Bir "Makine"nin İçinde Barınmak

Page 1

Bir “Makinenin” İçinde Barınmak



Ece Ünübol HTC542 Poetika ile Mimarlık Bahar 2016


İçindekiler 2


1952, Unite d’Habitation, Marsilya

5

1959, Anna Pavel 11 1955 - 2011, Vincent Maurin 17 2016, Marie Ribaud & Eric Monot

23

Referanslar

28

3


4


1952, Unite d’Habitation, Marsilya 5


6


İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra Fransız rekonstrükiyon bakanlığı, Le Corbusier’e,

konut problemine dair bir çözüm üretmesi ve bu çözümün sosyal konut için estetik, komfor ve sağlık etmenlerini de göz önünde bulundurulduğu bir konut prototip üzerinden gerçekleştirilmesi için danışmıştır (Bechthold & Reischl, 2012). 1945 yılında Bakan Raoul Dautry tarafından desteklenen proje birçok düzenleme ve yönetmelikten muaf tutularak, proje ekibi için geniş bir serbestiyet alanı tanınmıştır (Rüegg, 1999). Söz konusu protip konut birimini tasarlamak adına Le Corbusier, ATBAT (Atelier de Bâtisseurs) adında bir organizasyon kurmuştur. Ancak Unite d’Habitation’ın arkasındaki ana unsur, bu yapının salt bir apartman bloğundan fazlası olması idi. Unite d’Habitation, dikey bir bahçe şehir olacaktı. İçinde restoranı, oteli, dükkanları, kreşi, kamusal spor alanları, sosyal ve kültürel fasiliteleri barındırarak, ev sahipliği yapacağı 1600 bireye bir apartman dairesinde yaşamaktan çok daha fazlasını verecekti (Millais, 2015). Nitekim öyle de oldu. Küçük bir köy ölçeğindeki yapı, Akdeniz iklimini soluyan makilerin arasında, geniş bir açık alanın ortasında yükselen ve inşası 1952 yılında tamamlanan Unite d’Habitation, içinde can sıkıntısı ve huzursuzluk çekmeden, uzun bir yolculuğu geçirmeye yetecek kadar çok fasilitesi, fiziksel ve sosyal anlamda farklı alanları olan kocaman bir transatlantiğe benziyordu. Ölçeğini aşmış bu yapı, aynı zamanda da, ince beton ayakları üzerinde, açık hava müzesindeki modern bir sanat eseri gibi durmayı başarabiliyordu.

165 metre uzunluğunda ve 56 metre yüksekliğindeki bu dev yapı, doğu-batı aksına

yerleşmiş, L formunda çözülmüş 337 ayrı daire içermektedir. Her bir daire gerek açık mutfak, galeri boşluğu, panelli odaları ile iç mekanda, gerekse brise soil denen güneş kırıcıları ve üzerinde sıra sıra kapıların olduğu renkli koridorları ile dış mekanda, dönemi için oldukça radikal çözümler ve estetik yaklaşımlar sunmaktadır. Le Corbusier’nin 1943 yılından itibaren üzerinde çalıştığı sistem Le Modulor’i de bu yapıda kullanması fonksiyon ve ergonominin tasarım esnasında önemli kriterler olarak ele alınmış olduğunu işaret etmektedir (Millais, 2015). Bu anlamda konutun, modern mimarlık ve yaşam kriterleri içinde eridiği Unite d’Habitation, Le Corbusier’in meşhur sözü “Ev içinde yaşanacak bir makinedir.”in yapısal karşılığı olarak görülmektedir (Le Corbusier, 1986). Üstelik burada söz konusu olan ev, daha önce de sözü geçtiği gibi, sosyal, kültürel ve fiziksel fasiliteleri;

7


8


dairlerin yerleşimi ve iç mekanları ile, çekirdek bir ailenin barındığı dört duvarlı bir apartmandan ve apartman dairesinden oldukça farklıdır. Öyle ki, konvansiyonel ev kavramını sorgulamaya başladığımız Unite d’Habitation’da, temel anlamı ile konut, bu 18 katlı, beton ayaklı, iç sokaklı ve neredeyse şehirleşen yapı ile yeni bir anlam kazanmaktadır. Artık yaşam birimi diye bir kavramdan söz edilebilmektedir.

Unite d’Habitation’daki her bir yaşam birimi ise, batı-doğu cephe sistemini kullana-

rak, yüksek tavanlı yaşam alanı ve bütün bir balkona dönüşebilen Fransız pencereleri ile ışıktan en yüksek oranda faydalanmaktadır. Böylelikle görece küçük olan dairenin içinde duyulabilecek sıkışmışlık hissi en aza indirgenmektedir. Balkonun karşı tarafında yer alan açık mutfak, yapıldığı dönem için oldukça radikal bir hamle olarak görülse de, bu küçük yaşam alanını ferahlatan bir başka mekansal tasarıdır. Neredeyse bir keşiş odası kadar mütevazı ölçülere sahip iki farklı çocuk adası, kayan bir duvar ile birbirlerinden ayrılmakta ve dairenin alt katında bulunmaktadır. Üst katta ise dairenin galeri boşluğuna bakan ve yine oldukça aydınlık olan ebeveyn odası yer almaktadır (Boesiger & Girsberger, 1999). Estetik, fonksiyon ve efektiflik yan yana ilerlemektedir.

Öte yandan, bu yaşam birimleri her ne kadar modernitenin gerektirdiği fonksiyon

ve estetik ön planda tutularak tasarlanmış olsa da ve Unite d’Habitation’un kendisi bazen dev bir transatlantiği bazen ise narin bir sanat eserini hatırlatsa da, Le Corbusier’nin aykırı yapısı bundan ibaret değildir. İnşa edildiği tarihten bu yana, içinden geçen sayısız tek veya çok çocuklu aileye, çifte, bekar bir bireye; farklı sosyal, sınıfsal ve kültürel dinamiklere sahip kişiye “ev” olmuş ve olmaktadır. Bu anlamda, mimarların, tarihçilerin, veya sosyal bilimcilerin üzerine sayısız iyi ve kötü kritiklerde bulunduğu; hakkında bugün hala aktif bir şekilde konuştuğu ve en azından yakın gelecekte de konuşmaya devam edeceği; tasarım okullarında bir “case” olarak incelenen, örnek alınan ve çalışılan; yerli ya da yabancı, mimar ya da değil, pek çok turistin yakın tarihte düzenlediği gezinin yapısal karşılığı olan Unite d’Habitation, ne kadar fonksiyonel, ergonomik ya da estetik olduğundan bağımsız olarak ve her şeyden öte bir konuttur. Bireyin içinde barındığı; esirgediği ve esirgendiği bir mekandır.

9


10


1959, Anna Pavel 11


12


Her sabah eşim Daniel ve kızım Jean ile, yatağın yanı başında çalmasına rağmen

bir gece önce geç biten arkadaş toplantımızdan sonra sabah alarmın çaldığını duyamayacak kadar geç yatmış olmamız ya da önce küçük balkonu, daha sonra da iki kat yüksekliğindeki büyük boşluğu aşarak üst kattaki yatak odasına süzülen ve göz kapaklarımızı gıdıklayan güneş ışınlarının, o sabah akdeniz ikliminin kısa yağmurlarını getiren bulutlara takılması ya da Daniel’ın bu sıralar sıklıkla kahvaltı saatine kadar sabahlayarak çalışıyor olması ve haliyle yemek yerine uykuyu tercih etmesi gibi önüne geçemediğimiz “olağandışı” olay ve durumların dışında, en sevdiğim aile ritüeli olan kahvaltıyı, her sabah birlikte yaparız.

Mutfağın ve oturma alanının arasında, üst kattaki yatak odasının ise altında kalan

yemek masamız bu ritüelin toplanma noktası. Yemek yerken üstümüzde daha alçak bir tavanın olması, Daniel ve Jean’i bilmiyorum ama, bana kendimi güvende hissettiriyor. Sanırım evdeki odaların küçük ya da büyük olmasının uyandırdığı hisler kişiden kişiye ve hatta zaman zaman o kişinin kendi içinde bile değişiklik gösterebiliyor. Öyle ki bir önceki evimizin mutfağına kıyasla oldukça küçük olan bu yeni mutfağın, her aradığımın elimin altında olmasına imkan veren pratik küçüklüğünü sevsem de, bazen, belki de ocak ve fırının yükselttiği sıcaklık ile birlikte, o dar duvarlar arasında sıkışmış hissediyor ve kendimi olabildiğince çabuk mutfaktan dışarıya atıyorum. Neyse ki en karanlık kış aylarında bile gün içinde ışık yakmayı gerektirmeyecek kadar dışarıya açık olan yüksek tavanlı oturma odasına kaçmam, hemencecik yüreğime su serpiyor da içimdeki, belki yaştan, belki yorgunluktan, belki de gerçekten fazla ısınan mutfaktan kaynaklı ateşi sönüyor.

Sabah ritüeli tamamlandıktan sonra, sıra daha dünyevi ve pratik işler geliyor. İlk

olarak Jean ve Daniel’ı evden uğurluyorum. Jean her ne kadar babası ile otomobil yolculuğu yapmayı sevse de, buraya ilk taşındığımız gün eşyaları yerleştirirken canı sıkılmasın diye bıraktığımız ve ondan sonra iki yıl boyunca devam ettiği kreş yerine araba mesefesinde bir okula gitmenin huzursuzluğunu yaşadı başlarda. Sanıyorum ki böyle hissetmesinde, hemen birkaç kat üstümüzdeki çatı katında, çok büyük iç ve dış alanlarda oynanan eğlenceli oyunların ve bu oyunlara çabucak ulaşabilmenin de bir payı var. 13


14


Onlar evden ayrıldıktan sonra ben öncelikle balkon kapısını açıp evi havalandı-

rıyorum. Temiz hava o geniş açıklıktan, önce oturma odasındaki minderlere, sehpaya, sandalye ve koltuklara çarpıyor. Sonra yemek masasını bulup masanın üstündeki kruvasan kırıntılarını hareketlendiriyor. Kullanılmış peçetelerin, kırılmış yumurta kabuklarının ve fincanda yarım kalmış kahvenin usulca dans ettiğini görüp, masayı toplamaya girişiyorum. Birkaç adım ötedeki mutfağa birkaç sefer gidip gelerek masadaki kahvaltı hatıralarını yok ediyor, bazılarını çöpe atıyor bazılarını ise bulaşık süngeri ile yıkıyorum. Her günkü ritüelin daimi tanıkları tabakların tiz sesleri, su damlaları üzerlerinden düştükçe yoğunlaşmaya başlarken, ben üst kattaki çantamı ve ceketimi almış, koridorda bu sefer hangi komşumla karşılaşacağımı düşünerek işin yolunu tutuyorum.

Dairemizde haftasonları daha yavaş ve sakin geçiyor. Neredeyse baharın ilk gün-

lerinden itibaren, geç öğle saatlerine kadar sıcaklığını hissetiren güneşi yakalamak için doğuya bakan balkonda vakit geçiriyoruz. Ben, bu zamanlarda iç ve dış mekanları ayıran sedirin üstünde usulca oturarak bazen burada kitap okumayı, bazen örgü örmeyi bazense sadece ufukta birer yatay çizgi gibi gözüken uzak yerleşimleri izlemeyi seviyorum. Jean ise bazen daha önce kreşte ya da benimle çarşıyı gezerken tanıştığı birkaç arkadaşı ile üst kattaki odasında bez bebekler ve peluş ayılarla oynamayı tercih ediyor. Üst katta, Jean’in odası bir panelle Daniel’ın çalışma odasından ayrılsa da, son zamanlarda Daniel’ın artan projeleri yetiştirmek için haftasonu da yoğun bir şekilde çalışıyor olmasından sonra, Jean ve arkadaşları oyun mekanı olarak, balkonu, delikli beton trabzanların önünü, kendilerine yer edindi. Daniel bazen Jean’i odasından mahrum bıraktığını düşünerek hayıflansa da, üst katın özellikle öğleden sonraları, bol ışık alması ve alt kata kıyasla daha sessiz olması pratik anlamda ona büyük verimlilik sağlıyor. Neyse ki Jean halinden memnun, odası olmasa gözümün önünde olabileceği bir balkon; balkondan sıkılsa, dilediğince koşturabileceği koridorlar, çatı ve zemin katları ile kocaman bir bahçe var. Sanıyorum ki bu ev, mekansal açlıklarımızı dindirmek konusunda, hepimize iyi geldi.

15


16


1955 - 2011, Vincent Maurin 17


18


Şu an altmışbeş yaşındayım. Unite d’Habitation’un beton kokusunu ilk duyduğum-

da ise henüz dört yaşındaydım. Babamın gününün en mutlu saatlerini içinde geçirdiği Citroën marka otomobilimizle yavaşça yaklaştığımız o beton binayı, eski evimizin bahçesinde kırılgan bacakları üstünde alacalı kabuğunu zar zor taşıdığını gördüğüm bir böceğe benzetmiştim. Annem arkasını dönüp de “artık evimiz burası” dediğinde tek düşündüğüm bir böceğin içinde bizi barındırabileceği kadar büyük bir alanının olup olmadığı idi.

Binanın içine ilk girdiğimizde karanlık ve soğuk bir mağaranın içine girmiş gibi

hissetmiştim. Böceğin içi, kapımıza mektup bırakmaya gelen suratsız postacının huzursuz enerjisini yayıyordu sanki. Her yerde bir şeyler vardı, ancak hepsi birer yabancıydı.

Taşındıktan bir süre sonra, ailem yeteri kadar yerleştiklerine ikna olduğu ve işe

başlaması gerektiği zaman, bana gezmeye gideceğimizi söyledi. Hayli küçük evde geçen birkaç günden sonra dışarı çıkacağımızı duymak beni sevindirmişti. Ancak beklediğimin aksine, aşağıya inmek yerine yukarıya çıkmaya başlamıştık. Ailem beni iyiden iyiye sinir etmeye çalışıyor diye düşünüyordum. Son katta babam önümüzdeki kapıyı aralayınca ancak anlamıştım, böceğin içinden üstüne çıkmıştık, kabuğu delip gökyüzüne ulaşmıştık. Etrafta bir sürü çocuk vardı; kimi orada olduğuna inanamadığım havuzun içinde zıplıyor, kimi yakalamaca oynuyor, kimi ise el ele tutuşmuş halkalar halinde dönüyordu. Böceğin kabuğu hala sertti; beton, yürüdükçe, dokundukça ve duydukça hala betondu ancak artık suratsızlığı ile huzursuz etmiyor, gözüme sevimli geliyordu.

O günden itibaren üç sene boyunca kreşe devam ettim. Lilette yani Bayan Ougier

bütün bu seneler boyunca koruyucu melekliğimizi yaparken biz dilediğimiz gibi oynadık. Duvarlara, merdivenlere, rampalara tırmandık; daracık aralıkların içinden geçtik; hem yaz hem kış, piknikler ve müsamereler, koşu yarışları ve sergiler yaptık. Ve en önemlisi de o çatıda çok kişi ile tanıştık, çok kişi ile vedalaştık ancak hiçbir zaman yalnız kalmadık.

Kreş yaşım geçip de diğer küçük çocuklardan ayrılınca çatıya çıkmaya devam et-

tim. Binanın içindeki arkadaşlarımla sözleşip orada buluşuyorduk. Küçükler varken daha vakur, kızlar varken daha havalı duruyor, kimse yokken ise fütursuzca hareket ediyorduk.

19


20


1960larda, kaykayı keşfettiğimizde, önce ilk antremanlarımızı sonra ise ilk göste-

rilerimizi yine o çatıda yaptık. Aslında, günün sonunda, o çatıda betondan başka hiçbir şey yoktu. Kokusunu ilk duyduğumda genzimi yakan beton, neredeyse onbeş yıl boyunca hiç durmadan yumuşamış, çözünmüş ve içime mutluluk ve hayranlıkla karışık bir his yerleştirmişti. Üniversite için evden ayrılırken, duyularımı açan, aklımı karıştıran ve kalbimi büyüten bu betondan böceğin içine girdiğim için kendimi şanslı hissediyordum.

En son, geçtiğimiz yıllarda öğrencilerimi modern mimarlığın ayaklanmış hali olan

bu yapıyı gezdirmek için geldiğimde çatıya tekrar çıkma olanağı buldum. Artık ortada duvarlara tırmanan, oradan oraya zıplayan ve koşturan çocuklar, kümeleşmiş halde oturan ya da kaykayı ile numaralar yapan gençler yoktu; Bayan Ougier de yoktu. Bu sefer gerçekten sadece beton vardı. İçi mozaiklerle kaplı boş bir havuz, çelik trabzanlar, ahşap pervazlar, oturduğu topraktan taşan bitkiler ve onları unutturan, örten ve esirgeyen beton vardı. Bir de yeni Marsilya vardı artık; anılarımı pürüzlerinde saklayan bir betonun içinden baktığım ancak bu ulvi yapı gibi anılar yaratma iddiasında olmayan, bir beton kent Marsilya vardı.

21


22


2016, Marie Ribaud & Eric Monot 23


24


Marie:

Unite d’Habitation ile tanışıklığım, annemin kitaplığında bulduğum ve söz konusu

yapıyı farklı bağlamlar üzerinden yorumlayarak tartışan kitapları karıştırmama dayanıyor. Hakkında oldukça fazla akademik bilgiye sahip olduğum bu yapıya karşı, ona, iyi ya da kötü, güzel ya da çirkin diyemeyecek kadar objektif bir noktada duruyordum. Öyle ki, bütün o çok taraflı metinleri okuyup en sonunda tarafsız kalmış, yapıyı gözümde neredeyse salt kuramsallaştırmış ve soyutlaştırmıştım. O zamanlar Unite d’Habitation’a hiç gitmemiş olmamın ve onu, salt incelediğim iki boyutlu imajlar üzerinde beynimde görünmez çizgilerle sınırlıyor olmamın da buna katkısı büyüktü elbette.

Tam da bu yüzden, Strasbourg’daki dairemizde Eric’in verdiği Marsilya’ya taşın-

ma haberine bu kadar çok sevinmiştim. Beynime çizdiğim silik çizgiler, bir anda belirginleşivermiş, uzakta kaybettiğim bir Unite d’Habitation düşmüştü aklıma. Unuttuğum birini tekrar görmenin ötesinde, unuttuğum birini ilk defa görececek olmanın sürreal heyecanını duymuştum. Elbette bu sevincimde, çift camlı pencereleri sıkı sıkıya kapatarak kış soğundan korunmaya çalıştığımız o günlerde, balkon kapılarının sonuna kadar açık kalacağı bir evi hayal edebilmenin rahatlatıcı bir huzuru da vardı.

Eric:

Patronum, Marsilya limanındaki bir projede çalışacağımı söylediğinde, neredey-

se kendimi “köksüz” olarak tanımlayabilecek kadar sıklıkla yer değiştirmeye alışkın biri olarak son dört yılımı aynı şehirde geçirmiş olmanın verdiği uzun süreli huzursuzluk ve bıkkınlık hali kendini çözümlenerek hatırlattı. Benim için uzun sayılabilecek bir süredir Strasbourg’ta kalmamın elbette Marie ve yeni kurduğumuz düzenle doğrudan olmasa da dolaylı bir ilişkisi olması, yer değiştirmemle çözülecek olan huzursuzluk durumunu, midemin orta yerine büyük bir taş parçası gibi yeniden yerleştirdi.

Benim aksine “yuva” kavramını, güvende hissetmeyi ve tanıdıklığı seven Marie, ha-

beri duyduğunda hiç beklemediğim kadar sevindi. Şaşkınlığımı yüzümden okumuş olacak ki hemen nedenini, Unite d’Habitation’u, anlatmaya başladı. Her ne kadar içinde pek çok teorik bilgi olmasına rağmen, bu yapıyı anlatışı, sıklıkla verdiği küçük akademik konuşmalardan biri olmanın ötesine geçerek beni bile heyecanlandırdı. Ben, kendini “evsiz”

25


26


hissedecek diye korkarken, o akademik bir altyapı üzerinden tanıdığı “evin” somutlaşan halinde bir tanıdıklık buldu.

Marie:

Unite d’Habitation’a taşınalı yedi ay oldu. Strasbourg’ta kışı geçirdikten sonra bal-

konu batıya bakan, akşam güneşi ile batacak, bir daire kiraladık. Eric ne kadar süre kalacağımızı kestiremese de, neredeyse tüm kitaplarımı yanımda getirdim. İki kat uzunluğundaki oturma alanını çevreleyen ve galeri boşluğu ile yatak odasına sızan duvarlara kitaplıklar yerleştirdik. Ben zamanımın çoğunu yatak odasında okuyarak ya da binanın içinde bulunan restoranın balkonunda yazarak geçiriyorum. Eric’in otelimsi-ev olarak tanımladığı Unite d’Habitation’un, onu özgürleştirdiğini ve mutlu ettiğini görmek beni şaşırtmadı; benim için zor olan, içinde, banliyölerden daha samimi ilişkilerin kurulabildiği mekanlara sahip bu yeri; temiz havayı, gökyüzünü ve güneş ışığını böylesine sahiplenen, soğuran ve çoğaltan bu kurguyu nasıl hafife aldığını anlamaya çalışmak oldu.

Ahşap pervazlardan sıyrılan güneş ışığının her saatte farklı bir iz bırakarak düştüğü

koridorlarda yürüdükçe, önünde çocukların oynadığı girişin cam kapılarını her araladığımda bir tanıdığa rast geldikçe, balkonun delikli trabzanlarından ve geniş açıklığından sızarak daireye dolan akdeniz kokusunu duydukça; pratik ve ergonomik nedenlerle yapılmış pek çok yapısal ögenin ve yerleşimin, o soğuk beton ve dev sistemin, ağırlıksız, öylece durduğunu görüyorum. Cıva kadar yoğun anlatılan Unite d’Habitation’un arkasındaki bütün ekonomik, fonksiyonel ve strüktürel sistemin nasıl da pilotiler üzerinde uçup havaya karıştığını düşünüyorum. Otel demek, ev demek, yuva demek herkes için farklı anlamlar taşıyabilir elbette. Öyle ki, Eric ile aynı yerde ve aynı zamanda farklı anlamlar üzerinden benzer bir mutluluk yaşıyoruz. Ancak benim için, içinde, yabancılaşmanın beraberinde getirdiği huzursuzluklara takılıp düşmeden, güvensiz ve tetikte hissetmeden barınabileceğim bir mekan ev demek. Artık, karşısında çok katmanlı bir tarafsızlıkla duramayacağım, çünkü onun tarafından esirgendiğimi hissettiğim ve çünkü onu başkalarına karşı esirgediğimi bildiğim Unite d’Habitation, benim için böyle bir şey demek.

27


Referanslar 28


Metinler: Bechthold & Reischl, 2012, Kitchen stories: Cuisine Atelier Le Corbusier, Type 1, Die Neue

Sammlung; The International Design Museum, Munich, Germany

Rüegg, 1999, Le Corbusier : Photographs by René Burri/Magnum : Moments in the Life

of a Great Architect; Basel, Boston, Mass, Birkhäuser

Millais, 2015, A Critical Appraisal of the Design, Construction and Influence of the Unité

d’Habitation, Marseilles, France; Journal of Architecture and Urbanism

Le Corbusier, 1986, Towards a New Architecture, translated from the thirteenth French

edition and with an introduction by Frederick Etchells; New York : Dover Publications

Boesiger & Girsberger, 1999, Le Corbusier 1910-65; Basel, Boston, Birkhäuser

İmajlar: https://www.flickr.com

http://www.magnumphotos.com

http://www.domusweb.it

http://www.daniellaondesign.com

https://www.studyblue.com

29



Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.