Modafen İletişim - Sayı 1

Page 1

ISSN 1309-6389

2009 Yaz / Sayı: 1

İletişim



Sevgili Okurlarımız, Bir dergi çıkartmak ve belki de en klişe tabiri ile elimizden su gibi akıp giden zamanı bir nevi ölümsüz kılmak fikri, bu projenin hayata geçmeye başlamasıyla git gide daha da çok heyecanlanır hale getirdi beni. Çünkü fark ettim ki bu ilk sayı benim kalbimde daima çok ayrı bir yere sahip olacak... “İIk”lerin önemi her daim başlangıç olmalarından kaynaklanır. Her ilkin içinde bir eylem, her eylemin öncesinde ise bir düşünce yatar. Kısacası, her ilk bir düşünce tohumu ile yeşermekte ve bir başlangıca zemin teşkil etmektedir. Işık gök gürültüsünden, düşünce de eylemden önce gelir demiştir Alman şair Heinrich Heine. Düşünce, soyunulan bir girişimin mimarıdır özde. Birçoklarının savunduğu gibi pasif değildir; cansız, güçsüz veya durgun hiç değildir. Enerji, onun takipçisidir.

İlk sayımızın sayfalarında dolaşırken,

• Türkiye sınırları dışına tur düzenleme fikrini eyleme dökerek gerçekleştirdiğimiz ilk yurtdışı gezimizi,

01 numaralı ilk Modafen İlköğretim • öğrencimizin annesi, Ayşen Akkor

Gül ile ilk kitabı hakkında yaptığımız sohbeti,

• Modafen ailesinin çok sevdiği,

başarılı sanatçılarımızdan Binnur Kaya ile öğrencilerimizin hazırladığı ilk röportajı,

• Türkiye’de ilköğretim okulları

arasında bir Yelken Kulübü bulunan ilk okul Modafen’in Serdar Ünsel önderliğinde ilk yelken açışını,

• Modafen’in ilk müdürü Mehmet

Durak’ın okulumuz ile tanışma hikayesini bulacaksınız.

Düşünmeyi öğrenmek, onu yönlendirmek, gerektiğinde denetleyip gerektiğinde özgür kılmak bizlere sadece kendimizi değil, kendimiz aracılığı ile hayatımızı kontrol etme olasılığını da sağlar. Pythagoras okulundaki filozoflardan biri olan Epiharmus bu durumu şöyle yorumlamış: “İnsan düşünce ile görür ve duyar; her şeyden faydalanan, her şeyi düzene sokan, başa geçip yöneten düşüncedir.” Düşüncelerimize hükmetmeyi öğrenmeliyiz. Çünkü ancak onlar sayesinde ayaklarımız ve bacaklarımızla koşamayacağımız kadar hızlı ve çevik bir şekilde hareket edebiliriz. Bizler olumlu, doğru ve verimli düşünce ile “ilk”ler yaratmayı eğitimin önemli bir parçası haline getirmeyi başaran Modafen ailesi olarak el ele verip, Modafen İletişim’in bu ilk sayısından itibaren bir sürü “ilk”e işaret etmeyi hedefledik. Bilgilerimizi, düşüncelerimizi, fikirlerimizi ve hayata geçirdiğimiz bir sürü projeyi, satır aralarına biraz da sevgimizden katarak Modafen İletişim’de birleştirdik. Her okuyucunun yararlanabileceği bir çok bilginin paylaşılmasına özen gösterdiğimiz Modafen İletişim sayfalarını okurken doğacak yeni düşünceleri eyleme dökebilmeniz ve tüm insanlığa fayda sağlayacak kendi “ilk”lerinizle yeni başlangıçlar yaratmanız dileği ile...

Bade Ceyda Kırali Kanberoğlu


‹Ç‹NDEK‹LER 04

12 Sınırların Dışına

Öğrenci Gözüyle:

Yurtdışı

Bir Gezi

Modafen

Yaz Okulları

İlk sayımızın ilk sayfalarını Modafen İletişim’in ilk yurtdışı gezisi olan Belçika - Hollanda turumuza ayırdık.

08

Onlar bizim ailemizin en genç ve en değerli bireyleri, bakın neler söylediler.

14 Evimizin Köşesindeki

S›nav Öncesi

Sihirli Kutu

11

Zeliha Süt sizler için araştırdı, inceledi ve derledi.

24

Elif Akman ile “Önemli olan benim mutlu olduğum bir sonuç elde etmem, ailem ve okulum da benim arkamdadır.”

A Tipi Öğrenciler Yetiştirmek ve Bu Yönde Geliştirilen

Yeni Sınav Sistemi

Akademisyen velilerimizden Ayşen Akkor Gül ile televizyon üzerine inceleyici bir sohbet.

19

26

Global Haber

Global Haber

A Tipi

Karate

Oyunlar

Başarı Öyküleri

Karate beden eğitiminde yerini alıyor.

Verimli öğrenme aracı olarak oyunlar...

Emre Yıldırım’ın başarı öyküsü.

Sahibi ve Sorumlu Yazı İşleri Müdürü Fatih Kanberoğlu Editör Bade Ceyda Kırali-Kanberoğlu

2

20

MODAFEN İLETİŞİM

Editör Yardımcıları Can Gezgör Zeliha Süt Sema Şavkan Belgin Kurt Nazlı Gamze Aksu

Alanı: Ulusal Dili: Türçe Mahiyeti: Eğitim Türü: Dergi 3 ayda bir yayınlanır.

Yayın Hazırlığı ve Yönetim Yeri Özel Modafen İlköğretim Okulu Caferağa Mah. Moda Cad. Cem Sk. No: 19 Moda - Kadıköy / İstanbul Tel: (0216) 338 23 00


28

36

44

Öğrenciler Soruyor:

Yaşamak ‹çin

2Words:

Binnur Kaya

Su Gibi Gerekli

Practicing English

Bir kere içindeki sanatçıya ulaşanlar için ilerlemenin sonu olmuyor...

The man who made me fall in love with poetry: ee cummings

Bir sanatçı, bir yaşam...

32

40

48

Bir Portre:

‹skeleye

Mehmet Durak

Aborda

Meyveyi anlatan önce meyveyi tatmalıdır. Genco, Mehmet Durak’ın yaşam meyvesi...

35

“Bir yaşam biçimidir yelken!”

Crossword

43 Global Haber

Global Haber

Düşünmek

Coğrafya

Düşünebilme becerisinin eğitimdeki önemine global yaklaşımlar.

Çocuklar, kemerlerinizi bağlayın, yeni coğrafya sınıfınız oyun alanına iniyor!

Sayfa Uygulaması Ramazan Osmanoğlu

Bas­kı ve Cilt Ömür Matbaacılık A.Ş. Haramidere Beysan Sanayi Sitesi Birlik Cad. No: 20 34524 Büyükçekmece/İs­tan­bul Tel: (0212) 422 76 00 Faks: (0212) 422 46 00 E-posta: info@omur.com.tr

1. Bas­kı Tarihi Temmuz 2009 2. Bas­kı Tarihi Mayıs 2011

Tüm Hakları ÖZEL MODAFEN İLETİŞİM'e aittir. Tasarımı veya bir bölümü kopyalanamaz ve izinsiz kullanılamaz.

ISSN 1309-6389 YAZ 2009

3


SINIRLARIN DIŞINA

B‹R GEZ‹

İlk sayımızın ilk sayfalarını Modafen İlköğretim’in ilk yurtdışı gezisi olan Belçika - Hollanda turumuza ayırdık. Okul gezisi deyince akla Dolmabahçe Sarayı veya, daha kapsamlı bir organizasyon ise, Pamukkale, Kapadokya gelir. Modafenliler için durum biraz daha farklı… 2009 yılının ilk ayında Türkiye sınırlarının da dışına çıkarak ilk yurtdışı turumuzu gerçekleştirdik. Modafen ekibi olarak, organizasyonun gerçekleşmesinde büyük katkısı bulunan Fransızca öğretmenimiz Zeliha Süt ve Metro Turizm’in tecrübeli rehberlerinden Levent Öcalan ile birlikte, Belçika ve Hollanda’nın önemli tarihi yapılarını ve kültürsanat merkezlerini ziyaret edebileceğimiz bir gezi düzenledik. Ocak ayına denk geldiği için soğuk olacağından korkarak yola çıktığımız bu gezi, havanın bize cömert davranması sonucu bahar gibi başladı ve sonuna kadar da öyle devam etti. Gezimizi sektörün önde gelen firmalarından Metro Turizm ile gerçekleştirdik. Metro Turizm bu tarz gezi4

MODAFEN İLETİŞİM


lerde son derece tecrübeli; daha önce Boğaziçi Üniversitesi, Marmara Üniversitesi, Florya Koleji gibi okul gezilerini düzenlemiş. Gezide bizlere rehberlik eden Levent Öcalan ise yirmi senelik meslek tecrübesinin yanı sıra hem gezdiğimiz coğrafyaya çok hakimdi, hem de gruptakilerle ilişkilerinde çok samimi ve yardımseverdi. Gezimizin ilk durağı THY tarifeli seferi ile Avrupa Topluluğu’nun başşehri Brüksel oldu. Brüksel, Belçika’nın hem Valon hem de Flaman bölgeleri için ortak başşehirdir. Ancak halkın büyük çoğunluğu Valon kökenlidir, yani ülkenin Fransızca konuşulan bölümünden. Brüksel’de Holiday Inn Otel’de konakladık. Burada yaptığımız gezide tarihi meydan Grand Place’ı, Kraliyet Sarayı’nı, 17. yüzyıldan kalma borsa binasını, Brüksel’in sembolü “İşeyen Çocuk” Heykeli’ni, Avrupa Topluluğu binalarını, Avrupa Parlamentosu’nu, Nato Avrupa Merkez Binası’nı, Heysel Stadı’nı ve Atomium’u gördük. Her ne kadar Fransızlar İngilizce konuşmaz denilse de,

hem Avrupa Topluluğu merkezi hem de çeşitli uluslararası organizasyonların kalbi olduğu için Brükselliler İngilizce’ye son derece hakimdi. Bu arada Brüksel’e gelip de meşhur Brüksel midyelerinin tadına bakmadan dönülmez düşüncesiyle akşam yemeğimizi Chez Leon Restaurant’ta yedik. Belçika’ya gelmişken Flaman şehrini gezmeden gitmek de olmazdı. Bu yüzden 230 km’lik Amsterdam yolumuzu masal kent Bruges ile süsledik. Bruges, 2008’in Avrupa kültür başkentidir; 1,050,000’lik nüfusu olan Brüksel’e göre 130,000 yaşayanı ile oldukça küçük bir yerleşim bölgesi... Fakat şehre girdiğimiz andan itibaren adeta büyülendik. Sanki 800 sene öncesinde zaman durmuş bizleri bekliyordu. Kraliyet Sarayı’nın bulunduğu Market Meydanı, Adliye Sarayı ve Kilisesi, dantel işleyen yaşlı Flaman kadınları, goblenciler ve meşhur butik Belçika çikolatacıları bizi büyüledi. Öğle yemeğinin ardından Bruges’den Amsterdam’a doğru yola koyulduk. İki buçuk saatlik otobüs yolculuğu sonrası iki gece konaklayacağımız Novotel’e yerleştik. Akşam yemeğimizi tipik bir İtalyan restoranında yedik ve ertesi günkü yoğun programımızı merakla beklemeye başladık. YAZ 2009

5


sınırların dışına bir gezi “Tahta ayakkabılar hâlâ Hollandalılar için vazgeçilmez..” Sabah kahvaltısının ardından Amsterdam’a yarım saat mesafede bulunan Marken ve Volendam’a hareket ettik. Tahta evleri ile meşhur Marken eskiden bir adaymış; ancak 1930’lu yıllarda su baskınları dolayısıyla setler inşa edilirken bir set adayı karaya bağlamış. Rehberimizin anlattığına göre Hollanda topraklarının önemli bir bölümü deniz seviyesinin altında, bu yüzden eskiden yeldeğirmenleri sadece endüstriyel amaçlı kullanılmıyormuş, aynı zamanda suları da denize doğru pompalıyormuş. Günümüzde barajlar, modern su pompalama istasyonları ve setlerle bu sorun çözülüyormuş. Hatta Amsterdam havaalanı bile deniz seviyesinin

ortalama dört metre altındaymış. Marken’den sonra bir peynir çiftliğini ziyaret edip geleneksel yöntemle peynir yapımını gördük ve meşhur Hollanda peynirlerinin tadına baktık. Bir başka durakta ise tahtadan nasıl ayakkabı yapıldığını gördük. Bu ayakkabılar Hollanda’nın yeldeğirmenleri ile birlikte sembolü olmuş; bir farkla ki, fotoğraf molası verdiğimiz yeldeğirmenleri artık kullanılmıyor, ancak tahta ayakkabılar hâlâ Hollandalılar için vazgeçilmez. Marken’den sonra uğradığımız Volendam kasabası da gerek tipik evleri, gerekse ucuz hediyelik eşya satan dükkânları ile çok hoştu. Gezimizin devamında Hollanda’nın önemli şehirleri vardı. Meşhur mavi porselenlerin üretildiği Delft şehrine vardık. Burada tarihi pazar meydanında ortaçağdan 6

MODAFEN İLETİŞİM

kalma adliye sarayı ve kiliseyi gezdik. Öğle yemeğinin ardından Hollanda’nın idari başşehri Lahey’e geçtik; parlamento binasını, bakanlıkları, büyükelçilikleri, Kraliçe’nin çalışma sarayını ve uluslararası adalet divanı binasını gördük. Turumuzun devamında muhteşem panorama tablosunun da bulunduğu Maasdach Müzesi’ni gezdik ve Hollanda sahillerini görerek minyatür Hollanda eserleri parkı Maturadam’a geldik. Parkı rehberimiz eşliğinde gezdikten sonra akşam saatlerinde Amsterdam’a otelimize ulaştık. Mükemmel geçen bir günün ardından akşam yemeğinde otelimizdeydik ve ertesi günkü Amsterdam gezisini düşünerek dinlenmeye çekildik.

“Özgürlükler şehri Amsterdam” “Özgürlükler Şehri” adı verilen Amsterdam turumuza müzeler meydanı ile başladık. Oradan kuzeyin Venedik’i Amsterdam kanalları ve daha sonra Kraliyet Sarayı’nın da bulunduğu Dam meydanına geldik. Amsterdam’da tüm binaların kazıklar üstüne inşa edildiğini zira zeminin temel açmaya uygun olmadığını öğrendik. Tarihi borsa binası, tren istasyonu, 2. Dünya Savaşı’nın sembol çocuğu Anne Frank’ın evi ve heykeli gördüğümüz yerlerin sadece birkaçı. Bu şehire gelip de kanal gezisi yapmamak olur mu diyerek katıldığımız tekne gezimizde Amsterdam’ın kanallarını ve Amstel nehrini gördük. Alışveriş caddesi Damrak’ta kısa bir yemek ve alışveriş molamız oldu. Kaynaklardan bilindiği kadarıyla 12. yüzyılda bir balıkçı kasabası olarak kurulan Amsterdam, daha sonraları Avrupa’nın en önemli liman kentlerinden biri haline geldi. Bir efsaneye göre bu kent iki Frizyeli balıkçının bir bot ile Amstel Nehri kıyılarına çıkmasıyla keşfedildi. Yine kaynaklara göre, önceleri bu kasabaya Amstel nehri üzerine kurulan setten (damm) ilham alınarak “Amstelredam” adı verilse de,zamanla bu isim Amsterdam’a dönüştü. Amsterdam’ın geleneksel kuruluş günü ise, burada yaşayan halka şehri Hollanda’ya bağlayan köprülerden parasız geçme hakkının tanındığı 27 Ekim 1275 olarak kabul edilir.


“İmparator Charles evlere taştan olma zorunluluğu getirdi.” 14. yüzyıldan itibaren ticaret sayesinde gelişmeye ve büyümeye başlayan Amsterdam, 15. yüzyılda artık Hollanda’nın en önemli ticaret şehri haline gelmişti. Fakat bu yüzyılda çıkan iki büyük yangın şehre büyük zararlar vermiş ve İmparator Charles’in yapılacak evlerin ahşaptan değil de, taştan olma zorunluluğunu çıkartmasına neden olmuştur. Bu sebeple Amsterdam’a giderseniz geçmişten günümüze sadece sayılı ahşap evlerin kaldığını görürsünüz.

“Tarih boyu protestanlar ve katolikler hiç anlaşamadılar.”

Günümüzde hâlâ deniz ticaretindeki başarısının ve toleranslı bir politika sürdürüyor olmasının yanı sıra, Avrupa’nın kolay erişilebilir bir noktasında bulunması, Amsterdam’ı Avrupalıların buluşma noktası haline getirmiş gibi gözüküyor. Dünyanın farklı farklı yerinden gelen değişik kültürlerden insanların sokakları doldurduğu bu şehir, özellikle Brüksel, Kopenhag, Paris, Londra ve Almanya’nın çeşitli kentlerinden trenlere atlayıp Amsterdam’ın kalabalığına karışan gençlerle dolup taşıyordu adeta. Akşamüzeri havalimanı için hareket anında ayaklar geri geri gidiyordu ama grubumuzdaki herkes muhteşem bir deneyim kazanmış, yeni yerler keşfetmiş, yabancı dilde pratik yapmış olarak çok güzel anılarla ayrılmanın mutluluğunu yaşıyordu.

16. yüzyıldan sonra Hollanda’da İspanyol İmparator- luğu’na karşı baş gösteren isyanlar ve gitgide daha da kızışan ayaklanmalar, “Seksen Yıl Savaşları” olarak da bilinen ve 1568 yılından 1648’e kadar süren Hollanda İsyanı’na dönüştü. Önceleri İspanyolları destekleyen Amsterdamlılar, 1578’de birdenbire taraf değiştirdiler ve Alterasyon adı verilen bu dönüşümle, kentliler sadece taraf değil, aynı zamanda mezhep de değiştirmiş oldular. 1578 yılında Amsterdam’ın da ayaklanmalara dahil olmasıyla birlikte, buradaki tüm katolik kiliseler protestan hale getirildi ve daha sonra İspanya’dan tamamen kopan Hollanda Cumhuriyeti, farklı dinlere olan toleranslı tavrıyla dünyaya ün saldı.

“Amsterdam Dünya ticaretinin önemli bir merkezi haline geliyor...” 17. yüzyılın başlangıcı ile Amsterdam dünyanın en varlıklı şehirlerinden biri haline geldi. Daha önceleri İspanyol iktisatçısı Ustariz tarafından yarısı suyun içinde ve hiçbirşey üretmeyen topraklardan meydana gelmiş bir ülke olarak nitelendirilen Hollanda, Amsterdam’dan Baltık Denizi’ne, Kuzey Amerika’ya ve Afrika’ya gemi seferleri düzenleyerek dünya çapında bir ticaret ağının temelleri oluştu. Bu sıralarda okyanus ticaretinde meydana gelen gelişmeler de Amsterdam’ı dünya ticaretinin önemli bir merkezi durumuna getirdi. Zamanla Avrupa pazarlarındaki fiyatları Amsterdam’daki fiyatlar tarafından belirlenir hale geldi. YAZ 2009

7


EL‹F AKMAN ‹LE

SINAV ÖNCES‹ “Önemli olan benim mutlu olduğum bir sonuç elde etmem, ailem ve okulum da benim arkamdalar.” Elif Akman, Ayşin ve Ömer Akman’ın küçük kızı. 6. sınıfta okulumuza başlayan Elif şimdi 13 yaşında ve 7. sınıfı bitiriyor. Bu sene üniversite sonda okuyan ablası Deniz Akman ise 10 yıl kadar evvel liseye hazırlık zamanlarında tanışmış okulumuzun kurucusu Fatih Ağabey’i ile. “O zamanlar Elif daha bebekti.” diyor Ayşin Hanım, “Deniz’i dersten almaya geldiğimde kucağımda uyuyakalırdı.” Şimdi aradan yıllar geçti ve iki yıldır Modafenli olan Elif ’e biz sorduk o yanıtladı. Hem hayatı, hem hayalleri, hem de sınav sistemi hakkındaki görüşleri üzerine tatlı bir sohbet ettik. Sınav yaklaşıyor Elifçiğim – neler hissediyorsun? Neler hissediyorum? Bilmem, pek bir şey hissetmiyorum galiba. Sanırım tatili bekliyorum, Ayvalık veya Sapanca’ya gitmeyi. Sınav konusunda böyle rahat oluşumun sebebi geçen seneki sınavımın iyi geçmesi olabilir. Aslında bir 8

MODAFEN İLETİŞİM

bakıma geçen sene SBS’yi yanlışsız bitirmem bu sene de benden yüksek performans beklenmesine sebep oluyor. 6. sınıflar koridorda beni görünce durup geçen sene nasıl sınavdan sıfır yanlış ile çıktığımı bile soruyorlar… Fakat ben elimden gelenin en iyisini yapmaya odaklanıyorum. Ailem de öğretmenlerim de bunu destekliyorlar. Onlara göre geçen seneki başarım benim için bir dezavantaj değil. Ama geçen seneki sonucun rehavetine kapılmamam gerektiği konusunda da uyarıyorlar beni. Modafen zaten her zaman biraz zorlayıcı, bizi bir evvelkinden daha iyi yapmaya teşvik eden bir okul. Ben de bunun için çalışıyorum. Önemli olan benim mutlu olduğum bir sonuç elde etmem, ailem ve okulum da benim arkamdalar. Sınav sistemini nasıl buluyorsun peki? Bence geçen senelere oranla daha iyi. Çünkü bir sene kötü geçen sınavı bir sonraki sene toparlayabiliyoruz yeni sisteme göre. Bu da stresinin bir kısmını azaltı-


Özellikle internetten Fransızca bir şarkının sözlerini indirip şarkıya öyle eşlik etmek kelimeleri daha doğru telaffuz etmeme ve lisanı öğerenmeme yardımcı oluyor. Hem şarkı söylemeyi de seviyorum zaten. Müzikle aran iyi diyebilir miyiz? Çaldığın bir müzik aleti var mı? yor bence. Bir de her sene öğrendiklerimiz o senenin sonunda test edildiği için daha sağlam temellerimiz oluşuyor. Sene sonunda girdiğimiz sınav o senenin bir tekrarı gibi. En çok girmek istediğin lise hangisi? Var mı bir hedefin? Galatasaray Lisesi. Mesela tanıdığım Fenerbahçelilerin birçoğu Galatasaray’ı istemiyorlar, takımlarla alakalı olsa gerek. Ama bence çok şey kaybediyorlar. Sırf bu sebepten İstanbul Erkek Lisesi’nin daha iyi olduğunu söyleyenler bile var. Ama bence Galatasaray çok iyi bir okul. Hedef koyarken hep Galatasaray Lisesi’ne odaklanıyorum. En sevdiğin lisan da Fransızca mı o zaman? Evet, bazılarının aksine ben Fransızca’yı seviyorum. İlk başlarda öğrenmekte zorlanmış olsam da sonradan alıştım diyebiliriz. Şimdi kolay geliyor geliştirmek.

Piyano ve gitar çalıyorum. Gitar çalmaya Modafen’de başladım, birkaç ay önce. Piyanoya epey önce başlamıştım. Yedi sene olmuştur herhalde. İkisini de devam ettirmeyi düşünüyorum. Alıştırma yapmak da zor gelmiyor, insan sevdiği işlere zaman ayırabiliyor sonuçta. Modafen’den mezun olmadan önce gerçekleştirmek istediğin projeler var mı? Gitarımı ilerletirim büyük ihtimalle. Belki yelkene de başlarım, sporla aram pek iyi olmasa da… (Biraz düşündükten sonra) Drama dersine katılamıyorum, çünkü şu anki programımla çakışıyor, ama eğer seneye ayarlayabilirsem dramaya katılmayı çok isterim. Aslında ben projelerle çalışmayı da çok seviyorum. Belgin Hoca’nın geçen sene hazırladığı bir proje yarışması vardı mesela. Hepimiz icatlarımızı sınav salonunda sergilemiştik. Ben araba kazalarını yavaşlatmak için yumuşak tamponlar düşünmüştüm, böylece kazalarda araba daha az zarar görür. Bu tip projeler üzerinde çalışma fırsatımız olursa, onlara da katılmak isterim. YAZ 2009

9


Elif Akman ile sınav öncesi sik olduğumuz konularda destek alabiliyoruz ve bunu kendimiz organize ediyoruz. Öğretmenlerle konuşup boş zamanlarımızda eksiklerimizi tamamlayabiliyoruz. Bazen eksiklerimizi arkadaşlar arasında da tamamlıyoruz. Konuyu iyi bilen biri, zorlanan arkadaşına yardımcı olabiliyor. Böylece hem bilen kişi bilgisini pekiştiriyor, hem de zorlanan kişi konuyu daha iyi anlıyor. Etüt dersleri de bu açıdan çok yararlı. Bir de haftanın iki günü dışında serbest kıyafet olması bence çok güzel. Hem daha rahat, hem de beden dersinin olduğu günler daha kolay oluyor. Özellikle soğuk günlerde etek giymek istemiyor insan. Demek istediğim okul forması zorunlu olduğunda itici geliyor bana. Ama kıyafet serbestliği olduğunda forma giydiğim iki gün beni rahatsız etmiyor. Hatta bazen giyecek seçmem gerekmediği için mutlu olduğum bile oluyor. Okul hayatın bittikten sonra yurt dışına çıkmayı planlıyor musun? Evet planlıyorum. Dilini konuşabileceğim herhangi bir yere gidebilirim, ama aklımda Fransa veya Amerika var. Aslında İngiltere de olabilir. İngiltere’nin her şeyi ters olduğundan beni biraz düşündürüyor, zorlanabilirim orada yaşamakta. Gidersen kalmayı mı düşünüyorsun, yoksa tecrübe edinip geri dönmeyi mi?

“Fatih Ağabey’in dediği gibi okulda bir “ağabey-kardeş ilişkisi” var. Bence bu durum derslere de yansıyor ve daha verimli geçmesine sebep oluyor.” Modafen’deki eğitim sistemini diğer okullarla karşılaştırdığında ne düşünüyorsun? Modafen’e geçtiğimde çok şaşırmıştım, çünkü eski okulumda bir tek kendi sınıfımdaki öğrencilerin isimlerini bilirken, bu okulda herkes birbirinin isimlerini biliyor. Fatih Ağabey’in dedigi gibi okulda bir “ağabey-kardeş ilişkisi” var. Bence bu durum derslere de yansıyor ve daha verimli geçmesine sebep oluyor. Sınıfların kalabalık olmaması da bence çok iyi. Bir de okul sistemi biz öğrencilere sorumluluk almayı öğretiyor. Ek10

MODAFEN İLETİŞİM

Şu anda çok uzun vadeli bir plan yapmadım. O zamanki duruma göre değişir. Belki gidersem kalabilirim. Ama İstanbul’un ayrı bir havası var. İnsan bir kere burada yaşamaya alışınca diğer ülkelerin çok düzenli olmaları bile rahatsızlık verebiliyor. Yani İstanbul’un kargaşası bile ayrı bir güzel. İleride ne olmak istiyorsun? Babam doktor olmamı istiyor, özellikle cerrah olmamı. Annem daha tarafsız. Ama ikisi de mimar olduklarından mimarlığın zorluklarını biliyorlar ve pek mimar olmamı tavsiye etmiyorlar. Ablam ise avukat olmama olumlu bakıyor çünkü birlikte bir hukuk bürosu açmak fikri kulağımıza çok hoş geliyor. Ben düşününce biraz kararsızım. Doktor olabilirim gibi geliyor, ama daha karar vermek için biraz erken. Belki ben üniversiteye gidene kadar yeni meslekler çıkabilir. Genetik mühendisliği Türkiye’de daha çok yeni mesela. (Biraz gülümseyerek) Büyüdüğümde Modafen’de yönetici olmak da fena bir fikir gibi gelmiyor aslında.


GLOBAL HABER

KARATE Karate, beden eğitiminde yerini alıyor... olmalarını sağlamıyor, aynı zamanda beden eğitimine karşı Eğitim alanında gerçekleştirilen yenilikler ve değişimilgiyi ve tatmini artırıyor,” diyorlar. “İlkokullarda altı aktiviler artık beden eğitimi derslerine kadar yansıyor. Kolte alanı sunuluyor- yani, dans, oyun, jimnastik, yüzme, dış suz jimnastik kıyafetlerinin ve t-şörtlerin beden eğitimi aktivite ve macera aktivitesi. Kendiderslerinde giyildiği, yağan yağmur leri ile konuşulan öğrencilerin çoğu altında 800 metre koşulduğu günmüfredatın kendilerine uyduğunu ler geride kaldı. Bunun yerine, 21. Orta dereceli öğrenim için belirttiler.” yüzyılda modern oyunlar arasında Ofsted şöyle diyor: dağ bisikletçiliği, savaş sanatları, Buna ek olarak, ilkokulda ve ortaodans ve yoga var. “Ziyaret edilen okulların çoğunda etkinkulun ilk dönemlerinde, devlet teşlikleri geliştirme olanakları var. Bunlar viklerine uygun biçimde, sınav yoThe Independent Londra gazetearasında spor turları, kayak, pilates, boks, ğunluğu azaldığında haftada en az sinin yayınladığı bir habere göre golf, yelken ve ata binme sayılabilir.” iki saat fiziksel etkinlik yapılıyor. İngiltere’deki beden eğitimi derslerinin öğretim biçimi değişti. “Bir okulda uygulanan sokak dansı etkinBaş denetçi ve Ofsted yöneticisi Bugün, çocuklar daha çok etkinlik liği, başka bir etkinliğe ilgisiz kalabilecek Christine Gilbert “Bu rapor beden yapıyorlar. İngiliz eğitim standartbir çok çocuğu kendine çekerek, katılımı eğitimi ve sporda gençlerin ilgi ve ları denetçi kurumu Ofsted, bir yükseltmiş. Değişik programların zenginbaşarı düzeyleri konusunda cesaret raporunda bunu açıklıyor: liği, bir çok öğrencinin sevdiği bir etkinliği verici” diyor. “Sorun, beden eğitimi keşfetmesine neden oluyor ve bu etkinlik için yeterli zaman bulmak ve bu Denetçiler “Beden eğitimindeki ileride de sürdürülüyor.” etkinliklerin ileride de sürmesini yaratıcı yaklaşımlar, öğrencilerin teşvik edebilmek.” yalnızca rekabetçi sporlarla ilgili YAZ 2009

11


Ö⁄RENC‹ GÖZÜYLE:

MODAFEN

Onlar, bizim ailemizin en genç ve en değerli bireyleri, bakın neler söylediler... Okula kaydımın yaptırıldığını duyunca çok sevinmiştim! Sanırım burada olan arkadaşlığı, güveni, ilgiyi ve sevgiyi daha başka bir yerde bulamam… Burası özel bir yer. Kocaman bir aileyiz burada ve her geçen yıl biraz daha büyüyoruz. Her geçen gün biraz daha güçleniyor, aramızdaki güveni geliştiriyor, daha iyi anlıyoruz birbirimizi. Bu okulun içinde mutlu mutlu yaşıyoruz! Ilgım Kılıç 8-A Daha başladığım ilk günden derslere girmeden okula alıştım. Herkes o kadar sıcakkanlıydı ki! Öğrencilerle öğretmenlerin 12

MODAFEN İLETİŞİM

arasındaki diyaloglar çok hoşuma gitti. Öğrenciler ve öğretmenler ağabey-kardeş ilişkisi içerisindeydi ama aynı zamanda sıkı bir eğitim veriliyordu. İdil Türker 8-A Bu okula geldiğimden beri kendime olan güvenim çok arttı. Gerek öğretmenlerimizin (yani ağabey ve ablalarımızın) desteği, gerekse arkadaşlarımla aramdaki sıkı kardeşlik bağı… Dersler dışında okulumuzun etkinlikleri de beni çok mutlu ediyor. Örneğin düzenli olarak yaptığımız halı saha maçlarına Can Ağabey, Caner

Ağabey ve Taylan Ağabey gelince daha da zevkli oluyor. Alican Deniz 8-A Okula başladığımızda okulumuz 7 kişiydi ve tek kız bendim. Daha sonra yavaş yavaş hep birlikte büyüdük. Zaman geçtikçe Modafen’li olmanın çok daha farklı olduğunu anladık. Modafen’de okumak farklı bir şey. Feyzan Akalın 8-A Modafen’e ilk geldiğimde sınıfta sadece 3 kişiydik ve 8. sınıflar bana birer ağabey-abla gibi davranıyordu.


Apartmandan komşumuz Oltan, Modafen’e gidiyordu. Bize tavsiye ettiler. Kampa katıldım ve Modafen’i çok sevdim, burası kocaman bir aile gibi! Emre Saruhan 7-A

Sporun ve dersin bu kadar uyumlu olduğu bir yer hiç görmedim. kulun en sevdiğim yani “Kardeşlik İlişkisi”… Kubilay Gümüşler 8-A Okulda dersler çok yoğun, bazen yorulabiliyoruz. Ama SBS’de tam bir başarı sağlıyor, böyle bir başarı için yorulmak da gerekiyor. Öğrenciler ve öğretmenler arasında çok güzel bir dayanışma var ve herkes birbirini koruyor. Melih Kağan Kavcıoğlu 8-A Burası bir aile, kocaman bir aile… Herkesin birbirine saygılı, sevgili olduğu harika bir aile! Tutku Aküzüm 8-A Okulda herkes birbirini tanıyor! Bu gerçekten çok güzel! Doruk Yiğit Erigüç 7-A Modafen’de öğretmenlerimiz bize bu güne kadar edindikleri tecrübeleri aktarıyorlar ve dersleri en küçük detaylarına kadar anlatıyorlar. Kutay Ayabakan 7-A Modafen’de herkes birbirini kolluyor, birine bir şey olsa hemen diğeri yardıma koşuyor. Geldiğim okulda bunlar yoktu, o yüzden Modafen’e gelince çok şaşırdım! Elif Akman 7-A

Yeni okula gelince arkadaş problemi olur derler ama bende hiç öyle bir şey olmadı. Çok kısa sürede okula uyum sağladım. Cem Karataş 7-A Okula başladıktan kısa süre sonra ders yapmak benim için eğlenceli olmaya başladı. Çünkü öğretmenlerimizle hem eğleniyoruz hem de öğreniyoruz. Kim bilir Modafen olmasaydı benim derslerim nasıl olurdu? Benim kalbim hep Modafen ile atacak! Emre Erdoğan 7-A Okula ilk geldiğimde okul 35 kişiydi, herkes birbirini tanıyordu. Şimdi 60 kişi olduğumuz halde hâlâ tüm şubelerdeki öğrencileri tanıyorum! Ayrıca öğretmenlerime ağabey-abla diyorum ve bu sırf lafta kalmıyor! Modafen’in bu özelliğinin ileride de değişmeyeceğine eminim! Deniz Alp Savaşkan 7-A

Okula ilk geldiğimde bütün arkadaşlarım yanıma geldi. Tek tek kendilerini tanıttılar. Aralarından birini tanıyordum. Sonra öğrendim diğer arkadaşlarımın birkaçı da annemin arkadaşının çocuğuymuş. Yani kocaman bir aileyiz bu okulda! Tarık Murat İri 4-A Okulla beraber go-cart’a, Topkapı Sarayı’na, Santral İstanbul’a, İstanbul Modern’e, Çanakkale’ye gittik. Hollanda ve Belçika gezilerine de gidecektim ama hastalandım. Okulun bitmesine 6 hafta var ama okul hiç bitmesin istiyorum, oysaki eski okulumda hemen bitsin isterdim. Mahmut Erdoğan 4-A Bu okulun bizlere sunabileceği imkanlar sadece derslerle kısıtlı değil; yelken, halı saha, geziler, basketbol takımı ve drama dersleri… İlk geldiğimde çok şaşırmıştım. Artun Miskciyan 8-A

Modafen’de çok güzel oyunlar oynuyoruz ve şu ana kadar okulda hiç kavga görmedim! Zeynep Aydınoğlu 4-A Beni almaya gelen servis çok büyük değildi ve okula girer girmez kocaman bir bahçe göremedim ama burası çok güzel bir okul. Çünkü burada herkes çok iyi. Fatih Ağabey ve müdürümüz çok iyi. Ağabey ve abla dediğimiz öğretmenlerimiz çok iyi! İmer Gereççi 4-A YAZ 2009

13


EV‹M‹Z‹N KÖŞES‹NDEK‹

S‹H‹RL‹ KUTU

Akademisyen velilerimizden Ayşen Akkor Gül ile televizyon seyretmek üzerine inceleyici bir sohbet... paylaştığı Nobel Yayınevi’nden çıkan “Çocuğunuzu Televizyona Teslim Etmeyin: Medya Okur Yazarı Olun” başlıklı kitabını okuma fırsatı bulduk. Kitap başlığının ilk bölümünü yanlış yorumlayabilecekler için, kitabın okuyucuyu televizyondan uzak tutmayı hedeflemediğini, tam tersine, bizleri televizyon ve medyaya hakim olmaya çağırdığını söyleyebiliriz.

Modafen’in en yeni öğrencilerinden 83 okul numaralı Arda Gül’ün ailesi aslında Arda’dan çok daha önce Modafen camiasına katılmış velilerimiz arasında. Arda’nın ağabeyi 3 yıl önce Modafen’e ilk kaydolan 01 okul numaralı Ali Feyyaz Gül. Geçtiğimiz günlerde bu iki Modafenli kardeşin annesi Ayşen Akkor Gül’ün Yıldız Dilek Ertürk ile yazarlığını 14

MODAFEN İLETİŞİM

Kitabın yazılmasında katkıda bulunan ve “Annem o kitabı yazdı, ama ağabeyimle ben evde hâlâ televizyon izliyoruz” diyen Arda da bu konuda bize katılıyordur herhalde. Teknoloji ve iletişim alanlarındaki gelişme ile çağımızda televizyon önünde geçirilen zamanın doğru orantılı olarak arttığını herhalde hepimiz görebiliyoruz. Amerika’da yapılan bir araştırmaya göre 8-18 yaş arasındaki çocukların günde ortalama dört saat televizyon başında geçirdikleri saptanmıştır. 2-8 yaş arasındakilerde ise bu rakam iki


evimizin köşesindeki sihirli kutu lı araştırma ve uygulamaların sonuçlarını, ebeveynlere rehberlik niteliğinde yazdıkları bu kitapta bir araya getirip sentezlemişler. Modafen dergisinin birinci sayısı çıkmak üzereyken Ayşen Hanım’la bu başarılı projesi üzerine samimi bir sohbet fırsatı yakaladık. Yine bir “ilk”imizi bizimle paylaşırken Ayşen Hanım hem çoğumuzun aklından geçen ve cevaplarından emin olamadığımız soruları yanıtladı, hem de bizimle kendi deneyimlerini içtenlikle paylaştı: “Televizyon, kitle iletişim araçları arasında çocukların en fazla rağbet ettikleri araç; ne var ki, çocuklar televizyonu yetişkinlerden farklı amaçlarla da kullanıyorlar. Yeterince deneyimleri olmayan çocuklar dünyayı televizyon aracılığıyla tanımaya, öğrenmeye çalışıyorlar. ” 2006 yılında basımı gerçekleşen bu kitabın hazırlıklarına ne zaman başlamıştınız? saattir. Bu istatistikler Türkiye için de aynı derecede doğru sayılmaktadır. İstanbul Üniversitesi İletişim Fakültesi öğretim üyeleri Ayşen Akkor Gül ve Yıldız Dilek Ertürk, “teknolojileri kendi çocuklarımıza hizmet eder hale getirmek” amacıyla yola çıkmışlar. Gelişme çağındaki çocuklarımızın televizyon izleme alışkanlıklarından tutun, izlediklerini anlama ve yorumlama yeteneklerine kadar birçok unsuru göz önünde bulundurarak gerçekleştirdikleri detay-

Kitabın basımı sizin de söylediğiniz gibi, 2006 yılının Temmuz ayında gerçekleşti; ancak çocuk ve iletişim konusundaki çalışmalarımız çok daha eskilere dayanıyor. On yılı aşkın bir süredir bizler bu konuda çalışıyoruz. Dolayısıyla kitabın birikimlerimizin sonucu olduğunu söylemek doğru olacak. Ancak çocuk ve ailelerin televizyon seyretme pratikleri hakkında kitap yazma fikri, 2004 yılında oluşmaya başladı diyebiliriz. Bu dönemde arkadaşım Yıldız Dilek Ertürk televizyondaki haberlerin çocuklar üzerindeki stres etkisini araştırmak üzere bir dizi çalışYAZ 2009

15


evimizin köşesindeki sihirli kutu ma gerçekleştirdi. Sonuçlar umduğumuzdan daha ilginçti. Dilek bu özgün çalışmanın verilerini II. Uluslararası İletişim ve Çocuk Konferansı’nda çeşitli ülkelerden gelen akademisyenlerle paylaştı. O dönemde ben de çocukların medya kullanımı ve medya okuryazarlığı üzerinde çalışmalar yürütüyordum. Bir başka akademisyen arkadaşım Füsun Alver ile birlikte, 2005 yılında 1500 kadar öğrencinin medya kullanım alışkanlıklarını saptadık. Yine aynı dönemde 750 ilköğretim ikinci kademe öğretmeninin medya ve medya okuryazarlığı hakkındaki görüşleri ve donanımlarını saptamak üzere çalışmalar yaptık. Aynı çalışmayı öğrenciler için de geliştirdik. O zaman okullarda henüz medya okuryazarlığı dersi okutulmuyordu. Sonuçlar hakikaten çok çarpıcı ve bir o kadar da düşündürücü idi. Bu veriler uluslararası konferanslarda ve dergilerde yayınlandı. Daha sonra Dilek ile bu çalışmaları bir adım daha öteye taşımaya karar verdik; işin içine ebeveynleri ve ailesel televizyon izleme davranışlarının ölçümünü de kattık ve sonuçta elinizde tuttuğunuz bu kitap ortaya çıktı.

sergileyen ülkelerde ailesel televizyon izleme davranışları, görece daha bilinçli; yani bizim tabirimizle ‘eleştirel’ ve ‘seçici’. Çocuklar küçük yaştan itibaren eleştirel olmayı, seçici olmayı öğreniyorlar. Bu bir eğitim işi. Haberlerin çocuklar üzerindeki etkileri üzerinde odaklanmanızın bir sebebi var mı? Yine yapılan araştırmalar, çocukların haber programlarını diğer televizyon programlarından farklı bir biçimde algıladıklarını ortaya koyuyor. Çocuklar televizyon haberlerini çoğu zaman ‘gerçek’ olarak tanımlıyorlar. Oysa o da kurgusal format. Fondaki müzik, tekrar tekrar gösterilen görüntüler, seçilen başlıklar, tonlamalar hepsi, haberi izletmek için kurgulanmış yapılar. Maalesef günümüz iletişim ortamında haber değeri taşıyan konular da genelde olumsuz içerikler. Bu nedenle çocuklar haberleri tanımlarlarken “güzel ve korkunç”, “bilgi içerir ama bazen de dehşet içerir” şeklinde ifadeler kullanıyorlar. Felaket

“Çocuklar televizyon haberlerini çoğu zaman ‘gerçek’ olarak tanımlıyorlar. Oysa o da kurgusal format. Fondaki müzik, tekrar tekrar gösterilen görüntüler, seçilen başlıklar, tonlamalar hepsi, haberi izletmek için kurgulanmış yapılar.” Neden televizyon ve çocuklar arasındaki ilişki? Öncelikle bizler iletişim alanında çalışan akademisyenleriz. Yani bizim işimiz bu alanda yaşanan sorunları araştırmak, durum tespiti yapmak ve ilgililere önerilerde bulunarak; bu alanda politika geliştirme süreçlerini hızlandırıp, yön vermek. Televizyon, kitle iletişim araçları arasında çocukların en fazla rağbet ettikleri araç; ne var ki, çocuklar televizyonu yetişkinlerden farklı amaçlarla da kullanıyorlar. Yeterince deneyimleri olmayan çocuklar dünyayı televizyon aracılığıyla tanımaya, öğrenmeye çalışıyorlar. Yani televizyon onlar için sadece eğlence, vakit geçirme aracı değil. Buna karşılık çocuklar, gerçek ile kurgu arasındaki farkı çoğu zaman net bir biçimde algılayamıyor ve etki altında kalıyorlar. İşte tehlike bu noktada başlıyor. Kuşkusuz bu etkilenme durumu da çocuktan çocuğa farklılık gösteriyor. Ekonomik, sosyal, psikolojik kültürel yapılar, fiziksel-genetik yatkınlıklar, gelişimsel-kişilik özellikleri ve aile yaşamları gibi etkenler, bu süreçte rol oynuyor. Bugün birçok ülkede çocuklar arasındaki televizyon izleme alışkanlıkları, bağımlılık boyutuna ulaşmış durumda. Ancak medya okuryazarlığı konusunda erken davranan, etkin politikalar geliştirip, bu konuda kararlı bir tutum 16

MODAFEN İLETİŞİM

haberleri, terör olayları, kazalar, yaşam tehdidi olan hastalıklar, tecavüz, cinayet olayları bunlar aynı zamanda psikolojide travma sonrası stres bozukluğuna yol açan etmenler olarak gruplandırılıyor. Dolayısıyla televizyon haberleri ve çocuk konusu, toplum ve birey sağlığı açısından da tartışılması gereken, önemli bir konu. Biz özellikle çocuklara uyguladığımız projektif testler ile (resim çizme,


açık uçlu sorular gibi), çocuğun televizyon haberlerine ilişkin görüşlerini yakalayıp büyükler ile paylaşarak, bu konuda bir duyarlılık oluşturmaya çalıştık. Ayrıca çocuk, anne ve babaya ayrı ayrı uyguladığımız tutum ölçekleri ile ailesel izleme davranışlarını tespit edip, dünyada medya okuryazarlığı konusunda geliştirilen süreçlere dikkat çekmeye çalıştık. Dolayısıyla çalışmamızla bu konuda yapılan bilimsel çalışmalara katkıda bulunmak istedik. Kitabınıza Urie Bronfenbrenner’den bir alıntı ile başlamışsınız: “Eski zamanlardaki büyücüler gibi televizyon da büyü bozulana kadar, sihirli sözcükler, şaşırtıcı konuşmalar sunarak insanları sessiz heykellere dönüştürür.” Bu sözü bizim için biraz açar mısınız? Urie Bronfenbrenner’in bu sözü, bizim işaret etmeye çalıştığımız, çocuk televizyon etkileşimini çok güzel bir biçimde betimliyor. Bu nedenle giriş bölümüne bu alıntıyla başlamak istedik. Bütün dünyayı evin içine aktaran televizyon, özellikle fazla deneyimi olmayan bireyleri, çocukları sessiz heykellere dönüştürüyor. Adeta büyücülük yapıyor! Biz, teknolojik gelişmelerle, bu büyünün gücünün her geçen gün giderek arttığına inanıyoruz. Çocukların medya kullanım tercihleri arasında televizyon, yaklaşık dört saat ile birinci sırada yer alıyor. Bu sıralama Amerika Birleşik Devletleri’nde de, Japonya’da da böyle. Çoğu zaman çocuklar bu sanal ortamda kayboluyorlar. Hele hele telekomünikasyon, bilgisayar ve yayıncılık alanlarında yaşanan dönüşümlerle televizyonun etkisi giderek artacak gibi görünüyor. Artık pek yakında yolda yürürken telefonundan televizyon izlediği için ezilen çocuk vakaları duyarsanız şaşmayın!

tirmeleri de çok önemli. Ne var ki, aile gerekli rol modeli ve ortamı evde sunmazsa çocukların aldıkları eğitim görece sınırlı kalıyor. Dolayısıyla ailenin bu konudaki tutum ve davranışları çok önemli. Bugünün şartlarında televizyonu hayatımızdan çıkartmak veya çocuklarımızın hayatına hiç sokmamak gibi bir şıkkımız yok. Peki, ebeveynler televizyon başında geçirilen saatlere nasıl bir kısıtlama uygulayabilirler? Zaten televizyonu hayatımızdan çıkarmak gibi bir şıkkımız olmamalı; tıpkı gazete, dergi gibi, televizyondan da en fazla yararı sağlama amacında olmalıyız. Kimi araştırmalar çocukların görsel işitsel sunumları daha kalıcı bir biçimde içselleştirebildiklerini kaydediyor. Tabi bu yazılı kültürden vazgeçmemiz anlamına da kesinlikle gelmiyor! Yazılı kültür tüm toplumların temel taşı olmuştur. Amaç teknolojik gelişmelerden fayda sağlarken, olabilecek zararlardan korunmak olmalı. Ne var ki, televizmedya okuryazarlığı eğitiminde yasaklayıcı yaklaşımlar benimseyen ülkelerin bu konuda fazla mesafe kat edemediklerini görüyoruz. Amerika Birleşik Devletleri’nde örneğin, ‘aşılama yönte-

Televizyon ve çocuk arasındaki ilişkide ailenin oynadığı rol nedir? Televizyonu fayda sağlayacağımız bir araca dönüştürebilmek için öncelikle ailesel televizyon izleme davranışlarımızın ‘eleştirel’ ve ‘seçici’ olması gerekiyor. Bu bir eğitim işi. Bu konuda başarılı politikalar geliştiren ülkelerin başında Kanada, Avusturalya ve İngiltere geliyor. Bu ülkelerde hem ebeveynler eğitim alıyorlar (erişkinlere yönelik bu eğitimler çeşitli sivil toplum kuruluşları ile denetleyici ve düzenleyici kurullar tarafından veriliyor), hem de çocuklar ana okuldan itibaren iletiler karşısında seçici ve eleştirel olmak üzere eğitiliyorlar. Kuşkusuz yayıncıların özdenetim mekanizmalarını gelişYAZ 2009

17


evimizin köşesindeki sihirli kutu mi’ (innoculation method) dediğimiz yasaklayıcı yaklaşım uzunca bir süre kullanılmış olmasına rağmen medya okuryazarlığı konusunda bir ilerleme kaydedilememiştir. Okullarda çocukların hangi programları izlememesi gerektiği aktarılmış; şiddet görüntülerini engellemek için v-chip uygulaması (violence chip) geliştirilmiştir. Buna karşılık çocuklar, yasak olanı tercih etmişler; geliştirilen chipleri sistem dışı bırakmanın yollarını aramış ve bulmuşlar. Saat kısıtlaması konusunda ise; üç yaşından itibaren ebeveynin çocukla birlikte o gün televizyonda hangi programın izleneceğini kararlaştırması gerektiği, bunu yaparken de çocuğun önceliklerine önem verilmesi gerektiği vurgulanıyor. İzlenecek programlar bittiğinde ise, televizyonun kapalı tutulması gerektiği savunuluyor. Yapılan araştırmalar çocukların küçük yaştan itibaren yapılan bu tercihleri zamanla içselleştirdiklerini ortaya koyuyor. Peki sizin önerdiğiniz medya okuryazarlığı eğitimi nasıl bir eğitim? Biz bunu yaşam boyu sürecek bir eğitim olarak tanımlıyoruz. Zira medya ve medya içerikleri devamlı kendini yenileyen bir oluşum olarak karşımıza çıkıyor. Bu nedenle kitle iletişim araçlarının sunumlarını okuma biçimleri de, her yeni araçla her yeni program formatı ile değişiyor. Ne var ki, özü aynı. İnsanlar her kitle iletişim aracından en fazla yararı sağlamak üzere bilinçlendirilmeli ve her sunumun bir kurgunun parçası olduğu unutmamalıdır. Bu bir televizyon haberi de, gazete yazısı da olabilir. Gazete yazılarında kullanılan başlıktan, fotoğraf seçimine, fotoğraf altındaki yazıdan, haberin sayfa düzeni içindeki yerine kadar saydığımız tüm bu ögelerin anlamın üretiminde katkısı vardır. Her türlü iletilerin oluşumunda ve sunumunda ekonomik-politik unsurlar görünmeyen en önemli aktörlerdir. İşte çocuklara bunlar öğretilmeli. Sunumlara eleştirel bir biçimde bakmaları sağlanmalı. Çocuklara tarafsızca bilgi aktararak, onlara sorular yönelterek bunu gerçekleştirmeliyiz; örneğin, aynı haberin farklı holdinglerin medyalarında nasıl verildiğini onlara herhangi bir yönlendirme yapmadan göstermeliyiz. Eğer bir yarışma programı izliyorsak, izlerken eğlenmesine izin vermeli;

18

MODAFEN İLETİŞİM

ancak programın amacının ne olduğunu ve ona ne gibi kazanımlar sağlayacağını düşündürtmeliyiz. İzlediğimiz dizideki karakterlerin davranış ve tutumları hakkında sorular ile onu yönlendirmeliyiz gibi. Tabi hangi yaş çocuğa nasıl yaklaşılacağı da önemli bir konu. Eleştirel ve seçici olma konusunda geliştirilmiş çeşitli medya okuryazarlığı yöntemleri var. Bağlamsal Çözümleme, Kavramsal Yaklaşım, Teknoloji Kullanımı, Metinsel-Görsel Dili Çözümleme gibi. Bunlar okullarda uygulanan yöntemler. Ayrıca ebeveynlere yönelik eğitimlerde de anne babanın televizyon karşısında nasıl davranması gerektiği çeşitli tamamlayıcı uygulamalarla öğretiliyor. Daha kitabın başlarında televizyonun bir çocuğun sosyal-duygusal, bilişsel ve ahlaksal gelişimini etkilediği gibi çocukta stres kaynağı olduğu üzerinde durmuşsunuz. Bu etkileri pozitife çevirmek nasıl mümkün olur? Mümkün. Medya okur yazarlığının temeli buna dayanıyor. Amaç eğitim ile medyanın olumsuz etkilerini en aza indirgemek ve doğru izleme alışkanlıkları ile yarar sağlanabilecek kazanımlar elde etmek.


GLOBAL HABER

OYUNLAR Çocuklar en iyi eğlenirken öğrenirler. Eğlence, eğitimi engellememeli. Ancak, eğitici olanın eğlenceli değil, ciddi olması gerektiğini düşünürüz. Avusturalya’da yayınlanan The Sydney Morning Herald gazetesinde çıkan bir habere göre eğlenerek öğrenmek sadece mümkün değil aynı zamanda çok da etkili: Avustralyalı eğitim uzmanlarına göre, bilgisayar oyunları, üç yaşındaki çocuklar için bile yararlı bir öğrenim aracıdır. Çocuk yayınları, eğitimi ve sosyal eğilimler konularında uzman olan Patricia ve Don Edgar, yakın zamanda Victorian Curriculum and Assessment Authority için yazdıkları makalede oyunların etkili ve değerli öğrenim araçları olduklarına dair kanıtların arttığını ileri sürdüler. Oyunlar yoluyla geliştirilen beceriler arasında, kavrama, karar verme, aynı anda birçok iş görme, işbirliği, konsantrasyon, liderlik ve iletişim becerileri var. Dr. Patricia Edgar, bazı ebeveynlerin oyunların çocuklar üzerindeki etkilerinden korkmalarının şaşırtıcı olmadığını söylüyor, çünkü birçok kişi “bilinmeyenden korkar” veya şiddet onları endişelendirir. Dr. Edgar, “Çocuğu olan herkes, çocukların oyunlara nasıl kapıldıklarını ve kendilerini oyundan alamadıklarını bilir.” diyor. “Aileler, oyunlar

gibi, çocuklarının yaşamlarını yöneten şeylerden korkarlar fazla yarar görmedikleri oyunlardan.” Son kitabının adı The New Child: in search of smarter grown-ups (Yeni çocuk: Daha Akıllı Yetişkinler Arayışı) olan Dr. Edgar, aileleri, çocuklarıyla birlikte oturup öğretici olmaya teşvik ediyor. “Aileler zaman ayırmalılar. Bu durumda, oyunların içeriğini anlarlar ve çocukların öğrenmesinde yardımcı olurlar.” Dr. Edgar, oyunların sınıfta önemli bir rol oynadığına inanıyor. Ancak çocukların öğrenimine uygun, diğer çocuklarla birlikte oynayabilecekleri eğitim oyunları üretebilmek için daha fazla araştırma ve yatırım gerekiyor. Oyunlar eğlenceli de olmalı diyor. “Çocuklar en iyi eğlenirken öğrenirler. Eğlence, eğitimi engellememeli. Ancak, eğitici olanın eğlenceli değil, ciddi olması gerektiğini düşünürüz.” Kütüphanelerin şimdi bilgisayar oyunları da sunmasının olumlu bir adım olduğunu düşünüyor. Bu, öğrenme potansiyeli taşıyor ve çocukları kütüphaneler çekiyor. Kuzeydoğu Melborn’da bulunan Lalor Kütüphanesi Xbox ve Wii gibi konsolları ve bilgisayar ağı içinde oynanan PC oyunlarını sunarak başarı kazandı. Yönetici Felicity Macchion, oyunları, özürlülerin yeni teknolojiyle tanışması için 3 yıl önce sunduklarını ve olumlu sonuçlardan heyecanlandıklarını açıklıyor. YAZ 2009

19


YURTDIŞI

INTERNATIONAL HOUSE

YAZ OKULLARI Zeliha Süt sizler için araştırdı, inceledi ve derledi.

10 yıldan daha uzun bir süredir, okul gençlere ev sahipliği yapmakta, gençlere Fransa ve Fransızca ile doğrudan iletişim kurma imkanı sunmaktadır. The Lycee şehir merkezine otobüsle 20 dakika uzaklıktadır ve kumsal sevenler için çok keyifli olan sahile 15 dakikalık yürüyüş mesafesindedir. 12-17 yaş arası gençler, başlangıç seviyesinde olmamak kaydıyla kabul edilmektedir. Bütün dersler, Lycee des Eucalyptus’taki tam tesisatlı geniş sınıflarda işlenmektedir. Dersler öğrencilerin öğrenirken eğlenebilecekleri, Fransız hayatı hakkında pratik yapabilecekleri katılımlı şekilde düzenlenmiştir.

Yaz okulları ve programları hakkında genel bir bilgi edinmeniz için hazırlanan bu bölümde ilginizi çeken herhangi bir program için Zeliha Süt ile temasa geçebilirsiniz. İşte sizler icin seçtigimiz 5 faklı ülkede birbirinden ilginç yaz fırsatları:

CENTRE INTERNATIONAL D’ANTIBES / ATOLL Fransa yaz kampları 9-17 yaşlar arasındaki öğrencileri kabul etmektedir. Konaklama aile yanı ya da okul kampüsündedir. Odalar tek kişilik ya da 3-4 kişiliktir. Duş ve tuvaletler içindedir.

FRANSA SPRACHCAFFE Riviera bölgesinin başkenti, Fransa’nın 5. büyük kenti, Nice kültürel ve mimari zenginliğiyle baş döndürecek kadar güzel bir kenttir. Nice’deki Fransızca okulu şehir merkezinde, çok güzel Belle Epoque binasındadır. Bazilika Notre Dame’dan tren istasyonundan ve otobüs istasyonundan sadece birkaç dakikalık uzaklıktadır. Öğrenciler teneffüslerde plaja gidebilirler çünkü deniz yürüyerek sadece 10 dakikalık mesafededir. Güneşli havalarda dersler genellikle dışarda yapılır. Haftada 20 ders içeren grup eğitim programında hafta içi her gün 08:30-12:20 saatleri arasında grup eğitimi verilmektedir. Dersler 45 dakikadır. Katılımcılar okulun kendisine ait öğrenci evlerinde paylaşımlı odalarda konaklamaktadırlar. Sabah kahvaltısı, öğle yemeği ve akşam yemeği yurtta konaklayacak öğrenciler için yemekhanelerde yenilmektedir. Derslerin yanı sıra yüzme yarışmaları, piknik, bowling, kültürel - sportif faaliyetleri, hoşgeldin partisi, plaj aktiviteleri, BBQ, sinema ve rehberlik hizmeti de sunulmaktadır. 20

MODAFEN İLETİŞİM

Haftada en az 20 saat dil eğitiminin yanı sıra, yüzme, su kayağı, yelken, sörf, futbol, basketbol, okçuluk gibi birçok sportif faaliyet, tam ve yarım günlük geziler (Monaco/ Monte-Carlo ve Okyanus Müzesi, Antibes ve Picasso Müzesi, Saint Tropez, Cannes, San Remo, Versailles), gündüz ve akşam aktiviteleri yapılmaktadır. Bu kamplar Fransa’da Paris, Nice, Cannes, Biarritz, Antibes olmak üzere 5 ayrı şehirde yapılmaktadır.


AMERİKA PEPPERDINE UNIVERSITY, MALIBU CAMP Pepperdine University, Santa Monica Dağları eteklerinde, ünlü Malibu plajları ve Pasifik Okyanusu’na kuşbakışı bir konumda kurulmuştur. Los Angeles’a uzaklığı sadece 30 dakikadır. 10-16 yaş arası öğrencileri kabul etmektedir. Öğrenciler, üniversite kampüsündeki 2 kişilik odalarda kalırlar. Hafta içi her gün tam pansiyon, hafta sonları ise brunch ve akşam yemeği verilmektedir. Öğrenciler Los Angeles Havalimanı’ndan karşılanır ve uğurlanırlar.

KANADA UNIVERSITY OF TORONTO Toronto Üniversitesi; 17 okulu ve fakültesi, 13 hastanesi, 19 enstitüsü ile tam 18 yıllık bir geçmişi olan bir kuruluştur. Dünyadaki üniversiteler arasında 25. sırada yer almaktadır. Toronto Üniversitesi; üniversiteyi oluşturan yedi okuldan biri olan New College ile çalışmaktadır. New College’ın hedefi uluslararası İngilizce programları için çok kültürlü öğrenci popülasyonu ile orayı en mükemmel ortam haline getirebilmektir. Yeni binasında, tek kişilik yataklı çalışma masası, dolap, ayna, telefon, internet bağlantılı ve kart okutma sisteminin bulunduğu odalarda konaklama gerçekleşir.

Pazartesi ve Cuma günleri arasında, haftada 20 ders İngilizce dil eğitimi verilmektedir. Her öğrenci kursun başladığı ilk gün bir teste tabi tutularak , kendisine uygun seviyedeki sınıfa yerleştirilir. Sınıflar en fazla 15 kişiliktir. Seviyesi uygun olan öğrenciler, ücrete dahil olarak TOEFL ve SAT alabilirler. Pepperdine University kampüsünde aynı yaş grubundaki Amerikalı öğrencilerle birlikte; olimpik yüzme havuzu, kapalı spor salonu, tenis kortları, jogging alanları ve aerobik faaliyetlerinden dilediklerince faydalanabilirler. Sportif aktivitelerden başka, öğrenciler için çeşitli geziler de düzenlenmektedir: Los Angeles, Hollywood, Magic Mountain, Disneyland, Universal Studios, Beverly Hills, Baseball maçı, Santa Barbara, Santa Monica.

Ders dışı zamanlarda öğrenciler için birçok kültürel aktivite düzenlenir. Öğrenciler genellikle profesyonel beyzbol oynayabilecekleri Rogers Center, kültürel geziler kapsamında The Art Gallery of Ontario, The Royal Ontario Museum, The Toronto Harbourfront ve Kuzey Amerika’nın en yüksek yapılarından biri olan CN Tower gibi yerlere götürülürler. Bunların yanı sıra disko, bowling, karaoke, yetenek yarışmaları ve Ontario gölünde bot gezintisi gibi aktiviteler de düzenlenmektedir. 12-18 yaş arasındaki öğrencileri kabul etmektedir. Haftada 15 saat eğitim verilmektedir.

YAZ 2009

21


SINIRLARINIZI AŞIN,

YENİ KÜLTÜRLER

SİZLERİ BEKLİYOR...

CERAN LINGUA SHERBORNE SCHOOL Ceran, İngiltere’nin en iyi bilinen okullarındandır. Kurs merkezi Sherborne School, İngiltere’nin güneybatısında bulunmaktadır. Ceran Juniors programı 1975 yılından beri süregelmektedir. Sherborne School’da öğrenciler, yaş ve cinsiyetlerine göre ayrılarak, modern döşenmiş binalarda tam pansiyon esasına göre konaklamaktadırlar. Odalar tek veya çift kişiliktir.

İNGİLTERE STUDIO CAMBRIDGE Studio Cambridge 1954 yılında kurulmuş olup, Cambridge’in en eski ve en büyük İngilizce dil okuludur. Öğrencilerimize her anlamda destekleyici, arkadaşça bir ortamda tamamen kültürel ve eğitimsel bir deneyim sunuyor. Okul 9 değişik merkezde yaz okulunda eğitim vermektedir. Ben size bu merkezlerden Sir Henry at Hackerill Anglo European College’i önereceğim. Okulun Cambridge ve Londra arasında tarihi Bishop’s Stortford şehrinde yer almaktadır. Anglo European College kampüsü içindedir. Bu okul uluslararası yatılı bir okuldur. Okulun 30 sınıfı bulunmaktadır.

Gün boyunca öğrenci, yabancı dil üzerine öğrendiklerini uygulama fırsatı bulur. Öğretmenler, asistanlar ve animatörlerin dikkatli gözetimi, öğrencinin motivasyonunu artırarak, kendisini daha iyi ifade edebilmesini sağlar. Okulun bilgisayar odası, müzik ve tiyatro salonları, çalışma odaları öğrencilerin kullanımına sunulmuştur. Bu programa katılacak öğrenciler , oldukça disiplinli bir ortamda , ciddi bir dil eğitimi alacaklarını bilerek kayıt yaptırmalıdırlar. 13-18 yaş arasındaki öğrencileri kabul etmektedir. Her öğleden sonra sorumlu animatörler tarafından sportif veya sanatsal aktiviteler düzenlenir. Akşamları, TV’de güncel haberler izlenip tartışılır. Video gösterimi yapılır ve spor karşılaşmaları organize edilir. Hafta sonu yine animatörlerle birlikte bölgesel geziler, şehir turları (Bath, Bristol, Oxford, Salisbury, Bournemouth, vs.), müze ziyaretleri ve sportif faaliyetler düzenlenir.

Studio Cambridge merkezimizde haftada 15 saat, maximum 16 kişilik gruplarda eğitim ve aktivite programları düzenlenmektedir. Günde 3 saat İngilizce eğitimi verilmektedir. Haftalık programda 2 tam gün gezi yer almaktadır. (Son hafta hariç) Her gün 5 gündüz aktivitesi ve 5 akşam akşam aktivesi bulunmaktadır. 22

MODAFEN İLETİŞİM

Okulun kampüsünde tenis ve squash kortları, yüzme havuzu, futbol, voleybol, basketbol, hokey sahâlârı, fitness merkezi ve kapalı spor salonu mevcuttur.


ANGLO CONTINENTAL BOURNEMOUTH 1950 yılında kurulan dil okulu, Bournemouth’da yer alır. En fazla 15 kişilik sınıflarda başlangıç seviyesinden ileri düzeye kadar her seviyede İngilizce dil eğitimi verilmektedir. Anglo Continental dil okulunun ana kampüsü Bournemouth şehir merkezinde ve deniz kenarına yürüme mesafesindedir. Modern ekipmanlarla donatılmış sınıfları, self servis restoranı ve bilgisayar laboratuvarında sınırsız internet servisi vardır. Yurt ve aile yanında konaklama imkanları mevcuttur. Anglo Continental Bournemouth merkezi eğitim programı haftada 20 ders içeren ve 10-15 yaş arası icin hazırlanmış bir programdır. Günde 4 ders İngilizce eğitimi alınmaktadır. 10-15 yaş grubu öğrencileri aile yanında konaklamaktadırlar.

ALMANYA HUMBOLDT-INSTITUT Humboldt Enstitüsü yoğun Almanca dil programlarını çocuk, genç ve yetişkinlere yönelik olarak 32 yıldan bu yana düzenleyen özel bir kuruluştur. Almanca dil eğitim programı 7 farklı dil düzeyine sahip öğrencilere göre hazırlanmıştır. Okulun Almanya’da 22 merkezi bulunmaktadır. Humboldt Lindenberg Merkezi Alp Dağları’nın eteklerinde, Konstanz Gölü’nün yakınında bulunmaktadır. München’e 220 km. uzaklıktadır. Ormanlık bölgede bulunan bu merkez Almanya’nın en popüler tatil ve spor merkezlerinden biridir. Humboldt Lindenberg Merkezi eğitim programı haftada 25 ders içeren ve 10-14 yaş arası çocuklar icin tasarlanmış bir programdır. Hafta içi her sabah 5 ders grup eğitimi alınmaktadır. Öğrenciler, birçoğu Alp Dağları manzaralı tek ve çift kişilik odalarda konaklamaktadır. Tesiste, açık ve kapalı havada yapılabilecek bir çok aktivite için olanaklar bulunmaktadır.

YAZ 2009

23


A Tipi öğrenci olmak, A Tipi bir yaşamın ilk basamağıdır!

A T‹P‹ Ö⁄RENC‹LER YET‹ŞT‹RMEK VE BU A tipi öğrenci demek, ülkemizdeki genel görüşün aksine, yüksek not alabilmek ile sınırlı bir sıfat değildir. A tipi öğrenci olmak sadece okulda kazanılan ve sadece okul hayatı için geçerli olan bir sıfat da değildir. Burada bahsedilen kavram bir yaşam tarzıdır. Bugünün globalleşen şartları altında bir öğrenci yüksek akademik başarısının yanı sıra sosyal aktiviteler organize edebiliyor, okul dışı kulüp ve organizasyonlarda sorumluluk sahibi olabiliyor, spora düzenli zaman ayırabiliyor, gerek ailevi gerek bire bir ilişkilerini başarılı bir şekilde sürdürürken toplum içinde nasıl davranılması gerektiğini de öğrenebiliyor ise, bu öğrendiklerini uygulayabiliyor ise ve en önemlisi, bu devrin değişmez bir parçası haline gelmiş olan “değişim”e ayak uydurmayı başarabiliyor ise, işte o zaman A tipi öğrenci olmuş demektir. Bu eğitimi almış bir öğrenci, mezun olduktan sonraki hayatına da A tipi bir birey olarak devam edecektir. 24

MODAFEN İLETİŞİM

Bugün dünyada A tipi öğrenciler, yapılan akademik sınavlarla olduğu kadar öğrencilerin akademik hayatı boyunca yaptıkları sosyal aktiviteler, grup çalışmaları, spor etkinlikleri ve edinmiş oldukları tecrübeler ile birlikte değerlendirilip, seçilmektedir. Amerika’da üniversiteye başvuranlara, Avrupa’da eğitim almak isteyenlere, değişim programlarına katılanlara ve hatta iş görüşmelerine gidenlere bile not ortalamaları için ayırdıkları puan gitgide küçülüyor. Sorulan sorular ise liderlik vasıfları, yanlışlardan ders alma yeteneği, zorlukların üstesinden gelebilme potansiyeli, sağlıklı iletişim kurabilme ve grup çalışmasında birlik sağlama üzerine odaklanmaktadır. Sosyal bir kimlik kazanmak ve müfredat dışı aktivitelerde rol almak her ne kadar kişisel seçimler ile şekilleniyor olsa da, hem ailede hem de okulda erken yaşlarda verilen eğitim ve öğretimin bir öğrencinin ileride oluşturaca-


ğı kişilik profili üzerindeki etkisi büyüktür. Çünkü ağaç yaş iken eğiliyor ve çocuklarımız bazı seçimlerin değerini kendi başlarına anlayabilecek yaşa geldiklerinde gelişmiş bir kavram sahibi olmayı başarmışlar ise, ileride atacakları adımları da bir bakıma sağlama almış oluyorlar. Fakat maalesef ülkemizdeki eğitim sistemi özellikle ilkokullarımızda A tipi öğrenci yetiştirmeye imkân vermemektedir. Müfredat, ülke geneline göre hazırlandığı için, akademik kapasitesi yüksek çocuklara göre çok hafif gelmekte ve çocuklarımız ilkokul eğitimleri esnasında akademik açıdan verimli ve yüksek performanslı çalışma yapamamaktadırlar. Bundan iki yıl öncesine kadar sınav sitemimiz de A tipi öğrencileri yetiştirmeye yönelik bir altyapıya sahip değildi. Çünkü sadece sekizinci sınıfta yoğun çalışma ve sınava hazırlık dönemiyle karşılaşan çocuklar, ergenlik çağlarının en sıkıntılı döneminde yoğun ve performanslı çalışmayı sosyal hayatlarıyla iyi organize edemeyip, yaşamlarını planlama konusunda ciddi bir şok yaşamaktaydılar. Bu da akademik açıdan güçlü kalma kararı veren çocukların, zor bir seçim yaparak, sosyal hayattan ve hatta aile yaşantılarından ödün vermeyi ve uzak kalmayı seçmelerine sebep oluyordu. Örneğin ciddi bir sporcu 8. sınıfta sporu bırakıyor veya antremanlarını spor hayatını negatif etkileyecek şekilde

olarak algılanabilir. Uygulanan yeni sistemde, çocukların 6. 7. ve 8. sınıflarda performans testlerine tabi tutulması uzun vadeye yayılan düzenli ve verimli çalışmanın daha değerli olduğunu sistemsel olarak çocuklarımıza ve velilerimize hissettirmeye yönelik bir düzenlemedir. Ancak tabiki velilerimiz bu noktada 8. sınıfta yaşanan stresin ve yoğun çalışmanın üç yıl boyunca devam edeceğini düşünüp buna tepki gösterdiler. Bu haklı bir tepkidir; ancak bu tepki bence kurulan yeni sisteme değil, bu sistemin uygulanması esnasında üzerlerine büyük görev düşen kurumların ve kişilerin izledikleri bazı yöntemlere karşı olmalıdır. Okuldaki eğitimin, dershanedeki takviyenin ve eksikleri tamamlama amaçlı özel derslerin verimsizce ve çocuğun mutluluğunu ikinci planda bırakma pahasına aşırı düzensiz ve yoğun yapılması, bu üç yılın çocuklar için kötü geçmesine sebebiyet verdiği gibi velilerin yaşantısını da olumsuz yönde etkilemektedir. Oysaki, okul anının verimli geçirildiği, gerek dershane gerekse özel ders takviyelerinin sosyal hayatı etkilemeyecek şekilde ve ihtiyaca binaen verildiği bir çalışma sistemi, yeni sınav sisteminin eğitim kurumları için hedeflediği doğru noktadır. Böylece, çocuklarımızın 8. sınıfta yaşadıkları stres ve bu stresin bütün aile üzerindeki olumsuz etkileri, 6. 7. ve 8. sınıflarda verimli çalışma prensipleri

YÖNDE GEL‹ŞT‹R‹LEN YEN‹ SINAV S‹STEM‹ azaltıyor, bunu da iyi bir lisede okumak amacı ile yapıyordu. Üstelik haftanın yedi gününe yayılan bir çalışma temposu yüzünden ailesiyle geçirdiği süre bile çok kısıtlanıyordu. Bu durumda çocuğun verimli ve düzenli çalışma alışkanlığı oluşmadığı gibi, “kısa süre çok çalışarak çok kazan” felsefesinin benimsenmesi, söz konusu çocuğun sorumluluk duygusunu güçlendirmeyen bu politikayı bundan sonraki hayatında da aynı şekilde izlemesine sebebiyet verebiliyordu. Yukarıda bahsedilen durumun dışa vuruşu 8. sınıf sınavında çok ciddi başarı gösteren bir çocuğun lise hayatı boyunca, kazanmış olduğu başarılı lisede çalışmaktan uzaklaşması ve çalışmayı sevmeyen bir yapı sergilemesi olarak gösterilebilir. Bunu şu an bile dikkatlice izleyebiliyoruz.

edinen, spor aktivitelerine vakit ayırabilen ve sosyal hayatlarını dengeleyebilen öğrenci yaşamına dönüştürülmüş olmaktadır. “Continuous improvement” yani sürekli gelişim hem kurum olarak bizim, hem de yetiştirmek istediğimiz geleceğin A tipi bireylerinin temel felsefesi olmalı diye düşünüyorum… Sevgilerimle, Fatih Kanberoğlu

İşte bu tarz etkileri en aza indirmek amaçlı sınav sisteminde gerçekleştirilen yenilik, aslında pozitif bir gelişme YAZ 2009

25


A T‹P‹

BAŞARI ÖYKÜLER‹

Bu satırlarda birazdan okuyacaklarınız benim, Emre Yıldırım’ın değişim ve başarı öyküsüdür. Ailelerin başarısızlık örneği olarak gösterdiği, öğrencilik hayatı disiplin kurullarında ve basketbol sahâlârında geçen bir “delikanlı”nın hikâyesi anlayacağınız… Sanırım burada anlatacaklarımı sizin de gerçekten hissedebilmeniz için bundan üç sene önceye gidip, size hayatımın önemli bir bölümünü kapsayan basketbol maceramdan ve bunun okuluma olan olumsuz etkilerinden bahsetmem gerekir. 2006 senesinin başlarında sekiz sene boyunca Fenerbahçe’de oynamış, Milli Takım’ın belirli kademelerinde görev almış bir sporcuydum. Babam da benim “öğrenci” değil “sporcu” olduğumun farkına varmış olacak ki bana hedef olarak Marmara Spor Akademisi’ni uygun görüyordu. İşte tam bu dönemde hayatımda dönüm noktası olarak gördüğüm iki olayı arka arkaya yaşadım. Sezon ortasında ayak bileğimdeki sakatlık nüksedince performansım düştü ve kulübümle yaşadığım anlaşmazlıklar sonucu önce Fenerbahçe ile sonrasında ise profesyonel basketbol hayatımla olan bağlarım koptu. Aynı dönemde tanıştığım Fatih Kanberoğlu (Fatih Ağabey’im) ve Modafen kurumları ise güvenini kaybetmiş bir sporcuya, hâlâ bir “öğrenci” olduğunu ve çalışarak bu güveni tekrar geri kazanabileceğini söylediler. İlk günlerde bana yaptığımız bir ders 26

MODAFEN İLETİŞİM


esnasında “Sen Boğaziçi Üniversitesi’ni kazanacaksın” diyen Fatih Ağabey’in sözlerine sanırım o gün orada bulunan arkadaşlarım ve ailemden hiç kimse inanmamıştı. Ancak bu hayalin gerçek olabileceğini bana kanıtlayan, doğru ve verimli çalışma teknikleriyle kısa zamanda çok yol almamı sağlayan bu kurum, sadece beni değil etrafımdaki herkesi başarılı olacaklarına inandırmaya başlamıştı.

“Türkiye’de Eşit Ağırlık-2 puan türünde ilk 500’e, Sözel-1 puan türünde ilk 100’e girdim.” Bir sene boyunca herkesin korkulu rüyası haline gelen ‘ÖSS Maratonu’nu, gerek sosyal hayatıma yaptığı katkılarla, gerekse de kazandırdığı başarılarıyla hayatımın en güzel senesi haline getirmişlerdi. Başarımdaki en büyük payın “ben” olduğumu söylemelerine rağmen, başarımdaki en büyük pay, Modafen çalışanlarına ve öğrencilerinin başarılı olması için elinden geleni yapan, dozunda disiplin anlayışıyla hayatlarımızı düzene koyan, son iki hafta çalışabilmemiz için bize sadece dershanenin değil, kendi evinin bile kapılarını açan Fatih Kanberoğlu’na aittir. Evet, okuduğunuz hikaye Lise 1’i altı zayıfla bitiren, ortalaması 2.5’in üzerine hiçbir zaman çıkamayan bir sporcunun, Türkiye’de Eşit Ağırlık-2 puan türünde ilk 500’e, Sözel-1 puan türünde ilk 100’e giren ve bugün Boğaziçi Üniversitesi İktisat (Ekonomi) bölümünde okuyan, artık kendine güveni yerine gelmiş bir A tipi öğrenciye dönüşüm hikâyesidir. Satırlarıma son verirken bana bu güzel günleri yaşatıp, hayatımın rotasını belirlediği için tüm Modafen çalışanlarına teşekkürü bir borç biliyor, zaten devam edeceğini bilmeme rağmen başarılarının devamını diliyorum. YAZ 2009

27


ÖĞRENC‹LER SORUYOR:

B‹NNUR KAYA Bir sanatçı, bir yaşam...

Belki son zamanların en sevilen sanatçısıdır Binnur Kaya, fakat Modafenlilerin gönlündeki yeri bir başka. Televizyon önündeki başarısının yanı sıra, röportaj için bizimle buluştuğundaki o güzel enerjisi, alçak gönüllülüğü ve hoş sohbetiyle daha da hayran bıraktı bizi kendine. Sadece başarılı bir sanatçı değil o bizler için, aynı zamanda Modafen cemiyetinin de bir üyesi...

28

MODAFEN İLETİŞİM


Yağmur Ali Coşkun: Okulumuzla bir gönül bağınız olduğunu biliyoruz. İlk sorum bu bağı açıklamınız olabilir mi acaba? Binnur Kaya: Elbette... Menejerim ve sevgili dostum Özlem Durak, okul müdürümüz Mehmet Durak Bey’in nedimeleri efendim! (Gülümsüyor).

olmak gerekirse üniversite sınavında matematiği, feni yapamam, hazır elimde tiyatro gibi bir güç var, onunla ilgileneyim diye oyunculuğa başladım. Ancak tiyatro sınavlarını kazanamadım (gülüyor). Sınav çok zormuş çünkü ve iyi hazırlanmak gerekiyor. Çok büyük bir aşkla başlamadım tiyatroya. Biraz tembellikle başladım; fakat sonra çok çok sevdim. “Ailemin tepkisine gelince, onlar tiyatrocu olursam rahat yaşayamayacağımı düşünüyorlardı. Çünkü zor bir meslek ve her zaman iş bulmanız kolay değil.”

Üniversite sınavlarına hazırlanmamak için oyuncu olmaya karar verdim. Yağmur Ali Coşkun: İstanbul’a ilk geldiğinizde bulunduğunuz yerlerden biri Ortaköy ve biz şimdi sizinle Ortaköy’de bu röportajı gerçekleştiriyoruz. Bizim için çok büyük bir mutluluk. İkinci sorum mesleğinizle ilgili. Oyunculuğa nasıl karar verdiniz ve ailenizin tepkisi nasıl oldu? Binnur Kaya: Üniversite sınavlarına hazırlanmamak için oyuncu olmaya karar verdim. Edebiyat mezunuyum ve bir denizbilimci olmak istiyordum. Denizi çok sevdiğim için yunuslarla ilgili araştırma yapmak istiyordum. Kaptan Cousteau ve çalışmalarıyla ilgiliydim. O yüzden deniz bilimi ile ilgili bir şeyler okumak istiyordum. Ancak deniz bilimleri fen ağırlıklıydı. Bu arada lisede amatör tiyatroya başlamıştım. Samimi

Eskiden de öyleydi, şimdi de öyle aslında. Tiyatroda okurken bile annem ve babam bir yandan ikinci bir meslek sahibi olmam için açıköğretime girmemi istiyorlardı. Ancak her zaman destek verdiler. Okulda okurken de, İstanbul’a geldiğimde de yanımda oldular. Bir şeyler için emek harcamanız gerekiyor, emek harcadığınız şeyi çok seviyorsunuz. Oyunculuk benim için öyle oldu, ailem için de öyle oldu. Yağmur Ali Coşkun: “Elimde tiyatro vardı, tiyatroyla ilgileneyim dedim” dediniz. Yetenekli olduğunuzu düşünüyor muydunuz ilk başlarda? Binnur Kaya: Yetenekli olduğumu söylüyorlardı. Aslında tiyatroyu seviyormuşum, şimdi anladım. İnsan sadece birileri bir şey dedi diye yapmıyor o mesleği, seviyorsa yapıyor. Sevdiğimi daha sonra anladım. Heykelle ilgilenmiş olsam heykele geçeceğim, yani derdim ki elimde heykel var onunla ilgileneyim. Onun gibi bir şey.

İpek Boldağ: Ben öğrencilik hayatınızı merak ediyorum. Nasıl bir öğrenciydiniz? En çok hangi derslere ilgi duyuyordunuz? Binnur Kaya: Edebiyat dersine ilgi duyuyordum. Ama matematik de çok zevkliymiş, yalnızca iyi öğretmenlerim olmadı. Şimdi matematiğin ne kadar zevkli olduğunu ve hayatta ne kadar işinize yarayan bir ders olduğunu anlıyorum. Burada da öğretmenler ve eğitmenlerin ne kadar önemli olduğunu düşünüyorum. İyi öğretmen size gerçekten bir şeyler öğreten biridir, sizin bir dersi sevmeniz için çalışan biridir. Çok parlak bir öğrenci değildim, çok ders çalışmazdım. Özür dilerim Fatih Bey (gülüyor). Sınavlardan önce, yumurta kapıya dayanınca çalışırdım. İnsan biraz işine yarasın istiyor çalıştığı şeylerin. Kendisine verilen bilgilerin gereksiz olduğuna inanıyorsa, öğrenmek istemiyor. Tekrar ediyorum ama bu noktada iyi bir öğretmeniniz varsa ve size öğrettiği bilginin size yararlı bir bilgi olduğunu hissettiriyorsa sizin çalışmanızı sağlıyor. Teşekkür filan alıyordum ilk başlarda ama sonra onları bir daha göremedim. Deniz Alp Savaşkan: İlk başladığınızda tiyatro sizin için bir hobi miydi? Binnur Kaya: Aynen öyle, hatta biraz özentilik vardı. Lisedeydim, ne istediğime karar vermemiştim. Folklore gittim, voleybola gittim, yüzmeye gittim, hentbola gittim ama hiçbirinde başarılı olamadım. Ama insan kendini tanıyor böylece. Çok güzel flüt çalıyordum. Hatta iki flütü aynı anda çalıyordum, neden devam ettirmedim bilmiyorum ama…

YAZ 2009

29


bir sanatçı, bir yaşam... Elif Akman: Ben sizi bir tatil köyünde animatör olarak çalıştığınız zamandan beri tanıyorum. Şu anda ise tüm Türkiye sizi tanıyor. Bu durumu nasıl yorumluyorsunuz? Binnur Kaya: Onu insan tam olarak anlayamıyor. Bir yandan güzel bir yandan kötü. Çünkü çok rahat davranamıyorsunuz. Canınızın sıkkın olduğu zamanlarda bile asık suratlı durmaya hakkınız yok. Özgürlüğünüz kısıtlanıyor, o yüzden kötü. Ama bir yandan sevgi ve karşılıklı saygı varsa çok güzel bir şey. Ben hep unutuyorum ünlü olduğumu. Dışarıya hep spor kıyafetlerimle çıkardım, şimdi de öyle. Çok fazla bir şey değişmiyor benim için. İnsan çok fazla büyütürse o zaman çok tehlikeli. Havalara girebilirsiniz çünkü. Kişi kendini bilirse yaptığı işi çok abartmaz, havalara girmez. (Bu arada Can Kazan kurabiyelere doğru uzanıyor ve Binnur Kaya dayanamayıp gülüyor. Ardından ekliyor:) Ben hep ciddi ortamlarda, derslerde çok gülerdim. Dayanamazdım. O yüzden içinden gülmek gelen varsa kendini tutmasın! Ilgım Kılıç: Tanınmış biri olduğunuzu ilk ne zaman anladınız? Binnur Kaya: Televizyona çıktıktan sonra yolda bakmalar başladı. Ama o bakmalar da kim olduğumu bilerek değil, sadece tanımışlık var. O zaman fark ettim. Yağmur Ali Coşkun: Konuyu biraz değiştirelim. “Hırs” sizin geldiğiniz noktaya gelmek için çok gerekli mi?

30

MODAFEN İLETİŞİM

Binnur Kaya: Aslında biraz hırs gerekli, ama biraz. Çünkü hırs deyince işin içine yıpratıcı bir şey giriyor. O yüzden aslında hırs değil de azim, irade ve bu işi yapacağım demek gerekiyor. İpek Boldağ: Size gelen ilk iş teklifi neydi? Nasıl hissettiniz? Binnur Kaya: İlk kabul ettiğim teklif Kaynanalar dizisindendi. Siz biliyor musunuz? (Cevap olumsuz olunca: Allah’ım ne kadar büyümüşüm!) Çok küçükken yayınlanırdı. Kaynanalar ve Türkiye’nin ilk dizisiydi. O yüzden yer almak istedim. Çok heyecanlanmıştım. Yine de “acaba yapabilecek miyim” korkusu olmuştu. Deniz Alp Savaşkan: Sinema ve tiyatro ayrı derler, ilk sinema teklifinizi aldığınızdaki tavrınız nasıldı? Binnur Kaya: İlk sinema teklifimi Tunç Başaran’dan aldım. Bir filmi için aramışlar ama ben evde yoktum. Eve gelince söylediler. Çok

sevindim, çok da şaşırdım. O kadar sevindim ki sevinmeme de şaşırdım. O kadar heyecanlıydım ki, onlara telefon açtığımda “Ben Binnur Kaya, beni aramışsınız, bir problem mi var?” dedim. Bunlar çok güzel duygular, çok tatlı duygular. Ilgım Kılıç: Canlandırdığınız karakterlere kendinizden de bir şeyler katıyor musunuz? Binnur Kaya: Muhakkak, olmadan olmaz. Gülüşünüz olabilir, duruşunuz olabilir, çıkardığınız sesler olabilir. Çevremden de bir şeyler alıyorum. İlginizi çeken şeyler, ilginç kişiler insanın aklında kalıyor. Sonra rolü oynamaya başladığınızda onları karakterin içine katmaya başlıyorsunuz. Elif Akman: Dilber Hala gibi bir tanıdığınız var mı? Binnur Kaya: Var, var. Tam Dilber Hala’nın aynısı tanıdığım biri var. Gülüşü bile öyle. Can Kazan: Benim aklıma takılan iki tane soru var, biri daha önce planlamadığımız bir soru. “Horşik” ne demek? Binnur Kaya: Adana’da yalaka anlamında kullanılan bir kelime. Can Kazan: Peki canlandırdığınız karakterlerin özellikleri size geçiyor mu? Binnur Kaya: Yok geçmiyor, çok da sağlıklı bir şey olmaz zaten. Düşünsene beni Şahika gibi bağırırken. Olmasın sakın! Elif Akman: Komedi oynamak sizin tercihiniz mi, yoksa komedi teklifleri mi size daha çok geliyor?

Avrupa Yakası, babasını kaybetti... “Gazanfer Özcan’ı” saygıyla anıyoruz.


Binnur Kaya: Komedi teklifleri geliyor ama ben komediyi de çok seviyorum. Ama özel olarak “yalnızca komedi oynayacağım” diye bir isteğim de yok. Yağmur Ali Coşkun: Gelmeden önce sizin hakkınızda bir araştırma yaptık. Neredeyse tüm röportajlarınızda çekingen olduğunuzu belirtiyorsunuz. Benim kendi düşüncem şu: Türkan Şoray ile bir benzerliğiniz var. İkiniz de kameralar karşısında çok rahatsınız ama özel hayatınızda çok çekingensiniz. Düşüncem doğru mu? Binnur Kaya: Evet (gülüyor). Yağmur Ali Coşkun: O kadar uzun soru sordum bir “evet” aldım. Binnur Kaya: Evet, evet (gülüyor). İpek Boldağ: Kişiliğinize ters düşen rollerden mi keyif alıyorsunuz? Nasıl çalışıyorsunuz bu rollere? Binnur Kaya: Benim kişiliğime ters düşen rolleri çalışmak daha zevkli. Fakat ilk başta bir bunalıma giriyorum. Şahika’da oldu. Yapamayacağımı düşündüm. Şimdi oldu mu da bilmiyorum. Sonra diziden ayrılmak istedim.

Çok zorlandım çünkü. Kaba halleri var ve benimle çok ters. Çalışırken ve Şahika’yı oynamadan önce hep karşımdaki arkadaşımdan özür diliyordum. “Birazdan sana bağıracağım, şimdiden özür dilerim” diyordum. Yaptığım şeyden utanıyormuşum meğer, sonradan anladım. Ama o zaman da rolümü tam yapamıyorum. “Ben Binnur’um, bu da sadece rol, öylesine oynuyorum” dermişim gibi oluyor. Benim Şahika olduğuma inandırmam gerekiyor seyirciyi. O yüzden bu düşünceden kurtulmak için çalıştım. Binnur ve Şahika’yı ayırt etmem gerekti. Deniz Alp Savaşkan: Dilber’i oynarken mi daha çok zevk alıyorsunuz, yoksa Şahika’yı mı? Binnur Kaya: Dilber’i. Şive hoşuma gidiyor. Dilber’in bir kurnazlığı var, o hoşuma gidiyor. Gerçekçi bir karakter Dilber. Ilgım Kılıç: Dizide Şahika’yı lahmacun yerken görüyoruz, gerçekten lahmacunu seviyor musunuz? Binnur Kaya: Çok seviyorum. Şahika dizide lahmacunu nasıl paylaşmıyorsa, benim de ona

benezer bir anım var. Arkadaşlarım lahmacunumu almak istemişlerdi ben de masayı devirmiştim (gülüyor). Bunlar çok çirkin davranışlar tabii, hiç tasvip etmiyoruz. Can Kazan: Benim yine iki sorum var. Birincisi “Bir imza alabilir miyim?” Binnur Kaya: (Gülüyor) Tabii ki! Can Kazan: (İmzayı aldıktan sonra elinde soru kâğıdı ile) Şimdi şu sorum vardı. Şahika ve Dilber bu kadar alışılmadık olmalarına rağmen nasıl bu kadar seviliyorlar? Binnur Kaya: Bilmiyorum! Aslında Dilber’den çok var, Şahika belki etrafımızda çok yok ama davranışları benzeyen çok insan var. Elif Akman: Müzikle aranız nasıl? Biz Cem Adrian hayranı olduğunuzu duyduk. Binnur Kaya: Evet, çok seviyorum Cem Adrian’ın müziğini. Çok özel bir sesi var. Bizim gırtlak yapımızdan farklı. Bir de tüm besteleri ve sözleri kendisi yazıyor. Hatta kendi klibini bile kendi çekiyor. Bunlar çok değerli şeyler. Müziği çok seviyorum! Teşekkür ederek ve memnun ayrılıyor sohbetten Modafen...

YAZ 2009

31


B‹R PORTRE:

MEHMET DURAK

Meyveyi anlatan önce meyveyi tatmalıdır. Genco, Mehmet Durak’ın yaşam meyvesi... Modafen’in kurulduğu günden beri müdürlüğünü yapan Mehmet Durak, her ne kadar yaşı ile ilgili sorularımızı cevapsız bıraktıysa da, eğitim sektörüne girişinin, edindiği tecrübelerin ve Modafen ile ilişkisinin hikâyesini detaylarıyla Modafen İletişim’e anlattı. İşte Mehmet Durak’ın portresi... Modafen’le tanışmanız nasıl oldu? Ben bu cemiyete bir veli olarak katıldım aslında. O yıllarda torunum Genco lise sınavına hazırlık için sahibini tanıdığımız yakınlarımızdaki bir dershaneye gidi32

MODAFEN İLETİŞİM

yordu. Genco dershanedekilerin ilgisinden memnun olmasına rağmen, durumunda bir ilerleme kaydetmediğini farkettiğinde gelip “Ben artık bu dershaneye gitmek istemiyorum çünkü benimle aynı seviyedeki bir arkadaşım Modafen’e gitmeye başladığından beri başarısı daha da yükseldi” dedi. Ben de o zamanlar sadece dershane olan Modafen’in sahibi Fatih Kanberoğlu’ndan randevu istedim. Sekreterlerden geçerek gayet resmi bir toplantı odasında klasik bir görüşme gerçekleşmesini beklerken, kendimi kantinde, doğal bir ortamda, öğrencilerin arasında buldum. O sırada içeri elinde makarna tabağı ile genç bir arkadaş girdi, yanındaki çocuklarla sohbet ede ede bana yaklaştı ve “Mehmet Amca siz misiniz?” diye sordu. Ben de “Fatih Bey ile görüşmek istiyordum” diye cevap verdim. “Fatih benim” dediğinde gerçekten çok etkilendim. Bana da bir tabak makarna ikram etti ve görüşmeyi orada, çocukların içinde gerçekleştirdik. Benim sorunum herkesin sorunu oldu, hep birlikte konuştuk, çözüm aradık...


Görüşmemiz bittiğinde Genco’nun dershanesine giderek onlara biraz ara vermelerini ve 15-20 dakikalığına bile olsa Modafen’in havasını solumalarını önerdim, “Bu sizin için de çok şeyi değiştirecek, ama benim torunum yarından itibaren sizin dershanenize gelmeyecek” dedim. Böylece Genco ile birlikte ailece Modafen’in bir parçası olduk. Kayseri’de doğup büyümenize rağmen sizi İstanbul’a getiren ne oldu? (Gülerek) Öğrencilerim. Güzel bir hikâyedir İstanbul’a geliş hikâyem... Ben Balikesir’de öğretmenlik yaparken, Ağrı’da okuttuğum eski öğrencilerim mezun olup İstanbul’a yerleşmişler. Kendi kurdukları şirkette ancak benim doldurabilecegim bir pozisyon olduğuna karar verince de beni aramaya başlamışlar. Aradan uzun zaman geçtiği için adres tespiti yapılamamış ve onlar da avukatlarını Ankara’ya Milli Eğitim Bakanlığı’na göndermişler. Milli Eğitim Bakanlığı bünyesinde çeşitli kademelerde çalışan 16 tane Mehmet Durak tespit edilmiş. Uzun uzun aradıktan sonra en son şık olarak 16. denemelerinde beni buluyorlar ve “Size evinizi ayarladık, yeriniz hazır” diyerek beni ve eşimi alıp İstanbul’a getiriyorlar. Ben de böylece İstanbul’a gelmiş ve ticarete atılmış oldum.

Öğrencileriniz sizi böyle bir sevgiyle arayıp bulduklarına göre öğretmenlik hayatınızda onları çok etkilemiş olmalısınız... Mehmet Durak nasıl bir öğretmendi? Biz devletin var olan klasik eğitim sistemi ile hep muhalefet durumunda olduk. Çünkü biz değişimden ve dönüşümden yanaydık. Ama gücümüz yetmedi o zamanlar. Bakanlığın oturmuş, hantal, ağır ve zamanın gerisinde kalmış eğitim anlayışını istediğimiz sistem ile değiştiremesek de, kendi kendimize küçük adımlarla değişikler yaratıyor, gittiğimiz yerlere farklılıklar götürüyorduk. Örneğin, ben yöneticilik yaptığım kurumlarda, bunlara yüksek okullar ve öğretmen yetiştiren kurumlar da dahil, yoklama almaya karşıydım. Öğretmen arkadaşlarıma da “Sınıfımızda fazla öğrenci varsa iyi öğretmenleriz biz, eğer eksik varsa bu da yine bizden kaynaklanıyordur” diyordum. Çünkü çocuk hasta da olsa, iyi hazırlanmış bir öğretmenin dersini kaçırmak istemez, derse katılmak için heves eder. O zamana aykırı olan başka bir örnek de kapılar kapatılmadan ders yapılmasını teşvik etmemdi. Dışarıdan geçen öğrenciler de derse dahil olmak isterlerse diye, kitle eğitimi yapabilmek amaçlı, kapıların mümkün olduğunca açık tutulmasını önerirdim. Uzun bir öğretmenlik hayatınız olmuş. Peki öğretmen olmaya nasıl karar verdiniz? Benim büyüdüğüm köy, öğretmen okulunun staj köyü idi. Staja gelen okul yönetimi, bizim köydeki okulun en başarılı öğrencilerini sormuş. Konuşmada benim adım da geçmiş, ama ben okula gelmek istemiyordum, çünkü

YAZ 2009

33


bir portre ailemizin ekonomik durumu sebebiyle kuzu güdüyordum. Derken birgün ben dağda kuzuları güderken bir araba yaklaştı. Ben daha ne olduğunu anlamadan iki kişi arabadan indi, elimi kolumu tuttu, iple bağlar gibi beni arabayla öğretmen okuluna götürdüler. Ben bütün yol boyunca “kuzular ne olacak” diye ağlamıştım. Sonra yıllar geçti, mezun oldum. (Espirili bir ses tonuyla) Diğer arkadaşlar bana tolerans gösterdiler herhalde ki, birincilikle bitirdim okulu. O gün okul müdürümüz, İhsan Soysal, yanıma gelip “Mehmet, hatırlıyor musun, seni arabayla buraya getirirken kuzulara ne olduğunu merak ediyordun. Bak, kuzular büyüdü koyun oldu, sen de büyüdün öğretmen oldun” demişti. Bu enerjinize ve güler yüzünüze istinaden sporla aranız nasıl Mehmet Bey? Sporu çok severim. Okuldaki çocuklarımızın spor faaliyetleri de beni çok mutlu ediyor. Daha okulun ilk kurulduğu yıl basketbol takımımızın başarısı beni gururlandırdı, her maçı zevkle ve keyifle izlemiştim. Ben her zaman sporu hayatımın bir parçası haline getirmişimdir. Yürüyüşler yaparım, bol bol yüzerim. Ayrıca futbolu da çok severim. Modafen ailesine katılmadan önce bir dönem ticarete atıldığınızı söylediniz. Hayatınızın bu dönemini biraz anlatır mısınız? 2 sene boyunca öğrencilerimin beni bulup İstanbul’a getirmelerine sebep olan 330 kişinin çalıştığı tekstil firmasının başındaydım. Ticaret hayatı eğitim hayatından çok farklı aslında, bazı zorlukları da olmadı değil. Ama çalıştığım kişiler çok efendi insanlardı, saygı ve sevgide hiç kusur etmeyen... Sonra kendi şirketimi açtım, ama kriz nedeniyle onu da kapattım. 1990’da başlayan ticaret hayatım 2004 yılında sona erdi. Bu kadar uzun bir aradan sonra sizi eğitim sektörüne geri döndüren ne oldu? Yine Genco oldu. Bir gün Genco’yu görmek için dershaneye uğradığımda Fatih Kanberoğlu yeni bir okul açacağından bahsetti. Ben de heyecanlandım. Gidip görmek isteyince “Olur Mehmet Amca” dedi. Fatih Kanberoğlu, tanıştığımız günde de olduğu gibi, ben Modafen velisiyken de müdürüyken de bana hep Mehmet Amca demiştir. Bu da hem benim hem de bizi tanıyan herkesin çok hoşuna gider. Fatih ile birlikte okulu gezmeye gittiğimizde terasta oturduk ve konuşmaya başladık. O sırada bana okulun bir müdüre ihtiyacı olduğundan bahsetti ve Modafen’le 34

MODAFEN İLETİŞİM

çalışmak isteyip istemediğimi sordu. Ben de artık emekli olduğumu, ama yardım edebilecek birini bulabileceğimi söyledim. Modafen’de çalışacak kişinin müfettişlik yapmış, Milli Eğitim’in her kademesini iyi bilen, resmi yazışmalarda tecrübeli, konulara hâkim, bu işi gönülden yapacak ve okulu sevecek birisi olması gerektiğini düşünüyordum. Aradığım özelliklere uygun birini bulmak için çevreme baktım ve okula dönerek espriyle karışık “Üzgünüm Fatihçiğim, tanıdığım bu özellikleri taşıyan tek kişi benim, senin için de uygunsa birlikte çalışabiliriz” dedim. Modafen’de ne aradınız, ne buldunuz? (Yine gülerek) İlk geldiğimde Fatih Kanberoğlu’nu aramıştım. Ama Modafen’e gelen her velinin hissettiği gibi eğitimdeki farkı burada buldum ben. Sıcaklık buldum, samimiyet, içtenlik, güler yüz... Bir sinerji buldum, sahte ve zorlayıcı eğitim kurumlarında elde edilemeyecek türden. Öğrenciler ve öğretmenleri arasında bir sevgi buldum, gerçek saygının temellerini oluşturan. Paylaşmanın bereketini ve başarının tatlı hazzını buldum. Bazı okullar eğitimi ihmal etmek pahasına akademik başarıyı öne çıkarmak için uğraşıyor, bazıları da kapsamlı eğitim verebilmek için akademik başarıyı arka plana itiyorlar. İşte ben Modafen’de eğitim ve öğretim arasındaki dengeyi buldum.


GLOBAL HABER

DÜŞÜNMEK Düşünebilme becerisinin eğitimdeki önemine global yaklaşımlar... İngiltere’nin en önemli bağımsız okullarından, Wellington College, öğrencilerine düşünmeyi öğretmenin zamanının geldiğine karar vermiş olacak ki, bir düşünürü okulunda işe almış. Yazar ve haberci Tony Buzan. Bay Buzan’ın görevi okuldaki öğrencilere düşünmenin yeni ve etkili yollarını öğretmek. Sınıfta tartışmayı geliştirme görevi olan yazar ve felsefeci Julian Baggini ise ona “tesisteki filozof ” adı altında yardımcı olacak. “Başarılı Okullar Çocuklara Düşünmeyi Öğretmek İçin Düşünce Guruları Kiralıyorlar” başlığı ile yayınlanan Londra The Independent gazetesi haberi şöyle devam ediyor: Okul müdürü Anthony Seldon, okulda düşünür ve filozof rollerinin gerekli olduğuna inanıyor, çünkü bugünün öğrencileri amansız testler ve sınavlardan ve ders programlarından zarar görüyorlar. Dr. Seldon, “İngiltere’de eğitimin asıl amacını gözden kaçırıyoruz.” diyor. “Eğitimin yalnızca sınav ve test olduğuna inanmaya başladık. Öğrenciler verileri adeta yutuyorlar, ezberliyorlar okullar ve öğretmenler sınav sonuçlarıyla değerlendiriliyorlar. Halbuki, eğitim bundan çok daha fazlasıdır. Eğitim kavramanın öğretilmesidir ve bağımsız düşünme, sonuca varma yeteneğinin geliştirilmesidir. Bu, her çocuğun temel

hakkıdır ve bu olmadan 18 yaşındaki hiçbir öğrencinin tam bir eğitim gördüğü söylenemez.” Bay Buzan ve Dr. Baggini’nin rolleri, yalnızca öğrencilerle sınırlı değil. Okul, öğretmenlerin, destek elemanlarının, ebeveynlerin ve yöneticilerin de düşünme sanatı konusunda eğitilmesi gerektiğini düşünüyor. Bay Buzan her hafta okulda seminerler ve dersler verecek. Konular arasında, mantıki düşünmek, tümevarım ve tümdengelim düşünce tarzları, tartışmalardaki zayıflıklarınızın tespiti, ortadan kaldırılması ve zeka gelişimi var. Dr. Baggini okulda yıl boyunca yaklaşık 10 gün geçirecek; temel bilgi felsefelerini, politikayı, ahlakı ve dini anlamalarında öğrencilere ve çalışanlara yardımcı olacak. “Benim amacım, öğrencileri yalnızca düşündürmek değil. Aynı zamanda, düşünmeleri üzerine düşünmelerini istiyorum” diyor. Bu kültürde, insanların fikir belirtmeleri için fazla bir desteğe ihtiyaçları yok. Ancak, bu fikirlerin sağlam bir temele nasıl oturtulabileceğinin daha iyi anlaşılması gerekiyor.”

Dr. Seldon, “Bu ülkedeki eğitim, öğrencilere bilgileri ezberletmek, onları tekrar hatırlatıp ve test sınavlarda kusturmak biçiminde gelişti” diyor. “Örneğin, tarih dersinde, geçerli müfredatta, öğretmenler, öğrencilere olayları anlatma eğilimindeler, Somme savaşı gibi. Ancak, iki tarafın nasıl hazırlandığını anlatmak ve bunun sonuçlarının ne olabileceğini düşünmeyi çocuklara bırakmak daha yararlı olacaktır. Keşfetmeyi eğitimin merkezine koymalıyız. Çocuk, bir konuda kendisi için çaba gösterirse, başarı onun olur. Bu, öğretmen tarafından anlatılırsa, bilgi başkasına ait olur. Düşünme edilgen değil, etken olmalıdır.” YAZ 2009

35


“YAŞAMAK

İÇİN

SU GİBİ GEREKLİ

Yıldız Teknik Üniversitesi Müzik ve Sahne Sanatları Bölümü Öğretim Görevlisi ve gitar sanatçısı Psikolog Muzaffer Çorlu, sanatın bilişsel dünya ile buluştuğu noktada müzik ile çocuk arasındaki ilişkiden yola çıkarak sanatın insan gelişimindeki yerini incelemeye başlamış. 2009 yılında aramıza katılarak Modafenlileri gitarın felsefesi ile tanıştıran Çorlu, onlara sadece müzik aşkını değil hayatı yaşama sanatını da aşılamayı hedefliyor.

Hepimizin ne yapmak istediğimizle ilgili kararlar alırken çelişkilere düşmüşlüğü, bazen çok farklı seçenekler karşısında iki arada bir derede kalmışlığı olmuştur elbet. Fakat nadiren hayat önümüze her iki fırsatı da değerlendirebilme olasılığı çıkarır ve bizler nadiren her iki fırsatın da arkasından ilerleme cesaretini buluruz kendimizde. Muzaffer Çorlu profesyonel uğraşı ile ilgili yol ayrımına geldiğinde her iki arzusunu da sonuna kadar kovalamayı seçen, bu seçiminin getirdiği zorlukları da göğüsleme cesaretini gösteren işte o nadir insanlardan. 36

MODAFEN İLETİŞİM


Bir kere içindeki sanatçıya ulaşanlar için ilerlemenin sonu olmuyor.

Çorlu ailesinin 1960 yılında Almanya’ya yerleşmesinden sonra 1969 yılında Almanya’nın Münih şehrinde doğan sanatçı, müzik eğitimine keman ve flüt ile başladı. İlk gitar çalışmalarını Krikor Turutyan ile gerçekleştiren Çorlu, Almanya’daki Krefeld Musik Schule’de gitar eğitimini sürdürdü. 80’lerin başında Türkiye’ye dönüp psikoloji eğitimini ülkemizde tamamladıktan sonra da “Dünya’nın klasik gitar merkezlerinden biri” olarak nitelendirdiği Almanya’ya dönüş yaptı. Duisburg Üniversitesi’nde Doç. Humberto Quesquen ile özellikle 20. yüzyıl klasik gitarının temelini oluşturduğu söylenen Francisco Tárrega ve Latin Amerika’nın önde gelen bestecilerinden Heitor Villa-Lobos parçalarıyla çalıştı. Lienz, Avusturalya’da Prof. Michael Koch ile ustalık sınıfını tamamladıktan sonra, Avrupa’da aralarında dünyaca ünlü gitaristlerin yer aldığı daha bir sürü ustalık sınıflarına katıldı. 1999 yılında Almanya’da kaydettiği Scarlatti Guitar Duo albümü Çorlu’nun hem ilk hem de en beğeni kazanan çalışması olmakla birlikte bünyesinde Belevi, Sor, Vivaldi, Carulli ve Scarlatti parçaları da barındırmakta. Bir kere içindeki sanatçıya ulaşanlar için ilerlemenin sonu olmuyor. 2003 yılında Müjdat Gezen Sanat Vakfı tarafından “Klasik Gitar Dalında Yılın Sanatçısı” ödülüne layık görülen Çorlu, aynı zamanda gitar orkestrası Collegium Cithara İstanbul’un da kurucu şefi. Üniversite yıllarında psikoloji ve müzik arasında bir seçim ile yüz yüze geldiğinde “gitar çalmak için diplomaya gerek yoktur” diyerek önce psikoloji alanında çalışmalarına başlayıp, sonra da gitar çalışmalarına devam etmeyi seçmis. Psikolog ünvanına ek olarak uluslararası işletme üzerine MBA ve iletişim üzerine MA derecelerinde de eğitimini tamamlamış. Kendisi dünyaca ünlü festivallerde yer almakla birlikte, Türkiye ve Avrupa’nın önde gelen şehirlerinde “sahne korkusu ve müzik performans anksiyetesi” başta olmak üzere “beyin ve müzik” konularında da seminer ve konferanslar vermekte. Modafen ailesine birkaç ay önce katılan Çorlu, gitar eğitimi verdiği çocuklarımız için “Tam aradığım yaş aralığındalar” diyor. 10 ila 13 yaş arasındaki çocukların gitara bu yaşlarda başlamalarının hem fizyolojik hem de zihinsel açıdan büyük avantajlara sahip olduğunu düşünüyor: İnsan beyni yaşlandıkça üretimi değişiyor. Üretim değiştikçe algılamada da değişiklik oluyor. Çocuklar üzerinde müziğin etkisiyle, gençlerin, orta yaştakilerin ve yaşlıların üzerindeki etkileri farklı.

Fakat genel olarak müzik, hangi yaşta olursa olsun, belli yararları olan bir uğraş. Eğer bizim kulaklarımız var ise, hangi inanışa inanıyorsak inanalım, evrim sürecinde duymaya mecbur kalmışız ki kulaklarımız gelişmiş. Diğer duyularımız için de bu geçerli. Fakat gereklilik dışında bir ihtiyaç da sözkonusu. Müzik, duyduğumuz sesler arasında bizi en provoke edeni. Yapılan araştırmalar, hiç müzik dinlememiş kabilelerin bile kendileri için önemli olan olaylar esnasında bir ses yaratmaya çalıştıklarını gösteriyor. Bütün organize seslerin ihtiyaçtan doğduğunu düşünürsek, müzik bizim ihtiyacımız olan duygusal dinginliği veya coşkusal heyecanı daha da ortaya çıkarıyor. O yüzden zaten biz ister istemez müziğe mecburuz. Su gibi... Çocukların hayatında ise müziğin etkileri bir başka oluyor. Müzik eğitimi alan biri için buradan geçen tramvayın çıkarttığı ses bir gıcırtıdan farklı veya yürürkenki tempomuz. Ben karşıdan karşıya geçerken birisi daha hızlı birisi daha yavaş geçen yayaların yarattığı enterasan bir uyum görüyorum mesela. Standart bakmamayı öğreniyoruz böylece. Bu zihinsel gelişim açısından çok önemli bence. YAZ 2009

37


“ Özellikle Türkiye gibi ülk Müzikle bun

Sahne korkumuz yüksektir. Saçma bir

Bir de sevdiği bir seyi kendi üretiyor çocuk, onun özgüveni için çok yararlı. Özellikle Türkiye gibi ülkelerde sosyal fobisi yüksek bireyler olarak büyüyoruz. Sahne korkumuz yüksektir. Saçma bir şey söyleyeceğiz diye söz almaktan, insan içinde konuşmaktan çekiniriz. Müzikle bunu aşmak mümkün. 5-10 saniyelik çalışmalarının alkış alması bile bir çocuğa takdir edilmenin tatminini yaşatır.” Yemek yapmayı çok sevdiğini söyleyen Çorlu, müzik ile uğraşmayı da yemek yapmaya benzetiyor. Ancak yemek yapmaya başlayınca cesurca teşebbüslerde bulunabilir insan. Önce aşina olmak gerekir ki, bir koku tetiklesin yeni karışımlar yapma hevesini. “Severek yemek yapanlara bakarsanız, hiç külfet gelmez bu işlem” diyor Çorlu. “Sonrasında beğenmeme riskim olsa da farklı farklı denemeler yapmak, görmek, koklamak, tatmak isterim. Akçaağaç şurubu acaba sütlaca katılınca pirincin nişastasıyla nötrleşir mi diye bakarken çok eğlenirim mesela.” Resim için de 38

MODAFEN İLETİŞİM

aynı şekilde bir tecrübe gerektiğinin ve renklerle oynamanın, anlamsız gibi gözükse de bir şeyler çizmenin bir çocuğun yaratıcı, otantik ve yeniliklere açık olmasında çok büyük etkileri olduğunu savunuyor. Kendisiyle gerçekleştirdiğimiz yoğun ve hayat dolu sohbeti sanat hakkında genel görüşleri ile noktalıyor: “Ben artık şöyle düşünüyorum: kesinlikle hayatın kendisi sanat. Her yerde sanat var. Artık sanatı tanımlamaya çalışmanın hiçbir manası yok. Yaşamın kendisi sanat; her yerden hayat fışkırıyor, her yerden. Ve o fışkıran şeyin hepsi estetik. Yaşamın estetik olmayan bir parçası yok. Müzik, resim diyerek biz sanatı tanımlamıyoruz, kısıtlıyoruz aslında. Kalıplara sokmadan anlamak lazım sanatı. Richard Wagner’ın bir teorisi vardır, Gesamtkunstwerk, bütünlüklü sanat eseri anlamına gelen. Biz sanatı topyekun yaratmalı ve topyekun yaşayabilmeliyiz. Çünkü bence herkes birer sanatçı ve bu, dünyada varolmanın bir zorunluluğu.”


kelerde sosyal fobisi yüksek bireyler olarak büyüyoruz.

r şey söyleyeceğiz diye söz almaktan, insan içinde konuşmaktan çekiniriz.

nu aşmak mümkün.”

YAZ 2009

39


‹SKELEYE

ABORDA Su sporları alanında bir ilk! “Deniz ve Çocuk” adlı dergide “ülkemizde yelken eğitimini seçmeli ders olarak müfredatına alan ilk ilköğretim okulu” olarak tanımlanan Modafen’imiz, bir eğitim ve öğretim yılının daha sonuna yaklaşırken, yelkene çıkan öğrencilerimiz de artık geri dönerek demir atıp, iskeleye aborda olmaya hazırlanıyorlar... Cuma günleri öğleden sonra gerçekleşen yelken dersine katılan, yaşları 10 ile 13 arasında değişen öğrencilerimiz, iki tekne ve iki eğitmen ile her hafta denize açıldılar. Her geçen gün daha büyük bir heyecan ve istek ile bağlandılar yelkene. Su sporları ile ilgilenenlerin de hep dediği gibi, deniz çok başka bir enerji katar insanların hayatına. Sadece varlığı bile bir şehri canlandırmaya, ferahlatmaya yeter. Üç tarafı denizlerle çevrili ülkemiz, henüz bu durumu tam olarak değerlendirecek yapıda olmasa da, yavaş yavaş bu 40

MODAFEN İLETİŞİM

konumun sağladığı avantajlardan yararlanma çalışmalarına başladığımızı düşünüyoruz. Belki Türkiye’de doğup büyüyenler için deniz olağan bir coğrafi yapı sadece. O kadar büyük bir alanın sadece su ile kaplanması, o denizin bir çarşaf gibi altındaki yaşamı kapsaması, koruması… Bunlar belki de doğal gözüküyor birçoğumuzun gözüne. Ama hiç kar görmemiş insanlar olduğu gibi, hiç denizle tanışmadan yaşamlarını sürdürenlerle dolu hayat. Yurtdı-


Bir yaşam biçimidir YELKEN”

şından ülkemizi ziyaret edenler bu güzelliği o kadar bariz fark ediyorlar ki, onlar için Türkiye’nin doğası sıradışı, görkemli ve hatta mucizevi. Hele İstanbul’da yaşayanlar denize kıyısı olmayan bir şehre gittiklerinde hemen hissederler Boğaz’ın yokluğunu. İnsanlar üzerinde de pozitif bir etkisi vardır çünkü bu kocaman su birikintilerinin. Denizin, ara sıra turkuvaza kaçan bazen de gökyü-

zünü çağrıştıran mavi renginin kan basıncımızı ve nabız oranımızı yavaşlattığı öne sürülür. Hatta zihinsel sakinlik ve duygusal denge için çocuklarla ilgili birçok alanda da deniz mavisi kullanılmıştır. Endişelerimizi, kaygılarımızı, stresimizi alır götürür bizden. Düşüncelerimizi toparlamak ve meditasyon haline geçmek için bile kendimizi sakin bir deniz kenarında düşünmemiz önerilir.

Henüz ortaokulda iken denizle yakından tanışma fırsatı bulup, onun ritmine ayak uydurmayı öğrenme şansı yakalamaktan daha güzel ne olabilir ki... Serdar Ünsel’in düşüncesi de bu yönde olsa gerek, çünkü yıllardır yelken eğitimi veren tecrübeli eğitmenimiz her hafta Modafen’li öğrencilerimiz ile çalışmaktan çok mutlu.

YAZ 2009

41


Kısaca Serdar Ünsel

Serdar Ünsel’i sporcu kimliği altında kısaca tanıtmak gerekirse, yelkene küçük yaşlarda başlamış, çeşitli sınıflarda başarılı dereceler kazanmış ve halen Fenerbahçe Kulübü adına yarışan bir sporcu ve eğitmendir diyebiliriz Serdar Hoca için. Eski ve yeni yelken federasyonlarının tanıdığı ve görev verdiği Ünsel, Marmara Yelken ve Kalamış Yelken kulüplerinde de her yaştan insanlara profesyonel anlamda eğitim sağlamıştır.

İstanbul’da, masmavi Marmara denizinin ortasında uygulanan yelken derslerini ve Serdar Ünsel’in verdiği eğitimi daha yakından incelemek ve takip etmek isteyenlere, kendisi ile yaptığımız kısa röportajdan soru-cevaplar: Genel olarak bu spora başlamak için kaç yaşında ve ne gibi özelliklere sahip olmak gerekir? Bu spor herkese uygun mudur veya bu sporda başarılı olmak için neler gerekir? Yelken sporuna en ideal başlama yaşları 8 veya 9’dur. Daha erken başlamada çocuk, sert hava koşullarından olumsuz etkilenip gereksiz bir korkuya kapılabilir. Yüzme bilmek ön şarttır. Bunun dışında içinde deniz sevgisi ve yelken hevesi olan herkes bu sporu öğrenebilir ve bu spor dalında başarı gösterebilir. Modafen’lilerin normal bir yelken dersi nasıl geçiyor? Hepimizin bildiği gibi eğitim sistemimiz yoğun ve oldukça tempolu geçiyor. Ben iki saatin öncelikle eğlenceli ve keyifli geçmesini ve çocuklarımızın çok az alabildikleri temiz havayı derinlemesine solumalarını sağlıyorum. Yelken öğrenmek zor değil, önemli olan bu sporu hayatlarında fırsat buldukça kullanmaları ve vazgeçmemeleri… Eğitim zamanımızı verimli ve eğlenceli geçirmemiz sayesinde cocuklarımızın yelken sporunu sevdiklerini ve böylece daha kolay öğrendiklerini düşünüyorum.

Meksika dalgası ve birbirleriyle şakalaşmak. En sevmedikleri şey ise karaya yaklaşmak. Gördüğüm kadarıyla dersin bitmesi hiçbiri için sevindirici olmuyor. Yelkenin kişiye faydaları nelerdir? Çocuklarda fiziki ve ruhsal nasıl gelismeler sağlıyor? Yelkenin çocuklara kattıkları saymakla bitmez. Fakat bunların en önemlileri arasında sıhhatli bir beden ve ruh sağlığı, çabuk ve doğru düşünebilme yeteneği, hızlı karar verebilme becerisi, ihtimal hesaplama kabiliyeti, sağduyunun gelişmesi, ekip çalışmasi ve takımdaşlık, yardımlaşma şuuru, güçlü ve doğru iletişim yeteneği, her türlü şarta alışma, ayak uydurabilme ve zorlukları yenebilme gibi bir çocugun gelişiminde büyük yer kaplayan özellikleri sayabiliriz. Modafen’lilerin Serdar Hoca ile aldıkları yelken dersleri diğerlerinden neden ve nasıl farklılık gösteriyor?

Serdar Ünsel ile eğitimin farkını şöyle listeleyebilirim: Çok az kişide bulunan “her gün artan yelken sevgisi”nin “çocuk sevgisi” ile birleşmesinden doğan sinerji, severek yapılan bir işin çocuklar üzerindeki olumlu etkisi, yılların tecrübesine sahip olmasının yanı sıra bir velinin ne istediğini bilen bir eğitmen ile çalışma fırsatı ve önümüzdeki dönemlerde daha da çok beraber olmayı umduğumuz “peer”ımızın çocuklara bu teknik dili Almanca ve İngilizce olarak aktarması. Ben de bütün samiModafen’lilerin yelken öğrenirken miyetimle bu kadar özel talebeleri bir en sevdikleri şeyler neler? çatı altında toplamayı başarmasından Çocukların en sevdiği şeyler, tekneye dolayı Fatih Hoca ve takım arkadaşgelirken yol üstündeki bir marketten larını kutlar, şu ana kadar sadece koyapılan alışveriş, “Serdar ağabey, bu- nuşulup hayal edilmiş bu uygulamayı gün ana yelkeni basıyor muyuz?!” diye Türkiye’de ilk defa gerçekleştirme cesormak, adalara ya da Ayasofya, Top- saretini gösterdikleri için onları tebrik kapı Sarayı’na doğru yelken yapmak, ederim. 42

MODAFEN İLETİŞİM


GLOBAL HABER

COĞRAFYA Çocuklar, kemerlerinizi bağlayın, yeni coğrafya sınıfınız oyun alanına iniyor! The Daily Mail, İngiltere’deki Kingsland ilköğretim okulunun, eğitimi çocuklar için daha eğlenceli bir hale getirmek için yaptığı yatırımın hikâyesine yer vermiş: Bir eğitim aracı olarak 25 metre uzunluğunda ticari bir dev uçak eğitime kesinlikle yeni ufuklar açacaktır. Short 360, ilkokul öğrencileri için İngiltere’nin ilk uçak sınıfı. Geçtiğimiz aylarda bir taşıyıcı ile okula bir uçak getirildiğinde Kingsland ilkokulu öğrencileri neşeyle ve heyecanla izlediler. Bu uçak, coğrafya dersinde yaratıcı öğrenim için kullanılacak ve öğrenciler, öğrendikleri yerlere doğru uçtuklarını düşleyecekler. Uçak, binlerce saat İrlanda - İspanya arasında ticari uçuşlar yaptıktan sonra yedeğe alınmış. Maliyeti £ 20,000’dan az taşınabilir bir sınıfın maliyeti ise £ 40,000. Başöğretmen David Lawrence, uçağın kanatlarının da takılacağını, içine yazı tahtaları, sıralar, taşınabilir bilgisayarlar konularak, 30 kişilik sıcak bir sınıf oluşturulacağını belirtti.

Bay Lawrence şöyle diyor: “Bir dış mekân sınıfına ihtiyacımız vardı, çocuklarla bu konuyu konuştuk ve uçak fikri onlardan çıktı. Biz de bir tane satın aldık.” Uçak, eski uçak malzemesi satan ve Lost dizisine de malzeme sağlayan Retro Aviation’dan satın alındı. Bir devlet öğretim programı olan Creative Partnerships’den Rachel Billington şöyle diyor: “Okulu, öğretmenlerin öğretmesi, öğrencilerin öğrenmesi için daha yaratıcı bir ortam haline getirmeye çalışıyoruz.” “Öğrencilerden birisi bir fikirle geldi, biz de onu gerçekleştirdik. Bu, burada yıllarca kalacak ve eğer büyük düşleri varsa bunları gerçekleştirebileceklerini çocuklara gösterecek.”

YAZ 2009

43


2WORDS:

PRACTICING The man who made me fall in love with poetry

ee cummings

It was the last year of high school when my roommate introduced me to the wondrous world of “ee cummings” (this is how he liked to sign his name: in lower case and without periods). Those Modafen students who I had the pleasure of teaching during the fall semester of 2008 would know ee cummings from his “leaf ” poem.

Edward Estlin Cummings was born in Cambridge, Massachusetts on October 14, 1894. He began writing poems as early as 1904, when he was only 10 years old, and studied Latin and Greek at the Cambridge Latin High School. People, who read his extraordinary poems and saw his rebellious style, might think he never even went to college or quit before graduating (like many other artists who produce astonishing works), but they would be mistaken.

44

MODAFEN İLETİŞİM

He received his B.A. in 1915 from Harvard, and got his M.A. in 1916 again from Harvard, graduating “magna cum laude” (with great honor).

Vocabulary wondrous lower case extraordinary rebellious quit graduating B.A. M.A.

magna cum laude

: : : : : : : : :

wonderful; remarkable “lower case” means small letters and “upper case” means capital letters beyond what is usual, ordinary, or regular; exceptional inclined to resist any authority, control, or tradition to stop, or discontinue successfully completing a school, or a program of study Bachelor of Arts (the degree you get for your undergraduate studies in the social sciences or humanities) Master of Arts (the degree you get for your master studies in a specific branch of the social sciences or humanities) given to students with grades above the average


ENGLISH In his work, ee cummings experimented radically with form, punctuation, spelling and syntax, abandoning traditional techniques and structures to create a new, highly idiosyncratic means of poetic expression. He attained great popularity, especially among young readers, for the simplicity of his language, his playful mode, and his attention to exciting subjects. ee cummings was not the first poet to use a typewriter, but as his poems show, he was the first to take advantage of its power to control the exact spacing and shape of every line, and thus to make a poem’s visual appearance as important as its musical rhythm. At the time of his death, September 3, 1962, he was the second most widely read poet in the United States, after Robert Frost. He is buried in Forest Hills Cemetery in Boston, Massachusetts, right next to Babson College, which is where I studied. This might be your first time running across a poem of such sort; therefore, please try to keep an open mind. Poetry is about creativity and imagination as much as grammar and literature. I hope you enjoy it.

experimented

: to try or test in order to discover or prove something attained : to achieve, accomplish; gain; obtain simplicity : the quality of being simple or uncompounded playful : pleasantly humorous or jesting typewriter : the machine used to type onto a paper before there were computers and printers; hand-operated device for printing. take advantage : make good use of for example; you take advantage of a situation and learn from your mistakes spacing : the way that typing or printing is arranged on a page appearance : how something looks, its shape buried : (past tense of bury) to place in the earth and cover with soil cemetery : a place where the dead are buried; a graveyard or memorial park running across : to find something without specifi cally looking for it keep an open : to wait until you know all the facts mind before having an opinion or making a judgment

Written By Bade Ceyda KÄąrali KanberoÄ&#x;lu

YAZ 2009

45


2WORDS:

PRACTICING So here is a riddle-like poem by ee cummings: because it’s Spring thingS dare to do people (& not the other way round)because it ‘s A pril Lives lead their own persons(in stead of everybodyelse’s)but what’s wholly marvellous my Darling is that you & i are more than you & i(be ca us e It’s we)

Understanding ee cummings - via asking questions: • There is a repetition of “because”s. What does this tell you? Is there a cycle? (Think about seasons and what Spring stands for.) • Pay attention to the meaning: he is talking about cause and effect. What is he trying to tell us? Does the capital “s” in “Spring” and “thingS” have anything to do with it? • Why does the word April is cut into two, after the letter A? Why is it capitalized and what does it symbolize? • Why does he use parenthesis? What is he trying to achieve? What does parenthesis make the reader do? • Why is “everybody else” written together? It is normally two separate words. • Normally “marvelous” is spelled with one “l”, why are there two “l”s? • Take a closer look at the last 4 lines. He is talking about love and he writes “i” and “be” together in one line. What message is he trying to convey? • He breaks the last “because” of the poem into 4 parts, leaving the “us” alone in one line. Why?

Written By Bade Ceyda Kırali Kanberoğlu 46

MODAFEN İLETİŞİM


ENGLISH ON POETRY A poet is a wizard who outputs the meaning of letters. - Bülent Erturgut 7-A

I wish our clever young poets would remember my homely definitions of prose and poetry; prose-words in their best order; poetry-the best words in their best order. - Samuel Taylor Coleridge, Table Talk ( July 1827)

I think either writing or reading a poem is the ideal way of expressing our feelings. - Kutay Ayabakan 7-A

Poetry is emotion put into measure. The emotion must come by nature, but the measure can be acquired by art. - Thomas Hardy, The Later Years of Thomas Hardy (1930).

I have always found it easier to understand the emotions of the letters in a poem rather than the emotions of people. - Deniz Alp Savaşkan 7-A

Poetry is the journal of a sea animal living on land, wanting to fly in the air. - Carl Sandburg, Atlantic Monthly (March 1923)

Poetry is the shine of the poet’s pen on the rhtymic dance of the words. - Tibet Mundt 7-A

I have never started a poem whose end I knew. Writing the poem is discovering. - Robert Frost, New York Times (Novenber 1955)

A poem is an esthetic piece of writing that decorates our feelings. - İdil Türker 8-A

A poem should not mean. But be.

-Archibald MacLeish, “Ars Poetica” A poem is a map to our emotional breakdowns. - Ilgım Kılıç 8-A

Poetry is ordinary language raised to the Nth power. Poetry is boned with ideas, nerved and blooded with emotions, all held together by the delicate, tough skin of words. - Paul Engle, New York Times (February 1957) Poets mirror our emotions through words. - Kubilay Gümüşler 8-A

The poet is the priest of the invisible. - Wallace Stevens, “Adagia” (1957)

A poet is who links words and feelings. And a poem is the perfect dream which describes life itself. - Özden Ertuğrul 7-A

We make out of the quarrel with others, rhetoric, but of the quarrel with ourselves, poetry. - William Butler Yeats, “Anima Hominis,” Essays (1924)

Poem is a star that always shines, a medicine that makes the heart beat, or a very delicious French wine. - Emre Saruhan 7-A

YAZ 2009

47


CROSSWORD Across

2. What is “Milli Eğitim Bakanlığı” in English? 4. Who would get frustrated if you said “Save ettim” instead of “Kaydettim”? 7. Which of Modafen’s teachers was also Fatih Ağabey’s teacher in high school? 8. What is the full name of our school’s psychologist? 9. What is the name of the teacher who has the same last name with Oğuzhan Ağabey? 11. Whose last name is “Durmaz”? 12. On which streeet is Modafen İlköğretim located? 13. Where is Mehmet Durak from? 14. What is the first name of the person in the picture below? 15. In which month Caner Ağabey was born? 18. Which high school was Zeliha Abla graduated from? 21. Which class does Lerzan Abla teach? 22. How old will Modafen İlköğretim be next year?

Down

1. In which US state did Ceyda Abla go to college? 3. From which school has Mehmet Durak retired? 5. Which university was Fatih Ağabey graduated from? 6. What is Oğuzhan Ağabey’s last name? 8. What is Modafen’s emblem? 10. Green is one of the two colors of Modafen. What is the second one? 15. Which sport does Modafen offer as an extracurricular activity that no other primary school yet does? 16. What is Bülent Karademir’s zodiac sign? 17. Whose picture is placed behind Fatih Ağabey’s table? 19. What color are Şeref Ağabey’s eyes? 20. What is Nazlı Abla’s second name? 21. What does Taylan Ağabey say when he enters a classroom?

Answers: (Down) 1. Massachusetts 3. Fenerbançelisesi 5. Boğaziçi 6. Kurt 8. Checkmark 10. Yellow 15. Sailing 16. Scorpio 17. Atatürk 19. Brown 20. Gamze 21. Sit (Across) 2. Ministryofeducation 4. Semaşavkan 7. İlhanobuz 8. Cangezgör 9. Belgin 11. Mehmet 12. Cemsokak 13. Kayseri 14. Songül 15. September 18. Saintbenoit 21. Spanish 22. Four 48

MODAFEN İLETİŞİM



www.modafen.com.tr www.facebook.com/ModafenSchools


Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.