!
YANILSANAN MEKAN
Güneşli, serin, dingin, huzurlu bir sabah... ODTÜ kampüsündeyim. Hem hafızamı ayık tutmak, hem de çalışacağım saatleri verimli kılmak düşüncesi ile yaptığım zamanlardaki gibi bir kahve alarak; kütüphane binası önündeki meydanda bir banka oturuyorum. Güneş hem tenimi hem de ruhumu ısıtıyor. Burasının şimdiye kadar gördüğüm kampüsler arasında bana en iyi hissettiren kampüs olduğunu söyleyemem. Ölçeğin yittiği meydanlarda bazen kendimi kaybolmuş hissediyorum. Ama bu sonbahar mevsiminde dökülen yapraklar, arkadan gelen sığ havuzun şırıltısı, yanıma konan ve gözlerini bana diken serçe, karşımda bir grup serçeyi besleyen bir çift ve ikide bir de kahveme ortak olmayan isteyen bir arı vızıltısı bana iyi hissettiyor. Gözlerim yitsede bazen tanımsız alanlarda, bu görsel ve işitsel öğelerle yine de bu mekan yaşıyor, yaşatıyor... Bu dinginliği iyice hissedip mekanı duyumsamak için gözlerimi kapıyorum. Nedense bu huzur dolu anın etkisi, bir anda içimi bu huzurla ilişkilendiremediğim bir duyguyla kaplıyor. Duygularım, betimlediğim sıfatlar ve görsel imgeler başka bir zamanı çağrıştırıyor. Dingin, huzurlu, serin, sakin; güneş, serçe, güz yaprakları... Sanki ölüm ertesi bir günü yaşamak, ya da hayır bu bir ölü ziyareti hissi. Bir mezarlıkta gibi...Bu hissi duyumsadığım an bu nasıl bir çelişki diye geçiyor aklımdan. Bu mekan yaşıyor, yaşatıyor mu acaba? Ya da bu mekan ölü mü, huzurunda bir ölüm duruşu sakinliği mi yaratıyor? Mezarlıklar benim hazıfamda, rüzgarın sesinin duyulabildiği kadar sessiz, insanın kendi varoluşunu bu yok oluş bahçesinde tüm zerresine kadar hissedebildiği kadar dingin mekanlar olarak yer alıyor. O boşlukta sesler, otların kavruk kokusu, sıcağın kavuruculuğu, soğuğun yakıcılığı, herşey daha net algılanıyor. Gözler o an görmek istemiyor ve geçici bir unutuş yaşıyor. Bunun benzeri gibi gözlerimin kendini unuttuğu bir anda açıyorum tekrar. Algıların yanılsattığı bu mekan bir mezarlık değil, öğrencilerin seslerinden, konuşmalarından, gülüşmelerinden ırak bir kampüs meydanı. Evet insan ölçeğinden uzak bazı uçsuz yeşil alanlar var, bu alanlarda küçük gruplar halinde öğrenciler de var. Ama sanırım işitsel algıma buranın bir üniversite kampüsü olduğunu kanıtlamak için yeterli değil. Gördüğüm karelerdeki anlar yaşıyor, işittiğim anlar ise ölü. Ve işte mekanın ilk hissini orayı yaşayınca çürütüyorum. Burada ses yok, ses yoksa insan da yok, insan yoksa yaşantı da yok diyor bir algım bana. Mekanın sesinin oradaki yaşantıyı tariflemede ne kadar önemli olduğunu anlıyorum. Ve işte o an tarçın rengi bir köpek sessizce yanımdan geçiyor, çağırıp okşuyorum ve ayaklarımın dibine oturup o da kahveme eşlik ediyor. Ya da belki de sessizce! yanımdan geçip gidiyor, ben gözlerim kapalı neredeyim bilmiyorum.
!
28.10.2011 Ece Demir