of Obstetrics and Gynecology, University of Sydney et Nepean Hospital Penrith, New South Wales, Avustralya

Hofmeyr GJ, Nikodem VG, de Jager M ve ark

Bugalho A, Daniel A, Faundes A ve ark

Ng PS, Chan AS, Sin WK ve ark

Walley RL, Wilson JB, Crane JM ve ark

El-Refaey H, Nooh R, O'Brien P ve ark

Cook CM, Spurrett B, Murray H

Doğumun üçüncü evresinde oral mizoprostol ile sentetik oksitosin ya da sintometrini karşılaştıran rastgele gruplanmış klinik çalışma

Doğumun üçüncü evresi mizoprostol çalışması: oral verilen mizoprostol ile standart tedavi arasında rastgele gruplanmış kontrollü karşılaştırma

Doğumun üçüncü evresinin yönetiminde mizoprostol ve oksitosin için çift-kör plasebo kontrollü rastgele gruplanmış çalışma

Doğumun üçüncü evresinin yönetiminde oral mizoprostol ve IM sintometrin için çok merkezli rastgele gruplanmış kontrollü çalışma

DSK’nın önlenmesinde mizoprostol

Doğumun üçüncü evresinde oral mizoprostolun yan etkileri: rastgele gruplanmış plasebo kontrollü çalışma

Aust NZJ Obstet Gynaacol 1999; 39: 414–19

BJOG 2000; 107: 1104–10

BJOG 2000; 107; 1111–15

Hum Reprod 2001; 16: 31–5

Int J Gynaecol Obstet 2001; 73: 1–6

Safr Med J 2001; 91: 432–5

863

1.000

401

2.058

663

600

424

501

203

1.026

324

300

400 µg

500 µg

400 µg

600 µg

400 µg

600 µg

Oral

Oral

Oral

Oral

Rektal

Oral

Plasebo

10 IU oksitosin IM

Standart oksitosik rejimi (10 IU oksitosin ya da 0,5 mg ergometrin ya da 1 ml syntometrin) Standart oksitosik rejimi (10 IU oksitosin IM veya 1 ml sintometrin IM)

198

499

439

1.032 1 ml sintometrin IV (5 IU sintokinon ve 0,5 mg ergometrin maleat)

339 10 IU oksitosin IM

300


157

Dept of Obstetrics and Gynecology, University of Basel İsviçre

Dept. of Obstetrics and Gynecology, Coronation Hospital and University of the Witwatersrand, Johennesburg, Güney Afrika

Dept. of Obstetrics and Gynecology, Coronation Hospital and University of the Witwatersrand, Johennesburg, Güney Afrika

Farafenni Field Station Medical Research Council Laboratoires, Farafenni, Gambiya

Dept. of Obstetrics and Gynecology, Natalspruit Hospital and the University of the Witwatersrand, Johennesburg, Güney Afrika

Dept. of Obstetrics and Gynecology, University College Hospital, Londan İngiltere

Surbek DV, Fehr GJ, Merrell DA

Bamigboye AA, Hofmeyr GJ, Merrell DA

Hofmeyr GJ, Nikodem VG, de Jager M ve ark

Walraven G, Blum J, Dampa Y ve ark.

Bamigboye AA, Merrell DA, Hofmeyr GJ ve ark

El-Refaey H, O' Brein P, Morafa W ve ark

DSK'nın önlenmesinde oral mizoprostol kullanımı

Doğumun üçüncü evresinin yönetiminde rektal mizoprostolun sintometrinle rastgele gruplanmış karşılaştırılması

Gambia kırsalında ev doğumlarının üçüncü evresinin yönetiminde mizoprostol: rastgele gruplanmış kontrollü çalışma

Doğumun üçüncü evresinde oral mizoprostol ile ilgili rastgele gruplanmış plasebo kontrollü çalışma

DSK'dan korunmada rektal mizoprostol: Plesebo kontrollü çalışma

Doğumun üçüncü evresinde oral mizoprostol: rastgele gruplanmış plasebo kontrollü çalışma

DSK’nın önlenmesinde mizoprostol ile metil ergometrin karşılaştırılması: çift kör rastgele gruplanmış çalışma

BJOG 1997; 104: 336–9

Acta Obstet Gynecol Scand 1998; 77: 178– 81

BJOG 205; 112: 1277-83

BJ Obstet Gynecol 1998; 77: 178–81

Am J Obstet Gynecol 1998; 179: 1043–6

Obstet Gynecol 1999; 94: 255–8

BJ Obstet Gynaecol 1999; 106: 1066–70

237

491

1.229

500

546

65

200

237

241

630

250

271

31

100

600 µg

400 µg

600 µg

400 µg

400 µg

600 µg

600 µg

Oral

Rektal

Oral

Oral

Rektal

Oral

Oral

0,2 metil ergometrine IV

0

250

559

250

-

1 ml sintometrin IV (5 IU sintokinon ve 0,5 mg ergometrin maleat 0,5 mg)

2 mg ergometrin oral

Plasebo

275 Plasebo

34 Plasebo

100

DSK: doğum sonu kanama; Doğumun üçüncü evresinin aktif yönetimini (Active Management of the Third Stage of Labor [AMTSL]); IV: ven içine; IM: kas içine

Dept. of Obstetrics and Gynecology, University of Hospital Leuven, Belçika

Amant F, Spitz B, Timmerman D ve ark


158

Dept. of Obstetrics & Gynaecology Faculty of Medicine, Assiut University, Assiut, Mısır

Dept. of Obstet and Gynaecology, University College Hospital Londra, İngiltere

Abdel-Aleem H, El-Nashar I, Abdel-Aleem A

O'Brien P, El Refaey H, Gordon A ve ark

Oksitosin ve ergometrin yanıt vermeyen DSK'nın tedavisi için rektal verilen mizoprostol: tanımlayıcı bir çalışma

Mizoprostol ile şiddetli DSK yönetimi

Birincil DSK'nın durdurulması için oksitosin infizyonu ile kombine sintometrin karşı rektal mizoprostolu karşılaştıran rastgele gruplanmış bir çalışma

DSK için rektal mizoprostol

DSK'nın tedavisinde mizoprostol: rastgele gruplanmış kontrollü çalışma (ISRCTN72263357)

Rutin tedaviye ek olarak DSK'nın tedavisinde mizoprostol: plasebo kontrollü rastgele gruplanmış çalışma

Tanzanya'da evde doğum sonrasında DSK'nın kontrolü

Çalışmanın başlığı

DSK: doğum sonu kanama; IV: ven içine; IM: kas içine

Dept. of Obstetrics& Gynaecology Royal Free and University College London School, Londra, İngiltere

Effecive Care Research Unit, University of Witwatersrand and Fort Hare, and Easth London Hospitals Complex, Eath Londan, Güney Afrika

Hofmeyr GJ, Ferreira S, Nicoderm VG ve ark

Lokugamage AU, Sullivan KR, Niculescu I ve ark

Reproductive Health Programme, Medical Research, Farafenni, The Gambia, Güney Afrika

Walraven G,Damph Y, Bittave B ve ark

Servis de Gynecology Obstetrique, CHU Nord, Marsseille, France

Bixby Population, Program School of Public Health University of California Berkeley, ABD

Prata N, Mabaruku G, Campbell M ve ark

Shojai R, Desbriere R, Dhifallah S ve ark

Kurum

Yazarlar

Obstet Gynecol 1998; 92: 212–14

Int J Gynaecol Obstet 2001; 72: 75–6

Acta Obstet Gynecol Scand 2001; 80: 835–9

Gynecol Obstet Fertil 2004; 32: 703–7

BMJ Pregnancy and Childbirth 2004; 4: 16

BJ0G 2004; 111: 1014–17

Int J Gynaecol Obstet 2005; 90: 51–55

Dergi

14

18

64

14

18

32

41

117

238

41

79

454

Mizoprostol grubu (n)

160

849

n

1.000 µg

600 µg ya da 1.000 µg

800 µg

1.000 µg

1.000 µg

600 µg

1.000 µg

Doz

Rektal

Rektal

Rektal

Rektal

200 µg oral ve 400 µg dilaltı ve 400 µg rektal

200 µg oral ve 400 µg dilaltı

Rektal

Uygulama yolu

-

-

0

0

1 ml sintometrin IM (5 IU sintokinon ve 0,5 mg ergometrin maleat 0,5 mg) + 10 IU oksitosin IV

-

Plasebo

Plasebo

Mevcut uygulama

Kontrol ilacı

32

0

121

81

395

Kontrol grubu (n)

Tablo 2: Tedavi için mizoprostol DSK: doğum sonu kanama; IV: ven içine; IM: kas içine


KISIM V HASTANENİN HAZIRLANMASI

159


Bölüm 20 RESÜSİTASYON (YENİDEN CANLANDIRMA) M. J. Cowen H. Ünlügenç

GİRİŞ Tüm resüsitasyon girişimlerinin anahtar özelliği normal doku beslenmesi ve oksijenlenmesini devam ettirmek için dolaşan kan hacminin tamamlanmasını hedefleyen erken tanı ve tedavidir. Obstetrik kanamalarla ilişkili yüksek ölümlerin çoğunun nedeni yeterli hacim resüsitasyonu sağlamak için hipovolemi tanısının gecikmesi veya tanının konamaması gibi basit bir nedendir. Sık görülen problemler risk faktörlerin tanınmasındaki eksiklik, kan kaybı derecesinin sıklıkla tahmin edilememesi ve önemli personelin olaya iştirakinin yeterince erken olmamasıdır. Bunlar halen İngiltere ve ABD gibi gelişmiş ülkelerde bile mevcut olan problemlerdir1–3. GENEL YAKLAŞIM Tüm resüsitasyon stratejileri iki temel amaca hizmet eder. 1) Anestezi ile veya anestezi uygulamadan cerrahi girişimi de içeren, her ne gerekli ise kanama kaynağının durdurularak hemostazın sağlanması 2) Normal bir kan basıncı ve idrar çıkışı (30 ml/ saat erişkinlerde) (0,5 ml/kg/saat) sağlayacak yeterli dolaşan kan hacminin oluşturulması. Kilit personelin ve donanımın olaya iştirak etmesi zaman alırken, erken tanıyı hızlı bir yanıtın oluşturulması yaşamsal öneme sahiptir. Gereken işlerin tek bir kişi tarafından yapılabilmesi veya tek bir yerin bu amaçla kullanımı mümkün değildir. Uzman doğum hekimleri, ebeler, anestezistler, hematologlar ve kan merkezindeki laboratuar sorumluları anahtar bireylerdir ve başlangıç safhasındaki bir iletişim eksikliği veya iletişimsizlik değişen oranlarda kötü sonuçlara neden olabileceğinden ilgili kişiler erken dönemde uyarılmış olmalıdır. En önemlisi ilk basamak venler hala görülebilirken ve uçlardaki venler soluklaşmadan tercihen 14 gauge

(akım hızı 315 ml/dk.) veya 16 gauge (210 ml/dk.) iki büyük kateter ile damar yolu açılmalıdır. Felaket sonuçlarının tümünde yerleştirilen kateter sıklıkla çok küçük ve düşük akım hızlıdır (20 gauge kateter ve akım hızı=65 ml/dk.). Yine de kullanılacak kateterin kalınlığı ve akım hızının önemi abartılmamalıdır. Venlerin kaybolduğu durumlarda küçük bir damar yolu hiçbir damar yolunun olmamasından iyidir. Bir kateter ve sıvı infüzyonunun başlaması tedavinin temel taşıdır. Gereken diğer aktivitelerin çoğu gerçek tedavi önemine sahip olmayan monitorizasyon ve laboratuar örneklerinin alınmasıdır. Acil ortamların meşguliyetinde ven içine sıvı uygulaması gibi tedaviler nedeniyle bu ikincil aktivitelerde şaşırmak kolaydır ve grup liderinin iyi bir sonuç elde edilebilmesi için görüşlerini hassasiyetle koruması önemlidir. İkinci en önemli basamak hemoglobin, hematokrit ve trombosit sayımını içeren tam kan sayımı ile pıhtılaşma testlerini içeren protrombin zamanı (PT), aktive parsiyel tromboplastin zamanı (APTT) ve fibrinojen düzeylerinin bazal değerlerinin elde edilmesi için laboratuara kan örneklerinin gönderilmesidir. Kan biyokimyası ve kan gazı analizi asidoz düzeyi ve baz açığının ölçülmesi için önemlidir. Hızlı değişikliklerin meydana gelmesi nedeniyle hematolog ve kan transfüzyon laboratuarları ile yakın iletişim içerisinde olmak gerekir. Gözlemler, monitorizasyonlar ve kayıtlar tercihen bu işlem için görevlendirilmiş ebeler veya takımın bir üyesi tarafından devamlı olarak korunmalıdır. İlk bakışta mevcut durumun genel görüntüsünü vermesi nedeniyle bunlar içerisinde en faydalı parametreler TPR gözlem kartı üzerine özenle kaydedilen kalp hızı, kan basıncı ve idrar miktarı değerleridir. CVP’nin yararı şiddetli vakalarda sadece monitorizasyon ve sıvı infüzyon ihtiyacını belirlenmek değildir. Aynı zamanda uçlardaki venlere ulaşılamayan ve kollaps gelişen olgularda 160


hızlı sıvı infüzyonu için tercihen çok lümenli boyun, subklaviküler veya femoral venlerden bir damar yolunun olması çok önemlidir. Birçok vakada doğum odalarındaki personellerin çoğunun bu uygulamayı güvenle yapabilecek yetenekte olmadığı göz önüne alındığında bu girişimin ilk tercih olmamalıdır. Arteriyel bir hattın yerleştirilmesi kan gazlarının, asidozun ve baz açığının izlenmesi ve yoğun bakım ortamında kan basıncının monitorizasyonu için faydalıdır. Bununla birlikte özellikle şiddetli vakalarda erken dönemlerde değil, ancak ilerleyen dönemlerde faydalıdır. Tüm hastaların kan transfüzyon ihtiyacı yoktur ve hangi sıvının kullanılması gerektiği konusunda hipovoleminin başlangıçtaki tedavide kristaloit veya kolloit solüsyonlarla düzeltilmesi kan transfüzyonun risk ve tehlikelerini ortadan kaldırır. Birçok hastaya hızlı infüzyon gerekecektir. Hızlı infüzyon pompası ve/veya basınç infüzyon torbaları ve tercihen bu işle ilgili takım elemanını içeren doğru ekip ve donanımın hazır bulundurulması gerekmektedir. Sıvıların soğuk ve hızlı infüzyonu hipotermi, yaygın damar içi pıhtılaşma bozukluğu ve pıhtılaşma yetersizliğine neden olduğundan tüm sıvıların ısıtılarak verilmesi önemlidir. HİPOVOLEMİNİN TANINMASI Dolaşan kan hacminin kaybı oligüri, taşikardi ve hipotansiyon belirtilerine neden olur. Doğum sonu kanamanın en tehlikeli özelliği geç dönemlere kadar kan basıncında çok küçük düşüşlerin görülebileceğidir. Bu da hastaların genç ve sağlıklı olmaları, kanamanın aniden ortaya çıkması ve dolaşım yetmezliğinin geç dönemlerine kadar dolaşım sisteminin ayakta kalabilmesi nedeniyledir. Tablo 1 obstetrik kanama derecesini değerlendirmek için faydalı bir sınıflama şeması göstermektedir. Şiddetli şok durumunda kan hacminin % 30-40’ı kaybedilmiş ise kan transfüzyonu gerekirken % 40’ından fazlası kaybedilmiş ise durum hayatı tehdit eder derecededir4. TRANSFÜZYON UYGULAMALARI Kan transfüzyonu risksiz değildir ve gerçekten ihtiyacı olanlara kısıtlanması doğaldır. İnfeksiyon hastalıkları ve kan uygunsuzluğuna bağlı reaksiyonlar gibi bilinen risklerinden dolayı hipovoleminin ilk

tedavisi kristaloid (örn: normal salin, ringer laktat) veya kolloidler (jelatinler, nişasta türevleri) ile yapılmalıdır. Kan transfüzyonuna ne zaman başlanması gerektiği konusunda mutlak fikir birliği yoktur. Fakat klinikteki ortak görüş ise devam eden bir kanamada 2 litre kristaloid ve 1 litre kolloit infüzyonuna karşın kardiyovasküler sistemin kararlı hale gelememesi durumunda kan transfüzyonu uygulanabilir. Eğer kaybedilen kan hacmi % 40’ın üzerinde ise kan değişen oranlarda gerekecektir. Kaybedilen kan hacmi 70 kg’lık bir erişkinde yaklaşık 2,5 litre kadardır. Daha gerçek parametre hızlı I-stat analizörü ile hemen her zaman değerlendirilebilen hemoglobin ve hematokritteki düşmenin ölçülmesidir. Uzun süredir devam eden geleneksel pratik yaklaşımda hemoglobinin 10 gr/dl düzeyinde tutulması fikri vericinin kan ürünlerinden enfeksiyon riski nedeniyle zaman içerisinde değişmiş ve ihtiyacın yeniden değerlendirilmesine yol açmıştır5–7. Son çalışmalar sağlıklı hastaların 7 gr/dl gibi düşük değerlerde sorun yaşamayacağını göstermektedir8. Oksijen sunumu hasta normovolemik olabildiği sürece korunur. Daha yakın dönemde Amerikan Anesteziyolojistler Derneği, kan ürünleri tedavisi konusunda hemoglobin düzeyinin 10 gr/dl’nin üzerinde transfüzyonun nadiren gerekli olduğunu, ancak 6 gr/dl’nin altında hemen her zaman gerekli olduğu sonucuna varmışlardır9. Bu yüzden çoğu doğum sonu kanaması olan hastada hemoglobin düzeyi 7 gr/dl’nin10 altına düşmeden transfüzyona başlanmaması gerektiği, ancak acil durumda gerçek zamanı değerlendirmenin zor olabileceği bildirilmiştir. Transfüzyon pratiği standartlarında yayınlandığı gibi acil durumlarda bu verilerin hatırlanmasının zor olması nedeniyle kabul edilmiş hareket planının sancı ve doğum odalarına asılması faydalıdır11–13. Örnek olarak Tablo 2 yazarların hastanelerinde kullanılan son pratik örnektir (ulusal standartlar14 ile bölgesel yeniliklerden15 alınan örnek). KAN ÜRÜNLERİ İÇİN EK UYGULAMALAR Ek tartışma Bölüm 25’de verilmiştir. Kırmızı hücreler (Eritrositler) Acilen kan gerekirse O grubu Rh (-) kan, uygunluk testleri yapılmadan verilebilir. Fakat tercihen 5–10

161


Tablo 1: Obstetrik kanamanın değerlendirilmesinde sınıflama şeması Şokun şiddeti

Bulgular

Yok

Yok

Hafif

Taşikardi (> 100 atım/dk) Hafif hipotansiyon Periferik vazokonstrüksiyon

Orta

Taşikardi (100–120 atım/dk) Hipotansiyon (sistolik kan basıncı 80–100 mm Hg) Huzursuzluk Oligüri

% Kan kaybı < % 15–20 % 20–25

% 25–35

Taşikardi (> 120 atım/dk) Hipotansiyon Şiddetli (sistolik kan basıncı < 60 mm Hg) > % 35 Değişen şuur Anüri Gonik B’den.Intensive care monitoring of the critically ill patient. In Creasy RK, Resnik R, eds. Maternal-Fetal Medicine, 3rd edn. Philadelphia: WB Saunders, 1994: 865–90. dakikada kan grubu belirlenerek ya da uygun vakalarda 20–30 dakikada tam uygunluk testi yapılarak kan transfüzyonu yapmaktır. Genellikle bir ünite eritrosit süspansiyonu hemoglobini 70 kg’lık bir bayanda yaklaşık 1,5 gr/dl ve hematokriti yaklaşık % 5 yükseltir. Bununla birlikte aktif kanama durumunda hemoglobin düzeyini yaklaşık 10 gr/dl seviyesinde tutacak şekilde konservatif kan transfüzyonu uygulanmalıdır. Trombositler Trombositler yalnızca trombosit sayısının azalması ile ilgili kanamaları önlemede veya trombosit fonksiyonlarının anormal olduğu durumlarda depolama ve kısa ömürleri nedeniyle kullanılmalıdır16. Taze donmuş plazma (TDP) TDP tüm pıhtılaşma faktörlerinin mevcudiyetini sağlar. TDP’nın tek açık endikasyonu pıhtılaşma bozukluğunda, pıhtılaşma faktörlerinin yerine konmasıdır17. TDP devam eden kanama durumunda PT ve APTT’nin kontrole göre 1,5’un üzerinde olduğu durumlarda verilmelidir. Bununla birlikte şiddetli kanama durumunda TDP pıhtılaşma sonuçları elde edilmeden de verilebilir. Gereken doz 12–15 ml/kg veya erişkin bir birey için 4 ünite kadar olup, amaç PT ve APTT’yi 1,5 kontrol değerin altına indirmektir. TDP kullanıma hazır hale gelmesinde erime için

20 dakikaya ihtiyaç vardır. Bu nedenle olası ihtiyaç durumunun erken kullanılması yararlıdır. Kriyopresipitat Fibrinojen düzeyinin 0,5’den düşük olduğu ve tüketim koagülopatisi delillerinin bulunduğu olgularda fibrinojen ve faktör VIII içeren kriyopresipitat kullanılması uygundur. Normal doz 10 ünitedir. TDP’de olduğu gibi kullanıma hazır hale gelmesinde erime için 20 dakikaya ihtiyaç vardır. Amaç fibrinojen düzeyini 1,0 gr/l’ye çıkarmaktır. Pıhtılaşma bozukluğu Obstetrik bir hastada pıhtılaşma bozukluğu hızla gelişir. Gerçek tanıyı koymak için doğrulayıcı laboratuar testleri gereklidir. Fakat doğum sonu kanama varsa ufak damarlardan olan kanama18, 19 tanı için iyi bir klinik göstergedir. Devam eden kanamada pıhtı oluşmaması, pıhtılaşma bozukluğunu düşündürür. Pıhtılaşma faktörleri normalin % 30’undan fazla olması kanamanın durması için genellikle yeterlidir. Eğer pıhtılaşma faktörleri normalin % 30’undan fazla ve PT, APTT değerleri kontrol değerin 1,5 katından düşük ise düşük koagülasyon düzeylerinin kanamadan sorumlu olması olası değildir18,19. Yaygın damar içi pıhtılaşma bozukluğu Yaygın damar içi pıhtılaşma bozukluğu, pıhtılaşma faktörleri ve trombositlerin hızla tüketildiği

162


pıhtılaşma bozukluklarının en ölümcül formunu yansıtır. Özellikle ablasyo plasenta ve amniyos sıvı embolisi ile ilişkili hastalarda yaygın damar içi pıhtılaşma bozukluğu dramatik bir biçimde gelişebilir. Şok, asidoz ve hipotermi ile birlikte görülen şiddetli kanamalardan sonra da aniden gelişebilir. Hipotermi riski nedeniyle mümkünse verilen tüm sıvıların ısıtılması gerektiği vurgulanmaktadır. Yaygın damar içi pıhtılaşma bozukluğu yüksek risk taşır ve bir kez geliştiğinde geriye döndürülmesi güçtür. Uzun süre hipovolemisi olan hastalar risklidir. Tanı trombositlerin, fibrinojenin, PT ve APTT’nin sık olarak tetkikine bağlıdır. Tedavi erken dönemde trombosit, TDP ve kriyopresipitat uygulamasından ibarettir. Kan transfüzyonu komplikasyonları Transfüzyon riskleri hakkında bilgilerin artması ile son yıllarda kan ve kan ürünü kullanımı azalmaktadır. Komplikasyonlar uyumsuzluk, saklama problemleri veya enfeksiyon geçişleri nedeniyle görülebilir. Transfüzyon ile ilgili en sık ölümcül komplikasyon hemolitik reaksiyona da neden olabilen uyumsuzluktur22. Bu tür ölümlerin çoğu tüm kan ürünlerinin grup açısından uygunluk kontrolü nedeniyledir ve tamamen önüne geçilebilir. Depolama problemleri hiperpotasemiyi içerir. Özellikle asidoz ve hipotermisi olan hastalarda, hızlı ve tekrarlayan kan transfüzyonları, depolanmış kanda potasyum yüksek olduğu için, hiperpotasemiye neden olur. Benzer olarak kan ısıtıcısı kullanılmazsa, büyük hacimlerde transfüzyon sonrası da hipotermi meydana gelebilir. HIV, hepatit B ve C ve sitomegalovirüs (CMV) gibi enfeksiyonların geçmesi en çok korkulan komplikasyonlardır. Tahmin edilen HIV enfeksiyon geçiş riski 1/200.000 ile 2.000.000 arasındadır23. Artan tarama testlerine karşın halen görülen en sık enfeksiyon viral hepatittir. Son zamanlarda risk 103.000 kan transfüzyonunda 1’dir. CMV asemptomatik bağışçılarda lökosit içerisinde taşınır. CMV-negatif kan kullanarak veya filtre ile nötrofilleri uzaklaştırarak CMV’den korunmak mümkündür. Transfüzyonun alternatifleri Halen otolog kan transfüzyonlarına üç alternatif yöntem vardır: Ameliyat veya doğum öncesi bağış, ameliyat sırasında hücre toplanması ve hemodilüsyon. Bu yöntemler beklenmeyen doğum

sonu kanamalarda nadiren uygulanabilir, fakat yine de özellikle Yahova şahidi inancı olan hastalarda göz önünde bulundurmaya değer. Doğum öncesi bağış yüksek riskli hastalarda ve nadir kan grubu olanlarda kullanılabilir. Fakat bağıştan önce hemoglobin 11 gr/l veya hematokrit % 33’den düşük olmamalıdır25–27. Bununla birlikte birçok gebe hasta nadiren bir üniteden fazla bağışta bulunabilir ve çoğu hasta doğum sonu kanamadan sonra birden fazla kan transfüzyonuna ihtiyacı olur. Dolayısıyla çoğu hasta homolog kan transfüzyonuna ihtiyaç duyar. Bunun da ötesinde bu hastaların ne kana ihtiyacı olduğunun tahmin edilmesi güçtür. Dolayısıyla yüksek riskli hastalarda kan transfüzyon ihtiyacını azaltmak hesaplı olmasına karşın başlangıçta kan kaybı tahminde güçlük yaratması nedeniyle doğum öncesi kan toplamak yararlı değildir27. Ameliyat sırasında kan toplama, operasyon sırasında kaybedilen kanın toplanarak hastaya tekrar verilmesini sağlayan bir tekniktir28. Ancak buradaki endişe toplanan kan ile birlikte amniyotik sıvı ve bebeğe ait atıkların yıkama ile yeterince uzaklaştırılamaması ve hastaya yeniden verilmesi sonucunda ortaya çıkacak olan ve anafilaksiye neden olan amniyotik sıvı embolisidir. Bu yol kan toplama kan bankası kaynaklarının sınırlı olduğu şiddetli kanama vakalarında uygun olabilir ve Yahova şahitlerinde yararlı olabilir (ameliyat sırasında kan toplanmasına ilişkin tartışma için Bölüm 15’e bakınız). Her ne kadar şiddetli doğum sonu kanamada hemodilüsyon tekniği hakkında yeterli deneyim olmasa da bu teknikte 500–1.000 ml kan alınarak daha sonra tekrar aynı hastaya verilebilir. ANESTEZİ UYGULAMALARI Doğum sonu dönemde acil cerrahi ve anestezi için en sık neden doğum sonu kanamadır. Temel nedenler bu kitabın diğer bölümlerinde tartışılan uterus atonisi, travma, plasentanın tam çıkmaması ve uterus inversiyonu gibi sebeplerdir. Bunların büyük bir bölümünde kanamayı durdurmak için anestezi gerekecektir. Anestetik seçimi mevcut klinik duruma, kaybedilen kan miktarına ve klinik durumun ne kadar acil

163


Tablo 2: Akut şiddetli kan kaybı: standartları içeren bir şablon Derhal yapılmalı

Anahtar noktalar

Kanamayı durdurmak

Erken cerrahi veya obstetrik girişim Üst gastrointestinal kanal işlemleri Girişimsel radyoloji

Kilit personelin haberdar edilmesi

En uygun cerrahi ekip Görevli anestezist Kan merkezi

Dolaşan kan hacmini tamamlayınız. Ana damar veya kardiyak yaralanma olan hastalarda cerrahi ekip ile tartıştıktan sonra hacim tamamlamanın kısıtlanması gerekebilir

Geniş lümenli bir kateter yerleştiriniz. Yeterli hacimlerde kristaloit/kan veriniz. Amaç normal kan basıncını idame ettirmek ve idrar atımının erişkinde > 30 ml/saat veya > 0,5 ml/kg/saat tutmak.

Diğer gözlemler

Kan kaybı sıklıkla tahmin edilemez. Travma hastalarının resüsitasyonu ve kan transfüzyonu için kılavuz kitabına bakınız. Hemodinamik olarak kararlı değil ise CVP’yi ölçünüz. Kolloit infüzyonu sonuçları etkileyebileceğinden en erken dönemde alınız. Yanlış tanımlama en sık transfüzyon riskidir. Tam kan sayımı ve koagülasyon sonuçları elde edilmeden önce TDP ve trombosit vermek gerekebilir.

Laboratuar testleri gereksinimi

Tam kan sayımı, PT, APTT, fibrinojen: kan bankası örneği, biyokimya profili, kan gazları Tam kan sayımı, PT, APTT, fibrinojenin her 4 saatte bir tekrarı veya 1/3 kan hacmi yenilendiğinde ya da TDP infüzyonundan sonra

Uygun eritrosit süspansiyonunu isteyiniz. Eritrositler süspansiyonları artık lökosit içermez. Her bir torbada bulunan hacim 190–360 ml arasındaki oranlardadır.

Acilen kan gerektiğinde: O grubu Rh (-) kan stoklardan kullanınız. Eğer kan 5–10 dk içerisinde gerekiyorsa: kan stoklarındaki O Rh (-) kanı korumak için grup spesifik kan transfüzyonu yapılabilir. Eğer kan 30 dk ve üzerinde bir sürede gerekiyorsa: tam grup uygunluluğu yapılmış kan veriniz.

Trombosit kullanmayı düşününüz.

Devam eden kanamada 2 litrenin üzerinde kan kaybı mevcut iken beklenen trombosit sayısının <50 X 109/l olması Doz: Yenidoğanlarda ve küçük çocuklarda 10 ml/kg iken diğer durumlarda erişkinde tedavi edici doz olan 1 torba kullanılır

Hedeflenen trombosit sayısı: Multipl veya santral sinir sistemi travmalarında > 100 X 109 l iken diğer durumlarda > 50 X 109/l. Ölçülmüş olmasına karşın klinik durum devam eden aşırı kanamayı gösteriyorsa trombosit kullanmayı düşününüz.

TDP kullanmayı düşününüz.

Devam eden kanamada 2 litrenin üzerinde kan kaybı mevcut iken beklenen koagülasyon faktör eksikliği Amaç PT ve APTT’yi 1,5 kontrol değerin altına indirmektir. Erime için 20 dk’ya izin ver. Doz: 12–15 ml/kg=1 litre veya 4 ünite.

PT/APTT > 1,5 X ortalama kontrol artmış cerrahi kanama ile ilişkilidir. Laboratuar testler elde edilmeden TDP kullanmak gerekebilir. TDP’den önce PT, APTT ve fibrinojen için örnek alınız.

Kriyopresipitat kullanmayı düşününüz.

Fibrinojen ve faktör VIII’i yerine koymak için: Fibrinojen için amaç >1 gr/l Erime için 20 dk’ya izin ver Doz: 10 torba veya çocukta 1 torba/10 kg.

0,5’den küçük fibrinojen düzeyi ufak damarlardan kanama ile güçlü bir şekilde ilişkilidir.

Yaygın damar içi pıhtılaşma bozukluğundan şüphelenin.

Eğer mümkün ise altta yatan nedeni tedavi edin.

Şok, hipotermi, asidoz yaygın damar içi pıhtılaşmanın riskleridir. Yaygın damar içi pıhtılaşma bozukluğunda ölüm riski yüksektir.

164

Kan transfüzyon laboratuarı veya icapçı hematolog ile temas kurun ve ilgili detayları hazırlayın. Acil stoktaki kanı kullanmadan önce grup veya grup uygunluluğu için kan örneği alın. Eğer büyük hacimlerde kan verilecekse ısıtıcı gerekir.


olduğuna göre değişir. Hipovolemi ile birlikte olan doğum sonu kanamalarda sıklıkla genel anestezi tercih edilir. Rejiyonel blok uygulamasında problem, klinik olarak belirgin hale gelmemiş hipovoleminin mevcut hipotansiyonu daha da derinleştirerek annede ölüm ya da ciddi hastalık riskini artırabilmesidir. Bununla birlikte eğer hastaya önceden rejiyonel bir blok uygulanmışsa (spinal veya epidural) ve dolaşım sistemi kontrol altında ise rejiyonel teknik ile devam edilebilir. Eğer hemodinamik bozukluk gelişirse genel anesteziye geçme endikasyonu doğar. Anestezinin güvenli uygulanabilmesi için yaşamsal öneme sahip unsurlar deneyim sahibi uzman bir anestezist ve yardımcı personel, önceden yerleştirilmiş geniş lümenli iki kateter, hemoglobin ve hematokrit değerleri, hızlı infüzyon cihazları ve sıvı ısıtma sistemleridir. Ayrıca kristaloit ve kolloit sıvıların hızlı infüzyonu için pompa, kan ve TDP başta olmak üzere diğer kan ürünleri ve son olarak

da CVP ve arteriyel basıncı izlemek için donanımlar da hazır olmalıdır. Uygun bir anestetik teknik preoksijenasyonu takiben ya azaltılmış dozlarda tiyopenton (örn. 4 mk/kg) veya ketamin (1 mg/kg) ya da etomidat (0,2 mg/kg) ile indüksiyonu sonrasında süksametonyum uygulamasını takiben krikoid bası ile hızlı bir indüksiyon şeklinde olmalıdır. Anestezinin idamesi için kas gevşeticiler (örn. rokuronyum 0,6 mg/kg) nitröz oksit, oksijen ve uyanıklığı ortadan kaldırmak için düşük konsantrasyonlarda volatil anestetik (örn. izofluran) veya fentanil, alfentanil veya remifentanil gibi opiyoidler ile kombine kullanımı önerilebilir. Örneğin uterus inversiyonu gibi yoğun kas gevşekliği gereken bazı özel durumlar için ek volatil anestetikler faydalı olabilir. Eş etkin dozlarda tüm halojenli volatil anestetikler benzer düzeylerde uterus gevşemesine neden olur31,32. Diğer alternatif intravenöz verilen nitrogliserindir33,34.

Şekil 1: Erişkin temel yaşam desteği (Birleşik Krallık Resüsitasyon Konseyi)

165


Kardiyak Arest Eğer uygunsa kalp üzerine darbe

Eğer uygunsa TYD algoritması

Defibrilatör ya da monitöre bağla

Ritmi değerlendir

Nabzı kontrol et +/VF/VT var Eğer gerekiyorsa 3 kez defibrile et

1 dakika boyunca KPR

VF/VT yok KPR sırasında düzeltilebilir nedenleri gider. Yanıt yok ise: • Elektrotları ve defibrilatör kaşığın pozisyonunu kontrol et ve yapıştır. • Teşebbüs/doğrulama: Havayolu, O2 ve damar yolu • 3 dakikada bir epinefrin ver. • Amiadaron, atropin, pace ve tamponları düşünün.

3 dakika KPR*

*Defibrilasyondan hemen sonra 1 dakika

Potansiyel düzeltilebilir nedenler: • Hipoksemi • Hiper/hipokalemi, metabolik bozukluklar • Hipotermi • Tansiyon pnömotoraks • Tamponad • Toksik/terapötik bozukluklar • Tromboembolik ve mekanik bozukluklar

Şekil 2: Erişkinde kardiyak arest tedavisinde ileri yaşam desteği algoritması (Birleşik Krallık Resüsitasyon Konseyi). VF: ventriküler fibrilasyon, VT: ventriküler taşikardi, KPR: kardiyopulmoner resüsitasyon, ETT: endotrakeal tüp.

166


KARDİYOPULMONER RESÜSİTASYON Doğum sonu kanama sonrası şiddetli hipovolemisi olan bir hastada kardiyak arest gelişmesi durumunda prognoz hipoksemi ve hızlı gelişen asidoz nedeniyle kötüdür. Yine de hastaların çoğu gençtir ve daha öncesinde sağlıklıdır. Bu nedenle resüsitasyona geç kalmadan müdahale edilmelidir. Kardiyak arest ani bilinç kaybı, büyük damarlarda nabız ve solunum kaybı ile birliktedir. Başarı şansını artırmak için hızla müdahale gerekir ve üç aşamada geleneksel önerilerin (Şekil 1 ve 2’deki Birleşik Krallık Resüsitasyon Kılavuzları) yanında fikir birliğine varılmış kardiyak arest işlemlerini takip etmek gerekir. 1) Temel yaşam desteği (TYD): ABC sistemi. Bu hava yolu kontrolü, solunum desteği ve dolaşım desteğinden ibarettir. 2) İleri yaşam desteği (İYD): Bu entübasyon ve ventilasyon, sıklıkla epinefrin (adrenalin) ile sağlanan devamlı dolaşım desteği, defibrilasyon ve EKG monitorizasyonu, ilaçlar ve sıvılar ve kompleks aritmilerin tedavisini içerir. 3) Uzamış yaşam desteği (UYD): Tüm yoğun bakım işlemlerini kapsar. Üç nokta yaşamsal öneme sahiptir. 1. Palpe edilen ana nabızlar yok ise eksternal kalp masajı vakit geçirilmeden başlanmalıdır. 2. 3 dakikada 1 mg verilen adrenalin sıklıkla gerekli olacaktır. 3. Arest esas olarak hipovolemi nedeniyleyse başarı şansını artırmak için kardiyopulmoner resüsitasyon süresince dolaşan kan hacmini yerine koyulmalıdır. Kaynaklar 1. Rochat RW, Koonin LM, Atrash HK, et al. Maternal mortality in the United States: report from the maternal mortality collaborative. Obstet Gynecol 1988;72:91 2. Li XF, Fortney JA, Kotelchuck M, Glover LH. The postpartum period: the key to maternal

mortality. Int J Gynaecol Obstet 1996;54:1–10 3. Why Mothers Die 2000–2002. Confidential Enquiries into Maternal Deaths in the United Kingdom. London: Department of Health, HMSO, 2004 4. American College of Surgeons. Advanced Trauma Life Support Course Manual. Chicago: American College of Surgeons, 1997:103–12 5. Combs CA, Murphy EL, Laros RK. Costbenefit analysis of autologous blood donation in obstetrics. Obstet Gynecol 1992;80:621–5 6. Camann WR, Datta S. Red cell use during cesarean delivery. Transfusion 1991;31:12–15 7. Consensus Conference. The impact of routine HLTV-III antibody testing of blood and plasma donors on public health. JAMA 1986;256: 1178–80 8. Consensus Conference. Perioperative red blood cell transfusion. JAMA 1988;260:2700–3 9. American Society of Anaesthesiologists Task Force. Practice Guidelines for Blood Component Therapy. Anesthesiology 1996;84: 732–47 10. Chestnut DH, ed. Antepartum and postpartum hemorrhage. In Obstetric Anesthesia: Principles and Practice. Amsterdam: Elsevier Mosby, 2004: 676–7 11. British Committee for Standards in Haematology. Guidelines for transfusion for massive blood loss. Clin Lab Haematol 1988;10:265–73 12. British Committee for Standards in Haematology. Guidelines for the use of fresh frozen plasma. Transfus Med 1992;2:57–63 13. British Committee for Standards in Haematology. Guidelines for platelet transfusions. Transfus Med 1992;2:311–18 14. Stainsby D, MacLennan S, Hamilton PJ. Management of massive blood loss: a template guideline. Br J Anaesth 2000;85:487–91 15. Milton Keynes General NHS Trust. Acute massive blood loss – a template guideline. 2002:1– 10 16. Consensus Conference. Platelet transfusion therapy. JAMA 1987;257:1777–80 17. Transfusion alert: Indications for the use of red blood cells, platelets, and fresh frozen plasma. US Department of Health and Human Services, Public Health Service, National Institutes of Health, 1989 18. Ciaverella D, Reed RL, Counts RB, et al. Clotting factor levels and the risk of diffuse microvascular bleeding in the massively transfused

167


patient. Br J Haematol 1987;67:365–8 19. Murray DJ, Olson J, Strauss R, et al. Coagulation changes during packed red cell replacement of major blood loss. Anesthesiology 1988;69:839–45 20. Consensus Conference. Fresh-frozen plasma: indications and risks. JAMA 1985;253;551–3 21. Aggeler PM. Physiological basis for transfusion therapy in hemorrhagic disorders: a critical review. Transfusion 1961;1:71–85 22. Honig CL, Bove JR. Transfusion associated fatalities: Review of Bureau of Biologics report. Transfusion 1980;20:653–6 23. Goodnough LT, Brecher ME, Kanter MH, AuBuchon JP. Transfusion medicine. 1. Blood transfusion. N Engl J Med 1999;350:438–47 24. Pamphilon DH, Rider JH, Barbara JA, Williamson LM. Prevention of transfusion-transmitted cytomegalovirus infection. Transfus Med 1999;9: 115–23 25. Droste S, Sorensen T, Price T, et al. Maternal and fetal hemodynamic effects of autologous blood donation during pregnancy. Am J Obstet Gynecol 1992;167:89–93 26. Kruskall MS, Leonard S, Klapholz H. Autologous blood donation during pregnancy: analysis of safety and blood use. Obstet Gynecol 1987;70:938–40 27. Andres RL, Piacquadio KM, Resnick R. A reappraisal of the need for autologous blood donation in the obstetric patient. Am J Obstet Gynecol 1990;163:1551–3 28. Williamson KR, Taswell HF. Intraoperative blood salvage. A review. Transfusion 1991;31: 662–75 29. Estella NM, Berry DL, Baker BW, et al. Normovolemic hemodilution before cesarean hysterectomy for placenta percreta. Obstet Gynecol 1997;90:669–70 30. Grange CS, Douglas MJ, Adams TJ, Wadsworth LD. The use of acute hemodilution in parturients undergoing cesarean section. Am J Obstet Gynecol 1998;178:156–60 31. Munson ES, Embro WJ. Enflurane, isoflurane, and halothane and isolated human uterine muscle. Anesthesiology 1977;46:11–14 32. Turner RJ, Lambros M, Keyway L, Gatt SP. The in-vitro effects of sevoflurane and desflurane on the contractility of pregnant human uterine muscle. Int J Obstet Anesth 2002;11:246–51 33. Altabef KM, Spencer JT, Zinberg S.

Intravenous nitroglycerin for uterine relaxation of an inverted uterus. Am J Obstet Gynecol 1992;166:1237–8 34. Bayhi DA, Sherwood CDA, Campbell CE. Intravenous nitroglycerin for uterine inversion. J Clin Anesth 1992;4:487–8

168


Bölüm 21 DOĞUM SONU KANAMA İÇİN ALET DONANIMI T. F. Baskett Y. Yıldırım, F. M. Koyuncu

Birincil doğum sonu kanama sıklıkla atoniye bağlıdır ve uygun oksitosik ilaç uygulamasına yanıt verir. Doğumun uzun sürmesine bağlı tükenmişlik veya infekte uterus varlığı gibi az sayıdaki olguda atonideki uterus herhangi uterotonik ilaçla kasılamaz. Bu gibi olgularda daha sonraki bölümlerde detaylı olarak verilecek uterusun paketlenmesi1, balon2–4 ile uterusa tampon yerleştirilmesi, uterusa baskı sütürleri5–8 atılması, büyük damarların bağlanması9,10 ve histerektomi gibi çeşitli cerrahi girişimleri uygulamak gerekebilir. Oksitosik ilaçlara yanıt vermeyen atoniye ilave olarak, doğum sonu kanamanın çok değişik nedenleri daha vardır ki standart vajinal doğum veya sezaryendekinden çok daha fazla donanım gerektiren cerrahi girişimlere ihtiyaç duyulur. Bunlar kötü sonuçlu olabilecek yüksek seviyedeki vajinal veya servikal yırtıklar, plasenta previa ve/veya sezaryen sırasında saptanan plasenta akreata ve rüptürler olarak sıralanabilir. Yukarıda sayılan cerrahi sorunlar için ilave araçgereçler birçok doğum kliniğinde doğum hekimi ve hemşireler tarafından nadiren kullanılır. Bu yüzden ihtiyaç duyulduğunda çoğu kez hazır değildir ve bu esnadaki en değerli zaman onları aramak için kaybedilir. Bu nedenle her doğum ünitesi, doğum sonu kanamanın cerrahi yönetimi için gerekli tüm malzemenin konduğu obstetrik kanama setini hazır bulundurmalıdır. Kanada’daki deneyimler göstermiştir ki 1/250 sezaryen ve 1/1.000 vajinal doğumda böyle bir setin kullanımına ihtiyaç duyulmaktadır11. En sık kullanılan cerrahi teknikler olarak uterusa baskı sütürleri, uterusa tampon yerleştirilmesi, uterus ve over arterinin bağlanması ile servikal ve/veya vajinal yaralanmalardaki sütürler gösterilmiştir11. Bunların kullanılmasına yol açan başlıca edenler parsiyel akreatanın varlığı veya yokluğu ile görülen plasenta previa ve oksitosine duyarsız atonidir11. Obstetrik kanama setinin içerisinde olması gerekenler Tablo 1’de gösterilmiştir. Doğum kliniklerinin içerikler bakımından kişisel farklılık gösterebileceği tartışmasızdır ve bölgesel koşullara

bağlı da değişiklikler olabilir. Servikal yırtıkların ve vajina üst kısmının iyi değerlendirilebilmesi için üç adet vajinal ekartör gereklidir. Bu amaç için Haeney ve Breisky-Navratil ekartörleri çok uygundur. Yoğun vajinal yırtıkların kenarına veya rüptüre bağlı olarak gerçekleştirilen laparotomide uterusun kenarlarına kompresyon sağlamak ve servikal yırtıklarda kenarları komprese etmek için dört adet tampon forseps de yararlı olabilir. Standart olarak hazırlanmış sütür materyalindeki iğneler uterusa baskı dikişi atmak için oldukça küçüktür. Bu nedenle bir çift delikli iğne, tercihen bir adet 10 cm künt düz ve bir adet 70–80 mm künt delikli eğri iğnelerin bulunması önerilir. Bir adet standart sütür de olmalıdır: küçük iğneli, 1 numara polyglactin (vicryl). Ancak vicryl kesilmiş ve delikli iğnelerin içerisine yerleştirilmelidir. Tam bir B-Lynch baskı sütürü, iki standart uzunluktaki vicrylin birbirine bağlanması ile elde edilir. Şayet mümkünse yuvarlak iğnedeki Ethiguard monocryl B-Lynch baskı sütürü için idealdir. Uterus ve over arterinin bağlanması için standart 0 ve 2 numara atravmatik iğneli kromik sütürler uygundur. Uterusa dik ve kare baskı sütürleri için10 cm’lik düz iğneli 1 numara vicryl de olmalıdır. Uterus ve vajinaya tampon için gerekebilecek araç ve gereçler de sağlanmalıdır. Yoğun bir vajinal yırtığın sütürünü takiben hematom gelişmesini önlemek için gerekli olan vajinal tampon uygulamasında standart vajinal paketleme yeterli olabilir. Ancak bu işlem sırasında birden fazla pakete de ihtiyaç duyulabilir. Uterus boşluğunun paketlenmesinde standart vajinal paketin sıkıca birbirine bağlanması yeterli olabilir. Fakat ideali alışılmış dörtlü paketten daha kalın olan altı katlı paket gaz tampondur. Son yıllarda balon tamponad vajinal doğumu takiben oksitosik ilaçlara duyarsız atoniler için kullanılmaktadır. Değişik balon araçları arasında Sengstaken-Blakmore tüpü, Rüsch üroloji balonu ve Bakri balonu vardır. Bunlardan sonuncusunu ticari olarak da bulmak mümkündür (Bkz. Bölüm 28–29). İdrar sondası etrafında bilek kısmından bağlanmış cerrahi eldiven, su veya serum fizyolojik ile şişirildiğinde uterus şeklini alır.

169


Tablo1: Obstetrik kanama setinde bulunması gereken malzemeler Hazırda bulunması gerekenler 3 vajinal retraktör (Heaney, Breisky-Navratil) 4 over forsepsi İğneler 10 cm uzunlukta düz iğne Yuvarlak 70–80 mm’lik, keskin olmayan uçlu iğne Sütürler 1 numara polyglactin (vicryl) Yuvarlak iğneli, 0 ve 2 numara kromik katküt Yuvarlak iğneli, künt uçlu monocryl Uterus/Vajina tamponu Vajinal paketler Rulo tampon Uterusa balon (Sengstaken-Blakemore, Rüsch ürolojik balon, Bakri balon, cerrahi eldiven ve kateter, kondom ve kateter) Şemalar (Şekil 1–4) Şekiller ve talimatları gösteren sayfalar Uterus ve over arteri bağlanması Uterusa baskı sütür teknikleri: B-Lynch, kare ve dik Bu amaç için bir kondom da kullanılabilir. Temin edilebilmeye dayalı olarak bu balon tampon kitlerinin biri veya daha fazlası hazırlanan paket içerisinde bulundurulmalıdır.

sterilize edilebilecek diyagramların hazırlanarak paket içine konması veya cam koruyucu altında duvar kartı olarak yerleştirilmesi kullanışlıdır (Şekil 1–4)11.

Uterusa baskı sütürlerinin ender olarak kullanılması nedeniyle teknik unutulabilir. Bu nedenle kolayca

Oksitosik ajanlara dirençli atoni veya genital kanal travmasına bağlı gelişen doğum sonu kanamaları

Over arteri

Şekil 1: Uterus ve over arteri bağlanması • Eğri iğneli, 0/1 veya 2 numaralı sütür kullanın • Myometriuma tampon koyun

Uterus arteri

170


Şekil 2: Uterusa baskı sütürleri: B-Lynch tekniği • Alt segment sezaryen insizyonu için kullanılmalı • 1 veya 2 numara, geniş ve yuvarlak iğne kullanılmalı • Sezaryen insizyonu olmadan, aynı teknik için geniş 3/8 yuvarlak iğne kullanılmalı veya Ethiguard eğimli keskin olmayan monocryl sütür kullanılmalı • Batın kapatılmadan önce kan kaybı olup olmadığı gözlenerek baskı dikişlerinin işe yaradığı kontrol edilmelidir.

Şekil 3: Uterusa baskı kompresyon sütürleri: Kare • 10 cm’lik düz Keith iğnesiyle bir uçtan bir uca sütür atın. • Plasenta previa açısından yararlı olabileceği ön görülerek, uterusun bütün gövdesini kaplayacak şekilde kare sütürler konulabilir (Drenaj yolu kaldığından emin olunması gerekir). • Uterus alt kısmındaki kanamayı azaltmak için subendometrial enjeksiyonla 1–2 ml seyreltik vazopresin (20 ml salin içine 5 ünite) uygulanabilir. • Batın kapatılmadan önce kan kaybı olup olmadığı gözlenerek baskı dikişlerinin işe yaradığı kontrol edilmelidir.

Şekil 4: Uterusa baskı kompresyon sütürleri: Dik • B-Lynch tekniğine alternatif olarak alt segment sezaryen insizyonu yoksa kullanılır. • 10 cm’lik düz Keith iğnesiyle uterus açılmadan uygulanır. • Mesanenin aşağı doğru çekilmesini sağlayın. • 2’den 4’e kadar dik sütür konulabilir. • Batın kapatılmadan önce kan kaybı olup olmadığı gözlenerek baskı dikişlerinin işe yaradığı kontrol edilmelidir.

171


durdurmak için gerekli cerrahi tekniklerin hızla uygulanması, olası ciddi hastalık ve transfüzyon ihtiyacını da azaltacaktır. Histerektomi son, ancak kesin tedavidir. Hayat kurtarıcı bir girişimdir. Bununla birlikte 1 yıl içinde 9 olguda kullanılan obstetrik kanama setinin kullanımı sayesinde, tüm olgular histerektomi olmaktan kurtulmuştur. Alternatif cerrahi yöntemlerinin hızla uygulaması için araç ve gereçler hemen hazırlanabilirse, gelişebilecek ciddi hastalık riski ve fertiliten kaybına neden olacak histerektomi olasılığı da azalacaktır.

11. Baskett TF. Surgical management of severe obstetric haemorrhage: experience with an obstetric haemorrhage equipment tray. J Obstet Gynaecol Can 2004;26:805–8 12. Akhter S, Begum MR, Kebir Z, Rashid M, Laila TR, Zabean F. Use of a condom to control massive postpartum hemorrhage. Medscape Gen Med 2003;5:3

Kaynaklar 1. Maier RC. Control of postpartum hemorrhage with uterine packing. Am J Obstet Gynecol 1993; 169:17–23 2. Chan C, Razyi K, Tham KA, Arulkumaran S. The use of the Sengstaken–Blakemore tube to control postpartum haemorrhage. Int J Gynaecol Obstet 1997;58:251–2 3. Bakri YN, Amri A, Jabbar FA. Tamponade balloon for obstetrical bleeding. Int J Gynaecol Obstet 2001;74:139–42 4. Johanson R, Kumar M, Obhari M, Young P. Management of massive postpartum haemorrhage: use of hydrostatic balloon catheter to avoid laparotomy. Br J Obstet Gynaecol 2001; 108:420–2 5. B-Lynch C, Cocker A, Lowell AH, Abu J, Cowan MJ. The B-Lynch surgical technique for control of massive postpartum haemorrhage: an alternative to hysterectomy? Five cases reported. Br J Obstet Gynaecol 1997;104:372–5 6. Hayman RC, Arulkumaran S, Steer PJ. Uterine brace sutures – a simple modification of the B-Lynch surgical procedure for the management of postpartum hemorrhage. Obstet Gynecol 2002; 99:502–6 7. Smith KL, Baskett TF. Uterine compression sutures as an alternative to hysterectomy for severe postpartum haemorrhage. J Obstet Gynaecol Can 2003;25:197–200 8. Cho JH, Jun HS, Lee CN. Hemostatic suturing technique for uterine bleeding during Cesarean delivery. Obstet Gynecol 2000;96: 129–31 9. Fahmy K. Uterine artery ligation to control postpartum haemorrhage. Int J Gynaecol Obstet 1987: 25:363–7 10. Evans S, McShane P. The efficacy of internal iliac ligation. Surg Gynecol Obstet 1985;162: 250–3

172


Bölüm 22 ŞİDDETLİ OBSTETRİK KANAMA İÇİN HASTANE SİSTEMLERİ GELİŞTİRMEK D. W. Skupski, G. S. Eglinton, I. P. Lowenwirt, F. I. Weinbaum İ. Davas

GİRİŞ

veya plasenta previa ve plasenta akreatadır4. Ancak sadece plasenta previa teşhisi önceden güvenle Bu kitapta üzerinde önemle durulduğu gibi konulabilir. doğumla ilgili şiddetli kanamalar tüm dünyada Doğumla ilgili şiddetli kanamalardan kaynaklanan anne ölümlerinin önemli sebeplerinden biridir. sorunları azaltılmasına yardımcı olan herhangi bir Pek iç açıcı olmasa da tüm ilginin bu konuya program, doğumla ilgili kanamaya maruz kalmış yoğunlaşması, dünyada üreme çağındaki kadınların kadının tedavisi konusunda bireysel farklılıkları ve sağlığının korunması için çok önemlidir. Bu ilgili kliniğin geleneksel yaklaşımını mutlaka bölüm doğumla ilgili şiddetli kanamaya bağlı kadın gözetmelidir. Bu yazının geri kalan kısmında ölümü ve ciddi hastalığının azalttığı kanıtlanmış özellikle New York eğitim hastanesi örnek alınarak hastane yaklaşımlarına dikkat çekmektedir1. bu tür hastane sistemlerinin uygulanışı detaylarıyla Ayrıca bu kadınların tedavisi için oluşturulan anlatılmaktadır. mevcut hastane sistemlerinin geliştirilmesi ile iyileştirilmesini de içermektedir. İLETİŞİM VE EĞİTİMİN ÖNEMİ ARKA PLAN

Herhangi bir programın başarılı olmasında iki nokta çok önemlidir: Eğitim ve iletişim. Doğumla ilgili şiddetli kanamalı kadınlarla ilgilenen kurumlar ile halk arasında sağlam iletişim kanallarının oluşturulması göz ardı edilmemelidir. Herhangi bir acil ekibinin azami kapasiteyle çalışması için hızlı ve uyumlu iletişim en önemli koşuldur. Bu iletişim ağı sadece doğumla ilgilenen ekibi değil, acil servis çalışanlarını, anestezi ekibini, hemşire kadrosunu, eylem ve doğum odası personelini, ameliyathane ve kan merkezi çalışanlarını da içermelidir.

Son yıllarda Amerika’da doğumla ilgili şiddetli kanamalarda olduğu gibi, sezaryen histerektomi insidansında da artış görülmektedir. Bu çoğunlukla sezaryen ve tekrarlayan sezaryenler nedeni ile oluşan plasenta previa ve plasenta akreataya bağlıdır2–4. İnatçı kanamalarda doğum anında acil histerektomi hayat kurtarıcı yöntem olarak kullanılır. Yeni yazılmış bir makaleye göre doğum sırasında acil histerektomi insidansı 2,5/1.000’tur3. En sık endikasyon ise uterus atonisidir ve bunu plasenta akreata izler5. Histerektomi gerekliliği olup olmamasından bağımsız olarak meydana gelen Temel eğitim de aynı oranda önemlidir. Bu anne ölümü, doğumla ilgili şiddetli kanamaların iyi programın verimli olması için tüm ekibin önceki bilinen bir komplikasyonudur6. eğitim ve tecrübelerinin yeterli olduğunu düşünmek mantıksızdır. Bu hasta grubuyla ilgilenen herkesin DOĞUMLA İLGİLİ ŞİDDETLİ KANAMA İLE ve enstitülerin hemorajik şokun patofizyolojisini, MÜCADELE bu problemin ciddiyetini ve bu tedavinin nasıl yapılacağını bilmeleri esastır. Tüm ekip teşhisin her Doğumla ilişkili şiddetli kanaması olan kadınlarla zaman kolay olmadığını bilmelidir. Doğumla ilgili ilgili olumsuz sonuçlar için yeni programlar şiddetli kanama ile uğraşan bölüm şeflerine 7 gün/24 geliştirilmiştir. Bu programlar hazırlanırken iki saat/365 gün (7/24/365) ulaşabilmek temel şarttır. önemli etmen üzerinde durulmuştur. İlki kanamaya Eğitimde bölüm şefleri daha az deneyimli ekibi karşı verilen ilk cevap, ikincisi risk grubuna eğitmeli ve bu düzenli bir şekilde tekrarlanmalıdır. giren kadınları belirleyip bunlarda kanamanın Bu programın devamlılık kazanması, sonradan oluşmasını önlemek. Bu son çaba kanamanın en katılanların süreci devam ettirebilmeleri için de sık üç sebebinden ikisinin tanınmayabileceği gereklidir. fikri ön planda tutulduğu içindir. Bunlar atoni ve/

173


Erken gebelikte plasenta previa ya da alt yerleşimli plasenta 30. haftada sonografi kontrolü Plasenta izlenmedi

Plasenta izlendi

Standart yönetim

Akreata açısından değerlendir.

Akreatadan şüphelenildi

Akreatadan şüphelenildi

Danışmanlık‡

Danışmanlık†

Akciğer olgunlaşmasının değerlendirilmesi için 36. haftada planlı amniyosentezi takiben planlı sezaryen histerektomi

Akciğer olgunlaşmasının değerlendirilmesi için 36. haftada planlı amniyosentezi takiben sezaryen

Şekil 1: Doğumla ilgili şiddetli kanama yönünden risk altında olan hastalar için önerilen yönetim şeması. SD: Sezaryen ile doğum. *: Daha önce SD yapan ve plasentası ön duvar yerleşimli olanlarda akreata gelişebileceğinden şüphe edilmeli. †: yatak istirahatini, SD’ye hazırlığı, seri tam kan sayımını, eritropoetin, demir ve vitamin desteğinin sağlanmasını ve seri otolog kan transfüzyonunu içerir. ‡: Yukarıda yazılanları ve sezaryen histerektomi için önerleri içerir. Doğum sayısının az olması histerektomi yapılması önerisinden vazgeçilmesine neden olabilir. NYHQ’DA VAKALAR

yüksek düzey (3. düzey) yenidoğan ve anne yoğun bakımı için tasarlanmış olup, ayrıca travma merkezi olarak da (1. düzey) yeterli bir şekilde hizmet vermektedir. Cerrahi, kardiyak ve medikal yoğun bakım servisleri vardır.

New York Hastanesi kraliyet tıp merkezi (NYHQ) Flushing’de bulunan 480 yataklı akut girişim hastanesidir ve bu merkez Cornell Üniversitesi Weill Tıp Fakültesi ve New York Presbiteryan hastanesi ile birleştirilmiştir. Bu hastane devlet ya da özel ticari sigortaları olan, çok çeşitli etnik farklılıklara sahip bir kent nüfusuna hizmet verir. Hastane en

2000 ve 2001’de doğumla ilgili şiddetli kanamaya bağlı iki anne ölümü gerçekleşmiştir. Bunun üzerine doğumda şiddetli kanama açısından yüksek

174


Tablo 1: Hastane sisteminin değişiminin doğumla ilgili şiddetli kanama üzerine olan etkileri Değişiklik Etki İş yükü İdari Hasta güvenliği takımı Kritik Yaygın Travma takımı kurulması Az Orta Bölümsel Acil obstetrik yanıt takımı Klinik içinde kılavuzlar oluşturulması Klinik kılavuzlarının yaygınlaştırılması Ev içi doğum hekimi ve jinekologun ayrılması Eğitimi devam eden doktorların bakış açısının değiştirilmesi Tedavi ve yardım sağlayan personelin güçlendirilmesi Hemorajik şokun fizyolojisi ve tedavisinin etkin şekilde öğretilmesi Klinik kılavuzlar Plasenta previası olduğu bilinen hastanın doğum öncesi yönetimi Plasenta akreata kuşkusunda kanamaya karşı hazırlanma Planlanış sezaryen histerektomi hakkında bilgi verme Plasenta previa ve akreata için merkez ameliyathanede planlanmış sezaryen yapma Hemşirelik Takım katılımına uyum Hemşirelerin görevlerinin artırılması

Kritik Çok Çok Az Çok Çok Çok

Yaygın Orta Orta Orta Orta Orta Orta

Çok Az Az

Orta Orta Az

Az

Az

Çok Çok

Yaygın Orta

Hasta güvenliği ekibi 2001’in başlarında obstetrik ve anesteziyoloji, anne ve fetüs hastalıkları bilim dalı, yenidoğan, kan bankası gibi tıbbi branşlar ile hemşirelik bölümünü içeren bir “hasta güvenliği ekibi” kuruldu. Yeni

risk taşıyanlara yönelik hasta güvenliği ekibi kurulması fikrini oluşmuştur. Bu ekip doğumla ilgili şiddetli kanamaya karşı önceden girişimde bulunup, anne ölümlerini azaltmayı amaç edinmiş ve başarılı da olmuştur.

Tablo 2: 2000–2005 yılları arasında doğumla ilgili ciddi kanama Tekrarlanan sezaryen†

Doğumla ilgili şiddetli kanama‡

Yıl

Doğumlar

Sezaryen doğum*

Sezaryen histerektomi∞

2000

2.705

516

217

3

1

1

2001 2002 2003 2004 2005 Toplam

3.106 3.323 3.395 3.648 2.546 18.723

801 903 932 1.053 759 4.964

287 332 326 374 275 1.811

8 8 14 18 12 63

5 5 4 5 4 24

1 0 0 0 0 2

Ölüm

*: 2000–2001 ve 2002–2005 karşılaştırıldığında p<0,0001; †: 2000–2001 ve 2002–2005 ile karşılaştırıldığında p=0,002; ‡: 2000–2001 ve 2002–2005 ile karşılaştırıldığında p=0,02; ∞: 2000– 2001 ve 2002–2005 ile karşılaştırıldığında doğumla ilgili şiddetli kanama olguları arasında sezaryen histerektomi oranları p=0,37.

175


Tablo 3: Doğumla ilgili şiddetli kanama: demografik özelliklerin karşılaştırılması, şiddetin değerlendirilmesi ve sonuçlar 2000–2001 (n: 12)

2002–2005 (n: 49)

p

Demografik özellikler Yaş (ortalama (SD)) Parite (ortanca (dağılım)) Geçirilmiş sezaryen (n (%))

36,5 (6,0) 1 (0–3) 6 (50)

34,2 (5,9) 1 (0–5) 32 (65,3)

0,23 0,70 0,33

Şiddetin değerlendirilmesi Plasenta akreata (n (%)) APACHE skoru (ortanca (dağılım)) Tahmini kan kaybı (ortalama (SD))

4 (33,3) 11,5 (7–31) 2.725 (1.289)

11 (22,4) 10 (6–18) 2.429 (1.214)

0,46 0,07 0,46

2 (16,7) 7,23 (6,8–7,39) 35,2 (30,2–35,8) 7 (58,3) 6 (50) 1.313 (1.029) 185 (91) 7 (58,3)

0 (0) 7,34 (7,08–7,44) 36,1 (35,2–37,8) 15 (30,6) 18 (36,7) 1.194 (1.547) 184 (79) 16 (32,7)

0,036* 0,004* < 0,0001* 0,09 0,51 0,80 0,99 0,18

Sonuçlar Anne ölümü (n (%)) En düşük pH (ortanca (dağılım)) En düşük sıcaklık (°C) (ortanca (dağılım)) Pıhtılaşma bozukluğu (n (%)) Sezaryen histerektomi (n (%)) Verilen sıvı miktarı (ortalama (SD)) Ameliyat süresi ortalama (SD) > 24 saatlik entübasyon (n (%)) *: Anlamlı farklılık

oluşturulmuş olan hasta güvenliği ekibi 6–12 aylık bir kurs sonunda, her hafta düzenli 1–2 saat toplantılar yaparak, şiddetli kanamadan ölen iki hastaya uygulanan girişim ve tedavileri değerlendirdiler. Bu üzücü olayın meydana gelmesinin sisteme bağlı nedenlerini değerlendirdiler. Tedavide yapılabilecek değişiklikleri tartıştılar ve benzer durumlarda başvuran hastaların tedavisinin yapıldığı hastane olan NYHQ’da, sistemin kusursuz bir şekilde nasıl değiştirilebileceğini kararlaştırdılar.

değişiklerin, kanamadan ölen kadınların sonuçlarını olumlu yönde etkileyeceği şeklindeydi. Yöntemler Çok yönlü yaklaşım aşağıdakileri kapsamaktaydı: 1. Kardiyak arest ekibinden esinlenerek tüm nöbet ekibini kapsayan ve olası farklı acil klinik senaryolara hazır, bir obstetrik acil yardım ekibi (mavi takım) oluşturduk. 2. Doğumla ilgili şiddetli kanama yönünden risk faktörü olan hastalarda ve acil olaylarda kullanılmak üzere klinik rehber ve protokoller geliştirdik. 3. NYHQ’deki acil jinekolojik olgular ve doğumlardaki artışa cevap olarak ev içi jinekolojik ve obstetrik hastalıklarla ilgili sorumlulukları ayırdık. Jinekolojik acil durumları göz ardı etmemek şartıyla sadece obstetrik acil olaylara odaklanan ev içi ekibi oluşturduk. 4. Doğum ve eylem odasındaki bütün hastaların devamlı ve aralıklı izlenmesiyle 24 saat ev

Çalışmanın amacı Hastane sistemlerinde önerilen değişikliklerin bizim hasta sonuçlarımız üzerinde etkisini değerlendirmek için ileriye dönük olarak, ilgili vakaları dikkatlice kaydetmeye başladık. Ayrıca geriye dönük olarak da geçmiş 2 yılda meydana gelen benzer şekildeki ölümleri kaydettik. Komite tedavi ve yönetimde zamanla oluşan değişikliklerin etkisini doğru olarak gösterebilmek için, doğru kayıt sisteminin oluşturulmasına özen gösterdi. Bizim hipotezimiz, özellikle hastane sistemimizde uyguladığımız

176


içi hizmet veren kadrolu (konsültan) doğum hekimlerinin görevlerini gözden geçirdik. Bu izlem özel doğum hekimleri olan hastaları da kapsamaktaydı. 5. Obstetrik yardım verebilen herkesi (asistan doktor, hemşire, aile hekimi, ev içi hizmet veren doktor) tedavi şemasının uygulanmasında (özellikle ciddi bir kanamanın fark edilmesinin gecikmesi

ihtimali olduğu durumlarda) fikir birliği ya da anlaşmazlık geliştiğinde, bölümün kıdemli uzman doktorunu acilen haberdar etmeleri konusunda yetkilendirdik. 6. Haftalık bilgilendirici eğitim toplantıları ile tüm ekibimizi “Amerikan Cerrahi Koleji İleri Yaşam Desteği Kılavuzu”nda anlatıldığı gibi eğittik ve hasta bakımı için yeni ve farklı protokolleri önerdik7. Eskiden

Tablo 4: 2000–2005 arasında doğum sırasında histerektomi olguları. İnsidans 24/18.723 (1,3/1.000) Tüm vakalar başka türlü belirtilmedikçe vaka numarası olarak kabul edilecektir. 2000–2001† 2002–2005‡ Toplam§ Etiyoloji Plasenta akreata 4 10 14 Eski sezaryenle birlikte 4 10 14 plasenta akreata Uterus atonisi 2 6 8 Morbidite Sistotomi Akciğer embolisi Pıhtılaşma bozukluğu Akut tubuler nekroz ARDS Myokard infarktüsü Pnömoni

1 1 5 0 0 0 0

1 0 8 0 0 0 0

2 1 13 0 0 0 0

Ölüm oranı Plasenta perkreata

1

0

1

259 (52,3)

250 (66,6)

252 (62,4)

3.500 (2.500–5.200)

3.000 (1.000–7.000)

3250 (1.000–7.000)

2.125 (847,8)

2.292 (2.076,4)

2.250 (1.829,9)

5

10

15

7,15* (0,17) 5 3 6 (4–7)

7,27* (0,07) 12 3 4 (3–11)

7,24 (0,12) 17 6 5 (3–11)

1 2 3

3 12 3

4 14 6

Diğer özellikler Ameliyat süresi (dk) (ortalama (SD)) Tahmini kan kaybı (ml) (ortanca (dağılım)) Toplam transfüzyon hacmi (ortalama (SD)) Verilen taze donmuş plazma/ trombosit (n) En düşük pH (ortalama (SD)) Entübasyon > 24 saatlik entübasyon Yatış süresi (ortanca (dağılım)) Anestezi şekli Sadece rejiyonel Genele geçiş Sadece genel

†: 2000–2001 histerektomi n: 6, toplam doğum n: 5.811; ‡: 2002–2005 histerektomi n: 18, toplam doğum n: 12.912; §: 2000–2005 (toplam) histerektomi n: 24, toplam doğum n: 18.723; *: anlamlı farklılık p: 0,02. ARDS: Erişkin solunum sıkıntısı sendromu, SD: standart sapma

177


ve halen çalışmakta olan kadrolu doktorlar ve hemşireler değişikliklerin amacı (hasta güvenliği vs.) ve şiddetli kanamanın erken teşhisinin önemi konusunda uyarıldı ve bilgilendirildi. 7. Doğumla ilgili ciddi bir kanamaya bağlı hemorajik şoka en iyi müdahaleyi iyi bir travma ekibinin yapabileceği düşünülerek (travma bölümünün başkanıyla fikir birliğine varılarak) bir travma ekibi kurduk. Travma ekibi cerrahi travma doktoru denetiminde çalışan ev içi doktorunu da içermekteydi. Bu ekibin üyeleri venöz damar yolu açılmasında (gerektiğinde venöz cut down gibi) uzman, sıvı tedavisi fizyolojisi hakkında bilgili, masif kan transfüzyonu için gerekli kan ürünlerinin sağlanmasında yardımcı ve kan örneği alma, monitörizasyon için gerekli olan damar girişimleri konusunda çok tecrübeliydiler. Yeni bir protokol ve rehber oluşturmak Yöntemin kabul görmesi ve kalıcı olmasını sağlamak için aşağıda sıralanan yeni protokoller ve rehberler oluşturduk: • Plasenta previa olduğu bilinen hastalarda, olası şiddetli kanama için hazırlandık (Şekil 1). Bu hazırlık anne ve fetus hastalıkları bilim dalıyla, obstetrik anesteziyolojiyle ve jinekoloji uzmanlarıyla doğum öncesi konsültasyonu, daha önce uterus cerrahisi geçiren ve/veya plasenta previa geçirmiş olan hastalarda plasenta akreatanın tanımlanabilmesi için düzenli ultrason kullanımını içermektedir. Bu hastalar muhtemel bir kanamaya karşı daha hızlı kan ürünleri transfüzyonu için haftada iki defa görüntüleme ve tip tayini yapılmak üzere kontrole çağrıldılar. Gebeliğin 36. haftasında fetusun akciğer gelişimi için amniyosentez yapıldı ve akciğerlerin gelişimi kanıtlanınca sezaryen planlandı. • Plasenta akreata olduğundan şüphelenilen hastalar için hazırlandık (Şekil 1). Bu hazırlıklar planlanan sezaryen öncesi 4–5 haftadan başlayarak, mümkünse her hafta, otolog kan bağışı; kırmızı kan hücrelerinin üretimini artırmak için eritropoetin, demir ve vitamin desteği; ameliyat öncesi damara giriş yerlerini belirlemek için girişimsel radyoloji bölümü konsültasyonu (operasyon sırasında fazla miktarda kanama olduğunda

178

• •

pelvik damar embolizasyonu gerekebilir); tedbir amaçlı yeni damar yolları açılması, girişimsel monitörizasyon ve sıvı tedavisi için 7,5 F internal juguler kateterizasyonu, CVP ve arteriyel damar yolunun monitörizasyonu ve gerektiğinde cerrahi yoğun bakıma transferi içermektedir. Ek olarak sadece fetüs alındıktan ve bol peritoneal yıkama yapıldıktan sonra hücre koruyucu “cell saver” kullandık7. Sadece kan transfüzyonuna bağlı enfeksiyonlardan korunmak için değil, bölgemizde olası kan bulamama ihtimali için otolog kan transfüzyonu yaptık. Gerektiğinde travma cerrahisinden konsültasyon istedik. Plasenta akreatadan şüphelenilen hastalar için sezaryen histerektomi uygulama ihtimalini tartıştık8. Daha sonra anne ölümü riskini azaltacağını düşündüğümüz olgularda sezaryen histerektomiyi uyguladık. Genel ameliyathane ekibi ve malzemeler doğum salonundaki ameliyathaneden daha kapsamlı olduğundan, plasenta akreatadan şüphelenilen hastalar için genel ameliyathane odasında uzman jinekolog denetiminde sezaryen planlandı (Şekil 1).

Tablo 1 doğumla ilgili şiddetli kanamalı hastalara hastane sistemlerindeki değişikliklerin etkisini ve getirdiği iş yükündeki farklılıkları karşılaştırmaktadır. Yukarıda detaylandırılan sistem değişiklerine ek olarak 2000 ile 2005 arasındaki doğum sayıları ile doğum şekli, doğumla ilgili şiddetli kanama varlığı ve gelişmeleri gösteren önemli veriler toplandı. 2000–2005 arasındaki olgular ileriye dönük olarak kaydedildi. Her hasta için demografik özellikler ve sonuçlar Ocak 2000 ve Mayıs 2001 arasında geriye dönük olarak, Haziran 2001’den itibaren de ileriye dönük olarak kaydedildi. Doğumla ilgili şiddetli kanaması tüm hastalara tedavi ve bakım sağlayan personel her gün bölüm liderine rapor verdiler ve bu bilgiler de takibe alındı. Veri toplama programları bu monitörizasyon bilgilerini de içermekteydi. Bu olgular olduğu anda vurgulandı ve bilgi sistemine eklendi. İncelenen önemli parametreler anne ölümleri, ölçülen en düşük anne pH değeri, ölçülen en düşük anne ateşi ve pıhtılaşma bozukluğu oluşumuydu. Bizim doğumla


ilgili şiddetli kanama olarak tanımladığımız olgular aşağıda sıraladığımız özelliklerden bir ya da daha fazlasını içermekteydi: Yaklaşık 1.500 ml kan kaybı, kan transfüzyon ihtiyacının olması, uterusun paketlenmesi ihtiyacı, uterus arteri bağlanması ve sezaryen histerektomi uygulanması. Ancak bu tanım başka bölümlerde anlatılan doğum sonu kanamadan farklı ve daha net ölçütlere bağlı olduğu için bizim tanımladığımız şiddetli kanama insidansı, doğum sonu kanamanın bilinen insidansından daha azdı. Sistemli değişiklikler yapılmadan önceki 2 yılın (2000–2001) ve sonraki 3 yılın (2002–2005) bilgileri tablo 4’te karşılaştırılmıştır(2000–2001 ve 2002–2005). Sonuçlar Çalışmanın her ardışık yılı boyunca doğum sayısında artış, sezaryen doğum oranında artış, tekrarlanan sezaryen doğum oranında artış ve şiddetli kanamalı olgu sayısında artışın eş zamanlı olarak gerçekleştiği izlendi (Tablo 2). Sezaryen doğum oranında, tekrarlanan sezaryen doğumlarda ve doğumla ilgili şiddetli kanamalı olgulardaki artış 2000–2001 ile 2002–2005 yıllarındaki olgular karşılaştırıldığında 2002–2005 yılları arasındaki artış anlamlı derecede fazlaydı. Fakat bu yıllarda sezaryen histerektomi oranında belirgin farklılık izlenmedi (Tablo2). Klinik özellikler kanamanın ciddiyetinin ölçümü ve sonuçlar tablo 3’te gösterilmiştir. İki zaman aralığındaki (2000–2001 ve 2002–2005) grupların yaş, parite ve önceki sezaryen insidansı gibi demografik özellikleri benzerdi. Aynı zamanda kanamanın ciddiyetinin de iki zaman aralığı arasında benzer olduğu görüldü. Kanamanın ciddiyetinin ölçüm parametreleri APACHE II skoru, plasenta akreata oluşumu ve tahmini kan kaybı miktarıydı (Tablo 3)9. Sistemli değişikler yapıldıktan sonraki en önemli sonuç anne ölüm oranının anlamlı düşüşüydü (p:0,036). Bu sonuç ek bulgular olan düşük pH (p:0,0004) ve düşük ateşin (p:0,09) de istatistiksel olarak belirgin anlamlı olması ile de desteklendi. Aynı zamanda pıhtılaşma bozukluğuna da daha az eğilim gözlendi. Bu farklı bulgular çok önemliydi, çünkü hemorajik şokun ölüme yol açan fizyolojik üçlemesi bilinmektedir. Bu üçleme asidemi, hipotermi ve pıhtılaşma bozukluğudur. Bulgularımız esas sonucun sadece istatistiksel olarak anne ölümlerinin azaltılması olmadığı,

bununla birlikte zamanla kanamaya yaklaşımımızın da daha iyiye gittiği ve ekibimizin deneyimlerinin arttığı şeklindeydi. İki zaman aralığı (2000–2001 ve 2002–2005), aynı zamanda sezaryen histerektomi gerekliliği, transfüzyon miktarı, operasyon süresi, 24 saatten fazla entübasyon ihtiyacı, entübasyon süresi açısından da karşılaştırıldı (Tablo 3). İki zaman aralığında bu ölçümlerde anlamlı bir farklılık saptanmadı. Doğum sırasında histerektomi insidansı çalışma süresi boyunca 1,3/1.000 idi. Geçirilmiş sezaryene bağlı plasenta akreata, sezaryen histerektomi yapılan 24 olgunun 14’nde (% 58,3) görüldü ve biz 7 olguda plasenta akreatadan şüphelendik ve 4 olguda bunu sezaryen doğum sırasında doğruladık. Peripartum histerektomi uygulanan olguların operasyon özellikleri ve ameliyat edilen olguların ölüm ve ciddi hastalık özellikleri tablo 4’te açıklandı. Tablo 3 çalışma boyunca katılan tüm hastaları, tablo 4’te ise sadece sezaryen histerektomiye giden hastaları kapsadığı için tablo 4’teki rakamlar Tablo 3’tekinden farklıdır. İlginç olarak çalışma süresi boyunca (2000– 2001 ve 2002–2005) sezaryen histerektomiye giden olgularda anlamlı olarak en düşük pH değerleri elde edildi. Bize göre bu sonuçlar kanayan hastalara olan yaklaşımımızın zaman geçtikçe iyileştiğinin kanıtıdır. Bulguların yorumlanması Şiddetli kanamaya karşı başarılı olmak için yanıt çok yönlü ve hızlı olmalıdır. Enstitü veya kliniklerin geleneksel yaklaşımları sonucunda kanamaya bağlı anne ölümleri gibi istenmeyen durumlar ortaya çıktığında bölüm liderlerinden eğitim alan ve erken tanıya varabilen pratisyen hekimlerin olduğu “kalite değerlendirme komitesi” kurulmalıdır10. Klinik değerlendirme başarısız olduğunda ya da hemorajik şok tanınmadığında veya bir hasta ilerlemiş hemorajik şoka girdiğinde hasta için güvenli bir ortam hazırlayan hastane sistemi kurmak, en az eğitim kadar ya da uzman doktor yetiştirmek kadar önemlidir. Bulgularımız enstitümüzde sistemli değişikler yaptıktan sonra anne ölümü, en düşük pH ve en düşük ateş gibi sonuçlarının anlamlı olarak düzeldiğini kanıtlamaktadır. Çalışma boyunca obstetrik kanamanın ciddiyeti arasında farklılık veya kanamalı olgu sayısında anlamlı artış yoktu. Bu bizi bulgularımızın doğru olduğu sonucuna götürdü.

179


Sistemli değişiklikler yapıldıktan önceki ve sonraki zaman aralığı karşılaştırıldığında en düşük pH değeri ve en düşük ateşin istatistiksel olarak anlamlı olarak farklı olması, ekibin şiddetli kanamaya cevabının sistemli değişiklik yapıldıktan sonra anlamlı olarak arttığını göstermektedir. Ayrıca anne ölümlerindeki azalmanın sadece hastanede yapılan yoğun gözlem ile açıklanması doğru değildir. Gözlem hastane bağımlıdır ve her toplumda benzer olmayabilir. Bu durumun bizim ülkede ya da başka bir ülkede yaygın olarak uygulanması bulgularımızın değerini azaltmaz. Sistemli değişikliklerin uygulanma süreci yoğun emek ve zaman gerektirdi. Hasta güvenliği ekibi defalarca toplanarak sonuçlarımız üzerinde tartıştılar. Bu çabalar hipovolemik şokun tanı ve yönetimini yapanların eğitimini de kapsamaktaydı. Tüm ekibin ek zaman gerektiren eğitim sürecine katılımı ve sonuçlarından memnun olmalarını görmek çok anlamlıydı. Biz bu makalenin hasta güvenliği üzerine yapılan programların sonuçları iyileştirdiğine dair güçlü bir inanç içerisindeyiz. Aynı zamanda deneyimlerimize göre tıbbi ve idari birimlerinin doğumla ilgili kanamaya odaklanmaları sayesinde sonuçların iyileştiğine güçlü bir şekilde inanıyoruz.

Oysa bu verilerin sistemli yanıtlar için açıkça gerekli olduğunu ve doğum odalarında sağlıklı gelişmelere yol açacağını düşünüyoruz. Bizim enstitümüzdeki sistem değişiklikleri sadece karşılaştığımız durumlara uyumu sağlamakla sınırlıydı. Bu değişikliklerin dünyanın başka yerlerinde yapılanlar kadar önemli ya da kolay uygulanabilir olmadığını tahmin etmekteyiz. Bununla birlikte herhangi bir merkezdeki doğumla ilgili şiddetli kanamaya karşı yapılan sistem değişiklerinin çok farklı potansiyel tehlikeleri olabileceği ve bunları aşmak için multidisipliner çalışmalar gerekebileceği unutulmamalıdır. Her ne kadar bu zor bir görev olsa da, doğumla ilgili kanaması olan kadınların sonuçlardaki iyileşme elde edilebilir bir ödüldür. Kaynaklar

1. Skupski DW, Lowenwirt IP, Weinbaum FI, Brodsky D, Danek MM, Eglinton GS. Improving hospital systems for the care of women with major obstetric hemorrhage. Obstet Gynecol 2006:107:97–83 2. Kastner ES, Figueroa R, Garry D, Maulik D. Emergency peripartum hysterectomy: experience at a community teaching hospital. Obstet Gynecol 2002;99:971–5 SON YORUMLAR 3. Miller DA, Chollet JA, Goodwin TM. Clinical risk factors for placenta previa-placenta Çok sayıda sezaryen operasyonu olan hastalarda accreta. Am J Obstet Gynecol 1997;177:210–14 plasenta previa riskini (akreata ile birlikte ya da 4. Placenta accreta. ACOG Committee Opindeğil) hesaplamak zordur11. Bununla birlikte yeni ion No. 266. American College of Obstetricians yayınlanan ileriye dönük ve daha önce yayınlanmış and Gynecologists. Obstet Gynecol 2002;99:169– olan geriye dönük çalışmalarda önceki gebeliği 70 sırasında plasenta previa ve geçirilmiş sezaryen 5. Forna F, Miles AM, Jamieson DJ. Emerya da plasenta previa öyküsü varlığında plasenta gency peripartum hysterectomy: a comparison akreatanın birikici riski belirtilmektedir12, 13. of cesarean and postpartum hysterectomy. Am J Plasenta previa Şekil 1’de açıklandığı gibi önceden Obstet Gynecol 2004;190:1440–4 tanınabilir14. Yaratacağı riskler de bu sebeple 6. Frieden TR, Novello AC, King J. Health azaltılabilir. Biz önceden tanı konup gerekli Alert: prevention of maternal deaths through hazırlık yapılmasının programımızın sonuçlarına da improved management of hemorrhage. Letter from iyileştirici etkisi olduğunu düşünmekteyiz. State of New York Department of Health and The New York City Department of Health and Mental İstenmeyen etkilerle karşılaşıldığında kaliteli Hygiene, August 9, 2004 gelişmenin prensiplerinden olan “sistemli yaklaşımı” 7. American College of Surgeons Commitöne çıkarmak gerekmektedir. Genellikle herhangi tee on Trauma. Advanced Trauma Life Support bir sisteme dayanmadan, soruna neden olan en yakın for Doctors, Chapter 3. Shock. Chicago: American sebebin (bireysel olarak yanlış kararlar vermek veya College of Surgeons, 1997 doktorun dikkatsizliği gibi) düzeltilmesi yaygın 8. Sheiner E, Levy A, Katz M, Mazor M. olarak uygulanan yaklaşımdır.

180


Identifying risk factors for peripartum cesarean hysterectomy. A population-based study. J Reprod Med 2003;48:622–6 9. Knaus WA, Draper EA, Wagner DP, Zimmerman JE. APACHE II: a severity of disease classification system. Crit Care Med 1985;13:818–29 10. Kohn LT, Corrigan JM, Donaldson M. To err is human: building a safer health system. Washington, DC: Institute of Medicine, 1999 11. Greene MF. Vaginal birth after Cesarean revisited. N Engl J Med 2004;351:2647–9 12. Silver RM for the MFMU Network of the NICHD. The MFMU cesarean section registry: maternal morbidity associated with multiple repeat cesarean delivery. Am J Obstet Gynecol 2004:191:S17 Abstr 13. Rashid M, Rashid RS. Higher order repeat caesarean sections: how safe are five or more? Br J Obstet Gynaecol 2004;111:1090–4 14. Clark SL, Koonings PP, Phelan JP. Placenta previa/accreta and prior cesarean section. Obstet Gynecol 1985;66:89–92

181


KISIM VI ATONİ DIŞINDAKİ DURUMLARDA TEDAVİ

182


Bölüm 23 ALT GENİTAL SİSTEM KANAMALARI A. Duncan, C. von Widekind İ. C. Evrüke, B. Özbakır Dülger

GİRİŞ Konu hakkında ilk kapsamlı İngilizce kaynak kitabı olan William Smellie’ın 1752’te yazdığı Ebelik Teorisi ve Pratik Uygulamaları Hakkında Bilimsel Çalışma’da uterus atonisi doğru bir şekilde, doğum sonu kanamanın en sık nedeni olarak tanımlanmıştır1. Kitapta bu konu şu şekilde geçmektedir: ‘Bu tehlikeli taşma, boşalmış olan uterusun kasılmasına engel olan her şey tarafından oluşturulabilir’. Kıtık ya da keten bezler (oxycrate, kırmızı ekşi şarap, şap ya da Sacchar-saturni gibi astrenjanlara daldırılmış) ile vajinal tampondan bahsetse de özellikle alt genital sistemden kanamayı kastetmemiştir. Bu eksiklik sonraki yıllarda ve doğum sonu kanama ile ilgili birçok kaynak kitap ve yayınlarda tekrarlandığı için günümüzdeki kanıt seviyesi düşüktür. ‘Doğum sonu kanama’ VE ‘Laserasyonlar’ VEYA ‘Rüptür’, ‘Uterus rüptürü’ DEĞİL terimlerini birleştiren, PubMed’deki Ulusal Kütüphane ABD 2005 MESH araştırması sadece 28 yayın bulabilmiştir. Gelişmiş ülkelerde alt genital sistem kanamasına bağlı doğum sonu kanama nedeni ile anne ölümü nadir görülen bir durumdur. 2000–2002 İngiltere’de bu nedene bağlı sadece bir ölüm bildirmiştir2. Dünya çapında hiç eksiği olmayan bir yapılanma yoktur. Ama özellikle altta yatan hastalıklar ve pek desteklenmemiş ebelik altyapısı olan yerlerde sayıların bariz derecede yüksek olduğu düşünülmektedir3. SINIFLAMA Alt genital sistemden kaynaklanan muhtemel kanama odakları şunlardır: (1) Serviks yırtıkları (2) Vajinal yırtıklar (levator ani kasının üzeri ve altı, Şekil 1) (3) Vulva veya perine yırtıkları (4) Epizyotomiler Vajinaya uzanmayan serviks yırtıkları dışında yukarıdaki odakların hepsi paravajinal hematoma neden olabilir ki, bu durum levator aninin

üzerindekiler ve altındakiler olmak üzere ikiye ayrılabilir (Şekil 1). İnfralevator hematomlar vulva, perine, paravajinal boşluk ve iskiyorektal fossada oluşabilir. Supralevator kanamalar tespiti ve kanama odağını kontrol altına almak daha zor olduğundan ve retroperitona kan kaybı çok şiddetli olabilir. Bu nedenle diğerlerinden daha tehlikelidir. İNSİDANS İngiltere’de tüm doğumların % 5 ila 17’sinde 500 ml’den fazla doğum sonu kanama oluşur ve doğumların % 1,3’ünde 1.000 ml’den fazla doğum sonu kanama oluşur. Servikal yırtıklar Küçük servikal yırtıklar sık görülür ve sıklıkla da tespit edilmez. Oysa iyi kasılmış bir uterus varlığında vajinadan veya perineden olmadığı gözlenen bir kanamada serviks değerlendirilmesi gerekir. Operatif vajinal doğumu takiben kanamadan ölen birçok vaka bildirilmiştir. Doğum sonu hematom Onaylanmış bir tanımı olmadığından insidans ile ilgili bir fikir birliği yoktur. Spontan doğumu takiben vakaların % 50’sinde küçük, kendini sınırlandıran infralevator/vulva hematomu gelişebilir5. Tam tersine belirgin doğum sonu hematom gelişimi doğumdan sonra nadiren görülen, ama ciddi bir komplikasyondur ve 500–700 doğumda 1 civarında rapor edilmiştir6. Pelvisin büyük (supralevator) hematomları nadirdir ve 500–20.000 doğumda 1 olarak rapor edilmiştir7. Epizyotomi Bir epizyotomi ciddi kanamaya neden olabilir ve sadece bu nedenle olan kanama insidansı üzerine hiç veri olmamasına rağmen, gözlemsel çalışmalar epizyotomi uygulandığında doğum sonu kanama riskinin dört ila beş kat arttığını tespit etmiştir8.

183


U P

LA

H

P

U

H

LA

Şekil 1: Paravajinal hematomlar. (a) Hematom levator ani kasının bitişiğinde seyreder; (b) hematom levator aninin üzerinde uzanır ve ligamentum rotundum içerisinde yukarıya doğru yayılır. H, hematom; LA, levator ani; U, uterus; P, pelvik peritoneal katlanma yeri RİSK FAKTÖRLERİ Doğum sonu kanamanın en önemli nedenleri uterus atonisi, içeride kalan plasenta parçaları, plasentanın anormal yapışması ve alt genital sistem yaralanmalarıdır. İngiltere’nin Kuzey Batı Thames Bölgesi’nde (Tablo 1) obstetrik faktörlerin 1.000 ml’den daha fazla kan kaybı ile ilişkili olduğunu ve her faktör için bir rölatif risk paylaştırıldığını

yayınlamıştır4. Bunlardan müdahaleli doğum (forseps veya vakum ekstraksiyon), uzamış doğum, obezite (ve ilişkili iri fetus) ve epizyotomi alt genital sistem kanaması riskini en çok artıran durumlardır. Epizyotominin 5 olan rölatif riski ile çoğul gebelik ve içeride kalan plasenta ile aynı miktarda doğum sonu kanamaya neden olduğu da mutlaka belirtilmelidir. Burgulu forsepsler de özellikle spiral vajinal yırtıklar için risk faktörüdür9. 184


Tablo 1: Doğum sonu kanama için risk faktörleri ve riskteki yaklaşık artış4 Antenatal Plasenta previa Obezite

Rölatif risk 13 2

İntrapartum Acil sezaryen Müdahaleli doğum Uzamış doğum (> 12 saat) Plasenta ayrışması Çoğul gebelik İçeride kalmış plasenta Elektif sezaryen Mediyolateral epizyotomi Doğumda yüksek ateş

Pıhtılaşma bozukluğu varsa alt genital sistem kanamasını ve hematomunu anlamlı olarak arttırma olasılığı yarattığından düzeltilmelidir. Bu durumda vajinal laserasyonlar tamir gerektirirse, vajinal tampon kullanma eşiği düşük tutulmalıdır. KORUNMA Riskin azaltılabileceği her üç ana alanda da öncelikli bir yaklaşım gereklidir: 1. Anemi ve diyabet gibi doğum öncesinden başlayan ek hastalıklar tedavi edilmelidir. Bu şekilde travayı başlayan kadın mümkün olduğunca sağlıklı hale getirilir. 2. Doğumun hem ilk, hem ikinci evresinde dikkatli yaklaşım gereklidir. İlerleme yetersiz ise veya baş-pelvis uygunsuzluğu tanısı konursa aktif monitörizasyon (partogram) ve erken müdahale gereklidir. Pıhtılaşma bozuklukları (antikoagülasyona bağlı iyatrojenik defektler dahil) mümkün olduğu kadar düzeltilmelidir (Bkz. Bölüm 25). 3. Doğum sonu dönemde aşırı kan kaybının erken tespiti ve canlandırma/sıvı tedavisine öncelikli yaklaşım ile beraber, kanama odağının tespiti ve bu odağın durdurulması gereklidir. Müdahaleli doğum ve epizyotomi alt genital sistemden kaynaklanan doğum sonu kanama için risk faktörleridir. Her ikisinin de insidansının azaltılması için yapılacak çalışmalar kanama riskini de azaltacaktır. Müdahaleli vajinal doğum gerekli olduğunda da standart kaynak kitaplarda belirtilen uygun teknikle vajinal ve servikal yırtık riski azalır10.

Rölatif risk 9 2 2 13 5 5 4 5 2

TANI Her ne kadar bazıları gerilemiş veya düşük miktarda devam eden kan kayıplarına gereken önemi vermese de, bu durum doğumdan sonra dikkatle ve tam olarak kayıt altına alınmalıdır. Özellikle müdahaleli vajinal doğumu takiben oluşan kanamada uterus kasılması iyiyse ve alt vajina veya perineden kaynaklanmıyorsa, üst vajina ve serviks muayenesi gerekir. Üst vajina ve serviks yırtıklarında kanamanın tipik özelliği devamlı ve taze kırmızı kan kaybıdır. Üst vajina ve serviks yırtıklarının olmadığının gösterilmesi litotomi pozisyonunda, iyi relaksasyon halinde, iyi ışık altında ve yardımcı personel ile birlikte muayeneyi gerektirir7. Uterus boşluğundan gelen kan kaybını emmesi için yerleştirilen bir tampon ve yassı yüzeyli vajinal ekartörler vajinal duvarların değerlendirilebilmesine yardımcı olur. Uterus iyi kasıldığında kanama halen devam ediyorsa ve burgulu forseps kullanılmışsa üst vajina ve serviks yırtıkları riski anlamlı olarak artmıştır. Bu nedenle serviks mutlaka muayene edilmelidir11. Bu serviks ön dudağı ve saat iki hizasına birer over forsepsi yerleştirip, serviksi çepeçevre görene kadar forsepsleri birini diğerinin ötesine gelecek şekilde ilerleterek yapılır. TEDAVİ Uterus iyi kasılmışken halen kanama varsa, alt genital sistemden kaynaklı kanamalardan şüphelenilmelidir. Genellikle yüksek vajinal veya servikal yırtıklar ameliyathanede rejiyonel anestezi altında onarım gerektirir.

185


İskoç Obstetrik Yönergeleri ve Denetleme Projesi grubu doğum sonu kanamanın yönetimi ile ilgili ayrıntılı yönergeler sağlamaktadır12. Bonnar tarafından tanımlanan ORDER protokolünün bir özeti Tablo 2’de alt genital sistemden kaynaklanan kanama ile ilişkili kutular eklenerek gösterilmektedir13. Perine yırtıklarının onarımı Teknik diğer kaynaklarda ayrıntılı olarak belirtilmiştir14. Ana prensipler ilk sütürün epizyotomi insizyonu veya yırtığın tepesinin gerisine atılması, yuvarlak iğneli poliglaktin/poliglikolik asit sütürün kullanımı, ölü boşlukların kapatılması ve sütürlerin çok sıkı atılmadığından emin olunmasıdır. Ölü boşluklar güvenli biçimde kapatılamazsa vajinal tampon yerleştirilmelidir. Vajina yırtığının onarımı Yukarıda belirtildiği gibi yüzeyel vajina yırtıklarının onarım tekniği perine onarım tekniğine benzer. Emilebilir malzemeyle, kilitleyerek, kesintisiz dikişler atılmalıdır. Başlangıç ve bitişler yırtığın uçlarının ötesine kadar uzanmalı ve daha sonra hematom oluşması riskini azaltmak için yırtık tam kat kapatılmalıdır. Daha derin yırtıklar için kanayan damarın bulunması ve bağlanması gereklidir. Eğer belirgin bir ölü boşluk varsa veya vajina dikiş geçmesi için fazla gevrekse tampon uygulanır (aşağıya bakınız). Yeterince anestezi altında olmayan hastada daha derin yırtıklara ulaşmak genellikle zordur. Bu nedenle bu tür yırtıkların tamiri ameliyathanede, yeterli anestezi uygulanarak yapılmalıdır. Servikse kadar uzanan yüksek vajina yırtıkları uterusa da uzanabilir ya da ligamentum latum veya retroperitonda hematomlara neden olabilir. Üreterlerin yan fornikslere ve mesane boynunun ön fornikse yakınlığı bu bölgelerde herhangi ileri bir girişim uygulanacağında akılda tutulmalıdır. Hatalı atılmış dikişler genitoüriner fistüllere neden olabilir. Böyle durumlarda en az 24 saat vajinaya tampon uygulanması her zaman uygun olacaktır. Vajinaya tampon uygulamasında en sık kullanılan malzeme gazlı bezdir. Uterus tamponundaki gibi vajina tamponu uygulamasındaki teknikte de düzgün bir şekilde yan yana, önlü arkalı ve üstten alta doğru yerleştirilen küçük gazlı bezlerden oluşur. Özellikle tüm yırtıkların kapatılmasının mümkün olmadığı

durumlarda uterus tamponunda tariflendiği gibi trombin emdirilmiş tamponlar da kullanılabilir15. Tamponun çıkartılması ile tahrişe müsait olan vajina yüzeyinin kanaması riski vardır. Bu nedenle tamponun kolay çıkartılabilmesi için çifte uzunlukta 4,5x48 inç’lik povidon iyodin emdirilmiş tamponlar steril plastik perdeleme içerisinde yerleştirilebilir (bu uterus kanaması yönetiminde ayrıntılı olarak anlatılmıştır.). Genel olarak tamponlar 24–36 saatten önce çıkartılmaz17. Tampon uygulandığı durumlarda mesaneye sonda takılması ve geniş spektrumlu antibiyotik desteği de unutulmamalıdır. Uterus kanamasının tedavisinde tariflenen Rüsch kateteri18 veya Blakemore-Sengstaken tüpleri19 kullanılarak yapılan balon tamponadı da (Bkz. Bölüm 28 ve 29) kullanılabilir. Pinborg ve arkadaşları normal doğum sonrası vajina hematomunun boşaltılmasını takiben vajinadan kaynaklanan ve durdurulamayan kanamayı kontrol altına almak için iki hastada tansiyon aleti manşonunu başarılı şekilde kullanmışlardır20. Kanamanın durdurulabilmesi için tansiyon aletinin manşonu steril eldiven içerisine konmuş ve bu şekilde vajinaya yerleştirilmiştir. Basınç yavaşça 120 mm Hg’ya kadar sistolik basıncın 10 mm Hg üzerinde olacak şekilde ayarlanmıştır. Sekiz saat sonra manşonun basıncı 10 mm Hg/saat kadar azaltılmış ve 32 saat sonra manşon çıkartılmıştır. Her iki hastada da sorunsuz iyileşme sağlanmıştır. Serviks yırtığı İnternal osun üzerine uzanan herhangi bir serviks yırtığı laparotomi gerektirir. Serviksteki küçük ve kanamayan yırtıkların dikilmesi gerekmez. Ancak kanayan serviks yırtıkları ve özellikle 2 cm’in üzerindeki herhangi bir yırtık, yuvarlak iğneli, emilebilen bir sütür ile onarılmalıdır. Dikiş için uygun bir teknik Şekil 2’de gösterilmiştir. Laserasyon en uzak kısmındaki her iki kenarından bir over forsepsi ile tutulur ve kesintili veya sekiz şeklinde sütürlerle dikilir. Yırtığın sonraki parçasını görebilmek için bir hemostat ile tutulup aşağıya çekilir. O da aynı şekilde dikilmelidir. Yırtığın tepesine ulaşana kadar devam edilir. Kanamanın durdurulduğundan emin olmak için dikişi takiben birkaç dakika boyunca dikiş hattı gözlemlenmelidir. Sızıntı devam ederse over forsepsiyle tutup, bir süre orada beklenebilir.

186


Tablo 2: Şiddetli doğum sonu kanamanın yönetimi (kan kaybı > 1.000 ml veya klinik şok)13

Kanama kontrolünde başarısızlık

Birincil yönetim

İkincil yönetim Uterusun iyi kasılmış olmasına rağmen kanama varsa muhtemelen genital sistem travmasına bağlıdır. Bilgilendir Konsültan obstetrisyen Konsültan anestezist 2. Anestezi altında muayene et – İçeride kalan parçaları çıkart – Yırtıkları onar – İki elle baskı uygula – Myometrium içine prostaglandin F2α (250μg maksimum sekiz enjeksiyon im) – İki elle baskıya devam et Resüsitasyon ve monitörizasyona devam et

O: Organizasyon/Yardım çağır

– –

R: KAN HACMİNİN YERİNE KONMASI Kan ve kristaloit transfüzyonu

D: BOZULMUŞ PIHTILAŞMA Pıhtılaşma testlerinin sonucuna göre düzelt

E: YANITI KONTROL ET

1.

BAŞARISIZLIK

Anestezi altında (genel ya da rejiyonel) 1. Serviksi onar – Over forsepsi ile çepeçevre muayene – Sekiz şekilli emilebilir sütür ile onar 2. Mümkünse vajina yırtıklarını onar. – Emilebilir malzemeyle sürekli dikişler koyarak epiteli onar – Kanayan damarların üzerine tek tek “8” şekilli sütürler koy – Vajinaya tampon ve kateter yerleştirip 24 saat tut (antibiyotik de ekle)

R: NEDENİ TEDAVİ ET 1. Tonusu sağla – İki elle baskı uygula – Yavaş i.v. enjeksiyonla 10 ünitelik oksitosin – Yavaş ven içine enjeksiyonla 0,5 mg ergometrin 125 ml/saat’ten 500 ml’de 40 ünite oksitosin infüzyonu Kas içine prostaglandin F2α (Karboprost 250 μg IM) 2. Durum düzelmesi sağlanamıyor ise alt genital sistem kanamasını değerlendir ve ikincil yönetime geç

BAŞARISIZLIK

Vajina tamponuna rağmen yırtıklardan kanama devam ediyorsa: 1. Vajina tamponuna alternatifleri değerlendir. • Sistolik basıncın hemen üzerinde şişirilmiş eldiven içinde tansiyon aleti manşonu yerleştir. • Rüsch kateter veya Sengstaken-Blakemore tüpü (loşinin drenajı için aspirasyon kanalı) 2. Serviks yırtıkları uterusun içine kadar uzanıyorsa laparotomi ve histerektomi gerekebilir. 3. Kanayan damarların anjiyografik embolizasyonu gerekebilir. 4. İki taraflı iliyak arter bağlanması gerekebilir.

187


(a)

Yukarıda ayrıntılı olarak anlatıldığı gibi tedaviye rağmen sızmaya devam eden serviks ve vajina tepesindeki yırtıklar veya hematomlar için selektif arter embolizasyonu uygun olabilir (aşağıya bakınız). Hematom yönetimi Paragenital hematomların yönetimi ile ilgili yayınlar sınırlıdır ve çeşitli tedavilerin etkinliği üzerine yapılmış hiç rastgele gruplanmış çalışma yoktur21.

(b)

(c)

İnfralevator hematomlar Her zamanki gibi bir gözlem dönemini takiben resüsitasyon ve analjeziyi içeren birincil yönetimi içerir. 5 cm’den küçük olan ve büyümeyen hematomlar için buz torbaları, basınçlı giysiler ve analjezi ile konservatif yaklaşım önerilir22. Hematomların büyüyüp büyümediğinin tespiti için hematomun görünebilir cilt sınırı belirlenmelidir. Genişleyen veya 5 cm’den büyük ebattaki hematomlar için cerrahi girişim önerilir. Mümkünse insizyon görünen skar dokusunu azaltmak için vajina içerisinden açılmalıdır. Ayrı kanama odakları sekiz şekilli emilebilir sütürler ile onarılır. Sızıntı tarzındaki kanamalar ve hematom boşluğu için en az 24 saat kalacak olan dren yerleştirilmesi, vajinaya tampon konulması ve bir Foley kateter takılması gerekebilir. Bu hastalarda genellikle belirgin bir kanama odağı bulunamaz ve drenaj ile tampon yerleştirilmesi yeterli olur10. Supralevator hematomlar Ligamentum latum hematomlarının yaklaşık % 50’si erken dönemde alt batında ağrı, kanama ve ciddi vakalarda şok semptomları ile karşımıza gelir. Diğer % 50’de semptomlar 24 saatten sonra ortaya çıkar. Hastanın dolaşım ve solunumu dengedeyse ve hematom genişlemiyorsa ligamentum latum ve retroperitondaki hematomlar ilk etapta gözlemsel yaklaşım uygundur23. Ultrasonografi, tomografi ve magnetik rezonans hematomun boyutunu ve bundaki değişiklikleri belirlemede kullanılabilir. Yakın gözlem, parenteral sıvı tedavisi, kan transfüzyonu, vajinaya tampon veya balon/tansiyon aleti manşonu tamponadı ve antibiyotikler uygun seçenekler olarak önerilmektedir. Ancak hemodinamik dengenin sağlanamadığı durumlarda aktif girişim gereklidir ve bunlar aşağıdaki belirtilmiştir:

Şekil 2: (a)-(c) Serviks yırtığının dikilmesi

188


(1) Laparotomi +/total abdominal histerektomi Supralevator/latum hematomunun nedeninin uterus rüptürü olması olasılığı varsa veya servikal yırtık uterusa kadar yükseliyorsa bu girişim yapılır. Laparotomide üst vajinadan devamlı kanama varsa internal iliyak arterin ön dalı bağlanır. Bu şekilde distal internal iliyak arter dallarındaki (uterus ve vajinayı besleyen dallar) nabız basıncını % 85 oranında ve kan akımını yaklaşık % 50 oranında azaltmak mümkün olur24 (Bkz. Bölüm 32 ve 34). Ayrıca vajinaya bir tampon da yerleştirilmelidir. (2) Selektif arter embolizasyonu Devamlı genişleyen, ama serviks veya uterusu kapsamayan bir supralevator hematom varsa internal iliyak arter bağlanmasından ziyade selektif arter embolizasyonu tedavide tercih edilir25. Bu tedavinin hem başarı şansı belirsizdir, hem de zaten dolaşımı kararlı olmayan bir hastada laparotomiye geçilebilir26. Üst vajinadaki kan akımı, zengin damar anastomozlarından oluşan bir ağdır ve bu ağ başlıca internal iliyak arterin ön dalından çıkan arterler (vajina, uterus, orta rektal arterler) ve internal iliyak arterin arka dalının en alt dalı olan internal pudendal arterden beslenir. Selektif arter embolizasyonu tekniğinde bu damarlar başlangıçta transfemoral arteriyografi ile incelenir. Daha sonra Gelfoam (jelatin) pledgletler kullanılarak embolizasyon uygulanır. Pelage ve arkadaşları beklenmeyen doğum sonu kanama nedeniyle bu işlemin uygulandığı 35 vakalık bir seri rapor etmişlerdir25. Kanama biri hariç tüm vakalarda kontrol altına alınmıştır. Kanamanın kontrol altına alınamadığı tek vakada embolizasyondan 5 gün sonra tekrar kanama olması nedeniyle histerektomi uygulanmıştır. Embolizasyonu başarılı olan tüm kadınlarda adetler eski halinde dönmüştür. Diğer yandan bu işlem risksiz değildir. Sepsis ve çoklu organ yetmezliği nedeni ile ölümler bildirilmiştir27 (Bkz. Bölüm 44). ÖZET Özet olarak iyi kasılmış uterus varlığında kanama devam ediyorsa birincil doğum sonu kanamanın

muhtemel nedeni olarak alt genital sistem kanamaları her zaman akla gelmelidir. Vajina veya serviks yırtıkları yuvarlak iğneli, emilebilir bir malzemeyle tam kat onarılmalıdırlar. Birincil onarımını takiben, en az 24 saat uygulanacak vajina tamponu ve kateter yerleştirilmesi çoğu kanamayı durdurur. Serviks yırtığı uterusa kadar uzanıyorsa veya vajina tamponuna rağmen kanama devam ediyorsa acil laparotomiye geçmek gerekir. Sürekli büyüyen bir supralevator hematom varlığında veya tüm yukarıdaki tedavilere rağmen üst vajinadan kanama devam ediyorsa internal iliyak arter ligasyonu veya selektif arter embolizasyonu düşünülmelidir. Her zaman olduğu gibi iyi bir sonuç elde etmek için düzenli değerlendirmeler, düzgün kayıt tutulması, özenli yaklaşım ve erken müdahale şarttır. Kaynaklar 1. Smellie W. A Treatise on the Theory and Practice of Midwifery, 1792 2. Millward-Sadler H. Why Mothers Die 2000–2002. The Confidential Enquiries into Maternal Deaths in the United Kingdom. London: Royal College of Obstetricians and Gynaecologists, 2004:227 3. Etuk S, Asuqo E. Effects of community and health facility interventions on postpartum haemorrhage. Int J Gynaecol Obstet 2000;70: 381–3 4. Stones R, Paxton C, Saunders N. Risk factors for major obstetric haemorrhage. Eur J Obstet Gynecol Reprod Biol 1993;48:15–18 5. Drife J. Management of primary postpartum haemorrhage. Br J Obstet Gynaecol 1997;104: 275–7 6. Hankins G, Zahn C. Puerperal haematomas and lower genital tract lacerations. In Hankins G, et al., eds. Operative Obstetrics. Connecticut: Appleton & Lange, 1995:57–72 7. Cheung TH, Chang A. Puerperal haematomas. Asia-Oceania J Obstet Gynaecol 1991;17:119–23 8. Combs C, Murphy E, Laros R. Factors associated with postpartum hemorrhage with vaginal birth. Obstet Gynecol 1991;77:69–76 9. Stones R, Paterson C, Saunders N. Risk factors for major obstetric haemorrhage. Eur J Obstet Gynecol Reprod Biol 1993;48:15–18 10. James D, Steer P, Weiner C, et al. Highrisk Pregnancy Management Options, 2nd edn. London: WB Saunders, 1999:1187–204 189


11. Healy D, Quinn M, Pepperell R. Rotational delivery of the fetus: Kielland’s forceps and two other methods compared. Br J Obstet Gynaecol 1982;89:501–6 12. Management of Postpartum haemorrhage – A Clinical Practice Guideline for Professionals involved in Maternity Care in Scotland. Aberdeen: Scottish Programme for Clinical Effectiveness in Reproductive Health, 1998 13. Bonnar J. Massive obstetric hemorrhage. Baillieres Best Pract Res Clin Obstet Gynaecol 2000;14:1–18 14. Johanson R. Continuous vs. interrupted sutures for perineal repair. In Keirse M, Renfrew M, Neilson J, Crowther C, eds. Pregnancy and Childbirth Module. The Cochrane Pregnancy and Childbirth Database. London: BMJ Publishing Group, 1994 15. Bobrowski R, Jones T. A thrombogenic uterine pack for postpartum hemorrhage. Obstet Gynecol 1995;85:836–7 16. Wax J, Channell J, Vandersloot J. Packing of the lower uterine segment: new approach to an old technique? Int J Gynaecol Obstet 1993;43:197– 8 17. Maier R. Control of postpartum haemorrhage with uterine packing. Am J Obstet Gynecol 1993; 169:317 18. Johanson R, Kumar M, Obhrai M, et al. Management of massive postpartum haemorrhage: use of a hydrostatic balloon catheter to avoid laparotomy. Br J Obstet Gynaecol 2001;108: 420–2 19. Katesmark M, Brown R, Raju K. Successful use of a Sengstaken-Blakemore tube to control massive postpartum haemorrhage. Br J Obstet Gynaecol 1994;101:259–60 20. Pinborg A, Bodker B, Hogdall C. Postpartum haematoma and vaginal packing with a blood pressure cuff. Acta Obstet Gynecol Scand 2000; 79:887–9 21. Ridgway LE. Puerperal emergency. Vaginal and vulvar haematomas. Obstet Gynecol Clin North Am 1995;22:275–83 22. Zahn C, Yeomans E. Postpartum haemorrhage: placenta accrete, uterine inversion and puerperal haematomas. Clin Obstet Gynaecol 1990;33:422 23. Lingam K, Hood V, Carty M. Angiographic embolisation in the management of pelvic haemorrhage. Br J Obstet Gynaecol 2000;107:1176–8 24. Burchell R. Physiology of internal iliac ar-

tery ligation. J Obstet Gynaecol Br Commonwealth 1968;75:642–51 25. Pelage J, Le Dref O, Jacob D, et al. Selective arterial embolisation of the uterine arteries in the management of intractable postpartum haemorrhage. Acta Obstet Gynecol Scand 1999; 78:698– 703 26. Evans S, McShane P. The efficacy of internal iliac artery ligation in obstetric haemorrhage. Surg Gynecol Obstet 1985;160:250–3 27. Ledee N, Ville Y, Musset D, et al. Management in intractable obstetric haemorrhage: an audit study on 61 cases. Eur J Obstet Gynecol Reprod Biol 2001;94:189–96

190


Bölüm 24 ANORMAL YAPIŞMIŞ (ADHERAN) PLASENTA: YENİ YAKLAŞIM SEÇENEKLERİ G. Kayem, T. Schmitz, V. Tsatsaris, F. Goffinet, D. Cabrol S. Sağol

GİRİŞ Plasenta akreata, desidua basalis hasarına bağlı olarak gerçekleşen anormal invazif implantasyon sonucu oluşur1. Sıklıkla doğum sonrası plasentanın el ile çıkarılamadığı zaman tanı konur. Plasenta akreatanın el ile zorla çıkarılmaya çalışılması histerektomi ile sonuçlanabilecek dramatik kanamalara yol açabilir2. Plasenta akreata ve özelikle plasenta perkreata % 7 anne ölümüyle sonuçlanır. Ayrıca masif kan transfüzyonu, enfeksiyon, üreter hasarı ve fistül oluşumu gibi ameliyat sırasında ve sonrasında ciddi hastalıklara neden olabilir. Bunun insidansı sezaryen sıklığı ile beraber son 50 yılda 10 kat artmıştır3. Yaklaşık her 1.000 doğumda 1 sıklıktadır ve bu sorun günümüz sağlık pratiğinde daha sık görülmeye başlamıştır4. PLASENTA AKREATANIN TANISI Plasenta akreata tanısı klinik izlemde tanımlanan bazı histolojik ve klinik kıstaslara göre konur5. Doğumdan önce plasenta akreatadan şüphelenilse de, tanı doğumun üçüncü evresinde plasentanın nazikçe çıkarılmaya çalışılmasında başarısız olduğunda doğrulanacaktır. Eğer doğumdan önce şüphelenilmezse, plasentanın kısmi veya tam olarak el ile çıkarılmasının mümkün olmaması veya uterus ile plasenta arasında tam veya kısmi bir ayrılma planı bulunamadığında plasenta akreata tanısı konabilir. Plasentanın zorla çıkarılması sonrası implantasyon alanından ağır bir kanama oluşur. Doğum sonu kanama sebebiyle yapılan histerektomi sonrası doku örneklerinde akreatanın histolojik olarak saptanması ile kesin tanı konur. ANORMAL İNVAZİF PLASENTADA YÖNETİM Plasenta akreata durumunda sıklıkla önerilen klasik yaklaşım radikal çıkartmaya yönelik operasyonlardır4. Eğer risk faktörleri ve prenatal görüntülemelerin hepsi bu tanıyı desteklerse,

özellikle fertilitesinin devamını istemeyen hastalarda genellikle sezaryen histerektomi planlanır. Eğer plasenta akreata doğum sonrası saptanırsa, plasenta mümkün olduğunca çabuk çıkarılır. Birçok olguda plasentanın zorlayarak çıkarılması yoğun kanamaya yol açar ve histerektomi zorunlu olur. Anormal invazif plasentadan doğum öncesi şüphelenilmez ve plasenta akreatanın zorla çıkarılmasıyla ilişkili olan doğum sonu kanama oluşursa, hastanın isteğine ve serviks kanalın duruma bağlı olarak birçok seçenek gündeme gelir. Fertilitenin devamı konusunda bir istek yoksa veya hemodinamik durum kararlı değilse histerektomi uygulanmalıdır. Diğer taraftan cerrahi (hipogastrik arterlerin bağlanması) veya radyolojik (uterus arterlerinin embolizasyonu) teknikler kullanılarak uterusu koruma girişimleri yapılabilir (Bkz. Bölüm 30 ve 32). Uterusun tampon ile doldurması, plasenta yatağının dikilmesi, prostaglandin uygulanması, aorta bası uygulanması ve argon ışın koagülasyonu gibi diğer yöntemler kan kaybını azaltmak için vaka yayını olarak yayımlanmıştır6. Son zamanlarda uterus alt segmentinin sajital, paralel olarak dikilmesi yönünde basit bir yöntem de tanımlandı. Bu yöntem eğer kanama özellikle alt segmentte sınırlı ise kullanışlıdır7. Uygulanması daha karmaşık olan benzer diğer metotlar da tanımlanmış olsa da, ciddi yan etkilerle ilişkili görülmüştür (uteropiyosis, sineşi )8–10. Biz bu yöntemlerin sadece plasentanın zorla çıkarılmaya çalışılması ve ciddi kanamaya neden olması sonrası, anormal invazif plasenta tanısı konduğunda uygulanabileceğine inanmaktayız. Plasentayla ilgili alternatif tıbbi yaklaşımlar daha konservatiftir. Bazı olgularda plasenta akreatanın başarılı konservatif yönetimi rapor edilmiştir11–15. Konservatif strateji bizim merkezimizde 1997’de başlatılmıştır ve plasenta akreatası olan bir olgunun plasentası yerinde bırakılarak başarı elde edilmiştir. Bu tarihten itibaren plasenta akreatası olan birçok olguda, tamamen veya kısmen myometriuma yapışan plasentayı yerinde bırakmak konservatif 191


yaklaşım protokolümüz olmuştur. Bu yönetim şeklini, konservatif ve çıkartıcı radikal stratejilerin anne ölümü ve ciddi hastalığı üzerindeki etkilerini karşılaştırmak için yapılan çalışmalar ile değerlendirdik17. Ardı ardına iki dönem A ve B karşılaştırıldı. A döneminde bizim yazılı protokolümüz (Ocak 1993’ten-Haziran 1997’ye) uterusu boşaltmak için plasentanın el ile çıkarılması olarak adlandırıldı. B dönemindeyse (Temmuz 1997’den-Aralık 2002’ye) plasentayı yerinde bırakarak yaklaşımımızı değiştirdik. İki dönem üzerindeki sonuçlar takip edilerek: kan transfüzyonu ihtiyacı, histerektomi, yoğun bakım ünitesine gereksinimi, yoğun bakımda kalış süresi ve doğum sonu endometrit açısından karşılaştırıldı. 31.921 doğum arasından 33 tane plasenta akreata vakası gözlendi (1,03/1.000). B süresince A ile kıyaslandığında histerektomi oranında (11’den (% 84,6) 3’e (% 15); p<0,001), kan transfüzyon oranı (3.230 ± 2.170 ml’ye karşılık 1.560 ± 646 ml; p<0,01) ve yaygın damar içi pıhtılaşma bozukluğu oranında (5 (% 38,5)’e karşılık 1 (% 5,0); p=0,02) bir azalma vardı. B’de 3 sepsis vakası varken, A’da hiç yoktu (p=0,26). Konservatif yöntemle izlenen plasenta akreata olgularından birinde 26. günde sepsis ve kanama nedeniyle histerektomi gereksinimi oldu. Konservatif izlenen 2 kadın sonrasında başarılı gebeliklere sahip oldular. KONSERVATİF YÖNETİMİN TANIMLANMASI Plasenta akreatanın nasıl tespit edildiğine bağlı olarak 2 farklı konservatif tedavi kullanılabilir. 1. Doğumun 3. evresinde keşfedildiğinde plasentayı çıkarmak için zorlamamak: Konservatif tedavi için hastanın hemodinamik durumu dengedeyse ve sepsis riski yoksa plasentanın bir kısmını veya tamamını uterusta bırakmaktır. 2. Doğum öncesi plasenta akreatadan şiddetle şüphe edildiğinde (öykü, ultrason ve/ veya magnetik rezonansın tanı verilerine dayanarak), vaka doğum kliniği ekip toplantısında tartışıldı ve hastaya konservatif tedavi önerildi. Bu, vakada uygulama ve takipteki basamakları içermektedir (Şekil 1). Plasentanın tam pozisyonu ultrasonla belirlenir. Gerekirse umbilikusun üstüne kadar genişletilebilecek göbek altı orta hatta insizyon ve plasentanın yapıştığı yerden

uzakta, klasik uterus insizyonuyla sezaryen planlanır. Bebek çıkarıldıktan sonra plasenta 5 IU oksitosinin ven içine enjeksiyonu ve orta şiddette kord traksiyonu ile dikkatlice çıkarılmaya çalışılır. Eğer bu başarısız olursa plasentanın “akreata” olduğu düşünülür. Kordon plasenta insersiyondan kesilir ve plasenta uterusta bırakılıp uterus kapatılır. Proflaktik antibiyotik tedavisine 10 gün devam edilir (amoksisilin ve klavulonik asit). KONSERVATİF TEDAVİ SONRASI TAKİP Doğum sonrasında da plasentanın tam olarak kendi kendine emilmesine kadar bütün hastalar haftalık görülür. Kanama, ağrı veya klinik enfeksiyon bulgularını tespit etmek için ultrasonografi ve fizik muayene yapılır. Sepsisi olan veya olmayan endometrit durumlarında klinik takibi geliştirmek ve antibiyotik seçimine yardım için C-reaktif protein, kan sayımları çalışılır ve bakteriyolojik çalışmalar vajinadan için örnekler alınır. KONSERVATİF TEDAVİDE İDEAL TAMAMLAYICI TERAPİ Metotreksat, uterus arteri embolizasyonu ve sulproston birçok vaka yayınında konservatif tedavi içerisinde tanımlanan 3 tamamlayıcı tedavidir14,18–21. Plasenta yerinde bırakıldığında metotreksat uygulanışı sonrasındaki sonuçlar çok değişkendir. Yedi gün içerisinde plasentanın tam olarak çıkmasından 6 ay içinde ilerleyici emilmeye kadar değişmektedir 14,18–21. Biz metotreksatı hiç kullanmıyoruz. Benzer olarak sadece birkaç yayın embolizasyon sonrası plasentanın bırakılması sonuçlarını tanımlamaktadır22. Bizim pratiğimizde sistematik olarak doğum sonu kanamayı önlemek ve azaltmak için uterus arteri embolizasyonunu uygulamaktayız. Sulproston doğum sonu kanama durumunda kullanılan iyi bilinen bir uterotonik ajandır. Doğum sonu kanamayı önlemek veya tedavi etmek için kullanılabilir. Veriler henüz konservatif tedaviye bu uygulamanın eklenmesinin yararını kanıtlayamadı. Ancak sulproston kullanımının doğum sonrası 2 veya 3 gün içinde ciddi doğum sonu kanamanın önlenmesinde payı bulunabilir.

192


Plasenta akreatanın prenatal şüphesi (plasenta previa ve eski sezaryen)

Hasta ile tartışma Tıbbi ekip toplantısı

Hasta fertilitesi hakkındaki beklentileri

Hasta fertilitenin devamını istemezse

Sezaryen+histerektomi

Sezaryen ve plasentanın ultrasonla lokalizasyonu Plasentadan uzakta klasik histerotomi. Fetusun doğumu.

Plasentanın 5 IU oksitosin ve dikkatli kord traksiyonu ile çıkarılması için özenli bir deneme

Başarı: Plasenta normal olarak yapışmıştır.

Başarısızlık: Plasenta akreata tanısını doğrulanır.

Umbilikal kordun kesilmesi Uterustaki insizyonunun kapatılması

Sulproston (8,3 ml/dk 1 saat süreyle) Sistematik Cerrahi tedavi sonrası kanama olmaması hariç radyolojik embolizasyon

Haftada bir takip • Klinik muayene (kanama, ateş, pelvik ağrı) • Hemoglobin düzeyi, lökosit sayısı, C-reaktif protein, bakteriyolojik muayene için vajinal örnek alma • Ultrason muayeneleri (kalan plasentanın büyüklüğü )

Şekil 1: Doğumdan önce plasenta akreatadan kuvvetle kuşkulanılan hastanın koruyucu yönetimi

193


KONSERVATİF TEDAVİ İÇİN PLASENTA AKREATANIN PRENATAL TANIMLANMASI Plasenta akreatanın prenatal tanınması doğumun yönetimi konusundaki seçimleri kolaylaştıracak ve uygun tedbirlere izin verecektir (doğum hekiminin bilgilendirilmesi, anestezi ve radyoloji ekibi, kan transfüzyonu hazırlığı). Bununla birlikte değişik çalışmalarda transvajinal veya transabdominal ultrason ve magnetik rezonans görüntülemenin özgünlük ve duyarlılık % 33’ten % 95’e değişmektedir. Bu değişkenlik çoğunlukla plasental yerleşimiyle ilişkilidir23–26. Bu sebeplerle görüntüleme sadece klinik sebeplerden (başlıca geçirilmiş sezaryen ile ilişkili plasenta previa) dolayı şüphelenildiğinde düşünülmelidir. Bundan başka doğum öncesi plasenta akreatadan kuvvetlice şüphelenildiği zaman bile plasentanın nazik ve dikkatlice (5 U oksitosin ve orta dereceli traksiyon) doğurtulmaya çalışılması tanıyı doğrulamak için tercih edilebilir. KONSERVATİF YÖNETİMİN KOMPLİKASYONLARI Konservatif tedavi dikkatlice uygulanmalıdır. Konservatif tedavinin başarısızlığı ile birlikte sepsis ve kanamayı içeren komplikasyonlar mümkündür21, 27. Konservatif tedavi sonrası kanama ve/veya sepsis durumunda histerektomi gerekli hale gelebilir. Şu anda anne ölümü ve ciddi hastalığı riskini değerlendirmek için bu stratejiyle tedavi edilmiş hastaların sayısı oldukça azdır. Bu nedenle konservatif tedavi sadece çok sıkı şekilde takibi yapılabilecek, yeterli donanım ve kaynaklara sahip merkezler için uygundur26. İdeal olarak hasta ile doğum öncesi bu komplikasyonlar, farklı tedavi stratejileri (radikal veya konservatif) ile ilgili tam bilgi vermek gerekir. Tanı için söz edilen yukarıdaki zorluklardan dolayı doğumdan önce bu tartışmayı yapmak nadiren mümkündür. Buna bağlı olarak plasenta akreata doğum sırasında keşfedildiğinde annede fertilite ve kanama riskini azaltmak için konservatif yaklaşım tek seçenektir. KONSERVATİF TEDAVİ SONRASI FERTİLİTE VE TEKRARLAMA RİSKİ Bizim deneyimimizde konservatif tedavi almış

7 hasta ile yaklaşık 1–5 yıl sonra tekrar bağlantı kuruldu. Bununla birlikte 10 hasta uzun süreli takibe katılmadı. Yedi olgudan biri 2 yıl sonra başarılı bir gebelik geçirdi ve diğerleri aynı yerde yerleşimli plasenta akreata ile komplike olan ve tekrar konservatif olarak tedavi edilen ardışık başarılı gebelikler geçirdi. Geri kalanıysa kişisel nedenlerden bir daha hamile kalmamayı tercih etti. Hiçbiri sonrasında infertilite tedavisi için hastaneye başvurmadı. Bu verilere göre konservatif tedaviye karar verilirken tekrarlama olasılığı da tartışılmalıdır. Konservatif tedavi ardından elde edilen gebelik, özellikle plasentanın öncekiyle aynı yerde akreata olarak tutunması olasılığı açısından, dikkatlice izlenmelidir. SONUÇLAR Plasenta akreatanın konservatif tedavisi radikal tedaviye güvenli bir alternatif gibi görünmektedir. Ancak konservatif tedavi dikkatlice ve sadece yeterli kaynakları olan, komplikasyonları tespit etmek için sıkı takip güvencesine sahip merkezlerde uygulanmalıdır. Kaynaklar 1. Khong TY, Robertson WB. Placenta creta and placenta praevia creta. Placenta 1987;8: 399–409 2. O’Brien JM, Barton JR, Donaldson ES. The management of placenta percreta: conservative and operative strategies. Am J Obstet Gynecol 1996;175:1632–8 3. Miller DA, Chollet JA, Goodwin TM. Clinical risk factors for placenta previa-placenta accreta. Am J Obstet Gynecol 1997;177:210–14 4. ACOG Committee Opinion. Placenta accreta. Number 266, January 2002. American College of Obstetricians and Gynecologists. Int J Gynaecol Obstet 2002;77:77–8 5. Gielchinsky Y, Rojansky N, Fasouliotis SJ, Ezra Y. Placenta accreta – summary of 10 years: a survey of 310 cases. Placenta 2002; 23:210–14 6. Scarantino SE, Reilly JG, Moretti ML, Pillari VT. Argon beam coagulation in the management of placenta accreta. Obstet Gynecol 1999;94: 825–7 7. Hwu YM, Chen CP, Chen HS, Su TH. Parallel vertical compression sutures: a technique

194


to control bleeding from placenta praevia or accreta during caesarean section. Br J Obstet Gynaecol 2005;112:1420–3 8. Wu HH, Yeh GP. Uterine cavity synechiae after hemostatic square suturing technique. Obstet Gynecol 2005;105:1176–8 9. Ochoa M, Allaire AD, Stitely ML. Pyometria after hemostatic square suture technique. Obstet Gynecol 2002;99:506–9 10. Cho JY, Kim SJ, Cha KY, Kay CW, Kim MI, Cha KS. Interrupted circular suture: bleeding control during cesarean delivery in placenta previa accreta. Obstet Gynecol 1991;78:876–9 11. Legro RS, Price FV, Hill LM, Caritis SN. Nonsurgical management of placenta percreta: a case report. Obstet Gynecol 1994;83:847–9 12. Hollander DI, Pupkin MJ, Crenshaw MC, Nagey DA. Conservative management of placenta accreta. A case report. J Reprod Med 1988;33:74–8 13. Komulainen MH, Vayrynen MA, Kauko ML, Saarikoski S. Two cases of placenta accreta managed conservatively. Eur J Obstet Gynecol Reprod Biol 1995;62:135–7 14. Mussalli GM, Shah J, Berck DJ, Elimian A, Tejani N, Manning FA. Placenta accreta and methotrexate therapy: three case reports. J Perinatol 2000;20:331–4 15. Clement D, Kayem G, Cabrol D. Conservative treatment of placenta percreta: a safe alternative. Eur J Obstet Gynecol Reprod Biol 2004;114: 108–9 16. Kayem G, Pannier E, Goffinet F, Grange G, Cabrol D. Fertility after conservative treatment of placenta accreta. Fertil Steril 2002;78:637–8 17. Kayem G, Davy C, Goffinet F, Thomas C, Clement D, Cabrol D. Conservative versus extirpative management in cases of placenta accreta. Obstet Gynecol 2004;104:531–6 18. Arulkumaran S, Ng CS, Ingemarsson I, Ratnam SS. Medical treatment of placenta accreta with methotrexate. Acta Obstet Gynecol Scand 1986; 65:285–6 19. Buckshee K, Dadhwal V. Medical management of placenta accreta. Int J Gynaecol Obstet 1997; 59:47–8 20. Gupta D, Sinha R. Management of placenta accreta with oral methotrexate. Int J Gynaecol Obstet 1998;60:171–3 21. Jaffe R, DuBeshter B, Sherer DM, Thompson EA, Woods JR. Failure of methotrexate treatment for term placenta percreta. Am J Obstet

Gynecol 1994;171:558–9 22. Lemercier E, Genevois A, Descargue G, Clavier E, Benozio M. [MRI evaluation of placenta accreta treated by embolization. Apropos of a case. Review of the literature]. J Radiol 1999;80: 383–7 23. Lam G, Kuller J, McMahon M. Use of magnetic resonance imaging and ultrasound in the antenatal diagnosis of placenta accreta. J Soc Gynecol Investig 2002;9:37–40 24. Finberg HJ, Williams JW. Placenta accreta: prospective sonographic diagnosis in patients with placenta previa and prior cesarean section. J Ultrasound Med 1992;11:333–43 25. Levine D, Hulka CA, Ludmir J, Li W, Edelman RR. Placenta accreta: evaluation with color Doppler US, power Doppler US, and MR imaging. Radiology 1997;205:773–6 26. ACOG educational bulletin. Postpartum hemorrhage. Number 243, January 1998 (replaces No. 143, July 1990). American College of Obstetricians and Gynecologists. Int J Gynaecol Obstet 1998;61:79–86 27. Butt K, Gagnon A, Delisle MF. Failure of methotrexate and internal iliac balloon catheterization to manage placenta percreta. Obstet Gynecol 2002;99:981–2

195


Bölüm 25 GEBELİKTE VE LOHUSALIKTA EDİNSEL VE KONJENİTAL HEMOSTATİK BOZUKLUKLAR R. V. Ganchev, C. A. Ludlam R. Has, F. Güngör

Normal bir gebelik boyunca kanamanın tarafına kaymış gibi olsa da, bazı hastalıklar durdurulması mekanizmasında bir dizi ilerleyici ve gebelik komplikasyonları kanamaya eğilim değişiklik olur. Bu değişiklikler doğum sırasında yaratabilir. Bu bölümde obstetrik açıdan kanama oluşabilecek kanamayı önlemek içindir. Faktör V, komplikasyonlarına yol açabilecek edinsel ve VII, VIII, X, XII ve von Willebrand faktör (vWF) konjenital hemostatik bozukluklar anlatılacaktır. (Tablo 1) seviyelerinde artış ile birlikte fibrinojen derişiminde de belirgin artış saptanır. Faktör XIII EDİNSEL HEMOSTATİK BOZUKLUKLAR düzeyi ise başlangıçta artarken gebeliğin ilerleyen haftalarında düşer. Pıhtılaşmanın aktivasyonunu Trombositopeni gösteren protrombin parçaları (PFI+2), trombin En sık görülen hemostatik bozukluktur. Tüm – antitrombin kompleksleri (TAT) ve D-dimer gebeliklerin % 10’unda görülür. Normal trombosit gibi belirteçler de artar. Protein S aktivitesi ve değeri 150–400 x l09/L’dir. 150 x 109/L altındaki kazanılmış aktive protein C (APC) direnci gibi değerler trombositopeni olarak adlandırılır. Normal antikoagülan özellikteki proteinlerin düzeyi ise gebelik seyri boyunca trombosit sayısında yaklaşık düşer. Fibrinolizisin baskılanmasında hem endotel % 10 kadar düşüş olabilir6. Spontan kanama, (PAI–1), hem de plasenta kaynaklı (PAI–2) trombosit seviyesi 30 x 109/L altına düşmedikçe pek plazminojen aktivatör inhibitör önemli rol oynar. görülmez. Ancak cerrahi kanama veya doğum sonu Annenin endotel hücreleri ve trombositlerden köken kanama için sınır değer 50 x 109/L’dir. Gebelikte alan mikropartiküller ve plasentadaki trofoblastlar trombositopeni çok çeşitli nedenlerle görülebilir prokoagülasyona katkıda bulunurlar1. Normal (Tablo 2). Bu bozuklukların başlangıcı ve klinik gebelik boyunca doku faktörü (DF) derişimi sabit tabloları çakıştığından ayırıcı tanı zorlaşabilir. Geniş olsa da, gebe olmayan kadınlarla kıyaslandığında tetkikler ve tedaviler sırasında hastalarda yalancı monosit kökenli doku faktörü aktivitesi ve trombositopeni de görülebilir. Bu in vitro EDTA’lı ekspresyonu düşüktür2-4. Plasentadaki trofoblast tüpün yapmış olduğu trombosit agregasyonuna seviyesindeki bölgesel kanama kontrolü, artmış DF bağlı oluşan laboratuar hatasıdır. ekspresyonu ve doku faktörü yolağı inhibitörünün (tissue factor pathway inhibitor [TFPI]) düşük Gestasyonel trombositopeni ekspresyonu ile karakterizedir. Doğumdan yaklaşık Gestasyonel veya tesadüfen trombositopeni (GT) 4 hafta sonra hemostatik sistem gebelik öncesi gebelikteki trombositopeninin en sık nedenidir. haline döner5. Tablo 1: Normal gebelikte pıhtılaşma sistemindeki değişiklikler Artan Azalan Değişmeyen Sistemik değişiklikler Prokoagülan faktörler I, V, VII, VIII, IX, X, XI XIII PC, AT Antikoagülan faktörler Eriyik TM PS Yapıştırıcı proteinler vWF Fibrinolitik proteinler PAI–1, PAI–2 t-PA Eriyik DF Doku faktörü (DF) Monosit DF Mikropartiküller MP DF TFPI Plasentaya sınırlı değişiklikler Gebelik süresince hemostaz dengesi hiperkoagülasyon TM: trombomodulin; PS: protein S; PC: protein C; AT: antitrombin; vWF: von Willebrand faktörü; PAI: plazminojen aktivatör inhibitörü; t-PA: doku plazminojen aktivatörü; TFPI: doku faktörü yolağı inhibitörü.Brenner B. Haemostatic changes in pregnancy. Thromb Res 2004; 114: 409-14’ten uyarlanmıştır.

196


Tablo 2: Gebelikle ilişkili trombositopeni nedenleri Gebeliğe özgü trombositopeni nedenleri Gestasyonel trombositopeni Preeklampsi HELLP sendromu (Hemoliz, yüksek karaciğer enzimleri, düşük trombosit düzeyi) Gebeliğin akut yağlı karaciğeri

Gebeliğe özgü olmayan trombositopeni nedenleri İdiopatik trombositopenik purpura (ITP) Trombotik trombositopenik purpura (TTP) Hemolitik üremik sendrom (HÜS)

Sistemik lupus eritematosus (SLE) Viral enfeksiyonlar (HIV, CMV, EMV) Antifosfolipid sendromu Tüketim koagülopatisi İlaçlara bağlı trombositopeni Tip 2B von Willebrand hastalığı McCrae KR. Thrombocytopenia in pregnancy: differential diagnosis, pathogenesis and management. Blood Rev 2003; 17: 7-14’den uyarlanmıştır. Tüm gebe kadınların % 5’ini etkilemektedir. Gebelikle ilişkili trombositopenilerin % 75’inden fazlasını oluşturur7, 8. Tesadüfen ilk defa üçüncü üçayda saptanan hafif-orta dereceli trombositopeni (100–150 x 109/ L) olarak karşımıza çıkar. Trombosit sayısı doğumdan sonraki 7 gün içinde normale döner. GT normal gebeliğe eşlik edebilecek fizyolojik trombositopenidir. Hemodilüsyona bağlı ve/ veya artmış trombosit klirensine bağlı olduğu düşünülmektedir. GT tamamıyla masum bir durumdur. Annede kanama, fetus veya yenidoğanda trombositopeni yaratmaz. Ancak gebelik boyunca trombosit sayısını takibi ve 100 x 109/L altına düşmesi durumunda tanının tekrar gözden geçirilmesi önerilir. GT’de trombosit sayısı nadiren 50 x 109/L’nin altına düşer9. Epidural anestezi 80 x 109/L üstündeki trombosit değerlerinde güvenilirdir. Doğum şekli obstetrik endikasyonlara göre planlanmalı ve kordon trombosit sayısı kontrol edilmelidir. Gebenin daha önceki trombosit değeri bilinmiyorsa ve trombositopeni ilk defa gebelikte ortaya çıkmış ise GT ve ITP’nin ayırıcı tanısı zorlaşabilir. İdiopatik trombositopenik purpura (ITP) Gebelikle ilgili trombositopeni vakalarının % 5’ini oluşturur7, 10. İlk üçayda saptanan ciddi trombositopenin en sık nedeni ITP’dir. Trombositlerin antitrombosit antikorları tarafından prematür yıkımı ile karakterizedir. Sıklıkla rutin istenen hemogramda asemptomatik trombositopeni,

daha nadiren ilk defa gebelikte saptanan ciddi trombositopeni ile ortaya çıkar. Daha önce ITP tanısı alan hastalarda gebelikte ITP alevlenmesi görülebilir11. Semptomatik hastalarda ufak ekimozlar, peteşiler, mukoza kanamaları veya nadiren ölümcül intrakranial kanama olabilir. Gebe olmayan hastada olduğu gibi ITP tanısı, diğer trombositopeni nedenlerinin dışlanması durumunda kemik iliğinde normal veya artmış megakaryositlerin görülmesi ile konulur. Gebelikten önce trombositopeni yoksa ve 1. üçayda ciddi trombositopeni (< 100 x 109/L) saptanmışsa; gebelik haftası ilerledikçe trombosit sayısı giderek düşüyorsa bu durum sıklıkla ITP ile uyumludur. Tam tersine 2. veya 3. üçayda saptanan hafif trombositopeni (hipertansiyon veya proteinüri yokluğunda) sıklıkla GT ile uyumludur12. Kemik iliği değerlendirilmesi lösemi, lenfoma, malign infiltrasyon düşünülmüyorsa gereksizdir. ITP tanısı almış gebeye tedavi verilme kararı, annedeki ciddi kanama riskine göre değerlendirilir. Gebelik ilerledikçe trombosit sayısı genellikle düşer, 3. üçayda en düşük seviyesine ulaşır11. Doğum sırasında güvenilir bir trombosit değeri sağlayabilmek için hastaya tedavi verilmesi gerekebilir. Doğum öncesi kanama insidansı ITP’ de artmış değildir. Ancak plasenta yatağından olmasa da epizyotomi gibi cerrahi insizyonlardan ve yumuşak doku yaralanmalarından küçük de olsa kanama riski vardır13. 20 x 109/L üzerinde trombosit değeri olan

197


asemptomatik hastalarda doğum kaçınılmaz olmadığı sürece tedaviye gerek yoktur. Ancak sıkı takip yapılmalıdır. 50 x 109/L üzerindeki trombosit değeri, normal doğum için güvenilirdir. 80 x 109/L üzerindeki trombosit sayısı spinal veya epidural anestezi ile sezaryen için güvenilirdir14. ITP’de ana tedavi seçenekleri kortikosteroidler veya ven içine immünoglobulindir (IVIg). Ancak bu iki tedavinin de fetus/yenidoğanın trombosit değerlerini etkilediğine dair kanıt yoktur. Tedavi süresi kısa olacak gibiyse, örneğin 3. üçayda başlanacaksa kortikosteroidler etkili bir seçenektir. Başlangıç dozu olarak 1 mg/kg prednizolon (gebelik kilosuna göre) önerilmektedir. Doz daha sonra azaltılabilir11, 14 . Kortikosteroidlerin osteoporoz ve kilo alımı gibi gebelik dışında da görülen yan etkilerine ek olarak gebeliğin indüklediği hipertansiyon, gestasyonel diabet, erken membran rüptürü de görülebilir. Steroidlerin annede olası yan etkilerinden duyulan endişe nedeniyle bazı hekimler gebelikte birinci basamak tedavide IVIg kullanmaktadır15, 16. Diğerleri ise kortikosteroidlerin annede ciddi yan etkileri görülmesi durumunda, steroid tedavisini hasta uzun süre alacak gibiyse veya kabul edilemez yüksek bir idame doz (> 7,5 mg prednizolon günlük) gerekiyorsa IVIg kullanmaktadır. IVIg tedavisi 2 gün boyunca 1 gr/kg/gün veya 5 gün boyunca 0,4 gr/kg/gün şeklinde uygulanır11. Hastaların % 80’ninde kalıcı ve tatmin edilebilir bir cevap alınır. Cevap genellikle ilk 24 saat içinde ortaya çıkar ve 2–3 hafta devam eder. İlk yanıttan sonra kanamayla ilgili semptomları önlemek için ve doğum sırasında yeterli düzeyde trombosit seviyesi sağlayabilmek için tekrar tek doz şeklinde IVIg infüzyonları verilebilir. Steroid ve IVIg tedavisine cevapsız ciddi semptomatik ITP hastalarına yüksek doz IV metilprednizolon (1 gr) tek başına veya azotioprin veya IVIg ile birlikte verilebilir14. Ancak bu tedavilerin olası riskleri de göz önünde bulundurulmalıdır. Splenektomi artık gebelikte nadiren yapılsa da, diğer tedavi seçeneklerine cevap vermeyen hastalarda 2. üçayda denenebilir. Annede antitrombosit antikorlarının plasentadan geçişine bağlı olarak yenidoğanda trombositopeni görülebilir. Ciddi neonatal trombositopeni (< 50 x 109/L) insidansı, % 9–15 olarak bilinmektedir. İntrakranial kanama yenidoğanların % 0–1,5’inde

görülmektedir17. Annede klinik bulgular fetus ve yenidoğanın trombositopenisinin tahmin edilmesinde yeterli olmadığından doğum öncesinde (kordosentez) ve doğum sırasında (fetusun skalp kan örneği) fetusun trombosit değerinin ölçülmesi geçmişte düşünülmüştür. Kordosentezin fetusta ölüm oranı % 1 -2’dir. Skalp kan örneği alınması masum bir işlem gibi gözükse de, belirgin kanama riski vardır. Bu sebeplerden gebelikte ITP yönetiminde eskiden kullanılan kordosentez ve fetal skalp kan örneklemesi uygulamaları günümüzde terk edilmiştir. Fetustaki trombositopeninin en güvenilir göstergesi daha önceki doğumda doğan kardeşte trombositopeni öyküsü olmasıdır18. Yenidoğanda ciddi kanama riski düşük olduğundan ITP’de doğum şekli tamamen obstetrik endikasyonlar doğrultusunda belirlenir11, 14. Doğum öncesi ideal yönetime rağmen annede trombosit değeri doğumda çok düşükse trombosit transfüzyonu gerekebilir. Trombositopenisi olan kadınlar genellikle doğumun üçüncü evresinden sonra plasenta parçaları uterus içinde kalmadığı sürece plasenta yatağından kanamazlar. Ancak cerrahi yaralardan, epizyotomi alanından ve perine yırtıklarından kanamalar görülebilir. Doğum sonu analjezide NSAID’den kaçınılmalıdır. ITP nedeniyle doğum sırasında tromboz proflaksisi yapılmasından da kaçınılmamalıdır. Proflaktik düşük molekül ağırlıklı heparin, trombosit sayısı 50 x 109/L’ nin üzerinde ise güvenle kullanılabilir. Tüm hastalarda doğumdan sonra kordon kanında trombosit değeri bakılmalıdır. Doğumu takip eden 4–5 güne dek yenidoğanın trombosit değeri düşebileceği için günlük takip yapılmalıdır11. Yenidoğanlara yakın takip yapılmalıdır. Ancak genellikle tedavi gerekmez. Klinik kanama bulgusu olan veya trombosit değeri < 20 x 109/L olan yenidoğanlarda IVIg tedavisine hızla yanıt alınır. Ciddi kanama durumlarında IVIg ile beraber trombosit de verilmelidir11. İkincil otoimmün trombositopeni Antifosfolipid sendromu Birincil antifosfolipid sendromu (AFS) tanısı klinik bulgular (damar içi tromboz veya gebelikte ciddi hastalık) ve laboratuarda antifosfolipid antikorların (lupus antikoagülanı, antikardiolipin IgM, IgG) tekrarlayan iki testte yüksek saptanması ile konulur19. Vakaların % 20-40’ında birincil AFS otoimmün trombositopeni ile ilişkilidir20. Trombositopeni nadiren ciddi boyuttadır ve

198


genellikle tedavi gerekmez. Tedavi gerekirse birincil ITP’deki tedavi seçenekleri kullanılabilir. Ancak birincil AFS genellikle tekrarlayan düşükler, fetusta gelişme geriliği veya ölüm, preeklampsi, annede tromboz gibi ciddi hastalıklara sebep olmaktadır. AFS’de düşük doz aspirin ve düşük doz heparin kombinasyonu tekrarlayan düşüklerin önlenmesinde yardımcı olabilir. AFS olan ve tromboz öyküsü olan gebelere doğum öncesi ve sonrası tromboz proflaksisi gerekmektedir. Orta derecede trombositopeni AFS’da antitrombosit veya antitrombotik tedavi kararını etkilememelidir19, 21–23. Sistemik lupus eritematosus Sistemik lupus eritematosus’ta (SLE) antitrombosit antikorlara veya immün komplekslere bağlı trombositopeni oluşabilir. Ancak genellikle ciddi trombositopeni görülmemektedir. Hastaların % 5’inde trombositopeni ciddi boyutta (< 30 x 109/L) olabilmektedir13. Trombositopeni genellikle karşımıza ilk bulgu olarak çıkmaktadır. Hastalığın diğer bulguları aylar veya yıllar sonra ortaya çıkabilir. Gebeliğin SLE üzerine net etkisini tanımlamak güçtür. Genel kanı gebeliğin SLE’nun uzun dönem prognozunu etkilemediği yönünde olsa da, gebelik ve özellikle lohusalıkta alevlenmeler görülebilmektedir24. Gebelikte SLE ile ilişkili trombositopeni, ITP’deki gibi tedavi edilebilir. SLE’lu kadınlar ayrıca preeklampsi açısından risk altındadırlar ve preeklampsi geliştiğinde de trombositopeni görülebilir. HIV ile ilişkili trombositopeni HIV enfeksiyonunun başlangıcında antitrombosit antikorlara veya immün komplekslere bağlı olarak trombosit yıkımı görülebilir. Hastalığın ileri safhalarında ilaçlara veya enfeksiyona bağlı kemik iliği depresyonu sonucunda trombositopeni gelişebilir. Bir çalışmada HIV (+) kadınların % 3’ünde trombositopeni saptanmış ve çoğunda bu trombositopeni doğrudan HIV enfeksiyonu ile ilişkili bulunmuştur25. Bu hastaların yarısından biraz azında trombosit değeri 50 x 10 9/L’nin altında bulunmuş ve % 20’sinde kanama komplikasyonları görülmüştür25. Antiretroviral tedavide kullanılan bir takım ilaçlar bozulmuş olan trombopoezi düzeltebilse de, bazı ilaçların bizzat kendileri trombositopeniye yol açabilmektedir. Trombositopenin esas nedeninin immün hasar olduğu durumlarda kanama

Tablo 3: Trombositopeni yapan ilaçlar A. İmmün sistem aracılı Asetaminofen Aminosalisilik asit Amiodaron Amfoterisin B Simetidin Diklofenak Kinin ve kinidin Levamizol Metildopa Ranitidin Sulfasalazin Vankomisin B. Antikor aracılı Heparin C. Trombosit üretimini baskılayan ilaçlar Anagrelid Valproik asit D. Tüm hematopoetik sistemi baskılayan ilaçlar Kemoterapi ilaçları George JN, Raskob GE, Shah SR, et al. Druginduced thrombocytopenia: a systematic review of published case reports. Ann Intern Med 1998; 129: 886–90.’dan uyarlanmıştır. semptomlarının tedavisinde veya doğum öncesinde trombosit seviyesini yükseltmek için IVIg tedavisi gerekebilir25. Kortikosteroidler de etkili olsa da, daha çok immünsüpresyon ve enfeksiyona yol açabilir. HIV ile enfekte hastalarda TTP daha sık görülür. Bu durumda uygun tedavi verilmelidir. Sezaryen ile doğumda anneden bebeğe HIV geçme riski daha düşüktür. İlaçlara bağlı gelişen trombositopeni İlaçlara bağlı gelişen trombositopeni immün veya immün olmayan nedenlerle yıkımın artması veya üretimde baskılanmaya bağlı oluşabilir. Her ikisi de gebelikte sık görülmese de ayırıcı tanıda ilaç kullanımına bağlı trombositopeni de mutlaka düşünülmelidir. Trombositopeniye neden olabilen bazı ilaçlar Tablo 3’te özetlenmiştir. İlaca bağlı trombositopeninin özel bir şekli heparine bağlı trombositopenidir (HIT). Fraksiyone olmayan heparin kullanan hastaların % 1–5 kadarında görülebilmektedir. Bu oran düşük molekül ağırlıklı heparin kullananlarda daha azdır. HIT heparin-trombosit faktör 4 kompleksine karşı oluşan antikorun tetiklediği trombosit aktivasyonu ve agregasyonu sonucu gelişir. Diğer trombositopenilerden farklı olarak HIT, arterde ve/ veya vende hayatı tehdit edici trombozlarla komplike olabilir. Laboratuar testleri ile tanı doğrulanabilir.

199


HIT gebelikte daha nadir görülür26,28. Heparin plasentadan geçmediğinden fetusta trombositopeni gelişmez. Klinik olarak HIT şüphesi varsa heparin derhal kesilmelidir. Antikoagülasyon mutlaka gerekiyorsa heparine benzer danaparoid çoğu hastada kullanılabilir27. Gebe olmayan hastalarda diğer alternatif hirudindir, ama gebelikte kullanımı ile ilgili deneyim yetersizdir. Sadece başka seçenek olmadığında kullanımı önerilmektedir. Ayrıca HIT hastalarında trombosit transfüzyonu önerilmez. HIT ölüme neden olabileceğinden, heparin ile tedaviye başlanmadan önce mutlaka trombosit değeri kontrol edilmelidir. Heparinin ilk verildiği günden 4 gün sonra veya tekrar dozundan 1 gün sonra test yenilenmelidir. Bu testler 3 hafta boyunca ve haftalık olarak yapılmalıdır. Mikroanjiyopati ile birlikte trombositopeni Trombositopeni, eritrositlerin parçalanması ve değişik derecelerde hemolizin (mikroanjiyopatik hemolitik anemi, MAHA) görüldüğü çeşitli sendromlar vardır. Bazı sendromlar obstetrik pratiğe özgüdür. Ayırıcı tanı özellikle doğum hekimleri açısından önemlidir. Ayırıcı tanıya göre yönetim değişmektedir. Ayırıcı tanı Tablo 4’te özetlenmiştir.

Preeklampsi ve HELLP sendromu Preeklampsi tüm gebeliklerin % 6 kadarını olmak üzere, özellikle 20 yaş altı ve 30 yaş üstü primigravidaları etkilemektedir7. Tanı kıstaslarını 20. gebelik haftasından sonra gelişen hipertansiyon ve 300 mg/gün üzerindeki proteinüri oluşturmaktadır6. Genellikle 3. üçaya kadar klinik olarak belirgin olmasa da, annenin uterus damarlarına doğru trofoblast invazyonunun kusurlu olmasına bağlı olarak gebeliğin erken döneminde gelişir30, 31. Trombositopeni hastaların yaklaşık yarısında görülür. Trombositopeni derecesi preeklampsi derecesi ile doğru orantılıdır. Bazen trombositopeni ilk bulgu olarak karşımıza çıkabilir7. Patogenezde aşırı trombosit aktivasyonu, zedelenmiş endotel yüzeyine trombositlerin yapışması, IgG ile kaplı trombositlerin retiküloendoteliyal sistem tarafından yıkımı suçlanmaktadır7. Çoğu preeklampsi vakasında koagülasyon sistemi aktive olmuş olsa da, genellikle aktive parsiyel tromboplastin zamanı (APTT), protrombin zamanı (PT) ve fibrinojen seviyeleri normaldir. Ağır preeklampside pıhtılaşma sisteminin aktivasyonu pıhtılaşma faktörlerinde tüketime ve pıhtılaşma

Tablo 4: Gebelikle ilişkili mikroanjiyopatilerin birbirinden farkları Tanı

TTP

HÜS

HELLP

Preeklampsi

GAYK

Başlangıç

2. üçay

Doğum sonu

3. üçay

3. üçay

3. üçay

Hemoliz

+++

++

++

+

+

Trombositopeni

+++

++

++

++

+/±

Koagulopati

-

-

±

±

+++

Karaciğer hastalığı

±

±

+++

±

+++

Renal hastalık

±

+++

+

+

±

Hipertansiyon

Nadir

±

±

+++

±

SSS hastalığı

+++

±

±

±

+

Doğumun hastalığa etkisi

Yok

Yok

İyileşir

İyileşir

İyileşir

Yönetim

Erken plazma değişimi

Destek ± plazma değişimi

Destek. İyileşmezse plazma değişimi

Destek. İyileşmezse plazma değişimi

Destek

TTP: trombotik trombositopenik purpura; HUS: hemolitik üremik sendrom; HELLP: hemoliz, yüksek karaciğer enzimleri, düşük trombosit düzeyi; GAYK: Gebeliğin akut yağlı karaciğeri. Horn EH. Thrombocytopenia and bleeding disorders. In James DK, Steer PJ, Weiner CP, Gonik B, eds. High-Risk Pregnancy: Management Options, 3rd edn, Elsevier, 2006: 901–24.

200


testlerinde uzamayla fibrinojende düşüşe sebep olur. HELLP sendromu (hemoliz, yüksek karaciğer enzimleri, düşük trombosit düzeyi) preeklampsinin bir türevidir ve karaciğerin ağır derecede etkilendiğini gösterir32. Kıstaslarını mikroanjiyopatik hemolitik anemi, yüksek aspartat aminotransferaz düzeyi (> 70 U/l), trombositopeni (< 100 x 109/L) oluşturmaktadır33. Hastalar hipertansiyon ve proteinüri olmaksızın ciddi epigastrik ve sağ üst kadran ağrısı ile başvurabilirler. HELLP sendromu doğum sonu dönemde de (genellikle 48 saat içinde) görülebilir. HELLP sendromu, anne ve fetusta preeklampsiden daha fazla ölüm ve ciddi hastalık tehlikesi yaratır. Bir sonraki gebelikte tekrarlama riski % 3 kadardır7. Preeklampsi veya HELLP sendromunda yönetim destek tedavisidir. Fetusun doğurtulmasına dek olan sürede hastanın tıbbi durumu dengede tutulmalıdır. Kanama veya ciddi trombositopeni varsa, sezaryen ile doğum planlanıyorsa trombosit transfüzyonu gerekebilir. Preeklampsiye bağlı trombositopenide, verilen trombositlerin ömrü kısalmıştır6. Preeklampsi sonucu gelişen tüketim koagülopatisinde taze donmuş plazma (TDP), ciddi hipofibrinojenemide ise kriyopresipitat kullanılabilir. Çoğu preeklampside klinik tablo doğum sonrası düzelse de, trombosit seviyesi 24– 48 saat daha düşebilir34. Doğum sonrası hala ciddi trombositopeni, hemoliz veya organ yetmezliği varsa plazma değişimi planlanabilir. Ancak bu durumda tanı yeniden gözden geçirilmelidir35. Trombotik trombositopenik purpura (TTP) ve hemolitik üremik sendrom (HÜS) TTP ve HÜS mikroanjiyopatik hemolitik anemi ve trombositopeninin ortak özelliklerini içerir. Her ikisi de gebeliğe özgü sendrom olmasa da, gebelikte her ikisinin de sıklığı artmıştır. TTP vakalarının % 10’luk bölümünü gebeler oluşturur6. TTP mikroanjiyopatik hemolitik anemi, trombositopeni, nörolojik bozukluklar, ateş ve böbrek işlevlerinde bozulma beşlisinden oluşur. Bu bulguların tümü hastaların % 40’ından azında görülmektedir34. Klinik bulgular HÜS’te de benzerdir. Nörolojik bozukluklar TTP’de, böbrek bozukluğuysa HÜS’te daha baskındır. TTP patogenezinde ADAMTS 13 olarak adlandırılan

ve özgün von Willebrand faktörünü (vWF) yıkan proteazın konjenital veya kazanılmış eksikliklerine bağlı olarak yüksek molekül ağırlıklı vWF multimerlerinin artması suçlanmaktadır. İlginç olarak gebelikte ADAMTS 13 seviyesi azalmaktadır. Bu da gebelikte trombotik mikroanjiyopatiye yatkınlığı açıklamaktadır36. TTP, HÜS ve gebelikle ilişkili diğer mikroanjiyopatilerin (preeklampsi ve HELLP sendromu) ayırıcı tanısı zor olabilir. Mikroanjiyopatik hemoliz özellikle TTP ve HÜS’te daha ağırdır. Ancak TTP ve HÜS’te hipertansiyon yoktur. Hastalıkların başlangıç zamanları da ayırıcı tanı için önemlidir. TTP genellikle 2. üçayda, HÜS doğum sonu dönemde, preeklampsi ve HELLP sendromu ise 3. üçayda görülür7, 34, 37. Plazma antitrombin seviyesi TTP ve HÜS’ te normal iken preeklampsi ve HELLP sendromunda ise düşüktür38. Diğer bir önemli nokta ise doğuma verdikleri cevaptır. Preeklampsi ve HELLP sendromu sıklıkla doğumu takiben hızla düzelirken, TTP ve HÜS’te doğum sonrası klinik değişmez. Dolayısıyla gebeliğin sonlandırılması TTP ve HÜS’te tedavi amacıyla kullanılmaz. TTP’de kullanılan plazma değişimiyle gebeler veya gebe olmayan hastaların % 75’de iyileşme sağlanır6. TTP’de tanı konulur konulmaz plazma değişimi yapılmalıdır. Günlük plazma değişimi hastalıkta tam gerileme sağlanıncaya dek ve gerilemeden sonraki 48 saat boyunca da devam edilmelidir. Plazma değişimi döngülerine doğuma dek devam edilmelidir. HÜS’te yönetim destek diyaliz ve eritrosit transfüzyonuyla yapılır. Plazma değişiminin kanıtlanmış yararı yoktur. TTP ve HÜS’te plasenta iskemisi ve buna bağlı erken doğum gebelik sonuçlarını olumsuz etkileyebilir. Yine de iyi yönetim sayesinde bu kötü sonuçlar önlenebilir. Gebeliğin akut yağlı karaciğeri Gebeliğin akut yağlı karaciğeri her 5.000– 10.000 gebenin birini etkiler. Sıklıkla 3. üçayda primigravidalarda görülür39. Patogenez çoğu vakada bilinmemekle beraber bazı hastalarda uzun zincirli 3-hidroksi-açil CoA dehidrogenaz (LCHAD) eksikliği suçlanmaktadır40. Karaciğer hasarına bağlı pıhtılaşma faktörlerinin sentezi azalır. Kanama komplikasyonları ve tüketim koagülopatisi gelişebilir. Tüketim koagülopatisi

201


bulguları olarak trombositopeni, aPTT ve PT’de uzama, fibrinojen ve antitrombin düzeylerinde düşüş görülebilir. Gebeliğin akut yağlı karaciğeri gebelikle ilişkili mikroanjiyopatiler arasında sınıflandırılmaktadır. Hastaların % 50’sinde preeklampsi kıstaslarını dolduracak bulgular mevcuttur. HELLP, TTP, HÜS ile karşılaştırıldığında mikroanjiyopatik hemoliz ve trombositopeni daha hafif boyuttadır41. Tedavinin en önemli parçası doğumdur, çünkü patolojik sürecin geri dönüşümünü sağlar. Pıhtılaşma bozukluklarının destek tedavisinde taze donmuş plazma, kriyopresipitat, trombosit transfüzyonları kullanılabilir. Hemostatik bozukluklar doğumu takip eden 10 gün boyunca devam edebilir. Gebeliğin akut yağlı karaciğerinde fetusun ölüm oranı % 15’lerde, gebenin ölüm oranıysa % 5’ den daha az olarak bilinmektedir39. TÜKETİM KOAGÜLOPATİSİ Tüketim koagülopatisi (damar içi yaygın pıhtılaşma bozukluğu) pıhtılaşma sisteminin aktivasyonuna bağlı oluşan yaygın, fibrinden zengin trombüslerin damar içinde birikimidir. Pıhtılaşma faktörlerinin tüketimi genellikle kanama diyatezine yol açsa da bazen yaygın trombozlara bağlı periferik organ iskemileri görülebilir. Obstetrik kanamaların hepsine bir derece tüketim koagülopatisi eşlik ediyor olsa da, pıhtılaşma bozukluğu riski şiddetli kanamalarda daha yüksektir. Şiddetli kanama ve pıhtılaşma bozukluğu gebelikte görülebilecek en ciddi komplikasyondur. Doğumla ilişkili tüketim koagülopatisi genellikle akut (fetusun ölümünün geç komplikasyonu hariç) başlar ve çeşitli hastalıkların sonucu olarak karşımıza çıkar. Dolaşım sistemine doku faktörünün (DF) salınması, endotel hasarı, damar içi hemolize cevap olarak gelişen prokoagülan fosfolipidlerin üretimi olayı tetikleyebilir (Tablo 5)42. Yapılan kan transfüzyonlarının ve hacim tedavilerinin bizzat kendileri de tüketim koagülopatisini tetikleyebilir. Tüm tetikleyici faktörler trombin oluşumunu sağlarken pıhtılaşmanın baskılanmasında kusurlar oluşturur ve fibrinolizisi baskılarlar. Trombin trombosit aktivasyonuna ve agregasyonuna sebep olur. Böylece mikrovasküler sistemde trombüsler oluşur ve bunun sonucunda da trombositopeni

Tablo 5: Gebelikte mekanizmaları

tüketim

koagülopatisi

A. Vasküler endotel hasarı Preeklampsi Hipovolemik şok Septik şok B. Doku faktörünün (DF) salınması Ablasyo plasenta Amniyotik sıvı embolisi Fetusun ölümü Plasenta akreata Akut yağlı karaciğer C. Prokoagülan üretimi Fetomaternal kanama Fosfolipidler Uygunsuz kan transfüzyonu Septisemi Damar içi hemoliz Anthony J. Major obstetric hemorrhage and disseminated intravascular coagulation. In James DK, Steer PJ, Weiner CP, Gonik B, eds. High-Risk Pregnancy: Management Options, 3rd edn, Elsevier, 2006: 901–24. gelişir. Trombin, antitrombin (AT) ve trombomoduline bağlanır ve bu proteinler de kısa süre içinde tükenir. Trombomoduline bağlı trombin antikoagülan protein C’yi aktive eder. Ancak belli bir süre sonra protein C de tükenir ve bu da mikrovasküler tromboza eğilim yaratır. Sepsise ikincil tüketim koagülopatisinde artmış C4b- bağlayan protein daha fazla sayıda serbest protein S bağlar. Dolayısıyla protein C için daha az sayıda kofaktör hazırda bulunmuş olur. PAI–1, doku plazminojen aktivatöründen çok daha fazla artıp fibrinolizisi baskılar. Oluşan fibrin birikip küçük ve orta boydaki damarlarda tromboza neden olur. Eritrositlerin kısmi olarak tıkanan damarlardan geçişi parçalanmalarına neden olup, mikroanjiyopatik hemolitik anemi meydana gelir. Ablasyo plasenta en sık görülen obstetrik tüketim koagülopatisi nedenidir. Tüm tüketim koagülopatilerinin % 60’ında ablasyo plasenta vardır. Tüm ablasyo plasentaların ise % 5’inde tüketim koagülopatisi görülür. Ancak ablasyo plasenta fetusun ölümüyle sonuçlanmadığı sürece sendrom nadiren görülmektedir. Başlangıçta uterus içi basıncın artmasıyla birlikte DF’den zengin desidua parçaları anne dolaşıma girer. Ciddi ablasyo

202


plasentada hipovolemik şok, yoğun sıvı tedavisi ve artmış fibrin yıkım ürünlerinin bizzat kendileri antikoagülan olarak etki ederek durumu ağırlaştırır. Fetusun ölümü kronik tüketim koagülopatisine neden olabilir. Bunun nedeni ölü fetustan salgılanan DF’nin anne dolaşımına geçmesidir. Bu durum genellikle 20 haftanın üzerindeki fetus ölümlerinde, ancak 4 haftadan sonra görülebilir. Amniyos sıvısı embolisi travayda, sezaryende veya normal doğumdan hemen sonra görülebilir. Amniyotik sıvı DF’den oldukça zengindir ve uterus duvardaki yırtıktan uterus venlerine geçişi ciddi pulmoner hipertansiyona, takiben pulmoner damarlarda emboli gelişimi ve anne ölümüne sebep olabilir. Eğer anne bu akut olaydan kurtulursa dolaşımındaki fetusa ait yapılara karşı anaflaktik yanıt oluşturarak akciğer ödemi, kardiyovasküler kollaps ve tüketim koagülopatisi gelişebilir. Sepsiste interlökin IL–1, IL–6, tumor nekrozis faktör (TNF-α) gibi proinflamatuar sitokinler, monositler ve endotelde DF ekspresyonunu artırarak tüketim koagülopatisine neden olurlar43. Ciddi vazospazm ile birlikte olan ağır preeklampside iskemi, endotel hasarı ve DF salınımına neden olur. Gebelikteki akut tüketim koagülopatisi hemen her zaman kanama ile kendini gösterir. Bu kanama ya plasenta yatağından veya sezaryen insizyonundan kaynaklanabilir. Damar yollarından şiddetli kanama da görülebilir. Tanının kesinleştirilmesi için laboratuar tetkikleri gereklidir. Karakteristik olarak düşük veya giderek düşen trombosit sayısı ve uzamış aPTT ve PT görülür. Fibrinojen seviyesi koagülopati ilerledikçe düşer. Gebeliğin geç dönemindeki normal seviyeleri 4–6 gr/l’dir. Bu 2–4 gr/l olan gebelik öncesi oranlardan oldukça yüksektir. < 1 gr/l değerlerinden sonra pıhtılaşma sistemi etkilenmeye başlar. Fibrin yıkım ürünleri artar. Bu da fibrinin aşırı oranda kullanıldığını ve fibrinolizisin arttığını gösterir. Fibrin yıkım ürünlerinin miktarını en iyi gösteren test D-dimer’dir. Bu test özellikle fibrin yıkımı için özgündür. Normal D-dimer seviyesi 200 ng/ml’nin altındadır ve tüketim koagülopatisi durumunda seviyesi 2.000 ng/ml’ye yükselir. Periferik yaymada mikroanjiyopatik hemoliz ve eritrositlerde parçalanma görülür. Tüketim koagülopatisinin tedavisinde temel prensipler mümkünse olaya neden olan etkeni

ortadan kaldırmak, olayı şiddetlendiren faktörleri düzeltmek, azalan pıhtılaşma faktörlerini ve trombositleri yerine koymak esasına dayanır. Özellikle şok ve hipoksi gibi olayı şiddetlendiren faktörleri düzeltmek çok önemlidir. Bu amaçla eritrosit transfüzyonu ve oksijen verilebilir. Sepsisten şüphelenildiğinde parenteral antibiyotik başlanmalıdır. Pıhtılaşma faktörleri, taze donmuş plazma ile etkin şekilde tedavi edilebilir. Ciddi hipofibrinojenemide kriyopresipitat verilebilir. Aktif kanama varlığında kan grubu uygun trombosit süspansiyonları verilerek trombosit seviyesi 50 x 109/L’nin üzerinde tutulmalıdır. Etiyolojideki faktörler hemen tedavi edilmelidir. Bunun için genellikle fetusun doğurtulması da gerekmektedir. Heparin kullanımı aşırı kanamaya yol açacağından fetusun ölümü dışında doğumla ilgili tüketim koagülopatisinde genellikle kullanılmaz. Buna benzer olarak antifibrinolitik ilaçların (transenamik asit, aprotinin) kullanımı kontrindikedir. Bu ilaçlar çöken fibrinin fibrinoliz ile kaldırılmasını engellemektedir. Pratikte doğumla ilgili tüketim koagülopatisinde TDP, trombosit ve kriyopresipitat kullanılır. TDP, fibrinojen ve tüm koagülasyon faktörlerini içerir. Bir ünite TDP 250 ml’dir ve genellikle 4–6 ünite yeterlidir. Trombosit seviyesini yükseltmek için trombosit süspansiyonu kullanılmaktadır. Bir trombosit ünitesi 60 ml’dir ve her ünite trombosit seviyesini 5.000 x 109/L kadar artırır. Genellikle 5 ünite kullanılır. Kriyopresipitat, fibrinojenin yanı sıra faktör VIII ve vWF faktörden zengindir ve hipofibrinojenemi tedavisinde kullanılır. 10 torba kriyopresipitat (her biri 30 ml) fibrinojen seviyesini 1 gr/L kadar artırır. 250 ml’lik TDP ile (500 mg) 30ml’lik kriyopresipitat (435 mg) torbası yaklaşık aynı miktarda fibrinojen içerir Hasta kanıyorsa yerine koyma tedavisinin monitorizasyonu için D-dimer, trombosit seviyesi ve fibrinojen düzeyi kullanılabilir. Amaç trombositleri 50 x 109/L’nin, fibrinojeni 1 g/l’nin üzerinde tutmak, aPTT ve PT’yi normal değerlere yaklaştırmaktır. Rekombinant aktive faktör VII (rFVIIa) gebelikte kullanım için lisanslı değilse de, diğer tedavilere cevapsız şiddetli kanamanın olduğu tüketim koagülopatisinde kullanılabilir (Bkz. Bölüm 26)44, 45 . Kanama çok şiddetliyse tüketim koagülopatisi rFVIIa kullanımı için kontrindikasyon değildir.

203


Ancak tüketim koagülopatisin de çok şiddetliyse dikkatli olunmalıdır; çünkü FVIIa’nın kullanımı sonrası tromboz ve tüketim koagülopatisi gelişen vakalar bildirilmiştir46. Sepsis ile ilişkili obstetrik tüketim koagülopatisinde 24 µg/kg/saatten 96 saat boyunca rekombinant aktive protein C (raPC)’nin başarıyla kullanımı bildirilmiştir47, 48. Ciddi trombositopenisi (< 30 x 109/L) olan hastalarda dikkatli kullanılmalıdır. İntraserebral kanamaya yol açabilir. Trombosit seviyeleri izlenmeli ve gerekirse trombosit verilmelidir. Antikoagülan etkisi yanında raPC’nin anti-inflamatuar ve anti-apoptotik etkisi vardır. Bu da diğer endojen antikoagülanların (antitrombin ve DF yolu inhibitörü) ağır sepsiste neden fazla etkin olmadığını açıklamaktadır. Ablasyo plasenta, uterus rüptürü, fetus ölümü gibi durumların tedavisi acil obstetrik yaklaşım gerektirmektedir. Bu durumlarda kanama genellikle çok fazladır ve pıhtılaşma bozukluğunun düzeltilmesinin yanında eritrosit verilmesi de gerekmektedir. FAKTÖR VIII İNHİBİTÖRLERİ Edinsel hemofili faktör VIII (FVIII)’e karşı otoantikor gelişimine bağlıdır. İnsidansı 10.000’de 1 olarak bilinmektedir. Çoğu vakada ek hastalık yoktur. Ancak bir bölümünde romatoid artrit, SLE, inflamatuar barsak hastalığı, multipl skleroz gibi otoimmün hastalıklar ve diğer habis hastalıklarla birlikte olabilir. % 11’indeyse gebelik veya yakın zamanda gebelik öyküsü vardır50. Edinsel hemofili herhangi bir gebelikle ilişkili olabilse de, risk özellikle ilk doğumdan sonra yüksektir. Genellikle miadında gebelerde veya doğum sonu ilk 3 ay içinde ortaya çıkar. Bu süre bazen doğumdan sonraki 12 ayı bulabilir51. Klinik bulgular inhibitör seviyesi ile orantılı değildir. Ekimozdan, hayatı tehdit eden kanamaya kadar geniş bir spektrum görülebilir. FVIII inhibitörleri plasentayı geçip, yenidoğanda 3 aya kadar kalabilir edebilir. Ancak yenidoğan komplikasyonları nadirdir51. Doğum sonu dönemde tanı alan hastaların hepsinde yaklaşık 30 ay sonra kendiliğinden iyileşme saptanmıştır50. Laboratuarda uzamış APTT, normal PT ve trombin zamanı (TT) vardır. Hastanın plazması ile normal

plazma karşılaştırıldığında APTT plazma içindeki inhibitörler nedeniyle uzun kalmaya devam eder. Klinik sonuçları tamamen farklı olduğundan FVIII inhibitörünü lupus inhibitöründen özel testlerle ayırt etmek gerekir. FVIII inhibitör seviyesinin belirlenmesi Bethesda testi ile yapılır. Bu seviyenin kontrolü uygulanacak tedavi ve takip açısından önemlidir. Tedavide amaç kanama kontrolü ve inhibitörlerin hızla ortamdan uzaklaştırılmasıdır. Kanama kaybını azaltmak için alınan hematolojik önlemler FVIII kaybının yerini koymaktır. Ürün seçimi kanamanın şiddetine, eldeki pıhtılaşma faktörü miktarına, inhibitör seviyesine ve inhibitörün domuz FVIII’i ile çapraz reaksiyonunda elde edilen sonuca bağlıdır. İnhibitör miktarı düşükse (< 10 Bethesda ünitesi), insan kaynaklı FVIII etkili olabilir. İnhibitör miktarı yüksekse, inhibitör ile çapraz reaksiyon vermeyen domuz kaynaklı FVIII, rekombinant FVIIa veya protrombin kompleks derişimi kullanılabilir52. İnhibitör üretimini durdurmak ikinci hedeftir. 1 mg/kg’dan prednizolon kullanımı edinsel hemofili hastalarının % 50’sinde inhibitörün üretimini durdurur52. Steroide cevap vermeyen hastalarda diğer immünsüpresifler denenebilir. 3 haftalık tedaviye rağmen inhibitör miktarında değişiklik yoksa veya kanama devam ediyorsa siklofosfamid (2–3 mg/kg) eklenebilir. İnhibitör seviyesini düşüren diğer tedaviler arasında azatioprin, plazma değişimi ve IVIg infüzyonu bulunmaktadır. GEBELİKTE VE PERİPARTUM DÖNEMDE ANTİKOAGULAN TEDAVİ Gebelikte aşağıdaki durumlarda antikoagülan tedavi önerilir: 1. Venöz tromboembolinin (VTE) önlenmesi ve tedavisi 2. Mekanik kalp kapağı protezi olan hastalarda sistemik embolinin önlenmesi ve tedavisi 3. Daha önceki gebeliğinde komplikasyon gelişmiş gebelerde veya antifosfolipid sendromu veya trombofili hastalarında gebelik komplikasyonlarının önlemesi Sıklıkla kullanılan antikoagülan tedaviler arasında heparin ve heparin benzeri bileşikler (fraksiyone olmayan heparin), düşük molekül ağırlıklı heparin (DMAH), heparinoidler, kumadin türevleri

204


(örneğin varfarin) yer almaktadır. Hirudin gibi doğrudan etki eden trombin inhibitörleri, plasentayı geçtiği için henüz gebelikte kullanım açısından araştırılmamıştır53. Gebelikte tercih edilen antikoagülan genellikle heparindir. Fraksiyone olmayan heparin, DMAH veya heparinoidlerden hiçbiri plasentayı geçmez54. Heparinin bilinen teratojenik etkisi yoktur. Annenin kullandığı heparin plasentayı geçmediğinden fetus antikoagülan etkiye maruz kalmamaktadır. DMAH’lerin, fraksiyone olmayan heparine göre potansiyel avantajları vardır. DMAH’lerin plazma yarı ömürleri daha uzundur, doz- cevap ilişkisi daha iyi bilinmektedir ve günde tek doz genellikle yeterli gelmektedir. Ayrıca DMAH kullanımında heparine bağlı trombositopeni ve osteoporoz daha az görülmektedir. Varfarin gibi kumadin türevleri plasentayı geçer, teratojeniktir ve fetusta in utero antikoagülan etki gösterir. Fetusun in utero kanama ihtimali vardır. Oral antikoagülan tedavisi gebeliğin ilk 6 haftasında güvenle kullanılabileceği düşünülmektedir. Ancak 6. ile 12. gebelik haftalarında kullanımı % 5 fetusta kıkırdak ve kemik gelişiminde anomalilere sebep olabilir55. Varfarin embriyopatisi doza bağımlıdır. Günlük varfarin dozu 5 mg’ı geçerse risk yüksektir56. Herhangi bir üçayda bu tip ilaçlara maruziyetin fetusta in utero intrakraniyal kanama yapabileceği çok iyi bilinen bir komplikasyondur. Genellikle gebelikte VTE’nin önlenmesinde kumadinler kullanılmamalıdır. Ancak mekanik kalp kapağı bulunan gebelerde kullanılacak antikoagülanlar kumadin türevleridir. Bu hastalarda da fetusta ve annede kanama riski nedeniyle 36. gebelik haftasından sonra kullanılmamalıdır. DMAH gestasyonel VTE’nin önlenmesi ve tedavisinde, güvenle ve yaygın olarak kullanılmaktadır. Bizim kliniğimizde proflaktik dozda DMAH alan hastaların gebeliğin sonuna doğru dozu azaltılmakta ve travay başladığında doz atlanmaktadır. Tedavi dozunda DMAH tedavisi almakta olan hastalarda doğum indüksiyonu planlanıyorsa tedavi dozunda ven içine fraksiyone olmayan heparine geçilmelidir. Hastanın başvurduğu gün DMAH kesilip, fraksiyone olmayan heparin başlanır. Hedef aPTT oranı 1,5–2,0’dır. Fraksiyone olmayan heparin infüzyon hızı, kontraksiyonlar başladığında 500 IU/st’e düşürülmelidir. Hedef

aPTT oranı < 1,5’tir. Doğumun ikinci evresinde veya sezaryene dönme durumunda infüzyon kesilmelidir. Sezaryen ile doğum gerektiğinde aPTT oranı > 1,5 ise protamin sülfat ile fraksiyone olmayan heparinin etkisi giderilebilir. Doğum sonu dönemde kanama olmadığı takdirde, doğumdan 4 saat sonra heparin infüzyonuna 500 IU/st’ten başlanabilir. Doğumdan 2–3 gün sonra DMAH tedavi dozunda başlanmaktadır. Varfarine doğum sonu 4–5 günde başlanır. DMAH’e INR değeri üst üste iki gün ≥ 2 oluncaya kadar devam edilmelidir. Hasta fraksiyone olmayan heparin, DMAH veya varfarin tedavisi altında emzirebilir. Fraksiyone olmayan heparin kesildikten sonra, trombosit sayısı > 80 x 109/L olan ve pıhtılaşma testleri normal olan gebelerde epidural anestezi güvenlidir. DMAH’in son dozu ile epidural veya spinal anestezi arasında ne kadar zaman aralığı olması gerektiği ve bir sonraki dozun ne kadar sonra yapılması gerektiğine dair net bir bilgi yoktur. Pratikte DMAH proflaktik dozdan yaklaşık 12 saat sonra epidural veya spinal kateter yerleştirilmesi mantıklı gözükmektedir. Yine de tedavi dozunda DMAH kullananlarda 24 saatlik aralık gerekli olabilir. Kateter yerleştirildikten sonra DMAH dozu için en az iki saat beklenmelidir. Eğer kateterizasyon işlemi esnasında herhangi bir zorluk yaşanmışsa bu süreyi daha da uzatmak uygun olur. Protez kalp kapağı olan gebelerde antitrombotik tedavi etkinliği ve güvenilirliği problem yaratmaktadır. Ancak aşağıdaki 3 yaklaşımdan birini uygulamak mantıklıdır: 1. Tüm gebelik boyunca oral antikoagülan tedavi 2. 6.-12. gebelik haftaları arasında oral antikoagülan tedavisini, fraksiyone olmayan heparin ile değiştirmek 3. Tüm gebelik boyunca fraksiyone olmayan heparin kullanımı İlk iki yaklaşımda terme yakın gebelerde oral antikoagülan tedavisi heparin ile değiştirilmektedir. Yapay kalp kapakları olanlarda DMAH ile antikoagulasyon uygulaması hala tartışmalı bir konudur. Walker’a göre mekanik kalp kapağı olan gebelerde antikoagülan tedavi bireysel olarak değerlendirilmeli ve kişinin taşıdığı yüksek veya düşük tromboembolik

205


riske göre tedavi verilmelidir. Hastaya bu konuda detaylı bilgi verilmeli ve fikri alınmalıdır57. Eski tip mekanik protezleri olan (Starr-Edwards veya Bjork-Shiley), mitral kapak protezi olan, birden fazla protez kapağı olan, atrial fibrilasyonu olan hastaların tromboemboli riski yüksektir. Yeni tipte ve trombojenik özelliği daha az kapağa sahip olan (St Jude’s veya Duromedics), aort kapak protezi olan ve normal sinüs ritmindeki hastalar daha düşük tromboemboli riski taşımaktadır. Mevcut bilgiler ışığında yüksek riske sahip hastalarda oral antikoagülan tedavisindeki amaç INR’nin 3,5 civarında tutulmasıdır. Bazıları 6. ile 12. haftalar arasında varfarin yerine heparini kullanmayı uygun görürler. Varfarin terme yaklaştıkça kesilmeli, yerine fraksiyone olmayan heparin veya DMAH kullanılmalıdır. Varfarin kullanan bir gebede doğum başlamışsa ven içine vitamin K veya taze donmuş plazma ile varfarinin etkisi ortadan kaldırılabilir. Bir yayında varfarin kullanan gebelerde fetusta komplikasyon riski, doz ile ilişkili bulunmuştur56. Mekanik kapağı olan düşük tromboemboli riskine sahip grupta günlük varfarin dozu 5 mg geçmemesi ve 6. ile 12. gebelik haftalarında heparin kullanımı durumunda gebelik boyunca varfarin güvenle kullanılabilir. Bu durumda fetus düşük risk altındadır. Günlük varfarin dozu daha yüksek olan hastalarda fetusa ait komplikasyonları azaltmak amacıyla fraksiyone olmayan heparin ve DMAH tedavisine yer verilebilir. Biyoprotezleri olan hastalarda antikoagulasyon genellikle gerekmez ve diğer endikasyonların varlığında kullanılır. Yapay kapak protezi olan hastalarda travay ve doğum sırasında heparin kullanımı ile ilgili net bir bilgi yoktur. Fraksiyone olmayan heparin doğuma 6 saat kalıncaya kadar ven içine tedavi dozunda uygulanabilir. Fraksiyone olmayan heparinin etkisi durdurulmak istenirse kesilmesi yeterlidir (yarı ömrü 1 saattir). Etkisinin daha hızlı durdurulması istenirse protamin sülfat kullanılır. Heparin son yarım saat içinde verilmişse 1 mg protamin sülfat 100 IU heparini baskılar. Protamin sülfat 5 mg/ dk’dan yavaşça verilmelidir. Uygulanabilecek en fazla tek doz 50 mg’dır. Protamin sülfat DMAH’in etkisinin giderilmesinde daha etkisizdir. Mekanik kapağı olan hastalarda doğum sonu dönemde varfarin kullanılabilir. Varfarinin tedavi

edici düzeyini bekleyene kadar ven içine fraksiyone olmayan heparin verilmesi kanama riski nedeniyle çok tercih edilmemektedir. Kanama riski (özellikle sezaryen sonrası), trombotik komplikasyon riskinden daha yüksektir58. Cilt altına, fraksiyone olmayan heparin proflaktik dozda (5.000–7.500 ünite günde 2 defa) verilebilir. HEMOSTATİK SİSTEMİN KONJENİTAL BOZUKLUKLARI Konjenital trombosit bozuklukları Bernard-Soulier sendromu trombositlerin membran glikoproteinleri Ib, IX ve V’teki mutasyonlarla ilişkili nadir görülen otozomal resesif bir hastalıktır. Hastalar genellikle çocukluk döneminde spontan ekimoz oluşumu, epistaksis, ufak bir travma sonrası kanama, menoraji gibi semptomlarla karşımıza çıkar. Laboratuar bulguları arasında trombositopeni, dev trombositler, kanama zamanında uzama, in vitro ristosetin ile yetersiz trombosit agregasyonu saptanır. Şu ana kadar 11 tane gebelik ve Bernard-Soulier sendromu bildirilmiştir59. Çoğu vaka gebelikten önce teşhis edilmiştir ve bu gebelerde doğum sonu kanama, doğum öncesi kanamaya göre daha sık görülmüştür. Gebelikte Bernard-Soulier sendromu yönetimi tartışmalıdır. Tek vericiden trombosit transfüzyonu (tercihen HLA uyumlu), dezmopresin (DDAVP) ve antifibrinolitik ajanlar başarıyla kullanılmıştır60. Glanzmann trombastenisinde trombosit membran glikoproteini IIb/IIIa’daki mutasyonlara bağlı olarak trombositlere fibrinojen bağlanmasında kusur vardır. Glanzmann aşırı adet kanaması, mukoza membranlarından kanama, travma ve cerrahi sonrası şiddetli kanamayla karakterizedir. Trombosit sayısı normaldir, ancak pıhtı retraksiyonu zayıftır. Trombosit agregasyonu adenozin difosfat (ADP), epinefrin ve kolajen tarafından yeteri kadar indüklenemez. Hastalar özellikle birincil doğum sonu kanama açısından yüksek risk taşımaktadırlar. Tek vericiden trombosit transfüzyonu (tercihen HLA uyumlu) ve rekombinant aktive FVII kanamayı durdurmak amacıyla doğum sırasında ve doğum sonu dönemde kullanılabilir61. May-Hegglin anomalisi ise trombositopeni ve dev trombositlerle karakterize, nadir rastlanan otozomal

206


dominant bir hastalıktır. Trombosit sayısı 40–80 x 109/L arasında değişir. Trombosit fonksiyonu normaldir. Aşırı kanama genellikle görülmese de, doğum sırasında hemostaz için trombosit transfüzyonu gerekebilir62. von Willebrand hastalığı En sık kalıtsal kanama bozukluğudur. Toplumun yaklaşık % 1’inde görülür. Normal yapıdaki vWF düşük konsantrasyonu veya yapısal olarak bozuk, düşük etkinliğe sahip faktörden kaynaklanır. vWF, FVIII’in plazmada taşıyıcı proteinidir. Trombositler ile subendotel doku arasında köprü vazifesi görür. vWF 2813 aminoasitten oluşur ve endotel hücrelerinde sentezlenir. Başlangıçta dimerizasyona, sonrasındaysa multimerizasyona gider ve 20.000 kDa ağırlığında multimer oluşur. Yüksek molekül ağırlıklı multimerler fonksiyonel olarak trombositin yapışması ve kümelenmesinde daha etkilidir. vWF sentez sonrası plazmaya salınır, endotel hücrelerinin Weibel–Palade cisimcikleri içinde depolanır. vWF megakaryositler tarafından da sentezlenir. Trombositlerin α granülleri içinde depolanır ve aktivasyon ile salınırlar. Olgun vWF’nün farklı etkinliklere sahip, özgün bağlanma bölgeleri vardır (Şekil 1). Dolaşımdaki yüksek molekül ağırlıklı multimerler, ADAMTS 13 denilen bir proteaz tarafından parçalanır. Nadir görülen konjenital TTP’de ADAMSTS 13 proteini eksiktir. von Willebrand hastalığı farklı patofizyolojik mekanizmalara ve uygulanan tedavi şekillerine göre 6 kategoriye ayrılır (Tablo 6). Hastaların %70– 80’inde tip 1 görülmektedir.

Tablo 6: von Willebrand hastalığının sınıflaması Tip 1

Normal yapıdaki vWF kısmi nicel eksikliği

Tip 2

vWF nitel eksikliği

Tip 2A

Nitel varyantlar ve azalmış yüksek molekül ağırlıklı multimerler

Tip 2B

Nitel varyantlar ve trombosit GP Ib’ye artmış ilgi

Tip 2M

Nitel varyantlar ve normal yüksek molekül ağırlıklı multimerler

Tip 2N

Nitel varyantlar ve FVIII’e karşı düşük ilgi

Tip 3

Komplet vWF eksikliği

vWF: von Willebrand faktörü. Sadler JE. Thromb Haemost 1994; 71: 520–5. FVIII ve vWF’ün bir veya birden fazla aktivitesi sınırda olduğunda tanı konulması güç olabilir. Hatta testlerin sonucu normal çıkabilir. Sonuçları en az 3 defa ayrı zamanlarda tekrar etmek gerekir. Stres, egzersiz, yakın zamanda geçirilmiş cerrahi ve gebelikle plazma vWF ve FVIII seviyeleri yükselebilir. Bu durumlarda tanı konulması daha da zorlaşmaktadır. Sonuçları sınırda çıkan hastalar değerlendirilirken, kan grubu 0 olan kişilerde kan grubu A olanlara göre FVIII ve vWF düzeylerinin % 15–20 daha az olduğu akılda tutulmalıdır64.

Hastalık genellikle kolay ekimoz oluşumu veya mukozalardan kanama gibi hafif-orta dereceli kanama diyatezi yaratır. Gebe olmayan kadında en sık problem ağır derecede olabilecek menoraji görülmesidir.

von Willebrand hastalığında tedavinin amacı düzgün olmayan birincil hemostazı ve düzgün olmayan birincil koagülasyonu düzeltmektir. Tedavi şekli hastalığın şiddetine, hastalığın tipine ve klinik bulgulara göre değişkenlik göstermektedir. Tedavi seçenekleri arasında DDAVP ve vWF içeren kan ürünleri bulunmaktadır65.

Laboratuar testlerinde kanama zamanı uzun saptanmaktadır.Ayrıca aPTT’de uzama da görülebilir. Daha kesin tanı ise ristosetin kofaktör testi ile azalmış vWF aktivitesinin (vWF-Rco) gösterilmesi, kolajenbağlama testi, vWF antijenine değişken (vWF-Ag) oranlarda bağlanma ve FVIII seviyesinde azalma ile konulur. Sınıflamaya yardımcı olan diğer testler ise ristosetinin indüklediği trombosit agregasyonunun analizi (RIPA), vWF multimer ve vWF’e bağlanan FVIII miktarının ölçülmesidir63.

DDAVP sentetik vazopresin analoğudur. Endoteldeki depolardan vWF salınmasını sağlar ve FVIII seviyesini yükseltir. Genellikle 20 dakikada gidecek şekilde ven içine yavaş infüzyon ile 0,3 μg/kg dozunda verilmektedir. Bu uygulama 4–6 saatte bir olmak kaydıyla iki veya üç sefer tekrar edilebilir. İlaç cilt altına veya burun içine sprey şeklinde de uygulanabilir. Yan etkileri arasında hipotansiyon, yüzde ateş basması, 24 saat süresince sıvı retansiyonu ve buna bağlı hiponatremi yer

207


Etkin bölgeler

Mutasyonlar

Faktör VIII Heparin

Gp Ib Heparin Kollajen

2N

2B

2A

Kollajen

Gp IIb/IIIa

2C

Şekil 1: von Willebrand faktörü. Protein üzerinde FVIII, heparin, kolajen, trombosit glikoproteini (Gp) Ib ve IIb/IIIa farklı bağlanma bölgelerini içerir. von Willebrand hastalığının farklı türlerinin ortaya çıkmasına neden olan gen mutasyon yerleri işaretlenmiştir. Green D, Ludlam CA. vWD in bleeding disorders. Health Pres 2004, pp. 63–69. almaktadır. DDAVP’nin gebelik sırasında ve doğumdan sonra kullanımı güvenlidir66. Tip 1 von Willebrand hastalığında plazma vWF ve FVIII seviyelerinde 3–5 kat artış sağlar ve tedavide çok etkilidir. Tip 3 von Willebrand hastalığında bazal vWF ve FVIII seviyeleri çok düşük olduğundan yararı yoktur. Tip 2’de tedaviye alınacak yanıt ise belirsizdir. Tip 2B’de DDAVP kontrindikedir ve trombositopeniyi derinleştirebilir. Tip 2 hastalarda DDAVP testi yapılarak (mümkünse gebelikten önce) etkili olup olmadığı değerlendirilmelidir. Plazmadan elde edilen vWF, DDAVP’ye yeterli yanıt vermeyen veya DDAVP kontrindike olan hastalarda gereklidir. Yükleme dozu 40–60 IU/kg’dır. vWF aktivitesi (vWF- RCoF) > % 50 tutulması için tekrar dozları 12–24 saat arayla yapılabilir. vWF içeren mevcut tüm ürünler plazmadan elde edilmektedir. Bunların üretiminde en az bir viral etkisizleştirme basamağı olduğundan hepatit veya HIV bulaştırma ihtimali düşüktür. Yine de parvovirüs bulaşma riski vardır. von Willebrand hastalığı ve gebelik von Willebrand hastalığı gebelikte en sık görülen konjenital kanama bozukluğudur. Normal gebelikte hem vWF, hem de FVIII seviyeleri ilerleyici olarak artış göstermektedir (Şekil 2)67. vWF, 6. gebelik haftasından itibaren artar ve üçüncü üçaya gelindiğinde gebelik öncesi değerinin 3–4 katına çıkmıştır. von Willebrand hastalığı olan kadınların çoğunda FVIII ve vWF seviyeleri artmaktadır. Bu da gebelikte görülen küçük kanama ataklarındaki

iyileşmeyi açıklamaktadır. Gebelikteki hemostatik yanıt hastalığın tipine ve şiddetine göre farklılık göstermektedir. Tip 1 von Willebrand hastalığı olan kadınların çoğunda FVIII ve vWF seviyeleri gebelik öncesine göre artış göstererek, gebelikte tanı konulmasını güçleştirebilir. Ancak ağır vakalarda seviyeler düşük kalabilir. Tip 2 von Willebrand hastalarında gebelikte FVIII ve vWF antijen seviyeleri artarken, vWF aktivitesinde çok az olmakta veya hiç artış olmamaktadır. Tip 2B von Willebrand hastalarında anormal vWF seviyesindeki artış ilerleyici ve ağır trombositopeniye neden olabilir. Ancak bu durum genellikle tedavi gerektirmemektedir. Tip 3 von Willebrand hastalığı olan kadınların çoğunda gebelikte FVIII veya vWF seviyelerinde artış olmamaktadır68. Doğumdan sonra normal kadınlarda FVIII ve vWF seviyeleri 4–6 haftalık bir süre içinde eski düzeylerine dönmektedir. Ancak von Willebrand hastalarında bu seviyelere dönüş hızlı ve belirgin olabilir68. Gebelikteki hemostatik yanıt değişken olduğundan, gebelik süresince ve doğumdan 3–4 hafta sonrasına dek vWF ve FVIII seviyeleri izlenmelidir. von Willebrand hastalarında doğum öncesinde kanama nadirdir. Fakat düşük veya elektif gebelik sonlandırılması sonrasında da kanama görülebilir. Bazen bu durumlar von Willebrand hastalarında ilk bulgular olup, tanı koydurabilir. von Willebrand hastalığı olan kadınlar özellikle ikincil doğum sonu kanama için (özellikle doğumdan 3–5 gün

208


sonrasında) risk altındadırlar. von Willebrand hastalarında ayrıca atoni veya doğum kanalı travmaları gibi diğer obstetrik nedenlere bağlı kanamalar da artabilir. Ayrıca kas içine enjeksiyon yerlerinde hematomlar, epizyotomi veya insizyon yerlerinde ekimoz veya hematomlar görülebilir. Gebelikte faktör seviyeleri normalleşen von Willebrand hastalarında ek hemostatik destek gerekmemektedir. Anestezi uzmanının görüşü alındıktan sonra bu hastalara rejiyonel analjezi yapılabilir. Neonatal kanama nadiren görülse de, vakum veya forseps ile doğum denenmemelidir. Epizyotomi ve perine yırtıkları büyük bir dikkatle onarılmalıdır. vWF-aktivitesi (vWF:RCo) normalleşmeyen kadınlarda rejiyonel analjezi kararı hastaya göre alınmalıdır69. Eğer FVIII seviyesi % 50’den az ise veya vWF:RCo normalleşmemişse doğum veya sezaryen sırasında DDAVP veya vWF ile hemostatik destek verilmelidir66. von Willebrand hastalarında ikincil doğum sonu kanama riski yüksek olduğundan, plasentanın tam olarak çıkartıldığından emin olunmalıdır. Doğumdan sonra tüm hastalar doğum sonu kanama açısından yakın takip edilmelidir ve düzeltilmemiş hemostatik bozukluklar düzeltilmelidir. Yanıt veren hastalarda hafif ve orta doğum sonu kanamaların proflaksisi ve tedavisinde DDAVP kullanılmalıdır70. FVIII ve vWF:RCo seviyeleri doğumdan sonra hızla düşebileceğinden, birkaç gün sonra kontrol edilmelidir. Sezaryen ile doğumdan sonra en az 3-7 gün FVIII ve vWF:RCo normal seviyelerde tutulmalıdır. Yenidoğanda von Willebrand hastalığı tanısı konulması zor ve anlamsızdır. Ancak Tip 3 von Willebrand hastalığından şüphelenildiğinde araştırılmalıdır. Tanı genellikle çocukluğun sonlarına dek gecikebilir. HEMOFİLİLER Hemofili A ve B, sırasıyla faktör VIII ve IX’un (FVIII, FIX) azalması veya bulunmaması ile birlikte seyreden ve en sık görülen ciddi konjenital kanama bozukluklarıdır. Hemofili A’nın insidansı yaklaşık 10.000 canlı erkek doğumunda 1’dir. Hemofili B ise yaklaşık beşte biri kadar sıklıkta görülmektedir. İki hastalığın da genleri X kromozomunda yer almaktadır. Cinsiyete bağlı bozukluklar

olduklarından hemen hemen her zaman erkekleri etkilemektedir. Hemofililerde benzer klinik tablo görülmektedir. Dolayısıyla ayırıcı tanı ancak pıhtılaşma faktörlerinin plazma seviyelerinin ayrı ayrı ölçülmesi ile yapılabilir. Klinik tablonun şiddeti ise doğrudan FVIII/IX seviyeleri ile orantılıdır. Faktör seviyeleri % 1’in altında olanlarda şiddetli hemofili görülür. En sık kanama atakları da bu hastalarda görülür. Ailelerinde hemofili öyküsü olan kadınlar aile ağacına göre ya mutlak ya potansiyel ya da tesadüfi taşıyıcıdırlar71. Babasında hemofili olan kadın veya ailesinde hemofili öyküsü olup, hemofilik oğlu olan kadın veya birden fazla hemofilik çocuğu olan kadın mutlak taşıyıcıdır. Potansiyel taşıyıcı ise anne tarafında hemofilik akrabası olan kadındır. Ailesinde hemofili öyküsü olmayan, ancak bir tane hemofilik çocuğu olan kadın tesadüfi taşıyıcı olabilir. Hemofili taşıyıcısı kadınların FVIII/IX seviyeleri X-kromozomunun rastgele etkisizleşmesi nedeniyle (lyonizasyon) azalmış olabilir. Eğer FVIII/IX seviyeleri % 50’den azsa travma veya cerrahi sonrasında anormal kanama görülebilir. Hemofili taşıyıcısı kadın için gebelikte iki risk vardır. Öncelikle FVIII/IX seviyeleri azalmış kadınlarda doğum sonunda veya birinci üçaydaki invazif girişimler sırasında kanama riski mevcuttur. İkinci olarak erkek çocukların % 50 oranında hemofili olma, kız çocukların ise % 50 oranında hemofili taşıyıcısı olma ihtimali vardır. Daha önce tartışıldığı gibi gebelikte normal olarak FVIII ve IX seviyeleri artmaktadır (Şekil 2). Bu artış özellikle üçüncü üçayda belirgindir ve FVIII seviyesi normalin iki katına kadar çıkar. Benzer olarak hemofili A taşıyıcılarında da FVIII üretimi normal oranlarda yapılarak gebeliğin sonunda bu seviyelere ulaşılır. Dolayısıyla hemofili A taşıyıcılarında gebelik sırasında faktör tedavisi nadiren gerekmektedir. Bunun aksine FIX seviyesi gebelikte belirgin olarak artmaz. Dolayısıyla düşük FIX seviyeleri olan bir kadının, doğum sırasında kanama komplikasyonlarını engellemek için tedaviye ihtiyacı daha fazla olabilir. Mutlak veya potansiyel hemofili taşıyıcıları olan kadınlara genetik danışma ve testler önerilmelidir. Özellikle gebeliğin takibinde alınması gereken önlemlerin ve yapılması gerekenlerin belirlenmesi açısından taşıyıcılık durumu netleştirilmelidir. Hasta testlerin sonuçlarını anlayabilecek yaşta olduğunda (13–15 yaş) onam formu genetik testler imzalatılarak

209


Faktör düzeyi (IU/dL)

Gebelik haftası Şekil 2: Normal gebelikteki FVIII ve vWF düzeyleri. Giangrande PL. Management of pregnancy in carriers of haemophilia. Haemophilia 1998; 4: 779–784. önerilmelidir72. İngiltere’de hemofili A ve B hastalarının çoğunda hastalığa neden olan mutasyon tespit edilmiştir. Eğer ailedeki mutasyon biliniyorsa, potansiyel taşıyıcıyı bu mutasyon açısından taramak kolaydır. Ancak eğer mutasyon bilinmiyorsa, genetik polimorfizmleri kullanarak linkage analiz yapılması mümkündür. Bu yaklaşımlardan hiçbiri uygun değilse, FVIII/IX geninin sekanslanması ile doğrudan mutasyon saptanabilir. Pıhtılaşma testleri yapılarak düşük FVIII/ IX seviyeleri olan taşıyıcılar da saptanmalıdır. Moleküler tanının mümkün olmadığı durumlarda, fenotipik bulgular taşıyıcının istatistiksel riskinin değerlendirilmesinde faydalıdır. Ancak FVIII/ IX seviyelerinin normal olması kişinin taşıyıcı olmadığı anlamına gelmez72. Düşük FVIII seviyesi olan kadınlar da, DDAVP’ye normal hemostatik yanıt verebilir. Bu yanıtın mevcut olup olmadığının değerlendirilmesi için ven içine DDAVP verilerek test yapılır. Bunu takip eden 24 saat içinde FVIII seviyeleri ölçülerek yanıt belirlenir. Taşıyıcılık saptandıktan sonra gebelik öncesi danışmanlık verilmelidir. Ne hemofili hastası bir çocuğu doğurmak istemeyen, ne de gebeliğini sonlandırmak istemeyen ailelerde preimplantasyon genetik tanı uygun bir seçenektir. İn vitro fertilizasyon (IVF) sonrasında, 8–16 hücre aşamasında tek embriyonik hücre alınarak genetik tanı yapılabilir. Sonrasında dişi veya etkilenmemiş erkek embriyolar transfer edilebilir. İngiltere’de bu şekilde yapılan her test için İnsan Döllenmesi ve Embriyolojisi Dairesi’nin onayı gerekmektedir.

Prenatal tanı genellikle 11- 12. haftada koriyon villus biyopsisi (KVB) ile fetusun hücrelerden alınan DNA’lar incelenerek yapılmaktadır. Bu uygulamanın en önemli avantajı birinci üçayda yapılabilmesi, dolayısıyla eğer gebeliğin sonlandırılması gerekirse, kolaylıkla yapılabilmesidir. KVB’ye bağlı en önemli olumsuzluk % 1–2 oranında düşük riskidir. Fetusun hücreleri karyotip analizi, dolayısıyla cinsiyetin belirlenmesinde kullanılır. Eğer fetus dişiyse başka test yapılmamaktadır. Eğer fetus erkekse ek testler ile hastalıklı genin olup olmadığı araştırılmalıdır. 15. haftadan sonra DNA analizi için gerekli olan hücreler amniyosentez yoluyla da elde edilebilir. Bu testte düşük riski % 0,5–1 kadardır. Fetustan kan örneklemesi için fetoskopi nadiren uygulanmaktadır. 16. haftadan sonra yapılır ve fetusun ölüm riski oldukça yüksektir (% 1–6). Gelişmiş ülkelerde prenatal tanının kullanımı azalmaktadır. Hemofili tedavisi ilerledikçe daha çok çift, hemofilili bir çocuğun doğumunun sorumluluğunu üstlenmektedir. Çocuğun hemofili riski olduğu, ancak prenatal tanı testlerinin yapılmadığı durumlarda, ultrasonografi ile fetal cinsiyet tayini yapılmalıdır67. Ebeveynlerin bebeğin cinsiyetini bilmek istemediği durumlarda bile, bu bilgi kadın doğum hekimi için önemlidir. Gebelik süresince hemofili taşıyıcısı olan kadınlarda FVIII/IX seviyeleri izlenmelidir. Özellikle üçüncü üçayın sonlarına doğru (34.–36. haftalar) faktör seviyelerinin ölçülmesi çok önemlidir67. Bu seviyelere göre doğum şekli belirlenecektir. Eğer hemofili taşıyıcılarında anne FVIII/IX seviyeleri 34.–36. haftalarda düşükse, doğum öncesinde tedavi gerekecektir67. % 40 oranında FVIII/IX

210


plazma seviyesi vajinal doğum için yeterlidir. Sezaryen doğum için ise % 50 oranı yeterlidir. Pıhtılaşma bozuklukları düzeltildiği takdirde epidural anestezi uygulanabilir67. Rekombinant FVIII/IX veya DDAVP (yalnızca hemofili A taşıyıcılarında) kullanılmalıdır. Plazmadan elde edilen faktörler –ikili etkisizleştirilme süreçlerine maruz bırakılanlar dahil– lipid ile kaplı olmayan virüslerin (parvovirüs gibi) bulaşmasına neden olabildiklerinden kullanılmamalıdır. Fetusun parvovirüs ile enfeksiyonu hidrops fetalis ve ölüme neden olabilir.

tedaviler ile gebeliğin prognozunu düzeltir. Ayrıca doğum öncesi ve sonrası kanamalar engellenir. Kriyopresipitat fibrinojen için iyi bir kaynaktır. Yine de viral etsizleştirilme olmadığından kullanılmamalıdır. Acil durumlarda başka tedavi seçenekleri mevcut değilse, kullanımı düşünülebilir. İnfüzyon ile verilen fibrinojenin yarı ömrü 3–5 gündür ve genellikle gün aşırı tedaviden daha sık yenilenmesi gerekmez. Gebeliğin sonuna doğru ve doğum sırasında 1,5 gr/l üzerinde fibrinojen seviyeleri gerekmektedir75. Faktör VII eksikliği Konjenital faktör VII eksikliği nadir görülen kalıtımsal pıhtılaşma bozuklukları içinde en sık görülendir. İnsidansı 500.000’de birdir. Otozomal resesif aktarılır ve akraba evliliği olan ülkelerde daha yaygın olarak görülür. Homozigotlarda faktör VII seviyeleri % 10’ların altında, heterozigotlarda ise % 50 civarındadır. FVII seviyeleri ile kanama riski arasında zayıf bir ilişki olsa da, FVII seviyeleri % 1015’in altında olduğunda kanamalar görülmektedir76. Orta derecede FVII eksikliği olan kişilerde genellikle mukozalardan kanamalar görülür. Epistaksis, dişeti kanamaları ve menoraji sık görülmektedir. Ciddi derecede FVII eksikliği (< % 2) durumunda hayatın erken dönemlerinde kafa içine kanama, ölüm ve ciddi hastalık görülebilir. Karaciğer hastalığı olmayan bir kişide izole PT uzaması, normal aPTT ve fibrinojen seviyesi saptandığında konjenital FVII eksikliğinden şüphelenilmelidir.

Fetusun hemofili olduğu biliniyorsa, fetus erkekse ve hemofili şüphesi varsa veya fetusun cinsiyeti bilinmiyorsa, travmatik vajinal doğumdan kaçınılmalıdır. Rutin sezaryen doğum gereksizdir, ancak obstetrik komplikasyonların öngörüldüğü durumlarda yapılmalıdır67. Hemofili taşıyıcılarındaki kanama problemlerinin çoğunluğu doğum sonu dönemde görülür. Düzeltilmemiş hemostaz sorunları olan kadınlarda doğumdan hemen sonra yerine koyma tedavisi verilmelidir. Bu dönemdeki tedavi seçenekleri travay ve doğumdakiler gibidir. Vajinal doğumdan sonra hemostazı sağlamak için destek tedavisi 3–4 gün, sezaryen ile doğumdan sonra ise 5–10 gün devam etmelidir73. Yenidoğanda hemofili tanısı dışlanana dek kas içine enjeksiyonlar yapılmamalıdır. FVIII/IX seviyelerinin tespiti için kordon kanı alınmalıdır74. Eğer doğum atravmatik olduysa ve yenidoğanda klinik olarak kanama bulgusu yoksa, rutin pıhtılaşma faktörü içeren tedavilerin kullanılmasına gerek yoktur74.

Normal gebelikte FVII seviyesi dört kat kadar artar. Ancak konjenital faktör VII eksikliği olan kadınlarda normal gebelikteki gibi bir artış olup olmadığı bilinmemektedir77. Gebelikte faktör VII eksikliği, doğum sonu kanama için bir risk faktörüdür. Plasenta implantasyon bölgesinden, epizyotomilerden, doğum kanalı yaralanmalarından veya sezaryen doğuma bağlı cerrahi travma bölgelerinden kanamalar görülebilir78.

NADİR GÖRÜLEN PIHTILAŞMA BOZUKLUKLARI Fibrinojen eksikliği Hipofibrinojenemi ve disfibrinojenemiler, otozomal dominant geçiş gösterir. Hem kanama, hem de venöz tromboz bozuklukları ile seyreder. Bu hastalarda tekrarlayıcı abortus, doğum öncesi ve sonrası kanamalar görülebilir. Hipofibrinojenemide hem antijenik, hem de işlevsel fibrinojen seviyesi azalmıştır. Disfibrinojenemi tanısı ise uzamış trombin zamanı ile birlikte normal seviyede antijenik fibrinojen miktarı ile konulur. Hipo ve disfibrinojenemide fibrinojen içeren

Rekombinant aktive FVII (rFVIIa) Avrupa Birliği’nde konjenital FVII eksikliğinde kullanım için onaylanmıştır79. Bu ürünün bulunmadığı yerlerde, taze donmuş plazma (TDP), protrombin kompleksleri veya plazmadan elde edilen FVII kullanılabilir. Hastanın sezaryen ihtiyacı olabileceğinden veya doğum sırasında perinede travma gelişebileceğinden genellikle doğumda proflaksi önerilmektedir. Konjenital FVII eksikliğinde sezaryen veya vajinal

211


doğum için rFVIIa başlangıç bolus dozu 20–50 μg/ kg, idame bolusları ise 4–6 saat arayla 10–35 μg/ kg’dır78,80. Diğer kullanım şekli de başlangıç bolus dozu 13 μg/kg, sonrasında 4 gün boyunca 1,7–3,3 μg/kg/saat hızında devamlı infüzyon şeklindedir (Bkz. Bölüm 26)76. Faktör X eksikliği Konjenital faktör X eksikliği otozomal resesif bir bozukluktur. Ağır (homozigot) formunun toplumdaki prevalansı 1:1.000.000’dur. Ancak akraba evliliklerinin yapıldığı ülkelerde daha sık görülmektedir. Heterozigot FX eksikliğinin prevalansı ise 1:500’dür ve bunlar genellikle asemptomatiktirler. Ağır FX eksikliği (FX seviyesi < % 1) hayatın birinci haftasında göbekten ve kafa içine ciddi kanama riski ile birliktedir. En sık görülen semptom epistaksistir ve hastalığın tüm evrelerinde görülmektedir. Kadınların yarısında menoraji görülür. Tekrarlayan eklem kanamaları nedeniyle ciddi artropati gelişebilir. Hafif eksiklikte FX seviyeleri % 6–10 civarındadır. Bu kişilere genellikle tesadüfen tanı konulur. Ancak kolay morarma veya menoraji yaşayabilirler. Pıhtılaşma testlerinde aPTT ve PT’de uzama saptanır. Tanı FX seviyesinin ölçülmesi ile konulur. Literatürde izole FX eksikliği olan 8 kadının 13 gebeliği bildirilmiştir81. Burada bahsedilen komplikasyonlar spontan düşükler, ablasyo plasenta, prematür doğum ve doğum sonu kanamadır. FX seviyeleri gebelikte artar ve doğum öncesi dönemde yerine koyma tedavisi genellikle gerekmemektedir. Ancak ağır FX eksikliği olan ve daha önce gebeliğinde yukarıdaki gibi sorunlar ortaya çıkanlarda hızlı yerine koyma tedavisinin faydası olabilir75. FX’un yarı ömrü 24–40 saat olduğundan, günde tek doz infüzyon yeterli olmaktadır. Hemostaz için % 10–20 düzeyinde FX seviyesi yeterlidir ve doğum sırasında da bu seviyelerde olması yeterlidir75. FX orta derecede saflaştırılmış FIX’da (protrombin kompleks konsantreleri) bulunmaktadır. Bunların protrombotik özelliklerinden ötürü FX seviyelerinin izlenmesi gerekmektedir. Protrombin kompleks konsantrelerinin mevcut olmadığı durumlarda taze donmuş plazma da alternatif olarak kullanılabilir. Vitamin K’ya bağlı faktörler II, VII, IX, X’un kombine eksikliği Faktörler II, VII, IX, X’un konjenital kombine

eksikliği bir otozomal resesif kanama bozukluğudur. Vitamin K metabolizmasında yer alan enzimlerdeki (γ-glutamil karboksilaz gibi) homozigot genetik mutasyonlar sonucunda bu enzimlerin seviyesinin azalmasıyla ortaya çıkar. Mukozalar, cilt ve ameliyat sonrası kanama bozuklukları bildirilmiştir. Ağır vakalarda yenidoğan döneminde kafa içine kanama veya göbek kordondan kanama görülebilir. Bazı kişilerde iskelet sistemi anomalileri de izlenebilir (muhtemelen osteokalsin gibi vitamin K’ya bağımlı kemik proteinlerindeki anormalliklerden ötürü) Vitamin K’ya bağımlı faktörlerin aktiviteleri < % 5 olduğunda şiddetli kanama görülür. Laboratuar bulgularında ise aPTT ve PT’de uzama; FII, VII, IX ve X’un fonksiyonlarında değişik oranlarda azalma saptanır. Klinik tablo ve vitamin K’ya yanıt değişkendir. Bazı vakalar düşük doz vitamin K’ya yanıt verirken, bazı vakalarda ven içine yüksek doz yerine koymaya dahi yanıt alınamamaktadır. Vitamin K’ya yanıt alınamayan vakaların tedavisinde protrombin kompleks konsantreleri kullanılmalıdır. Literatürde vitamin K’ya bağımlı pıhtılaşma faktörleri eksik olan ve terme ulaşan tek bir gebe mevcuttur. Gebelik boyunca günlük 15 mg oral K vitamini verilmiştir. Bu vakada epizyotomi sahasından kanama nedeniyle taze donmuş plazma verilmesi gerekmiştir82. Faktör XI eksikliği FXI eksikliği otozomal aktarılan bir bozukluktur. Özellikle Eskinazi Yahudilerinde sık görülmektedir. Bu grupta heterozigot vakaların sıklığı % 8’dir. Tüm toplumdaysa ağır eksikliği 1:1.000.000 oranında görülür. Ayrıca kısmi eksiklik daha sıktır. FXI eksikliğinin diğer pıhtılaşma bozukluklarından farkı, heterozigot vakalarda bile FXI seviyesi ile paralel olmayan kanama bozukluklarının görülebilmesidir. Ölçülemeyecek kadar düşük FXI seviyesi olan vakalarda bile kendiliğinden kanama çok nadir görülür. Kanama travma veya cerrahi sonrası başlar ve genellikle yüksek fibrinolitik aktivitesi olan alanlarda (genitoüriner kanal gibi) görülür. Menoraji sıktır ve bazı kadınlarda menoraji araştırılması esnasında FXI eksikliği tanısı konulur. FXI eksikliği gebelikte nadiren kanamaya yol açar. Ancak ağır veya kısmi eksikliği olan vakalarda doğum sonu kanama görülebilir75.

212


aPTT genellikle uzamıştır ve tanı FXI seviyesindeki azalma ile konulur. FXI seviyesinin % 15’in altında olduğu vakalar ağır, % 15–70 arasında olan vakalar ise kısmi olarak sınıflanır. Normalin eşik değeri % 70’tir. Normal gebelikte görülen FXI seviyelerindeki değişiklikler tartışmalıdır. Bazı çalışmalarda artış saptanırken, bazılarında da azalma saptanmıştır83. FXI eksikliği olan vakalarda gebelikte FXI düzeyindeki değişiklikler farklılık göstermektedir84. Dolayısıyla FXI eksikliği olan kadınlar gebe kaldığında, ilk muayenede ve üçüncü üçayda FXI seviyeleri değerlendirilmelidir. Kısmi FXI eksikliği olan, daha önce hemostatik hadise yaşamış ve kanama öyküsü olmayan kadınlarda vajinal doğum sırasında tedavi gerekmemektedir. Yine kısmi eksikliği olan, ancak ciddi kanama öyküsü veya hiç hemostatik hadise yaşamamış kadınlarda ilk dozu travayda başlanacak şekilde 3 gün boyunca traneksamik asit verilmelidir. FXI eksikliği olan kadınlarda sık görülen, aralıklı ikincil doğum sonu kanamanın tedavisinde de traneksamik asit kullanılabilir. Ağır FXI eksikliği olan kadınlarda vajinal doğum veya sezaryen esnasında FXI verilmesi gerekmektedir. Amaç travay sırasında ve normal doğumdan 3–4 gün, sezaryenden 7 gün sonrasına dek FXI seviyelerini > % 50 tutmaktır. FXI potansiyel olarak trombojeniktir. Tek doz 30 IU/kg’ı aşmamalı ve FXI seviyesi > % 70 olmamalıdır. FXI ile birlikte traneksamik asit veya diğer antifibrinolitik ilaçlar kullanılmamalıdır. Taze donmuş plazma kullanılabilir. Ancak ağır eksikliği olan vakalarda sıvı yüklenmesi riski göz önüne alınmadan, % 30 gibi seviyelere ulaşmak mümkün değildir. Cerrahi yapılan FXI hastalarında rFVIIa, bu konuda lisanslı olmadığı halde, başarıyla kullanılmaktadır75. Faktör XIII eksikliği Konjenital FXIII (fibrin sağlamlaştırıcı faktör) eksikliği otozomal resesif geçişli bir bozukluktur. Bu hastalarda cerrahi veya travmadan 24–36 saat sonra başlayan kanama ile birlikte yara iyileşmesinde gecikme görülmektedir. Yumuşak doku kanamaları hemartrozlardan daha sık görülür. Hemartrozlar genellikle travma sonrasında görülür. Kafa içine kendiliğinden kanamalar karakteristik bir bulgudur. Erken gebelikte düşükler görülebilir; çünkü başarılı implantasyon için FXIII gerekmektedir. FXIII eksikliği olan kadınlar doğum sonrası kanama açısından da risk altındadır75. FXIII seviyeleri

hemen hemen aynı olan vakalarda kanamanın şiddeti belirgin farklılık gösterebilir. Rutin testler (aPTT, PT) normaldir ve FXIII seviyesi laboratuardan özellikle istenmelidir. FXIII’ün yarılanma ömrü 7–10 gündür. Dolayısıyla seviyeyi > % 3 tutmak için (kendiliğinden kafa içine kanamaları önlemek için bu seviye yeterli) 4–6 haftalık aralıklarla verilmesi yeterlidir. Uygun FXIII tedavisi verilmeyen, ağır FXIII eksikliği olan (FXIII seviyesi < % 1) kadınların yaklaşık % 50’si düşük yapmaktadır75. Tüm ağır vakalara tanı konulduktan itibaren kafa içine kanamaları engellemek için aylık plazmadan elde edilen FXIII konsantreleri verilmeli ve gebelik boyunca da devam edilmelidir75. FXIII seviyeleri gebelik süresince düştüğünden gebelik boyunca izlenmeli ve seviye > % 3 olmalıdır. FXIII eksikliği, < % 3 seviyelerde yenidoğanda hayatı tehdit eden kanamalara neden olabilir. Tanı kordondan veya uçlardan alınan kan örneklerinden yapılan testlerle konulabilir. Akut kanama durumunda FXIII’ün verilmesi gereken dozu 20 IU/ kg’dır75. Kaynaklar 1. Brenner B. Haemostatic changes in pregnancy. Thromb Res 2004;114:409–14 2. Bellart J, Gilabert R, Miralles RM, et al. Endothelial cell markers and fibrinopeptide A to D-dimer ratio as a measure of coagulation and fibrinolysis balance in normal pregnancy. Gynecol Obstet Invest 1998;46:17–21 3. Øian P, Omsjø I, Maltau JM, Østerud B. Reduced thromboplastin activity in blood monocytes and reduced sensitivity to stimuli in vitro of blood monocytes from pregnant women. Br J Haematol 1985;59:133–7 4. Holmes VA, Wallace JMW, Gilmore WS, et al. Tissue factor expression on monocyte subpopulations during normal pregnancy. Thromb Haemost 2002;87:953–8 5. Holmes VA, Wallace JM. Haemostasis in normal pregnancy: a balancing act? Biochem Soc Trans 2005;33:428–32. 6. McCrae KR. Thrombocytopenia in pregnancy: differential diagnosis, pathogenesis and management. Blood Rev 2003;17:7–14 7. McCrae KR, Samuels P, Schreiber AD. Pregnancy-associated thrombocytopenia: patho-

213


genesis and management. Blood 1992;80: 2697– 714 8. Shehata N, Burrows RF, Kelton JG. Gestational thrombocytopenia. Clin Obstet Gynecol 1999;42: 327–34 9. Guidelines for the investigation and management of idiopathic thrombocytopenic purpura in adults, children and in pregnancy. Br J Haematol 2003;120:574–96 10. Kessler I, Lancet M, Borenstein R, et al. The obstetrical management of patients with immunologic thrombocytopenic purpura. Int J Gynaecol Obstet 1982;20:23–8 11. Burrows RF, Kelton JG. Thrombocytopenia during pregnancy. In Greer IA, Turpie AG, Forbes CD, eds. Haemostasis and Thrombosis in Obstetrics and Gynaecology. London: Chapman & Hall, 1992 12. Gill KK, Kelton JG. Management of idiopathic thrombocytopenic purpura in pregnancy. Sem Hematol 2000;37:275–83 13. Letsky EA. In de Swiet, ed. Coagulation Defects in Medical Disorders in Obstetric Practice, 4th edn. Oxford: Blackwell Science, 2002:61–96 14. Letsky EA, Greaves M. Guidelines on the investigation and management of thrombocytopenia in pregnancy and neonatal alloimmune thrombocytopenia. Maternal and Neonatal Haemostasis Working Party of the Haemostasis and Thrombosis Task Force of the British Society for Haematology. Br J Haematol 1996;95: 21–6 15. Crowther MA, Burrows RF, Ginsberg J, Kelton JG. Thrombocytopenia in pregnancy: diagnosis, pathogenesis and management. Blood Rev 1996;10:8–16 16. Gill KK, Kelton JG. Management of idiopathic thrombocytopenic purpura in pregnancy. Sem Hematol 2000;37:275–83 17. Bussel JB, Druzin ML, Cines DB, Samuels P. Thrombocytopenia in pregnancy. Lancet 1991; 337:251 18. Godelieve C, Christiaens ML, Nieuwenhuis HK, Bussel JB. Comparison of platelet counts in first and second newborns of mothers with immune thrombocytopenic purpura. Obstet Gynecol 1997;90:546–52 19. Miyakis S, Lockshin MD, Atsumi T, et al. International consensus statement on an update of the classification criteria for definite antiphospholipid syndrome (APS). J Thromb Haemost 2006; 4:295–306

20. Galli M, Finazzi G, Barbui T. Thrombocytopenia in the antiphospholipid syndrome: pathophysiology, clinical relevance and treatment. Ann Med Intern 1996;147:24–7 21. Harris EN. A reassessment of the antiphospholipid syndrome. J Rheumatol 1990;17:733–5 22. Rai R, Cohen H, Dave M, Regan L. Randomised controlled trial of aspirin and aspirin plus heparin in pregnant women with recurrent miscarriage associated with phospholipid antibodies (or antiphospholipid antibodies). BMJ 1997;314: 253–7 23. Royal College of Obstetricians and Gynaecologists: Guidelines. Thromboprophylaxis during pregnancy, labour and after vaginal delivery. Guidelines No. 37. London, RCOG Press, 2004 24. de Swiet M. Antiphosholipid syndrome, systemic lupus erythematosus and other connective tissue diseases. In de Swiet, ed. Medical Disorders in Obstetric Practice, 4th edn. Oxford: Blackwell Science, 2002:267–81 25. Mandelbrot L, Schlienger I, Bongain A, et al. Thrombocytopenia in pregnant women infected with human immunodeficiency virus: maternal and neonatal outcome. Am J Obstet Gynecol 1994;171:252–7 26. van Besien K, Hoffman R, Golichowski A. Pregnancy associated with lupus anticoagulant and heparin induced thrombocytopenia: management with a low molecular weight heparinoid. Thromb Res 1991;62:23–9 27. Greinacher A, Eckhardt T, Mussmann J, Mueller-Eckhardt C. Pregnancy complicated by heparin associated thrombocytopenia: management by a prospectively in vitro selected heparinoid (Org 10172). Thromb Res 1993;71: 123–6 28. Fausett MB, Vogtlander M, Lee RM, et al. Heparin-induced thrombocytopenia is rare in pregnancy. Am J Obstet Gynecol 2001;185: 148–52 29. Huhle G, Geberth M, Hoffmann U, et al. Management of heparin-associated thrombocytopenia in pregnancy with subcutaneous r-hirudin. Gynecol Obstet Invest 2000;49:67–9 30. Khong TY, De Wolf F, Robertson WB, Brosens I. Inadequate maternal vascular response to placentation in pregnancies complicated by preeclampsia and by small for gestational age infants. Am J Obstet Gynecol 1987;157:360–3 31. Goldman-Wohl D, Yagel S. Regulation of trophoblast invasion: from normal implantation

214


to preeclampsia. Mol Cell Endocrinol 2002;187: 233–8 32. Tank PD, Nadanwar YS, Mayadeo NM. Outcome of pregnancy with severe liver disease. Int J Gynaecol Obstet 2002;76:27–31 33. Sibai BM. The HELLP syndrome (hemolysis, elevated liver enzymes, and low platelets): much ado about nothing? Am J Obstet Gynecol 1990; 162:311–16 34. McCrae KR, Cines DB. Thrombotic microangiopathy during pregnancy. Sem Hematol 1997;34:148–58 35. Martin JN, Files JC, Blake PG, et al. Plasma exchange for preeclampsia: Postpartum use for persistently severe preeclampsia-eclampsia with HELLP syndrome. Am J Obstet Gynecol 1990; 162:126–37 36. Mannucci PM, Canciani T, Forza I, et al. Changes in health and disease of the metalloprotease that cleaves von Willebrand Factor. Blood 2001;98:2730–5 37. Lain KY, Roberts JM. Contemporary concepts of the pathogenesis and management of preeclampsia. JAMA 2002;287:3183–6 38. Esplin MS, Branch DW. Diagnosis and management of thrombotic microangiopathies during pregnancy. Clin Obstet Gynecol 1999;42:360–8 39. Bacq Y. Acute fatty liver of pregnancy. Sem Perinatol 1998;22:134–40 40. Tyni T, Ekholm E, Pihko H. Pregnancy complications are frequent in long-chain 3-hydroxyacyl-coenzyme A dehydrogenase deficiency. Am J Obstet Gynecol 1998;178:603–8 41. Vigil-De Gracia P. Acute fatty liver and HELLP syndrome: two distinct pregnancy disorders. Int J Gynaecol Obstet 2001;73:215–21 42. Anthony J. Major obstetric hemorrhage and disseminated intravascular coagulation. In James DK, Steer PJ, Weiner CP, Gonik B, eds. High Risk Pregnancy: Management Options, 3rd edn. Amsterdam: Elsevier, 2006:1606–23 43. Levi M. Current understanding of disseminated intravascular coagulation. Br J Haematol 2004; 124:567–76 44. Moscardo F, Perez F, de la Rubia J, et al. Successful treatment of severe intra-abdominal bleeding associated with disseminated intravascular coagulation using recombinant activated factor VII. Br J Haematol 2001;114:174–6 45. Zupancic Salek S, Sokolic V, Viskovic T, et al. Successful use of recombinant factor VIIa

for massive bleeding after caesarean section due to HELLP syndrome. Acta Haematol 2002;108: 162–3 46. Ludlam CA. The evidence behind inhibitor treatment with recombinant factor VIIa. Patophysiol Haemost Thromb 2002;32(Suppl 1):13–18 47. Maclean A, Almeida Z, Lopez P. Complications of acute fatty liver of pregnancy treated with activated protein C. Arch Gynecol Obstet 2005;273: 119–21 48. Mikaszewska-Sokolewicz M, MayznerZawadzka E. Use of recombinant human activated protein C in treatment of severe sepsis in a pregnant patient with fully symptomatic ovarian hyperstimulation syndrome. Med Sci Monit 2005;11:27–32 49. Toh CH, Dennis M. Disseminated intravascular coagulation: old disease, new hope. BMJ 2003; 327:974–7 50. Kashyap R, Choudhry VP, Mahapatra M, et al. Postpartum acquired haemophilia: clinical recognition and management. Haemophilia 2001;7: 327–30 51. Porteous AO, Appleton DS, Hoveyda F, Lees CC. Acquired haemophilia and postpartum haemorrhage treated with internal pudendal embolisation. Br J Obstet Gynaecol 2005;112: 678–9 52. Boggio LN, Green D. Acquired hemophilia. Rev Clin Exp Hematol 2001;5:389–404 53. Bates SM, Ginsberg JS. How we manage venous thromboembolism during pregnancy. Blood 2002;100:3470–8 54. Bates SM, Greer IA, Hirsh J, Ginsberg JS. Use of antithrombotic agents during pregnancy. Presented at the Seventh ACCP Conference on Antithrombotic and Thrombolytic Therapy. Chest 2004;126:627–44 55. Ginsberg JS, Hirsh J, Turner C, et al. Risks to the fetus of anticoagulant therapy during pregnancy. Thromb Haemost 1989;61:197–203 56. Vitale N, De Feo M, De Santo LS, et al. Dosedependent fetal complications of warfarin in pregnant women with mechanical heart valves. J Am Coll Cardiol 1999;33:1637–41 57. Walker ID. In O’Shaughnessy D, Makris M and Lillicrap D, eds. Obstetrics in Practical Hemostasis and Thrombosis, 1st edn. Oxford: Blackwell Publishing, 2005:139–48 58. Kearon C, Hirsh J. Management of anticoagulation before and after elective surgery. N Engl J Med 1997;336:1506–11

215


59. Rahimi G, Rellecke S, Mallmann P, Nawroth F. Course of pregnancy and birth in a patient with Bernard–Soulier syndrome – a case report. Patophysiol Haemost Thromb 2002;32(Suppl 1):13–18 60. Kriplani A, Singh BM, Sowbernika R, Choudhury VP. Successful pregnancy outcome in Bernard–Soulier syndrome. J Obstet Gynaecol Res 2005;31:52–6 61. Kale A, Bayhan G, Yalinkaya A, Yayla M. The use of recombinant factor VIIa in a primigravida with Glanzmann’s thrombasthenia during delivery. J Perinat Med 2004;32:456–8 62. Pajor A, Nemes L, Demeter J. May Hegglin anomaly and pregnancy. Eur J Obstet Gynecol Reprod Biol 1999;85:229–31 63. Favaloro EJ. Laboratory assessment as a critical component of the appropriate diagnosis and sub-classification of von Willebrand’s disease. Blood Rev 1999;13:185–204 64. Laffan M, Brown SA, Collins PW, et al. The diagnosis of von Willebrand disease: a guideline from the UKHCDO. Haemophilia 2004;10: 199–217 65. Pasi KJ, Collins PW, Keeling DM, et al. Management of von Willebrand disease: a guideline from the UKHCDO. Haemophilia 2004;10: 218–31 66. Mannucci PM. How I treat patients with von Willebrand disease. Blood 2001;97:1915–19 67. Giangrande PL. Management of pregnancy in carriers of haemophilia. Haemophilia 1998;4: 779–84 68. Kujovich JL. Von Willebrand disease and pregnancy. J Thromb Haemost 2005;3:246–53 69. Stedeford JC, Pittman JA. Von Willebrand’s disease and neuroaxial anaesthesia. Anaesthesia 2000;55:1228–9 70. Horn EH. Thrombocytopenia and bleeding disorders. In James DK, Steer PJ, Weiner CP, Gonik B, eds. High-Risk Pregnancy: Management Options, 3rd edn. Amsterdam: Elsevier, 2006: 901–24 71. Miller R. Counselling about diagnosis and inheritance of genetic bleeding disorders: haemophilia A and B. Haemophilia 1999;5:77–83 72. Ludlam CA, Pasi KJ, Bolton-Maggs P, et al. A framework for genetic service provision for haemophilia and other inherited bleeding disorders. Haemophilia 2005;11:145–63 73. Walker ID, Walker JJ, Colvin BT, et al.

Investigation and management of haemorrhagic disorders in pregnancy. J Clin Pathol 1994;47:100– 8 74. 74. Kulkarni R, Lusher JM, Henry RC, Kallen DJ. Current practices regarding newborn intracranial haemorrhage and obstetrical care and mode of delivery of pregnant haemophilia carriers: a survey of obstetricians, neonatologists and haematologists in the United States, on behalf of the National Hemophilia Foundation’s Medical and Scientific Advisory Council. Haemophilia 1999;5:410–15 75. Bolton-Maggs PH, Perry DJ, Chalmers EA, et al. The rare coagulation disorders – review with guidelines for management from the UKHCDO. Haemophilia 2004;10:593–628 76. Jimenez-Yuste V, Villar A, Morado M, et al. Continuous infusion of recombinant activated factor VII during caesarean section delivery in a patient with congenital factor VII deficiency. Haemophilia 2000;6:588–90 77. Fadel HE, Krauss JS. Factor VII deficiency and pregnancy. Obstet Gynecol 1989;73:453–4 78. Eskandari N, Feldman N, Greenspoon JS. Factor VII deficiency in pregnancy treated with recombinant factor VIIa. Obstet Gynecol 2002;99: 935–7 79. Mariani G, Konkle BA, Ingerslev J. Congenital factor VII deficiency: therapy with recombinant activated factor VII – a critical appraisal. Haemophilia 2006;12:19–27 80. Muleo G, Santoro R, Iannaccaro PG, et al. The use of recombinant activated factor VII in congenital and acquired factor VII deficiencies. Blood Coagul Fibrinolysis 1998;9:389–90 81. Romagnolo C, Burati S, Ciaffoni S, et al. Severe factor X deficiency in pregnancy: case report and review of the literature. Haemophilia 2004;10: 665–8 82. McMahon MJ, James AH. Combined deficiency of factors II, VII, IX, and X (Borgschulte– Grigsby deficiency) in pregnancy. Obstet Gynecol 2001;97:808–9 83. David AL, Paterson-Brown S, Letsky EA. Factor XI deficiency presenting in pregnancy: diagnosis and management. Br J Obstet Gynaecol 2002; 109:840–3 84. Kadir RA, Economides DL, Lee CA. Factor XI deficiency in women. Am J Hematol 1999;60: 48–54

216


Bölüm 26 REKOMBİNANT FAKTÖR VIIa KULLANIMI S. Sobieszczyk, G. H. Brfborowicz F. Güngör

GİRİŞ Bu bölümün diğer kısımlarında da anlatıldığı gibi uterus rüptürü, plasenta akreata, ablasyo plasenta ve atonisi gibi aşırı kanamaya neden olan obstetrik patolojilerde genellikle kan ürünleri ve pıhtılaşma faktörleriyle yoğun yerine koyma tedavisi gerekmektedir. Bu durumlarda kan transfüzyonu hayat kurtarıcı olabilirken, bazen hastaya ek riskler de getirebilir. Yıllar içinde hastaları transfüzyona bağlı risklerden korumak için çeşitli çalışmalar yapılmıştır. Bu bölümde bu çalışmalar içinde en çarpıcı olanından bahsedilmektedir. Rekombinant aktive faktör VIIa (rFVIIa) (NovoSeven®; Novo Nordisk A/S, Bagsvaerd, Denmark) yerine koyma tedavisi sonrasında FVIII ve FIX’a alloantikor geliştiren hemofili A ve B hastalarında kendiliğinden ve/veya cerrahiye bağlı başlayan kanamaları tedavi etmek için üretilmiştir1–3. rFVIIa bu endikasyon ile dünya çapında pek çok ülkede lisanslı olarak kullanılmaktadır. FDA, 25 Mart 1999’da FVIII veya FIX inhibitörleri olan hemofili A veya B hastalarındaki kanama ataklarını tedavi etmek için rFVIIa’ya lisans vermiştir. 2005 yılında ise ek endikasyonlar için rFVIIa kullanımına onay vermiştir. Bu ek endikasyonlar arasında inhibitörleri olan hemofili A veya B hastalarının cerrahi girişimleri ve faktör VII eksikliği olan hastaların kanama ataklarının tedavisi yer almaktadır4. Avrupa’da ayrıca endojen FVIII ve FIX’a gelişen otoantikorlara bağlı edinsel hemofili vakalarının kanama ataklarında, bu grup hastalara yapılan cerrahi girişimlerde ve Glanzman trombastenisinde kullanımı onaylanmıştır. Bilinen endikasyonları dışında FVIIa ampirik olarak, akut kontrole alınamayan şiddetli kanamalara neden olan durumlarda ve bilinen pıhtılaşma bozukluğu olmayan hastaların şiddetli kanamalarında genel hemostatik ajan olarak kullanılmaktadır5,6. Gerçekten de travma hastalarında rFVIIa kullanımı ile ilgili erken dönem yayınlar7–9, rFVIIa kullanımının masif transfüzyon yapılmış kritik hastalarda şiddetli kanamayı, dolayısıyla transfüzyon ihtiyacını oldukça

azaltabileceğini göstermiştir10,11. Yakın zamanda rFVIIa’nın konjenital FVII eksikliğine bağlı kanamalarda12,13 ve Glanzman trombastenisinde kullanımı onaylanmıştır14,15. OBSTETRİK KANAMANIN FARKLARI Yoğun ve hayatı tehdit eden doğum sonu kanama gelişen hastalarda genellikle “cerrahi kanamaya” ek olarak “pıhtılaşma bozukluğuna bağlı” yaygın kanama da görülmektedir. Büyük damarlardan kaynaklanan kanamalar cerrahlar tarafından çeşitli yöntemler ile durdurulabilmektedir. Ancak yaygın kanamayı durdurma başarısı daha sınırlıdır, hatta bazen imkansızdır (Bkz. Bölüm 30–32). Dolayısıyla bu hastalarda kan kaybının pıhtılaşma bozukluğuna ait bölümünü durdurabilecek hemostatik ilaçlar ölüm ve ciddi hastalık oranlarını azaltabilir. Klinik deneyimler FVIIa’nın doğumla ilgili ciddi kanamalarda güvenli ve etkin bir ilaç olduğunu göstermektedir. Hem cerrahi hemostaza yardımcı olabilmekte, hem de farmakolojik veya uterus koruyucu cerrahi tekniklere dirençli doğum sonu kanamalarda etkinlik göstermektedir. Bu etkinlik 3 çeşit referans ile kanıtlanmıştır: (1) Etki mekanizması ile ilgili çalışmalar (2) Literatürde yer alan çalışmalar (3) Klinik çalışma verileri Hemofilik olmayan, diğer hemostatik tedavi seçeneklerine dirençli kanama ve trombin üretiminde bozukluk olan tüm bu hastalar için rFVIIa “genel pıhtılaşma sağlayıcı ajan” olarak önerilmiştir16. Doğum sonu kanamaların tedavi şemasında öncelikle invazif olmayan/konservatif yollar yer almaktadır. Konservatif yaklaşımda kristaloit ve/veya eritrosit verilmesi, uterus masajı, uterotonik ilaçlar (oksitosin, ergotamin, prostaglandinler) kullanılır. İkinci basamakta invazif/cerrahi girişimlerin arasında uterus damarlarının bağlanması, iliak arterin bağlanması, uterus/iliak arterlerinin anjiyografik embolizasyonu veya B-Lynch tekniği sayılabilir. Ancak bunların kanamayı durdurma ve acil histerektomi gerekliliğini engelleme olasılığı

217


Ağır zincir

EGF bölgeleri (Hafif zincir) Katalitik bölge

GIa bölgesi

Kalsiyum

Şekil 1: Faktör VII’nin üç boyutlu moleküler yapısı. Novo Nordisk’ten izin alınarak yayınlanmıştır. yalnızca % 50’dir17,18. Ayrıca dünyanın çoğu bölgesinde ancak belli başlı bazı merkezler yukarıda sayılan girişimleri gerçekleştirmek için gerekli olan donanım ve deneyimli cerrahlara sahiptir. PIHTILAŞMA FAKTÖRÜ VII: İNSAN PROTEİNİ VE REKOMBİNANT ÜRÜN İnsan FVII’sinin (hFVII) yapısı İnsan faktör VII (eptakog alfa) 406 amino asit artığından oluşan, serin proteazdır (molekül ağırlığı 50kDa). Vitamin K’ya bağımlı pıhtılaşma glikoproteinleri arasında yer almaktadır. İnsanlarda FVII’nin birincil sentez yeri karaciğerdir. Faktör VII dört ayrı bölgeden oluşur: γ-karboksiglutamik asit (Gla) içeren bölge, 2 adet epidermal büyüme faktörü (epidermal growth factor [EGF]) benzeri bölge ve son

olarak serin proteaz bölgesi. Bu bölgelerin her biri değişik derecelerde olsa da doku faktörü ile (DF) en ideal etkileşimin sağlanmasında işlev görmektedir. Faktör VII’nin Gla bölgesi aynı zamanda faktör X ve diğer makromoleküler substratların aktivasyonunda görev almaktadır. Faktör VII’nin faktör VIIa’ya dönüşümü için Arg152 ile Ile153 arasındaki tek bir peptid bağının hidrolizi gerekmektedir. Bunun sonucunda iki zincirli molekül oluşur. Zincirlerden biri hafif zincirdir, 152 aminoasitten oluşur; ağır zincir ise 254 aminoasitten oluşur. Bu iki zincir tek bir disülfit bağı ile bağlanmaktadır19, 20 (Şekil 1, 2). Rekombinant DNA teknolojisi ile rFVIIa üretimi İnsan plazmasından üretilen faktör VIIa’nın

218


üretiminin kısıtlı olması ve olası viral bulaşma tehlikesi nedeni ile rFVIIa üretimi ön plana çıkmıştır. Bu rekombinant proteinin üretiminde pek çok aşama kaydedilmiştir. İlk olarak faktör VII’nin sekiz eksondan (kodlanan alanlar) oluşan insan geni, karaciğer gen kütüphanesinden izole edilmiştir. Standart çoğaltma işlemleriyle hFVII geninin birçok kopyaları üretilmiştir. Üretilen bu genler bebek hamsterin böbrek hücre dizisine transfekte edilmiştir. Bu şekilde kültür medyasında tek zincirli FVII üreten hücre dizileri ile hücre bankası oluşturulmuştur. Son aşamalarda kromatografik ayrıştırma işlemi sırasında, otokatalizle aktive iki-zincirli forma (rFVIIa) proteolitik dönüşüm olmaktadır. Bu ayrıştırma işlemi sırasında ekzojen virüslerin de uzaklaştırıldığı saptanmıştır. rFVIIa üretimi sırasında başka bir protein veya insan serumu kullanılmamaktadır. Protein yapısı, saflaştırılmış insan faktör VIIa ile aynıdır. Son ürünün (rFVIIa) karbonhidrat yapısındaki ufak değişiklikler haricinde, yapı ve etkinlik olarak plazmadan elde edilen faktör VIIa’dan farkı yoktur21, 22 (Tablo 1). İnsan aktive-faktör VII (hFVIIa) veya rekombinant aktive-faktör VII (rFVIIa) pıhtılaşma sürecinde doğal bir hemostaz başlatıcıdır. Doğal bir şekilde kan damarının hasarlı bölümünde DF ile birleşir. Bu da trombin üretimini uyarıp, fibrin pıhtısı oluşumuna izin vererek kanamayı durdurur. İNSANLARDA rFVIIa İLE İLGİLİ FARMAKOKİNETİK ÇALIŞMALAR Farklı erişkin gruplarında rFVIIa’nın tek-bolus dozlarının farmakokinetik özellikleri incelenmiştir: hemofili hastaları, siroz hastaları ve sağlıklı erişkinler. rFVIIa’nın farmakokinetik özellikleri benzer bulunmuştur. Eliminasyon yarı ömrü (t1/2) 2,45 ile 2,72 saat, klirens ise 32,8 ile 34,9 ml/saat. kg arasında değişmektedir23. Lindley ve arkadaşları tek doz uygulamayla rFVIIa’nın farmakokinetik özelliklerini, üç ayrı dozda (17,5; 35,0; 70 μg/kg) ve inhibitör antikorları olan hemofili A/B hastalarında incelemiştir. Bu çalışmaların sonucunda rFVIIa’nın ortalama t1/2’sinin dozdan bağımsız olduğu saptanmıştır24. Farmakokinetik araştırmalarda rFVIIa’nın ortadan kaldırılması çizgisel bir kinetik göstermektedir. Klirens hızı kanama ataklarında kullanıldığında, kanama dışı nedenlere göre daha hızlı (2,70 saate

Şekil 2: Aktif iki-zincir enzim faktörü VIIa, AT Arg 152’nin özel bölünmesi ile oluşturulur. (Novo Nordisk’in izniyle alınmıştır). 3,44 saat), t1/2 ise daha kısadır (2,41 saate 2,89 saat). Dolayısıyla kanama ataklarının tedavisi için kullanıldığında rFVIIa’nın etki süresi daha kısa olabilir. İlacın plazmadaki miktarı 70 μg/kg (% 42,7) rFVIIa verildiğinde 17,5 μg/kg (% 50,1) veya 35 μg/kg (% 49)’a göre oldukça düşük bulunmuştur (p=0,0067). Ancak bazı özel durumlarda ek dozlar verilmesi kabul gören bir yaklaşımdır23,24. Kanama sırasında rFVIIa’nın ortamdan uzaklaştırılma hızında artış ve daha düşük derişimde elde edilmesi, hasarlı damar yüzeyinden açığa çıkan DF ve aktifleşmiş trombositlerin üzerindeki fosfolipidler ile kompleks oluşumuna ikincil tüketim olarak açıklanabilir. Kararlı durumda dağılım hacmi (Vss) rFVIIa’nın yarı ömrüne benzer olarak plazmadakinin 2–3 katıdır24. rFVIIa’NIN HEMOSTATİK ETKİSİNİN MEKANİZMASI (Şekil 3) Rekombinant faktör VIIa hasar bölgesinde

219


Şekil 3: Eptacog alfa’nın (aktive) etki mekanizması (Novo Nordisk’in izniyle). 1) Doku faktörü (DF)/ FVIIa veya DF/rFVIIa etkileşimi hemostazın başlaması için gereklidir. 2) Farmakolojik konsantrasyonlarda rFVIIa lokal olarak etkinleşmiş trombositler üzerindeki FX’u aktive eder. Bu, FVIII ve FIX’dan bağımsız olarak “trombin patlamasını” başlatır. Bu basamak DF’den bağımsızdır. 3) Trombin patlaması stabil pıhtı oluşumunu sağlar. hemostazı sağlar. Bu hemostaz mekanizmasında iki yol bulunmaktadır. Birinci mekanizma DF’ye bağımlıdır ve faktör VIIa, DF’ye bağlanır. İkinci yolda ise DF’den bağımsız olarak hasarlı dokuya sınırlı aktive trombositlerin üzerindeki faktör X’un etkinleşmesi söz konusudur25,26. Tablo 1: Rekombinant ile plazmadan elde edilen FVIIa’nın karşılaştırması21 Aminoasit sekansı

Aynı

Aminoasit yapısı Gama-Karboksilasyon Peptid haritası Biyolojik aktivite

Aynı Aynı Aynı Aynı

Karbonhidrat yapısı

Benzer

Hasarlı bölgede DF/FVIIa veya DF/rFVIIa komplekslerinin oluşumu hemostazın sağlanması için gereklidir. DF, membrana yerleşik bir glikoproteindir. Normalde subendotel bölgede bulunur ve yalnızca doku hasarı sonrasında hücre dışında saptanabilir. Endotel hücre bariyeri, DF içeren hücreleri dolaşımdan ayırmaktadır. Sadece doku hasarı endotel hücre bariyerini bozar. DF, dolaşıma geçtiğinde FVIIa için yüksek afinitede reseptör görevi görür. FVIIa dolaşımda bulunmaktadır; dolaşımdaki FVIIa miktarı plazmadaki total FVII protein kitlesinin yaklaşık %1’ini oluşturmaktadır. Çok zayıf enzimatik aktivitesi bulunmaktadır, bu aktivite de ancak damar hasarı bölgesinde kofaktörü olan DF ile birleşince saptanmaktadır25,26. Faktör VIIa tek başına çok az proteolitik aktivite göstermektedir. Ancak DF ile kompleks oluşturduğunda tam enzimatik potansiyeline erişmektedir.

220


Lipid veziküllerine yerleştirilen DF ile yapılan çalışmalarda, van’t Veer ve arkadaşları zimojen FVII’nin FVIIa: DF’ye bağlı trombin oluşumunun inhibitörü olarak işlev gördüğünü ortaya koymuşlardır. Hemofilide 10 nmol/l derişiminde FVIIa eklendiğinde, bu inhibisyon ortadan kaldırılabilmiş ve normalde olduğu gibi trombin oluşumu sağlanabilmiştir. Bu bilgiler rFVIIa’nın terapötik etkisinin, fizyolojik FVII’nin FVIIa: DF’ye bağlı trombin oluşumu üzerindeki inhibisyonu kırması sayesinde olduğunu göstermektedir27. DF’nin ortamda olmadığı veya pıhtılaşma faktörleri ile etkileşime girmediği durumlarda (DF içeren subendotelin trombosit tıkacı ile kapanması veya DF aktivitesinin TFPI ile inhibe edildiği durumlarda), aktifleşmiş trombosit yüzeyi üzerinde DF’den bağımsız, rFVIIa’ya bağlı yüksek miktarda trombin oluşabilir28. DF/FVIIa veya DF/rFVIIa kompleksinin oluşumu, FIX ve FX’nun etkinleşmesini sağlayıp, az miktardaki protrombinin trombine ilk dönüşümü (DF içeren hücrelerde) için gereklidir. Bu aşama pıhtılaşmanın fazının artması ve ilerlemesi için elzemdir. FXa normal plazma inhibitörleri nedeniyle trombosit yüzeyine gidemez. Ancak DF- içeren hücre üzerinde kalır ve küçük miktarda trombini aktive eder. Trombin, hasar bölgesindeki trombositleri ve FV ve FVIII’i etkinleştirir. Küçük miktardaki trombin fibrinojenin parçalanması sağlayamaz. Ancak hemostazın sağlanması için çok kritiktir; çünkü trombositleri ve buna bağlı olarak FVIII’i etkinleştirir. Böylece onu von Willebrand faktörden (vWF) ayırır veya trombosit, plazma FV’i ve FXI’i etkinleştirir. FIXa trombosit yüzeyine ilerler ve trombosit yüzeyindeki FX’u etkinleştirir. Etkinleşen trombositler daha fazla trombin oluşumunu sağlar. Trombosit yüzeyindeki FXa normal plazma inhibitörlerinden kısmen korunmaktadır ve trombosit yüzeyindeki FVa ile kompleks oluşturabilirler. Bu aşama da, trombini etkinleştirerek fibrinojen bölünmesi için yeterli miktarda trombin üretimini sağlar. FIXa, FVIIIa ve FVa aktifleşmiş trombosit yüzeyine etkin bir şekilde bağlanır ve FIXa ve FVIIIa arasındaki kompleks oluşumuna bağlı olarak daha fazla miktarda FX, FXa’ya dönüşür. Yolağın güçlenerek ilerlemesi sırasında FXa, FVa ile

kompleks oluşturarak trombin üretimini sağlar ve FV, FVIII ve trombositleri etkinleştirir. Farmakolojik dozlarda (suprafizyolojik dozlar), rFVIIa doğrudan etkiyle lokal ortamdaki aktifleşmiş trombositlerin yüzeyindeki FX’u etkinleştirir ve bu şekilde trombin ve fibrin oluşumuna katkıda bulunur (trombosit-bağımlı DF-bağımsız yol). rFVIIa etkinleşmemiş trombositlere bağlanmaz. Tam aksine, yüksek doz rFVIIa’nın etkisi (yalnızca aktifleşmiş trombositlerin üzerindeki FX’u etkinleştirir) yalnızca damar hasarının olduğu, DF’nin ortama salındığı ve trombositlerin etkin olduğu bölgededir29,30. Bu durum protrombinin yüksek miktarlarda trombine dönüşümüne neden olur. Tam kapasitede trombin oluşumu, FXa ile FVa arasında kompleks oluştuktan sonra gerçekleşir ve sağlam fibrin tıkacı için şarttır. rFVIIa damar hasarının olduğu bölgede, DF’ye bağımlı ve bağımsız yollarla sağlam fibrin pıhtısı oluşturur. Bu tepkime doku hasarının olduğu bölgede trombinin güçlü bir şekilde etkinleşmesini sağlar ve sağlam fibrin ağının oluşumuna neden olur. rFVIIa değişik mekanizmalarla daha sağlam hemostatik tıkaç oluşumunu sağlayabilir. Bunlar arasında trombinin etkinleştirdiği fibrinoliz inhibitörlerinin etkisinin arttırılması31, fibrin pıhtısının fiziksel özelliklerinin iyileştirilmesi ve trombosit etkinleşmesinin arttırılması32 ve olasılıkla FXIII etkinleşmesinin arttırılması sayılabilir. Lisman ve arkadaşları FVIIa’ya bağlı trombin üretimindeki artışın sadece pıhtı oluşumunu arttırmakla kalmadığını, aynı zamanda trombini etkinleştirebilen fibrinolitik inhibitörün (thrombin activatable fibrinolytic inhibitor [TAFI]) etkinleşmesiyle fibrinolizin baskılandığını FVIII bulunmayan plazmada gözlemlemişlerdir28. rFVIIa, trombin ile etkinleşmiş trombositlere bağlanarak daha fazla trombinin üretilmesine neden olur. Bu şekilde hem TAFI, hem de FXIII’ün tam etkinleşmesi; dolayısıyla da yoğun fibrin ağ yapısının gelişimi garantilenmiş olur. Had safhada trombin oluşumu, fibrinojenin erken lizise dayanıklı sağlam bir tıkaca dönüşmesini sağlar ve bu şekilde tam hemostaz sağlanmış olur. rFVIIa’NIN KLİNİK ETKİSİNİN İZLENMESİ Günümüzde 221

rFVIIa’nın

klinik

etkinliğinin


gözlemlenmesini sağlayan iyi veya yeterli bir laboratuar metodu bulunmamaktadır. rFVIIa verildiğinde protrombin zamanında (PT) ve aktive parsiyel tromboplastin zamanında (aPTT) kısalma görülmektedir. FV ve FX’dan fakir plazmalar haricinde PTgenellikle 7–8 sn civarında olacak şekilde kısalmaktadır. Bu da FV ve/veya FX’dan tamamen yoksun hastaların bu tedaviden fayda görmeyeceğini göstermektedir33. PT, pıhtılaşma fonksiyonlarını tam olarak yansıtamayabilir. aPTT’deki kısalma parsiyel tromboplastin zamanı testinde kullanılan fosfolipidlerin üzerindeki FVIIa’nın, FX’u doğrudan etkinleştirmesi nedeniyledir. Mevcut bilgiler rFVIIa tedavisi sırasındaki klinik düzelmenin, aPTT 15– 20 sn olacak şekilde kısalma ile ilişkili olduğunu göstermektedir33. rFVIIa sonrasındaki pıhtılaşma parametreleri, infüzyondan sonra 20 dakika gibi kısa bir sürede normale dönmektedir. Dolayısıyla pıhtılaşma fonksiyonlarının taramasında kullanılan bu iki testin değerlerindeki kısalma klinik etkinliği yansıtmayabilir ve klinik etkinlik öznel olarak değerlendirilmektedir.

rFVIIa tedavisinin etkinliğinin laboratuar testleri ile gözlemlenmesi, yardımcı bir yöntemdir. Özellikle PT üzerindeki etki daha belirgindir ve bu durum mutlaka pıhtılaşmada klinik olarak düzelme anlamına gelmemektedir. Benzer olarak plazma FVII seviyesinin ölçümü de klinik etkinlik ile paralel değildir. rFVIIa’nın etkilerinin ve plazma FVIIa seviyelerinin takibiyle ilgili çalışmada, FVIIa derişimi ile FVII:C (fonksiyonel pıhtılaşma yeteneği) arasında doğrusal bir ilişki bulunmuştur. Fakat FVIIa’nın hangi derişim aralığında tedavi edici olduğu henüz belirlenememiştir. Plazma FVIIa seviyelerinin kullanımı tartışmalıdır ve yaygın olarak yapılabilen bir tetkik değildir.

Pıhtılaşma bozukluğu, klinik değerlendirme; fizik muayene; kesik yüzeylerden, kateter bölgelerinden veya mukozalardan sızıntı şeklinde kanamaların gözlemlenmesi ile kolaylıkla tanınacak bir durumdur. Kanamanın ilk değerlendirilmesinde PT, aPTT, trombin zamanı (TT) ve fibrinojen derişimi, antitrombin ve trombosit sayısı bakılmalıdır. Bu testlerin sonuçları laboratuardan laboratuara fark gösterdiğinden, değerlendirilme aşamasında normal aralıkların ve testin duyarlılığının bilinmesi önemlidir. Ayrıca pıhtılaşma testleri ve elde edilen hemostaz seviyesi arasında her zaman bir uyum bulunamamaktadır. Üstelik değişik ayıraçlarla, farklı sonuçlar elde edilebilir. Son olarak unutulmamalıdır ki, rFVIIa’nın etkinliğinin ve tedavi şemasının değerlendirilmesinde laboratuar parametreleri, hemostazın klinik olarak gözlenmesine yardımcı olarak kullanılabilir34.

Telgt ve arkadaşları düşük rFVIIa derişiminin, DF yokluğunda, PT ile görüldüğü üzere FX’u aktive edebileceğini göstermiştir33,35. Daha yüksek rFVIIa derişiminin PT üzerine ek etkisi yoktur. Klinik terapötik dozun çok altındaki rFVIIa seviyelerinde, PT’de azami kısalma elde edilmektedir. Dolayısıyla klinik terapötik seviyelerde PT üzerinde yeni bir etki görülmemektedir. Bu da klinik kullanım dozlarında PT’yi baz alan testlerin kullanılmasının, rFVIIa etkisinin izlenmesi için uygun olmadığını göstermektedir. Telgt ve arkadaşları deneysel bir çalışmada, rFVIIa’nın normal ve yoksun plazmada (FVIII, FIX, FXI ve FXII’den yoksun) PT ve aPTT’yi etkin olarak kısalttığını göstermiştir. İki parametrenin de (PT, aPTT) etkin olarak kısalması, rFVIIa’nın DF olmadığında bile FX’u doğrudan etkinleştirmesine bağlanmıştır34,35.

rFVIIa verilmesinden önce değerlendirilen pıhtılaşma parametreleri, genellikle normal aralıkların dışındadır. Bu da muhtemelen dolaşımdaki sıvının seyrelmesine ya da tüketim koagülopatisine bağlıdır. rFVIIa sonrasında pıhtılaşma parametrelerinde iyileşme görülürse de normal aralıklara dönmez. Dolayısıyla pıhtılaşma parametreleri, rFVIIa etkinliğinin değerlendirilmesinde kullanılamaz.

Fonksiyonel fibrinojen ve antitrombin seviyeleri, kanama sırasında tekrarlanan rFVIIa enjeksiyonları ile değişmemektedir. Ameliyat sonrası dönemde görülen çok az miktardaki değişiklikler, pıhtılaşma bozukluğu olmayan kişilerde izlenen değişikliklerden daha fazla değildir. Yine de sistemik aktivasyon riski olan hastaların izlenmesi önerilmektedir.

rFVIIa’nın etkinliğinin en iyi göstergesi kanamanın durması, dolaşımın kararlı hal alması ve kan ürünlerine ihtiyacın azalmasıdır36. Günümüzde rFVIIa’nın klinik etkinliğini gösterebilecek düzeyde yeterli bir laboratuar testi bulunmamaktadır. rFVIIa’NIN GÜVENİRLİĞİ Tedaviye dirençli doğum sonu kanamalarda karmaşık pıhtılaşma bozuklukları ve yüksek oranda 222


komplikasyon görülmektedir. rFVIIa’nın lokal etki mekanizması daha net olarak anlaşılmakta ve hayvan çalışmalarıyla klinik kullanımda ilacın düşük oranda tromboembolik olaylara neden olduğu görülmektedir. Bu da ciddi doğum sonu kanamaların kontrolünde rFVIIa’nın yararlı bir tedavi yöntemi olduğunu göstermektedir. Rekombinant FVIIa imal edilmiş bir üründür ve insan plazması içermemektedir. Dolayısıyla viral bulaşma riski yoktur. Üretim aşamasında albümin ya da başka bir insan proteini kullanılmamaktadır. Bu da insan virüsleri veya prionlar ile enfeksiyon riski olmadığını göstermektedir. Fermantasyon aşaması ve bunu takip eden detaylı saflaştırma işlemlerinde katı kalite kontrol standartları uygulanmaktadır. Genetik rekombinasyon verici ihtiyacını ortadan kaldırmakta ve ilacın limitsiz olarak üretimini sağlamaktadır20. Güvenirlik analizleri rFVIIa’nın çok nadir tedaviye bağlı yan etkilerle ilişkili olduğunu ve çok iyi toleransa sahip olduğunu göstermektedir. Binlerce hastada rekombinant FVIIa kullanımı ile ilgili deneyimler hafif ve ağır yan etkilerin sırasıyla % 13 ve % 1’den az olduğunu göstermektedir37. Aledort, rFVIIa’ya bağlı tromboz riskini 105 infüzyonda 25 olarak hesaplamıştır38. Etki mekanizmasına rağmen rFVIIa’nın tüketim koagülopatisi ve sepsiste kullanılması tartışmalıdır. Çeşitli çalışmalar taze donmuş plazma ve eritrosit ile hemostaz sağlanamazsa, bu hastalarda rFVIIa ile trombotik komplikasyonlara neden olmadan başarı elde edilebileceğini belirtmektedir. Rekombinant FVIIa tedavisi sırasında nadiren ciddi olmayan yan etkiler görülebilir. Bunlar arasında en sık görülenler infüzyon bölgesinde ağrı, ateş, baş ağrısı, kusma, kan basıncında değişiklikler ve ciltte aşırı duyarlılık reaksiyonlarıdır. Yan etkiler ile doz arasında bir ilişki bulunmamıştır.

Tablo 2: Doğumdan sonra ciddi, tekrarlayan ve kontrolsüz kanamaları olan hastaların klinik detayları Hasta Sayısı Doğum sonu kanama sayısı 18 Kanama Nedenleri/ Komplikasyonlar Uterus atonisi

8

Genital kanal travmaları

1

Yaygın damar içi pıhtılaşma bozukluğu Şok

18

rFVIIa uygulamasından önce tekrar yapılan operasyonlar

7

Obstetrik histerektomi* 2 *6 vakada histerektomi yapılmamıştır. Operasyon kararı verildikten sonra kontrolsüz, hayatı tehdit eden kanama nedeniyle rFVIIa uygulanmış. Bu uygulamadan sonra kanama durduğundan operasyon ihtiyacı ortadan kalkmıştır. 2 vakada hastalar kliniğimize gönderilmeden önce histerektomi yapılmıştır. Tablo 3: rFVIIa uygulamasından önce ve sonra kan kaybı Mediyan (en az-en fazla) Kan kaybı (ml) rFVIIa’dan önce 3.000 (1.800–6.800) rFVIIa’dan sonra

0,00 (0–350)

Tablo 4: rFVIIa uygulamasından önce ve sonra transfüzyon ihtiyacı rFVIIa’dan önce

rFVIIa’dan sonra

Mediyan (en az-en fazla)

Ü/H

Mediyan (en az-en fazla)

Ü/H

Eritrosit (IU)

6 (3–13)

6

4 (0–9)

3

Taze donmuş plazma (IU)

4 (1–8)

4

2 (0–9)

2

DENEYİMLERİMİZ 2000 ile 2006 yılları arasında Poznan Medikal Bilimler Üniversitesi kadın hastalıkları ve doğum kliniğinde yaklaşık 45 doğum sonu kanama vakasında rFVIIa kullanılmıştır39–46. Polonya’nın diğer bölgelerinden toplanan bilgilere göre de yaklaşık 100 doğum sonu kanama vakasında kullanıldığı saptanmıştır. Aşağıda sunulan bilgiler rFVIIa kullanılan ilk 18

8

Ü/H = hasta başına ünite

223


vakamızı kapsamaktadır. Detaylı bilgi Tablo 2, 3, 4 ve 5’te verilmiştir. Çalışma protokolü oluşturulmuş ve hasta bilgileri ilacın kullanılmasına karar verildiği aşamada toplanmıştır. Diğer merkezlerde izlenen sıralama her zaman bu şekilde olmamıştır (Tablo 6). Rekombinant FVIIa ven içine 16,6–48 μg/kg dozlarında verilmiştir. Çoğu vakada tek doz rFVIIa uygulaması yeterli olmuştur. Diğer yandan doğum sonu kanama ile birlikte ciddi pıhtılaşma bozukluğu, uzun süreli tedavi (transfüzyonlar, şok komplikasyonları) veya tekrarlayan kanama varlığında kanamayı kontrol etmek için başlangıç dozu tekrarlanabilmiştir. Sonuçlar Verilerimizin analizi açıkça rFVIIa’nın etkin bir hemostatik ajan olduğunu göstermektedir. Kanamayı belirgin olarak azaltmış ve hastaların durumunu hızla kararlı hale getirmiştir. Bu ajanın erken dönemde kullanımı transfüzyon ihtiyacını belirgin derecede azaltmaktadır. İkinci önemli gözlem ilacın verilmesinden sonra histerektomi adayı olarak görülen vakalarda uterus kasılmalarının başlamasıdır. Bizim önerimiz uterus arteri embolizasyonu düşünülen her vakada rFVIIa kullanımının denenmesidir. Pıhtılaşma parametrelerinde tipik olarak PT ve aPTT’de kısalma görülmektedir. İlacın en önemli etkisi klinik olarak kanamanın kontrol altına alınmasıdır. rFVIIa kullanımı herhangi bir yan etkiye yol açmamıştır. Kullanılan doz, doğum sonu kanama tanısı konulduktan sonra uygulama için uygun zamanın belirlenmesi ve uterus kasılmaları üzerine olumlu etkisi hakkında daha detaylı çalışmalar gerekmektedir.

DÜNYADAKİ DENEYİMLER Tablo 6, 7 ve 8 doğumla ilgili kanamalarda rFVIIa ile ilgili dünya deneyimlerini gösterilmektedir. Literatürde belirtilen sonuçlar yaygın damar içi pıhtılaşma bozukluğu benzeri koagülopati ve ciddi/ hayatı tehdit eden doğumla ilgili olgularda bile rFVIIa yararını desteklemektedir. Klasik tedavilere dirençli, hayatı tehdit eden doğum sonu kanamaları hızla durdurduğu gösterilmiştir. rFVIIa tedavisi hastaların çoğunda transfüzyon ihtiyacını azaltarak, çok pahalı ve kısıtlı kaynakların korunmasını sağlamıştır. Histerektomiden önce invazif/cerrahi girişimlere yardımcı olarak rFVIIa kullanımı mutlaka düşünülmelidir. Bu durum özellikle fertilitesini korumak isteyen hastalar için geçerlidir. Sonuçlar Tedaviye dirençli doğum sonu kanamaların yönetiminde en uygun dozun ve doz şemasının belirlenmesi için rastgele kontrollü çalışmalar gereklidir. Aynı zamanda daha yüksek dozlarda, daha erken rFVIIa tedavisinin histerektomi/ cerrahi girişimlere ihtiyacı azaltıp azaltamayacağı araştırılmalıdır. Doğumla ilişkili olgularla ilgilenen klinisyenler hayatı tehdit eden doğum sonu kanamalarda rFVIIa kullanımı ile ilgili bilgi sahibi olmalıdır. Pahalı bir tedavi olmasına rağmen tüm tıbbi ve cerrahi seçeneklerle kontrol edilememiş kanamalarda bir ile dört doz arasında rFVIIa kullanımı doğru bir yaklaşımdır. Ancak anekdot şeklinde olguların kısıtlamalarının yanı sıra, rastgele gruplanmış çalışmalar ile etkinlik ve güvenirlik çalışmaları da yoktur. İlacı kullanan hekimlerin gönüllü olarak yaptıkları kayıtlar sayesinde ilacın etkinliği, yan etkileri ve ortaya

Tablo 5: rFVIIa uygulamasından önce ve sonra bazı laboratuar testleri. Veriler medyan (aralık) olarak verilmiştir. Parametre PT (s) APTT (s) PLT (Gpt/l)

Normal aralık

rFVIIa’dan önce rFVIIa’dan 2 saat sonra

rFVIIa’dan 4 saat sonra

rFVIIa’dan 12 saat sonra

11,5–13,5

17,35 (11,9–26,7)

11,10 (9,1–18,3)

11,25 (9,1–17,6)

12,65 (11,2–17,1)

25–37

55,00 (26–81)

35,00 (26–76)

36,80 (22–69)

39,10 (24–60)

140–440

76,5 (21–223)

70,00 (20–197)

69,50 (19–186)

70,50 (37–165)

PT= protrombin zamanı APTT= aktive parsiyel tromboplastin zamanı PLT= trombositler

224


çıkan klinik problemlerin düşük insidansı hakkında fikir sahibi olunmuştur. rFVIIa dozu rFVIIa kullanımı ile ilgili veriler açıklandığında rFVIIa kullanımı genellikle diğer tedavi yöntemlerinin başarısız olduğu durumlarda “son çare” şeklinde belirtilmiştir. Kanamanın şiddeti ile rFVIIa dozu arasında bir bağlantı bulunamamıştır. Muhtemelen tedavinin başlanmasının zamanlaması doz miktarı ve ihtiyacını belirlemektedir. Etkinlik Vakaların 54’ünde rFVIIa verildikten sonra kanama ya durmuş ya belirgin olarak azalmış ya da sadece azalmıştır. Bir hastadaysa rFVIIa tedavisine yanıt alınamamıştır. Ayrıca sadece bir hastada rFVIIa verildikten hemen sonra kanamada belirgin azalma görülmüş, ama sonrasında kanama tekrarlamıştır. Genellikle rFVIIa’nın etkisinin kısa sürede görülmesi ameliyat sırasında kullanılmasının yaralı olacağını göstermektedir. Tedaviye yanıtın hızlı görülmesi ile uygulanan prosedür, kanamanın şiddeti veya rFVIIa dozu arasında belirgin bir ilişki saptanamamıştır. Çoğu hastaya rFVIIa verildikten sonraki ilk 24 saat içinde kan ürünü verilmesi gerekmiştir. Ancak rFVIIa öncesindeki 24 saat ile karşılaştırıldığında bu ihtiyacın belirgin oranda azaldığı saptanmaktadır. rFVIIa öncesi ve sonrası laboratuar değerleri ve rFVIIa tedavisine yanıtın önceden kestirilebilmesi arasında bir ilişki bulunamamıştır (veriler referanslardan alınmış; ancak tablolarda gösterilmemiştir). Ayrıca bu tablolarda sunulan doğum sonu kanama vakalarının verilerine dayanılarak, rFVIIa’nın yaygın damar içi pıhtılaşma bozukluğuna benzer koagülopatide dahi kullanılabileceği görülmektedir. Tablo 6-8’de sunulan vakalarda doğum sonu kanama ile birlikte görülen ciddi sorunlar arasında HELLP sendromu, laboratuar ve klinik olarak yaygın damar içi pıhtılaşma bozukluğu olan vakalar sayılabilir. Ancak bu hastaların hiçbirinde – yaygın damar içi pıhtılaşma bozukluğu (genellikle şiddetli) varlığında bile – rFVIIa tedavisi sonrasında klinik olarak aşikar tromboemboli (derin ven trombozu, pulmoner emboli, myokard enfarktüsü, serebrovasküler emboli) görülmemiştir. Yaygın damar içi pıhtılaşma bozukluğu gelişen HELLP sendromu vakaları, hayatı tehdit eden komplikasyonlar açısından riskli grup olarak

tanımlanmaktadır. HELLP sendromu ağır preeklampsinin bir formudur ve yaygın damar içi pıhtılaşma bozukluğuyla karışabilir. Tablo 6, 7 ve 8’de sunulan veriler şiddetli kanama ile seyreden HELLP sendromu ve/veya yaygın damar içi pıhtılaşma bozukluğu tedavisinde rFVIIa’nın yüksek etkinlik ve güvenirlik profili olduğu belirtilmektedir. Bu bulgular İsrailli bir grup tarafından yakın zamanda yayınlanan plasenta previa, akreata, uterus rüptürü ve HELLP sendromuna bağlı, doğumla ilgili ciddi kanama gelişen, 3 vakada rFVIIa’nın etkinliği ile ilgili klinik deneyimleri desteklemektedir71. Segal ve arkadaşları tarafından bahsedildiği üzere yaygın damar içi pıhtılaşma bozukluğu benzeri koagülopati varlığında bile, rFVIIa ciddi kanama ataklarında etkin olarak kullanılabilmektedir. Ciddi kanama nedeniyle histerektomi düşünülen genç bir hastada operasyondan önce veya internal iliak arter bağlanması sonrasında kanama devam ederse rFVIIa denenmesi düşünülmelidir. Burada sunulan vaka serileri rFVIIa’nın erken doğum sonu kanamalarda etkin ve güvenilir bir tedavi yöntemi olduğunu göstermektedir. Ancak tüm vaka serilerinde olduğu gibi, veriler kanama epizodu geliştikten sonra geriye dönük olarak toplanmıştır. Güvenirlik Sadece bir vakada doğrudan rFVIIa’ya bağlı olduğu düşünülen tromboembolik olaylar gelişmiştir54. Genel olarak rFVIIa kullanımı mükemmel güvenirlik profiline sahiptir. CİDDİ DOĞUM SONU KANAMALARDA rFVIIa İÇİN ÖNERİLER Kendi deneyimlerimize ve literatürdeki verilere dayanarak36,72–80 doğum sonu kanamaların tedavisinde rFVIIa kullanımı ile ilgili rehberler oluşturduk. Ciddi kanamanın göstergeleri 1) 24 saat içinde kan hacminin tamamının kaybı 2) 3 saat içinde kan hacminin % 50’sinin kaybı 3) 150 ml/dk hızında kan kaybı (20 dk içinde > % 50 kan hacmi kaybı) 4) ≥ 20 dakikada 1,5 ml/kg/dakika hızında kan kaybı 5) > 1.500–2.000 ml miktarında ani kan kaybı (uterus atonisi, kan hacminin % 25-35’i) 225


50

51

2002

2003

48

2002

49

47

2001

2002

Ref

Yıl

226

1

1

1

1

1

n

Alt segment ve servikal kanal yerleşimli plasenta yatağından kanama

CS’den 2 saat sonra masif vajinal kanama; şok; HELLP

Edinsel hemofili (FVIII % 0,5)

Konjenital FVII eksikliği (rFVIIa uygulamasından önce % 1)

DİK, karaciğer disfonksiyonu, böbrek yetmezliği, CS sonrası ciddi batın içi kanama

Kanamayı artıran nedenler

CS

CS

VD

VD

CS

Doğum şekli

Plasenta yatağına tek sütürler; sıcak kompresler; gazlı bezler ile tamponad, servikse Foley yerleştirilmesi

YOK

H

YOK

H

Cerrahi tedavi

ES (1,5); TDP (500 ml)

ES (12); TDP; (10); PLTs (8); KRYO (950)

ES (65); TDP (60); KRYO (60); vWF (3x500); FVIII (30x1068); FIX (26x600); 18 g sandoglobulin

YOK

?

rFVIIa öncesinde verilen kan ürünleri (ünite) (hemostatik ajanlar)

> 3000

?

? (masif)

Son basamak

Son basamak

Doğumdan 11 gün sonra; son basamak olarak

Serviksin komplet dilatasyonu sırasında proflaktik ilk doz

Histerektomi sonrası, son basamak olarak

3000

YOK

Zamanlama (rFVIIa verilmesi)

rFVIIa sonrası kan kaybı (ml)

90

90

160

50; 35 4 saat arayla

90 (9) 3 saat arayla

rFVIIa dozu (μg/kg) (doz sayısı)

Kanama durdu (15)

Kanama durdu

Kanama kısa sürede durdu

Kanama yok

2 tek doz sonrasında yanıt görülmüş; kanamada belirgin azalma

Kanamanın rFVIIa’ya gelen cevabı (dk)

Ameliyat sonrası 1. günde balon çekildi.

Pıhtılaşma testleri normalleşti

FVII eksikliği olup intrapartum rFVIIa alan ilk gebe

Yorumlar

Tablo 6: Doğum sırasında veya doğum sonu dönemde ciddi, tekrar eden ve kontrolsüz kan kaybı olan hastaların klinik özellikleri: litaratür derlemesi


227

56

2003

54

2003

55

53

2003

2003

52

2003

1

2

1

1

2

CS CS

ASE, DİK

VD

CS

2. olgu: Karaciğer disfonksiyonu

1. olgu: Konjenital FVII eksikliği (rFVIIa öncesinde % 2)

Uterus atonisi, preeklampsi

AVD

ACS

2. olgu uterus atonisi

Uterus atonisi, şok

VD

1. olgu: uterus rüptürü, şok

H, pelvik paketleme

YOK

YOK

H

Laparotomi; bilateral arter ligasyonu; subtotal histerektomi; pelvise paketleme

Subtotal H

ES (12); TDP; (8) aprotinin

YOK

YOK

ES (3), TDP (2), KRYO (6)

1. uygulama öncesinde ES (42); TDP (31); PLTs (4); dezmopresin; 2. uygulama öncesinde TDP (3); PLTs (2)

ES (5)

ES (10); TDP (4)

?

Kanama bulgusu yok

Kanama bulgusu yok

?

?

?

?

Son basamak

CS’dan önce proflaktik

Serviks tam dilate olduğunda proflaktik birinci doz

Ameliyatta (CS), H’den önce

Laparotomi sonrası

Planlanmış H öncesinde

Ameliyat sırasında

60

90

30 (5) 2 st arayla

12

60; 120 2 st arayla (2. doz konsolidasyon için)

?

?

Kanama belirgin olarak azaldı

Kanama bulgusu yok

Kanama bulgusu yok

Kanama belirgin olarak azaldı

Kanama durdu

Kanama kısa sürede durdu

Kanama kısa sürede durdu

Multipl organ yetmezliği; eks oldu

FVII eksikliği bulgusu kalmadı

Genel anestezi indüksiyonu esnasında başarısız entübasyon sonrasında kardiyak arest; postoperatif dönemde DİK; ARDS; geçici ensefalopati; brakial venöz tromboz (Folckmann sendromu)

Kardiyak arest, resüsitasyon, yüksekbasınçlı ventilasyon; pulmoner ödem; pnömotoraks; ARDS

H’den vazgeçildi


228

57

58

59

60

2004

2004

2004

2004

1

1

2

1

Glanzmann hastalığı

Plasenta previa ve akreata, DİK

Uterus atonisi, şok, ciddi koagülopati

Uterus rüptürü, şok, DİK

VD

CS

YOK

YOK

PLT s (4)

ES (11); TDP (4); KRYO (6)

ES (22); TDP (3400 ml); PLT s (3700 ml); fibrinojen (2 g); (aprotinin)

Laparotomi, hipogastrik bağlama

2. olgu: CS

1. uygulamadan önce: ES (26); TDP (11); PLT s (10); KPK (1200). Toplam: ES (27); TDP (27); PLT s (10); 22 tromboferez; traneksamik asit

ES (19); TDP (3350 ml); PLT s (900 ml); fibrinojen (3 g); (aprotinin)

3 laparotomi (1. H, 2. plevik paketleme, 3. lig. latumda küçük damarların bağlanması)

1. olgu: CS

AVD

Kanama bulgusu yok

CS’den sonraki 5 st’te 1000 (drende)

2000 ml/st peritona kanama

200 ml/st

2. laparotomiye kadar 4000; 3. laparotomide n önce kanamada ani artış, 1 saatte 1350 l

Proflaktik

Son basamak

Ameliyat öncesinde, sırasında ve sonrasında. Son basmak

36 (2). Birinci doz vajinal doğum sırasında, 2. doz doğumdan 2 saat sonra

12

60

60

120 (19); 2. laparotomiden önce başlandı; takip eden 2 gün yapıldı. İlk 2 doz (birinci laparotomi) 1-saat arayla, diğer dozlar 2. günde 3 doz, bir sonraki gün 2 doz 1 saat arayla, sonrasında 3 saatte bir dozlar

800 ml (intra ve doğum sonu kan kaybı

Kanama birkaç saatte durdu Glanzman trombasteni hastalarında rFVIIa alternatif bir seçenek olarak sunulabilir.

4 hafta sonra bilateral V. ovarica trombozu gelişti

Kanama hızla durdu

Kanama hızla durdu

Kardiyak arest, 2. laparotomiden önce resüsitasyon (hiperkalemi 8,5 mmol/l), hipotermi 32 C); multipl organ yetmezliği. Hastada ciddi hipotermi, asidoz, hipoksi, dilüsyon koagülopatisi nedeniyle tekrarlayan kanama izlenmiştir. Bunların hepsi in vivo rFVIIa ile etkin olarak gerilemiştir.

Kanama belirgin olarak azaldı ya da durdu. Tekrarlayan kanamalar oldu.


229

63

64

2004

62

2004

2004

61

2004

3

1

3

1

CS

3. olgu: preeklampsi; HELLP; plasenta akreata; tüketim koagülopatisi; şiddetli vajinal kanama ve uterusta kramplar

CS

VD

AVD

1. olgu: uterus atonisi, şok

2. olgu: plasenta previa, uterus atonisi

3. olgu: vajinal laserasyon, atoni, tüketim koagülopatisi

ACS

CS

2. olgu: plasenta perkreata; preeklampsi

Preeklampsi, HELLP, DİK, şok

CS

CS

1. olgu: eklampsi; HELLP; tüketim koagülopatisi; subkapsüler karaciğer hematomu rüptürü

ASE, DİK (doğumdan 2 dk sonra)

YOK

YOK

Relaparotomi; uterusa oksitosin enjeksiyonu; bilateral uterin arter ligasyonu; BLynch sütürleri

Batın içi kanama nedeniyle CS’den 12 saat sonra laparotomi

YOK

YOK

YOK

YOK

ES (13); TDP (16); PLT s (2)

ES (10); TDP (13); PLT s (2)

ES (7); TDP (9)

ES (22); TDP (18); PLT s (30); KRYO (20); (apotynin)

ES (2); TDP (4); PLT s (6); KRYO (10)

?

?

?

Batında 3500, ameliyat sonrası drenden 600

1300

3000

2500.

ES (16); TDP (14); PLT s (18); KRYO (10)

ES (8); TDP (4); PLT s (6)

3000

ES (6); TDP (1); PLT s (2)

Son basamak

Son basamak

Relaparotomi öncesi

Laparotomi sonrası

Son basamak

120 (2)

60 (2) 3 st içinde

120 (2) 1 saat arayla

90

90 (2) 2 saat aralıklarla

120 (3) 90 (2) 2 saat aralıklarla

90 (2)

90

Kanama durdu

Kanama durdu

Kanama durdu

Kanama azaldı (30), durdu (180).

Kanama kontrol altına alındı.

Hemostaz 30 dk’da sağlandı.

Pıhtılaşma testlerini düzeltti

Tekrar transfüzyon ihtiyacı olmadı; pıhtılaşma profili normale döndü

Anürik böbrek yetmezliği gelişti; kardiyak arest; hasta eks oldu; sistemik tromboz bulgusu izlenmedi


230

3

4

1

ACS

VD

ACS

2. olgu: Plasenta perkreata, uterus skar dehisansı

3. olgu: ?

VD

CS

1. olgu: Uterus skar dehisansı

Uterus atonisi

Uterus atonisi, şok, DİK

Subtotal H

3 kez laparotomi, çift taraflı hipogastrik bağlama

Uterus ve vajina tamponadı

H, pelvik paketleme

TK (11); TDP (7)

TK (12); TDP (17); PLT s (2)

?

?

500 (hematom)

600 ml (40 dk)

225 ml/st

2.500

80

90

90

72

61

1.100

82

2,4 mg

73

Ağır koagülopati gelişmeden ve cerrahi girişimler yapılmadan önce; bu şekilde masif transfüzyon engellenmiş

Hipogastrik ligasyonu ve laparotomi öncesi

2.400

1.600

?

Kanama durdu

Kanama durdu (14)

Kanama kontrol edildi (16)

Kanama durdu (40)

Kanama durdu (35)

Kanama durdu (25)

Kanama durdu (15)

Kanama kontrol edildi (hızlı yanıt) Zamanlama iyi ayarlanıp komplikasyon gelişmeden yapılırsa daha düşük dozlar da etkili olabilir

Pıhtılaşma testleri düzeldi

ES, eritrosit süspansiyonu; TDP, taze donmuş plazma; KRYO, kriyopresipitat; KPK, protrombin kompleks konsantresi; vWF, von Willebrand faktör; AVD: asiste vajinal doğum; CS, sezaryen; ACS, acil sezaryen; VD, vajinal doğum; H: Histerektomi; ASE, amniyotik sıvı embolisi; DİK, yaygın damar içi pıhtılaşma bozukluğu; MOY, multipl organ yetmezliği; HELLP, hemoliz, yüksek karaciğer enzimleri, trombositopeni; son basamak, TK: Tam kan

67

66

2005

2005

65

2005


231

Plasenta akreata

Ablasyo plasenta

Atoni

Laserasyon

Laserasyon

Atoni

Plasenta akreata

Laserasyon

Plasenta perkreata

Laserasyon

Laserasyon

Laserasyon

1

2

3

4

5

6

7

8

9

10

11

12

VD

VD

AVD

CS

CS

VD

CS

CS

VD

VD

CS

VD

Doğum şekli

Cerrahi, embolizasyon

Cerrahi

Cerrahi, embolizasyon

H (2)

Cerrahi (2), sağ A. uterina ligasyonu

H

Cerrahi, embolizasyon

H (3 laparotomi)

Cerrahi (2), embolizasyon

Cerrahi (3)

H

H

Ek cerrahi (sayısı)

ES (10); TDP (8); PLT s (16)

ES (11); TDP (6); PLT s (6)

ES (12); TDP (10); PLT s (32)

ES (25); TDP (14); PLT s (16)

ES (11); TDP (4); PLT s (8)

ES (14); TDP (6); PLT s (4)

ES (10); TDP (8); PLT s (16)

ES (32); TDP (20); PLT s (40)

ES (25); TDP (16); PLT s (24)

ES (19); TDP (8); PLT s (8)

ES (35); TDP (14); PLT s (24)

ES (42); TDP (25); PLT s (40)

rFVIIa öncesi kan ürünleri

5,8

5,5

8,8

14

5,3

7,5

5,5

?

?

?

H sonrası

?

H sonrası

?

H sonrası

?

14 19

H öncesi

H sonrası

H sonrası

rFVIIa verilme zamanı

11

20

25

rFVIIa öncesi kan kaybı (l)

96

86

74

77

120

42

116

90

103

78

95

44

rFVIIa dozu (μg/kg) (doz sayısı)

Kısmi

İyi

Kısmi

İyi

Yok

Kısmi

Kısmi

İyi

Kısmi

İyi

İyi

Kısmi

Kanamanın rFVIIa’ya cevabı

VD: vajinal doğum, CS: sezaryen, AVD: asiste vajinal doğum, ES: eritrosit süspansiyonu, TDP: taze donmuş plazma, PLT s: trombosit süspansiyonu, H: histerektomi

Kanama nedeni

Olgu

Tablo 7: Ciddi doğum sonu kanaması olan hastalar (Ahonen ve ark, 2005). Yazarlar 5-8 st’te 20 1’ye kadar olan kanamalarda rFVIIa’nın yararlı olabileceği yorumunu yapmışlardır.


232

Plasenta akreata

Uterus rüptürü

Atoni

Atoni

Uterus rüptürü

Plasenta akreata

Uterus rüptürü

Uterus myomatosus, menoraji

Uterus rüptürü

Plasenta akreata

1

2

3

4

5

6

7

8

9

10

?

?

?

?

?

?

?

CS

VD

CS

Doğum şekli

H, hipogastrik bağlama, aorta klemp

H

H

H, hipogastrik bağlama, paketleme

Arteriyel embolizasyon, H, hipogastrik bağlama, 4 kez laparotomi, paketleme

Subtotal H, hipogastrik bağlama

Subtotal H, hipogastrik bağlama

CS, paketleme, laparotomi, karaciğere paketleme

ES (27), TDP (30), PLT s (10), KRYO (30)

ES (15), TDP (6), PLT s (15), KRYO (30)

ES (6), TDP (9)

ES (10), TDP (6), KRYO (4)

ES (100), TDP (50), PLT s (50), KRYO (50)

ES (26), TDP (16), PLT s (30), KRYO (60)

ES (14), TDP (12), PLT s (10), KRYO (10)

ES (19), TDP (8), PLT s (8)

ES (20), TDP (16), PLT s (60), KRYO (60)

ES (44), TDP (24), PLT s (60), KRYO (54)

H, hipogastrik ligasyonu, paketleme

H, hipogastrik ligasyonu

rFVIIa öncesi kan ürünleri

Ek cerrahi

?

?

?

?

?

?

?

?

?

?

?

?

?

?

? ?

?

?

rFVIIa verilme zamanı

?

?

rFVIIa öncesi kan kaybı

90

90

90

90

90

90

90

90

100

90 (2)

rFVIIa dozu (μg/kg) (doz sayısı)

Kanama durdu

Kanama durdu

Kanama yok

Kanama azaldı

Kanama kontrol altına alındı

Kanama durdu

Kanama durdu

Kanama durdu

Kanama durdu

Kanama durdu

Kanamanın rFVIIa’ya cevabı

VD: vajinal doğum, CS: sezaryen, ES: eritrosit süspansiyonu, TDP: taze donmuş plazma, PLTs: trombosit süspansiyonu; KRYO: kriyopresipitat; H: histerektomi

Kanama nedeni

Olgu

Tablo 8: Ciddi doğum sonu kanaması olan hastalar (Segal ve ark 70,71).


Yetersiz standart yönetimin tanımı Aşağıda sıralı olanların yapılmasına rağmen kanama devam ediyorsa:

≈ 40–60 μg/kg’dır. 2) Eğer kanama 15–30 dakika sonra halen devam ediyorsa ≈ 40–60 μg/kg’lık ek doz düşünülmelidir. Eğer kanamanın klinik bulguları halen mevcutsa (gözlem bulgularına göre) 15–30 dakika aralarla 3–4 defa tekrarlanır. 3) Toplam > 200 μg/kg doza rağmen alınan yanıt yetersizse, rFVIIa uygulaması öncesi sağlanması gereken şartlar yeniden gözden geçirilmeli ve düzeltilmesi gerekliyse yeni bir doz verilmeden önce bu şartlar düzeltilmelidir. 4) Ancak bu parametreler düzeltildikten sonra sıradaki ≈ 100 μg/kg’lık doz uygulanmalıdır.

1) Tüm standart cerrahi ve farmakolojik yöntemler denenmiş 2) Yerine koyma tedavisi yapılmış 3) Laboratuar testleri ile koagülopati saptanmış a. PT veya aPTT > 1,5 x kontrol değeri b. Trombositopeni < 50 x 109/ l c. Fibrinojen < 0,6–0,8 g/l rFVIIa uygulaması öncesindeki koşullar 1) Hematolojik parametreler a. Hemoglobin seviyesi > 70 gr/l (4,3 mmol/l) b. Uluslar arası normalleştirme oranı (INR) < 1,5 c. Fibrinojen seviyesi ≥ 1 g/l d. Trombosit seviyesi ≥ 50 x 109/l 2) Düzeltilmiş pH (≥ 7,2) (NaHCO3 kullanımı düşünülmeli) 3) Vücut ısısının fizyolojik seviyelere döndürülmesine çalışılmalı, hipotermi varlığında rFVIIa’nın aktivitesi devam etmektedir. rFVIIa uygulanmadan önce pH ≥ 7,2 olacak şekilde düzeltilmelidir (pH ≤ 7,1 olduğunda rFVIIa’nın etkinliği azalmaktadır). Ayrıca serum pH’sını yükseltmek için bikarbonat kullanımını önermekteyiz. Unutulmamalıdır ki hemorajik şokta NaHCO3 kullanımı hastalara ek fayda sağlamamaktadır. Önerilen yerine koyma tedavisi 1) Taze donmuş plazma: 5–10 ml/kg (4–5 ünite) 2) Kriyopresipitat: 1–1,5 ünite/10 kg (8–10 ünite) 3) Trombosit: 1 ünite/10 kg (5–8 ünite) 4) Asidozun düzeltilmesi (pH≥ 7,2 şeklinde tanımlanır) 5) Hipotermik hastaların ısıtılması (önerilir, ancak rFVIIa uygulaması için elzem değildir) Önerilen doz uygulaması protokolü 1) Ağır doğum sonu kanamaların tedavisinde rFVIIa’nın önerilen başlangıç dozu ven içine

Uygulama zamanlaması hakkındaki öneriler Deneyimlerimize göre rFVIIa pıhtılaşma bozukluğu varlığında dahi doğumla ilgili kanamaların etkin kontrolünü sağlandığından, aşağıdaki durumlarda mümkün olan en kısa sürede uygulanmasını öneriyoruz. 1) Transfüzyon için kan bulunamadığında 2) Metabolik komplikasyonlar gelişmeden önce 3) Transfüzyonu reddeden kadınlarda (örnek: Yahova şahitleri) 4) Edinsel hemofililerde 5) Hipoksi, organ hasarı gibi ciddi trombositopati semptomları ortaya çıkmadan önce 6) INR (PT)’nin acilen düzeltilmesi gerektiğinde 7) Uterus veya pelvise paketleme yapılmadan önce 8) Histerektomi, laparotomi gibi cerrahi işlemlerden önce 9) Embolizasyon, uterus arteri veya internal iliak arter bağlanması gibi girişimlerden önce Literatürden elde edilen bilgiler rFVIIa tedavisinin avantaj ve dezavantajlarını aşağıdaki şekilde özetlememize olanak sağlar. Avantajlar 1) Rekombinant ürün 2) Kan ürünü olmadığından kaynaklar kısıtlı değil 3) Virüs bulaşma riski yok 4) İnsan proteini değil

233


5) 6) 7) 8) 9)

Lokal hemostaz Anafilaksi riski düşük Anamnestik yanıt yok Trombojenik risk düşük Cerrahi sırasında ve sonrasında etkili

Dezavantajları 1) Kısa t1/2 nedeniyle sık tekrarlayan dozlar vermek gerekli 2) % 100 etkili değil 3) Etkinliğinin gösterilebilmesi için mevcut bir laboratuar parametresi yok 4) Şişe boyutları kısıtlı 5) Ven içine kullanım şart 6) Pahalı Kaynaklar 1. Luster JM, Roberts HR, Davignon G, et al. A randomized, double-blind comparison of two doses of recombinant factor VIIa in the treatment of joint, muscle and mucocutaneous haemorrhages in persons with haemophilia A and B, with and without inhibitors. rFVIIa Study Group. Haemophilia 1998;4:790–8 2. Shapiro AD, Gilchrist GS, Hoots WK, Cooper HA, Gastineau DA. Prospective, randomized trial of two doses of rFVIIa (NovoSeven®) in haemophilia patients undergoing surgery. Thromb Haemost 1998;80:773–8 3. Abshire T, Kenet G. Recombinant factor VIIa: review of efficacy, dosing regimens and safety in patients with congenital and acquired factor VIII or IX inhibitors. J Thromb Haemost 2004;2: 899–909 4. O’Connell KA, Wood JJ, Wise RP, Lozier JN, Braun MM. Thromboembolic adverse events after use of recombinant human coagulation factor VIIa. JAMA 2006;295:293–8 5. Michalska-Krzanowska G, Sajdak R, Stasiak-Pikula E. Effects of recombinant factor VIIa in haemorrhagic complications of urological operations. Acta Haematol 2003;109:158–60 6. Naik VN, Mazer DC, Latter DA, Teitel JM, Hare GMT. Successful treatment using recombinant factor VIIa for severe bleeding post cardiopulmonary bypass. Can J Anesth 2003;50: 599–602 7. Danilos J, Goral A, Paluszkiewicz P, Przesmycki K, Kotarski J. Successful treatment with recombinant factor VIIa for intractable bleeding at pelvic surgery. Obstet Gynecol

2003;101:1172–3 8. Martinowitz U, Kenet G, Lubetski A, Luboshitz J, Segal E. Possible role of recombinant activated factor VII (rFVIIa) in the control of haemorrhage associated with massive trauma. Can J Anaesth 2002;49:S15–20 9. Martinowitz U, Kenet G, Segal E, et al. Recombinant activated factor VII for adjunctive haemorrhage control in trauma. J Trauma 2001; 51:431–9 10. Kenet G, Walde R, Eldad A, Martinowitz U. Treatment of traumatic bleeding with recombinant factor VIIa. Lancet 1999;354:1879 11. Dutton RP, Hess JR, Scalea TM. Recombinant factor VIIa for control of haemorrhage: early experience in critically ill trauma patients. J Clin Anesth 2003;15:184–8 12. Mariani G, Testa MG, Di Paolantonio T, Molskov Bech R, Hedner U. Use of recombinant, activated factor VII in the treatment of congenital factor VII deficiencies. Vox Sang 1999;77:131-6 13. Hunault M, Bauer KA. Recombinant factor VIIa for the treatment of congenital factor VII deficiency. Semin Thromb Hemost 2000;26:401–5 14. d’Oiron R, Menart C, Trzeciak MC, et al. Use of recombinant factor VIIa in 3 patients with inherited type I Glanzmann’s thrombasthenia undergoing invasive procedures. Thromb Haemost 2000;83:644–7 15. van Buuren HR, Wielenga JJ. Successful surgery using recombinant factor VIIa for recurrent idiopathic nonulcer duodenal bleeding in a patient with Glanzmann’s thrombasthenia. Dig Dis Sci 2002;47:2134–6 16. Hedner U. Recombinant factor VIIa (NovoSeven) as a haemostatic agent. Bloodline Rev 2001;1:3–4 17. Dildy GA 3rd. Postpartum hemorrhage: new management options. Clin Obstet Gynecol 2002;45:330–44 18. Yamamoto H, Sagae S, Nishikawa S, Kudo R. Emergency postpartum hysterectomy in obstetric practice. J Obstet Gynaecol Res 2000; 26:341–5 19. Sakai T, Lund-Hansen T, Thim L, Kisiel W. The gamma-carboxyglutamic acid domain of human factor VIIa is essential for its interaction with cell surface tissue factor. J Biol Chem 1990;265:1890–94 20. NovoSeven® summary of product characteristics. Available at: http://www.novoseven.com/

234


content/product_information/summary_of_product_characteristics/product_information_spc.asp 21. Lund-Hansen T, Petersen LC. Comparison of enzymatic properties of human plasma FVIIa and human recombinant FVIIa. Thromb Haemost 1987;58:270 22. Jurlander B, Thim L, Klausen NK, et al. Recombinant factor VII (rFVIIa): characterization, manufacturing, and clinical development. Semin Thromb Hemost 2001;27:373–84 23. Erhardtsen E. Pharmacokinetics of recombinant activated factor VII (rFVIIa). Semin Thromb Hemost 2000;26:385–91 24. Lindley CM, Sawyer WT, Macik BG, et al. Pharmacokinetics and pharmacodynamics of recombinant factor VIIa. Clin Pharmacol Ther 1994;55:638–48 25. Monroe DM, Hoffman M, Oliver JA, et al. Platelet activity of high-dose Factor VIIa is independent of tissue factor. Br J Haematol 1997;99:542–7 26. Hoffman M, Monroe DM, Roberts HR. Activated Factor VII activates Factor IX and X on surface of activated platelets: thoughts on the mechanism of action of high-dose activated Factor VII. Blood Coagul Fibrinolysis 1998;9: S61–5 27. van’t Veer C, Golden NJ, Mann KG. Inhibition of thrombin generation by the zymogen factor VII: implications for the treatment of hemophilia A by factor VIIa. Blood 2000;95:1330–5 28. Lisman T, De Groot PG. Mechanism of action of recombinant factor VIIa. J Thromb Haemost 2003;1:1138–9 29. Hoffman M, Monroe DM. A cellbased model of haemostasis. Thromb Haemost 2001;85:958–65 30. Hedner U. Recombinant factor VIIa (Novoseven) as a hemostatic agent. Semin Hematol 2001;38:43–7 31. Friederich PW, Levi M, Bauer KA, et al. Ability of recombinant factor VIIa to generate thrombin during inhibition of tissue factor in human subjects. Circulation 2001;103:2555–9 32. Monroe DM, Hoffman M, Allen GA, Roberts HR. The factor VII–platelet interplay: effectiveness of recombinant factor VIIa in the treatment of bleeding in severe thrombocytopathia. Semin Thromb Hemost 2000;26:373–7 33. Telgt DS, Macik BG, McCord DM, Monroe DM, Roberts HR. Mechanism by which recombinant factor VIIa shortens the aPTT: activation

of factor X in the absence of tissue factor. Thromb Res 1989;56:603–9 34. Kessler CM. Antidotes to haemorrhage: recombinant Factor VIIa. Best Pract Res Clin Haematol 2004;17:183–97 35. Gabriel DA, Carr M, Roberts HR. Monitoring coagulation and the clinical effects of recombinant factor VIIa. Semin Hematol 2004;41:20–4 36. Martinowitz U, Michaelson M, on behalf of the Israeli Multidisciplinary rFVIIa Task Force. Guidelines for the use of recombinant activated factor VII (rFVIIa) in uncontrolled bleeding: a report by the Israeli Multidisciplinary rFVIIa Task Force. J Thromb Haemost 2005;3:640–8 37. Roberts HR, Monroe DM III, Hoffman M. Safety profile of recombinant factor VIIa. Semin Hematol 2004;41:101–8 38. Aledort LM. Comparative thrombotic event incidences after infusion of recombinant factor VIIa versus factor VIII inhibitor bypass activity. J Thromb Haemost 2004;2:1700–8 39. Breborowicz GH, Sobieszczyk S [Usefulness of recombinant active factor VIIa (rFVIIa, NovoSeven®) in obstetric practice – own experiences]. Przydatnosd rekombinowanego aktywnego czynnika VIIa (rFVIIa, NovoSeven®) w praktyce polozniczej – doswiadczenia wlasne. Klin Perinat Ginek 2001;34:7–12 40. Breborowicz GH, Sobieszczyk S, Szymankiewicz M. Efficacy of recombinant activated factor VII (rFVIIa, NovoSeven®) in prenatal medicine. Arch Perinat Med 2002;8:21–7 41. Breborowicz GH, Sobieszczyk S, Szymankiewicz M. Efficacy of recombinant activated factor VII (rFVIIa, NovoSeven®) in prenatal medicine. J Perinat Med 2003;31(Suppl 1):18 42. Breborowicz GH, Sobieszczyk S, Szymankiewicz M. Recombinant factor VIIa in the management of major postpartum hemorrhage. Arch Perinat Med 2004;10:17–19 43. Sobieszczyk S, Breborowicz GH. Management recommendations for postpartum hemorrhage. Arch Perinat Med 2004;10:53–6 44. Sobieszczyk S, Breborowicz GH, Kubiaczyk B, Opala T. Efficacy of recombinant activated factor VII (r FVIIa; NovoSeven®) in obstetrical haemorrhagic shock. Crit Care 2003;7(Suppl 2): S52 45. Sobieszczyk S, Skrzypczak J, Szymankiewicz M, Kruszyñski Z, Kornacki J, Breborowicz

235


GH. Zastosowanie rekombinowanego aktywnego czynnika VII (rFVIIa, NovoSeven®) podczas ciecia cesarskiego u ciezarnej z mechaniczna zastawka serca. [Application of recombinant activated factor VII (rFVIIa, NovoSeven®) during cesarean section of a woman with artificial heart valve]. Klin Perinat Ginek 2001;34:173–9 46. Sobieszczyk S, Breborowicz GH, Markwitz W, Mallinger S, Adamski D, Kruszynski Z. Effect of recombinant activated factor VII (rFVIIa; NovoSeven®) in a patient in haemorrhagic shock after obstetrical hysterectomy. Ginekol Pol 2002; 73:230–3 47. Moscardó F, Pérez F, de la Rubia J, et al. Successful treatment of severe, intra-abdominal bleeding associated with disseminated intravascular coagulation using recombinant activated factor VII. Br J Haematol 2001;113:174–6 48. Eskandari N, Feldman N, Greenspoon JS. Factor VII deficiency in pregnancy treated with recombinant factor VIIa. Obstet Gynecol 2002;99:935–7 49. Ciadma A, Langie T, Zajac K, Fabian W. Acquired haemophilia in parturient. Case report. Anaesthesiology Intensive Therapy 2002;34: 269–70 50. Zupancid Šalek S, Sokolid V, Viskovid T, Šanjug J, Šimid M, Kaštelan M. Successful use of recombinant factor VIIa for massive bleeding after caesarean section due to HELLP syndrome. Acta Haematol 2002;108:162–3 51. Loo CC, Kwek Bielanom, Tan HM, Yeo SH, Tien SL, Loh Bielanom. Successful treatment of postpartum hemorrhage with recombinant activated coagulation factor VII (NovoSeven®). 7th Novo Nordisk Symposium on Haemostasis Management. Clinical and Scientific Posters. 2003; May:23 52. Bielanow T, Sidor M, Maciejewski M, Skrzypek W. [Effectiveness of recombinant activated factor VIIA (NovoSeven) in case of severe obstetric complication with coagulopathy]. Ginekol Pol 2003;74:1055–9 53. Bouwmeester FW, Jonkhoff AR, Verheijen RH, van Geijn HP. Successful treatment of lifethreatening postpartum hemorrhage with recombinant activated factor VII. Obstet Gynecol 2003;101:1174–6 54. Michalska- Krzanowska G, Stasiak-Pikula E, Sajdak R. Recombinant activated factor VII: A new treatment for obstetric haemorrhage? Anest

Intens Ther 2003;35:110–12 55. Pehlivanov B, Milchev N, Kroumov G. Factor VII deficiency and treatment in delivery with recombinant factor VII. Eur J Obstet Gynecol Reprod Biol 2004;116:237–8 56. Kretzschmar M, Zahm DM, Remmler K, Pfeiffer L, Victor L, Schirrmeister W. Pathophysiological and therapeutic aspects of amniotic fluid embolism (anaphylactoid syndrome of pregnancy): Case report with lethal outcome and overview. Anaesthesist 2003;52:419–26 57. Boehlen F, Morales MA, Fontana P, Ricou B, Irion O, de Moerloose P. Prolonged treatment of massive postpartum haemorrhage with recombinant factor VIIa: case report and review of the literature. Br J Obstet Gynaecol 2004;111:284–7 58. Brice A, Hilbert U, Roger-Christoph S, et al. [Recombinant activated factor VII as a lifesaving therapy for severe postpartum haemorrhage unresponsive to conservative traditional management]. Ann Fr Anesth Reanim 2004;23: 1084–8 59. Gidiri M, Noble W, Rafique Z, Patil K, Lindow SW. Caesarean section for placenta praevia complicated by postpartum haemorrhage managed successfully with recombinant activated human coagulation Factor VIIa. J Obstet Gynaecol 2004; 24:925–6 60. Kale A, Bayhan G, Yalinkaya A, Yayla M. The use of recombinant factor VIIa in a primigravida with Glanzmann’s thrombasthenia during delivery. J Perinat Med 2004;32:456–8 61. Lim Y, Loo CC, Chia V, Fun W. Recombinant factor VIIa after amniotic fluid embolism and disseminated intravascular coagulopathy. Int J Gynaecol Obstet 2004;87:178–9 62. Merchant-Shakil H, Prasad M, Vanderjagt TJ, Howdieshell TR, Crookston P. Recombinant factor VIIa in management of spontaneous subcapsular liver hematoma associated with pregnancy. Obstet Gynecol 2004;103:1055–8 63. Price G, Kaplan J, Skowronski G. Use of recombinant factor VIIa to treat life-threatening non-surgical bleeding in a post-partum patient. Br J Anaesth 2004;93:298–300 64. Hollnberger H, Gruber E, Seelbach-Goebel B. Major post-partum hemorrhage and treatment with recombinant factor VIIa. Anesth Analg 2005;101:1886–7 65. Holub Z, Feyereisi J, Kabelik L, Rittstein T. Successful treatment of severe post-partum bleeding after caesarean section using recombinant

236


activated factor VII. Ceska Gynekol 2005; 70:144– 8 66. Tanchev S, Platikanov V, Karadimov D. Administration of recombinant factor VIIa for the management of massive bleeding due to uterine atonia in the post-placental period. Acta Obstet Gynecol Scand 2005;84:402–3 67. Shamsi TS, Hossain N, Soomro N, et al. Use of recombinant Factor VIIa for massive haemorrhage: Case series and review of literature. J Pak Med Assoc 2005;55:512–15 68. Ahonen J, Jokela R. Recombinant factor VIIa for life-threatening post-partum haemorrhage. Br J Anaesth 2005;94:592–5 69. Butwick AJ, Riley ET, Ahonen J, Jokela R. Recombinant factor VIIa for life-threatening post-partum haemorrhage. Br J Anaesth 2005; 95:558 70. Segal S, Shemesh IY, Blumental R, et al. The use of recombinant factor VIIa in severe postpartum hemorrhage. Acta Obstet Gynecol Scand 2004;83: 771–2 71. Segal S, Shemesh IY, Blumenthal R, et al. Treatment of obstetric hemorrhage with recombinant activated factor VII (rFVIIa). Arch Gynecol Obstet 2003;268:266–7 72. Hedner U. Dosing with recombinant factor VIIa based on current evidence. Semin Hematol 2004;41(Suppl 1):35–9 73. Monroe DM, Roberts HR. Mechanism of action of high-dose factor VIIa: points of agreement and disagreement. Arterioscler Thromb Vasc Biol 2003; 23:8–9; discussion 10 74. Poon MC, D’Oiron R, Von Depka M, et al. Prophylactic and therapeutic recombinant factor VIIa administration to patients with Glanzmann’s thrombasthenia: results of an international survey. J Thromb Haemost 2004;2:1096–103 75. Mayer SA. Ultra-early hemostatic therapy for intracerebral hemorrhage. Stroke 2003;34:224– 9 76. Dutton RPHJ, Scalea TM. Recombinant factor VIIa for the control of hemorrhage: early experience in critically ill trauma patients. Can J Anaesth 2003;5:184–8 77. Aldouri M. The use of recombinant factor VIIa in controlling surgical bleeding in nonhaemophiliac patients. Pathophysiol Haemost Thromb 2002;32(Suppl 1):41–6 78. Meng ZH, Wolberg AS, Monroe DM III, Hoffman M. The effect of temperature and pH on

the activity of factor VIIa: implications for the efficacy of high-dose factor VIIa in hypothermic and acidotic patients. J Trauma 2003;55:886–91 79. DeLoughery TG. Management of bleeding emergencies: when to use recombinant activated Factor VII. Expert Opin Pharmacother 2006;7: 25–34 80. Friederich P, Heny C, Messelink E, et al. Effects of recombinant activated factor VII on perioperative blood loss in patients undergoing retropubic prostatectomy: a double blind placebo controlled trial. Lancet 2003;361: 201–5

237


KISIM VII ATONİ TEDAVİSİ

238


Bölüm 27 STANDART TIBBİ TEDAVİ F. Breathnach, M. Geary İ. İ. Müderris, G. Öner

GİRİŞ Doğum sonu kanamanın yıllardır en çok göze çarpan nedeni doğumu takiben uterusun kasılmasının ve toplanmasının başarısızlığı olarak bilinmektedir. Etkin tıbbi müdahaleye rağmen atoni hala anne yaşamını tehdit eden bir durumdur. Günümüzün gelişen dünyasında uterotonik ajanlara erişimin kolaylaşması, doğum hizmetindeki en değerli gelişmelerden birisidir. 19. yy atoni tedavisinde birçok çeşit ajan tampon etkisini geliştirmek amacıyla uterusa yerleştirilerek kullanılmıştır. Mükemmel olmasa da geçmişte “dörde bölünmüş bir limon” veya “suyla şişirilmiş geniş bir boğa mesanesi” bu amaçla belli başarıyla kullanılmıştır. Sirke veya FeCl4 kullanıldığı da rapor edilmiştir 1,2. Tarihsel olarak ilk uterotonik ajanlar ergot alkoloidleridir. Bunu oksitosin ve son olarak da prostaglandinler takip eder. Ergot, çavdarda gelişen Claviceps purpurea mantarının alkaloid içeren ürünüdür. Yüzyıllarca uterotonik özelliklerinin olmasıyla bilindi ve 1808’de doğum sancısını arttırıcı ajan olarak kullanıldığı zamanlarda John Stearns tarafından “çocuk doğum tozu” olarak adlandırıldı3. 19. yy sonlarına doğru doğum sancısında ergot kullanımına eşlik eden potansiyel tehlikelerin kabulü, yani hiperstimulasyona ve ölü doğuma sebep olması, nedeniyle ergot kullanımı azaldı. Ne zamanki 1870’de İngiltere’deki anne ölümleri 20 doğumda bire yaklaştı, ergotun odak noktası doğum sonu kanamayı engelleyici ve tedavi edici olarak ayrıldı4. Aktif alkaloidi ergottan saflaştırma girişimleri, Barber ve Dale 1906’da ergotoksini izole ettiği zamana (20. yy) kadar başarılı değildi2. İlk başta saf bir madde olduğu düşünüldü. Ancak kısa süre 4 farklı alkaloidden oluştuğu açığa çıkarıldı. 1935’te Moir ve Dudley ergometrini saflaştırıp çocuk doğum tozunun etkin maddesini olduğunu gösterdiler5, 6. Ancak 1935’te Moir ve Dudley’e ergometrini ergotun haklı olarak “çocuk doğum tozu” şeklinde

uzun süredir yerleşmiş olan şöhretine borçlu olduğu, aktif sulu özütünden izole ettiler5, 6. Moir 1936’daki ergotun klinik kullanım raporu ifadesinde6: “…ergometrinin esas kullanımı doğum sonu kanamanın tedavisi ve engellenmesidir. Burada ergometrinin etkisi en iyi haliyle görülmektedir. Eğer plasentanın ayrılmasından sonra uterus gevşerse, ergometrin 1 mg ağızdan veya 0,5 mg injeksiyonla uygulanır. Bu sayede organ hızlı bir şekilde ve güçlü olarak kasılır ve bu şiddetle önerilir. Bu amaç için standart boyuttaki ampulün üçte biri enjekte edilir veya kesin dozu isteyenler için 0,125 mg içeren özel ampuller üretilmiştir. Etki bir dakikadan az sürede belirir.” Oksitosin hipofiz arka bölümünden salınan polipeptit hormondur. 1909’da Sir Henry Dale7 tarafından keşfedildi ve 1954’te du Vigneaud8 tarafından sentezlendi. Oksitosin ürününün geliştirilmesi, sentezlenen ilk polipeptit hormondur ve bu başarı du Vigneaud’a Nobel ödülü kazandırmıştır. Uterotoniklerin üçüncü grubu sürekli genişleyen prostaglandin ailesini kapsamaktadır. Prostaglandinler seminal veziküllerin özütünün veya insan semen özütünün bulunurlar. 1935’te İsveçli fizyolojist Ulf von Euler tarafından uterusta kasılma ve kan basıncında azalma yapıcı etkileri de gösterilmiştir9. “Prostaglandin” terimi von Euler’in aktif materyalin sadece prostat bezinden geldiği inancından gelişti. “Eikosanoid” ailesi 20-karbonlu yağ asitlerinden, çok çeşitli dokulardan üretilebilir. Sayısız fizyolojik ve patolojik sürece aracılık kabiliyetinin olduğu ise daha sonradan bulunmuştur. Prostaglandinler myometriumda güçlü tetani oluşturucu etkiye sahiptirler. Doğum sonu kanamayla sonuçlanan atoni tedavisinde oksitosin ve ergometrin birlikte, standart tedavi olarak kullanılmaktadır (Bkz. Bölüm 12). Bu bölümde atoninin üstesinden gelmek için mevcut standart farmakolojik ajanların etkinliğine, güvenlik profiline, uygulama kolaylığına, maliyetine ve kısıtlı

239


kaynak düzenlemelerinde uygulanabilirliğine dayalı ajanların detaylı olarak bir noktada toplanmasıyla yapılan kritik değerlendirmesine adanmıştır.

Tablo 1: Atoni için risk faktörleri Uterusun aşırı gerilmesine bağlı faktörler Çoğul gebelikler Polihidramnios Makrozomi

UTERUS ATONİSİ Myometriumun güçlü, etkili kasılmaları doğum sonrası kan kaybının durdurulması için mutlaka gereklidir. Uterus damarlarında meydana gelen bası, plasenta yatağındaki 800 ml/dakika kan akımını durdurur. Doğum sonu kanama anında yumuşak, bataklık gibi bir uterusun fark edilmesi, operatörü atoniye karşı uyaracaktır. Atoninin doğum sonu kanama yaptığı o kadar iyi bilinir ki, aşırı doğum sonu kanamayla karşılaşıldığında uterusa masaj yapmak evrensel refleks haline gelmiştir. Bu durumun hemen tanınması ve uterotonik tedavinin yerleşmiş olması kanama vakalarının büyük bir kısmını etkili bir şekilde sonlandırmaktadır. Uterusta bir kez etkili kasılma elde edilince inatçı kanama, unutulmuş plasenta kalıntıları, genital bölge travması veya bir kanama diyatezini araştırmaya yönlendirmelidir (Bkz. Bölüm 9 ve 25). Akıllı risk değerlendirmesi, artmış atoni riskli kadınların belirlenmesinde çok önemlidir. Dolayısıyla gerekli önlemleri alıp, transfüzyon, anestezi girişimleri gibi hazırlıklar yapılmalıdır. Tablo 1’de atoni ile ilişkili tespit edilmiş risk faktörleri sıralanmıştır. Multiparitenin şimdiye kadar önemli bir risk faktörü olduğuna inanılmış olsa da, son çalışmalarda atoni ile ilişkili olmadığı meydana çıkmıştır10–12. Önceki doğum sonu kanama öyküsü olanların olmayanlara göre kanama riski 2–4 kat artmıştır12,13. Bu risk faktörlerine karşı uygun malzeme ve doğru doğum sonu kanama yönetimi ile mücadele edilebilir. Risk altındaki kadınlar için proflaktik yöntemler sıralanmıştır. Doğumun üçüncü evresinin aktif yönetimi, doğum sırasında damar yolu açmak ve grubu uygun kan bulabilme bunların en önemlileridir. Buna rağmen atoni hiçbir belirlenmiş risk faktörü yokken de oluşabilmektedir. Doğum sonu bakım veren her merkezde doğum sonu kanamayı yönetmede belirli protokollere ihtiyaç duyulmaktadır. OKSİTOSİN Zamanında, uygun uterotonik tedavi ile atoni gelişen kadınların büyük çoğunluğunda cerrahi yaklaşımdan kaçınılmıştır. Uterus kasılmalarının uyarılması ilk

Doğuma bağlı faktörler Doğum indüksiyonu Uzamış doğum Hızlı doğum Oksitosin Plasentanın elle çıkarılması Uterusu gevşetici ilaçların kullanılması Derin anestezi (özellikle halojenli gazlar kullanıldıysa) Magnezyum sülfat İçsel nedenler Doğum sonu kanama öyküsü Doğum öncesi kanama (ablasyo veya previa) Şişmanlık Yaş > 35 olarak iki elle uterus masajı ve ergometrin içeren ya da içermeyen oksitosin enjeksiyonu (kas ya da ven içine) ile başarılmaktadır. Oksitosin uterus üst kısmını ritmik olarak kasar. Kısa yarılanma ömründen (ortalama 3 dakika) dolayı uterusun kasılı halde kalabilmesi için sürekli olarak ven içine yoldan verilmesi gerekir14. Standart dozu 500 ml kristaloit solüsyon içine 20 IU’dir ve cevaba göre dozu artırabilir. Ven içine eklendikten sonra etkisi hemen başlar ve 30 dakika sonra plato derişimi gerçekleşmektedir. Diğer taraftan kas içine eklenmesi daha yavaş etki gösterirken, klinik etkisi daha uzun sonlanır (60 dakikaya kadar). Oksitosin metabolizması böbrek ve karaciğer yoluyladır. Eğer yüksek oranda sıvı ile birlikte verilirse vazopresinin % 5 antidiüretik etkisini belirir ve su zehirlenmesi görülür. Bu oranda su yüklenmesi baş ağrısı, kusma, uyku hali ve konvülziyon yapar. Ayrıca oksitosinin seyreltilmeden hızla ven içine verilmesiyle damar düz kasında gevşeme oluşturarak hipotansiyon yapar. Bundan dolayı en iyi verilme yolu kas içi veya seyreltilmiş olarak ven içidir. Oksitosin 25oC’de saklanabilmesine karşın buzdolabında daha uzun süre dayanır. Oksitosinin dezavantajı kısa ömürlü olmasıdır. Oksitosinin daha uzun etkili türevi karbetosin, ergometrine benzer ve yan etkileri olmaksızın

240


standart doz oksitosin tedavisine avantajları bildirilmiştir15. Oksitosin infüzyonuyla bu analoğu karşılaştıran çalışmalar, doğum sonu kanamadan korumak için karbetosinin etkili bir ajan olduğunu göstermişlerdir16,17. ERGOMETRİN Ergometrin myometriumdaki alfa adrenerjik reseptörleri uyarır ve sürekli uterotonik kasılma yaratır. Üst ve alt uterus segmentlerinin tetanik biçimde kasılmasını uyarmaktadır14. 0,25 mg standart dozun kas içine enjeksiyonuyla 2–5 dakikada klinik etki başlar. Metabolizması karaciğer yoluyladır ve ortalama yarı ömrü 30 dakikadır. Fakat ergometrinin klinik etkisi ortalama 3 saat sürer. Ergometrin ve oksitosin birlikte verilmesiyle oksitosinin hızlı etkisiyle ergometrinin uzun süreli etkisi birleştirilir. Bulantı, kusma ve sersemlik sık yan etkileridir ve ven içine verildiğinde daha şiddetli etki göstermektedir. Alfa adrenerjik reseptörlerin uyarılmasıyla oluşan damar çeperini kasıcı etki hipertansiyon oluşturabilir. Ergometrinin kullanımının kontrindikasyonları hipertansiyon (preeklampsi dahil), kalp hastalığı ve el ve ayaklarda damar hastalığını içermektedir. Eğer ven içine verilirse 60 saniyede bir dikkatli bir şekilde kalp atımı ve kan basıncına bakılmalıdır. Hem ışık, hem de ısıdan etkilenir ve 8oC’nin altında saklanmalıdır. Syntometrin® (5 ünite oksitosin ve 0,5 mg ergometrin) oksitosinin hızlı etkisi ve ergometrinin uzamış etkisinin bileşkesidir. Oksitosinin hafif damar çeperini gevşetici etkisi, ergometrinin damar çeperini kasıcı etkisiyle dengelenmektedir. Uterus atonisinde ilk seçenek oksitosin verilmesi veya kas içine ya da seyreltilmiş olarak ven içine ergometrin verilmesidir. Eğer 5 dakika sonra etkili olmazsa ven içine oksitosin infüzyonuyla tedaviye devam edilir. Oksitosine dirençli atoni kanamasında prostaglandinle tedavi seçeneği düşünülmelidir. KARBOPROST Karboprost (15 metil PGF2α) düz kası uyarır ve oksitosin veya ergometrine cevapsız doğum sonu atonide ikinci seçenek olarak tercih edilmektedir. PGF2α analoğudur (dinoprost) ve ailenin benzer üyelerinden daha uzun etkilidir. Bu etki molekülün 15. pozisyonun oksidasyona dirençli olmasına

bağlıdır. 0,25 mg tek doz kas içine veya myometriuma enjeksiyon ile kullanılmaktadır. Kullanımın başka bir yolu ise sezaryen sırasında doğrudan görerek veya normal doğumun ardından transvajinal ya da transabdominal olarak uygulamaktır. Bu yolla hızlı etki elde edilir18,19. Myometriuma enjeksiyonda 5 dakikadan kısa sürede etki başlarken, kas içine enjeksiyonlarda plazma zirve derişimine 15 dakikada ulaşılır. Bigrigg ve arkadaşlarının tanımlamasına göre 20 gauge spina iğne kullanıp, piston geri çekilerek kontrol edildiğinde, damar ya da uterus boşluğuna enjeksiyondan kaçınmak mümkündür20. Birçok vaka serisinde hastaların çoğunda tek doz yeterli olmasına rağmen, en fazla 2 mg (8 doz) olacak şekilde dozlar 15 dakikada bir tekrarlanabilmektedir. Bilinen etkisi yüksektir. Bigrigg ve arkadaşlarının yaptığı çalışmada 14 hastadan 13’ünde atoni kanaması başarıyla durmuştur20. Standart oksitosiklere dirençli doğum sonu kanaması olan 237 hastanın değerlendirildiği çok merkezli gözlemsel çalışmada etkisi % 88 olarak bulunmuştur. Bu çalışmada kadınların çoğunda sadece tek doz yeterliydi. Hem bronşlarda, hem de damarlarda kasılma yarattığından karboprost bulantı, kusma, ishal, ateş ve bronkospazma yol açar. Kardiyak ve akciğer hastalığı olanlarda kontrindikedir. Karboprostun fiyatı, kaynakları kısıtlı yerler için bir uygunsuz durumdur. Ayrıca hem ışık, hem de ısıya duyarlıdır ve 4oC’de buzdolabında saklanmalıdır. MİZOPROSTOL Mizoprostol prostaglandin E1’in sentetik analoğudur ve myometriumdaki EP–2/EP–3 prostanoid reseptörlerine seçici olarak bağlanıp, uterusta kasılmayı uyarır. Karaciğerde yıkılır. Ağız, dilaltı, vajina, rektum veya uterusa yerleştirilerek kullanılır. Ağız veya dilaltı yolla karşılaştırıldığında, rektumdan kullanımı uzun sürede etki gösterip, ilaç plazma zirve seviyesi daha düşüktür ve daha az yan etki profiliyle ilişkilidir. Doğumun 3. evresinde kanamadan korunmak için çok merkezli, uluslararası bir çalışma yapılmış ve bu tedavinin parenteral oksitosin kullanımından daha az etkili olduğu gösterilmiştir21. Mizoprostol kullanan % 15 hastada ek doz uterotonikler gerekirken, bu oran oksitosin grubunda % 11’dir. Bunun sebebi etki göstermesinin uzun zaman alması (20–30 dakikada

241


serum zirve seviyesine erişirken oksitosin de bu süre 3 dakikada) olabilir. Buna rağmen serum zirve seviyesini koruması için daha uzun aralık gerektiren bir ajan olduğundan, uzayan kanamalarda daha uygundur. Bu nedenle proflaksiden çok tedavi edici etkisi vardır.

gruplanmış, kontrollü çalışmalara ihtiyaç vardır. Adı geçen alternatif uterotoniklere göre mizoprostolün belirgin düşük maliyeti, ısıya ve ışığa karşı dirençli olması, steril iğne ve şırınga ihtiyacı olmaması ve tüm dünyada rahatlıkla kullanılabilmesi önemli avantajlıdır. Ayrıca çok uzun raf ömrü de vardır.

Oksitosin ve ergometrine cevapsız doğum sonu kanama tedavisi için rektal mizoprostol kullanımı ilk kez O’Brien ve arkadaşları tarafından 14 hastalık tanımlayıcı bir çalışmada gösterilmiştir22. Uterus kasılmalarının uyarılması tüm kadınlarda ilaç verildikten 3 dakika içerisinde olmuştur. Fakat bu çalışmada kontrol grubu yoktur. Tek kör, rastgele gruplanmış bir çalışmada rektumdan 800 µg mizoprostol uygulanması, kas içine Syntometrin® ile birlikte ven içine oksitosin uygulanmasıyla karşılaştırılmıştır. Kanamayı 20 dakikada kesme başarısı mizoprostol kullanılan 32 hastanın 30’unda (% 93) elde edilirken, diğer grupta bu oran 21/32’dir (% 66)23. Cochrane derlemesindeyse birincil doğum sonu kanama tedavisinde ilk seçenek olarak rektumdan uygulanan 800 µg mizoprostol olarak önerilmiştir24.

Mizoprostolün yan etkileri esas olarak sindirim sisteminedir ve dozla ilişkilidir. Sıklıkla rapor edilen yan etkileri titreme ve ateştir. Yan etkiler rektumdan uygulamada daha az bildirilmiştir. DİĞER PROSTOGLANDİNLER Dinoprost (prostaglandin F2α) 0,5–1,0 mg dozunda myometriuma enjeksiyonla uygulandığından başarılı sonuçlar bildirilmiştir25. Dinoprostun 20 mg’ı 500 ml serum fizyolojikle karıştırıldıktan sonra Foley sonda aracılığıyla 10 dakika boyunca 3–4 ml/dakika, daha sonra 1 ml/dakika hızıyla uterus içine verilmiştir. Bu yolla 18 hastadan biri hariç tümünde kanama durdurulmuş ve hiçbir yan etki bildirilmemiş. Daha önceden de tartışıldığı gibi bu ajan karboprosttan daha kısa etki göstermektedir. İlaç ekonomik nedenlerden ötürü ABD pazarından geri çekilmiştir.

Yüksek doz mizoprostol uygulaması için rastgele

Tablo 2: Tıbbi uterotonik tedavi İlaç Doz Kas ya da ven içine 10 IU verildikten sonra 500 ml kristaloit içine 20 IU Oksitosin konarak infüzyon başlanır (ör: 250 ml/ saat). Ergometrin

Kas ya da ven içine 0,25 mg

Karboprost (15-metilPGF2α)

Kas içine ya da myometriuma 0,25 mg. 15 dakika arayla tekrarlanabilir. En fazla 2 mg verilebilir. Myometriuma 0,5–1 mg veya 500 ml izotonik içine 20 mg koyup Foley sonda aracılığıyla uterus içine verilir. Rektumdan 2 mg (2 saat arayla) Uterusa 1–2 mg veya rektumdan 1 mg verilir. Uterus içine ya da rektumdan 600–1.000 μg

Dinoprost (PGF2α) Dinoproston Gemeprost Mizoprostol Traneksamik asit rFVIIa

Uyarılar Ven içine hızla uygulanırsa hipotansiyon ve yüksek dozlarda kullanılırsa su zehirlenmesi olur. Hipertansiyonda kullanılmaz. Bulantı, kusma, baş dönmesi yapabilir. Bronşlarda kasılma yaptığından astım, hipertansiyon ve kalp-akciğer hastalığı olanlarda dikkatle kullanılmalıdır. Bronşlarda kasılma, bulantı, kusma ve ishal olabilir. Hipotansiyon Sindirim sistemi rahatsızlıkları Sindirim sistemi rahatsızlıkları, titreme, ateş

Ven içine 8 saat arayla 1 g verilir.

Tromboz riskini artırabilir.

Ven içine 60–120 μg/kg.

Ateş ve hipertansiyon

242


Prostaglandin E2 (dinoproston) damar genişletici etkisine rağmen gebe uterusunda düz kasların kasılmasına sebep olarak bir uterotonik etkisi yaratır. Asıl endikasyonu serviksin olgunlaştırılması olsa da uterus içine dinoproston uygulanması atoni tedavisinde kullanılmaktadır26. Damar genişletici etkisinden dolayı hipotansiyonu ve hipovolemisi olan hastalarda kullanımı uygun değildir. Karboprost kullanımının kontrindike olduğu kalp-akciğer hastalarında kullanılabilir. Prostaglandin E1 analoğu olan gemeprost doğrudan olarak uterus boşluğuna veya arka fornikse yerleştirilir27–29. Etki mekanizması prostaglandin F2α gibidir. Geriye dönük 14 hastanın incelendiği bir çalışmada rektumdan kullanımı bildirilmiştir. Bu seride oksitosin ve ergometrine cevap vermemiş kanamalı tüm olgularda, rektumdan 1 mg uygulanmasının annede herhangi bir sekel bırakmaksızın kanamayı durdurduğu görülmüştür30. HEMOSTATİKLER: TRANEKSAMİK ASİT VE AKTİVE REKOMBİNANT FAKTÖR VII Plazminojenin ve plazminin fibrine bağlanmasını önleyen antifibrinolitik ajan traneksamik asit, özellikle pıhtılaşmanın bozulduğu doğum sonu kanamaların kontrolünde etkindir. Buna rağmen literatürde doğum sonu kanamanın kontrolünde bu ajanın kullanıldığı sadece bir tane vaka sunumu bulunmaktadır. Uterus alt segmentinden ısrarla kanayan bir hastada traneksamik asitle başarı elde edilmiştir31. İlaç toplam 3 g olacak şekilde, 4 saatte bir 1 g ven içine kullanılmıştır. Rekombinant aktive faktör VII (rFVIIa) doğum sonu kanama için kullanımı vaka sunumlarında bildirilmiştir32,33. Bu ajanın etki mekanizması trombin oluşumunu artırıp, fibrin plağını erkenden yıkıma dirençli hale getirmektir. Bildirilmiş olgular histerektomi ve pelvisteki damarların bağlanmasını da içeren koruyucu tedavilere yanıt alınamamış hastalardan oluşmaktadır ve dakikalar içerisinde kanamayı durdurmada faydalıdır. Ven içine 60–120 µg/kg kullanılmaktadır. Bu ajan, daha geniş olarak Bölüm 26’da ele alınmıştır. SONUÇLAR Birleşik Krallık’ta 2000–2002 arasını inceleyen rapor kanamaya bağlı anne ölümlerinin %

71’nin “yetersiz bakıma” bağlı olduğunu ortaya koymuştur34. Buna göre doğumun olduğu her yerde standart bakım olmalı ve burada çalışan herkes bu standartları bilmelidir (Bkz. Bölüm 22). Doğum sonu kanamanın yönetiminde tam bir protokolde uterusta yeterli kasılma elde edene kadar hamleler basamak basamak uygulanmalıdır. Atoni yönetimindeki başarı ekipteki herkesin farmakolojik ilaçların kullanımı, yeterli dozu, veriliş yolu ve güvenlik profilini bilmeleriyle sağlanır (Tablo 2). Bu protokollerin uygulanmasıyla doğum sonu kanamayla ilişkili ciddi hastalık sıklığında azalma başarısı gösterilmiştir35. Doğum sonu kanamanın başarılı bir şekilde durdurulmasıyla ilgili olarak ikinci ya da üçüncü kuşak ilaçların kullanılması önerilmektedir. Bu durum özellikle uterotoniklerin bir arada kullanılıp sinerjistik etki yaratmasıyla öne çıkmaktadır. İdeal uterotonik ajanın ne olduğuyla ilgili olarak tüm dünyada sorulan soru, bunun her yerde uygulanabilir olması gerektiği gerçeğine dayandırılmalıdır. Bu durum özellikle gelişmekte olan ülkelerde mizoprostol gibi düşük maliyetli ilaçlar hakkındaki çalışma ihtiyacını göstermektedir. Standart oksitosik ilaçların maliyetleri ve rafta saklanma koşullarının zorluğu nedeniyle düşük ekonomik olanakları olan yerlerde kullanımı kısıtlanmaktadır. Bazı maddeler için güvenilirlik ve eş etkinlik gibi değişkenler yeterli olurken, mizoprostol gibi maddelerde mevcut uterotoniklere üstünlük aranmaktadır. Kaynaklar 1. Davis DD. The Principles and Practice of Obstetric Medicine. London: Rebman, 1896:602 2. De Costa C. St Anthony’s fire and living ligatures: a short history of ergometrine. Lancet 2002;359:1768–70 3. Thoms H. John Stearns and pulvis parturiens. Am J Obstet Gynecol 1931;22:418–23 4. Edgar JC. The Practice of Obstetrics. Philadelphia: Blakiston, 1913:475-7 5. Dudley HW, Moir C. The substance responsible for the traditional clinical effect of ergot. Br Med J 1935;1:520–3 6. Moir C. Clinical experiences with the new alkaloid, ergometrine. Br Med J 1936;ii:799–801 7. Dale HH. The action of extracts of the pituitary body. Biochem J 1909;4:427–47 8. duVigneaud V, Ressler C, Swan JM, et

243


al. The synthesis of an octapeptide amide with the hormonal activity of oxytocin. J Am Chem Soc 1954;75:4879–80 9. von Euler H, Adler E, Hellstrom H, et al. On the specific vasodilating and plain muscle stimulating substance from accessory genital glands in man and certain animals (prostaglandin and vesiglandin). J Physiol (London) 1937;88:213–34 10. Stones RW, Paterson CM, Saunders NJ. Risk factors for major obstetric haemorrhage. Eur J Obstet Gynaecol Reprod Biol 1993;48:15–18 11. Tsu VD. Postpartum haemorrhage in Zimbabwe: a risk factor analysis. Br J Obstet Gynaecol 1993;100:327–33 12. Waterstone M, Bewley S, Wolfe C. Incidence and predictors of severe obstetric morbidity: case-control study. Br Med J 2001;322:1089–94 13. Hall MH, Halliwell R, Carr-Hill R. Concomitant and repeated happenings of complications of the third stage of labour. Br J Obstet Gynaecol 1985;92:732–8 14. Dollery C, ed. Therapeutic Drugs, 2nd edn. Edinburgh: Churchill Livingstone, 1999 15. Hunter DJ, Schulz P, Wassenaar W. Effect of carbetocin, a long-acting oxytocin analog on the postpartum uterus. Clin Pharmacol Ther 1992;52: 60–7 16. Boucher M, Nimrod CA, Tawagi GF, et al. Comparison of carbetocin and oxytocin for the prevention of postpartum hemorrhage following vaginal delivery: a double-blind randomized trial. J Obstet Gynaecol Can 2004;26:481–8 17. Dansereau J, Joshi AK, Helewa ME, et al. Double-blind comparison of carbetocin versus oxytocin in prevention of uterine atony after caesarean section. Am J Obstet Gynecol 1999; 180:670–6 18. Jacobs M, Arias F. Intramyometrial PGF2in treatment of severe postpartum hemorrhage. Obstet Gynecol 1980;55:665–6 19. Oleen MA, Mariano JP. Controlling refractory postpartum hemorrhage with hemabate sterile solution. Am J Obstet Gynecol 1990;162:205–8 20. Bigrigg A, Chui D, Chissell S, et al. Use of intramyometrial 15-methyl prostaglandin F2to control atonic postpartum haemorrhage following vaginal delivery and failure of conventional therapy. Br J Obstet Gynaecol 1991;98: 734–6 21. Gulmezoglu AM, Villar J, Ngoc NT, et al. WHO multicentre randomised trial of misoprostol in the management of the third stage of labour. Lancet 2001;358:689–95

22. O’Brien P, El-Refaey H, Geary M, et al. Rectally administered misoprostol for the treatment of postpartum haemorrhage unresponsive to oxytocin and ergometrine: a descriptive study. Obstet Gynecol 1998;92:212–14 23. Lokugamage AU, Sullivan KR, Niculescu I, et al. A randomized study comparing rectally administered misoprostol versus syntometrine combined with an oxytocin infusion for the cessation of primary postpartum haemorrhage. Acta Obstet Gynecol Scand 2001;80:835–9 24. Mousa HA, Alfirevic Z. Treatment for primary postpartum haemorrhage. Cochrane Database of Systematic Reviews 2003;1 CD 003249 25. Kupferminc MJ, Gull I, Bar-Am A, et al. Intrauterine irrigation with prostaglandin F2for management of severe postpartum haemorrhage. Acta Obstet Gynecol Scand 1998;77:548–50 26. Peyser MR, Kupferminc MJ. Management of severe postpartum hemorrhage by intrauterine irrigation with prostaglandin E2. Am J Obstet Gynecol 1990;162:694–6 27. Barrington JW, Roberts A. The use of gemeprost pessaries to arrest postpartum haemorrhage. Br J Obstet Gynaecol 1993;100:691–2 28. El-Lakany N, Harlow RA. The use of gemeprost pessaries to arrest postpartum haemorrhage. Br J Obstet Gynaecol 1994;101:277 29. Bates A, Johansen K. The use of gemeprost pessaries to arrest postpartum haemorrhage. Br J Obstet Gynaecol 1994;101:277–8 30. Craig S, Chau H, Cho H. Treatment of severe postpartum haemorrhage by rectally administered gemeprost pessaries. J Perinat Med 1999; 27:231–5 31. Alok K, Hagen P, Webb JB. Tranexamic acid in the management of postpartum haemorrhage. Br J Obstet Gynaecol 1996;103:1250 32. Segal S, Shemesh IY, Blumenthal R, et al. Treatment of obstetric hemorrhage with recombinant activated factor VII (rFVIIa). Arch Gynecol Obstet 2003;268:266–7 33. Bouwmeester FW, Jonkhoff AR, Verheijen RH, et al. Successful treatment of life-threatening postpartum hemorrhage with recombinant activated factor VII. Obstet Gynecol 2003;101: 1174–6 34. Why Mothers Die. Report on Confidential Enquiry into Maternal Deaths in the United Kingdom 2000–2002. London: RCOG Press, 2004 35. Rizvi F, Mackey R, Geary M, et al. Successful reduction of massive postpartum haemorrhage by use of guidelines and staff education. Br J Obstet Gynaecol 2004;111;495–8 244


Bölüm 28 UTERUS İÇİNE TAMPON YERLEŞTİRME D. Danso, P. W. Reginald K. E. Karaşahin, S. Güngör

GİRİŞ Tamponad kelimesinin kökeni akan kanı durdurmak için açık bir yaraya veya vücut boşluğuna yerleştirilen tıkaç, tıpa veya tapa anlamına gelen eski bir Fransızca kelime olan tampona dayanıyor gibi görünmektedir1. Günümüzde bu terimin yaygın kullanımı önceden şekil verilmiş hijyenik bir sargının vajina içerisine yerleştirilmesi yoluyla adet kanının toplanmasını da kapsar. Doğum sonu kanama bağlamında tamponad, kan akışını durdurmak amacıyla uterusun bir çeşit aygıtla tıkanmasını ifade eder. Normalde bu aygıt bir gaz sargı ya da balon kateter şeklindedir. Uterus içine tamponad girişimleri şiddetli doğum sonu kanamayı azaltmak veya durdurmak amacıyla tek başlarına2–5 veya destek sütürü6 ile birlikte başarı ile kullanılagelmişlerdir. UTERUS TAMPONADIN PRENSİPLERİ Uterus tamponadıyla kanamayı durdurmak için uterus içinde basınç oluşturulması gerekir. Bu iki şekilde yapılabilir: 1. Uterus boşluğunda genişleyerek bütün alanı dolduran ve böylece sistemik arter basıncından yüksek bir basınç oluşturan bir balonun yerleştirilmesi. Yaralanma yoksa uterus içine olan kan akımı tamponad balonundaki basınç, sistemik arter basıncından büyük olduğu anda durmalıdır. 2. Uterusun içinden kaynaklanan kılcal ya da ven kaynaklı damarların veya yüzeyel sızıntıların (desiduadan gelen) üzerine doğrudan basınç yapacak ve böylece kanamayı belirgin şekilde azaltacak ya da durduracak uterus içerisine sıkıca yerleştirilmiş rulo bir gazdan oluşan bir paketin yerleştirilmesi. TEMEL GENEL PRENSİPLER Doğum sonu kanamayı azaltmak ya da durdurmak için uygulanan tıbbi girişimlerin başarısız olmasının

ardından içeriden uterus tamponadı uygulanması göz önüne alınmalıdır. Bu işlem kan transfüzyonu desteği kadar anestezi ve hemşire kadrosunun da hazır bulunduğu ameliyathanede yapılmalıdır. Kadın kalıcı bir üretral kateter takılarak Lloyd Davies veya litotomi pozisyonuna getirilmelidir. Tamponad yerleştirilmeden önce yırtıklar ve plasenta kalıntılarını ekarte etmek ve uterusu pıhtılardan temizlemek için anestezi altında bir muayene yapılmalıdır. Uterotonikler ve hemostatik ajanlar, yardımcı tedavi olarak önerilirler ve eş zamanlı olarak verilebilirler. Aşağıda tarif edilen uterus içine tampon uygulanması yollarından herhangi biri cerrahi girişimlere başvurmadan önce denenebilir. Aşağıda tanımlanan konular “tamponad testi”nin ve diğer çeşitli tamponad tekniklerinin olası avantaj ve dezavantajlarını ele almaktadır. TAMPONAD TESTİ İlk olarak 2003 yılında Condous ve ark.7 tarafından tarif edilen bu test, tıbbi tedaviye cevap vermeyen, doğum sonu fazla kanaması olan hastalar için laparotomi gerekip gerekmeyeceğinin prognostik bir göstergesi olarak önerilmiştir. Orijinal tarifte bir Sengstaken-Blakemore özofagus kateteri, mümkünse ultrasonografi eşliğinde serviksten uterus boşluğuna yerleştirilmiştir. Daha sonra genişleyen ve iyice kasılan uterus tarafından sarılan balon karından palpe edilene ve serviksin alt ucundan görünene kadar ılık serum fizyolojik ile şişirilmiştir. Sengstaken-Blakemore özofagus kateterinin pozisyonu uterus boşluğu içine sıkıca yerleşmiş olduğundan emin olmak için nazikçe bir traksiyon uygulanarak kontrol edilmiştir. Eğer serviksten ya da Sengstaken-Blakemore özofagus kateterinin lümeninden hiç kanama gelmiyorsa ya da çok az kanama izlenmekteyse tamponad testinin sonucunun pozitif olduğu düşünülmüştür. Bu durumda muhtemel histerektomiye gidecek bir cerrahi girişim önlenmiş olur. Diğer taraftan serviks ya da tüpün gastrik lümeninden belirgin kanama devam etmekte ise tamponad testinin başarısız olduğu düşünülmüştür ve laparotomi yapılmıştır.

245


Bu çalışmada durdurulamayan kanaması olan 16 kadından 14’ü (% 87) işleme pozitif cevap vermiştir. Cevap alınamayan kadınlardan birisi sezaryen sırasında uterus alt segment insizyonunun servikse doğru gözden kaçan uzaması nedeniyle kanamaya devam etmiştir. Diğer kadında ise balon yetersiz şekilde şişirilmiştir. Rüsch ürolojik balonu da tamponad testi için başarı ile kullanılmıştır3. Bölüm 29 Rüsch üroloji balonunun tamponad testi için kullanılmasındaki etkinliğinin belirlenmesi için hala devam etmekte olan bir çalışmayı daha detaylı olarak anlatmaktadır. SENGSTAKEN-BLAKEMORE TÜPÜ Sengstaken-Blakemore özofagus kateteri orijinal olarak özofagus varis kanamalarının tedavisi ve kontrast medyanın verilmesi amacıyla tasarlanmıştır. Mide ve özofagus kısımları olan üç yollu bir kateterdir (Şekil 1). 500 ml’yi aşan hacimlere dek şişirilebilir. Aşırı doğum sonu kanamayı durdurmada başarıyla kullanıldığı konusunda birçok rapor mevcuttur2, 7, 8–11. Tüpün yerleştirilmesinden önce perforasyon riskini en aza indirmek için mide balonundan sonraki distal kısmı kesilir. Esas avantajı kullanım basitliğidir. Bu nedenle yeni asistanlar kolaylıkla öğrenebilirler ve yardım beklerken bu testi kullanabilirler.

Esas dezavantajı ise doğum sonu kanamalar için tasarlanmış olmaması ve uterus boşluğunun şekline kolayca adapte olamamasıdır. Ayrıca lateks içerir ve kaynakları kıt yerlerde ekonomik olmayabilir. RÜSCH HİDROSTATİK ÜROLOJİK BALONU Doğum sonu kanamalarda da kullanılabilen iki yollu (simplastik 20 ch, 6,7 mm, 30 ml) bir Foley kateteridir. Kapasitesi 500 ml’den fazladır (Şekil 2)3. Yerleştirme tekniği Sengstaken-Blakemore özofagus kateteri için daha önce verilen tarife benzerdir. Balonu drenaj kısmından ılık izotonik ile şişirmek için 60 ml’lik bir mesane şırıngası kullanılabilir. Basit bir tekniktir ve bu sayede özellikle de plasentanın elle ayrılmasından sonra alıştırma yapılırsa yeni asistanlar kolayca öğrenip kullanımına alışabilirler.,

Şekil 2: Rüsch hidrostatik balon kateteri BAKRİ BALONU SOS Bakri tamponad balon kateteri (Cook OB/ GYN) % 100 silikondan üretilmiş (latekssiz) ve amaca yöneliktir. Koruyucu tedaviler uygulanacağı zaman doğum sonu kanamanın azaltılması veya durdurulması amacıyla geçici olarak kullanılan iki yollu bir kateterdir (Şekil 3)4. Şekil 1: Sengstaken-Blakemore tüpü

Yerleştirme

246

tekniği

yine

basittir.

Mümkünse


balonunu da başarıyla kullanılmıştır12, 13. 30 ml balon kapasitesi olan bir Foley kateterin bulunması kolaydır. 24 F bir Foley kateterin ucu uterus boşluğuna yönlendirilip 60–80 ml serum fizyolojikle şişirilir (anekdotal olarak patlamadan önce 150 ml hacme ulaşılabilir). Gerekirse kanama durana kadar ilave Foley kateterler yerleştirilebilir. Çekici, kolay ve ucuz bir yöntem olsa da Foley kateterin uterus içine tamponadı konusunda bazı çekinceler ortaya çıkmıştır. Birincisi hemen doğum sonu dönemdeki uterus boşluğunun kapasitesidir. Özellikle term gebeliklerde bir tek balon ile etkin ve başarılı olabilmek zordur ve bu balonun uterustan aşağı kayma riski de artmıştır14. İkincisi bütün boşluğu dolduramadığı için Foley balonunun üzerinde kalan kısımda belirgin derecede kanama olabilir. Birçok Foley kateterin beraber kullanımı bile bütün bir uterus yüzey üzerinde baskı etkisi oluşturmaya yetmeyebilir. HİDROSTATİK KONDOM (PREZERVATİF) KATETERİ Şekil 3: Bakri balonu. ultrason eşliğinde yapılır ve balonun tümü serviksin iç ağzını da geçtikten sonra şişirilir. Sezaryende uterus insizyonundan yerleştirilip ucu vajinaya yönlendirilir. Bir asistan sönük durumdaki balonun tabanı serviksin internal osuyla temas edene dek balonun şaftını vajinadan çeker. Uterus insizyonu alışılmış şekilde ve dikiş sırasında balonu delmemeye dikkat ederek kapatılır. Sonrasında balonun doğru pozisyonda kalmasını sağlamak ve tamponad etkisini artırmak için iyotlu solüsyonlar veya antibiyotikli bir gaz tampon da ayrıca vajinadan yerleştirilir. Balon daha sonra tamponad etkisi için istenen hacme kadar steril sıvı ile doldurulur. Tamponad etkisini güçlendirmek için balonun şaftına yapılan nazik traksiyon, balon ve doku yüzeyleri arasında uygun teması sağlar. İşlemin başarısı drenaj ucundan gelen kan kaybının azalmasından ve toplama torbasındaki kan miktarından değerlendirilebilir. Bu metodun ana dezavantajı kaynakları sınırlı ülkelerde maliyeti nedeniyle ekonomik olmaması olabilir. FOLEY KATETERİ Uterus içine tampon yapmak için Foley kateterin

Bangladeş’ten yenilikçi bu yaklaşım, tampon olarak ucuna bir kondom bağlanmış steril bir kateteri kullanır14. Steril kateter kondoma sokulur ve kondomun ağız kısmı ipekle bağlanır. Ardından da kateterden izotonik verilir. Orijinal tarifte kondom uterus içerisine yerleştirildikten sonra 250–500 ml normal serum fizyolojikle ihtiyaca göre şişirilir ve kateterin dışta kalan ucu kendi üzerine katlanarak kanama durduktan sonra iplikle bağlanır14. Vajinadan gelen kanama gözlenerek kanama durduktan sonra daha fazla şişirmeye son verilir. Balonu yerinde tutabilmek için vajina gaz ve hijyenik petlerle doldurulur. İşlemin başarısı vajinadan gelen kanın miktarı ölçülür. Orijinal seride 23 hastanın hepsinde kanama 15 dakika içersinde durdurulmuştur14. Örnek sayısı az olsa bile bu teknik özellikle kaynakları kısıtlı fakir ülkelerde çok değerli olabilecek ucuz, basit ve çabuk bir girişimi temsil etmektedir. UTERUSA TAMPON YAPILMASI Uterusun tamponlanması metrelerce gazlı bezin uterus boşluğuna dikkatli ve düzenli olarak, bütün boşluğu kapatacak ve böylece ciddi kanamaları kontrol edecek şekilde yerleştirilmesini gerektirir. Bu teknik 1950’lerin başında kanamayı gizlediği ve enfeksiyona sebep olduğu gerekçeleriyle gözden düşmüştü. 1980 ve 1990’larda bu çekincelerin

247


ispatlanamamış olması nedeniyle yeniden ortaya çıkmıştır15. Bu tekniğin temel dezavantajları şunlardır: 1. Uygun ve sıkı olarak yerleştirmek için deneyim gereklidir. Bu nedenle yeni asistanlar bu görevi ustalıkla yerine getiremeyebilirler. Uterus içindeki ya da vajinadaki el hızlı bir şekilde hissizleştiğinden işlem sırasında sürat de gereklidir. 2. Kan dışarıdan belirgin olana kadar metrelerce gazı ıslatmak zorunda olduğundan devam eden kanamayı fark etmekte gecikebilir. 3. Kan kendini belli etmeden önce bütün tamponu ıslatmak zorunda kalacağından işlemin başarısı anında bilinemez. 4. Özellikle de kan tamponu ıslatıp, tamponad etkisinde bir azalmaya neden olurken, paketleme işleminin ne kadar sıkı olduğunu belirlemek zordur. 5. Potansiyel travma ve enfeksiyon ihtimali taşır. 6. Paketin çıkartılması sıklıkla uterus içindeki malzemenin dilate edilerek çıkartılmasını gerektiren bir cerrahi işlemdir. Bu nedenle ideal bir seçenek değildir. Ancak uterusun paketlenmesi özellikle de balon kateterlerin yokluğunda bir seçenek olabilir. Enfeksiyon riski proflaktik antibiyotikler sayesinde azaltılabilir. BAŞARILI UTERİN TAMPONADDAN SONRA BAKIM Bütün hastalar yaşamsal bulguları, aldığı/çıkardığı sıvı dengesi, fundus yükseklikleri ve vajinadan kan kaybı açısından çok yakın takip altında tutulmalıdırlar. Devam eden oksitosin infüzyonu uterusu sonraki 12– 24 saat boyunca kasılı durumda tutmak için gerekli olabilir. Geniş spektrumlu antibiyotikler proflaktik verilmelidir. Tamponad balonlarını veya uterus paketlerini yerinde bırakmanın ortalama süresi 8–48 saat arasındadır2,7,9–12. Balonun aşamalı olarak söndürülmesi potansiyel daha fazla kanama riskini azaltmak açısından tavsiye edilir. Özetle tamponad, durdurulamayan doğum sonu kanamaları olan kadınlarda, özellikle de başka seçeneklerin olmadığı zamanlarda, basit, ucuz, kullanımı kolay ve etkili bir yöntemdir. Kaynaklar

1. Collins English Dictionary, 5th edn. London: Collins, 2000:1563 2. Katesmark M, Brown R, Raju KS. Successful use of a Sengstaken–Blakemore tube to control massive postpartum haemorrhage. Br J Obstet Gynaecol 1994;101:259–60 3. Johanson R, Kumar M, Obrai M, Young P. Management of massive postpartum haemorrhage: use of a hydrostatic balloon catheter to avoid laparotomy. Br J Obstet Gynaecol 2001; 108:420–2 4. Bakri YN, Amri A, Abdul Jabbar F. Tamponade-balloon for obstetrical bleeding. Int J Gynaecol Obstet 2001;74:139–42 5. Ferrazzani S, Guariglia L, Caruso A. Therapy and prevention of obstetric haemorrhage by tamponade using a balloon catheter. Minerva Ginecol 2004;56:481–4 6. Danso D, Reginald P. Combined B-Lynch suture with intrauterine balloon catheter triumphs over massive postpartum haemorrhage. Br J Obstet Gynaecol 2002;109:963 7. Condous GS, Arulkumaran S, Symonds I, Chapman R, Sinha A, Razvi K. The ‘Tamponade test’ in the management of massive postpartum hemorrhage. Obstet Gynecol 2003; 101:767–72 8. Condie RG, Buxton EJ, Paynes ES. Successful use of Sengstaken–Blakemore tube to control massive postpartum haemorrhage. Br J Obstet Gynaecol 1994;101:1023–4 9. Chan C, Razvi K, Tham KF, Arulkumaran S. The use of a Sengstaken–Blakemore tube to control postpartum hemorrhage. Int J Gynaecol Obstet 1997;58:251–2 10. Japaraj RP, Raman S. Sengstaken– Blakemore tube to control massive postpartum haemorrhage. Med J Malaysia 2003;58:604–7 11. Frenzel D, Condous GS, Papageorghiou AT, McWhinney NA. The use of the ‘tamponade test’ to stop massive obstetric haemorrhage in placenta accreta. Br J Obstet Gynaecol 2005;112: 676–7 12. De Loor JA, van Dam PA. Foley catheters for uncontrollable obstetric or gynaecologic hemorrhage. Obstet Gynecol 1996;88:737 13. Marcovici I, Scoccia B. Postpartum hemorrhage and intrauterine balloon tamponade. A report of three cases. J Reprod Med 1999;44:122–6 14. Akhter S, Begum MR, Kabir Z, Rashid M, Laila TR, Zabeen F. Use of a condom to control massive postpartum hemorrhage. Med Gen Med 2003;115:38 15. Maier RC. Control of postpartum hemorrhage with uterine packing. Am J Obstet Gynecol 1993; 169:317–21

248


Bölüm 29 TANI TESTİ OLARAK UTERUS İÇERİSİNE BALON İLE TAMPON UYGULANMASI S. Ferrazzani, L. Guariglia, C. Dell’Aquila N. Demir

GİRİŞ

tarafından kolaylıkla uygulanabilir.

Son birkaç yılda doğum sonu kanamaların tedavisinde büyük cerrahi girişimlerden kaçınmak için bazı yeni ve basit teknikler geliştirilmiştir1–8. Histerektomiden kaçınmak için uterus arteri bağlanması, over arteri bağlanması, internal iliyak arter bağlanması ve B-Lynch ve destek sütürünü9 de içeren türlü cerrahi seçenekler öne sürülmüş olmasına karşın, hala uygun bir koruyucu teknik eksiktir1 ve önerilen seçeneklerin tümünün yararlarının yanı sıra riskler de vardır10.

UTERUSUN GAZLI BEZLE DOLDURULMASI

Olguların çoğunda bu işlemler histerektomiden kaçınmayı sağlarlar. Fakat gecikme daha kötü bir prognozu da beraberinde getirir. Üstelik bu tekniklerin her biri laparotomi gerektirir ve işlemi deneyimli personel yapmalıdır. Nadiren doğum sonu kanama için yapılan radikal cerrahinin arkasından büyük komplikasyonlar gelebilir. Bunlar doğurganlığın kaybı, ciddi hastalıklar ve hatta anne ölümüdür11. B-Lynch ve arkadaşları12,13 büyük damarlara zarar vermeksizin uterusu sıkıştırmak amacı ile gergi dikişleri kullanmışlardır. B-Lynch işleminin yararı, sıklıkla güç bir işlem olan özel kan damarlarının tespitinin gerekmemesidir. Sezaryen işlemi esnasında faydalı olmasına karşılık, B-Lynch işlemi laparotomi gerektirir ve bu nedenle vajinal doğumu takiben gelişen doğum sonu kanama olgularında ilk yaklaşım olarak ideal olmayabilir14. Bu bölüm kanamayı kontrol etmek amacı ile son zamanlarda bildirilen koruyucu tedbirlerden biri olan “uterus içine tampon yerleştirilmesi” konusuna odaklanacaktır. Uterus içi tamponadın ana endikasyonunun uterus atonisi olmasına karşın, bu metot aynı zamanda plasenta previa/akreatadan da kaynaklanan doğum sonu kanamalarda da yararlıdır. Teknik deneyimli meslektaşlarından yardım beklerken, eğitim sürecinde olan doktorlar

Doğum sonu kanamayı uterusu paketleyerek kontrol etme yeni bir işlem değildir15. Yıllardır şiddetli doğum sonu kanamaların klinik tedavisinde ve histerektomiden önceki son çare olarak kullanılmıştır16. Bu uygulama daha iyi uterotonik ilaçların kullanıma girmesi ile çekiciliğini kaybetmiştir. Fakat yöntemin başarısıyla ile ilgili raporlar yayınlanmaya devam etmektedir17–19. Son zamanlarda bazı yazarlar gizli kanama ve infeksiyon kaygılarına dikkati çekmişlerse de, daha yeni bir teknik bu kaygıların bazılarını yatıştırmıştır21. Uterus ve vajinaya gazlı bez tamponadı bazı durumlarda cerrahi girişim ihtiyacını tümü ile ortadan kaldırabilir. Doğum sonu kanama komplikasyonu olanlarda uterus rüptürü, genital organ yırtılmaları ve plasentanın tam çıkmamış olması olasılıkları dışlandıktan sonra tüm çabalar uterusu iki elle sıkıştırmaya ve uterotonik ilaçlarla kasılmayı başlatmaya yöneliktir. Eğer bu çabalar başarılı olmazsa cerrahi tekniklere başvurulmalıdır. Bu safhada hatırlanması gereken bir seçenek de uterusun gazlı bez ile doldurularak tamponlanmasıdır. Uygulanması kolay ve hızlıdır. Tampon yapıcı etkisi ile kanamayı kontrol etmek amacı ile kullanılabilir ve cerrahi girişim hazırlanıncaya dek hastayı dengede tutabilir. Bölüm 28’de uterusun gazlı bez ile doldurulması tekniği daha ayrıntılı olarak tanımlanmaktadır. BALON TAMPON UYGULANMASI Farklı tip balon kateterler ile cerrahi girişim öncesi tampon uygulanması, cerrahiden önce uygulanabilecek koruyucu bir işlemdir1,3. Bölüm 28’de mevcut çeşitli tip balon kateterler

249


tanımlanmaktadır. Uterusun balon ile tamponlanması, yoğun ve baş edilemeyen kanamalarda genel olarak kabul görmüş bir yöntemdir17,22–29. Literatürde prostaglandin dahil uterotonik ilaçlara cevap vermeyen atonideki uterusa3,17,23,30,31 ya da plasenta akreataya32 bağlı meydana gelen yoğun doğum sonu kanamaları kontrol etmek için Sengstaken-Blakemore özofagus ya da mide kateterin kullanımı tanımlanmıştır. Normal doğumda birçok Foley kateter kullanımı da tanımlanmştır22,25. Hatta gelişmemiş ülkelerde kondomlu lastik kateterler, doğum sonu kanamaları başarılı bir şekilde kontrol etmek amacı ile kullanılmışlardır33. Plasenta previa/ akreata için yapılan sezaryen sonrası kanama olgularında yeni olasılıkların yanı sıra ürolojide kullanılan sıvı dolu kateterler (300–500 ml)26, 28, 29 ya da tampon işlevi için tasarlanan silikon balonlar da27 çok etkili görülmektedir. Teorik etki ilkesi Balon ile tampon yapmanın teorik ilkesi plasentanın yerleşim yerinin kanamalı yüzeyine kanın doğal hemostatik mekanizmalarının etki etmesini beklerken geri dönüşümlü ve sürekli bası uygulamasıdır. Uterus içinde myometrium duvarını germek amacı ile şişirilen balon uterus içinde kan akımını durduracak, sistemik arter basıncının üzerinde bir uterus içi basınç oluşturur. Muhtemelen uterus atonisi olgularında yöntemin etkinliği tamamen farklı mekanizmalar ile savunulabilir. Plasentanın ayrılması ile plasentaya kan getiren ve götüren birçok uterus arteri ve veni aniden zedelenir. Vücudun başka bir bölgesinde cerrahi bağlama olmaksızın hemostaz, damarın içsel kasılmasına ve bölgesel kan pıhtısı oluşumuna bağlıdır. Plasentanın yapışma bölgesinde hemostazı sağlayan en önemli faktörler damarlara baskı yapmak ve lümenlerinin kapanmasını sağlamak için myometriumun kasılması ve kısalmasıdır. Hangi nedenle olursa olsun uterus atonisi bu fizyolojik mekanizmayı önleyebilir ve yoğun kanamaya yol açabilir. Bu durumda ilk tedavi yaklaşımı uterus masajı yaparak mekanik olarak uterusu uyarmak ve ardından uterotonik ilaçları kullanmaktır. Bu durumda balonun tampon etkisi myometrium duvarına karşı bası yapmaktır. Myometriumdaki kasılmaların eş zamanlı ve sürekli uyarılması ile kasılmalar sonucu ulaşılan açık damarlar üzerine tamponad yapıcı

etkisi, bu yöntemin etkinliğini açıklamaktadır. Bununla beraber tamponadın başarılı olabilmesi için uterus boş olmalıdır. Plasenta akreata varlığında balon büyük bir dikkatle kullanılmalıdır. Bu hastalarda başarısızlık ya da kanamayı kontrol altına almada gecikme olması durumu çok kötü sonuçlanabilir. Literatürde 30–500 ml arasında değişen hacimler ile doldurulan farklı tip balon kateterlerin kullanıldığı küçük seriler bildirilmiştir. Seror ve arkadaşları doğumdan sonra uterus içinin yaklaşık hacmine karşılık geldiği için, 250 ml şişirme hacmini seçmişlerdir31. TEST OLARAK BALON İLE TAMPON YAPILMASI Halen cerrahi girişim gerektirecek kadar durdurulamayacak kanaması olan hastaları belirlemeye yönelik tanısal bir test yoktur. Condous ve arkadaşlarrı3 tampon oluşturmak ve cerrahi girişim gerektirecek ya da gerektirmeyecek hastaları belirlemek üzere test olarak şişirilmiş SengstakenBlakemore balon kateterinin kullanılmasını önermişlerdir (“Tampon Testi”). Sonuçlar olumlu olduğunda tampon testi sadece kan kaybını durdurmak ve uterusu korumakla kalmaz ayrıca herhangi bir tüketim koagülopatisini düzeltme ve geri döndürme şansı verir. İnatçı doğum sonu kanaması olan hastaların % 87’den fazlası (14/16) tampon testine cevap vermiştir3. Çok yakın geçmişte Seror ve arkadaşları 17 olgudan oluşan bir seride tampon tedavisinin hastaların % 88’inde cerrahi tedaviyi önlediğini bildirmişlerdir31. Bu klinik deneyimlere göre balon kateterin erken olarak kullanımı toplam kan kaybını azaltabilir ve muhtemelen yüksek oranda sıvı ile dolma kapasitesi olan herhangi bir tip şişirilebilir balon aynı amaç ile kullanılabilir. İtalya Roma Katolik Üniversitesi’ndeki Deneyim Halen İtalya Roma Katolik Üniversitesi kadın hastalıkları ve doğum bölümünde Ocak 2002’de başlayan ve enstitü değerlendirme kurulu tarafından onaylanan bir çalışma yürütülmektedir.

250


Her normal doğumdan sonra, doğumun üçüncü evresinde kas içine oksitosin/ergometrin ve sezaryende plasenta çıktıktan sonra ya da çıkımı sırasında myometrium ve ven içine oksitosin yapıldı. Bu çalışmada dikkate alınan 13 doğum sonu kanama olgusunda hastalar uygun oksitosik ajanlar ve prostaglandin analogları ile (ven içine oksitosin infüzyonu (40–100 U), myometrium içine oksitosin enjeksiyonu (20 U), kas içine ergometrin (0,25–0,5 mg) ve/veya ven içine sulproston infüzyonu (500 mg)) tedavi edilmişlerdir. Normal doğum yapan 3 hastada plasenta parçası kalıp kalmadığını ve yırtıklar olup olmadığını anlamak için rejiyonel ya da genel anestezi altında muayene yapıldı. Gerektiğinde kalan parça ya da plasenta alındı ve yırtıklara dikiş atıldı. Kanamanın ilk ya da artırıcı sebebi olabilecek pıhtılaşma bozukluğunu dışlayabilmek için eşzamanlı pıhtılaşma çalışmaları yapıldı. Şekil 1: Rüsch hidrostatik balon kateteri Hastalar ve yöntem Ocak 2002 ve Ağustos 2005 tarihleri arasında doğum bölümümüzde 10.773 hasta doğum yapmıştır. Bu süre içerisinde 124 (% 1,15) doğum sonu kanama olgusu olmuştur. Bu olgulardan 13’ü kritik olarak değerlendirilmiş uterus içine tampon tedavisine alınmışlardır. Bir olguda uterus atonisi, 12 olguda plasenta previa/akreata doğum sonu kanamaya yol açmıştır. Hastaların ikisinde plasenta previa/akreataya atoni de eşlik etmiştir. Hastaların ortalama yaşı 35’tir (26–39). Doğum sırasındaki ortalama gebelik haftası son adet döneminin ilk gününden itibaren 36 haftaydı (26 Hafta 5 gün’den 40 hafta 1 güne kadar). Dokuz olgu (% 69,2) multipardı. Ortalama parite 2,1’dir. Doğum eylemi 3 olguda kendiliğinden başladı. İki olguda ise vajinaya dinoproston jel uygulanmasıyla ve oksitosin infüzyonu ile uyarılmıştır. Doğum eyleminin ortalama süresi 6 saat 42 dakikaydı (5–9 saat). Hastaların 3’ü normal, 10’u sezaryen ile doğum yapmıştır (7 tanesi planlı sezaryendi).

Çalışma için düşünülen ve bu önlemlere cevap vermediği gösterilen hastalara serviksten girilerek uterus içine boyutu Ch.16, 5,3 mm olan (Rüsch UK High Wycombe, England) steril hidrostatik (mesane genişletme) balon kateteri yerleştirildi (Resim 1). Bu işlem çok az analjezi ya da rejiyonel anestezi kullanılarak gerçekleştirildi. Serviksin ön ve yan duvarları tampon tutucu forsepsler (Winter klempleri) ile tutularak ve başka bir tampon tutucu forseps ile balon uterus boşluğuna itilerek kolaylaştırıldı. Balon kateter kasılmış olan uterus karın ön duvarından palpe edilinceye dek 120–300 ml ılık izotonik ile dolduruldu. Bu aşamada hafifçe çekilerek dolmuş olan balonun uterus boşluğu içerisinde sıkıca sabitlendiği doğrulandı. Serviksten kanama gözlenmezse ya da çok az kanama olursa laparotomiden kaçınıldı. Balonun açık olan serviksten kendiliğinden dışarı çıkışını engellemek için vajina gazlı bez ile dolduruldu. Eğer serviksten kayda değer kanama devam ediyorsa, “tampon test” başarısız kabul edildi ve laparotomi uygulandı. Acil ya da planlı sezaryen ile doğum yapan tüm hastalarda ameliyat öncesi plasentanın anormal yerleşmesi ya da sorun oluşturacak kadar ciddi implantasyon kusuru kuşkusu varsa ultrasonografi yapıldı. Plasenta uterus duvarına anormal

251


Şekil 2: Uterus boşluğuna hidrostatik balon kateterinin batından yerleştirilmesi olarak tutundu ise sabit bir kuvvetle kordondan çekilerek ya da elle çıkarılarak doğurtuldu. Eğer lokal, myometrium ve ven içine oksitosin ya da prostaglandin analoğu verilmesinden sonra şiddetli kanama devam edecek olursa daha önce tanımlanan hidrostatik balon kateter uterus kesisinden, tampon tutucu bir forseps aracılığıyla serviks kanalına yerleştirildi. Balon uterus boşluğu içerinde bırakıldı (Resim 2). Ardından 60 ml’lik mesane enjektörü kullanılarak balon 180–300 ml ılık izotonik ile dolduruldu. Kateter ucu vajina dışarısına doğru çekilerek basınç sağlandı. Uterusun kapatılmasından sonra basıncı korumak için 24 saat boyunca yavaş olarak (20–40 U) oksitosin infüzyonu verildi. Uterus kesisi balonun dikiş hattı içerisine girmemesine özen gösterilerek tek tabaka olarak kapatıldı. Sezaryen işlemi klasik teknik izlenerek bitirildi. Karın duvarı sadece kanamanın yeterince kontrol altına alınması durumunda kapatıldı. Balon kateter tedavisine cevap veren hastalar devam eden tedavileri için doğumhanede ya da doğum ünitesinde tutuldular. Tüm olgulara en az ilk 24 saat süresince parenteral geniş spektrumlu antibiyotikler uygulandı. Balon kateter ertesi güne kadar yerinde bırakıldı. Bu zaman süreci içerisinde kan transfüzyonu yapılıp, pıhtılaşma bozukluğu düzeltildi. Yukarıdaki parametreler kabul edilebilir

sınırlar içerisinde olduğunda balon kateter yavaşça söndürülerek ve çekildi ve hasta olası bir aktif kanama için gözlendi. Sonuçlar Tampon testi 13 olgunun 12’sinde pozitifti ve hidrostatik kateter kanamayı hemen durdurdu. Bir olguda tampon testi 3 saat sonra başarısızdı ve kanama tekrarladı. Bizim 13 olguluk serimizde doğum sonu kanamanın sebebi sadece plasenta yerinden kanama (on olgu), plasenta yerleşim yerinden kanama ile birlikte uterus atonisi (iki olgu), servikste yırtık ile birlikte uterus atonisi ve preeklampsi ile birlikte yaygın damar içi pıhtılaşma bozukluğuydu (1 olgu). Tablo 1 ve 2’de 13 olgunun ayrıntıları verilmektedir. Benirschke ve Kaufmann’a34 göre, akreata tanısı plasenta uterus ile birlikte alınmadan konulamayacağı için bu gibi durumlarda plasenta akreata tanısı klinik kıstaslara dayandırıldı. Bunlar alttaki myometriuma sıkı yapışma nedeniyle kordonun kontrollü çekilmesine rağmen plasentanın alınamaması ve plasenta ile uterus arasında ayrılma planını elde etmede başarısızlıktır. Normal doğum yapan üç hastadan ikisi daha ayrıntılı tanımlamayı hak etmektedir. Bir olguda

252


Tablo 1: Balon tamponad uygulanan doğum sonu kanamalı hastaların klinik ayrıntıları. Gebelik Doğum Gebelik Doğum Olgu Yaş (Yıl) Doğum Şekli Sayısı Sayısı (hafta) süresi (saat) 1

36

2

1

35

-

Planlı CS

2 3 4 5 6 7 8 9 10* 11 12 13

29 38 30 36 34 34 36 39 35 39 33 26

5 4 1 1 3 2 2 5 2 3 6 4

1 2 0 0 0 1 1 1 0 2 1 1

35 37 37 40 34 37 36 30 26 40 38 35

6 9 5 -

Planlı CS Planlı CS Planlı CS Spontan Doğum Acil CS Planlı CS Planlı CS Acil CS Acil CS İndüklenmiş/oksitosin İndüklenmiş/oksitosin Planlı C/S

CS: Sezaryen ile doğum, *: başarısız tampon testi (olgu 5) doğum öncesi ultrason tanısı plasenta previa marjinalisti. Bu kadın normal doğum yaptı ve plasentanın doğumundan hemen sonra yoğun kanama başladı. Uterus boşluğu kontrol edildi ve plasenta doğru bir şekilde alındı. Plasentanın 3 cm’lik parçası eksikti. Fakat uterus boşluğunun çok gayretli bir şekilde muayenesine karşın bu parçanın alınması başarılamadı. Vajina yolu ile kateter balon yerleştirildi ve hemen sonra şiddetli kanama durdu. Hastaya 2 ünite kan verildi ve 24 saat sonra balon alındı. Hasta 7 gün sonra hastaneden taburcu edildi ve daha sonraki takipleri 11. günde plasenta parçasının atılmasına bağlı kanama nedeni ile hastaneye tekrar başvurmasına dek sorunsuzdu. Kürtaj olgunun sorununu çözdü, başka bir girişim ya da kan verilmesi gerekmedi. Diğer olgu (olgu 12) doğum öncesi plasentanın anormal yapışması kuşkusuna rağmen normal doğum yapmıştı. Plasentanın doğumundan sonra 3 cm’lik plasenta parçasının eksik olduğu gözlendi. Uterus boşluğunun muayenesi başarısızdı. Fakat daha fazla kanama olmadığından hasta hiçbir girişim yapılmaksızın gözlem altında tutuldu. Sonraki 24 saat boyunca vajinadan subakut kanama ile birlikte hematokrit düzeyinde sürekli düşme oldu. Uterusun daha ileri değerlendirilmesi planlandı ve kalan plasenta parçasının alınması şiddetli kanamaya yol açtı. Bu kanama da vajinadan uterusa balon kateter uygulanarak kısa sürede durduruldu. Sezaryen ile sonuçlanan 10 olgu arasında bir olguda (olgu13), total plasenta previa için planlanan sezaryenden önce ultrason muayenesinde plasentanın

aşırı yapışmış olduğuna dair kuşku belirdi. Bebeğin doğumundan hemen sonra, plasenta hala yerindeyken şiddetli kanamayı önlemek için ileri derecede kıvrık iğneli, eriyebilen, iki monoflaman dikişle uterus arterine O’Leary sütürü35 atılarak organın kan akımı azaltıldı. Daha sonra tubaların uterusa tutunma yerinin hemen altından ligamentum rotundum ve ovari propriumu da içine alacak şekilde eriyebilir dikişle, monoflaman malzeme kullanılarak uterus ve over arasındaki damarla iki taraflı olarak bağlandı. Plasentanın serviksin dış ağzına erişecek şekilde uzanmış olduğu izlendi. Alttaki myometriuma şiddetli yapışma nedeni ile sıkı bir şekilde kontrollü kordon traksiyonuna rağmen plasentanın alınamaması, plasenta ve uterus arasında ayrılma hattının bulunamaması plasenta akreatanın klinik olarak doğrulanması anlamına geliyordu34. Bu nedenle plasenta dokusu el ile parçalar halinde alındı ve plasenta yerleşim yeri gözlendi. Adezyon myometriuma sınırlı olduğundan hiç myometriumda eksiklik oluşmadı. Plasenta yerleşim yerinden gelen, farmakolojik uterotonik tedaviye cevap vermeyen, orta derecede ve sürekli olan kanamayı kontrol etmek için uterus kesisinden hidrostatik balon kateter yerleştirildi. Hastaya kan transfüzyonu yapmak gerekmedi ve Doppler ultrasonografi ile yapılan 6 aylık izlemlerde uterusun yeniden dolaşımının başladığı gösterildi. Balon kateterle koruyucu tedavi uygulanması iki olguda başarısızdı ve bu olgulara histerektomi uygulandı (olgu 9 ve 10). Olgu 9’da sezaryen tamamlandıktan sonra devam eden kanama nedeni ile balon kateter yerleştirildi. Tampon

253


Tablo 2: Kanama sebepleri ve tampon tedavisinden önce uygulanan tıbbi tedaviler. Olgu 1 2 3 4 5 6 7 8 9

10*

11

Kanama Sebebi Plasenta previa totalis Plasenta previa totalis Plasenta previa totalis Plasenta previa totalis Marjinal plasenta previa, fokal akreata Plasenta previa totalis Plasenta previa totalis Fokal plasenta akreata Fokal plasenta akreata, atoni Plasenta previa marjinalis, fokal akreata, atoni Atoni, servikoistmik yırtık ve preeklampside DİK

Tahmini Kan Kaybı (ml)

Doğum sırasında KKH ve TDP

Doğum sonu KKH

1.000

0

0

3.000

KKH 2 U

0

1.000

0

0

1.200

KKH 1 U

2U

1.200

0

2U

1.500

0

0

1.500

0

0

1.000

0

0

3.300

KKH 6 U TDP 6 U

0

5.000

KKH 9 U

0

1.100

0

2U

12

Fokal plasenta akreata

1.500

KKH 2 U

2U

13

Plasenta previa totalis/akreata

1.100

0

0

Tıbbi Tedavi Myometriuma oksitosin, oksitosin infüzyonu Myometriuma oksitosin, oksitosin infüzyonu Myometriuma oksitosin, oksitosin infüzyonu Myometriuma oksitosin, oksitosin infüzyonu Oksitosin infüzyonu, İM ergometrine Myometriuma oksitosin, oksitosin infüzyonu Myometriuma oksitosin, oksitosin infüzyonu Myometriuma oksitosin, oksitosin infüzyonu Myometriuma oksitosin, oksitosin infüzyonu, sulproston infüzyonu Myometriuma oksitosin, oksitosin infüzyonu, sulproston infüzyonu İM oksitosin, oksitosin infüzyonu Oksitosin ve sulproston infüzyonu, IM ergometrin Myometriuma oksitosin, oksitosin infüzyonu

Doğum Sonu Hastanede Kalış (gün) 5 11 4 6 8 5 5 4 5

6

7

5 5

KKH: eritrosit süspansiyonu, TDP: taze donmuş plazma, DİK: yaygın damar içi pıhtılaşma bozukluğu, İM: kas içine, *: başarısız tampon testi testi başarılıydı ve hasta 3 saat boyunca izlendi. Buna karşılık hastada oksitosiklere ve sulproston infüzyonuna cevap vermeyen ikincil uterus atonisine bağlı kanama oluştu. Balonun daha fazla şişirilmesi de başarılı olmadı ve balonun alınmasından hemen sonra serviksten fazla miktarda kanama gelince acil histerektomi yapıldı. Olgu 10’da tampon test başarısızdı ve histerektomiden önce başka bir cerrahi girişim denenmedi. Tampon testinin başarısız olmasının nedeni farmakolojik tedaviye

yanıt vermeyen uterus atonisiydi. Onüç olgunun tahmin edilen toplam kan kaybı 23,4 litreydi. Tahmin edilen en düşük ve en yüksek kan kaybı 1 ve 5 litreydi. Toplam olarak 28 ünite kan ve 6 ünite taze donmuş plazma verildi. Tartışma Doğum sonu kanamalarının tedavisinde koruyucu bir işlem olarak Rüsch ürolojik hidrostatik balonunun etkinliği Johanson36 tarafından tanımlanan iki olguda

254


ve yakında bildirilen dört olguda gösterilmiştir28,29. Buna karşılık şiddetli doğum sonu kanamalarda yöntemin etkinliğinin daha geniş serilerde değerlendirilmesine gereksinim vardır. Hazırlık niteliğindeki bu çalışmada yoğun doğum sonu kanaması olan hastalarda Rüsch ürolojik hidrostatik balonunun yerleştirilmesi çok başarılıydı ve ciddi bir komplikasyona yol açmadı. Sadece iki olguda işlem başarısızdı. Uterusun geleneksel gazlı bez ile tamponlanmasının aksine balon kateterle yapılan bu tedavi doğum sonu kanamanın kontrolünün etkinliği hakkında hemen bilgilenmemizi sağlar ve bunun sonucunda başarısız olgularda uygulanacak cerrahi tedavi çabuklaştırılmış olur. Balona rağmen kanama devam ederse Rüsch ürolojik hidrostatik balonu Sengstaken-Blakemore kateterinden daha az bilgi sağlar; çünkü bu yolla uterus fundusundan gelen kan değil, sadece serviksten gelen kanama hakkında bilgi edinilebilir. Buna karşılık Rüsch ürolojik hidrostatik kateteri diğerinden daha basit ve daha ucuzdur. Aynı zamanda tersine dönmüş armut şekli ile uterus boşluğuna daha iyi uyar ve muhtemelen kendiliğinden çıkma riski daha azdır. Başarılı bir tampon için uterus tamamen boş olmalıdır. Eğer uterus tamamen boş ise ve uterus kasılmaları da yeterli farmakolojik yardımla sürdürülebilirse, muhtemelen uterusun fundus boşluğundan olan kanamayı izlemeye de gerek kalmaz. Bu son görüşü desteklemek için daha geniş olgu serileri gerekecektir. Rüsch ürolojik hidrostatik balon kateterinin yerleştirilmesi birkaç dakika alır, travmaya yol açmaz ve çok az anesteziyle ya da anestezi olmaksızın yerleştirilmesi mümkündür. Ayrıca çıkarılması ağrısız ve basittir. Balonun çıkarılmasından sonra hastanın kanayacağı genel bir kaygı ise de bu seride Rüsch ürolojik hidrostatik balonunun planlı olarak alınmasından sonra hiçbir olguda tekrar kanamaya rastlanmadı. Kanamanın tekrarlaması durumunda hemodinamik olarak şimdi daha kararlı olan hastaya uygun koşullarda uterus arteri embolizasyonu planlanırken balonun tekrar yerleştirilmesi de mümkündür36–39. Başarısız iki olgu vardı. Başarısızlığın sebebi uterus atonisiydi ve her iki olguya da daha sonra histerektomi uygulandı. Bu olgularda Danso ve Reginald40 tarafından önceden tanımlanan kombine koruyucu yaklaşım, yani uterus kasılmalarını

mekanik olarak destekleyecek B-Lynch destek sütürü konulması ile birlikte uterusa balon kateter konulması muhtemelen problemi çözebilirdi. Uterotonik ajanlara cevap vermeyen, kontrol edilemeyen doğum sonu kanamaların tedavisindeki güçlüklerden biri laparotomi, sezaryen yapılan olgularda da histerektomi yapma kararıdır. Gecikme sonu kötü biten olaylara yol açabilir. Bu serideki ortalama kan kaybı son zamanlarda bildirilen diğer serilerden önemli ölçüde daha azdı3,31. İkisi dışında tüm olgularda doğum sonu kanama riski önceden bilindi. Doğum sonu kanamanın tedavisinin balon kateter uygulanan olgularda olduğu gibi koruyucu, kolay ve etkili olacağı konusunda inanç olursa gecikme için bir sebep yoktur. Sonuç olarak güvenilir, ucuz ve kolay olan balon kateter uygulaması hayatı tehdit eden doğum sonu kanamalarda uygulanabilir ve doğurganlık kapasitesi korunmak istenen hastalarda radikal cerrahiden kaçınmayı sağlar. Kaynaklar 1. Tamizian O, Arulkumaran S. The surgical management of postpartum haemorrhage. Curr Opin Obstet Gynecol 2001;13:127–31 2. Papp Z. Massive obstetric hemorrhage. J Perinat Med 2003;31:408–14 3. Condous GS, Arulkumaran S, Symonds I, Chapman R, Sinha A, Razvi K. The ‘tamponade test’ in the management of massive postpartum hemorrhage. Obstet Gynecol 2003;101:767–72 4. El-Refaey H, Rodeck C. Post-partum haemorrhage: definitions, medical and surgical management. A time for change. Br Med Bull 2003;67: 205–17 5. Pahlavan P, Nezhat C, Nezhat C. Hemorrhage in obstetrics and gynecology. Curr Opin Obstet Gynecol 2001;13:419–29 6. Gielchiensky Y, Rojansky N, Fasoulitios SJ, Ezra Y. Placenta accrete – summary of 10 years: a survey of 310 cases. Placenta 2002;23:210–14 7. Shevell T, Malone FD. Management of obstetric hemorrhage. Semin Perinatol 2003;27:86– 104 8. Mousa HA, Walkinshaw S. Major postpartum haemorrhage. Curr Opin Obstet Gynecol 2001;13: 595–603 9. Tamizian O, Arulkumaran S. The surgical

255


management of post-partum haemorrhage. Best Pract Res Clin Obstet Gynecol 2002;16:81–98 10. Drife J. Management of primary postpartum haemorrhage. Br J Obstet Gynaecol 1997;104: 275–7 11. El-Hamamy E, B-Lynch C. A worldwide review of the uses of the uterine compression suture techniques as alternative to hysterectomy in the management of severe post-partum haemorrhage. J Obstet Gynecol 2005;25:143–9 12. Vangsgaard K. ‘B-Lynch-suture’ in uterine atony. Ugeshr Laeger 2000;162:3468 13. B-Lynch C, Coker A, Lawal AH, Abu J, Cowen MJ. The B-Lynch surgical technique for the control of massive postpartum haemorrhage: an alternative to hysterectomy? Five cases reported. Br J Obstet Gynaecol 1997;104:372–5 14. Allam MS, B-Lynch C. The B-Lynch and other uterine compression suture techniques. Int J Gynaecol Obstet 2005;89:236–41 15. Drucker M, Wallach RC. Uterine packing: a re-appraisal. Mt Sinai J Med 1979;46:191–4 16. American College of Obstetrician and Gynecologists. Diagnosis and management of postpartum hemorrhage. ACOG technical bulletin no. 143 Washington, DC: American College of Obstetricians and Gynecologists, 1990 17. Katesmark M, Brown R, Raju KS. Successful use of a Sengstaken-Blakemore tube to control massive postpartum haemorrhage. Br J Obstet Gynaecol 1994;101:259–60 18. Kauff ND, Chelmow D, Kawada CY. Intractable bleeding managed with Foley catheter tamponade after dilatation and evacuation. Am J Obstet Gynecol 1995;173:957–8 19. Bagga R, Jain V, Kalra J, Chopra S, Gopalan S. Uterovaginal packing with rolled gauze in postpartum hemorrhage. Med Gen Med 2004;13:50 20. Hsu S, Rodgers B, Lele A, Yeh J. Use of packing in obstetric hemorrhage of uterine origin. J Reprod Med 2003;48:69–71 21. Roman AS, Rebarber A. Seven ways to control postpartum hemorrhage. Contemp Obstet Gynecol 2003;48:34–53 22. De Loor JA, van Dam PA. Foley catheters for uncontrollable obstetric or gynecologic hemorrahage. Obstet Gynecol 1996;88:737 23. Chan C, Razvi K, Tham KF, Arulkumaran S. The use of a Sengstaken-Blakemore tube to control post-partum hemorrhage. Int J Gynaecol Obstet 1997;58:251–2

24. Bakri YN. Uterine tamponade-drain for hemorrhage secondary to placenta previa-accreta. Int J Gynaecol Obstet 1992;37:302–3 25. Marcovici I, Scoccia B. Postpartum hemorrhage and intrauterine balloon tamponade: a report of three cases. J Reprod Med 1999;44:122–6 26. Johanson R, Kumar M, Oberai M, Young P. Management of massive postpartum haemorrhage: use of a hydrostatic balloon catheter to avoid laparotomy. Br J Obstet Gynaecol 2001; 108:420–2 27. Bakri YN, Amri A, Abdul Jabbar F. Tamponade-balloon for obstetrical bleeding. Int J Gynaecol Obstet 2001;74:139–42 28. Ferrazzani S, Guariglia L, Caruso A. Therapy and prevention of obstetric hemorrhage by tamponade using a balloon catheter. Minerva Ginecol 2004;56:481–4 29. Ferrazzani S, Guariglia L, Triunfo S, Caforio L, Caruso A. Successful treatment of postCesarean hemorrhage related to placenta praevia using an intrauterine balloon. Two case reports. Fetal Diagn Ther 2006;21:277–80 30. Condie RG, Buxton EJ, Payne ES. Successful use of a Sengstaken-Blakemore tube to control massive postpartum haemorrhage [letter]. Br J Obstet Gynaecol 1994;101:1023–4 31. Seror J, Allouche C, Elhaik S. Use of Sengstaken-Blakemore tube in massive postpartum hemorrhage: a series of 17 cases. Acta Obstet Gynecol Scand 2005:84:660–4 32. Frenzel D, Condous GS, Papageorghiou AT, McWhinney NA. The use of the ‘tamponade test’ to stop massive obstetric haemorrhage in placenta accreta. Br J Obstet Gynaecol 2005;112: 676–7 33. Akhter S, Begum MR, Kabir Z, Rashid M, Laila TR, Zabeen F. Use of a condom to control massive postpartum hemorrhage. Med Gen Med 2003;5:38 34. Benirschke K, Kaufmann P, eds. Pathology of the Human Placenta, 4th edn. New York: Springer, 2000:554 35. O’Leary JA. Uterine artery ligation in the control of postcaesarean haemorrhage. J Reprod Med 1995;40:189–93 36. Mitty H, Sterling K, Alvarez M, Gendler R. Obstetric haemorrhage: prophylactic and emergency arterial catheterization and embolotherapy. Radiology 1993;188:183–7 37. Pelage JP, Le Dref O, Jacob D, Soyer P,

256


Herbreteau D, Rymer R. Selective arterial embolization of the uterine arteries in the management of intractable post-partum hemorrhage. Acta Obstet Gynecol Scand 1999;78:698–703 38. Corr P. Arterial embolization for haemorrhage in the obstetric patient. Best Pract Res Clin Obstet Gynecol 2001;4:557–61 39. Tourn G, Collet F, Seffert P, Veyret C. Place of embolization of the uterine arteries in the management of post-partum haemorrhage: a study of 12 cases. Eur J Obstet Gynecol Reprod Biol 2003;110:29–34 40. Danso D, Reginald P. Combined B-Lynch suture with intrauterine balloon catheter triumphs over massive postpartum haemorrhage. Br J Obstet Gynaecol 2002;109:963

257


Bölüm 30 EMBOLİZASYON K. Choji, T. Shimizu M. T. Canda, N. Demir

Şekil 1: Doğum kanalı ve uterusa giden arterlerin damar şablonları. (a) Dallanmanın en sık görülen şablonu. İnternal iliyak arter (IIA) başlangıçta ikiye ayrılarak gluteus bifurkasyonunda (GB) süperiyör ve inferiyör dallarını (sırasıyla SGT ve IGT) verir. Uterus, vajina ve inferiyör pudendal arterler (sırasıyla UA, VA ve IPA), obturator ve vezikal arterler (sırasıyla OA ve CA) IGT’nin dallarıdır. (b) Daha az görülen durumlar uterus arterinin (UA) gluteus bifurkasyondan çıkması, obturator arterin (OA) doğrudan internal iliyak arterden (IIA) ya da iliyak arter bifurkasyonundan önce çıkması, internal pudendal arterin (IPA), süperiyör gluteus arterinden (SGT) çıkması. Ao, aort; AB, aort bifurkasyonu; IB, iliyak bifurkasyon; CIA, ortak iliyak arter; EIA, eksternal iliyak arter; MRA, orta rektal arter; SGA, süperiyör gluteus arteri; IGA, inferiyör gluteus arteri. GİRİŞ Bu kitapta doğum sonu kanamanın standart tedavi yöntemleri anlatılmaktadır. Bu yöntemler başarısız olduğunda kasıktan A. femoralis’e girerek uterus arterine embolizasyon (bundan sonra embolizasyon olarak tanımlayacağımız) uygulanabilir. Embolizasyonun temel amacı uterus veya doğum

kanalından gelen aktif kanamayı durdurmak ve tekrarlayan kanamayı önlemektir. Eğer bu mümkün olmazsa daha sonraki cerrahi girişime de yardımcı olmak için son çare olarak internal iliak damarlarını geçici olarak tıkamaktır. Embolizasyon başarılı olduğunda hasta ek cerrahi girişime gerek kalmadan hızla iyileşebilir.

258


Embolizasyon sadece hastanın hayatını kurtarmakla kalmaz aynı zamanda uterusu, ek organları ve dolayısıyla doğurganlığı korur. Alınan radyasyonun önemli olmayan etkisi aşağıda anlatılmıştır. Bu işlem aynı zamanda transfüzyonu dinsel ve diğer nedenlerden dolayı kabul etmeyen hastalarda da uygulamaya elverişlidir (Bkz. Bölüm 15). Embolizasyon yapılan hastanelerde tedavi seçenekleri arasında cerrahi girişimden önce gelmektedir. Kanamanın durdurulmasında yüksek başarı oranları mümkündür. Vedantham ve ark.1 1997 yılındaki kapsamlı literatür taramasında normal doğumdan sonraki 49 vakada % 100, sezaryen sonrasındaki 18 vakanı da % 89’unda doğum sonrası kanamanın durdurulduğu rapor edilmiştir. Diğer güncel raporlarda belirtilen oranlar % 752, % 833 ve % 1004’dür. GÖRÜNTÜLEMEDEKİ DAMAR ANATOMİSİ İnternal iliak arter, ana iliak arterin pelvise inen ilk büyük koludur (Bkz. Bölüm 32). Aort ve internal iliak bifurkasyonları arasındaki mesafede sadece ufak bir değişkenlik söz konusudur ve bu da internal iliak arterinin belirlenmesini kolaylaştırmaktadır. Bunun tersi olarak internal iliak arterin dallarının dağılımında sayısız farklılık olabilmektedir5,6. İnternal iliak arterin ilk dallanması iki gövde oluşturmakta ve bunlar ön ve arka kollar olarak tanımlanmaktadır. Arkadaki kol A. glutealis superior’u beslerken öndeki pelvisin geriye kalan kısmını beslemektedir. Bu ön gövdenin kolları A. uterina, A. vaginalis, A. vesicalis superior, A. rectalis media, A. obturatoria, A. pudenta interna ve A. glutealis inferior’dur (Şekil 1a). Hastaların % 30’unda bu damarlar ön ve arka kollardaki ayrım düzeyinde daha fazla proksimal çeşitlilik gösterir (Şekil 1b). Bu özellikle obturator ve uterus damarları için doğrudur. Ek olarak internal pudendal arterden süperiyör gluteus damarını besleyen arka koldan çıkabilir. Anatomik çeşitlilik nedeniyle karışıklığı önlemek amacıyla ön ve arka kolları sırası ile inferiyör ve süperiyör gluteus arteri olarak isimlendirmek istiyoruz. Bu terminoloji anjiyografi yaparken daha anlamlı hale gelmektedir. Anjiyografik görüntülerde inferiyör gluteus arteri yanlamasına aşağıya doğru seyir göstermektedir ve kemik pelvisten aşağı iner. Bu damarın önemi

siyatik siniri besleyen siyatik damar dalına vermesidir. Bu nedenle süperiyör gluteus arterin yanlış embolizasyonu siyatik sinirinin uzun süreli veya geçici hasarına yol açabilir. Uterus arterinin organ içindeki kısmı ayırt edici bir görünüşe sahiptir. Her ne kadar başlangıcı tipik değilse de frontal görüntülemede diğer dallarıyla üst üste binen bir resim oluşturur. Bu yüzden uterus arterinin dallanma noktasının belirlenmesi için inferiyör gluteus arterinin ana kolunun oblik görüntüleri sıklıkla istenmektedir. A. vesicalis superior süperselektif kateterizasyon, mesane duvarındaki arterin distal ağını ya da karşı taraftaki mesane damarı gösteren kontrast enjeksiyon ile belirlenebilir. İnferiyör gluteus damarı gövdesinin genellikle bir kolu olan internal pudendal arterin tespit edilmesi daha zordur ve çoğu kez tahmin gerektirir. Diğer zorluklar bu arterlerin dağılımını ve görünümünü değiştiren hematomun varlığından dolayı ortaya çıkabilir. Orta ve inferiyör rektal arterler sırası ile inferiyör gluteus ve internal pudendal arterlerden dallanırlar. Bunlar rektumun orta ve alt kısımlarını, anüsü ve perianal deriyi beslemektedir. Teorik olarak orta rektal veya inferiyör rektal arterin embolizasyonu bu alanların nekrozu ile sonuçlanabilir. Fakat şaşırtıcı olarak şimdiye kadar böyle önemli komplikasyonlar rapor edilmemiştir. Vajina arteri serviks düzeyindeki uterus arterinden veya inferiyör gluteus damarından doğar. Vajina aynı zamanda internal pudendal arterin kollarından beslenmektedir. TEKNİK YÖNLERİ Hazırlık Eğer mutlak bir aciliyet yoksa trombosit sayımını içeren pıhtılaşma paneli, APTT ve PZ (INR) elde edilmesi yararlıdır (Bkz. Bölüm 25). Kötü pıhtılaşma arteriyografi ve embolizasyona önemli derecede engel değildir7. Ancak düzeltilmesi işlem sonrası hemostaz sağlanması ve buna bağlı komplikasyonların önlenmesinde yardımcıdır. Gizli pıhtılaşma bozukluğu ortaya çıkabilir8. Embolizasyon girişimsel bir işlem olduğundan olası komplikasyonların ve gelecekte oluşabilecek fertilite ve radyasyonun etkilerinin anlatılarak hasta onayı alınması önemlidir. Hastanın sedasyonda

259


(c)

(a)

(b)

Şekil 2a-g olgu çalışması: 23 yaşındaki bayana çift uterus ve vajinası olduğu tanısı konmuş ve birkaç yıl önce sağ uterusu alınmıştır. Miadında normal doğumu takiben anemi gelişmiş ve hemoglobini yaklaşık 6,0 g/dl ölçülmüştür. Özellikle sol tarafta pelvis ağrısı rapor edilmiştir. Vajinadan kanama orta derecededir (a ve b). Pelvisin T2 ağırlıklı MRG’si koronal (a) ve aksiyel (b) kesitler. Sol pelviste hematom (H) saptanmıştır. Pelvisin sağ tarafı korunmuştur. (R) Rektum ve komşu doku, (B) mesane. Sol taraflı embolizasyonun bu görüntülere bağlı olarak hemostaz sağlaması beklenmektedir. (c) Tam pelvis arteriyografisi. Sağ ortak femoral artere girilmiş ve 5 French gauge çengel şeklinde kateterden kontrast maddenin verildiği, aortanın son kısmına yerleştirilmiştir (Ao). Ortak, internal ve eksternal iliyak arterler (sırasıyla CIA, IIA ve EIA) şeması ve bunların büyük kolları gösterilmektedir. Uterus arterinin (UA) myometrium içindeki dalları hem pelvisin içinde, hem de üzerinde yayılmıştır. Hematom nispeten az damarlanması olan bir alan

(H) olarak gösterilmektedir. (d) Sol taraftaki ön oblik konumdaki sol internal iliyak arteriyografisi (LAO). Uterus ve vajina arterlerinin belirlenmesi (sırasıyla UA ve VA) elde edilmiştir: uterus arterin başlangıcı (UAO) gösterilmektedir. Süperiyör ve inferiyör gluteus arterlerinin ana kollar üst üste binmiştir (*). Bu, Şekil 1b.’de gösterilen vasküler anatomi kategorisine girmektedir. 5 french kobra şeklinde kateter kullanılmıştır. (e) Sol uterus arteriyografisi. 3 french gauge kateteri, 5 french kobra-şekilli kateter aracılığı ile geçirilerek süperselektif kateterizasyon gerçekleştirilmiştir. Myometrium içindeki kollar kıvrımlı özellik göstermektedirler. Her ne kadar hiç damar dışına kaçak gösterilmemiş olsa da, tek taraflı ve kısmi embolizasyonla jelatin tamponun küçük parçacıkları kullanılarak vajinadan kanama artışı ve uterus arteri ile vajinanın üst kısmındaki arterler arasındaki anatomik iletişim durumunda yapılmıştır. (f) Sol vajina arteriyografisi. Damar dışına kaçak (ok başı), 3 french kateterden (oklar) elle enjeksiyon sırasında açıkça ortaya çıkmıştır. Embolizasyon, damar dışına kaçak açıkça algılanabilir olana kadar jelatin tamponun küçük parçacıklarıyla yapılmıştır. (g) Embolizasyon sonrası sol inferiyör gluteus arteri ana kolu. Uterus arteri (UA) ve onun daha küçük myometrium içi kolları opaklaşmıştır. Vajina arteri ve kolları artık hematomu daha fazla opaklaştırmamaktadır. Embolizasyonu takiben vajinadan olan kanama normale dönmüş, hemoglobin ertesi gün 11g/dl ve takip eden gün 12 g/dl’ye yükselmiştir. Hasta embolizasyon sonrası başka herhangi bir müdahalede bulunmadan 2. günde taburcu edilmiş, ayaktan takipte yeterli iyileşme saptanmıştır. 260


(d)

(e)

(f)

(g)

Kesitsel Görüntüleme

ilişkisinin belirlenmesi ile embolizasyon yolu belirlenir (Şekil 2a ve b). MRG az sayıda inceleme ile farklı radyofrekans sinyal etkilerine ihtiyaç duyarak sajital, koronal ve aksiyel kesitleri gösterir. Pelvisin en iyi şekilde incelenmesini sağlayan testtir. T1 ve T2-ağırlıklı 2–3 inceleme yapılması önerilmektedir. Buna örnek hem T1 ağırlıklı koronal ve T2 ağırlıklı sajital kesitlerdir. MRG’nin mümkün olmadığı durumda tomografi veya ultrason da yararlı olabilir.

Hematomun yeri ve boyutlarının ölçülmesi arteriyografi ve embolizasyon öncesinde çok yararlıdır, fakat şart değildir. Hematomun uterus içinde ya da dışında olduğu ve pelvis yapısı ile

Premedikasyon Girişimsel radyoloji uzmanı premedikasyon için ilaçların tür ve miktarını belirlemeye çalışırlar. Eğer etkileşim gösteren ilaçlar hiç verilmemiş ise yazarlar

olduğu veya onay vermediği durumlarda uygun izin şekli düşünülmelidir. Hastanın uygulama öncesinde kusmaya bağlı olabilecek komplikasyonları önlemek için uygun süre ağızdan beslenmemesi idealdir. Mesane kateterizasyonu şart değildir. Bununla birlikte uygulama sırasında mesanenin kontrast içeren idrar ile dolmasını önlemede yardımcıdır.

261


opioid ve sedatif antihistaminikleri önermektedirler (örn: petidin 50–100 mg, kas içine (eğer 50 mg’dan fazla verilecek ise ikiye bölünmüş dozlarda) ve prometazin hidroklorid 25–50 mg, kas içine). Embolizasyon yeri ve artere enjeksiyon Embolizasyon için en iyi yer damarsal uygulamaların rutin olarak yapıldığı girişim odasıdır. Yine de bazı acil durumlarda girişimsel radyoloji uzmanlarının işlemleri cerrahi salonlarında uygulayabilirler. Embolizasyondaki en iyi yöntem kanamaya yol açan arterin kollarının, her iki kısımdaki uterus arterleri gibi, süperselektif olarak kateterizasyonunun sağlanmasıdır. Bunun mümkün olmadığı durumlarda internal iliak arterlerin balon kateterler kullanarak geçici olarak tıkanması, hastanın durumunu stabilize etme ve sonraki cerrahi girimleri kolaylaştırma da bir seçenektir. Uterus sıkıştırma paketinin çıkarılmasına belki de böyle bir geçici arter tıkacıyla başvurulabilir. Acil durumda geçici tıkama anjiyografi odası dışında (operasyon odasında) yapılabilir. Hasta sonra uygun embolizasyon için anjiyografi odasına alınır. Bazı durumlarda iliyak bifurkasyonların iki taraflı geçici embolizasyonu, anjiyoplasti balon kateterleri yerleştirilerek ve iliyak bifurkasyonu iki taraflı şişirerek uygulanabilir. Buna bağlı olarak bacaklarda akut iskemi gelişebilir. Bacakların sinir ve kas sisteminin zarar görmesi riski, eksternal iliyak arterlerinin kısalmış tıkanma zamanı ile en aza indirilmiştir. Tıkanma süresi 1–2 saate sınırlı olmalıdır. Bu sürenin 6 saati geçmesi geri dönüşümsüz hasar oluşturabilir. Arteriyograma sevk etme ve kateter manevraları Kasıkta enjeksiyon yerinde kanal içine tüpü sokmada kullanılan kılıf artere girişi sabitlemek için kullanılır. Kılıfın standart çapı 5 french gaugedır. 6 french gauge kılıf balon tıkaç oluşturmak için gereklidir. İlk arteriyogram pelvis arterlerinin tüm görüntülerinin elde edildiği, aortun bifurkasyon noktasından kasıklara kadar olan pelvis görüntüsüdür (Şekil 2c). Çeşitli boyutlarda çengel şekilli kateterler gereklidir. Bunlar her iki taraftaki ortak ve internal iliak arterlere ulaşmaya yardımcı olurlar (Şekil 3). Bunu takiben internal iliyak artere kateter yerleştirilmiş ve arteriyogram elde edilmiştir (Şekil 2d). Oblik görüntüler uterus arterinin

kökünün belirlenmesinde ve kateterizasyonunu kolaylaştırmaya yardımcı olabilirler. Eğer çengel kateter uterus arteri ve onun diğer küçük dallarına ulaşmada yetersizse, 4 veya 5 french gauge kobra tipi kateter bir başka seçenektir (Şekil 3). Yumuşak poliüretandan yapılmıştır. 5 french gauge kateterler uterus arteri ya da diğer inferiyör gluteus arterinin dallarına ilerletildiğinde spazma yol açma riski vardır. Damarın her dalı için 0,05–0,20 mg izosorbid dinitrat gibi bir damar genişletici kullanılması bu durumu önleyebilir. Uygun olduğunda 4 french gauge kateterin kullanılması damarda spazm riskini azaltabilir. Açılı uçlu ve hidrofilik kaplamalı kılavuz teller de ileri derecede yardımcı araçlardır. Dar açılı ve kıvrımlı zor dallarda yumuşak telli daha iyi kateterler (3 frenchten küçük çapta) gerekir (Şekil 3). Bunlar standart kateterlerle desteklenirler ve tercihen açılı uçludurlar. Embolizasyon hedefleri Embolizasyonun ilk hedefi kanamanın kaynaklandığı arterdir. Kanamanın kaynağı myometrium, serviks ya da endometriumda olduğundan bu sıklıkla uterus arteridir (Şekil 2e). Eğer kanama uterusun altında doğum kanalındaki doku yırtılmasıyla ilgiliyse kaynak vajina arteri ya da internal pudendal arterin bir kolu olmaktadır. Eğer kanamanın kaynağı uterus arterinin kolları dışında ise uygun seçilmiş kateterizasyonun ve her kolun arteriyogramı damar dışına taşan miktarı tespit etmek için gereklidir (şekil 2f). Küçük çaplı kateterlerin görünümü ve hidrofilik kaplı kılavuz teller, özel kateterizasyonu kolaylaştırır. Damar dışına kaçağın genel pelvis arteriyogramı ve internal iliyak arteriyogram gibi seçici olmayan anjiyogramlarda izlenmesi çok güvenilir bir yol değildir. Damar dışına kaçak kesinleştiğinde emboli oluşturacak malzeme verilir (Şekil 2f ve g). Eğer damar dışına kaçak kanıtlanamazsa kanama bölgesini besleyen tüm kolların embolizasyonu gerçekleştirilmelidir. Hemostaz kanamanın kaynağı olan arterin gösterilemediği durumlarda, kanamanın kaynağını da içeren bölgesel arterlerin embolizasyonu ile sağlanabilir9,10. Kateterden verilen malzemenin akış dağılımının en doğru gösterilme biçimi, birleşik C-kol anjiyografi ve tomografiyle elde edilmektedir. Ne yazık ki bu tür makineler dünyanın her yerinde bulunmamaktadır. Girişimsel radyoloji uzmanları damar anatomisini frontal ve oblik görüntülerdeki basit iki boyutlu

262


anjiyografilerle tahmin etmelidirler. Emboli malzemeleri En sık kullanılan emboli malzemeleri Tablo 1’de özetlenmiştir. Doğum sonrası kanamalarda embolizasyonda en sık kullanılan malzeme jelatin parçacıklarıdır. Birkaç hafta içinde çözünmesi ve embolizasyon yapılan arterde yeniden akımın oluşması beklenir. Ancak bunlar da komplikasyonlardan bağışık değildir2,11. Jelatin parçacıklarının diğer avantajları ekonomik ve kolay temin edilebilir olmasıdır. Jelatinin parçacık hali bulunamazsa jelatin plağı veya süngeri parçacıklara ayrılabilir. Jelatin parçacıklarının yaygın kullanımına rağmen polivinil alkol (PVA) gibi kalıcı emboli malzemelerinin kontrindike olduğuna dair bir kanıt yoktur (Şekil 4). Emboli malzemeleri yukarıda belirtilen neden dolayısıyla inferiyör gluteus arterine verilmemelidir. Ancak jelatin parçacıklarının inferiyör gluteus arterine verilmesiyle siyatik sinir semptomları3 ile sonuçlanmayan ya da vakaların çok azında bu şekilde sonuç veren2 raporlar da mevcuttur. Verilen emboli malzemesinin miktarı siyatik hasarının oluşma ya da oluşmama durumuna yol açan anahtar faktördür. Seçici kateterizasyon uygulandığında emboli malzemelerinin fazla akışını en alt seviyede tutacak önlemler de alınmalıdır. Bir damarın embolizasyonu tamamlanmaya yaklaşırken biraz kaçış önlenemez bir durumdur. Cyanoacrylate, alkol ve türevleri gibi sıvı emboli malzemeleri kullanıldığında ek önlem gerekir. KOMPLİKASYONLAR Az sayıda komplikasyon bildirilmiştir. Komplikasyonların nedenleri şunları içermektedir: 1. Teknik hatalar: Bu iğnenin batma yerindeki hematom12 ve damar hasarını13 içerir. İyot kontrastına karşı alerjik reaksiyonlar ve nefrotoksisite oluşabilir. 2. Embolizasyon sonrası iskemi: Histerektomi11 gerektiren uterusun enfarktüsü ve nekrozunun yanı sıra serviks, üst vagina2 ve mesane için de böyle durumlar rapor edilmiştir. Cerrahi ve koruyucu tedavi arasındaki tercih, olguya göre değerlendirilmelidir. 3. Siyatik hasarı: Yukarıda bahsedilmiştir. 4. Enfeksiyon: Pelviste apse oluşması14,15, emboli sonrası yüksek ateş, ağrı/hassasiyet sıklıkla gözlenmektedir. Bunların tümü NSAID ve

Şekil 3: Embolizasyonda kullanılan standart kateterler. (a) 5 french gage kanca şekilli (Modifiye kanca 2 kateteri, Merit Medical, USA); (b) 5 french gauge kobra şekilli (Teruma, Japan) ve (c) 5 french gauge kateterden geçebilen 3 French gauge mikrokateter (Teruma, Japan): Bu kateter açılı uçlu ve hidrofilik polimer kaplı yumuşak kılavuz telle birliktedir.

Şekil 4: Embolizasyon malzemeleri. (a) Jelatin süngeri; (b) jelatin süngeri için rende; (c) jelatin sünger rendesi; ve (d) şırınga içinde PVA 263


264

Geçici Kalıcı Geçici Kalıcı

Jelatin sünger (ufalanmış)

Polivinil alkol (PVA)

Otolog kan pıhtısı

Otolog kan pıhtısı (dejenere)

Kalıcı

Kalıcı

Kalıcı

Alkol

Etanolamin oleat

Siyanoakrilat gibi yapışkanlar

Sıvı

Geçici

Etki süresi

Jelatin sünger (kesilmiş)

Parçacıklar

Malzeme

Kan damarının tıkanması, inflamatuvar tıkaç (kısmi)

Etki mekanizması

Kan damarının tıkanması, inflamatuvar tıkaç (kısmi)

Pahalıdır. Proksimal embolizasyon gelişebilir.

Kolay hazırlanır

Isıtma veya alkol ya da türevleriyle muamele ederek elde edilir

Kan damarlarının tıkanması

Kolay hazırlanır ve sabittir

Kullanımı deneyim gerektirir. Katetere yapışabilir.

Alkolünkine benzer ancak daha Alkolünkine benzer ancak daha Alkolünkine benzer, ancak hafiftir hafiftir. Sünger jelatinle daha hafif etkilidir. birleştirildiğinde etki sabitleştirilebilir

Ağrılıdır ve istenmeyen damarlara da etki edebilir.

In vitro trombin eklenmesiyle Etki süresi değişkendir. elde edilir

Etki kısa sürelidir. Proksimal embolizasyon gelişebilir

Kesme işlemi zaman alır. Parçacık boyutu nedeniyle proksimal embolizasyon yapılabilir

Dezavantajları

Ekonomik, güvenli ve kolay uygulanabilir

Ekonomik ve güvenli

Avantajları

İntimanın zedelenmesi sonucu Ekonomik ve çok etkili kan damarının tahribi ve dejenere trombüs oluşumu

< 1 mm Kan damarının tıkanması, ile 5 mm inflamatuvar tıkaç (kısmi)

1–5 mm

100–700 μm Kan damarının tıkanması, inflamatuvar tıkaç (kısmi)

0,3–5 mm Kan damarının tıkanması, inflamatuvar tıkaç (kısmi)

1–5 mm

Yaklaşık boyut

Tablo 1: Emboli malzemeleri


5. 6.

7. 8.

9.

antibiyotikler ile tedavi edilebilir. Koagülopati: Kasıkta hemostazın zor sağlanması koagülopati nedeniyle olabilir. Bacaklarda akut arter trombozu: Bu artere giriş ve kateter uygulamasını takiben bacaklarda kısıtlanmış arter akımına bağlı olabilir. Tromboz veya alt ekstremite arterinin tıkanmasına bağlı oluşabilir2. Balon tıkacının uzun süreli uygulanmasıyla da risk oluşabilir. Alt ekstremite iskemisi: Yukarıda açıklanmıştır. Radyasyon: Radyasyonun biyolojik etkisi 20 uterus arteri embolizasyon vakasında değerlendirilmiştir. Yumurtalıklara uygulanan tahmini dozlar ve deriden emilen dozların ölçülmesiyle elde edilen verilerle hesap yapılmıştır16. Bu çalışmada fluoroskopi en fazla 52,5 dakika, ortalama 21,9 dakika uygulanmış ve en fazla deri dozu olarak 304 cGy (ortalama 162 cGy) ölçülmüştür. Ölçülen en fazla over dozu 65 cGy’dir (ortalama 22,3 cGy). Bu rakamlar pelvisin diğer görüntüleme yöntemlerindeki dozlardan histerosalpingografi (0,04–0,55 cGy), fallop tüpündeki tıkanıklığın açılması (0,2–2,75 cgy) ve vücut tomografisinden (0,1–1,9 cGy) daha fazladır. Diğer taraftan pelvisteki Hodgkin lenfomanın tedavisinde kullanılan dozda (263–3500 cGy) daha küçüktürler. Pelvis radyasyonunun bilinen risklerine dayalı olarak Hodgkin hastalığı için uterus arteri embolizasyonu ile ilişkili olan doz miktarı, hasta veya gelecekteki çocuklarının genetik riskinde ölçülebilen artış, uzun süreli ve akut ışın zararları şeklinde düşünülmemelidir. Doğum sonrası kanama için yapılan embolizasyonda sadece uterus arteri embolizasyonuna göre daha uzun fluoroskopi zamanı gerektiren durumlar olabilir. Yine de uterus arteri embolizasyonu ile benzer bölgede olacağı ve radyasyon nedeni ile herhangi bir zarar oluşması ihtimal dahilinde değildir. Fertilite: Fibromyom tedavisi için PVA ile uterus arteri embolizasyonu uygulanan ve gebelik isteği olan 6 hasta üzerinde 35 ay boyunca yapılan bir araştırmaya göre 5 hastada 8 gebelik (% 83) saptanmıştır. Bunlardan 5’i normal, 2’si sezaryenle doğum yaparken, 1 hasta gebeliğini kendi isteğiyle

sonlandırılmıştır17. Bu araştırmanın sahipleri PVA ile uterus embolizasyonunun fertiliteyi etkilemediğini belirtmişlerdir. Doğum sonrası kanamada uygulanan embolizasyonda her ne kadar uterus arteri dışındaki kolların embolizasyonu mümkünse de, PVA dışındaki emboli malzemelerinin bile fertilite üzerine etkisi yoktur. LOJİSTİK Doğum sonrası kanama her zaman ortaya çıkabilecek önemli acil bir durumdur. Durdurulamayan kanama insidansı azdır ve olguların çoğunda doğum hekimlerinin tedavinin ilk bölümünü oluşturan transfüzyonu başlatması ve girişimsel radyoloji ekibinin hazırlanması için yeterli süre mevcuttur. Yine de çok az durumda acil girişim istenebilir. Bu durum girişimsel radyoloji birimi çalışanları yönetiminde gerginliğe yol açabilir. Doğum ve sezaryen sonrası kanama hakkında sayıca fazla başarılı rapor olmasına rağmen embolizasyonun neden herkesçe kabul görmediğinin veya doğum ve radyoloji uzmanları arasında tedavi biçimi olarak tartışılmadığının nedeni belli değildir8–10,12–15,18–27. Bununla beraber embolizasyonun kolaylığı, uygulanabilirliliği ve düşük komplikasyon oranları yeterince belirtilmemiştir. Embolizasyonu önerme fikri rahmin alınmasına ve diğer cerrahi girişimlere göre hasta için daha iyidir. Embolizasyonu önerme kabiliyeti doğum sonrası uterus kanaması için yapılan embolizasyonun sonuçlarından haberdar olan bir obstetrik bölümün varlığını gerektirir. Böyle bir düşünce kadın doğum uzmanlarının girişimsel radyoloji uzmanları takımı ile acil randevu talep edebilme ve kolay erişim sağlayacak bir proaktif protokolü gerektirmektedir. Böyle bir protokol hem doğum uzmanları, hem de girişimsel radyoloji uzmanlarından gelen veriler ile oluşturulabilir. İhtiyaç duyulanların listesi ve kişisel istekler de eklenebilir. Aynı zamanda protokol mesai saatleri dışındaki acil durumları da içermelidir. Dolayısıyla protokol her birimin ihtiyaç ve kaynaklarına dayanarak yapılmalıdır. SONUÇ Embolizasyon kısa süredir uygulanıyor olmasına rağmen yüksek derecede uygulanabilir, güvenilir ve faydalı bir seçenektir. Üstelik laparotomi ve histerektomiyi de önleyebilir. Bu yüzden

265


embolizasyon dünyanın her yerinde koruyucu tedaviye cevap alınamadığında cerrahi girişimden önce tercih edilmesi gereken tedavi olmalıdır. TEŞEKKÜR Yazarlar Dr. Neel Patel, Oxford, Dr Thejavanthi Narayan, Milton Keynes (MK), Bayan Deborah Lee-Smith, yönetici radyolog (MK), Bayan Corinne Ward ve arkadaşlarına, radyoloji hemşirelerine (MK) PACS takımına (MK) yazının hazırlanmasında gösterdikleri yardımdan dolayı teşekkürlerini bildirirler. Kaynaklar 1. Vedantham S, Goodwin SC, McLucas B, Mohr G. Uterine artery embolization: an underused method of controlling pelvic hemorrhage. Am J Obstet Gynecol 1997;176:938–48 2. Ojala K, Perala J, Kariniemi J, et al. Arterial embolization and prophylactic catheterization for the treatment for severe obstetric hemorrhage. Acta Obstet Gynecol Scand 2005;84: 1075–80 3. Hansch E, Chitkara U, McAlpine J, et al. Pelvic arterial embolization for control of obstetric hemorrhage: a five-year experience. Am J Obstet Gynecol 1999;180:1454–60 4. Pelage J, Sorer P, Repiquet D, et al. Secondary postpartum haemorrhage: treatment with selective arterial embolization. Radiology 1999;212: 385–9 5. Ito T. The pelvis. In Kaibougaku kougi (Lectures in Anatomy, in Japanese), 1st edn. Tokyo: Nanzando, 1983:475–84 6. Lippert H, Pabst R. Arterial Variations in Man: Classification and Frequency, 1st edn. Munich: Bergmann, 1985 7. Porteous AO, Appleton DS, Hoveyda F, Lees CC. Acquired haemophilia and postpartum haemorrhage treated with internal pudental embolisation. Br J Obstet Gynaecol 2005;112: 678–9 8. Heffner LJ, Mennuti MT, Rudoff JC, McLean GK. Primary management of postpartum vulvovaginal hematomas by angiographic embolization. Am J Perinatol 1985;2:204–7 9. Yamashita Y, Harada M, Yamamoto H, et al. Transcatheter arterial embolization of obstetrica and gynaecological bleeding: efficacy and clinical outcome. Br J Radiol 1994;67:530–4 10. Abbas FM, Currie JL, Mitchell S, Oster-

man F, Rosenshein NB, Horowitz IR. Selective vascular embolization in benign gynaecologic conditions. J Reprod Med 1994;39:492–6 11. Porcu G, Roger V, Jacquier A, et al. Uterus and bladder necrosis after uterine artery embolisation for postpartum haemorrhage. Br J Obstet Gynaecol 2005;112:122–3 12. Bakri YN, Linjawi T. Angiographic embolization for control of pelvic genital tract hemorrhage. Acta Obstet Gynecol Scand 1992;71:17–21 13. Greenwood LD, Glickman MG, Schwartz PE, Morse SS, Denny DF. Obstetric and nonmalignant gynaecologic bleeding: treatment with angiographic embolization. Radiology 1987;164: 155–9 14. Chin HG, Scott DR, Resnik R, et al. Angiographic embolization of intractable puerperal hematomas. Am J Obstet Gynecol 1989;160: 434–8 15. Gilbert WM, Moore TR, Resnik R, et al. Angiographic embolization in the management of hemorrhagic complications of pregnancy. Am J Obstet Gynecol 1992;166:493–7 16. Nikolic B, Spies JB, Lundsten MJ, Abbara S. Patient radiation dose associated with uterine artery embolization. Radiology 2000;214:121–5 17. Kim MD, Kim NK, Kim HJ, Lee MH. Pregnancy following uterine artery embolization with polyvinyl alcohol particles for patients with uterine fibroid or adenomyosis. Cardiovasc Intervent Radiol 2005;28:611–15 18. Heaston DK, Nineau DE, Brown BJ, Miller FJ. Transcatheter arterial embolization for control of persistent massive puerperal hemorrhage after bilateral surgical hypogastric artery ligation. Am J Roentgenol 1979;133:152–4 19. Pais SO, Glickman M, Schwartz PE, Pingoud E, Berkowitz R. Embolization of pelvic arteries for control of postpartum hemorrhage. Obstet Gynecol 1980;55:754–8 20. Minck RN, Palestrant A, Chemey WB. Successful management of postpartum vaginal hemorrhage by angiographic embolization. Ariz Med 1984;41:537–8 21. Rosenthal DM, Colapinto R. Angiographic arterial embolization in the management of postoperative vaginal hemorrhage. Am J Obstet Gynecol 1985;151:227–31 22. Ito M, Matsui K, Mabe K, Katabuchi H, Fujisaki S. Transcatheter embolization of pelvic arteries as the safest method for postpartum hemor-

266


rhage. Int J Gynaecol Obstet 1986;24: 373–8 23. Shweni PM, Bishop BB, Hansen JN, Subvayen KT. Severe secondary postpartum haemorrhage after caesarean section. S Afr Med J 1987;72: 617–19 24. Finnegan MF, Tisnado J, Bezirdjian DR, Cho S. Transcatheter embolotherapy of massive bleeding after surgery for benign gynecologic disorders. J Can Assoc Radiol 1988;39: 172–7 25. Yamashita Y, Takahashi M, Ito M, Okamura H. Transcatheter arterial embolization in the management of postpartum hemorrhage due to genital tract injury. Obstet Gynecol 1991;77: 160–3 26. Mitty HA, Sterling KM, Alvarez M, Gendler R. Obstetric hemorrhage: prophylactic and emergency arterial catheterization and embolotherapy. Radiology 1993;188:183–7 27. Joseph JF, Mernoff D, Donovan J, Metz SA. Percutaneous angiographic arterial embolization for gynaecologic and obstetric pelvic hemorrhage: a report of three cases. J Reprod Med 1994; 39:915–20

267


Bölüm 31 KORUYUCU CERRAHİ YAKLAŞIM C. B-Lynch İ. İ. Müderris, G. Öner

GİRİŞ

tarafından 1997’de tanımlandı3. Hayman ile arkadaşları11 ve Cho ile arkadaşları12 tarafından üzerinde değişiklikler yapıldı. Bu sayede hayatı tehdit eden doğum sonu kanama ve radikal cerrahide daha etkin bir sonuç sağlandı3,11,12. Subtotal ve total abdominal histerektomi halen bu alandaki en kullanışlı tetkikler olmalarına rağmen son tercih olarak düşünülmelidirler.

Doğum sonu kanamanın cerrahi yönetiminde anahtar nokta altta yatan nedenden haberdar olmaktır1–3. Sorunla mücadele sırasında doğum hekimi, anesteziyoloji uzmanı ve hematoloji uzmanından oluşan takım hazır olmalıdır3,4. Geçmişte doğum sonu kanamada cerrahi yönetim uterus içini gazlı bezle doldurması (tromboksanlı veya tromboksansız5), uterusun trombojenik olarak bohçalanması6, uterus arteri bağlanması7, internal iliyak arter bağlanması8, adım adım diğer damarların bağlanması9 ve son olarak subtotal ya da total histerektomi10 yapılmasını içermekteydi. Bu bahsedilenler kitabın diğer bölümlerinde detaylı olarak incelenecektir.

Doğum sonu kanamanın yaygın sebepleri Tablo 1’de verilmiştir. Ancak başka sebeplerin de doğum sonu kanamaya yol açabileceği akılda tutulmalıdır. Tamamında olmasa da çoğunlukla doğum sonu kanama ile ilgili modern doğum hekimliği kitaplarında ve daha ileri kaynaklarda bu sebepler tanımlanmıştır. Bunlardan üç önemli sebep dikkate değerdir.

Daha korumacı bir işlem, bugün bilindiği ismi ile destek sütürü, ilk olarak B-Lynch ve arkadaşları

Birincisi gebelikte eritrosit ve plazma miktarında artışı ile kalp atımının artmasıdır. Bu artış akut kan

Tablo 1: Doğum sonu kanamanın en sık sebepleri Altta yatan nedenler Trombositopenik purpura Hipertansif hastalıklar Myom Antikoagülan tedavi Pıhtılaşma faktörü eksikliği Kanama bozukluğu yaratan sistemik hastalık varlığı Tüketim koagülopatisi Müllerian bozukluk Anemi

Uterusun aşırı gerilmesi, atoni ve yaygın damar içi pıhtılaşma

Plasenta bozuklukları, uterus ve genital kanal travmaları

Polihidramnios Çoğul gebelik Makrozomi Uzamış eylem Koryoamniyonit

Halojenli anestetik maddeler Çok doğum yapmış olmak Ablasyo plasenta

Akut uterus inversiyonu Alt segment sezaryeni Operatif vajinal doğum Hızlı doğum Geçirilmiş uterus cerrahisi Orta seviyede forseps uygulaması Makat doğumu İç podalik versiyon Doğum distosisi

Courvelliar uterusu

Anormal fetus prezantasyonu

Plasenta previa Plasenta akreata, perkreata, inkreata

Vakum ile doğum

Tokolitik ilaçlar

268

Plasentanın subinvolüsyonu Gebelik ürünlerinin tam çıkmaması Uterus rüptürü


kaybında ve ağır kan kaybında dolaşım dengesi cevabının oluşmasında koruyucu cevap yaratır14. İkincisi doğum sonu kanamada etkin kontrol sağlamak için uygulanan bası teknikleridir. Bunlar uterus kas dokusunda ve arterlerinde karşılıklı gelecek şekilde düzenlemektir. Son olarak da uterusa iki elle basıyla kan kaybının azaltılması amaçlanır (Şekil 1). TEDAVİ SEÇENEKLERİNDE YENİ GELİŞMELER Uygulanacak cerrahi birçok faktöre bağlıdır. Özellikle de cerrahın deneyimine bağlıdır. Diğer faktörler arasında parite, gelecekteki çocuk isteği, kanamanın miktarı, hastanın genel durumu, o sağlık kuruluşunda var olan imkanlar bulunmaktadır. Doğum sonu kanamada yüksek risk grubunda olan kadınlar izole ünitelere ya da hızlı müdahale yapılabilecek donanımlı ünitelere gönderilmemelidir. Özel konsültan bakımı, kan ürünleri ve ıoğun bakım ile acil operasyon koşulları hazırda bulundurulmalıdır. B-Lynch sütür kompresyon tekniği Bu teknik ilk olarak Bay Christopher B-Lynch tarafından yapıldı ve tanımlandı. B-Lynch bir doğum hekimi ve jinekolojik cerrahtır. Ayrıca RCOG ve Kraliyet Edinburg Cerrahi Akademisi üyesidir. Kasım 1989’da görev yaptığı Ulusal Sağlık Servisi (National Health Service [NHS])’ne bağlı Milton Keynes Hastanesi’nde doğum sonu kanamalı bir hasta ile uğraşıyordu. Bu hasta önerilen acil histerektomiyi reddetmişti3: Tablo 2’de hayatı tehdit eden ciddi doğum sonu kanamalı diğer beş hastanın durumuna ait bilgiler özetlenmiştir. Prensip Sütür, damar sistemindeki devamlı dikey basıyı kullanmayı amaçlamaktadır. Plasenta previa sebebiyle doğum sonu kanaması olan vakada, transvers alt segment kompresyon sütürü kullanıldı. Teknik2–4 Bakınız şekil 2a, 2b, 2c. Cerrahın pozisyonu Cerrah sağ elini kullanıyor olarak düşünerek hastanın sağ tarafında bulunmalıdır. Uterusu çıkarmak için laparotomi gerekmektedir. Alt segment transvers insizyon ya da alt segment sezaryen sütürünün

Şekil 1: Mekanik olarak kanama kontrolünün ilk aşaması olarak uterusun iki elle sıkıştırılması gösterilmektedir. Bu yolla bile uterusun damarların sıkıştırılarak kanamayı durduracak şekilde ağsı olarak dizilmiş ve birbiriyle bağlanmış kas yapısı gibi anatomik ve fizyolojik özellikleri kullanılarak, belirgin olarak kanama kontrolü elde edilebilir. Hastanın bacakları muayene olacak gibi ya da kurbağa gibi hazırlanır. Bu sırada hastaya sıvı ve/ veya uygun kan ürünleri verilir. Hastaların bir kısmında bu yolla kalıcı ve tatmin edici kanama kontrolü elde etmek mümkün olmamaktadır. açılması uterus içini kontrol etmek ve artık dokuları çıkarmak için yapılmaktadır. Prosedürü uygulamadan önce B-Lynch sütürünün muhtemel yararının denenmesi Hasta Lloyd Davies ya da yarı litotomi pozisyonunda hazırlanır. Bir asistan hastanın bacakları arasında yer alır ve kanamanın miktarını belirlemek için vajinayı temizler. Uterus dışa alındıktan sonra iki elle bası yapılır. Bunu yapmak için serviksin alt kısmını örten mesane peritonu aşağı doğru itilir. Bası sırasında bir el uterusu parmak uçlarıyla arkadan, diğer el de mesane katlantısının olduğu yerden önden sıkıştırır. Bu şekilde kanama durursa B-Lynch sütürünü

269


Şekil 2 a-c: B-Lynch sütürü uygulamasının özeti kullanmanın işe yarayıp, kanamayı durdurma yönünde yüksek başarı şansı olduğu kabul edilir. Hatta pıhtılaşma bozukluğu varlığında bile iki elle bası kanamayı kontrol altına almaya yeterlidir. Bu test başarılı ise B-Lynch sütürünün de başarılı olması beklenir. Bununla birlikte B-Lynch sütürü cerrahi tedaviye mutlaka eşlik etmesi gereken, pıhtılaşma bozukluğunun tıbbi tedavisinin yerine konamaz.

ittikten sonra ilk sütür hastanın sol tarafından sezaryen/histerotomi insizyonunun 3 cm alt kısmına atılır. Sütür uterus boşluğundan geçirilip, üst insizyonun 3 cm üzerinden çıkarılır. Bu da yaklaşık olarak uterusun yan sınırından 4 cm’lik bir yere karşılık gelir (Şekil 2a(i)). 2. Fundus: Sütür uterusun tepesinden arkaya doğru devam ettirilir. Fundus seviyesindeyken dik ya da dike yakın bir konumda ve tuba çıkış noktasının 4 cm uzaklığından geçirilir. Sütür latum bağına kaymamalıdır. Uterusun bası altına alınmasını sağlamak için sütür kaydırılarak sıkıştırılır. 3. Arka duvar: Uterus arka duvarında sütürün geçeceği yeri belirlemek kolaydır. Uterus insizyonuyla aynı yatay plan ve sakrouterin bağın uterusa tutunduğu yerden bu sütür

Sütürün uygulaması B-Lynch sütürü öncesinde tanımlanan test kıstasları uygulandıktan sonra uterus dışarı alınır ve işlem sona erene kadar bası altında tutulur. Cerrah sütürü atarken kıdemli asistan da iki eliyle uterusu baskı altında tutmaya devam eder. 1. İlk sütür alt transvers sezaryen/histerotomi skarının yakınınadır: Mesaneyi aşağıya

270


271

1

40/40 Atoni

Verteks

Elektif CS

Acil CS

Acil CS

Verteks

Doğum şekli

K, 3890

K, 3370

K, 2735 K, 2430

E, 4190

E, 2800

Bebeğin cinsiyeti , tartısı

9, 10

9, 10

Embolizasyon, 19 U kan, 5 U TDP, B-Lynch sütürü

Embolizasyon, 13 U kan, 5 U banka kanı, BLynch sütürü

Birincil

Embolizasyon, 15 U kan, 7 U banka kanı, BLynch sütürü

İyi, komplikasyon yok.

İyi, komplikasyon yok İyi, komplikasyon yok

72 saat, tamamı antibiyotikle 48 saat, tamamı antibiyotikle

İyi, 2 yıl sonra normal tomografik pelvimetri, 39 haftada elektif sezaryen ile 3820/kız bebek doğurdu.

İyi, 3 yıl sonra normal yolla 3890/kız bebek doğurdu.

72 saat, tamamı antibiyotikle

48 saat, tamamı antibiyotikle

Embolizasyon, 48 saat, 20 U taze kan, 8 tamamı U TDP antibiyotikle

İkincil, 9 gün Embolizasyon, sonra yeniden 15 U kan, 5 U başvuru TDP, B-Lynch sütürü

Birincil

Birincil

7, 10

3, 8 5, 8

Birincil

4, 7

APGAR 5. ve Doğum sonu Verilen kan Yoğun bakım Sonuç 10. dakikada kanama türü miktarı ve tedavi tedavisi

GH: Gebelik haftası, IVF: in vitro fertilizasyon, TDP: Taze dondurulmuş plazma, CS: Sezaryen

30

1 (IVF) 38/40 Plasenta previa totalis

35

43/40 Uzamış eylem, inatçı oksiput posterior ?, baş-pelvis uygunsuzluğu

1 (ikiz) 37/40 Eylem sırasında eklampsi, doğum sonu kanama, yaygın damar içi pıhtılaşma

1

22

Başvurudaki tanı

39/40 Ablasyo plasenta, doğum sonu kanama, yaygın damar içi pıhtılaşma

GH

23

1

28

Yaş (yıl) Parite

Tablo 2: 1989–1995 yıllarında Birleşik Krallık, Milton Keynes Devlet Hastanesi’nde şiddetli doğum sonu kanamasına bağlı olarak hayatı tehdit altında olan beş hastanın klinik özellikleri aşağıda gösterilmiştir. Hastalara embolizasyon ve B-Lynch sütürü uygulanmıştır2.


geçirilir (Şekil 2b). 4. Asistanın rolü: Operasyonun devamında sütür uterus boşluğundan geçerken asistan uterusa bası uygulamaya devam eder. Böylece sütür uterusu sararken gerginliğin korunması da garanti altına alınmış olur. Asistan kompresyonuyla sütürü sürekli çekilerek ameliyatın sonuna kadar bası ve gerginliğin kesintiye uğramaması sağlanır. Ayrıca sütürün kayarak uterusta travmaya sebep olmasını da engellemiş olur. Sütür son durumda arka duvarda yatay pozisyondadır. 5. Fundus: İğne uterus boşluğuna arka duvar tarafından girer ve sütür fundustan uterus ön yüzüne doğru döner. İğne aynı daha önce sol tarafta yapıldığı gibi tekrar uterusa batırılır. Yan duvara 4 cm uzaklıktan üst insizyonun 3 cm üzerinden batırılan iğne uterus boşluğu içinde alt insizyonun 3 cm altına yönlendirilerek çıkarılır (Şekil 2a (ii)). 6. Asistanın sonraki rolü: Uterusun farklı noktalarından geçen sütürün uterus üzerinden kaymadan, eş miktarda basınç yaratması elde edilene kadar asistan bası uygulamaya devam eder. Alt segmentteki uterus insizyonu kapatıldıktan sonra sütürün iki ucu da gergince tutulur ve etkin gerginlik elde edilince kadar sıkılıp çift düğüm atılır. 7. Histerektomi insizyonu ile ilişki: Alt segment insizyonu kapatılırken sütürün iki ucu gergin olmalıdır ya da düğüm atıldıktan sonra insizyon kapatılmalıdır (Şekil 2c). Son seçenek olarak uterus insizyonunun köşelerine tespit sütürü atılabilir. Böylece alt segment kapatılmış olsa da insizyonun köşelerinin açıkta kalmayacağı garanti altına alınır. Her durumda işlem eşit kolaylıkla gerçekleştirilir. B-Lynch sütürü gerektiren hastaların çoğunun hipotansif ve düşük nabız basıncına sahip oldukları akılda tutulacak olursa, uterus köşelerinde açıkta kalmış bir bölüm ve buralardan kanama olmadığını ortaya koymak bu hastalar için çok önemlidir. 8. Uygulama sonrası ve histerotominin kapatılması: Normal ya da sezaryen doğum sonrası ilk bir hafta içinde uterus birincil involüsyonuna uğradığından, muhtemelen sütürün gerilim etkisi en fazla 24–48 saat sürer. Fakat bu sırada kanama kontrolü de sağlanmış olmaktadır. Sütürü uygulandıktan

Şekil 3: Doğru bir B-Lynch sütürü uygulamasından hemen sonra elde edilmiş in vivo görüntü. Dokuda kanlanma, iskemi ya da fundustaki sütürlerde omuzlanma görülmemektedir. sonra uterusu kapatmak için beklemeye gerek yoktur. Hastanın bacakları arasında bekleyen asistan vajinayı bir kez daha temizleyerek kanamanın durduğunu kontrol eder. Normal doğum sonrası uygulama: Atoniye bağlı doğum sonu kanama nedeniyle laparotomiye gerek duyulursa, B-Lynch sütürü atabilmek için histerotomi yapılmalıdır. Histerotomi insizyonunun bir diğer avantajı da uterus boşluğunun plasenta artıkları, anormal plasenta yerleşimi, desidua yırtıkları açısından değerlendirilmesine ve ayrıca boşlukta biriken kanın temizlenmesine imkan vermesidir. B-Lynch sütürü ya da histerotomi veya sezaryen yara yeri yeniden açılmadan uygulanan diğer sütür tekniklerinde ikincil doğum sonu kanama oluşabilir. Bu nedenle uterus boşluğunun tamamen temiz olduğunun görülmesi gerekir. Histerotomi sütürünün doğru yere ve en fazla

272


a)

b)

Şekil 4 a-c: Şiddetli doğum sonu kanama nedeniyle B-Lynch sütürüyle tedavi edilen hastanın 6 ay sonraki normal MRG’si. Hasta 22 ay sonra normal yolla da bir bebek doğurmuştur. (a) Sajital görüntüde normal iyileşmiş sezaryen yeri ve normal görünümlü endometrium izlenmektedir; (b) koronal görüntüde uterus boşluğunda yapışıklık izlenmemektedir19; (c) sezaryen yerinden geçen kesitte normal iyileşme bulguları izlenmektedir.

273


c)

Tablo 3: B-Lynch sütürünün cerrahi tekniği: klinik noktalar 1. Kullanıcı dostu sütür malzemesi olan 90 cm’lik, 1 numara monokrile tutturulmuş olan eğimli ethigard künt iğne (W3709) (Ethicon, Sommerville, NJ). Diğer hızlı emilen sütür malzemeleri de kullanıcının tercihine bırakılmıştır. Ancak uygun iğne ve yeterli uzunlukta iplik esastır19. 2. Temel cerrahi yeterlilik gereklidir. 3. Uterus boşluğu kontrol edilir, değerlendirilir ve temizlenir. 4. Sütürle uterusta travma olmaksızın yeterli gerginlik elde edilir. 5. Kan, doku artığı ve infekte ürünlerin boşalmasına izin vermelidir. 6. Anormal plasenta yerleşiminde kanamayı etkin şekilde kontrol altına almak için uterus alt bölümüne transvers bası sütürleri de atılır. 7. Basit, etkin ve ucuzdur. 8. Doğurganlık korunur ve bu kanıtlanmıştır3. 9. Ölümcül komplikasyonlardan korunulur3. 10. Tüm Dünya’da başarıyla uygulanır ve başarısı bildirilmektedir (>1.300) (B-Lynch’in kişisel veri tabanı. christopherbl@aol.com). 11. Plasenta akreata gibi doğum sonu kanamanın kaçınılmaz olduğu ya da kan transfüzyonunun Yahova Şahitliği’ne bağlı olarak mümkün olmadığı plasenta previa gibi doğum sonu kanamanın kaçınılmaz olduğu hastalarda sezaryen sırasında proflaktik olarak uygulanabilir. kuvvetle uygulanmasını da sağlar. Ayrıca işlemin körlemesine yapılmasını önlediğinden serviks ve/ veya uterus boşluğunun kapatılmasının önüne geçer ve pıhtı retansiyonu, enfekte doku, piyometra, sepsis

ve ciddi hastalık riskini azaltır3,11,12,15. Anormal plasenta yerleşimleri için uygulama: B-Lynch sütürü plasenta akreata, perkreata ve

274


Tablo 4: Hayman uterus bası sütürünün cerrahi tekniği: klinik noktalar 1. Alt uterus segmenti ya da uterus boşluğu açılmaz. 2. Uterus boşluğu doğrudan değerlendirilemez. 3. Muhtemelen daha hızlı uygulanır. 4. Doğurganlığın korunması konusunda bilgi bulunmamaktadır. 5. Ciddi sağlık sorunu yaratma konusunda bilgi sınırlıdır. 6. Uterusun sıkıştırılması ve venöz dönüşün kapanması sırasında sütür altında kalan kısımda eşit olmayan iskemi meydana gelir. Tablo 5: Cho çoklu kare sütürleri: klinik noktalar 1. Birden fazla tam kat sütür atmayı gerektirir. Eğer çok kare sütürü gerekirse olasılıkla fazla zaman harcatacak bir yoldur. 2. Uterusun drenajı kısıtlandığından piyometra riski içerir15 3. Doğurganlığın korunması konusunda bilgi bulunmamaktadır. 4. Ciddi sağlık sorunu yaratma konusunda bilgi sınırlıdır. 5. Uterusun ritmik kasılmasını kolaylaştırmaz ve involüsyonu kısıtlanır. 6. Uterus içinde çoklu yapışıklığa neden olur (Bkz. Bölüm 24). inkreata için de faydalı olabilir. Plasenta previalı bir hastada kanamayı kontrol etmek için sekiz sütürü ya da alt segmentin ön veya arkasına enlemesine bası sütürleri ya da her ikisi birden uygulanabilir. Eğer bununla tam bir başarı sağlanamamışsa uzunlamasına destek sütürü, kanama kontrolünü için uygulanabilir3. AMELİYAT SONRASI TAKİP Orijinal seriden üç hasta sterilizasyon, pelvik inflamatuar hastalık ve apandisit için laparoskopi geçirdiler. Bir hastanın B-Lynch sütüründen 10 gün sonra gelişen bağırsak tıkanıklığı bulguları nedeniyle yapılan ileostomi öyküsü vardı. Bir başka hastada ise MRG ve histerosalpingografi sonuçları ile periton ve uterusta bir sekel olmadığı görüldü16

(Şekil 4a-c). Birinci basım seride beş hastada (Bkz. Tablo 1) hiçbir komplikasyon görülmedi. Üstelik hepsinde ileride gebelik ve doğum hikayesi vardı. Tablo 3–5 B-Lynch cerrahi tekniğini, Hayman uterus bası sütürünü (bkz. Şekil 5) ve Cho çoklu kare sütürünü (Bkz. Şekil 6) klinik özellikleriyle birlikte sunmaktadır. DÜNYA ÇAPINDAKİ UYGULAMALAR B-Lynch sütürü uygulamasında dünya çapında 1.300 başarılı, 19 başarısız vaka bulunmaktadır. Hint yarımadası 250’nin üzerinde başarılı vaka ile en fazla sayıya sahiptir. Bunu sırasıyla Afrika, Güney Amerika, Kuzey Amerika, Avrupa ve diğer ülkeler takip etmektedir. 17 başarısız vakanın da sebebi müdahale de gecikme, kötü teknik, pıhtılaşma bozukluğu ve uygunsuz malzemedir. Çeşitli sütür malzemeleriyle teknik tarif edilmiştir. Ancak kullanıcı ve doku için kolaylık sağladığından, tutulması kolay olduğundan ve gerilimi eşit olarak dağıttığından monokril önerilmektedir (WC3709)20. Holtsema ve arkadaşları bir yayınlarında B-Lynch sütürünün doğum sonu kanamalarda her jinekolog için iyi bir seçenek olduğunu belirtmişlerdir21. Woltmuth ve arkadaşları yaptıkları geniş bir seride % 91 başarı oranı elde etmişlerdir (dünya çapında kümülatif başarı oranı % 98)22. SONUÇ Bası sütür tekniği olarak tanımlanan B-Lynch sütürü, 2000–2002 Birleşik Krallık 3 Yıllık Anne Ölümleri Soruşturması23, RCOG ve Cochrane veritabanı sunumlarında da tavsiye edilmiştir. Bu tarihe kadar B-Lynch tekniğinin kötü bir sonucu alınmamıştır3,17,20,22,24. Ayrıca 2000–2002 3 Yıllık Anne Ölümleri Soruşturması bugüne kadar B-Lynch sütürü ya da girişimsel radyolojik işlem uygulanan hiçbir kadının ölmediğini23 belirtmektedir. Eğer bir hastada bilinen ya da tahmin edilen doğum sonu kanama riski varsa mesai saatlerinde doğumu gerçekleşecek şekilde plan yapılmalıdır. Bu sırada girişimsel radyoloji ve doğum ekipleri işbirliği içinde hazırda beklemelidir. Ameliyathane ekibi gerektiğinde hızla koruyucu cerrahi girişimde bulunabilecek şekilde hazır olmalıdır. Özellikle risk altında olanlar şişman, kardiyomyopatisi olan, anormal plasenta yerleşimli, polihidramnioslu ve kan transfüzyonuna karşı dini inançları olanlardır.

275


Şekil 5: Uterusu açmaksızın atılan Hayman uterus bası sütürü11

Şekil 6: Uterus ön-arka duvarlarını bası altına alan Cho’nun çoklu kare sütürleri12

Şekil 7: İnen uterus arteri ve vajina arterinin bağlanmasını da gösteren damarların adım adım bağlanması ADIM ADIM DEVASKÜLARİZASYONDA DÜĞÜMLERİN YERİ Gerekli aletler basit değildir ve her ünitede bulunmayabilir. İlk olarak pelvis içinde uygulanan jinekolojik girişimlere, bu bölgedeki damar ve sinir yapıları dahil tüm anatomiye hakim doğum hekimine ihtiyaç vardır. İkinci olarak doğum anestezisi

konusunda bilgili bir anesteziyoloji uzmanına ve en az bunlar kadar önemli olarak damar cerrahı ve/ veya jinekolojik onkoloji cerrahına ihtiyaç vardır. Son olarak da ameliyat sonrası gerekli olabilecek yoğun bakım ünitesine sahip olunmalıdır. Tüm bu girişimler uterus ve pelvis organlarının ileri derecede gelişmiş olan kanlanmasını kontrol

276


Şekil 8: Pelvis organların karmaşık damarlanması. Adım adım damarların bağlanması sırasında hasta Lloyd Davis ya da değiştirilmiş litotomi pozisyonunda olmalıdır. Bu sırada asistan da vajinayı temizleyerek kanamanın kontrol altına alınması değerlendirir. altına almak için gereklidir (Bkz. Şekil 7). Cerrahi işlem uterus arteri ve onun uterusa doğru uzanan dallarının bağlanmasıyla başlar. Uterus arterinin üreteri çaprazladığı ya da uterus duvarına yaklaşıp burada dallarını verdiği seviyede düğüm atılır25. Bu düğüm tek ya da iki taraflı olarak atılır. Tercih edilen nokta sezaryen sırasında ya da doğum sonu kanamada koruyucu girişimler başarısız olduğunda belirlenen uterus açısından 2 cm uzaktaki noktadır (Şekil 8). Kesinlikle hatırlanması gereken bir nokta da internal iliyak arterin serviks ve vajinaya bağımsız dallar (vajina dalı) verdiğidir (Bkz. Bölüm 32). Kanlanmanın kesilmesi sadece serviksin iki taraflı bağlanmasıyla da elde edilebilir. Over arterinin uterusa getirdiği kan desteği de tek ya da iki taraflı atılacak düğümlerle kesilebilir. Hipogastrik arterin

tek ya da iki taraflı bağlanması şiddetli doğum sonu kanamanın kontrolünde kullanılabilecek ileri bir aşamadır. Cerrahın özen göstererek yapacağı girişimin hedefi hipogastrik arterin arka dalının dolaşımını bozmaksızın ön dalını bağlamak ve uterusun dolaşımını daha da azaltmak olmalıdır. Ancak hipogastrik arter doğrudan, diğer pelvis içi yapıların dolaşımına müdahale edilmeksizin, tek ya da iki taraflı olarak bağlanabilir8,26. Bu girişim zaman, hayat ve organ kurtarmaya yarayabilir. Kaynaklar 1. Drife J. Management of primary post partum haemorrhage. Br J Obstet Gynaecol 1997;104: 275–7 2. B-Lynch C, Coker A, Lawal AH, Cowen

277


MJ. The B-Lynch surgical technique for the control of massive post partum hemorrhage: an alternative to hysterectomy? Five cases reported. Br J Obstet Gynaecol 1997;104: 372–5 3. B-Lynch C, Cowen M.J. A new nonradical surgical treatment of massive post partum hemorrhage. Contemp Rev Obstet Gynaecol 1997; March:19–24 4. Chez RA, B-Lynch C. The B-Lynch suture for control of massive post partum hemorrhage. Contemp Obstet Gynaecol 1998;43:93–8 5. Day LA, Mussey RD, DeVoe RW. The intrauterine pack in the management of post partum hemorrhage. Am J Obstet Gynecol 1948;55: 231–43 6. Bobrowski RA, Jones JB. A thrombogenic uterine pack for post partum hemorrhage. Obstet Gynecol 1995;85:836–7 7. Waters EG. Surgical management of post partum hemorrhage with particular reference to ligation of uterine arteries. Am J Obstet Gynecol 1952;64:1143–8 8. Evans S, McShane P. the efficacy of internal iliac artery ligation in obstetric hemorrhage. Surg Gynaecol Obstet 1985;160:250–3 9. Abdrabbo SA. Step-wise uterine devascularization: a novel technique for management of uncontrollable post partum hemorrhage with the preservation of the uterus. Am J Obstet Gynecol 1999;171:694–700 10. Baskett TF. Surgical management of severe obstetric hemorrhage: experience with an obstetric hemorrhage equipment tray. J Obstet Gynaecol Can 2004;26:805–8 11. Hayman RG, Arulkumaran S, Steer PJ. Uterine compression sutures: surgical management of post partum hemorrhage. Obstet Gynecol 2002; 99:502–6 12. Cho JH, Jun HS, Lee CN. Hemostatic suturing technique for uterine bleeding during cesarean delivery. Obstet Gynecol 2000;96: 129–31 13. Roman A, Rebarbar A. Seven ways to control post partum haemorrhage. Contemp Obstet Gynaecol 2003;48:34–53 14. WHO Report of Technical Working Group. The Prevention and Management of Post Partum Haemorrhage. Geneva: World Health Organisation, 1999;WHO/MCH/90–7 15. Ochoa M, Allaire AD, Stitely ML. Pyometra after hemostatic square suture technique. Obstet Gynecol 2002;99:506–9

16. Ferguson JE, Bourgeois FJ, Underwood PB, B-Lynch C. Suture for post partum hemorrhage. Obstet Gynecol 2000;95:1020–2 17. El-Hammamy E, B-Lynch C. A worldwide review of the uses of the uterine compression suture techniques as alternative to hysterectomy in the management of severe post-partum haemorrhage. J Obstet Gynaecol 2005;25:143–9 18. Tsitpakidis C, Lalonde A, Danso D, B-Lynch C. Long term anatomical and clinical observations of the effects of the B-Lynch uterine compression suture for the management of post partum hemorrhage – ten years on. J Obstet Gynaecol 2006; in press 19. Wu HH, Yeh GP. Uterine cavity synechiae after hemostatic square suturing technique. Obstet Gynecol 2005;105:1176–8 20. Price N, B-Lynch C. Technical description of the B-Lynch suture for treatment of massive hemorrhage and review of published case. Int J Fertil Womens Med 2005;50:148–63 21. Holtsema H, Nijland R, Huisman A, Dony J, van den Berg PP. The B-Lynch technique for post partum haemorrhage: an option for every gynaecologist. Eur J Obstet Gynaecol Reprod Biol 2004;115:39–42 22. Wohlmuth C, Gumbs J, Quebral-Ivie J. B-Lynch suture, a case series. Int J Fertil Womens Med 2005;50:164–73 23. Department of Health. Why Mothers Die: Report on Confidential Enquiries into Maternal Deaths in the United Kingdom 2000–2002 Triennial Report. London: RCOG Press, 2004: 94–103 24. Allam MS, B-Lynch C. The B-Lynch and other uterine compression suture techniques. Int J Gynaecol Obstet 2005;89:236–1 25. O’Leary JA. Uterine artery ligation in the control of post-caesarean hemorrhage. J Reprod Med 1995;40:189–93 26. Clarke SL, Koonings P, Phelan JP. Placenta accreta and prior cesarean section. Obstet Gynecol 1985;66:89–92

278


Bölüm 32 İNTERNAL İLİYAK (HİPOGASTRİK) ARTER BAĞLANMASI C. B-Lynch, L. G. Keith, W. B. Campbell E. Demirci, F. Demirci

TARİHSEL SÜREÇ

GİRİŞ

Kanama kontrolü için internal iliyak arter bağlamanın tarihsel süreci belli değildir1. Farklı yayınlar bu işlemi dünya çapında farklı cerrahi uzmanlık dallarına atfetmiştir2–4. İngiltere ve Amerika’da bu operasyon 1900’lerden önce rapor edilmiş ve sonrasında pek çok cerrah tarafından uygulanıp yararlı bulunmuştur.

1963’te Lana ve Aldemann ABD’de kanamanın anne ölümlerinin ana nedenlerinden olduğunu belirtti8. Eastman da literatüre bununla ilgili geniş bir derleme yaparak katkıda bulundu9. Ciddi doğum sonu kanama deneyimi olan doğum hekimleri kanama nedeniyle hastayı kaybetme riskini bilirler ve bu anı sonsuza dek unutulmaz. Modern metotlar hastaya ciddi kan kaybı noktasına gelmeden tıbbi tedavi ya da koruyucu cerrahiyle kurtarılma ve yaşama şansı sunmaktadır10. Koruyucu metotların işe yaramadığı anlaşılır anlaşılmaz hemen internal iliyak arterin tek ya da çift taraflı bağlanması akla gelmelidir5,11,12.

Howard Kelly hipogastrik arter bağlanmasının doğum sonu kanamada uygulanabilirliğinin yanında serviks kanserinin karın içi kanamasının tedavisinde de kullanımına öncülük etmiştir5. Çalışmalar doğum sonu kanamada pelvis dolaşımın yalnızca % 48’inde azaltılabildiğini göstermiştir. Bu nedenle bazı araştırmacılar pelvisteki damar basıncını düşürme ve kanamayı durdurma şansını arttırmak için internal iliyak arterlerin iki taraflı bağlanmasını savunmuşlardır5. Rapor edilen komplikasyonları sinir yaralanması, ana iliyak arterin yanlışlıkla bağlanması, kanama ve operasyon süresinde artıştır. Ayrıca doğru yapılmadığı takdirde yüksek komplikasyon oranları ve düşük başarı oranları bildirilmiştir6. Bu nedenle bu teknik hemodinamisi kararlı, ileride çocuk sahibi olmak isteyen, düşük pariteli hastalar için saklanmalıdır. Doğum sonu aşırı kanamalı hastalarda tek ya da çift taraflı hipogastrik arter bağlanması hayat kurtarıcı olabilir6,7. Her ne kadar cerrahlar pelviste organ yaralanmalarından korktuklarından dolayı hipogastrik arterin iki taraflı bağlanmasından çekinseler de, pelvis organlarının işlev bozukluklarını bildiren kanıta rastlanmamıştır. Doğru yapıldığı takdirde kısa ve uzun dönemde ciddi hastalık yaratıcı etkisi yoktur7. Geçmişe bakıldığında jinekologların çoğu internal iliyak arteri bağlamıştır. Ne yazık ki günümüzde branşlaşmalar nedeniyle yeterli eğitim alınamadığından, internal iliyak arter bağlanması gerektiğinde pelvis tabanı uzmanları ya da damar cerrahları çağrılmaktadır.

ANATOMİ Pelviste damarlanma geniş kollateral dolaşım olacak şekilde düzenlenmiştir (Tablo 1–3). Ana iliyak arter iki ana dala ayrılır: eksternal iliak arter (inguinal bağda femoral artere dönüşür) ve gerçek pelvise inen internal iliyak (hipogastrik) arter. İkincisi ön ve arka dallara ayrılır. Bu bölünmeyi tespit etmek çok önemlidir çünkü uterus arteri önden dallanır. Klinik anatomi Ana iliyak arterin dallanma noktası oldukça sabittir ve kolay fark edilen 2 kılavuz noktası vardır. Bunlar promontoryum ve ön, üstteki iliyak çıkıntıların arasından çizilen hattır. Hastaların büyük çoğunluğunda ana iliyak arter bu kılavuz noktalarının arasında bulunur. Reich ve arkadaşları 1964’te14 taze kadavra çalışmalarında bu damarların pek çok varyantları bulunduğunu göstermişlerdir. İnternal iliyak arterlerin ana iliyak arterden çıkan dalları arterin bütün uzunluğuna kıyasla her zaman benzer çaplarda olmayabilir. Bu yüzden gözle inceleme yanıltıcı olabilir. Ayrıca her iki internal iliyak arterin çap ve boyları da birbirinden farklı olabilir. Cerrahlar internal iliyak dallarının ana gövdeden daha dar olmama olasılığını akılda tutmalıdırlar.

279


İnternal iliak arterin önemli anatomik komşulukları özetle şunlardır: 1. Ön orta kısmı: peritonla kaplıdır (internal iliyak arter tamamen retroperitonealdir) 2. Ön kısmı: üreter (retroperitonealdir ve Tablo 1: İnternal iliyak arterin dalları Arka dallar

Ön dallar

Parietal

Viseral

Iliolumbalis

Umblicalis

Sacralis lateralis

Vesicalis superior

Obturator

Haemorrhoidalis media

Glutealis superior

Uterina

Pudenda interna

Vajinalis

Glutealis inferior Tablo 2: İnternal iliyak arterin anastomozları

peritona bağlıdır) 3. Arka yan kısmı: eksternal iliyak ven ve obturator sinir 4. Arka orta kısmı: internal iliyak ven 5. Yan kısmı: psoas major ve minor kasları İnternal iliyak arter bağlanmanın fizyolojisi Pelvisin mükemmel kollateral dolaşımından dolayı hipogastrik arterin tek ya da çift taraflı bağlanması pelvisin kanlanmasını bozmamaktadır. Geçmişte hipogastrik arterleri bağlamanın o alandaki tüm kanlanmayı durdurduğu düşünülmüştü. Ancak bunun doğru olmadığı zaman içinde anlaşılmıştır. Bu bilgi doğru olsaydı bu girişim zararsız olmazdı. Gerçekte hipogastrik arterin bağlanma noktasının ötesi zengin anastomoz ağının bağlanma sonrası hemen fonksiyon görmeye başlaması sayesinde hiç kansız kalmaz. Bu durumda ortaya çıkan, arteriyel nabız basıncındaki düşüştür.

Internal iliyak arterin dalları

Anastomozları

1.Arteria uterinalar

1.Sağ ve sol over arterleri (aortaya doğrudan bağlı)

2.Haemorrhoidalis inferior ve media

2.Haemorrhoidalis superior (mesenterica inferiorun dalı)

3.Obturatorun pubis dalları

3.Epigastrica inferior (iliaca eksternanın dalı)

4.Glutealis inferior

4.Derin femoral arterin dalları olan sirkumfleks ve perforan dallar

5.Glutealis superior

5.Sacralis lateralis (arka dallardan)

6.Iliolumbalis

6.Lumbar arter (aortadan)

7.Sacralis lateralis

7.Sacralis media

8.Vesical arterler

8.Uterus ve vajina arterlerinin dalları

Tablo 3: Pelvisteki ana anastomozlar Vertikal 1.Over arteri (aortun dalı) ile uterus arteri 2.Haemorrhoidalis superior (mesenterica inferior’un dalı) ile media 3.Haemorrhoidalis media ile haemorrhoidalis inferior (hipogastik arterden internal pudendal dal) 4.Obturator arter ile inferior epigastrik arter (eksternal iliak arterin dalı) 5.Glutealis inferior ile sirkumfleks ve derin femoral arterin perforan dalları 6.Glutealis superior ile sacralis lateralis (posterior dalları) 7.Lumbar arter ile iliolumbalis Horizontal 1.Her iki yandan vezikal arterin dalları 2.Her iki obturatorun pubis dalları

280


Bu da ortalama kan basıncının ve kollateral sistemdeki kan akım hızının azalmasıyla ilgilidir. Bu azalmanın sonucu olarak arteriyel basıncın çekiç etkisi ortadan kalkar. Cerrah internal iliyak arterin iki taraflı bağlanmasının tek taraflı bağlanmasından daha etkili olduğunu, kanama kontrolü için hastanın ikinci kez ameliyat masasına alınma şansının daha az olduğunu akılda tutmalıdır. Basınç azalması ve nabız yokluğu damardaki trombozun kalıcı olacağını gösterir. İNTERNAL İLİYAK ARTER BAĞLAMANIN ENDİKASYONLARI Proflaktik İnternal iliyak arter bağlanmanın proflaktik ya da tedavi edici kullanımları arasında net bir fark yoktur. Proflaktik kullanımı kürtaj sonrası kanama, doğum sonrası kanama, histerektomi öncesi atoni, atoniyle beraber olan ablasyo plasenta, plasentanın pelvise yerleştiği abdominal gebelik, aşırı kanamalı plasenta akreata ve tüm koruyucu yolların durduramadığı total ya da subtotal histerektomi öncesi tüm koşullardır. Doğum sonrası ciddi kanama riski olan, tekrarlayan plasenta previa ya da önemli riskler taşıyan Yahova şahitliği proflaktik internal iliyak bağlanma nedenleri arasında sayılabilir. Klinik değerlendirilme çok iyi yapılmalı ve proflaktik bağlanma yapılacaksa ertelenmemelidir. Tedavi edici Aşağıdaki durumlarda bağlanma gerekli olabilir: 1. Doğum sonrası kanamalarda histerektomi öncesi ya da sonrasında 2. Kanama ligamentum latum tabanından gelmeye devam ediyorsa 3. Pelvis yan duvarında aşırı kanama varsa 4. Vajina köşesinden aşırı kanama oluyorsa 5. Hangi damardan olduğu bilinmeyen aşırı kanamalı sahalarda 6. A. uterinanın internal iliyaktan ayrılma bölgesine kadar oluşmuş uterus rüptüründe 7. Klasik metotların başarısız kaldığı atonilerde 8. Müdahaleli doğum sonrası oluşmuş çok geniş serviks yaralanmalarında 9. Ligamentum latumun alt bölgelerinden gelen aşırı kanamalarda 10. Alt batında silah yaralanması 11. Pelviste kırık olan ve intraperitoneal kanama geçiren hastalarda gerekebilir.

Böyle durumlarda histerektomi tek başına kanamayı durdurmaya yetmeyebilir. Tek ya da çift taraflı internal iliyak arter bağlanması hayatı tehdit eden durumlarda geciktirilmemelidir. CERRAHİ TEKNİKLER Genel düşünceler Bütün obstetrik cerrahlar tek veya iki taraflı arter bağlanmasının teknik aşamalarını, zamanlamasını ve endikasyonlarını tam olarak bilmelidirler. Burchell tarafından yapılan deneysel çalışmalar göstermiştir ki bu yolla pıhtılaşmayı önleyen arter nabzında inip kalkan çekiç etkisinin ortadan kaldırılması, küçük damarlardaki kanamayı durdurur2,3. Bu, neden iki taraflı bağlanmanın daha iyi olduğunu açıklamaktadır. Orta hat ya da alt segment enlemesine insizyonla batına girilebilir. Cerrah alışık olmadığı insizyonu yapmamalıdır. Enlemesine insizyon yapmak özellikle şişman hastalarda daha fazla zaman almaktadır. Pelviste görüntü karşı tarafta çalışıldığında daha iyi olmaktadır. Ameliyat sırasında karşı tarafta çalışmak için cerrah yerini değiştirebilir. Çoğu durumda iki taraflı bağlanma, tek taraflı bağlanmaya tercih edilebilir. Bu girişim sadece kanama kontrolünü daha güvenli kılmaz, aynı zamanda hastanın yeniden açılma riskini ortadan kaldırır. Ameliyatın periton dışından yapılması mümkün olmasa da, çok aşırı şişmanlar dışında periton içinden olan yaklaşım tercih edilmelidir. Bazı cerrahlar internal iliyak arteri iki düğüm arasından tam kesmeyi öneririler. Bunun pratik ve fizyolojik avantajı yoktur. Tam tersine, bu işlem arter altında seyreden venin yaralanmasına neden olabilir. Düğümde kullanılacak malzemenin seçilmesi cerrahın tercihine bağlıdır. Örneğin 1–0 vikril veya umbilikal arter bandı kullanılabilir. İki düğüm sıkıca ama nazik bir biçimde, ortalama 0,5 cm arayla bifurkasyonun 0,5–1 cm altına yerleştirilmelidir (Şekil 1). Transabdominal yaklaşım Batın açılır ve bağırsaklar batın kompresleriyle sahadan uzaklaştırılır. Ana iliyak bifurkasyonunu görmek için iki kemik kılavuz noktası olarak

281


alınır: sakral promontoryum ve ön üst iliyak çıkıntılardan geçen hayali çizgi. Pariyetal peritonun arka kısmından uzunlamasına bir insizyon yapılır. Uterus duruyorsa bu insizyon rotundumun orta ve iç üçte birlik bölümlerinin birleştiği noktanın arka yüzünden başlatılır. İnsizyon ortalama 10 cm uzatılır. Eğer uterus yoksa insizyon ekternal iliyak arterin üzerinden başlatılır ve bifurkasyona kadar uzatılır. Diğer yöntem doğrudan bifurkasyonun üzerindeki peritonun açılmasıdır. Daha sonra insizyon alt kısma doğru birkaç santim uzatılır. Bütün bu insizyonların ortak bir özelliği vardır: hepsi iç ve dış periton yapraklarının açılmasıyla sonlanır. Üreter her zaman iç peritonun altında görülür. Üreter normalde dıştan içe doğru, bifurkasyonun hemen üzerinden geçer.

bir right angle ya da Reich ve ark13’nın geliştirdiği forseps nazikçe aralarına sokulur. Bu karşı elin parmak ucu ile daha rahat yapılır, çünkü kapalı forseps ucunu nazikçe manipüle edebilmeye olanak verir ve kalan doku hissedilerek gerekirse keskin diseksiyona devam edilir. Arter ve venin arasına forsepsi basitçe itmek, kontrolsüz ve tehlikelidir. Aralarında bir yol oluşturmadan forsepsin ucunu açarak arter ve veni ayırmak tavsiye edilmez.

Öncelikle periton açıldığında altındaki gevşek süngersi doku künt diseksiyonla uzaklaştırılır. Bu sırada damarları travmadan sakınmak gerekir. Küçük bir fındık tampon etkili olabilir ya da parmaklar da kullanılabilir. Hava gözenekleriyle kaplı bu doku ayrıldığında bifurkasyon ortaya çıkar. Eğer arterleri bulmada zorluk çekiliyorsa nabız hissedilmeye çalışılmalıdır (ama nabzın hipotansif hastada zor palpe edilebileceğini akılda tutulmalıdır). Bifurkasyon ters Y şeklindedir. Hipogastrik arter dik açıyla ayrılır. Palpe edildiğinde aşağı içe doğru uzandığı görülür. Diğer devam eden dal eksternal iliyak arterdir. Yukarı ve lateral olarak, psoas kasının üzerinde seyrederek bacağa doğru uzanır ve daha sonra femoral arter adını alır.

Ekstraperitoneal yaklaşım Cilt insizyonu eksternal oblik kas trasesine paralel yapılır. Ön üst spina çıkıntısının 3–5 santimetre iç tarafında, 10–15 cm uzunluğunda bir insizyondur. Yağ ve ciltaltı dokusu uzaklaştırılıp kas ayırıcı insizyon yapılarak periton görülür. Periton üreterle birlikte yansıma verir. Bağlanma daha önce anlatıldığı gibi yapılır. Kapatma fıtık onarımındakiyle aynıdır, ancak iki taraflı olduğunda zaman alır.

Cerrah bu iki dalı dikkatlice saptamalıdır; çünkü yanlışlıkla eksternal iliyak arter bağlanması bacakta iskemi ve ekstremite kaybına yol açabilir. Eğer yanlışlıkla eksternal iliyak arter bağlandıysa damar duvarının iç katı yırtılmış olabileceğinden sütür kesilmeli ve akımın yeterliliği kontrol edilmelidir. Arter tam kesildiyse usulüne uygun dikilmeli gerekirse yama konmalıdır. Bu durum damar cerrahının operasyona katılmasını gerektirir. Ana ve internal iliyak arterler çoğu kez altındaki vene yapışıktır. Bu durum özellikle internal iliyak arterin başlangıç noktasında daha belirgindir ve venin görülmesi güç olabileceğinden, operasyonun da en tehlikeli kısmını oluşturur. Pelvis yapıların iyice uzaklaştırılması ve arterlerin alandan uzaklaştırılması venlerin görülmesi için gereklidir. İnternal iliyak arter ve ven yan yanaysa ayrılmaları için makasla çok titiz diseksiyon yapılmalıdır. Aralarında boşluk oluşturulduğunda Mixter, ince

Periton 2–0 vikrille separe kapatılır. Peritonu devamlı dikişle kapatmak üreterde katlantı oluşumuna neden olabilir. Sol pelvis duvarda çalışmak zordur çünkü peritonun beyaz çizgisini yeterince görmek için çoğu kez sigmoid kolonu serbestleştirmek gerekir.

Orta hat periton dışından yaklaşım (nadirdir) Aortaya orta hat periton dışından yaklaşım savunulmuştur16. Bir yazar bu yöntemi iki taraflı hipogastrik arter bağlamasında kullanmıştır. Batına orta hat insizyon yapılır. Rektus kasının ön fasyası görülünce göbek altından açılır. Douglas’ın yarımay çizgisinin alt kısmına kadar dokular uzaklaştırılıp periton ve üzerindeki yağ dokusu ayrılır. Sağda veya solda periton ve altındaki yapılar yansıma vererek, periton altındaki yapıları gösterir16. ÖNEMLİ CERRAHİ HATIRLATMALAR 1. Üreter ana iliyak arteri bifurkasyon seviyesinde geçer. 2. Üretere paralel, alt dış kısma uzanan insizyon yapılarak diseksiyonun emniyeti garanti altına alınır. 3. Bu insizyonu takiben altında üreter olan periton iç tarafa çekilir (emniyet için üreter askıya alınabilir). 4. İnternal iliyak arterin ön ve arka dallarını verdiği noktada veni ve obturator sinir palpe edilebilir. İnternal iliyak vene zarar vermemek çok önemlidir. İnternal iliyak

282


a)

b)

Şekil 1: İnternal iliyak arterin ön dalının bağlanmasının venle olan ilişkisi. (a) internal iliyak ven ve obturator sinirin yakınlığı ile yaralanma olasılığını gösteriyor. (b) “iskelet” anatomisi, eksternal iliyak arter, üreter ve siyatik sinirin ön dalıyla ilişkisi yakınlığını gösteriyor.

283


arterin ana dalını bağlanmak idealdir. Arter ve venin arasından right angle geçirilerek 0 numara ipek ya da vikril gibi sütürlerle bağlanır. Ameliyat sonrası bakım Bu kadınlar ciddi kan transfüzyonu gerektiren, tıbbi kapasitesi azalmış hastalar olduklarından yoğun bakıma ihtiyaç duyarlar. Yara yerlerinden geniş hematomlar ve serohemorajik sıvı koleksiyonları drene edilebilir. Rutin antibiyotik kullanımı şart değildir. Enfeksiyon varlığında kullanılmalıdır. Tüm olgularda erkenden ayağa kalkma önerilir. Ciddi hastalık riski olan hastalarda kalıcı kateterle idrar çıkışını takip etmek gerekebilir. Özel klinik durumlar Hipogastrik arter bağlamada en büyük handikap geç kalmaktır. Eğer hemorajik şok geri dönüşümsüz ise bu ameliyatla sorun çözülmez. Ciddi kanamalarda diğer bir sorun da yeterli transfüzyonun yapılmamasıdır. Kan kaybı sıklıkla küçümsenir. Kanamayı durdurma başarısız olursa vajina arterinin, uterus arterinin değil, hipogastrik arterin ayrı bir dalı olduğu hatırlanmalıdır. Böyle bir durumda kanamanın kontrolü için cerrahın yaptığı histerektomi etkisiz ve gereksizdir. Ekternal iliyak arterin ekartörle yaralanması veya yanlışlıkla bağlanması bacak ampütasyonuna neden olabilir. Aynı zamanda yanlışlıkla iki taraflı üreter bağlanması böbrek işlevlerinin bozulmasına neden olabilir. Kazara siyatik sinirin ön dalının bağlanması düşük ayağa neden olabilir (Şekil 1b). Araştırmacıların çoğu hipogastrik arter bağlanmasında çok güvenli bir işlem olduğunu düşünür. Literatür bu operasyonun pelvis organlarında nekroza neden olmadığını göstermektedir. Bu yaklaşıma karşı olan tek çalışma Tajes4 tarafından yapılan bağlanma sonrası kalçada iki taraflı görülen nekroz olgusudur. Tajes aynı zamanda biri mesane mukozasında soyulma, diğeri skrotumda nekroz olan yayınlanmış iki olguya da dikkat çekmiştir. Ancak Tajes’in çalışması 50 yıl önce yayınlanmıştır. Üreme fonksiyonlarının devamı Bu operasyonu geçirmiş genç hastaları her zaman takip etmek mümkün değildir. Daha önemlisi çoğu hasta bu operasyonun detaylarını ve genişliğini bilmemektedir. Hasta ciddi kanaması olduğunu, bu nedenle ameliyat olduğunu ve iyileştiğini

hatırlamalıdır. Ameliyat sonrası amenore sıklığı bilinmemektedir. Sıklıkla operasyon sonrası adet geri gelmektedir. İki taraflı hipogastrik bağlanma sonrası ne kadar sıklıkla olduğunu bilmek mümkün olmamasına karşın, normal gebelik ve doğum olguları rapor edilmiştir. Bu operasyon sonrası hastanın üreme kapasitesinin kaybolmadığına inanılmaktadır. Doğum sonu kanamada özellikle kan transfüzyonu yetersiz ya da gecikmişse, kanama ve şok ciddiyse hipofiz bezi nekrozu (Sheehan sendromu) gelişerek üreme yeteneğini etkileyebilir. Şans olarak bu modern iyi donanımlı doğum ünitelerinde sık ortaya çıkan bir durum değildir. Potansiyel başarısızlık ve sonuçlar Hipogastrik bağlanma bazı olgularda nadir olarak pelvisteki kanamayı kesmekte başarısız olabilir. Bunun nedeni tam açık değildir ve bazı çıkarımlar yapılabilir: 1. Damarların bağlanması sonrası gelişen infeksiyona bağlı şiddetli nekroz 2. Kanayan bölgeyi besleyen anormal damarların varlığı 3. Arter basıncının artmasıyla pıhtının atması 4. Aynı anda ciddi venöz kanama, ancak bu nadir görülür. 5. Kan değerlerindeki dengenin bozulması ile oluşan pıhtılaşma bozukluğu Yanlışlıkla ana arter ve ekternal iliyak arterin bağlanmasından sakınma Bu operasyonda en önemli adım hipogastrik arterin açık bir biçimde ortaya çıkarılmasıdır. Ana ya da eksternal iliyak arterin bağlanmasında akut iskemik bacak oluşur. Klasik işaret bacaklarda beyazlık, solukluk ve ayakta nabız alınamamasıdır ki bunu hipotansiyon ve vazokonstrüksiyonu olan bir hastada değerlendirmek güç olabilir. Eğer bacağın alt ana arteri bağlanmasıyla ilgili şüphe varsa eksternal iliyak arter nabzı inguinal bağın üzerinde, bağlanma noktasının altında, femoral nabız kasıkta ya da el Doppler’i ile ayak bileğinden kontrol edilmelidir. Eğer yanlış arter bağlandıysa düğüm kesilmelidir. Eğer bu nabzı geri getirmezse (ya da arter kesilirse) damar cerrahı çağrılmalıdır (ven ya da sentetik greftle bypass veya uç uca anastomoz yapılabilir).

284


Üreter yaralanması Dikkatli bir gözlem ve diseksiyonla üreterlere hasar vermekten sakınmalıdır. Masif kanamanın kontrolünde geç kalınması ya da hayat kurtarmak için yapılan cerrahi, üreter yaralamalarına neden olabilir. Bağlanma kesilmeden daha olasıdır. Doğru teşhis ve ürologlar tarafından düzeltilmesi temel yaklaşım olmalıdır. Yanlışlıkla bir üreterin bağlanması böbrek yetmezliğine neden olmayabilir, ama hastalığın şiddetini artırır. Diğer damarların hasarı Ana ya da iliyak venin veya onların ana dallarının hasarı ciddi kanamaya neden olur. Kanamanın kaynağını görmek ve kontrol etmek zor olabilir. Bu durum özellikle önceden doğum sonu kanamayla ciddi kan kaybı olan hastanın hayatını tehdit edebilir. İliyak ven hasarından sakınmak için nelerin yapılması gerektiği yukarıda anlatıldı. İnternal iliyak arterin diseksiyonu sırasında ve venin arterden ayrılmasında çok dikkatli olunmalıdır. Eğer ani venöz kanama olursa ilk adım sıkıca tampon yapmak olmalıdır. Yeterli aspirasyon yapılmalıdır (iki aspiratör yardımcı olabilir). Tampon monte ile kanayan venin altına ve üstüne tampon yapmak yaralanan alanının görülmesini sağlar. Vendeki hasar arterin arkasında ve dipte olmaya bağlı olarak görülemezse internal iliyak arterin kesilmesi defektin ortaya çıkarılmasını sağlar. Daha sonra artere tekrar anastomoz yapılabilir. Vendeki yaralanma görüldüğünde sütüre etmeden önce defekt kenarları Stiles gibi atravmatik forsepslerle tutulur. Ven en iyi emilmeyen yuvarlak iğneli polipropilen sütürlerle onarılır. İliyak ven için 3/0 mantıklı seçimdir; 4/0 sütürlerin iğneleri küçüktür ve yara kenarlarından geçirilirken venin içinde kaybolabilir. İşlemi sonlandırırken siyatik sinirin ön dalının sütür içine alınmasından sakınmak çok önemlidir17 (Şekil 1b). YARARLI İPUÇLARI Hastaya göre cerrahın pozisyonu Cerrah kendisi için en uygun pozisyonda olmalıdır ve bu sağ ya da sol ellerini kullanmasına göre değişebilir. Cerrahın pozisyonu asistanın yeteneği ve kapasitesine bağlıdır. Eğer asistan görece olarak deneyimsizse cerrahın karşı taraf hipogastrik arter bağlarken asistanla yer değiştirmesi uygun olabilir.

Batını kapatmadan önce kanamanın kontrolü 1. Eğer hasta kurbağa ya da Lloyd Davis pozisyonunda ise asistan bacak arasında durur ve vajinadan kanamanın durduğunu kontrol eder. 2. Batın muayene edilmeli ve kesin olarak düğümlerin doğru yerleştirildiği emin olunmalıdır. 3. Batın arka duvar peritonu isteğe göre kapatılabilir ya da kapatılmayabilir. 4. Batın kapatılmadan önce bütün araçlar, tamponların ve yabancı maddelerin dışarı alındığından emin olunmalıdır. 5. Batın başlangıç insizyonuna göre kapatılmalıdır. 6. Hasta hızla ve makul bir sürede yoğun bakıma nakledilmelidir. Bu arada kanama kontrolünden, nabız ve tansiyonun geri geldiğinden emin olunmalı ve mesaneye idrar çıkışı takibi için kateter yerleştirilmelidir. 7. Hastaya olası post travmatik stres, panik atak ve sanrılar için psikiyatri konsültasyonu ayarlanmalıdır. Kaynaklar 1. Burchell RC, Olson G. Internal iliac artery ligation: aortograms. Am J Obstet Gynecol 1966; 94:117 2. Burchell RC. Hemodynamics of the internal iliac artery ligation. Presented at the 1964 Clinical Congress of the American College of Obstetricians and Gynaecologists 3. Burchell RC. Internal iliac artery ligation: hemodynamics. Obstet Gynecol 1964;24:737 4. Tajes RV. Ligation of the hypogastric arteries and its complications in resection of cancer of rectum. Am J Gastroenterol 1956;26:612 5. Kelly H. Ligation of both internal iliac arteries for hemorrhage in hysterectomy for carcinoma uteri. Bull John Hopkins Hosp 1894;5:53 6. Evans S, McShane P. The efficacy of internal iliac artery ligation in obstetric hemorrhage. Surg Gynecol Obstet 1985;160:250–3 7. Clark SL, Phelan JP, Yeh S-Y, et al. Hypogastric artery ligation for obstetric hemorrhage. Obstet Gynecol 1985;66:353–6 8. Lane RE, Andleman SL. Maternal mortality in Chicago, 1956 through 1960: preventable factors and cause of death. Am J Obstet Gynecol 1963;85:61–9 9. Eastman NJ. Gleanings from maternal 285


mortality reports. Presented in a lecture at Milwaukee County Hospital and the Department of Obstetrics and Gynaecology of Marquette University, February 8, 1963 10. Lynch C, Coker Y, Abu J, et al. The BLynch surgical technique for the control of massive postpartum haemorrhage: an alternative to hysterectomy? Five cases reported. Br J Obstet Gynaecol 1997;104:372–5 11. Shafiroff BGP, Grillo EB, Baron H. Bilateral ligation of hypogastric arteries. Am J Surg 1959; 98:34 12. O’Leary JA. Uterine artery ligation in the control of postcesarean hemorrhage. J Reprod Med 1995; 40:189–93 13. Reich WJ, Nechtow MJ, Keith L. Supplementary report on hypogastric artery ligation in the prophylactic and active treatment of hemorrhage in pelvic surgery. Int Surg 1965;44:1 14. Reich WJ, Nechtow HJ, Bogdan J. The iliac arteries: a gross anatomic study based on dissection of 75 fresh cadavers. Clinical surgical correlations. J Int Coll Surg 1964;41:53 15. Burchell RC, Mengert WF. Internal iliac artery ligation: a series of 200 patients. J Int Fed Obstet Gynecol 1969;7:85 16. Shumacker HB Jr. Midline extraperitoneal exposure of the abdominal aorta and iliac arteries. Surg Gynecol Obstet 1972;135:791–2 17. Varner M. Obstetric emergencies (post partum haemorrhage). Crit Care 1991;7:883–97

286


Bölüm 33 PELVİK BASI TAMPONU G. A. Dildy III A. Altıntaş

Doğum sonu kanamayı durdurmakta farmakolojik ve cerrahi girişimler yetersiz olduğunda elde son çare olarak histerektomi kalır1. Louisiana Devlet Üniversitesi’nin New Orleans’daki Charity Hastanesi doğum servisinde 1975–1981 yılları arasında doğumla ilgili nedenlerle yapılan histerektomi insidansı 1.000 doğumda 1,21’dir2. Doğumla ilgili kanama sıklığı ise 1.000 doğumda 0,33–0,70 arasında değişmektedir3–6. Bu durumda yılda 4.000 doğum gerçekleşen orta derecede yoğun doğum servis lerinde 3 acil histerektomi yapılması beklenir. Obstetrik nedenli kanamaya bağlı yapılan histerektomilerde anne ölüm hızı yüksektir (% 4–4,5). Bunun histerektomiye karar verilmesi sırasında hastanın genel durumun kötü olması, özellikle anatomiyi bozan etkenlerin varlığı ve kanamanın fazla olması nedeniyle cerrahi görüşün zor olduğu durumlarda cerrahi girişimin teknik olarak zorlaşması gibi birçok nedeni vardır4,5. Clark ve ark. doğumla ilgili nedenlere bağlı histerektomilerde ortalama kan kaybının 3,5 litre olduğunu bildirmişlerdir7. Bu kitapta birkaç bölümde de vurgulandığı gibi aşırı kanama ve histerektomiye sıklıkla ikincil pıhtılaşma bozuklukları eşlik eder. Pıhtılaşma bozuklukları oluşursa cerrahi güdükler güvenli bir şekilde bağlanmasına rağmen histerektomi sonrasında kanama sürer ve cerrahi ekibi daha da sıkıntıya sokar. Karına ve pelvise tampon uygulaması karaciğer travması, preeklampsi sırasında görülen karaciğer yırtılması, rektum kanseri ve jinekolojik kanser cerrahisi gibi birçok durumda kanamayı kontrol etmek için kullanılan çok eski bir cerrahi uygulamadır8–10, 11. Kuru laparotomi tamponları veya “bowel bag” gibi değişik tampon yapma yöntemleri tanımlanmıştır11,12. Ancak bu yöntemler damar içi sıvı hacminin kontrolü ve kararlı duruma gelmesini sağlandıktan sonra yeniden laparotomi yapılarak tamponların çıkarılmasını gerektirir. Obstetrik kanamaları kontrol altına almak için yeniden laparotomi yapılmasına gerek bırakmayan, ciltten yerleştirilen 22 fr kateter üzerinde şişirilmiş kondom

veya penroz dren içinde ribbon gauze gibi yeni uygulamalar da vardır13,14. Ancak bu uygulamaların kullanım alanı sınırlıdır. 1926 yılında Logothetopoulos histerektomi sonrasında kontrol edilemeyen pelvis kanamalarında kanamayı kontrol etmek için bir tampon tanımlamıştır15. Bu teknik daha sonraları mantar, paraşüt, şemsiye, pelvik baskı veya Logothetopoulos tamponu olarak isimlendirilmiştir. Bu tamponlama yönteminin histerektomiden sonra uygulanan bir yöntem olduğunun akılda tutulması önemlidir. Sıklıkla yapıldığı gibi, uterus atonisine bağlı veya plasenta yerleşme yerinden olan doğum sonrası kanamayı kontrol altına almak için uygulanan uterusa tampon koyma veya uterus içine konan çeşitli balon uygulamalarıyla karıştırılmamalıdır16–19. Pelvise bası tamponu geniş yüzeylerden, ven pleksuslarından ve ulaşılması zor olan alanlardan kaynaklanan kanama üzerine uyguladığı homojen basınçla kanama alanlarını pelvis veya fasiyaya doğru sıkıştırır20,21. Parente ve arkadaşlarına göre bu konudaki ilk makale yayınlandıktan sonraki 10 yıl içerisinde European Medical Journal’de pelvis basısı tamponu ile ilgili birkaç referans yayınlanmıştır21. İngiliz literatüründe ilk yayınlanan olgu 1960’lı yıllarda olmuştur20,21. Bu olguda histerektomi sonrası kanama kontrolü yapılmıştır. O günden sonra obstetrik histerektomilerden sonra oluşan kanama kontrolü ile ilgili birkaç olgu sunumu ve olgu serileri yayınlanmıştır22–26. Bu yayınlar Tablo 1’de özetlenmiştir. Jinekolojik kanamalar ilgili 23, obstetrik kanamalarla ilgili 13 olgu vardır. Jinekolojik olgularda % 100, obstetrik kanamalı olgularda % 85 başarı sağlanmıştır. Kötü sonuçların yayınlanma olasılığının daha zayıf ve geriye doğru toplanmış nadir olgulardan yapılan serilerde gerçek başarı oranını belirlemenin zor olduğu akılda tutulmalıdır. Bununla beraber olguların çoğunda kanama kontrolünün sağlandığı anlaşılmaktadır. Şekil 1’de görüldüğü gibi tampon uç uca bağlanmış steril gazlı bez yumaklarıyla (bu olguda 5 adet 11,4 cm x 2,8 m gazlı bez tamponlarıyla) doldurulmuş

287


Şekil 1: Radyoopak örtü, steril gaz ve infüzyon seti kullanarak yapılan pelvis bası tamponunun fotoğrafı. Daha fazla açıklama için metne bakınız bir keseden (X ışınlarıyla görülen bir örtü yeğlenir, ancak diğer malzemeler de olabilir) oluşur. Tamponlar kesenin içine tepesinden (A) başlayarak bir ucu kesenin boynundan dışarı sarkacak (BD) şekilde doldurulur. Gösterildiği gibi gerçek pelvise tam olarak uyum sağlayabilmesi için gazlı bezler yerleştirmeden hemen önce tamponun içinden çıkartılmalıdır. Tampon pelvise karından yerleştirilmeli (Şekil 2) ve “boyun” vajinadan sokulan bir cerrahi klemp yardımıyla dışarı çıkartılmalıdır. Tamponun arkasında ince bağırsak sıkışmamasına özen gösterilmelidir. Tampon boyun kısmından damar içine sıvı vermekte kullanılan plastik hortumlar kullanılarak bağlanır. Hortumların diğer ucu ise yatağın ucundan aşağı sarkıtılan 1 litrelik serum torbasına bağlanarak traksiyon ve bası uygulanır. Daha fazla traksiyon gerekirse ilave serum şişesi asılır veya trendelenburg pozisyonu yükseltilerek yardımcı olunur. Serum hortumlarından yapılan askı bağları basit olarak

yatağın ucundan sarkıtılabileceği gibi, ortopedik askılar da kullanılabilir. Tamponun baskı uygulaması tamponun boynu perineye yapışık yerleştirilen 80 no doughnut pesser (burada gösterilmedi) içinden geçirilip ucuna cerrahi bir klemp takılarak da devam ettirilebilir. Ancak bu durumda baskı nedeniyle perinede nekroz olmamasına özen gösterilmelidir. Ameliyat sonrası kanama takibi için periton içine geniş kanallı kapalı sistem bir drenaj kateteri (örn: Jackson-Pratt) yerleştirilmesini önermekteyiz. İdrar sondası hem idrar çıkış miktarını kontrol etmek, hem de tıkanmayı önlemek açısından yararlı olur. Hastanın dolaşımı kararlı hale geldikten sonra sedasyon altında gazlı bezler vajinadan yavaş yavaş (kanamayı yeniden başlatmamak için) çekilmeye başlanır. Tamponu içerde bırakmanın en uygun süresi değişmektedir. Ancak içeride uzun süre kalmasının bazı riskleri vardır (aşağı açıklanmaktadır). Tampon genellikle vajinadan çıkarılabilir. Ancak bazen laparoskopi veya laparotomi gerekebilir. 288


Tablo 1: Obstetrik ve jinekolojik nedenlerle pelvik bası tamponu uygulanan olgular. Kanamayı kontrol edebilen son uygulama pelvis bası tamponu ise başarılı olarak kabul edilmiştir. Dildy ve ark. alınmıştır26. Seriler

Jinekolojik olgularda başarı oranı

Obstetrik olgularda başarı oranı

Parente, 196221

14/14

-

Burchell, 196820

8/8

-

Cassels, 198522

-

1/1

Robie, 199023

-

1/1

Hallak, 199124

-

1/1

Howard, 200225

-

1/1

Dildy, baskıda26

1/1

7/9

23/23 (% 100)

11/13 (% 85)

Toplam

Travma sonrası karın içi kanama geçiren hastalar üzerinde yapılan bir çalışmada, Garrison ve ark. hipotermi, uzamış hipotansiyon, pıhtılaşma bozukluğu ve asidoz varsa tamponu erken koymak gerektiğini göstermişlerdir27. Bu nedenle hemostaz belirgin olarak bozulduğunda tamponlama daha erken yapılmalıdır. Daha önceden yoğun kan transfüzyonu yapılan ve kontamine olmuş alana yabancı cisim yerleştirilen bu kritik hastalarda ciddi febril hastalıklara çok sık rastlanır26. Pelvis bası tamponu uygulanan her olguda proflaktik geniş spektrumlu antibiyotik başlanmalı ve tampon çıkartılıp hasta en az 24–48 saat afebril bir dönem geçirene kadar devam edilmelidir. Bir başka çalışmada 72 saatten az tampon kalan olgularda, daha fazla kalanlara göre daha az apse, sepsis ve ölüm olduğu göstermiştir28. Bu nedenle hastanın durumu kararlı hal alır almaz tampon çekilmelidir. Özet olarak pelvis bası tamponu kolayca elde edilebilen tıbbi malzeme kullanarak oluşturulabilecek basit bir yöntemdir ve olguların önemli bir kısmında kanamayı kontrol altına alır. Eğer pelvis bası tamponu başarısız olursa diğer tıbbi, cerrahi veya girişimsel radyoloji teknikleri kullanılarak kanamanın durdurulması gerekir29–31. Pelvis bası tamponu özellikle selektif arter embolizasyonu gibi ileri teknikler henüz olmadığı veya pelvis damarı bağlanması gibi cerrahi tekniklerin yerleşemediği gelişmekte olan ülkelerde yararlı olabilir. Gelişmiş

ülkelerde ise pelvis bası tamponu hastayı üçüncü basamaktaki bir hastaneye gönderirken kullanılacak geçici bir yöntem olarak yararlı olur. Vakaların çoğunda pelvis bası tamponu cerrahi sonrasında kritik hastaların hemodinamik, hematolojik ve asitbaz dengesinin düzeltileceği yere transfer ederken kullanılan bir yöntemdir.

Şekil 2: Pelvis bası tamponunun yerleştirilmesini gösteren diyagram. Daha fazla açıklama için metne bakınız.

289


Kaynaklar: 1. Dildy GA, 3rd. Postpartum hemorrhage: new management options. Clin Obstet Gynecol 2002; 45:330–44 2. Plauche WC, Wycheck JG, Iannessa MJ, Rousset KM, Mickal A. Cesarean hysterectomy at Louisiana State University, 1975 through 1981. South Med J 1983;76:1261–3 3. Baskett TF. Emergency obstetric hysterectomy. J Obstet Gynaecol 2003;23:353–5 4. Eniola OA, Bewley S, Waterstone M, Hooper R, Wolfe CD. Obstetric hysterectomy in a population of South East England. J Obstet Gynaecol 2006;26:104–9 5. Kwee A, Bots ML, Visser GH, Bruinse HW. Emergency peripartum hysterectomy: A prospective study in The Netherlands. Eur J Obstet Gynecol Reprod Biol 2006;124:187–92 6. Lau WC, Fung HY, Rogers MS. Ten years experience of caesarean and postpartum hysterectomy in a teaching hospital in Hong Kong. Eur J Obstet Gynecol Reprod Biol 1997;74: 133–7 7. Clark SL, Yeh SY, Phelan JP, Bruce S, Paul RH. Emergency hysterectomy for obstetric hemorrhage. Obstet Gynecol 1984;64:376–80 8. Feliciano DV, Mattox KL, Burch JM, Bitondo CG, Jordan GL Jr. Packing for control of hepatic hemorrhage. J Trauma 1986;26:738–43 9. Smith LG Jr, Moise KJ Jr, Dildy GA 3rd, Carpenter RJ Jr. Spontaneous rupture of liver during pregnancy: current therapy. Obstet Gynecol 1991;77:171–5 10. Zama N, Fazio VW, Jagelman DG, Lavery IC, Weakley FL, Church JM. Efficacy of pelvic packing in maintaining hemostasis after rectal excision for cancer. Dis Colon Rectum 1988;31: 923–8 11. Finan MA, Fiorica JV, Hoffman MS, et al. Massive pelvic hemorrhage during gynecologic cancer surgery: ‘pack and go back’. Gynecol Oncol 1996;62:390–5 12. Ghourab S, Al-Nuaim L, Al-Jabari A, et al. Abdomino-pelvic packing to control severe haemorrhage following caesarean hysterectomy. J Obstet Gynaecol 1999;19:155–8 13. Luijendijk RW, Jn IJ, Jeekel J, Bruining HA. An inflated condom as a packing device for control of haemorrhage. Br J Surg 1994;81:270 14. Awonuga AO, Merhi ZO, Khulpateea N. Abdominal packing for intractable obstetrical and gynecologic hemorrhage. Int J Gynaecol Obstet

2006;93:160–3 15. Logothetopulos K. Eine absolut sichere blutstillungsmethode bei vaginalen und abdominalen gynakologischen operationen. [An absolutely certain method of stopping bleeding during abdominal and vaginal operations.] Zentralbl Gynakol 1926;50:3202–4 16. Maier RC. Control of postpartum hemorrhage with uterine packing. Am J Obstet Gynecol 1993;169:317–21; discussion 321–3 17. Katesmark M, Brown R, Raju KS. Successful use of a Sengstaken–Blakemore tube to control massive postpartum haemorrhage. Br J Obstet Gynaecol 1994;101:259–60 18. Johanson R, Kumar M, Obhrai M, Young P. Management of massive postpartum haemorrhage: use of a hydrostatic balloon catheter to avoid laparotomy. Br J Obstet Gynaecol 2001; 108:420–2 19. Bakri YN, Amri A, Abdul Jabbar F. Tamponade-balloon for obstetrical bleeding. Int J Gynaecol Obstet 2001;74:139–42 20. Burchell RC. The umbrella pack to control pelvic hemorrhage. Conn Med 1968;32:734–6 21. Parente JT, Dlugi H, Weingold AB. Pelvic hemostasis: a new technic and pack. Obstet Gynecol 1962;19:218–21 22. Cassels JW Jr, Greenberg H, Otterson WN. Pelvic tamponade in puerperal hemorrhage. A case report. J Reprod Med 1985;30:689–92 23. Robie GF, Morgan MA, Payne GG Jr, Wasemiller-Smith L. Logothetopulos pack for the management of uncontrollable postpartum hemorrhage. Am J Perinatol 1990;7:327–8 24. Hallak M, Dildy GA 3rd, Hurley TJ, Moise KJ Jr. Transvaginal pressure pack for lifethreatening pelvic hemorrhage secondary to placenta accreta. Obstet Gynecol 1991;78:938–40 25. Howard RJ, Straughn JM Jr, Huh WK, Rouse DJ. Pelvic umbrella pack for refractory obstetric hemorrhage secondary to posterior uterine rupture. Obstet Gynecol 2002;100:1061–3 26. Dildy GA, Scott JR, Saffer CS, Belfort MA. An effective pressure pack for severe pelvic hemorrhage (submitted) 27. Garrison JR, Richardson JD, Hilakos AS, et al. Predicting the need to pack early for severe intra-abdominal hemorrhage. J Trauma 1996; 40:923–7; discussion 927–9 28. Abikhaled JA, Granchi TS, Wall MJ, Hirshberg A, Mattox KL. Prolonged abdominal

290


packing for trauma is associated with increased morbidity and mortality. Am Surg 1997;63:1109– 12; discussion 1112–3 29. Bouwmeester FW, Jonkhoff AR, Verheijen RH, van Geijn HP. Successful treatment of lifethreatening postpartum hemorrhage with recombinant activated factor VII. Obstet Gynecol 2003;101:1174–6 30. Clark SL, Phelan JP, Yeh SY, Bruce SR, Paul RH. Hypogastric artery ligation for obstetric hemorrhage. Obstet Gynecol 1985;66:353–6 31. Vedantham S, Goodwin SC, McLucas B, Mohr G. Uterine artery embolization: an underused method of controlling pelvic hemorrhage. Am J Obstet Gynecol 1997;176:938–48

291


Bölüm 34 PERİPARTUM HİSTEREKTOMİ T. F. Baskett M. A. Vardar, A. B. Güzel

HİSTEREKTOMİ Acil olarak doğum sırasında yapılan histerektomi annede ölüm ve ciddi hastalık için önemli bir belirleyicidir1,2. Son 25 yıl içerisindeki verilere baktığımızda çok farklı insidans oranları ile karşılaşmaktayız. Doğum sırasında histerektomi 3313–6.978 doğumda bir gibi değişik oranlarda bildirilmektedir. Gelişmekte olan ülkelerde insidans yaklaşık olarak 2.000 doğumda bir olarak görülmektedir. Kanada’da yapılan bir çalışmada ise oran her 1.000 doğumda 0,53 olarak saptanmıştır2. Dünya çapında sezaryen oranlarındaki artış beraberinde plasenta previa ve plasenta previa/ akreata oranlarındaki artışı getirmiş ve birçok ülkede doğum sırasında histerektomi oranlarındaki artışa neden olmuştur. Örneğin Kanada’da 1991 yılından 2000 yılına oran 1.000 doğumda 0,26’dan 0,46’ya çıkmıştır (rölatif risk 1.76; 95% güven aralığı 1,48–2,08)5. Normal doğumla karşılaştırıldığında sezaryende doğum sırasında histerektomi açısından daha yüksek oranı vardır6,7. Tek gebeliklere oranla çoğul gebeliklerde doğum sırasında acil histerektomi riski 6 kat daha fazladır8. Çoğul gebelik sayılarının yardımcı üreme teknikleri ile arttığı gerçeği göz önüne alındığında doğum sırasında histerektomi oranlarının artması mantıklı olarak görülmektedir. Acil histerektomilerde anne ölüm oranları % 0 ile % 30 arasında değişmektedir. Sağlık hizmetlerinde kısıtlı imkanlara sahip olan bölgelerde ise bu oran daha yüksek olarak beklenmektedir9. Oranların günümüzde ne kadar geçerli olduğu net değildir. Bu oranlar birkaç dekat öncesinde hesaplanmış oranlardır. Bununla birlikte düşük anne ölüm hızlarına sahip ülkelerde bile kanama, kan transfüzyonu, yaygın damar içi pıhtılaşma bozukluğu, infeksiyon ve alt üriner sistem yaralanması nedeniyle ciddi hastalık oranları yüksektir7,10,11. Bu bölümde sezaryen ve normal doğumu takiben doğum sonu dönemdeki acil histerektomi anlatılacaktır. ENDİKASYONLAR Histerektominin

en

önemli

kanamadır ve aşağıda belirttiğimiz nedenlerden kaynaklanmaktadır. Anormal yerleşimli plasenta Akreatanın eşlik edip etmediğine bakılmaksızın plasenta previa gelişmiş ülkelerde en sık histerektomi endikasyonunu oluşturmaktadır. Geçirilmiş sezaryen olgularının artması ile birlikte buna bağlı olarak plasentanın anormal yerleştiği olgu sayısı artmaktadır. Kitabın diğer bölümlerinde uterusu korumaya yönelik birçok teknik tartışılmış olsa da, plasenta previaya bağlı aşırı kanamalı olgularda çoğu hastanede temel yaklaşım histerektomidir. Ayrıca nadir olarak myometriumun tüm katları içine kanamanın olduğu ablasyo plasentada meydana gelen Couvelaire uterusta oksitosik ilaçlara yanıt alınamamakta ve histerektomi gerekebilmektedir. Fakat burada belirtilmesi gereken Couvelaire uterusa neden olan ablasyo plasenta olgularının büyük bir kısmında, oksitosik ilaçlar uygun bir yaklaşımdır ve bu olgularda kanama uterus kasılması eksikliğinden ziyade yaygın damar içi pıhtılaşma bozukluğuna bağlıdır. Uterus atonisi Modern oksitosik ilaçlarla atoninin yönetimi kitapta (Bkz. Bölüm 27) farklı bölümde anlatılmıştır. Buna rağmen bazı olgular tüm ajanlar ile tedaviye dirençli olabilmektedir. Bu duruma neden olan sıklıkla uzamış bir doğum eylemi ya da tükenmiş ve enfekte bir uterus oksitosik ajanlara cevap vermeyecektir. Olguların büyük bir kısmı distosi veya baş pelvis uygunsuzluk nedeni ile yapılan sezaryen esnasında görülmektedir. Uterus rüptürü Uterusun tam kat yırtılmasının en sık nedeni daha önce geçirilmiş sezaryendir. Yırtık genişse ve kanama dikişlerle kontrol altına alınamazsa histerektomi gerekebilir. Multipar kadınlarda doğumun ilk ve ikinci evresinde oksitosinin uygunsuz kullanılmasıyla da uterus rüptürü meydana gelebilir.

endikasyonu

292


Uterus travması Uterusun perforasyon ve laserasyonu olarak tanımlanan rüptür birçok obstetrik müdahaleler sonrasında meydana gelebilir. Bunlar arasında internal versiyon, uzamış makat doğumlarında makat ekstraksiyonu, Kielland forsepsinin ön kaşığının yerleştirilmesi, uterus alt segmentin inceldiği olgularda uterusun elle muayenesi, plasenta ya da eklerinin el ile çıkarılması ve ikincil doğum sonu kanamalar için yapılan kürtajlar sayılabilir. Doğum eyleminin 2. evresinde başın vajinaya doğru derin bir şekilde yerleştiği durumlarda yapılan sezaryen operasyonlarında, uterus alt segment insizyonu yanlardaki ana damarlara doğru genişleyebilir21. Çok nadir olarak genişleyen bu laserasyon tek veya her iki tarafta uterus arterlerinde yaralanmaya neden olup cerrahi onarımı engeller ve histerektomi gerekebilir. Saldırıya uğrama, düşme ve motorlu taşıt kazaları gibi dış travmalar da uterus perforasyonu ve rüptür ile ilgili nadir nedenler arasında yer almaktadır.

4.

Sepsis Sepsis, modern antibiyotiklerin gelişmesi ile birlikte acil histerektominin en sık nedenleri arasındaki yerini yitirmiştir. Buna rağmen antibiyotik tedavisinin sepsis kontrolünde yetersiz kaldığı ileri olgularda, özellikle klostridial enfeksiyonlar ve myometrium apselerinde hala gerekli olabilmektedir. Uterus travma ve infeksiyona ikincil arteriovenöz fistüller, kanama ile birliktelik gösteren endomyometritler, sezaryen skar infeksiyonu ve nekrozu ikincil doğum sonu kanamanın diğer nedenleri arasındadır. Bunların tümü nadir olarak histerektomi gerektirebilmektedir.

5.

6.

CERRAHİ PRENSİPLER Obstetrik histerektomi tekniği jinekolojideki abdominal histerektomi tekniği ile benzerlik göstermesine rağmen gebelik esnasında oluşan farklı fizyolojik ve anatomik değişikliklerden dolayı cerrahi zorluklar göstermektedir. 1. Uterus ve overleri besleyen damarlar sıklıkla belirgin bir şekilde genişlemiş ve uzamıştır. Pelvik dokular ödemli ve kırılgandır. 2. Batına giriş vakanın acilliği ve gerekli olan hıza bağlı olarak Pfannestiel insizyon veya alt orta hat insizyon ile yapılabilir. 3. Hemostazın acil bir şekilde sağlanması için yapılacak olan manevra, kanama nedenine

7.

8.

293

bağlıdır. Green–Armytage klempleri ve sponge forsepsi uterus rüptürü durumunda myometrium kenarlarındaki kanamayı durdurmak için kullanılabilir. Uterus insizyondan dışarıya alınmalıdır. İnsizyonun her iki yanı asistan yardımıyla çekilerek açılır ve cerrah tarafından uterus üst kısmına bitişik olarak, ligamentum rotundum, fallop tüpleri ve utero-ovarian bağları içerecek şekilde düz klemple tutulmalıdır. Bu hareket over arterlerden uterusa olan kollateral akımı kontrol etmek içindir. Işık altında ligamentum latumun damarsız alanları bulunur. Kabaca serviks üzerinde transvers sezaryen insizyon seviyesinde, bir kateter dairesel olarak geçilip sıkıca sarılarak turnike koyulur. Böylece uterus arteri üzerinde bası oluşturulur. Bu iki hamleyle uterusa over ve uterus arterlerinden sağlanan dolaşım kapamalıdır. Damar içeren kökler kalın ve ödemli olduğundan çift klemp kullanılmalıdır. İlk olarak yakındaki klemp çıkarılır ve serbest bir bağlama uygulanır. Daha sonra uzaktaki klempin altına transfiksasyon sütürü uygulanır. Yakındaki alanda serbest bağlama kök tabanında hematom oluşmaması için güvenliği sağlar. Serviks ve parakolpiumdan kanamanın olmadığı olgularda hemostazın sağlanması için subtotal histerektomi yeterlidir. Bu işlem güvenlidir, hızlıdır ve total histerektomiye göre daha kolaydır. Plasenta previa ve/veya akreata gibi alt segment ve parakolpiumun tutulduğu kanama olgularında hemostazın sağlanması için total histerektomi gereklidir. Uterus arterini bağlamak için kullanılan tüm klempler üreterlerin güvenliği açısından iç tarafta yer almalıdır. Özellikle serviksin dilatasyonunun tam olduğu olgularda histerektomi yapılıyorsa serviksin tespit edilmesi zor olabilir. Sezaryen insizyonu var ise parmak yardımı ile serviks kanalı boyunca palpasyon yapılabilir. Serviksin saptanmasıyla arka taraftan vajinaya girilir. Bu yol ön taraftan girmeye göre daha güvenlidir. Daha önce sezaryen olan olgularda mesane yaralanması daha kolay olabilmektedir. Bu olgularda mesane uterus alt segmentine ve servikse yapışıklık göstermektedir. Bundan dolayı ameliyat sırasında mesane bütünlüğü


kontrol edilmelidir. Bu Foley kateterin balonunun oynatılmasıyla ve mesane duvarının izlenmesiyle yapılabilir. Mesane metilen mavisi gibi renkli bir sıvı veya yenidoğan servislerinden alınan steril süt ile doldurulabilir. Steril süt dokularda kalıcı bir boyanmaya neden olmadığı için daha çok tercih edilir. Bundan dolayı herhangi bir mesane yaralanmasının onarımını takiben mesanenin süt ile doldurulması ile rahatlıkla başarılı bir işlem olup olmadığı izlenebilir. Mesanede herhangi bir yırtık varsa 2 kat 3/0 polyglactin (vicryl) veya eşdeğeri bir malzemeyle onarım gerçekleştirilmelidir. Mümkün değilse 1 numara polyglactin işlem boyunca kullanılabilir. 9. Mesane duvarı ve üreter bütünlüğü hakkında veya mesane yaralanması onarımı sonrasında en ufak bir şüphe varsa, sistemin bütünlüğün değerlendirilmesi açısından ameliyat sonrası sistoskopi yapılmalıdır. Bu işlemde her iki üreter ağzından idrar akımı gözlemlenebilir. Ven içine indigo karmin boyası verilerek 1—15 dakika beklenmesi de işleme yardımcı olabilir. 10. Ameliyat sırasında antibiyotik proflaksisi 24 – 48 saat süre ile devam etmelidir. Heparin ile tromboz proflaksisi kanama açısından güvenli olunduğu düşünülür düşünülmez başlanmalıdır. 11. Ameliyat öncesi bulguları, histerektomi endikasyonları ve cerrahi ayrıntıları içeren ayrıntılı notlar tutulmalıdır. Ameliyat sonrası iyileşmeyi takiben deneyimli bir doğum hekimi tüm olayları hastaya ayrıntılı ve anlaşılabilir bir dille anlatmalıdır. Birçok seride acil obstetrik sebepler ile yapılan histerektomilerde olguların % 25’i primigravidadır ve işlem sonunda bu olgularda fertilite kaybedilmektedir. Bu da olgular için yıkıcı olabilmektedir7. Bu nedenle özellikle bu grup olgularda kanamayı durdurmak için alternatif yöntemler sonuna kadar denenmelidir. Kanamayı durdurmak için diğer teknikler hayat kurtarıcı ve uterusu koruyucudur. Bu teknikler bu bölüm dışında birçok bölümde ele almıştır. Şiddetli obstetrik kanamaya neden olan plasenta previa ve/veya akreata gibi durumlar doğum öncesinde tanınabilirse, uygun olan olgular histerektomiye alternatif tekniklerin uygulanabildiği donanım ve personele sahip merkezlere sevk edilmelidir.

Bu tekniklere rağmen gecikme, daha fazla kanama ve muhtemel yaygın damar içi pıhtılaşma bozukluğuna neden olabilir. Aşırı zaman kaybıyla kesin ve hayat kurtarıcı histerektomi işlemi arasında denge bulunmalıdır. Doğum hekimliğinde bu gibi durumlarda karar verme bir sanat gibidir. Kaynaklar 1. Baskett TF, Sternadel J. Maternal intensive care and ‘near-miss’ mortality in obstetrics. Br J Obstet Gynaecol 1998;105:981–4 2. Baskett TF, O’Connell CM. Severe obstetric maternal morbidity: a 15-year population-based study. J Obstet Gynaecol 2005;25:7–9 3. Korejo R, Jafarey SN. Obstetric hysterectomy – five years experience at Jinnah Postgraduate Medical Centre, Karachi. J Pakistan Med Assoc 1995;45:86–8 4. Yamamoto H, Sagae S, Nishik WA, Skuto R. Emergency postpartum hysterectomy in obstetric practice. J Obstet Gynecol Res 2000;26:341–5 5. Wen SW, Huang L, Liston RM, Heaman M, Baskett TF, Rusen ID. Severe maternal mortality in Canada, 1991–2001. Can Med Assoc J 2005;173:759–63 6. Kacmar J, Bhinmai L, Boyd M, ShahHosseini R, Piepert J. Route of delivery as a risk factor for emergency peripartum hysterectomy: a casecontrol study. Obstet Gynecol 2003;102:141–5 7. Baskett TF. Emergency obstetric hysterectomy. J Obstet Gynaecol 2003;23:353–5 8. Francois K, Ortiz J, Harris C, Foley MR, Elliott JP. Is peripartum hysterectomy more common in multiple gestations? Obstet Gynecol 2005;105: 1369–72 9. Ozumba BC, Mbagwu SC. Emergency obstetric hysterectomy in Eastern Nigeria. Int Surg 1991; 76:109–11 10. Bakshi S, Meyer BA. Indications for and outcomes of emergency peripartum hysterectomy. A five-year review. J Reprod Med 2000;45:733–7 11. Engelsen IB, Albrechsten S, Iverson OE. Peripartum hysterectomy – incidence and maternal morbidity. Acta Obstet Gynecol Scand 2001;80: 409–12 12. Lau WC, Fung HY, Rogers MS. Ten years experience of cesarean and postpartum hysterectomy in a teaching hospital in Hong Kong. Eur J Obstet Gynecol Reprod Biol 1997;74:133–7 13. Stanco LM, Schrimmer DB, Paul RH,

294


Mishell DR. Emergency peripartum hysterectomy and associated risk factors. Am J Obstet Gynecol 1993; 168:879–83 14. Tuncer R, Erkaya S, Sipahi T, Kara F. Emergency postpartum hysterectomy. J Gynecol Surg 1995;11:209–13 15. Sebitloane MH, Moodley J. Emergency peripartum hysterectomy. East Afr Med J 2001;78: 70–4 16. Sheiner E, Levy A, Katz M, Mazor M. Identifying risk factors for peripartum cesarean hysterectomy. A population-based study. J Reprod Med 2003;48:622–6 17. Abu-Hei JA, Jawlad FM. Emergency peripartum hysterectomy at the Princess Badeea Teaching Hospital in North Jordan. J Obstet Gynaecol Res 1999;25:193–5 18. Bai SW, Lee HJ, Cho JS, Park YW, Kim SK, Park KH. Peripartum hysterectomy and associated factors. J Reprod Med 2003;48:148–52 19. Chew S, Biswas A. Caesarean and postpartum hysterectomy. J Singapore Med 1998;39:9– 13 20. Castaneda S, Karrison T, Ciblis LA. Peripartum hysterectomy. J Perinat Med 2000;28:472– 81 21. Allen VM, O’Connell CM, Baskett TF. Maternal and perinatal morbidity of caesarean delivery at full cervical dilatation compared with caesarean delivery in the first stage of labour. Br J Obstet Gynaecol 2005;112:986–90

295


Bölüm 35 İKİNCİL DOĞUM SONU KANAMA YÖNETİMİ K. M. Groom, T. Z. Jacobson F. Akercan

GİRİŞ İkincil doğum sonu kanama doğumdan 24 saat sonrası ile 6 hafta arasındaki aşırı kanama olarak tanımlanır1. Birincil doğum sonu kanamadan farklı olarak kan kaybının miktarı için belirgin bir tanımlama mevcut değildir ve kan kaybı artmış löşiden yoğun kanamaya kadar değişebilir. Bu nedenle tanı görecelidir ve rapor edilmiş insidanslar arasındaki fark da bu şekilde açıklanabilir. İkincil doğum sonu kanamanın gelişmiş dünyada rapor edilmiş insidansı % 0,47 ile % 1,44 arasında değişmektedir2,3. Doğum sonu kanamanın etiyolojisi çeşitli olup yönetimi nedenin belirlenmesine ve uygun tedavinin yapılmasına bağlıdır. Birincil doğum sonu kanama ile karşılaştırıldığında ikincil kanamanın yönetimi ile ilgili yayınlanmış çalışmalar kısıtlıdır4. Bununla birlikte anneliğe bağlı ölüm oranlarının düşmesi ile ikincil doğum sonu kanama yönetimi gibi önemli konulara ve annenin ciddi hastalıklarına ilgi ve dikkat artmıştır. İkincil doğum sonu kanama olgularının büyük çoğunluğu ufak hastalıklarla ilişkili olup hastaneye yatırmaya, antibiyotik kullanımına ve cerrahiye ihtiyaç duymaktadır. Nadir olgularda histerektomi, arter bağlanması veya radyolojik girişimi gerektirecek kadar ciddi sorunlar da gelişebilir5. Hatta tüm girişim seçeneklerinin kullanımına rağmen ikincil doğum sonu kanamaya bağlı anne ölümü de olabilir. İKİNCİL DOĞUM SONU KANAMANIN ETİYOLOJİSİ Subinvolüsyon/uterus atonisi İkincil doğum sonu kanamanın en önemli nedeni uterusun subinvolüsyonudur. Bu durum plasenta tarafındaki kan damarlarının kapanmasında yetersizliğe bağlı uzamış kanamalara neden olmaktadır. Bunun iki ana nedeni enfeksiyon (Bkz. Konu 44) ve inflamasyon (endometrit) ile plasenta parçasının kalmasıdır.

Endometrite uzamış membran rüptüründe, uzamış travayda, acil sezaryende veya elle halası gerektirecek plasenta parçası kalmasında daha sık rastlanır. Kötü kokulu löşi öyküsü, annede ateş ve uterus hassasiyeti genellikle vardır. Plasenta parçası kalmasına daha önce benzer öyküsü olanlarda ve doğum sırasında tam olmayacak şekilde plasenta ve/veya membran ayrılmasında daha sık olarak rastlanır. Sezaryenden sonra bu durum daha azdır. İki neden arasında ayrım yapmak zor olmakla birlikte, her iki durum bir arada da olabilir. Alt genital kanal yaralanmaları Gözden kaçmış vajina laserasyonları ve hematomlar ikincil doğum sonu kanama olarak karşımıza çıkabilir. Bunlar çoğunlukla travmatik veya vakum/ forseps gerektiren doğumlarla ilişkilidir. Doğumdan sonraki ilk birkaç gün içinde kendilerini gösterirler. Enfekte sütür ve epizyotomi alanları yaranın açılmasına ve vajinadan fazla miktarda kanamaya neden olabilir. Plasenta anomalileri Plasenta akreata, inkreata ve perkreata şiddetli birincil doğum sonu kanamanın bilinen nedenleridir. Plasenta dokusunu yerinde bırakarak (metotreksat ile tedavi edilsin ya da edilmesin) koruyucu yaklaşım uygulandığında gecikmiş kanama nedeni olabilirler ve tedavi için histerektomi gerekebilir6,7 (Bkz. Bölüm 24). Uterus anomalileri Fibroidler birincil doğum sonu kanama ile ilişkilidir. Uterusun genişlemesine neden olup, normal boyutlara gelmesini engellerler. Bu nedenle plasenta yatağından uzamış kanama sebebidirler. Daha nadiren ikincil doğum sonu kanama ile ilişkilidirler. Fibroidler genellikle doğum öncesinde yapılan ultrasonografi ile belirlenebilirler. Arteriovenöz malformasyonlar ve yalancı anevrizmalar gibi uterusun damarsal anomalileri de ikincil doğum sonu kanamaya neden olabilir. Arteriovenöz malformasyonlar arter ve ven

296


arasındaki fistülde her iki damarın ağızlaşması sonucu gelişen anormal bağlantı nedeniyle oluşurlar. Bu malformasyonların koryonik villus nekrozundan sonra myometriumdaki skar dokusu ile ven yapısındaki sinüslerin karışması sonucu olduğuna inanılmaktadır. Büyük çoğunluğu gebelikten sonra ortaya çıkarlar ve muhtemelen trofoblastik hastalığın bir sonucu olarak uterus veya serviksin kanseri8,9, önceki kürtaj veya sezaryen10,11 sonucu oluşmaktadırlar. Tanı renkli Doppler analizi ile konulur. Sezaryen kesisi ayrışması veya cerrahi yaralanma Sezaryen sırasında pelvisteki damarlarının cerrahi olarak zarar görmesi 24 saat içinde kendini gösterir10. Bununla birlikte özellikle latum bağı hematomlarına yol açanlar gibi geç ortaya çıkanlar da vardır5 ve akut batın içi kanama semptomları gösteren hastada düşünülmelidir. Sezaryendeki uterus skarının birleşmemesine/ayrışmasına bağlı kanama da gecikmiş olarak ortaya çıkabilir. Bunun nedeni uterusun kapatılma yerindeki lokal enfeksiyon sonucu kan damarlarında meydana gelen erozyonudur. Rapor edilmiş olgularda bunun sezaryenden 2–3 hafta sonra ortaya çıkan ve subtotal histerektomiye ihtiyaç duyulan şiddetli doğum sonu kanamaya sebep olduğu belirtilmiştir12. Enfeksiyonla ilişkili doğum sonu uterus ayrışmasının tanısı histeroskopi ile konulur13. Bu durum daha az belirgin doğum sonu kanamaya sebep olan ve sadece antibiyotik ile tedavi edilme ihtiyacı gösteren durumlarda da görülebilir. Koriyokarsinoma Molar olmayan gebelikten sonra koriyokarsinoma olguları ikincil doğum sonu kanama veya düzensiz kanama ile kendini göstermektedir14. Buna ek olarak metastatik hastalığın ikincil semptomları da görülebilir. Tanı serum β-hCG, histolojik inceleme, ultrasonografi, tomografi gibi radyolojik görüntüleme yöntemleri ile konur. Kanama bozuklukları, pıhtılaşma bozuklukları ve antikoagülan kullanımı von Willebrand hastalığı (von Willebrand faktörünün niteliksel ve niceliksel bozukluğu) hemofili A (faktör VIII eskilliği), hemofili B (faktör IX eksikliği) taşıyıcıları ve faktör XI eksikliği gibi konjenital kanama diyatezi olan kadınlar doğum sonu kanama açısından yüksek risklidirler. Bu

anormallikler çoğunlukla travma veya doğum gibi durumlarda anlaşılır ve gebelik öncesi tanı konulmamış olabilir. Bu kadınlar doğum öncesinde kanama açısından artmış riske sahip olmamakla birlikte15 hem birincil, hem de ikincil doğum sonu kanama açısından ciddi risk altındadırlar. İkincil doğum sonu kanama riski, birincil kanamadan daha da fazladır. Bunun nedeni annede gebeliğe bağlı artmış pıhtılaşma faktörlerindeki doğum sonrası azalmadır. Rapor edilmiş doğum sonu kanama von Willebrand hastalığında % 20–28, hemofili taşıyıcılarında % 11 ve faktör XI eksikliğinde % 24 oranlarındadır16–19. Doğum sonu kazanılmış hemofili de tanımlanmıştır. Bu az rastlanan bir durum olup ciddi kanamalara sebep olabilir. Bu durum daha önce faktör VIII seviyesi ve aktivitesi normal olan kadınlarda faktör VIII prokoagülan etkinliğini tamamen ya da kısmen baskılayan faktör VIII’e karşı oluşan antikorlar nedeniyledir. Kanama genellikle doğumdan sonra üç ay içinde görülmekte olup 12 aya kadar uzayabilir15. Doğum sonu dönemde antikoagülan kullanımı da uzamış kanamalara sebep olabilir. Özellikle varfarin kullanan kadınlar dikkatli bir şekilde izlenmeli ve kanama riski bakımından bilgilendirilmelidir. İKİNCİL DOĞUM SONU KANAMADA YÖNETİM İkincil kanama yönetimi ile ilgili kanıtlar sınırlıdır. Cochrane veritabanı bu konuyu ele almış ve tüm rastgele gruplanmış çalışmalar, antibiyotik kullanımları, cerrahi tedaviler, plasebo ve tedavisiz izlem doğum sonu kanama için değerlendirilmiştir. Kırk beş yayın belirlenmiş ve hiçbiri dahil edilme kriterlerini karşılamamıştır. Derlemede rastgele gruplanmış çalışmalarda ikincil doğum sonu kanama tedavisinin etkilerini gösterecek kanıtlar bulunamadığı sonucuna varılmıştır4. Tedavinin ana amacı temel resüsitasyonu sağlamak, kanamanın nedenini ortaya koymak ve tedaviyi (tıbbi ve/veya cerrahi) nedene göre uyarlamaktır. Resüsitasyon İkincil doğum sonu kanamalı olguların yaklaşık % 10’u ağır kanama ile karşımıza çıkarlar ve bu durum derhal müdahale gerektirir20. Bu olgularda resüsitasyon neden ortaya konmadan önce gerekli olup deneyimli personel ile olabildiğince erken

297


müdahaleyi içermelidir (Bkz. Bölüm 20). Dolaşan kan hacminin düzeltilmesi iki adet geniş damar yoluyla sağlanmalı, 2 litreye kadar serum fizyolojik verildikten sonra kan elde edilene kadar plazma genişleticilerle devam edilmelidir. Tam kan sayımı, pıhtılaşma testleri ve kan grup uygunluğu için kan alınmalıdır. Sıkı yüz maskesi ile dakikada 10–15 litre gidecek şekilde yüksek konsantrasyonlu oksijen verilmelidir21. Nabız, tansiyon, oksijen satürasyonu, idrar çıkışını da içeren yaşamsal bulgular resüsitasyon sırasında yakından takip edilmelidir. Kan ve kan ürünleri kan kaybına, başlangıçtaki sıvı tedavisine yanıta, hemoglobin ve pıhtılaşma testleri sonuçlarına göre verilmelidir. Eğer kanama yaşamsal tehlike arz ediyorsa grup uygunluğu yapılmamış O Rh negatif veya tip spesifik kan verilmesi düşünülebilir. Kanama nedeni daha sonrasında aydınlatılmalı ve ileri tedaviler buna göre planlanmalıdır. Klinik gidiş Doğum sonrası kadınların % 95’i ilk ayda, % 19’u 7 gün içinde, % 41’i 8–14 gün içinde, % 23’ü 15–21 gün içinde ve % 12’si 22–28 gün içinde başvururlar2. Başvuru sırasındaki kan kaybı değişebilmekle birlikte çoğunluk hemodinamik olarak iyi durumdadır. İyi bir anamnez nedene yönelik bilgi sağlarken parite, doğum, doğumun şekli, doğumun üçüncü safhasındaki veya lohusalık dönemdeki komplikasyonlar ve aile hikayesi gibi detaylı bilgileri içermelidir. Başvuru sırasındaki klinik belirti ve semptomlar fazla miktarda löşiyi, karın ağrısını, uterus hassasiyetini, ateşi, büyümüş uterusu ve genişlemiş serviks kanalını içerebilir. Normal doğum sonu loşi kaybı % 25 kadında 6 hafta ötesine kadar sürebilir. Özellikle de emziren kadınlarda anovulatuar siklusa bağlı ilk adet dönemi fazla uzamış ve ağrılı olabilir20. Kadınlar normal doğum sonrası bakımda gereksiz endişe ve tıbbi müdahaleye yol açmamak için bu durum hakkında bilgilendirilmelidirler. Araştırmalar Temel kan testleri tam kan sayımı, pıhtılaşma çalışmaları, CRP, serum β-hCG ve kan grubunu içermelidir. Vajinadan sürüntü örneği aerobik ve anaerobik bakteriler için alınmalı, bunun yanında epizyotomi veya vajina sıyrıkları gibi yerlerden de sürüntü örnekleri alınmalıdır. Enfeksiyon belirtileri

olan kadınlarda orta akım idrar örneği ve eğer 38°C derece üzerinde ateş varsa kan kültürleri alınmalıdır. Plasentanın tam çıkmadığı yönünde kuşku varsa pelvis ultrasonografisi yapılmalıdır. Eğer kanama doğumdan 7 ile 14 gün sonraysa kan pıhtısı kalıntıları plasentanın tam çıkmamasında olduğu gibi heterojen görünüme neden olur ve tanıda güçlük yaratabilir. Nekrotik dokuda, plasenta parçası kalmasının aksine, dolaşım yoktur. Bu nedenle renkli Doppler tanıda yararlı olabilir22, 23. Ultrasonografi ile yanlışlıkla plasenta retansiyonu tanısı konulması ek cerrahi işlemlere ve komplikasyonlara yol açabilir. Yine ultrasonografinin belirgin yararları ve iyi bir negatif öngörü değerini vardır. Bu nedenle plasenta parçası kalmış olması tanısının dışlanmasında yararlıdır. Neill ve arkadaşları ikincil doğum sonu kanama nedeniyle 53 kadını ultrasonografiyle ile değerlendirdiler. Plasentanın tam çıkmamış olduğu tanısı bu kadınlarda doku incelemesi ya da yapılan gözlemleyici tedavi sayesinde konuldu. Kanama bir hafta içinde azalır ise bunun plasenta parçası kalması olmadığı kabul edildi. Ultrasonografinin tanısal değerini % 46 pozitif öngörü değeri (% 95 Güven aralığı: CI % 31–70), % 96 negatif öngörü değeri (% 95 CI % 88–100), % 93 duyarlılık (% 95 CI % 80–100), % 62 özgünlük (% 95 CI % 48–79) ile gösterdiler24. Bu çalışma aynı zamanda ikincil doğum sonu kanamanın ultrasonografiyle tanınmasında standart yaklaşımın yardımcı olduğunu göstermiştir. Sonuçlar Tablo 2’de gösterilmiştir. İkincil doğum sonu kanamanın diğer özgün nedenleri için görüntüleme yöntemleri göz önüne alınmalıdır. Koriyokarsinoma metastazı için göğüs filmi ve tomografi, plasenta akreata için MRG25,26, nedeni bilinmeyen ve önlenemeyen kanama için anjiyografi10 akılda tutulması gereken tanı araçlarıdır. Tedavi İkincil doğum sonu kanamalı olguların çoğunluğu uterusun enfeksiyonu ve/veya plasenta parçası kalmasına bağlı olarak subinvolüsyon nedeniyledir. Başlangıç tedavisi daha önce belirtildiği gibi resüsitasyonu içermekte olup, uterotonikler, antibiyotikler ve uterusun boşaltılmasını içerir.

298


Tablo1: İkincil doğum sonu kanama nedenleri Uterusun subinvolüsyonu – plasenta parçası kalması ve/veya endometrit, uterus fibroidi Alt genital kanal yaralanmaları/hematomları Cerrahi yaralanma Sezaryen skar ayrılması Vasküler anormallikler – arteriovenöz malformasyonlar Plasental anormallikler – plasenta akreata, perkreata ve inkreata Koryokarsinoma Pıhtılaşma bozuklukları, kanama bozuklukları, antikoagülan kullanımı, Tablo 2: Doğum sonu ultrasonografi görüntüleme raporu için önerilmiş sistem. Neill ve arkadaşlarından uyarlanmıştır, 200224. 1.Normal endometrium boşluğu 2.Sadece sıvı içeren endometrium boşluğu 3.Genişlemiş endometrium boşluğu (ön-arka mesafe > 1 cm) (En geniş çap ölçülmelidir). 4.Ekojenik alan içeren endometrium boşluğu. Odağın en büyük çapı ölçülmeli ve kan akımı Doppler ile değerlendirilmelidir. Tablo 3: İkincil doğum sonu kanama yönetimi Tıbbi

Cerrahi

Oksitosin

Kürtaj

Prostaglandinler

Uterusa balon tampon uygulanması

Antibiyotikler

Sıkıştırma sütürleri

Traneksamik asit

Histerektomi

Vazopresin

Pelvis arteri bağlanması

Pıhtılaşma faktörleri Kemoterapi

Radyolojik

Oral kontraseptifler

Selektif arter embolizasyonu

Uterotonik ajanlar Oksitosin ven veya kas içine bolus (10 ünite) şeklinde veya ergometrin (sintometrin) 1 ampul ile

birlikte verilebilir. Bunu 500 ml serum fizyolojik içine 40 ünite oksitosin infüzyonu şeklinde tedavi takip edebilir (125 ml/saat). Prostaglandin F2α (Haemabate®/karboprost) 15 dakikada bir 2 miligrama tamamlayacak şekilde (8 doz), 250 mikrogram dozunda kas içine verilebilir. Mizoprostol ise verilebilecek alternatif bir prostaglandindir (400–800 μg oral veya rektal). Antibiyotikler Endometrit ikincil doğum sonu kanamaların birçoğunda etkin bir rol oynuyor gibi görünmektedir ve kadınların çoğuna antibiyotikler verilmektedir. 20.000 kadın üzerinde yapılan üç yıllık bir çalışmada 132 kadının (% 0,69) ikincil doğum sonu kanaması vardı ve bunların % 97’si antibiyotik ile tedavi edildiler2. Bununla birlikte kadınların ¾’ünden mikrobiyolojik örnekler toplandı ve sadece % 13,5’inden pozitif kültür elde edildi. Doğum sonu kanamalı 83 kadının incelendiği diğer benzer bir çalışmada % 45’nin ateş ile başvurduğu ve 64 bakteriyolojik örnek alınan kadınların % 12,5’inde kültür pozitifliği elde edildiği saptandı. Belirlenen organizmalar grup B streptokoklar, Bacteriodes, E. coli, Clostridium perfringens ve Lancefield grup D streptokoklar’dı. Spesifik bir patojenin varlığını destekleyen kanıtların az olmasına rağmen kadınların % 92’si antibiyotik tedavisi aldı3. Antibiyotik kullanımında önerilen tercihler, amoksisilin + klavulonik asit (Augmentin®)27 ve amoksisilin, metronidazol ve gentamisin kombinasyonunu içermektedir3. Endometrit uterusun subinvolüsyonuna engel teşkil eden başlıca etkenlerdendir. Her ne kadar toplumun büyük bir kısmında enfeksiyon saptanamasa da ikincil doğum sonu kanamada her zaman verilen bu antibiyotikleri yazarlar olarak biz de öneriyoruz (Bkz. Bölüm 44). Uterusun boşaltılması Eğer plasentanın tam çıkmamış olmasından klinik veya ultrasonografi incelemesi sonrasında şüphe duyuluyorsa uterus anestezi altında cerrahi olarak boşaltılmalıdır. Uterusu boşaltmanın bildirilen başarı oranları yüksek olup, ikincil doğum sonu kanama nedeniyle bir çalışmaya alınan 72 kadının tamamında kanamayı durdurmuştur. Bunların sadece % 36’sında histolojik tanı ile plasentanın tam çıkmadığı kanıtlanmıştır3. Bu çalışma uterusun boşaltılması sırasında plasenta parçasını bulunup, bulunmamasının ya da ikincil doğum sonu kanama anında kanama başlama zamanı ve ciddi hastalık

299


arasında net bir ilişkiyi bulmada yetersiz kalmıştır. Bununla birlikte doku kalması eğer doğum sırasında zarlar tam çıkmamışsa, doğum sonu birincil kanama meydana geldiyse veya eğer ikincil doğum sonu kanama orta düzeyde veya fazla ise muhtemeldir3. Cerrahi kürtaj öncesinde ultrasonografi kullanılması içeride kalan dokuyu doğrulayan histolojik tanıyı belirgin olarak değiştirmemektedir. Bir çalışmada işlem öncesi ultrasonografi yapılmamış hastaların % 33’ü plasenta retansiyonuna sahip iken, ultrasonografi yapılmışlarla karşılaştırıldığında bu oran % 37’dir2. Plasenta dokusunun tam çıkmaması enfeksiyonla ilişkili olabilir ve bu nedenle geniş spektrumlu parenteral antibiyotikler cerrahi kürtajla birlikte verilmelidir. Birçok antibiyotiğin parenteral uygulamadan 1 saat sonra serum konsantrasyonlarının zirve yaptığı için cerrahiden hemen önce uygulanmalıdırlar20. Bununla birlikte hemodinamik olarak dengedeki hastalarda cerrahiden 12–24 saat önce vermek de uygun olabilir1. Cerrahi sırasında oksitosin, ergometrin ve prostaglandin gibi ajanlar, uterusun kontraksiyonlarını sağlamak ve kanamayı kontrol altına almak için verilebilirler. Hangi kürtaj metodunun kullanılmasının avantajlı olacağı ile ilgili bir kanıt bulunmamaktadır. Tedavide dokunun elle uzaklaştırılması, aspirasyon veya metal küretlerin hepsi belirtilmektedir2. Uterusun boşaltılması sırasında perforasyon riski yüksek olup, endometrit bulunması halinde bu risk daha da artabilmektedir. Hoveyda ve arkadaşları ikincil doğum sonu kanama tedavisi sırasında kürete edilen 85 kadının 3’ünde perforasyon geliştiğini belirtmişlerdir. Bu perforasyonlar doğumdan 4 ile 28 gün sonrasında aspirasyon ve metal küretle yapılan hastalarda gelişmiştir. Tüm olgularda işlem deneyimli tıbbi personel tarafından yapılmıştır. Bir kadında histerektomiye ihtiyaç duyulmuş ve diğer ikisi koruyucu olarak tedavi edilmiştir2. Sezaryen sonrasındaki perforasyon riski daha fazla olup bu olgularda plasenta parçası kalma olasılığı düşüktür. Ek komplikasyonlar Asherman sendrom riskini içermektedir. Doğum sonu kürtajı takiben bu sendromun gelişme riskinin arttığı ile ilgili kanıtlar kısıtlı olsa da, uterus adezyonlarıyla ilgili geniş bir çalışmada % 21,5 hastaya bu sendrom gelişmeden önce doğum sonu kürtaj uygulanmış olduğu bildirilmektedir28. Tam yapılmamış kürtaja bağlı olarak işlemin tekrarı gerekebilir. % 5

olguda histerektomi kanama kontrolü açısından gerekebilir20. Bu önemli komplikasyonlar nedeniyle tüm kadınlara riskler anlatılmalı ve gerekli cerrahi işlemden önce yazılı aydınlatılmış onam alınmalıdır. Cerrahi işlem deneyimli ekip tarafından yapılmalıdır. Diğer cerrahi girişimler Aşırı ikincil doğum sonu kanama durumlarında diğer cerrahi girişimler de düşünülebilir. Bunlar enfekte plasenta yatağından kanama veya plasenta akreata gibi yapışma anomalililerini, kürtaj ile durdurulamayan plasenta retansiyon kanamalarını, birleşmemiş/ayrılmış sezaryen skarını, cerrahi yaradan kanamayı veya alt genital kanalın yaralanmasına bağlı kontrol edilemeyen kanamaları içerir. Birincil doğum sonu kanamayı önlemede uterus içine Bakri29 veya Rüsch30 balonu gibi tamponlar yerleştirilmesi başarıyla tarif edilmiştir. Bu yol uterus subinvolüsyonu, atoni ve plasenta parçasının kalmasının dışlandığı durumlarda ikincil doğum sonu kanamanın tedavisi için de kullanılabilir (Bkz. Bölüm 28–29). Laparotomi kanamanın nedenine yönelik araştırmada, cerrahi baskı dikişleriyle tedavide, histerektomide ve pelvis arteri bağlanmasında gerekebilir. B-Lynch sütürü birincil doğum sonu kanama tedavisi için iyi tanımlanmış olup31, ikincil doğum sonu kanamalı 72 olguda da rapor edilmiştir (B-Lynch ile kişisel sohbet, Ağustos 2005). Cerrahi baskı dikişlerinin kullanımı doğurganlık isteği olan kadınlarda histerektomiden kaçınmak amacıyla kullanılabilir. Avustralya’da 15 yıldan fazla zamanda ikincil doğum sonu kanamalı kadın insidansı % 1,44 olup, sadece 9 olgu histerektomiye gitmiştir (% 0,9)3. Bununla birlikte doğumla ilgili yoğun kanaması olan alt grup kadınlarda, ikincil doğum sonu kanamalı 7 hastadan 2’si histerektomiye gitmiştir. Bu olgulardan birinde alt genital kanal laserasyonu nedeniyle kanayan hasta doğumdan 7 gün sonra histerektomiye alındı ve bu durum annenin ölümüyle sonuçlandı. İkinci olguda ikincil doğum sonu kanama nedeniyle histerektomi sonrası yara yerinden kanama ve sepsise girmesi nedeniyle iki taraflı hipogastrik arter bağlanması doğumdan 14 gün sonra yapılmıştır5.

300


Resim 1: Embolizasyon öncesi yalancı anevrizmadan aktif kanamayı gösteren anjiyografi

Resim 2: Embolizasyon sonrası anjiyografi

Bu olgulardaki histerektomi belirgin risk taşısa da hayat kurtarıcı olabilir ve yoğun kanamanın erken evrelerinde ister birincil, ister ikincil kanama olsun akılda tutulmalıdır. Pelvis arteri bağlanması tıbbi veya basit cerrahi müdahaleler ile kontrol edilemeyen ikincil doğum sonu kanamalı olgularda düşünülebilir. Lédé ve arkadaşları durdurulamayan kanamalı 61 olgunun 49’una pelvis arterini bağlandıklarını bildirmişler ve ikincil doğum sonu kanamalı 7 olgunun 4’ünde kanamayı durdurmada etkili olduğunu da vurgulamışlardır5 (Bkz. Bölüm 32). Birincil doğum sonu kanamada olduğu gibi arter bağlanması deneyimli uzman cerrahlar tarafından gerçekleştirilmeli ve bu durum laparotomi planlandığında düşünülmelidir.

yolla doğum yapmışlardı. Sekiz kadında (% 57) endometrite ait bulgular vardı. Bunların dördünde de plasenta parçasının kalmış olduğu histolojik olarak kanıtlanmıştır. Diğer dört kadında genital kanal yaralanması vardı ve geri kalan ikisinde kanamaya ait hiçbir neden yoktu. Tıbbi tedavi ile temel resüsitasyon ve/veya kürtaj gerçekleştirildi. Anjiyografiyle sekiz kadında damar dışına kaçak saptamadı. Ancak üç kadında uterus ve vajina damarlardan aktif kanamayı, iki kadında uterus arterinin yalancı anevrizmasını, bir kadında da A-V fistülü göstermede anjiyografi başarılı oldu. Kadınların 12’sinde her iki uterus arterini embolize etmek için emilebilen jelatin köpük kullanıldı. Diğer iki kadına da tek taraflı yalancı anevrizma ve A-V fistül nedeniyle embolizasyon uygulandı. Kanama hemen durdu ve hemodinami kararlı bir hal aldı. Böylece tüm olgularda pıhtılaşma bozukluğunun önüne geçildi. Genel ya da lokal komplikasyona rastlanılmadı10.

Selektif arter embolizasyonu İnternal iliyak arter, uterus arteri ve vajina dallarını görüntülemek amacıyla yapılan anjiyografi devam eden kanamayı değerlendirmede iyi bir yöntemdir (Resim1). Bu yöntem aynı zamanda kanamayı durdurmak için embolizasyona da imkan vermektedir (Bkz. Bölüm 30). Pelage ve arkadaşları doğumdan ortalama 16 gün sonra kontrol edilemeyen ikincil doğum sonu kanamalı 14 kadın üzerinde çalıştılar. Altı kadın (% 43) sezaryenle, diğerleri normal

Yazarlardan biri (T.J.) sezaryen sonrası 4. günde yoğun ikincil doğum sonu kanama gelişen bir kadına müdahale etti. Acil subtotal histerektomi başlangıçta iyi sonuçlanmış gibi görünüyordu. İki saat sonra vajinadan kanama tekrar başladı. Kanama pıhtılaşma bozukluğuyla ilişkili değildi. Pelvise anjiyografi çekildi ve sol internal iliyak arterin ön dallarından orta dalda, yalancı anevrizmadan kanama olduğu

301


belirlendi (Resim1). Dört koil ile damarlar embolize edildi. Kanama hemen durduruldu ve hastanın yaşamsal bulguları normale döndü (Resim 2). Hasta doğum sonu kanama sırasında 24 ünite kan almasına rağmen kendini iyi bir şekilde toparladı. Uterusun histolojisinde plasenta yatağının subinvolüsyonu ve akut inflamasyon bulgularına rastlanıldı. Diğer tedaviler Cerrahi tedavinin başarısız olduğu yoğun kanama olgularında birincil doğum sonu kanama için ven içine traneksamik asit32, rekombinant faktörVIIa33 ve lokal vazopresin34 kullanımı bildirilmiştir. İkincil doğum sonu kanamalarda bu araçların kullanımları ile ilgili veri yoktur. Yine de diğer tedavi yöntemleri ve destekleyici tedaviler ile kombine kullanımlarını göz önüne almak uygun olabilir. Kemoterapi Koriyokarsinoma tedavisinde ana dayanak noktası kemoterapidir. Düşük riskli hastalarda kemoterapi rejiminde metotreksat ve folinik asit 2 haftalık bir siklus şeklinde uygulanır35. Orta ve yüksek riskli hastalara verilen tedavi etoposit, metotreksat, aktinomisin, vinkristin, siklofosfamit ve 6-merkaptopürindir36,37. Koriyokarsinoması olan kadınların trofoblastik hastalıklar referans merkezlerinde uzmanlar tarafından tedavi edilmesi en uygun yöntemdir14. Koagülopatiler von Willebrand hastalığı ile hemofili A ve B taşıyıcıları gibi kalıtsal pıhtılaşma bozuklukları olan kadınlarda pıhtılaşma faktörleri düşükse (< 50 IU/dl) doğum sonu kanama görülebilir. Dezmopresin (DDAVP) ve pıhtılaşma faktörlerinin proflaktik olarak verilmesi doğum sonu kanamayı engelleyebilir15. Amaç faktör seviyelerini travay, doğum ve doğumdan sonraki 5 gün süresinde 50 IU/dl’nin üstünde tutmaktır. Doğum sonu kanamada eksik pıhtılaşma faktörleri yerine konmalı ve etiyoloji belirlenerek uygun tedaviye başlanmalıdır15. Hasta yönetimi konusunda hematologlarla ve hemofili merkezleri ile sıkı bir bağlantı kurulmalıdır. Uzamış veya aralıklı oluşan ikincil doğum sonu kanama olgularında15 traneksamik asit (fibrinolitik inhibitör)38 veya kombine oral kontraseptiflerin kullanımı bildirilmiştir15. Doğum sonu hemofili kanamaları akut olarak faktör VIII (insan ya da domuzdan elde edilmiş

olabilir) veya rekombinant faktör VIIa ile tedavi edilir15. Zaman içinde spontan olarak tam gerileme elde edilebilmesine rağmen kortikosteroidler, siklofosfamit ve azotiopürin gibi immünsüpresif ilaçlar faktör VIII inhibitörlerinin kaybolmasını hızlandırmak için kullanılabilir. Antikoagülanlara bağlı kanamalarda normal protokoller izlenmelidir. Varfarin kullanımına ikincil gelişen kontrol edilemeyen kanaması olan kadınlarda K vitamini ve heparin kullanımına bağlı kanama gelişen hastalarda, heparinin yarı ömrü daha kısa olsa da, protamin sülfat kullanımı düşünülmelidir. İkincil doğum sonu kanama, anne ölümü ve ciddi hastalığının önemli bir nedenidir. Temel resüsitasyon ve sonrasında kanamanın özgün nedeninin belirlenmesi ve tedavi edilmesi esastır. Etiyolojinin doğasındaki geniş farklılıklar ve sıklıkla akut gelişmesi rastgele gruplanmış kontrollü çalışma yapmayı zorlaştırmaktadır. Bununla birlikte özellikle uterus enfeksiyonlarına ve/veya içeride plasenta parçası kalmasına bağlı gelişen kanama tedavisi için çalışma yapılarak, ikincil doğum sonu kanama yönetimini daha iyi anlayabilmemizi sağlayacak değerli bilgiler edinilebilir. Kaynaklar 1. Thompson W, Harper MA. Postpartum haemorrhage and abnormalities of the third stage of labour. In Chamberlain G, Steer P, eds. Turnbull’s Obstetrics, 3rd edn. Edinburgh: Churchill Livingstone, 2001;619–33 2. Hoveyda F, MacKenzie IZ. Secondary postpartum haemorrhage: incidence, morbidity and current management. Br J Obstet Gynaecol 2001; 108:927–30 3. King PA, Duthie SJ, Dong ZG, et al. Secondary postpartum haemorrhage. Aust NZ J Obstet Gynaecol 1989;29:394–8 4. Alexander J, Thomas P, Sanghera J. Treatments for secondary postpartum haemorrhage. The Cochrane Database of Systematic Review 2002 Issue 1, Art. No: CD002867. DOI: 10.1002/14651858.CD002867 5. Lédée N, Ville Y, Musset D, et al. Management in intractable obstetric haemorrhage: an audit study on 61 cases. Eur J Obstet Gynecol 2001; 94:189–96

302


6. Matthews NM, McCowan LME, Patten P. Placenta praevia accreta with delayed hysterectomy. Aust NZ J Obstet Gynaecol 1996;36:476–9 7. Jaffe R, DuBeshter B, Sherer DM, et al. Failure of methotrexate treatment for term placenta percreta. Am J Obstet Gynecol 1994;171:558–9 8. Ggosh H. Arteriovenous malformation of the uterus and pelvis. Obstet Gynecol 1986; 68(Suppl):40–3 9. Gaylis H, Levine E, van Dongen L, et al. Arteriovenous fistula after gynaecologic operations. Surg Gynecol Obstet 1973;137:655–8 10. Pelage J-P, Soyer P, Repiquet D, et al. Secondary postpartum haemorrhage: treatment with selective arterial embolization. Radiology 1999;212: 385–9 11. Kelly SM, Belli AM, Campbell S. Arteriovenous malformation of the uterus associated with secondary postpartum haemorrhage. Ultrasound Obstet Gynecol 2003;21:602–5 12. Nanda S, Singhal S, Sharma D, et al. Nonunion of uterine incision: a rare cause of secondary postpartum haemorrhage: a report of 2 cases. Aust NZ J Obstet Gynaecol 1997;37:475–6 13. Paraskevaides E, Stuart B, Gardeil F. Secondary postpartum haemorrhage from non-dehisced lower caesarean section scar: a case for hysteroscopy. Aust NZ J Obstet Gynaecol 1993;33:427 14. Tidy JA, Rustin GJS, Newlands ES, et al. Presentation and management of choriocarcinoma after non-molar pregnancy. Br J Obstet Gynaecol 1995; 102:715–19 15. Economides DL, Kadir RA. Inherited bleeding disorders in obstetrics and gynaecology. Br J Obstet Gynaecol 1999;106:5–13 16. Kadir RA, Economides DL, Braithwaite J, et al. The obstetric experience of carriers of haemophilia. Br J Obstet Gynaecol 1997;104:803–10 17. Greer IA, Lowe GDO, Walker JJ, et al. Haemorrhagic problems in obstetrics and gynaecology in patients with congenital coagulopathies. Br J Obstet Gynaecol 1991;98:909–18 18. Ramsahoye BH, Davies SH, Dasani H, et al. Obstetric management in von Willebrand’s disease: a report of 24 pregnancies and a review of the literature. Haemophilia 1995;1:140–4 19. Kadir RA, Lee CA, Sabin CA, et al. Pregnancy in von Willebrand’s disease or factor XI deficiency. Br J Obstet Gynaecol 1998;105:314–21 20. Neill A, Thornton S. Secondary postpartum haemorrhage. J Obstet Gynaecol 2002;22:119–

22 21. Johanson R, Cox C, Grady K, et al. Massive obstetric haemorrhage. In Managing Obstetric Emergencies and Trauma – The MOET Course Manual. London: RCOG Press, 2003;16: 151–63 22. Achiron R, Goldenberg M, Lipitz S, et al. Transvaginal duplex Doppler ultrasonography in bleeding patients suspected of having residual trophoblastic tissue. Obstet Gynecol 1993;81: 507–11 23. Zuckerman J, Levine D, McNicholas MM, et al. Imaging of pelvic postpartum complications. Am J Roentgenol 1997;168:663–8 24. Neill AC, Nixon RM, Thornton S. A comparison of clinical assessment with ultrasound in the management of secondary postpartum haemorrhage. Eur J Obstet Gynecol 2002;104:113–15 25. Thorp JM, Wells SR, Wiest HH, et al. Firsttrimester diagnosis of placenta praevia percreta by magnetic resonance imaging. Am J Obstet Gynecol 1998;178:616–18 26. Levine D, Barnes PD, Edelman RR. Obstetric MR imaging. Radiology 1999;211:609–17 27. Fernandez H, Claquin C, Guibert M, et al. Suspected postpartum endometritis: a controlled clinical trial of single-agent antibiotic therapy with Amox-CA (Augmentin®) vs ampicillinmetronidazole amnioglycoside. Eur J Obstet Gynecol 1990;36:69–74 28. Schenker JG, Margalioth SJ. Intrauterine adhesions: an update appraisal. Fertil Steril 1982;37: 593–610 29. Bakri YN. Amri A, Abdul-Jabar F. Tamponadeballoon for obstetrical bleeding. Int J Gynaecol Obstet 2001;74:139–42 30. Johanson R, Kumar M, Obhrai M, et al. Management of massive postpartum haemorrhage: use of a hydrostatic balloon catheter to avoid laparotomy. Br J Obstet Gynaecol 2001;108: 420–2 31. B-Lynch C, Coker A, Adegboyega HL, et al. The B-Lynch surgical technique for the control of massive postpartum haemorrhage: an alternative to hysterectomy? Five cases reported. Br J Obstet Gynaecol 1997;104:372–5 32. Alok K, Hagen P, Webb JB. Tranexamic acid in the management of postpartum haemorrhage. Br J Obstet Gynaecol 1996;103:1250–1 33. Boehlen F, Morales MA, Fontana P, et al. Prolonged treatment of massive postpartum haemorrhage with recombinant factor VIIa: case report and review of the literature. Br J Obstet Gynaecol 2004;111:284–7

303


34. Lurie S, Appelman Z, Katz Z. Subendometrial vasopressin to control intractable placental bleeding. Lancet 1997;349:698 35. Bagshawe KD, Dent J, Newlands SL, et al. The role of low dose methotrexate and folinic acid in gestational trophoblastic tumours. Br J Obstet Gynaecol 1989;96:795–802 36. Newlands ES, Bagshawe KD, Begent RH, et al. Results with EMA/CO (etopside, methotrexate, actinomycin D, cyclophosphamide, vincristine) regimen in high risk gestational trophoblastic tumours, 1979–1989. Br J Obstet Gynaecol 1991; 98:550–7 37. Rustin GJS, Newlands ES, Bergent HJ, et al. Weekly alternating chemotherapy (EMA/CO) for treatment of central nervous system metastases of choriocarcinoma. J Clin Oncol 1989;7:900–3 38. Bonnar J, Guillebrand J, Kasonde JM, et al. Clinical applications of fibrinolytic inhibition in gynaecology. J Clin Pathol 1980;33(Suppl) 14:55–9

304


KISIM VIII DOĞUM SONU KANAMANIN SONUÇLARI

305


Bölüm 36 UTERUS PATOLOJİSİ P. Kelehan, E. E. Mooney H. Zeren, Ü. Kara, K. Ateş

TEMEL VE AMAÇLAR Doğum sonu kanama hemen doğumdan sonra olabileceği gibi haftalar ya da aylar sonra da ortaya çıkabilen bir komplikasyondur. Bu durumda sezaryen histerektomi ya da geç doğum sonu histerektomi yaşam kurtarıcı olabilir. Uterus normal laboratuar incelemesi için gönderilmelidir. İyi anlaşılabilir bir patoloji raporu için patologun doğum eylemi öncesi ve doğum eylemi hakkında bilgilendirilmesi gerekmektedir. Bu tip örneklere az rastlandığı için patolog ve klinisyenin işbirliği çok önemlidir. Bu bölümde örneğin incelemesi, klinik tanı ile uyumluluğu ve patolojinin son tanısına kadar olan süreçlerin planlı bir biçimde sunulması amaçlanmaktadır. KLİNİK KARŞILAŞTIRMA Hastanın paritesi ve gebeliği hakkında bilgi, klinik takibinde herhangi bir anormal durum, özellikle doğum sonu kanama ile ilişkili olduğu için preeklampsi veya polihidramnios varsa belirtilmelidir. Fibroid, plasenta akreata veya konjenital anomali yönünden MRG inceleme yapılmalıdır. Forseps gibi aletlerin ameliyat sırasında kullanılmış olması da önemlidir. Uterusun ameliyat sırasındaki görünüşü atoniyi düşündürmüşse belirtilmelidir. Herhangi bir tedavi edici girişim, uterus masajı, kompresyon sütürü, kan transfüzyonu veya sıvı tedavisi yapılıp yapılmamış olduğu önemlidir. Ameliyatın tipinin belirtilmiş olması örnek üzerindeki sütür veya yırtıkların daha iyi anlaşılabilmesi açısından gereklidir. Hastanın ameliyat sonrasındaki genel durumu, amniyotik sıvı embolisinde olduğu gibi, örnekleme yapılırken göz önünde bulundurulmalıdır. Son olarak plasenta da incelenmelidir. MAKROSKOPİK İNCELEME Fotoğraflama diseksiyonunun her basamağında gereklidir. Gerekirse fotoğrafların yanına notlar alınmalıdır. Klinik bilgi olmadan önemsiz detaylarda zaman kaybederken daha önemli bulguların gözden kaçabilir. Detaylı bir makroskopik inceleme sırasında medikolegal olarak önemli olabilecek

sütürler, yırtıklar, vs. dikkatlice araştırılmalıdır. Örnek taze iken fotoğraflanmalı, yırtık veya sütürlere dokunmadan fikse edilmeli ve daha ileri inceleme yapılmalıdır. Örnek yanlardan açılabilir. Ancak genelde uzunlamasına, önden arkaya tam kesi yapılır. Klinik bilgiye göre keside değişiklik yapılabilir. Orta hattan kenarlara 2–3 cm uzaklıkta, birbirine paralel, uzunlamasına, önden arkaya iki kesi hem iyi bir inceleme, hem de fotoğraflama için kullanışlıdır. Uterus boşluğunun kompresyonu varsa hemen fark edilebilir, kontraksiyon bandı veya kan pıhtıları ile plasenta doku parçaları lümende izlenebilir. Erken doğum sonu dönemde uterus karakteristik olarak geniştir. 700–900 gr ağırlığında olup doğum öncesi dönemdekine göre boyut ve hacim olarak daha küçüktür. Latum ve rotundum bağlarındaki klemplerin izleri hematom açısından dikkatlice incelenmelidir. Kan damarları bütün olan taze örnekte damar yapıları açısından kontrastlı anjiyografi uygulanabilir1. SERVİKS Serviksteki önemli patolojik oluşumlar yırtıklardır. Yüzeyel yırtıklara özellikle sezaryen sonrasında sık rastlanır. Derin ve belirgin yırtıklar yanda oluşur. Bu yırtıklar hematom olsun veya olmasın serozaya kadar ulaşabilir. Kimi zaman serviksin alt segmentlerine ve vajinaya kadar ilerleyebilir. Geniş uterus arterlerini bile etkileyebilir. Fetal distrese bağlı olarak endoserviksin mekonyum ile boyanmasına sık rastlanır. Mekonyum yırtıkları kontamine edebilir. Bir yırtık ciddi sonuçlara yol açabilir. Endoserviksteki bir yırtık uterusun tamamen kasılmasına rağmen aşırı kanamaya yol açabilir. Yırtıklar amniyotik sıvı embolisi, amniyotik infüzyonla veya lokal defibrilasyonla ilişkili olabilir. Kanama latum bağında oluşan geniş bir hematomdan kaynaklanabilir. Yırtığı dikmek derin bir hematomu ya da ikincil yırtılmayı engellemeyebilir ve sonuçta şok veya vajinadan kanamaya yol açabilir. Doğumdan sonra genişlemiş servikste ödem, 306


Şekil 1: Sezaryen skarından gelişmiş ön ve sağ taraf yerleşimli dev divertikülü gösteren uterus. Örnek operasyon sırasında dikilmiş, fakat plasentanın villusları sütür kenarında izlenebiliyor.

Şekil 2: Plasenta akreatayı gösteren Şekil 1’deki uterusun ön-arka kesiti.

307


Şekil 3: Plasenta akreata ve ince myometrium geniş damarları gösteren HE boyalı uterus alt segmenti

Şekil 4: Skardaki ince myometrium lifleri desmin immünhistokimya boyası ile vurgulanmıştır.

308


Şekil 5: Doğum sonu kanama nedeniyle yapılan histerektomide endoserviks sağ yanından yırtık.

Şekil 6: Elastin Van Geisson ile yırtığın tepesinde kopuk arterler gösterilmiş (x 10). Ok kopuk elastik arteri, ok başı ince fibrin ve kan tıkacını gösteriyor. 309


Şekil 7: Gebede endoserviksteki küçük yırtığı takip eden serviks stromasındaki amniyotik döküntüleri içeren ufak venler (oklar). kanama ve fibril yapısında bozukluk histolojik olarak yırtığın gözden kaçmasına neden olabilir. Kas liflerindeki yırtıklar ve kontraksiyonlar, arterlerdeki fibrin tıkaçlar ve hematomlar, yırtığı destekleyici bulgulardır. Histolojik örnekler yırtığın tepesinden başlayarak derinine kadar ilerleyen bir blok içermelidir. Geniş damar yırtıklarını da göstermelidir. Uterusun histolojik olarak incelemesinde amniyotik sıvı embolisi çoğu vakada damar içi hastalık olarak bulgu vermez. Çok nadiren damar endotelinde fibrin pıhtı ve daha da az olarak uterus korpusunda bulunan damarlarda fibrin yanı sıra cilt döküntülerine rastlanabilir. Bazı doğum sonu kanamalarda amniyotik infüzyonu düşündürecek klinik bulgu olmayabilir. Ancak kanama ve tahmin edilemeyen ciddi tüketim koagülopatisi varsa histolojik olarak endoservikste venüller ve kılcalların amniyotik döküntülerle dolu olduğu ve genişlediği izlenir. Bu dramatik görünüm sadece endoserviksin yüzeyinde ya da yırtık bölgesinde değil, aynı zamanda doğum sırasında mekonyum veya amniyotik sıvı ile kontamine olan stromanın daha derin bölgelerinde

de ortaya çıkabilir. Hastaların bir alt grubunu lokal amniyotik infüzyonla ilişkili yaygın damar içi pıhtılaşma bozukluğu ve sistemik kollapsa bağlı doğum sonu kanama olguları oluşturmaktadır. Skuamöz hücreler serviksin çevresinden alınan bir ya da iki kesitte çıkabilir. Genellikle tek taraftadır. Amniyotik sıvı embolisinden şüphelenilen olgularda daha geniş örnekleme amniyotik hücre döküntülerini göstermek için önemlidir. Damar içi pıhtılaşma bozukluğu olmadan önce yırtıktan devam eden bir kan kaybı söz konusudur. Çünkü lokal tromboplastin tek başına yaradaki amniyotik döküntüleri etkilerken, pıhtı oluşumunu inhibe edebilir. UTERUS ALT SEGMENTİ Bu bölgedeki önemli patolojiler daha önceki bir sezaryen skarına implantasyon, anormal bir yapışıklık veya divertikül oluşumudur. Sezaryen kesisi uterus alt segmentinde distorsiyon, genişleme, inflamasyon, dev hücre reaksiyonu ve

310


a)

b)

Şekil 8: Sezaryeni takip eden doğum sonu kanama nedeniyle yapılan histerektomi materyalinde HE boyalı (a) normal myometrium lifleri, (b) myonekroz. 311


a)

b)

Şekil 9: Aynı myometrium liflerinde desmin boyasıyla nekroz vurgulanmıştır. (a) normal; (b) myonekroz (x 40). Uzun ok normal hücre içinde ödem içeren myometrium hücreleri, küçük ok yoğun, nekrotik myometrium hücreleri aynı büyütmede. 312


Şekil 10: HE boyalı sezaryen sonrası kürtaj sırasında elde edilen dokudaki dikiş. Ok emilebilir dikiş, ok başı sütüre karşı dev hücre reaksiyonu (x 40). adenomyozis gibi kronik değişikliklere yol açar3. Bazı vakalarda ön duvarda belirgin V- şeklinde doku kaybı görülebilir. Sezaryen kesinin önemli sonuçlarından birisi infeksiyondur. Sezaryen sonrası, özellikle de acil kesilerde, yara infeksiyonu riski azımsanmayacak kadar çoktur. Proflaktik antibiyotik kullanılması infeksiyonun genişliğini, yara kapanmasını, lokal doku travmasının derecesini, kullanılan tekniği (tek ya da iki tabakalı), şişliği, hematomu ve yarayı infekte eden organizmayı değiştirebilir. Yüzeyin normal görünümüne karşın uterus duvarında yırtıklar ve inflamasyon görülebilir. Yaranın koruyucu tedavisi çoğu kez mümkündür ve cerrahi debritman istisnadır. Eğer hasta bu aşamadan önce geldiyse muayene sırasında kanama ve/veya vajinadan akıntıya rastlanabilir. Doku kaybı varsa palpasyonla hissedilebilir. Kürtaj ile inflamatuar eksuda azalabilir. Dejenere desidua, polipoid endometrium veya sezaryen kesi yerinin iç kenarından endoservikal lümene doğru uzanan nekrotik myometrium parçaları görülebilir. Bazen myometriuma ait ödemli ve koagülasyon nekrozu içeren oldukça büyük parçalara rastlanabilir. Bu

myonekroz veya insizyonel nekroz lokal iskemiye bağlı olarak meydana gelir4. Kan damarları yeniden şekillenirken implantasyon gelişebilir. İmplantasyon normal iyileşmede veya iyileşen skar sırasında oluşabilir. Bunların desidua veradan koruyucu etkileri yoktur (aşağıda açıklanmıştır) ve doğum sonu ayrılma daha az meydana gelir. İlk doğumdaki sezaryen kesi ikinci doğumdaki artmış plasenta previa ve düşük riskleri ile ilişkilidir5. Alt segmente implantasyon (defekte komşu alan) defektin büyümesine neden olabilir. Duvardaki yırtık ve divertikül oluşumu plasentanın büyümesi ve gelişmesi ile meydana gelir. Eğer implantasyon fundustaysa rastlantısal elektif bir kesi ince, çoğunlukla saydam alt segment ön duvarını gösterebilir. Skar aşırı damarlı değilse kolaylıkla ve tamamen çıkarılabilir. Eğer implantasyon alt segmentte veya skarın içindeyse plasentanın çıkarılması çabası esnasında şiddetli kanama potansiyeli vardır. Bir doğum sonu histerektomi örneğini incelerken önceki sezaryen öyküsünü ve doğumda önemli olan yukarıda bahsedilen noktaları akılda tutmak gerekir.

313


Son olarak kapatılmış olan insizyon dikkatlice tekrar açılmalıdır. Fotoğraflamayı takiben sınırlar ve kenarlar, incelme ve skar dokusu formasyonu bakımından dikkatlice incelenmelidir. Uterus alt segmentin önünde genişlemiş, yırtılmış ve açık bir doku kaybı varsa sıkıca kapatılmalı ve formaldehitle tespite bırakılmalıdır. Bu doku kaybı bir skarın yırtılması ya da rüptürü sonucunda geniş, ince duvarlı, içinde plasenta olan divertikülün artığı şeklinde oluşabilir. Dikkatsizce yapılmış bir diseksiyonla bu ince yapıya zarar vermek çok kolaydır. Defektin yan sınırları incelenirken divertikülün pelvisteki parametriuma sol veya daha sık olarak da sağ tarafından dışarıya doğru çıktığı izlenir. Uterus alt segmentinin önüne doğru tam bir kesi eski sezaryen skarına ait defektler, yara yeri ve sınırlarını daha iyi aydınlatır. En önemlisi yan segmentin yan taraflarının doğrudan incelemesi uterus boşluğu, ayrılmış divertikülün yan uzantısı, taze yırtıklar ve/ veya yapışık plasentayı da gösterebilir. Bu anormal yapışıklık sorunu altta belirtilmiştir. FUNDUS Önemli patolojiler plasenta parçasının kalmış olması, plasenta akreata ve subinvolüsyondur. Fetusun çıkmasından sonra anormal olarak yapışan veya içe doğru büyüyüp uterusun tam kasılmasıyla ayrılmayan plasenta patolojisine plasenta akreata adı verilir. Bu terim plasenta akreata (duvara anormal yapışma), inkreata (villusların myometrium içine doğru uzanması) ve perkreatayı (villusların serozaya doğru uzanması) kapsar. Villus ile myometrium arasında desidua olmadan bulunması tanıda anahtar rolü oynar. Plasenta perkreatanın tanımlanması tahmine ya da kopuk myometrium lifleri arasında yer alan villusların görülmesine dayanır. MRG villusların invazyonundan daha çok penetrasyona bağlı alan kaybını gösterebilir. Fundusun ön arka hatta tam kat kesisi, durumun daha iyi görülmesini sağlar. İlginç olan, eğer uterus yan duvar boyunca açılırsa taze desiduada doğru tarafı saptamanın güçlüğüdür. Plasentanın ayrılması, onu myometriumdan ayıran süngerimsi desidua veraya bağlıdır. Bu yumuşak, üzerine basıldığında direnç gösteremeyen alan yırtığa bağlı olarak zarar gördüğünden histolojik incelemelerin çoğunda görülemez. Buna özellikle doğum eyleminden önceki anne ölümlerinde

rastlanır. Bu tabakayı ayırt etmede hem Alcian Blue, hem de diastazlı PAS ile boyanan şişmiş gland kriptleri içindeki mukopolisakkaridazların saptanması önemlidir. Tabakanın bir kısmı veya nadiren tümü görülebilir. Görülemediği zaman ince Nitabuch tabakası ve buraya bağlı villusların kas liflerine ya da fibröz sezaryen skarına yakınlık gösterdiği bilinmelidir. Nadiren görülen bir bulgu da Nitabuch tabakası ile sıkıca yapışık olan kas liflerinin, ara basamaktaki (intermediet) geniş trofoblastlar tarafından istilaya uğramasıdır. Kesitlerin histolojik incelenmesinde Nitabuch tabakasına giren fibrinoid ve kasa yapışan koyu fibrin içindeki hayalet villuslar görülebilir. Sıkça tarif edilen kas lifleri içine girmiş villuslar sadece invazif mol için karakteristiktir. Plasenta perkreata tanısı için desiduanın olmaması önemlidir. Plasenta akreatalar kontrollerle karşılaştırıldığında plasenta akreatalarda ara basamaktaki trofoblastların implantasyonunda artış görülmüştür6. Plasenta parçalarının uterusta kalması plasenta akreatayı bir dereceye kadar gösterebilirken, önceki gebeliklerinde preeklampsi, büyüme geriliği, düşükler ve plasenta parçalarının kalması gibi durumlardan bir kısmı hastanın öyküsünde yer alabilir. Bu durum trofoblastlarla anne arasındaki anormal ilişki ile açıklanır7. Plasenta akreata desiduadaki bir defektten kaynaklanır. Plasentanın uterusun zayıf bir bölgesine yerleşmesi sonucunda rüptürü ve serozada periton reaksiyonu gibi ikincil değişiklikler görülebilir. Önceki cerrahi girişimlerde hasar oluştuysa uterus ile mesane arasında yapışıklıklar ve geçişler olabilir. Plasenta akreata sadece kontrol edilemeyen doğum sonu kanamaların bir kısmında izlenen bir durumdur. Az miktarda kas, fibrozis ve artmış sayıda ara basamaktaki trofoblastları içeren ince bir myometrium, Doppler’de tariflendiği gibi gebeliğin büyük, genişlemiş arterlerini ve bu değişikliklerin parametriuma doğru dağılışını içeriyor olabilir. Myometriumun büzülme-kasılma derecesi bu damarları kapatmaya yeterli değildir. Divertikül şeklindeki alt segmentin incelmiş kas tabakasından, anormal yapışmaya gerek kalmadan da kanama sürebilir. Aksine doğum sonu uterusun histolojik incelemesinde plasenta yatağında villusların bulunması, uterusun temizlenmesi sırasındaki bulaşmaya bağlı da olabilir. Bunu gerçek yayılımdan ayırt etmek için ezilen alandan DNA yayması faydalı olabilir.

314


GEBELİK ÜRÜNLERİNİN TAM ÇIKMAMASI Plasentanın tam olarak çıkartılamaması doğum sonu kanamaya neden olabilir. Plasentanın bir kısmı kalıp polipsi bir hal alıp (“plasenta polipi”) sıkışır ve nekroza gider. Kök villusta birkaç canlı hücre kalmış olabilir. Geride kalan dokunun altında kalan damarlar genişlemiş olarak kalmaya devam edebilir. Komşu myometriumda plazma hücre istilası görülebilir. Bu bulgu infektif endometritin göstergesi olarak yorumlanmamalıdır. Plasenta ürünlerinin kalmasının sıklığı % 27 ile % 88 arasında değişir; ama bu konudaki çoğu yayın ileri yaşlar içindir7. Plasenta parçaların kalması preeklampsi veya daha önceki gebeliğinde gelişme geriliği gibi komplikasyonları bulunan kadınlarda daha sıktır. Bu durum trofoblastlarla anne arasındaki anormal ilişki ile açıklanır7. SUBİNVOLUSYON Plasenta parçaları kalmamışsa, plasenta yatağındaki kan damarlarının subinvolüsyonu ikincil doğum sonu kanamanın önemli bir sebebidir. Normal arter involüsyonu lümen çapında azalma, trofoblastların ortadan kaybolması, intima tabakasının kalınlaşması, endotelin tekrar büyümesi ve internal elastik laminanın eski halini almasıyla oluşur. Subinvolüsyonda arterler geniştir ve eritrosit ya da taze trombüs içerirler. Ayrıca damar çevresinde trofoblastlar yer almaya devam ederler8. Bazı olgularda damar içinde trofoblastlar görülebilir. Subinvolüsyona bağlı kanama doğum sonrası ikinci haftada en fazladır, ancak her nasılsa birkaç ay sonra da görülebilir. İleri yaşlarda ve multiparlarda daha sıktır. Sonraki doğumda tekrarlayabilir. Subinvolüsyon doğum tekniği ile alakalı değildir ve ayrı bir durum olarak ele alınabilir. Muhtemelen trofoblast ile uterus arasında immünolojik ilişkiye bağlıdır8. Buna rağmen başka bir çalışmada içeride kalmış plasenta parçaları ile ilişki kurulmaya çalışıldıysa da, başka hiçbir belirleyici ile benzer ilişki gösterilememiştir7. Değişiklikler kürtaj materyalinde de görülebilir. Histerektomi yapılan uterus normalden yumuşak ve büyüktür8. Normal involüsyona uğrayan damarların yanında yeterince involüsyon göstermeyenler de bulunabilir. Bunu ayırt etmek için plasentadan çok sayıda örnek alınmalıdır.

ATONİ Bu iyi tanımlanmış bir obstetrik durum olsa da patolojik raporlama kısmen görecelidir. Tanı aslında bir dışlamadır. Uterus genişlemiş, ödemli ve yumuşaktır. Ödem ve kanama mikroskobik olarak nettir. Tanı diğer tanıları dışlamak için yeterli sayıda histolojik örnek alınması ve klinik bilgiye dayanır. ARTERİOVENÖZ MALFORMASYON (AVM) Uterus AVM’u doğum sonrası kanamayı da kapsayacak şekilde şiddetli kanama ile birlikte olabilir. Konjenital AVM çok sayıda küçük bağlantılardan oluşur ve gebelikle birlikte genişler. Daha sık olan kazanılmış AVM hiç doğum yapmamışlarda nadirdir ve uterus travmasına (kürtaj, myomektomi, geçirilmiş uterus rüptürü) bağlı geliştiği düşünülür9,10. AVM plasenta parçalarının kalması ya da trofoblast çoğalmasıyla birlikte olabilir. Patolojik olarak doğası belirsiz, büyük damarlarla birlikte arter ve ven özelliği taşıyan damarlar mevcuttur. DİĞER NEDENLER Myometriumun iç kısmının yaralanması doğum sonu kanama nedenleri arasında yer alır11. Myomu olan kadınlarda doğum sonu kanama riski artmıştır12. Daha az sıklıkta endometrium kanseri ve desidua oluşumunun azaldığı konjenital anomaliler de doğum sonu kanamaya neden olabilir. Trofoblastik enfeksiyonlar da etkenler arasında yer alır. ENDOMETRİT Akut endometrit sepsis ve doğum sonrası kanama nedeni olarak yayınlanmıştır. Batılı ülkelerde göreceli olarak nadirdir ve muhtemelen birden çok organizma vardır. Bir seride gecikmiş doğum sonrası kanamaların % 5’inin nedeni olduğu belirtilmiştir13. PLASENTA PATOLOJİSİ Doğum sonrası kanamada plasenta mutlaka incelenmelidir. Preeklampsi plasentanın arkasında kanamaya neden olabilir. Yeni ve eski kanamaların yanında enfarktüs alanları izlenebilir. Akut aterozisin tipik bulguları preeklamptik kadınların sadece % 50’sinde izlenebilir. Bununla birlikte parenkimin incelenmesi uterus ve plasentanın iskemiye cevap

315


olarak hızlanmış villus olgunlaşmasını sıklıkla gösterir (distal villus hipoplazisi). Fizyolojik değişikliklerin fazladan tanılanmasından kaçınmak için diskin ortasından örnekleme yapmak önemlidir. DOĞUM SONU KANAMADA OTOPSİ İngiltere’de 1970–90 arası anne ölümlerinin gizli soruşturmalarından elde edilen bilgilere göre doğrudan anne ölümlerinin yaklaşık % 10’u kanamaya bağlıdır14. Yaklaşık yarısı doğum öncesi, yarısı doğum sonudur. Yoğun kan kaybı ileri yaş kadınlarda daha sıktır (> 35 veya 40, çalışmaya bağlı olarak)15. Doğum sonu ya da doğum sırasında kanamaya bağlı oluşan ölüm nedeniyle yapılacak bir otopsiye başlamadan önce belirlenen ya da muhtemel ölüm nedenlerinin ışığında otopsi tekniği çok iyi belirlenmelidir. Otopside acele edilmemeli ve metodik olmalıdır. Öngörülen ölüm nedenini göstermeye çalışmak çok büyük hata olur. Klinik ekip de otopsiye davet edilmelidir. Ancak bu gözle uzun değerlendirme, ölçümler ve başlangıç kesileri aşamaları boyunca herkesin orada olacağı anlamına gelmemelidir. Tüm bunlar hazırlandığında işlem durdurulmalı ve tüm ekibin katılımı sağlanmalıdır. Bu yolla öykü gözden geçirilebilir, var olan olaylar veya hastalıklar tartışılabilir (örneğin kronik pyelonefrit) ve daha sonra ortak klinik görüşe göre otopsiye devam edilebilir. İyi bir otopsinin temelinde özgün bir durum ve olası hastalıkların mantık sırasıyla dışlanması yatar. Hastalığı atlama korkusu duyulmamalıdır. Parametrium, pelvis yan duvarı ve vajina da uterus kadar dikkatle incelenmelidir. Vücudun dıştan gözle muayenesinde annenin ana ölüm nedenlerini gözden geçirmelidir. Rutin tekniklere birçok farklılık eklenebilir. Hava embolisi, amniyos sıvı embolisi, anevrizma rüptürü gibi özel durumlar için ilave dikkat gerekir16. Hematoloji, hemofili, toksikoloji, mikrobiyoloji için örneklerin nasıl toplanacağı önceden planlanmalı ve işlemler bir düzen içinde yapılmalıdır. Kardiyopulmoner resüsitasyonun etkileri ve neden başarılı olmadığına dair bulgular burada gözden geçirilmelidir. Yasal açıdan da önemli olan dalak ya da mezenterde yırtılma, batında kan, kemik iliği embolisi gibi

konuyla ilgisi olmayan bir bulgunun, ölümün asıl nedeni olarak yorumlanmamasıdır. Geleneksel olarak Y şeklinde kesi yapılır. Karında ters Y şeklinde ve iki tarafta femoral üçgenlere doğru kesi yapılır. Bu kesi ileofemoral damarları ve pelvisi daha iyi incelememizi sağlar. Karın boşluğundaki kan ve pıhtılar temizlenip, miktarı ölçülmelidir. Karın ve pelvisteki organların göreceli olarak boyut ve konumu belirtilmelidir. Peritonun pelvise uzanımı incelenmeli ve kanlanmanın yapı, derece ve rengi not edilmelidir. Gebeliğin peritondaki desidua izleri, jelatinsi görünümden anlaşılabilir. Geleneksel otopsi pratiğinde uterus küçük olsa bile peritonun arkasındaki damarlar kanla dolu ve genişse gebelikten şüphelenilmelidir. Pelvis venleri ortaya konmadan önce dilatasyonu ve şişkinliği not edilmelidir. Organlar yerinden çıkarılınca değerlendirmek zor olacağından, peritonun arkası ve ligamentum latum hematomu bu aşamada araştırılmalıdır. Uterus in situ olarak açılıp incelenebilir; fakat sürrenal, böbrekler ve pelvis organlarını topluca çıkarmak daha iyi olur. Geleneksel olarak pelvis yan duvarındaki künt diseksiyonla pubis ve orta-üst vajinaya yapılan kesiler uzatılarak doğum sonu kanamayla ilgili araştırmalar yapılır. Simfizis pubisin ayrılması için kesi yaparken ayaklar dış rotasyona alınmalı ve bıçak pubis kemiğinin altına doğru yapılmalıdır. Pubis kemiklerleri 8–10 cm kadar ayrılabilir. Bu insizyonla birlikte inguinal ve femoral insizyonlar vajina ve serviks çevresinin yumuşak dokunun daha iyi görünmesini sağlar. Bu teknikle vajina yan duvar yırtıkları ve kanamaları daha iyi gösterilebilir. Tüm ürogenital blok masaya alınır ve üretra ve mesane ile başlayıp vajina ve serviksle devam eden katmanlara ayrılır. Alternatif olarak blok formolle fiksasyon sonrası diseke edilebilir. Aort arkadan açılır ve kesi iliak arterlerin dallandığı noktanın biraz gerisinde sonlandırılır. Vena cava inferiyör önden açılır. Sağ ve sol böbrek venleri açılır. Over venleri bulunup diseke edilir. Pelvis venleri örneğin sınırına kadar diseke edilir. İntima yırtık, sürtünme ve yapışık trombüs yönünden incelenir. Parametrium ve latum bağından venöz pleksus içeren örnekler formol fiksasyonu ve histolojik inceleme için alınır. Hasta kanamadan ne kadar zaman sonra öldü, nerede histerektomi ile müdahale edilmeye çalışıldı ve

316


kanamayı durdurmak için hangi damarlar bağlandı, kanama asıl nereden oldu bazen tespit etmek zor olur ve yardımcı teknikler gerekir. Pelvis diseksiyonuna başlamadan önce klemple tutulmuş aorttan infüzyon seti veya kateterle tuzlu su verilmesi kanama noktasının tespitinde faydalı olabilir. Özel hazırlık ve tüm periferik venlerin bağlanması ile çekilecek anjiyo bazı seçilmiş vakalarda çok faydalı olabilir. Tüm tekniklerin en faydalısı yaralanmaya yaşamsal bulgulara cevap ve altta yatan hastalığın şartlarının dikkatlice seçilmiş blokların histolojik incelemesinde değerlendirilmesidir. Kaynaklar 1. Schaaps JP, Tsatsaris V, Goffin F, et al. Shunting the intervillous space: new concepts in human uteroplacental vascularisation. Am J Obstet Gynecol 2005;192:323–32 2. Cheung ANY, Luk SC. The importance of extensive sampling and examination of cervix in suspected cases of amniotic fluid embolism. Arch Gynecol Obstet 1994;255:101–5 3. Morris H. Surgical pathology of the lower uterine segment caesarean section scar: is the scar a source of symptoms? Int J Gynecol Pathol 1995;14:16–20 4. Rivilin ME, Carroll CS, Morrison JC. Uterine incisional necrosis complicating caesarean section. J Reprod Med 2003;48:687–91 5. Getahun D, Oyelese Y, Salihu H, Anath CV. Previous caesarean delivery and risks of placenta previa and placental abruption. Obstet Gynecol 2006;107:771–8 6. Kim KR, Jun SY, Kim JY, Ro JY. Implantation site intermediate trophoblasts in placenta cretas. Mod Pathol 2004;17:1483–90 7. Khong TY, Khong TK. Delayed postpartum hemorrhage: a morphologic study of causes and their relation to other pregnancy disorders. Obstet Gynecol 1993;82:17–22 8. Andrew AC, Bulmer JN, Wells M, Morrison L, Buckley CH. Subinvolution of the uteroplacental arteries in the human placental bed. Histopathology 1989;15:395–405 9. Grivell RM, Reid KM, Mellor A. Uterine arteriovenous malformations: a review of the current literature. Obstet Gynecol Surv 2005; 60:761– 7 10. Ciani S, Merino J, Vijayalakhsmi, Nogales

FF. Acquired uterine arteriovenous malformation with massive endometrial stromal component [letter]. Histopathology 2005;46:234–5 11. Hayashi M, Mori Y, Nogami K, Takagi Y, Yaoi M, Ohkura T. A hypothesis to explain the occurrence of inner myometrial laceration causing massive postpartum hemorrhage. Acta Obstet Gynecol Scand 2000;79:99–106 12. Qidwai GI, Caughey AB, Jacoby AF. Obstetric outcomes in women with sonographically identified uterine leiomyomata. Obstet Gynecol 2006;107:376–82 13. Mooney EE, Padfield J, Robboy SJ. Nidation and placenta. In Robboy SJ, Anderson MC, Russell P, eds. Pathology of the Female Reproductive Tract. London: Churchill Livingstone 2002:721–57 14. Toner PG, Crane J. Pathology of death in pregnancy. In Anthony PP, MacSween RNM, eds. Recent Advances in Histopathology, Vol 16. Edinburgh: Churchill Livingstone 1994:189–212 15. Ohkuchi A, Onagawa T, Usui R, et al. Effect of maternal age on blood loss during parturition: a retrospective multivariate analysis of 10,053 cases. J Perinat Med 2003;31:209–15 16. Rushton DI, Dawson IMP. The maternal autopsy. J Clin Pathol 1982;35:909–21

317


Bölüm 37 AKUT CİDDİ ANNE HASTALIĞI A. Vais, S. Bewley F. Varol

GİRİŞ

düşünüldüğünden, 1983’te Gebelik ile İlgili Ölümleri Denetleme Sistemi (Pregnancy-related Mortality Surveillance System [PMSS]) kuruldu8. NVSS ölüm istatistiklerinden bilgiyi toplarken, PMSS ise anne ölümleri, fetus ölümleri ve otopsi raporlarını anne ölümlerini araştıran komite raporları ile birleştirmektedir 8. Bu yolla anne ölümlerinin nedenleri doğrulanmış ve 1991–1999 arasındaki 100.000 canlı doğumda 7,7 ölüm oranın, gerçekte 11,8 olduğu8,9 anlaşılmıştır.

Doğum sonu kanama nedeniyle ölen bir kişinin ardından, ölümünün geçtiği yerde kısa ve uzun dönem etkileri süregelmektedir. İstenmeyen akut ciddi anne hastalığı kavramı 1990’lı yıllarda obstetrik bakımda kaliteye duyarlı bir belirteç bulma ihtiyacından ortaya çıkmıştır1,2. Anne ölümlerine duyarlılık gösteren bu terim kadın üreme sağlığı ve yaşamına dikkat çeker. Ayrıca gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerde de aynı şekilde uygulanabilir.

AKUT CİDDİ ANNE HASTALIĞI İLE ÖLÜME ÇOK YAKLAŞILAN DURUMLARIN TANIMLARI ARASINDAKİ FARKLILIKLAR NEDİR?

Gelişmiş ülkelerde doğum sonu kanamadan ölümler gelişmiş denetim mekanizmaları nedeniyle daha az görülür hale gelmiştir. Örneğin İngiltere’de güvenilir 3 yıllık Anne Ölümlerini Soruşturma bilgilerine göre 50 yılda kanamaya bağlı anne ölümleri yıllık % 40’lardan % 3’lere düşmüştür3. Son değerlendirmelere göre tüm anne ölümleri 100.000’de 7 civarındadır4. 1950’lerden beri bazı anne ölümü nedenleri değişmeden varlığını korusa da, gebeliğin hipertansif hastalıkları ve kanama hala en sık nedenlerdir. Doğum sırasında 2000– 2002 yılları arasında oluşan 106 ölümün 17’si (% 16) kanama nedeniyle oluşmuştur. Bu sayının da 10’u doğum sonu kanamaya bağlı olmuştur3. Daha önceki raporla belirtilen 1997–1999 yılları arasındaki 7 ölümle değerlendirilirse insidansta hafif bir artış dikkati çekmektedir6. Bu sayı istatistiksel olarak anlamlı olmasa da, artan sezaryen oranları ile birlikte değerlendirilmelidir. Kanama yüzünden kaybedilen olguların % 80’inde standardın altında bakımı görmek üzücüdür.

İngilizcesi “near-miss” olan ölümle burun buruna gelmek durumu tıbbi bakım olmasa ölümle sonuçlanabilecek durumları ifade eder. Aynı durum ciddi organ yetmezlikleriyle yaşamlarını yeniden kazananları da tanımlar10,11. Havacılıkta kullanılan “near-miss” terimi risk yönetiminde de kullanılmaktadır. Öte yandan akut ciddi anne hastalığı, bu durumlardan etkilenen kadınları da tanımlamakta kullanılmaktadır. Gebelikte oluşan hastalıklar bir piramit gibidir (Şekil 1). Piramidin tabanı genel gebe toplumu, buzdağının tepe noktasının da ölüm olduğu kabul edilirse bunların arasında geniş ciddi hastalık bandı yer alır9,11. Klinik kötüleşme önce sistemik cevap, sonra organ yetmezliğiyle son bulur1,10. Ciddi hastalık birbirini takip eden ciddi olaylar zinciridir. Örneğin hatalı bir hasta nakli veya bir kan ürünü verilmesi anemik bir kadının ölümüne (ok A) neden olabilir. Diğer yandan hiçbir kalıcı ciddi hastalığa da neden olmayabilir (ok B). Hatalı etiketlenmiş bir kan paketini ölümle burun buruna getirebilir ve kişi transfüzyon reaksiyonu yaşamasa da hatanın takibini gerekir. Ölümle burun buruna gelmek (near-miss), böyle kaçınılabilir riskleri tanımlarken; akut ciddi anne hastalığı ise zarar görmüş bir kişiyi tanımlar.

İngiltere, anne ölümlerinin dikkatle araştırıldığı birkaç gelişmiş ülke arasında yer almaktadır. Aynı durum ABD’nde de 1930’lardan beri süregelmektedir. Ancak 20. yüzyılın son kısmında anne ölümlerinde görülen hızlı düşüşler her vakayı incelemede etkinliği azaltmıştır. Öte yandan İngiltere’ye benzer politikalar izleyen kaç gelişmiş ülke olduğu net değildir. ABD’de anne ölümlerindeki ırksal farklılıklar nedeniyle hissedilen ve Ulusal Yaşam İstatistik Sistemine (National Vital Statistics System [NVSS]) bütün ölümlerin bildirilmediği

Bu nedenle akut ciddi anne hastalığının herkes tarafından kabul edilen tanımı olmamakla birlikte dünyanın değişik yerlerinde değişik kıstaslarla

318


kullanılmaktadır. Bu zamana kadar akut ciddi anne hastalığı için önerilen iki temel tanım aşağıdaki gibidir: 1. Organ sistemi yaklaşımı10,11,13: Kanamadan şok, şiddetli preeklampsi veya spesifik organ yetmezliği durumlarında önem kazanır; 2. Yönetim veya yöntem temelli12,14: Yüksek bağımlılık ünitesine (high dependency unit [HDU]) ve yoğun bakım ünitesine (intensive care unit [ICU]) kabul veya diğer bir sağlık bakım servisine transfer sonucunda oluşturulan akut ciddi anne hastalığı tanımı genellikle geriye dönük çalışmalara dayandırılır. Dikkatli bir ünite organ sistem yaklaşımı ile olguları seçer ve kayıtlarına geçirir. Bu akut ciddi anne hastalığı için orantısız yüksek bir sayı verebilir. Diğer taraftan kötü kontrol edilen bir ünitede kanama iyi şekilde tanımlanmamış ve tedavi edilmemişse sonuçlar ciddi olabilir. Yönetime dayanan yaklaşım daha kolay uzlaşılan değişkenlerle HDU/ICU yataklarına ulaşılabilirliğe dayandırılır. Üniteler hasta transferinde değişik politika ve eşik değerlerine sahiptir. Bu durum ise özellikle gelişmekte olan

A

Sistem faktörleri Hastaya ait nedenler (sosyal dışlama, kötü koşullarda hasta nakli)

Doğum öncesi yetersiz bakım

ülkelerde daha izole ve küçük merkezlerde akut ciddi anne hastalığının gerçek insidansını daha az gösterir. AKUT CİDDİ ANNE HASTALIĞI İNSİDANSI Akut ciddi anne hastalığının sayısal ifadelendirilmesi uluslararası tanı kıstasları olmaması ve kayıtlardaki plansızlıklar nedeniyle büyük bir problem oluşturmaktadır. Böylece insidans değerlerinin ortaya konulmasında değişkenlikler söz konusudur. Tablo 1 ve 2 bu zamana kadar olan çalışmaları özetlemektedir. Fakat çalışma koşullarının tanımlarında ve nedenlerinde büyük farklılıklar söz konusudur. Bazı çalışmalar ICU’ya yatışları14,15 diğerleri ciddi hastalıktan sorumlu gerçek koşulları10,11,bazıları ise her durumu birlikte12 tanımlamaktadır. Ciddi hastalık ve ölüm arasındaki ilişkiyi tanımlamada iki metot uygulanmaktadır. Bunlar ölüm/ciddi hastalık oranı1,13 ve ölüm indeksidir11,16. Ölüm/ciddi hastalık oranı basitçe her bir anne ölümüne karşılık ciddi hastalığı tanımlamaktadır1,13. Ölüm indeksi ise anne ölümlerinin toplamının akut ciddi anne hastalığı olan kadınlarla anne ölümlerinin toplamına bölünmesiyle elde edilen bir yüzde ifadesidir11,16. Her iki oran da toplamda (hepsi nedene yönelik) veya duruma göre

Ölüm

Zamanında girişim

Akut ciddi anne hastalığı Orta dereceli ciddi hastalık Hafif ciddi hastalık

Doğum öncesi anemi

Yetenekli personel Sistem faktörleri (eldeki ilaçlar ve kan ürünleri) Kaliteli doğum hizmeti

Klinik suçlama Genel gebe topluluğu

Şekil 1: Ciddi hastalık-ölüm devamlılığı

319

B


ifade edilebilir. Her ikisi de az ya da çok müdahale edilmiş koşulların ölüm ve ciddi hastalık üzerine etkisini yansıtır. Genel olarak ölüm riski annenin daha önceki sağlığı, özel durumunun şiddeti, uygun yardıma ulaşıp ulaşmaması, tıbbi işlemin kalite ve elde edilebilirliği gibi durumlarla yakından ilgilidir. Doğum sonu kanama sık bir durumdur ve uygun bir ölüm/ciddi hastalık oranı (veya düşük ölüm indeksi) vardır1,11,13,16. Diğer bir deyişle en azından gelişmiş ülkelerde doğum sonu tedaviler başarılıdır. İnfeksiyon ve kalp hastalıkları durumlarıyla karşılaştırılırsa doğum sonu kanamalar için yapılan müdahalelerle birçok anne yaşamı kurtarılmaktadır. Doğum sonu kanama hem kaçınılabilir, hem tedavi edilebilir bir durumdur. Fakat doğum yapan bütün kadınlar bu risk altındadır ve ne yazık ki günümüzde bile ölümler olmaktadır. Fakat gelişmiş ülkelerde doğuma karşı yaratılan güven duygusu sayesinde doğumda oluşabilecek, yaşamı tehdit eden durumlar inanılamaz ve tahammül edilemez kabul etmektedir ki, bu durum ise büyük talihsizliktir.

bilgiyi toplayıp karşılaştırmıştır. MOMS-B ise ciddi hastalığın ortaya çıkan nedenlerini işlemektedir20. En yüksek akut ciddi anne hastalığı oranları Belçika, Finlandiya ve İngiltere gibi ülkelerde olup, farklılığın çoğu kanamaların daha yüksek insidansına bağlıdır. Fakat anne ölümü oranları diğer Avrupa ülkelerinden farklı değildir. Ölüm oranları ciddi hastalığın prevalansından çok, bakımın kalitesi ile yakından ilgilidir20. Farklı ülkelerin, farklı bölgelerin, farklı demografik özellikleri dikkati çekmektedir20. Bu ise bölgesel ciddi hastalıklar arasındaki farkı ortaya çıkarmaktadır. Belçika Brüksel ile İngiltere ise Güneydoğu Thames bölgeleri ile temsil edilmektedir. Ancak bu şehir içi alanlarda yoksul mahalleler ve göçmen toplulukları yoğundur. Oysa Fransa’nın üç bölgesi büyük şehirleri kapsamamaktadır20.

AKUT CİDDİ ANNE HASTALIĞI NEDENLERİ Akut ciddi anne hastalığının nedenleri üç büyük sınıfta toplanır: 1. Kanama 2. Gebeliğin hipertansif hastalıkları ( eklampsi ve HELLP dahil) 3. Sepsis Tablo 1, akut ciddi anne hastalığının nedenlerine göre insidansları ve yukarıdaki üç ana nedeni ilgili durumları özetlemektedir. Avrupa ülkelerindeki oranlar üç ana neden açısından tanımları farklı olmasına rağmen birbirine benzerdir. Coğrafi faktörlere bakmaksızın kanama en büyük nedendir ve bütün olguların 1/517 ile 1/210,18,19’sini oluşturmaktadır. Hipertansif durumlar akut ciddi anne hastalığı vakalarının % 1018 ile % 45’inin20 nedenidir. Oysa sepsise bağlı ciddi hastalık çok daha düşüktür (% 1,5–20) 18,10. Ciddi hastalığın diğer nedenleri arasında az da olsa uterus rüptürü, tromboembolik hastalık, psikiyatrik hastalık sayılabilir5,21. Uluslararası bir grup tarafından yapılan ve 11 Avrupa ülkesini kapsayan Anne Ölümü ve Ciddi Hastalık Araştırması (Mothers’ Mortality and Severe Morbidity Survey [MOMS]) 1990’larda yapılmıştır. Araştırmanın iki kısmı vardır: MOMS-A ve MOMS-B20. MOMS-A anne ölümleriyle ilgili

Genel olarak ciddi kanama ve hipertansiyon (1000 doğumda sırasıyla 0,617–29,618 ve 0,1822–6,1518) gibi durumların görülme oranları, ciddi sepsisten (1000’de 0,0919–2,1610) çok daha fazladır. Aynı düşük sepsis oranları Batı Afrika’da da görülmekte ancak aynı yerde akut ciddi anne hastalığının ikinci en büyük nedeni kanamadan sonra ilerlemeyen doğum olarak gözükmektedir18. Bir çalışmada uterus rüptürü ilerlemeyen doğum ile birlikte değerlendirilirken diğer çalışma ise kanama verisiyle birlikte değerlendirmektedir17. Waterstone ve ark (2001)13 uterus rüptürünü ayrı bir konu olarak kabul etmektedirler. Her olguya ait kan kaybının net bir şekilde saptanması, bu konuya ait bilginin daha doğru ele alınmasını sağlar. Çok az çalışma erken ve orta derecedeki ciddi hastalığı ele almıştır. Halbuki birçok çalışma lohusalıkta orta ve az derecedeki ciddi hastalığı da değerlendirir2,13. Örneğin Stone ve arkadaşları (1991) analizlerinde ciddi hastalığın daha az ciddi şekillerini ele almışlardır: örneğin anestetik madde komplikasyonları (spinal anestezi sonrası baş ağrısı gibi) % 0,46; idrar retansiyonu/inkontinens % 1,2; perine bölgesinin geç komplikasyonları da % 0,652. AKUT CİDDİ ANNE HASTALIĞININ NEDENİ KANAMA: KANIT Bu zamana kadar akut ciddi anne hastalığı ile yazılan birçok çalışma kanamaya geniş yer ayırmıştır. Ciddi kanama, aşağıdakilerden bir veya birçoğunu içermektedir:

320


321

12,0

3,8

9,48

Waterstone13 (COSMO), BK, 2001

Brace19, İşkoçya, 2004

Zhang20 (MOMS-B), Avrupa, 2005

4,6 (% 48,8)

1,9 (% 50)

6,7 (% 55,7)

29,6 (% 49,5)

6,1 (% 55,8)

0,16 (% 22)

2,3 (% 46,7)

4,33 (% 45,7)

1,15 (% 30)

4,6 (% 38)

6,15 (% 10,3)

2,82 (% 25,8)

0,18 (% 25)

1,98 (% 40)

0,81 (% 26,2)

2,77 (% 31,5)

0,8 (% 8,2)

0,09 (% 3)

0,35 (% 2,89)

0,9 (% 1,5)

2,16 (% 19,7)

0,1 (% 14,5)

0,49 (% 10)

0,14 (% 4,36)

Belirtilmemiş

Çok uluslu çalışma, oranlar ülkeler arasında geniş dağılım farklılıkları göstermekte. ACAH % 6–14,7 ve Finlandiya, Belçika ve İngiltere’de en yüksekken İtalya, İrlanda, Fransa’da en düşüktür.

Sepsis sadece septik şoku tanımlar. Eklampsi, böbrek yetmezliği, akciğer ödemi toplamı hipertansif ACAH verir. ACAH hastalarının 1/3’ü YB’a yatırıldı.

Klinik temeli tanımlar kullanılıp, yönetime göre değerlendirme yapılmamıştır. Tahmini kan kaybı > 1.500 ml olan hastalar, kanamaya bağlı ACAH’ların % 55’ini kapsar.

İlerlemeyen travay ciddi hastalığın önemli nedeni (20,5/1.000’in 1,2/1.000’i uterus rüptürü)

Sepsis septik abortus, koryoamniyonit ve lohusalık sepsisi kapsar. Kanama da doğum öncesi, doğum sonu kanama ve acil histerektomiyi kapsar. Doğum sonu kanama ise 1,8/1.000 sıklığındadır.

ACAH’nın tanımı YB yatıştır.

ACAH’nın tanımı YB’a yatıştır. Toplam 30 ACAH var. 14 vakada kanamaya bağlı olarak adlandırılmış (kan kaybı > 2.000 ml, ayrıca 2 hastada da DIC/HELLP var. Oran bu nedenle > % 50.

Ciddi hastalığın 3. nedeni emboli 0.38/1.000 sıklıktadır. Kanama uterus rüptürüne bağlıdır. Hipertansif patoloji serebral kanamayı içerir.

ACAH’nın tanımı “yaşamı potansiyel olarak tehdit eden dönem” toplam ciddi hastalıkta insidansı 267/1.000. Sepsis insidansı 30,5/1.000 (ciddi sepsis dahil). Kanama doğum öncesi ve sonunu içermektedir ve > 2.000 ml’dir. 1 vaka sepsise bağlı ikincil doğum sonu kanama nedeniyle histerektomi oldu.

Hipertansiyon insidansı Ciddi sepsis Ek yorumlar (Toplama %’si) insidansı (Toplama %’si)

DIC: Yaygın damar içi pıhtılaşma bozukluğu, ACAH: Akut ciddi anne hastalığı, YB: Yoğun bakım, HELLP: hemoliz, karaciğer enzimlerin yüksekliği, düşük trombosit, BK: Birleşik Krallık

59,8

0,72

Basket ve Sternadel22, ABD, 1998

Prual18, Batı Afrika, 2000

4,97

Bewley ve Creighton12, BK, 1997

10,9

3,1

Bouvier-Colle17, Fransa, 1996

Mantel10, Güney Afrika, 1998

3,23 (% 36,8)

8,8

Stones2, BK, 1991

0,62 (% 20)

Kanama insidansı (Toplama %’si)

Çalışma, ülke ve ACAH İnsidansı yayın yılı (tüm olgularda)

Tablo 1: Ciddi hastalığın her 1.000 doğumda rastlanan en büyük nedenlerinin insidansı


22.651 200 (ITU) 21

15.323 38 (ITU) 4

140.323 435 (ITU) 87 25.000 65 (YB) 11

Geriye dönük, obstterik YB için ayrılmış 3 yatak

Geriye dönük, tek ünite

Geriye dönük, genel YB

Geriye dönük, genel YB

Geriye dönük, genel YB

Stones2, BK, 1991

Killpatrick ve Matthay14, ABD, 1992

Monaco15, ABD, 1993

BouvierGeriye dönük, Colle17, Fransa Fransa’nın 2 1996 bölgesi

Geriye dönük, üçüncül merkezde YB’a kabul

Mabie ve Sibai23, ABD, 1990

Lapinsky27, Kanada, 1997

Bewley ve Creighton12, BK, 1997

322

6039 30 (ITU) 14

8000 32 (ITU) 4

2164 19 7

21.983 23 (ITU) 1 (5)*

4,97

2,6

3,1

2,47

4

8,8

8,82

1,04

2,3

0,44

0,62

0,26

0,5

3,23

0,93

0,05 (0,23)*

Ciddi kanamanın tanımı (Ek yorumlar)

Perinatal sonuç

% 46,7

% 17

% 20

% 10,5

% 12,5

% 36,8

% 10,5

> 2.000 ml kanama nedeniyle YB’a transfer.

YB gerektirecek kanama tanımlanmamış, Başvuruların % 52’sinde hemodinamik bozukluk vardı. 4 histerektomi yapıldı.

Kanama tanımlanmamış ancak uterus rüptürü dahil edilmiş.

2 hastada doğum sonu kanama, 2 hastada hematolojik bozukluk (yerel uygulama: sadece solunum desteği ya da pulmoner arter kateterizasyonu için hasta kabul ediliyor)

Kanama/hemodinamik bozukluk, doğum sonu başvuruların % 52’si hemodinamik dengesizlik nedeniyleydi.

> 2.000 ml kanama veya DIC veya histerektomi

Şiddetli kanama tanımlanmamış

Veri toplanmamış

Ölüm % 11

Veri toplanmamış

Veri toplanmamış

%4,35 (% 21,7)* Bir olgu olarak hesaplanmış, 1 fetal ölüm ancak toplamda 5 olgu (3 ablasyo [1 kanama, 2 DIC]), 9 hastada değişik derecede pıhtılaşma bozukluğu görüldü. 5’i > 4 U transfüzyon aldı.

Doğum sayısı ACAH veya YB Kanama Kanamaya bağlı ACAH olgusu insidansı insidansı ACAH (%)i Kanama olgusu (1/1.000 doğum) (1/1.000 doğum)

Graham ve Geriye dönük, Luxton41, BK, genel YB 1989

Çalışma, ülke ve Çalışmanın ve yayın yılı ünitenin tipi

Veri toplanmamış

0

22 19,8/1 15,7

7 5,4/1 45,7

0 4 8/1 50

0

Veri toplanmamış

2 11,5/1 9,1

Anne ölümü sayısı, Tüm ACAH’lar içinde MMR oranı Ölüm (1/100.000)

,

Tablo 2: Akut ciddi anne hastalığı ve kanama insidansı ve kullanılan tanımlar


323

İleri dönük, 6 ülkede

Geriye dönük, çok merkezli

Prual18, Batı Afrika, 2000

Hazelgrove24, BK, 2001

Geriye dönük, genel YB barındıran 2 adet üçüncül merkez

Mahutte28, Kanada, 1999

İleri dönük, olgu-kontrol, çok merkezli

İleri dönük, çok merkezli

Mantel10, Güney Afrika, 1998

Waterstone13,21, BK, 2001

Geriye dönük, tek ünite

Tang25, Hong Kong, 1997

122.850 210 (YB) 70

20.326 1215 601

48.865 588 327

44.340 131 (YB) 34

13.429 147 82

39.354 49 (YB) 26

1,7

59,8

12,0

2,95

10,9

1,24

0,6

29,6

6,7

0,77

6,1

0,66

% 33,3

% 49,5

% 55,7

% 26

% 55,8

% 53

Veri toplanmamış

Ölüm % 7,5

Veri toplanmamış

Veri toplanmamış

Şiddetli kanama tanımlanmamıştır. % 35 Ölüm oranı % hasta kısa süre yatırıldı (< 2/7) ve ilave 20 (< 24 girişim yapılmadı. 7 hasta ileri YB’a haftalık fetal kayıplar dahil) nakledildi.

Transfüzyon gerektiren kanama, hastanede > 4 gün kalma veya histerektomi (kanamaların sadece % 2,8’i ciddi kanama nedeniyle oldu)

Kanama > 1.500 ml, hemoglobin değerinde ≥ 4 g/dl azalma veya ≥ 4 U transfüzyon

Anormal plasenta yerleşimi, atoni, laserasyon, plasenta artığı kalması, ciddi pıhtılaşma bozukluğu nedeniyle olan kanamalar. 27’si transfüzyon aldı (% 79). 12’sine sezaryen histerektomi yapıldı (% 35).

Ciddi kanama: 5 U’den fazla kan ve acil histerektomi gerektiren hipovolemi

Kanama 1.000–8.500 ml, ortalama 3.500 Ölüm % 10,2 ml. Kan transfüzyon (ortalama 12 U), trombosit süspansiyonu ve TDP aldılar. Kanama olgularının % 34’ünde DIC, % 27’sinde hafif pıhtılaşma bozukluğu vardı. 22 olguya histerektomi yapıldı (tüm kanamaların % 84,6’sı)

7 30/1 5,7

38 32/1 187

5 118/1 10,2

3 43,7/1 6,8

30 4,9/1 223,4

2 24,5/1 5,1


324

8,7

11,7

0,97

İleri dönük, 4 kırsal birinci basamak hastanesi

Toplum temelli anket, çoklu ünite ve merkez

Gandhi26, Güney Afrika, 2004

Zhang20 (MOMSB), Avrupa, 2005 182.734 1734 847

5728 31 10

51.165 196 98

9,48

5,41

3,8

4,6

1,75

1,9

Veri bildirilmemiş

1,66

1,68

0,23

% 48,8

% 32

% 50

% 30,7

% 19

% 14,4

% 24

Veri toplanmamış

Veri toplanmamış

Ölüm oranı % 14

> 1.500 ml kanama, plazma genişletici gerektiren kanama ve/veya 24 saatte > 2.500 ml kanamaya bağlı anne ölümüne neden olan kanama. Ülkeye göre değişmekle birlikte insidans 0,7–8,8 arasındaydı.

Mantel’in tanımı birinci basamakta ve sınırlı olanakları olan hastanelere uygulandı. Doğum öncesi ve sonrası kanama, DIC ve histerektomi dahil edildi.

Şiddetli kanama, akut Hipovolemi atağı sırasında 5 U’den fazla transfüzyon almak olarak tanımlanmıştır (morbiditenin 13 kategorisi YB yatışı).

Ölüm oranı % 4,8

Veri toplanmamış

Veri toplanmamış

Koşullar Mantel10’daki gibidir. Ölüm Veri indeksi hesaplanmış ancak, doğum toplanmamış sayısına göre insidans belirtilmemiştir. Kanama doğum öncesi ve sonrasını birlikte içermektedir. Doğum sonu kanama tek başına % 18’dir. Doğum sonu kanama ACAH’ın 2., ölümün 7. nedenidir.

Yukarıdaki gibi. Düşük komplikasyonlarının azalmasına bağlı olarak ilk rapora göre ACAH ve ölüm oranları azalmıştır.

Tanımlama yapılmamış. Kanama verisi, doğum sonu kanama içinde verilmiş.

Yapılan transfüzyonlarla ilgili tanımlama/bilgilendirme yapılmamış. Kanama nedeni belirtilmiş ve 7 histerektomi yapılmış.

4 433,5/1 2,2

Değerlendirilmemiş

4 49/1 7,8

128 3,3/1 Veri bildirilmemiş

26 4,7/1 188

59 5,2/1 225,6

3 16,7/1 5,8

DIC: Yaygın damar içi pıhtılaşma bozukluğu, ACAH: Akut ciddi anne hastalığı, YB: Yoğun bakım, MMR: Ciddi hastalık/Ölüm oranı (ACAH/ölüm oranıyla hesaplanmıştır), BK: Birleşik Krallık. *: Parantez içindeki veriler 5 olguya uyarlanarak yapılmış hesaplamalardır.

İleri dönük, gözlemsel (22 uzmanlı ünite)

Brace19, İskoçya, 2004

İleri dönük, 3 Veri bildirilmemiş Veri coğrafi alan 423 bildirilmemiş (şehir ve 130 kırsal)

13.854 121 23

Vandecruys16, İleri dönük, Güney Afrika, 2002 üçüncül merkez, faz 2 (gözden geçirme)

Pattison11, Güney Afrika, 2003

26.152 305 44

İleri dönük, üçüncül merkez, faz 1

Vandecruys16, Güney Afrika, 1997–1999

51.576 50 (ITU) 12

Geriye dönük kohort, eğitim hastanesinde ki genel YB

Murphy ve Charlett29, ABD, 2002


1. Tahmin edilen kan kaybı ≥ 1.500 ml (veya ≥ 2.000 ml) 2. Hemoglobin düşüşü ≥ 4 g/dl 3. ≥ 4 ünite üzeri kan transfüzyonu Tablo 2 bu zamana kadar yapılan ciddi kanama insidansının ana hatlarını vermektedir. Değişik tanımlara dayanan yaklaşımla problemin altı çizilmektedir. Kanamaya bağlı akut ciddi anne hastalığı oranları gösterilmektedir. Bu durum geniş ölçüde değişmektedir, örneğin yönetim temelli çalışmalarda düşük olmakla beraber bütün vakalar ICU’ya yatış gerektirmemektedir. Bölgesel politikaların ve doğumda HDU’nun elde edilebilirliğinin şiddetli doğum sonu kanama yönetiminde büyük etkisi vardır. Bu yolla transferlere bağlı tedavideki gecikmeler önlenir ve obstetrik bakımın devamlılığı sağlanır23. İngiltere’de12,13,24 ve ABD14,15,23 üçüncül merkezlerde HDU yatakları ortak kullanımlı olmaktadır. Çalışmalar arası karşılaştırmalarda kanama tanımları merkezler arası tutarlılık ve benzerlik gösterdiğinden sonuçlar daha geçerli ve benzer olmaktadır10,12,18,19,25. Çalışmaların bir kısmı geriye dönük14,17,27–29, diğerleri ileri dönük10,11,13,19,26 yapılmıştır. Değerler arasında ortaklık olmasına rağmen kanamayı daha çok bulma eğilimi ortaya çıkmıştır: % 10–30 yerine % 30–50 gibi12,18. İleri dönük çalışmalardaki yüksek miktardaki kan kaybı, daha iyi dikkatli değerlendirilmiş olmasıyla ilgilidir. Eğer karşılaştırılabilir tanımlar kullanılmışsa gelişmiş13,19,20 ve gelişmekte10,18 olan ülkeler arası oranlarda benzerlik görülmektedir. Acil olarak uygulanan doğum sonrası histerektomi, doğum sonu kanamanın neden olduğu akut ciddi anne hastalığını incelemede diğer bir yoldur. Oldukça net tanımlandığı için diğerlerine göre üstünlüğü vardır ve az olduğu için bilgiyi toplamak kolaydır. Klasik yaklaşım ölümden kaçınmak için histerektomiyi mümkün olduğu kadar erken uygulamaktır6. Histerektomiyi uygulamada eşik değerler operatöre, üniteye göre değişmektedir. Fakat kanıtlar erken uygulanan histerektominin ciddi hastalığı azalttığı yönündedir30. İngiltere’de yeni oluşturulan Obstetrik İzlem Sistemi, özelliği olan nadir koşulların aylık olarak rapor edilmesini sağlamaktadır. Histerektomi doğum için ciddi hastalık örneği olarak seçilmiştir ve bu geniş ulusal izlem sistemi, gelecek pratik için daha geniş bilgi tabanı yaratacaktır.

KANAMA AÇISINDAN AKUT CİDDİ ANNE HASTALIĞI VE RİSK FAKTÖRLERİ Problemin genişliğini tanımlamak (kanama sonucu akut ciddi anne hastalığı) oldukça zor olsa da ciddi kanama yaratan faktörleri anlamak gereklidir. Tablo 3 İngiltere’nin Güneydoğu Thames bölgesindeki çok merkezli vaka kontrollü çalışmalardan (COSMO)13 elde edilen bulgulardan uyarlanmıştır ve ciddi bir kanamanın (kan kaybı ≥ 1.500 ml, hemoglobin düşüşü ≥ 4g/dl veya kan transfüzyonu ≥ 4 ünite) odds oranları, geniş ölçüde risk faktörlerini de göz önüne alarak ana hatları ortaya koymaktadır. Temel öngörüler aşağıda sıralanmıştır: 1. Demografik: Yaş ≥ 35, ırkı beyaz olmayan, sosyal dışlama (kadının eşinin meslek durumu dışında sosyal mahrumiyeti), gizlenmiş gebelik, yaş < 16, kötü ev koşulları, kayıtlı gelir desteği, daha önceki çocuğun devlet veya bölgesel otorite desteğinde olması (şimdi veya geçmişte), yasal sorunlar (şimdi veya geçmişte), tek başına yaşam, planlı olmayan/istenmeyen gebelik, evlatlık durumu, potansiyel çocukta bakım isteği, sosyal hizmetler uzmanı isteği, uyuşturucu veya alkol bağımlılığı21) 2. Genel tıbbi nedenler: Anemi, depresyon, diabet, hipertansiyon, epilepsi 3. Gebelikle ilgili nedenler: Daha önceki doğum sonu kanama, çoğul gebelik, doğum öncesi yatışlar, obstetrik girişimler (oksitosinle indüksiyon, plasentanın elle halası, acil sezaryen) Diğer çalışmalar31,32 ölüm ve ciddi hastalıkta aynı eğilimi göstermektedir. Bu durumların sıklığı siyah kadınlarda, multiparlarda ve düşük eğitimli kadınlarda, düşük statülü kadınlarda daha fazla olmak üzere, fakirlik, doğum öncesi bakımın yeterli olmaması, kontrasepsiyonun yetersiz kullanımı ve sağlık sistemine ulaşmada isteksizlik ile birliktedir. Geller’in çalışmasında (2004)31, ölüm ve akut ciddi anne hastalığındaki tepe değerleri 20–34 yaşlarında yer almaktadır ve > 35 yaşlarda ölüm ve ciddi hastalık 3 kat daha az görülmektedir. Bu durum ise İngiltere ve ABD arasındaki gerçek farklılıktan çok, yaş dağılımını ifade etmektedir. Bu da çoklu lojistik regresyon kullanmayı ve risk faktörlerini tek tek incelemeyi gerekmektedir. Elle plasenta halası ve doğum sonu kanamada anormal plasenta implantasyonu önemli bir yer tutar13.

325


Tablo 3: Akut ciddi anne hastalığı ve şiddetli kanama için riskler (Waterstone ve arkadaşlarından alınmıştır)8. Belirtilen rakamlar odds oranıdır (% 95 güven aralığında). Akut ciddi anne hastalığı için odds oranı (tüm olgular) 1,46 (1,11–1,92) 1,23 (1,12–1,34) 1,16 (0,85–1,58) 1,93 (1,24–2,99) 2,64 (1,69–4,11) 0,68 (0,49–0,93) 2,41 (1,53–3,77) 1,10 (0,63–1,95) 1,76 (0,43–7,20) 2,21 (1,24–3,96) 1,75 (1,37–2,23) 5,53 (2,28–13,41) 4,3 (0,91–1,88) 5,31 (1,4–20,13) 1,36 (0,99–1,88) 2,45 (1,68–3,57) 0,99 (0,76–1,28) 9,6 (5,67–16,28) 4,31 (3,39–5,49)

Risk faktörü > 35 yaş Başvurudaki kan basıncı Siyah ırk Diğer ırklar Toplumsal dışlanmışlık Sigara içiciliği Doğum sonu kanama öyküsü Hipertansiyon Diyabet Çoğul gebelik Doğum öncesi başvuru Başvuruda demir kullanma Başvuruda antidepresan kullanma Başvuruda antiepileptik kullanma Doğumun gecikmesi nedeniyle indüksiyon Hastanede indüksiyon Doğuma oksitosinle destek Plasentanın elle çıkarılması Acil sezaryen Doğum öncesi anemi, sezaryen operasyonu, antidepresan veya antiepileptik kullanımının önemli etkileri vardır. Ancak güvenilirlik sınırları geniş olduğu için göreceli önemlerinden emin olmak zordur. Doğum indüksiyonu endikasyonu ne olursa olsun doğum sonu kanama riskini arttırır13. AKUT CİDDİ ANNE HASTALIĞI GEÇİRENLERDE SONUÇLAR Pek az çalışma erken ciddi hastalık ve sağkalım ötesindeki sonuçlara bakmıştır. Genel olarak doğum sonu ciddi hastalıktaki çalışmalar (düşük ve yüksek riskli kadınları birlikte analiz ederek) problemlerin prevalansını % 87 gibi yüksek bulmuştur. Bu çalışmalarda ciddi hastalıkla ilgili takip 18 aya kadar uzatılmaktadır33. Doğum sonu 6–12 aylarındaki akut ciddi anne hastalığı geçiren ve geçirmeyen kadınların incelendiği olgu-kontrollü bir çalışmada21, akut ciddi anne hastalığı geçiren kadınların aile hekimlerine 2, travma ve acil servislere ise 3 kat daha fazla başvurduğu saptanmıştır. Bu durumun altında

Kanamaya bağlı akut ciddi anne hastalığı için odds oranı 1,41 (1,03–1,95) 1,18 (1,06–1,31) 0,97 (0,66–1,42) 1,82 (1,09–3,03) 2,91 (1,76–4,82) 0,65 (0,44–0,96) 2,74 (1,69–4,44) 0,82 (0,37–1,80) 1,85 (0,38–9,14) 2,29 (1,2–4,37) 1,85 (1,39–2,47) 5,98 (2,28–15,65) 10,55 (2,19–50,71) 5,75 (1,28–25,72) 1,38 (0,95–1,99) 1,33 (0,87–1,07) 1,61 (1,2–2,15) 13,12 (7,72–22,30) 3,09 (2,29–4,17)

bir ciddi hastalık yatabilir ve sağlık sisteminde devamlı bir yük oluşturur. Bu vakalar doğum sonu depresyona kontrollerden (bu kişiler de tamamen normal değillerdir, operatif doğum geçirmişlerdir veya az da olsa kanama geçirmişlerdir) daha sık yakalanırlar. Bu farklılık önemli derece anlamlı olmasa da, Edinburgh Doğum Sonu Depresyon Skalası’nda daha yüksek skor almıştır. Daha çok vaka (% 50), kontrollere (% 29) göre partnerleriyle cinsel ilişki kurmada gebelik korkusu nedeniyle daha çekingen davranmaktadır. Bu durum ise gebelikte geçirilen negatif bir deneyimin kadının kurmayı hedeflediği ailede başarıyı önlediğini göstermektedir21. Ölü doğum yapan kadınlar bu çalışmalarda dışlanmaktadırlar33. Oysa bu gebelikler genellikle akut ciddi anne hastalığının olduğu durumları, ablasyo, diyabet gibi durumlar nedeniyle daha çok yaşamaktadırlar. Akut ciddi anne hastalığı çalışmalarının yalnızca yarısı perinatal kayıp hakkında veri aktarmıştır. Aktarılan bu şekiller muhtemelen doğum sonu ciddi hastalığın gerçek spektrumunu daha az tahmin etmektedir.

326


AKUT CİDDİ ANNE HASTALIĞINI AZALTMA: İLERİYE YÖNELME Akut ciddi anne hastalığını azaltmada etkin girişimler planlamadan önce, ciddi hastalığın ve onun esas nedenlerinin standart tanımlarını geliştirmek gerekir. Sezgisel yaklaşılırsa, durum-temelli yaklaşım daha iyi olacak ve klinik karşılaştırmaların yapılmasını mümkün kılacaktır. ICU servislerinin az olduğu yerlerde tavsiyeler bu durumlara kolaylıkla uygulanabilir. İki grup başlangıç obstetrik nedenlerine (hipertansif patolojiler, kanama veya sepsis gibi) ve ciddi hastalık nedeni olan organ yetmezliğine göre bu klinik yaklaşımı yeniden düzenlemiştir. Fakat kanama nedenine (atoni, cerrahi, yapışık plasenta, yaygın damar içi pıhtılaşma bozukluğu ve uterus inversiyonu) göre daha çok sınıflandırma yapılabilir. Ciddi kanama bağlamında uluslararası tanımın muhtemel bileşenleri: • • • • • • •

Gebelik sonlandığı sırada (abortus, ektopik, normal doğum, sezaryen operasyonu) ölçülen kan kaybı ≥ 1.500ml. Peripartum hemoglobin düşüşü ≥ 4g/dl. Akut transfüzyon ihtiyacı ≥ 4 ünite. Yaygın damar içi pıhtılaşma bozukluğu veya şok. Doğum hekimliği dışı işlemlerin (histerektomi/laparotomi/girişimsel radyoloji) kullanılması. Yaşamsal organ yetmezliği ve ICU yatışı gerektiren kan kaybı. Annede ölüm nedeni olarak kan kaybı.

İlk 3 birleşen kesin olmayıp, ciddi hastalığın erken göstergeleridir. Dahası kan kaybı miktarı doğru değildir. Kan transfüzyonu uygulayıcıya ve kullanılan protokole bağımlıdır. Hemoglobin azalmaları dünyanın her tarafında ölçülmemektedir. Olayın ciddiyetinin kadın sağlığı üzerinde etkisi kişinin daha önceki hemoglobin seviyesine ve durumunun yönetimine bağlıdır. Kan kaybının 1.500 ml üzerinde olması akut ciddi anne hastalığının hassas bir göstergesidir. Çalışmaların bazıları bu zamana kadar tartışılmış12,13 ve bu ölçüt kullanılarak kanama vakalarının % 50’si tanımlanmıştır. Daha sonraki kategoriler net olmakla birlikte olayın ciddiyetinin geç belirtileridir. Ciddiyetin tayininde skorlama sisteminin doğruluk derecesini arttırması düşünülebilir. Çok miktarda kan kaybı olup, obstetrik

HDU’da kan ürünleriyle uygun şeklide tedavi edilen kadın; aynı durumda histerektomi, solunum problemi ve böbrek yetmezliği gibi nedenlerle ICU’da kalan hastaya göre ciddi hastalığın etkilerini daha az yaşayacaktır. Belirlenen risk faktörlerine ve halen eldeki tedavilere dayanarak akut ciddi anne hastalığı oranını azaltmak veya yüksek skorların düşük skorlara çevrilmesini sağlamak için yapılan işlemler değişik seviyelerde test edilebilir. Bir Amerikan grup skorlama sistemi düzenlenmiştir31. Bu skorlama sistemi beş kategoriyi kapsar. Bu kategoriler organ sistem yetmezliği, ICU’ya yatış, uzamış entübasyon, 3 ünitenin üzerinde transfüzyon ve cerrahi işlemler olarak sıralanır. Alınabilecek en yüksek puan 15’tir, 8’den daha fazla puan alan kadınlar ölüme yakın noktada kabul edilirler. Öte yandan 8’den daha az puan alanlarda ciddi hastalığın varlığı kabul edilir. Amaç ciddi hastalıktan ölüme giden devamlılığın en uç noktasında sınıflamayı yeniden düzenlemektir. Böylece bu yolda kişiyi kötüleştiren temel noktaları tanımak ve kişiyi ölümden uzaklaştırırken, ciddi hastalığa uzanan işlemleri belirlemektir9,31. Sonuçları etkin şekilde geliştirmek için değişiklikler birincil bakımı verenlerden, sağlık sisteminin ikincil ve üçüncül merkezlerine kadar değişik seviyelerde uygulanmalıdır. Temel doğum öncesi bakım Mevcut çok sayıdaki delilin de gösterdiği gibi, doğum ve eylem sırasındaki riskleri azaltma konusunda hiçbir şey doğum öncesi bakım kadar etkili olamaz26,34. Doğum öncesinde komplikasyonların taranması, aneminin önlenip tedavisi, doğumda hijyen, doğumu bilen bir ekibin hazır bulunması, doğumun 3. evresinin aktif yönetimi WHO tarafından önerilen temel gerekliliklerdir35. Birincil bakım sektöründe doğumlara katılan personelin erken dönemde doğum sonrası kanamayı tanıması için eğitilmesi şarttır. Personelin basit ilaçlara (ergometrin, mizoprostol) ulaşma kolaylığına sahip olmalıdır36 ve ne zaman daha özellikli merkezlere transfer edilme gerekliliğini bilmelidir26. Güney Afrika’nın kırsal bölgesindeki vakaların % 3549’unda standart bakımın altında sağlık çalışanları problemleri tanımlanmıştır. Toplamın % 65’inde standardın altında bir bakım problemi vardır. Tanımlanan faktörler tanıda gecikme, tedavi, gönderme ve izlemdir. İngiltere’de kanama

327


olgularının % 5012 ve % 80’ininde3 bakımın standardın altında olduğu görülmektedir. Kan kaybının miktarının daha doğru şekilde tanımlanmasında eğitim ve uzlaşma gerekmektedir3,37. Güney Afrika’nın kırsal bölümünde kan transfüzyonu imkanları olsa da, sık sık kan stoklarının tükenmesi nedeniyle26 transfüzyon ihtiyacı olduğunda kan verilememektedir26. Afrika’da ev doğumlarında mizoprostol kullanılması doğum sonu kanamayı anlamlı şekilde azalmıştır. Uygulanması bu konuda eğitilmiş kişiye ihtiyaç göstermez36,38. Yeni bir veri mizoprostolün dilaltına veriliş şeklinin etkin olduğunu göstermiştir. Ayrıca kişinin kendinin uygulayabilir olması bu ucuz bir işlemin maliyetini daha da azaltmıştır. İkincil ve üçüncül bakım Bu konudaki bilgilerin çoğu günlük olarak sunulan vaka toplantılarından gelmektedir10,11,16. Sonuçların çalışanlara derhal geri döndürülmesiyle istenilen gelişim sağlanır. Bir iki fazlı çalışmada ilk denetim sonrası oluşturulan tavsiyelerle akut ciddi anne hastalığı insidansında ve anne ölümünde azalma 4 yıl içinde kendini göstermiştir16. Fakat aynı çalışmada kanama insidansı gerçekte değişmemiştir. Akut ciddi anne hastalığı ve ölümü azaltmada temel faktör abortusla ilgili bakımın iyileştirilmiş olmasıdır16. Açık yönetim protokolleri ve düzenli beceri alıştırmaları ünitelerin yüksek standartlarını sürdürmelerine katkıda bulunur3,22. İlkelere bağlı kalmamak annenin ciddi hastalığını arttırmada bir risk faktörü olarak kabul edilir3,37. Diğer taraftan temel ilkelerin ve becerilerin yayılması herkes tarafından kabul edilmiş protokollere bağlılıkla birlikte olup, doğum sonu kanamaların anlamlı ölçüde azalmasına neden olur37. Ulaşım, nakil, kurumsal veya örgütsel değişim Güney Afrika’nın kırsal kesiminde kaçınılabilir akut ciddi anne hastalığı vakalarının % 25’i kurumsal veya yönetimsel nedenlere bağlıdır. Bunların arasında temel ilaçlarda eksiklik, ambulans ve personel açığı, tecrübeli personelin bulundurulmaması gibi yönetimsel olabilecek nedenler sayılabilir26. Bu faktörler gelişmiş dünya ülkelerinde daha az öne çıkmaktadır. Bununla birlikte genel olarak temel ilkeler, çalışanın eğitimi ve etkin denetleme gibi konuların uygulanması kurumsal uygulamalardır. Geller ve ark (2004) ciddi hastalıktan nerdeyse ölüme giden bütünlük boyunca önlenebilir faktörleri analiz etmişler ve aynı faktörlerin bütün

kategorilere etki ettikleri sonucuna varmışlardır31. Bu faktörler arasında hastaya ait (% 13–20), sisteme ait (% 33–47) ve hizmet sağlayıcıya ait (% 90) nedenler sayılabilir31. Hastaya ait nedenler özellikle gelişmekte olan ülkelerde eğitime ulaşma sınırlı olduğu için düzeltilmesi en zor olanlar arasındadır. ABD’de sistem faktörlerinin sayısı (% 33–47), Güney Afrika’dan daha yüksektir. Bu ise ABD’deki gibi yerleşmiş sistemlerdeki başarısızlıkların, kırsal Afrika gibi nakil ve yönetimi ilk planda yerleşmemiş sistemlere göre daha büyük etki yapmasına neden olmaktadır. Hizmet üretene ait faktörler ABD’de standart olmayan bakımda (% 90)31 Güney Afrika’nın birincil bakım ortamlarına göre (% 35–49)26 daha belirgindir. Bu durum ise Güney Afrika’da uzman personelin olmamasına ve sistemin sahip oldukları becerileri kendi ölçülerine göre en iyi şekilde uygulayan kişilerle yürütülmesine bağlı olmasıdır. ABD ve Avrupa’da doğum hekimliğinde çalışan doktorlar bu alanda yapılan protokollere uyan uzman doktorlar olup, yüksek standartları sağlamak için her zaman araştırma ve toplantılara katılırlar31. Sağlık sistemleri Sağlık sistemlerine ait çok geniş yelpazedeki faktörler bir kadını ciddi hastalığın ağırlığı açısından risk piramidinde yukarıya veya aşağıya çekebilir. Sosyal dışlama ve haksızlık hem gelişen, hem de gelişmekte olan ülkelerde hükümet seviyesindeki konuşmalarla çözümlenebilir1,34. Kontrasepsiyona ulaşma, güvenli yasal kürtaj ve doğum öncesi bakıma da yer verilebilir. Seyahat edenlere, 16 yaş altı kişilere ve akıl sağlığı yerinde olmayanlara özel doğum öncesi hizmetler sağlık hizmeti planlayıcılar tarafından başlatılabilir1. ABD’de sigorta sistemleri önemli bir rol oynar, çünkü risk altındaki kadın genellikle sigortalanmaz31. Artan göç çağında, özellikle mahrumiyet alanlarından, ayrıca savaşlar ve kavgalar sonucu olarak büyük şehirlerin toplumsal özellikleri değişmektedir. Yirmi dört saat bir uzmana ulaşma standart olursa ciddi hastalıkta anlamlı azalmalar olacaktır1. SONUÇ İngiltere’nin anne ölümlerini üç yılda bir gizli soruşturması 20. yüzyılın ilk yarısında başlamıştır ve anne ölümlerinde gittikçe artan bir düşüşe neden olmuştur. Gelişmiş dünyada da anne ölümlerinin sayısı şimdilerde oldukça azdır. Oysa gelişen ülkelerde hala yaygındır. Akut ciddi anne hastalığı

328


bütün dünyada, özellikle tedavi edilebilir nedenlere bağlı olarak, yaygındır. Özellikle fakir ve sosyal dışlanmış kadın, bu durumdan en çok etkilenen kişidir. Eğer anlamlı karşılaştırma yapılırsa standardize basit tanımlar tasarlanmalı ve gelecek çalışmalar için ölçütlerde uyuşulmalıdır. Durumtemelli tanımlar, yönetim-yöntem tanımlardan daha iyidir9,10,13,31. Durum-temelliler, kaynakları düşük olan alanlarda daha iyi kullanılır26. Kanamalar akut ciddi anne hastalığının en geniş kısmını oluşturmaktadır. Özellikle gelişmiş ülkelerde anne ölümlerinin en büyük nedenlerinden biri değildir11. Akut ciddi anne hastalığı kayıt sistemi, takip ve annelik hizmetlerinin kalitesini arttırmada değerli bir yol olur. İskoçya toplumsal araştırması19, ulusal seviyede oluşturulan uygulanabilir bir kayıt sistemidir. Anne ölüm nedenleri akut ciddi anne hastalığı nedenlerinden çok farklı olduğundan11, paralel olarak yürüyen iki araştırma faydalı olacaktır. İngiltere’de 2004’te yayınlanan üç yıllık rapor5, ciddi hastalıkta yazılan bir bölümde yer almıştır ve akut ciddi anne hastalığı tanımının gerekliliğini kabul etmektedir. Dünya çapında önlenebilir anne ölümleri temel kadın haklarının başlıca konusu olmaya devam etmektedir. Bununla birlikte kadının sağ kaldığı kanamalar daha sık görülmektedir. Ölüm ve ciddi hastalık arasındaki ilişkiyi anlamak, standart dışı bakımda ve kanamanın uzun süreli ciddi hastalık ve ölüm etkisinin küresel yükünde azalmaya götürecektir. Kaynaklar 1. Bewley S, Wolfe C, Waterstone M. Severe maternal morbidity in the UK. In Maclean AB, Neilson J, eds. Maternal Morbidity and Mortality. London: RCOG Press, 2002:132–46 2. Stones W, Lim W, Al-Azzawi F. An investigation of maternal morbidity with identification of lifethreatening ‘near-miss’ episodes. Health Trends 1991;23:13–15 3. Hall M. Haemorrhage. In Department of Health, Welsh Office, Scottish Office Department of Health, Department of Health and Social Services, Northern Ireland, Why Mothers Die. Report on Confidential Enquiries into Maternal Deaths in the United Kingdom 2000–2002. London: Her Majesty’s Stationery Office, 2004 4. Drife JO. Maternal ‘near-miss’ reports? Br Med J 1993;307:1087–8 5. Department of Health, Welsh Office, Scottish Office Department of Health, Department of

Health and Social Services, Northern Ireland. Why Mothers Die. Report on Confidential Enquiries into Maternal Deaths in the United Kingdom, 2000– 2002. London: Her Majesty’s Stationery Office, 2004 6. Department of Health, Welsh Office, Scottish Office Department of Health, Department of Health and Social Services, Northern Ireland. Why Mothers Die. Report on Confidential Enquiries into Maternal Deaths in the United Kingdom, 1994– 1996. London: Her Majesty’s Stationery Office, 1998 7. Smith JC, Hughes JM, Pekow PS. An assessment of the incidence of maternal mortality in the United States. Am J Public Health 1984;74:780–3 8. Chang J, Elam-Evans LD, Berg CJ, et al. Pregnancy-related mortality surveillance in the United States, 1991–1999. Morbidity and Mortality Weekly Report Surveillance Summary 2003;52 (SS02):1–8 (http://www.cdc.gov/mmwr) 9. Geller SE, Rosenberg D, Cox S, et al. Defining a conceptual framework for near-miss maternal morbidity. J Am Med Women’s Assoc 2002;57: 135–9 10. Mantel GD, Buchmann E, Rees H, et al. Severe acute maternal morbidity: a pilot study of a definition for a near-miss. Br J Obstet Gynaecol 1998;105:985–90 11. Pattinson RC, Buchmann E, Mantel G, et al. Can enquiries into severe acute maternal morbidity act as a surrogate for maternal death enquiries? Br J Obstet Gynaecol 2003;110:889–93 12. Bewley S, Creighton S. ‘Near-miss’ obstetric enquiry. J Obstet Gynaecol 1997;17:26–9 13. Waterstone M, Bewley S, Wolfe C. Incidence and predictors of severe obstetric morbidity: case-control study. Br Med J 2001;322:1089–93 14. Kilpatrick SJ, Matthay MA. Obstetric patients requiring critical care. A five year review. Chest 2002:101:1407–12 15. Monaco TJ, Spielman FJ, Katz VL. Pregnant patients in the intensive care unit: a descriptive analysis. South Med J 1993;86:414–17 16. Vandecruys H, Pattinson RC, Macdonald A, et al. Severe acute maternal morbidity and mortality in the Pretoria Academic Complex: changing patterns over 4 years. Eur J Obstet Gynaecol Reprod Biol 2002;102:6–10 17. Bouvier-Colle MH, Salanave B, Ancel PY, et al. Obstetric patients treated in intensive

329


care units and maternal mortality. Regional teams for the survey. Eur J Obstet Gynaecol Reprod Biol 1996; 65:121–5 18. Prual A, Bouvier-Colle MH, de Bernis L, et al. Severe maternal morbidity from direct obstetric causes in West Africa: incidence and case fatality rates. Bull WHO 2000;78:593–603 19. Brace V, Penney G, Hall M. Quantifying severe maternal morbidity: a Scottish population study. Br J Obstet Gynaecol 2004;111:481–4 20. Zhang WH, Alexander S, Bouvier-Colle MH, et al. Incidence of severe pre-eclampsia, post-partum haemorrhage and sepsis as a surrogate marker for severe maternal morbidity in a European population-based study: the MOMS-B survey. Br J Obstet Gynaecol 2005;112:89–96 21. Waterstone M, Wolfe C, Hooper R, et al. Postnatal morbidity after childbirth and severe obstetric morbidity. Br J Obstet Gynaecol 2003; 110:128–33 22. Baskett TF, Sternadel J. Maternal intensive care and near-miss mortality in obstetrics. Br J Obstet Gynaecol 1998;105:981–4 23. Mabie WC, Sibai BM. Treatment in an obstetric intensive care unit. Am J Obstet Gynecol 1990; 162:1–4 24. Hazelgrove JF, Price C, Pappachan VJ, et al. Multicenter study of obstetric admissions to 14 intensive care units in southern England. Crit Care Med 2001;29:770–5 25. Tang LC, Kwok AC, Wong AY, et al. Critical care in obstetrical patients: an eight year review. China Med J 1997:110:936–41 26. Gandhi MN, Welz T, Ronsmans C. Severe acute maternal morbidity in rural South Africa. Int J Gynaecol Obstet 2004;87:180–7 27. Lapinsky SE, Kruczynski K, Seaward GR, et al. Critical care management of the obstetric patient. Can J Anaesthesia 1997;4:325–9 28. Mahutte NG, Murphy-Kaulbeck L, Le Q, et al. Obstetric admissions to the intensive care unit. Obstet Gynecol 1999;94:263–6 29. Murphy D, Charlett P. Cohort study of near-miss maternal mortality and subsequent reproductive outcome. Eur J Obstet Gynaecol Reprod Biol 2002;102:173–8 30. Al-Nuaim LA, Mustafa MS, Abdel Gader AG. Disseminated intravascular coagulation and obstetric haemorrhage. Management dilemma. Saudi Med J 2002;23;658–62 31. Geller SE, Rosenberg D, Cox SM, et al.

The continuum of maternal morbidity and mortality: factors associated with severity. Am J Obstet Gynecol 2004;191:939–44 32. Kaye D, Mirembe F, Aziga F, et al. Maternal mortality and associated near-misses among emergency intrapartum referrals in Mulago Hospital, Kampala, Uganda. East Afr Med J 2003;80:144–9 33. Glazener CMA, Abdalla M, Stroud P, et al. Postnatal maternal morbidity: extent, causes, prevention and treatment. Br J Obstet Gynaecol 1995;102:282–7 34. The mother-baby package: WHO’s guide to saving women’s and infant’s lives. Safe Mother 1994;15:4–7 35. Lazarus JV, Lalonde A. Reducing postpartum haemorrhage in Africa. Int J Gynaecol Obstet 2005;88:89–90 36. Prata N, Mbaruku G, Campbell M, et al. Controlling post-partum haemorrhage after home births in Tanzania. Int J Gynaecol Obstet 2005;90:51–5 37. Rizvi F, Mackey R, Barett T, et al. Successful reduction of massive postpartum haemorrhage by use of guidelines and staff education. Br J Obstet Gynaecol 2004;111:495–8 38. Potts M, Campbell M. Three meetings and fewer funerals – misoprostol in postpartum haemorrhage. Lancet 2004;364:1110–11 39. Vimala N, Mittal S, Kumar S, et al. Sublingual misoprostol versus methylergometrine for active management of the third stage of labour. Int J Gynaecol Obstet 2004;87:1–5 40. Hofmeyr GJ, Walraven G, Gulmezoglu AM, et al. Misoprostol to treat postpartum haemorrhage: a systematic review. Br J Obstet Gynaecol 2005;112:547–53 41. Graham SG, Luxton MC. The requirement for intensive care support for the pregnant population. Anaesthesia 1989;44:581–4

330


Bölüm 38 SHEEHAN SENDROMU L. Haddock M. T. Çetin

GİRİŞ Sheehan, kendi ismini taşıyan sendromu 1938–1968 arasındaki yayınlarında tanımlamıştır. Hipofiz bezi ön lobunun doğum sonu nekrozuna bağlı oluşan sendromun doğal gidişi, klinik ve patolojik bulguları bu eserlerde tarif etmiştir1–10. Hastalığın kesin patogenezi iyi anlaşılmamıştır. Doğum sırasında ciddi kanama yaşayan birçok kadın, ön hipofiz bezinin tahribinden korunmaktadır. Amerikan literatüründe sık olmasa da 1950– 1960 yılları arasındaki 10 yılda Puerto Rico’lu sosyoekonomik durumu düşük kadınlar arasında hipopituitarizmin en sık nedenidir. Bu süre zarfında Puerto Rico Üniversitesi Tıp Fakültesi’ne bağlı hastanede de 100 olgu saptanmıştır. Bunlardan 72’sine 1960–1970 yılları arası tanı konmuş ve klinik takibine alınmışlardır. Bu 72 olgudan yakın takipte olan 50 tanesinin klinik ve endokrinolojik değerlendirmeleri de yayınlanmıştır11. Bu derleme konu ile ilgili bulguları ve yorumları özetlemektedir. SONUÇLAR Klinik veriler 1951–1959 yılları arasında tanı konan 28 hastadan 16 tanesi var olan hastalığın yoğunlaştırdığı kortizol yetersizliği sonucu ölmüştür. Buna karşın 1960– 1970 yılları arasında tanı konan grupta sadece iki hasta ölmüştür. Ölümlerdeki bu belirgin azalma daha iyi ve daha düzenli takibe, hastalığın şiddetine ve yaşamı tehlikeye sokan risklerle ilgili olarak hastaların eğitimindeki gelişmeye bağlıydı. 1960–1970 yılları arası tanı konan 72 hastanın 50’si etraflıca incelenmiştir (Tablo 1). Yedi tanesi (% 14) kısmi hipofiz yetmezliği gösterirken, 43 tanesinde (% 86) panhipopitüitarizm vardı. Kısmi yetersizlikler grubundan birinde sadece TSH yetersizliği, birinde büyüme hormonu (GH) ve gonadotropin yetersizliği, iki tanesinde GH ve ACTH yokluğu ve üç tanesinde de kombine GH, ACTH ve gonadotropin yetersizliği vardı.

Hastalığın başlangıç yaşı 20 ile 52 arasında iken (ortalama yaş 33,7), hastalığın tanı yaşı 27 ile 65 arasında değişiyordu (ortalama 43,8 yaş). Hastalığın başlangıcından tanı konuncaya kadar geçen hastalık süresi 5 ay ile 28 yıl arasında değişebiliyordu (ortalama 10,5 yıl). Tablo 2’de özetlendiği gibi 50 olgunun obstetrik öyküsüne bakacak olursak 29 hasta (% 58) evde, 21 hasta (% 42) yerel devlet hastanelerinde doğum yapmıştır. Ortalama doğum sayısı ise 7±3’dür. 50 olgunun 43 tanesinde (% 86) doğum sonu kanama olmuştur ve çoğunda neden plasenta parçaların içeride kalmasıdır. Beş olguda (% 10) doğum öncesi kanama olmuş ve bu beş hastanın bir tanesinde 7. gebelik ayında düşük (spontan veya indüklenmiş olup olmadığı kayıtlardaki verilerden anlaşılmamaktadır), iki tanesinde 9. gebelik ayında ablasyo plasenta, bir tanesinde 7. gebelik ayında subaraknoid kanama ve gram negatif bakteriyemik şok ve son hastada 8. gebelik ayında plasenta previa ve uterusun sessiz rüptürü vardı. 50 hastanın geriye kalan iki olgusunda ise (% 4) kanama öyküsü yoktu. Ayrıca 50 hastanın 24’ünde (% 48: hemen hemen yarısında) Sheehan sendromu klinik tablosuna yol açan doğum sonu kanama vardı. Sekiz hastada (% Tablo 1: Sheehan değerlendirilmesi

sendromlu

50

hastanın

Sayı Oran Panhipopitüitarizm

43

86

TSH eksikliği

7

14

GH ve gonadotropin eksikliği

1

2

GH ve ACTH eksikliği

2

4

GH, ACTH ve gonadotropin eksikliği

3

6

Selektif hipopitüitarizm

Hastalığın başlangıcında yaş: 20–52 (ortalama 33,7 yaş); hastalığın tanısında yaş: 27–65 (ortalama 43,8 yaş); hastalığın süresi (tanı anında): 5 ay–28 yıl (ortalama 10,5 yıl).

331


Tablo 2: Sheehan sendromlu 50 olguda doğum öyküsü. Ortalama parite 7 ± 3. Sayı

Oran

29 21

58 42

Tablo 3: Sheehan sendromlu 50 hastanın klinik özellikleri

Doğum Evde Bölgesel hastanede Gebelikte kanama Doğum sonu Doğum öncesi Kanama öyküsü yok

43 5 2

86 10 4

Gebelikte kanama olması 1 (son) > 1 ve sonuncudan sonra kanama yok > 1 ve sonuncudan sonra kanama var

Belirti ve bulgular

Oran

Gonad yetmezliği

94

Emzirememe

86

Libido kaybı

84

Amenore

88

Meme atrofisi

74

Vajina atrofisi

88

Uterus atrofisi

86

Kortizol yetmezliği

96

Anoreksiya

72

24

48

Kilo kaybı

80

8

16

Asteni, zayıflık

98

Kaşeksi

6

18

36 Tiroid yetmezliği

Kanamanın kaynağı Plasenta parçasının kalması Ablasyo plasenta Plasenta previa Düşük Vajina laserasyonu Uterus atonisi Subaraknoid kanama ve septik şok Bilinmiyor

21 3 2 1 1 4

42 6 4 2 2 8

1

2

16

32

34 7 9

68 14 10

Hastalığa neden olan atak sonrası tekrar gebelik

8

16

16) daha önceki gebeliklerinde de kanama vardı. Ancak bu hastalar gebe kalabilmişlerdi. Bu sekiz hastadan iki tanesinde ACTH yetersizliği, beş

88

Kuru cilt

94

Hipoaktif derin tendon refleksleri 94 Miksomatöz yüz

44

İkincil cinsiyet özellikleri

Şok Var Yok Bilinmiyor

Soğuğa tahammülsüzlük

Vücut kıllarının dökülmesi

100

Pubis kıllarının dökülmesi

98

Koltuk altı kıllarının dökülmesi

98

Diğer Solukluk

92

Poliüri ve polidipsi

4

Yüzde pigmentasyon

4

tanesinde çalışma sırasında panhipopitüitarizm tablosu ve bir tanesinde gonadal yetersizlik vardı. Klinik şok öyküsü ise 50 olgunun 34’ünde (% 68) doğum sırasında gelişmiş, yedi tanesinde gelişmemişti ve dokuz olguda ise bu konuyla ilgili bilgi yoktu. 332


Önemli klinik özellikler ise Tablo 3’te özetlenmiştir. Hastaların % 94’ünde gonad yetersizliği, % 96’ında kortizol yetersizliği ve % 88’inde tiroid yetersizliği vardı. Hipofiz yetersizliğinin en erken bulgusu süt verememeydi. Üç hastada doğum sonu kanamayı takiben birkaç ay boyunca az miktarda adet kanaması olmuş ve ardından amenore görülmüştür. Kaşeksi nadir bir bulguydu. Ancak varlığı genellikle bağlı olan hastalık nedeniyleydi. Üç kaşektik hastadan iki tanesinde akciğer tüberkülozu vardı ve bir tanesinde ciddi beslenme bozukluğu mevcuttu. 22 hastada ciddi hipotiroidizm semptomları vardı. İki hastada kloazma, örneğin yüz pigmentasyonu, olmasına rağmen hipopitüitarizmde ACTH yokluğuna ikincil ciddi solukluk kuraldı. Bu daha önce Sheehan tarafından 1939’da tarif edilmişti3. İki hastada kanamayı takiben belirgin polidipsi ve poliüri yakınması vardı. Bu semptomlar hastalarda daha sonra düzelen geçici diabetes insipidusa bağlı olarak yorumlanmıştı. Bu hastalardan bir tanesi ile ilgili çalışma bir önceki raporun konusuydu12. Endokrinolojik inceleme Tüm hastalarda GH’ın rezervi araştırıldı. Başlangıç durumunda GH ölçülemez durumdaydı. Östrojen uyarısı ve insülinle tetiklenen hipoglisemi ya da 20 ng/ml arginin infüzyonuyla sadece TSH eksikliği olanlarda GH rezervi gösterilmiştir. Keza hipofizin ACTH rezervi metirapon testi kullanılarak tüm hastalarda çalışıldı. Sadece iki hastada cevap normaldi. Biri kısmi TSH, diğeri ise kısmi GH ve gonadal yetersizliği olan hastalardı. Tüm hastalarda kortizol rezervi yerine koyma tedavisi öncesi çalışıldı. Bazal üriner hidroksikortikosteroidler, hipofiz rezervi göstermeyen hastalarda ölçülemeyen değerlerden 1,0 mg/gün değerlere kadar değişebiliyordu. Dört gün boyunca, günde iki kere 40 U ACTH (ACTHAR jel) uygulamasına cevap üriner hidroksikortikosteroidlerdeki artışa ve bu hastaların strese tahammül edebilme yeteneğine göre mükemmel, iyi, sınırlı veya yok olarak değerlendirildi. On yedi hastada mükemmel (20 mg/gün üzerinde artış), dokuz hastada iyi (< 20, fakat > 12mg/gün artış), 13 hastada sınırlı rezerv (< 12, fakat > 6 mg/gün artış) vardı. 11 hastada ya zayıf cevap alındı veya hiç (< 6 mg/gün artış) cevap alınamadı. Bu bulgular Addison’lu hastalara benzerdi. Sınırlı kortizol rezervi olan iki hastadan

(ACTH sonrası üriner hidroksikortikosteroid artışı sırasıyla 8,8 mg/gün ve 6,6 mg/gün) biri bir devlet hastanesinde kortizol yetersizliğinden, diğeri de kazada öldü. Her iki hasta da günlük 25 mg kortizon asetat idame dozu alıyordu. Hastalardan birinde adrenal bezlerin toplam ağırlığı 5,4gr’dı ve histolojik olarak atrofi gösteriyorlardı. Diğer hastada adrenal bezler tartılmamıştı. Ancak 1,8x1,0x0,2 cm olarak ölçülmüşler ve atrofik olarak tarif edilmişlerdi. Bu hastalarda bulunan adrenal rezervlerle hastalığın süresi arasında bir uyumluluk yapıldı. Hastalığı 5 yıl veya daha az süren 14 hastadan 12 tanesi mükemmel veya iyi adrenal rezerv gösterdiler. Hastalıkları 5 ile 29 yıl süren 36 hastadan 24 tanesi sınırlı ya da zayıf rezerv gösterdiler ya da hiç rezerv görülmezken, geri kalanlar da iyi veya mükemmel cevap vardı. 13 hastada aldosteron rezervi ve sodyum kaybında sodyum tutabilme yeteneği çalışıldı. Onüç hastanın 7’sinde kortizol yetersizliğinde başlangıçta hiponatremi vardı. Ayrıca bunların hepsinde sıvı kısıtlaması ile düzeltilen, ven içine hidrokortizon ya da kas içine kortizon asetat ile tedavi edilen dilüsyonel hiponatremi vardı. Hastaların hiçbiri deoksikortikosteron (DOCA) almadı. Hiponatremisi olan yedi hastanın bir tanesinde mükemmel, iki tanesinde iyi, üç tanesinde sınırlı kortizol rezervi vardı. Bir tanesinde ise rezerv yoktu. Burada ya sınırlı ya da çok az kortizol rezervleri olduğu için altı hasta seçildi. İlave önemli klinik veri olarak hastaların üçünde eski akciğer tüberkülozu lezyonları vardı. Bu hastalardan iki tanesinde hiç kortizol rezervi yoktu ve bir tanesinde ise rezerv çok kısıtlıydı. Bu hastalara 10 gün boyunca 110 mEq sodyum diyeti verildi ve sonraki 7–10 gün ise 8–14 mEq sodyum diyetine devam edildi. Hastaların hepsi sodyum levotiroksin idame dozuna devam ettiler ve kortizon asetat idame dozu yerine, eşit dozda deksametazon aldılar. 2–7 gün sodyum kısıtlaması ile 12 hasta sodyum dengelerini sağladı. Bir hasta düşük sodyum diyetine tahammül edemedi ve çalışmaya dördüncü gün son verilerek hastanın sodyum dengesini sağlayamadı. Sodyum kısıtlaması sırasında hastaların hiçbirinde serum sodyum düzeylerinde kayda değer bir değişiklik saptanmadı. Diyette sodyum kısıtlamasının yedinci gününde dokuz hastada aldosteron salgılanma hızı (ASR) ölçüldü. ASR 169 ile 535 µg/gün arasında değişti. 10–50 mEq sodyum diyetinde olan sağlıklı kişilerde ASR değerleri 100–300 µg/gün arasındaydı. Bir hastada ASR sodyum kısıtlama diyetinin dördüncü

333


günü ölçüldü ve 283 μg/gün bulundu. Diğer hastada 110 mEq sodyum diyeti sırasında ölçüldü ve 160 μg/ gün bulundu. ASR testi yapılmayan düşük sodyum diyetindeki iki hastada idrar aldosteronu ölçüldü ve normal olarak yorumlandı. İdrar aldosteronu bir tanesinde düşüktü. Fakat normal olan ASR ile uyumlu değildi. Aldosteron salgılanması veya salgılanma hızının yeterli cevabı adrenallerinde tüberküloz olasılığı olan üç hasta dahil tüm hastalarda gözlendi. Sodyum kısıtlamasına normal cevap ve uygun aldosteron salgılanması veya ASR, adrenal bezlerin tüberküloz tutulumuna ikincil adrenal yetersizlik olasılığını dışlamıştır. Tiroid rezervi Tiroid rezervi 32 hastada (29 hipotiroid ve üç ötiroid) TSH uyarısından önce ve sonra 24 saatlik radyoaktif iyot (RAI) ölçümüyle ve 24 hastada da 2 gün boyunca 10 ünite TSH uyarısı öncesi ve sonrası proteine bağlı iyot (PBI) ölçümüyle belirlendi. Hipotiroid grup TSH’a cevap veren veya cevap vermeyen şeklinde sınıflandırıldı. Hipotiroidizm olan 29 hastanın 21’inde, 24 saatlik RAI ölçümü ile bazal değerden farkı % 14 ile % 60 arasında (ortalama % 26) bulunurken, geri kalan sekiz hastada ise TSH sonrası 24 saatlik RAI tutulumu farkı % 2 ile 9 arasında olup birincil hipotiroidizme benzer bir sonuç vardı. Cevapsız hastaların % 75’inde, cevap veren hastaların % 48’inde ciddi hipotiroidizm mevcuttu. TSH uyarısına yetersiz cevap hastalığın süresinden ziyade ağırlığı ile daha iyi uyum gösteriyordu. Ötiroid gruba gelince TSH uyarısına cevap normaldi. TSH öncesi ve sonrası 24 hastanın 15 tanesi testten 3 hafta önce kesilen sodyum levotiroksin tedavisindeydi ve bunlardan 4 hastada PBI artışı ötiroid hastalarda görünene benzerdi. Geri kalan 11 hastada ise TSH sonrası PBI değişikliği belirsiz veya ihmal edilebilir düzeydeydi. 24 hastanın 6 tanesi ise tedavi almayan hipotiroid hastalardı. Bu 6 hipotiroid hasta hiç tedavi olmamıştı ve hastalıkları hafiften ağıra kadar farklı durumdaydı. Örneğin 3 hastada bazal değere göre PBI değişikliği ya azalma ya da belirgin yükselme şeklinde olan miksödem durumunda iken diğer üç hastada ise PBI artışı ötiroid hastalardaki gibi hafif veya orta hipotiroidili durumdaydı. 24 hastanın geriye kalan 3 tanesi ise ötiroid hastalardı ve bu 3 ötiroid hastada PBI artışı 1,4 ile 2,6 μg/dl arasında idi.

Osteoporoz Bu hastalar ilk çalışıldıklarında kemik yoğunluğu ölçüm teknolojisi yoktu. Var olduğunda Aguiló13 halen kontrolümüz altında olan bir grup hastaya single foton absorbsiyometre uyguladı. Bu hastaların 40’ı Norland SPA ile dansite ölçümü kullanılarak, kullanılmayan kolun 1/3 distal kısmında ölçülen kemik mineral yoğunluğunun yaş ve cinse göre eşleştirilmiş Puerto Rico’lu kontrol grubuna göre belirgin olarak azaldığını gösterdi. Bu hastalar tiroid ve adrenal fizyolojik yerine koyma tedavisi almalarına rağmen östrojen tedavisi almıyorlardı. Bu hastaların 23’ü, zamana bağlı kemik mineral içeriği (BMC) değişikliklerini saptamak için uzunlamasına kemik çalışmasına alındılar. Ortalama 5,5 yılda, 23 hastanın, 10 ( % 43,5) tanesinde BMC arttı (grup 1), dokuz tanesinde azaldı (grup 2) ve dört tanesinde değişmedi. Grup 1’de başlangıç BMC ölçümleri (0,578 ± 0,04 g/cm), Grup 2’ninkilerden (0,764 ± 0,03 g/cm) anlamlı olarak düşüktü. Grup 1’in yaşı 65,5 ± 2,6 yıl iken, Grup 2’de yaş 65,2 ± 3,3 yıl idi. Grup 1’de hastalığın başlama yaşı daha erkendi (29,2 ± 2,1 yıla karşı 35,9 ± 2,5 yıl) ve hastalığın süresi 7 yıl daha uzundu (36,3 ± 2,6 yıla karşı 30,4 ± 3,1 yıl). Irk, vücut kütle indeksi, fiziksel aktivite ve güneşe maruz kalmada farklılık yoktu. İlgili biyokimyasal ve hormonsal değişkenler farklılık göstermezken sadece serum alkalenfosfataz normalden (115 IU/I) daha yüksekti (Grup 1’de 131 ± 17 iken grup 2’de 121 ± 16; p < 0.05). Östrojen desteğinin kaybıyla beraber hızlı kemik kaybı fazı (Riggs tip 1) olur ve bunu yaşa bağlı daha yavaş seyirli kayıp (Riggs tip 2) takip eder. Aguiló, Grup 1’in 108 menopoz sonrası kadının % 25’inde histomorfometrik verilere dayanarak pozitif kemik dengesi bulan ve trifazik osteoporoz seyri öneren Kruse ve Kuhlencordt’un14 raporuna benzediği sonucuna varmıştır. YORUM Panhipopitüitarizm genellikle somatotropik, gonadotropik, adrenokortikotropik ve tirotropik fonksiyonların sıralı kaybıyla karakterizedir15, 16. Aynı sıra Sheehan sendromlu olguların çoğunda geçerlidir. Hipofiz tümörlerine bağlı hipopitüitarizm sıklıkla tam olmayan formda ortaya çıkarken Sheehan sendromunda tam tersi söz konusudur. Gerçekten çalışılan 50 olgudan 43’ünde (% 86) ön hipofizden salgılanan hormonların tamamında yetmezlik vardı.

334


Erişkin hipopitüitarizmde insan büyüme rezervini karakterize eden çalışmalar, temel olarak hipofiz tümörlerinde yapılmıştır. En büyük serilerde17–20 79 olgudan sadece sekiz tanesi Sheehan sendromu olgusudur. Bu 79 olgudan sadece dört tanesinde belirgin GH düzeyleri varken, bu olguların hiçbiri Sheehan sendromu değildi. 50 olguluk diğer bir seride sadece bir tanesinde GH rezervi vardı ve bu hastada aynı zamanda TSH yetersizliği de mevcuttu. Değerlendirilen tüm hipofiz işlevlerinden en belirgin anomali GH salgılanmasıydı. O halde yetersiz GH, hipofiz yetersizliğinin hassas ve erken işaretidir. Metirapon kullanımıyla insanda hipofizin ACTH rezervi nicel olarak çalışılabilir. Bu testin kullanımı ile ilgili klinik deneyimlerimiz diğer araştırıcılarınkine benzerdir. Liddle ve arkadaşları21 çalıştıkları Sheehan sendromlu iki hastada metirapona cevap olarak idrarda 17-ketosteroidleri ve 17-hidroksiketosteroidleri ölçüm değişkenleri olarak kullanmışlar ve ACTH rezervininin olmadığına rastlamışlardır. Kaplan22 Sheehan sendromlu dört hastayı çalışmıştır. Bunların hepsinde metirapon uygulaması sonrası idrarda Porter Silber kromogenlerinde ve 11-desoksikortikosteroid artışı yanında hipofizde ACTH rezervi yokluğu mevcuttu. Bizim 50 hastamızdan sadece kısmi tropik yetersizliği olan iki tanesinde hipofizde ACTH rezervi gösterildi. Ven ve kas içine ACTH’a cevap, çeşitli hastalık durumlarında adrenal bezin rezervi belirlemede kesin bir yöntem olarak tarif edilmiştir23,24. Uzun süre endojen ACTH salınım yokluğu sonucu uykuya geçen adrenal korteksi yeniden uyarmak için hipopitüiter olgulara ven veya kas içine ACTH uygulanması arka arkaya birkaç gün tekrar edilmelidir. Addison hastalığında ACTH uygulamasına steroid cevabı olmazken, hipopitüitarizmde idrar steroid salınmasında dereceli artış tarif edilmiştir. Hipopitüitarizmde aynı zamanda ACTH uyarısına adrenal cevapsızlık da görülmüştür20,25,26. Chakmakjian20 Sheehan sendromlu beş hastada 5 gün boyunca günlük ven içine ACTH uygulaması sonrası idrar steroid salınmasında artış olmadığını bildirmiştir. Verilerimiz hipopitüitarizmde ACTH’a adrenal steroid cevabının yokluğunun görülebileceğini ve bunun ille de Addison hastalığının olmadığını gösteren diğer çalışmaların bulgularını destekler.

Adrenal rezervi hastalığın süresi ile ilişkilendirme çabalarımızda hastalığı 5 yıldan az olan hastaların % 90’ında adrenal rezervin iyi veya mükemmel olduğunu, buna karşın 5 yıldan fazla hasta olanlarda bu oranın % 38 olduğunu gözledik. O halde hastaların yaklaşık üçte ikisinde hastalığın süresi ve adrenal cevapsızlık arasında bir ilişki vardı ve ağır ACTH yokluğunda adrenal korteksin zamanla atrofiye olduğunu da açıkça göstermiştir. Aldosteron salınması ACTH düzenlemesinden büyük ölçüde bağımsızdır ve hipopitüitarizmi olan hastalar sodyum kısıtlamasında sodyum dengesini sağlayabilmelidirler. Hipopitüitarizmde görülen hiponatremi su tutulması ile bağlantılıdır ve uygun olmayan antidiüretik hormon (ADH) salgılanması bu sendromu taklit eder27. Ahmed ve arkadaşları, hipopitüitarizm ya da Addison hastalığı olan hastaların plazmalarında arginin vazopresin düzeyinde artış göstermişlerdir28. Glukokortikoidlerle tedavi sırasında bu hastaların plazma ADH aktivitelerinde azalma ve aynı zamanda su atılımında iyileşme gözlenmiştir. Turin ve arkadaşları29, uygunsuz ADH salınması olan hastalarda aldosteron salınımında azalma göstermişlerdir. Su tutulması, hiponatremi, idrar sodyum kaybı ve sodyum kısıtlaması olan diyetle düşük aldosteron salgılanma hızı gösteren tedavi edilmemiş hipopitüitarizmi olan bir hastayla yapılan çalışmada aynı yazarlar30 kronik hipopitüitarizmde azalmış aldosteron salgılanması ve sodyum harcanmasının fazla ADH varlığına bağlı olduğunu ileri sürmüşlerdir. Bu genel düşünce Bartter ve arkadaşlarının31 vazopresin uygulanmasıyla oluşan hacim genişlemesi ve suyun, sodyumun idrardan atılmasını arttırabileceğini ve aldosteron salınmasını azaltabileceğini gösteren çalışmalarıyla güç kazanır. Bizim çalışmalarımızda bu son görüşü desteklerken çalışmalarımız sodyum ve aldosteron salınmasında antidiüretik etkisinden kaçınmak için glukokortikoid ve tiroid tedavisi sırasında yapılmıştır. Bu geçmiş çalışmalar klinik ve terapötik açıdan hipopitüitarizmde hiponatremi yönetiminin önemini vurgular. Sheehan sendromlu bu hastalarda hiponatremi her zaman su tutulmasına bağlıdır ve kortizol uygulamasıyla anında idrar çıkışı ve hiponatreminin düzelmesi iyi bilinen etkilerdir. Addison’lu hastalardan farklı olarak sodyum dengesinin devamlılığı için hipopitüitarizmi

335


olan hastalar bizim tecrübemizde hiçbir zaman mineralokortikoidlere ihtiyaç göstermediler. Bu grup hastalarda ACTH uyarısından sonraki ASR, Williams ve arkadaşlarının32 hipopitüitarizmi olan ve steroid baskılanması olan bir grup hastada yaptığı gibi çalışılmamıştır. Bu yazarlar sonunda normal salgılanma elde edilmesine rağmen idrardan daha fazla sodyum atılmasını ve ASR salgılanmasındaki artışta belirgin gecikme gösterdiler. Hipopitüiter grupta ortalama ASR normal veya steroid baskısındaki olgulardan anlamlı olarak daha azdı. Sodyum kısıtlamasında aldosteron salınmasındaki anormalliklerin ve ACTH uyarısının, hipopitüitarizmdeki hiponatremide rol oynayıp oynamadığı hala kuşkuludur. Eğer böyleyse hiponatremi sadece sıvı kısıtlaması ve kortizol uygulaması ile düzeltilemezdi. Hipopitüitarizmdeki hiponatremi, ADH uygun olmayan salınım kavramı ile açıklanmaktadır. Bizim çalışmalarımızda birincil hipopitüitarizmi ikincil olandan ayırmada TSH uyarısına serum PBI ve RAI cevabı geleneksel testti33,38. Taunton ve arkadaşları37 hipopitüitarizmi olan hastalarda hastalık süresi ne kadar uzun olursa cevabın daha az olduğunu gösterdiler. Sheehan3 TSH tarafından uyarılmayan, uyuyan bir tiroid bezinin zamanla fibrotik hale geldiğini ve TSH uyarısına cevapsız kaldığı gerçeğini kabul eden ilk kişiydi. Fletcher ve Bedford39 Sheehan sendromlu bu hastalarda olduğu gibi TSH uyarısına cevapsızlığın hastalık süresinden ziyade, hastalığın ağırlığı ile ilgili olduğunu göstermiştiler. Buradaki Sheehan sendromlu olgularda ACTH ve TSH yokluğuna bağlı olarak adrenallerin ve tiroidin atrofiye olabileceğini ve tropik hormonlarla uyarıya cevapsız kalabilecekleri işaret edildi. Ancak örneklerin önemli bir kısmında hedef bezlerdeki atrofiden ziyade, uyku halindeydiler ve tropik hormonlara cevap vermişlerdi. Son zamanlarda Haddock ve arkadaşları San Juan şehrinde 50 yaş ve üzeri kadınlarda toplam morfometrik omurga kırık prevalansını % 11,2 olarak göstermişlerdir40,41. 398 kadından kırığı olan 48 kadının 19 tanesi ortalama 39 ± 4,7 yaşında erken menopoza girmişlerdi. Bağlantı istatistiksel anlamlı olmasa bile 45 yaş altında erken menopoz, özellikle östrojen tedavisi almayanlarda daha önem kazanarak kırık ve osteoporoz için önemli risk faktörü olmuştur. Cooper ve arkadaşları42 omurga kırıkları olan kadınların daha erken menopoza

girdiklerini, daha az doğum yaptıklarını ve daha fazla klinik tanı konulan hipotiroidi prevalansına sahip olduklarını buldular. O halde hastalığa üretken yıllarda yakalanan Sheehan sendromlu kadınlar hastalığın seyrinde geç tanı konduğu ve hormon tedavisi almadıkları için osteoporoz ve kırığa daha yatkındırlar. Bu hastalara iki doza bölünerek günde 25 mg kortizon asetat, PBI değerini normale döndürecek miktarda sodyum levotiroksin, altta yatan hastalıklar için destek tedavisi, hastalık ve yaşamı tehdit eden riskler hakkında eğitim verildi. Hastaya ve yakın ailesine bilinçsiz durumda devlet hastanelerinin acillerine gittiklerinde ne yapacaklarını belirten ve hastalığın tabiatını anlatan birer de mektup verildi. KAPANIŞ GÖRÜŞLERİ Son kırk yılda Üniversite Hastanesi’nde azda olsa Sheehan sendromulu yeni olgular gördük. Burada hastalığın az görülmesindeki temel neden sosyoekonomik açıdan fakir halkın doğum öncesi ve doğum bakımı açısından durumun düzeltilmesidir. Geçmişte Sheehan sendromlu hastaların % 58’i evde doğum yaparken, 1970’li yıllardan sonra halkın tamamı hastanelerde doğurdular. 1993’ten itibaren Puerto Rico’daki bakıma dayalı bir sağlık reformu tamamlandı. İkincil hastanelerin hemen tamamı özel sektöre satıldı. Şimdi hastaların temel bakımı hekimlerin ellerindedir ve gelirlerini etkilediğinden nadiren hastaları uzmana sevk ederler. Yüksek sigorta nedeniyle giderek çok daha az sayıda hekim doğumla uğraşmakta ve eğitim nedeniyle giderek daha az sayıda hekim kadın hastalıkları ve doğum bölümünü seçmektedir. Puerto Rico’daki anne ve bebek bakım servislerinin vasıflı sağlık personeli gereksinimine cevap vermek üzere Puerto Rico Üniversitesi Tıp Fakültesi Halk Sağlığı Bölümü’nde bir ebe-hemşire eğitim programı başlatıldı43. Bu program ABD’nin İnsan Sağlığı Hizmetleri İdaresi, Puerto Rico Hükümeti ve Puerto Rico Sağlık Bölümü tarafından desteklenmektedir. Ayrıca Amerikan Ebelik ve Hemşirelik Koleji tarafından da onaylanmaktadır. Ebe-hemşireler, hemşirelik ve ebelik olan iki disiplinde eğitilmiş, kayıtlı hemşirelerdir. Ebe-hemşire esas olarak çocuk doğurmadan önce, bu sırada ve sonrasında sağlıklı kadınlara bakarlar. Ebe-hemşire, hekim konsültasyonu ve komplikasyonlar

336


için sevk edilen bir sağlık kuruluşunu da içeren, birbirine bağımlı sağlık ekibi üyesi olarak çalışır44. Böylece 20. yüzyılın başlarında olduğu gibi sosyoekonomik seviyesi düşük halkın doğumlarının ebeler tarafından yaptırıldığı dönem sonunda geri gelecektir. Ancak bu sefer bir sağlık ekibinin üyesi olan vasıflı ebeler tarafından bu sistem yürütülecektir. Puerto Rico Toplum Sağlığı Bölümü yeni Sheehan sendromu gelişebilecek potansiyel olguları belirlemek için doğum sonu kanaması olan tüm olguları, kanama ile komplike doğumları, tüm doğum öncesi ve doğum istatistiklerini yakından takip etmelidir. Sheehan sendromunu önlemek için doğumda ve öncesinde iyi bakım zorunludur. Kaynaklar 1. Sheehan HL. Postpartum necrosis of the anterior pituitary. J Path Bact 1937;45:189 2. Sheehan HL, Murdoch R. Postpartum necrosis of the anterior pituitary; pathological and clinical aspects. J Obstet Gynaecol Br Commonwealth 1938;50:27 3. Sheehan HL. Simmond’s disease due to postpartum necrosis of the anterior pituitary. Q J Med 1939;8:277 4. Sheehan HL, McLetchie NGB. Simmond’s disease due to postpartum necrosis of the anterior pituitary. J Obstet Gynaecol Br Commonwealth 1943;50:27 5. Sheehan HL, Summers VK. Syndrome of hypopituitarism. Q J Med 1949;18:319 6. Sheehan HL. Incidence of postpartum hypopituitarism. Am J Obstet Gynecol 1954;8:202 7. Sheehan HL. Physiopathology of pituitary insufficiency. Helv Med Acta 1955;22:234 8. Sheehan HL. Atypical hypopituitarism. Proc R Soc Med 1961;54:43 9. Sheehan HL. The repair of postpartum necrosis of the anterior lobe of the pituitary gland. Acta Endocrinol 1965;48:40 10. Sheehan HL, Davis JC. Pituitary necrosis. Br Med Bull 1968;24:59 11. Haddock L, Vega LA, Aguiló F, Rodríguez O. Adrenocortical, thyroidal and human growth reserve in Sheehan s syndrome. Hopkins Med J 1972;131:80 12. Aguiló F, Vega LA, Haddock L, Rodríguez O. Diabetes insipidus syndrome in hypopituitarism of pregnancy. Acta Endocrinol 1969;60(Suppl): 137

13. Aguiló F, Mejías NL, Ortiz V. Hypopituitary elderly female patients do not decrease bone mineral content uniformly with time. In Christiansen C, ed. International Congress Series, Osteoporosis. Excerpta Medica, 1990:507–9 14. Kruse HP, Kuhlecordt F. Pathogenesis and natural course of primary osteoporosis. Lancet 1980;i:280–2 15. Rabkin MT, Frantz AG. Hypopituitarism: a study of growth hormone and other endocrine functions. Ann Intern Med 1966;64:1197 16. Landon G, Greenwood FC, Stamp TC, et al. The plasma sugar, free fatty acid, cortisol and growth hormone response to insulin and the comparison of this procedure with other tests of pituitary and adrenal function. J Clin Invest 1966;45:437 17. Merimee TJ, Rabinowitz D, Riggs L, et al. Plasma growth hormone after arginine infusion. N Engl J Med 1967;276:434 18. Frohman LA, Horton EA, Levobitz HE. Growth hormone releasing action of a pseudomonas endotoxin (pirome). Metabolism 1967;16:57 19. Kohler PO, O’Malley PW, Rayford PL, et al. Effect of pyrogen on blood tests of pituitary hormones. Observation of the usefulness of the growth hormone response in the detection of pituitary disease. Clin Endocrinol 1967;27: 219 20. Chakmakjian ZH, Nelson DH, Bethune JE. Adrenocortical failure in hypopituitarism. J Clin Endocrinol 1968;28:259 21. Liddle G, Estep H, Kendall J, et al. Clinical application of a new test of pituitary reserve. J Clin Endocrinol 1959;19:875 22. Kaplan NM. Assessment of pituitary ACTH secretory capacity with metopirone. J Clin Endocrinol 1963;23:945 23. Renold A, Jenkins D, Forsham PH, et al. The use of intravenous ACTH. A study in quantitative adrenocortical stimulation. J Clin Endocrinol 1952;12:763 24. Jenkins D, Forsham PH, Laidlaw JC, et al. Use of ACTH in the diagnosis of adrenal cortical insufficiency. Am J Med 1955;18:3 25. Landon J, Wynn V, James OHT. The adrenocortical response to insulin induced hypoglycaemia. J Endocrinol 1963;27:183 26. Case Records of the Massachusetts General Hospital, Case 3-1964. N Engl J Med 1964;270: 143 27. Bethune JE, Nelson DH. Hyponatremia in

337


hypopituitarism. N Engl J Med 1965;272:77 28. Ahmed ABJ, George BC, GonzálezAuvert C, et al. Increased plasma arginine vasopressin in clinical adrenocortical insufficiency and its inhibition by glucocorticoids. J Clin Invest 1967;46:111 29. Turin MD, Cooke CR, Walker WG. Aldosterone secretion in inappropriate ADH and in altered osmoregulation. Clin Res 1966; 16:66 30. Cooke CR, Lindeman RD, Adler S, et al. Persistent antidiuresis with hypoaldosteronism and sodium wasting in hypopituitarism. Am J Med 1969;47:963 31. Bartter FC, Liddle GW, Duncan LF, et al. The regulation of aldosterone secretion in man. The role of fluid volume. J Clin Invest 1956;35:1306 32. Williams GH, Rose, LL, Jagger PI, et al. Role of anterior pituitary in aldosterone secretion in man. The Endocrine Society Program of the Fifty First Meeting, 1969:199 33. Werner CH, Hamilton HB, Leefer E, et al. An appraisal of radioiodine tracer technique as a clinical procedure in the diagnosis of thyroid disorder. J Clin Endocrinol 1950;10:1054 34. Querido A, Stanbury JB. The response of the thyroid gland to thyrotropic hormone as an aid in the differential diagnosis of primary and secondary hypothyroidism. J Clin Endocrinol 1950;10: 1192 35. Perloff WH, Levy LM, Despoupolos L. The use of thyrotropic (TSH) hormone in the diagnosis of myxedema. J Clin Endocrinol 1951;11:1495 36. Schneeberg NG, Perloff WH, Levy LM. Diagnosis of hypothyroidism using thyrotropic hormone (TSH). J Clin Endocrinol 1954;14:223 37. Taunton OD, McDaniel HG, Pittman JA. Standardization of TSH testing. J Clin Endocrinol 1965;25:266 38. Skanse B. Value of the TSH-PBI test in the diagnosis of hypothyroidism. Acta Med Scand 1964;175:335 39. Fletcher RF, Berford H. A test of thyroid and pituitary function using thyrotropin. Clin Sci 1958;17:113 40. Haddock L, Suárez E, Pérez C, et al. Prevalence of vertebral fractures and osteoporosis in Puerto Rican females: a population based study. Second International Congress of Public Health, 2004 (abstract) 41. Clark P, Ragi S, Haddock L, et al. and the

LAVOS (Latin America Vertebral Osteoporosis Study) group. J Bone Min Res 2004;19(suppl 1): abstract F340 42. Cooper C, Shah S, Hand DJ, et al. Screening for vertebral osteoporosis using individual risk factors. Osteoporosis Int 1991;2:48 43. Castro de Castañeda M. Project Director, Nurse Midwifery Education Program; Graduate School of Public Health, University of Puerto Rico Medical Sciences Campus (personal communication) 44. Brochure. Nurse Midwifery Education Program. Graduate School of Public Health, University of Puerto Rico Medical Sciences Campus

338


Bölüm 39 BİR KURUMSAL DENEYİM C. T. Wohlmuth, J. Gumbs, J. Quebral-Ivie Ö. Öztekin, B. Kaleli

White Memorial Medical Center (WMMC) Los Angeles-California yerleşimli bir özel hastanedir. 1913’te kurulmuş olan WMMC’nin ilkesi Los Angeles halkına kaliteli sağlık hizmeti sunmanın yanı sıra sağlık eğitimi de vermektir. Hastane merkezi etrafındaki 5 millik yarıçap içerisinde iki milyonun üzerinde insanın yaşadığı yoğun nüfuslu bir alana hizmet verir ve 369 yatak kapasitesine sahiptir. Bu hizmet alanının demografik özellikleri % 70,7 İspanyol, % 7,5 Asya kökenli olmak üzere homojen bir özellik gösterir. Toplum düşük gelir grubuna sahip olup % 62’sinin yıllık geliri 25.000 $ ve altındadır1. Bu şartların bir sonucu olarak devlet destekli sağlık hizmeti, özel sağlık sigortası hizmetlerine oranla daha yaygındır. WMMC Loma Linda Üniversitesi Tıp Fakültesi’ne bağlı olarak mezuniyet sonrası ve sürekli tıp eğitimi hizmetleri de vermektedir. Kadın hastalıkları ve doğum, aile hekimliği, iç hastalıkları ve pediatri olmak üzere dört alanda ihtisas verilmektedir. Kadın hastalıkları ve doğum kliniği 7 tanesi tam zamanlı çalışan olmak üzere 25 kişilik tıbbi kadroya sahiptir. Kadrodaki diğer doktorlar yarı zamanlı ya da konsültan hekim olarak hizmet vermektedirler. İhtisasla ilgili personel sağlık ekibinin bir parçası olup, tüm hastaların bakımı sürecinde yer alırlar. Serviste yılda yaklaşık olarak 3.500 doğum gerçekleştirilir. Bu büyüklükteki doğum pratiğinin bir sonucu olarak kanama sık rastlanan ve çoğunlukla öngörülemeyen bir durumdur. 1997 ilkbaharında kadın hastalıkları ve doğum servisi başasistanı, hastanın hayatını kurtarmak için acil histerektomi gerektiren bir doğum sonu kanama olgusu ile karşılaştı. Sonrasında yaptığı literatür taramasında, B-Lynch ve arkadaşlarının British Journal of Obstetrics and Gynaecology’nin Mart 1997 sayısında yayınlanan ve beş olgu üzerinde denenen B-Lynch cerrahi tekniği ile ilgili bir çalışmayı arkadaşları ile paylaşmasının ardından bu yeni teknik düzenli olarak klinikte uygulanmaya başlanmıştır.

OLGU SERİLERİ Çalışma şu şekilde planlandı: 1 Mart 1997 ile 31 Mart 2005 tarihleri arasında WMMC’da ciddi doğum sonu kanama nedeni ile B-Lynch sütürü uygulanan hastalar belirlenerek dosyaları incelendi ve telefon görüşmesi yolu ile ameliyat sonrası takip bilgileri tamamlandı. Bu hastalara ait bilgiler Tablo 1’de gösterilmiştir. B-Lynch sütürü sezaryen sonrası uterotonik ajanlarla tedaviye cevap vermeyen 22 doğum sonu kanama olgusuna uygulandı. Oniki hastada B-Lynch sütürü tek müdahale yöntemi olurken, diğer on hastada bu yöntem damar bağlanması ile birlikte uygulandı. Tek başına ya da birlikte uygulandığında olguların % 77’sinde uterus korunabildi. Doğum sonu kanama sebebinin atoni olduğu durumlarda B-Lynch sütürü uygulanması ile % 85 oranında başarı sağlandı. Böylece 22 hastanın 17’sinde histerektomiye gerek kalmadı. Tablo 1’de 22 hasta ile ilgili ayrıntılı bilgi sunulmuştur. Ortalama 26,2 olmak üzere hastaların yaşları 16–40 arasında değişmekteydi. On hasta P (parite) 0; dokuz hasta P1 ve bir hasta P6 idi. Gebelik yaşı 37–43 hafta arasında (ortalama 40,1) değişmekteydi. Tüm olgular sezaryen ile doğurtuldu. 22 olgunun tümünde ameliyat sırasındaki tanı uterus atonisiydi. Hastaların tümüne uterus masajı ve uterotonik ajanlar uygulandı. Kanama kontrolü 11 olguda sadece B-Lynch sütürü ile sağlanabildi. Altı olguda B-Lynch sütürü ve damar bağlanması birlikte uygulandı. Diğer beş olguya ise B-Lynch sütürüne rağmen kanamanın durmaması nedeni ile histerektomi uygulandı. Bu beş olgunun ikisinde histolojik olarak kısmi plasenta akreata saptandı. Diğer üç tanesinde herhangi bir patoloji tespit edilemedi. Bu hastalarda saptanan doğum öncesi obstetrik problemler şu şekildeydi: geçirilmiş sezaryen ameliyatı (11 olgu), eylemin durması (12 olgu), oksitosin ile doğum indüksiyonu (11 olgu),

339


340

19

26

25

27

19

27

40

20

19

16

27

20

23

27

38 33

32

28

26

27

33

27

1

2

3

4

5

6

7

8

9

10

11

12

13

14

15 16

17

18

19

20

21

22

3/2

4/3

1/0

2/1

1/0

2/1

3/1 1/0

2/1

3/1

2/0

2/1

2/0

1/0

1/0

9/6

2/1

2/1

4/0

2/1

1/0

2/0

Gravida/ Parite

39

40+1

40+1

38+6

40+2

38+3

40+5 41

40+1

38+3

39+2

41+5

38+2

38+6

41+3

37

42

43

40+6

41+6

42+3

39+4

Gebelik Haftası

Sezaryen öyküsü x2

İnişin durması

Eylemin durması

Sezaryen öyküsü

Eylemin durması

Sezaryen öyküsü

Eylemin durması ve başarısız SSVD Başarısız indüksiyon

Eylemin durması ve başarısız SSVD

Güven vermeyen fetal kalp atımları ve sezaryen öyküsü

Eylemin durması

Eylemin durması ve başarısız SSVD

Eylemin durması

Eylemin durması

Eylemin durması

Sezaryen öyküsü

Sezaryen öyküsü

Sezaryen öyküsü

Preeklampside indüksiyon başarısızlığı

Eylemin durması ve başarısız SSVD

Eylemin durması

Eylemin durması

Sezaryen endikasyonu

SSVD: sezaryen sonrası vajinal doğum; ES: eritrosit süspansiyonu; TDP: taze dondurulmuş plazma

Yaş (Yıl)

Olgu

0

17

18

0

15

0

20 12

7

0

14

18

7

2.000

1.250

2.500

2.400

1.500

2.000

2.200 2.300

2.000

1.600

1.100

1.500

1.500

1.800

2.200

20 12

1.700

2.600

3.000

3.500

0

0

0

15

1.500

1.600

18 22

2.000

17

Doğum Tahmini kan süresi (st) kaybı (ml)

1 U ES

6 U ES, 1 U TDP

2 U ES

3 U ES

2 U ES

3 U ES

2 U ES

4 U ES, 2 U TDP

2 U ES

5 U ES, 2 U TDP

1 U ES

Transfüzyon

Tablo 1a: Doğum sonu kanama nedeniyle B-Lynch sütürü atılan hastaların klinik özellikleri ve biyolojik verileri


Plasenta yatağına sütür atılması, uterus arteri bağlanması, over arteri bağlanması, B-Lynch, histerektomi Uterus arteri bağlanması, B-Lynch

Oksitosin IV + IMY 40 U, metil ergonovin x 2, karboprost x 5, IV + IM

Oksitosin IV 30 U + IMY 40 U, karboprost x 5, IV + IM

Oksitosin ve karboprost

Oksitosin IV 60 U, karboprost IM x 3

Oksitosin IV + IMY 20 U, metil ergonovin IM x 1, karboprost IM x 2

Oksitosin IV + IMY 20 U, karboprost IM x 1 + IMY x 3

Oksitosin IV + IMY 70 U, metil ergonovin IM x 4, karboprost IM x 3 + IMY x 3

Oksitosin IV 40 U, karboprost IM x 2

Oksitosin IV 20 U + IMY 20 U, karboprost IM x 1 + IMY x 1

Oksitosin IV 50 U, karboprost IM x 4

Oksitosin IV 30 U + IMY 30 U, karboprost IM x 2 + IMY x 2

Oksitosin IV 30 U + IMY 20 U, metil ergonovin IM x 1, karboprost IM x 2

Oksitosin IV + IMY 40 U, karboprost x 4, IM + IMY

Oksitosin IV + IMY, metil ergonovin IM x 1, karboprost IM x 1 + IMY x 4

Oksitosin IV + IMY 50 U, metil ergonovin IM x 2, karboprost IM x 2 + IMY x 4

Oksitosin IV + IMY 30 U, karboprost IM x 4 + IMY x 2

Oksitosin IV 70 U + IMY 10 U, metil ergonovin x 2, karboprost x 5

Oksitosin IV 70 U + IMY 40 U, metil ergonovin IM, karboprost IM x 2 + IMY x 2

Oksitosin IV, metil ergonovin IM x 2, karboprost IM x 2 + IMY x 3

Oksitosin IV + IMY 40 U, metil ergonovin IM x 1, karboprost IM x 3 + IMY x 3

Oksitosin IV, karboprost IM x 2 + IMY x 1

2

3

4

5

6

7

8

9

10

11

12

13

341

14

15

16

17

18

19

20

21

22

*: metil egonovin 200 μg’lık, karboprost 250 μg’lık dozlarla uygulandı. †: Her işlem sırasına göre listelenmiştir. IM: kas içine, IV: damar içine, IMY: myometrium içine.

B-Lynch

B-Lynch

B-Lynch

Uterus arteri bağlanması, B-Lynch, supraservikal histerektomi

B-Lynch

B-Lynch

B-Lynch

B-Lynch

B- Lynch, uterus arteri bağlanması, histerektomi

B-Lynch

B-Lynch

Uterus arteri bağlanması, B-Lynch

B-Lynch

B-Lynch

Uterus arteri bağlanması, over arteri bağlanması, B-Lynch

Uterus arteri bağlanması, over arteri bağlanması, B-Lynch, histerektomi

B-Lynch, histerektomi

Uterus arteri bağlanması, over arteri bağlanması, B-Lynch

Uterus arteri bağlanması, B-Lynch

Uterus arteri bağlanması, over arteri bağlanması, B-Lynch

Oksitosin IV 70 U + IMY 10 U, metil ergonovin x 2, karboprost x 5

1

Doğum sonu kanama yönetimi †

Uygulanan uterotonik ilaçlar* (IV, IM, IMY)

Olgu

Tablo 1b: Doğum sonu kanama nedeniyle B-Lynch sütürü atılan hastaların klinik özellikleri ve biyolojik verileri


koryoamniyonit (8 olgu), preeklampsi (5 olgu), ameliyat öncesi magnezyum sülfat (4 olgu), makrozomi (7 olgu), gestasyonel diabet ( 2 olgu). Birçok hastanın birden fazla problemi vardı. Tüm olgulara ameliyat sırasında uterus masajı yapılarak uterotonik ajanlar (oksitosin, metil ergonovin, 15-metil prostaglandin F2α (karboprost)) uygulandı. Oniki hasta metil ergonovin almadı. Bunların yedi tanesi hipertansif idi. B-Lynch sütürü uygulanırken, üç türlü cerrahi yaklaşım sergilendi: 1. B-Lynch tekniği, uterus korunmasını sağlayan tek cerrahi uygulamaydı (12 olgu) 2. Önce uterus arteri bağlanması (dokuz olgu, beş tanesinde ayrıca over arter bağlanması) ve sonra B-Lynch tekniği uygulandı 3. Önce B-Lynch sütürü, sonra uterus arteri bağlanması uygulandı. Hemostaz sağlanması için B-Lynch tekniğinin tek cerrahi işlem olarak uygulandığı 12 hastanın 11’inde uterus korunarak kanama kontrolü sağlanabildi. Tahmini kan kaybı 1.100–2.600 ml oldu. Beş hastaya eritrosit süspansiyonu verildi. İki hastada dilüsyonel pıhtılaşma bozukluğu izlendi. Sadece bir B-Lynch sütürü olgusuna durdurulamayan kanama nedeni ile histerektomi uygulandı. Miadında elektif sezaryen uygulanan bu hastada uterus masajı ve uterotonik ajanlara cevap vermeyen ciddi atoni gelişti. B-Lynch sütürü uygulamasına rağmen ciddi kanama devam etti ve hastada ameliyat sırasında dilüsyonel pıhtılaşma bozukluğu gelişti. Hastanın daha önce belirttiği sterilizasyon isteği de göz önünde bulundurularak kanamanın durmaması üzerine histerektomi uygulandı. Hastaya 4 ünite eritrosit ve 2 ünite taze donmuş plazma (TDP) verildi. Ameliyat sonrasında sorunsuz geçti ve patolojisinde plasenta akreata izlenmedi.

tanesine de histerektomi uygulandı. Bu 13 olgu çalışmanın son yıllarına aittir (1999 sonrası). Bu durum B-Lynch tekniği ile ilgili oluşan tecrübe ve başarılı sonuç alınması ile ilgili olabilir. Bu ameliyatlarda toplam yedi cerrah ve 20 asistan görev almıştır. Yirmiiki olgunun 17 tanesinde uterus korunmuştur. Histerektomiye geçilen beş B-Lynch olgusunun ikisinde histolojik olarak kısmi plasenta akreata saptanmıştır. Uterusun korunduğu yedi olguda ameliyat sonrası dönemde endometrit gelişmiştir. Bunların beş tanesinde doğum sırasında koryoamniyonit saptanmıştı. Ameliyat sonrasında piyometrium olgusuna rastlanmadı. B-Lynch sütürü uygulanan hastalar arasında kanama nedeni ile yeniden hastaneye başvuran olgu olmadı. Uterusun korunduğu 17 B-Lynch olgusu 1 ay ile 7 yıl arasında değişen sürelerle takip edildi. Beş hastaya adres ve telefon değişikliği nedeni ile ulaşılamadı. Dokuz hasta geri dönüşümlü kontrasepsiyon yöntemi kullanmakta idi. Bir olguya B-Lynch sütürü ameliyatının üç ay sonrasında tüpler laparoskopiyle bağlanarak sterilizasyon uygulandı. Ameliyat notunda uterus normal olarak gözlendi. Bir olgu halen 28 haftalık gebedir. Gebelik B-Lynch sütürü uygulanmasından bir yıl sonra oluşmuştur. İki olgu B-Lynch sütürü uygulamasından sonra canlı doğum yapmıştır. Bir olgu (sezaryenle doğum sonrası) normal yolla, B-Lynch sütürü uygulamasından 3,5 yıl sonra 9 ve 9 Apgar skoru ile canlı kız bebek doğurmuştur. Bir başka hastaya B-Lynch sütürü uygulanmasından 2 yıl sonra, 24 5/7 haftalık iken membran rüptürü ve fetal distres nedeni ile sezaryen (tekrarlayan) uygulanmıştır. Bu ameliyatta önceki B-Lynch uygulaması ile ilgili bir patoloji gözlenmemiştir.

Dokuz hastaya önce uterus arteri bağlanması (beş tanesine ayrıca over arteri bağlanması), sonra B-Lynch tekniği uygulandı. Bunların altı tanesinde kanama kontrolü sağlandı ve uterus korundu. Tahmini kan kaybı 1.500–3.500 ml civarında oldu. Altı hastaya eritrosit süspansiyonu verildi. Pıhtılaşma bozukluğu gelişen iki olguya TDP verildi.

Hastanemizde B-Lynch sütürü tek başına uygulandığında doğum sonu kanamalı olgularda başarı oranı % 92’dir. Damar bağlanması ile birlikte uygulandığı durumlarda ise başarı oranı % 60 olmuştur.

Onüç olguda öncelikle B-Lynch sütürü uygulandı. Bunlar arasından bir olguya kanama kontrolü sağlamak amacı ile uterus arteri bağlanması, bir

1997’de Christopher B-Lynch sezaryen sonrası doğum sonu kanaması olan bir olguda ilk defa uygulanan bir uterus kompresyon sütürü tarif etti2.

YORUM

342


B-Lynch tekniği laparotomi sırasında histerotomi insizyonu ile uterus alt segmentine uygulanır. B-Lynch tarafından rapor edilen beş olgunun üç tanesi sezaryenle, diğer ikisi normal yolla doğum yapmıştır. Normal doğum yapan iki olguya laparotomi ve histerotomi uygulanmıştır. Orijinal B-Lynch olgularında doğum sonu kanama nedenleri atoni, plasenta previa ve pıhtılaşma bozukluğu gibi değişken nedenlerdir. Bizim olgu serimizde 22 hastanın tamamında B-Lynch sütürü sezaryen sonrasında uygulandığı için laparotomi ve histerotomiye ayrıca ihtiyaç duyulmamıştır. İki olguda ayrıca plasenta akreata tanısı olmak üzere 22 olgumuzun tamamı ameliyat sırasında atoni tanısı almıştır. B-Lynch tekniğinin tanımlanmasından itibaren 1–7 olguluk sunumlar ve seriler yayınlanmıştır5–19 ve bunlar Tablo 2’de özetlenmiştir. B-Lynch tekniğinin tarif edilmesinden sonra rapor edilen 43 olgunun 35 tanesi sezaryen ile altı tanesi normal yolla doğum yapmıştır. İki olguda doğum şekli belirtilmemiştir. Bu olguların 36 tanesinde etiyoloji atonidir. Dört olguda plasenta akreata ve plasenta previa rapor edilmiştir6,8,12,15. İki olguda ise uterus alt segment kanaması rapor edilmiştir16. Proflaktik B-Lynch tekniği uygulanması bir üçüz gebelikte rapor edilmiştir10. Fetusun ölümü sonrası vakum kürtaj uygulanan bir ikinci üçay hastasında B-Lynch sütürü uygulaması rapor edilmiştir18. Kümülatif başarı oranı (uterusun korunduğu ve kanamanın kontrol edildiği olgu sayısı / toplam olgu sayısı) % 98’dir. Literatürdeki olgular bizim olgularımızla birleştirildiğinde başarı oranı % 91’dir. B-Lynch sonrası sekiz canlı doğum rapor edilmiştir. Bunların dört tanesi El-Hamamy ve B-Lynch tarafından rapor edilmiştir20. Holtsema ve arkadaşları B-Lynch sonrası sezaryen ile iki adet canlı doğum olgusu yayınlamışlardır16. B-Lynch sonrası gerçekleşen 7. ve 8. canlı doğum olguları bizim serimize aittir. Ayrıca komplikasyonsuz 28 haftalık bir gebelik de takibimiz altındadır. Orijinal B-Lynch tekniğine uygun olarak daha sonra yayınlanan olgularda laparotomi ve histerotomi uygulanmıştır. Pal ve arkadaşları B-Lynch sütüründen sonra kanamanın durduğundan emin

oluncaya kadar histerotominin açık tutulduğu olgular rapor etmişlerdir14. Hayman 2002 yılında histerotomi yapılmadan uygulanan değiştirilmiş B-Lynch sütür tekniğini tarif etmiştir8. Hayman bu tekniği normal doğum sonrası gelişen atoni nedeni ile laparotomi uygulanan bir olguda tanımlamıştır. Hayman uterus alt segmentin göreceli olarak daha iyi kasıldığı, bütün bir uterustan bahsetmektedir. İğnenin uterus alt segment insizyon hattından önden arkaya geçirilmesi ile atılan dört adet 1-vicryl sütürü yardımı ile uterusun baskı altına alındığı ve kanamanın kontrol edildiği belirtilmiştir. B-Lynch tekniği güvenilir ve etkin bir yöntem olarak görünmektedir. Ameliyat sonrası endometrit olguları antibiyotiklere iyi yanıt vermiş; mesane, uterus, üreter vb doku yaralanmaları olmamıştır. Uzun dönem takiplerde hastalarda adetlerin ve normal üreme fonksiyonlarının geri döndüğü görülmüştür. Grotegut ve arkadaşları 2004’te uterus duvarında aşınmış bir B-Lynch sütürü olgusu rapor ettiler17. 19 yaşında primigravid bir hastaya sezaryen sırasında 0 numara maxon ile B-Lynch sütürü uygulanmıştı. Doğum sonu 6. haftada sütürün serviksten dışarı sarktığı gözlenerek zorlanmadan alındı. Operasyondan sonraki 6. ayda yapılan sonohisterografide uterus alt segmentin ön yüzünde küçük bir açıklık tespit edildi. Danso ve Reginald doğum sonu kanama kontrolünün sağlanmasında uterusa balon kateter uygulaması ile kombine edilen bir B-Lynch sütürü uygulaması rapor etmişlerdir11. 38 yaşında, bir primigravid hastaya 41 3/7 haftalık iken sezaryen uygulanmıştır. Atoni gelişen hastada uterus masajı, oksitosin ve karboprosta yanıt alınamamış ve B-Lynch sütürü uygulanmıştır. Tüm bunlardan sonra önemli ölçüde düzelme sağlansa da kanama devam etmiştir. Vajinadan üç-yollu bir balon kateteri uterus içine yerleştirilerek 70 ml su ile şişirilmesinin ardından kanamanın ani olarak kesildiği rapor edilmiştir. WMMC’deki B-Lynch sütürü uygulamaları uterusun korunması amacı ile bu konuda yapılan en geniş olgu serisine sahiptir. Bu olgu serisinin rastgele gruplanmış ve kontrollü olmamasının yanı sıra küçük örneklem büyüklüğü gibi teorik kısıtlılıkları da vardır. Bununla birlikte doğum sonu kanamaların öngörülmesinin mümkün olmaması, acil ve

343


Tablo 2: B-Lynch sütürü: literatür derlemesi Yazar Yıl Olgu Başarı Kanama nedeni sayısı oranı* B-Lynch 1997 5 5/5 Uterus atonisi Plasenta previa DIC ? Ferguson 2000 2 2/2 Uterus atonisi Dacus 2000 4 4/4 Uterus atonisi Plasenta akreata Vangsgaard 2000 1 1/1 Uterus atonisi Hayman 2002 3** 3/3 Uterus atonisi Plasenta akreata Wergeland 2002 5 5/5 Uterus atonisi Kalu Danso Mazhar

2002 2002 2003

1 1† 2

1/1 1/1 2/2

Smith Pal Chaudhary Holtsema

2003 2003 2003 2004

7 6 1 7

6/7 6/6 1/1 7/7

Grotegut Hillaby

2004 2004

1 1

1/1 1/1

Proflaktik Uterus atonisi Uterus atonisi Plasenta previa Uterus atonisi Uterus atonisi Plasenta inkreata Uterus atonisi Uterus alt segment kanaması Uterus atonisi Uterus atonisi

Doğum şekli 1 1 2 1 2 3 1 1 2 1 5 1 1 1 1 7 6 1 5 2

Sezaryen Vajinal

3 2

Sezaryen Sezaryen Vajinal Sezaryen Sezaryen Vajinal Sezaryen Vajinal Belirtilmemiş Sezaryen Sezaryen Sezaryen

2 3 1 1 2 1 2 1 2 1 1 2

Sezaryen Sezaryen Sezaryen Sezaryen Vajinal

7 6 1 6 1

Sezaryen 1 Vajinal (2. üçayda 1 fetal ölüm nedeniyle kürtaj) Malibary 2004 1** 1/1 Uterus atonisi 1 Vajinal 1 *: Uterusu koruyarak kanama kontrolü elde edilen olgular/toplam olgu sayısı, **: Değiştirilmiş B-Lynch, †: B-Lynch sütürünün uterus içine balon kateteriyle birlikte uygulanması, DIC: Yaygın damar içi pıhtılaşma bozukluğu hayatı tehdit eden durumlar olması değişkenlerin kontrolünü ve rastgele gruplamayı aşırı derecede güçleştirmekte ve etik değerleri sorgulanabilir hale getirmektedir. Yazarlar literatürde sadece olgu sunumları ve serilerine ait bilgiler olması ve rastgele gruplanmış bir çalışma elde etmenin güçlükleri de göz önüne alarak, laparotomi ve histerotominin işlemin bir parçası

1 1

olduğu hallerde B-Lynch sütürünün kullanılması ile ilgili olarak bir algoritma önermektedir (Şekil 1). WMMC ALGORİTMASININ KULLANILMASI Literatürdeki 70 olgunun 59 tanesinde (% 84) doğum sonu kanama sebebi olarak atoni gösterilerek bu tanı B-Lynch sütürü uygulamasında

344


Sezaryen Uterus atonisi Uterus masajı Histerotominin kapatılması Uterotonik ilaçlar (oksitosin, metil ergonovin, 15-metil PGF2α, mizoprostol) Uterusa 2 elle bası B-Lynch sütürü Uterus arterinin bağlanması Over arterinin bağlanması Uterusun korunmasının gerekliliğini yeniden değerlendirilmesi

Uterus arteri embolizasyonu

Histerektomi

Hipogastrik arter bağlanması

Uterus içine balon tamponadı uygulanması

Şekil 1: Sezeryan sırasında uterus atonisi nedeniyle meydana gelen doğum sonu kanamanın yönetimi

345


temel olarak ele alınmıştır. Uterus masajını takiben myometrium içindeki gevşemiş damarlardan kan kaybını önlemek için histerotomiyi kapatınız. Tıbbi olarak uterotonikleri uygulayınız: oksitosin, metil ergonovin (normotansif olgularda), karboprost ve mizoprostol21. Plasentanın çıkarılmasından sonra oksitosin birinci seçenek olarak kullanılsa da herhangi bir sıralamayı destekleyen bir veri bulunmamaktadır. Kanama devam ediyorsa iki elle masaja devam ediniz. Orijinal makalede tanımlandığı gibi bası sonrası kanamanın azalması B-Lynch sütürünün potansiyel başarısının değerlendirilmesinde bir araç olarak kullanılabilir2. Bası ile kanama azalıyorsa B-Lynch sütürü uygulamasına geçiniz. Uterus arteri bağlanması ya da B-Lynch sütürü uygulamasının hangisinin daha etkin ya da güvenilir olduğu konusunda bir veri yoktur. Ancak atoni varlığında yazarlar, klinik sezilerin cerrahi olarak uterusa basının ön plana çıkardığını belirtmektedir. Standart B-Lynch tekniği kullanılacaksa histerotomi kesisi yeniden açılır. Histerotomi kesisi bütün bırakılacaksa Hayman’ın önerdiği B-Lynch tekniği uygulanabilir8. Elle masaj, birçok uterotonik ajan ve B-Lynch uygulamalarına rağmen kanama devam ederse uterus arteri bağlanması ve over damarlarının bağlanması şeklinde adım adım uterusun dolaşım yolları kapatılmalıdır22. Bunlara rağmen kanama devam ediyorsa histerektomi göz önünde bulundurulmalıdır. Genel olarak yukarıdaki önlemler uterotonik ajanlar ve cerrahi müdahaleler arasındaki sürelerin değiştiği bir zaman süreci boyunca uygulanır. Kan kaybının giderek artmasıyla hastanın hemodinamik dengesi, pıhtılaşma bozukluğu ve kritik durumunun daha da bozulmasına neden olabilecek ilave zaman kayıpları gibi durumlar dikkate alınarak histerektomi zamanlaması belirlenmelidir. Bu durum özellikle elde yeterince kan ürününün olmadığı ya da azaldığı durumlarda önemlidir. Uterusun korunması yüksek öncelik taşıyorsa şartların uygun olması halinde selektif arter embolizasyonu, hipogastrik arter bağlanması ya da uterus içi balon tamponadı uygulaması gibi seçenekler açısından hastanın durumu değerlendirilmelidir. Hipogastrik arter bağlanmasının rapor edilen başarı şansı % 50–60 civarında olup periton arkasında cerrahinin riskini taşır23. Üstelik bu tekniğe tüm doğum uzmanları yeterince aşina olmayabilir ve

hipogastrik arter bağlanması daha sonra anjiyografik embolizasyon seçeneğini ortadan kaldırır. Selektif arter embolizasyonunda başarı şansı % 85–95 civarında olmakla birlikte acil invazif radyoloji ekipmanına ve tecrübeli personele ihtiyaç vardır24. Uterus içi balon tamponadı uygulaması uygun aletlerin varlığına bağlıdır11. Bu noktada doğum sonu kanamanın kontrolü için en uygun yöntemin seçilmesinde en iyi kararı tedavi eden hekim verecektir. SONUÇ Doğum sonu uterus kanaması varlığında hızlı tanı ve müdahale etkili tedavi için esastır. Uterusun korunması arzu edildiğinde cerrah bu seçeneğin gerçekleşmesine imkan sağlayabilecek yöntemler hakkında bilgi sahibi olmalıdır. B-Lynch sütürü uygulaması doğum hekimlerinin sahip olduğu birkaç yeni yöntemden birisidir. Atoniye bağlı doğum sonu kanamanın durdurulmasında kullanılabilecek, uterus koruyucu, alternatif yöntemlerden biridir. Bizim tecrübelerimize göre B-Lynch tekniği basit, öğrenmesi kolay, çabuk uygulanabilen ve geleneksel uterus koruyucu yöntemlerle birlikte uygulanabilen bir yöntemdir. WMMC kadın hastalıkları ve doğum asistan eğitim programının yeni mezunları B-Lynch sütürü tekniği konusunda eğitim almakta ve doğum sonu kanama kontrolünün sağlanması konusundaki pratik uygulamalarında bu yöntemi kullanmaktadırlar. Onların bilgi ve yetenekleri bilimsel sorumluluğun getirdiği bir sonuçtur. Yeni yaklaşım ve tekniklerin keşfedilmesi, uygulanması ve yaygınlaştırılması ile hastaların bakımı sürekli gelişecektir. TEŞEKKÜR Yazarlar doğum sonu kanama için önerilen algoritmanın oluşturulmasındaki katkılarından dolayı Dr. Martin Schwartz’a teşekkür ederler. Bu bölüm Wohlmuth CT, Gumbs J ve QuebralIvie J’nin Int J Fertil Women’s Med’in 2005; 50: 164–173 sayısında basılmış olan “B-Lynch Suture: a case series” adlı eserinden uyarlanmıştır. Kaynaklar 1. United States Census Bureau, 2000 Census data

346


2. B-Lynch C, Coker A, Lawal AH, et al. The B-Lynch surgical technique for the control of massive postpartum haemorrhage: an alternative to hysterectomy? Five cases reported. Br J Obstet Gynaecol 1997;104:372–5 3. Hayashi R, Castillo M, Noah M. Management of severe postpartum hemorrhage due to uterine atony using an analog of prostaglandin F2 alpha. Obstet Gynecol 1981;58:426–9 4. Ochoa M, Allaire AD, Stitely ML. Pyometria after hemostatic square suture technique. Obstet Gynecol 2002;99:506–8 5. Ferguson JE II, Bourgeois FJ, Underwood PB. B-Lynch suture for postpartum hemorrhage. Obstet Gynecol 2000;95:1020–2 6. Dacus JV, Busowski MT, Busowski JD, et al. Surgical treatment of uterine atony employing the B-Lynch technique. J Maternal-Fetal Med 2000;9:194–6 7. Vangsgaard K. B-Lynch suture in uterine atony. Ugesk Laegar 2000;162:3468 8. Hayman RG, Arulkumaran S, Steer PJ. Uterine compression sutures: surgical management of postpartum hemorrhage. Obstet Gynecol 2002; 99:502–6 9. Wergeland H, Alagic E, Lokvik B. Use of the B-Lynch suture technique in postpartum hemorrhage. Tidssk Nor Laegeforen 2002;122:370–2 10. Kalu E, Wayne C, Croucher C, et al. Triplet pregnancy in a Jehovah’s Witness: recombinant human erythropoietin and iron supplementation for minimizing the risks of excessive blood loss. Br J Obstet Gynaecol 2002;109:723–5 11. Danso D, Reginald P. Combined B-Lynch suture with intrauterine balloon catheter triumphs over massive postpartum hemorrhage. Br J Obstet Gynaecol 2002;109:963 12. Mazhar SB, Yasmin S, Gulzar S. Management of massive postpartum hemorrhage by B-Lynch brace suture. J Coll Physicians Surg Pak 2003;13: 51–2 13. Smith K, Baskett TF. Uterine compression sutures as an alternative to hysterectomy for severe postpartum hemorrhage. J Obstet Gynecol Can 2003;25:197–200 14. Pal M, Biswae AK, Bhattacharya SM. B-Lynch brace suturing in primary post-partum haemorrhaging during cesarean section. J Obstet Gynaecol Res 2003;29:317–20 15. Chaudhary P, Sharmas S, Yadav R, et al. B-Lynch brace suture: an effective method of con-

servative surgical management of placenta increta. Kathmandu University Med J 2003;2: 149–51 16. Holtsema H, Nijland R, Huisman A, et al. The B-Lynch technique for postpartum haemorrhage: an option for every gynaecologist. Eur J Obstet Gynaecol Reprod Biol 2004;115: 39–42 17. Grotegut CA, Larsen FW, Jones MR, et al. Erosion of a B-Lynch suture through the uterine wall. J Reprod Med 2004;49:849–52 18. Hillaby K, Ablett J, Cardozo L. Successful use of the B-Lynch brace suture in early pregnancy. J Obstet Gynaecol 2004;24:841–2 19. Malibary AM. Modified B-Lynch technique for the control of massive postpartum hemorrhage. An alternative to hysterectomy. Saudi Med J 2004;25:1999–2000 20. El-Hamamy, B-Lynch C. A world wide review of the uses of the uterine compression suture techniques as alternative to hysterectomy in the management of severe postpartum hemorrhage. J Obstet Gynaecol 2005;25: 143–9 21. O’Brien P, El-Refaey, Gordon A, et al. Rectally administered misoprostol for the treatment of postpartum hemorrhage unresponsive to oxytocin and ergometrine: a descriptive study. Obstet Gynecol 1998;92:212–14 22. AbdRabbo SA. Stepwise uterine devascularization: a novel technique for management of uncontrolled postpartum hemorrhage with preservation of the uterus. Am J Obstet Gynecol 1994;171:694–700 23. Clark SL, Phelan JP, Yeh SY, et al. Hypogastric artery ligation for obstetric hemorrhage. Obstet Gynecol 1985;66:353–6 24. Hansch E, Chitkara U, McAlpine J, et al. Pelvic arterial embolization for control of obstetric hemorrhage: A five-year experience. Am J Obstet Gynecol 1999;180:1454–60

347


Bölüm 40 AİLESEL SONUÇLAR V. Walvekar, A. Virkud S. Oruç Koltan, A. Göker Tamay

GİRİŞ Anne ölümleri üzerine yapılmış Hindistan çalışmaları kanamayı anne ölümünün başta gelen nedeni olarak belirlemektedir 1. Özellikle rahatsız edici konu doğum sonu kanamadan kurtulan kadınların genellikle kendilerini iyi hissetmedikleri ve bu duruma da önem verilmemesidir. Gerçekten de her yıl doğum yapan 120 milyon kadının 60 milyondan fazlasında bir çeşit komplikasyon gelişeceği tahmin edilmektedir. Bunlardan 15–20 milyon kadarı küçük veya büyük komplikasyon olmasından bağımsız olarak orta derece ile uzun vadeli sakatlık geliştirecektir2. Bu şartlar altında dengelerin bozulması evrensel bir sorundur. Kadın hem eş, hem anne olduğu için ailenin varlığında merkez noktadadır. Ölmesi hatta ciddi hastalığa tutulması tüm ailenin işleyişini ve çocuklarının bakımını etkileyecektir. Aynı önem derecesinde kadın bir ülkenin işgücünün önemli bir parçasıdır ve iş görmezliği toplum üzerinde genel olarak etkili olacaktır.

1. Laktasyonun olmaması ya da bozulması. Bu özellikle preterm doğumlarda enfeksiyona açık, beslenme bozukluğu olan bebeklere yol açar. 2. Basit endometritten ciddi lohusalık sepsisine uzanan doğum sonu enfeksiyonlara yatkınlığa yol açan anemi. Bu enfeksiyonlar geç lohusalıkta annenin ölüm nedeni olabilirler. 3. Sakatlayıcı komplikasyonlara yol açan anemik, tüberkülozlu, HIV’li, ve kalp hastalıklı annelerde var olan hastalıklarda kötüleşme (özellikle doğum sonu kanamayı durdurmak için cerrahi girişim yapılmışsa). 4. Özellikle çocuğuna bakamayan hasta annenin doğum sonu zihin değişiklikleri olabilir. Burada klasik doğum sonu depresyon hatta psikoz için ortam hazırdır. İntihar veya infantisit gibi korkunç sonuçlar meydana gelebilmektedir. Gecikmiş sonuçlar:

GELİŞMEKTE OLAN ÜLKELERDEKİ GİZLİ PROBLEM

1. İkincil amenore ve infertiliteyle sonuçlanan hipofiz yetmezliği ve Sheehan sendromuna yol açan uzamış çöküntü (Bkz. Bölüm 38). 2. Prematür yaşlanma, apati ve konfüzyon3. 3. Kronik ve kuvvetten düşürücü anemi gelişebilir. Dünyadaki gebe kadınların % 50 ile 90’ı önceden doğum sonu kanama olsa da olmasa da bu problemle karşılaşır. Anemi diyetle yetersiz demir, folik asit ve A vitamini alımı ve parazit enfestasyonları ile sıtma gibi kayıplar nedeniyledir. Ciddi anemisi olan kadınlar gebelikte ve doğumda enfeksiyona daha yatkındırlar. Obstetrik kanamaya bağlı ölüm riskleri daha yüksektir ve sezaryen gereken durumlarda yine riskli grupta yer alırlar. Dünya çapında anemi anne ölümü ve ciddi hastalığının en önemli dolaylı nedeni kabul edilir. WHO verileri az gelişmiş ülkelerde sadece 2000 yılında anemiyle ilişkili kadın üretkenlik kaybının 5 milyar dolardan fazlasına mal olduğunu tahmin etmektedir.

Gelişmekte olan ülkelerdeki sosyokültürel hava kadının sağlığına en az önceliğin verilmesidir. Bu nedenle annelerin ciddi hastalığı toplumun veya hükümetin dikkatini ya az çekerler ya da hiç çekmezler. Tam tersine ölüm aile çevresinde ciddi rahatsızlık yaratır ve olası sonuçları örneğin dul bir baba veya yeniden evlilik durumu zaten kötü olan durumu daha da karmaşık hale getirir. Maalesef bu gizli problemi açıklığa kavuşturacak gerçek kanıta dayalı çalışmalar yoktur. Konu, niteliksel bir bakış açısıyla yaklaşmaya değerdir. DOĞUM SONU KANAMANIN SONUÇLARI Anneyi ilgilendiren sonuçlar Sorun ölümün çok ötesindedir. Ölen her kadına karşılık 20–30 tane uzun vadeli sakatlık yaşayan kadın bulunmaktadır. Erken sonuçlar:

348


Çocukları ilgilendiren sonuçlar Kadını tehdit eden doğum sonu kanama yenidoğanda da ölüm ve sakatlığa yol açabilir. Az gelişmiş ülkelerde her yıl meydana gelen ortalama 8 milyon perinatal ölümün ezici çoğunluğu annenin sağlık problemleri, eylem ve doğumun kötü yönetimi ile ilişkilidir5. Örneğin ilerlemeyen ve uzamış eylem, doğum sonu kanamanın önemli sebepleri olup yenidoğanların ortalama % 3’ünde asfiksiye neden olurken. Bu durum çocukların neredeyse % 25’inde ölüme ve % 25’inde beyin hasarına yol açmaktadır. Ek olarak doğum sonu kanamaya bağlı ciddi anemisi olan kadınlar sonraki gebeliklerinde düşük doğum ağırlıklı (< 2.500g) bebek sahibi olmaya yatkındırlar. Bu düşük doğum ağırlıklı bebekler normal kilodaki çocuklara göre ilk bir haftada 20–30 kat daha fazla ölüm riski altındadırlar ve yaşayanlar serebral palsi, konvülziyon ve ciddi öğrenme bozukluğunu da içeren nörolojik bozukluklar geçirmeye adaydırlar. Aileyi ve toplumu ilgilendiren sonuçlar Ev sorumluluğu ve ekonomik nedenlerle, aile ve toplum annenin sakatlığından derinden etkilenir: 1. Tedavi maliyetleri ailenin ekonomik durumunu bozabilir. 2. Azalmış üretkenliği aile gelirini azaltabilir ve çocukların okulu bırakarak iş gücüne katılmasına ve/veya ev işi sorumluluğu almalarına neden olabilir. 3. Çocuklar genellikle ilgisiz kalır, beslenmeleri bozulur ve sağlık problemleri yaşarlar. 4. Bazı çocuklar fahişeliğe zorlanabilir. 2,3 milyon fahişe kadının dörtte biri reşit değildir. 5. Aileye duygusal yük çocukta veya babada psikopatik davranışlarla ortaya çıkabilir. Bunlar anne yaşadığında ortaya çıkabilecek potansiyel sonuçlarsa kaybedildiğinde neler olabileceğini sorgulamak gereklidir. Annenin ölümü Anne ölümünün sonuçları sadece aile için değil, aynı zamanda tıbbi çevre ve toplum için dramatiktir. Duygusal yük 1. Merkezi ve birleştirici nüvenin gidişiyle aile parçalanmıştır. 2. Çocuklar öksüz kalmıştır, akrabalarının ve kurumların insafına kalmışlardır ve bazıları suçlu veya sokak çocuğu olabileceklerdir.

3. Baba duygusal ve mali yönden yıkılmıştır, yeni doğanı suçlayabilir ki bu yaşayan çocuk için felakettir. 4. Doktor ve/veya hastaneye karşı tıbbi-yasal davalar umutsuzluk, kızgınlık veya intikam duygusuyla açılabilir. Çocuklar Öksüz çocuklar genç suçlu veya toplumun dik kafalı bireyleri olmaya adaydırlar ve genellikle önemsiz bir hayat sürerken ciddi suçlara ve dilenciliğe bulaşırlar. Baba/koca 1. Çocukların iyiliği için tekrar evlenebilir ve bu yararlı olabileceği gibi aile birliğinin bozulmasına da neden olabilir. 2. Depresyon riski altındadır, geliri azalmıştır ve kaynakları tükenmektedir. Bu hoş olmayan bir durumdur ama hikaye devam etmektedir. 3. Kızgınlık veya ekonomik ihtiyaçlardan dolayı tıbbi-yasal davalar açabilir. Toplumu ilgilendiren sonuçlar Bugün için kadınlar dünyada işgücünün önemli bir parçası olup, ülkelerin büyüme ve gelişmesinde büyük katkıları vardır. Bu durum doğum sonu kanama gibi doğum sonrası uzun vadeli problemlerle zayıflar. “Kadının sağlığı, ülkenin zenginliğidir.” çok zekice söylenmiş bir sözdür. Daha da önemli olan sağlıklı kadınların etkin birer işgücü olması yanı sıra, ülkenin sağlık giderlerinin de azalacağıdır. Örneğin Hindistan’da sağlık ve aile bakanlıkları çeşitli eyaletlerde pek çok kamu hastanesi ve tıp fakültesini işletmekte ve mali olarak desteklemektedir. Bu hastaneler önemsiz fiyatlarla tıbbi bakım vermekte ve esas masraf hükümet tarafından sağlanmaktadır. Önlenebilir kronik hastalıklar azaltarak, ulusal sağlık harcamaları küçük bir etkiyle azaltılabilir. DOĞUM SONU KANAMA RİSKİNİ AZALTMAK İÇİN ALINACAK ÖNLEMLER VE ETKİLERİ Doğum hekiminin rolü WHO gebelikte en az dört doğum öncesi muayeneyi önermektedir. İlk muayene gebeliğin ilk üç ayında yapılmalıdır. Uygun bakım gebelikle indüklenmiş hipertansiyon ve anemi gibi pek çok problemin tahmin edilmesi, tanı konması ve tedavi edilmesini sağlar.

349


Eğitimli yardımcının rolü “Eğitimli yardımcı” terimi ebelik özelliği taşıyan (örneğin doktor, ebe, hemşire) normal doğumu yaptırabilecek ve komplikasyonların tanısı koyarak sevk edebilecek eğitimi almış kişiler için kullanılır. İdeal olarak eğitimli yardımcı, hizmet ettiği toplulukta yaşar ve onun bir parçasıdır. Normal doğum eylemi ve doğumu yönetme kabiliyetinde olmalıdır, komplikasyonları tanıyabilmelidir, önemli girişimleri başarabilmelidir ve tedaviyi başlatabilmelidir. Becerilerinin ötesindeki durumlarda veya mevcut koşullarda tedaviyi başaramayacakları durumlarda anne ve bebeğin sevk edilmesinden sorumludur6. Bulunulan bölgeye göre yardımcı ebe/hemşireler, kamuya bağlı ebeler, köy ebeleri ve sağlık çalışanları özel eğitim sonrası yardımcı statüsüne geçebilirler. Bu kişiler genellikle kırsaldaki annelik hizmetlerin belkemiğini oluştururlar ve özellikle iyi eğitilmiş ebeler tarafından denetlenirse doğum sonuçları bu hizmetlerin kullanılmasıyla iyileştirilebilir. Ev ziyaretleri de sağlık çalışanlarına kadınları diyet ve sağlıkla ilgili eğitme ve gıda takviyesi verme olanağını tanır. Sağlık farkındalığı uzun solukludur. Doğum öncesi bakım veren sağlık çalışanları doğumda eğitimli birinin bulunması ve güvenli doğum konusunda kadınları bilgilendirmeli, komplikasyonların uyarıcı belirtilerini anlatmalı ve acil durumlarda yapılacakları öğretmelidirler. Hindistan gibi gelişmekte olan ülkelerde, doğum için güvenli ortam sunan hastane doğumlarının önemi her zaman vurgulanmalıdır (Bkz. Bölüm 49). Doğum hekimlerinin rolü Doğum hekimlerinin ulusal topluluğu, Hindistan Kadın Hastalıkları ve Doğum Uzmanları Federasyonu (The Federation of Obstetricians and Gynecologists of India [FOGSI]) bu ihtiyacın farkında olup, şu programları uygulamaktadır (Bkz. Bölüm 49): 1. Üreme ve çocuk sağlığı: Bu başlık altında UNICEF ile işbirliği halinde doğuma yardım edecek eğitimli personel ve birinci basamak sağlık merkezlerindeki doktorlar için, acil obstetrik durumlara müdahaleyi içeren çeşitli farkındalık ve eğitim programları yürütülmektedir. 2. FOGSI’nin acil obstetrik bakım: FOGSI, Macarthur Vakfı ile işbirliğinde

Hindistan’ın üç eyaletinde gebelik ve doğum komplikasyonları ile ilgili doktor eğitimine başlamıştır. Özet olarak bu problem oldukça büyüktür. Gerekli olan çabalar fazladır, kaynaklar yetersizdir ve sonuçlar uzun vadelidir. Ancak azimli istek ile problem yok edilemese bile azaltılacaktır. Kaynaklar 1. Daftary SN, Desai SV, eds. Selected Topics in Obstetrics and Gynecology, Vol 1. Dehli: BI Publications Pvt. Ltd, 2005:115 2. Murray C, Lopez A, eds. Health Dimensions of Sex and Reproduction, Vol. 3. Global Burden of Disease and Injury Series. Boston: Harvard University Press, 1998:170–4 3. Barton R, Burkhalter. Consequences of Unsafe Motherhood in Developing Countries in 2000: Assumptions and Estimates from the REDUCE Model. In Murray C, Lopez A, eds. Health Dimensions of Sex and Reproduction. Bethesda, MD: University Research Corporation, unpublished, 170–4 4. Murray C, Lopez A. Health Dimensions of Sex and Reproduction; Burkhalter, Consequences of Unsafe Motherhood in Developing Countries in 2000; Table 5 5. Tsui A, Wasserheit JN, Haaga JG, eds. Reproductive Health in Developing Countries. Washington, DC: National Academy Press, 1997:120–3 6. Coverage of maternity care. Geneva: World Health Organization, 1996 (unpublished document WHO/FRH/MSM/96.28). http://www. who.int/reproductive-health/publications/reduction_of_maternal_mortality/reduction_maternal_ mortality_chap4.htm

350


Bölüm 41 HUKUKİ SORUNLAR: ULUSLARARASI BAKIŞ AÇISI K. J. Dalton S. Özden

GİRİŞ Doğum sonu kanamadan sonra yaşanan hukuki sorunların geçmişi 100 yıldan daha öncesine uzanmaktadır. Ancak medeni hukuk yargı dairesinde karar verilmiş sadece 34 dava bildirmiştir. LEXIS veri tabanı medeni hukuk yargı dairesi tarafından bildirilen hukuki davaları içerir. Napolyon tarzı hukuku kullanan kamu hukuku yargı dairelerinin kararlarını ise içermez. Tarihçe aşağıdaki terimler kullanılarak derlendi: [(post-partum VEYA postpartum) VE (haemorrhage VEYA hemorrhage)]. İlk olarak İngilizce veritabanları, İngiliz Milletler Topluluğu ve İrlanda, ABD Federal ve Eyalet dava hukuku veritabanları araştırıldı. Ardından görsel olarak tüm potansiyel davaların tam-metin veya metin özetleri anahtar kelimeler için araştırılarak çalışmaya dahil edilmeye uygun olanlar belirlendi. Çoğu dava uygun bulunmayarak dışlandı (örneğin: doğum sonu dönemde retina kanaması). Bundan sonra geriye sadece 34 dava kaldı. Çalışmaya dahil edilen tüm yargı dairelerindeki davaların hepsinin çalışmaya dahil edilebilmesi kolay ve doğru bir yol olmadığı için, alt mahkemelerdeki bazı davalar gözden kaçmış olabilir. İLK ANNE ÖLÜMÜ DAVASI (1905) Dava açılan 34 olgunun yarısında (17 dava) (yani % 50) anne ölümü söz konusuydu. Bunlardan ilki ABD’de görüldü. Florence Westrup 27 Şubat 1905 tarihinde Newport, Kentucky dışındaki evinde ilk çocuğunu doğurdu. Hasta “hekimlere karşı büyük nefret duymaktaydı” ve bu nedenle doğal ev doğumu planladı. Doğumun iyi seyretmiş olmasına rağmen (miadında), hastanın kanaması başladı. Hasta karşı olsa da, eşi aile hekimini çağırdı. Aile hekimi muayenesini yaptı ve plasenta parçasının kaldığını saptadı. Alet çantasını almak için evine gitti ve geri döndü. Ancak bu sırada Florence Westrup ölmüştü. Yerel polis hastanın eşini istemeden adam öldürmekle suçladı ve aşağıdaki şekilde zabıt tuttu: “karısını kasıtlı olarak ihmal ederek.... doğuma

alındığı sırada gerekli olan bakım ve ihtimamı göstermeyerek ölüme sebep olmak.” Hastanın eşi Campbell Bölge Mahkemesi’nde yargılandı ve suçlu bulunarak 8 ay hapis ile cezalandırıldı. Bu karar Kentucky Temyiz Mahkemesi’nde temyiz edildi ve mahkeme konu hakkındaki görüşünü aşağıdaki şekilde ifade etti1: “Tıp mesleğine büyük saygısı olan ve aile hekiminin bilgisi ve yeteneğine tam olarak güven duyan bizler.... doğum sonu kanama hemen daima ölümcüldür….. duruşma hakimi otoritesini kullanarak temyize giden kişinin suçlu olmadığı konusunda jüriyi bilgilendirmelidir.” Günümüzde mahkemeler nadiren tıp mesleğine veya hekimlere böylesine saygılıdır. Bu kitabın diğer bölümlerinin çoğunda gösterildiği gibi, ortamda hekim mevcutsa ve kanamayı tedavi etme konusunda iyi hazırlanmışsa ölüm olasılığı çok azdır. YASA DIŞI TIP UYGULAMASI (1907) 1907’de, Chicago Ebelik Enstitüsü’nün bir görevlisi olan ve birçok yıl ebe olarak çalışan Hannah Porn, yasa dışı tıp uygulaması ile itham edildi. Vurgulanan sebepler arasında, doğum sonu kanama ve uterusun yeterli kasılmıyor olmasında tedavi için “formül” kullanması ve ayrıca doğum için forseps kullanması vardı. Bunlar “davalının uyguladığını itiraf ettiği işlemler”di. Çok nadiren uygulanmışlardı ve “asla bir hekim çağırabilecek zaman varsa uygulanmamışlardı”. Buna rağmen suçlu bulundu ve Massahachusett Temyiz (itiraz) Mahkemesi kararı aşağıdaki gerekçelerle onayladı2: “Hekimler için yüksek profesyonel kalite standardının devamlılığı toplum sağlığı için hayati önem taşır.” Burada hekimlere gösterilen Kentucky saygısı bir ebeden esirgenmişti. TEHLİKELİ KALDIRIM (1908) İkinci anne ölümü davası 1908 yılında duyuldu. Bir Doğu St Louis hekiminin karısı olan Mollie Short 36

351


haftalık gebeydi. 17 Kasım 1906 akşamında alışverişe çıktığında zeminden 6 ayak yüksekteki ahşap bir kaldırım (yani tahta yol) boyunca yürümekteydi. Bu kaldırım 1896 kasırgasında hasara uğramış, ancak uygun şekilde tamir edilmişti. Mollie’nin sol ayağı bir çukura kaydı ve sol kalçası çıktı. Bunu takiben de preterm doğum başladı. Bebek yaşadı ama o doğum sonu bir kanama nedeniyle öldü. Kocası şehir yönetimine kaldırımın tehlikeli olduğu gerekçesiyle dava açtı ve 5.700 $ tazminat kazandı. Hastanın eşi doğum sonu kanamanın preterm doğumun doğrudan bir sonucu olduğu ve kaldırım tehlikeli olmamış olsaydı ölümün oluşmayacağı iddiasında başarılı oldu. Temyizde asliye ceza mahkemesinin kararı onaylandı3. TELEFON PROBLEMİ (1909) 1909 yılının bir Ekim sabahı saat 03.00’de, Georgia’da Bayan Glawson’un bilinmeyen bir gebelik haftasında kanaması başladı. Kocası 7 mil uzakta oturan bölge hekimine telefon açtı. Hekim bazı önerilerde bulunduysa da hastanın durumu iyileşmedi. Kocası hekimle telefon teması kurmak için defalarca çalıştı. Fakat telefon operatörü 2 saat boyunca yanıt vermedi. Nihayet eve acilen ziyaret etmeye hazır durumdaki hekimle bağlantı tekrar sağlandı. Hekim eve ulaştığında hasta düşük yapmıştı “doğum sonu kanaması” vardı ve öldü. Kocası telefon şirketine, telefonuna 2 saat süreyle yanıt vermeyi açıkça ihmal ettiği için dava açtı. Avukatı “bu ihmal için, hekimin davacının evine zamanında ulaşabileceğini ve karısının hayatını kurtarmış olabileceğini” iddia etti. Davayı kazandı ve 5.000 $ tazminat aldı. Telefon şirketi karara Georgia Temyiz Mahkemesinde itiraz etti, ancak itirazı başarısız oldu4. Mahkeme telefon santralindeki donanımın genel arızasının ihmal olmayacağına, ancak bu davada telefon operatörünün gelen aramayı fark etmeyerek eksik özen gösterdiğine karar verdi. TRAFİK KAZASI (1930) 1909’daki Bayan Glawson davasından sonra 20 yıldan uzun zaman sonra mahkemeye bir diğer doğum sonu kanama davası daha ulaştı. Bu davanın konusu gebelikte trafik kazası olduğu için bir ilkti. 1930’da, Bayan Peterson ikinci gebeliğine hamile kalışından sadece 2 gün sonra, St Paul, Minnesota yakınında bir trafik kazası geçirdi. Seyahat ettiği otomobil devrildi. Çok hızlı gittiği iddia edildiyse

de, sürücü lastiğin patladığını iddia etti. Gebeliğin sonunda annelik ölüm oranı “çok yüksek” olduğu bilinen santral plasenta previa saptandı. Doktoru bir başka uzmana danıştı. Hastaya nispeten nadir bir operasyon olan sezaryen yerine normal yolla doğurtulması gerektiği söylendi. Doktoru “Vorhees bag yöntemi”ni kullanarak plasentayı vajinadan delerek doğumu sağladı. Çocuk öldü, daha sonra anne de doğum sonu kanama nedeniyle öldü. 9 ay önce kadının bindiği taksinin sürücüsüne ihmal davası açıldı. Uzman tıbbi bilirkişi yol kazasında plasentanın previa pozisyonunda olması, bunun annenin doğum sonu kanaması ve ölümüyle doğrudan ilişkili olduğu yönünde görüş bildirdi. Jüri bu açıklamadan ikna olmadı ve sürücü lehine karar verdi. Minessota Temyiz Mahkemesi’ne yapılan itiraz başarısız oldu5. İYATROJENİK OBSTETRİK HASAR (1955) Bazen annenin ölümü eylemin olağan dışı yönetilmesinin bir sonucu olarak oluşur. 1955 yılında Bette Goff’un doğumu pitüitrin ile indüklenmişti. Doğum sırasında doktoru servikste açılmayı engelleyen bir bant saptayarak saat 12 hizasında onu insize etti. Hasta normal yoldan doğurdu. Ancak serviksteki insizyon onarılamadı. Birkaç saat süreyle doğum sonu kanamanın ardından doğumu yaptıran iki hemşire doktoru çok geç olduktan sonra haberdar ettiler. Ne yazık ki hasta kan kaybından öldü. Aile doktor ve hemşirelerin ihmalinden dolaylı sorumluluğu olduğu için hastaneye karşı yasal işlem başlattı. Hukuki sebeplerle yargılama yeniden yapıldı6. İhmalin kısmen doktora ait olduğu kabul edildi. Hemşirelerin ihmali de kayıtlardan anlaşıldı. Daha sonra bu dava konusunda rapor sunulmadı, muhtemelen taraflar kendi aralarında anlaşarak konuyu kapattılar. SAĞLIK SİGORTASI (1956) Doğum sonu kanama bazen sigorta sorunu nedeniyle dava konusu olmuştur. Rapor edilen en erken dava 1956’da Juanita Whitten’e aittir. Hastanın sağlık sigortası poliçesi gebelikteki herhangi bir komplikasyon için hastaneye yatışı kapsamaktaydı. Yedi gebeliği ve iki abortusu vardı. Son çocuğunun doğumunu takiben ağır kanama olmuş ve sterilize edilmişti. Doktor sağlık sigortası poliçesinin kapsamı içindeki bir komplikasyon olan doğum sonu kanamanın ileride olmaması için sterilizasyon

352


işlemi yapıldığını bildirmişti. Ancak sigorta şirketi ve Alabama Temyiz Mahkemesi, poliçenin sadece güncel komplikasyonları kapsadığı ve gelecekte oluşabilecek veya oluşmayabilecek potansiyel komplikasyonları kapsamadığı gerekçesiyle masrafların ödenmesi talebini kabul etmedi7. YANLIŞ KAN TRANSFÜZYONU (1951, 1955, 1972) Yanlış kan transfüzyonu iddiasıyla üç dava açılmıştı.1951’de Bayan Madison, bir şehir hastanesi ve bir devlet kamu kurumu olan San Francisco Hastanesi’ndeyken şiddetli doğum sonu kanama geçirdi. Maalesef uygunsuz kanla transfüzyonu yapıldı ve bunun sonucunda öldü. Kocası San Francisco şehrine ve devlete yönelik dava açtı. Ancak mahkeme devletin, hükümdar muafiyetine benzer şekilde hukuk davasından muaf olduğunu bildirdiği için davayı kaybetti. Temyiz mahkemesi yargıçları bu kararı verdikleri için üzgün olduklarını, ne var ki devlet muafiyetinin dava edildiği diğer benzer davalardaki sonucu izlemeye zorunlu olduklarını bildirdiler ve aşağıdaki açıklamayı yaptılar8: “İdari bir görevi yapmakla görevli bir çalışanının ihmalinin sebep olduğu zarar için devletin ve makamlarının sorumsuzluğu doktrini, kral yanlış yapmaz kurgusundan kaynaklanmaktadır.” (İngiliz kanununda, kraliçe hala kanunun üzerinde kabul edilmektedir. Fakat onun devlet bakanları kanunun üzerinde değildir ve mahkeme sıklıkla karşısında onları bulacaktır.) 1955’te Josephine Gillen, Teksas’daki Brooke Army Hastanesi’nde doğum yaptı. Daha sonra doğum sonu kanama meydana geldi ve kan transfüzyonu yapıldı. Durumu kötüleşti ve iki gün sonra böbrek yetmezliği nedeniyle öldü. Aile O Rh negatif hastaya O Rh pozitif kan transfüzyonu yapan askeri tıbbi personelin ihmalini iddia ederek ABD’nden davacı oldu. Savunmada hastanın kan grubunun gerçekte O Rh pozitif olduğu ve O Rh negatif kan verildiğini ve grup uyumlu transfüzyon yapıldığı iddia edildi. Mahkeme yanlış bir transfüzyon olmadığını, buna bağlı hiçbir böbrek problemi oluşmadığını ve tıbbi bakımda hiçbir ihmal olmadığını saptadı. Bu bulgu temyizde onaylandı9. 1972’deki Theda Parker davasına kadar 15 yıldan uzun zaman geçti. Hastanın üçüncü doğumu isteği üzerine 38 gebelik haftasında indüklenmişti.

Doğum iyi seyretti, ancak doğum sonu kanama meydana geldi ve kadın doğumcusu histerektomi yapılmasını önerdi. Operasyonun seyri sırasında kan transfüzyonu gerekti. Ne yazık ki başka bir hasta için test edilmiş olan kan verildi. Büyük sorunlar ve sistite bağlı hematüri yaşadı ve sonunda evliliği bozuldu. 1976’da hasta ve eşi çok erken doğum indüksiyonu uyguladığı (tıbbi nedenlerden çok konfor için) ve bunun doğum sonu kanamayı, transfüzyon hatasını ve ailelerinin parçalanmasına yol açan olayları başlattığı iddiasıyla kadın doğum hekimine dava açtılar. Temyizde iddiaların çoğu reddedildi. Fakat hastanene görevlisinin kanları karıştırmadaki ihmali için 20.000 $ tazminat ödemesine karar verildi10. KAN TRANSFÜZYONUNU İZLEYEN İNFEKSİYON (1981, 1982, 1985) Doğum sonu kanama için transfüzyonu takiben kanla bulaşan hastalığın görüldüğü dört dava söz konusu oldu. Üç davada HIV ve birinde hepatit C bulaşmıştı. HIV AIDS ilk olarak 1982’de teşhis edildi ve HIV virüsü 1983’te tanımlandı. Bundan kısa süre sonra, doğum sonu kanamanın sonucu olarak ilk HIV infeksiyonu rapor edildi. 1984’de HIV-ELISA testi bir kit olarak ilk kez satışa sunuldu ve 2 Mart 1985’de satışı FDA tarafından onaylandı. Sadece 11 gün sonra, 13 Mart’ta, Colorado, Denver’daki Belle Bonfils Memorial Kan Merkezi ilk test kitini teslim aldıysa da personeli kitin kullanımı konusunda henüz eğitilmemişti. Aynı gün Bayan KW erkek bebeğini 2 hafta erken olarak olaysız şekilde doğurmasını takiben, ikincil doğum sonu kanama nedeniyle hastaneye yatırıldı. Kanaması durmadığı için histerektomi yapıldı. Hiçbiri HIV için test edilmemiş altı ünite kanla transfüzyon yapıldı. 1986’dan itibaren verici kanı rutin olarak HIV için test edilemeye başlanıldı ve bu sırada 1985 vericilerden birinin HIV pozitif olduğu saptandı. Önceden kan verilen tüm alıcılar saptandı ve test edildi. Böylece KW’nin HIV pozitif olduğu saptandı. Hasta, eşi ve oğlu, bu vericiyi “uygun olmayan kişi” olarak tanımlayıp dışlamadığı gerekçesiyle Belle Bonfils Memorial Kan Merkezine dava açtılar. (Bu davada aslında HIV için spesifik test konu değildi). Bu davadaki yasal tartışmaların çoğu vericinin tıbbi

353


kayıtlarına ulaşılması konusundaki mahremiyeti etrafında gerçekleşmişti. Colorado Temyiz Mahkemesi vericinin tıbbi kayıtlarının sınırlı olarak açıklanmasına hükmetti11. 1981’de Amerikalı bir denizcinin karısı olan Matsuko Gaffney, California’daki Long Beach Deniz Hastanesi’nde doğum için başvurdu. Dört hafta günü geçmişti ve serviksi doğum indüksiyonu için uygun değildi. Normal yolla doğumunu takiben doğum sonu kanama oluştu ve iki ünite kan transfüzyonu yapıldı. Daha sonra farklı bilirkişiler uygun fetus izlemi yapılsaydı fetustaki sıkıntının saptanabileceği ve fetus ölümü, infeksiyon, doğum sonu kanama ve kan transfüzyonu olmaksızın hastanın sezaryenle doğurtulabileceği konusunda görüş birliğine vardılar. Hasta 1983’de sağlıklı bir kız ve 1985’de bir erkek bebek daha doğurdu. Çocuğun AIDS olduğu saptandı ve 1986’da öldü. Bayan Gaffney ve kocasının HIV pozitif olduğu saptandı. Bayan Gaffney 1987’de AIDS nedeniyle öldü. Ölümünden sonra 1990’daki bir mahkemede verilen kanlardan birisinin “homoseksüel aktivitesi olan bir vericiden” alındığı ve HIV testi uygulanmamış olduğu öğrenildi. Mahkeme Bayan Gaffney ve ailesinin başına gelen şanssız olaylar zincirinden, bu sırada HIV infeksiyonu zamanında saptanmamış olsa bile, askeri hastaneden sorumlu olan ABD’nin sorumlu olduğu kararına vardı. ABD’in Bayan Gaffney’in tedavisinde ihmalinin olduğuna, ihmalin doğrudan sonucu olarak transfüzyona gerek duyulduğuna ve 1981’de bulaşıcı bir hastalığın kan transfüzyonu yoluyla bulaşabileceğinin öngörülebilir olduğuna karar verildi12. 1982’de doğum yapan Sheri Traxler’in davası buna tezat oluşturuyordu. İki hafta sonra şiddetli doğum sonu kanama nedeniyle iki ünite kan transfüzyonu uygulanmıştı. Histerektomi düşünülmüş, ancak gerekli olmadığına karar verilmişti. Sekiz yıl sonra, 1988’de vericilerden birinin HIV pozitif olduğu ve hastanın da HIV pozitif olduğu saptandı. Kadın doğumcusuna (1) plasentayı tam olarak uzaklaştırmadığı ve (2) herhangi bir kan transfüzyonu için özel bir onam vermemiş olduğu gerekçeleriyle dava açtı. Doktoru (1) plasenta parçalarının tam çıkmamasının sıklıkla görüldüğünü ve (2) hastanın tedavi için verdiği yazılı genel onamının, hasta kan hacminin %30-40’ını kaybetmiş olduğu için, kendisine kan verme konusunda yetki verdiğini savundu. Alt mahkeme doğum sırasında veya doğum

sonu kanama sırasında hiçbir ihmal olmadığına ve HIV infeksiyonu riskinin öngörülemeyeceğine karar verdi. Bu karar California temyiz mahkemesince onaylandı13. Hepatit C Doğum sonu kanama için kan transfüzyonu hepatit C gibi kanla bulaşan diğer infeksiyonlara sebep olabilir. 1988’de Anita Endean, British Columbia’da normal yolla doğum yaptı. Doğum sonu kanama meydana geldi ve Kanada Kızıl Haçı (Canadian Red Cross [CRC]) tarafından sağlanan eritrosit süspansiyonu verildi. Evine gittikten sonra soğuk algınlığına benzeyen bir halsizlik oluştu. Altı yıl sonra, 1994’de, kan vermek istediğinde hepatit C testinin pozitif olduğu saptandı. Hepatit C’nin kısa vadeli etkileri geçici ise de uzun vadede siroz riski (yıllık % 10) oluşturur ve bu hastalarda daha sonra hepatosellüler karsinom gelişmesi riski yıllık % 5’dir. CRC geriye dönük araştırma yaptığı zaman 1988’deki vericilerden birisinin o anda hepatit C testinin pozitif olduğunu saptadı. Hepatit C virusu (HCV) ilk olarak 1988’de tanımlanmıştır. Çok geçmeden HCV için bir antikor testi geliştirilmiş olsa da British Columbia testi 1990’a kadar yaygın olarak kullanıma sokmamıştır. Bununla birlikte 1988’de non-A non-B hepatit için verici testi yaygın olarak uygulanmıştır. Hasta kadın doğumcusu için hukuki girişimde bulunmadı. Ancak 1988’de vericiye HCV testi uygulamadığı ve bu nedenle kan ürünleriyle hepatit C bulaşmasını önlemedeki başarısızlığı iddiasıyla, kanı sağlayan CRC’ye dava açtı. Hasta ayrıca CRC’nin bazı tıbbi kayıtlarını kasıtlı olarak tahrip ettiğini ve bu şekilde “belge yok etme” suçu işleyerek yasal girişimde bulunma konusunda kendisini dezavantajlı duruma düşürdüğünü de iddia etti. Ayrıca kan transfüzyonuna bağlı hepatit C ile infekte olan birçok diğer hastayla birlikte, 1995’de CRC’ye karşı bir grup eylemine katıldı. Bu kitlesel eylemde kendisininkinin “örnek dava” veya öncü dava olarak tek doğum sonu kanama davası olduğunu gösterdi. Davası CRC tarafından çözülmesi gereken yeni yasal hususları ortaya çıkardığı için British Colombia Yüksek Mahkemesi onun grup eylemini onayladı. Hukuki girişimin nihai sonucu rapor edilmediği için, sorun muhtemelen mahkeme dışında halledilmiştir14.

354


KAN TRANSFÜZYONUNDA GECİKME (1984, 1988, 2000) Birkaç davada doğum sonu kanamadan sonra kan verilmesinde gereksiz gecikme olduğu iddia edildi. 1992’de bir Saskatchewan Mahkemesi kırsal ortamda doğum sonu kanamanın tehlikelerini dikkate aldı. 1984’de Corrine Neath, A hastanesinde sorunsuz olarak bebeğini doğurdu. Ancak plasentasının doğurtulması sırasında “kontrollü kordon traksiyonu” uygulanırken uterus inversiyonu gelişti. Doğumu yaptıran doktor uterusu yerine koymadan plasentayı inversiyona uğramış uterustan ayırmaya çalıştı. Fakat plasenta yapışıktı (plasenta akreata). Yoğun kanama başladı ve hastanede kan transfüzyonu olanağı yoktu. Hasta daha sonra ambulans ile sadece 30 dakika mesafedeki kan uygunluğu açısından test yapıp, transfüzyon yapılabilen C hastanesi yerine; 90 dakika mesafedeki B hastanesine nakledildi. B hastanesine nakil sırasında hastanın bilinci kayboldu ve hastaneye ulaştığında muhtemelen beyin ölümü oluşmuştu. B hastanesinin kan transfüzyonu olanakları sınırlıydı ve nöbetçi kadın doğum hekimi yoktu. Burada kan transfüzyonu yapıldı ve O’Sullivan yöntemiyle normal salin kullanılarak inversiyon düzeltildi. Hasta daha sonra tam kan transfüzyonu imkanı ve nöbetçi kadın doğum hekimi olan Saskatoon’daki Üniversite Hastanesine (D hastanesi) nakledildi. Ne yazık ki, ambulans D hastanesine ulaştığında hasta ölmüştü. Mahkeme uzak kırsal bir bölgede doğumun ilave tehlikelerini kabul etti ise de “doğumu yaptıran doktorun yetenek, beceri ve özen standardının kırsal ortamda çalışan genel bir pratisyenden beklenen standardın altında” olduğuna karar vererek 343.000 $ tazminat ödemesine hükmetti15. 2000’de Dr. Gabaldoni, Maryland Eyalet Hekim Kalitesi Komisyonu’nun hasta yönetimi sigortası öncesinde preeklampsi nedeniyle miadında bir gebeye indüksiyon uyguladı. Doğum iyi seyretti. Ancak plasenta parçalarının tam çıkmamasına bağlı oluştuğu düşünülen bir doğum sonu kanama oluştu. Sonraki 48 saat içinde hastanın durumu kötüleşti ve hemoglobini 4,7 g/dl’ye kadar düştü. Dr. Gabaldoni’nin hastaya eşlik etme konusunda acele etmediği ve kan transfüzyonunda yavaş davrandığı iddia edildi. Kan transfüzyonuna doğum sonu 48 saatte başlanıldı ve bu sırada hastada ağır solunum sıkıntısı gelişti. Hastanın durumu kötüleşmeye devam etti. Doğum sonu 72 saatte hasta yoğun

bakım ünitesine alındı. Hasta buradaki 48 saatinin sonunda öldü. İki gün sonra Dr Gabaldoni’nin notlarına bir seri tarihsiz ilaveler yaparak, verilen bakımın hastanın gerçekte aldığından daha iyi olduğunu gösterdiği iddia edildi. Bu ilave girişlerin kolayca ayırt edilemeyecek bir tarzda, orijinal izlem notlarındaki ile aynı renkte mürekkep ile yapıldığı ileri sürüldü. Maryland Hekim Kalitesi Sigortası Komitesi, 1995’de Maryland Medikal Pratik Sözleşmesi başlığı altındaki sorumlulukları belirledi. Bu dava komite tarafından değerlendirilirken, Gabaldoni’nin hastayı ne zaman gördüğü, ne zaman kan transfüzyonu önerdiği ve tıbbi kayıtların doğru şekilde yazılıp yazılmadığı konularında bir belirsizlik söz konusuydu. Komite bulguları değerlendirdikten sonra “tıbbi bakımın sağlanmasında uygun standartlara uyulmadığını” saptadı ve bir kınama yayınladı. Gabaldoni itiraz etti, ancak Maryland özel itirazlar mahkemesi itirazı reddetti16. 2000’de Malezya İtiraz Mahkemesi, bir tıp merkezinin transfüzyon için kan bulundurmak zorunluluğu olup olmadığını değerlendirdi. 1988’de, Pearly Choo ilk bebeğini doğurmak üzere hiç kan stoku olmayan bölgesel bir tıp merkezine başvurdu. Sağlıklıydı, gebeliği sorunsuz geçmişti ve düşük riskli olduğu düşünülmekteydi. Bebeğini sorunsuz olarak doğurdu. Ancak daha sonra ciddi doğum sonu kanama gelişti. Rutin pratikte, kan yakındaki Kuala Lumpur Hastanesinden istenmekteydi ve hastanın kocası kan temini için gönderildi. Kocası kan ile geri döndüğünde eşi zaten kanamadan ölmüştü. Hastanın kocası kan sağlamak ve zamanında vermek zorunda olduğu gerekçesiyle tıp merkezine karşı dava açtı. Yerel mahkeme davalı hastane lehine karar verdi. Dava üst mahkemede temyiz edildi. Yargıtay yerel mahkemenin kararını iptal etti ve hastanın kocasını haklı buldu. Ancak hastane “doğumların ebeler tarafından annelerin evlerinde de yaptırıldığı ve buralarda doğum öncesinde kan depolanamayacağı dikkate alındığında” her doğum öncesinde kan depolanmasının saçma bir durum olacağı gerekçesiyle temyiz mahkemesine başvurdu. Temyiz mahkemesi her doğumdan önce kan depolanması gerektiği yönündeki bilirkişi raporunu reddeden, yerel mahkeme kararını onayladı ve bu nedenle üst mahkeme kararını iptal etti. Temyiz mahkemesi bu kararla düşük riskli hasta için kan depolanması zorunluluğu olmadığına hükmetmekteydi. Ayrıca bu davadaki doğum sonu kanamanın bildik şekilde

355


yönetildiğine karar verdi17. TATİLDEKİ KADIN DOĞUM UZMANI (1961) Kadın doğum uzmanları geleneksel olarak, şehir dışına veya tatile çıkarlarken komplike hastalarını bir çalışma arkadaşına devreder. Çalışma arkadaşının ihmali nedeniyle bir şeyler ters gidebilir ve tatildeki kadın doğumcuya ihmal nedeniyle dava açılabilir. 1961’de doğum sonu kanamadan ölüm nedeni ile böyle bir dava açılmıştır. Beşinci çocuğuna hamile olan Patricia Sturm, 33. gebelik haftasında kadın doğum hekimine uzun süredir bebek hareketlerini hissetmediğini bildirmişti. Hekimi kalp atımı saptayamamıştı ve henüz ultrason icat edilmemiş olduğundan korumacı yaklaşımı önermişti. Hastasına muhtemelen normal doğuracağı, ancak bebeğin ölmüş olması olasılığının söz konusu olduğunu anlatmıştı. Hasta moral çöküntü yaşadığı için olası tüm komplikasyonları hekimiyle tam olarak tartışmamıştı. Hastada sadece aralıklı olarak serum fibrinojeni test edildi. Doktor hastasına doğum sırasında tatilde olacağını ve kendisini arkadaşının izleyeceğini bildirdi. Hasta doğum öncesi izlem için ayrıca randevu alma girişiminde bulunmadı. 41. gebelik haftasında, hekimi tatildeyken vajinadan kanamaya başladı. Hasta hastaneye yatırıldı ve çalışma arkadaşı ölü bir bebek doğurttu. Şiddetli doğum sonu kanamayı takiben sekiz ünite kan transfüzyonu ve histerektomi yapıldı (Mahkeme raporu histerektominin vajinadan yapıldığını bildirmekteyse de bu doğru olmayabilir). Ne yazık ki acil tedaviye rağmen hasta öldü. Otopsi raporu hastanın ölümünü fetusun ölümüne bağlı oluşan pıhtılaşma defektinin yol açtığı doğum sonu kanamaya bağladı. Aile doğum öncesi bakımdaki ihmalin sorumluluğunu yardımcısıyla birlikte paylaştığı gerekçesiyle hem doğumu yaptıran doktora, hem de tatildeki doktora dava açtı. Oklahoma Temyiz Mahkemesi bu iddiayı reddetti ve tatildeki kadın doğumcunun suçsuz olduğuna karar verdi18. LİSANSSIZ KADIN DOĞUM PRATİĞİ (1963) Doğuma eşlik eden görevlinin doğum pratiği konusunda ehliyeti olmadığı gerekçesiyle sadece iki doğum sonu kanama olgusu dava konusu olmuştur. Dava konusu en erken ilk olgu 1907’de idi. Diğer dava 1963 yılında rapor edildi. Bernhard ve Lund, şiropratik (masajla tedavi) ile ilgilenen iki doktordu

ve doğum yönetimi konusunda yetenekli olduklarını iddia ediyorlardı. Laeden Stojakovich’in evdeki doğumuna eşlik ettiler ve ne yazık ki doğum sonu kanama meydana geldi. Hastaneye sevk edilemeden önce öldü. Doktorlar iş ve meslek kanunu ihlal (tıp pratiği yapmak için) ve taksirle ölüme neden olma (sakınılabilir bir ölüme sebep olma) ile suçlanıp mahkum edildiler. Şaşırtıcı bir şekilde ve karmaşık hukuki sebeplerle California Temyiz Mahkemesi her iki kararı da iptal edip ve yeniden yargılama talebini reddetti. HASTANIN KISA SÜREDE TABURCU EDİLMESİ (1977) 1977’de Patricia Hale (20 yaşında), Dr. Sheikholeslam’ın gözetiminde Teksas’taki Fannin Şehir Hastanesi’nde gebelik süresinin sonunda normal yolla doğum yaptı. Doğumdan 30 saat sonra kanaması halen devam etmekteyken taburcu edilerek evine gönderildi. Doğum sonu 8. günde kanamasının devamı üzerine yeniden hastaneye yatırıldı. Uterusu kasılı hale getirmek için bir enjeksiyon (tahminen ergometrin), kan transfüzyonu ve kürtaj yapıldı. Operasyondan sonra hiçbir enjeksiyon yapılmadı ve antibiyotik verilmedi. Halsizlik hissetmesine ve kanamasının devam etmesine rağmen 36 saat sonra taburcu edilerek evine gönderildi. 20. günde yeniden ağır bir doğum sonu kanama başladı. Hasta bu defa başka bir hastaneye yatırıldı ve farklı bir jinekolog uterus infeksiyonu tanısı koydu. İkinci kez kürtaja rağmen ağır kanama devam etti ve histerektomi yapılmak zorunda kalındı. Hasta ilk doktora ve hastaneye özensiz bakım gerekçesiyle dava açtı. Alt mahkeme doktor ve hastaneyi ayrı ayrı suçlu buldu ve 100.000 $ tazminata hükmetti. Ancak hastane doktorun bağımsız bir anlaşmalı taraf olduğu ve hastanenin bir hizmetçisi veya temsilcisi olmadığı, hastanenin bir devlet kurumu olduğu ve haksız fiil sorumluluğundan muaf olduğu gerekçeleriyle mahkemenin kararına itiraz etti. Temyiz mahkemesi hastanenin itirazını haklı buldu ve alt mahkemenin hastanenin sorumluluğu hakkındaki kararını iptal etti. Dr. Sheikholeslam itiraz etmedi ve bu nedenle kendisi hakkındaki karar değişmeden kaldı20. YETERSİZ PERSONEL (1981) Stephen Martin 1981’de, fetun sıkıntısıyla komplike olmuş, normal doğum ile Ontario’da dünyaya geldi. Durumu kötüydü ve daha sonra beyin felci teşhis

356


edildi. Dava 17 yıl sonra, 1998’de açıldı. Doğum hemşiresi James doğum sırasında uygun bakımı sağlama konusundaki ihmali nedeniyle suçlu bulundu. Savunmasında doğum sonu kanaması olan bir başka hasta ile ilgilendiğini bildirdi. Bu mazeret yardım istemesi gerektiği gerekçesiyle kabul edilmedi. Davacının 250.000 $’lık zararının % 25’inden hastane ve hemşirenin sorumlu olduğuna karar verildi21. OTOPSİ YAPILMAMASI (1982) 1982’de Yong Siew Yin miadında ilk bebeğini doğurdu. Travay uzamıştı ve 24 saat sürmüştü. Eylem sırasında az miktarda kanama olmuştu. İkinci safhada uzama ve fetusun sıkıntısı nedeniyle acil doğum gerekmekteydi. Fetusun başı pelviste aşağıya inmişti ve oksiput posterior pozisyondaydı. Bu nedenle Neville Barnes forsepsi kullanılarak bebeğin yüzü pubise dönük olarak doğum gerçekleştirildi. Bunu takiben vajinadaki yırtıklara bağlı olduğu düşünülen bir doğum sonu kanama gelişti. Yırtıklar tamir edilirken kollaps gelişti ve pıhtılaşma bozukluğu ortaya çıktı. Ağır kanama devam etti. Amniyotik sıvı embolisi düşünüldüyse de asla kanıtlanamadı. Hasta yoğun bakım ünitesine alındı ve burada öldü. Şaşılacak şekilde otopsi yapılmadı. Alt mahkemedeki yargıç, kadın doğum hekimini ihmalden suçlu buldu ve hastanenin de dolaylı olarak sorumlu olduğuna karar verdi. Bu karar temyizde onaylandı22. YANLIŞ DOKTORA DAVA AÇILMASI (1982) Bazen hasta yanlış bir doktora dava açabilir. 1976’da Jean Johnson, Indiana’daki Wishard Memorial Hastanesi’nde normal doğum yaptı. Bundan iki hafta sonra geç doğum sonu kanama gelişti. Hastayı başasistan Dr. Deaton gördü ve gebelik ürünlerinin tam çıkmadığını teşhis ederek kürtaj önerdi. Dr. Deaton tanı ve tedavi planını Indiana Üniversitesi Tıp Fakültesi öğretim üyesi Dr. Padilla’ya danıştı ve operasyon gerçekleştirildi. 1982’de Jean Johnson’un infertil olduğu anlaşıldı ve bu durum 1976’da endometriumun aşırı kürtajına (Asherman sendromu) bağlandı. Hasta kürtajını özensiz uyguladığı için Dr. Padilla’ya dava açtı. Ancak kürtaj kararının yerinde olmadığını bildirmedi. Savunmada üç husus belirtildi: (1) Dr. Padilla kürtajı yapmamıştı; (2) Dr. Padilla ile Jean Johnson arasında hiçbir şekilde hasta-doktor ilişkisi

olmamıştı; (3) Dr. Padilla ile Dr. Deaton arasında hiçbir faaliyet ilişkisi olmamıştı. Indiana Temyiz Mahkemesi savunmayı kabul etti ve Dr. Padilla’ya açılan davayı reddetti23. DENEYİMSİZ KADIN DOĞUM UZMANI (1986) Christine Steinhagen, 1986’da üçüncü kez gebe kaldı. İki kez sezaryen operasyonu geçirmişti ve ikinci sezaryeninde “aşırı kanaması” olmuştu. Üçüncü gebeliği sırasında, yaklaşık 20. haftada ani kanaması oldu ve plasenta previa teşhis edildi. 18 hafta süreyle hastaneye yatırıldı ve bu süre içinde uterus kontraksiyonlarını bastırmak için terbutalin verildi. Son doz sabah uygulandı ve elektif sezaryen yapıldı. Kadın doğumcusu asistanlık eğitimini yeni tamamlamış, ancak henüz sertifikası almamıştı. Ayrıca hastasının yönetimi konusunda sertifikalı başka bir kadın doğum uzmanı ile tartışmamıştı ve uygun kalitede başka bir cerrah operasyona eşlik etmemişti. Sezaryen operasyonu aşağı transvers batın insizyonuyla yapıldı. Bebek doğurtulduktan sonra uterus kasılmadı ve yoğun kanama başladı. Bu durumda uterus kontraksiyonunu sağlamak için genellikle meterjin (metil ergonovin) ve/ veya oksitosin kullanılmış olması gerekmekteydi. Hastaya meterjin verilmedi ve en fazla yarım doz oksitosin kullanılmış olabilirdi. Üstelik tıbbi kayıtlarda veya ilaç kartında bu uygulama kayıtlı değildi. Histerektomi yapılsa da kanama devam etti. Hastanın mesanesi hasara uğradı ve hematüri meydana geldi. Ürolog çağırıldı ve sol internal iliyak (hipogastrik) arter bağlandı. Bu kanamayı belirgin olarak azalttı, ne var ki tam olarak durdurmadı. Dokular dayanıksız hale gelmişti. Batın kapatıldı ve hasta gece boyunca yoğun bakımda izlendi. Sonraki gün iç kanama devam ettiği için batın tekrar açıldı. İkinci operasyonda tüm kanama kontrol altına alındı. Bu sırada hasta sağ overini kaybetti ve 34 ünite kan, 14 ünite taze donmuş plazma, 10 ünite trombosit verildi. Ameliyat sonrasında veziko-vajinal fistül, hepatit, vajinada ilişkiyi olanaksız kılan aşırı derecede kısalma ve ağır psikolojik problemler meydana geldi. Hasta Illinois Askeri Deniz Hastanesi’nde takip edildiği ve doğurtulduğu için ABD’ne karşı dava açtı. Duruşma hakimi bilirkişi görüşünü aldıktan sonra yaptığı değerlendirmede sertifikası olmayan bir doğum hekiminin daha deneyimli bir kişiden yardım almaksızın bu komplike olguyu yönettiği, sezaryen

357


operasyonundan hemen önce terbutalin kullandığı ve bu şekilde doğum sonrası uterusun kasılmasını baskıladığı, mesane hasarı riskini azaltabilecek orta hat insizyon uygulamadığı, uterusu kasılı halde tutmak için meterjin verilmemesinin eksiklik olduğu ve histerektomiden ve bir overin kaybından sakınmak için her iki hipogastrik arteri bağlamamasının eksiklik olduğu sonucuna ulaştı. Hekimin davacıya 300.000 $ tazminat ödemesine karar verildi24. OPERASYON NOTUNUN OLMAMASI (1992) Bayan Suchorab 1992’de Saskatchewan’da sezaryen ile doğurtuldu. Altı hafta sonra doğum sonu kanama nedeniyle tekrar hastaneye yatırıldı. Kadın doğum uzmanı hastayı ameliyathaneye alarak durumunu kararlı hale getirdi. Hem operasyon kayıt defteri, hem de anestezistin notu bir dilatasyon kürtaj işlemi yapıldığını göstermesine karşılık cerrahi operasyon notunda bunu destekleyen bir kayıt söz konusu değildi. Ertesi gün doğum sonu kanama tekrarladı ve histerektomi yapıldı. Hasta doktoruna dava açtı. Hasta kanamasının gebelik ürünlerinin tam çıkmamasına bağlı olduğunu ve hekimin uterusunu temizlemediğini (hastanın iddiası) herhangi bir operasyon notu olmamasından anlaşıldığını ve tedavisinin eksik yapıldığını ileri sürdü. Doktor uterusu temizlediğini ancak operasyon notu yazmayı unuttuğunu iddia etti. Ayrıca hastanın kanamasının uterus boşluğundan değil “nekrotik serviks”ten olduğunu ve bu nedenle kürtajın başarısızlığından kaynaklanan ilave bir zararın söz konusu olmadığını iddia etti. Mahkeme hastanın iddiasını reddetti25. SHEEHAN SENDROMU (1977, 1995) Bayan Parker, 1977’de ilk çocuğunu doğurdu. Kadın doğum hekimi plasentayı kontrollü kord traksiyonu ile doğurttu. Ancak uterus inversiyonu ve bunu takiben ağır doğum sonu kanama meydana geldi. Hasta ameliyathaneye alındı ve operasyon notuna “uterusun kendi kendine normal durumuna döndüğü” yazıldı. Hasta beş ay sonra “inversiyone olmuş uterusunun vajinasından aşağıya doğru sarktığını” gördü. Hastanın muhtelif semptomları devam etti ve 1991 yılına kadar (14 yıl sonra) Sheehan sendromu tanısı konulamadı. Hasta 1977’deki kadın doğum hekimine dava açtı. Dört kişilik bir jüri 960.000 $ tazminat ödenmesine karar verdi. Kadın doğum hekimi davaya hem

sorumluluk, hem de meblağ ile ilgili olarak itirazda bulundu. New South Wales Temyiz Mahkemesi sorumluluk ile ilgili itirazı reddetti, ama jürinin belirlediği meblağın çok olduğunu düşünerek yeni bir mahkeme ile azaltılmasına hükmetti26. Natalie Lomeo 1995’de Pennsylvania’daki yerel Community Medical Center (CMC)’da elektif sezaryen ile doğurtuldu. Hastanın operasyon sırasında aşırı kanaması oldu ve bunu doğum sonu kanama izledi. Hastanın hemorajik şok bulguları mevcut olmasına rağmen günün geç saatlerine kadar kan transfüzyonu yapılmadı. Hasta sonraki 3 yıl boyunca halsizlik, bitkinlik, baş dönmesi, saç dökülmesi, amenore, disparöni ve vazomotor semptomlardan yakındı. 1998’de Sheehan sendromu tanısı konuldu. Hasta kadın doğum hekimine ve CMC’ye karşı dava açtı. Ancak savunma Pennsylvania kanunlarına göre iddianın 2 yıllık zaman aşımına uğradığını ileri sürdü. Medeni Hukuk Mahkemesi yasal sorumluluk saatinin ancak Sheehan sendromu tanısı konulduğu zaman çalışmaya başladığını belirterek savunmanın iddiasını reddetti27. Daha sonra ne olduğu rapor edilmedi ve muhtemelen bir anlaşma sağlandı. MALİGN HİPERTANSİYON (1993) Evelyn Dybongco-Rimando, 1993’de normal yolla sorunsuz bir şekilde bir kız çocuğu doğurdu ve bundan kısa süre sonra evine gönderildi. Bundan 8 yıl sonra Ontario Adalet Üst Mahkemesi, davanın “yüzlerce parçalı bir yapboz” olduğuna karar verdi. Yargılama 1999 yılında başladı ve 3 yıla yayılarak 33 gün devam etti. Doğum normal ise de ağır doğum sonu kanama meydana gelmiş ve hasta yeniden hastaneye yatırılmıştı. Sonraki iki gün boyunca kanamasının kontrol edilebilmesi için üç operasyon yapılmıştı. Bunlar uterus eksplorasyonu, histerektomi ve daha sonra tekrar laparotomiydi. Pıhtılaşma bozukluğu geliştiği için büyük miktarda kan ve kan ürünü transfüzyonu yapıldı. Derin hipotansiyon geliştiği için kan basıncını desteklemek için inotropik ajanlar (özellikle dopamin) gerekli oldu. Ancak kan basıncı çok yükseldi ve 33 saat içinde bu sefer malign hipertansiyon nedeniyle yeniden hastaneye yatırıldı. Kan basıncı 237/113 mm Hg’ye ulaşınca dopamin kesildi. Maksimum kan basıncı seviyesi daha sonra 256/126 mm Hg olarak kaydedildi. Hasta beyin kanaması geçirdi ve bundan kısa süre sonra da öldü. Yakınları 55 kişiye karşı hukuki işlem başlattı. 2000 yılındaki duruşmada bunlardan sadece üçü (kadın doğum uzmanı,

358


dahiliye uzmanı ve yoğun bakım uzmanı) davalı olarak kaldı. Nihai yargılamada hakim dahiliye uzmanının “Bu taktiklerin gerçeklere karşı zaferini yansıtıyor” ifadesini vurguladı. Yargıç üç doktoru ihmalden suçlu buldu ve merhum hasta yakınlarına ödenecek tazminat miktarının belirlenmesi için dava açma haklarının saklı olduğuna hükmetti28. BİLİRKİŞİ RAPORUNUN OLMAMASI (1995) Marcia Laidley 1995’de üçüncü doğumunu yaptıktan sonra doğum sonu bir kanama meydana geldi. Supraservikal histerektomi yapıldı. Daha sonra kadın doğum hekimine dava açtı. Ancak davacı mahkemenin verdiği süre içinde davasını destekleyecek bir tıbbi bilirkişi raporu sunamadı. Bu nedenle mahkeme aleyhinde hüküm verince hasta itiraz etti. Ohio Temyiz Mahkemesi, Asliye Ceza Mahkemesi’nin konu üzerinde yeterli araştırma fırsatı sağlamaksızın davalının hızlı karar verilmesi konusundaki teklifini kabul ederek önyargı hatası yaptığına hükmetti29. UÇAKTA DOĞUM SONU KANAMA (1997) 1997’de Ontario’da, Gina Paone’nin doğumu sonrasında plasentası elle alındı (elle halas). Uterus boşluğu eksplore edildi ve boş olduğu düşünüldü. Plasentanın da tam olduğuna karar verildi. Bir ay sonra hasta İtalya’ya uçtu, uçuş sırasında karın ağrısı ve vajinadan yoğun kanaması oldu. İtalya’ya ulaştığında hastaneye yatırıldı ve kürtaj yapıldı. Hasta uterusundan plasenta dokusu alındığının anlatıldığını, ancak bunun için yazılı onayının alınmadığını iddia etti. 1998’de İtalya’dayken Ontario’daki iki hemşire, kadın doğum hekimi ve St Joseph Sağlık Merkezi’ne dava açtı. İtalyan Mahkemesi Ontario’da yapılmış bir tıbbi tedavinin kendi yargı alanı dışında olduğu gerekçesiyle davayı reddetti. Hasta 2000 yılında Ontario’da benzer bir dava açtı. Ancak Ontario kanunları bir doktora karşı davanın, davalının uygulama hatasını öğrenmesinden sonraki 1 yıl içinde; bir hastane veya hemşireye karşı davanın ise hastaneden taburcu edildikten veya tedavisi sonlandırıldıktan sonraki 2 yıl içinde açılmasını gerektirdiği için davalılar galip geldi. Ayrıca Ontario Adalet Divanı bu davada hiçbir bilirkişi raporu mevcut olmadığından yargılanacak gerçek bir sebep olmadığına da hükmetti30.

DOĞUM SONU PLEVRA BOŞLUĞUNA KANAMA (1997) 1997’de California’da alışılmamış bir doğum sonu kanama davası görüldü. Martha Guandique’de 38. gebelik haftasında ağır preeklampsi gelişti. Solunum yetmezliği, hipertansiyon, böbrek işlevlerinin bozukluğu, hepatomegali ve plevra effüzyonu semptom ve bulguları gelişti. Doğum indüklenerek bir erkek bebek doğurtuldu. Atoniye bağlı doğum sonu kanama gelişti ve bu nedenle hastaya oksitosin verildi. Uterustan kan pıhtıları boşaltıldı. Doğumdan kısa süre sonra hastanın belirgin solunum güçlüğü ve sırt ağrısı meydana geldi. Farklı hekimler hastayı değerlendirmesi için davet edildi. Ayırıcı tanıda pulmoner emboli ve amniyotik sıvı embolisi düşünüldü. Oksijenle destek tedavisi uygulandı ve muhtelif ilaçlar kullanıldı. Hemoglobin seviyesi önce 9,5 g/dl’ye düştü ve düşmeye devam etti (Sonraki hemoglobin seviyeleri mahkeme raporunda belirtilmemişti). Kan transfüzyonuna başlanıldıysa da 20 dakika sonra kardiyopulmoner arest oluştu ve hasta öldü. Otopside sağ plevrada yoğun kanama (1.500 ml) olduğu saptandı. Patolog “bölgedeki kan damarlarının dikkatle diseksiyonuna rağmen bu kanamanın oluşum mekanizmasının anlaşılamadığını ve bu nedenle ölüm nedeninin saptanamadığını” bildirdi. Bu davada California Temyiz Mahkemesi öncesinde karmaşık hukuki tartışmaların birçoğu doktorların hastanın ölümünden sorumlu olabileceğine odaklanmıştı. Ancak bu hukuki tartışmalar burada bizleri ilgilendirmemektedir31. KAYBOLAN BEBEK (1999) Bu da nadir bir davadır, ancak ben buna çok benzeyen başka bir davayı da gördüm (aşağıya bakınız). 1999’da evli olmayan bir kadın iş arkadaşıyla bir gönül macerası yaşadı. Arkadaşı karnının büyümekte olduğunu fark etti ve gebe olup olmadığını sordu. O da gebe olabileceğini söyledi. Konu ne onunla, ne de diğer çalışma arkadaşlarıyla daha fazla tartışılmadı. Birkaç hafta sonra ayaklarında şişme yakınmasıyla aile hekimine başvurdu. Yedi aylık gebe olduğunu söyledi. Doktor fetusun kalp atımını duydu, hareketleri hissetti ve sağlıklı olduğunu bildirdi. Bu hastanın 12 Mayıs 1999’dan önceki tek muayenesiydi. Bu tarihten iki gün sonra vajinadan kanama yakınmasıyla Teksas Hastanesi’ne yatırıldı. Şokta olduğu söylendi. Halsiz ve soluktu, vücut ısısı

359


düşüktü ve taşikardisi vardı (Mahkeme raporunda kan basıncından bahsedilmemişti). Gebe olduğunu ve son adet tarihini bilmediğini bildirdi. Kan testi ağır anemik olduğunu gösterdi. Hemoglobin seviyesi mahkeme raporunda belirtilmemişti ama rapordaki yorumlardan muhtemelen 4–5 g/dl civarında olduğu anlaşılmaktaydı. Dört ünite kan transfüzyonu yapıldı. Bir kadın doğum hekimi davet edildi ve uterusu ultrasonografiyle değerlendirdi. Kadın doğumcu bebeğe ait bir bulgu saptayamadı. Ancak term bebekle uyumlu bir plasenta varlığını saptadı. Plasenta doğurtulduysa da plasentaya bağlı bir kordon saptanmadı. Hem hasta, hem de eşlik eden ailesi herhangi bir bebeğin doğduğunu kabul etmediler. Bu nedenle polis çağırıldı. Evi araştırıldı. Yatağının ve banyosunun kanlı olduğu saptandı, ancak bebek bulunamadı. Büyük jüri toplanarak cinayet olup olmadığını araştırdı. Yeminli ifadesinde “bir bebek doğurmadım” dedi ve sadece kan pıhtıları düşürdüğünde ısrar etti. Büyük jüri önce yalan yere yemin etmekle suçlayıp, suçlu buldu ve 10 yıl hapis cezasına mahkum etti. Jürinin iddiasını destekleyen hukuki delillerin yetersiz olduğunu ileri sürerek mahkumiyetine itiraz etti ve yanlış ifade verdiği iddiası kanıtlanamadı. Teksas Temyiz Mahkemesi savunmasını dikkate aldı, ancak itirazını reddetti32. 1970’lerin sonuna doğru benim de İngiltere’de benzer bir davam oldu: 14 yaşındaki bir kız çocuğu ağır kanama ve şok ile başvurdu. Perinede orta hatta yırtık vardı, serviks genişçe açıktı ve uterus büyümüştü. Ancak ne bebek, ne de plasenta vardı. Hemoglobin seviyesi 4 g/dl olduğu için kan transfüzyonu yapıldı. Bulgular açık olarak yeni bir doğumu izleyen ağır doğum sonu kanama ile uyumluydu. Belirgin bulgulara rağmen kız ve ebeveyni herhangi bir gebeliği veya yeni bir bebek doğumunu inkar ediyorlardı. Usulen polis çağırıldı. Olay araştırıldı ve ailenin evi incelendiyse de bebek bulunamadı. Hiçbir suçlama yapılamadı. GÖREVİ TERK (2000) 2000’de New York Mesleki Tıbbi Ahlak Bürosu, yedi hastasına kötü davranmakla itham edilen kadın doğum uzmanı Dr Wahba’nın davasını değerlendirdi. Bunların ikisi doğum sonu kanama riski taşıyordu ve burada doktor ihmal ve/veya yetersizlikten suçlu bulundu. Her iki davada doktor plasenta doğurtulmadan doğumhaneyi terk etmişti. İlk hasta ölü doğum yapmıştı ve bu nedenle doğum sonu kanama riski çok yüksekti. İkinci hasta

hemodinamik olarak hala iyi durumdaydı. Kanaması daha sonra oldu. Fakat kadın doğum uzmanı bu sırada hastaneyi terk etmişti. Ayrıca denetleyici hemşirenin geri dönmesi talebini reddetmişti. Mesleki Tıbbi Ahlak Bürosu inceleme komitesi yedi hastanın yönetimini değerlendirdikten sonra doktorun New York Eyaleti’nde çalışma lisansını iptal etti. New York Temyiz Mahkemesi doktorun itirazını reddetti33. DİŞİ BİR KÖPEKTE DOĞUM SONU KANAMA (2006) Amerikan Mahkemeleri’nin yeni dava alanları konusunda öncülük yaptığı çok iyi bilinir. Bu nedenle Şubat 2006’da Teksas Temyiz Mahkemesi’nin, 1996 yılında Houston’daki Hayvan Regülasyon ve Bakım Bürosu’ndaki bir dişi köpeğin doğum sonu kanamasının yönetimi ile ilgili bir dava konusunda hüküm verdiğini öğrenmek şaşırtıcı olmayabilir. Bu kuruluş bir yılda yaklaşık 20.000–30.000 hayvan almaktadır. Veterinerlerinden birisi de Dr. Levigston’dur. İşverenlerine bakımı altındaki hayvanlara insafsızca davranıldığı konusunda birçok şikayet gelince, onlar da hayvanların bakımını ihmal etmekle suçlayarak işine son verdiler. İşverenleri dokuz yavru doğurduktan sonra doğum sonu kanama gelişen ve kan kaybından ölen bir dişi Rottweiler köpeğinin bakımını yanlış yaptığını iddia ettiler. Histerektomi veya ötanazi seçeneklerini dikkate alması gerektiğini ileri sürüldüler. Veteriner işine son verilmesi kararına itiraz etti ve davayı kazandı. Üstelik alt mahkemede tazminata hak da kazandı. İşverenler karara itirazda bulundu ve dava Teksas Temyiz Mahkemesi’ne gitti. İşverenin itirazı reddedildi. Mahkeme geçmiş ve gelecek ücret kayıpları için veterinere toplam 1,24 milyon $ tazminat ödenmesine karar verdi. Bu miktar 194.000 $ avukatlık ücretini kapsamaktaydı. İşverenin avukatlık masrafları da aynı boyutta ise davanın hukuki faturası yaklaşık 400.000 $ civarında olmalıdır. Bu dava 5 yıldan uzun sürdü34. SONUÇLAR Bu inceleme medeni hukuk yargısı ile sınırlı ise de, uluslararası özellik içermektedir. Doğum sonu kanamayı izleyen hukuki sorunların tarihçesinin, 1905’de Kentucky, Newport’ta Florence Westrup’dan, 2006’da Teksas’da dişi Rottweiler köpeğine kadar, 100 yıla yayıldığı açıktır.

360


Otuzdört davanın 17’sinde (% 50) şüphesiz doğum sonu kanamanın kendisinden daha çok anne ölümü hukuki sorun oluşturmuştur. Anne ölümünden sonra ikinci en sık hukuki sorun kan transfüzyonuna eşlik eden infeksiyon, gecikme veya uyumsuzluk olasılığı gibi durumlardı. Bu tip problemler 34 hastanın onunda (% 29) görüldü. Hukuki sorunların üçte birinde sebepler doğum sonu kanama sonrası Sheehan sendromu teşhis edilmesi (sadece 2 dava), doğuma eşlik eden kişilerin doğum pratiği için lisansının olmaması (sadece iki dava, bunlardan biri 1907’de) idi. Bu davaların birçoğunun tipik görünümünün kötü obstetrik pratiği olduğu genel görüşü bir yana, bunlar etiyoloji olarak nadirdir ve sık olmayan nedenlere bağlıdırlar. Son 100 yıl boyunca İngiltere, İngiltere Milletler Topluluğu, İrlanda ve Amerika’da milyonlarca kadının doğurduğu, doğum sonu kanama insidansının % 5–10 civarında olduğu ve klinik hatalı uygulama iddiası ile hukuki sorun yaşanmasında uluslararası bir artış olduğu düşünülürse mahkemelerde birçok doğum sonu kanama davasının olmaması şaşırtıcıdır. Kaynaklar 1. Westrup v Commonwealth. Court of Appeals of Kentucky. 123 Ky 95; 93 SW 646; 1906 Ky; LEXIS 123 2. Commonwealth v Hanna Porn. Supreme Judicial Court of Massachusetts, Worcester. 196 Mass 326; 82 NE 31; 1907 Mass; LEXIS 1096 3. 3. US Short, Administrator of the Estate of Mollie Short, Deceased v City of East St Louis. Court of Appeals of Illinois. 4d 140 Ill App 173; 1908 Ill App; LEXIS 819 4. Southern Bell Telephone&Telegraph Co v Glawson et al. Court of Appeals of Georgia. 13 Ga App 520; 79 SE 488; 1913 Ga App; LEXIS 247 5. Peterson v Langsten. 28,835; Supreme Court of Minnesota. 186 Minn 101; 242 NW 549; 1932 Minn; LEXIS 844 6. Goff et al. v Doctors General Hospital of San Jose et al. 9408; Court of Appeal of California, Third Appellate District. 166 Cal App 2d 314; 333 P2d 29; 1958 Cal App; LEXIS 1404 7. Reserve Life Insurance Company v Whitten. Court of Appeals of Alabama. 38 Ala App 455;

88 So 2d 573; 1956 Ala App; LEXIS 208 8. Madison et al. v City and County of San Francisco et al. 14410; Court of Appeal of California, First Appellate District, Division One. 106 Cal App 2d 232; 234 P 2d 995; 1951 Cal App; LEXIS 1738 9. Gillen v United States of America. 16584; United States Court of Appeals Ninth Circuit. 281 F2d 425; 1960 US App; LEXIS 4034 10. Parker and Parker v St Paul Fire & Marine Insurance Company et al. Court of Appeal of Louisiana, Second Circuit. 335 So 2d 725; 1976 La App; LEXIS 3976 11. Belle Bonfils Memorial Blood Center v Denver District Court, Judge Phillips, CW, KW and son RW. 88-SA-45; Supreme Court of Colorado. 763 P2d 1003; 1988 Colo; LEXIS 174; 12 BTR 1463 12. Estate of Mutsuko Gaffney; and Gaffney et al. v United States of America. 88-1457-Z; United States District Court for the District of Massachusetts. 1990 US Dist; LEXIS 5184 13. Traxler v Varady. A053098; Court of Appeal of California, First Appellate District, Division One. 12 Cal App 4th 1321; 16 Cal Rptr 2d 297; 1993 Cal App; LEXIS 82; 93 Cal Daily Op Service 747; 93 Daily Journal DAR 1423 14. Endean v Canadian Red Cross Society. British Columbia Supreme Court. 148 DLR (4th) 158; 1997 DLR; LEXIS 1359 15. Naeth Estate v Warburton. Saskatchewan Queen’s Bench. 1992 ACWSJ; LEXIS 33936; 1992 ACWSJ 569976; 34 ACWS (3d) 1108 16. Gabaldoni v Board of Physician Quality Assurance. Court of Special Appeals of Maryland. 141 Md App 259; 785 A2d 771; 2001 Md App; LEXIS 180. ‘Under Maryland law, the final order of an administrative agency is subject to deferential review by the courts. Deferential review prohibits a court from substituting its judgment for that of the agency if substantial evidence exists to support the agency’s decision. The test is ‘reasonableness not rightness’. 17. Arayan et al. v Simon et al. Court of Appeal (Kuala Lumpur); Decided 18 April 2000. [2000] 3 MLJ 657; Civil Appeal No W-04–71 of 1996 18. Sturm v Green. 40638; Supreme Court of Oklahoma. 1965 OK 12; 398 P 2d 799; 1965 Okla; LEXIS 364 19. The People v Bernhardt and Lund. Court

361


of Appeal of California, Second Appellate District, Division Three. 222 Cal App 2d 567; 35 Cal Rptr 401; 1963 Cal App; LEXIS 1701 20. Hale v Sheikholeslam and Fannin County Hospital. 83-2047; United States Court of Appeals for the Fifth Circuit. 724 F2d 1205; 1984 US App; LEXIS 25485; 1984 Fed Carr Cas (CCH) P83,141 21. Martin v Listowel Memorial Hospital. Ontario Court (General Division). 1998 ACWSJ; LEXIS 85776; 1998 ACWSJ 523416; 81 ACWS (3d) 548 22. Ping and Anor v Woon Lin Sing et al. Rayuan Sivil No 12-223-92 & 12-225-92. High Court of Shah Alam, Malaysia. 1998 MLJU; LEXIS 1203; [1998] 583 MLJU 1 23. Johnson v Padilla. 2-1280-A-410; Court of Appeals of Indiana, Second District. 433 NE2d 393; 1982 Ind App; LEXIS 1122 24. Steinhagen v United States of America. 89-CV-72453-DT; US District Court for Eastern District of Michigan, Southern Division. 768 F Supp 200; 1991 US Dist; LEXIS 8918 25. Suchorab v Urbanski. Saskatchewan Queen’s Bench. 1997 Sask D; LEXIS 744; [1997] Sask D. 610.30.50.70–02 26. Fowkes v Parker [1999]. NSWCA 442; Supreme Court of New South Wales, Court of Appeal. CA 40948/98; 1999 NSW; LEXIS 862; BC9908184 27. Lomeo v Davis. 99-CV-2639; Common Pleas Court of Lackawanna County, Pennsylvania. 53 Pa D & C 4th 49; 2001 Pa D & C; LEXIS 95 28. Dybongco-Rimando Estate et al. v Jackiewicz et al. Court of Ontario: Superior Court of Justice. 2001 OTC; LEXIS 2442; [2001] OTC 682 29. Laidley v St Luke’s Medical Center et al. 73553; Court of Appeals of Ohio, Eighth Appellate District, Cuyahoga County. 1999 Ohio App; LEXIS 2567 30. Paone v St Joseph’s Health Centre. 00-CV-198822CM; Ontario Superior Court of Justice. 2002 ACWSJ; LEXIS 7091; 2002 ACWSJ 10094; 118 ACWS (3d) 46 31. Guandique et al. v Makabali et al. B157844; Court Of Appeal Of California, Second Appellate District, Division Seven. 2004 Cal App Unpub; LEXIS 6458 32. Steen v State of Texas. 14-00-00429-CR; Court of Appeals of Texas, Fourteenth District, Houston. 78 SW 3d 516; 2002 Tex App; LEXIS 2306

33. Wahba v New York State Department of Health et al. 86017; Supreme Court of New York, Appellate Division, Third Department. 277 AD 2d 634; 716 NYS 2d 443; 2000 N Y App Div; LEXIS 12048 34. City of Houston v Levingston. 01-0300678-CV; Court of Appeals of Texas, First District, Houston. 2006 Tex App; LEXIS 859

362


KISIM IX ÖZEL DENEYİMLER VE OLAĞAN DIŞI DURUMLAR

363


Bölüm 42 DOĞUM HEKİMİ DOĞUM SONU KANAMAYLA KARŞI KARŞIYA M. E. Setchell T. Mungan, E.Erdemoğlu

GİRİŞ Doğum sonu kanama, doktorların doğumla ilgili ilk çalışma ve belgelerinden beri anne ölümlerinin önemli bir nedeni olarak bilinmektedir. Yirminci yüzyıla kadar etkin tedavi açısından yapılabilecekler oldukça sınırlı kalmış olup, bu kitabın diğer bölümlerinde de belirtildiği gibi halen dünyanın birçok yerinde anne ölümlerinin sıklıkla karşılaşılan bir nedenidir. Batı toplumlarında tıbbi bakım son 50 yılda oldukça gelişmiş olmasına karşın, doğum sonu kanamaya bağlı anne ölümü ve ciddi hastalığı doğum hekimlerine büyük sorunlar yaratmaktadır. Yazarın 40 yılı geçen obstetrik kariyerinde gördüğü üzere en önemli değişiklik kişinin doğum sonu kanamayla tek başına mücadele etmesi yerine, günümüzde multidisipliner uzman yardımı alarak yaklaşımın daha doğru olacağı fikrinin yerleşmiş olması konusudur. Bu kitabın kısa bir değerlendirmesi yapıldığında doğum sonu kanama yönetimini üstlenen ekipte anestezist, hematolog, damar cerrahı, jinekolog ve radyologun olduğu görülecektir. Bu multidisipliner yaklaşımın hayat kurtarıcı olduğu barizdir. Bundan da ötesi bu yaklaşım sadece bu uygulamanın rutin yapıldığı batı ülkelerinde değil, 2015 Birleşmiş Milletler’in MDG’a uyum göstermek isteyen ve bu suretle de anne ölümlerini azaltmak isteyen gelişmekte olan ülkeler içinde yararlı olacak bir yaklaşım şekli olarak düşünülmelidir. TARİHİ BAKIŞ On dokuzuncu yüzyılın ortalarında anne ölümleri yaklaşık 1.000 canlı doğumda 6 olup, bu ölümlerin üçte birini lohusalık sepsisi, geriye kalan kısmını da doğum kazaları olarak bilinen, doğum öncesi ve sonu kanamalar ile doğum distosileri oluşturmaktaydı. Tablo 1’de İngiltere ve Galler’de 1847 den 1901 yılına kadar olan doğum ve ölüm oranları gösterilmiştir. Bu dönemde sepsise bağlı ölümlerde bir düzelme izlenmezken, diğer nedenlere bağlı ölümlerde olumlu bir iyileşmenin olduğu görülmektedir.

On sekizinci yüzyılın ortalarında İngiltere’de bu tarzdaki doğumevi hastaneleri kurulmasına başlanmış ve 1904’de 38 hastaneye ulaşılmıştır. Amaç doğum ve doğum sonrası bakım için daha güvenli bir yer oluşturmaktı. Ancak beklenen faydalar yaşanan sepsise bağlı ölüm riski yüzünden tablo 2’de görüleceği gibi daha geride kalmıştır. 1836–1860 yılları döneminde sepsise bağlı ölüm % 3’idi. Bu durum 19. yüzyılın sonlarında Semmelweis’ın gözlemleri ve hijyen-antisepsis öğretilerinin 1861’de getirilmesiyle düzelmiştir. Londra Hastanesi’nin ilk okutman ve doğum doktoru olan Francis Ramsbotham 1841’de “Doğum prosedüründe obstetrik tıp ve cerrahi prensip ve uygulamaları” eserini yayınlamış ve etkileyici vaka sunumları yapmıştı. Bu çalışma o zamanki doğum uygulamaların nasıl olduğunu ortaya koymaktadır. Bu çalışmada aşağıda da sunulan zengin bir Londra’lı hastanın doğumu sırasında ve sonundaki kanama sırasında yapılabilenlerin ne kadar az olduğu görülmektedir. Olgu C1 V “Mansion evi yakınında sekiz aylık hamile bir kadının ailesiyle oturma odasında çay içerken aniden suyunun gelmesi üzerine çağrılmıştım. Merdivenleri çıkarken her basamakta kan izleri vardı. Yatak odasında hizmetçilerin evin hanımın kötüleşmesi üzerine çağırdıkları evin komşuları olan doktoru gördüm. Olayın olmasından 15 dakikadan fazla olmamasına rağmen eşlik eden semptomlarıyla birlikte nadiren rastladığım zorlu bir durumdu. Saat 6’da muayenede servikste plasentanın olduğunu ve ağrısı olmamasına rağmen halen bir miktar kanın sızdığını gördüm. Kanama azalıp durunca, kadın kendine gelip yeniden canlandı. Fakat birazdan kanama tekrar eski şiddetiyle başladı. Endişeyle kısa bir süre izledikten sonra kanamanın azalmaması üzerine doğum kararı verdim. Ancak önce meslektaşımın da plasentanın önden geldiğine emin olmasını istedim. Onunda emin olmasıyla, daha fazla zaman kaybı olmadan uterusun boşaltılması işlemine geçtim. Serviksteki açıklık çok azdı, fakat gevşemiş olması elimin kolayca uterus içine geçişine izin vermekteydi. Uterus o

364


Tablo 1: İngiltere ve Galler’de 1847–1901 (55 yıllık dönemde), Londra Doğumevi Hastanesi’ndeki doğuma bağlı ölümler 1.000 canlı çocuk doğumunda ölüm Ölümler oranları Doğum Doğum Canlı kazaları ve Lohusalık Doğum kazaları ve Lohusalık Doğum Yıl doğum lohusalık sepsisi kazaları lohusalık sepsisi kazaları sayısı sepsisi sepsis 1847 539.965 3.226 784 2.442 5,97 1,45 4,52 1848 563.059 3.445 1.365 2.080 6,12 2,42 3,70 1849 578.159 3.339 1.165 2.174 5,78 2,02 3,76 1850 593.422 3.252 1.113 2.139 5,48 1,88 3,60 1851 615.865 3.290 1.009 2.281 5,34 1,64 3,70 1852 624.012 3.247 972 2.275 5,20 1,56 3,64 1853 612.391 3.060 792 2.268 5,0 1,30 3,70 1854 634.405 3.009 954 2.055 4,74 1,50 3,24 1855 635.043 2.979 1.079 1.900 4,69 1,70 2,99 1856 657.453 2.888 1.067 1.821 4,39 1,62 2,77 1857 663.071 2.787 836 1.951 4,20 1,26 2,94 1858 655.481 3.131 1.068 2.063 4,78 1,63 3,15 1859 689.885 3.496 1.238 2.258 5,07 1,79 3,28 1860 684.048 3.173 987 2.186 4,64 1,44 3,20 1861 696.406 2.995 886 2.109 4,30 1,27 3,03 1862 712.684 3.077 940 2.237 4,32 1,32 3,00 1863 727.417 3.588 1.155 2.433 4,93 1,59 3,34 1864 740.275 4.016 1.484 2.532 5,43 2,00 3,43 1865 748.069 3.823 1.333 2.490 5,11 1,78 3,33 1866 753.870 3.682 1.197 2.485 4,88 1,59 3,29 1867 768.349 3.412 1.066 2.346 4,44 1,39 3,05 1868 786.858 3.503 1.196 2.307 4,45 1,52 2,91 1869 773.381 3.283 1.181 2.102 4,24 1,53 2,71 1870 792.787 3.875 1.492 2.383 4,89 1,88 3,01 1871 797.428 3.935 1.464 2.471 4,98 1,81 3,09 1872 825.907 3.803 1.400 2.403 4,60 1,70 2,90 1873 829.778 4.115 1.740 2.375 4,96 2,10 2,86 1874 854.956 5.927 3.108 2.819 6,93 3,63 3,30 1875 850.607 5.064 2.504 2.560 5,95 2,94 3,01 1876 887.968 4.142 1.746 2.396 4,66 1,97 2,69 1877 888.200 3.443 1.444 1.999 3,88 1,63 2,25 1878 891.906 3.300 1.415 1.885 3,70 1,59 2,11 1879 880.359 3.340 1.464 1.876 3,79 1,66 2,13 1880 881.643 3.492 1.659 1.833 3,94 1,88 2,08 1881 883.642 4.227 2.287 1.940 4,78 2,58 2,20 1882 889.014 4.524 2.564 1.960 5,09 2,89 2,20 1883 890.722 4.508 2.616 1.892 5,06 2,94 2,12 1884 906.750 4.647 2.468 1.879 4,79 2,72 2,07 1885 874.970 4.449 2.420 2.099 4,98 2,71 2,27 1886 903.866 3.877 2.078 1.799 4,72 2,39 1,99 1887 886.331 4.160 2.450 1.710 4,69 2,80 1,90 1888 879.868 4.160 2.386 1.774 4,73 2,49 2,01 1889 885.944 3.585 1.852 1.733 4,05 2,09 1,95 1890 869.937 4.255 1.956 2.299 4,89 2,24 2,62 1891 910.457 4.787 1.973 2.814 5,24 2,15 3,06 1892 897.957 5.194 2.356 2.838 5,78 2,62 3,16 1893 914.542 5.950 3.023 2.927 6,51 3,30 3,19 1894 890.289 4.775 2.167 2.608 5,36 2,43 2,92 1895 922.291 4.219 1.849 2.370 4,57 2,00 2,56 1896 915.309 4.561 2.053 2.508 4,98 2,24 2,74 1897 921.693 4.250 1.836 2.414 4,61 1,99 2,62 1898 923.265 4.074 1.707 2.367 4,41 1,84 2,56 1899 928.646 4.326 1.908 2.418 4,66 2,05 2,63 1900 927.062 4.454 1.941 2.514 4,81 2,09 2,71 1901 927.807 4.394 2.079 2.315 4,73 2,24 2,49 365


Tablo 2: Londra Genel Doğumevi’nde değişik zamanlardaki doğum, ölüm sayıları ve ölüm oranları. Zaman aralığı

Doğumlar

Ölümler

Bütün nedenlerden yaklaşık ölüm oranları

1838–1860

5.833

180

32,5 da bir veya 1.000’de 30,85

1861–1879

3.773

64

57,875’de bir, ya da 1.000’de 16,96

1880–1887

2.585

16

161,5’da bir, ya da 1.000’de 6,18

1888–1892

2.364

9

262,67’de bir, ya da 1.000’de 3,80

sırada hiç de kasılacak gibi değildi. Makatın aşağı alınmasıyla, çocuğun canlı olduğu anlaşıldı. Bu yüzden nazikçe ekstrasiyon yaptım ve çocuk doğdu. Yırtılan plasenta kısa süre sonra alındı. Uterus şimdi düzensiz olarak kasılıyordu ve sonra elimin altında gevşemiş olarak kaldı. Kısa bir süre kadın rahat göründü, kanama durdu ve benim acil yardımının için şükranlarını ifade etti. Fakat sonra nefesinden şikayet etmeye başladı: “Of! Nefesim, nefesim” nidalarını tekrarlıyordu. Hastamın durumu gittikçe kötüleşti ve kısa süre sonra saat 7’den sonra vefat etti. Mükemmel bir sağlık durumundayken 2 saatten kısa bir süre içinde değerli hayatı ani kanama atağına kurban gitti ve bütün yapılan müdahaleler faydasız kaldı. Çocuk ise yaşıyordu ve iyi olacağına söz verdi.” DOĞUM HEKİMİNİN YALNIZLIĞI Elli yıl önce ve takip eden 20 yılda Glasgow Üniversitesi Ebelik bölümünden Profesör Ian Donald’ın “Pratik Obstetrik Problemler” kitabı o dönemdeki tüm genç doğum hekimleri için gerekli ve değerli bir ders kitabıydı. Doğum sonu kanamaya şu ünlü kitap ithafından daha uygun bir şey olamaz: “Bu kitap Kararsızlık, şaşkınlık ve korkuyu benim bildiğim gibi bilenlere,Benim yaptığım gibi hata yapanlara,Bu büyüleyici konunun bilgisiyle alçak gönüllüğü büyüyenlere ithaf edilmiştir.” Dr. Ramsbotham’ın tüm iyi niyet ve gayretlerine rağmen hastasının ölümünü izlerken duyduğu

yalnızlık, korku ve acizlik duygularını hiç birimiz kariyerimizde yaşamak istemeyiz. Modern doğum hekimleri olarak uygulamalarımızı tek başımıza yapmıyoruz, hastanelerde uyguluyoruz. Bu hastaneler genellikle iyi donanımlı veya kısmen iyi donanımlı ve ebeler, genç ve yaşlı kıdemli meslektaşlar ile destek için hazır diğer uzmanları barındırır. Bununla birlikte doğum sonu kanamayla uğraşırken verdiğimiz karar ve hareketlerin olayların gidişini etkileyeceği bir an gelir. Uzun sürmüş, kompleks kanamalarda, laboratuar hematolog, kan bankası, anestezi, yoğun bakım ve diğer ilgili doktorların tüm desteğine rağmen öyle bir an gelir ki doğum hekimlerinin histerektomi, laparotomi, hemostatik sütür, damar bağlanması veya embolizasyonu için karar vermesi gerekir. Yazarın ilk yalnız doğum sonu kanama deneyimi Jamaika’da West India Üniversitesi Hastanesinde yeni başasistan olarak çalışırken olmuştur. Başarılı bir ikiz doğumun sonrasında standart doz syntometrin uygulanmıştı. O anki sakinliğim (hatta şimdi bile) eski model banyo musluğunun sanki sonuna kadar açılması gibi ani bir kan fışkırmasıyla bozuldu. Kanamanın sesi ve görüntüsü hafızamdan hiç çıkmayacak. Mutlak bir panik ve çaresizlik anıydı. Mucize eseri bir şeyler oldu ve alınan kararlar ve hareketler otomatikti. Bu muhtemelen böyle bir duruma hazırlıklı olmak için Profesör Ian Donald’ın okunmasına, tekrar tekrar okunmasına bağlıydı. İki elle bası, deneyimli bir ebe tarafından ven içine verilen ergometrin ve daha istenmeden hazırlanan bir şişe oksitosinle durum kontrol altına

366


alındı. Genç hekimi bu dakikalar olgunlaştırıp, deneyim sahibi yaptı ve şükür ki bu basit işlemler potansiyel bir felaketi önledi. Eğitimimin geri kalan yıllarında da başka dramatik doğum sonu kanamalar oldu, ancak mümkün müdahalelerin çeşitliliği sınırlı kaldı. Sadece damar ya da kas içine ergometrin, damar içine oksitosin infüzyonları, iki elle bası veya uterusun büyük sargılarla sıkıştırılması (bir öğretmenim uterusa önce bir yastık kılıfı koyup sonra içinin doldurulabildiği kadar doldurulmasını tarif etmişti) etkili tedavi yöntemler olarak uygulandı. Doğum sonu histerektomi ve internal iliyak arterin bağlanmasına nadiren ihtiyaç duyulan yöntemler olup, böyle bir durumda daha tecrübeli bir meslektaşın operasyona davet edilmesi tavsiye edilmekteydi. Zor kararlarla yüz yüze kalan, sadece eğitim alan doğum hekimi değildir. Bazen daha büyük bir ekibin bulunması ve olaya karışması ile liderin yetki kargaşasına sebep olabilir. Protokoller, rehberlik ve pratik alıştırmalar ekibin uyumlu olmasına yardımcı olur. Personelin bu gibi nadir durumlarda etkin olmasını kolaylaştırır. Doğum hekiminin yönetimi alıp hızlı ve zor kararlar vermesi gereken birçok zamanlar vardır. Uzun bir kariyerde doktor daha önce hiç karşılaşılmamış bir özel durumla yüz yüze gelebilir. Yazarın daha önce karşılaştığı birkaç vaka aşağıda tartışılmıştır. 34 haftalık bir gebe şiddetli karın ağrısı karında gerginlik ve fetal kalp atımlarının olmaması nedeniyle yatırılmıştır. Şok bulguları ve gergin hassas karın plasenta ayrışmasını düşündürmüştür. Dolaşım-solunum yetmezliğin şiddetinden dolayı hemen yoğun bakım ünitesine alınmış ve ablasyo plasenta ön tanısı konmuştu. Yoğun kan transfüzyonuna rağmen durum kötüleşmiş ve ventilasyona rağmen pO2’yi korumak zorlaşmıştı. Yoğun bakım ekibi doğumun, durum düzelene kadar ertelenmesini istemekteydi. Sonunda ventilasyon direnci o kadar fazlaydı ki yoğun bakım ekibi ölümün kaçınılmaz olduğunu düşünmeye başladı. Bu yüzden doğum hekimlerinden laparotomi ile ölü bebeğin doğumunun yaptırılmasının durumu düzeltip düzeltemeyeceği soruldu. Hasta yoğun bakımı terk edemeyeceği için operasyon yoğun bakımda yatağında yapıldı. Batına girişte yoğun hemoperitonium ile karşılaşıldı ve öncelikle uterus rüptürü düşünüldü. Ancak uterus sağlam olup

batın içi kanamanın kaynağının karaciğer rüptürü olduğu görüldü. Çağrılan genel cerrah tarafından büyük hemostatik karaciğer sütürleri atılıp, kanama kontrol altına alındı. Ardından hasta yavaş yavaş düzeldi. Ameliyat sonrası dönemde hastanın HELLP sendromu olduğu gözlendi. Fırtına gibi bir iyileşme döneminin ardından 1 yıl sonra hasta tekrar gebeydi ve sağlıklı bir bebek doğurdu. Bir diğer hayatta bir kez yaşanabilecek tecrübelerden birisi de ciddi kromozom anomalisi nedeniyle 18. gebelik haftasında yapılan gebelik sonlandırılması olgusuydu. İşlem sırasında uterusun perfore olduğu anlaşıldı ve laparotomi yapıldı. Çekumda küçük bir yırtık nedeniyle genel cerrah çağrıldı genel cerrah sağ hemikolektomi önerdi. Ameliyat güzel bir şekilde yapıldı ve uterustaki perforasyon kolayca kapatıldı. Batına bir dren bırakıldı. Bir saat sonra karın içinde yoğun kanama vardı. Bir drenaj şişesi iki kez boşaltılmış ve tekrar dolmuştu, üstelik karın da hassas gergin ve gergindi. Ne yazık ki genel cerrah hafta sonu için ayrılmıştı ve ulaşılmıyordu. Doğum hekimi döndüğünde hasta ümitsiz bir durumda, ciddi dolaşım yetmezliğindeydi. İyi bir damar yolu için anestezist V. subclavia’ya kateter yerleştirmişti ve bunu yaparken pnömotoraksa neden olmuştu. Bu yüzden bir göğüs drenajı yerleştirmekteydi. Bu işlem başarılıp transfüzyonla kan basıncı sağlandıktan sonra doğum hekimi tarafından laparotomi yapıldı. İliokolik anastomozda küçük bir arterin kanadığı görüldü ve kolayca halledildi. Bir avukatın karısı olan hasta komplikasyonsuz olarak düzeldi. Yasal bir dava tehdidi bekleyen doğum hekimi, onun yerine bir kasa şampanya ve avukat kocadan teşekkür mektubu aldı. Bu bayan daha sonra başarılı bir gebelik geçirdi. Bir başka zamanda yazar gece 3’te konsültan meslektaşı tarafından doğum sonrası vajina ve perinedeki laserasyonlarının dikilmesi için 1 saat uğraşılmış ve 18 üniteden fazla kan transfüzyonu yapılmış bir hasta için çağırdı. Ameliyathane savaş alanı gibi gözükmekteydi ve vajina parşömen kağıdı gibiydi. Anatomik katlar ayırt edilmemekteydi. Daha sonra hastada pıhtılaşma eksiklikleri oldu anestezist ve hematolog bunu düzeltmekle uğraşıyordu. Vajina paketlenmiş ve baskı yapılmaktaydı, ancak hiçbir faydası yoktu. Jinekolojik onkolojiyle uğraşan bir meslektaşla internal iliyak arter bağlanması için iletişim kuruldu, o da hemen yapılmasını önerdi. Yazar böyle bir işlemde yaklaşık 20 yıldır

367


bulunmamıştı. Her ne kadar jinekolojik onkolog vakaya gelebileceğini söylese de işleme zaman kaybı olmadan başlanmasını önermişti. Yazarın içini rahatlatıp işlem için gerekli anatomik detayları ve gerekli prosedürü beyin arşivinden alması otomatik olarak oldu. Onkolog geldiğinde kanama hemen hemen tam olarak kontrol altındaydı ve vajinaya birkaç ek sütür ile tam hemostaz sağlandı. Kısa bir yoğun bakımdan sonra hasta iyileşti. Vajina anatomisi ve perine sorunsuz iyileşti. Son olgu batında gerginlik, hassasiyet ve şiddetli ağrısı olan ve genel durumu kötü bir hastaydı. Fetusun kalp sesi halen vardı ve ön tanı plasenta ayrışmasıydı. Hasta hemen sezaryene alındı. Peritonun açılmasıyla bol miktarda kan fışkırdı, ancak uterus yumuşak ve rengi normaldi. Sezaryenle sağlıklı bir bebek doğurtuldu. Kanama kaynağının dalak arteri anevrizması olabileceği düşünüldü ve 4 kadran incelemesine başlandı. Üst batında herhangi bir kanama bulunamadı. Sonunda pelvis girişinde arteriovenöz malformasyon vardı. Damar cerrahı kanama kontrolünün yeterliliği konusunda teyit için çağırıldı. Sekiz ünite kan transfüzyonundan sonra hem anne, hem de bebek iyiydi.

bunlar dünya genelinde olan sorunlardır. Kitabın 1 çeşitli bölümlerinde belirtilip, gelişmekte olan ve gelişmiş ülkeler için detayların sunulduğu kontrolü gibi işbirliği sayesinde başarı sağlayabilecektir. Kaynaklar İlave Okuma • Donald I. Practical Obstetric Problems. London: Lloyd Luke Ltd, 1969 • Williams W. Deaths in Childbed. London: H. K. Lewis, 1904 • Ramsbotham F. The Principles & Practice of Obstetric Medicine & Surgery in Reference to the Process of Parturition. London: Churchill, 194

SONUÇ Doğum hekiminin halen kullanabileceği hemostaz ve uterus kasılmalarını sağlayıcı çok sayıda ilaç, B-Lynch sütürlerini de içeren cerrahi girişimler, uterus içi basınç balonları ve erken histerektomi ya da radyolojik embolizasyon gibi değişik alternatiflerin var olduğu bilinmektedir. Tüm bunlar kitabın başka bölümlerinde incelenmiştir. Ancak ne kadar kan kaybından sonra hangi girişimin deneneceğine dair kararlar zordur. Kadının doğurganlık isteğine ve doğum ünitesinin olanaklarına göre de yanıt değişir. Son 20–30 yıl içindeki gelişmelere rağmen bazı ülkelerde tedavi seçenekleri halen gelişmiş ülkelerin 50 yıl önceki şartlarında ya da daha gerisinde olup, bu da kitabın diğer bölümlerindeki mantıksal yaklaşımı engellemektedir. Bu alanda 21. yüzyıldaki ana sorun doğumdaki sağlık hizmetlerindeki dengesizliğin azaltılmasıdır. Bu ders kitabında ümit ediyoruz ki doğum sonu kanama başlığı ilk defa kapsamlı bir şekilde tartışılacak ve sağlık hizmeti sağlayıcılarına yardım edecektir. Genel olarak en tecrübesiz uygulayıcı için doğum sonu kanama ile ilgili problemler, genel bir sağlık problemi olarak değerlendirilmeyebilir. Aslında

368


Bölüm 43 DOĞUM SONU KANAMALARDA EBELİK GİRİŞİMLERİ A. M. Ward E. A. Durmaz

GİRİŞ Kitabımızın başlarında da belirttiğimiz gibi doğum sonu kanama dünyanın her yerinde kadınların en önemli ölüm sebebi1 ve batı dünyasındaki hastanelerde ise en önemli ikinci hasta kabul sebebidir2,3. Aynı zamanda doğum sonu kanama batı dünyası ve üçüncü dünya ülkelerinde önemli bir hastalık sebebi olarak kabul edilmiştir1,4,5. Waterstone ve ark6 doğum sonu kanamanın anne ölümlerinden 2. veya 3. derece sorumlu olduğunu bildirmişlerdir. Bu sebeplerden dolayı dünyanın her yerinde kadınların ve ailelerinin hayatını etkileyen doğum sonu kanama sıklığının1 en aza indirgenmesi umulmaktadır. Durum böyle olunca ebeliğin esas görevleri doğum sonu kanamayı engelleyebilmek, erken saptamak ve kanama esnasında yerinde kararlar alarak, doğum eylemini yönetebilmektir7,8. İngiltere’de çalışan ebelerin şansı ülkelerinin diğer ülkelere göre nispeten düşük anne ölüm hızına sahip olmasıdır1. Açıkça bu ülkede ilk göze çarpan doğum sonu kanamalarda yönetimin kanamanın tanısından, yardım çağırılıp acil tedavinin hızla uygulanmasına kadar ebelerin elinde olduğudur9. Gerçekte ise doğum sonu kanamalarda yönetim buna göre daha karışıktır. Bununla beraber bu yetenek gerektiren iş multidisipliner ekip çalışmasını, derin bir sosyal bilgiyi, gebeyi ve doğumunu çevreleyen psikolojik ve fizyolojik uygulamaları iyi bilmeyi gerektirir. Ebeler doğum sonu kanamayı önlemek için yönetimin merkezinde olmalıdırlar ve bu konu bölüm içinde daha ayrıntılı anlatılacaktır. DOĞUM SONU KANAMANIN ÖNLENMESİ Doğum öncesi korunma Doğum sonu kanamanın önlenmesi için önlemler doğum öncesinden alınmalıdır. Ebeler her doğum öncesi ziyaretlerinde ve sonrasında kadınları risk faktörleri açısından incelemelidir. Böylece kadınlarla beraber aileleri de ele alınmalı ve sağlık profesyonelleri tarafından bakım planları hazırlanarak uygulanmalıdır10. Tüm ebeler için doğum öncesindeki risk faktörleri belirlenmiştir.

En çok görülen doğum sonu kanama sebepleri aşağıdakilerdir11: • Beden kitle indeksinin 30 kg/m2’ den fazla olması • Doğum sonu kanama öyküsü • Doğum öncesi kanama • Plasentanın erken ayrılması • Plasenta previa • Çoğul gebelik • Makrozomik bebek • Uterus cerrahisi öyküsü • Gebelikteki antikoagülan kullanma öyküsü. Diğer risk faktörleri ise anemi, polihidramnios, annenin yaşı, uterus yapışıklıkları ve plasenta parçalarının tam çıkmama öyküsüdür7. Nulliparların daha önce doğum yapmış kadınlara göre doğum sonu kanamalarla daha çok karşılaştığı saptanmıştır. Bu önemlidir, çünkü bu gruptaki kadınlar doğum sonu kanama belirtilerini daha önce karşılaşmadıkları için fark edemezler12. Geçmişte nulliparların yönetimi standartların altındaydı ve doğum sonu kanama önceden tahmin edilip, tedbir alınamazdı12. Aslında yukarıda belirtilen risk faktörlerinin tamamı gebelikteki fiziksel durumlara odaklıdır. Kadınlara ve bebeklerine en uygun bakımı sağlamanın en güvenli yolu bütüncül bakımdır. Anne ölümleri de bu risk faktörlerinin bazılarıyla bağlantılıdır ve bunlar anne yaşını 34’ten büyük olması, yetersiz sosyal çevre ve beyaz ırktan olmamasıdır6. Risk faktörleri ebeler tarafında belirlenirken kadının sosyal ve fiziksel yaşam koşulları, kadının fakir bir yöreden gelip gelmediği, ait olduğu sosyal gruplar ve etnik kökeninden gelen kalıtsal hastalıklara daha maruz kalıp kalmadığı incelenmelidir1,13,14. Ebeler özellikle doğum öncesi bakımlarını sağlayamayacak kadar az geliri olan kadınları belirlemelidir ve bu kadınlar için gerekiyorsa halk sağlığı hemşireleri, aile hekimleri ve sosyal güvenlik kurumlarıyla iletişime geçmelidir13. Bu uygulamalarla kadınların gebeliklerinin erken dönemlerinde mümkün olduğu kadar çevresel riskler azaltılmalı, sosyal yapı düzeltilmeli, kültürel ve psikolojik ihtiyaçları

369


karşılanmalıdır1,13. NICE sağlıklı gebeler için özel doğum öncesi bakım kılavuzları hazırlamıştır10. Bu kılavuzlar kaynakların etkin kullanımı için gereklidir ve ebeler de gebe kadınları doğum öncesi bakım için bu kılavuzları kullanmaya yönlendirmektedir. Bu dokümanlar15 ve WHO gebe kadınların fiziksel, sosyal ve psikolojik ihtiyaçları için geçmişlerindeki kültürel özellikleri de açıkça belirlenerek bir bakım planına dahil olması gerektiği belirtilmiştir. Açıkçası ebeler için doğum sonu kanamada bu risk faktörlerini bilmek için gerektiği kadar araştırma yapmazlarsa yeterli bilgi sahibi olamayacaklardır13. Risk faktörleri bir kere belirlenmişse hemen harekete geçilmelidir. Buna rağmen kadınlar arzu ettiği doğum şekli hakkında yeterli bir bilgiye sahip olmalı, risk faktörlerini tanımalı ve tartışmalıdır. Bebeği ve kendi için zaman azaldıkça ebe ile kadın arasında karşılıklı güven ilişkisi kurulmalı ve kadının istediği doğum şekli ile kendisi için en güvenli olan doğum şekli arasındaki potansiyel karışıklığı önlemek için iyi bir danışmanlık verilmelidir15,18. Doğum sırasında korunma Doğum sonu kanamayı önlemek için kadının fiziksel ve duygusal sağlığının da mümkün olduğunca iyileştirilmesi lazımdır. Bu iyileştirme doğum öncesi dönemde başlamalıdır ve doğuma hazırlanma sırasında mümkün olduğu kadar normal süreç korunmalıdır19. Doğum eylemi sırasında ebenin ve kadının birbirlerinin desteğine ihtiyacı vardır. Birbirlerini cesaretlendirmeliler ve ebeler de gebe kadına doğum eyleminin daha az acıyla atlatılması için alternatif yollar önermelidir20,21. Doğum önemli miktarda sıvı kaybına yol açar ve kan hacminin korunması ihtiyacı doğar22. Kadınlar doğum eyleminde rahatlatılarak kendilerini güvende hissetmeli ve ortamda gerektiği kadar havalandırma sağlanmalıdır21,23. Bu önlemlerin hepsi birden çok önemlidir, zira doğum sonu kanama sadece parenteral sıvı takviyesiyle engellenemez. Ebeler hem doğum öncesi dönemdeki, hem de doğum eylemi esnasındaki riskleri iyi bilmelidirler24. Doğum sonu kanamaya yol açan doğum eylemi esnasındaki risk faktörleri şunlardır: • Doğum eyleminin 12 saatten uzun sürmesi • Doğumun 3. evresinin 30 dakikadan uzun sürmesi

• • • • • •

Plasentanın tam çıkmaması Ateşli hastalık Müdahaleli doğum Sezaryen (özellikle doğumun 1. ya da 2. evresindeki acil durumlarda uygulanan) Amniyos sıvı embolisi Plasentanın erken ayrılması.

İlk dört durum atoniye en çok sebep olanlardır. Bunlar gibi serviks ya da vajina travmasına yol açabilen operatif doğumlar da atoninin önemli bir sebebidir. Emboli ve ablasyo da pıhtılaşma bozukluklarının en sık görülen sebepleri olmakla beraber, doğum sonu kanamaların bütünü düşünüldüğünde daha az rastlanan sebeplerdendir11. İngiltere ve diğer gelişmiş ülkelerdeki uygulamalar düşünüldüğünde doğumun 3. evresindeki yönetimi anlatan metinlerin tartışmaya açık olduğu görülmektedir. Üçüncü dünya ülkelerinde de bu konu önemli bir sorundur ve aslında doğumun 3. evresindeki bu rutin aktiviteler birçok kadının hayatını kurtarabileceği gibi, doğum sonu kanamanın yol açabileceği ciddi hastalıkları da engeller1,5,6,12. Normal olarak seyretmeyen doğumlar için gebe kadınların özel kültürel durumları bilinmeli ve doğumun nerde yapılmasının beklendiğinin cevabı, tedavi ihtiyaçları için, özellikle öğrenilmelidir1. Doğumun 3. evresi için önerilen bu tedbirler belki sağlıklı ve iyi beslenen bir toplum için çok da önemli olmayabilir. Ancak doğum sonu kanama risklerinin yüksek olduğu belirlenen kadınlar için hayati önem taşır25. Tablo 1 doğumun 3. evresindeki her bir uygulama seçeneği için ana unsurları tanımlamaktadır. DOĞUM SONU KANAMANIN TEŞHİSİ VE DOĞUM SONU ÖNLEM Kan kaybının geriye dönük ölçümü tanı için çok faydalı değildir. Zira kaybedilen kan tamamıyla yerine konamayabilir ve bu da tahmini bir ölçüm için zorluk yaratır26. Sağlıklı genç kadınlarda doğumdan hemen sonraki kan kaybı çoğu kez dolaşımı bozmaz. Bu da gebelik esnasında kan hacminin artmış olmasına bağlıdır22. Normalde gebelikte 1.250 ml kadar artan plazma hacminin çoğunlukla kırmızı kan hücresi içerir. Bunun sonucunda gebelikte % 25 kadar artan kan hacmi, dolaşımı da arttırır22. Pratikte ebeler için

370


Tablo 1: Doğumun 3. evresindeki beceriler için seçenekler Aktif yönetim

Beklenen yönetim

Ön omuzu doğurturken oksitosik ilaç vermek

Oksitosik ilaç vermemek Atım sona erene kadar kordonu klemplememek. Sonra da sadece fetal tarafı klemplemek. Kordon çekilmez Kendiliğinden ayrılmanın bulguları beklenir • Fundusun yükselmesi • Kordonun uzaması • Vajinal kanamanın görülmesi Annenin çabasıyla plasenta ve membranların doğması

Kordonu hemen klempleyip, kesmek

Uterus merkezde ve iyice kasılıyken kordonu kontrollü olarak çekmek

Ebenin plasenta ve membranları doğurtması

bunun anlamı, basit hemodinamik ölçümleri yaparak hastaların kliniklerini iyi gözlemleyebilmek ve ayrıca soğuk terleme, soluk cilt, çabuk yorulma ve ciddi halsizlik ile karakterize olan şok tablosunun erken belirtilerini hemen fark edebilmektir22. Kadınlarda konfüzyon ve huzursuzluk başlayıp da bu belirtilere eklendiği zaman şok tablosu önlenemez bir şekilde derinleşir (Bkz. Bölüm 8)22. Doğum sonu kanama için 2 tanımlama vardır. İlki doğumdan sonraki ilk 24 saatte görülen kanama, diğeri ise doğumda sonraki ilk 24 saat ile 6 hafta içinde gelişen kanamadır. Buna rağmen bazı uzmanlar doğum sonu kanamayı 3 farklı dönemde tanımlamıştır. Bunlar: 1- Doğumdan hemen sonraki en kısa sürede olan hızlı kan kaybı, 2- Doğumdan sonra meydana gelen ancak uzun süre devam eden ciddi loşi, 3- Çocuğun doğumunu takiben ilk 24 saatten sonra görülen kanama. Uzmanlar ikinci tip kanamanın daha önemli bir sorun olduğunu düşünmektedir, çünkü bu tip kanama genellikle gözden kaçabilmektedir. Kadınlar doğum sonunda kullandıkları petleri değiştirirken, fazla zaman geçmeden tekrar değiştirme ihtiyacı duydukça bu durumdan şikâyetçi olacaklar ve böylece ciddi bir loşiyi bildireceklerdir. Fakat kan kaybeden ve bunun farkında olmayan kadınlar da olabilir. Ebeler ve asistanlar anne gözlem notlarına kaybedilen kan ve diğer sıvıların miktarını ölçerek kaydetmeli, kan kaybıyla yeterince baş edemeyen ve belirgin bir kanaması olmayan kadınlarda kaybedilen kanı yerine koymak için hemen harekete

geçebilmelidirler22. DOĞUM SONU KANAMALARDA YÖNETİM Ebeler doğum sonrası meydana gelen kanamalarda oluşabilecek bilinç kaybı ve genel durum bozukluğu için basit, ama yaşamsal destek yöntemlerini bilmek zorundadır (ABC algoritması)8,22,27. İlk kural, acil bir durumda tek başına müdahale edemeyeceğinin farkında olmak ve yardım çağırdıktan sonra acil müdahaleye başlamaktır27. Ebeler hava yolunun açık olduğundan ve solunumun yeterli olduğundan emin olmalıdır ki, bu zaten pahalı bir teknoloji gerektirmez. Eğer kadın konuşulana cevap veremiyorsa ve solunumunu kendi kendine kontrol edemiyorsa bu konuda yardıma ihtiyacı vardır. Bu yardıma, soluk alıp vermeyi yeterli bir şekilde kontrol altına alana kadar devam edilmelidir. Hipoksi, hipovolemiden daha hızlı gelişirse kadın ölebilir22. O2 tedavisi hemoglobinin hücre ölümünü engelleyebilecek düzeyde oksijenlenmesini sağlayabilecek zamana kadar devam etmelidir22. Eğer bir kere yeterli üyelerden bir takım oluşturulabilirse, bu takım doğum sonu kanamayı teşhis ederek gerekli temel döngüyü yeniden sağlayabilir (Bkz. Bölüm 13). Ölüm ve ciddi hastalığın azaltılmasındaki anahtar, doğum sonu kanamada iyi yönetim ve etkili bir şekilde sıvı açığının kapatılmasıdır (Bkz. Bölüm 5)8,22. Ebeler verilecek sıvı miktarını belirleyebilirler; ancak esas odaklanmaları gereken sıvının hızlıca gönderilmesi ve soğuk olmamasını sağlamaktır. Bunun için sıvı ısıtıcıları ve basınçlı serum setleri kolay ulaşılabilecek bir şekilde hazır bulundurulmalıdır. Her 1 ml’lik kan kaybının

371


tekrar yerine gelebilmesi için 3 ml sıvıya ihtiyaç vardır8,22. Sıvı tedavisini hızlandırmak için en az 2 damar yolu açılmalı, kısa ve gönderilecek sıvıya uygun çapta kateterler kullanılmalıdır22. Ayrıca ebeler söylenmesini beklemeden sıvı tedavisine başlayabilmelidirler, çünkü doğum sonu kanama bir acildir. Bununla beraber kadınlarda hipovolemik şok sonucu oluşabilecek hipotermiden korunmak için vücut ısısı korunmalıdır8,22. Aynı zamanda kanama kontrolünün önemli bir parçası olan böbrek işlevlerinin değerlendirilebilmesi için, zaten kanamakta olan kadının enfeksiyon kapmasını engelleyecek şekilde, doğru aseptik teknikle idrar sondası takılmalıdır22. DOĞUM SONU KANAMADAN SONRA BAKIM Doğum sonu kanama belirtilerini gösteren kadınlar birebir yakın takip altına alınmalıdır 4–6,12. Özellikle kadının fiziksel durumu gözlenmeli; idrar çıkışı, sıvı alımı, yaşamsal bulguları ve devam eden kanamanın takibi yapılmalıdır. Mümkünse takip edilen kadın tam donanımlı bir doğum kliniğine alınmalıdır. Bazen mekanik ventilasyonu için yoğun bakım şartlarına ihtiyaç duyulabilir4–6,12. Yoğun bakımlarda, doğum yapmış bir kadına ait özel önemli belirtiler bazen göz ardı edilebilir3. Ebelerin yaptığı bakım, aynı zamanda yoğun bakım gibi kadının fiziksel durumunu da gözlemeyi içerir. Aynı zamanda doğum sonrasında meydana gelecek olası bir istenmeyen durumda aile bilgilendirmelidir3,24. Bu dönemde kadınlar bebekleriyle iletişim halinde olmanın yararının bilincinde olmalıdır ve aldıkları kararlarda bebeklerini de düşünmelidirler3. Tenin tene teması hem bebeğin bakımı, hem de kadının iyileşmesi için yararlı ve basit bir yoldur. Bu şekilde anneyi ve bebeği daha canlı tutmak için gerekli konfor sağlanır ve emzirme etkin şekilde kolaylaştırılır28. Doğum sonu kanamanın doğası gereği kadının hem fiziksel, hem de duygusal olarak desteklenmesi gerekir29. Bu dönemde kadınlarda etiyoloji için hemen sorgulama yaralı olmayabilir, aksine zarar bile verebilir. Bu durum tekrar doğum sonu kanama riski bile yaratabilir. Bu kriz dönemi geçtikten sonrada bu kadınların uzun süre takip edilmesi gerekir. Büyük hastanelerde bu durumlar için doğum hekimi dışında, diğer sağlık profesyonelleri de

bulunmaktadır ve hastalar bu kliniklerde eşgüdümlü tedavi edilmelidir29. KAYITLAR Doğru kayıtlar acil durumlarda yaşamsal değere sahiptir. Acil müdahale ekiplerinin takım liderleri, müdahale edilen durumlarda kayıtları tutması için birini görevlendirmelidir ve bu kişi takım üyelerinin müdahale odasına giriş çıkış saatlerini de kaydetmelidir. Gerekli olduğu zaman işlemin ne zaman yapıldığı, hangi ilacın kullanıldığı, veriliş yolu ve dozunun bilinmesi lazımdır30. İyi tutulan kayıtlar her bir durumda yapılan bakımın kalitesini gösterir30. Ebeler profesyonel görevleri gereği kayıtları modernize etmekten ve mümkün olduğunca doğru bir şekilde korumaktan sorumludur9,30. İyi bir uygulama kayıtların da iyi korunmasıyla tamamlanır ve anneye ait verileri içerecek şekilde okunaklı olmalıdır. Kayıtları tutan profesyoneller verilerin içine kendi bireysel notlarını koymamalıdır. Doğru tutulan ve iyi korunan kayıtlar olası bir yasal riski atlatmak için de hayati önemlidir. Aynı zamanda tüm takım üyeleri de bu kayıtlar sayesinde birbirlerinden bilgi alabilirler (Bkz. Bölüm 13)31. Basit faktörler kayıtların kalitesini arttırabilir ki bu sadece 1–2 dakika alır30. Bunlar: • Her yeni kayıt için gün ve saati yazmak • Yeni bir kayıt girildiği zaman isim yazmak • Okunaklı yazmak. Doğum sonu kanamanın takibinde hayati bulguları ve idrar çıkışını kaydetmek önemlidir. Fakat hastalıkların etkili bir şekilde yönetimini sağlamak için kayıtlar tek başına yeterli değildir. Aynı zamanda kadının fiziksel değişkenleri, özellikle de solunumu, çok önemlidir. Bunlar hasta kötüleşmeye başladığı zaman tedavinin etkili olabilmesi için gerekir2,3. Tedaviye cevap vermeyen kadın için anestezi ve doğum uzmanlarını çağırıp, yoğun bakıma almadan önce tutulan kayıtlar iyice incelenmelidir. ETKİLİ İLETİŞİM Her türlü acil sağlık bakımı ancak profesyoneller tarafından uygulanırsa hayat kurtarabilir. Ancak ekip ne kadar büyükse iletişim kurmak daha da o kadar karmaşıklaşır ve takımdan etkin bir şekilde yararlanmak zorlaşır31,32. Birileri gözlemlemek, talimat vermek ve takım çalışmasını kontrol etmek için sorumluluğu üstüne almalıdır31,33. Bu

372


liderin bireysel rolü olaya dikkatini verip, tedaviyi etkili kılmak ve doğum sonu kanamanın kontrol altına alınamadığı zamanlarda bunun potansiyel sebeplerini bilerek, tekrar gözden geçirebilmektir34. Hem doğum hekimleri, hem de ebeler takımlarında çalışan kişileri acil bir durum olduğu zamanlarda kıdemli bir klinisyene ulaşmaları konusunda bilgilendirmelidir31,33. Bazı durumlarda bu konularda deneyimli ebeler, aile hekimlerinden bile daha etkili olabilmektedir. Acil durumlarda hiyerarşi için zaman yoktur ve iletişim kesinlikle gereklidir, resmiyete gerek duyulmaz (bay veya bayan filanca gibi) ve hastadan sorumlu kişiden düzenli aralıklarla bilgi istenmelidir. Takımlar eğitilirken acil durumlar için senaryolar hazırlanmalıdır. İletişimin hem bireysel, hem de multidisipliner olması sağlanmalı, gerçekçi olunmalı, çalışılan çevre iyi bilinmeli ve olaylar mümkün olduğunca gerçek zamana dayandırılmalıdır33. Örneğin bir ev doğumunda karşılaşılan doğum sonu kanama için eğitim yapılırken paramedikler bu durumlarda ebelerin kullanacağı gerekli donanımı da bilmelidir. Ebeyi oynayan paramedik doğum ünitesinden olmamalıdır. Bu eğitim paramediklerin ve ambulans görevlilerinin, ebelere ulaşılamadığı zamanları işlemelidir. Ancak bu eğitim ebelik girişimlerini ve ilaçların kullanılma yönergelerini içermemelidir. ALIŞTIRMA EĞİTİMİ Takım sporlarının 10 aşamalı olduğu düşünülürse takımın etkili olabilmesi için takım üyelerinin de birbirlerini çalıştırmaları gerektiği hatırlanmalıdır. Takımın daha da etkili bir potansiyele sahip olabilmesi için her bireyin bireysel yeteneğine odaklanılmalıdır. NHS’de profesyoneller diğerlerine göre kendilerinin güçlerini ve zayıflıklarını bilerek, iyi yağlanmış bir zaman makinesi gibi çalışmaktadırlar31,35. Artık ne mutlu ki bu eğitim değiştirilmiş ve multidisipliner çalışmanın faydaları anlaşılmıştır33. İngiltere Yorkshire bölgesinde geleneksel eğitim programları ilk 20–30 dakika içinde doğumla ilgili acillere etkin müdahale edilebilmesini sağlamak amacını taşır. Bu eğitimi alanlar ünitelerde rotasyon yaparlar. Eğitimlerde sistematik olarak acil durum bölgesine mümkün olduğu kadar çabuk gelinmesi öğretilir. Bu eğitim verilen ünitelerde doğum yapan kadın için diğer asistanlar da konsültan olarak

çalıştırılmalıdır. Eğitim senaryoları gerçek zamanlı olmalı ve gerçek acil işlemleri uygulamak için manken kullanılmalıdır. Eğitime katılanlardan bu durumun gerçek bir acil durum olma olasılığına karşı doğru işlemleri bilmeleri beklenmelidir. Bu yüzden eğitimler kameraya alınmalı ve gün içinde katılımcılar şu konularda kendilerini sorgulamalıdır: Takım liderlerini talimatlarına uyabilmişler mi; kontrol ve iletişim sağlanabilmiş mi; birbirlerini en iyiye yakın bakım konusunda yeterince aydınlatabilmişler mi?13 Bu eğitimler için hassas bir zaman ayarlaması yapılmalıdır, çünkü bu gelişen sonuçları etkiler. Böyle zamanlarda görülen gelişmeler ve elde edilen başarılar bir zaman tablosuna işaretlenmelidir. Böylece zaman kaybı gittikçe kısaltılabilir36. Sürekli eğitim, takım çalışmasını ve iletişimi geliştirir. Bu eğitimlerin aynı zamanda annenin ciddi hastalık ve ölüm oranlarını da azalttığı gösterilmelidir. SORGULAMA Takımın öğrenmesinde, stresli klinik olaylara mümkün olduğu kadar dışarıdan bir gözlemci gibi bakılmalıdır. Bu sorgulamanın amacı neyin iyi yapıldığına odaklanmalıdır. Acil olmayan durumlarda takım üyelerinin birbirlerine ne aktarması gerektiği iyi belirlenmelidir ki, bu ekibin gelişmesini ve öğrenmesini hızlandırır. Böylece ekip acil bir durumda çevreye müdahalenin ne demek olduğunu hisseder. Bu aynı zamanda profesyonelce davranmayı, duyguları kontrol altına almayı ve gerçektende travmatik durumlarda etkilenen bireyin bakımını yapabilmeyi öğretir37. Bu sorgulama takım üyelerinin birbirini tanıması ve takım içerisinde rollerinin değerini bilmesi için gerçekten faydalı bir yöntemdir. Bu yöntem üyelerin meslek doyumunu arttır. Ayrıca doğum hekimleri ve ebelerin acil çağırılma sıklığını azaltır37. SONUÇ Ebeler doğum sonu kanamanın fark edilmesi ve tedavisi için korumanın merkezindedirler. Ebeler doğum sonu kanamanın önlenmesi için risk faktörlerini bilmelidirler ve uygun önlemleri almalıdırlar. Aynı zamanda hipovolemik şokun patofizyolojisini anlamalı ve ilk yardımı bilmelidirler. Bu bilgiler kadının fiziksel durumu, kültür yapısını ve sosyal durumun iyi bilinmesiyle pekiştirilmelidir.

373


Olumlu sonuçları için ekipler multidisipliner çalışmalar yapmalıdırlar. İngiliz Yorkshire modeline göre ekipler bölgelerindeki ünitelerde rotasyonlar yaparsa daha çok yarar sağlanabilir. Etkili iletişim, tekin takım liderleri, iyi iletişim ve aydınlatıcı kontrol herhangi bir obstetrik acil durumun yönetiminde yaşamsal önem taşır. Kaynaklar 1. The World Health Organization. The World Health Report 2005 – Make Every Mother and Child Count. http://www.who.int/whr/2005/en/ index.html. Accessed 20th December 2005 2. Okafor UV, Aniebu U. Admission pattern and outcome in critical care obstetric patients. Int J Obstet Anesthesia 2004;13:164–6 3. Goebel N. High dependency midwifery care –does it make a difference? MIDIRS Midwifery Digest 2004;14:221–6 4. Paruk F, Moodley J. Severe obstetric morbidity. Curr Opin Obstet Gynecol 2001;13:563–8 5. Waterstone M, Wolfe C, Hooper R, Bewley S. Postnatal morbidity after childbirth and severe obstetric morbidity. Br J Obstet Gynaecol 2003; 110:128–33 6. Waterstone M, Bewley S, Wolfe C. Incidence and predictors of severe obstetric morbidity: case-control study. Br Med J 2001;322:1089–94 7. Selo-Ojeme DO. Primary postpartum haemorrhage. J Obstet Gynaecol 2002;22:463–9 8. Clarke J, Butt M. Maternal collapse. Curr Opin Obstet Gynecol 2005;17:157–60 9. NMC. Midwives Rules and Standards. London: NMC, 2004 10. NICE. Antenatal Care. Routine Care for the Healthy Pregnant Woman. London: NICE, 2003 11. McLintock C. State-of-the-art lectures: Postpartum Haemorrhage. Thrombosis Res 2005; 1155:65–8 12. Hazra S, Chilaka VN, Rajendran S, Konje JC. Massive postpartum haemorrhage as a cause of maternal morbidity in a large tertiary hospital. J Obstet Gynaecol 2004;24:519–20 13. CEMACH. Why Mothers Die 2000–2002. London: RCOG, 2004 14. Doran T, Denver F, Whitehead M. Is there a north-south divide in social class inequalities in health in Great Britain? Cross sectional study using data from 2001 census. Br Med J 2004; 328:1043–

5 15. Graham WJ, Hundley V, McCheyne AL, Hall MH, Gurney E, Milne J. An investigation of women’s involvement in the decision to deliver by caesarean section. Br J Obstet Gynaecol 1999; 106:213–20 16. Buckley SJ. Undisturbed birth – nature’s hormonal blueprint for safety, ease and ecstasy. J Perinatal Psychol Health 2003;17:261–88 17. Guiver D. The epistemological foundation of midwife-led care that facilitates normal birth. Evidence Based Midwifery 2004;2:28–34 18. Hunter B. Conflicting ideologies as a source of emotion work in midwifery. Midwifery 2004;20: 261–72 19. Eames C. Midwives’ role in preparing women for birth. Br J Midwifery 2004;12:447–50 20. Yogev S. Support in labour: a literature review. MIDIRS Midwifery Digest 2004;14:486–92 21. Oudshoorn C. The art of midwifery, past, present and future. MIDIRS Midwifery Digest 2005;15:461–8 22. Hofmeyr GJ, Mohlala BKF. Hypovolaemic shock. Best Practice Res Clin Obstet Gynaecol 2001;15:645–62 23. Ryan M, Roberts C. A retrospective cohort study comparing the clinical outcomes of a birth centre and labour ward in the same hospital. Aust Midwifery J 2005;18:17–21 24. Simpson KR. Failure to rescue: implications for evaluating quality of care during labour and birth. J Perinat Neonat Nursing 2005;19:24–34 25. Rogers J, Wood J, McCandlish R, Ayres S, Truesdale A, Elbourne D. Active versus expectant management of third stage of labour: the Hichingbrooke randomised controlled trial. Lancet 1998;351:693–9 26. Prasertcharoensuk W, Swadpanich U, Lumbiganon P. Accuracy of blood loss estimation in the third stage of labour. Int J Gynaecol Obstet 2000;71:69–70 27. Resuscitation Council (UK). Resuscitation Guidelines 2005. [online]. http://www.resus.org.uk/ pages/guide.htm. Accessed 20th December 2005 28. Carfoot S, Williamson P, Dickson R. A randomised controlled trial in the north of England examining the effects of skin-to-skin contact on breast feeding. Midwifery 2005;21: 71–9 29. Kline CR, Martin DP, Deyo RA. Health Consequences of Pregnancy and Childbirth as Perceived by Women and Clinicians. Obstet Gynecol

374


1998;92:842–8 30. NMC. Guidelines for Records and Record Keeping. London: NMC, 2005 31. Brownlee M, McIntosh C, Wallace E, Johnston F, Murphy-Black T. A survey of interprofessional communication in a labour suite. Br J Midwifery 1996;4:492–5 32. Duff E. No more ‘quarrelling at the mother’s bedside’: inter-professional approaches can help to stop women dying. MIDIRS Midwifery Digest 2004;14:35–6 33. Cro S, King B, Paine P. Practice makes perfect: maternal emergency training. Br J Midwifery 2001;9:492–6 34. Mousa HA, Walkinshaw S. Major postpartum haemorrhage. Curr Opin Obstet Gynaecol 2001; 13:595–603 35. Heagerty BV. Reassuring the guilty: The Midwives Act and the control of English midwives in the early 20th century. In Kirkham M, ed. Supervision of Midwives. Cheshire: Books for Midwives Press, 1996 36. Sabey A, Jacobs K. Live and learn. Health Service J 2003;16:32–3 37. Gamble J, Creedy D. Content and processes of postpartum counseling after a distressing birth experience: a review. Birth 2004;31:213–18

375


Bölüm 44 SEPSİS VE DOĞUM SONU KANAMA B. Das, S. Clark S. C. Demir, E. Eser

GİRİŞ Sepsis ve doğum sonu kanama ortak tetikleyici nedenlere bağlı olarak birbiriyle ilişkilidirler. İkincil doğum sonu kanamanın plasentanın tam çıkarılamamış veya endometrium enfeksiyonunu takiben ortaya çıkması bunu düşündürmektedir. Doğum sonu uterus enfeksiyonu olgunun yaygınlığına ve ciddiyetine bağlı olarak endometrit, endomyometrit ve pyometrit şeklinde adlandırılabilir. Doğum sonu endometrit erken başlangıçlı hastalık (ilk 48 saat içinde başlayan) ve geç başlangıçlı hastalık (doğum sonu 6. haftaya kadar görülen hastalık) şeklinde ikiye ayrılabilir. Bu bölümde uterustan kaynaklanan sepsisin sebepleri, patogenezi ve yönetimi üzerinde durulacaktır. RİSK FAKTÖRLERİ En önemli risk faktörü doğum şeklidir. Normal doğum sonrası endometrit insidansı % 0,9 ile % 3,9 arasında değişmektedir. Buna karşın sezaryen ile doğum sonrası bu oran % 12 ile % 51 arasında değişmektedir. Eylemin uzunluğu, bakteriyel vajinozis varlığı ve vajinal müdahaleler sezaryen sonrası endometritin ikincil sebepleri olabilir. Erken membran rüptürü, forseps ile doğum, yumuşak doku travması ise göreceli risklerdir. Ancak bunlar enfeksiyonu olan birçok hastada saptanmaz1. Sosyoekonomik düzeyi düşük olan gebeler doğum sonu endometrit açısından daha yüksek risk altındadır. ETİYOLOJİK AJANLAR Doğum sonu uterus kaynaklı sepsisin vajinadaki kolonizasyondan kaynaklanan enfeksiyona bağlı olduğu düşünülmektedir. Etiyolojik ajanlar hem aerob, hem de anaerob mikroorganizmalardır. Olası patojenler arasında peptostreptokoklar, bakteriodesler, streptokoklar, enterokoklar ve E. coli bulunur. Grup A streptokoksik endometrit genellikle erken başlangıçlı hastalıkta etkendir ve gelişmiş

ülkelerde nadiren görülür. Buna karşın Chlamydia trachomatis sıklıkla normal doğum yapan kadınlarda, geç başlangıçlı hastalık nedenidir. KLİNİK ÖZELLİKLER VE ARAŞTIRMALAR Gösterilebilir başka bir enfeksiyon kaynağı olmaması durumunda uterusta hassasiyet, anormal loşi ve yüksek ateş varlığında endometrit tanısı konur. Ateş doğumdan sonraki ilk 24 saatte oral yoldan ölçülen ısının ≥ 38,5 °C (101,3 F) olması ya da en az dört defa birer saat arayla ölçülen ısının ≥ 38 °C (100,4 F) olması şeklinde tarif edilir. Ateş ilk defa gece ortaya çıkabilir2, 3. Geç başlangıçlı uterus sepsisi veya ikincil doğum sonu kanama genellikle doğumdan 10–12 gün sonra ateş ile kendini gösterir. Doğum sonu endometrit şüphesi varsa vakit kaybetmeden klinik değerlendirme yapılmalıdır. Uterus boyutunu, kıvamını ve hassasiyeti değerlendirmek ve olası bir adneks kütlesini saptamak (mevcut ise ultrason yardımcı olabilir) amacıyla pelvis muayenesi yapılmalıdır. Sezaryen/ epizyotomi insizyonları da yara yeri enfeksiyonu açısından değerlendirilmelidir. Operasyon yerinde sürekli ağrı olması nekrotizan fasiite işaret edebilir. Bu durumda acil debritman hayat kurtarıcıdır3. Başka bir enfeksiyon odağı, üriner sistem veya solunum sistemi gibi, dışlanmalıdır. İmkanların yeterli olduğu durumlarda yapılacak laboratuar çalışmaları tam kan sayımı, serviks kültürleri (aerobik ve anaerobik) ve kan kültürleridir. Bu arada unutulmamalıdır ki, doğum sonu endometrit olan hastaların sadece % 10-20’sinde bakteriyemi saptanabilir. Bakteriyeminin varlığı hastalığın ciddiyetini veya iyileşmenin gecikmesi hakkında fikir vermez. Vajina florasıyla kontaminasyon nedeniyle değerlendirilmesi zor olsa da serviks kültürleri başlangıç tedavisinin başarısız olduğu hastaların yönetimi açısından faydalıdır. Geç başlangıçlı hastalık tanısı alan ve Chlamydia

376


açısından risk taşıyan hastalar için mümkünse kültür/antijen testleri önerilmelidir. ANTİBİYOTİK TEDAVİSİ VE HASTA YÖNETİMİ Antibiyotik tedavisinin amacı gram pozitif koklar, gram negatif basiller ve beta-laktamaz üreten anaeroblar üzerinde bakterisidal etki yaratmaktır. Proflaksi amacıyla kullanılan antibiyotiklerden kaçınılmalıdır. Ampirik tedaviye mümkün olduğunca erken başlanmalıdır. Ven içine gentamisin+klindamisin tedavisi etkili bir seçenektir. Özellikle sezaryen olmuş hastalarda ve plasenta artığının çıkarılması gibi cerrahi bir müdahaleyi bekleyen hastalarda etkilidir. Gentamisin düzeyinin takip edilmesi gerekir. Geniş spektrumlu penisilinler veya ikinci kuşak sefalosporinler (sefoksitin) gibi başka tedavi seçenekleri de vardır; ancak başarı şansı gentamisin+klindamisin tedavisine göre düşüktür4. Diğer tedavi seçenekleri Tablo 1’de gösterilmiştir. Ayrıca ven içine klindamisin ve gentamisin tedavisi, en ucuz tedavi seçeneğidir. Ven içine tedavi hastanın ağrısı dinene, 24–48 saatlik ateşsiz dönem sağlanıp beyaz küre sayısı normale dönene kadar devam eder. Daha sonra oral tedaviye geçilmesine gerek yoktur. Kültürlerinde Chlamydia üreyen hastalarda ampirik tedaviye cevap alınmış bile olsa 7 gün süreyle azitromisin veya doksisiklin verilmelidir. Azitromisin ve doksisiklin iyi antiklamidyal ajan olmalarına rağmen bakteriostatiktirler ve endometrit tedavisinde ilk seçenek olmamalıdırlar. Başlangıç tedavisine 48 saat içinde cevap alınamaması veya klinik kötüleşme hali ileri değerlendirmeyi gerektirir. Bu durumda başka

bir enfeksiyon odağı veya komplikasyon mutlaka dışlanmalıdır (Şekil 1). Tercihen serviks kültürü ve duyarlılık sonucuna göre antibiyotik rejiminin değiştirilmesi gerekir. UTERUS SEPSİSİNİ ÖNLENMESİ Uterus sepsisini önlemenin yolu doğum hizmetlerinin geliştirilmesi, yüksek riskli hastalarda proflaktik antibiyotik kullanımı ile planlı ve acil cerrahi girişim olanaklarının iyileştirilmesinden geçer. Kaynakları sınırlı olan bölgelerde el yıkama, hafif deterjanlar/ dezenfektanlarla genital bölge temizliği ve muayene sayısının azaltılması gibi konularda verilecek eğitim enfeksiyonları azaltmada önemli rol oynar. Enfeksiyon riski doğum sonu kanama ile birlikte, özellikle kan kaybı bir litreden fazla ise, artar. Uterustan kaynaklanan sepsis meydana geldi ise bu tarz kanamalar can alıcı olabilir. Bu durum kitabın diğer bölümlerinde de anlatıldığı gibi solunum ve dolaşımın iflasına neden olabilir. Gelişmekte olan birçok ülkede doğumların çoğu iyi koşullarda ve deneyimli personel ile geçekleştirilmemektedir. Geleneksel doğum ekipleri gecikmiş müdahalenin sonuçlarını unutmamalıdır. Kaynaklarını geleneksel doğum ekiplerinin doğum sonu kanama ve sepsis ile ilgili eğitimi için kullanan yerel ve uluslararası kuruluşlar, bu ülkelerde anne ölümlerinin azaltılmasına yardımcı olurlar. VAKA ÇALIŞMASI Yirmi sekiz yaşında, primigravid, eylemin latent fazının uzaması öyküsüyle başvuran hastanın 40– 41 haftalık gebeliği vardır. Hasta membranların

Tablo 1: Başlangıç tedavisi1, 2, 4 Birinci gün 1. Klindamisin 900 mg 8 saatte bir + gentamisin 5 mg/kg günde bir defa* (ven içine) ya da 2. Piperasilin-tazobaktam 4, 75 gr 6 saatte bir (ven içine) ya da 3. Metronidazol 500 mg 8 saatte bir + gentamisin 5mg/kg günde bir defa* (ven içine) ya da 4. Ampisilin-sulbaktam 3,1 gr 6 saatte bir + gentamisin 5mg/kg günde bir defa* (ven içine) *Gentamisin düzeyleri takip edilmelidir 377


1. gün

Örnek alınması: Aerobik organizmalar ve Chlamydia* için serviks sürüntü-kan kültürü

Ampirik antibiyotikler, Örneğin ven içine gentamisin+klindamisin

Cerrahi girişim

*Chlamydia trachomatis için sürüntü örneği alınacak durumlar: A. Geç başlangıçlı hastalık B. Bu enfeksiyon açısından yüksek risk varlığı 3. gün Ampirik antibiyotik alan hasta

Afebril Ven içine antibiyotik tedavisine devam etmek için sınır: • 24–48 saat ateş dönem • Ağrı kesilmesi • Beyaz küre sayısının normalleşmesi

Febril • Klinik değerlendirme • Diğer enfeksiyon odaklarının dışlanması • Eğer imkan varsa idrar ve yara yerinden kültür için örnek alınır ve duyarlılık testi yapılır. Görüntüleme ± cerrahi girişim Diğer antibiyotik rejimleri (Bkz. Tablo 2) veya kültür sonuçlarına göre seçilmiş antibiyotik tedavisi (örn: grup A streptokoklar için benzil penisilin ve klindamisin).

Şekil 1: Uterus sepsisi şüphesi ve doğum sonu kanama durumunda izlenecek tedavi şeması1, 2, 4 açılmasını takiben 8 saatlik oksitosin infüzyonuna cevap alınamadığı için sezaryene gitti. Sezaryen öncesi 38,7 °C olan ateş nedeniyle hastaya sefuroksim ve metronidazol verilmişti. Operasyon sırasında evre 1 mekonyum da saptandı. Hastada plasenta ve zarları sağlamdı. İyi APGAR değeriyle canlı bir bebek doğurtuldu. Ancak hastada atoniye

bağlı birincil doğum sonu kanama gelişti. Hasta 6 litre kan kaybetti ve B-Lynch kompresyon sütürleri atıldı. Hasta toplam yedi ünite kan ve dört ünite taze donmuş plazma aldı. Operasyon sonrası ateş devam etti ve beyaz küre sayısı 10.000’den 25.000’e yükseldi. Kötü kokulu loşi de saptanan hastanın serviks kültüründe E. coli ve anaeroblar üredi.

378


Tablo 2: Değişik antibiyotik rejimleri (Tüm durumlarda kültür sonuçları tedavi şekli açısından yol gösterici olmalıdır) 1, 4 Hastanın kliniği kötüleşiyorsa veya başlangıç tedavisinin 3. gününde ateş devam ediyorsa: Başlangıç rejimi + Başka bir antibiyotik = Değişik rejim

1. Klindamisin (ven içine) + gentamisin* (ven içine) + ampisilin 1–2 gr 6 saatte arayla (ven içine) ya da

2. Piperasilin-tazobaktam (ven içine) + Gentamisin* 5mg/kg günde bir defa (ven içine) ya da

3. Metronidazol (ven içine) + gentamisin * (ven içine) + ampisilin 1–2 gr (ven içine) 6 saatte bir ya da

4. Ampisilin-sulbaktam (ven içine) + gentamisin* (ven içine) + metronidazol 500 mg (ven içine) 8 saatte bir

Değişik rejimlerde antibiyotik seçimi, serviks kültürü sonucuna (kültür çalışma imkanı varsa), antibiyotiğin maliyeti ve ulaşılabilirliğine göre yapılabilir. *Gentamisin düzeyleri takip edilmelidir Bunun üzerine kendisine uterustan kaynaklanan sepsis tanısıyla ven içine klindamisin ve günde bir kez ven içine gentamisin verildi. Gentamisin düzeyleri düzenli olarak kontrol edildi ve hasta sekiz gün boyunca bu tedaviyi aldı. Tedavinin sonunda hasta ve bebeği sağlıklı olarak taburcu edildi. Kaynaklar 1. Mead PB. Infections of the female pelvis. In Mandel GL, Bennet JE, Dolin R, eds. Principles and Practice of Infectious Disease, 5th edn. Philadelphia: Churchill Livingstone 2000:1235–43 2. Ledger WJ. Post partum endometritis diagnosis and treatment: a review. J Obstet Gynaecol Res 2003;29:364–73 3. Goepfert AR, Guinn AA, Andrews WW, et al. Necrotising fasciitis after caesarean delivery. Obstet Gynecol 1997;89:409–12 4. French LM, Smaill FM. Antibiotic regimens for endometritis after delivery. Cochrane review, 2004. Cochrane Library. Chichester: John Wiley & Sons

379


Bölüm 45 KANAMALI OBSTETRİK HASTADA TEK ÜNİTE KAN TRANSFÜZYONU V. Nama, M. Karoshi, M. Wac, L. G. Keith, S. A. Mujeeb M. İngeç

TEK ÜNİTE TRANSFÜZYONUNUN TARİHSEL GELİŞİMİ Kaydedilen ilk kan transfüzyonu 1492’de Roma’da uygulandı. Papa VIII. Innocent beyin kanamasına bağlı felç geçirmiş, güçsüzleşmiş ve komaya girmişti. Hekimleri yararlı olacağı umuduyla kan transfüzyonu önerdiler. Günün kaba yöntemleri kullanılarak yapılan bu girişimden Papa yarar görmedi ve o yılın sonunda öldü. O günden bu yana pek çok ilerleme kaydedildi, kan grupları keşfedildi ve kan transfüzyonu uygulamaları geliştirildi. Günümüzde kan transfüzyonu sayısız hastalık ve durumu tedavi etmek için kullanılan gündelik yöntemler arasına girmiştir. Ma ve arkadaşlarının tek ünite eritrosit transfüzyonunun rolünü değerlendiren 2005 tarihli geriye dönük analizlerinde 1960’lı yıllarda uygulanan tek ünitelik transfüzyonun aneminin düzeltilmesinde yetersiz olduğunu, dolayısıyla faydasız olarak kabul edildiğini belirtmişlerdir1. Bu araştırmacılar o günlere ait bir klinik özdeyişi de dile getirmişlerdir. Tek üniteyle transfüzyon gereksinimi karşılanabilecek bir hasta, bu transfüzyona 500 ml kan veren kişiden daha fazla muhtaç değildir. Bu özdeyişin kaynakları belirsiz olsa da, aşikar olan tıp çevrelerinde yürürlükte olan bir tutum olduğu idi. Tek ünitelik transfüzyonların yaygın olduğu hastanelerdeki kan nakli uygulamalarının sıkı bir şekilde gözden geçirilmesi için Birleşik Kan Konseyi’nin 1962 yılında yaptığı çağrıyı takip eden yıllarda yapılan bir çalışma bu girişimlerin % 60–70’ inin endike olmadığını2, başka iki çalışma incelenen tüm tek ünitelik transfüzyonların gereksiz ve sorgulanabilir olduğunu 3,4, bir başka çalışma da değerlendirilen vakaların % 38’inde bu uygulamaların sorgulanabilir olduğunu bildirdi. Bu araştırmalar açıkça 1960’larda tek ünite kan transfüzyonlarının yaygın bir uygulama olduğunu ve maruz kaldıkları sıkı denetlemeyi belgelemektedir. Tek ünite eritrosit transfüzyonlarının kullanışlılığı

üzerine yapılan tartışmalar takip eden on yıllarda da hararetle devam etti. 1985’te Grindon ve arkadaşları6 Müşterek Kan Konseyi’nin 1962’de savunduğu tek ünitelik kan transfüzyonlarının sıkı gözden geçirilmesini ve ‘’bir ünite kan verilmesi yanlış kullanımdan ziyade uygun kullanımı yansıtır’’ ifadelerini sorguladılar. Bir yıl sonra 1986’da gözlemsel bir çalışma, tek ünitelik transfüzyonların çoğunun cerrahi esnasında verildiğini ve bunların % 62’sinde endikasyonların sorgulanabilir olduğunu bildirdi7. Fakat çok kısa bir süre sonra Journal of the American Medical Association’da yayınlanan bir vaka bildirimi tek ünite kan transfüzyonunun özellikle düşük vücut kütle indeksli hastalarda hematokriti güvenli bir seviyeye çıkardığını gösterdi8. KAN TRANSFÜZYONU UYGULAMALARINDA DEĞİŞİME YOL AÇAN OLAYLAR Çelişkili görüşler o kadar çok olunca ABD hükümeti bu meseleyi ele almaya karar verdi. Ancak bu çaba, tartışmaları bitirmekten çok sadece yüzeysel kalan kılavuzların oluşmasını sağladı. 1988’de Ulusal Sağlık Enstitüsü (National Institutes of Health [NIH]) “Perioperatif Eritrosit Transfüzyonu” başlıklı bir ortak görüş beyannamesi yayınladı. Bu belge transfüzyon için eşik hemoglobin konsantrasyonunun klinik değerlendirme, laboratuar verileri ve hastaların bireysel hacim durumuna bağlı olarak 10 g/dl’den 7–10 g/dl arasında bir değere çekilmesini tavsiye etti. Aynı zamanda bulaşıcı enfeksiyonların sayısını azaltmak için verilen kan ünitesi sayısının asgari düzeyde tutulmasını tavsiye edilebilir olarak kabul etti9. NIH tarafından ifade edilen güvenlik kaygıları allojenik kan transfüzyonlarının enfeksiyonlarla, transfüzyona bağlı ve alerjik reaksiyonlarla ve bağışıklık sistemi üzerine ters etkileriyle ilişkilendiren ek raporlarla güçlendi10,11. British Medical Journal’de 1990’da yayınlanan bir gözden 380


Anne hemoglobinin ölümle ilişkisi Hb (g/dL) Şekil 1: Anemi ve gebelikle ilişkili anne ölümlerinin analizi. (Brabin BJ, Hakimi M, Pelletier D. J Nutr 2001; 131: 604S-14S’den alınmıştır). geçirme çalışması12 tek ünite kan transfüzyonlarına son vermeyi amaçlamıştı. Basitçe söylenecek olursa bu makale, tek ünite kan transfüzyonunun virus enfeksiyonu riskini anlamlı oranda artırırken, aynı zamanda az terapötik yarar sağladığını veya hiç yararı olmadığını öne sürdü. Bundan kısa bir süre sonra bir Batı Afrika ülkesinde, 1992’de yürütülen bir çalışma British Medical Journal’de yayınlanmıştır. Bu çalışma, gelişmekte olan ülkelerdeki tek ünitelik kan transfüzyonları için bile önemli bir tehdit sayılabilecek şekilde, HIV enfeksiyonu riskini nakledilen her 100 ünite kan için 5,4 ile 10,6 arasında öngörmektedir13. TEK ÜNİTE TRANSFÜZYON DÜŞÜNCESİNİN YENİDEN ORTAYA ÇIKIŞI British Medical Journal’ün 1990’daki yayını ve diğerleri tek ünite eritrosit transfüzyonunu yargılayan tartışmayı dindirmeye yetmedi. 1960–1980 yılları arasındaki çalışmalar tek ünite eritrosit transfüzyonuna karşı uyarıda bulundular. Hazırlanan klinik kılavuzlar kan kaynaklarını koruma ve güvenliği artırma amacı güderek kan transfüzyonu için daha düşük eşik değerleri

önerdiler14. Bazı hekimler aneminin tedavisinde tek ünite transfüzyonun yeri olmadığına ikna oldular. Diğer taraftan bazılarıysa bireysel olarak ihtiyaç duyulduğunda hemoglobin konsantrasyonu, çeşitli kılavuzlarda farklı eşik değerleri belirtilse de, belli bir değerin altına indiğinde kanın tek ünite olarak verilmesi gerektiğine inanmaya başladılar. Tek ünitelik transfüzyonlara karşı olan ve transfüzyon için düşük hemoglobinin eşik değerini savunanlara karşı cevap olarak 1992’de yapılan bir çalışma yapılmıştır. Bu makalede transfüzyon uygulamalarının aşırı transfüzyon açısından olduğu kadar, gereksinim duyulandan daha az transfüzyon yapılması açısından da kontrol edilmesi gerektiğini bildirilmiştir15. Hastalara gerekenden az kan nakli yapılması olasılığını dile getiren bu önerme, 1998’ de yapılan ve transfüzyon eşiğini düşürmenin tehlikelerini vurgulayan bir çalışmada tekrar edilmiştir16. Bundan kısa bir zaman sonra 1999’da yapılan çok merkezli Transfusion in Critical Care çalışması, gerekenden az transfüzyon yapılmış olma ihtimali olan hastaların 30 günlük ölüm hızlarını analiz etmek için yoğun bakım hastalarını ‘’kısıtlı’’ ve

381


‘’liberal’’ eritrosit transfüzyonu alanlar olarak rastgele gruplandırmıştır17. Kısıtlı tedavi grubundaki hastalar hemoglobin konsantrasyonları 7 g/dl’nin altına indiğinde transfüzyon alırken, liberal tedavi grubundakiler 9 g/dl’nin altında transfüzyon aldılar. Bu Kanada çalışmasında iki gruptaki ölüm hızları benzerdi. Fakat kısıtlı tedavi grubunda, hastalığı daha yavaş gelişmiş olanlardan oluşan alt grupta ölüm hızı anlamlı oranda daha düşüktü. Büyük bir İskoç hastanesindeki transfüzyon oranlarını değerlendirmek için daha yakın dönemde (2003) bir çalışma yürütülmüştür. Bu çalışmada klinisyenlerin hemoglobin değerleri 7 ile 9 g/dl arasında olduğunda transfüzyona başvurdukları sonucu çıkarılmıştır18. Klinisyenler hemoglobinin 7g/dl’nin altına indiğinde transfüzyon yapılmasını öneren mevcut Transfusion in Critical Care çalışma protokolüne uymamışlardır. Çalışmanın yazarları İskoç uygulamalarının yakın dönemde yapılmış diğer çalışmalardaki bulgularla uyumluluk içinde olduğunu bildirmişlerdir19–21. Transfusion in Critical Care çalışması ile alevlenen tartışmayı nihai olarak kapatma ümidiyle 2004 yılında Kanada’da yapılan bir gözden geçirme çalışması, eşik değerlerle ilgili 1998 NIH tavsiyesini yeniden doğrulayarak şunu belirtmiştir: ‘’Her yaşta ve her koşuldaki hastaya uygulanabilecek evrensel bir transfüzyon eşiği arayışı terk edilmelidir. Tüm eritrosit transfüzyonları gereksinimler ortaya çıktıkça, her hastanın ihtiyacına göre değerlendirilmelidir’’22. Bu ifade genellikle anemik doğum hastalarıyla ve bazen de kanamalı doğum sonu annelerle karşı karşıya kalan doğum hekimleri için özel bir anlama sahiptir. 2005’te Ma ve çalışma arkadaşları1, 7 g/ dl’den başlayıp 0,5 g/dl’lik artışlarla 9 g/dl’ye yükseltilen eşik değerlerinde yapılan tek ünite transfüzyonların sonuçlarını analiz ettiler. Bu araştırmacılar çoğu hasta için bir ünite eritrosit transfüzyonunun hemoglobin değerini ikincisini gerektirmeyecek yeterlilikte artırdığını gösterdiler. Yazarlar eğer transfüzyonunun amacı hemoglobin konsantrasyonunu güvenli olduğu düşünülen bir eşik değerin üzerine çıkarmaksa, ‘’tek ünite kan transfüzyonunun yalnız uygun olmakla kalmayıp, aynı zamanda tercih edilebilir” olduğunu dile getirmişlerdir. Maalesef transfüzyon uygulamadan önce bir eşik değerin kullanımı için varılan görüşlere uymayı sağlayacak koşullar, dünyanın her yerinde aynı değildir. Bu durum gelişmekte olan ülkelerdeki kanamalı doğum hastalarında özellikle

kısıtlayıcıdır. GELİŞMEKTE OLAN ÜLKELERDE KANAMALI HASTADA TEK ÜNİTE TRANSFÜZYONLARI Ma ve arkadaşlarının 2005 yılında, yalnız ortopedik hastaları içeren bir alt grup analizi yapmışlardır. Yazarlar bu analizde doğum sonu kanaması ya da anemisi olanların dahil edilip edilmediğinden bahsetmemişlerdir1. WHO 1990 yılı içinde aneminin tüm formlarından kaynaklanan ölümlerin bir listesini 1992 yılında yayımladı. Doğurgan yaştaki kadınlarda diğer gruplara göre anemiye bağlı ölüm riskinin daha yüksek olduğu tespit edildi23. Şekil 1 annelik döneminde anemi ile vaka ölüm oranı arasındaki ilişkiyi göstermektedir. Gebelikte anemi doğum sonu kanamanın ilave katkısı olmaksızın hızlı kalp yetmezliğine yol açarak ölüm riskini artırır. Şiddetli anemisi olan bir kadında 500 ml’den daha az kan kaybı bile ölümle sonuçlanabilir. Hemoglobin 8 g/dl’nin altına düştüğü zaman telafi edici mekanizmalar yetersiz kalır, laktik asit birikir ve hastalar istirahat halinde bile solunum yetmezliğine girerler. Özellikle ikiz gebeliği olanlarda veya splenomegalisi bulunanlarda hemoglobin 4 g/dl’nin altına düştüğü zaman kalp yetmezliği ortaya çıkabilir. Mevcut verilere dayanarak birçok kadının orta ve şiddetli derecede anemiyle gebeliklerinin sonlandığı gelişmekte olan ülkelerde, tek ünite transfüzyonun seçilmiş doğum hastalarında uygulanabilir bir tedavi seçeneği olduğu akılda tutulmalıdır. Birçok duruma bağlı olarak böyle hastalar, doğum sonu kanamadan çok kısa bir süre sonra ölebilirler. Eğer bu kadınlar yaşarsa ve transfüzyon ve girişimsel işlemlerin mevcut olduğu bir yere ulaşma şansına erişirse, tek ünitelik bir transfüzyon, kadının müdahale sonrası evine dönüş durumunun yeterince sağlıklı olup olmayacağında belirleyici olabilir. Açıkçası her vaka kendi şartları içinde değerlendirilmelidir. Hastaların doğum sonu kanama tehdidinden yeterince kurtulduğu düşünülüyorsa planlanan 2. transfüzyon iptal edilebilir. Bununla birlikte doğum sonu kanamalı kadınlarda tek ünite transfüzyonun etkisini değerlendirmek için rastgele gruplanmış kontrollü bir çalışma yapmak da pek mümkün görülmemektedir. Ayrıca yapılması mümkün olmayan böyle bir çalışmaya batı dünyasının birçok

382


kurumsal teftiş kurulları izin verse bile, etik olarak kabul görmeyecektir. ÖZET Özet olarak pek çok çalışma tek ünite transfüzyonun kronik anemi semptomlarını iyileştirebileceğini göstermiştir. Akut aneminin geliştiği gebelikle ilgili acillerde tek ünite transfüzyonun değeri hiç test edilmemiştir. Arşivlerin yetersiz olduğu ve kadınların çoğunun gebeliklerinin başında anemik olduğu ülkelerde, travay esnasında normalden en küçük sapmalar ve hatta doğum bile kadının hayatını riske sokacak aşırı obstetrik kanamalara yol açabilir. Bu vakalar mevcut tedavi edici girişimlerle durumları düzeltildikten sonra uygun bir merkeze taşınmalıdır. Burada kan grubu belirleme, grup uygun kan hazırlama ve enfeksiyonlar için taraması yapılmış kan ile transfüzyon yapılmalıdır. Ne yazık ki gelişmekte olan ülkelerde böyle işlemlerin tam manasıyla yapılması seyrektir ve eğer hastalar hayatta kalırsa ancak ölmek üzere iken ileri merkezlere ulaştırılabilirler. Bu kadınların bir kısmı, özellikle daha genç yaşta olanları ve kanaması durmuş olanlar, diğer tedavi yaklaşımları ile beraber tek ünite kan transfüzyonundan fayda görebilirler. Eğer klinisyenin görüşünde bu işlem mantıklı bir hareket olarak görülüyorsa tek ünite transfüzyon, günü geçmiş bir dikte gibi görünen ifadelere uymak adına, basitçe reddedilmemelidir. Kaynaklar 1. Ma M, Eckert K, Ralley F, Chin-Yee I. A retrospective study evaluating single-unit red blood cell transfusions in reducing allogeneic blood exposure. Transfus Med 2005;15:307–12 2. Diethrich EB. Evaluation of blood transfusion therapy. Transfusion 1965;5:82–8 3. Crispen JF. The single-unit transfusion. A continuing problem. Pa Med 1966;69:44–8 4. Reece RL, Beckett RS. Epidemiology of singleunit transfusion. A one-year experience in a community hospital. JAMA 1966;195:801–16 5. Morton JH. Surgical transfusion practices, 1967. Surgery 1969;65:407–16 6. Grindon AJ, Tomasulo PA, Bergin JJ, Klein HG, Miller JD, Mintz PD. The hospital transfusion committee. Guidelines for improving practice. JAMA 1985;253:540–3 7. Domen RE. The single-unit transfusion. J

Fla Med Assoc 1986;73:855–7 8. Cass RM, Blumberg N. Single-unit blood transfusion: doubtful dogma defeated. JAMA 1987; 257:628–9 9. Perioperative Red Cell Transfusion. NIH Consensus Development Conference Consensus Statement. Online 1988 June 27–29 [cited year month day];7(4), 1–19 10. Brunson ME, Alexander JW. Mechanisms of transfusion-induced immunosuppression. Transfusion 1990;30:651–8 11. Conrad ME, Knodell RG, Bradley EL Jr, Flannery EP, Ginsberg AL. Risk factors in transmission of non-A, non-B posttransfusion hepatitis. The role of hepatitis B antibody in donor blood. Transfusion 1977;17:579–85 12. Davies SC, Brozovic M. ABC of transfusion. Transfusion of red cells. Br Med J 1990;300: 248–52 13. Savarit D, De Cock KM, Schutz R, Konate S, Lackritz E, Bondurand A. Risk of HIV infection from transfusion with blood negative for HIV antibody in a west African city. Br Med J 1992; 305:498–502 14. Weiskopf RB. Do we know when to transfuse red cells to treat acute anemia? Transfusion 1998;38: 517–21 15. Lenfant C. Transfusion practice should be audited for both undertransfusion and overtransfusion. Transfusion 1992;32:873–4 16. Valeri CR, Crowley JP, Loscalzo J. The red cell transfusion trigger: has a sin of commission now become a sin of omission? Transfusion 1998;38: 602–10 17. Hebert PC, Wells G, Blajchman MA, et al. A multicenter, randomized, controlled clinical trial of transfusion requirements in critical care. Transfusion Requirements in Critical Care Investigators, Canadian Critical Care Trials Group. N Engl J Med 1999;340:409–17 18. Chohan SS, McArdle F, McClelland DB, Mackenzie SJ, Walsh TS. Red cell transfusion practice following the transfusion requirements in critical care (TRICC) study: prospective observational cohort study in a large UK intensive care unit. Vox Sang 2003;84:211–18 19. French CJ, Bellomo R, Finfer SR, Lipman J, Chapman M, Boyce NW. Appropriateness of red blood cell transfusion in Australasian intensive care practice. Med J Aust 2002;177: 548–51 20. Rao MP, Boralessa H, Morgan C, et al.

383


Blood component use in critically ill patients. Anaesthesia 2002;57:530–4 21. Vincent JL, Baron JF, Reinhart K, et al. Anemia and blood transfusion in critically ill patients. JAMA 2002;288:1499–507 22. Hardy JF. Current status of transfusion triggers for red blood cell concentrates. Transfus Apher Sci 2004;31:55–66 23. Murray CJ, Lopez AD. Global mortality, disability, and the contribution of risk factors: Global Burden of Disease Study. Lancet 1997;349: 1436–42 24. Mujeeb SA. Single unit blood transfusion, a bad clinical practice? Transfus Today 1998;36:5– 7

384


Bölüm 46 HASTANE DIŞI DOĞUMLAR E. Sheiner, I. Ohel, A. Hadar O.Gelişen, B. Gültekin

GİRİŞ Hastane dışı doğumlar genellikle hazırlıkların tamamlanıp, tıbbi personelin eşlik ettiği planlılar veya bu durumun olmadığı plansızlar olmak üzere ikiye ayrılır1. Planlanmamış veya hastaneye gidiş yolunda gerçekleşen doğumlar, kadının doğumun aktif fazına hızlı ilerleyişi durumlarında görülür. Bu şekilde gerçekleşen doğumlar stresli ve hatta oldukça tehlikeli bir deneyim halini alabilir. Hatta Tablo 1: Hastane dışı doğumlarda birincil öneme sahip olabilecek bağımsız doğum sonu kanama risk faktörleri. Çoklu lojistik regresyon modellerinden sonuçlar. Veriler odds oranları, %95 CI ve istatistiksel anlamlılık için p değerleri olarak verilmiştir.

Plasenta parçasının kalması Doğum distosisi, ikinci evre Plasenta akreata Yaralanmalar Gebelik yaşına göre büyük bebek Hipertansif bozukluklar

Odds ratio

% 95 CI

p

3,5

2,1–5,8

<0,001

3,4

2,4–4,7

<0,001

3,3

17–6,4

<0,001

2,4

2,0–2,8

<0,001

1,9

2,4–1,6

<0,001

1,6

2,1–1,2

<0,001

anne ve bebek için kanama ve ölüm gibi olumsuz sonuçlar görülebilir2–14. Bateman ve arkadaşları3 ABD’de gerçekleşen hastane dışı doğumların sıklıkla Afrikalı Amerikanlıların, multigravid ve yetersiz ya da hiç doğum öncesi bakım almamış kadınlarda görüldüğünü rapor Tablo 3. Dünyada planlanmış ve plansız hastane dışı doğumların oranları. Oran Ülke Referans (%) Planlanmış hastane dışı doğumlar ABD ve Kanada Johnson ve ark. 1 Hollanda Anthony ve ark. 33 Gelişmekte olan ülkelerde ev doğumları Güney Etiyopya Sibley ve ark. 90 Kodkany ve Hindistan 50 ark. Planlanmamış hastane dışı doğumlar İsrail, Negev bölgesi Sheiner ve ark. 2 İngiltere Scott ve ark. 0.3 Viisainen ve Finlandiya 0.1 ark. İskoçya havzası Rodie ve ark. 0.6

Tablo 2: Gebelik ve doğum komplikasyonlarının hastanede doğum yapanlar ile hastane dışı doğum yapanlar arasında karşılaştırılması. Özellik Doğum öncesi bakımın olmaması 1–2 derece perine yırtığı 3–4 derece perine yırtığı Plasenta parçasının kalması Gebelik yaşına göre küçük bebek Gebelik yaşına göre büyük bebek Bebek ölümü Uzamış taburculuk süresi

Hastane dışı (n=2.328) 809 (% 34,8) 435 (% 18,7) 4 (% 0,2) 27 (% 1,2) 233 (% 10,0) 145 (% 6,2) 29 (% 1,2) 911 (% 39,7)

385

Hastane içi (n=114.938) 10.822 (% 9,4) 16.178 (% 14,1) 77 (% 0,1) 693 (% 0,6) 6.809 (% 5,9) 11.774 (% 10,2) 718 (% 0,6) 35.343 (% 31,1)

p <0,001 <0,001 0,056 <0,001 <0,001 <0,001 <0,001 <0,001


etmişlerdir. Benzer şekilde diğer etnik azınlıklar da (Avrupa’da hastanelere uzak yerleşim yerlerinde yaşayanlar) hastane dışı doğum ve kötü gebelik sonuçları açısından risk altındadır4–6. Bu nedenle ABD’de hastane dışı doğum sıklığını azaltma önemli bir sağlık hedefidir15. Doğum sonu kanamanın iki ana şekli doğumdan sonraki ilk 24 saatte görülen erken doğum sonu kanama ve doğumdan 24 saat sonrasında başlayıp 6. haftaya kadarki dönemde görülen geç doğum sonu kanamalardır16. Her biri için tanımlamalar Bölüm 2’de yapılmıştır. Ancak tanımlamaların geçerlilikleri ayrıntılı araştırmalar ile gösterilememiş ve kan kaybı tahminleri ile ilgili süreç şüpheli olarak görünmektedir (Bkz. Bölüm 5 ve 6). Sık atıf alan bir makalede komplikasyonsuz, normal doğum yapan kadınların yaklaşık % 5’inde 1.000 ml’den fazla miktarda kanama rapor edilmiştir17. Doğum sonrası dönemde kanama miktarının nesnel değerlendirmesi özellikle yavaş ve sürekli kanama ya da eşlik eden karın içi kanama varlığında daha da güç olacaktır18. Dahası kan kaybının belirtileri olan kan basıncında düşme ve kalp atım hızında artma, gebelerde artmış kan hacmine bağlı olarak ancak 1.500 ml’in üzerindeki kanamalarda ve geç dönemde görülür (Bkz. Bölüm 4). Yakın zamanda grubumuz erken doğum sonu kanama riskleri ile ilgili toplum tabanlı geniş bir çalışma yapmıştır16. Çalışmamız bu alandaki ilk çalışma olmasa19–22 da, doğum sonrası risk altında olması nedeniyle özel ilgi gerektiren kadınların tespitinde ve hastane dışı doğumlarda konsültasyon konularına özel önem verdik. Bu çalışmada tekil gebeliklerin (n=154.311) % 0,43’ünde (n=666) doğum sonu erken kanama saptanmıştır. Tablo 1’de hastane dışı doğumlarda temel öneme sahip olabilecek bağımsız doğum sonu erken kanamanın risk faktörleri sunulmuştur. Çoklu değişkenli analizlerden çıkan risk faktörleri ayrılmamış plasenta, doğum distosisi, plasenta akreata, doğum kanalının ciddi yaralanmaları, gebelik yaşına göre büyük bebek ve hipertansif bozukluklar olarak sayılabilir16.Hastane dışı doğumları konu alan en geniş çalışmalardan birisi İsrail’de Negev bölgesinde yer alan bir tıp merkezinde yapılmıştır12–13. Bu bölgede doğumların çoğu hastanede olmaktadır. Dışarıda doğan hemen hemen tüm bebekler ve anneleri hastaneye getirilmektedir. Bunun temel nedeni hastane

doğumlarının ve doğum sonrası ilk 24 saat içinde hastaneye getirilen yenidoğanların devlet tarafından ödüllendirilmesidir. Planlanmamış, kazara hastane dışı doğumların oranı % 2’dir (2.328/114.938). Perinatal ölüm hastane dışı doğumlarda hastane doğumlarına oranla belirgin olarak daha yüksek hesaplanmıştır (odds ratio (OR) 2.01, % 95 güven aralığı (CI) 1,4–2,9). Hastane dışında doğum yapanlarda perine yırtığı ve plasenta parçasının kalması daha sık görülmektedir (Tablo 2). Buna ek olarak hastane dışı doğum yapanların taburculuk süresi kontrol grubuna oranla belirgin olarak daha uzundur. HASTANE DIŞI DOĞUMLARIN KÜRESEL ORANLARI Dünyadaki hastane dışı doğumların sayısı yeterli derecede kayıtlanamamaktadır (Tablo 3). Kazara hastane dışı olan doğumlar ile tıbbi personelin katılımı ile gerçekleşen planlı hastane dışı doğumların iyi ayırt edilmesi gerekmektedir. Gelişmekte olan ülkelerin kırsal ve uzak alanlarındaki hastane dışı doğumların temel sebebi sağlık merkezine sınırlı ulaşımdır. Soruna sağlık merkezine ulaşmadaki sıkıntının yanı sıra, ev içi veya topluluk içi temel hayat kurtarıcı hizmetlerdeki yetersizlikler de eşlik eder. Bu tipteki hastane dışı doğumlarda yüksek oranda bebek ölümü ve ciddi hastalığına da rastlanır2–14,23. Pan Amerikan Sağlık Örgütü’nün bir raporuna göre sadece birkaç ülkede % 50’nin altındaki oranlarda olmasına rağmen, Amerika bölgesinde doğumların % 79’u sağlık kurumlarında gerçekleşmektedir24. Ne yazık ki Amerika’da sağlık kurumu merkezli doğumların oranındaki artış anne ve yenidoğan ölümü üzerinde düzeltici etkiyi sağlamamıştır. Yüksek oranda hastane doğumu olan ülkeler arasında bile anne ve yenidoğan ölümü ve ciddi hastalığı oranları arasında belirgin farklılıklar mevcuttur. Bunun olası nedeni gereksiz sezaryen doğumlar ve epizyotomi açılmasıdır25,26. Bu ülkelerde kanıta dayalı girişimlerin yapılabilmesi için çaba sarfedilmektedir24. Gelişmekte olan ülkelerden gelen birkaç raporda kazara olan hastane dışı doğumların oranı % 0,1–2 arasında değişmektedir7,13,27–29. Kazara olan hastane dışı doğumlar ile ilişkili faktörler multiparite ve yetersiz doğum öncesi bakımdır. Bunlar aynı

386


Hollanda’da ebe eşliğinde planlanmış ev doğumlarının oranı tüm doğumların 1/3’üdür. Bu kesitsel çalışmada annenin demografik verileri multiparite, 25 yaş üzeri ve küçük şehirlerde yaşama şeklinde belirtilmiştir32.

zamanda artmış kötü yenidoğan dönemi sonuçlarıyla da ilişkilidir30,31. İsrail’de Negev bölgesindeki toplum tabanlı geniş bir çalışmada kazara olan hastane dışı doğumların oranı % 2’dir (2.328/114.938)13. Bu doğumlar hastane dışında yetkin personel ile olan doğumların aksine eşliksiz yapılan doğumlardır.

Bu durum gelişmemiş ülkelerde tamamen farklıdır. Bu bölgelerde deneyimsiz doğum yardımcısı ile ev doğumu geleneksel olarak kabul görmüştür. Bu yerlerde anne ve yenidoğan ölüm oranları yüksektir. Ne yazık ki hastane dışı doğumlar ile ilgili vakaların büyük bölümü rapor edilmemektedir. Yetersiz acil bakım, yetkin doğum yardımcısı bulunmayışı bu durumlarda yetersiz ve gecikmiş müdahaleyi doğurmaktadır. Örneğin kırsal Etiyopya’da tüm doğumların % 90’ı yetkin olmayan doğum yardımcısı eşliğinde evde yapılmaktadır33.

İngiltere’de bir bölge hastanesinde 3 yıllık dönemde hastane dışı doğum % 0,31 gibi düşük bir oranda rapor edilmiştir27. Bu kadınların multipar olduğu ve 14 doğumdan 11’inin (% 78,6) hastaneye ulaşımın zor olduğu 20.00–08.00 gece saatlerinde gerçekleştiği rapor edilmiştir. Finlandiya’da yapılan bir çalışmada 1963 ve 1973 yılları arasında kazara hastane dışı doğumların oranında 1.000 doğumda 1,3’ten 0,4’e düşüş bildirilmiştir. 1990’larda bu oran ilginç şekilde 1/1.000’e yükselmiştir. Bu değişiklik küçük bölgelerdeki hastanelerin kapatılması ile ilişkili bulunmuştur7.

Dünyanın birçok bölgesinde doğum sonu kanama anne ölümlerin % 35-55’inden sorumludur. Hindistan’da anne ölüm oranı canlı doğumlarda 560/100.000 olarak tahmin edilmektedir. Kırsal Hindistan’da doğumların en az % 50’si evde gerçekleşmektedir34. Bu oranlar Hindistan’da Karnataka Belgaum bölgesindeki 4 merkezde rastgele gruplanmış, plasebo kontrollü bir klinik çalışmada doğrulanmıştır. Bu çalışmanın ana amacı 600 μg mizoprostolün doğum sonu kanama oranlarındaki etkisini incelemektir. Mizoprostol asgari düzeyde eğitilmiş ebeler tarafından hemen doğum sonrası uygulanmıştır. Çalışmanın ikincil amacı gelecekte yapılacak kırsal çalışmalara örnek teşkil etmesidir.

Kazara hastane dışı doğumlar, geriye dönük olgu kontrollü bir çalışmada İskoçya’da bir bölgede incelenmiştir. Tüm doğumlar içinde 117 kadın 121 bebeği hastane dışında doğurmuştur. Oran hastaneye başvuran vakaların % 0,6’sıdır28. Planlanmış ev doğumları için örnekler takip eden 2 çalışmada sunulmuştur. 2000 yılında ABD ve Kanada’yı içeren Kuzey Amerika’da sertifikalı profesyonel ebe yardımında planlanmış ev doğumları ile ilgili ileriye dönük bir çalışma yapılmıştır. Planlanmış ev doğumlarının oranı % 1,6’dır29.

Sonuç olarak dünyada hastane dışı doğumlar yeterli derecede kayıtlı değildir. Her ne kadar annenin bakım kalitesi annenin ve yenidoğanın ölüm

Tablo 4: Plansız hastane dışı doğumlarla kontrol grubunun annelik sonuçları Özellikler

Planlanmamış hastane dışı doğumlar (n: 151)

Kontrol grubu (n: 151)

p

Vajina yırtıkları

27 (% 17,9)

18 (% 12,0)

0,087

Doğum sonu kanama

8 (% 5,3)

1 (% 0,6)

0,018

Doğum sonu endometrit

2 (% 1,3)

0

0,157

Antibiyotik tedavisi

2 (% 1,3)

0

0,157

Vajina yırtıklarının dikilmesi

25 (% 16,6)

18 (% 12,0)

0,249

Uterus boşluğuna kürtaj uygulanması

6 (% 4,0)

0

0,013

Hastanede kalış (gün)

3,2 ± 0,9

2,95 ± 0,6

0,111

387


oranlarındaki temel belirleyiciyse de,35 hastane dışı doğumların özellikle doğum sonu kanamaya bağlı anne ölümü ve ciddi hastalığıyla olan ilişkisi, istatistiksel verilerin yetersizliği nedeniyle, yeterince aydınlatılamamıştır. HASTANE DIŞI DOĞUM VE DOĞUM SONU KANAMA Grubumuz14 hastane dışı ve hastane içi doğumlarda anne ve yenidoğana ait sonuçları ileriye dönük bir çalışmada karşılaştırmıştır. Planlanmamış hastane dışı doğumlarda istatistiksel olarak belirgin derecede fazla doğum sonu kanamaya rastlanmıştır (OR 8,4; %95 CI 1,1–181,1; p=0.018) (Tablo 4). Uterus atonisine bağlı doğum sonu kanama anne ölümlerinin doğrudan birincil sorumlusudur. Gelişmiş ülkelerde yönetimsel strateji kristaloit solüsyonu verilmesi, kan transfüzyonları ve cerrahi olarak sayılabilir. Bu tarzdaki tedavi seçenekleri gelişmekte olan ülkelerde sıklıkla sağlanamaz. Uterus atonisi, ciddi yaralanmalar, ilerlememiş doğum sonucu uterus rüptürü gibi durumlarda temel bakımı bile yapamayacak deneyimsiz doğum yardımcısı ve uzun hasta nakil süreleri çocuk doğurma yaşındaki kadınların ölüm nedenleri arasında ilk sırayı doğum sonu kanamanın almasını sağlamaktadır36. Anemi varlığı bu durumu daha da vahim hala getirmektedir. Papua Yeni Gine’de % 94, Hindistan’da % 88 ve Tanzanya’da % 86 sıklıktadır38. Anemi nadiren gebelik sırasında tanı ve tedavi alır. Sıklıkla da sıtma ve diğer parazit hastalıklarıyla alevlenir39. Her ne kadar doğum sonu kanamalı hastaların birçoğunda açıklanabilen bir risk faktörü bulunamasa da evlilik yaşının genç olması, kontrasepsiyon yöntemlerinin kullanımındaki azlık nedeniyle artmış fertilite oranları sonucu grand multipar sayısı gelişmiş ülkelere oranla gelişmekte olan ülkelerde daha fazladır42. Gana’da yapılan bir geriye dönük çalışmada, Berekum kırsalındaki Kutsal Aile Hastanesi’nde aktif ve gözlemci yaklaşımlar karşılaştırılmıştır43. Çalışmada aktif yönetim uygulanan grupta doğum sonu kanamanın (kan kaybı= 500 ml) daha az sıklıkta görüldüğü rapor edilmiştir (OR 0,8; %95 CI 0,7–0,9). McCormick ve arkadaşları44 yetersiz koşullarda doğumun 3. evresinin aktif yönetimi

ile ilgili yayınları sistematik olarak gözden geçirmişlerdir. Doğumun 3. evresinde uterotonik ajanların kullanılmasıyla plasenta parçasının kalması veya diğer ciddi komplikasyonlar gelişmeden doğum sonu kanama riski azalmaktadır. Oksitosin syntometrin oranla daha fazla tercih edilir. Ancak parenteral yol kullanımının uygun olmadığı durumlarda mizoprostol de kanama kontrolünde kullanılabilir (Bkz. Bölüm 16–19). 2003’te yayınlanan bir Cochrane derlemesinde doğumun 3. evresinde aktif ve gözlemci yönetimin karşılaştırıldığı beş, rastgele gruplanmış, kontrollü çalışma ele alınmıştır. Buna göre doğum sonu kanama açısından düşük riske sahip kadınlar da dahil olmak üzere tüm durumlarda aktif yönetimin doğum sonu kanama sıklığını azalttığı (hem 500– 1.000ml, hem de > 1.000ml), doğumun 3. evresini kısalttığı, annenin kanama miktarını azalttığı, kan transfüzyon gereksinimini azalttığı ve ek uterotonik kullanım gereksinimini azalttığı görülmüştür (rölatif risk 0,38; % 95 CI 0,32–0,46). Bunun anlamı kan kaybının sınırı ≥ 500 ve ≥ 1.000 ml olarak ele alındığında, gözlemci yerine aktif yönetimin kullanılmasıyla sırasıyla her 12 ve 57 kadında 1 doğum sonu kanamayı önlemesidir. Aktif yönetim uygulanan kadınların kan kaybı gözlemsel yaklaşım uygulanan kadınlardan ortalama olarak 79,33 ml daha azdır. Doğumun 3. evresi aktif yönetimde 9,77 dakika daha kısadır. Doğum sonu kanama önlenmesinde uterotonik ajanların rutin kullanımı anne ölümünü % 40 azaltmaktadır46. Sağlık hizmetleri sınırlı olan toplumlarda annenin ciddi hastalığının tipi ve insidansı gibi bilgilere ulaşmak zordur 23. Bang ve arkadaşları Gadchiroli-Hindistan’da yaptıkları ileriye dönük bir çalışmada annenin ciddi hastalığının oranını % 52,6 (doğum sırasında % 17,7 ve lohusalıkta % 42,9) olarak bulmuşlardır. Doğum sırasındaki ciddi hastalıkların en sık nedeni uzamış doğum (% 10,1), uzamış membran rüptür zamanı (% 5,7), anormal prezantasyon (% 4,0) ve birincil doğum sonu kanamadır (% 3,2). Doğum sonu dönemine ait ciddi hastalıkların sık nedeniyse ikincil doğum sonu kanamadır (% 15,2). Bu çalışmada 39 köyde yaşayan anneler ve yenidoğanlar hiçbir müdahalede bulunulmadan ileriye dönük olarak gözlenmiştir. Çalışma yaklaşık 1 milyon doğumu içermekte olup, doğumların çoğu geleneksel doğum yardımcıları ve aile bireyleri tarafından yaptırılmıştır. Bu çalışma

388


annenin ciddi hastalığının ölçülmesi amacıyla, gelişmekte olan bir ülkede, kırsal alanda, doğum ve lohusalığın ev ortamında nesnel ve sistemli bir yöntemle incelendiği ilk çalışmadır. Ancak bu çalışmanın sonuçları yorumlanırken akılda tutulması gereken bazı sınırlamaları vardır. Çalışma grubu hastane doğumlarını (muhtemelen daha fazla problemlere sahiptir) içermediğinden, ciddi hastalıkları göründüğünden daha az hesaplanmasına neden olmuş olabilir. Bir diğer rastgele gruplanmış, kontrollü çalışma doğumdan hemen sonra olan emmenin doğum sonu kanamanın sıklığına olan etkisini araştırmak için yapılmıştır47. Geleneksel doğum yardımcıları çalışmaya katılımı sağlamış olup, canlı tek doğum yapan 2.104 erken emen grup ve 2.123 kontrol grubunda kan kaybını kaydetmişlerdir. Doğum sonu kanama (500 ml’den fazla) oranı emen grupta % 7,9 iken kontrol grubunda % 8,4 olarak bulunmuştur. Prual ve arkadaşları bu ciddi hastalık oranını altı Batı Afrika ülkesinde 20.326 hamile kadından oluşan bir çalışma grubunda araştırmıştır48. Annenin ciddi hastalığının başlıca sebebi kanama (% 3,05) olup, 23 olguda neden uterus rüptürüdür (% 0,12). Kanamalarda ölüm oranları yüksek olup % 1,9’dan (doğum öncesi ve sırasında kanamaya bağlı), % 3,7’ye (ablasyo plasenta) kadar değişmektedir. Bazı komplikasyonlarda yüksek ölüm oranları kötü obstetrik bakıma işaret etmektedir. Walvaren ve arkadaşları, kırsal Gambia’da çift kör, rastgele gruplanmış, kontrollü bir çalışma yapmışlardır. Yazarlar doğum sonu kanamaya oral mizoprostolün etkisini, ev doğumlarında kullanılan standart tedavi yöntemleriyle karşılaştırmışlardır. Bu amaçla kan kaybı, doğum sonu hemoglobin düzeyi, doğum öncesi ve doğumdan sonraki 3.– 5. günler arasındaki hemoglobin düzeylerinde değişmelere bakmışlardır. Çalışma Batı Afrika, Gambia’da 26 birincil sağlık bakımı verilebilen köylerde yapılmıştır. Bu bölgelerde doğumların % 72’si evde olup anne ölüm oranı 424/100.000 olarak bulunmuştur. Anne ölümünün en önemli sebebi ise doğum sonu kanamadır. Çalışma grubunda iki anne ölümü olup, ikisi de mizoprostol grubundadır. Ölümler doğum sonu kanama (ölçülen 2.200 ml kan kaybı) ve sıtmaya bağlı yaygın damar içi pıhtılaşma bozukluğuna (ölçülen kan kaybı 300 ml) bağlanmıştır.

Tablo 5. Hastane dışı doğumlarda doğum sonu kanama riski Hastane dışı doğumlarda Ülke Referans doğum sonu kanama Batı 48 Prual ve ark. % 3,1 Afrika Malawi Bulloughve ark. 47 % 8,4 Gana

Geelhoed ve ark. 7

% 17,4

Hindistan

Bang ve ark. 23

% 3,2

İsrail

Hadar ve ark. 14

% 5,3

İsrail

Sheiner ve ark. 13

% 3,2

Tablo 5, doğum sonu kanama ve hastane dışı doğumlar arasındaki ilişki hakkındaki eldeki sınırlı sonuçları özetlemektedir. SONUÇLAR Pek çok kadının evde doğum yaptığı gerçeği, onların doğum sonu kanama riskini açıkça etkilemektedir. Anneye uygulanan bakım kalitesinin ölüm oranlarını etkilediği kabul edilen bir gerçektir. Bizim çalışmamız bir ilk olarak 8,4 odds oranını açıklamıştır 14. Bu oran, bu kitabın diğer bölümlerinde de daha önce anlatıldığı gibi, tıp toplumunu en kısa sürede göreve çağırmayı gerektirmektedir. Tüm doğumlar yeterli eğitim almış personel tarafından yaptırılmalıdır. Yüksek riskli gebelerin acil referans servis olanağı olan hastanelerde doğum yapmaları için daha etkili stratejilere gereksinim vardır. Kaynaklar 1. Zur M, Hadar A, Sheiner E, Mazor M. Out of hospital deliveries: incidence, obstetrical characteristics and perinatal outcome. Harefuah 2003; 142:38–41 2. Burnett CA 3rd, Jones JA, Rooks J, Chen CH, Tyler CW Jr, Miller CA. Home delivery and neonatal mortality in North Carolina. JAMA 1980; 244:2741–5 3. Bateman DA, O’Bryan L, Nicholas SW, Heagarty MC. Outcome of unattended out-ofhospital births in Harlem. Arch Pediatr Adolesc Med 1994;148:147–52 4. Hinds MW, Bergeisen GH, Allen DT. Neonatal outcome in planned vs. unplanned out-

389


ofhospital births in Kentucky. JAMA 1985;253: 1578–82 5. Goldenberg RL, Hale CB, Houde J, Humphrey JL, Wayne JB, Boyd BW. Neonatal deaths in Alabama. III. Out-of-hospital births, 1940–1980. Am J Obstet Gynecol 1983;147: 687–93 6. Bhoopalam PS, Watkinson M. Babies born before arrival at hospital. Br J Obstet Gynaecol 1991;98:57–64 7. Viisainen K, Gissler M, Hartikainen AL, Hemminki E. Accidental out-of-hospital births in Finland: incidence and geographical distribution 1963–1995. Acta Obstet Gynecol Scand 1999;78:372–8 8. Moscovitz HC, Magriples U, Keissling M, Schriver JA. Care and outcome of out-ofhospital deliveries. Acad Emerg Med 2000;7: 757–61 9. Verdile VP, Tutsock G, Paris PM, Kennedy RA. Out-of-hospital deliveries: a five-year experience. Prehospital Disaster Med 1995;10:10– 13 10. Chen CC, Huang CB, Chung MY. Unexpected delivery before arrival at hospital: an observation of 18 cases. Changgeng Yi Xue Za Zhi 2000;23: 205–10 11. Walraven GE, Mkanje RJ, Roosmalen J, van Dongen PW, Dolmans WM. Perinatal mortality in home births in rural Tanzania. Eur J Obstet Gynecol Reprod Biol 1995;58:131–4 12. Sheiner E, Hershkovitz R, Shoham-vardi I, Erez O, Hadar A, Mazor M. A retrospective study of unplanned out-of-hospital deliveries. Arch Gynecol Obstet 2004;269:85–8 13. Sheiner E, Shoham-vardi I, Hadar A, Sheiner EK, Hershkovitz R, Mazor M. Accidental out-of-hospital delivery as an independent risk factor for perinatal mortality. J Reprod Med 2002;47: 625–30 14. Hadar A, Rabinovich A, Sheiner E, Landau D, Hallak M, Mazor M. Obstetrics characteristics and neonatal outcome of unplanned out of hospital term deliveries: a prospective case–control study. J Reprod Med 2005;50:832–6 15. National Center for Health Statistics. Prevention profile, health, United States, 1989. Hyattsville, Md: US Public Health Services, 1990:35 16. Sheiner E, Sarid L, Levy A, Seidman DS, Hallak M. Obstetric risk factors and outcome of pregnancies complicated with early postpartum hemorrhage: A population-based study. J Matern Fetal Neonatal Med 2005;18: 149–54

17. Pritchard JD, Baidwin RM, Dickey JC, Wiggins KM. Blood volume changes in pregnancy and the puerperium. II. Red blood cell loss and changes in apparent blood volume during and following vaginal delivery, cesarean section, and cesarean section plus total hysterectomy. Am J Obstet Gynecol 1962;84:1271–82 18. Norris CT. Management of postpartum hemorrhage. Am Fam Physician 1997;55: 635–40 19. Combs CA, Murphy EL, Laros RK. Factors associated with postpartum hemorrhage with vaginal birth. Obstet Gynecol 1991;77:69–76 20. Combs CA, Murphy EL, Laros RK. Factors associated with hemorrhage in cesarean deliveries. Obstet Gynecol 1991;77:77–82 21. Magann EF, Evans S, Hutchinson M, Collins R, Howard BC, Morrison JC. Postpartum hemorrhage after vaginal birth: an analysis of risk factors. South Med J 2005;98:419–22 22. Magann EF, Evans S, Chauhan SP, Lanneau G, Fisk AD, Morrison JC. The length of the third stage of labor and the risk of postpartum hemorrhage. Obstet Gynecol 2005;105:290–3 23. Bang RA, Bang AT, Reddy MH, Deshmukh MD, Baitule SB, Filippi V.Maternal morbidity during labour and the puerperium in rural homes and the need for medical attention: A prospective observational study in Gadchiroli, India. Br J Obstet Gynaecol 2004;111:231–8 24. Health in the Americas, 2002 edn, Vol I. Pan American Health Organization 25. Lydon-Rochelle M, Holt VL, Martin DP, Easterling TR. Association between method of delivery and maternal rehospitalization. JAMA 2000;283:2411–16 26. Srp B, Velebil P. Proportion of caesarean sections and main causes of maternal mortality during 1978–1997 in the Czech Republic. Ceska Gynekol 1999;64:219–23 27. Scott T, Esen UI. Unplanned out of hospital births – who delivers the babies? Ir Med J 2005; 98:70–2 28. Rodie VA, Thomson AJ, Norman JE. Accidental out-of-hospital deliveries: an obstetric and neonatal case control study. Acta Obstet Gynecol Scand 2002;81:50–4 29. Johnson KC, Daviss BA. Outcomes of planned home births with certified professional midwives: large prospective study in North America. Br Med J 2005;330:1416 30. Twizer E, Sheiner E, Hallak M, Mazor M,

390


Katz M, Shoham-Vardi I. Lack of prenatal care in a traditional society: is it an obstetrical hazard? J Reprod Med 2001;46:662–8 31. Sheiner E, Hallak M, Twizer E, Mazor M, Katz M, Shoham-Vardi I. Lack of prenatal care in two different societies living in the same region and sharing the same medical facilities. J Obstet Gynaecol 2001;21:453–8 32. Anthony S, Buitendijk SE, Offerhaus PM, Dommelen P, Pal-de Bruin KM.Maternal factors and the probability of a planned home birth. Br J Obstet Gynaecol 2005;112:748–53 33. Sibley L, Buffington ST, Haileyesus D.The American College of Nurse-Midwives’ Home- Based Lifesaving Skills Program: A Review of the Ethiopia Field Test. J Midwifery Womens Health 2004;49:320–8 34. Kodkany BS, Derman RJ, Goudar SS, et al. Initiating a novel therapy in preventing postpartum hemorrhage in rural India: a joint collaboration between the United States and India. Int J Fertil Womens Med 2004;49:91–6 35. World Health Organization. Mother–Baby Package (WHO/RHT/MSM/94.11, Rev1). Geneva: World Health Organization, 1998 36. Miller S, Lester F, Hensleigh P. Prevention and treatment of postpartum hemorrhage: new advances for low-resource settings. J Midwifery Womens Health 2004;49:283–92 37. Levy A, Fraser D, Katz M, Mazor M, Sheiner E. Maternal anemia during pregnancy is an independent risk factor for low birthweight and preterm delivery. Eur J Obstet Gynecol Reprod Biol 2005;122:182–6 38. Brabin BJ, Hakimi M, Pelletier D. An analysis of anemia and pregnancy-related maternal mortality. J Nutr 2001;131:604–15S 39. Steketee RW. Pregnancy, nutrition and parasitic diseases. J Nutr 2003;133:1661–7S 40. Mahler K, Rosoff JI. Into a New World: Young Women’s Sexual and Reproductive Lives. New York: Alan Guttmacher Institute, 1998 41. Miller S, Lester F. Married young first time mothers: Meeting their special needs. Proceedings of the WHO/Population Council Technical Meeting on Married Adolescents. Geneva, Switzerland, December 9–12, 2003 42. Trussell J, Pebley AR. The potential impact of changes in fertility on infant, child, and maternal mortality. Stud Fam Plann 1984;15:267– 80

43. Geelhoed D, Visser L, Agordzo P, et al. Active versus expectant management of the third stage of labor in rural Ghana. Acta Obstet Gynecol Scand 2002;81:171–3 44. McCormick ML, Sanghvi HC, Kinzie B, McIntosh N. Preventing postpartum hemorrhage in low-resource settings. Int J Gynaecol Obstet 2002;77:267–75 45. Prendiville WJ, Elbourne D, McDonald S. Active versus expectant management in the third stage of labour (Cochrane Review). In The Cochrane Library. Chichester: John Wiley & Sons, 2003, Issue 4 46. Prendiville WJ, Harding JE, Elbourne DR, Stirrat GM. The Bristol third stage trial: active versus physiological management of third stage of labour. Br Med J 1988;297:1295–300 47. Bullough CH, Msuku RS, Karonde L. Early suckling and postpartum hemorrhage: controlled trial in deliveries by traditional birth attendants. Lancet 1989;2:522–5 48. Prual A, Bouvier-Colle MH, de Bernis L, Breart G. Severe maternal morbidity from direct obstetric causes in West Africa: incidence and case fatality rates. Bull WHO 2000;78:593–602 49. Walraven G, Blum J, Dampha Y, et al. Misoprostol in the management of the third stage of labour in the home delivery setting in rural Gambia: a randomized controlled trial. Br J Obstet Gynaecol 2005;112: 1277–83

391


Bölüm 47 AMELİYAT SIRASINDA OTOLOG KAN TRANSFÜZYONU S. Catling, D. Thomas S. Büyükkurt

GİRİŞ

YÖNTEMLER

İnsan kanı kullanılarak hayat kurtarıcı transfüzyon ilk kez 1818’de James Blundell tarafından tanımlanmıştır. Blundell 10 transfüzyon yapmış ve bunların beşinde başarılı olmuştur. Üstelik bunların dördü de doğum sonu kanaması olan hastalardı. Hastanın eşinden aldığı kanını enjektörle vermenin güvenli olduğunu göstermiştir1. Bir seferinde otolog kanın yeniden infüzyonunun mümkün olabileceğinden bahsetmişti2. Bu durum doğum sonu kanamayı anlatan bu kitabın ameliyat sırasında otolog kan transfüzyonu ile ilgili bölümüyle uygunluk göstermektedir. Blundell’in orijinal yayını Landsteiner’in ABO kan gruplarını bulmasından neredeyse yüzyıl kadar önce, kan transfüzyonu teknikleriyle ilgili olarak ilk bilimsel verileri sunmaktadır3.

Yıkama sistemlerinin kullanılıp, kullanılmamış olmasına bağlı olarak yeniden verilen kanın kalitesi ve içeriği değişebilmektedir. Otomatik hücre yıkama sistemleri yokken doğum sonu kanama meydana gelirse, kanı basitçe toplamak, süzmek ve yeniden vermek yoluna gidilmesi de tanımlanmıştır. Hatta ideal olmasa da bu yöntem dünyanın bazı bölgelerinde hala kullanılmaya devam etmektedir. Yine de yıkanmamış kanın kullanılması (özellikle de süzgeçli, kapalı, ameliyat sonrası toplama sistemleri kullanılarak yeniden infüzyon yapılması) diz cerrahisinde yaygın olarak kullanılmaktadır. Bu yöntem güvenilir ve etkili olduğu izlenimini vermektedir. İlginç bir noktaysa geçmişte yayınlanmış bazı yazılarda yıkanmamış kan kullanıldığında alıcının bağışıklık sisteminin uyarılabileceğinin belirtilmesidir4.

Ameliyat sırasında kan toplamayla ilgili olarak ilk yayınların bazıları, bu hayat kurtarıcı basit yolu, damar dışına çıkan kanın batın boşluğundan toplanması, bir gazlı bezden süzülmesi ve kalanın geri infüzyonu olarak tanımlar. Sonraki yıllarda toplama, süzme ve yıkamayla ilgili teknikler yaygınlaşsa da, rafine etmenin yolu hem yapılan cerrahi girişimin türüne, hem de eldeki teknik olanaklara göre oldukça değişkenlik göstermektedir. Tahmin edileceği gibi pahalı aferez cihazları cerrahi doğum hekimliğinin rutin olarak uygulandığı dünyanın pek çok bölgesinde bulunmamaktadır. Doğum sonu kanama sık görülen bir problem olsa da, orijinal olarak tanımlanan teknik hala gereksizce kullanılmaktadır. Bu bölümde otolog kanın kurtarılmasıyla ilgili çeşitli yöntemlerden, özellikle de doğum sonu kanama için geliştirilmiş olanlarından bahsedilecektir. TANIM Otolog kan kurtarılması cerrahi ya da travmatik kanamaya bağlı olarak ortama saçılan kanın, ameliyat sırasında ya da sonrasında toplanabilmesidir. Toplanan kan süzülüp, yeniden verilebilir ya da süzülüp, yıkanıp, yeniden verilebilir.

Ameliyat sırasında en sık kullanılan toplama sistemi, saçılan kanı toplayıp aspiratörün ucundaki sitratlı ya da heparinli serum fizyolojikle (1 litre izotonikte 25.000 IU heparin) antikoagulasyon sağlayan düzenektir (Şekil 1). Toplanan kan, santrifüj haznesine aktarılır. Saniyede 5.500 devirle dönen santrifüj aleti ağır kırmızı hücreleri haznenin çeperine doğru iter. Hazne doldukça kırmızı hücrelerin birikmesi plazma, trombosit ve diğer hücresel artıkları sistemin dışına çıkararak atık haline getirir. Hazne kırmızı kan hücreleriyle dolunca sistem ikinci aşamaya geçer. Bundan sonra otomatik makineler toplanmış ve yoğunlaştırılmış kırmızı hücrelerini izotonikle yıkamaya başlar. Bu aşamada eritrositler daha da ileri bir temizlemeye tabii tutulur. Sonuç olarak izotonik içinde % 60 hematokriti olan bir solüsyon hazırlanmıştır. Bu aşamada trombositler ve pıhtılaşma faktörleri büyük oranda yıkanarak solüsyondan uzaklaştırılmıştır5. Fazla kanama olması halinde herhangi bir otomatik, ticari hücre yıkama sistemi 5–10 dakika içinde bir ünite eritrosit süspansiyonunu hazırlar. Bu işlemin uygulanacağı kayıp kan miktarı sonsuzdur. Büyük travmalarda bu yöntemin başarıyla kullanıldığı belirtilmekte, hatta transfüzyon için gerekli eritrosit

392


Şekil 1: Ameliyat sırasında hücre toplanmasıyla ilgili sistemi gösteren bir diyagram (Haemonetics Inc., Baintree’nin orijinal çiziminden izin alınarak oluşturuluştur). Kesikli çizgiler hastaya doğru olan infüzyonu gösterir. Yahova Şahidi olan bir hastada sistemin öncelikle izotonikle doldurulması gerekir. süspansiyonunun % 50’sinin bu yolla sağlanabildiği ifade edilmektedir6. Tabii ki bu yöntem sadece allojenik kan ihtiyacını azaltmaya yarayacaktır. Yoğun kanamalarda hücre kurtarma aletleri otolog kanın olduğu kadar, allojenik kanın da yeniden dolaşıma verilmesine yarar. Yeniden dolaşıma verilen kanda çok az miktarda trombosit ve pıhtılaşma faktörü bulunduğundan, özellikle fazla kanamaya bağlı yoğun transfüzyonun yapılan hallerde, pıhtılaşma parametrelerine dikkat edilmelidir. Eritrosit süspansiyonu hazırlanırken izotonik, adenin, glukoz ve manitol (SAGM) kullanıldığından aynı allojenik kan transfüzyonu yapılırken olan şartlar geçerlidir. Bu nedenle hastalar trombosit ve taze donmuş plazma verilmesine ihtiyaç duyabilirler. TARİHSEL KOMPLİKASYONLAR Günümüzde kullanılan cihazlarda oldukça iyi güvenlik sistemleri bulunmaktadır. Ancak yine de anılan bu tekniğe bağlı bazı yanlış anlaşılmaları dile getirmek yerinde olacaktır. Modern donanımlar doğru şekilde kullanıldığında hava embolisi artık sorun oluşturmamaktadır. Serbest hemoglobinin

neredeyse tamamı ayıklanabilir ve kalan çok az miktarın önemli klinik etkisi bulunmamaktadır. Trombositler toplama aşamasında etkinleşse de, bunların büyük kısmı işleme aşamasında ayıklanır. Lökositler, komplemanlar ve kininler de toplama aşamasında etkinleşebilirler. Ancak bununla ilgili olarak klinik önem derecesinde sistemik inflamatuvar yanıt henüz bildirilmemiştir. OLASI KONTRİNDİKASYONLAR Bu teknolojinin kullanılmasını öneren seminer bildirgesinden7 bu yana kırmızı hücrelerin toplanmasıyla ilgili kararı alırken üç durumda kar-zarar hesabının ve klinik durumun acilliğinin iyi değerlendirilmesi gerekir. Bu üç durum kanın yayıldığı ortamın malign hücreler içermesi, kalın bağırsak içeriğiyle toplanan kanın bir arada olması ve eritrositlerin amniyos sıvısıyla karışmış olmasıdır. Bu üç durumda eritrositlerin toplanması, ancak çok gerekliyse, uygulanabilecek bir yöntemdir. Güvenilir allojenik kanın bulunmaması, hastada oksijen taşınmasına yardım etmek ve kendi kanını toplamak için, eritrosit toplanmasının net olarak gerektiği bir durumdur. Günümüzde Birleşik Krallık’taki kanın korunmasıyla ilgili uygulamalar,

393


eritrosit toplanmasını teşvik etmektedir8. Kan toplanmasıyla ilgili pek çok kısıtlama mevcuttur. Bunlardan en önemlisi vericilerin anormal prion proteinlerinin varlığı konusunda teste tabii tutulmalarıdır. Ayrıca azalan verici sayısının bir diğer nedeni de, vericilerde HIV veya diğer virüslerin çıkmasıdır. Yukarıda sayılan nedenlerden ötürü verici sayısındaki azalmaya bağlı olarak doğum sonu kanamada eritrosit toplanması gündeme gelmiştir. Bu bölümün geri kalanında doğum sonu kanama olduğunda ameliyat sırasında eritrosit toplanması ele alınacaktır. Neyse ki bu tür aletlerin yaygın olarak kullanımı bu işlemin güvenilir olduğunu ve doğru işlemin makine tarafından uygulandığını göstermiştir. Bu tür cihazların kullanımı ulusal kılavuzlarda ve hükümet yönergelerinde de desteklenmektedir9,10. DOĞUM HEKİMLİĞİNDE HÜCRE TOPLANMASININ GÜVENİLİRLİĞİ Sezaryen sırasında eritrosit kurtarılmasıyla ilgili iki teorik sorun öne sürülmüştür. Bunlardan ilki eğer anne Rh-negatif ve fetus Rh-pozitifse immünizasyon riskidir. Hücre toplama cihazları fetusun eritrositlerini erişkin eritrositlerinden ayırt edemez. Bu nedenle, fetusunkiler dahil, toplanan tüm eritrositler yeniden verilmek üzere hazırlanan kan paketinin içinde birikir. Yapılan çalışmalara göre sezaryen sırasında toplanan kana fetusun eritrositlerinin bulaşma miktarı 1 ile 19 ml arasındadır11–13. Bu veriyi standart Kleihauer formülüne uyguladığımızda Rh izoimmünizasyonundan korunmak için 500–2.500 ünite (1–5 ampul) anti-D verilmesi gerekir. Her Rh-negatif kadın, Rh-pozitif bebek doğurduğunda zaten anti-D ihtiyacı olacaktır. Doğum sonu kanama nedeniyle eritrosit kurtarılmışsa ilave anti-D dozuna ihtiyaç duyulabilir. İkinci sorunsa amniyos sıvısının toplanan kana bulaşmasına bağlı iyatrojenik amniyos sıvı embolisi (ASE) sıklığının artmasıdır. Pek çok araştırmacı bu teorik komplikasyonu irdelemiştir ve klinik pratik için bir sorun olmadığını saptamışlardır12–16. Bu konudaki ana sorun amniyostaki hangi öğenin bu nadir ve önlenemez komplikasyona, gebeliğin anaflaktoid sendromuna (ASE’den daha doğru bir tanımlama), yol açtığının saptanmasıdır. Hücre toplanmasının ASE insidansını beş kat artırmadığını

gösterecek, gücü % 80 olan, rastgele gruplanmış, kontrollü bir çalışmanın ihtiyaç duyduğu denek sayısı 275.000’dir. Rakamın bu kadar büyük olması nedeniyle böyle bir çalışma ile uğraşılması beklenmemektedir. Tekniğin mutlak güvenliğini rastgele gruplanmış, kontrollü bir çalışma olmaksızın göstermek için kuvvetli in vitro kanıtlara dayanan, geniş hasta sayılarıyla yapılmış ve klinik kayıtların çok iyi yapıldığı çalışmalara gereksinim vardır. AMNİYOS SIVISINDAN ARINDIRILMAYLA İLGİLİ İN VİTRO ÇALIŞMALAR İn vitro çalışmalarda toplanan kanın α-fetoprotein14, doku faktörleri15, trofoblastik dokular13 ve fetusun cilt döküntüleri12 içeriği incelenmiştir. Küçük moleküllerin plazmadan temizlenmesi için santrifüj ve yıkamaya tabii tutmak yeterli görülmüştür. Tanecikli maddeler için ise özel lökosit filtreleri kullanılmıştır. Bu özel filtrelerin de kullanılmasıyla toplanan kandaki amniyos içeriğinin etkin bir şekilde temizlendiği gösterilmiştir. KLİNİK OLGULAR 1999’dan önce tüm dünyada hücre toplanması ve hastaya yeniden infüzyonuyla ilgili yaklaşık 300 kadar olguya ait bildiri yapılmıştır16. Filtrelerin o dönemde kullanılmıyor olmasına rağmen hiçbir obstetrik, klinik ya da fizyolojik komplikasyon bildirilmemiştir. Diğer bir deyişle bu hastaların her biri belirli miktarda amniyos sıvısına maruz kalmış olsalar da, hiçbirinde önemli bir sorun saptanmamıştır. Waters ve arkadaşları bu konuya ışık tutacak bazı saptamalarda bulunmuşlardır13. Toplanan kandan cildin epitel hücreleri ve fosfolipid cisimciklerini temizlemenin tek başına yeterli olmadığı, plasentanın ayrılma anında bu amniyos sıvısı elemanlarının zaten anne ana toplar damarlarında bulunduğunu göstermişlerdir. Bu çalışmada elektif sezaryen olan sağlıklı gebelerin tümünün dolaşımında amniyos sıvısının varlığı gösterilmiştir. Bu nedenle büyük olasılıkla amniyos sıvısının rutin olarak anne dolaşımına geçtiği ve çoğunda yaşamsal bir tehlike oluşturmadığı düşünülmektedir. Amniyos sıvısıyla temasın ASE sendromunun anaflaktoid reaksiyonunu tetiklemesi, çok az kadında bulunan (sıklığı 1/8.000 ile 1/80.000 arasında değişir), henüz tanımlanmamış bir endojen mediyatöre bağlı olabilir17. [Editörün notu: Daha önce hiç irdelenmediğinden normal doğumda ne

394


kadar bir geçişin olup olmadığını söylemek için veri bulunmamaktadır.] Kesin olan bir şey varsa zaten anne dolaşımında amniyos sıvısı bulunmaktadır ve toplanan kanın yeniden verilmesi sırasında, eğer ki amniyos sıvısıyla bulaşmış olsa bile, bu kana bağlı ilave bir risk yüklenmemektedir. Hollanda’da 1999’da Yahova Şahitliği’ne inan, HELLP sendromlu (hemoliz, artmış karaciğer enzimleri ve düşük trombositler) bir kadının kendine ait kan hücrelerinin toplanıp yeniden verilmesinden sonra öldüğü bildirilmiştir18. Bu durum “acaba ölüm obstetrik hücre toplanmasına mı bağlıydı” sorusunu gündeme getirmiştir19. Ancak HELLP sendromunu ağır bir şekilde geçiren bir hastanın trombosit ve pıhtılaşma faktörü transfüzyonunu reddederek hayatta kalmasını beklemek çok zordur. Bu durumda hastanın ölümünü onun kan ürünün almayı kabul etmemesine değil de, eritrosit toplanmasına bağlamak çok mantıklı olmayacaktır. Doğum hekimliğinde hücre kurtarılması 1999’da Birleşik Krallık’ta kullanılmaya başlanmış ve hızla yaygınlaşarak bugün büyük doğum hekimliği kliniklerinde uygun olguda kullanılması tavsiye edilmektedir. 2000–2002 yılları arasındaki anaçocuk sağlığıyla ilgili yapılan gizli soruşturmada20 konuyla ilgili olarak aşağıdaki sözlere yer verilmiştir: “… (hücre kurtarılması) sadece transfüzyonu kabul etmeyen hastalara sınırlı değildir ve doğum hekimliğindeki her kanamada kullanılabilir”. Ayrıca tekniği tanımlarken de şu satırlara yer verilmiştir: “gelecekte yararlılığı daha fazla kanıtlanacak yeni bir gelişme”. Bunun hemen ardından 2005 yılında Birleşik Krallık Doğum Hekimliği Anestezistleri Birliği ile Büyük Britanya ve İrlanda Anestezistler Birliği ortaklaşa yayınladıkları Doğum Hekimliğinde Anestezi Hizmetleri Kılavuzu’nda “kan ve kan ürünlerinin giderek daha azalması ve verici kanı kullanılmasıyla ilgili kaygının giderek daha da artması doğum hekimliğinde hücre toplanmasına olan ilgiyi giderek daha da artırmaktadır. Personel bu konuda eğitilmeli, gerekli malzeme temin edilip, kullanılabilir olmalıdır…” demişlerdir. Kasım 2005’te NICE Doğum Hekimliğinde Hücre Kurtarılması22 adlı raporunu yayınladı. Burada hücre toplanması “tıbbın diğer alanlarında da kullanılan, kan transfüzyonunda etkili bir yol” olarak tanımlanmıştır ve doğum hekimliğinde kullanılmasıyla ilgili teorik konulara işaret

edilmiştir. NICE, Birleşik Krallık’ta kullanımı sırasında görülen her türlü yan etki açısından klinisyenlerin Birleşik Krallık Sağlık Düzenleme Otoritesi’ne haber vermelerini istemektedir. NICE ayrıca hastaların hücre kurtarılması öncesinde tam olarak bilgilendirilmesini ve doğum hekimliğinde hücre kurtarılması işleminin multidisipliner takım çalışmasıyla yapılmasını önermektedir. DOĞUM HEKİMLİĞİNDE HÜCRE TOPLANMASININ PRATİK KULLANIMI Birleşik Krallık’ta hücre kurtarılmasıyla ilgili olarak bir miktar deneyim birikimi elde edilmiştir. Bunlar plasenta previa, plasenta akreata, uterus rüptürü, uterus dışı plasentasyon, büyük myomlar, ablasyo plasenta hastaları ve Yahova Şahitleri’nde ameliyat sonrası anemiden korunmak için rutin eritrosit kurtarılması yapılan hastalardır14. Aşağıdaki kılavuz bilgiler doğum hastalarında eritrosit kurtarılmasıyla ilgili olarak Birleşik Krallık’taki Swansea NHS Trust Hastanesi’nde kullanılmaktadır: 1) Allojenik kanın kullanıldığı her durumda hücre kurtarılması yoluna gidilebilir. Ancak pratikte daha çok sezaryen, uterusun yeniden eksplorasyonu ve doğum sonu kanamaya bağlı laparotomide kullanılmaktadır. Vajinadan kanamada neden kullanılamayacağına dair bir kanıt bulunmamaktadır. Bu konudaki ana korku infeksiyon olsa da, henüz kanıtlanamamıştır. Tam tersine batının ateşli silah yaralanmalarında hasta antibiyotik baskısında olduğu sürece infeksiyon gösterilememiştir. Yine de vajinadaki kanamanın toplanmasıyla ilgili fiziksel sorunlar henüz çözümlenememiştir! [Editörün notu: Bölüm 4’de anılan BRASSS tekniği hem bu sorunu çözmeye, hem de kaybın olduğundan daha az sanılmasını önlemeye yarar.] 2) Makine açıldığında standart kullanım kurallarına uygun olarak çalıştırılmalıdır. Yahova Şahitleri için sistemin devamlılık içinde olması gerekir (yani devre izotonik ve yeniden transfüzyon torbası arasındadır. Aspirasyon daha başlamamışken bir toplardamar kateterine bağlanarak, kaybedilen kan ile toplayıcı damar arasında devamlılık sağlanır).

395


3) Tahmini kan kaybının boyutları hakkında kuşkular varsa sistemin sadece aspiratör ve hazne kısmını çalıştırmak; elde edilen kanın işleme sokulması ve yeniden transfüzyonunu ise kanama miktarı belirginleştiğinde yapmak ekonomik bir yaklaşım olacaktır (ör: plasenta previadaki gibi beklenen kanama olduğunda). 4) Eğer mümkünse hücre toplamaya başlamadan önce amniyos sıvısı ortamdan uzaklaştırılmalıdır. 5) Aspirasyon geniş ağızlı bir uçla yapılmalıdır. Cerrah kanı doku yüzeylerinden değil, göllenmiş bölgelerden toplayarak eritrosit yıkılmasından kaçınabilir. 6) Gazlı bez, ped ya da kompreslerdeki kan nazikçe izotonikle yıkanıp, ana hazneye steril bir şekilde aktarılabilir. 7) Hücre toplayan aspiratörü mümkün olan en az basınçta (< 300 mm Hg) çalıştırarak eritrosit zedelenmesi önlenmeye çalışılmalıdır. Ancak gerekliyse daha yüksek basınçlar güvenle kullanılabilir ve bu durum eritrositlerde çok az miktarda fazladan zedelenme yaratır. 8) Eğer amniyos sıvısıyla bulaşma yönünde en küçük bir risk varsa transfüzyon devresinde lökosit filtreleri (Leukoguard RS Pall) kullanılmalıdır. Bu sistem amniyos sıvısına ait tanecikli elemanların (fetusun cilt döküntüleri, fosfolipid cisimcikleri) ayrıştırılmasını sağlayan elimizdeki tek filtredir. Filtrenin kullanılması transfüzyon hızını azaltacaktır. Ancak transfüzyon pompalarıyla 200 mm Hg basınca kadar çıkılarak transfüzyon hızı yeniden sağlanabilir (torbada hava olmadığından emin olunmalıdır, aksi halde torba patlayabilir!). Transfüzyonu hızlı yapmanın bir diğer yolu da geniş ağızlı damar yollarını kullanmaktır. Kanamanın çok hızlı olduğu hallerde iki filtre veya yeniden infüzyon sistemine çift devrenin bağlanması gibi seçenekler de kullanılabilir. 9) Her transfüzyon hastasında olduğu gibi hastalar, tercihen yoğun bakım olanakları altında, 24 saat için izlenmelidir. Transfüzyon sonrasında pıhtılaşma testleri yapılmalı, anormallik varsa ya da klinik olarak gerekiyorsa tekrarlanmalıdır. 10) Eğer hasta Rh-negatifse Kleihauer-BraunBetke testi yapılarak ilk 72 saat içinde uygun

miktarda anti-D yapılmalıdır. Doğum hekimliği uygulamaları sırasında kırmızı hücre kurtarılması işlemini uygulayan merkezler kayıtlarını düzenli bir şekilde tutmalıdırlar. Rastlanılan herhangi bir sorun, NICE kılavuzunda da belirtildiği gibi, Birleşik Krallık Sağlık Düzenleme Otoritesi’ne bildirmelidirler. ÖZET Ameliyat sırasında hücre toplanması ameliyat sırasında kaybedilen kanın değerlendirilmesi ve allojenik kan ihtiyacının azaltılması için güvenilir bir yoldur. Allojenik kan sınırlı sayıdaysa ya da doğum sonu yoğun kanamaya bağlı kan bankasından istenen kan miktarı çok fazlaysa hücre toplanması yaşam kurtarıcı bir yol olarak kabul edilmiştir. Kaynaklar 1. Blundell J. Experiments on the transfusion of blood by the syringe. Med Chirg Trans 1818;9: 57–92 2. Allen JG. Discussion. Ann Surg 1963;158:137 3. Landsteiner K. Ueber Agglutinationserscheinungen normalen menschlichen Blutes. Wien Klin Wochenschr 1901;14:1132–4 4. Gharehbaghian A, Haque KM, Truman C, et al. Effect of autologous blood on postoperative natural killer cell precursor frequency. Lancet 2004;363: 1025–30 5. Tawes RL, Duvall TB. The basic concepts of an autotransfusor: the cell saver. In Tawes RL, ed. Autotransfusion. Michigan: Gregory Appleton, 1997 6. Hughes LG, Thomas DW, Wareham K, et al. Intra-operative blood salvage in abdominal trauma: a review of 5 years’ experience. Anaesthesia 2001;56:217–20 7. Council on Scientific Affairs. Autologous blood transfusions. JAMA 1986;256:2378–80 8. A National Blood Conservation Strategy for NBTC and NBS. Compiled by Virge James on behalf of the NBS Sub-Group ‘Appropriate Use of Blood’, January 2004 9. NHS Executive. Better Blood Transfusion: Appropriate Use of Blood. London: Department of Health, 2002 (Health Service Circular 2002/009) 10. Peri-operative Blood Transfusion for Elective Surgery. http://www.sign.ac.uk

396


11. Fong J, Gurewitsch ED, Kump L, Klein R. Clearance of fetal products andsubsequent immunoreactivity of blood salvaged at Cesarean delivery. Obstet Gynecol 1999;93:968–72 12. Catling SJ, Williams S, Fielding AM. Cell salvage in obstetrics: an evaluation of the ability of cell salvage combined with leucocyte depletion filtration to remove amniotic fluid from operative blood loss at caesarean section. Int J Obstet Anesth 1999;8:79–84 13. Waters JH, Biscotti C, Potter PS, Phillipson E. Amniotic fluid removal during cell salvage in the Cesarean section patient. Anaesthesiology 2000; 92:1531–6 14. Thornhill MI, O’Leary AJ, Lussos SA, Rutherford C, Johnson MD. An in vitro assessment of amniotic fluid removal from human blood through cell saver processing. Anaesthesiology 1991;75:A830 15. Bernstein HH, Rosenblatt MA, Gettes M, Lockwood C. The ability of the Haemonetics 4 cell saver to remove tissue factor from blood contaminated with amniotic fluid. Anesth Analgesia 1997;85:831–3 16. Catling SJ, Freites O, Krishnan S, Gibbs R. Clinical experience with cell salvage in obstetrics: 4 cases from one UK centre. Int J Obstet Anesthes 2002;11:128–34 17. Morgan M. Amniotic fluid embolism. Anaesthesia 1979;34:20–32 18. Oei SG, Wingen CBM, Kerkkamp HEM (letter). Int J Obstet Anesth 2000;9:143 19. Controversies in Obstetric Anaesthesia Meeting, London UK, March 2004 20. Confidential Enquiry into Maternal and Child Health (CEMACH) 2000–2002. The 6th report of the Confidential Enquiries into Maternal Deaths in the UK 21. AAGBI Guidelines for Obstetric Anaesthetic Services, Revised Edition 2005 22. Intra-operative blood cell salvage in obstetrics. National Institute for Health and Clinical Excellence, November 2005

397


Bölüm 48 İKİNCİL ABDOMİNAL GEBELİĞİN TEDAVİSİ: ŞİMDİ VE ÖNCESİ . N. A. Dastur, A. E. Dastur, P. D. Tank F. Söylemez, Ş. E. Çetinkaya

GİRİŞ

OLGU 2

Abdominal gebelik doğum sonu kanamanın alışılmadık, ancak yaşamsal tehlike yaratan bir nedenidir. Abdominal gebelikle ilişkili yüksek anne ölümü ve ciddi hastalığının nedeni anormal plasenta yerleşimidir. Bu da batın içi kanama veya büyük miktarlarda ölü doku kalmasına bağlı komplikasyonlara neden olmaktadır. Günümüzde bu konu ile ilgili kanıta dayalı kılavuzlar yayınlanmamıştır. Bu bölüm mevcut tedavi seçeneklerini tanımlayan, Hindistan’da Mumbai’deki Nowrosjee Wadia Maternity Hastanesi’nde tedavi edilmiş 4 olguluk seri ile başlamaktadır. Wadia Hastanesi hem şehir içinden, hem de çevre bölgelerden çok fazla sayıda hasta kabul eden bir üçüncü basamak merkezdir. Olgu sunumlarını takiben cerrahi girişimin teknik yönleri tartışılacak ve modern tedavi seçeneklerinin yanı sıra ilgili literatür gözden geçirilecektir.

İkinci olgu 4 yıl sonra aynı enstitüde görüldü. Doğum eylemi ilerlemeyen, 30 yaşında, multipar bir kadın doğum için sezaryene alındı. Periton açıldığında doğrudan amnios kesesi görüldü. 2.400 gram ağırlığında bir kız bebek doğurtuldu. Plasenta pelvis yan duvarı ve uterus arka yüzünü kaplıyordu. Kıdemli danışman hekim çağırıldı ve plasentanın ayrılması için girişimde bulunuldu. Ayırma işleminin zor olması ve kanamanın başlaması nedeniyle denemeye son verildi. Kord kısa kesilerek bağlandı. Plasenta yerinde bırakıldı ve batın kapatıldı. Kanama kontrolü için batına büyük kompreslerle baskı uygulandı. Bununla beraber hastada yaygın damar içi pıhtılaşma bozukluğu gelişti ve cerrahi sonrası 48 saat içinde kaybedildi.

OLGU 1 1970 yılında 24 yaşındaki bir primigravid kadın anormal bir prezantasyon ile hastaneye sevk edilmişti. Kıdemli yazar o sırada kıdemsiz asistan olarak görev yapmaktaydı. O yıllarda anormal prezantasyon tanısının doğrulanmasında karın radyografisi rutin olarak uygulanmaktaydı. Radyografi abdominal gebelik açısından şüpheli olduğundan kıdemli danışman hekim hastayı doğurtmak ve durumu ortaya koymak için eksploratif laparotomi planladı. 2.700 gram ağırlığında bir erkek bebek iyi durumda doğurtuldu. Bununla beraber plasenta mezentere yapışıktı ve plasentanın ayrılmaya çalışılmasıya şiddetli kanama başladı. Damar bağlanması ve baskı uygulanması gibi girişimler kanamanın durdurulmasında başarısız oldu. Son çare olarak büyük bir yatak çarşafı ile periton boşluğuna basınç uygulandı. Hastanın hemodinamisi ameliyat sonrası ilk 6 saatte kararlıydı. Daha sonra periton içine kanama nedeniyle hipovolemik şok gelişti ve hasta ameliyat sonrası ilk günde kaybedildi.

OLGU 3 Kıdemli yazar 1980’de üçüncü abdominal gebelik olgusuyla karşılaştı. Miadında gebeliği olan, 20 yaşında, primigravid bir hasta cerrahi nedenli olduğu düşünülen karın ağrısı ile hastaneye sevk edilmişti. Konservatif tedaviye yanıt vermeyen, yüksek olasılıkla akut apandisit klinik şüphesi vardı. Laparotomi yapıldı. Peritonun hemen altında kesenin izlendiği abdominal gebelik görüldü. 2.600 gram ağırlığında bir kız bebek iyi durumda doğurtuldu. Plasenta sağ pelvik yan duvara sıkı yapışıklık gösteriyordu. Ayırmak için girişimde bulunulmadı. Kord kısa kesilip bağlandı ve pelvise dren konularak batın kapatıldı. Ameliyat sonrası dönem antibiyotiklere rağmen ilk 10 günde ateş ile komplike seyretti. Hastanın doğum sonrasında 6 ay karın ağrısı devam etti. Bu hastada plasentanın çıkarılamaması söz konusuydu, ancak gebelik sonrasında sağ kaldı. OLGU 4 Bu bir abdominal gebelik olgusu olmamasına rağmen anormal plasenta yerleşimine yaklaşımı göstermek

398


için kullanılmıştır. Kıdemli yazar 2001’de, 25 yaşında bir primigravidaya miadında sezaryen yaptı. Hastaya ön plasenta previa ve akreata tanısı konmuştu. Renkli Doppler’de damarların mesane duvarına invazyonu izlenmişti. İyi durumda, 2.500 g ağırlığında bir erkek bebek doğurtulduktan sonra plasentayı ayırmak için bir girişimde bulunulmadı. Sonrasında metotreksat tedavisi verilmek üzere plasentanın yerinde bırakılmasına karar verildi. Hasta doğum sonrası hastanede 3 hafta takip edildi ve uzun süreli antibiyotik tedavisi uygulandı. Hastanın izlemi sorunsuz seyretti. Taburculuktan sonra izlem, renkli Doppler ve serum β-hCG seviyeleri ile devam etti. Plasenta kütlesi 5 ayda, yavaş yavaş geriledi ve doğumdan 7 ay sonra adetleri yeniden başladı. İNSİDANS Abdominal gebelikler nadir olaylardır. ABD’nde 10.000 canlı doğumda bir ve aynı zamanda her 1.000 dış gebelikte bir görüldüğü tahmin edilmektedir1. Daha yakın zamanda Afrika’dan yapılan bir yayında dış gebeliklerin % 4,3’ü gibi daha yüksek bir oran bildirilmiştir. Bu durum muhtemelen bölgedeki sevk dağılımının ve hastanenin hizmet alanındaki hastalarda yüksek oranda tuba hastalığının bir yansımasıdır2. Bununla beraber dış gebelik, tüberküloz ve endometriozise bağlı infertilite, pelvis enfeksiyonları ve infertilite tedavileri gibi risk faktörlerinin günümüzde daha sık görüldüğü de düşünülerek abdominal gebelik insidansının yıllar boyunca giderek artmış olduğunu varsaymak mantıklıdır. Her şeye rağmen tek başına çalışan doğum hekimi onyıllar boyunca kariyerinde abdominal gebelikle hiç karşılaşmayabilir. Böyle bir hastayı tedavi etmesini gerektiren tek anda da koşullar ideal olmaktan uzak olabilir. Yukarıda tanımlanan ilk iki olgunun da yeterince gösterdiği üzere, nadir olmasına rağmen ölümcül olabilen bu durum hakkında uyanık olunmalıdır. TANI Birincil abdominal gebelik ilk üçayda dış gebelik gibi bir klinik tablo ile ortaya çıkar. Öte yandan ilerlemiş bir ikincil abdominal gebeliğin tanısını koymak daha zordur. Başvuru yakınmaları karın ağrısı (hafif rahatsızlık hissinden dayanılmaz ağrıya kadar değişen derecelerde), fetus hareketlerinin ağır olması veya hiç hissedilmemesi, bulantı, kusma, batında dolgunluk hissi, diyare ve halsizliği içerebilir.

Muayenede fetusun anormal duruşu (olguların % 15 – 20’sinde) saptanabilir. Fetusun kısımları kolay palpe edilebilir. Muayenede serviksin kapalı olduğu ve silinmenin olmadığı saptanabilir. Oksitosin veya prostaglandinlerle doğum eylemi indüklenmeye çalışıldığında kasılmalar uyarılamayabilinir3. Açıkça görüldüğü gibi bu semptom ve durumlar özgün olmaktan uzaktır. Bununla beraber hepsi birlikte ele alındığında gebeliğin yerleşimi konusunda şüphe uyandırabilir (ve uyandırmalıdır). Laboratuar bulguları gözden geçirildiğinde erken gebelikte tuba rüptürü veya abortusa uyan zamanda açıklanamayan geçici anemi saptanabilir. Serum α-fetoprotein değeri açıklanamayacak şekilde yükselebilir. Anormal biyokimya testi sonuçlarının değerlendirilmesi ile erken tanı alan olgular da bildirilmiştir4. Tanı, görüntüleme yöntemleriyle daha da kesin olarak konabilir. Ultrason gebelikte yaygın olarak kullanılmaktadır. Ama her zaman kesin tanı konmasını sağlamamaktadır. İdeal koşullarda dahi olguların yarısında çoğunda ultrasonla tanı atlanmaktadır3. Akhan ve ark aşağıdaki abdominal gebeliği düşündüren kıstasları bildirmişlerdir: (1) Fetusun uterustan ayrı olarak görüntülenmesi (2) Annenin mesanesi ve fetus arasında uterus duvarının görüntülenememesi (3) Fetusa ait kısımların annenin karın ön duvarına çok yakın olması (4) Eksantrik pozisyon (fetusun uterusla ilişkisi) veya anormal fetus duruşu (fetusa ait kısımların birbiriyle ilişkisi) ile birlikte uterus dışına yerleşmiş plasenta dokusunun görüntülenmesi Geçmişte bu tanıyı koymada veya en azından tanıyı düşündürmede radyografi sık kullanılıyordu. Fetusun etrafında uterus gölgesinin olmaması, ön-arka radyografide annenin bağırsak gölgelerin fetal kısımlarla karışması ve yan radyografide anne omurgasının fetusun küçük kısımları ile üst üste gelmesi gibi özellikler tanımlanmıştır. Bununla beraber günümüzde radyografinin yerini büyük oranda MRG ve bilgisayarlı tomografi almıştır. Değişik planlarda görüntü almayı sağlayan özellikleri ile her iki teknik de ultrasona göre daha büyük tanısal kesinliğe ve özgünlüğe sahiptir.

399


Fetusun kaybedildiği durumlarda her iki teknik arasında seçim yapmada fazla fark yoktur. Fetus canlı ise iyonizan radyasyondan kaçınıldığı için MRG tercih edilebilir. GİRİŞİMİN ZAMANLAMASI Abdominal gebelikte anne ölümü tubada yerleşmiş dış gebeliğe göre 7,7, uterus içinde yerleşmiş normal gebeliğe göre 90 kat fazladır1. Bu risklerin esas olarak tanıdaki gecikmeye ve plasentaya yanlış olarak müdahale edilmesine bağlı olduğu düşünülmektedir. Ani, hayatı tehdit edici batın içi kanama riskini azaltmak için tanı doğrulandıktan sonra mümkün olan en kısa zamanda girişimin zamanlanması akıllıca görülmektedir. Annenin yaşamsal bulguları bozuksa, fetus ölü ise veya yaşam sınırının altında ise (gebeliğin 24. haftasının altında), oligohidramnios veya fetusta ultrasonla saptanan belirgin anomaliler varsa tartışma yoktur. Fetusun ölümünün plasentada involüsyona ve sonuçta laparotomide daha az kanamaya neden olacağı hipotezi kanıtlanamamıştır. Yukarıdaki durumların herhangi birinin varlığında cerrahi girişim gereklidir. Bazı hekimler 24 haftanın üzerinde devam eden abdominal gebelik varsa, fetusun olgunlaşmasına izin vermek ve fetusun sağkalım şansını artırmak için koruyucu bir yaklaşımın uygulanması gerektiğini öne sürmektedirler6. Bununla beraber 30 haftadan sonra dahi fetusun sağkalımı % 63’tür. Üstelik fetusların % 20’sinde şekil bozuklukları (kraniyofasiyal ve çeşitli eklem anormallikleri) ve malformasyonlar (merkezi sinir sistemi ve ekstremite eksiklikleri) görülmektedir7. Gebelik ilerledikçe büyüyen plasenta nedeniyle ve daha büyük kanama riskiyle uğraşılmak durumunda kalınmaktadır. Bizim görüşümüze göre abdominal gebeliğe koruyucu yaklaşım uygulamanın haklı gerekçeleri çok azdır. AMELİYAT ÖNCESİ HAZIRLIKLAR Cerrahinin başlıca riski çok şiddetli kanamadır. İlerlemiş bir abdominal gebelik tanısı konduğunda hazırlanmak için zaman kaybedilmemelidir. En az 6 ünite kan ameliyathanede transfüzyona hazır olmalıdır ve diğer kan ürünleri de elde edilebilir olmalıdır. Büyük hacimlerde sıvıların hızlıca verilebileceği iki damar yolu açılmalıdır. Zaman varsa mekanik barsak temizliği yapılmalıdır. Abdominal gebelikte

inatçı kanamaları kontrol etmek için MAST başarılı bir şekilde kullanılmıştır8. Ancak bu malzeme her zaman elde edilememektedir (Bkz. Bölüm 14). Kerr ve ark9 cerrahi girişimden önce damarların kateterizasyon ve embolizasyonunun yapılmasını savunmuşlardır. Bu girişim üç olguda başarılı bir şekilde kullanılmış ve kateterler ameliyat sonrası kanamanın tedavisinde de yardımcı olabilecekleri düşüncesiyle yerinde bırakılmıştır. Ameliyat ekibi deneyimli olmalıdır ve tercihen genel cerrah, kalp damar cerrahı ve genitoüriner cerrah da ekibe dahil olmalıdır. Anestezi ekibinde kıdemli danışmanlar ve asistanlar bulunmalıdır. Ameliyathane personeli ve hemşire ekibi tanı ve yapılacaklar hakkında tam bilgi ve azami dikkate sahip olmalıdır. Ayrıca ameliyathanede “koşucu” denilen ekstra personeli hazır bulundurmalıdır. CERRAHİ YAKLAŞIM Gerektiğinde umbilikus üzerine de kolaylıkla uzatılabileceği için orta hat insizyonu tercih edilmektedir. Amnios kesesi karın ön duvarına ve iç organlara yapışık olabilmektedir. Diseke edilerek serbestleştirilmeli ve plasentadan uzak, damarsız bir alandan açılmalıdır. Fetus, plasentaya mümkün olan en az temasla ve kanamadan kaçınılacak şekilde çıkarılmalıdır. Eğer fetusun ölümünün üzerinden uzun süre geçmişse, maserasyona uğramış demektir. Özellikle de plasenta bağırsaklara yapışıksa, bakteriyel kontaminasyon ve apse oluşma olasılığı yüksektir. Periton boşluğuna girişte doğrudan pü görülebilir. Nadiren fetus mumyalaşmış, kalsifiye olmuş ve litopediyona veya adipoz oluşumu denilen sarı yağlı bir kitleye dönüşmüş olabilir. PLASENTAYA YAKLAŞIM Abdominal gebeliğin cerrahisinde sıklıkla görülen çok şiddetli kanama, genişlemiş kan damarlarının plasentanın ayrılmasından sonra kapanamamasından kaynaklanmaktadır. Plasenta genellikle pariyetal periton, mezenter ve bağırsaklara sıkı bir şekilde tutunmaktadır ve yerinde bırakıldığı zaman kanama olmamaktadır. Göbek kordonu plasentaya yakın yerinden bağlanmalı, fazla zarlar kesilerek uzaklaştırılmalı ve dren yerleştirilerek batın kapatılmalıdır. Çok nadir durumlarda plasenta tek bir damar kökünden beslenmektedir. Bu durumda plasentayı kolayca çıkarmak mümkün olabilmektedir.

400


Bazı durumlarda plasenta kendiliğinden ablasyoya benzer şekilde ayrılabilir. Ancak kanamanın kontrol edilemediği durumlar, daha çok plasentanın ayrılmaya çalışılmasıyla olmaktadır. Bazı klinisyenler plasentanın rutin olarak ayrılmasını desteklemektedir3,8. Ancak bu yayınlar doğum hekimliğinde metotreksat kullanımının değerini kabul etmeden önce yayınlanmıştır. Plasentanın çıkarılması için plasentayı besleyen damarların tümünün bağlanması ve ondan sonra yapıştığı yerden ayrılmaya çalışılması gerekir. Daha da önemlisi plasentanın ayrılması her zaman kolay değildir ve olguların % 40’ında başarısız olunmaktadır3. Damarların tümüyle bağlanamaması nedeniyle yoğun kanama ve şok gelişmektedir2. Bu durumda plasentadan kanama çok şiddetlidir ve hızlı cerrahi müdahale gereklidir. Kanama alanına bası, damar köklerinin bağlanması, soğuk izotonikle yıkama ve pıhtılaşmayı uyarıcı ajanların bölgesel ve/veya sistemik kullanımı (traneksamik asit, plazminojen türevleri, emilebilen jelatin süngerler, vs) gibi çeşitli teknikler tanımlanmıştır. Plasentadaki yırtıkların onarımı gerekebilmektedir. Kanamayı kontrol edebilmek için plasentanın tutunduğu organın çıkarılması (histerektomi ve/veya salpingooforektomi, bağırsak ve/ veya mesane rezeksiyonu) gerekebilmektedir. Histerektomi yapılmış ve kanama devam ediyorsa pelvis yan duvarlarına ve kanayan damarlara basınç uygulanması için vajina kubbesinden bir Logothetopoulos kompresi yerleştirilebilir (Bkz. Bölüm 33). Son çare olarak batına kompresler sıkıca yerleştirilerek baskı uygulanır ve batın kısmi olarak kapatılabilir. Kompresler ameliyat sonrası 48 saat sonra veya hemodinami dengesizleşirse daha da önce çıkarılabilir. AMELİYAT SONRASI BAKIM Plasenta yerinde bırakıldığı zaman dahi, hastaların yaklaşık yarısında enfeksiyon, apse, yapışıklıklara ikincil bağırsak obstrüksiyonu veya ameliyat kesisi yeri açılması gibi komplikasyonlar görülmektedir11,12. Plasentanın batında bırakılmasıyla ilgili problemler sıkıntı verici olup tekrar laparotomi gerekse de, plasentanın çıkarılmaya çalışılması gibi sakıncalı bir girişimden daha az tehlikelidir. Ameliyat sonrası izlemin büyük bölümünde proflaktik antibiyotikler kullanılmalıdır. Annede geri dönüşümlü hidronefroz13 ve uzamış doğum sonu preeklampsi14 yerinde bırakılan plasentanın daha az görülen

komplikasyonlarıdır. Plasentanın emilmesini hızlandırmak için tek doz 50 mg/m2 metotreksat kullanılabilir. Ama bunun da kendine özel problemleri vardır. On olguluk bir seride plasentanın hızlanmış yıkımı, nekrotik dokunun birikimine ve apse oluşumuna yol açmıştır15. Bu durumu tek başına metotreksat tedavisine bağlamak zordur; çünkü bu komplikasyonlar metotreksat uygulaması olmadan da gelişebilmektedir. Plasentanın yerinde bırakıldığı hastalarda izlem klinik değerlendirme, ultrason, renkli Doppler ve serum β-hCG seviyeleri ile yapılmaktadır. Çoğu canlı hücre erkenden yıkıma uğradığı için hormon değerleri ameliyat sonrası dönemde hızla düşmektedir. Plasenta kütlesi yavaş yavaş 6 ay içinde ortadan kalkar. Çok nadir olmakla birlikte plasentanın tamamen ortadan kalkması için 5 yıllık bir süre de bildirilmiştir16. SONUÇ İkincil abdominal gebelik dış gebeliğin sık görülmeyen, ancak fazlasıyla tehlikeli bir şeklidir. Çoğunlukla laparotomi yapılana kadar tanı konulmamaktadır. Bu da doğum hekimini şiddetli doğum sonu kanamaya karşı yeterince hazırlanamayacağı bir durumla yüz yüze bırakmaktadır. Bu durumda plasentanın fazla dokunulmadan yerinde bırakılması hayat kurtarıcı olabilir. Kaynaklar 1. Atrash HK, Friede A, Hogue CJR. Abdominal pregnancy in the United Status: frequency and maternal mortality. Obstet Gynecol 1987;69: 633–7 2. Ayinde OA, Aimakhu CO, Adeyanju OA, Omigbodun AO. Abdominal pregnancy at the University College Hospital, Ibadan: a ten-year review. Afr J Reprod Health 2005;9:123–7 3. Costa SD, Presley J, Bastert G. Advanced abdominal pregnancy. Obstet Gynecol Surv 1991; 46:515–25 4. Bombard AT, Nakagawa S, Runowicz CD, Cohen BL, Mikhail MS, Nitowsky HM. Early detection of abdominal pregnancy by maternal serum AFP+ screening. Prenat Diag 1994;14: 1155–7 5. Akhan O, Cekirge S, Senaati S, Besim

401


A. Sonographic diagnosis of an abdominal ectopic pregnancy. Am J Radiol 1990;155:197–8 6. Hage ML, Wall LL, Killam A. Expectant management of abdominal pregnancy. A report of two cases. J Reprod Med 1988;33:407–10 7. Stevens CA. Malformations and deformations in abdominal pregnancy. Am J Med Genet 1993;47: 1189–95 8. Sandberg EC, Pelligra R. The medical antigravity suit for management of surgically uncontrollable bleeding associated with abdominal pregnancy. Am J Obstet Gynecol 1983;146: 519–25 9. Kerr A, Trambert J, Mikhail M, Hodges L, Runowicz C. Preoperative transcatheter embolization of abdominal pregnancy: Report of three cases. J Vasc Interv Radiol 1993;4:733–5 10. Noren H, Lindblom B. A unique case of abdominal pregnancy: what are the minimal requirements for placental contact with the maternal vascular bed? Am J Obstet Gynecol 1986;155: 394–6 11. Bergstrom R, Mueller G, Yankowitz J. A case illustrating the continued dilemmas in treating abdominal pregnancy and a potential explanation for the high rate of postsurgical febrile morbidity. Gynecol Obstet Invest 1998;46: 268–70 12. Martin JN Jr, McCaul JF 4th. Emergent management of abdominal pregnancy. Clin Obstet Gynecol 1990;33:438–47 13. Weiss RE, Stone NN. Persistent maternal hydronephrosis after intra-abdominal pregnancy. J Urol 1994;152:1196–8 14. Piering WF, Garancis JG, Becker CG, Beres JA, Lemann J Jr. Preeclampsia related to a functioning extrauterine placenta: Report of a case and 25-year follow-up. Am J Kidney Dis 1993;21: 310–13 15. Rahman MS, Al-Suleiman SA, Rahman J, Al-Sibai MH. Advanced abdominal pregnancy – observations in 10 cases. Obstet Gynecol 1982;59: 366–72 16. Belfar HL, Kurtz AB, Wapner RJ. Longterm follow-up after removal of an abdominal pregnancy: ultrasound evaluation of the involuting placenta. J Ultrasound Med 1986;5:521–3

402


KISIM X ULUSAL DENEYİMLER

403


Bölüm 49 HİNDİSTAN’DA DOĞUM SONU KANAMAYLA MÜCADELE: GELİŞİM GÖSTERME D. S. Shah, H. Divakar , T. Meghal S. Büyükkurt

GİRİŞ WHO her yıl 529.000 anne ölümünün meydana geldiğini tahmin etmektedir. Bu ölümlerin 136.000’i, diğer bir değişle % 25,7’si, Hindistan’da meydana gelmektedir. Hindistan’daki anne ölümlerin 2/3’ü doğumdan sonra meydana gelir ve doğum sonu kanama ölüme neden olan en önemli komplikasyondur (% 29,6)1. Kabul edilemeyecek kadar yüksek olan anne ölüm hızı (540/100.000 canlı doğum) Hindistan’daki sağlık sisteminin son yıllardaki en büyük uğraşı olmuştur.

sınırlı olduğundan, bu eksiklik daha da belirgin hale gelmektedir. Şu anda Hindistan’da anne ölümlerini azaltmak için yürütülen program toplum sağlığında imkanların birinci basamak referans hastanesine doğru yoğunlaştırılmasından, tam ve daha iyi çalışan birincil sağlık koruma ünitelerinin kurulmasına doğru kaydırılmıştır. Ancak ne yazık ki acil doğum hizmeti henüz doğumdaki her hastaya sunulamamaktadır ve hem hükümet, hem de tıp mesleğinin ana uğraşı bu sorunun çözülmesi olmalıdır.

Yine aynı WHO verilerine göre genel sağlık ya da doğurganlık sağlığıyla ilgili ciddi sorunu olan her 20 kadından biri ölmektedir. Hindistan’da insanların % 70’i köylerde yaşamaktadır. Her yıl yaklaşık olarak 25 milyon doğum meydana gelmekte ve bunların 18 milyonu, annelik ve doğum hizmetlerinin az olduğu ya da hiç olmadığı kırsal bölgelerde gerçekleşmektedir. Hindistan kendisine 1991’deki 437/100.000 canlı doğum olan anne ölüm hızını, 2015’te 109’a düşürmeyi hedef belirlemiştir. 1998’deki anne ölüm hızını ise 407’dir. Bu iyileşmenin altında doğumlara deneyimli personelin eşlik etme oranının 1992-1993’den 2002-2003’e olan dönemde % 25,5’den % 39,8’e çıkarılması ve böylece anne ölümü gerçekleşmesi olasılığının azaltılması yatmaktadır1.

Doğum sonu kanama insidansını azaltmak için etkin girişimler Doğumda anne ve yenidoğana verilen rutin bakım hizmetinin geliştirilmesi için geleneksel ebelere yönelik eğitim programları düzenlenmiş olsa da, bu girişimin anne ölümlerini azaltmada yararı görülmemiştir2–5. Ne deneyimli ebeler, ne de daha az eğitimli toplum sağlığı çalışanları birçok doğumla ilişkili komplikasyonun meydana gelmesini önleyemez. Komplikasyon bir kez meydana geldikten sonra deneyimli ebenin kendi başına, ciddi hastalık veya ölüm riskini azaltmak için, yapabileceği neredeyse hiçbir şey yoktur. Doğum sonu kanamaların büyük kısmı daha önceden bilinen bir riski olmayan hastalarda meydana gelmektedir. Diğer bir deyişle risk tarama programlarının genel anne ölümü oranları üzerine çok az etkisi vardır6–9.

Hindistan’daki annelik sağlığını iyileştirme gayretleri 1960’dan beri devam etmektedir. Bu tarihte halk sağlığı programı içinde Birincil Sağlık Hizmeti, özellikle de ana-çocuk sağlığı konusunda, başlatılmıştır. Hindistan’daki birçok hükümet belgesinde anne ölümlerinin azaltılması ana amaçlardan biri olarak bildirilmiştir. Ne yazık ki pek çok nedenden ötürü elde edilen gelişmeler, umulanın gerisinde kalmıştır. Yüksek kalitede acil doğum hizmeti sunmanın önündeki en önemli engel, kırsal bölgelerdeki doğum doktoru ve anestezi doktoru eksikliğidir. Gelişmiş şehir merkezleri dışında transfüzyon olanakları çok

Güvenli Annelik Girişimi’nin ilk bildirilerinde bu risklerin bilinmesi önerilirken; günümüzde var olan uluslararası ortak görüş, eldeki sınırlı olanakların hangi kadında yaşamı tehdit edecek komplikasyonların çıkacağını öngörmede harcanmaması yönündedir (Güvenli Annelik Girişimi). Anne ölümü azaltma programları artık her gebe kadının yaşamı tehdit eden komplikasyonlarla karşı karşıya olduğu üzerine kurgulanmaktadır. Annelik ölümlerine ait oranların dramatik olarak azaltılması için her kadının yüksek kalitede hizmete ulaşabilir olması gerekir. Bunlar üç temel öğeden oluşmaktadır:

404


1. Doğumda deneyimli personel bulunması 2. Acil doğum hizmetine ulaşabilme 3. Etkin sevk zinciri DOĞUMDA DENEYİMLİ PERSONEL Doğumda deneyimli personel bulunmasıyla ilgili kanıtlar ülkelerdeki ve tanımlamadaki farklılıklar nedeniyle karışıklık göstermektedir. Ebelerin eğitimi ve onların yapmasına izin verilen işlemler büyük değişkenlikler göstermektedir. WHO, ICM ve FIGO 2004 yılında deneyimli personel tanımını yeniden yapmışlardır: “Deneyimli personel bilgisi onaylanmış sağlık çalışanıdır – ebe, doktor ya da hemşire olabilir. –. Bu kişiye normal (komplikasyon içermeyen) gebeliğin, doğumun ve doğumun hemen sonrasındaki dönemin yönetilmesi konusunda eğitim verilip, gerekli ustalık kazandırılmıştır. Ayrıca anne ve yenidoğandaki komplikasyonları tanıma, yönetme ve sevk etme becerisi de edinmiş olmalıdır.” Deneyimli personelin sağlık sistemi içinde kim tarafından desteklenmesi ve izlenmesi hakkında farklı fikirler bulunmaktadır. Malezya gibi ülkelerde anne ölümleri, her biri yılda 100–200 doğum yaptıran ebelerin 1960 ve 1970’lerde programın bel kemiği haline getirilmesiyle birlikte, dramatik olarak azalmıştır10. Diğer taraftan başka birçok ülkede sağlık personelleri çok daha az bebek doğurtmaktadır. Bu durum onların yapabilirliklerini kısıtlamaktadır, çünkü plasentanın elle çıkarılması gibi işlemlere ait yetenekler sürekli tekrarlanarak korunabilir. Endonezya’yı örnek olarak alacak olursak genel hizmet veren ebelerin % 10 eğitimlidir ve bunlar ülkenin dört bir tarafındaki köylere dağılmıştır. Her biri yılda 36’dan az doğum yaptırmaktadır. Üç yıllık bir gözlemsel çalışma sonucunda 70’in üzerinde doğum yaptıranlarda, bu sadece % 6 ebeyi temsil eden bir gruptur, güven ve yapabilirliğin yeterli olduğu görülmüştür11. Yazarlar yapabilirliğin devamlı elde tutulması için yılda en az 70 doğum yaptırılmasını kabul etmektedirler. Eğitimli sağlık personelinin rutin doğumu yaptırmasının yanı sıra doğum sonu kanamayı azaltacak bir başka konu da her doğumda üçüncü evrenin aktif yönetilmesidir12 (Bkz. Bölüm 11 ve 13). Ancak doğum sonu kanamayı azaltacak aktif yönetim tekniği doğru uygulanmazsa ciddi hasarlara da neden olabilir. Bu sadece teoride olan bir risk değildir. Oksitosik ilaçların hatalı kullanımına bağlı

uterus rüptürü görülebilir ve eğer yeterli cerrahi olanak yoksa bu durum ölüme neden olabilir. Hindistan’ın Acil Doğum Hizmeti Projesi Deneyimli doğum hekimlerinin her zaman bulunmadığı kırsal bölgelerde anne ölümü ve ciddi hastalığını önlemek için yüksek kalitede acil doğum hizmeti vermek üzere aile hekimleri ve uzman olmayan sağlık memurlarının yapabilirliklerini artırmak üzere bir proje tasarlanmıştır13. FOGSI ülke kırsalında beş eğitim merkezi kurarak acil doğum hizmeti vermeye başlamıştır. Bu merkezlerin mutlak amacı sağlık memuru yetiştirerek acil doğum hizmetinin koşullarının geliştirilmesi, anne ölümü ve ciddi hastalığının azaltılmasıdır. Proje MacArthur Vakfı (Baltimore, Amerika Birleşik Devletleri), Columbia Üniversitesi ve New York’un Anne Ölümleri ve Kısıtlılığı Önleme organizasyonu tarafından desteklenmektedir. JHPIEGO (Johns Hopkins Üniversitesi tarafından onaylanmış uluslararası bir sağlık organizasyonu) da FOGSI’nin acil doğum hizmeti eğitim merkezlerinin seçilmesi, eğiticiler eğitimi, ölçme ve değerlendirme konusundaki gayretlerine destek olmaktadır. Faz 2 çalışması sırasında FOGSI ve JHPIEGO yine birlikte çalışarak acil doğum hizmeti konusundaki eğitimin ve hizmetin getirdiği yenilikleri değerlendireceklerdir. Böylece karar alıcıların hizmetin daha yaygınlaştırılması ve geliştirilmesi konusunda ortak görüş oluşturmaları hedeflenmektedir. FOGSI’nin kırsaldaki doktorlar ve ebelerin eğitimiyle yakından ilgilenen üyeleri bu merkezlere gideceklerdir. Her merkezin bir yöneticisi ve fakülteden üç ile dört tane üyesi olacaktır. Bunlar tıp fakültesi çalışanları veya tanınmış konsültanlar arasından seçilecektir. Uzak eğitim merkezlerindeyse “Uzak Eğitici” olacak bir doğum hekimi olacaktır. Kurgu ve yöntem politikası Eğitim merkezleri kırsaldaki kadınların sağlığına kendisini adamış doktorların bulunduğu tıp fakültelerinin içinde kurulacaktır. Her şef eğitici JHPIEGO tarafından eğitilmiş doktorlar tarafından genel merkezde eğitilecektir. Şef eğiticilerin dördü tıp fakültelerinde ve dördü de bölge hastanelerinde eşgüdümlü olarak eğitim vereceklerdir. Her eğitim merkezinde iki tip kurs düzenlenecektir: üç haftalık kısa kurs ve 16 haftalık uzun kurs. Kısa

405


kurs acil doğum hizmeti konusunda yeterli bilgiye sahip olmayan, kırsal veya gelişmemiş bölgelerde yaşayan doktorların yeteneklerini geliştirmek için yapılacaktır. Uzun kurs ise sezaryen yapabilme dahil birçok yeteneğin edilmesi için yapılacaktır. Uzun kursun ilk altı haftası dört şef eğitici tarafından tıp fakültesinde verilecektir. Kalan 10 haftalık sürede ise bölge hastanelerinde pratik uygulama üzerine eğitim verilecektir. Kurslar katılım başarısına göre yapılacaktır ve sonunda Sağlık ve Aile Esenliği Bölümü tarafından değerlendirilecektir. Bu kurslar kırsal veya gelişmemiş bölgelerde çalışan devlet, özel ya da sivil toplum örgütlerine bağlı kurumlarda çalışan tüm doktorlara açık olacaktır. FOGSI/ICOG’ün rolü tıp fakülteleri ve devlet hastanelerinde eğitimin düzenlenmesinde uyumu sağlamaktır. Ayrıca bu kurumlar şef eğiticileri, eğitim programlarını, eğitim merkezlerinin kalitesini, eğitimin sınanmasını ve sertifikalandırmayı düzenli olarak denetlerler. Katılımcılar kendi çalışma bölgelerine döndükten sonra acil doğum hizmeti konusunda izlem ve destek etkinliklerine de devam edilmektedir. Kursun sonunda sertifikalandırma yapılmaktadır. Hükümet ve sivil toplum örgütü liderleri eğitimin işe yarar olduğu konusunda ve Hindistan’ın her eyaletinde bir eğitim merkezi kurulması konusunda görüş birliğine varmışlardır. Beklenen sonuçlar İlk etapta tam donanımlı beş üçüncül eğitim merkezi ve 20 bölgesel merkezde acil doğum hizmeti Sertifikasyon Kursu planlanmıştır. Üç üçüncül eğitim merkezi ve sekiz bölgesel merkezde eğitim şimdiden başlamış, diğerlerinde de Ekim 2006’dan itibaren eğitimin başlayacaktır. FOGSI, MacArthur ve JHPIEGO tarafından iki yıl boyunca düzenlenen pilot kurs projesinde 162 doktor eğitilmiştir. FOGSI aşamalı olarak gelecekte her eyalete bir merkez açmayı planlamaktadır. Pilot çalışmada elde edilen bu sonuçların devlet tarafından da desteklenmesi umulmaktadır. Bu politikaların desteklenmesi, hükümetlerin ve diğer karar alıcıların kırsal bölgelerde 24 saat acil doğum hizmeti verilebilmesi konusunda ikna edilmesine ve yönlendirilmesine yardımcı olacaktır. Programı geliştirme FOGSI’nin ikna edici gayretleri, Hindistan Hükümeti’nin Ana-Çocuk Sağlığı Programı’nın faz II çalışmasındaki önceliklerinde belirgin değişiklikler

yapmasıyla sonuçlandı. Çok eskiden Hindistan Hükümeti FOGSI’nin acil doğum hizmeti projesini kendi başına yürütmekteydi. FOGSI devletle yaptığı ön görüşmelerden sonra 20 adet üçüncül eğitim merkezi ve içinde 2000 sağlık çalışanının, 16 hafta boyunca, acil doğum bakımı hakkında eğitim alacağı, 160 bölgesel eğitim merkezi kurma üzere görevi devraldı. Bu eğitimleri alan sağlık çalışanları kırsal bölgelerdeki ve Taluka’lardaki (birbirine akraba 80–100 köyden oluşan idari yapı) halk sağlığı merkezleri ile birincil sağlık hizmeti veren ünitelerde yüksek kalitede acil doğum hizmeti vereceklerdir. Tüm program beş yıllık bir zaman aralığı için planlanmıştır. Bu zaman aralığında devlet de bu merkezleri gerekli ameliyathane, alet, kan bankası ve anestezi verecek deneyimli personel gibi alt yapı konularında geliştirecektir. Bu fikir değişikliği acil doğum hizmetine en çok gereksinim duyulan, gelişmemiş yerlerde de anne ölüm hızında belirgin azalma sağlayacaktır. AOFOG’nin doğum sonu kanama girişimleri Asya ve Okyanusya Kadın Hastalıkları ve Doğum Federasyonu (AOFOG) da AOFOG-Doğum Sonu Kanama Girişimi olarak adlandırılan bir program başlatmıştır14. Bu program deneyimli doğum hekimlerinin olduğu yerlerde doğumun üçüncü evresinin aktif yönetilmesini, deneyimli doğum hekiminin olmadığı yerlerdeyse varsa mizoprostol kullanılmasına odaklanmaktadır. Bu gayretler, FIGO/ICM’nin doğum sonu kanamadan korunmak için doğumun üçüncü evresinin aktif yönetimi konusunda yayınladığı bildirgeyle de desteklenmektedir. Program anne ölüm hızının 100/100.000 canlı doğum olduğu ülkelerde eğiticilerin de eğitilmesine eğilmektedir. Amaçlar AOFOG-Doğum Sonu Kanama Girişimi’nin amaçları: 1. Doğumun üçüncü evresinin aktif yönetimiyle ilgili standart bir protokolün yaygınlaştırılması ve tek tip, güvenilir bir kurumsal uygulamanın yapılması 2. Kurumlarda doğan her kadına aktif üçüncü evre yönetimi verilebilmesi için hizmet sunucuların eğitilmesi (doktorlar, ebeler, hemşireler, aile sağlığı hizmeti verenler) 3. Doktor ve hemşirelere oksitosin veya ergometrin gibi uterotonik ilaçların kullanılmasının nedenleri ile doğum sonu

406


kanamanın önlenmesinde mizoprostolün etkisi öğretilmesi 4. Hizmet sunucularla doğum sonu kanamanın yönetimiyle ilgili kanıta dayalı tartışmalar ve eğitimlerin sunulması 5. Kurumların ve sonuçların değerlendirilmesi için bir eylem planının geliştirilmesi Proje uyarınca her kurumda doğumun üçüncü evresiyle ilgili aktif yönetim planının olması, bunun uygulanması ve doğum sonu kanamayla ilgili olarak güncel bilgi ve becerilere sahip olunması beklenmektedir. ACİL DOĞUM HİZMETİNE ULAŞABİLME En elverişli koşullar, yeterli beslenme, yüksek sosyoekonomik durum ve iyi sağlık hizmeti olsa bile gebelerin % 15’i olasılıkla ölümcül olabilecek komplikasyonlar yaşamaktadırlar. Neyse ki doğumla ilgili neredeyse tüm komplikasyonlar, acil doğum hizmetine yaygın olarak erişilebilip doğru olarak uygulanabilirse başarıyla tedavi edilebilmektedir. ABD’de yayınlanan bir kılavuza göre her 500.000 kişi için en az bir gelişmiş, dört tane temel acil doğum hizmeti verecek sağlık kurumu oluşturulmalıdır. Yüksek ölüm hızları olan ülkelerde anne ölümü oranlarını % 75 azaltmak için acil tıbbi yardıma ulaşma olanakları geliştirilmelidir. Hindistan’daki ana-çocuk sağlığı çalışanları için çözüm değişimi Hindistan büyük ve güçlü bir bilgi deposudur. “Uzman” bilgisi iyi bir şekilde belgelenirken, pratikte çalışanların edindikleri değerli deneyimler ise tipik olarak kaybolur ya da önemsenmez. Dahası pratikte çalışanlar gerekli bilgiye çoğu kez ulaşamazlar. Pratikte çalışanlar özel bir sorun gördüklerinde bununla daha önce karşılaşılıp karşılaşılmadığı ya da zor bir işlem sırasında ne zaman vazgeçmeleri gerektiği konusunda bilgi almak istediklerinde bu kaynaklara kolayca erişememektedirler. Bu bilgi havuzunu verimli hale getirmek ve pratikte çalışanlara yardımcı olmak için ABD, Hindistan’da Çözüm Değişimi’ni yaratmıştır. Bu imkan ücretsiz, kesintisiz hizmet sunan ve profesyonellerin aralarında bilgi ve deneyim alışverişi yaptıkları bir ortamdır15. Sistemi toplumun her kesiminden, geniş bir katılımcı kitlesi (devlet sektörü, sivil toplum örgütleri, bağışçılar, özel sektör ve akademisyenler) kullanmaktadır. MDG ağ

yapısı içinde yer alan Uygulama Toplulukları’nın altındaki bir organizasyon olarak şekillenmişlerdir. Üyeler birbirleriyle güven, dostluk ve ilerlemeci bir temelde iletişim kurarlar. Böylece bireysel ve toplumsal olarak gelişmeler hakkındaki bilgilerini etkili bir şekilde paylaşırlar. Çözüm Değişimi’yle başlayan topluluklar “Araştırma Servisleri”yle de kişiselleşmiştir. İnternet temelli bu platformda üyeler bireysel olarak yaşadıkları gelişmeler hakkında sorularını sorar, diğer üyeler ise onlara yanıt verirler. Sitenin yöneticileri de üyelere araştırma olanağı sunmaktadırlar. Bilgiler ve uzman görüşleri özet bir şekilde tüm üyeler arasında 10 iş gününde dolaşmaktadır. WHO, UNICEF ve UNFPA’nın Hindistan ülke ofisleri tarafından desteklenen Anne ve Çocuk Sağlığı Derneği, anne ve çocuk ölümlerinin azaltılmasıyla ilgili programlarının tamamlanması üzerine odaklanmıştır. Bu programlar Hindistan’ın 20. Beş Yıllık Programı, Çocuk ve Üreme Sağlığı Programı Faz II, Ulusal Nüfus Politikası 2000 ve Kırsalda Sağlık Görevi’dir. Bu programların hepsi MDG ile yakından ilgilidir. Anne ve Çocuk Sağlığı Derneği’nin esas ilgi alanı ana-çocuk sağlığının geliştirilmesi ve ölümlerin azaltılmasıdır. Anne ve Çocuk Sağlığı Derneği etkinliğini artırarak son bir yılda 138 olan üye sayısını Hindistan’ın 28 eyaleti, bir bölge topluluğu ve az sayıda da ülke dışından üyelerle 725’e çıkarmıştır. Derneğin ilgilendiği alanlar doğumda deneyimli uzman bulunması, tele-tıp merkezi kurulması, meme ve ek besinlerin verilmesi, şehirlerde Birleştirilmiş Çocuk Gelişim Merkezleri’nin işletilmesi, gebeliklerin sonlandırılması gibi konulardır. FOGSI’nin güvenli annelik girişimi “Doğumla İlgili Uğraşların Mükemmelleştirilmesi” ülke sathındaki 66 dernek tarafından ele alınmış ve AOFOG’un da desteklediği doğum sonu kanamayla ilgili dört çalıştay yapılmıştır. Federasyon çalıştay sırasında devlet hastanelerinde çalışan doktorları ve kırsal bölgede çalışan hemşireleri üyeleriyle bir araya getirmeyi başarmıştır. Çalıştay kırsaldan gelen kalabalıkları barındıracak büyüklükteki derneklerde yapılmıştır. Bengal’de Kalyani, Assam’da Gawhati, Andhra Pradesh’de Rajmundhry ve Vijaeada, Tamil Nadu’da Chidambaram, Maharashtra’da Loni, Solapur ve Amravathi, Karnataka’da Bijapur ve

407


Shimoga, Rajasthan’da Kota ve Ajmer, Madhya Pradesh’te Jabalpur ve Sagar bunlardan sadece birkaçıdır16. Çalıştaylardan eve götürülecek mesajlardan ilki doğumun aktif olarak yönetilip izlenmesiyle operatif doğumların azaltılacağı ve daha iyi sonuçların alınacağıdır. İkinci önemli nokta doğumun üçüncü evresinin aktif olarak yönetilmesiyle kan kaybı ve doğum sonu kanamanın azaltılacağıdır. REFERANS SİSTEMLERİ Yaygın ve iyi kalitede acil doğum hizmeti olması doğum sonu kanamaların azaltılmasında önemlidir, ancak yeterli değildir. Bu olanakların uygun kullanılması da gerekir. Olanakların kullanılmasının önündeki engeller “Üç gecikme modeli”nden türetilen bir yöntemle incelenmelidir. Bir komplikasyon meydana geldiğinde kadının hayatını kurtaracak anahtar ona yeterince zaman ayırmaktır. Ölüme neden olan gecikmeler üç başlıkta incelenirler: 1. Bakım vermeye karar vermede gecikme 2. Bakıma ulaşmada gecikme 3. Sağlık kurumunda tedavi almada gecikme Gecikmeleri azaltmak için uygulanabilecek stratejilerden biri sevk zincirinin kuvvetlendirilmesidir. Sevk zincirinin hata vermesi, özellikle fakir ve azınlıklar için, sık ve yaygın olarak görülen bir durumdur. Murray ve Pearson18 yaptıkları derlemede sevk zincirinin nasıl çalıştığını anlamada belirgin eksiklikler olduğunu göstermişlerdir. Yazarlar literatürde belirtilen temel sorunun altını çizerken sahadaki uygulamalar ile çalışmalarda gösterilen ideal sevk sistemi arasındaki zayıf bağa dikkat çekmişlerdir. Anne ölümlerinin azaltılmasında risk taramasının uygun bir yol olduğu ilk kez düşünüldüğünde anne sevk sistemi kurulmuştur. Buna göre kurulan sistemde yüksek riskli gebeliği olan kadının adım adım daha karmaşık işlemlerin yapılacağı hastanelere ulaşması planlanmıştır. Bugünse anne ölümlerini azaltma stratejileri acil kavramına odaklanmıştır, çünkü zamanın kritik olduğu açıkça görülmüştür. Hastaneler arasında etkin bir hasta sevk zincirinin olmaması, ölümcül olabileceğinden, olabilecek en kötü şeydir.

Her ne kadar ülkedeki ambulans sistemleriyle çalıştırılan sevk zinciri sayesinde anne ölümlerinde önemli azalmalar elde edildiyse de, sorun taşımadan daha karmaşıktır. Anne ölümü nedenlerinden “ikincil gecikmeyle” ilgilenen stratejiler, daha karmaşık sistemik sorunlarla boğuşurken nakil zaaflarını bulma ve düzenlemeyle ilgilenmektedir. Sevk kabul eden bir sağlık kurumundan beklenen ilk ve en önemli şey yaşam alanlarına kabul edilebilir bir mesafede, haftanın 7 günü, 24 saat hizmet vermesidir. Murray ve Pearson “Sevk zincirinde çok basamaklı, ileri bir piramit yapısının olmasının hastaların çoğunluğu için az miktarda katkı sağladığı, ancak belirgin şekilde tedavi gecikmesi yarattığını” göstermişlerdir18. Sevk sistemlerinin uzaktan gelen hastalara dikkatini yoğunlaştırması gerekir. Kırsaldaki sağlık sisteminin bir bütün olduğunu kabul eden bakış açısına göre doğumu yaptıran kişinin bir sevk hastanesiyle bağlantıda ve onun denetiminde olması, sevk sisteminin gücünü oluşturmaktadır. Murray ve Pearson bu konuda Çin’in Yunan bölgesinden bir örnek vermektedirler. İyi çalışan bir sevk zinciri ve yeterli olanaklara sahip sevk hastanesi, köyde görev yapan az deneyimli doktorları etkili ve sıkı bir şekilde denetlemektedirler. Bu doktorlar normal doğumları yaptırmakta, sorunları tanımakta, hastanın durumunu kararlı hale getirdikten sonra onu daha karmaşık ve acil tedavilerin yapılabileceği sevk hastanesine göndermektedir. Bu sistemi kullanarak 1990’larda anne ölümleri 149’dan 101’e düşmüştür11. Ne yazık ki deneyimli ebelerin uygulamalarıyla ilgili sonuçlar bildirilmemiştir. Birçok eğitim programının bildirilen amacı, deneyimli ebelerin obstetrik acil yaşayan kadının daha uygun ve etkin bir şekilde tedavi göreceği bir hastaneye sevk edilmesi konusunda geliştirmesidir. Deneyimli ebelerin sevk uygulamalarını değerlendiren çalışmaların derlemesi bu eğitim programlarının çok az etkisi olduğunu göstermiştir19. Deneyimli ebelerin çok ciddi bir komplikasyon yaşayan hastanın sevki konusunda neden geciktiğini irdeleyen eski bir çalışma altta yatan nedenin itibar ve gelecekte iş kaybı tehlikesi olduğunu göstermiştir. Anne ölümleriyle uğraşan stratejiler ilk olarak halk sağlığından birincil sevk hastanesine kadar çok iyi çalışan ve işlevsel birinci basamak sağlık sistemlerini içermelidir. Gebelikte ve doğum sırasında obstetrik komplikasyon yaşayan bir kadın

408


için acil bakım olanakları erişilebilir olmalıdır. İster sahada, ister hastanede çalışsın deneyimli bir doğum personeli bu sistemin belkemiğidir. Sağlık sistemi tarafından desteklenen ve denetlenen deneyimli doğum personeli her doğuma katılmalıdır. Sağlık üniteleri elde etme Tamil Nadu eyaleti hükümeti kırsal kesimde yaşayan insanlara iyi kalitede sağlık hizmeti götürebilmek için bazı kararlar almıştır. Bu amaçla ilk olarak birincil sağlık hizmeti veren 105 merkezi, 30 yataklı hastane haline getirmişlerdir20. Bu hastanelerin tümü X ışını cihazları, EKG, ultrasonografi, ameliyathaneler ve laboratuarlarla donatılmıştır. Bunlardan başka 180 birincil sağlık merkezi de 24 saat doğum hizmeti vermektedir. Ayrıca acil obstetrik ve yenidoğan bakımı merkezleri de kurularak 24 saat, sezaryen dahil, anaçocuk sağlığı hizmeti sunulmaya başlanmıştır. Bu merkezlerin kurulmasında Tamil Nadu’nun herhangi bir yerinden en fazla 1 saat içinde ulaşılacak şekilde olmasına dikkat edilmiştir. İkinci aşamada başka birçok hastanenin de acil obstetrik ve yenidoğan bakımı merkezi haline getirilmesi ve ulaşımdaki sürenin 30 dakikaya indirilmesi hedeflenmektedir. Hindistan’da ilk kez doğum refakati modeli yürürlüğe konmuştur. Böylece tüm devlet hastanelerinde doğum salonundaki hastaya psikolojik destek sağlamak için bir kadının eşliğine izin verilmektedir. Bu eyalette anne ölümleri 4 yılda (2001–2004) % 25 azalmıştır. Devlet hastaneleri bünyesinde kan bankası ve kan depolama merkezlerinden oluşan mükemmel bir şebeke kurulmuştur (86 kan bankası ve 26 kan depolama merkezi). Böylece kan ve ürünlerinin temini garanti altına alınmıştır. YORUMLAR Güvenli annelik fikri üzerinde çalışanların şu sıralar üzerinde durdukları konu herkesin ebelik beceriyle donanacak şekilde eğitilmesi için en yüksek eğitimin verilmesiyle, acil doğum bakımı servislerinin (gerekli insan gücü kaynağıyla birlikte) kurulması ve komplikasyon gelişecek % 15’lik kadın nüfusunun buralarda tedavi edilmesidir. Acil doğum bakımı stratejisi içinde ilk olarak herkesin ulaşabileceği acil servisler kurulmalıdır (her ne kadar herkes tarafından kullanılmasa da). Kuramsal

olarak iki girişim – her doğumda deneyimli uzman olması ve komplikasyon gelişenlere acil doğum hizmeti verilmesi – kendi arasında çelişmemektedir. Ancak olanakların kısıtlı olduğu koşullarda bu iki durum çakışmaktadır. Genel olarak her iki yaklaşım da düşük anne ölümü düzeyleri elde etmek için gereklidir: anne ölüm hızının 50’den az olduğu – hatta 100’den az – ülkelerde doğumların büyük kısmına iyi eğitilmiş uzmanlar katılmakta ve acil doğum hizmetine yaygın olarak ulaşılabilmektedir. Böyle olsa bile yüksek ölüm hızlarının olduğu ülkelerdeki gerçek ise, karar alıcıların bu iki yaklaşımdan birini seçmek zorunda olmasıdır. Sınırlı olarak bulunan finans, insan ve yönetimsel kaynaklarını nasıl kullanmalılar? Bu yaklaşımlardan hangisini seçemelidirler? Cevap ararken anne ölüm oranlarının 100’ün altında olduğu az sayıda ülkeye veya bölgeye bakmalıyız. Malezya ve Sri Lanka’da adım adım yürütülen bir projeyle önce acil doğum bakımı için gerekli düzenek kurulmuştur. Bunu kalite ve kullanım üzerine odaklanma izlemiştir. Böylece fakir ve kırsaldaki bölgeler dahil, ebelik hizmeti profesyonelleştirilmiş ve devlet tarafından sağlık hizmetlerine erişebilme olanağı sağlanmıştır10. Bu gayretli çalışmaların sonucunda her iki ülkede de doğum sonu kanamaya bağlı anne ölümleri 6–12 yılda yarı yarıya azalmıştır. Bu ülkelerde 1950’lerde 500’den fazla olan oranlar, 1990’ların başında 30’un altına inmiştir. Hindistan gibi bir ülkede doğumların büyük kısmı (% 80’den fazlası) evde gerçekleşmektedir. Bu doğumların büyük kısmına deneyimli doğum uzmanları ya da az eğitilmiş sağlık personelleri yerine, aile üyeleri ve komşular yardım etmektedir. Sağlık sistemi çok zayıf olduğundan, yakın gelecekte kırsal bölgelerdeki doğumlara acil yardım hizmeti sunma ya da deneyimli doğum uzmanı katılımını sağlamaya yönelik umut taşınmamaktadır. Bu nedenle hedef, geleneksel ebelere ve toplum sağlığı çalışanlarına ilave bazı eğitimler vererek bunları doğuma yardım eden yarı deneyimli personel haline getirme olmalıdır. Bu olumsuz koşullarda doğum yapan milyonlarca kadın olduğunu bilmek, karar alıcılar üzerine yoğunlaşan baskıyı artırmaktadır. Hiçbir şey yapılmadığı takdirde ölecek olan azımsanmayacak sayıda yenidoğanın bu yarı deneyimli personel sayesinde kurtarılacağı kabul edilmektedir. Fakat

409


onlarca, yüzlerce yarı deneyimli personelin bir sevk hastanesi tarafından denetlenmemesi halinde bu stratejinin anne ölümlerini azaltıcı bir etkisinin olmayacağı kesin olarak vurgulanmalıdır. Üstelik desteklenmeyen ve denetlenmeyen yarı deneyimli personelin çoğalmasının (nasıl doğum yaptırılacağı konusunda yapılan kısa kurslar sonrasında “sertifikasyon” alan) gebeler ve doğum yapan kadınlar için potansiyel bir tehlike olduğu da açıktır. Hatta bu kişilerin kendi özel uygulamalarını yaptıkları da gözlemlenmiştir21. Bu tür özel hizmetlerin devletin ve hatta meslek örgütlerinin gözetim ve etkin denetiminden uzak olduğu kesindir. Tabii ki tüm bunların yanında iyi eğitim almış uzmanların anne ölümlerini azaltmada etkisinin olmadığını söylemek mümkün değildir. Her seviyeden sağlık çalışanına, her seviyedeki sağlık kurumunda denetim, eğitim, gözetim gibi görevler dahil pek çok konuda ihtiyaç vardır. Kadınların hayatını kurtaracak her girişim kırsaldaki sağlık sistemi içinde de – halk sağlığı merkezleri ve birinci basamak hizmetleri – kurulabilir. Bu kadınların doğum hastanelerinde doğum yapmalarının gerekli olduğu ya da deneyimli doğum personellerine ihtiyaç olmadığı anlamına gelmemelidir. Anne ölümlerini belirgin olarak azaltmış ülkelerin yaptıkları olgu çalışmaları, başarının ev ve hastane doğumlarına çeşitli derecedeki sağlık çalışanları birlikte müdahale etmeleriyle geldiğini göstermektedir. Başarıyı getiren bir diğer konu da deneyimli ve eğitimli sağlık personeli tarafından verilen acil doğum hizmetinin erişilebilir olmasıdır11. Kaynaklar 1. Lynn P, Freedman RJ, Waldman H de Pinho, Wirth ME. Who’s got the power? Transforming health systems for women and children. UN Millenium Project Task Force on Child Health & Maternal Health, 2005:77–95 2. Rosenfield A, Maine D. Maternal mortality – a neglected tragedy: where’s the M in Mch? Lancet 1985;2:83– 5 3. Greenwood AM, Bradley AK, Byass P, et al. Evaluation of a primary care programme in the Gambia: the impact of traditional birth attendants on the outcome of pregnancy. J Trop Med Hygiene 1990;93:58–66

4. Goodburn EA, Chowdhury M, Gazi R, et al. Training traditional birth attendants in clean delivery does not prevent postpartum infection. Health Policy Planning 2000;15:394–9 5. Smith JB, Coleman NA, Fortney JA, et al. The impact of traditional birth attendant training on delivery complications in Ghana. Health Policy Planning 2000;15:326–31 6. Danel I, Rivera A. Honduras, 1990–1997. In Koblinsky M, ed. Reducing Maternal Mortality: Learning from Bolivia, China, Egypt, Honduras, Indonesia, Jamaica and Zimbabwe. Washington, DC: World Bank, 2003 7. McCaw-Binns A. Jamaica, 1991–1995. In Koblinsky M, ed. Reducing Maternal Mortality: Learning from Bolivia, China, Egypt, Honduras, Indonesia, Jamaica and Zimbabwe. Washington, DC: World Bank, 2003 8. Maine D. Safe Motherhood Programs: Options and Issues. New York: Center for Population and Family Health, Columbia University, 1991 9. Greenwood AM, Greenwood BM, Bradley AK, et al. A prospective study of the outcome of pregnancy in a rural area of the Gambia. Bull WHO 1987;65:635–43 10. Pathmanathan I, Liljeastrand J, Martins J, et al. Investing in Maternal Health in Malaysia and Sri Lanka. Washington, DC: World Bank, 2003 11. Koblinsky M, Campbell O. Factors affecting the reduction of maternal mortality. In Koblinsky M, ed. Reducing Maternal Mortality: Learning from Bolivia, China, Egypt, Honduras, Indonesia, Jamaica and Zimbabwe. Washington, DC: World Bank, 2003 12. McCormick M, Sanghvi H, Kinzie B, McIntosh N. Preventing postpartum hemorrhage in lowresource settings. Int J Gynaecol Obstet 2002;77: 267–75 13. Abstract of proceedings submitted by Dr Prakash Bhatt, Vice President FOGSI on personal communication 14. AOFOG PPH Initiative, FOGSI memories 2005. Publication from Federation of Obstetric & Gynecological Societies of India 15. Solution Exchange for Maternal & Child Health Practitioners in India. Personal communication by Dr. Meghendra Banerjee. mch@solutionexchange-un.net.in 16. FOGSI memories 2005. Publication from Federation of Obstetric & Gynecological Societies of India

410


17. Thaddeus S, Maine D. Too far to walk: maternal mortality in context. Soc Sci Med 1984;38: 1091–110 18. Murray SF, Pearson S. Maternity referral systems in developing countries: challenges and next steps. A scoping review of current knowledge. Background paper commissioned by the UN Millenium Project Task Force on Child Health and Maternal Health and the World Health Organization. New York, 2004 19. Sibley L, Sipe TAT, Koblinsky M. Does traditional birth attendant training improve referral of women with obstetric complications: a review of the evidence. Soc Sci Med 2004;59:1757–68 20. Tamil-Nadu Government Publication on World Health Day, 2006. Times of India, April 7th, 2005 21. Mavalankar D. Auxiliary nurse midwifes’ (ANM) changing role in India: Policy issues for reproductive and child health. Ahmedabad: Indian Institute of Management, 1997

411


Bölüm 50 ÖLÜMLERİ AZALTMA: POLONYA KIRSALI LUBLIN’DEN DERSLER

J. Oleszczuk, B. Leszczynska-Gorzelak, D. Szymula, M. Grzechnik, G. Pietras, J. Bartosiewicz, J. J. Oleszczuk S. Büyükkurt

GİRİŞ

SİSTEM

Her yıl yarım milyon kadın gebelik, doğum ve doğum sonu komplikasyonlara bağlı olarak ölmektedir: Bu, yılda 15 kere 11 Eylül saldırısı olması demektir! Doğum sonu kanama Polonya’da da, diğer yerlerden farklı olmayarak, ölümlerin en sık nedenidir. 1991–2000 arasındaki 10 yıl boyunca 135 kadın doğum sonu kanamadan ölmüştür. Bu rakam tüm anne ölümlerinin % 35’ini oluşturmaktadır. Lublin ülkenin güneydoğusunda bulunan 2.181.018 kişinin yaşadığı bir şehirdir. Şehirde üç seviyeden oluşan, doğum bakımı veren, iyi gelişmiş bir sistem bulunmaktadır. Sistem 1993’te uygulamaya konmuştur ve perinatal ölümlerde belirgin azalmaya neden olmuştur. Sisteme dahil olan 25 doğum servisi – birinci seviyede 18, ikinci seviyede 5, üçüncü seviyede 2 – bulunmaktadır. Üçüncü seviyedeki kurumlar perinatal merkez olarak anılmaktadırlar. Lublin Tıp Üniversitesi Kadın Hastalıkları ve Doğum Bölüm Şefi olan kişi aynı zamanda şehrin doğum şefi olarak da kabul edilmekte ve tüm doğum ve yenidoğan bölümlerinin organizasyon yapısının başında bulunmaktadır. 2002’den beri Lublin’de doğum sonu kanamaya bağlı anne ölümü meydana gelmemiştir.

Lublin’de bulunan sistemin bölge merkezi şehirdeki tüm doğumhane ve yenidoğan ünitesi başkanlarıyla sıkı bir iletişim içindedir. Şehirdeki perinatal merkezlerden birinin de başında bulunan bölge şefi, sistemin işlemesinden sorumludur.

Bu bölümde her doğum sonu kanama olgusunda olan özel durumlar ışığında Lublin’deki bölgesel sistem tanıtılmaktadır. Ayrıca sistem detaylı olarak ele alınmış ve başka yerlerde de uygulanabilmesi için olası yaklaşımlar dile getirilmiştir. Bunu, Polonya’nın bir bölgesinde anne ölümlerini ortadan kaldırmayı hedefleyen ve başaran bir hareketin toplum temelli, çok merkezli, ileriye dönük, kontrollü bir çalışması olarak görmek mümkündür. Bizler bölgemizdeki deneyimlerin tüm dünyada uygulanabileceği ve yersiz anne ölümlerinin önüne geçilmesinde büyük etkisi olacağı inancını taşımaktayız.

Doğum sonu kanama zinciri, çok ciddi doğum sonu kanamanın olduğu olguların çoğunda bölgesel merkezde sonlanan, merkezi bir destek sistemidir. Eğer yerel doğum servisinde ciddi sorunu olan bir hasta varsa ve deneyimli bir doğum doktorunun yardımına ihtiyaç duyuluyorsa, şef doğum doktorundan mutlak destek istenir. Eğer şef doğum doktoru uygun değilse (çalışma sırasında 33 olgudan dördünde buna ihtiyaç duyulmuştur.), doğum sonu kanamayla mücadele ekibinin diğer en deneyimli kişisi yardıma çağrılır. Bölge şefinin hastanesinden bir doğum sonu kanama kitini (faktör VIIa, NovoSeven®, NovoNordisk ve B-Lynch ameliyatı için hızlı emilebilen dikiş malzemesi) ve şefi almak üzere bir ambulans gönderilir. Üniteler arasındaki en uzun mesafe 130 km olduğundan ulaşım en olağan dışı koşullarda da 1,5 saatte gerçekleşebilmektedir. Çağrının yapılmasıyla şef doğum doktorunun getirilmesi arasında geçen süre ortalama 90 dakikadır. Şef geldiğinde hastanın yönetimini devralıp hastayı değerlendirir ve en uygun yaklaşımı belirler. Yapılan işlemlerden sonra hasta çoğu kez başka bir yere nakledilmez (ya da varsa o hastanenin yoğun bakımına alınır). Ancak nadiren de merkez hastaneye taşınması gerekebilir. İyileşme döneminde hastanın durumu doğum doktorları ve yoğun bakım doktorları tarafından şef doğum doktoruna telefon konsültasyonlarıyla bildirilir. SONUÇLAR Lublin’de 1 Ocak 2002 ile 31 Mart 2006 arasında

412


Tablo 1: Lublin’de 2002–2006 arasındaki anne ölümü nedenleri Yıl

Doğumlar

2002

2003

2004

2005

2006 (1 Ocak – 31 Mart)

Toplam

20.260

20.337

19.896

20.598

5146

86.237

0 0 0 1 0

0 0 0 1 0

0 0 0 0 0

0 1 0 0 0

0 0 0 0 0

0 1 0 2 0

0

0

0

0

0

0

1

1

0

1

0

3

Anne ölümü nedeni Doğum sonu kanama İnfeksiyon Emboli Hipertansif hastalıklar Dolaylı anne ölümleri Gebelik dışı nedenlerle ölümler Toplam

toplam 86.237 doğum gerçekleşmiştir. Bu zaman aralığında doğum sonu kanamaya bağlı anne ölümü bildirilmemiştir. Tablo 1’de anne ölümüne neden olan diğer nadir nedenler özetlenmiştir. Dolaylı anne ölümleri ya da annelik dışı nedenlere bağlı ölümler de meydana gelmemiştir.

Müdahale edilen hastaların altısı normal doğum, 27’si sezaryen sonrasıydı (Şekil 2). Tablo 2’de bu bölümde bahsedilen, ciddi doğum sonu kanaması olan 33 hastaya yapılan tedaviler gösterilmektedir.

Bu zaman aralığında yukarıda tanımlanan ortak çalışma modeliyle 33 doğum sonu kanaması olan hastaya müdahalede bulunulmuştur. Her olguda bölgesel doğum ekibi kanamayı ilaçlarla durdurmaya gayret etmemiş, ilaç tedavisini ve tedavi şeklini (laparotomi ya da yeniden laparotomi) değiştirmemiştir. Her seferinde şef doğum doktoru çağrılmış ve hasta ona devredilmiştir (Bkz. Bölüm 22’de anne ölümünü azaltmak için ABD hastanelerindeki yaklaşım). Şef doğum doktoru gelip hastayı devraldığında çeşitli düzeyde olgular bildirilmiştir (Bkz. Şekil 1): • Kanama nedeniyle ameliyata alınan hasta. Histerektomi yapmadan kanamanın durdurulması zordur. • Kanama nedeniyle ameliyata alınan hasta. Histerektomi yaptıktan sonra da kanamanın durdurulması zordur. • Sezaryen sonrası laparotomi gerektiren hasta. Histerektomi ya da uterusu korumak için • Doğum sonu koruyucu yöntemlerle başarı elde edilemeyen hasta. Koruyucu tedavi şekli değiştirilecek ya da ameliyata karar verilecek.

İyi planlanmış, uyumlu bir program dahilinde doğum sonu kanamaya bağlı anne ölümlerini ortadan kaldırmak mümkündür. Dünya genelinde bu ölümlerin yarısının bile önüne geçilebilse her yıl 75.000–125.000 can kurtarılmış olur.

TARTIŞMA

Şekil 1: 2003–2006 arasında doğum sonu kanama nedeniyle bölgesel doğum ünitesinde müdahale edilen 33 hastanın düzeyleri 413


Şekil 2: Lublin’de 2003–2006 arasında ciddi doğum sonu kanaması olan 33 hastadaki altta yatan patolojiler komplikasyonu yoktu. Bu hastaların kanamaları Tablo 2: Lublin’de 2003–2006 arasında ciddi Otuzüç hasta da ameliyattan kısa süre sonra doğum sonu kanaması olan 33 hastaya yapılan toparlandılar ve taburcu edilirken nörolojik ya tedavi yaklaşımları da başka kanama sonrası bölgesel hastanedeki iyi eğitimli doğum ekibi tarafından durdurulamayan Olgu Yaklaşım ve bu nedenle şef doğum doktorunun çağrıldığı, sayısı doğum sonu kanamanın en ciddi şeklini yaşayan Laparotomi 3 hastalar olduklarını akıldan çıkarmamalıyız. Bölge Yeniden laparotomi 9 hastanelerinde meydana gelen diğer doğum sonu kanamalar, dışarıdan destek alınmadan yapılan Total histerektomi 14 girişimlerle durdurulabilen, daha hafif şiddetteydi. Subtotal histerektomi sonrası serviks 1 güdüğünün çıkarılması Lublin’de doğum sonu kanamaya bağlı anne Kanama veya hematoma bağlı tek taraflı 4 ölümlerinin önlenmesindeki başarının altında adneksektomi Septik şoka bağlı iki taraflı bölgesel çözüm sistemi yatmaktadır. Sistemin adneksektomi (total histerektomiyle 1 temeli çok karmaşık olacağı öngörülebilen olguların birlikte) doğum öncesinden merkezlere gönderilmesini hedeflemektedir (daha önce sezaryen geçirmiş Periton arkasından kanama boşaltılması 2 plasenta previa olguları gibi). Akut olgularda Uterus arterinin bağlanması 8 hastanın nakli mümkün değilse deneyimli doğum Over arterinin uterusa uzanan dallarının hekiminin, bölge hastanesinde bulunmayan teknik 8 bağlanması destek olanaklarıyla birlikte, hastanın bulunduğu Hipogastrik arterin iki taraflı bağlanması 20 yere ulaştırılması yaşamsal öneme sahiptir. Yılın her günü ve her zamanı desteği sağlayabilmek için Hipogastrik arterin tek taraflı 1 merkezde doğum sonu kanamayla mücadeleye bağlanması hazır bir takım bulundurulmalıdır. Doğum sonu Serviks yaralanmasının onarılması 1 kanama nadir bir durum olduğundan, doğum sonu B-Lynch dikişi 1 kanamayla mücadele eden ekibin her üyesi kendini Hayman dikişi 1 bu öğrenilmesi ve uygulanması basit cerrahi teknikler hakkında geliştirmek ve daha fazlasını NovoSeven 7 Uterus korundu

8 414


yapabilmek konusunda yetiştirmelidir. Hasta yönetiminde uterus arterinin bağlanması, over arterinin uterusa giden dalının bağlanması, hipogastrik arterin bağlanması gibi pek çok yol kullanılabilir. Hipogastrik arterin bağlanması periton arkasındaki alanda yapılacak cerrahilere yatkın, ileri derecede deneyimli cerrahlar tarafından yapılmalıdır. Aksi takdirde ciddi damar ve üreter yaralanmaları görülebilir. Bu olguların birinde hipogastrik ven yaralanmış ve cerrahi onarım gerekmiştir. Üstelik bu koruyucu cerrahi girişimlerle sonuç anılamazsa histerektomi gerekebilir ve bunun uygun zamanını belirlemek çok önemlidir. Bu durumlarda uterus serviksle birlikte çıkarılır (total histerektomi) ve adneksler korunur. Uyguladığımız yaklaşımın iki açık noktası olduğunu saptadık: masrafların ödenmesi ve yasal süreç. Polonya’da masrafların ödenmesi yarı-tanıya dayalı gruplarda gerçekleşmektedir. Ödemenin tamamı hastaneye yapılır ve bunun içinde doktor için özel bir ödeme kesilmez. Yani bizdeki sistem esas olarak doğum sonu kanama ekibinin bedava çalışmasıyla uygulanmaktadır. Ne yazık ki bu durum çok uzun süre devam ettirilemez. Bu nedenle hastane yönetimleri Polonya’daki ulusal ödeme sisteminden uygun bir ücret alınması konusunda anlaşmaya gitmişlerdir. Yasal süreç ise bir diğer sorundur. Polonya’da doktorlar hastanelerinin yaptığı meslek sigortası tarafından korunmaktadırlar ve bu sigorta kuramsal olarak sadece o hastanede yapılanlar için geçerlidir. Açıkça anlaşılacağı gibi doğum sonu kanamayla uğraşan bu ekip, başka bir sağlık kurumunda hastaya müdahale ederken mesleki sigorta kapsamında bulunmamaktadır. Bu da çok uzun süre devam ettirilebilir bir durum değildir. Üstelik bunlar zor olgulardır ve normal bir doğumla karşılaştırıldığında yasal sürece maruz kalma olasılığı çok daha fazladır. Bu konunun da çözümlenmesi için çalışmalara başlanmıştır ve ABD’ndeki Good Samaritan Anlaşması esas alınarak ambulans hizmetlerindeki sigorta sistemi incelenmektedir. SONUÇ 1. Kalabalık bir toplumda doğum sonu kanamaya bağlı anne ölümlerini önlemek mümkündür. 2. Kalabalık bir toplumda doğum sonu

kanamaya bağlı anne ölümlerini ortadan kaldırmayı hedefleyen programlar aşağıdakileri içermelidirler: • Tıbbi personel – yüksek kalitede, deneyimli, yeterli sayıda personel • Ambulans ya da başka bir araçla günün her anında ulaşılabilme olanağı • Tıbbi yardımlar – rekombinant faktör VIIa (ör: NovoSeven®) ve B-Lynch ameliyatı için hızlı emilebilen yapıda dikiş malzemesini de içeren doğum sonu kanama kiti hazırda tutulmalıdır. • Yeterli destek – geri ödeme ve meslek sigortası Kaynaklar 1. AbouZahr C, Wardlaw T. Maternal mortality in 2000: estimates developed by WHO, UNICEF and UNSPA, 2003 2. World Health Organization. Reduction of Maternal Mortality. Geneva: World Health Organization, 1999 3. Allam MS, B-Lynch C. The B-Lynch and other uterine compression suture techniques. Int J Gynaecol Obstet 2005,89:236–41 4. Hayman R, Arulkumaran S, Steer P. Uterine compression sutures: surgical management of postpartum hemorrhage. Obstet Gynecol 2002;99: 502–6 5. Troszynski M, Kowalska B, Jaczynska R, Filipp E. Zgony matek w okresie ciazy, porodu i pologu w Polsce w dziesiecioleciu 1991–2000 wg czterech glównych przyczyn. [Maternal mortality from pregnancy, labor and post-partum complications in Poland between 1991 and 2000 by four major causes of death]. Gin Pol 2003 LXXIV;269:Suppl II 6. Sobieszczyk S, Breborowicz GH. Rekomendacje postêpowania w krwotokach poporodowych Czesd I. Protokól postepowania [PPH management recommendations. I. Clinical pathway]. Klin Perinatol Gin 2004;40:60–3 7. Crombach G. Operative Behandlung schwerwiegender postpartaler Blutungen. Gynaekologe 2000;33:286–7 8. Roman A, Rebarber A. Seven ways to control postpartum hemorrhage. Contemp Obstet Gynecol 2003;48:34–53

415


Bölüm 51 İRAN’DA DOĞUM SONU KANAMA P. Rezai, A. Beigi, A. Jamal S. Büyükkurt

İran Ortadoğu’da yer alan ve dünyanın en eski kültürlerinden birine sahip olan bir ülkedir. Her ne kadar İran’ın adı bugünün dünyasında gelişmekte olan ülkeler arasında geçse de İran, geçmişte eserleri tüm dünyaya yüzyıllarca esin kaynağı olan İbn-i Sina gibi ünlü isimlerin yurdu, aklın ve bilimin merkeziydi. İran İstatistik Merkezi’nin 2005 yılındaki raporuna göre İran’ın nüfusu 60.055.488’dir. Aynı yıl kayıtlara geçen doğum sayısı 961.572’dir1. Bu yıllarda doğumların yaklaşık 2/3’ü şehirlerde meydana gelirken, 1/3’ü köy, kasaba gibi kırsal yerlerde meydana gelmektedir. 1996’daki 100.000 kişideki canlı doğum sayısı 37,4’tür ve bu oran İran’ı gelişmiş (<20/100.000) ve gelişmekte olan (>20/100.000) ülkeler arasında bir yere konumlandırmaktadır. İran Hükümeti’nin Birleşmiş Milletler’in MDG yakalama arzusu nedeniyle 1995’te Ulusal Ana-Çocuk Ölümlerini Azaltma Komitesi’ni kurulmuştur. Bu komite halk sağlığı hizmetlerinin sunulması etkileyebilecek sonuçları olan anne ve yenidoğan ölümlerinin altında yatan nedenleri belirlemek için çalışır. İran Sağlık ve Tıp Eğitimi Bakanlığı’nın planladığı Doğurganlık Çağı Ölüm İzlemi programıyla her anne ölümünün bir doğum komplikasyonuyla ilişkili olup, olmadığı irdelenir. Bu komite tarafından toplanmış olan ve dağıtılan bazı bilgiler aşağıdadır. Doğrudan doğumla ilgili komplikasyonlara bağlı olarak 1996’da 382 ölüm meydana gelmiştir. Bu ölümlerin en sık nedenleri kanama, eklampsi, kalpdamar hastalıkları ve lohusalık ateşidir. Doğum yapan kadına verilecek tıbbi bakımın önemini belirtir şekilde, kanamaların çoğu doğum sırasında ya da sonunda gerçekleşmektedir. Bu gözlemler, anne ölümlerinin esas nedeni olarak sağlık kurumlarına erişmedeki güçlükler ve buralardaki imkansızlıkların bildirildiği diğer gelişmekte olan ülkelerdekilerle büyük benzerlik göstermektedir. Anne ölümlerinin 1997–2000 arasındaki yıllık sayısı sırasıyla 162, 170, 214 ve 212’dir. Araştırmacılar

1996’da bildirilenden daha az olan bu sayıları yorumlarken, kanıtlayamamakla birlikte, kayıt sisteminin yetersizliğini veya az bildirilmiş olmasını neden göstermektedirler. Her halükarda tüm bu yıllar içinde ölüm nedenlerinin oranları eşittir. Yukarıda anılan sınırlamalara rağmen araştırmalar aşağıdaki sonuçlara erişmiştir: 1. 2000 yılı boyunca ölümlerin % 24,5’i 35 yaşından büyük kadınlarda ve % 31,5’i en az dört doğum yapmış kadınlarda görülmüştür. 2. 2000 yılında ölen kadınların % 57’si ya hiç eğitim almamıştı ya da sadece temel eğitim almıştı. Bu durum kırsal bölgelerde daha belirgindir. 3. 2000 yılında meydana gelen ölümlerin 2/3’ü kırsal bölgelerde meydana gelmiştir. Bu durum gelişmemiş bölgelere de sağlık olanaklarının götürülmesinin önemini vurgulamaktadır. 4. Deneyimsiz ve eğitimsiz ebelerin (yerel dilde “Ghabele”) yaptırdıkları doğum sayısı 1996’da % 44 iken, 2000’de bu sayı % 19,5’e düşmüştür. Ancak bu durum hala anne ölümlerin ve ciddi hastalıkların önemli nedenlerinden biri olarak kalmaya devam etmektedir. 5. 1996’da ölümlerin % 43’ü hastanede olurken, 2000’de bu sayı % 68,5’e çıkmıştır. Bu durum hastanelerdeki hizmetlerin kalitesinin yükseltilmesi için bir uyarı olarak yorumlanabileceği gibi, hastaneye başvuruların artması olarak da değerlendirilebilir. 1996–2000 arasındaki bu gözlemlerin ön sonuçları yeniden yapılandırılan bir ulusal sistemin geliştirilmesine neden olmuştur. 2000’de kurulan ve Ulusal Anne Ölümleri Gözlem Sistemi adı verilen bu program, sisteme gelen girdilerin dinamik olarak izlenmesini, yorumlanmasını ve geri bildirimlerini sağlamaktadır. Sistemin en önemli özellikleri gebeliğe bağlı ölümler için standart tanımlama

416


yapması, bölgesel gözlem sistemlerinin olması, her ölümün kaydedildiği ulusal kayıt sistemiyle bağlantılı olmasıdır. Her ölüm hakkında detayların elde edinildiği anket formlarının olması, birçok kaynaktan veri alması, verilerin zamanında toplanması, ölüm nedenlerinin tam olarak bildirilmesi (özellikle önlenebilenler), sonuçların geri bildirilmesi ve yayımlanması ve son olarak da sorunların çözümlenmesi için plan yapma ve bunları uygulaması da diğer öne çıkan noktalardır.

İran’daki anne ölümlerinin en sık nedeni kanamadır ve doğum sonu kanama bunun en sık görülen türüdür. Ne yazık ki doğum sonu kanamayla ilgili olarak toplum temelli, resmi bir kayıt sistemi bulunmamaktadır. Bunun yerine sadece üniversite hastanelerinde yapılmış, iki tane, kesitsel çalışma bulunmaktadır. Her ne kadar bu çalışmalar İran’daki doğum sonu kanama hakkında kesin durumu yansıtmasa da, yol gösterici bazı öğeler içermektedirler.

Yeni gözlem programı kullanılmaya başlandıktan sonra 2001 ile 2004 arasındaki zaman içinde bildirilen ölüm sayısında belirgin artış olmuştur. Bu değişimi yeni sistemin yüksek uyum ve sadakatle kullanılmasına bağlamak mümkündür. 2001, 2002, 2003 ve 2004 yıllarında sırasıyla 222, 308, 332 ve 278 anne ölümü bildirilmiştir. Tablo 1 bu çalışmanın ana sonuçlarını göstermektedir.

Sadeghi ve arkadaşları tarafından 1993’te, Tahran’daki Akbarabadi ve Firoozgar Hastaneleri’nde yapılan ilk çalışmada 18.134 doğum yapan kadından 141’inde doğum sonu kanama görülmüştür. Buna göre sıklık % 1’dir. Bu hastaların % 90’ı normal doğum yaparken, % 10’u sezaryenle doğum yapmıştır. Doğum sonu kanaması olan olguların 2/3’ü ilk ya da ikinci doğumunu yapmaktaydı. Doğum sonu kanamaya müdahale % 91 olguda erken dönemde, % 9 olguda geç dönemde olmuştur. Olguların 2/3’ünde kanama hafifken, 1/3’ünde kanama orta ya da ağırdı.

Anne ölümlerinin ana nedenleri kanama (% 34,8), eklampsi (% 16,7), emboli (% 10), infeksiyon (% 9,1), kalp-damar hastalıkları (% 6,2), diğer nedenler (% 12,5) ve bilinmeyenlerdir (% 10,7)2. Daha önce de belirtildiği gibi bu istatistikler (İran Sağlık ve Tıp Eğitimi Bakanlığı’nın Anne Sağlığı Bölümü’nün yayınlarından alınmıştır.) sadece kaydedilmiş olguları göstermektedir, gerçek sayılar bunlardan daha fazla olabilir. Dahası, kanamaya bağlı ölümlerin büyük bir kısmı az gelişmiş ya da kırsal bölgelerdeki sağlık hizmetlerinin yetersizliği ya da hiç olmamasına bağlıdır. Yeterli sağlık hizmeti olanaklarının olduğu kentlerdeki ölümlerin oranı oldukça azdır ve bunların büyük kısmı az gelişmiş bölgelerden zamanında yapılmayan sevklere bağlıdır. Tıbbi bakım hizmetlerinin yetersiz olduğu ya da hiç olmadığı yerlerde görülen anne ölümlerinin bir başka önemli nedeni de lohusalık ateşidir. Gecikmiş tanı ve antibiyotiklere erişmedeki güçlük olasılıkla altta yatan nedendir. Dahası 1998–2000 arasında tetanoz aşılaması gebelerin sadece % 80’ine yapılmaktaydı2. Bu bağlamda gelişmemiş yerlerde infeksiyonların anne ölümlerinde kanamadan sonra ikinci neden olduğu ve hatta eklampsiyi geçtiği tahmin edilmektedir. Üstelik bu hastalar tedavi seçeneklerinin kısıtlı olması nedeniyle geç sevk edildiklerinde kanamayla gelen hastalardan daha kötü prognoza sahiptirler.

Bu çalışmada kanamaların etiyolojileri uterus atonisi (% 38), gebelik ürünlerinin tamamının çıkarılamaması (% 38), yaralanmalar (% 8), doğumun 3. evresinin uzaması (% 4), lohusalık ateşi (% 1,4), uterus yırtılması (% 1,4), plasenta akreata/inkreata (% 1,4) ve hematom (% 1,4) gibi nedenlerdir. Hastaların % 62’sinde altta yatan neden bulunmazken, %13’ünde indüksiyon yapılması, % 9’unda multiparite kanamayla ilişkili bulunmuştur. Bu ilişki özellikle uterus atonisi olanlarda belirgindir. Hastaların yaklaşık 2/3’ü birden fazla tedaviye ihtiyaç duymuştur. Uterus atonisi olan hastaların büyük bir kısmı uterus masajı ve oksitosinle başarıyla tedavi edilmişlerdir. Ancak gebelik ürünlerinin tamamının çıkmadığı hastalarda dilatasyon ve kürtaj da yapılmıştır. Altı hastaya (% 4,2) acil histerektomi yapılmıştır. Bunların ikisinde neden plasenta akreata, ikisinde neden uterus yırtılması, birinde neden uterus atonisi ve birinde de neden plasenta akreatayla birlikte uterus yırtılmasıdır3.

417


Tablo 1: İran’da 2000–2004 arasında görülen anne ölümlerinin özellikleri 2001

Yaş > 18 ve < 35 < 18 > 35

Kadınların yüzdesi 2002 2003

2004

76 1 20

71 2 25

77 3 20

71 2 27

Yerleşim yeri Kent Kırsal

42 58

44 56

45 55

44 56

Zamanında bildirilen ölüm raporu Benzer ölümleri önlemek için bir plan öneren Benzer ölümleri önlemek için plan uygulayan Önlenebilir ölüm nedenlerini saptayan

36 32 n/a n/a

80 76 53 76

92 62 45 66

88 57 50 63

Gebelik sayısı ≥ 5 Gebelik arası süre < 3 yıl Gebeliğin başından beri yüksek riskli gebelik Gebelik sırasında ölüm Doğum sırasında ölüm Doğumdan sonra ölüm

29 10 60 15 4 80

30 16 73 16 8 75

20 20 67 18 4 76

24 23 71 9 9 78

Evde doğum Hastanede doğum Evde anne ölümü Hastaneye giderken anne ölümü Hastanede anne ölümü

36 61 19 10 69

22 73 11 11 75

20 78 9 13 73

15 78 9 10 80

Doktor tarafından yaptırılan doğum Doktor tarafından yaptırılmayan doğum Kendi kendine doğuran kadın Normal yolla doğum yapan kadın Sezaryenle doğum yapan kadın

46 36 17 57 42

56 36 7 48 50

56 40 4 52 48

69 25 6 43 55

Ailenin gecikmiş kararı nedeniyle gerçekleşen ölüm Gecikmiş sevk nedeniyle gerçekleşen ölüm Hastanede gecikmiş tedavi nedeniyle olan ölüm Bu çalışmanın 13 yıl önce yapıldığını, o dönemde çalışmanın yapıldığı merkezde ultrasonografinin olmadığını ve gebelik ürünü kaldığından şüphe duyulanlara doğrudan dilatasyon ve kürtaj yapıldığını hatırlatmamız gerekir. Ayrıca doğumun üçüncü evresinin iyi yönetilmemesinin de etki eden başka bir konu olduğunu belirtmeliyiz. İkinci çalışma Beigi ve arkadaşları tarafından 2001 ile 2004 arasında, Tahran’daki Arash Hastanesi’nde doğum yapan 5.601 hastadan doğum sonu kanaması olan 74’ünü irdelemektedir4. Bu çalışmada üç yıl içinde doğum sonu kanama için bildirilen sıklık % 1,3’tür. En sık bildirilen nedenler uterus atonisi (% 60), yaralanma (% 23) ve gebelik ürünü kalmasıdır (% 16). Doğum sonu kanaması olan hastaların % 77’si 20–35 yaş arasında ve % 70’i 38.–40. gebelik

19 38 37 36 5 23 29 32 74 37 39 37 haftaları arasındadır. Nulliparite ve multiparite dağılımı eşittir. Olguların 2/3’ü normal yolla doğum yaparken, % 32’si sezaryenle doğum yapmıştır. Dört hasta (% 5,4) makrozomik bebek doğurmuştur. İki hastada (% 2,7) çoğul gebelik varken, bunların sadece birinde polihidramnios vardı. Olguların % 88’inde doğum süresi normalken, % 11’inde uzun ve % 1’inde ise kısaydı. Hastaların 1/3’ü oksitosinle indüksiyon alırken, 2/3’üne hiçbir indüksiyon uygulanmamıştır. Bu çalışmadaki doğum sonu kanamaların yaklaşık % 40’ı, çoğu da uzaktaki birinci basamak kurumlardan, sevk edilerek hastaneye ulaşmışlardır. Sevk edilen hastalarda çoğu kez olumsuz prognoz saptansa da, hiçbirinde anne ölümü meydana gelmemiştir4. Bu çalışmalar İran’daki doğum sonu kanamanın kesin resmini çizememektedir. Ancak başkentteki üç

418


üniversite hastanesinde de doğum sonu kanamanın olduğunu göstermektedir. Buradan hareketle, tüm dünyada toplum temelli istatistiklerin eksik olduğunu bir kez daha görmekteyiz. Bu sonuçlar ayrıca gelişmekte olan ülkelerde görülen bu sorunun, geçmişte olduğu gibi, bugün de sürdüğünü göstermektedir. Kaynaklar 1. http://www.sci.org.ir/farsi/default.htm 2. Delavar B, Jalilvand P, Azemikhah A, et al. National Maternal Mortality Surveillance System. Tehran: Iran’s Ministry of Health & Medical Education, Family Health & Population Office, Maternal Health Unit, 2002: 1–9 3. Sadeghi F. An evaluation of postpartum hemorrhage in Firoozgar and Akbarabadi Hospital in 1993. Iran University of Medical Sciences 4. Beigi A, Nooroozi A, Zarrinkoub F, et al. An investigation on early moderate to severe postpartum hemorrhage: frequency, etiologies and risk factors in Tehran’s Arash Hospital between 2001 and 2003. Tehran University of Medical Sciences, 2005

419


Bölüm 52 NİJERYA’DA DOĞUM SONU KANAMA VE ANNE ÖLÜMÜ I. A. O. Ujah, I. S. Ejeh S. Büyükkurt

GİRİŞ Her ne kadar Nijerya’da doğum sonu kanamaya bağlı ölümler hakkında yapılan çalışmalar kısıtlı olsa da, doğum sonu kanamanın anne ölümlerindeki etkisi kesin olarak ortaya konmuştur. Yaklaşık 40 yıl önce Kuzey Nijerya’da bulunan Kaduna Bölgesi’nde Balachandran1 tarafından bir çalışma yapılmıştır. Buna göre doğum sonu kanama, anne ölümlerinin % 25’inden sorumludur ve en sık nedendir. Hastaların çoğu saatler önce evde doğum yaptıktan sonra ölmek üzere bir halde hastaneye ulaşmaktadırlar. Adewunmi’nin 1986’da Ibadan’da yaptığı çalışmada doğum sonu kanamanın anne ölümlerinin % 18,7’sinden sorumlu olduğu gösterilmiştir2. Daha sonra Doğu Nijerya’da yapılan bir çalışmada doğum sonu kanama için insidans % 2,72, ölüm oranı % 3,25 olarak bildirilmiştir3. En son yapılan bir başka çalışmada (2003) Ijaiya ve arkadaşları, Ilorin’deki doğum sonu kanama oranını % 4,5 olarak bildirmişlerdir. Bu çalışmada bildirilen risk etmenleri anne yaşının 35’ten büyük olması ve grand multiparitedir4. Uterus atonisi en sık doğum sonu kanama nedeni olarak bildirilmiştir. Yazarların bildirdiği 183 olgunun oranı (% 53,8), aynı merkezde 10 yıl önce yapılan çalışmada bulunanla aynıdır5. Benzer veriler ülkenin farklı yerlerinde yapılan çalışmalarda da bildirilmiştir. Ülkenin güneydoğusunda bulunan Enugu’daki Nijerya Üniversitesi Eğitim Hastanesi’nde, kanama doğum distosisinden sonra ikinci sıklıktaki anne ölüm nedenidir6. Kuzey Nijerya’da yapılan bir başka çalışmada da, kanama anne ölümlerinin % 34,6’sından sorumlu olarak bulunmuştur7,8. NİJERYA’DA DOĞUM SONU KANAMAYI ETKİLEYEN NEDENLER Dünyanın diğer yerlerinde ve Nijerya’da doğum sonu kanamanın en sık nedeni uterus atonisidir. Diğer nedenler arasında plasenta ve parçalarının kalması, genital organların yaralanması, doğumun ikinci evresinin uzaması, çoğul gebelik ya da

polihidramnios, doğum sonu kanama öyküsünün olması, doğum öncesinden başlayan kanama, myomlar, doğumun üçüncü evresinin hatalı yönetilmesi ve sezaryenle doğum yapmak bulunmaktadır. Bütün bu konular kitabın çeşitli bölümlerinde detaylı olarak ele alınmıştır. Diğer taraftan Nijerya’daki fakirlik, cahillik ve yetişmiş tıbbi personel yetersizliği, sağlık sisteminin kaynaklarını kısıtlayan kötü yönetimler sayesinde daha da belirginleşmektedir. DOĞUM SONU KANAMANIN YÖNETİMİ Doğum sonu kanamanın önlenmesi, durumun öngörülmesi ve doğumun üçüncü evresinin aktif olarak yönetilmesiyle mümkündür. Doğum sonu kanama ve anne ölümlerinin azaltılması ya da ortadan kaldırılması için birçok strateji bulunmaktadır. Doğumun üçüncü evresinin oksitosin kullanarak, ergometrin de eklenerek ya da eklenmeyerek, aktif olarak yönetilmesiyle başarı elde edilmiştir. Oksitosinin kullanılmasıyla doğum sonu kanama % 40 azaltılmıştır. Gebelikten korunma yöntemlerinin etkili olarak kullanılmasıyla çok çocuk doğurmuşlarda gebelikler önlenebilir ve böylece doğum sonu kanamaya bağlı ölümlerin de önüne geçilebilir Bu kavramlar kitabın diğer bölümlerinde detaylı olarak ele alınmışlardır. İdeal olarak eylemdeki her kadın doğumdan sonra, doğum sonu kanamanın her bulgu ve/veya belirtisi açısından yakından izlenmelidir. Ancak bu Nijerya’da henüz uygulanabilir bir durum değildir. Ayrıca doğum sonu kanamanın insidansını artıracak epizyotomi, operatif doğum gibi işlemler ancak kesin gereklilik halinde uygulanmalıdır. Bu kitabın diğer bölümlerinde doğum sonu kanamanın tıbbi ve cerrahi tedavileri derinlemesine irdelenmiş ve tartışılmıştır. DOĞUM SONU KANAMANIN ÖNLENMESİ Doğum sonu kanama öngörülemeyen bir durum olduğundan, Nijerya gibi ülkelerde doğumun üçüncü evresinin oksitosinle aktif olarak yönetilmesi

420


ve oksitosin olmayan yerlerde de mizoprostolün kullanılması önerilmelidir. Deneyimli doğum personelinin eylemin aktif yönetilmesi konusunda eğitilmesiyle kanamaya bağlı anne ölümleri ve ciddi hastalıkları azaltılabilir. Hükümetlerin hastane doğumlarını teşvik edici kampanyalar yürütmesi ve bunları desteklemesiyle doğumların yakından izlenmesi ve uzamış eylemlerin önüne geçilmesi mümkündür.

Vanderjagt DJ, Glew RH, Uguru VE. Maternal mortality among adolescent women in Jos, NorthCentral, Nigeria. J Obstet Gynaecol 2005;25:3–6

SONUÇ Doğum sonu kanama Nijerya’da anne ölümleri ve ciddi hastalığının önemli bir nedeni olmaya devam etmektedir. Özellikle uterus atonisine bağlı doğum sonu kanama açısından yüksek risk taşıyan kadınlarda doğumun üçüncü evresinin aktif olarak yönetilmesi kanama insidansını azaltacaktır. Doğum sonu kanaması olanlar için tıbbi kayıt ve gözlem sisteminin devreye sokulmasıyla doğum sonu kanamaya neden olabilecek etmenler daha iyi bir şekilde saptanabilir ve gerekli önlemler alınabilir. Nijerya, diğer gelişmekte olan ülkeler gibi, anne ölümlerinin fazla olmasına neden olan sorunlarla uğraşmaktadır. Kaynaklar 1. Balachandran V. Maternal mortality in Kaduna. Nigerian Med J 1975;5:366–70 2. Adewunmi OA. Maternal mortality in Ibadan City – 1982. West Africa J Med 1986;5:121–7 3. Anya AE, Anya SE. Trends in maternal mortality due to haemorrhage at the Federal Medical Centre, Umuahia, Nigeria. Trop J Obstet Gynaecol 1999;16:1–5 4. Ijaiya MA, Aboyeji AP, Abubakar D. Analysis of 348 consecutive cases of primary postpartum haemorrhage at a tertiary hospital in Nigeria. J Obstet Gynaecol 2003;23:374–7 5. Adetoro OO. Primary post-partum haemorrhage at a university hospital in Nigeria. West Afr J Med 1992;11:172–8 6. Chukudeblu WO, Ozumba BC. Maternal mortality at the University of Nigeria Teaching Hospital, Enugu: a 10-year survey. Trop J Obstet Gynaecol (Special Edition) 1988;1:23–6 7. Ujah IAO, Aisien OA, Mutihir JT, Vanderjagt DJ, Glew RH, Uguru VE. Factors contributing to maternal mortality in North-Central Nigeria (1985–2001). Afr J Reprod Health 2006;9:27–40 8. Ujah IAO, Aisien OA, Mutihir JT,

421


Bölüm 53 ASYA ÜLKELERİNDE DOĞUM SONU KANAMA: ELDEKİ VERİLER VE YORUMLARI S. J. Duthie M. Ercan, S. Güngör

GİRİŞ Asya, Kuzey Kutbu Okyanusu’ndan Ekvator’a ve güneydoğuda Sumatra ve Borneo’dan güneybatıda Süveyş Kanalı’na kadar uzanan dünyanın en büyük kıtalarından biridir. Kuzeybatı sınırını Ural Dağları ve Ural Nehri oluşturur. Asya ayrıca dünya nüfusunun yaklaşık üçte ikisine ev sahipliği yapar. Dünyanın en kalabalık iki ulusunu (Çin ve Hindistan) barındırır. Dünyadaki en uzun nehirlerden üçüne (Ob, Yangtze ve Amur) sahiptir. Pirinç ve hindistancevizi ekim alanlarından olduğu kadar çöllerden de meydana gelmiştir. Sosyoekonomik iyilik halinin bir ölçütü olan anne ölüm oranlarında ülkeler arasında keskin farklılıklar bulunmakla birlikte, doğum sonu kanama anne ölümü ve ciddi hastalığının önemli bir sebebidir1. Anne ölümünün en önemli nedenleri ve bu oranının azaldığı hal ve koşullar, Asya ülkeleri arasında değişkenlik göstermektedir. Obstetrik kanama sıklıkla Asya’daki anne ölümlerin en yaygın nedenidir. Bu gerçeğin kabul edilmesi ve kanamalı kadınların yönetimini hedef almış bakım iyileştirmeleri, tıbbi otoritelerin olduğu kadar hükümetlerin de karşı karşıya olduğu önemli olan zorluklardır. Birçok ulusun toplam yerel üretiminde artış ve ilerlemesi, kanamaya bağlı anne ölümlerde azalma ile her zaman birliktelik göstermiyor olması son birkaç on yılda Asya hakkındaki çarpıcı bir özelliği ortaya koymaktadır. Modern ve oturmuş bir ekonomiye sahip Japonya’da dahi obstetrik kanama, anne ölümlerinin en sık nedenidir ve bundan yetersiz obstetrik hizmetler sorumlu tutulmuştur2. Bunun tam aksine Hong Kong’un 1966 ve 19853 yılları arasındaki yerel üretimi 14 kat artarken, anne ölümleri 1961 ve 1985 yılları arasında 9 kat düşüş göstermiştir4. Eylül 2000’de 189 ülkenin temsilcileri New York’da Birleşmiş Milletler Milenyum Zirvesi’nde buluşmuş ve sekiz hedefe sahip olan Milenyum

Deklerasyonunu onaylamışlardır. Milenyum Deklerasyonu insani gelişimin teşviki ve küresel eşitsizliğin azaltılması için 21. yüzyıl başlangıcında küresel bir gündemi ifade eder. Beş numaralı hedef anne sağlığın iyileştirilmesidir. Tayland ve Çin gibi bazı Asya ülkeleri Milenyum Gelişim hedeflerine dair ilerleme raporlarını yayınlamışlardır5,6. Deklarasyondan bu yana geçen zamanda Asya’dan doğum sonu kanama yönetiminde yüreklendirici işaretler alınmaktadır. İki husus çok nettir: Asya ülkeleri doğum sonu kanamadan kaynaklanan anne ölümlerini kontrol edebilmek için belirgin çaba sarf etmektedir ve Asya’nın hem toplam yerel üretimi, hem de nüfusu artmaya devam edecektir. İç içe girmiş bu iki durumun kanamaya bağlı anne ölümlerini nasıl etkileyeceği ise toplam yerel üretim artışından daha başka faktörlere bağlı olacaktır. ANAHTAR KONULAR Doğum sonu kanamanın tarifi değişkenlik gösterir. Standart tarif doğumdan sonraki 24 saat içinde 500 ml veya daha fazla kan kaybıdır. Buna karşın Dünya Hastalık Listesi 2000 doğum sonu kanamayı sadece kan kaybı 1.000 ml veya daha fazla olduğu zaman tarif eder7. Tayland’da Prasertcharoensuk ve arkadaşları 228 gebe kadın üzerinde çalışmışlar ve gerçek birincil doğum sonu kanama (1.000 ml ve üzerinde kan kaybı olarak tarif edilmiştir) insidansını kan kaybı ölçümü ile % 3,51 olarak bildirmişlerdir8. Başka yazarlar kan kaybının görsel tahmininin doğum sonu kanamayı ancak % 0,44 hastada doğru olarak saptayabileceğini bildirmişlerdir8. Asya’dan yayınlanan ilk raporlardan biri normal doğumlarda “ölçülen” ve “tahmini” kan kayıpları arasında anlamlı farklılıklar olduğunu göstermiştir9. Hong Kong’da standart doğum öncesi bakım alan normal gebe grubunda yapılan çalışmada, 37 primipar ve 25 multipar normal doğum yapan olgunun, normal doğum esnasındaki kan kayıpları ölçülmüştür. Primigravidlerde ortalama tahmini kan kaybı 260 ml ve ortalama ölçülen kan kaybı ise 401 ml’dir. Multiparlarda ortalama tahmini kan kaybı 200 ml ve ortalama ölçülen kan kaybı ise 319 ml’dir. Her

422


Şekil 1: Ölçülen ve tahmini kan kaybı farkının, ölçülen kan kaybına karşı şeması. Duthie SJ ve ark. Eur J Obstet Gynaecol Reprod Biol 1990;119–24, Elsevier izni ile 9 iki grupta da ortalama tahmini kan kaybı, ortalama ölçülen kan kaybından anlamlı olarak (p < 0.05) daha düşük bulunmuştur. Ölçülen ve tahmin edilen kan kayıpları arasındaki farklılığın boyutları, ölçülen kan kaybı ile orantılıdır (Şekil 1). Bu çalışma normal doğumdaki kan kaybının kabul edilebilir olduğunun altını çizmektedir. Birincil doğum sonu kanamanın standart tanımı kullanılarak 62 hastadan 11’inde (% 17,4) fark edilmeyen birincil doğum sonu kanama ve 6 hastada (%10) ise doğum sonu anemi gelişmiştir. Doğum sonu kanama hakkındaki çalışmalar tanımındaki değişkenlikler, gözlemsel tahminlerdeki farklılıklar, ölçülen kan kaybı, birçok ülkedeki uzak ve geniş bölgelerden veri toplamanın zorluğu nedenleriyle sınırlıdır. Birçok araştırmada obstetrik kanama yönetim ve insidansı rapor edilmiştir. Fakat doğum öncesi kanama doğum sonu ve ikincil doğum sonu kanamaya dahil edilmiştir. Anne ölüm oranlarının birçok bölgede gizlilik içeren bilgi kapsamında kayba uğradığı göz önüne alınacak olursa çoğu Asya ülkesinde mevcut yayınlara dayanılarak doğru verilere ulaşmak mümkün olmamaktadır.

ASYA VERİLERİ Doğum sonu kanama gelişmekte olan ve gelişmiş dünyada anne ölümlerin önemli bir nedeni olmaya devam ederken, bu bölüm mevcut verileri detaylı olarak incelemektedir. Japonya Japonya Asya’daki en büyük ve en karmaşık ekonomisi ile esasen II. Dünya Savaşı’ndan sonra yenilenmiş bir sağlık sistemine sahip ülke konumundadır. Bu avantajlarının yanı sıra doğum sonu kanamadan kaynaklı anne ölümlerinin sayısı 1995’den 2003’e, 4’den 17’ye yükselmiştir11. Daha da önemlisi doğum sonu kanama nedenli anne ölüm oranı 1995 ve 2003 yıllarında % 4,7’den % 24,6’ya yükselmiştir (Şekil 2). Aynı zaman diliminde bir anne ölüm nedeni olan obstetrik emboli (amniyos sıvısı, hava ve septik emboliye ilaveten pulmoner emboli) insidensi azalmıştır. Nagaya ve ark. Japonya’da 1991 ve 1992 yılları arasında görülen 219 anne ölümü olgusu üzerinde çalışmışlardır. Bu çalışmanın amacı anne ölümü

423


Şekil 2: Ana nedenlerine göre anne ölümleri, 1995–2003 (İstatistik ve Bilgilendirme Bölümü, Bakanlık Sekreterliği, Sağlık Bakanlığı, Japonya) nedenlerinin belirlenmesi, anne ölümlerini önlemeye yönelik tedavi yaklaşımlarının irdelenmesi ve korunma faktörlerinin saptanmasıydı. Tespit edilen 230 anne ölümünün 197’si hastanede gerçekleşmiş olup tıbbi kayıtları incelenebilir haldeydi. Ölümlerin 22’siyse sağlık merkezi dışında olmuştu, fakat tıbbi kayıtları vardı. Son olarak 11 anne ölümüne ait ise herhangi bir tıbbi kayda rastlanılmamıştır. Kanama anne ölümlerinde en sık neden olarak saptanırken, kaydına ulaşılabilen 219 kadından 86’sında (% 39) meydana gelmiştir. Toplamda anne ölüm oranı 100.000 doğumda 9,5 olarak saptanmıştır. Bu oran Hong Kong’da 1986–1990 yılları arasında bildirilen oranın yaklaşık iki katıdır (100.000 doğumda 4)12. Nagaya ve ark sağlık kurumlarında gerçekleşen anne ölümlerinin % 37’sinin büyük olasılıkla önlenebilir ve diğer % 16’lık kesiminin

ise muhtemelen önlenebilir olgular olduğunu bildirmişlerdir. Önlenebilir ölümlerden birçoğu tek bir hekimin hem doğum hekimi, hem de anestezist olarak görev yapmasına bağlanmıştır. Nagaya ve ark. Japonya’daki yetersiz doğum hizmetlerinin anne ölümüyle ilişkili olduğu sonucuna varmışlardır. Hong Kong 1961–1985 yıllarına ait Hong Kong’dan elde edilen veriler anne ölümlerin en önemli nedeninin gebelik ve çocuk doğurma eylemi esnasında gelişen kanama olduğunu göstermiştir (ICD 9. Düzeltme 640, 641, 666). Çalışma dönemindeki 438 anne ölümünden 150’si (% 34) kanama nedenlidir. Bu durum 89 (% 20) preeklampsi ve 60 (% 14) dış gebeliğe bağlı anne ölümü olguları ile karşılaştırılabilir. Anne ölümlerin dağılımının olgulara göre iki dönemde (1961–1965 ve 1981–1985) karşılaştırılmasıyla, kanamaya bağlı

424


Şekil 3: Hong Kong’da 1986–1990 yılları arasında hipertansiyon veya dış gebelik nedeniyle hiçbir anne ölümü gerçekleşmedi. Bu geçmiş 25 sene ile karşılaştırıldığında çok anlamlı bir başarıdır. Gebelik esnasında ve doğumda (ICD 640, 641, 666) kanama anne ölümünün anlamlı bir nedeni olarak kalırken, bu çalışma döneminde anne ölümlerinin en sık nedeni obstetrik pulmoner embolidir. (ICD 673) Duthie SJ et al. Br J Obstet Gynaecol 1994; 101: 906–7, Royal College of Obstetricians and Gynaecologists izni ile. ölümlerde % 86 azalma olduğu gösterilmiştir4. 1981–1985 yılları arasında pulmoner emboli anne ölümlerinin önde gelen nedenlerinden değildi. Obstetrik kanama ve pulmoner emboli hakkında Hong Kong’dan alınan daha ileri veriler ilginç bir gözlemi ortaya koymuştur (Şekil 3). 1986–1990 yılları arasında en sık anne ölüm nedeni pulmoner embolidir12. Her ne kadar doğum ve gebelik esnasındaki kanama her iki dönemde de aynı oranda (% 34) anne ölümüne neden olsa da, Hong Kong’da kanama artık anne ölümlerde en sık neden değildir. Buna rağmen kanamaya bağlı ölümlerin azalmamış olması halen endişe verici bir durumdur. Bunlar geri kalan Asya ve elbette tüm dünya için alınması gereken çok önemli derslerdir. 1961 ve 1985 yılları arasında Hong Kong deneyimi net olarak göstermiştir ki Hong Kong’un küresel yerel üretimi arttıkça, anne ölüm oranı düşmektedir. 1961–1985 yılları arası pulmoner emboliye bağlı ölümlerin kesin sayılarına ait verilere ulaşılamamakla birlikte4, bunun Hong Kong’da anlamlı bir anne ölüm

nedeni olduğu hatırlanmalı ve hatta 1986–1990 yıllarında kanamadan daha sık bir neden olduğu bilinmelidir12. Hong Kong’da neden pulmoner embolinin kanamadan daha fazla anne ölümü nedeni olduğu sorusunu sormak önemlidir. Bu sorunun kısmi cevabı sivil uygulamadaki değişimlere bağlı olabilir. 1986’dan bu yana tüm anne ölümleri adli tıp tarafından incelenmektedir. Ölümcül doğum sonu kanama tanısı konulmasındaki güçlüklerden dolayı Asya’da birçok bölgede doğru teşhis mümkün olmamıştır. Hindistan Chhabra ve Sirohi, kanamaya bağlı anne ölümleri hakkında Hindistan’ın kırsal kesiminde 20 yılın üzerinde bir süreyle çalışmışlardır13. Obstetrik kanama, vakaların % 19,9’unda anne ölümlerinin nedeniyken ölümcül kanamanın ana nedeni atoniye bağlı doğum sonu kanamadır. Diğer nedenler ise uterus rüptürü, plasenta ayrışması ve plasenta parçalarının uterus içinde kalmasıdır. Neden bu kadar kadının atoni nedeniyle öldüğü mantıklı bir

425


soru olarak akla gelmektedir. Cevabı ise oldukça basittir: yüksek oranda (% 60) gerçekleşen evde doğumlar ve tıbbi destek yokluğu ve/veya uterotonik ajan kullanılmamasıdır. Hindistan Calcutta’da 1995–1997 yıllarında yürütülen çalışmada anne ölüm oranı 100.000 doğumda 686,67 bulunmuştur. preeklampsi % 53,2 ile en sık nedenken, kanama % 16,75 ile ikinci en sık nedendir14. Birçok rapora göre Hindistan’daki anne ölümlerinin en sık nedeni kanamadır. İki farklı 5 yıllık dönemin karşılaştırılmıştır (1987–1991 ve 1992–1997). Buna göre hem kanamaya bağlı ölümler, hem de kanamanın doğrudan anne ölümleri içindeki oranı artmıştır15. Hindistan’ın Peninsular bölgesindeki Devlet Hastanesi’nden alınan veriler anne ölümlerinin başlıca nedenlerinin kanama ve sepsistir. 1987 ve 1991 yılları arasında meydana gelen 105 anne ölümünün 47’si (% 31) sepsis, 36’sı (% 25,4) kanama nedeniyledir. Buna karşın takip eden beş yıldaki (1992–1997 yılları) 107 anne ölümünün sadece 22’si (% 13,5) sepsise, 45’i (% 28) kanamaya bağlıdır. Batı Hindistan’daki bir hastanede kanamaya bağlı anne ölüm oranı % 24,6 rapor edilerek, anne ölümlerinin başlıca kanama kaynaklı olduğu gösterilmiştir16. Haziran 1993 ve Haziran 1998 arasında kuzeydoğu Hindistan’dan alınan beş yıllık veriler yine kanamanın % 27,65 ile anne ölümlerinin en sık nedeni olduğunu göstermiştir17. Daha detaylı ve eleştirel bir analizde Mukherji ve ark, kanamaya bağlı anne ölümlerinin % 58,0’inin doğum sonu kanamaya bağlı olduğunu ve bunun da esasen yerleşim yerlerindeki acil hasta nakil hizmetlerinin eksikliğinden kaynaklandığını bildirmişlerdir17. Pakistan Pakistan’dan gelen kanıtlar ülkenin birçok bölgesinde kanamanın en sık anne ölüm nedeni olduğunu göstermektedir. Bir çalışmada anne ölümlerinin doğrudan nedenleri % 78,1 oranında saptanmış ve bu nedenlerin içerisinde kanama en sık olarak bildirilmiştir18. Pakistan’da üçüncül merkez kaynaklı bir çalışmada da kanama, anne ölümlerinin en sık nedeni olarak rapor edilmiştir19. Anne ölümlerin üçte biri kanamaya (26 olgunun 9’u) bağlı gelişmiştir ve yazarların ortak yorumu bu anne ölümlerin birçoğunun engellenebilir olduğu yönündedir.

Tayland Tayland’dan alınan veriler, 1985–1998 yılları arasında devlet hastanelerinde anne ölüm oranını 100.000 doğumda 19,18 olarak göstermektedir. En sık neden kanama iken yazarların ortak çıkarımı anlamlı sayıda anne ölümün engellenebilir olduğu şeklindedir. Endonezya 1995–1999 yılları arasında Güney Kalimantan’da bölgesel tabanlı yapılan bir denetlemede Endonezya’da anne ölümlerinin % 41 oranında kanamaya bağlı olduğu gösterilmiştir21. Supratikto ve ark bazı anahtar konuları içeren bir inceleme tartışması sağlamışlardır. Onların Güney Kalimantan’daki anne ölümü incelemeleri bu bölgede sağlık hizmeti veren kurumların ve politikacıların sorumluluk kavramını geliştirerek obstetrik bakım kalitesinde olumlu değişime yol açmıştır. Supratikto ve ark aynı zamanda olayın tekrar gözden geçirilebilmesi için bilimsel kanıtların birleştirilmesi gerektiği hususunun altını çizmişlerdir. Bunlar, Asya’nın bazı bölgelerinde anne ölümünün yeterince sağlıklı incelenmediğine dair yeterli kanıtlar bulunduğu için önemlidir22. Malezya Malezya’da 1981–1990 yıllarını kapsayan 10 yıllık çalışma raporu anne ölümlerini 100.000 doğumda 74 olarak bildirmiştir23. Anne ölümlerinin en sık nedeni kanama olarak rapor edilmiştir. 1981 ve 1990 arası on yıldaki diğer nedenler ise hipertansiyon, emboli ve sepsistir. Anne ölümleri ile ilgili diğer risk faktörleri ise doğum öncesi bakım eksikliği, 40 üstü anne yaşı, grand multiparite ve Hint etnik kökenli olmak sayılabilir. Ölüm sonrası inceleme ise ölen kadınların ancak % 8,2’sinde yapılabilmiştir. Benzer olarak Malezya’dan bir başka rapor doğum sonu kanama, obstetrik emboli, travma ve gebeliğe bağlı hipertansif bozuklukları 131 ani gelişen anne ölümünün ana nedenleri olarak rapor etmiştir23. Ani anne ölümü tüm anne ölümlerinin % 20,6’sını oluşturmaktadır. Sezaryen sonrası 20 kadın ölmüştür. Bu nedenle solunum ve dolaşımın durduğu hastalara acil müdahale ve bakım hakkındaki eğitimin gerekliliği vurgulanmıştır. Çin Çin’den alınan verilerde yine doğum sonu kanamanın anne ölümlerine olan katkısının altı çizilmektedir. Çin’de iki kırsal kesimde (Henan ve Jiangsu)

426


yürütülmüş olgu kontrollü çalışmada doğum sonu kanamanın her iki kırsal kesimde de anne ölümünün önde gelen nedeni olduğu gösterilmiştir24. Burada ölümlerin büyük bir kısmının kadınların evden hastaneye nakli esnasında geliştiği belirtilmiştir ve bu gerçek diğer ülkelerin raporlarında yeterince vurgulanmamıştır. Çin’de Myiun eyaletinde yapılan bir çalışma anne ölümlerin % 27,3 oranında rapor edilmediklerini bildirmektedir25. Anne ölümlerin sıklık sırasına göre nedenleri kanama, doğum sonu infeksiyonlar ve gebelikle indüklenen hipertansiyondur. Ülkede 1985–1988 arası üç yılda sağlık sisteminde kasaba sağlık istasyonlarından şehir hastanelerine hastaların taşınması, doğum sonu kanama, şiddetli preeklampsi, amniyos sıvı embolisi, şok ve yenidoğan asfiksisi gelişen kadınların yönetiminde ve bakımında anlamlı bir gelişim kaydedilmiştir. Pilot alanlardaki bu gelişmeleri anne ölümü oranındaki anlamlı düşüşler izlemiştir25. Suudi Arabistan Suudi Arabistan’da anne ölümlerin başlıca nedeninin % 43,75 ile kanama olduğu 1983–2002 yılları arasında bir üniversite hastanesinde yapılan çalışmadan anlaşılmaktadır26. Yazarlar her bir anne ölümünün nedenini ortaya çıkarmak için detaylı analizler yapmışlar ve potansiyel olarak önlenebilir faktörleri analiz etmişlerdir. Anne ölümü için risk faktörleri 35 yaş üstü anne yaşı, paritenin 5 ve üzeri olması ve demir eksikliği anemisi olarak bildirilmiştir26. Ana önlenebilir faktörler ise hastaların zamanında tıbbi destek ve tedavi almasındaki yetersizlik ve hastaların tedavilere uyum göstermemesidir.

başında değildir. 8.562 anne ölümün saptanıldığı bir çalışmada eklampsi (% 34,3) birinci sırada, kanama (% 27,9) ise ikinci sırada bildirilmiştir28. Singapur Singapur’da ki durum cesaret vericidir. Dikkatle incelendiğinde anne ölümlerinin sanayileşmiş ve daha küçük ülkelerde kanama, sepsis, emboli veya hipertansiyon gibi geleneksel nedenlere bağlı gelişmediği anlaşılmaktadır29. 1986–1992 yılları arasındaki yedi yıllık sürede Singapur’daki ulusal üniversite hastanesinde anne ölüm oranı rastlantısal ölümleri de kapsayacak şekilde 100.000 doğumda 34,4 olarak bildirilmiştir. Ölen kadınların birçoğunda ise bu grup hastaları yüksek risk grubuna sokan diğer tıbbi bozuklukların altta yattığı tespit edilmiştir. YORUM Asya’da doğum sonu kanama bazı istisnai durumlar dışında anne ölümlerinin önde gelen nedenidir. Rakamlar büyüktür ve genellikle düşme eğilimindedirler. Buna karşın bazı bölgeler halen oldukça fazla oranda anne ölümü oranına sahiptir. Farklı ülke ve bölgelerle karşılaştırma her bir ülke için aşağıdaki nedenlerden ötürü pek mümkün görünmemektedir. (1) Doğum sonu kanama tanımında değişkenlik söz konusudur. (2) Aynı zaman çerçevesinde değişik veriler ister istemez eşleşmemektedir. (3) Değişik yayınlardaki çalışma gruplarının boyutlarında büyük farklılıklar vardır.

Sri Lanka Kanama birçok Asya ülkesindeki en başta gelen anne ölüm nedeni olarak bildirilse de, bunun her zaman ana neden olmadığı da vurgulanmalıdır. Örneğin Sri Lanka’da 11 yıllık süreyi kapsayan bir çalışmada 103 anne ölümü tespit edilmiş ve ana nedenler olarak sepsis (% 26), hipertansiyon (% 24) ve kanama (% 20) sorumlu tutulmuştur27. Hasta bakımı ölüm vakalarının % 79’unda standartların altında olarak saptanmış. Bakım kalitesindeki yetersizliğin anne ölümlerini % 7 oranında etkilediği sonucuna ulaşılmıştır.

(4) Obstetrik kanama birçok yayında doğum öncesi, doğum sonu ve ikincil doğum sonu olarak bölümlere ayrılmamıştır.

Bangladeş Burada da kanama anne ölümü nedenlerinin

Japonya’daki çalışmada anne ölümlerinin önlenebilirliği 42 uzman hekimin katılımı ile

(5) Bazı çalışmalar dolaylı gözlemlere ve sözlü otopsilere dayanır. Oysa diğer çalışmalar bireysel anne ölümlerinin detaylı analizini içermektedir. (6) Önlenebilir faktörler hakkında tartışmanın derinliği raporlar arasında farklılıklar göstermektedir.

427


incelenmiştir2. Bu çok iyi organize edilmiş ve güçlü bir çalışmadır. Diğer taraftan birçok rapor hesaplamalara ve spekülasyona dayandırılmaktadır. Hong Kong’da yıllık toplam doğum sayısı ve doğum oranı düşmüştür. Ama 1961–1985 yılları arasında nüfus oranı ve kanuni düşüklerin sayısında artış vardır. Bu nedenle Hong Kong’lu kadınlar arasında parite bu dönemde düşmüştür4. Hong Kong’da yürütülen çalışmalarda anne ölüm oranının parite ile değişkenlik gösterdiği sonucuna varılmıştır. Örneğin parite sıfır ise 100.000 doğumda 41 ve parite beşten fazla ise 100.000 doğumda 82 olarak bildirilmiştir30. Bu gözlemler paritenin düşmesi ile anne ölümü oranındaki düşüş spekülasyonuna destek vermekteyken, eldeki mevcut veriler 1961’de kanamadan ölen ve 1985’de ise artık mevcut olmayan kadınlarda ana grubun yüksek pariteli kadınlardan oluştuğunu göstermemektedir4.Asya’nın birçok farklı bölgesinde kez anne ölümü olunca pratik uygulamada anlamlı değişimlere gidilmektedir. Örneğin Hong Kong’da tüm anne ölümleri 1986’dan bu yana adli tıp kurulu tarafından incelenmektedir12. Buna karşın Malezya’da bir üniversitenin doğum bölümünde Abdullah ve Raj-Hasim ölüm sonu incelemenin (herhangi bir tipte), 1981–1990 yılları arasındaki 10 yıllık dönemde, anne ölümü ile sonuçlanan olguların ancak % 8,2’sine yapıldığına işaret etmişlerdir22. Birçok ülkeden alınan verilerin şimdiden oldukça eskiye ait olduğu da önemli bir nottur. Tıbbi pratik ülkelerin yerel üretimlerindeki değişimler ve bireysel kadın sağlığı son yıllarda oldukça değişime uğramıştır. Tüm bu başlıklar doğum sonu kanama ve doğurduğu sonuçlar üzerine etkili olmuştur. Asya raporlarında ortak tema doğum sonu kanama ve bunun sekellerinin önlenebilir olduğudur. Sağlık çalışanlarının ve kadınların eğitiminin önemi vurgulanmıştır. Bu iki soruya öncülük eder: (1) Bu konular ilerletilebilir?

nasıl

daha

iyileştirilerek,

(2) Anne ölümünün bir nedeni olan doğum sonu kanama kontrol altına alınır ise diğer nedenler daha belirgin hale geçerler mi? Doğum sonu kanamanın insidans ve sonuçlarını azaltabilmek için elde güvenilir verilerin olması şarttır. Belirgin sayıda kadının sağlık merkezi dışında öldüğü ve birçok anne ölümüne ait elde

kayıt olmaması, bir ülkede sayıma dayalı inceleme yapılacağı hallerde, Japonya’da olduğu gibi teknolojik bir gelişmişlik gerektirdiği göz önüne bulundurulmalıdır2. Yüksek milli üretimi ve yüksek kadın okur-yazarlık oranı ile Japonya oldukça düşük bir anne ölüm oranına sahiptir. Her ne kadar eldeki veriler Japonya’nın diğer Asya ülkelerinden çok daha önde olduğunu gösterse de gelişim için halen gidilecek yol vardır. Japonya’da doğum sonu kanamaya bağlı anne ölümlerdeki artış esas dikkate alınması gereken konudur. Hong Kong ve Singapur’da anne ölüm oranları takdir edilecek şekilde çok düşük seviyelere inmiştir. Buna karşın Hong Kong’da anne ölümlerine yönelik bir gizli soruşturma sistemi için çok geç kalınmıştır12. Tayland 1990 ve 1999 yılları arasında anne ölüm oranlarında büyük bir azalma olduğunu rapor etmiştir6. Kanamaya bağlı ölüm oranlarında da keskin bir düşüş kaydedilmiştir. Benzer şekilde Çin’de 1990–2001 yılları arasında anne ölüm oranlarında keskin bir azalma bildirmiştir. Bu da Çin’in 5 numaralı hedefe ulaşmadaki başarısını gösterir5. Bununla beraber Çin’den gelen raporda nispeten daha az gelişmiş Batı Çin ile Hong Kong’u da kapsayacak şekilde daha gelişmiş doğu eyaletleri arasındaki farklara işaret edilmektedir. Hindistan’da anne ölüm oranı ve doğum sonu kanamaya bağlı anne ölüm oranı kabul edilemez şekilde yüksek seyretmektedir. Hong Kong’da 1961–1985 arasında kanama en sık anne ölüm nedeniydi. Buna karşın 1986–1990 yılları arasında pulmoner emboli en sık anne ölüm nedeni olarak bildirilmiştir12. Bu Hong Kong’un gelişimini takip eden diğer Asya ülkelerinin de, anne ölümlerinin azaltılmasında benzer bir gelişimi sağlayıp sağlayamayacakları şeklinde ilginç bir soruyu akla getirmektedir. ÖNERİLER Problemin kolaylıkla çözümlenebilmesi için sorun iyi tanımlanmalı ve alınması gerekli önlemler ile ilgili kalıcı adımlar atılmalıdır. Pratik anlamda ilk basamak, her ülkede sağlık personeline uygun eğitim ve pratik uygulamanın verilmesidir. Doğum sonu kanamalı olgulara gereken acil obstetrik bakım hizmeti, ülke sağlık teşkilatlarınca şekillendirilerek sağlanmalıdır. Profesyonel sorumluluk ve hesap verme düzeni kurulmalıdır. Diğer basamak ise gelişen her anne ölüme dosya açılarak araştırılması

428


ve olguların tartışılmasının sağlanmasıdır. Ölüm dosyalarının incelenmesi çok faydalı olmasına karşın tek başına yeterli değildir. Hong Kong’daki anne ölümlerin adli tabiplik tarafından araştırılması uygulaması takip edilmelidir. Bir kez uygun araştırma yapıldıktan sonra her bir anne ölümü (doğum sonu kanama veya diğer nedenlere bağlı) multidisipliner bir toplantının ana başlığını oluşturmalıdır. Uygun sonuçlar ve iyileştirilmesi gereken hususlar sağlık sistemine yayılmalı ve gerekli önlemler alınmalıdır. Anne ölümü ve doğum sonu kanama hakkında makale yayınlayan dergiler, yazarlar katı tanımsal kriterleri, veri kaynaklarını, önlenebilir faktörlerin analizini karşılıyor ve değişim ile ilgili güçlü öneriler içeriyorlarsa desteklenmelidir. Doğum sonu kanama probleminin tüm Asya’da çok yaygın olduğuna hiç şüphe yoktur. Buna karşın halen eğitime, ölüm vakalarında adli tabiplikçe dosya açılmasına, tanımın muntazam hale getirilmesine ve kritik olay eleştiri raporu oluşturulmasına ihtiyaç duyulmaktadır. Birçok Asya eyaletinin yerel üretimlerinde görülen artışın faydalarından birisi de, doğum sonu kanamaya bağlı ölümcül sonuç sıklığında azalma olmalıdır. Şu ana kadar başarımız bize ümitsizliğe kapılmamamız gerektiğini gösterirken halimizden de çok fazla memnun olmamamız gerektiği unutulmamalıdır. Kaynaklar 1. Hogberg U. Maternal mortality – a worldwide problem. Int J Gynaecol Obstet 1985;23:463–70 2. Nagaya K, Fetters MD, Ishikawa M, et al. Causes of maternal mortality in Japan. JAMA 2000;283:2661–714 3. Census and Statistics Department. Estimates of Gross Domestic Product 1966 to 1986. Hong Kong: Government Printer, 1987 4. Duthie SJ, Ghosh A, Ma HK. Maternal mortality in Hong Kong 1961–1985. Br J Obstet Gynaecol 1989;96:4–8 5. Office of the United Nations Resident Coordinator. Millennium development goals – China’s progress. 2003 6. Office of the United Nations Resident Coordinator. Thailand Millennium development goals report. 2004 7. Dolea C, Abouzahr C, Stein C. Global burden of maternal haemorrhage in the year 2000. Evidence and Information for Policy (EIP).

Geneva: World Health Organization, 2003 8. Prasertcharoensuk W, Swadpanich U, Lumbiganon P. Accuracy of the blood loss estimation in the third stage of labor. Int J Gynaecol Obstet 1990;71:69–70 9. Duthie SJ, Yung GLK, Dong DZ, Chan SYW, Ma HK. Discrepancy between laboratory determination and visual estimation of blood loss during normal delivery. Eur J Obstet Gynaecol Reprod Biol 1990;38:119–24 10. Abouzahr C. Antepartum and postpartum haemorrhage. In Murray CJL, Lopez AD, eds. Health Dimensions of Sex and Reproduction: the Global Burden of Sexually Transmitted Diseases, Maternal Conditions, Perinatal Disorders, Congenital Anomalies. Geneva: World Health Organization, 1998 11. Mothers’ & Children’s Health Organization. Maternal and Child Health Statistics of Japan 2004. Tokyo: Mothers’ & Children’s Health & Welfare Association, 2005:78 12. Duthie SJ, Lee CP, Ma HK. Maternal mortality in Hong Kong 1986–1990. Br J Obstet Gynaecol 1994;101:906–7 13. Chhabra S, Sirohi, R. Trends in maternal mortality due to haemorrhage: two decades of Indian rural observations. J Obstet Gynaecol 2004;24: 40–3 14. Majhi AK, Mondal A, Mukherjee GG. Safe motherhood – a long way to achieve. J Ind Med Assoc 2001;99:132–7 15. Jayaram VK. Review of maternal mortality. J Obstet Gynaecol Ind 2001;51:80–2 16. Sharma N. Maternal mortality – a retrospective study of ten years. J Obstet Gynaecol Ind 2001; 51:60–2 17. Mukherji J, Ganguly RP, Saha SK. Maternal mortality due to haemorrhage with emphasis on post partum haemorrhage. J Obstet Gynaecol Ind 2001;51:130–3 18. Jafarey SN. Maternal mortality in Pakistan – compilation of available data. J Pak Med Assoc 2002;52:539–44 19. Begum S, Aziz-un-Nisa, Begum I. Analysis of maternal mortality in a tertiary care hospital to determine causes and preventable factors. JAMC Abbottabad 2003;15:49–52 20. Kovavisarach E, Sathiraleela B. Maternal mortality in Rajavithi Hospital 1984–1998: analysis of the cause of death. J Med Assoc Thailand 2001;84:763–7

429


21. Supratikto G, Wirth ME, Achadi E, Cohen S, Ronsmans C. A district-based audit of the causes and circumstances of maternal deaths in South Kalimantan, Indonesia. Bull WHO 2002;80: 228– 34 22. Abdullah R, Raj-Hasim R. Reproductive Health in Asia and Pacific: Some Facts. Kuala Lumpur, Malaysia: Asian-Pacific Resource and Research Centre for Women, 1994:14–20 23. Jagasothy R. Sudden maternal deaths in Malaysia: a case report. J Obstet Gynaecol Res 2002; 28:186–93 24. Li Q, Fottler MD. Determinants of maternal mortality in rural China. Health Services Management Research 1996;9:45–54 25. Xu Z. China: lowering maternal mortality in Miyun County, Beijing. World Health Statistics Quarterly – Rapport Trimestriel de Statistiques Sanitaires Mondiales 1995;48:11–14 26. Al-Suleiman SA, Al-Sibai MH, Al-Jama FE, et al. Maternal mortality: a twenty-year survey at the King Faisal University Hospital, Al-Khobar, Eastern Saudi Arabia. J Obstet Gynaecol 2004;24: 259–63 27. Wagaarachchi PT, Fernando L. Trends in maternal mortality and assessment of substandard care in a tertiary care hospital. Eur J Obstet Gynaecol Reprod Biol 2002;101:36–40 28. Rahman MH, Akhter HH, Khan CME, Yusuf HR, Rochat RW. Obstetric deaths in Bangladesh, 1996–1997. Int J Gynaecol Obstet 2002;77: 161–9 29. Loh FH, Arulkumaran S, Montan S, Ratnam SS. Maternal mortality: evolving trends. Asia-Oceania J Obstet Gynaecol 1994;20:301–4 30. Yam A, Ghosh A, Ma HK. Maternal mortality yet to be minimized. Asia-Oceania J Obstet Gynaecol 1986;12:79–87


431


Kitap Hakkında Doğum sonrası kanama özellikle gelişmekte olan ülkelerde önemli bir anne ölümü nedenidir. Tahminlerde değişiklik olsa bile bu nedenle yılda 250.000’den fazla kadının öldüğü ön görülmektedir. Bu ölümlerin büyük bir kısmı uygun zamanda yapılacak, daha iyi ve uygun tedaviyle önlenebilir. Bu kitap, tek cilt içinde doğum sonrası kanamanın epidemiyolojisi, tanısı ve yönetimi hakkındaki en güncel bilgileri toplamayı amaçlamıştır. Günümüze kadar bu konuda birçok eser yayınlanmış olsa da, tümünün anlaşılır bir sentezinin yapılması hiç denenmemiştir. Bu kitapla birlikte, doktorlara bugüne kadar hiç sunulmamış bir bakış açısı verilmiştir. Bu kitap doğum sonrası kanamanın yönetimiyle uğraşan tüm doğum hekimlerinin karşılaşabileceği özgün sorunları, kolayca ulaşılabilir şekilde ele almaktadır. Kitapta ayrıca acil histerektominin yerini alabilecek, etkin ve ileriye dönük yeni cerrahi teknikler de tanımlanmaktadır. Detaylı bir şekilde ele alınan diğer önemli bir konuysa atoni ve atoniye bağlı olmayan kanamaların nedenleri, önlenmesi ve tedavisiyle birlikte bunların uzun dönem sonuçlarıdır.İşlerinde uzman bir uluslararası yazar ekibinin ürünü olan bir kitap gerçek bir başucu eseridir. Yazarlar bu kitabın özellikle, tedavideki son yenilikler öğrenilmesiyle ilgili olarak kaynak eksikliği içindeki, gelişmekte olan ülkelerde doğum sonrası kanamayla uğraşanlara yardımcı olmasını ummaktadırlar.

ISBN

432

978-605-61365-0-4


Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.