ISSN 1309-6389
2010 Yaz / Sayı: 2
İletişim
Sevgili Okurlarımız, Modafen İletişim’in ikinci sayısını, bu yıl Avrupa Kültür Başkenti seçilen İstanbul’un onuruna, Modafenlilerin bu şehirdeki anıları, hayalleri ve yaşamları etrafında kurgulamayı uygun bulduk. Şehirler de aynı insanlar gibi yaşayan bir oluş; enerjisi, karakteri ve sizlere söylemek istedikleri olan birer oluşum. Bizlerle yaşayıp, bizlerle gelişiyor, biz değiştikçe değişiyorlar. Şehirden ayrılan her birey ile onlar da kendisinden bir parça kaybediyorlar. Onları dikkatlice dinleyecek birine rastladıklarında aslında fısıldayacakları o kadar çok hikaye, o kadar geniş bir tarihçeleri var ki... Hele İstanbul, herkeste farklı titreşim uyandıran bir şehir. İstanbul’u düşünmek bazılarımızda saklı anıları açığa çıkarırken, bazılarımızın sırtındaki yükleri hafifletiyor. Her şeyden bağımsız baktığımızda bile İstanbul’u özel kılan, belki konumunun, belki geçmişinin, kim bilir belki de yıldızların etkisi ile onu kalplerde ayrı bir yere oturtan bir güç var sanki. Ne var ki içinde yaşadığımız bu şehre dair bilmediğimiz nice detay var. Biz de son sınıf öğrencilerimiz ile bu şehri daha yakından tanımak amacıyla Taksim’de başlayıp Fener Rum Patrikhanesi’nde son bulan bir gezi düzenledik. Gezinin başlangıç noktası olan Taksim’deki Cumhuriyet Anıtı’nın 84 ton ağırlığında olduğunu ve sadece 23 günde monte edildiğini biliyor muydunuz? Peki Çiçek Pasajı’nın 1870 Beyoğlu yangını sonrası Hristaki Zografos Efendi tarafından satın alınmış 24 dükkân, 18 lüks daireden oluşan bir bina olduğunu... Yapılar ne kadar değişirse değişsin, etkileyici bir enerjiye sahip mekanlar bu enerjilerini nesilden nesile aktarabiliyor bence. Şimdilerde dükkânlardan çok bar ve meyhaneleri ile her yaştan insanı doyurması ve eğlendirmesinin yanı sıra turistik mekanlar arasında da en baş sıralarda yer almakta Çiçek Pasajı. Her yıl milyonlarca turist çeken İstanbul, farklı kültürleri harmanlayarak birçok dini liderin ve mabedin sığınağı olmuş, Süleymaniye ve Ayasofya’yı aynı sınırlar içinde barındırabilmiştir. Ayrıca en başında İstanbul’un merkezinde yer alan dev ölçütte bir dükkânlar labirenti olan Kapalı Çarşı gelmek üzere, gerek alışveriş merkezleri gerek butik mağazaları ile bir ticaret odağıdır. Bunların yanı sıra yılın her günü farklı kültür, sanat, eğlence olanakları sunan İstanbul; Avrupa ve Asya gibi iki büyük kıtayı birbirine bağlayan ve özellikle de bu açıdan dünyada eşi olmayan bir şehir. Biz de İstanbul’dan esinlenerek Modafen’de bir araya getirdiğimiz uçlardan, buluşturduğumuz noktalardan bahsettik bu sayımızda. Spor ile felsefeyi birleştiren karate eğitimimizi, www.modafen.com.tr ile kurduğumuz iletişim köprülerini ve iki farklı neslin gözünden içinde yaşadığımız şehri anlattığımız bir sayı hazırladık sizlere. Okurken hem İstanbul’dan hem Modafen’den hem de kendinizden bir parça bulmanız dileği ile...
Bade Ceyda Kırali-Kanberoğlu
1 2010 YAZ
4
tedir. Modernist üsluplu yapı, diğer aynı üsluplu yapılardan Barselona’nın kültür zenginliğinin de etkisi ile farklılıklar gösterir. Bu farklılığın sebebi, kentin Gotik, İslam, Rönesans, Romanesk ve Bizans üsluplarını bir arada taşıyor olmasıdır. Yapının Modernist üsluplu süslemesinde kullanılan cam ve tuğla (demir ve çelik de Modernist üslupta süslemede kullanılmaktadır) tamamen Gaudi tarafından tasarlanmış ve yerleştirilmiştir.
Bu cadde Akdeniz’in en hareketli limanı olan Barcelona Limanı’na çıkar. Bu limana yılda 700.000’den fazla gemi uğradığı söylenir. Limana çıkan ana yollarından biri, ünlü kaşif Christopher Columbus’un heykeline gider.
Antoni Gaudi i Cornet, İspanya’da Art Nouveau (Yeni Sanat) akımının öncüsü ve Barselona’nın en ünlü mimari eserlerinin yaratıcısıdır. 25 Haziran 1852’de Katalunya’nın Reus kentinde doğmuştur. Bir bakır ustasının oğludur. 1869’da başladığı mimari eğitimi, askerlik hizmeti ve çeşitli nedenlerle uzayarak sekiz yıl sürmüştür. 1878’de eğitimini tamamladığı Barselona kenti, tüm sanatsal etkinliklerinin merkezi olmuş ve kişiliğinin gelişiminde büyük yer tutmuştur. İlk önemli eseri,Vicens ailesi için 1883-1888 tarihlerinde yaptığı Barselona’daki Casa Vicens adlı yazlık evdir. Daha sonra Eusebi Güell adlı sanayici ile güçlü bir ilişki kurarak bu aile için yaptığı eserlerle Barselona’da prestij edinmiştir.
Katalunya’nın Başkenti:
Bir Modern Sanat Rüyası M
odafen’in ilk yurt dışı gezisini hatırlayacaksınız. 2009 Yılı ocak ayında Belçika ve Hollanda’nın tarihi ve kültürel merkezlerini gezmiştik. Seyahat etmenin insanları yakınlaştırdığı yadsınamaz bir gerçek. Buna bir de değişik ülkelerin kültürlerini tecrübe etme ve bu kültürler içinde kendini daha derinden tanıma fırsatını da ekleyince okulca yabancı ülkelere seyahat etmenin eğitim açısından önemi aşikar olacaktır. Bütün bu sebeplerden dolayı Modafen yurt dışı gezilerimizi gelenekselleştirmek yolundaki 2. yurt dışı gezimizi geçtiğimiz nisan ayında düzenledik. Özel uçak ve 4 yıldızlı Hesperia Presidente Otel’inde konaklama şeklinde Nova Turizm’in katkıları ile Fransızca öğretmenimiz Zeliha Süt tarafından organize edilen gezimiz 01-05 Nisan 2010 tarihleri arasında; öğrencilerimiz, velilerimiz ve öğretmenlerimiz katılımı ile deneyimli rehberler eşliğinde gerçekleşti. Dilerseniz Barselona’yı, Fransızca Öğretmenimizin Zeliha Süt’ten dinleyelim: “Barselona İspanya’nın Katalunya özerk bölgesinin başkentidir. Gaudi’nin başını çektiği modernizm akımıyla planlanmış, 1900’lerden kalma ızgara planlı modern bölümü ile ilgi çeken bir şehirdir. Yaygın dil Katalancadır. Barselonalılar kendilerini önce Katalan olarak kabul eder, İspanya’yı bir ülke olarak değil de eyaletlerden oluşan bir
birlik olarak görmeyi tercih ederler. Onlar size İspanya kurulmadan önce Katalunya’nın var olduğundan, kendi mutfaklarının, dillerinin, bayraklarının ve kültürlerinin farklı olduğundan söz edeceklerdir. Madrid’den daha kozmopolit, İspanya’dan daha Avrupai olduklarını ifade edeceklerdir. Gerçekten de Barselona’nın geçmişinin İspanya’dan daha eski olması ilginçtir. 9.Yüzyılda Katalan bir asilzade aile tarafından kurulmuştur.
En ünlü eseri ise hayatını adadığı La Sagrada Familia kilisesidir. Gaudi 1883’de bu projeyi üzerine aldıktan sonra zamanının çoğunu bu esere ayırmış, 1908’de başka proje almayı tamamen bırakmış ve 1926’da ölümüne kadar sadece La Sagrada Familia ile uğraşmıştır. Gaudi, tüm mimari bilgisini karmaşık semboller sistemi ve inancın gizemlerine ilişkin görsel açıklamalarla birleştirerek bir 20. yüzyıl katedrali yaratmayı arzuluyordu. Sadece tüm enerjisini esere ayırmakla kalmamış, stüdyosunu da inşaata taşımıştı. 7 Temmuz 1926’da, 74 yaşında bir trafik kazası sonucu öldüğünde La Sagrada Familia’ya gömülmüştür. La Ramblas Caddesi, şehrin en popüler caddesidir. Kafeleri, müzeleri, alışveriş merkezleri, sokak müzisyenleri ve akrobatları ile çok hareketli bir caddedir.
Kentin simgesi Sagrada Familia Kilisesi’nin yapımına 1882 yılında Mimar Villar başlamıştır. Bir yıl sonra Mimar Antoni Gaudi görevi devralmıştır. Gaudi’nin ömrü ancak kilisenin ön cephesi ve planlanan on sekiz kuleden sekizini tamamlamaya yettiği için Gotik tarzın örneği olan ünlü kilise hâlâ tamamlanamamıştır ve “Bitmeyen Kilise” olarak da binilir.
Katalunya’nın Başkenti: Bir Modern Sanat Rüyası
İçindekiler 13
18
1. Sınıflarda Hayat Nasıl Gidiyor? İ
nsan hayatında unutulmaz anlar vardır. Yaşanır, geçer, mutlu eder ve biter ama asla unutulmaz. İlk okuma ve yazma anı da bu anlardan biridir. Öğretmenlik mesleğinin en önemli gün dönümü, öğrencinin defterine kalemi ile ilk busesidir. Ve ilk cemre düşer önce sınıfa, ardından 1.sınıf öğrencilerinin küçük ve sevimli yüzlerine. Güneş bir başka ısıtır, rüzgar bir başka eser. O gün iple çekilmiş, sabır ile beklenmiştir ve özlem bitmiştir artık. İyi arkadaşlıklar kurulmaya başlanmış ve okumanın, okuduğunu anlamanın gururu sarmıştır dört bir yanı. Tüm öğrenciler bir tohumken fidan tutmuş ve yeşermiştir. Bu bakış ile 1.sınıf öğrencilerimizden Azra: “Beni mutlu ediyor okulum. Her gün severek geliyorum. Okumak, harfleri öğrenmek beni eğlendiriyor,” diyor dili döndüğünce. Berkay çok şanslı olduğunu söylüyor. Şanslı olmasını anne ve babasının onun eğitimi için iyi bir tercihte bulunmasına bağlıyor. Rana: “İyi ki bu okuldayım. Arkadaşlarımı, öğretmenlerimi ve derslerini çok seviyorum. Okumak ve yazmak beni heyecanlandırıyor.” diyor.
Christopher Columbus Heykeli Limanın hemen yanında yüzünü Akdeniz’e çevirmiş sizi beklemektedir.
hem öğretmenlerim hem arkadaşlarım çok mutlu olmamı sağlıyor.” dedi. Zeynep Silistre: “Okulumu seviyorum. Okulumda piyona çalabiliyorum. Şarkı söyleyebiliyorum.” dedi, “Okumak ve yazmak çok güzel.”. Ege: “İlk başlarda biraz korkmuştum. Annem de her zaman yanımda olsun istiyordum. Bazen ağladığım da oldu ama şimdi o günler geride kaldı. Aklıma geldikçe şimdi gülüyorum.”.
Zeren Liman: İstanbul’un havası, caddeleri ve sokakları bambaşka. Ben nereye gidersem gideyim İstanbul’u arıyorum. Ne kadar hüzünlü olursam İstanbul’a bakınca her şeyi unutuyorum. O an sadece İstanbul’u izliyorum, İstanbul’da huzur buluyorum. Yağmur Ali Coşkun: İstanbul tarih dolu olmasına rağmen, bu eserler çok fazla korunmamış. Murat Akça: Buraya çok alışmışım. Her seferinde sevdiklerimin yanına dönmek beni çok mutlu ediyor. Cem Yiğit Kılıç: Bu şehir gibisi yok diye düşünüyorum. Hangi şehir olursa olsun İstanbul’dan daha güzeli olamaz benim gözümde.
İkinci dönemin hemen başında Modafenli olan Tuna ise “Annem ile babam bana gerçekten değer verileceğine inandıkları bir okuI arıyorlardı ve bu okul bize kapı komşusu kadar yakınmış.” diyerek bizim eğitim - öğretim ile ilgili samimi duygularımızı yansıtıyor.
Yankı Kurtcan: İstanbul benim evim gibi kokuyor.
Gün geçtikçe hayat kavgası ve keşmekeş içinde birbirinden uzaklaşan insanlar, sisli, dumanlı sabahlar, kış günleri boş ve bakımsız kalan parklar, tamir için kazılan ve sonra yama yapılarak daha da çirkinleştirilen caddeler; her an yoğun, içlerinde neredeyse istiflenmiş insanların olduğu otobüs ve minibüslerin de bulunduğu trafik çilesi İstanbul’un bir başka, daha doğrusu çirkin yüzü… Bir taraftan Ege’de sakin, doğayla bütünleşmiş, huzur içinde yaşayan insanlara imrenip onlardan biri olma isteğiyle kıvranırken “aman ya gerçekleşirse” korkusunu hissetme sebebim hayatımdaki vazgeçilemez İstanbul büyüsü, anılarım, umutlarım olmalı. İstanbul benim, ben İstanbul’un… Yıldız ÇITAK
İstanbul denildiğinde…
Hepsi geleceğimizin mimarı olacak çocuklar... Hedefimiz A tipi öğrencileri ülkemizin çağdaş Türkiye yapısına dahil etmek.
Zeynep İrem Danışman: Aklıma Boğaz’ın o güzel martı sesleri, sahili kaplamış balıkçılar, büyük uçaklar ve lunaparkta eğlenen çocukların çığlık sesleri geliyor. Özlem Naz Özbek: Aklıma Kız Kulesi geliyor. Sahilde denizin karşısında simit yediğim zamanları hatırlıyorum. İmer Gereççi: Aklıma şiirler gelir. Neden mi? Çünkü İstanbul şiirler şehridir. Gemileriyle, Boğaz’ıyla ve tarihi yerleriyle tam bir ilham kaynağıdır.
Sınıf Öğretmeni Yener Demirağ
Murat Özlü: Aklıma kalabalık, çokluk, bereket geliyor. Cem Yiğit Kılıç: Aklıma ilk gelen kültürel bir başkent olması.
Bundan dolayı, Kolomb bu yolculuğa İspanya bayrağı altında çıkmış, Amerika kıtasına ulaşmış; ancak keşfettiği yerin yeni bir kıta olduğunu anlayamadan ölmüştür. Yeni kıtaysa adını aynı dönemde yaşamış, 1497 ya da 1499’da Güney Amerika’ya ulaşmış olan Amerigo Vespucci adında bir İtalyandan almıştır.
Templo de la Sagrada Familia (Kutsal Aile Kilisesi) Katalan Hükümet Konağı’na bakan bulvarda yer alır ve Barselona’nın en tanınmış sembolüdür. Yapımına 1882 yılında, Villar tarafından Neo-Gotik üslüpta tasarlanarak başlanmış fakat Villar’ın gözden düşmesi üzerine 1883 yılında bu işle 31 yaşındaki Antoni Gaudi görevlendirilmiştir. Ölümüne kadar bu binanın yapına devam etmişse de Gaudi, Sagrade la Familia Kilisesi’nin sadece (Kripta, apsis duvarları bir giriş ve bir kule) ön cephesini yapabilmiştir. Yapının inşasına Gaudi’nin ölümünden sonra, günümüzde de devam edilmek-
Yemekler konusunda Akdeniz mutfağına yakın olan Türkler Barselona’da yabancılık çekmeyecektir. İspanyolca’da tapas denilen atıştırmalıklar, zeytinyağı, peynir, patates, jambon, sosis, balık ve sebzelerle hazırlanır ve geleneksel bir mezedir. Barcelona’dan balık ve meşhur “poella”yı tatmadan gitmek de olmaz.
4
5
3
8
19
MODAFEN İLETİŞİM
20 0 YAZ
20 0 YAZ
MODAFEN İLETİŞİM
20 0 YAZ
Öğrenci ve Veli Gözüyle İstanbul
“Hepsi geleceğimizin mimarı olacak çocuklar...”
“İstanbul denildiğinde aklıma şiirler gelir...”
14
Yağmur’la Gelen İstanbul
A tipi başarı öyküsü
8
1. Sınıflarda Hayat Nasıl Gidiyor
Yağmur’la Gelen İstanbul “Siluet aynı siluet,” diyor Cem Yılmaz, “Kimisi o siluete bakar, Yahya Kemal olur; kimisi de, Ulan İstanbul sen mi büyüksün, ben mi... Ananı belleyeceğim senin, der.” Herkesin İstanbul’dan anladığı, İstanbul’a bakışı farklı. İstanbul biraz da bu. Hep davetkâr, geçkince ama hâlâ cilveli bir kadın. Ojeleri dökülmüş. Karşısına kim çıkarsa çıksın, kendine bağlar. Öldürür bile adamı, açlıktan öldürür. Yalnızlıktan öldürür, tutkudan öldürür.
Herkese Merhaba,
Modafen’in hayatıma kattığı en büyük değer ise tembel bir öğrenciden çalışkan bir öğrenciye dönüşmemden öte hayatı sorgulayıp beni neyin mutlu edeceğini araştıran ve onun için mücadele eden bir insana dönüşmem.
Benim ismim Harun Arman, geçtiğimiz günlerde bir iş gezisi için Antalya’da iken telefonum çaldı, arayan Modafen’den Aslı Anak’dı. Modafen’in hayatımdaki yerini anlatan bir yazı kaleme almamı istiyordu. Bu telefon konuşması beni hayatımda en mutlu eden telefon konuşmalarından biri oldu. Telefonu kapattıktan sonra biraz eski günlere, son zamanların moda deyimiyle hayatımın kırılma noktası olan 1996 yılına gittim. O yıl Lise 2. sınıfa geçmiştim ve denizi çok sevdiğimden (neye güvendiğimi çok da iyi bilmeden) kaptan olma hayali ile fen sınıfını seçmiştim. O yıllarda sportif hayatım devam ediyor, Galatasaray Yelken Şubesi adına rüzgar sörfünde milli takımlar seviyesinde yarışıyordum.Yine bir yarış için 10 gün kadar okula gidememiştim, dünüşümde ise sınav haftasıydı. Sonuç mu? Bir öğrenci Türkçe dahil bütün derslerin sınavlarından “0” alma başarısını gösterebilir mi? Cevabı tahmin edebiliyorum; ama ben bunu başarmıştım. Sınıfın açık ara en başarısız öğrencisiydim. Bu başarısızlık spor yaşantıma da yansımıştı ve adeta dibe vurduğum bir döneme girmiştim. O günlerde aynı zamanda lisede sınıf arkadaşım olan sevgili dostum Oytun Elmacı’ya durumumdan bahsedip yardım istemiştim. Kendisi de beni daha sonra hayatımı değiştirecek olan çok sevdiğim ağabeyim, Modafen’in de-
ğerli kurucusu Fatih Kanberoğlu ile tanıştırdı. Fatih Ağabey muhteşem ders anlatım tekniğinin yanında, hayata bakış açısı ile adeta ufkumu açtı, vizyonumu genişletti. Sınıfın açık ara en başarısız öğrencisi olan ben bir anda herkesi şaşırtacak derecede bir gelişme gösterek sınıfın en başarılı öğrencileri arasına girdim. 1998 senesinde girdiğim Üniversite sınavının ilk aşamasında tüm matematik sorularını doğru yaparak kendimin bile inanamadığı bir sonuç aldım. Daha sonra girdiğim ikinci aşamanın sonucunda ise en büyük hayallerimden biri olan İTÜ Gemi İnşaat Mühendisliği’ne girdim. 2002 yılında başarılı bir derece ile mezun olduğum okuldan sonra aynı yıl Total Oil Türkiye’de çalışmaya başladım ve 2005 yılından bu yana aynı şirkette bölge satış müdürü olarak görev yapmaktayım. Sörf hayatım da üniversite eğitimim boyunca eğitmen olarak devam etti. Halen amatör olarak yarışlara katılıyorum.
Annem beni Beyazıt Kütüphanesi’ne götürüyor. Sahaflar Çarşısı’na. Yerler gene parke taş. Tahta iskemleli kahve (Sonra plastik beyaz sandalyeler her yeri kaplayacak, zeytinyağının yerini alan margarinler gibi). Tepemizde kocaman çınar ağacı. İstanbul Üniversitesi’nin dev kapısını solumuza alıp Süleymaniye’ye gidiyoruz. Annemin o üniversiteyi bitirdiğini öğreniyorum o gün. Kapalıçarşı. Kumaşçılar. Minicik mavi taşlı iki yüzük; ablama, bana. Bir çift altın küpecik. Onlar sadece bana (Hâlâ duruyor bende, torunuma vereceğim!).
Benim İstanbul’um Üç İstanbul (Mithat Cemal Kuntay’ın aynı adı taşıyan romanına mı özendim, nedir, bıraksalar roman yazacağım valla!).
Vapurdan inip arabaya binince hep midem bulanıyor. Beyoğlu’na gidiyoruz. Beyoğlu’nun eski halini anlatıyor annem. İnci Profiterol. Nazım Hikmet’in gözünün önünde kelepçelenerek götürülüşünü anlatıyor.
1. İstanbul: Çocukluğumun İstanbul’u
Doğduğum ev, sokağa adını veren Yazmacı Tahir Efendi’nin eviymiş. Tahir Efendi, yazma -tülbent- yapar, boyarmış onları. Deniz suyunda bekletilince boya çıkmazmış bir daha. Ev o ev. Babamla evden çıkar, el ele Mendirek’e giderdik, tekneyi alıp bizim iskeleye yanaşmak için. Şimdi Deniz Otobüsü İskelesi’nin olduğu yerdeydi mendirek. Babam ben 10 yaşındayken öldüğüne göre, çok küçükmüşüm. Yine o mendirek seferlerimizden birinde anlatıyor da anlatıyorum. Babam çok sakin, duru bir adam. “Cool”. Baba, dedim, durakladım, sen beni dinlemiyor musun? Yoo, dedi, dinlemiyorum. Güldük. Sustum. Parke taşlar, ağaçlık, yemyeşil bir yol. Sonra deniz. Kırmızı teknemiz. Bizim iskele. Annemleri alıp denize açılıyoruz.
Harun Arman
Annem, ablam, ben kalıyoruz. Azalıyoruz ve azalınca daha da hızlı büyüyor insan.
eğer sen yine İstanbul’san yanılmıyorsam koltuğumun altında eski bir kitap diye götürmek istediğim .... satır satır okumak istediğim .... ulan yine sen kazandın İstanbul sen kazandın ben yenildim. Attila İlhan İstanbul Ağrısı
Çocukluğum, denizin, Bağdat Caddesi’nin, demiryolunun ve sahile açılan Yazmacı Tahir Sokak’ın birbirine en yakın olduğu noktada geçti (Teğet dersem Fatih Ağabey’den bir aferin alır mıyım?).
Modafen’in hayatıma kattığı en büyük değer ise tembel bir öğrenciden çalışkan bir öğrenciye dönüşmemden öte hayatı sorgulayıp beni neyin mutlu edeceğini araştıran ve onun için mücadele eden bir insana dönüşmem oldu diye düşünüyorum. Sevgili Fatih Ağabey ve tüm Modafen kadrosu iyi ki varsınız, hepinize her şey için tekrar çok teşekkür ederim.
2. İstanbul: Gençlik Zamanı
Yeni Camii, yan tarafta Mısır Çarşısı, içinde Malatya Pazarı. Şubesi yok o zaman. Neler alıyoruz. Şıra sucuğunu öğreniyorum annemden. Bayılıyorum. Sonra hep gidiyoruz, hep. Kahvaltılıkçımız oluyor, kahvelerimiz. Sonra Kadıköy; Khalkedon. Hacıbekir, 6 Lira’ya profiterol. Badem ezmesi, en pahalısı en az şekerlisi. Baylan, kup griye. Balıkçılar Çarşısı’nda boza-şıra içiyoruz. Kocaman mermer bir küpte boza.
Ben büyüyorum ya, İstanbul on kat büyüyor. Bu seferlerde anlıyorum: O çok büyük. Asmalı seni İstanbul Ayaklarından birine asma köprünün Kesmeli seni İstanbul Can Yücel 16 yaşımda San Fransisco’ya gidiyorum. Hani İstanbul’a benzetirler ya, Golden Gate köprüsü, Alkadraz Adası, tepeler filan, halt etmişler. Okyanus, gri, dev dalgalar, tüm yaz sis, nüfus 1.5 milyon. İçinden su geçen şehirler güzeldir. Budapeşte, Viyana. Ya içinden deniz geçen şehir? Bir tek İstanbul!
3.İstanbul: Yağmur’la Gelen Yokluğun bir ürpertiydi.Varlığın da. Sensiz olmazdı, olamazdık, eksiktik. Adlardan ad beğeniyorduk sana. Birden işte o hışırtıyla birlikte, o
büyük sağnakla birlikte gelişini haber verdin. Kendin getirdin adını. Yağmurumuzdun. Kendindin. (Zeki Coşkun, Ay Olsun Aynam. Yeniyaz Yayıncılık 2004) *** Yağmur üç yaşındayken Topkapı Sarayı’na gittik ilk kez. Ardından Kapalıçarşı, minik terlikler, şapka ve cepken aldık ilk gidişte. Nasıl dolaşıyorduk Kapalıçarşı’yı, nasıl! Yoruldun mu oğlum? - Hayıy anne, hayıy! Saray’da, Hazine Dairesi’nde Yağmur bir Aysel Hanım’ın, bir benim kucağımda. Çünkü boyu yetişmiyor, her küçük yazıyı okutturuyor. Sonra yıllarca gidiyoruz. Bir keresinde Didem, piyano öğretmeni, kocaman gerçek bir kılıç alıyor Yağmur’a. Arkeoloji Müzesi, İslam Eserleri, Süleymaniye, Mimar Sinan Türbesi, kurufasulyeciler, Darülziyafe, Sahaflar -paramız çıkışmayınca hokka ve tahta uçları hediye ediyorlar çarşıda, yüzükler veriliyor, minik kılıçlar- Alman Çeşmesi’nde yüz yıkanıyor her defasında. Ahbaplar ediniyoruz. Kahvede çaya alışıyor Yağmur. Taht gibi bir koltuğu var. Esnaf tanıyor. Çelik Gülersoy’la tanışıyor, onun masasında çay içiyor. Gülüyor da gülüyor adamcağız. “Bana ‘Çok zengin olmalısınız’ dedi, ilahi çocuk...” Kartlar, kitaplar imzalıyor Yağmur’a. Kafasında fesle dolaştığı için turistler, tuvalette çalışıyor sanıp bahşiş veriyorlar. Önceleri Aysel Teyze ile gidiyoruz. En çok Didoş’la. Bazen arkadaşlarımızla. Bazen arkadaşlar orada bize fazla geliyor.Tüh, diyoruz, yalnız gelseydik. Ruhumuz, bedenimiz daha özgür olurdu, bu şehri yalnız daha güzel yaşardık.Yağmur Ayasofya’nın üst katında her işlemenin fotoğrafını çekiyor. Tünel’deki, Beyoğlu’ndaki kiliseden dakikalarca çıkmıyor. Galata kahvelerine dadanıyoruz. Müzik dükkanlarının hepsine de girilir mi yahu? Utanmasak Tophane’de nargile de tüttüreceğiz...
22
Eleştirel Düşünme ve İletişim İleri Seviye İngilizce
Four Seasons’a ilk gidişimiz 2 – 2,5 yaş; bebek arabasında, başında fes. Semih Ağabey,Yağmur için yuvarlak minik muzlu bir pasta yaptırıyor resmen. Sonra hep gidiyoruz. Açık büfe çay saatleri var. Gümüşlü pastalar, minicik kuplar, sınırsız çay, 25 TL.
(Critical Thinking and Communication - Advanced English)
Nazım Hikmet’in yıllarca yattığı Sultanahmet Cezaevi’nin Four Seasons Oteli olduğunu konuşuyoruz çayları içerken.
2010 yılı İlkbahar dönemi itibarıyla Modafen İlköğretim’de yeni bir seçmeli İngilizce dersi okul programına dahil oldu. Okulda İngilizce bilgileri ilköğretim müfredatından daha ileri seviyede olan öğrenciler için özel olarak tasarlanan bu derste çocuklarımız dilbilgisi öğrenmek yerine dilbilgisi kuralları çerçevesinde İngilizceyi edebiyat ve sanata yönelik kullanmaya teşvik ediliyorlar. “Diğer okullardaki tipik İngilizce derslerinden farklı olarak bu ders gramer üzerine odaklanmıyor. Hem İngilizceyi günlük hayatta kullanımımızı hem de okuduğumuz metinleri edebi olarak düşünmemizi geliştirmek için tasarlanmış bir ders bence.” diyor Özden Erturgut.
Yıllar sonra, çok sevdiğimiz bir ağabeyimizle Süleymaniye’yi restorasyon sırasında gezdik. Yüz küsur metre inşaatın tepesine çıktık her yanı açık bir asansörle. Ağabey upuzun, sporcu, yakışıklı. Ama sen bir kork yüksekten,Yağmur’a yapış, “Aman Yağmur, düşmeyesin!” *** En güzel İstanbul’um Yağmur’un bana öğrettiğidir. Bıkmadan defalarca, defalarca, gözlerini kocaman açarak gezdiğidir, anlattığıdır. Süleymaniye’de biriken islerin nasıl mürekkep yapıldığıdır. Nasıl oldu anlamadım, Anemon’un çatısında Galata’ya bakarken bi baktım o bana anlatıyor her şeyi, kenti. Hani ben ona anlatıyordum? Büyümüş.
Ders Başlamadan: Başvuru Süreci
ulan bunu sen de bilirsin İstanbul kaç kere yazdım kimbilir kaç kere kirpiklerimiz kasaturalara dönmüş diken diken .... sokaklarında Mohikanlar gibi ateşler yaktık sana taptık ulan unuttun mu sana taptık Attila İlhan İstanbul Ağrısı
1. 7 ve 8. Sınıflardan öğrenciler İngilizce öğretmenlerinden bir veya iki paragraf uzunluğunda referans yazısı almıştır. Bu yazıda İngilizce öğretmeni öğrencinin sınıf seviyesinin
ilerisinde olduğunu ve başvurduğu bu ders için akademik açıdan yeterli özelliklere sahip olduğunu destekleyen yorumlarını yazmıştır. 2. Her öğrenciye Ernest Hemmingway’in klasikler arasına girmiş “A Day’s Wait” adlı kısa hikayesinden bir örnek verilmiş ve öğrencilerin yazıyı okuyarak bu hikaye ile ilgili 1 sayfalık soru kağıdından seçtikleri 4 soruyu, yazım kurallarına uygun şekilde paragraflar halinde cevaplamaları istenmiştir. 3. Eğer yazılı sınav ve referans mektupları sonrası veriler herhangi bir öğrencinin seviyesini belirlemede yetersiz kalmışsa o öğrenci yüz yüze görüşmeye çağırılmıştır. Bu görüşme toplam olarak 10 ila 15 dakika boyunca sadece İngilizce konuşularak, iletişim kurulan ve öğrencinin seviyesini tesbit amaçlı gerçekleşen bir mülakattır. Görüşme genel bir sohbet gibi veya okunulan parça ile alakalı olabilir. Amaç öğrencinin yukarıda tanıtılan İleri Seviye İngilizce dersi için hazır olup olmadığı belirlenmesidir.
düşüncelerini gerek yazılı gerek sözlü olarak doğru şekilde ifade etmelerini sağlamayı hedeflemektedir. Emre Saruhan da aynı fikirde olacak ki, eleştirel düşünme ve iletişim dersi “İngilizce öğretmekten başka bakış açımızı ve yorumlama yeteneğimizi de geliştirerek bizi hayata hazırlayan önemli bir ders.” olarak nitelendiriyor. Bunların yanında ve ötesinde öğrencileri edebiyatı bir süreç olarak görmeye ve bu süreçte hayatı ve toplumu kendilerine özgü yaklaşımlarla yorumlamaya teşvik etmektedir. İçerik ve işleniş açısından makul yoğunlukta okuma ve olabildiğince çok düşünmeyi gerektiren bir ders olan Eleştirel Düşünme ve İletişim, katılım gösteren öğrencileri kendi ödevlerini yapmaktan, gerektiğinde grup çalışması organize etmekten ve en önemlisi sınıfta aktif birer katılımcı olmaktan sorumlu tutmaktadır. Yağmur Ali Coşkun okuma ve yazmaya oranla derste konuşarak geçirilen zamanın çok daha fazla olmasını ve “sürekli olarak diyalogda bulunulmasını, kelime bilgisinin aktif kullanılan dilin bir parçası olarak kalmasını sağladığını” savunuyor. Emre Erdoğan ise ders saatinin ağırlıklı olarak diyaloglar ve eleştirel yorumlamalarla geçmesini yorumlarken şunların altını çiziyor:
mek ve kendimizi hayatta atacağımız bir sonraki adımlara hazırlamak sanki. Dersi eğlenceli ve ilgi uyandırıcı işleyebilmek adına dengeli bir düzenleme ile ders saatleri içerisinde kısa veya uzun film gösterimlerine, kültürel veya sanatsal sergilere ve öğrencilerin istekleri doğrultusunda şekillenecek birkaç saate de yer ayrılmıştır. Dersle ilgili eksik görülen noktayı ise Deniz Alp Savaşkan bizim için özetliyor: “Haftalık ders saati biraz daha fazla olsaydı daha iyi olurdu.”
Eleştirel Düşünme ve İletişim - İleri Seviye İngilizce
Modafen 2. yurtdışı gezisinde kendini renklerin ve mimarinin eğlenceli büyüsüne kaptırıyor.
Doruk Yiğit Erigüç kendisini “Harvard Üniversitesi İngilizce Dili ve Edebiyatı dersi görüyormuş gibi hissettiğini” söylerken Elif Akman şunları ekliyor, “Bu derste nasıl kitap okunacağını ve nasıl düşünüleceğini öğrendim. Kitabı bir bütün olarak değerlendirmekle kalmıyor, her cümlede ayrı bir anlam yakalıyoruz. Sözcük dağarcığımın epey geliştiğini fark edebiliyorum. Ayrıca derslerde sadece İngilizce konuşmamız telaffuzuma da çok yardımcı oldu”. Bu derste öğrenilen ve sınıfça en sevilen kelimeler ise “Foreshadowing, Omission, Juxtaposition ve Clairvoyant.”
Bu derste arkadaşlarımızla bile İngilizce konuşuyoruz. Böylece konuşurken kendimizi zorluyor, hem eğleniyor hem öğreniyoruz. Amaç sadece İngilizce öğrenmek değil, kendimizi birçok açıdan bir üst seviyeye taşımak, sınırları zorlamak, düşünmeyi öğren-
Sınıfta: Dersin Tanımı Eleştirel Düşünme ve İletişim dersi İleri Seviye İngilizce niteliğinde işlenmekte ve öğrencilerin yazılı sınav ve referans mektubu ile başvurduktan sonra değerlendirilip seçilerek alındıkları bir derstir. Bu sınıf en az 5 en fazla 12 kişilik bir sınıf olarak düzenlenmektedir ve bu dersten alınan notlar yıl sonu İngilizce notu hesaplanırken ağırlıklı ortalamaya dahil edilecektir. Bu ders edebiyatı felsefik ve sanatsal bir bilim dalı yaklaşımıyla tanıtmayı amaçlarken, yazılı iletişimin temelinde yatan kavramlar ve yazı teknikleri üzerinde de odaklanmaktadır.
*** Böyle bir İstanbul işte. 7A Sınıfı öğrencimizYağmur Ali Coşkun’un annesi Ayşe COŞKUN
*** Taksim Marmara kapanıyor. Mexican hamburgere veda. Üzülüyoruz. Pera Marmara’da o hava yok. Eh, Taksim Gezi var. Kapısına kafa geçirdik bir gün, yarım saat ağladık. Üstümüze su döktük Gezi’nin bahçesinde. Söylene söylene kitap okurken. Beyoğlu’ndan dizlerimize kadar inen beyaz bir tişört aldık.
Yoğun olarak işlenecek İngilizce’nin yanı sıra öğrencileri eleştirel bir bakış açısı ile düşünmeye sevk etmeyi ve bu
8
9
4
15
22
23
MODAFEN İLETİŞİM
20 0 YAZ
MODAFEN İLETİŞİM
20 0 YAZ
MODAFEN İLETİŞİM
20 0 YAZ
Yağmurla Gelen İstanbul Velimiz Ayşe Coşkun’un gözünden İstanbul “Benim İstanbul’um üç İstanbul”.
Bilgi Denizine Yelken Açtık… www.modafen.com.tr
16
Sınıf Başkanlığı Seçimiyle Demokrasiye İlk Adım
www.modafen.com.tr
“Beni neyin mutlu edeceğini araştıran ve onun için mücadele eden bir insana dönüştüm.”
10
Eleştirel Düşünme ve İletişim (Critical Thinking and Communication) “Kitabı bir bütün olarak değerlendirmekle kalmıyor, her cümlede ayrı bir anlam yakalıyoruz.”
Resim 1
24
Fatih Kanberoğlu’ndan Sınav Öncesi Hatırlatmalar ve Öneriler
Sınava Bir Buçuk Ay Kala Ne Yapmalı?
Sınıf Başkanlığı Seçimiyle Demokrasiye İlk Adım Okulumuz 1. 2. ve 3. sınıflarında “Sınıf başkanına ihtiyacımız var mı? Neden? Sınıf başkanı neler yapmalı?” diye bir tartışma yapıldı. Sınıf başkanı olması gerektiği konusunda fikir birliğine varıldı. www.modafen.com.tr web sitemiz ile Modafen İlköğretim Okulu’nun kapılarını dünyaya açtık. Rüzgarı arkamıza aldık, rotamız daima ileri. Bilgi ve teknoloji çağında Modafen İlköğretim Okulu ile güvertede yer almak isteyenler bizimle okuyacak, bizimle öğrenecek, bizimle yelken açacaklar geleceğe. Şimdiye kadar reklam veya pazarlama ile kendi tanıtımını yapmayan Modafen Eğitim Kurumları’nın bilinirliği, hakkında çıkan olumlu haberler, açıldığı ilk yılından beri sergilediği sınav başarıları, yapıcı PR, ama hepsinden önemlisi öğrenci, veli ve bilinçli eğitmenlerin güvenilir tavsiyeleri ile bileşip artış gösteriyor. Modafen’in seçici ve dengeli yaklaşımlar ile projelendirilen kayıt statejisi, sadece akademik açıdan başarılı öğrencileri değil, aynı zamanda sosyal gelişime önem veren, duygusal zekası yüksek ve sorumluluk sahibi çocukları biraraya getirmeyi hedefliyor. Resim 1 - (web sitesinden Hakkımızda bölümü)
Hızlı bir gelişim bekliyor çocuklarımızı. Zaman rüzgar gibi hızla esip geçerken, ufak adımlarla büyük hedeflere ulaşacağız beraber çıktığımız bu yolculukta... Okulumuz 4. senesine adım atarken, herkese eğitim felsefemiz, öğrencilerimiz ve bizi biz yapan değerlerimiz ile tanışma fırsatını vermek istedik. Her değer bir anlam ifade ediyor Modafen Ailesi’nde. Örneğin; okulumuzun sembolü haline gelen “Kontrol İşareti”
Başkan olacak öğrencinin özellikleri, görev ve sorumlulukları tartışıldı. Her sınıfta ayrı ayrı “Kimler başkan olmak istiyor?” denildiğinde her öğrencimiz başkan olmak istediğini belirtti. Sadece bir öğrenci nezaketen adaylıktan çekildi. Sınıftaki tüm öğrenciler başkan olmak istiyordu, işin içinden nasıl çıkılacaktı?
Resim 2
Buna nasıl bir çözüm bulunabileceği tartışıldı. Öğrencilerle sınıf başkanlığı seçimi yapma kararı alındı.
Resim 2 - (web sitesinden Kontrol işaretinin Hikayesi)
Sınıflarda önce her öğrencinin seçim aday adayı olduğu gözlendi. Parmak kaldırarak oylamalarla ön seçim yapıldı. Adaylar belirlendikten sonra kendilerini tanıtmaları, sınıf başkanı olunca neler yapacaklarını anlatmaları ve ikna güçlerini kullanmaları için bir hafta süre verildi. Seçim için sandık, mühür, zarf, oy pusulaları (1. sınıflar için renkli oy pusulaları) hazırlandı.
İçeriği kadar tasarımı üzerinde de büyük özen gösterdiğimiz www.modafen.com.tr adresini ziyaret ettiğinizde teknolojinin eşliğinde Modafenli olmanın ayrıcalığını hissedeceksiniz. Web sitemizi kurgulamakta ve hayata geçirmekte büyük rol oynayan takım arkadaşımız PrimeArt, online ve dijital kanalları kullanarak şirket ve kurumların pazarlama ve ticaret faaliyetlerine yardım eden bir tasarım ve yazılım firması. Bu firmanın ortaklarından olan Burçin Kalkan’a sorduk:
Seçim günü adaylar, sınıf başkanı seçildikleri taktirde ne gibi etkinliklerde bulunacaklarını, nasıl davranış sergileyeceklerini ve ne gibi değişiklikler yapacaklarını anlattılar. Seçim konuşmalarından sonra seçmenler seçim sandığının başına giderek imza karşılığı oy kullandılar. Oy kullanımı sona erince oyların sayımına geçildi. En heyecanlı bölüm oyların
Resim 3
F
sayılma anıydı. Oylar sayılırken genelde başa baş bir çekişme oldu. Kazanmanın da kaybetmenin de olgunlukla karşılanması gerektiği; çünkü bu gibi seçimlerin demokratik bir rekabet olduğu ve hayatta birçok kez karşılarına çıkacağının üzerinde duruldu. Sonuçlar açıklandı. Kazananlar teşekkür konuşması yaptı. Arkadaşları başkanları kutladı. Hilal Peker Bu süreci bir de 1-A Sınıfı Başkanı Berkay Yılmaz’ın annesi ve babası Canan ve Bülent Yılmaz’ın ağzından dinleyelim: Daha dün gibi ilk yaşını kutladığımız gün, sonra artık koşuyor, konuşuyor derken anaokulundan da mezun olduk, düştük okul yollarına. Her gün Çekmeköy’den Moda’ya gelmek en güzel bu ifade ile anlatılıyor. Berkay okulunu, öğretmenlerini, arkadaşlarını, ağabeylerini, ablalarını o kadar çok seviyor ki okul mahalle bakkalından daha yakın geliyor ona. Okulun en küçükleri onlar, tam 8 tane tatlı minik. Herkes üzerlerine titriyor tabi, gerçi onlar büyüdük havalarında, anaokulunda küçüktüler, 1 yaş sonra kocaman oldular, bu kadar kolay büyümek yani. Büyümek demek sorumluluk almak demek, ilk sorumluluk da omuzlarımızda artık, bir heyecanlıyız ki
sormayın, kolay mı sınıf başkanı olmak? Devlet başkanlığı, belediye başkanlığı, kulüp başkanlığı kolay işler, asıl zor olan sınıf başkanlığı. Babaanneye böyle aktarılıyor: “Babaanneciğim ben bugün sınıf başkanı seçildim; ama şımarmayacağım, arkadaşlarımı ezmeyeceğim, herkese iyi davranacağım. Öğretmen gelene kadar onlara kitap okuttururum (okuma çalışırız demek herhalde bu) ama sessiz olurlarsa oyun da oynayabilirler, konuşmak için parmak kaldırana sırayla söz vereceğim, arkadaşlarımın sorunlarını da çözeceğim, arkadaşlarımı çok seviyorum, bana oy verdiler, buna göre davranacağım.”
Babaanne: “İnşallah başbakan, cumhurbaşkanı da olur benim evladım.” peşinden nasihatlar da gelince yüz kızarık şekilde “ya babaanne ya” tepkisi tabi.
Aslında heyecan seçim öncesinde başladı. Sınıfa başkan seçilecekmiş, seçilecek kişi de düzgün davranan, düzgün duran birisi olacakmış, inşallah Berkay seçilirmiş. Seçim konuşmasına da yansıdı bu heyecan. Okulda arkadaşlarına beni seçin konuşmasını bitirirken “Sizi çok seviyorum, oylarınızı bekliyorum!” sloganını kullanmış, bu kısım anlatmayı en çok sevdiği kısım Berkay’ın, seçimi bu sözlerle kazandığı fikrinde, sevgisi karşılıklıymış demekmiş bu aynı zamanda. Tabi kontrol de arttı, sınıf başkanı yaramaz olmamalı, bu söylem de var; ama okulda neler oluyor orasını karıştırmamak lazım.
Kardeş: “Ebi nay nay nay” henüz konuşamıyor Derin; ama Berkay’ın mutlu olduğunu anlıyor, seviniyor; ancak bu kadar anlatabiliyor.
atih Kanberoğlu tecrübelerini ve birikimini daha büyük bir kitleyle paylaşabilmek için Nokta Dergisi’nin teklifini kabul ederek 1 Mayıs 2005 ile 4 Haziran 2005 tarihleri arasında bu dergiye üç adet makale yazmıştır. Mayıs 2005’te derginin 1139. sayısında çıkan yazısında sınav maratonunun sonuna yaklaşan öğrencilere ve onların velilerine seslenerek son bir buçuk ayda neler yapılması gerektiğine dair öneri ve hatırlatmalarda bulunmuştur. Modafen Ailesinin pek çok üyesini yakından ilgilendiren bu süreçle ilgili Fatih Ağabey’in sözlerini gelecek sınavlar için sizlerle paylaşmak istedik:
Sınıf başkanı seçildiği gün evdeki herkese ilk sözü büyük bir gururla ve yüksek sesle, “Ben sınıf başkanı oldum.” oldu Berkay’ın. Aldığı tepkiler:
Başlığa takılıp bu yazıyı okumaya başladığınıza göre sizin veya yakınınızın önümüzdeki yıl lise veya üniversite giriş sınavlarıyla ilgili bir hazırlığınız vardır. Bu sınavlar her yıl 2 milyonun üzerinde öğrencinin hayatının akışını değiştiriyor. Bir o kadar öğrenci de bir sonraki yıl bu sınavlardan biriyle boğuşacağını biliyor. En önemlisi, bu sınavlara sadece öğrenciler değil aileleri de hazırlanıyor. Kafalardaki en büyük sorular sınavların en az badire ve en yüksek başarıyla nasıl atlatılabileceği ile ilgili. Sürekli sorgulanan sınav sisteminde Türkiye derecesi yaparak Boğaziçi Üniversitesi Endüstri Mühendisliği Bölümü’nü kazanan Fatih Kanberoğlu yıllardır bu sorularla, sorunlar yaşayan öğrenci ve ailelerine sınav uzmanlığı yaparak yardımcı oluyor. Sahip olduğu bilgi birikimine Türkiye’de her yıl derece yapan öğrencilerin ortak özelliklerini inceleyerek yarattığı sistematiği ve kendi geliştirdiği sınav stratejilerini ekleyen Kanberoğlu, bunları kendi öğrencilerine de aktararak onların da iyi dereceler yapmalarını sağlıyor. İşte, bu sınav maratonunda, Fatih Kanberoğlu’nun öğrenci ve velilere dönük uyarıları.
Dede: “Aferin Berkay, bu önemli bir sorumluluk, çok dikkatli olman lazım.” ve temkinli olma gerekliliği içeren ifadeler geldi dededen. Anne: “Aferin benim kuzucuğuma.” sonra sarılma öpme, duygusal yaklaşım, anne-oğul’un arasına girilmez. Baba: “Aferin Berkaycığım, iyi bir ödülü hak ettin, hafta sonu kutlayalım bunu.” ödülü de kaptık tam oldu şimdi.
Tabi aynı gün kuzenlere de aktarıldı seçim sonuçları ve sınıf başkanlığı, tebriklerimiz çoğaldıkça çoğaldı. Gururluyuz, mutluyuz, yaşasın okulumuz! Canan ve Bülent Yılmaz 1-A Sınıfı Başkanı Berkay Yılmaz’ın annesi ve babası
Öğrenciler Soruyor: Sınava yeterince hazır mıyım? Sınav hazırlığının son bir buçuk ayına girildiğinde iyi öğrencilerin sınava dahil olan konuların çoğunu bitirmiş ve bu konuların genel tekrarına başlamış olmaları gerekir. Fakat bu genel tekrar bilinçsizce ve öylesine yapılmamalıdır, zamanın kişinin en güçlü ve değerli silah olduğu unutulmamalıdır. Öğrenilmiş ve iyice özümsenmiş konularla zaman kaybetmek yerine, öğrenci eksiklerini tespit etmeli ve bunların üzerine gitmelidir. Eksiklerin tespiti için en değerli kaynağı bugüne kadar girdiği deneme sınavlarıdır. Deneme sınavlarında yapılmamış ve yanlış yapılmış sorular, soru tipleri taranmalı, buna göre eksik ve zayıf konular belirlenmeli, çalışmalar bu soruların işaret ettiği konular etrafında yoğunlaşmalıdır. Öğrenci zaten bildiği soruları yaparak kendini tatmin etme tuzağına düşmemeli; kendi durumunu, yapabildiği değil yapamadığı sorularla ölçmelidir. Bunun yanı sıra, öğrenci iyi bildiği konuların problemli soru tiplerini de sürekli tekrar etmelidir. Moralini bozmamalı, “eksiklerimi kapatmalıyım” düşüncesiyle motivasyonunu arttırmalı, sürekli tekrarla zayıf olduğu konuların üzerine eğilerek güçsüz yanlarını güçlendirmelidir. “Yapamıyorum, olmayacak, yetiştiremeyeceğim...” diye düşünmek yerine harekete geçmeli, eksiklerin kapatılmasını sağlayacak doğru bir çalışma planı oluşturmalı ve bu plana her ne olursa olsun sadık kalmalıdır. Sınav maratonunun atlatılması gereken bir zorluğu deneme sınavlarının sonuçlarının öğrencide doğurabileceği umutsuzluk duygusu ise, diğer bir zorluğu da “Evet, artık hazırım.” rehavetidir. Sınavlardaki yanlış ve boşları o günkü ruh haline ve sınavın zorluk derecesine dayandıran öğrenci, sınavla kurduğu “motivasyon bağlarını” koparır.
Kopan bu bağları fark etmeyen veya fark etse de önemsemeyen öğrenci hayatın sunduğu diğer bağlara yönelir: Sosyal hayata… Zaten konuları bitirmemiştir, hataları ya dikkatsizliktendir ya da işlem hatasıdır. Bu hataların sürekli tekrarla düzeltilmesi gerekirken, öğrenci sınava ve kendi durumuna olan ilgisini kaybettiği için boşverir, televizyonu açar, şöyle bir maillerini kontrol etmek için bilgisayarın başına “birkaç saatcikliğine” geçer, yahut arkadaşlarıyla bütün gün “biraz” hava almaya çıkar. Oysa yapması gereken bugüne dek uygulanan sınav programını yeniden düzenlenmesi, konu çalışmak yerine hatalı ve boş soruları tekrarlama esasına dayanan yeni bir plan oluşturması ve uygulamasıdır. ÖSS sadece birkaç saat süren bir sınav değildir. Sınava hazır olmak da sadece konuları bitirmek değildir. Uygulanan sistematiğin devamı, öğrencinin durumu hakkında rahatlık veya panik bir kenara koyularak yapılacak değerlendirmeler, “Hazır mıyım?” sorusunun dürüst cevabı ve bu cevabın irdelenmesi son derece önemlidir. Unutmayın, ÖSS hayatınızın milatlarından biridir ve sınav hazırlığındaki son bir buçuk aya dair ilerde hatırlamanız gereken tek şey: “Sadece sınava hazırlandım.” olmalıdır.
Aileler soruyor: Çocuğum sınava yeterince hazır mı? Öğrenciler sınava tek başlarına girmezler. Bu maraton boyunca ailelerini, onlara gösterdikleri ilgi, ilgisizlik, korku, panik ve güvenle yanlarında hissederler. Yani sınav hazırlığını aslında bir masaya benzetilebilir, onu dengede tutan ayakları da bu hazırlığın çeşitli öğeleridir. Peki nedir bunlar?
Öncelik öğrencinin kendisindedir. Tabi bunun yanında ailesi, öğretmenleri, dershaneler, özel öğretmenler de masanın dengede durmasını sağlayan önemli etkenlerdir. Bunlardan bir tanesi eksik olduğu zaman denge bozulur. Çocuğunuzla ilgilenin! Fakat ilgi, tüm yetkiyi öğrenciye bırakarak, onun sadece deneme sınavlarından aldığı puanların kontrol edilmesi değildir. Bu puanların diğer çocukların puanlarıyla kıyaslanarak çocuğun durumunun belirlenmesi ise hiç değildir. Öncelikle veli çocuğun başarı grafiğini doğru analiz etmeli, puanlarından çok öğrencinin sıralamasındaki yükseliş ve inişlerine yoğunlaşmalıdır.Yükselişlere “evet oluyor, en iyi olacak” diye yaklaşmak, çocuğun motivasyonunu bozmamak gerekir. İnişleri ise kavga veya kızgınlıkla ile karşılamamak, “olamazsa seni yurtdışında okuturuz” diyerek öğrenciyi çalışmaktan vazgeçirebilecek yorumlar yapmak yerine objektif değerlendirmeler yapılmalıdır. Çocuğun eksikleri ve ihtiyaçları tespit edilmeli konuya panik veya telaş ile değil “çözümlenmesi gereken sorunlar var” diyerek yaklaşmalı ve çocuk onu başarıya götürecek yollara yönlendirilmelidir.
Fatih Kanberoğlu’ndan Sınav Öncesi Hatırlatmalar ve Öneriler
A Tipi Başarı Öyküsü Harun Arman
Sınava hazırlık programının uygulanmasında belki de en önemli kontrol mekanizmalarından biri de ailedir. Aile desteği çocuğun kendine güvenini ve inancını desteklerken, yanlışlarını da görüp göstermeli, gereken yerlerde gereken önlemlerin de alınmasını sağlamalıdır. Durum tespiti için çocuğun bütün hayatı gözlenmeli, eksik ve hataların üzerine azimle gidilmelidir. Öğrencinin sosyal hayatına ve çalışmalarına doğru zamanda doğru müdahaleler yapılmalıdır. Deneme sınavlarında alınan puanlarının ÖSS gerçeğinin sadece bir parçası olduğunu unutulmamalı, öğrencinin çalışma temposunun niceliği, niteliği ve devamlılığı sürekli gözlenmeli ve bu konuda kararlılık gösterilmelidir. Bu devamlılığı bozacak her şeyden kaçınmalı ve özellikle maratonun son bir buçuk ayında süregelen motivasyonu bozabilecek her şeyden öğrenci uzak tutulmalıdır.
0
6
7
24
25
MODAFEN İLETİŞİM
20 0 YAZ
MODAFEN İLETİŞİM
20 0 YAZ
MODAFEN İLETİŞİM
20 0 YAZ
Bilgi Denizine Yelken Açtık www.modafen.com.tr ile Modafen dünyaya kapılarını açtı
Sahibi ve Sorumlu Yazı İşleri Müdürü Fatih Kanberoğlu
Bade Ceyda Kırali-Kanberoğlu
Sınıf Başkanlığı Seçimiyle Demokrasiye İlk Adım “Sınıftaki tüm öğrenciler başkan olmak istiyordu, işin içinden nasıl çıkılacaktı?”
Fatih Kanberoğlu’ndan Sınav Öncesi Hatırlatmalar ve Öneriler Sınava bir buçuk ay kala ne yapmalı?
Editör Yardımcıları
Yönetim Yeri
Yayım Hazırlığı
Nazlı İnal Aslı Anak Zeliha Süt
Özel Modafen İlköğretim Okulu Caferağa Mah. Moda Cad. Cem Sk. No:19 Moda - Kadıköy / İSTANBUL
Asimetrik ve Paralel Göksu Mah. Akkavak Cad. Oya Çiçeği Sok. B158b Anadoluhisarı Beykoz / İSTANBUL Tel: (0216) 465 64 44 (Pbx) Faks: (0216) 465 64 45 info@asimetrikparalel.com www.asimetrikparalel.com
Editör Fotoğraf Nazlı İnal
2
Çocukluğumda İstanbul’u Tarabya’sıyla, Yıldız’daki dut ağaçlarıyla, Emirgan Korusu’yla, sarayları ile tanıyordum. Büyüdükçe bir de baktım uçsuz bucaksız bir şehir… Anadolu Hisarı, Anadolu Kavağı, Salacak, Adalar… Peki ya Moda? Siz hiç baharda Moda’ya gittiniz mi? Ama yanınızda sevgilinizle. El ele erguvan ağaçlarının yerlere de birazı dökülmüş pembe çiçekli dallarının altında yürüdünüz mü?
ma evlerin bulunduğu sokaklar… Kulağınızda da nerede çaldığını bilmediğiniz “Türk Musikisi” ezgileriyle… Kaçımız sevdiklerimizle birlikte Boğaz’daki salaş bir kahveye, elimizde daha o an aldığımız, kavrulmuş susam kokan çıtır çıtır simitlerle gitmedik? Yine ılık bir bahar gününde Adalar’a gitmek için bindiğimiz vapurun güvertesinden çığlık çığlığa bağıran beyaz martılara simit parçaları atmadık mı?
Zeren Liman: Aklıma o güzel büyüleyici görüntüsü geliyor, ona bir kez daha hayran oluyorum.
Katalunya’nın Başkenti: Bir Modern Sanat Rüyası
MODAFEN İLETİŞİM
Öğrenci ve Veli gözüyle İstanbul A
sya ve Avrupa kıtalarının ikisinin birden üzerinde yer alan şehir… İçinden deniz geçen kaç şehir daha var ki? Denizin iki yakasında insanı büyüleyen bir doğa… Doğanın kucağında her dönemde dünyayı etkilemiş, eski uygarlıklardan izler… İstanbul; çocukluğum, gençliğim, hayatım… Geçmişteki günlerim, gelecekteki umutlarım… Ana kucağında ilk huzurum, okula ilk başlayışım, ilk kurduğum candan dostluk, sonra ilk küsüşüm, ilk aşkım, bebeğimi ilk kucağıma alışım, mesleğe ilk adım atışım…
Ya Boğaz’ın iki kıyısındaki mahallelerin içinde amaçsızca dolaşmak… Belki küçücük, belki büyücek ama muhakkak bir bahçesi olan, kimi bakımlı, kimi bir harabe, Osmanlı’dan kal-
Okulumuzun sarı civcivi Zeynep Ece: “Ağabeyim bu okulda öğrenci.Annem ve babam okulu iyi tanıyorlar. Ben de bu yüzden Modafen’e geldim. Başlarda çok korkmuştum; ama şimdi gerçekten çok mutluyum.” diyerek Modafenli olma hikayelerinin nasıl başladığını bizlere anlattılar.
Ahmet Mert: “Ben Fatih Ağabey’in akrabasıyım. Annem Fatih Ağabey’inin okuluna gideceksin dediğinde sevinmiştim. Şimdi
Kristof Kolomb, Cenovalı denizci ve kaşiftir. 1492’de Atlantik Okyanusu’nu aşarak Kuzey Amerika’ya ulaşmıştır. İskandinav Vikinglerinin yüzlerce yıl önce Amerika’ya ulaşmış olduğu tarihsel belgelerle kanıtlanmış olmasına rağmen, Kristof Kolumb Amerika’nın kaşifi olarak değerlendirilir. 1492’den önceki dönem Kolomb öncesi olarak bilinir. Gelişen devletler, yeni ticaret yolları ve koloniler arıyorlardı. İngiltere, İzlanda ve Grönland gibi birkaç deniz yolculuğu deneyiminden sonra harita çizimine çok meraklı olan Kolomb, batıya giderek Hindistan’a ulaşabileceğine kendini inandırdı ve destek aramaya koyuldu. Uzun başvurulardan sonra desteği, İspanya Kraliçesi Isabella’dan alabildi. Kraliçe Kolomb’a yardım edeceğini bildirerek ona amiral ünvanı, gemiler ve para verdi.
Şehir dışı veya yurt dışı gezilerinden İstanbul’a döndüğümde fark ediyorum ki…
40
Karate sporu hakkında sizi biraz bilgilendirmek isterim. Karate-do Japonca kara: boş, te: el, do: yol, sanat kelimelerinden oluşmakta, yalın elin yolu/sanatı anlamına gelmektedir. Karate, kişinin kendini; bedensel ve zihinsel olarak eğitmesi ilkesi üzerine kurulu, eğitim sistemi sayesinde insanı şiddetten uzaklaştıran, barışçıl duygular beslemesini sağlayan bir disiplindir. Hareket tekrarları yardımıyla reflekslerin gelişmesi ve dengenin korunması sağlanır. Karate-Do’yu farklı kılan ‘Do’ yani felsefesidir. Karate sporu nezaket, saygı ve disiplin üzerine kuruludur ve antrenmanlar Türk bayrağına yapılan selamla başlayıp, selamla bitirilir. Çalışmalarda önemli olan sağlıklı bir vücuda sahip, disiplinli, saygılı, bayrak ve vatan sevgisini kalbinde taşıyan nesiller yetiştirmektir.
Modafen’de Karate A
Ben ve arkadaşlarım Modafen’de çok iyi günler geçirdik. Her türlü başarıya sahip olduk, sınavsa sınav, sporsa spor. Fatih Ağabey sağ olsun, bize gerçek anlamda her konuda başarılı olunabileceğini öğretti. Gün geldi geceler boyu çalıştık, evinde misafir etti bizi. Gün geldi pikniğe gittik. Çok farklı bir ortam var tabi ki orada. Ağabey-kardeş ilişkisiyle geçen koskocaman bir sene. Ben Modafen’e gelmeden önce pek de ders çalışmaya istekli bir öğrenci değildim. 7. Sınıfa son derece ilgisiz bir öğrenci
ydın ilinin Söke ilçesinde 1983 yılında doğdum.Ailem halen Söke-Kuşadası’nda yaşamaya devam ediyor. İlk, orta ve lise eğitimimi Söke’de tamamladıktan sonra 2002 yılında devletin milli sporcular için verdiği millilik kontenjanından yararlanarak, Marmara Üniversitesi, Beden Eğitimi ve Spor Yüksekokulu, Beden Eğitimi Öğretmenliği Bölümü’ne yerleştirildim. Lisans eğitimim sırasında, lisede aldığım eğitimin de etkisiyle spor sağlık derslerine olan ilgim daha fazlaydı. Lisans eğitimimi 2006 yılında tamamlamanın hemen ardından, İzmir Dokuz Eylül Üniversitesi Tıp Fakültesi Spor Fizyolojisi Bilim dalında Yüksek lisans programına başladım.Yüksek lisans eğitimim sırasında fizyoloji laboratuarında çalışarak sporcular üzerinde fiziksel-fizyolojik performans test ve ölçüm uygulamalarında bulundum. 2008 yılında Yüksek lisans eğitimimin ardından Marmara Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Enstitüsü, Spor Sağlık Anabilim dalında doktora eğitimime başladım ve halen doktora eğitimime tez aşamasında olmak üzere devam etmekteyim. Temmuz ayında Estonya, Tartu Üniversitesi’nde halen devam etmekte olan uluslararası bir projeye katıldım ve aralık ayı başında İstanbul’a geri döndüm. Orada özel bir laboratuar olan iklimlendirme laboratuarında çalışma fırsatım oldu. Bu laboratuarda istenilen çevre şartları sağlanarak sporcular üzerinde performans test ve ölçümleri yapılabilmektedir. 1,5 sene içinde doktora eğitimimi bitirmeyi planlıyorum.
8. Sınıflarla İstanbul
Hayatımı değiştiren yıl ve kahramanı Fatih Ağabey
B
en Burakcan Beno, sizlerle naçizane hikâyemi paylaşmak, size o yılları anlatmak istiyorum. Fatih Ağabey ile 2005 yılında tanışana kadar Modafen hakkında çok fazla fikir sahibi değildim; ama tanıştığımız ilk gün hayatımın değişebileceğini anlamıştım.
M
adrid, Liverpool, Selanik, Dublin,Amsterdam ve İstanbul. Bu şehirlerin tek ortak noktası harika bir deniz manzarasına sahip olmaları değil. Bu şehirlerin hepsi Avrupa’ya kültür başkentliği yaptılar.
olarak devam ederken Modafen bana, ders çalışmayı sevmeyi ve nasıl ders çalışılacağını öğretti. Sene başında bana lise sınavında ilk 1000’e gireceksin deselerdi çok gülerdim. Ama bunun da olabileceğini Modafen sayesinde anladım.
2010 yılı boyunca Almanya’nın Essen ve Macaristan’ın Pecs kentleri ile birlikte Avrupa’nın Kültür Başkenti olacak olan İstanbul, tarihi ve çok kültürlü dokusuyla diğer şehirlerden ayrılıyor. İstanbul’un neden kültür başkenti seçildiğini, diğer şehirlerden farkını tarihçiler, mimarlar, sosyologlar, devlet adamları ve sanatçılar uzun uzadıya açıkladılar. Şehrin yapısı, dokusu, kültürü, mimarisi ve ulaşımı tartışıldı. Gazete ve televizyonda sayısız haber hazırlandı; ancak İstanbul’da doğan, İstanbul’da yaşayan insanlara görüşleri pek sorulmadı. Biz alışılanın dışına çıktık; İstanbul’da doğan, bu şehirde okuyan, bu şehrin sokaklarında top oynayan ve belki bir gün İstanbul’un yönetiminde söz sahibi olacak öğrencilerimizle İstanbul’un Avrupa Kültür Başkenti olmasını değerlendirdik.
Şu anda İstanbul Erkek Lisesi’nde okuyan bir öğrenci olarak üniversite sınavına hazırlığımı da bir aksilik olmazsa yine Modafen’de yapacağım. Çünkü ben Modafen’deki tüm öğretmenlerimin bana çok şey kattığının farkındayım. Yazımı bitirmeden önce söylemek istediğim birkaç konu var. Fatih Ağabey ile tanışmak ve Modafen’e başlamak benim için büyük bir şanstı. Çok mutlu anılar, sıkı dostluklar ve başarılarla ayrıldım. Bir daha dünyaya gelsem yine Modafen’e gelirdim herhalde.
18 Kasım 2009’da yaptığımız Taksim, Galata, Pierre Loti ve Balat gezisinden sonra öğrencilerimiz, 2010 Kültür Başkenti ile ilgili fikirlerini yazdılar.
Burakcan BENO
İsterseniz önce Deniz Alp Savaşkan ve Doruk Yiğit Erigüç’ten gezimizin nasıl geçtiğini öğrenelim:
Bir sonraki durak olan Pera Müzesi’nin yolunu tuttuk. Müzede Chagall adlı ünlü ressamın yaşam ve aşk temalarının işlendiği sergisini gezik. Chagall’ın birçok resmini yakından inceledik. Ressamın çok değişik bir tarzı vardı. Her şeyi sembollerle ifade etmesi açısından geçen sene Sakıp Sabancı Müzesi’nde eserlerini incelediğimiz Salvador Dali’yi anımsattı bize. Daha sonra kalıcı sergiler olan “Anadolu Ağırlık Ölçüleri”, “Oryantalist Resim” ve “Kütahya Çini ve Seramikleri” sergilerini gezdik ve müzeden ayrıldık.
“8-A sınıfı olarak yaptığımız gezide çok eğlendik, güzel anılarımız oldu. Size de anlatalım dedik. Buyurun başlıyoruz... Sabah kendi servislerimizle okula geldik. Herkes okula geldiğinde, bize ayrılan servise doluştuk. İlk durağımız İstiklal Caddesi idi. Taksim Meydanı’nda indikten sonra başladık yürümeye. Meydandaki Pietro Canonica tarafından bronz ve taş kullanılarak 2.5 yılda tamamlanmış Cumhuriyet Anıtı’nın önünde bir an durakladık. 84 ton ağırlığındaki bu anıtın 23 günde monte edilmiş olması heybetine bakıldığında o kadar da şaşırtıcı değildi. İstiklal Caddesi’nin biraz Batılı, biraz Doğulu havasını soluduktan sonra Çiçek Pasajı’na girdik. Orada fotoğraf çektirirken, bir adam az güldüğümüzü düşünmüş olmalı ki, hoplayıp zıplayarak bizi güldürdü. Oradan St. Antuan Katolik Kilisesi’ne gittik. O koca, demir kapıdan geçtik. Giulio Mongeri ve Eduardo de Nari tarafından tasarlanan bu gotik stildeki kilisenin avlusundan içeri girdik. Kilisede mum dikip, etrafı inceledikten sonra, oradan ayrıldık.
Eh, artık karnımız bir hayli acıkmıştı. Biz de bir kebapçıya gidelim dedik. Hep beraber yemek yedikten sonra Tibet’in doğum gününü kutladık. Daha sonra Karaköy İskelesi’ne doğru yol aldık.Yolumuzun üstündeki Galata Kulesi’nin merdivenlerinde çok güzel fotoğraflar çektirdik. Oradan sahile indik ve servisimize binerek Pierre Loti’nin aşağısındaki bir otoparka gittik ve teleferikle Pierre Loti tepesine çıktık. Pierre Loti çevresini turladık. O eşsiz manzaranın keyfini çıkardıktan sonra tekrar teleferiğe binerek servisimize döndük. Ardından, Sveti Stefan Kilisesi’ne gittik. Kilise’ye gittiğimizde Can Ağabey ve Taylan Ağabey bize kilisenin tarihi hakkında bilgi verdiler. Kilisenin demirden oluştuğunu öğrendiğimizde hepimiz çok
Modafen’de Karate
32
8. Sınıflarla İstanbul
26
şaşırdık. Aynı zamanda, kilisenin yapıldığı zemin doldurma olduğu için, kilisenin denize doğru kaydığını öğrendik. Bunun en büyük kanıtı ise kilisenin taş basamaklarının çatlamaya başlamış olmasıydı. Sonra yine servisimize binerek Fener Rum Patrikhanesi’ne gittik. Oraya gittiğimizde ilk önce Fener Rum Patrikhanesi’ni Fener Rum Lisesi’yle karıştırdık ama sonra Patrikhaneyi bulduk. Patrikhane’deki kiliseye girdik. Kilisenin içindeki çoğu yer altın kaplamalıydı. Bazı azizlerin tabutlarını gördük. Kiliseden çıktıktan sonra etrafı gezdik. Buradan ayrılıp arabalı vapurla karşıya geçtik ve okulumuzun yolunu tuttuk. Öğrencilerimiz yorumlarında İstanbul’un çok kültürlü yapısının altını çizdiler. Özden, “Kültür, bir topluluğun varlığının tümüdür. Eğer insanların dili, dini, gelenekleri, görenekleri ve düşünceleri bir bireyi oluşturuyorsa; bu bireylerden oluşan topluluğun da ana sebebi kültürdür” diyor. “Kiliselerin ve camilerin bir arada bulunması; farklı dilden,farklı düşünceden; farklı ırktan olan insanların bir arada bulunması, kültür çeşitliliğini gösteriyor.” diye ekliyor.
Spor ile tanışmam babamın beni 1989 yılında Söke’de bir Karate salonuna kayıt yaptırmasıyla oldu diyebilirim. Ailem ve yakın çevrem çok hareketli bir çocuk, geçirdiğimi ve televizyonda gördüğüm her karate filmi sonrasında kendimi
onlar gibi görüp, bağırıp çağırdığımı söylerler. Karateye başladığım 1989 yılından bu yana, hayatımın büyük bir bölümünde sporun yer aldığını söyleyebilirim. Spor hayatımda benim için en önemli günlerden biri olan ve belki de hayatımda en çok sevindiğim hiç unutamadığım bir günü sizlerle paylaşmak isterim. 1994 yılında ‘Benim için çok büyük, çok önemli, o dereceyi elde etsem bir daha bir şey istemem’ dediğim bir derece olan Ege Bölgesi Şampiyonu oldum. İnanın ki maçlarımın bir kısmını hala hatırlayabiliyorum. 2000 yılında Türkiye 3.lüğü ve 2001 yılında da almış olduğum Türkiye derecesi sonrasında Milli Takım seçmelerini kazanarak Ege Bölgesinden Karate Milli Takımı’na seçilen ilk Karateci olarak milli takımda yarışmaya başladım. O yıl içinde yapılan Balkan Karate Şampiyonası’nda da ilk Balkan Şampiyonluğunu elde ettim. Bunun ardından 2006 yılına kadar Türkiye şampiyonalarında her yıl olmak üzere, Balkan, Akdeniz Ülkeleri, Karadeniz Ülkeleri şampiyonalarında çeşitli dereceler elde ettim. Hayatımın büyük bölümünde karate sporu yer alsa da yüzme, sualtı dalış, fitness ve pilates gibi branşlarda eğitmenlik sertifikalarım bulunmaktadır. Marmara Üniversitesi’ndeki lisans eğitimimin 2. yılında iş hayatına ilk adımımı atarak Marmara Üniversitesi, Spor Kulübü’nde fitness eğitmenliğine başladım ve bunun ardından çeşitli sağlık-spor kulüplerinde ve otellerde fitness, yüzme, dalış eğitmenlikleri ve özel bir kolejde Beden Eğitimi Öğretmenliği yaptım. 2008 yılından itibaren İstanbul Üniversitesi, Beden Eğitimi ve Spor Yüksekokulu’nda Araştırma Görevlisi olarak çalışmaktayım.
Karate branşında kıdemin, tecrübenin göstergesi olarak dört ayda bir yapılan ve beyaz kuşaktan başlayıp sonrasında sarı, turuncu (kırmızı), yeşil, mavi, kahverengiyi takip ederek siyah kuşak ile sonlanan bir derecendirme vardır. Türkiye Karate Federasyonu’nca belli periyotlarda yapılan dan sınavları ile dan derecesi arttırılabilir. 1. Dan siyah kuşağa sahip bir sporcu 2. Dan sınavına katılabilmek için 2 sene, 3.Dan sınavına katılmak isteyen bir sporcu 3 sene beklemek zorundadır. Karate antrenmanları genel olarak üç kısımdan oluşur. Bunlar, Kihon, Kata ve Kumite’dir. Kihon; karatedeki temel tekniklerin parça parça çalışılması, Kata; sıraları önceden belirlenmiş çeşitli tekniklerin belirli bir sıra ile uygulandığı Karate’nin kuşaktan kuşağa aktarılması için oluşturulmuş alıştırmalardır. Kumite ise karşılıklı yapılan mücadele çalışmasıdır. Spor büyüme çağında çocuklar için hem bedensel sağlık ve fiziksel gelişme yönünden, hem de iyi bir kişilik oluşması, ruh sağlığı bakımından yararlı ve gereklidir. Karate sporu ile çocuğun fiziksel gelişiminin yanı sıra sosyal açıdan da gelişimi sağlanır. Çünkü karate antrenmanları sırasında çocuğun arkadaşları ile iletişim kurma becerisi artacak ve özgüven gelişimi artmış olacaktır. Uzmanlar davranış bozukluğu gösteren çocuk ve ergenlere gerek saldırgan davranışlarını uygun bir şekilde kontrol edebilmeleri, gerekse disiplin kazanmaları açısından karate gibi mücadele sporlarına katılmalarını önermektedirler. Kendi eğitim ve spor hayatımı da göz önüne aldığım zaman, küçük yaşlarda karate branşından almış olduğum disiplini, eğitim hayatım dahil olmak üzere hayatın her alanına aktarabilmeyi öğrendiğime inanıyorum. Modafen’deki karate derslerimiz ile de çocuklarımızın fiziksel ve zihinsel gelişimlerine yardımcı olup, kendilerini disipline edebilmelerini, bu disiplini yaşamlarının her alanına yayabilmelerini amaçlıyorum. Spor dolu, sağlıklı günler dilerim.. Osman ATEŞ
26
32
33
40
4
MODAFEN İLETİŞİM
MODAFEN İLETİŞİM
20 0 YAZ
MODAFEN İLETİŞİM
20 0 YAZ
8. Sınıflarla İstanbul
Modafen’de Karate Karate-do:Yalın elin sanatı
Öğrencilerimiz 2010 Kültür Başkenti ile ilgili fikirlerini yazdılar.
“Hayatımı değiştiren yıl ve kahramanı Fatih Ağabey.”
27
35
42
Centilmenlik Oyunu
A Tipi Başarı Öyküsü Burakcan Beno
Centilmenlik Oyunu
Peker Açıkalın’la Küçük Bir Söyleşi
Bir Portre: İlhan Obuz
Küçükken “Büyüdüğünde ne olmak istiyorsun?” sorusuna cevabınız ne olurdu? Öğretmen olmak hayalim hep vardı. Yazın arkadaşlarımı eve çağırıp ders anlatır, sınav yapardım ve karne verirdim. Peki matematik hayatınıza nasıl girdi? Öğretmen olmaya nasıl karar verdiniz? Öğrencilik yıllarımda profesyonel olarak futbol oynuyordum ve Elazığ’da popüler bir futbolcuydum. İlk olarak Güvenspor’da oynadım, daha sonra Elazığspor’a transfer
Peki neden matematik, matematik size ne ifade ediyor? Bana göre matematik doğru düşünme sanatıdır. Bu sebeple matematiği çok seviyor ve bu konuda uzmanlaşırsam başarılı olacağıma inanıyordum. Üniversite sınavında tıp için de yeterli puanı almıştım; ama tercihim net olarak matematikti.
Enver: Çok büyük bir izleyici kitlesine sahipsiniz. Bunu nasıl başardınız? Peker A.: Bunun arkasında 32 sene var. Yani çaba sarfetmek gerekiyor, yaptığınız işi sevmeniz gerekiyor ve ideallerini şu masalarda, sizin yaşlarınızda belirlemeniz gerekiyor. Boşa geçirecek vaktimiz yok. Dolayısıyla eğer görsel sanatla uğraşıyorsanız ya da bir kitleye hitab etmek istiyorsanız şimdiden çaba sarfetmeniz gerekiyor. Mesela Enver doktor olmak istiyorsa, şimdiden çalışması gerekiyor. Ben tiyatrocu olmak istiyorum, diyordum küçükken. Ailem şaşırıyordu. Ama ben liseyi bitirdikten sonra azmettim ve konservatuara girdim. Tiyatro bölümünü bitirdim. Masaları birleştirip çocuklara çocuk tiyatrosu yaptım. Şimdi 45 yaşındayım, ben 60’a, geldi-
Uzun yıllarınızı verdiğiniz öğretmenlik hayatınızda sizi en çok etkileyen olay neydi? Bizimle paylaşmak isteyeceğiniz ilginç bir anınız var mı? 37 yıl oldu öğretmeye başlayalı. Bu soruyu düşününce binlerce şey geçiyor aslında aklımdan. Ama beni en çok etkileyen bir
Erturgut Kardeşler - Bir Okulda Üç Kardeş
Özden ve Bülent 1996 yılında dünyaya gelmiş çift yumurta ikizleri, Eren ise onlardan 15 ay sonra hayata merhaba diyen küçük kardeşleri, ailenin en minik üyesi… Bülent ve Özden 2 yıldır okulumuzda eğitim görüyor. İki kardeş okullarını o kadar çok seviyorlar ki sonunda Eren de dayanamayıp Modafen İlköğretim Okulu’nun kapısını çalmaya karar vermiş. Şimdi 3 kardeş de Modafen’li… Sevgili Özden, Bülent ve Eren, 3 kardeş aynı okulda olmak nasıl bir duygu? Bülent: Çok güzel bir duygu aslında, aynı eğitim kurumunda olmamızın bir sürü avantajı oluyor. Karşılıklı yardımlaşabiliyoruz, bir eksiğim olduğunda Özden bana çok daha rahat yardımcı olabiliyor. Özden: Aslında bu karşılıklı bir yardımlaşma.... İkiz kardeşimle aynı sırayı paylaşmak bizi daha da yakınlaştırdı. İkimizin de gelişimine çok büyük faydası oluyor. Tabi ki arada sırada aramızda ufak anlaşmazlıklar da olabiliyor. Mesela sürekli yan yana olunca ikiz kardeşim beni kızdırabiliyor (gülerek). Eren: Ben çok mutluyum birlikte okumaktan. Özden ve Bülent bana derslerimde ve ödevlerimde yardımcı oluyorlar. Ama sabah akşam beraber olunca bazı sorunlar çıkıyor ister istemez, bu anlaşmazlıklar bazen annemlere kadar taşınabiliyor, o zaman çok hoşuma gitmiyor birlikte olmak fikri (gülümseyerek).
istediğini gösteren davranışlar yaptığında (gülümseyerek Bülent’e bakıyor)... Özden: Biz hep birbirimizin arkasında olmaya çalışırız. Eren ile çok yaş farkımız olmamasına rağmen, o benim küçük kardeşim olma avantajını kullanır bazen, benim de hoşuma gider bu durum. Mesela bir şeye ihtiyacı olduğunda veya benden bir şey isteyeceği zaman bana normalden çok daha iyi davranır, ablacığım, canım diye hitap eder, o zaman anlarım bir şeyin geleceğini (gülümseyerek). Bülent ise çok iyi bir kişiliğe sahip olmasına rağmen bazen benden büyükmüş gibi davranıp daha çok kendi istediği olsun isteyebiliyor, böyle davrandığı zamanlarda ona biraz kızıyorum. Bülent: Eren değişikliklere çok kolay adapte olabilen bir karaktere sahip. Hatta bazen politik olabiliyor diyebilirim (Eren de doğruluyor ve “e biraz” diyor gülümseyerek). Özden ise çok yardımsever ve çok iyi kalpli. Bülent ve Özden, sizler çift yumurta ikizlerisiniz bildiğimiz kadarıyla. Hangi yönlerden birbirinize benziyorsunuz veya hangi yönlerden birbirinizin zıttısınız? Bülent: Huy olarak hiç benzemiyoruz, anne ve babamız aynı sadece (gülümseyerek), bir de dış görünüş olarak benzetiyorum ikimizi. Özden: Ben Bülent’e göre biraz daha paylaşmayı severim sanırım ve biraz daha çalışkanım diyebilirim (gülerek). En sevdiğiniz ders nedir? Özden: İnklap Tarihi. Bülent: İnklap Tarihi.
Herbirinizden kardeşlerinizi 1-2 kelime ile tasvir etmenizi istesek birbiriniz için ne derdiniz? Eren: Özden son derece yardım sever ve hiç bencil olmayan bir kişiliğe sahip, anlamadığım konuları bana anlatır, ödevlerimde bana yardım eder, Bülent de çok iyi niyetli bir çocuk; ama bazen aramızda münakaşa çıkabiliyor, özellikle de evin reisi olmak
Eren, sen okulumuza 2 kardesinden daha sonra katıldın. Modafen ile tanışmanı bize anlatabilir misin? Modafen hakkında hem arkadaşlarımdan hem de ağabey ve ablamdan çok güzel şeyler duyuyordum. Modafen’in Türkiye’deki başarılarını, okuldaki öğretmenlere ağabey ve abla dediklerini duyuyordum sürekli evde. Tüm bunları duydukça Modafenli olabilmeyi çok istiyordum.
Peker A.: İnsan hayallerini gerçekleştirirken arkasında durduğu gibi yanında da durmalı. Sen 12 yaşındasın. Ben sana bir soru sorayım. Senin bir hayalin var mı Ece?
Bize satrancın tarihinden bahseder misiniz? Satrancın, en az 4000 yıl önce Mısır’da oynandığına dair bulgular piramitlerdeki kabartmalarla kanıtlanmıştır. Mısır Kraliçelerinden olan Nefertari’nin mezarının üzerindeki kabartma ise bunun en açık örneklerindendir. Zamanımızdaki belgelere göre bu oyun farklı yüzyıllarda ve farklı isimler altında Çin’de, Mezopotamya’da ve Anadolu’da oynanmaktaydı. Hatta bazı tarihçiler Truva Atı hikayesindeki kuşatma yapılırken Palamades’in bu oyunu bildiğini iddia etmektedirler, fakat bu oyunun o zamanki adı hakkında hiçbir yazılı belge yoktur.
Ece: Var. Peker A.: Ne olmak istiyorsun? Ece: Avukat olmak istiyorum. Peker A.: Neden olmasın... Hepiniz birer öğretmen, doktor olabilirsiniz, bakın Ece de avukat olmak istiyor. Şu anda 12 yaşında, “Avukat olmak istiyorum.” diyorsa, bir ağabeyi olarak derim ki: Arkasında durduğunuz gibi yanında da durun o ideallerin yani hayalleriniz için yapmanız gerekenleri araştırın, hedefe kilitlenin. Ben tiyatrocu olmak istiyorum dediğimde üniversiteyi beklemek zorundaydım; çünkü tiyatro eğiti-
Oyunun bugünkü adını alması, MS 3.-4. yüzyıllarda Hindistan’da oyuna “Çaturanga” denmesi ile başlar. Yani satranç ile ilgili ilk yazılı belgeler Hindistan’dan kalmadır. Daha sonra
Satranç tahtası, aslında hayatın 64 kareye sığdırılmış bir prova sahnesidir. Nasıl her günlük yaşantımızda hedeflerimize ulaşmak için planlar
kuruyor, stratejiler geliştiriyor, hayatımızın bileşenleri arasında eşgüdüm kurmaya çalışıyorsak, satranç tahtası üzerindeki uğraşımız da farklı değildir. Satranç zekayı geliştirir mi? Bu satrancın faydalarından sadece bir tanesi. Dünya şampiyonlarından Alekhine,“Ben satranç sayesinde kendimi eğittim.” diyor. Satrancın öğrencilerin eğitimi ve kişisel gelişimi üzerindeki etkisi oldukça büyük. Her şeyden önce satranç yüksek konsantrasyon gerektiren bir spor. Çoğu insan, çocukların böyle bir disipline ayak uyduramayacağını düşünür. Ne var ki çocuklar, oyun oynuyor olmanın yarattığı yüksek motivasyonla bu konsantrasyonu yetişkinlerden daha kolay biçimde sağlıyorlar. Konsantrasyon bir yeti haline geldikten sonra, başta dersler ve sınavlar olmak üzere, öğrenciler bunu hayatın her alanında kolayca uygulayabiliyorlar. Bunun yanında satrançtaki zaman kısıtlaması öğrencilere “kısa zamanda doğru kararı verme” becerisini kazandırıyor. Hayatları boyunca en çok ihtiyaç duyacakları bu beceriyi oyun oynayarak edinebilmeleri, onlar için eşsiz bir fırsat. Satrancı özel bir spor yapan nedir? Satrancın önemine dair biraz önce saydıklarımdan daha önemlisi, satrancın öğrencilere kazandıracağı dostluklar. Satrancı diğer sporlardan ayıran yanlarından en güzeli, çocukların rakipleriyle çok kolay
iletişim kurabilmesi ve bu iletişimin dostluğa dönüşmesi. Tahta başında maç kazanılır, kaybedilir. Asıl kazanılan, rakibin kendisidir. Satranç hakkında söyleyecek o kadar çok güzel sözüm var ki söyleyemediklerime haksızlık ediyormuşum gibi geliyor. Modafen eğitimin her alanında fark yaratmayı ilke edinmiş bir kurum. Sizce Modafen’deki satranç dersleriyle kazanılacak olan nedir? Tabii ki bu kurumdan şampiyon satranççılar çıksın isterim; ama önemli olan öğrencilere bir yandan satranç kültürünü tanıtırken, bir yandan da satrancın değerlerini hayatlarına taşıyabilmelerini sağlamak. Öğrenciler genellikle sorunları bulmaya bayılırlar. Ama fark yaratan öğrenci, sorunla beraber çözümü de bulandır. Modafen’deki satranç eğitiminin amacı, bu yapıda öğrenciler yetiştirmek. Son olarak eklemek istedikleriniz var mı? Finali, satrancın basit ve mütevazi dış görüntüsünün ardındaki zenginliği çok iyi anlatan bir satranç efsanesiyle yapalım: Satranç oyununu bulan Brahman, bu oyunu hükümdarına armağan eder. Hükümdar, oyunu öyle beğenir ki, Brahman’ı ödüllendirebilmek için ona ‘Dile benden ne dilersen!’ der. Brahman, sadece buğday tanesi istediğini söyler. Yalnız bir kuralı vardır: Verilecek buğday sayısı, satranç tahtasının 1. karesi için 1, 2.karesi için 2, 3. karesi için 4... şeklinde üstel biçimde artmaktadır. Hükümdar bu isteği çok mütevazi bulur ve hemen kabul eder. Fakat hesaplama tamamlandığında, hükümdar büyük bir şaşkınlığa uğrar ve bu dileği yerine getiremeyeceğini anlar. Çünkü, Brahman’ın istediği buğdayın verilebilmesi için, dünya yüzeyinin 64 katı büyüklüğünde bir alana buğday ekilmesi gerekmektedir.
35
42
43
20 0 YAZ
MODAFEN İLETİŞİM
20 0 YAZ
Peker Açıkalın’la Küçük Bir Söyleşi
Modafen Dershanesi sana nasıl yardımcı oluyordu? Okulumdaki derslerimi takip etmeme ve daha başarılı olabilmeme çok yardımcı oluyordu. Bunun yanında dershanedeki ortamı ve öğretmenlerimi çok seviyordum. Bu sebeple dershaneye gideceğim zamanı iple çekiyordum. Erenciğim peki şimdi aldığın eğitim ile ilgili neler düşünüyorsun? Bir kıyaslama yaparsam kesinlikle Modafen diyorum. Türkçe ve matematik derslerini burada çok daha iyi öğreniyorum. Öğretmenlerim burada bizlerle birebir ilgileniyorlar, Modafen çok daha samimi bir okul, Modafen’de biz bir aile gibiyiz. Bülent, senin Modafenli olma hikayen de çok ilgi çekici. Bunu da bizimle paylaşır mısın? Ben Modafen’e geçmeyi çok istiyordum, Modafen butik bir okul olduğu için bir sürü imkan var, ihtiyaçlarımıza ve eksikliklerimize göre dersler çok daha verimli işlenebiliyor. Ayrıca öğretmenler herkesle çok yakından ilgilenebiliyor. Modafen’de bizim iyiliğimiz için kararlar çok hızlı verilebiliyor, kalıplaşmış kurallar yok. Aynı zamanda Özden’le de aynı okulda olma fikri beni çok heyecanlandırdı; çünkü biliyordum ki Özden bana derslerimde çok yardım edecekti. Son olarak babaannemin Modafen’e çok yakın oturması da bütün bunların yanında bir artı daha. En sevdiğiniz aktiviteler neler? Eren: Cuma günleri Modafen’de yaptığımız spor etkinlikleri… En çok da futbol ve basketbol. Bülent: Eskiden ben ve Eren piyano çalıyorduk, Özden keman çalıyordu. Aynı zamanda üçümüz de yüzmeye gidiyorduk haftada 6 gün, daha sonra daha farklı şeylere zaman ayırabilmek için piyanoyu bıraktık. Tekrar başlamayı düşünüyor musunuz? Özden: SBS olduğu için bu sene değil, ama seneye evet. Bu sene çok çalışıyoruz, cuma günleri biraz dinlenebiliyoruz sadece. En sevdiğiniz yemek nedir peki çocuklar? Bülent: İçinde makarna olan herşeyi yerim. Ama annem hiç pişirmiyor, kilo almamı istemiyor (gülerek). Özden: Çok ayırt etmiyorum ben ama en çok enginar dolması ve babaannemin yaptığı ekşili köfteyi seviyorum. Eren: Domates çorbası ve makarna. Okuldaki yemekleri de çok seviyoruz, çok güzelleşti yemekler. Okul dışındaki vaktinizi nasıl geçiriyorsunuz? Ne tür spor veya sanat aktiviteleri ile ilgileniyorsunuz? Özden: Sinemaya gidiyorum, bazen alışveriş yapıyorum, bazen de arkadaşlarımla dolaşıyorum.
Bülent: Ben de sinemaya gidiyorum arkadaşlarımla oluyorum ama benim arkadaşlarımla Özden’inkiler aynı değil, farklı okullardan geldiğimiz için. Bazen de ailemle oluyorum. Eren: Sinemaya gidiyorum veya arkadaşlarımla program yapıyorum. Hafta sonları play-station oynuyorum, basketbol ve futbol oynuyorum. Hafta içi daha çok derslerimle ilgileniyorum.
Centilmenlik Oyunu “Satranç tahtası hayatın 64 kareye sığdırılmış bir prova sahnesidir.”
“İnsan hayallerini gerçekleştirirken arkasında durduğu gibi yanında da durmalı.”
Öğrenciler ile Röportaj
Öğrenciler İle Röportaj
E
“Satranç tahtası, aslında hayatın 64 kareye sığdırılmış bir prova sahnesidir.” diyen Yiğit Yazgı bize centilmenlik oyunu satrancın kısa tarihini anlattıktan sonra sorularımızı da yanıtladı.
İspanya’dan sonra, İtalya, Fransa, Almanya, Amerika Birleşik Devletleri ve Rusya’da satranç hızla yaygınlaştı. 15. yüzyılda İspanyol Lucena, 17. yüzyılda İspanyol El Greco, 18. yüzyılda Fransız Philidor’un satranç kitapları vardır. 19. yüzyıl sonlarında satrancın büyük yıldızları belirdi: Anderssen, Morphy, Rubinstein ve Steinitz. 1850’lerden başlayarak, güçlü oyuncuların katıldığı turnuvalar yapıldı. Sonunda, 1886’da o zamanın en kuvvetli iki satranç oyuncusu arasında, ilk dünya satranç şampiyonluk karşılaşması oynandı: Steinitz ve Zukertort. Steinitz bu maçı, 10 galibiyet, 5 beraberlik ve 5 yenilgi alarak kazandı. İlk resmi dünya satranç şampiyonu Wilhelm Steinitz’dir. Steinitz aynı zamanda, satrancı sistematik oynama kavramının da babasıdır. Steinitz’in teorisinin başlangıç noktası “Satrançta konumun özelliklerine uygun bir plan yaparak oynamak”tır. Konumun Özellikleri konusundaki görüş ve çalışmaları, modern satranç oyununun temelleri olmuştur.
20 0 YAZ
“Bana göre matematik doğru düşünme sanatıdır.”
rturgutlar’ın en genç kuşağı Modafen Ailesi’nde. Özden, Bülent ve Eren kardeşleri daha yakından tanımak için hoş bir sohbet eşliğinde biraraya geldik.
Ece: Hayallerinizin peşinden gitmişsiniz. Ancak bunu nasıl yaptınız, hayallerinizin peşinden yılmadan nasıl gittiniz?
satranç İran’a, onlardan Araplara, Endülüslüler sayesinde de İspanya üzerinden Avrupa’ya yayılmıştır. Arap ve Avrupa el yazması kitaplardan sonra, İspanyol Lucena’nın ilk basılı satranç kitabında (1497) satrancın o zamanki yeni kuralları açıklanmıştır. Türkiye Satranç Federasyonu’nun söylediğine göre satranç oyununun kuralları o günden bu güne kadar değişmeden gelmiştir.
27
Bir Portre: İlhan Obuz
30
ğim zaman sen benim karşıma 25 yaşında bir doktor olarak gelebilirsin. Hemen geriye dönelim. Ben 20 yaşında bir gecekondu bölgesinde çocuk tiyatrosu yaparken, orada beni izleyen çocuk şu anda 25-30 yaşında. Sokakta karşıma çıkıp diyor ki, “Peker öğretmenim, merhaba! Hatırlıyor musunuz, 25 yıl önce bizim mahallemize gelip tiyatro yapmıştınız?” O zaman ben gurur duyuyorum. O zamanın çocuğuna sarılıyorum, elimi öpmek istediği zaman da gururla öptürüyorum. Bakma saçımda beyaz yok, o genetik bir şey! İşte kitleye hitab etmek bu. Toplumla barışık olabilmek, kitlelere ulaşmak çok güzel bir şey!
Yurt dışı tecrübeleriniz olduğunu duyuyoruz. Nerelere gittiniz? Hangi ülkeleri gördünüz? Sizi en çok etkileyen nereler oldu? Eren: Yurt dışına Amerika, Fransa, Macaristan, Viyana ve Dubai’ye gittik. Tüm gitiğim yerler arasında en çok Dubai’yi sevdim sanırım. Özellikle oradaki otelleri çok beğendim. Kuzenlerimle birlikte gitmiştik ve çok güzel vakit geçirdik, yüzdük, gezdik ve çok eğlendik. En çok eğlendiğim yerler arasında Orlando’da ve Paris’te gittiğimiz Disneylandı sayabilirim.
38
İstanbul ve Orhan Veli Orhan Veli’nin Hayatı ve Eserleri 13 Nisan 1914’te Beykoz’da doğan Orhan Veli’nin babası, Cumhurbaşkanlığı Armoni Müzikası Şefliği yapmış olan Veli Kanık’tır. İlkokula Beşiktaş Akaretler İlkokulu’nda başladı. Sonra Galatasaray’da 4 yıl okudu. Ailesinin Ankara’ya taşınmasıyla Orhan Veli ilkokulu orada bitirdi. Ortaöğrenimini Ankara Lisesi’nde yaptı. Daha sonra İstanbul Üniversitesi Felsefe bölümünde iki yıl öğrenim gördü. Bitirmeden ayrılıp Galatasaray Lisesi’nde öğretmen yardımcılığı yaptı.1936-1942 yıllarında Ankara’da PTT Genel Müdürlüğü’nde görev aldı.Yedek subaylığını bitirdikten sonra görevlendirildiği Milli Eğitim Bakanlığı Tercüme Bürosu’nda iki yıl Fransızcadan klasik yapıtlar çevirdi. İşine son verilince yazılarının çoğunu kendisinin yazdığı Yaprak dergisini çıkardı.14 Kasım 1950’de İstanbul’da öldü.
Bülent: Benim en çok keyif aldığım Bulgaristan’daki kayak tatilimizdi. Özden: 5 yaşından beri kayak yapıyoruz. Bulgaristan’a gittiğimizde öğrendim kayak yapmayı.Yarışlarda bir kere Türkiye 10.’su oldum. Gezdiğim ülkeler arasında ise beni en çok Avusturya etkiledi. Ama hepsi güzeldi. Bir de Dubai’de çok eğlendim ben de.
Ölümünden sonra Bütün Şiirleri adı altında toplanan Orhan Veli Kanık’ın şiirleri, önceleri Garip,Vazgeçemediğim, Destan Gibi, Yenisi, Karşı adlarındaki kitaplarla yayımlanmıştı. Bunların dışında manzum olarak yazdığı La Fontaine Masalları, Nasrettin Hoca Hikayeleri vardır. Düzyazıları da önce Orhan Veli Nesir Yazıları (1953), Denize Doğru (1970), sonra Edebiyat Dünyamız adlı kitaplarda toplandı.
Bülent: Ben dil okuluna Nice’e gittim, çok güzeldi çok eğlendim. Fransızlar biraz snob oluyorlar ama.
Orhan Veli’nin Şiir Anlayışı
Peki Bülentciğim sen çok güzel Fransızca konuşuyormuşsun, bize Fransızca ne demek istersin?
Cumhuriyet dönemi şairi olan Orhan Veli, Türk şiirinde köklü bir değişimi başlatmıştır. Şiirde sanatlı söyleyişe karşı çıkmış, konuşma dilini şiire sokmuştur. Ölçü yerine dizeye bağımsızlık sağlamak, uyak gerekliliğinden sıyrılmak, şairane söyleyiş ve görüntülerden kurtulmak; düşlem dünyasının duvarlarından atlayarak gerçek ve günlük yaşama ya da yaşayanlar arasına girmek ve halktan her şeyi, insanı, konuyu, deyişleri şiire almak; yergi ve espriye yer vermek; özentili ve yapmacık olmamak, doğal, yalın ve içten olmak ve benzeri değerler Orhan Veli Kanık’ın Türk edebiyatına kazandırdığı başlıca yeniliklerdir.
Bülent: Bonjour (gülerek)! Bütün bu gördüklerinizden sonra İstanbul hakkında ne düşünüyorsunuz, yaşamak istediğiniz şehir neresi? Özden: İstanbul çok gelişmiş bir yer diye düşünüyorum ve burayı seviyorum; ama yurt dışındaki şehirleri gezince insanın dünya görüşü artıyor. Eren: Ben Paris’te yaşamak isterdim. Ama yemeklerini pek sevmiyorum, kötü kokuyorlar, orada da Türk yemekleri yapan bir yer bulup onu yerdim herhalde.
Orhan Veli’nin Şiirleri
Bülent: İstanbul da çok zengin bir kültüre sahip; ama ben Las Vegas ya da Paris’te yaşamak isterdim herhalde.
Orhan Veli’nin şiirleri birer oyundur. Kitabe-i Seng-i Mezar diye tumturaklı bir eda ile başladığı şiiri Süleyman Efendi’nin nasır derdi ile şöyle bitirir:
Çocuklar sohbetimizi sonlandırırken, Modafen İletişim okuyucularına söylemek istediginiz birşey var mı?
Kitabe-i Seng-i Mezar I Hiçbir şeyden çekmedi dünyada Nasırdan çektiği kadar Hatta çirkin yaratıldığından bile O kadar müteessir değildi Kundurası vurmadığı zamanlarda Anmazdı ama Allahın adını, Günahkar da sayılmazdı. Yazık oldu Süleyman Efendi’ye
Eren: SBS’de herkese başarılar! Özden: Modafen çok güzel bir okul. Bülent: Ben Modafen’i herkese tavsiye etmiyorum; çünkü bize kalsın istiyorum (gülerek) herkes gelmesin kalabalık olmasın biz bize kalalım.
Göklerde musiki ve şiirle alışveriş ederken birden rakı şisesinde balık olmak ister:
sanatı feda ederim. İnsanların refahı için söyleyeceğim üç beş sözün faydası olacaksa sanatımı bu fayda uğruna kullanabilirim. Fakat dikkat ediyorsunuz ya sanatımı diyorum. Çünkü sanatın ne olduğunu bilmeyen insanlar bu işin ne olduğunu yine anlayamayacaklardır.
Eskiler Alıyorum
Öğrencilerimizin Gözüyle İstanbul’u Dinliyorum Şiiri
Eskiler alıyorum Alıp yıldız yapıyorum Musiki ruhun gıdasıdır Musikiye bayılıyorum Şiir yazıyorum Şiir yazıp eskiler alıyorum Eskiler verip musikiler alıyorum
Orhan Veli, İstanbul’u nasıl görüyorsa öyle yazmış. İçinden gelenleri iyisiyle kötüsüyle söylemiş. Anlatımından İstanbul’u sevdiği anlaşılıyor. Sanki şiir ortaya çıkarmak için değil de hislerini ve gördüklerini kağıda dökmek için yazmış. Çünkü ne kafiyeli olması için ne de hece ölçüsünü tutturmak için uğraşmış. Özden ERTURGUT 8. Sınıf
Bir de rakı şişesinde balık olsam
İstanbul’u Dinliyorum şiiri insanı gülümsetiyor, yüzünü astırıyor, ağlatıyor… Aynı zamanda Orhan Veli’nin İstanbul’a olan büyük tutkusunu açığa çıkarıyor. Acaba Orhan Veli bu şiiri yazarken ne düşünmüştür, acaba neredeydi, ne yapıyordu, aklına ne geldi? Aslında bütün bu soruları sormamız bu şiiri nasıl yazdığına inanamamızdan bence. Bütün bu soruları sorduran şiir Orhan Veli’nin yazınsal kalitesi, şiirsel zekasını ve kaleminin ne kadar güçlü olduğunu gösteriyor. Bu şiirde tasvire, görselliğe ve işitmeye dikkat ediyor. Genel olarak İstanbul’u Dinliyorum şiirinde İstanbul’un tarihi ve eski semtlerinden, eski semtlerin güzelliklerinden bahsetmiştir. Ayrıca Orhan Veli şiiri yazarken ölçü, uyak gibi şekil özelliklerine de uymamıştır. Fevzi DOĞAN 8. Sınıf
Gökyüzünü maviye boyar, yırtılan denizleri diker, ceketi ile dertleşir, kedilerin gebeliğine üzülür. Ondan hep bir sürpriz beklemek zorundasınız. İftiharla: “Neler yapmadık bu vatan için,” diye başlar, arkasından “Kimimiz öldük /Kimimiz nutuk söyledik.” diyiverir. “Bedava yaşıyoruz bedava” diye bir sevinç çığlığı koparır ardından.
Sanatçılarımızın Gözüyle Orhan Veli Belki Orhan Veli tam anlamıyla bir devrim şairi olmamıştır; ama tam anlamıyla bir şiir devrimcisi olmuştur. Yalnızca bir şair olarak değil bir aydın olarak da hem kendini hem şiirimizi ileriye götürmüştür. Şiirimize yeni konular, sözcükler, görüşler, duyuşlar, biçimler getirmiştir. Erken ölmeseydi daha da getirecekti. Asım BEZİRCİ Yahya Kemal eski şiir dilini yıktı. Nazım Hikmet vezni yıktı; ama Yahya Kemal ile Nazım Hikmet şiirin dışı ile uğraştılar, içindeki zincirleri kıramadılar. Onların şiirlerini kendilerinden öncekiler de, açtıkları çığırları kabul etmeyenler de pek iyi anlayabiliyordu; çünkü onların şiirinin özü eski anlayışa göreydi, şiirin asıl alanı diye bellenmiş konulardan kurtulamamışlardı. Orhan Veli çok daha ileri adım attı, şiirin kendine öz bir dili, bir ölçüsü olmadığı gibi kendine öz konuları da olmayacağını gösterdi, ahengin şiirden kaldırılabileceğini gösterdi. Nurullah ATAÇ Her sanatkar gibi onun da bir dünya görüşü toplum meseleleri hakkında düşünceleri vardı. Ama bunları şiirinde canlandırmak endişesiyle hiçbir zaman bayağılığa düşmedi. Yaşar Nabi NAYIR
Kendi Sözleriyle Orhan Veli Bugünkü dünyanın içinde yaşayan bir adam olarak, dünyada kuru sanattan daha faydalı şeyler mevcut olduğunu biliyorum. Ama diğer taraftan yaradılışım beni sanatla uğraşmaya sevk ediyor. Ne cemiyet için beslediğim hayırlı niyetleri ne de
Orhan Veli bu şiiri yazarken İstanbul’u gerçekçi ve duru bir dille anlatmış. Serbest ölçü kullanmış. Kafiyeye pek yer vermemiş. Okuması kolay, herkesin anlayacağı dilde bir şiir yazmış. İstanbul’u iyisi ve kötüsü ile anlatmış. Güzelliklerinden bahsetmiş. Betimlemelere sıklıkla yer vermiş. Şiiri okuyunca olaylar ve mekân insanın gözünün önüne gelebiliyor, hayal edilebiliyor. İstanbul’un sakin ve hareketli taraflarından bahsetmiş. Ayrıca bu şiir Orhan Veli’nin İstanbul’u sevdiğini de anlatıyor. Bence çok güzel bir şiir. Elif AKMAN 8. Sınıf İyi kötü bakıyorum İstanbul’a uzaktan Sarı, kurumuş yapraklar süzülüyor ağaçtan Tam da zamanı şimdi Boğaz’da çay içmenin Akşam da günbatımını izlerken nargile tüttürmenin Ne zor gelir bana bu şehirden ayrılma düşüncesi Burası birçok uygarlığın vazgeçemediği kalesi Uzun bir mücadeleyle elde etik seni Lalelerle süsledik İstanbul’un her bir yerini
İstanbul’u Dinliyorum İstanbul’u dinliyorum, gözlerim kapalı; Önce hafiften bir rüzgâr esiyor; Yavaş yavaş sallanıyor Yapraklar, ağaçlarda; Uzaklarda, çok uzaklarda, Sucuların hiç durmayan çıngırakları İstanbul’u dinliyorum, gözlerim kapalı. İstanbul’u dinliyorum, gözlerim kapalı; Kuşlar geçiyor, derken; Yükseklerden, sürü sürü, çığlık çığlık. Ağlar çekiliyor dalyanlarda; Bir kadının suya değiyor ayakları; İstanbul’u dinliyorum, gözlerim kapalı. İstanbul’u dinliyorum, gözlerim kapalı; Serin serin Kapalı Çarşı; Cıvıl cıvıl Mahmutpaşa; Güvercin dolu avlular. Çekiç sesleri geliyor doklardan, Güzelim bahar rüzgârında ter kokuları; İstanbul’u dinliyorum, gözlerim kapalı.
44
2 word: Practicing English – U2
Bundan yıllar önce okulumuzun kurucusu Fatih Kanberoğlu’nun da matematik öğretmenliğini yapan okulumuzun en tecrübeli öğretmeni İlhan Obuz’a sorduk.
Satranç tahtası hayatın 64 kareye sığdırılmış bir prova sahnesidir “Satranç tahtasında başıma gelen bütün felaketler için, bütün rakiplerime minnettarım. Tahta başında hayata dair öğrendiklerimi, günlük koşuşturmacanın içerisinde fark edebilmemin imkanı yoktu.” diyor Yiğit Yazgı, Modafen Ailesi’ne yeni katılan satranç öğretmenimiz. Modafen’le yollarının kesişmesini, Modafen’in genç ve dinamik yapısına bağlıyor. Genç yaşına rağmen hem sporcu, hem de eğitmen olarak satranç geçmişine çok şey sığdırmış. Ulusal ve uluslarası turnuvalarda 50’den fazla derece almış, milli sporcu ünvanıyla Türkiye’yi Dünya Şampiyonası’nda temsil etmiş. 4 yıldır da Türkiye’nin en köklü satranç merkezlerinden olan Şah-Mat Satranç Merkezi’nde eğitmenlik yapmakta.
Peker A.: (Gülüyor) O da var! Bazı bölgelerimizde sizin yaşınızdaki öğrenciler, hem derslerini yapıyorlar, hem sobalarını yakıyorlar, hem anne babalarına yardım ediyorlar hem de karların içinde 5 km. yürüyüp okullarına gidiyorlar. Size verilen şartları elinizden geldiği kadar değerlendirin. Değerini bilin. Bu düşüncelerimi, bir sanatçı olarak sadece sizlerle paylaşmıyorum. Her haftasonu bir ile gidiyorum. Yarın Konya’ya gideceğim mesela. Sizler gibi gençlerle, sizin gibi çok değerli, çok akıllı, sanata meraklı ve ailesine çok saygılı bireylerle konuşup tartışıyoruz. Benim için sizlerle konuşmak çok değerli; çünkü siz, hepiniz pırıl pırılsınız!
oldum. Kariyerime bu şekilde devam ederek büyük şehirlerden birine gitmek istiyordum. Büyük dağın dumanı büyük olur düşüncesi ile, ben de ya Ankara ya da İstanbul demiştim kendime. Daha sonra lise sonda iken arkadaşlarımın hepsinin elinde bir kitapçık gördüm. Bu nedir diye sorduğumda bununla üniversiteye başvuruluyor dediler. Ben de tesadüfen elime geçen kitapçığı doldurdum ve en başa matematiği yazdım.Yani aslında ben tesadüf eseri üniversiteye girdim.
İstanbul ve Orhan Veli
Aydınlık yarınlara ulaşmak için matematiğin dilini öğretiyor İlhan Obuz çocuklarımıza.
Modafen İlköğretim öğrencileri bu sayıda, öğrencilerimizden Şeker Açıkalın’ın tiyatro oyuncusu babası Peker Açıkalın ile söyleşti... Peker Açıkalın: Farkında mısınız? Çok güzel bir okulunuz var! Şeker: Çok ödevimiz de var ama!
“Bana göre matematik doğru düşünme sanatıdır.”
“...bu yüce kitap yani evren... matematik diliyle yazılmıştır; onun harfleri de üçgenler, daireler ve diğer geometrik şekillerdir. İnsanoğlu bunları kavramadan ondan bir sözcük bile anlayamaz ve karanlık labirentlerinde dolaşmaya mahkum kalır.” demişti Galileo bundan yaklaşık dört yüz yıl kadar önce.
İstanbul’u dinliyorum, gözlerim kapalı; Başımda eski alemlerin sarhoşluğu Loş kayıkhaneleriyle bir yalı; Dinmiş lodosların uğultusu içinde İstanbul’u dinliyorum, gözlerim kapalı. İstanbul’u dinliyorum, gözlerim kapalı; Bir yosma geçiyor kaldırımdan; Küfürler, şarkılar, türküler, lâf atmalar. Bir şey düşüyor elinden yere; Bir gül olmalı; İstanbul’u dinliyorum, gözlerim kapalı.
2 word: Practicing English – U2
İstanbul’u dinliyorum, gözlerim kapalı; Bir kuş çırpınıyor eteklerinde; Alnın sıcak mı, değil mi, biliyorum; Dudakların ıslak mı, değil mi, biliyorum; Beyaz bir ay doğuyor, fıstıkların arkasından Kalbinin vuruşundan anlıyorum; İstanbul’u dinliyorum.
“The first thing I do in the morning is turn on my music as I get ready for school. Listening to music gives me energy and enthusiasm, and sometimes, I feel my mood change along with the music. I wait for my favorite track on my iPod, which is U2’s “Beautiful Day”. I feel like a rock star as I sing along with the chorus.” Serra Şenkal 6B When I heard that this issue of our magazine would be focusing on Istanbul, as the Culture Capitol of Europe 2010, I got very enthusiastic, because I saw this as an opportunity to talk about the big concert U2 will be giving in 2010 in Istanbul. I volunteered to be in charge of the English section so that I could talk a little bit about U2 and the opinions of the members of Modafen Community on the band.
Modafen İlköğretim 8A sınıfı öğrencilerimizden Özden, Fevzi, Elif, Tibet, Cem Yazan ve Derleyen Gamze Sönmez
Like many bands, U2 was formed before the band members had graduated, but it gives me goose bumps to think that they were only teenagers in secondary school with limited musical technique when it all started. I can’t wait to visit the amazing places in Dublin, Ireland where the band first took stage in 1976. The group consists of four people: Bono (vocals and rhythm guitar), The Edge (guitar, keyboards, and vocals), Adam Clayton (bass guitar), and Larry Mullen, Jr. (drums and percussion). Wouldn’t it be amazing to start a band like U2 with friends from Modafen? I remember when I was a kid in mid 1980s, U2 became famous all around the world for their unique style of music. They became famous as a band, which performed impressive live shows, and they soon started to fill concert arenas wherever they went. Their 1987 album The Joshua Tree, is
probably their best and most successful album. It became the fastest-selling album in British chart history, and was number one for nine weeks in the United States.The album’s first two singles, “With or Without You” and “I Still Haven’t Found What I’m Looking For”, quickly rose to number one in America, and are still popular and well-known today, more than twenty years after they were first recorded. U2 has recorded 12 albums so far, and has sold more than 145 million albums in countries all over the world. I’ve always loved watching music award shows like the Grammy Awards to see if my favorite band would win. U2 members have won many well-deserved awards throughout their music career. U2 inspires and fills me with admiration by the time and effort they spend on charitable organizations. U2 has al-
ways worked to raise money for charities to help people with disease and those living in poverty. In 1984, Bono and Adam Clayton took part in a project called Band Aid to raise money for people who were starving in Ethiopia. Band Aid was the name for a group of world-famous singers who came together to record songs to make people understand the problems in Africa, and at the same time raise money to help them. Bono was invited to take part in this, and since then he has worked very hard on many different projects to help people who are not as lucky as him. In July 1985, U2 played in a concert called Live Aid, a follow-up to Band Aid, which raised millions of more dollars to help African people. In late 2003, Bono and The Edge participated in the South Africa HIV/AIDS awareness concerts hosted by Nelson Mandela.
30
3
38
39
44
45
MODAFEN İLETİŞİM
20 0 YAZ
MODAFEN İLETİŞİM
20 0 YAZ
MODAFEN İLETİŞİM
20 0 YAZ
Öğrenciler İle Röportaj
İstanbul ve Orhan Veli
Erturgut kardeşler: Modafen’de üç kardeş
“Belki Orhan Veli tam anlamıyla bir devrim şairi olmamıştır; ama tam anlamıyla bir şiir devrimcisi olmuştur.”
Genel Yönetmen
Baskı ve Cilt
Baskı Tarihi
Pervin Altuntaş
Golden Print 100.Yıl Mahallesi Matbaacılar Sitesi 1. Cadde No: 88 Bağcılar/İstanbul Tel: (0212) 629 00 24/25
Temmuz 2010
Sayfa Tasarımı Turgay Kurt
2 word Practicing English U2 is in İstanbul
Tüm Hakları ÖZEL MODAFEN İLETİŞİM'e aittir. Tasarımı veya bir bölümü kopyalanamaz ve izinsiz kullanılamaz.
ISSN 1309-6389
3 2010 YAZ
Katalunya’nın Başkenti:
Bir Modern Sanat Rüyası M
odafen’in ilk yurt dışı gezisini hatırlayacaksınız. 2009 Yılı ocak ayında Belçika ve Hollanda’nın tarihi ve kültürel merkezlerini gezmiştik. Seyahat etmenin insanları yakınlaştırdığı yadsınamaz bir gerçek. Buna bir de değişik ülkelerin kültürlerini tecrübe etme ve bu kültürler içinde kendini daha derinden tanıma fırsatını da ekleyince okulca yabancı ülkelere seyahat etmenin eğitim açısından önemi aşikar olacaktır. Bütün bu sebeplerden dolayı Modafen yurt dışı gezilerimizi gelenekselleştirmek yolundaki 2. yurt dışı gezimizi geçtiğimiz nisan ayında düzenledik. Özel uçak ve 4 yıldızlı Hesperia Presidente Otel’inde konaklama şeklinde Nova Turizm’in katkıları ile Fransızca öğretmenimiz Zeliha Süt tarafından organize edilen gezimiz 01-05 Nisan 2010 tarihleri arasında; öğrencilerimiz, velilerimiz ve öğretmenlerimiz katılımı ile deneyimli rehberler eşliğinde gerçekleşti. Dilerseniz Barselona’yı, Fransızca Öğretmenimizin Zeliha Süt’ten dinleyelim: “Barselona İspanya’nın Katalunya özerk bölgesinin başkentidir. Gaudi’nin başını çektiği modernizm akımıyla planlanmış, 1900’lerden kalma ızgara planlı modern bölümü ile ilgi çeken bir şehirdir. Yaygın dil Katalancadır. Barselonalılar kendilerini önce Katalan olarak kabul eder, İspanya’yı bir ülke olarak değil de eyaletlerden oluşan bir
4 MODAFEN İLETİŞİM
birlik olarak görmeyi tercih ederler. Onlar size İspanya kurulmadan önce Katalunya’nın var olduğundan, kendi mutfaklarının, dillerinin, bayraklarının ve kültürlerinin farklı olduğundan söz edeceklerdir. Madrid’den daha kozmopolit, İspanya’dan daha Avrupai olduklarını ifade edeceklerdir. Gerçekten de Barselona’nın geçmişinin İspanya’dan daha eski olması ilginçtir. 9.Yüzyılda Katalan bir asilzade aile tarafından kurulmuştur. Kentin simgesi Sagrada Familia Kilisesi’nin yapımına 1882 yılında Mimar Villar başlamıştır. Bir yıl sonra Mimar Antoni Gaudi görevi devralmıştır. Gaudi’nin ömrü ancak kilisenin ön cephesi ve planlanan on sekiz kuleden sekizini tamamlamaya yettiği için Gotik tarzın örneği olan ünlü kilise hâlâ tamamlanamamıştır ve “Bitmeyen Kilise” olarak da binilir. Templo de la Sagrada Familia (Kutsal Aile Kilisesi) Katalan Hükümet Konağı’na bakan bulvarda yer alır ve Barselona’nın en tanınmış sembolüdür. Yapımına 1882 yılında, Villar tarafından Neo-Gotik üslüpta tasarlanarak başlanmış fakat Villar’ın gözden düşmesi üzerine 1883 yılında bu işle 31 yaşındaki Antoni Gaudi görevlendirilmiştir. Ölümüne kadar bu binanın yapına devam etmişse de Gaudi, Sagrade la Familia Kilisesi’nin sadece (Kripta, apsis duvarları bir giriş ve bir kule) ön cephesini yapabilmiştir. Yapının inşasına Gaudi’nin ölümünden sonra, günümüzde de devam edilmek-
Bu cadde Akdeniz’in en hareketli limanı olan Barcelona Limanı’na çıkar. Bu limana yılda 700.000’den fazla gemi uğradığı söylenir. Limana çıkan ana yollarından biri, ünlü kaşif Christopher Columbus’un heykeline gider.
Antoni Gaudi i Cornet, İspanya’da Art Nouveau (Yeni Sanat) akımının öncüsü ve Barselona’nın en ünlü mimari eserlerinin yaratıcısıdır. 25 Haziran 1852’de Katalunya’nın Reus kentinde doğmuştur. Bir bakır ustasının oğludur. 1869’da başladığı mimari eğitimi, askerlik hizmeti ve çeşitli nedenlerle uzayarak sekiz yıl sürmüştür. 1878’de eğitimini tamamladığı Barselona kenti, tüm sanatsal etkinliklerinin merkezi olmuş ve kişiliğinin gelişiminde büyük yer tutmuştur. İlk önemli eseri,Vicens ailesi için 1883-1888 tarihlerinde yaptığı Barselona’daki Casa Vicens adlı yazlık evdir. Daha sonra Eusebi Güell adlı sanayici ile güçlü bir ilişki kurarak bu aile için yaptığı eserlerle Barselona’da prestij edinmiştir. En ünlü eseri ise hayatını adadığı La Sagrada Familia kilisesidir. Gaudi 1883’de bu projeyi üzerine aldıktan sonra zamanının çoğunu bu esere ayırmış, 1908’de başka proje almayı tamamen bırakmış ve 1926’da ölümüne kadar sadece La Sagrada Familia ile uğraşmıştır. Gaudi, tüm mimari bilgisini karmaşık semboller sistemi ve inancın gizemlerine ilişkin görsel açıklamalarla birleştirerek bir 20. yüzyıl katedrali yaratmayı arzuluyordu. Sadece tüm enerjisini esere ayırmakla kalmamış, stüdyosunu da inşaata taşımıştı. 7 Temmuz 1926’da, 74 yaşında bir trafik kazası sonucu öldüğünde La Sagrada Familia’ya gömülmüştür. La Ramblas Caddesi, şehrin en popüler caddesidir. Kafeleri, müzeleri, alışveriş merkezleri, sokak müzisyenleri ve akrobatları ile çok hareketli bir caddedir.
Katalunya’nın Başkenti: Bir Modern Sanat Rüyası
tedir. Modernist üsluplu yapı, diğer aynı üsluplu yapılardan Barselona’nın kültür zenginliğinin de etkisi ile farklılıklar gösterir. Bu farklılığın sebebi, kentin Gotik, İslam, Rönesans, Romanesk ve Bizans üsluplarını bir arada taşıyor olmasıdır. Yapının Modernist üsluplu süslemesinde kullanılan cam ve tuğla (demir ve çelik de Modernist üslupta süslemede kullanılmaktadır) tamamen Gaudi tarafından tasarlanmış ve yerleştirilmiştir.
Christopher Columbus Heykeli Limanın hemen yanında yüzünü Akdeniz’e çevirmiş sizi beklemektedir. Kristof Kolomb, Cenovalı denizci ve kaşiftir. 1492’de Atlantik Okyanusu’nu aşarak Kuzey Amerika’ya ulaşmıştır. İskandinav Vikinglerinin yüzlerce yıl önce Amerika’ya ulaşmış olduğu tarihsel belgelerle kanıtlanmış olmasına rağmen, Kristof Kolumb Amerika’nın kaşifi olarak değerlendirilir. 1492’den önceki dönem Kolomb öncesi olarak bilinir. Gelişen devletler, yeni ticaret yolları ve koloniler arıyorlardı. İngiltere, İzlanda ve Grönland gibi birkaç deniz yolculuğu deneyiminden sonra harita çizimine çok meraklı olan Kolomb, batıya giderek Hindistan’a ulaşabileceğine kendini inandırdı ve destek aramaya koyuldu. Uzun başvurulardan sonra desteği, İspanya Kraliçesi Isabella’dan alabildi. Kraliçe Kolomb’a yardım edeceğini bildirerek ona amiral ünvanı, gemiler ve para verdi. Bundan dolayı, Kolomb bu yolculuğa İspanya bayrağı altında çıkmış, Amerika kıtasına ulaşmış; ancak keşfettiği yerin yeni bir kıta olduğunu anlayamadan ölmüştür. Yeni kıtaysa adını aynı dönemde yaşamış, 1497 ya da 1499’da Güney Amerika’ya ulaşmış olan Amerigo Vespucci adında bir İtalyandan almıştır. Yemekler konusunda Akdeniz mutfağına yakın olan Türkler Barselona’da yabancılık çekmeyecektir. İspanyolca’da tapas denilen atıştırmalıklar, zeytinyağı, peynir, patates, jambon, sosis, balık ve sebzelerle hazırlanır ve geleneksel bir mezedir. Barcelona’dan balık ve meşhur “poella”yı tatmadan gitmek de olmaz.
5 2010 YAZ
Katalunya’nın Başkenti: Bir Modern Sanat Rüyası
döndük. Hele de buluşma saatinde tüm ekip tam zamanında buluşunca dedim ki, anlaşılan sadece boyları ufak!… Akşam çocuklar Levent Ağabeyleri ile burger yemeye giderken, biz büyükler deniz ürünlerinin envai çeşidi ile meşhur paella’yı tatmaya gittik. Ertesi sabah erkenden şehir turumuz için otelden ayrıldık. İlk durağımız, İspanya’da Art Nouveau’nun (Yeni Akım) öncüsü Antoni Plàcid Guillem Gaudí i Cornet tarafından inşaa edilmiş Park Güell. Şehrin kuşbakışı muhteşem manzarasına sahip parkın geniş meydanının tüm çevresi, seramik mozaikler ile renklendirilmiş dalga dalga görünümlü taş banklar ile çevrili. Benim fotoğrafım şu renklerle olsun, bir de bu köşeden kubbeler gözüksün, bir de şehir manzarasıyla deniz de şöyle arkamda kalsın diye diye, fotoğraf bahane, kendimizi renklerin ve mimarinin eğlenceli büyüsüne kaptırıyoruz. Meydanın altındaki salondan geçerken, bir yandan muhteşem tavanı izliyor, bir yandan da sokak sanatçısının gitarının muhteşem akustiğin içindeki tınısına hayran kaldığımız için burayı terk etmemek istiyoruz.
Kent meydanında yer alan arena, Katalanlar ve turistler için ilgi çekici bir yerdir. Flamenko dansının izlenebileceği birçok gece klübü vardır. Aslında Barcelona daha çok bir eğlence şehridir; kentin her yanında eğlenebilecek yerler bulmak mümkündür. Birçok değişik yüzü olan şehir söz konusu olunca “Peki Modafen’in Barselona’sı hangisiydi? Modafenlilerin gözüyle Barselona nasıldı?” diye soruyor insan. Modafen ekibiyle seyahat eden ve aile ortamımıza hemen uyum sağlayan tur organizatörlerimizden İlkim Tuncay da geziyle ilgili duygu ve düşüncelerini bu sefer geziye katılamayan Modafen üyeleriyle de paylaşabilmek için dergimize bir yazı gönderdi: “Modafen’le bu seneki seyahatimiz mimarinin en güzel örnekleriyle süslü, dansın, sanatın, eşsiz yemeklerin şehri Barselona’ya idi. Bir turizmci, bir rehber herhangi bir yere yüzlerce kez seyahat edebilir. Ama bizim grubumuz gibi 36 yumurcakla yola çıkıp böyle güzel ve farklı bir deneyimi sanırım kolay kolay yaşayamaz. Grubumuza Modafen’in kurucusu Fatih Kanberoğlu ile bir çok öğretmenimiz ve hatta rehberlerimiz Levent ve Orhan eşlik ediyor olmalarına rağmen, itiraf etmeliyim ki ebeveynleri olmadan geziye çıkmış bunca genç yaşta öğrenci beni inceden endişelendiriyordu. Barselona’ya vardığımızda otelin lobisinde oda kartları dağıtırken, “Bu kapılar nasıl açılacak, çocuklar odalarını nasıl bulabilecekler?” diye kendi kendime soruyordum, onlara da biz buradayız sorun olursa gelin diye tekrar tekrar tembihliyorduk. Derken elinde anahtarının çalışmadığı iddiası ile biri geldi. Resepsiyon görevlisi kontrole gerek duymadan, “Çocuktur, bilememiştir” anlamında başını eğerek gülümsedi.Ancak odaya çıktığımızda anahtar gerçekten çalışmayınca; ben haklı bir gururla, resepsiyonist de hafif mahçubiyetle lobiye
6 MODAFEN İLETİŞİM
Şehrin simgelerinden, yine mozaiklerle süslü kertenkele çeşmesine gelince hep beraber fotoğraf çektirip Hansel ve Gratel’in şeker evlerini anımsatan evlerin arasından geçerek ayrılıyoruz. “Bitmeyen kilise” olarak anılan şehrin simgesi Sagrada Familia’yı görür görmez içimizi bir heyecan kaplıyor. “İşte ben Barselona’dayım!” diyoruz. Mimar Gaudi projesine nerdeyse ömrünü adadığı bu kilisenin ancak ön cephesini bitirebilmiş, günümüzde inşaası devam etse de, görünen o ki uzun namına yakışacak, uzun yıllar daha bitmeyecek...
Katalunya’nın Başkenti: Bir Modern Sanat Rüyası Akşam yemeğimiz öncesinde İspanyol ulusal dansı flamenkoyu izlemeye gidiyoruz. Hoş kostümleri içinde gitara el ve ayakları ile ritm katan sanatçılar, küçük ellerden büyük alkış alıyor. Keyifli bir yorgunlukla beraber, yemek sonrası Pacio de Gracia caddesi’nden, otelimize bahar akşamlarının sohbetiyle yavaş yavaş yürüyerek dönüyoruz. Sabah lobideki buluşmamız hep aynı heyecan içinde; kimi çocuklar üçlü beşli gruplar halinde asansörden adeta fırlarken, kimileri de merdivenlerden yetişme heyecanı ile patır kütür iniyorlar. Asansörü tercih etmelerinde ısrarcı olsak da, merdiveni tercih etmelerindeki sebebin asansöre bindiklerinde tüm katların düğmelerine basıldığından aşağıya inmenin çok daha uzun sürmesi olduğunu biz yetişkinler çok sonra anlıyoruz. Anlaşılan bu muzur oyun hep moda… İkinci günümüze Girona şehrini gezerek başlıyoruz. Daracık kıvrımlı sokaklar arasında dolaşarak, Girona Katedrali’ne varıyoruz. Dönüşümüzde köprü üzerinde arkadaki binalar eşliğinde kameralara bol bol poz vermeyi ihmal etmiyoruz. Kısa bir yolculuk sonrasında vardığımız sürrealist sanatçı Salvador Dali’nin müzesinde rehberimiz Sevgili Orhan’ın zevkli ve ayrıntılı anlatımı ile ilk bakışta manalandıramadığımız çılgın desenler anlamlanıyor. Hatta kendimizi bu hikayelere öyle bir kaptırıyoruz ki duygu seli içinde Dali’nin öldüğü güne kadar sadakatla bağlandığı Gala’nın realist bir tablosunun peşine düşüyoruz.
Gümrüksüz alışveriş yapılan Andora’da kah alışverişle kah yemekle vaktimizi geçiriyoruz. Dönüş yolculuğunda çocuklar yaptıkları tek tük avantajlı alışverişlerini voovv sesleri ile birbirine anlatıyorlar, biz yetişkinler bütçelerimizi alışveriş söz konusu olunca ayarlayamazken onların bu akıllı tutumları bizleri bir daha hayrete düşürüyor. Hatta müze girişlerinde “Beni 6 yaşında gibi idare etseniz” diye pazarlık yapanlar hayretimizi iki katına çıkarıyor. Buraya kadar gelinir de Nou Camp Stadyumu’na gidilmez mi? Madem büyükler maça gidiyor, sizler için tehlikeli olur, hem de pahalı dediler, biz de sabah formalarımızı giyer borazanlarımızı çala çala gideriz stadyuma. Uçakta dönüş yolculuğumuzda tüm yetişkinler ayrı ayrı otururken arka koltuk çetesi aynı düzeni nasıl tutturmayı başardı ve korudu? Koltuğuma yaslanıp birbirinden sevimli, kişilikli, muzur Einstein’ların seslerini arkamdan işitirken bize seyahat boyunca yaşattıkları şaşkınlıkları ve komik anları düşünerek gülümsüyorum”. Hep birlikte yapacağımız bir diğer keyifli kültür gezisinde sizlerle yeniden buluşmak ümidiyle…
Bu arada sessiz olmaları konusunda hiç bilgilendirmemize rağmen eserleri detaylıca izleyip anlatılanları pür dikkat dinleyen çocuklarımız, dönüş yolunda Dali bıyığı yaparak birbirlerine gördüklerini anlatıyorlar. Nerdeyse her akşam yemek sonrasında biz yetişkinler yorgunlukla odalarımıza koşuyoruz; ama bu durum küçükler için öyle değil. Onlar PSP turnuvalarına kaldıkları yerden aynı heyecanla devam ediyor, sabah otobüs yolculukları esnasında da arka koltuk çetesi bir önceki akşamın oyun kritiğini yapıyor.
7 2010 YAZ
Modafen’in hayatıma kattığı en büyük değer ise tembel bir öğrenciden çalışkan bir öğrenciye dönüşmemden öte hayatı sorgulayıp beni neyin mutlu edeceğini araştıran ve onun için mücadele eden bir insana dönüşmem.
8 MODAFEN İLETİŞİM
A tipi başarı öyküsü Herkese Merhaba, Benim ismim Harun Arman, geçtiğimiz günlerde bir iş gezisi için Antalya’da iken telefonum çaldı, arayan Modafen’den Aslı Anak’dı. Modafen’in hayatımdaki yerini anlatan bir yazı kaleme almamı istiyordu. Bu telefon konuşması beni hayatımda en mutlu eden telefon konuşmalarından biri oldu. Telefonu kapattıktan sonra biraz eski günlere, son zamanların moda deyimiyle hayatımın kırılma noktası olan 1996 yılına gittim. O yıl Lise 2. sınıfa geçmiştim ve denizi çok sevdiğimden (neye güvendiğimi çok da iyi bilmeden) kaptan olma hayali ile fen sınıfını seçmiştim. O yıllarda sportif hayatım devam ediyor, Galatasaray Yelken Şubesi adına rüzgar sörfünde milli takımlar seviyesinde yarışıyordum.Yine bir yarış için 10 gün kadar okula gidememiştim, dünüşümde ise sınav haftasıydı. Sonuç mu? Bir öğrenci Türkçe dahil bütün derslerin sınavlarından “0” alma başarısını gösterebilir mi? Cevabı tahmin edebiliyorum; ama ben bunu başarmıştım. Sınıfın açık ara en başarısız öğrencisiydim. Bu başarısızlık spor yaşantıma da yansımıştı ve adeta dibe vurduğum bir döneme girmiştim. O günlerde aynı zamanda lisede sınıf arkadaşım olan sevgili dostum Oytun Elmacı’ya durumumdan bahsedip yardım istemiştim. Kendisi de beni daha sonra hayatımı değiştirecek olan çok sevdiğim ağabeyim, Modafen’in de-
ğerli kurucusu Fatih Kanberoğlu ile tanıştırdı. Fatih Ağabey muhteşem ders anlatım tekniğinin yanında, hayata bakış açısı ile adeta ufkumu açtı, vizyonumu genişletti. Sınıfın açık ara en başarısız öğrencisi olan ben bir anda herkesi şaşırtacak derecede bir gelişme gösterek sınıfın en başarılı öğrencileri arasına girdim. 1998 senesinde girdiğim Üniversite sınavının ilk aşamasında tüm matematik sorularını doğru yaparak kendimin bile inanamadığı bir sonuç aldım. Daha sonra girdiğim ikinci aşamanın sonucunda ise en büyük hayallerimden biri olan İTÜ Gemi İnşaat Mühendisliği’ne girdim. 2002 yılında başarılı bir derece ile mezun olduğum okuldan sonra aynı yıl Total Oil Türkiye’de çalışmaya başladım ve 2005 yılından bu yana aynı şirkette bölge satış müdürü olarak görev yapmaktayım. Sörf hayatım da üniversite eğitimim boyunca eğitmen olarak devam etti. Halen amatör olarak yarışlara katılıyorum. Modafen’in hayatıma kattığı en büyük değer ise tembel bir öğrenciden çalışkan bir öğrenciye dönüşmemden öte hayatı sorgulayıp beni neyin mutlu edeceğini araştıran ve onun için mücadele eden bir insana dönüşmem oldu diye düşünüyorum. Sevgili Fatih Ağabey ve tüm Modafen kadrosu iyi ki varsınız, hepinize her şey için tekrar çok teşekkür ederim. Harun Arman
9 2010 YAZ
Bilgi Denizine Yelken Açtık… www.modafen.com.tr
www.modafen.com.tr web sitemiz ile Modafen İlköğretim Okulu’nun kapılarını dünyaya açtık. Rüzgarı arkamıza aldık, rotamız daima ileri. Bilgi ve teknoloji çağında Modafen İlköğretim Okulu ile güvertede yer almak isteyenler bizimle okuyacak, bizimle öğrenecek, bizimle yelken açacaklar geleceğe. Şimdiye kadar reklam veya pazarlama ile kendi tanıtımını yapmayan Modafen Eğitim Kurumları’nın bilinirliği, hakkında çıkan olumlu haberler, açıldığı ilk yılından beri sergilediği sınav başarıları, yapıcı PR, ama hepsinden önemlisi öğrenci, veli ve bilinçli eğitmenlerin güvenilir tavsiyeleri ile bileşip artış gösteriyor. Modafen’in seçici ve dengeli yaklaşımlar ile projelendirilen kayıt statejisi, sadece akademik açıdan başarılı öğrencileri değil, aynı zamanda sosyal gelişime önem veren, duygusal zekası yüksek ve sorumluluk sahibi çocukları biraraya getirmeyi hedefliyor. Resim 1 - (web sitesinden Hakkımızda bölümü)
10 MODAFEN İLETİŞİM
Hızlı bir gelişim bekliyor çocuklarımızı. Zaman rüzgar gibi hızla esip geçerken, ufak adımlarla büyük hedeflere ulaşacağız beraber çıktığımız bu yolculukta... Okulumuz 4. senesine adım atarken, herkese eğitim felsefemiz, öğrencilerimiz ve bizi biz yapan değerlerimiz ile tanışma fırsatını vermek istedik. Her değer bir anlam ifade ediyor Modafen Ailesi’nde. Örneğin; okulumuzun sembolü haline gelen “Kontrol İşareti” Resim 2 - (web sitesinden Kontrol işaretinin Hikayesi) İçeriği kadar tasarımı üzerinde de büyük özen gösterdiğimiz www.modafen.com.tr adresini ziyaret ettiğinizde teknolojinin eşliğinde Modafenli olmanın ayrıcalığını hissedeceksiniz. Web sitemizi kurgulamakta ve hayata geçirmekte büyük rol oynayan takım arkadaşımız PrimeArt, online ve dijital kanalları kullanarak şirket ve kurumların pazarlama ve ticaret faaliyetlerine yardım eden bir tasarım ve yazılım firması. Bu firmanın ortaklarından olan Burçin Kalkan’a sorduk:
www.modafen.com.tr Resim 1
Resim 2
Resim 3
11 2010 YAZ
www.modafen.com.tr
www.modafen.com.tr’nin hayata geçmesinde emeği geçen takım arkadaşlarımız kimdi? Primeart nasıl oluştu kısaca bilgi verebilir misiniz?
Modafen @ 13:30
Üniversite yıllarında kurulan bir hayal olarak başladı “Primeart” mezuniyet sonrasında şirketleşti, 10 yıl olmuş bile.
Primeart @ 13:31
www.modafen.com.tr nasıl oluştu?
Modafen @ 13:32
Modafen; genç, pozitif enerjili ve yenilikçi bir kurum olarak karşımıza çıktı. Bizim hissettiğimizi herkese hissettirecek bir web sitesi oluşturmak istedik. Statik, broşür havasında bir site olmamalıydı bu. Ziyaretçilere bilgiyi kuru kuru değil bir duygu ile sunmak istedik. Modafen’in de öğrencilerine yaptığı bu.
Primeart @ 13:34
Web sitemiz için şu ana kadar yaptığımız web siteleri içinde en keyif aldığım projelerden biriydi diyebilir misiniz, yoksa karşılaştığınız zorluklar oldu mu?
Modafen @ 13:39
Modafen’le çok hızlı ve keyifli ilerledik. Bunda herkesin yapılan işten keyif alması etkili oldu diyebiliriz. Hantal, karar alma ve uygulama konusunda yavaş olan kurumsal şirketlerden sonra bir nefes oldu böyle bir web sitesi çalışması. Üretkenliğimizi hissettik. Projenin ortaya çıkmasındaki en büyük pay, bizi anlayan ve özgür bırakan Modafen’e ait.
Primeart @ 13:43
Peki sizce Modafen İlköğretim Okulu dünyaya nasıl sesleniyor?
Modafen @ 13:30
Modafen, sürekli yenilikler peşinde koşan, samimi, aile havasında bir kurum. İnternet dünyasına da bunu yansıtmış oldu yeni web sitesi ile.
Primeart @ 13:47
www.modafen.com.tr’yi diğer okul web sitelerinden ayıran nedir?
Modafen @ 13:51
Klasik, alışılagelmiş bir okul sitesi değil modafen.com.tr. Sizi bir anda oturduğunuz yerden alıp engin bir denize götürüyor. Bir yelkenli üzerinde ufuk çizgisine bakıp yol alırken buluyorsunuz kendinizi. Bu, Modafen’in kapısından içeri giren herkesin yaşadığı duygunun ta kendisi aslında. Bu duyguyu yaratırken kendimizi birinci sınıfa başlayacak bir çocuğun yerine koyduk, Cem Sokak’tan yürüyerek okulumuza geldik. Annemiz “Bugün yeni okulunu görmeye gidiyoruz.” demişti, minik adımlarımızdaki heyecan ve merak, korkudan daha fazlaydı. Birden kocaman bir kapı belirmişti önümüzde, aynalı kapının yanında da bir tabela vardı, henüz okuyamıyorduk; ama okumaya başlamamız birkaç aydan çok sürmeyecekti. “İşte Modafen İlköğretim Okulu” demişti annemiz. Kafamızı kaldırdığımızda bize gülümseyen ablalar ve ağabeyler vardı karşımızda. Heyecanımız iki katına çıkmıştı; ama içimiz de rahatlamıştı. Koşarak girdik içeriye. Okulumuzun kapısından içeri attığımız ilk adımla başlıyor bilgiye giden yolculuğumuz. Ne zaman mı sona eriyor bu yolculuk?
12 MODAFEN İLETİŞİM
Bu sorumuza Modafen.com.tr şöyle cevap veriyor: Resim 3 - (web sitesinden Modafen Cemiyeti)
Primeart @ 13:53
1. Sınıflarda Hayat Nasıl Gidiyor? İ
nsan hayatında unutulmaz anlar vardır. Yaşanır, geçer, mutlu eder ve biter ama asla unutulmaz. İlk okuma ve yazma anı da bu anlardan biridir. Öğretmenlik mesleğinin en önemli gün dönümü, öğrencinin defterine kalemi ile ilk busesidir. Ve ilk cemre düşer önce sınıfa, ardından 1.sınıf öğrencilerinin küçük ve sevimli yüzlerine. Güneş bir başka ısıtır, rüzgar bir başka eser. O gün iple çekilmiş, sabır ile beklenmiştir ve özlem bitmiştir artık. İyi arkadaşlıklar kurulmaya başlanmış ve okumanın, okuduğunu anlamanın gururu sarmıştır dört bir yanı. Tüm öğrenciler bir tohumken fidan tutmuş ve yeşermiştir. Bu bakış ile 1.sınıf öğrencilerimizden Azra: “Beni mutlu ediyor okulum. Her gün severek geliyorum. Okumak, harfleri öğrenmek beni eğlendiriyor,” diyor dili döndüğünce. Berkay çok şanslı olduğunu söylüyor. Şanslı olmasını anne ve babasının onun eğitimi için iyi bir tercihte bulunmasına bağlıyor. Rana: “İyi ki bu okuldayım. Arkadaşlarımı, öğretmenlerimi ve derslerini çok seviyorum. Okumak ve yazmak beni heyecanlandırıyor.” diyor. Ahmet Mert: “Ben Fatih Ağabey’in akrabasıyım. Annem Fatih Ağabey’inin okuluna gideceksin dediğinde sevinmiştim. Şimdi
hem öğretmenlerim hem arkadaşlarım çok mutlu olmamı sağlıyor.” dedi. Zeynep Silistre: “Okulumu seviyorum. Okulumda piyona çalabiliyorum. Şarkı söyleyebiliyorum.” dedi, “Okumak ve yazmak çok güzel.”. Ege: “İlk başlarda biraz korkmuştum. Annem de her zaman yanımda olsun istiyordum. Bazen ağladığım da oldu ama şimdi o günler geride kaldı. Aklıma geldikçe şimdi gülüyorum.”. İkinci dönemin hemen başında Modafenli olan Tuna ise “Annem ile babam bana gerçekten değer verileceğine inandıkları bir okuI arıyorlardı ve bu okul bize kapı komşusu kadar yakınmış.” diyerek bizim eğitim - öğretim ile ilgili samimi duygularımızı yansıtıyor. Okulumuzun sarı civcivi Zeynep Ece: “Ağabeyim bu okulda öğrenci.Annem ve babam okulu iyi tanıyorlar. Ben de bu yüzden Modafen’e geldim. Başlarda çok korkmuştum; ama şimdi gerçekten çok mutluyum.” diyerek Modafenli olma hikayelerinin nasıl başladığını bizlere anlattılar. Hepsi geleceğimizin mimarı olacak çocuklar... Hedefimiz A tipi öğrencileri ülkemizin çağdaş Türkiye yapısına dahil etmek. Sınıf Öğretmeni Yener Demirağ
13 2010 YAZ
Yağmur’la Gelen İstanbul “Siluet aynı siluet,” diyor Cem Yılmaz, “Kimisi o siluete bakar, Yahya Kemal olur; kimisi de, Ulan İstanbul sen mi büyüksün, ben mi... Ananı belleyeceğim senin, der.” Herkesin İstanbul’dan anladığı, İstanbul’a bakışı farklı. İstanbul biraz da bu. Hep davetkâr, geçkince ama hâlâ cilveli bir kadın. Ojeleri dökülmüş. Karşısına kim çıkarsa çıksın, kendine bağlar. Öldürür bile adamı, açlıktan öldürür. Yalnızlıktan öldürür, tutkudan öldürür.
Annem beni Beyazıt Kütüphanesi’ne götürüyor. Sahaflar Çarşısı’na. Yerler gene parke taş. Tahta iskemleli kahve (Sonra plastik beyaz sandalyeler her yeri kaplayacak, zeytinyağının yerini alan margarinler gibi). Tepemizde kocaman çınar ağacı. İstanbul Üniversitesi’nin dev kapısını solumuza alıp Süleymaniye’ye gidiyoruz. Annemin o üniversiteyi bitirdiğini öğreniyorum o gün. Kapalıçarşı. Kumaşçılar. Minicik mavi taşlı iki yüzük; ablama, bana. Bir çift altın küpecik. Onlar sadece bana (Hâlâ duruyor bende, torunuma vereceğim!).
Benim İstanbul’um Üç İstanbul (Mithat Cemal Kuntay’ın aynı adı taşıyan romanına mı özendim, nedir, bıraksalar roman yazacağım valla!).
Vapurdan inip arabaya binince hep midem bulanıyor. Beyoğlu’na gidiyoruz. Beyoğlu’nun eski halini anlatıyor annem. İnci Profiterol. Nazım Hikmet’in gözünün önünde kelepçelenerek götürülüşünü anlatıyor.
Çocukluğum, denizin, Bağdat Caddesi’nin, demiryolunun ve sahile açılan Yazmacı Tahir Sokak’ın birbirine en yakın olduğu noktada geçti (Teğet dersem Fatih Ağabey’den bir aferin alır mıyım?). Doğduğum ev, sokağa adını veren Yazmacı Tahir Efendi’nin eviymiş. Tahir Efendi, yazma -tülbent- yapar, boyarmış onları. Deniz suyunda bekletilince boya çıkmazmış bir daha. Ev o ev. Babamla evden çıkar, el ele Mendirek’e giderdik, tekneyi alıp bizim iskeleye yanaşmak için. Şimdi Deniz Otobüsü İskelesi’nin olduğu yerdeydi mendirek. Babam ben 10 yaşındayken öldüğüne göre, çok küçükmüşüm. Yine o mendirek seferlerimizden birinde anlatıyor da anlatıyorum. Babam çok sakin, duru bir adam. “Cool”. Baba, dedim, durakladım, sen beni dinlemiyor musun? Yoo, dedi, dinlemiyorum. Güldük. Sustum. Parke taşlar, ağaçlık, yemyeşil bir yol. Sonra deniz. Kırmızı teknemiz. Bizim iskele. Annemleri alıp denize açılıyoruz.
14
Annem, ablam, ben kalıyoruz. Azalıyoruz ve azalınca daha da hızlı büyüyor insan.
eğer sen yine İstanbul’san yanılmıyorsam koltuğumun altında eski bir kitap diye götürmek istediğim .... satır satır okumak istediğim .... ulan yine sen kazandın İstanbul sen kazandın ben yenildim. Attila İlhan İstanbul Ağrısı
1. İstanbul: Çocukluğumun İstanbul’u
MODAFEN İLETİŞİM
2. İstanbul: Gençlik Zamanı
Yeni Camii, yan tarafta Mısır Çarşısı, içinde Malatya Pazarı. Şubesi yok o zaman. Neler alıyoruz. Şıra sucuğunu öğreniyorum annemden. Bayılıyorum. Sonra hep gidiyoruz, hep. Kahvaltılıkçımız oluyor, kahvelerimiz. Sonra Kadıköy; Khalkedon. Hacıbekir, 6 Lira’ya profiterol. Badem ezmesi, en pahalısı en az şekerlisi. Baylan, kup griye. Balıkçılar Çarşısı’nda boza-şıra içiyoruz. Kocaman mermer bir küpte boza.
Ben büyüyorum ya, İstanbul on kat büyüyor. Bu seferlerde anlıyorum: O çok büyük. Asmalı seni İstanbul Ayaklarından birine asma köprünün Kesmeli seni İstanbul Can Yücel 16 yaşımda San Fransisco’ya gidiyorum. Hani İstanbul’a benzetirler ya, Golden Gate köprüsü, Alkadraz Adası, tepeler filan, halt etmişler. Okyanus, gri, dev dalgalar, tüm yaz sis, nüfus 1.5 milyon. İçinden su geçen şehirler güzeldir. Budapeşte, Viyana. Ya içinden deniz geçen şehir? Bir tek İstanbul!
3.İstanbul: Yağmur’la Gelen Yokluğun bir ürpertiydi.Varlığın da. Sensiz olmazdı, olamazdık, eksiktik. Adlardan ad beğeniyorduk sana. Birden işte o hışırtıyla birlikte, o
Yağmur’la Gelen İstanbul büyük sağnakla birlikte gelişini haber verdin. Kendin getirdin adını. Yağmurumuzdun. Kendindin. (Zeki Coşkun, Ay Olsun Aynam. Yeniyaz Yayıncılık 2004) *** Yağmur üç yaşındayken Topkapı Sarayı’na gittik ilk kez. Ardından Kapalıçarşı, minik terlikler, şapka ve cepken aldık ilk gidişte. Nasıl dolaşıyorduk Kapalıçarşı’yı, nasıl! Yoruldun mu oğlum? - Hayıy anne, hayıy! Saray’da, Hazine Dairesi’nde Yağmur bir Aysel Hanım’ın, bir benim kucağımda. Çünkü boyu yetişmiyor, her küçük yazıyı okutturuyor. Sonra yıllarca gidiyoruz. Bir keresinde Didem, piyano öğretmeni, kocaman gerçek bir kılıç alıyor Yağmur’a. Arkeoloji Müzesi, İslam Eserleri, Süleymaniye, Mimar Sinan Türbesi, kurufasulyeciler, Darülziyafe, Sahaflar -paramız çıkışmayınca hokka ve tahta uçları hediye ediyorlar çarşıda, yüzükler veriliyor, minik kılıçlar- Alman Çeşmesi’nde yüz yıkanıyor her defasında. Ahbaplar ediniyoruz. Kahvede çaya alışıyor Yağmur. Taht gibi bir koltuğu var. Esnaf tanıyor. Çelik Gülersoy’la tanışıyor, onun masasında çay içiyor. Gülüyor da gülüyor adamcağız. “Bana ‘Çok zengin olmalısınız’ dedi, ilahi çocuk...” Kartlar, kitaplar imzalıyor Yağmur’a. Kafasında fesle dolaştığı için turistler, tuvalette çalışıyor sanıp bahşiş veriyorlar. Önceleri Aysel Teyze ile gidiyoruz. En çok Didoş’la. Bazen arkadaşlarımızla. Bazen arkadaşlar orada bize fazla geliyor.Tüh, diyoruz, yalnız gelseydik. Ruhumuz, bedenimiz daha özgür olurdu, bu şehri yalnız daha güzel yaşardık.Yağmur Ayasofya’nın üst katında her işlemenin fotoğrafını çekiyor. Tünel’deki, Beyoğlu’ndaki kiliseden dakikalarca çıkmıyor. Galata kahvelerine dadanıyoruz. Müzik dükkanlarının hepsine de girilir mi yahu? Utanmasak Tophane’de nargile de tüttüreceğiz...
Four Seasons’a ilk gidişimiz 2 – 2,5 yaş; bebek arabasında, başında fes. Semih Ağabey,Yağmur için yuvarlak minik muzlu bir pasta yaptırıyor resmen. Sonra hep gidiyoruz. Açık büfe çay saatleri var. Gümüşlü pastalar, minicik kuplar, sınırsız çay, 25 TL. Nazım Hikmet’in yıllarca yattığı Sultanahmet Cezaevi’nin Four Seasons Oteli olduğunu konuşuyoruz çayları içerken. Yıllar sonra, çok sevdiğimiz bir ağabeyimizle Süleymaniye’yi restorasyon sırasında gezdik. Yüz küsur metre inşaatın tepesine çıktık her yanı açık bir asansörle. Ağabey upuzun, sporcu, yakışıklı. Ama sen bir kork yüksekten,Yağmur’a yapış, “Aman Yağmur, düşmeyesin!” *** En güzel İstanbul’um Yağmur’un bana öğrettiğidir. Bıkmadan defalarca, defalarca, gözlerini kocaman açarak gezdiğidir, anlattığıdır. Süleymaniye’de biriken islerin nasıl mürekkep yapıldığıdır. Nasıl oldu anlamadım, Anemon’un çatısında Galata’ya bakarken bi baktım o bana anlatıyor her şeyi, kenti. Hani ben ona anlatıyordum? Büyümüş. ulan bunu sen de bilirsin İstanbul kaç kere yazdım kimbilir kaç kere kirpiklerimiz kasaturalara dönmüş diken diken .... sokaklarında Mohikanlar gibi ateşler yaktık sana taptık ulan unuttun mu sana taptık Attila İlhan İstanbul Ağrısı *** Böyle bir İstanbul işte. 7A Sınıfı öğrencimizYağmur Ali Coşkun’un annesi Ayşe COŞKUN
*** Taksim Marmara kapanıyor. Mexican hamburgere veda. Üzülüyoruz. Pera Marmara’da o hava yok. Eh, Taksim Gezi var. Kapısına kafa geçirdik bir gün, yarım saat ağladık. Üstümüze su döktük Gezi’nin bahçesinde. Söylene söylene kitap okurken. Beyoğlu’ndan dizlerimize kadar inen beyaz bir tişört aldık.
15 2010 YAZ
Sınıf Başkanlığı Seçimiyle Demokrasiye İlk Adım Okulumuz 1. 2. ve 3. sınıflarında “Sınıf başkanına ihtiyacımız var mı? Neden? Sınıf başkanı neler yapmalı?” diye bir tartışma yapıldı. Sınıf başkanı olması gerektiği konusunda fikir birliğine varıldı. Başkan olacak öğrencinin özellikleri, görev ve sorumlulukları tartışıldı. Her sınıfta ayrı ayrı “Kimler başkan olmak istiyor?” denildiğinde her öğrencimiz başkan olmak istediğini belirtti. Sadece bir öğrenci nezaketen adaylıktan çekildi. Sınıftaki tüm öğrenciler başkan olmak istiyordu, işin içinden nasıl çıkılacaktı? Buna nasıl bir çözüm bulunabileceği tartışıldı. Öğrencilerle sınıf başkanlığı seçimi yapma kararı alındı. Sınıflarda önce her öğrencinin seçim aday adayı olduğu gözlendi. Parmak kaldırarak oylamalarla ön seçim yapıldı. Adaylar belirlendikten sonra kendilerini tanıtmaları, sınıf başkanı olunca neler yapacaklarını anlatmaları ve ikna güçlerini kullanmaları için bir hafta süre verildi. Seçim için sandık, mühür, zarf, oy pusulaları (1. sınıflar için renkli oy pusulaları) hazırlandı. Seçim günü adaylar, sınıf başkanı seçildikleri taktirde ne gibi etkinliklerde bulunacaklarını, nasıl davranış sergileyeceklerini ve ne gibi değişiklikler yapacaklarını anlattılar. Seçim konuşmalarından sonra seçmenler seçim sandığının başına giderek imza karşılığı oy kullandılar. Oy kullanımı sona erince oyların sayımına geçildi. En heyecanlı bölüm oyların
16 MODAFEN İLETİŞİM
sayılma anıydı. Oylar sayılırken genelde başa baş bir çekişme oldu. Kazanmanın da kaybetmenin de olgunlukla karşılanması gerektiği; çünkü bu gibi seçimlerin demokratik bir rekabet olduğu ve hayatta birçok kez karşılarına çıkacağının üzerinde duruldu. Sonuçlar açıklandı. Kazananlar teşekkür konuşması yaptı. Arkadaşları başkanları kutladı. Hilal Peker Bu süreci bir de 1-A Sınıfı Başkanı Berkay Yılmaz’ın annesi ve babası Canan ve Bülent Yılmaz’ın ağzından dinleyelim: Daha dün gibi ilk yaşını kutladığımız gün, sonra artık koşuyor, konuşuyor derken anaokulundan da mezun olduk, düştük okul yollarına. Her gün Çekmeköy’den Moda’ya gelmek en güzel bu ifade ile anlatılıyor. Berkay okulunu, öğretmenlerini, arkadaşlarını, ağabeylerini, ablalarını o kadar çok seviyor ki okul mahalle bakkalından daha yakın geliyor ona. Okulun en küçükleri onlar, tam 8 tane tatlı minik. Herkes üzerlerine titriyor tabi, gerçi onlar büyüdük havalarında, anaokulunda küçüktüler, 1 yaş sonra kocaman oldular, bu kadar kolay büyümek yani. Büyümek demek sorumluluk almak demek, ilk sorumluluk da omuzlarımızda artık, bir heyecanlıyız ki
Sınıf Başkanlığı Seçimiyle Demokrasiye İlk Adım sormayın, kolay mı sınıf başkanı olmak? Devlet başkanlığı, belediye başkanlığı, kulüp başkanlığı kolay işler, asıl zor olan sınıf başkanlığı. Babaanneye böyle aktarılıyor: “Babaanneciğim ben bugün sınıf başkanı seçildim; ama şımarmayacağım, arkadaşlarımı ezmeyeceğim, herkese iyi davranacağım. Öğretmen gelene kadar onlara kitap okuttururum (okuma çalışırız demek herhalde bu) ama sessiz olurlarsa oyun da oynayabilirler, konuşmak için parmak kaldırana sırayla söz vereceğim, arkadaşlarımın sorunlarını da çözeceğim, arkadaşlarımı çok seviyorum, bana oy verdiler, buna göre davranacağım.”
Sınıf başkanı seçildiği gün evdeki herkese ilk sözü büyük bir gururla ve yüksek sesle, “Ben sınıf başkanı oldum.” oldu Berkay’ın. Aldığı tepkiler:
Aslında heyecan seçim öncesinde başladı. Sınıfa başkan seçilecekmiş, seçilecek kişi de düzgün davranan, düzgün duran birisi olacakmış, inşallah Berkay seçilirmiş. Seçim konuşmasına da yansıdı bu heyecan. Okulda arkadaşlarına beni seçin konuşmasını bitirirken “Sizi çok seviyorum, oylarınızı bekliyorum!” sloganını kullanmış, bu kısım anlatmayı en çok sevdiği kısım Berkay’ın, seçimi bu sözlerle kazandığı fikrinde, sevgisi karşılıklıymış demekmiş bu aynı zamanda. Tabi kontrol de arttı, sınıf başkanı yaramaz olmamalı, bu söylem de var; ama okulda neler oluyor orasını karıştırmamak lazım.
Anne: “Aferin benim kuzucuğuma.” sonra sarılma öpme, duygusal yaklaşım, anne-oğul’un arasına girilmez.
Babaanne: “İnşallah başbakan, cumhurbaşkanı da olur benim evladım.” peşinden nasihatlar da gelince yüz kızarık şekilde “ya babaanne ya” tepkisi tabi. Dede: “Aferin Berkay, bu önemli bir sorumluluk, çok dikkatli olman lazım.” ve temkinli olma gerekliliği içeren ifadeler geldi dededen.
Baba: “Aferin Berkaycığım, iyi bir ödülü hak ettin, hafta sonu kutlayalım bunu.” ödülü de kaptık tam oldu şimdi. Kardeş: “Ebi nay nay nay” henüz konuşamıyor Derin; ama Berkay’ın mutlu olduğunu anlıyor, seviniyor; ancak bu kadar anlatabiliyor. Tabi aynı gün kuzenlere de aktarıldı seçim sonuçları ve sınıf başkanlığı, tebriklerimiz çoğaldıkça çoğaldı. Gururluyuz, mutluyuz, yaşasın okulumuz! Canan ve Bülent Yılmaz 1-A Sınıfı Başkanı Berkay Yılmaz’ın annesi ve babası
17 2010 YAZ
Şehir dışı veya yurt dışı gezilerinden İstanbul’a döndüğümde fark ediyorum ki… Zeren Liman: İstanbul’un havası, caddeleri ve sokakları bambaşka. Ben nereye gidersem gideyim İstanbul’u arıyorum. Ne kadar hüzünlü olursam İstanbul’a bakınca her şeyi unutuyorum. O an sadece İstanbul’u izliyorum, İstanbul’da huzur buluyorum. Yağmur Ali Coşkun: İstanbul tarih dolu olmasına rağmen, bu eserler çok fazla korunmamış. Murat Akça: Buraya çok alışmışım. Her seferinde sevdiklerimin yanına dönmek beni çok mutlu ediyor. Cem Yiğit Kılıç: Bu şehir gibisi yok diye düşünüyorum. Hangi şehir olursa olsun İstanbul’dan daha güzeli olamaz benim gözümde. Yankı Kurtcan: İstanbul benim evim gibi kokuyor.
18 MODAFEN İLETİŞİM
Öğrenci ve Veli gözüyle İstanbul A
sya ve Avrupa kıtalarının ikisinin birden üzerinde yer alan şehir… İçinden deniz geçen kaç şehir daha var ki? Denizin iki yakasında insanı büyüleyen bir doğa… Doğanın kucağında her dönemde dünyayı etkilemiş, eski uygarlıklardan izler… İstanbul; çocukluğum, gençliğim, hayatım… Geçmişteki günlerim, gelecekteki umutlarım… Ana kucağında ilk huzurum, okula ilk başlayışım, ilk kurduğum candan dostluk, sonra ilk küsüşüm, ilk aşkım, bebeğimi ilk kucağıma alışım, mesleğe ilk adım atışım… Çocukluğumda İstanbul’u Tarabya’sıyla, Yıldız’daki dut ağaçlarıyla, Emirgan Korusu’yla, sarayları ile tanıyordum. Büyüdükçe bir de baktım uçsuz bucaksız bir şehir… Anadolu Hisarı, Anadolu Kavağı, Salacak, Adalar… Peki ya Moda? Siz hiç baharda Moda’ya gittiniz mi? Ama yanınızda sevgilinizle. El ele erguvan ağaçlarının yerlere de birazı dökülmüş pembe çiçekli dallarının altında yürüdünüz mü? Ya Boğaz’ın iki kıyısındaki mahallelerin içinde amaçsızca dolaşmak… Belki küçücük, belki büyücek ama muhakkak bir bahçesi olan, kimi bakımlı, kimi bir harabe, Osmanlı’dan kal-
ma evlerin bulunduğu sokaklar… Kulağınızda da nerede çaldığını bilmediğiniz “Türk Musikisi” ezgileriyle… Kaçımız sevdiklerimizle birlikte Boğaz’daki salaş bir kahveye, elimizde daha o an aldığımız, kavrulmuş susam kokan çıtır çıtır simitlerle gitmedik? Yine ılık bir bahar gününde Adalar’a gitmek için bindiğimiz vapurun güvertesinden çığlık çığlığa bağıran beyaz martılara simit parçaları atmadık mı? Gün geçtikçe hayat kavgası ve keşmekeş içinde birbirinden uzaklaşan insanlar, sisli, dumanlı sabahlar, kış günleri boş ve bakımsız kalan parklar, tamir için kazılan ve sonra yama yapılarak daha da çirkinleştirilen caddeler; her an yoğun, içlerinde neredeyse istiflenmiş insanların olduğu otobüs ve minibüslerin de bulunduğu trafik çilesi İstanbul’un bir başka, daha doğrusu çirkin yüzü… Bir taraftan Ege’de sakin, doğayla bütünleşmiş, huzur içinde yaşayan insanlara imrenip onlardan biri olma isteğiyle kıvranırken “aman ya gerçekleşirse” korkusunu hissetme sebebim hayatımdaki vazgeçilemez İstanbul büyüsü, anılarım, umutlarım olmalı. İstanbul benim, ben İstanbul’un… Yıldız ÇITAK
İstanbul denildiğinde… Zeynep İrem Danışman: Aklıma Boğaz’ın o güzel martı sesleri, sahili kaplamış balıkçılar, büyük uçaklar ve lunaparkta eğlenen çocukların çığlık sesleri geliyor. Özlem Naz Özbek: Aklıma Kız Kulesi geliyor. Sahilde denizin karşısında simit yediğim zamanları hatırlıyorum. İmer Gereççi: Aklıma şiirler gelir. Neden mi? Çünkü İstanbul şiirler şehridir. Gemileriyle, Boğaz’ıyla ve tarihi yerleriyle tam bir ilham kaynağıdır. Zeren Liman: Aklıma o güzel büyüleyici görüntüsü geliyor, ona bir kez daha hayran oluyorum. Murat Özlü: Aklıma kalabalık, çokluk, bereket geliyor. Cem Yiğit Kılıç: Aklıma ilk gelen kültürel bir başkent olması.
19 2010 YAZ
Öğrenci ve Veli gözüyle İstanbul
G
eçtiğimiz sene yardımcım Emine ile bir iş için Gümüşsuyu’na gitmemiz gerekmişti. Etrafına bakarak, “Berrin Hanım, sanki burası gerçek İstanbul gibi değil mi?” dedi. Şaşırdım. “Ne demek istiyorsun, daha önce Taksim civarına hiç gelmedin mi?” diye sordum. Gelmemişti. 24 yaşındaki Emine Ümraniye’de oturuyordu ve İstanbul’da doğmuştu. İşte böyle bir şehirdir İstanbul. Bir yanda Bebek’in nefis akşamları, Kanlıca’nın yoğurdu, Kumkapı’nın meyhaneleri, Beyoğlu’nun rengarenk simaları, Asitane’nin tarifsiz lezzetleri, Kapalıçarşı’nın keşfedilmemiş dehlizleri, diğer yanda bunlardan habersiz binlerce sakini. Ben ki İstanbul Arkeoloji Müzesini, Louvre Müzesi’nden sonra gördüm, utançla eğdim başımı. Dedim ki Emine’ye “Hadi o zaman bir yerlerden başlamak zamanı gelmiş.” Saat 14.00.Yeşil Ev’in limonluğunda yemeğe karar verdik. Europa Nostra ödülü almış bu tarihi otelin limonluğu İstanbul’da bir şeyler atıştıracak en güzel yerlerden biridir. Dışarıda fırtına bile olsa siz camdan bir binada yeşillikler içinde ve gökyüzüne bakarak atıştırıp, koltuğunuza gömülebilir, kendinizi üzüm salkımlarından lambaların rengarenk sıcaklığı ile ısıtabilirsiniz. Bu sıcaklık sohbete de renk katıyor ve bize enerji veriyordu. Hemen oradan kalkıp Galata Mevlevihanesi’ne gitmeye karar verdik. Huzur veren taşlara basarken bir zamanlar burada tevazu ile dolaşan mevlevi dervişlerini hayal etmemek mümkün değildi. Binanın birkaç metre ilerisindeki şarap evi sanki hoşgörü ve birlikteliğin mesajı gibi orada duruyordu. Emine’nin gözleri parlıyordu, bana minnetle teşekkür etti. Birden bütün bunlara bir otobüs bileti ile ulaşabildiği halde yıllarca dünyanın bu en güzel metropolünün nimetlerinden mahrum kalmış olduğunu fark etmişti. İstanbul, her köşesinde sürprizleri olan kentim benim. Böğrüne sapladığım zevksiz binalar için özür dilerim, bana bahşettiğin nimetlerin için ise sonsuz teşekkür. Berrin MUNDT
20 MODAFEN İLETİŞİM
eyazıt Camii’nin arkasına saklanmış bir çarşı... Duvarlarında ufacık kitapçılar yan yana diziliydi. 1995 yılında her gün dolanırdım bu SAHAFLAR ÇARŞISI’nda. Benim İstanbul anılarım buradan başlıyor. Bir gün Ara Güler’in “Eski İstanbul Anıları” kitabını bulmuştum. Akşamlar siyah-beyaz fotoğraflarına gömülürken, Sultanahmet Camii’nde ezan okunurdu. Ben de şehrin eski havasını teneffüs etmek istemeye başlayınca. çok dolaşmak ve bazen kaybolmak gerekti. Eyüp Camii’nin arka tarafındaki, mezarlıklarda yokuşu çıkarken...
Öğrenci ve Veli gözüyle İstanbul
B
Üsküdar, Kız Kulesi’nin karşısında oturup, Galata Kulesi’ne batan güneşi izlerken... Fatih’te eski evlerin arasından Zeyrekhane’ye çıkarken. zaman sessizce akardı. Yaşadığım modern İstanbul ve ara sokaklarda çat pat gözüken eski İstanbul manzaraları, paranın yazı-tura olması gibi hep gidip geliyordu. Hepsi benim İstanbul’uma aittiler. Ara Güler kitabın son sözünü yazmıştı. “Çağ değişti, yaşam değişti. Değişecekti, değişmeliydi de ve öyle oldu.” Ama benim için İstanbul tarih kokan güzel bir kenttir. Çok dolaşıyorum ve bazen kayboluyorum. bu sihirli İstanbul’da. Yukako KOBAYASHİ
Bence İstanbul… Ege Onat: İki medeniyeti bağlayan bir köprü. Dünyanın en güzel şehri. Aytakın Cansu Ece Gür: Ona kalan miraslarla tarihin o gizemli kopuk hikayelerini üzerinde barındıran, boşlukları dolduran, yılların, dönemlerin, çağların birleştiği ve o yıllarda tarihin nasıl ilerlediğini gösteren mucizevi bir eserdir. Emre Koç: Türkiye’nin incisi, dünyanın göz bebeğidir. Birçok güzelliği ile şaşırtan, trafiği ile kızdıran bir şehir. Mert Doğan: Bir tarihi eserdir. Bu kadar farklı kültür içeren başka bir şehir daha var mı?
21 2010 YAZ
Eleştirel Düşünme ve İletişim İleri Seviye İngilizce (Critical Thinking and Communication - Advanced English) 2010 yılı İlkbahar dönemi itibarıyla Modafen İlköğretim’de yeni bir seçmeli İngilizce dersi okul programına dahil oldu. Okulda İngilizce bilgileri ilköğretim müfredatından daha ileri seviyede olan öğrenciler için özel olarak tasarlanan bu derste çocuklarımız dilbilgisi öğrenmek yerine dilbilgisi kuralları çerçevesinde İngilizceyi edebiyat ve sanata yönelik kullanmaya teşvik ediliyorlar. “Diğer okullardaki tipik İngilizce derslerinden farklı olarak bu ders gramer üzerine odaklanmıyor. Hem İngilizceyi günlük hayatta kullanımımızı hem de okuduğumuz metinleri edebi olarak düşünmemizi geliştirmek için tasarlanmış bir ders bence.” diyor Özden Erturgut.
Ders Başlamadan: Başvuru Süreci 1. 7 ve 8. Sınıflardan öğrenciler İngilizce öğretmenlerinden bir veya iki paragraf uzunluğunda referans yazısı almıştır. Bu yazıda İngilizce öğretmeni öğrencinin sınıf seviyesinin
ilerisinde olduğunu ve başvurduğu bu ders için akademik açıdan yeterli özelliklere sahip olduğunu destekleyen yorumlarını yazmıştır. 2. Her öğrenciye Ernest Hemmingway’in klasikler arasına girmiş “A Day’s Wait” adlı kısa hikayesinden bir örnek verilmiş ve öğrencilerin yazıyı okuyarak bu hikaye ile ilgili 1 sayfalık soru kağıdından seçtikleri 4 soruyu, yazım kurallarına uygun şekilde paragraflar halinde cevaplamaları istenmiştir. 3. Eğer yazılı sınav ve referans mektupları sonrası veriler herhangi bir öğrencinin seviyesini belirlemede yetersiz kalmışsa o öğrenci yüz yüze görüşmeye çağırılmıştır. Bu görüşme toplam olarak 10 ila 15 dakika boyunca sadece İngilizce konuşularak, iletişim kurulan ve öğrencinin seviyesini tesbit amaçlı gerçekleşen bir mülakattır. Görüşme genel bir sohbet gibi veya okunulan parça ile alakalı olabilir. Amaç öğrencinin yukarıda tanıtılan İleri Seviye İngilizce dersi için hazır olup olmadığı belirlenmesidir.
Sınıfta: Dersin Tanımı Eleştirel Düşünme ve İletişim dersi İleri Seviye İngilizce niteliğinde işlenmekte ve öğrencilerin yazılı sınav ve referans mektubu ile başvurduktan sonra değerlendirilip seçilerek alındıkları bir derstir. Bu sınıf en az 5 en fazla 12 kişilik bir sınıf olarak düzenlenmektedir ve bu dersten alınan notlar yıl sonu İngilizce notu hesaplanırken ağırlıklı ortalamaya dahil edilecektir. Bu ders edebiyatı felsefik ve sanatsal bir bilim dalı yaklaşımıyla tanıtmayı amaçlarken, yazılı iletişimin temelinde yatan kavramlar ve yazı teknikleri üzerinde de odaklanmaktadır. Yoğun olarak işlenecek İngilizce’nin yanı sıra öğrencileri eleştirel bir bakış açısı ile düşünmeye sevk etmeyi ve bu
22 MODAFEN İLETİŞİM
İçerik ve işleniş açısından makul yoğunlukta okuma ve olabildiğince çok düşünmeyi gerektiren bir ders olan Eleştirel Düşünme ve İletişim, katılım gösteren öğrencileri kendi ödevlerini yapmaktan, gerektiğinde grup çalışması organize etmekten ve en önemlisi sınıfta aktif birer katılımcı olmaktan sorumlu tutmaktadır. Yağmur Ali Coşkun okuma ve yazmaya oranla derste konuşarak geçirilen zamanın çok daha fazla olmasını ve “sürekli olarak diyalogda bulunulmasını, kelime bilgisinin aktif kullanılan dilin bir parçası olarak kalmasını sağladığını” savunuyor. Emre Erdoğan ise ders saatinin ağırlıklı olarak diyaloglar ve eleştirel yorumlamalarla geçmesini yorumlarken şunların altını çiziyor:
mek ve kendimizi hayatta atacağımız bir sonraki adımlara hazırlamak sanki. Dersi eğlenceli ve ilgi uyandırıcı işleyebilmek adına dengeli bir düzenleme ile ders saatleri içerisinde kısa veya uzun film gösterimlerine, kültürel veya sanatsal sergilere ve öğrencilerin istekleri doğrultusunda şekillenecek birkaç saate de yer ayrılmıştır. Dersle ilgili eksik görülen noktayı ise Deniz Alp Savaşkan bizim için özetliyor: “Haftalık ders saati biraz daha fazla olsaydı daha iyi olurdu.”
Eleştirel Düşünme ve İletişim - İleri Seviye İngilizce
düşüncelerini gerek yazılı gerek sözlü olarak doğru şekilde ifade etmelerini sağlamayı hedeflemektedir. Emre Saruhan da aynı fikirde olacak ki, eleştirel düşünme ve iletişim dersi “İngilizce öğretmekten başka bakış açımızı ve yorumlama yeteneğimizi de geliştirerek bizi hayata hazırlayan önemli bir ders.” olarak nitelendiriyor. Bunların yanında ve ötesinde öğrencileri edebiyatı bir süreç olarak görmeye ve bu süreçte hayatı ve toplumu kendilerine özgü yaklaşımlarla yorumlamaya teşvik etmektedir.
Doruk Yiğit Erigüç kendisini “Harvard Üniversitesi İngilizce Dili ve Edebiyatı dersi görüyormuş gibi hissettiğini” söylerken Elif Akman şunları ekliyor, “Bu derste nasıl kitap okunacağını ve nasıl düşünüleceğini öğrendim. Kitabı bir bütün olarak değerlendirmekle kalmıyor, her cümlede ayrı bir anlam yakalıyoruz. Sözcük dağarcığımın epey geliştiğini fark edebiliyorum. Ayrıca derslerde sadece İngilizce konuşmamız telaffuzuma da çok yardımcı oldu”. Bu derste öğrenilen ve sınıfça en sevilen kelimeler ise “Foreshadowing, Omission, Juxtaposition ve Clairvoyant.”
Bu derste arkadaşlarımızla bile İngilizce konuşuyoruz. Böylece konuşurken kendimizi zorluyor, hem eğleniyor hem öğreniyoruz. Amaç sadece İngilizce öğrenmek değil, kendimizi birçok açıdan bir üst seviyeye taşımak, sınırları zorlamak, düşünmeyi öğren-
23 2010 YAZ
Fatih Kanberoğlu’ndan Sınav Öncesi Hatırlatmalar ve Öneriler
Sınava Bir Buçuk Ay Kala Ne Yapmalı?
Öğrenciler Soruyor: Sınava yeterince hazır mıyım?
F
Sınav hazırlığının son bir buçuk ayına girildiğinde iyi öğrencilerin sınava dahil olan konuların çoğunu bitirmiş ve bu konuların genel tekrarına başlamış olmaları gerekir. Fakat bu genel tekrar bilinçsizce ve öylesine yapılmamalıdır, zamanın kişinin en güçlü ve değerli silah olduğu unutulmamalıdır.
atih Kanberoğlu tecrübelerini ve birikimini daha büyük bir kitleyle paylaşabilmek için Nokta Dergisi’nin teklifini kabul ederek 1 Mayıs 2005 ile 4 Haziran 2005 tarihleri arasında bu dergiye üç adet makale yazmıştır. Mayıs 2005’te derginin 1139. sayısında çıkan yazısında sınav maratonunun sonuna yaklaşan öğrencilere ve onların velilerine seslenerek son bir buçuk ayda neler yapılması gerektiğine dair öneri ve hatırlatmalarda bulunmuştur. Modafen Ailesinin pek çok üyesini yakından ilgilendiren bu süreçle ilgili Fatih Ağabey’in sözlerini gelecek sınavlar için sizlerle paylaşmak istedik: Başlığa takılıp bu yazıyı okumaya başladığınıza göre sizin veya yakınınızın önümüzdeki yıl lise veya üniversite giriş sınavlarıyla ilgili bir hazırlığınız vardır. Bu sınavlar her yıl 2 milyonun üzerinde öğrencinin hayatının akışını değiştiriyor. Bir o kadar öğrenci de bir sonraki yıl bu sınavlardan biriyle boğuşacağını biliyor. En önemlisi, bu sınavlara sadece öğrenciler değil aileleri de hazırlanıyor. Kafalardaki en büyük sorular sınavların en az badire ve en yüksek başarıyla nasıl atlatılabileceği ile ilgili. Sürekli sorgulanan sınav sisteminde Türkiye derecesi yaparak Boğaziçi Üniversitesi Endüstri Mühendisliği Bölümü’nü kazanan Fatih Kanberoğlu yıllardır bu sorularla, sorunlar yaşayan öğrenci ve ailelerine sınav uzmanlığı yaparak yardımcı oluyor. Sahip olduğu bilgi birikimine Türkiye’de her yıl derece yapan öğrencilerin ortak özelliklerini inceleyerek yarattığı sistematiği ve kendi geliştirdiği sınav stratejilerini ekleyen Kanberoğlu, bunları kendi öğrencilerine de aktararak onların da iyi dereceler yapmalarını sağlıyor. İşte, bu sınav maratonunda, Fatih Kanberoğlu’nun öğrenci ve velilere dönük uyarıları.
24 MODAFEN İLETİŞİM
Öğrenilmiş ve iyice özümsenmiş konularla zaman kaybetmek yerine, öğrenci eksiklerini tespit etmeli ve bunların üzerine gitmelidir. Eksiklerin tespiti için en değerli kaynağı bugüne kadar girdiği deneme sınavlarıdır. Deneme sınavlarında yapılmamış ve yanlış yapılmış sorular, soru tipleri taranmalı, buna göre eksik ve zayıf konular belirlenmeli, çalışmalar bu soruların işaret ettiği konular etrafında yoğunlaşmalıdır. Öğrenci zaten bildiği soruları yaparak kendini tatmin etme tuzağına düşmemeli; kendi durumunu, yapabildiği değil yapamadığı sorularla ölçmelidir. Bunun yanı sıra, öğrenci iyi bildiği konuların problemli soru tiplerini de sürekli tekrar etmelidir. Moralini bozmamalı, “eksiklerimi kapatmalıyım” düşüncesiyle motivasyonunu arttırmalı, sürekli tekrarla zayıf olduğu konuların üzerine eğilerek güçsüz yanlarını güçlendirmelidir. “Yapamıyorum, olmayacak, yetiştiremeyeceğim...” diye düşünmek yerine harekete geçmeli, eksiklerin kapatılmasını sağlayacak doğru bir çalışma planı oluşturmalı ve bu plana her ne olursa olsun sadık kalmalıdır. Sınav maratonunun atlatılması gereken bir zorluğu deneme sınavlarının sonuçlarının öğrencide doğurabileceği umutsuzluk duygusu ise, diğer bir zorluğu da “Evet, artık hazırım.” rehavetidir. Sınavlardaki yanlış ve boşları o günkü ruh haline ve sınavın zorluk derecesine dayandıran öğrenci, sınavla kurduğu “motivasyon bağlarını” koparır.
ÖSS sadece birkaç saat süren bir sınav değildir. Sınava hazır olmak da sadece konuları bitirmek değildir. Uygulanan sistematiğin devamı, öğrencinin durumu hakkında rahatlık veya panik bir kenara koyularak yapılacak değerlendirmeler, “Hazır mıyım?” sorusunun dürüst cevabı ve bu cevabın irdelenmesi son derece önemlidir. Unutmayın, ÖSS hayatınızın milatlarından biridir ve sınav hazırlığındaki son bir buçuk aya dair ilerde hatırlamanız gereken tek şey: “Sadece sınava hazırlandım.” olmalıdır.
Aileler soruyor: Çocuğum sınava yeterince hazır mı? Öğrenciler sınava tek başlarına girmezler. Bu maraton boyunca ailelerini, onlara gösterdikleri ilgi, ilgisizlik, korku, panik ve güvenle yanlarında hissederler. Yani sınav hazırlığını aslında bir masaya benzetilebilir, onu dengede tutan ayakları da bu hazırlığın çeşitli öğeleridir. Peki nedir bunlar?
Öncelik öğrencinin kendisindedir. Tabi bunun yanında ailesi, öğretmenleri, dershaneler, özel öğretmenler de masanın dengede durmasını sağlayan önemli etkenlerdir. Bunlardan bir tanesi eksik olduğu zaman denge bozulur. Çocuğunuzla ilgilenin! Fakat ilgi, tüm yetkiyi öğrenciye bırakarak, onun sadece deneme sınavlarından aldığı puanların kontrol edilmesi değildir. Bu puanların diğer çocukların puanlarıyla kıyaslanarak çocuğun durumunun belirlenmesi ise hiç değildir. Öncelikle veli çocuğun başarı grafiğini doğru analiz etmeli, puanlarından çok öğrencinin sıralamasındaki yükseliş ve inişlerine yoğunlaşmalıdır.Yükselişlere “evet oluyor, en iyi olacak” diye yaklaşmak, çocuğun motivasyonunu bozmamak gerekir. İnişleri ise kavga veya kızgınlıkla ile karşılamamak, “olamazsa seni yurtdışında okuturuz” diyerek öğrenciyi çalışmaktan vazgeçirebilecek yorumlar yapmak yerine objektif değerlendirmeler yapılmalıdır. Çocuğun eksikleri ve ihtiyaçları tespit edilmeli konuya panik veya telaş ile değil “çözümlenmesi gereken sorunlar var” diyerek yaklaşmalı ve çocuk onu başarıya götürecek yollara yönlendirilmelidir.
Fatih Kanberoğlu’ndan Sınav Öncesi Hatırlatmalar ve Öneriler
Kopan bu bağları fark etmeyen veya fark etse de önemsemeyen öğrenci hayatın sunduğu diğer bağlara yönelir: Sosyal hayata… Zaten konuları bitirmemiştir, hataları ya dikkatsizliktendir ya da işlem hatasıdır. Bu hataların sürekli tekrarla düzeltilmesi gerekirken, öğrenci sınava ve kendi durumuna olan ilgisini kaybettiği için boşverir, televizyonu açar, şöyle bir maillerini kontrol etmek için bilgisayarın başına “birkaç saatcikliğine” geçer, yahut arkadaşlarıyla bütün gün “biraz” hava almaya çıkar. Oysa yapması gereken bugüne dek uygulanan sınav programını yeniden düzenlenmesi, konu çalışmak yerine hatalı ve boş soruları tekrarlama esasına dayanan yeni bir plan oluşturması ve uygulamasıdır.
Sınava hazırlık programının uygulanmasında belki de en önemli kontrol mekanizmalarından biri de ailedir. Aile desteği çocuğun kendine güvenini ve inancını desteklerken, yanlışlarını da görüp göstermeli, gereken yerlerde gereken önlemlerin de alınmasını sağlamalıdır. Durum tespiti için çocuğun bütün hayatı gözlenmeli, eksik ve hataların üzerine azimle gidilmelidir. Öğrencinin sosyal hayatına ve çalışmalarına doğru zamanda doğru müdahaleler yapılmalıdır. Deneme sınavlarında alınan puanlarının ÖSS gerçeğinin sadece bir parçası olduğunu unutulmamalı, öğrencinin çalışma temposunun niceliği, niteliği ve devamlılığı sürekli gözlenmeli ve bu konuda kararlılık gösterilmelidir. Bu devamlılığı bozacak her şeyden kaçınmalı ve özellikle maratonun son bir buçuk ayında süregelen motivasyonu bozabilecek her şeyden öğrenci uzak tutulmalıdır.
25 2010 YAZ
Hayatımı değiştiren yıl ve kahramanı Fatih Ağabey
B
en Burakcan Beno, sizlerle naçizane hikâyemi paylaşmak, size o yılları anlatmak istiyorum. Fatih Ağabey ile 2005 yılında tanışana kadar Modafen hakkında çok fazla fikir sahibi değildim; ama tanıştığımız ilk gün hayatımın değişebileceğini anlamıştım. Ben ve arkadaşlarım Modafen’de çok iyi günler geçirdik. Her türlü başarıya sahip olduk, sınavsa sınav, sporsa spor. Fatih Ağabey sağ olsun, bize gerçek anlamda her konuda başarılı olunabileceğini öğretti. Gün geldi geceler boyu çalıştık, evinde misafir etti bizi. Gün geldi pikniğe gittik. Çok farklı bir ortam var tabi ki orada. Ağabey-kardeş ilişkisiyle geçen koskocaman bir sene. Ben Modafen’e gelmeden önce pek de ders çalışmaya istekli bir öğrenci değildim. 7. Sınıfa son derece ilgisiz bir öğrenci
26 MODAFEN İLETİŞİM
olarak devam ederken Modafen bana, ders çalışmayı sevmeyi ve nasıl ders çalışılacağını öğretti. Sene başında bana lise sınavında ilk 1000’e gireceksin deselerdi çok gülerdim. Ama bunun da olabileceğini Modafen sayesinde anladım. Şu anda İstanbul Erkek Lisesi’nde okuyan bir öğrenci olarak üniversite sınavına hazırlığımı da bir aksilik olmazsa yine Modafen’de yapacağım. Çünkü ben Modafen’deki tüm öğretmenlerimin bana çok şey kattığının farkındayım. Yazımı bitirmeden önce söylemek istediğim birkaç konu var. Fatih Ağabey ile tanışmak ve Modafen’e başlamak benim için büyük bir şanstı. Çok mutlu anılar, sıkı dostluklar ve başarılarla ayrıldım. Bir daha dünyaya gelsem yine Modafen’e gelirdim herhalde. Burakcan BENO
Bir Portre: İlhan Obuz “Bana göre matematik doğru düşünme sanatıdır.”
“...bu yüce kitap yani evren... matematik diliyle yazılmıştır; onun harfleri de üçgenler, daireler ve diğer geometrik şekillerdir. İnsanoğlu bunları kavramadan ondan bir sözcük bile anlayamaz ve karanlık labirentlerinde dolaşmaya mahkum kalır.” demişti Galileo bundan yaklaşık dört yüz yıl kadar önce. Aydınlık yarınlara ulaşmak için matematiğin dilini öğretiyor İlhan Obuz çocuklarımıza. Bundan yıllar önce okulumuzun kurucusu Fatih Kanberoğlu’nun da matematik öğretmenliğini yapan okulumuzun en tecrübeli öğretmeni İlhan Obuz’a sorduk. Küçükken “Büyüdüğünde ne olmak istiyorsun?” sorusuna cevabınız ne olurdu? Öğretmen olmak hayalim hep vardı. Yazın arkadaşlarımı eve çağırıp ders anlatır, sınav yapardım ve karne verirdim. Peki matematik hayatınıza nasıl girdi? Öğretmen olmaya nasıl karar verdiniz? Öğrencilik yıllarımda profesyonel olarak futbol oynuyordum ve Elazığ’da popüler bir futbolcuydum. İlk olarak Güvenspor’da oynadım, daha sonra Elazığspor’a transfer
oldum. Kariyerime bu şekilde devam ederek büyük şehirlerden birine gitmek istiyordum. Büyük dağın dumanı büyük olur düşüncesi ile, ben de ya Ankara ya da İstanbul demiştim kendime. Daha sonra lise sonda iken arkadaşlarımın hepsinin elinde bir kitapçık gördüm. Bu nedir diye sorduğumda bununla üniversiteye başvuruluyor dediler. Ben de tesadüfen elime geçen kitapçığı doldurdum ve en başa matematiği yazdım.Yani aslında ben tesadüf eseri üniversiteye girdim. Peki neden matematik, matematik size ne ifade ediyor? Bana göre matematik doğru düşünme sanatıdır. Bu sebeple matematiği çok seviyor ve bu konuda uzmanlaşırsam başarılı olacağıma inanıyordum. Üniversite sınavında tıp için de yeterli puanı almıştım; ama tercihim net olarak matematikti. Uzun yıllarınızı verdiğiniz öğretmenlik hayatınızda sizi en çok etkileyen olay neydi? Bizimle paylaşmak isteyeceğiniz ilginç bir anınız var mı? 37 yıl oldu öğretmeye başlayalı. Bu soruyu düşününce binlerce şey geçiyor aslında aklımdan. Ama beni en çok etkileyen bir
27 2010 YAZ
Bir Portre İlhan Obuz
olay var sanırım. Bir gün 4’ü matematikçi olan 11 öğretmen arkadaşımla sohbet ediyorduk. Ben “İddia ediyorum, öyle bir konu var ki, onu benden daha iyi öğreten kimse yoktur. Sizce nedir o?” diye sordum. Herkes tahminde bulunmaya başladı. Kimisi fonksiyonlar, kimisi integral, kimisi geometri diyordu. Gülümsedim hepsine, çünkü hiçbirinden doğru cevap gelmiyordu. Cevap çok açıktı aslında, öğrencilerime matematik yerine, onlara “doğru düşünmeyi” öğretmeye çalışıyorum dediğimde arkadaşların tümü gülmüştü. F. Özbakan adındaki arkadaşım “Yani ben senin öğrencilerini bulup İlhan Bey’in en iyi öğrettiği konuyu sorsam “düşünmek” derler mi?” diye sorduğunda ben evet diye cevap vermiştim ve o gece huzursuz yatmıştım. Ertesi gün Ö.Ü.Fen Lisesi 10-B sınıfına girdim ve öğrencilerime sordum. “Çocuklar ben en iyi hangi konuyu öğretiyorum?” dedim. Hep bir ağızdan “Siz doğru düşünmeyi çok iyi öğretiyorsunuz.” dediler. O günü hiç unutamıyorum. Öğrencilerime sık sık “Akıllıyım ve aklımı kullanıyorum. Ben liderim, her şeyi kontrol ediyorum, bunun için de gözüm parmağımın ucunda olmalı. Gündemi yaratan insan olacağım” cümlelerini telaffuz ettiririm ve çoğu zaman da yazdırırım. Çünkü her şey inanmakla başlar. Büyük adam olmak istiyorsanız gündemi yaratan insan olmalısınız. Cümlesine inandırmaya çalışırım. Fatih Kanberoğlu da sizin öğrencinizmiş, bize o yıllardan biraz bahseder misiniz? Kendisi nasıl bir öğrenciydi, size neler vaad ediyordu? Fatih 2 yıl boyunca benim öğrencim oldu. Çok iyi bir öğrenciydi, hem derslerde çok başarılıydı, hem de sosyal olarak çok düzgün bir öğrenci idi. Hep güçsüzün yanında olur, haksızlığa hep karşı çıkardı. Fatih ve onunla birlikte aynı sınıfta olan tüm öğrencilerimden çok ümitliydim, her biri parlak birer gelecek vaad ediyordu. Nitekim öyle de oldu. Fatih lider ruhlu bir yapıdaydı, halen de öyle.
28 MODAFEN İLETİŞİM
Yıllar geçtikten sonra Fatih Kanberoğlu ile tekrar nasıl karşılaştınız? 2005 yılında emekli olmuştum. Günlerden 8 Ağustos’tu. Havuz kenarında uzanmış yazın tadını çıkarıyordum. Güneşin altında dalmışım sanırım, çalan telefonun sesi ile irkildim. Telefondaki ses çok tanıdıktı. Fatih olduğunu anladığımda çok mutlu olmuştum. Bana Modafen İlköğretim Okulu’nu açmak için her şeyin hazır olduğunu, benimle birlikte çalışmayı çok istediğini ve gelmezsem de bu okulu açmayacağını, açarsa da eksik açılacağını söyledi. O gün bu gündür beraber mutlu bir şekilde çalışıyoruz. Duyduğumuz kadarıyla okulun ilk haftası ile ilgili ilginç bir hikayeniz varmış, bu anınızı sizin ağzınızdan dinleyebilir miyiz? Okul ilk açıldığında 7 öğrencimiz vardı, bu sebeple çok endişe ediyordum. Her akşam rüyalarıma giriyor ve uykularım kaçıyordu. Bir gün dayanamayıp Fatih’i kenara çektim ve endişelerimden bahsettim. Bana “İlhan Hocam sen içini rahat tut, ben her akşam mükemmel bir şekilde uyuyorum; çünkü biliyorum ki gelecekte Modafen Türkiye’nin ve dünyanın sayılı okullarından biri olacak,” dedi. 7 öğrencimiz ile kurulan okulumuzun 4. öğretim yılındayız ve 100’e yakın öğrencimiz var bugün. İlhan Bey, İstanbul sizin için ne ifade ediyor? Daha çocukken bile hayalim hep İstanbul’da yaşamaktı. Futbolcu olarak geleceğimi düşünüyordum. Ama İstanbul Üniversitesi Matematik Öğretmenliği Bölümü’nü kazandım ve bu şekilde geldim İstanbul’a. Üniversitede de okul takımında futbol oynamaya devam ettim. Kaleciydim, Fenerbahçeli Bülent şimdilerde teknik direktör olan Güvenç Kurtar benimle beraber aynı takımdaydı. O yıl İstanbul Üniversitesi’ni çok iyi temsil ettik.
Bir Portre İlhan Obuz Sizce bir turist İstanbul’u ziyaret ettiğinde kesinlikle yapması/ görmesi gereken 3 şey nedir? İstanbul denilince aklıma ilk gelen “Boğaz” benim. Daha sonra Adalar diyeceğim sanırım. En son olarak da Bağdat Caddesi. Sizce çevre bilinci çocuklarımıza nasıl aşılanmalıdır? Çevre bilinci ailede başlar. Bilinçli ailenin bilinçli ve duyarlı çocukları olur. Biz öğretmenler de doğa sevgisini pekiştiririz okullarımızda. Anlatarak, uyararak, öğreterek sevdiririz doğayı ve duyarlı bireyler haline getiririz çocuklarımızı. Mesela Keşan Erikli sahilinde 16 tane genç ile kumu eleyerek temizlemiştik. Bu tip aktiveteler ve ailelerin birliği ile çocuklara çevre bilinci aşılanır. Bu tip olaylar için lider kişilere ihtiyaç vardır. Ama Türkiye’de hiç lider yetişmiyor veya biliçli olarak yetiştirilmiyor.
Boş zamanlarınızda neler yapıyorsunuz? Boş zamanlarımda yalnız kalabileceğim ve doğa ile iç içe olabileceğim bir yere gidiyorum. Şile’de mütevazi bir evim var. Orada dinleniyorum ve huzur buluyorum. Tecrübelerinize dayanarak Modafen’deki eğitimi diğer okullardan ayıran özellikler nelerdir? Sevgi ve akademik başarı.
Peki sosyal hayatta İlhan Obuz nasıl biri? Karakter özelliği olarak sanırım çabuk gücenen biriyim ben. Bir fikri savunduğumda o fikri her türlü açıdan analiz edip, araştırıp değerlendirdikten sonra savunurum. Karşımda da düşünen bireyler görmek istiyorum. Benim siyah dediğim bir fikre düşünmeden beyaz denilirse belli etmeden vazgeçiyorum. Aynı zamanda prensip sahibiyim ve dakik bir insanım. Vaktinden ne önce ne de sonra giderim, gitmem gereken bir yere. Tutalamayacak sözler verilmemeli, yoksa kötü örnek olursunuz çevrenize. Bunun yanında en büyük idealim kültürsüz veya geri kalmış bölgeleri, şehirleri, kasabaları gezip oradaki insanlara doğru düşünmeyi öğretebilmek.
29 2010 YAZ
Öğrenciler İle Röportaj Erturgut Kardeşler - Bir Okulda Üç Kardeş
E
rturgutlar’ın en genç kuşağı Modafen Ailesi’nde. Özden, Bülent ve Eren kardeşleri daha yakından tanımak için hoş bir sohbet eşliğinde biraraya geldik. Özden ve Bülent 1996 yılında dünyaya gelmiş çift yumurta ikizleri, Eren ise onlardan 15 ay sonra hayata merhaba diyen küçük kardeşleri, ailenin en minik üyesi… Bülent ve Özden 2 yıldır okulumuzda eğitim görüyor. İki kardeş okullarını o kadar çok seviyorlar ki sonunda Eren de dayanamayıp Modafen İlköğretim Okulu’nun kapısını çalmaya karar vermiş. Şimdi 3 kardeş de Modafen’li… Sevgili Özden, Bülent ve Eren, 3 kardeş aynı okulda olmak nasıl bir duygu? Bülent: Çok güzel bir duygu aslında, aynı eğitim kurumunda olmamızın bir sürü avantajı oluyor. Karşılıklı yardımlaşabiliyoruz, bir eksiğim olduğunda Özden bana çok daha rahat yardımcı olabiliyor. Özden: Aslında bu karşılıklı bir yardımlaşma.... İkiz kardeşimle aynı sırayı paylaşmak bizi daha da yakınlaştırdı. İkimizin de gelişimine çok büyük faydası oluyor. Tabi ki arada sırada aramızda ufak anlaşmazlıklar da olabiliyor. Mesela sürekli yan yana olunca ikiz kardeşim beni kızdırabiliyor (gülerek). Eren: Ben çok mutluyum birlikte okumaktan. Özden ve Bülent bana derslerimde ve ödevlerimde yardımcı oluyorlar. Ama sabah akşam beraber olunca bazı sorunlar çıkıyor ister istemez, bu anlaşmazlıklar bazen annemlere kadar taşınabiliyor, o zaman çok hoşuma gitmiyor birlikte olmak fikri (gülümseyerek). Herbirinizden kardeşlerinizi 1-2 kelime ile tasvir etmenizi istesek birbiriniz için ne derdiniz? Eren: Özden son derece yardım sever ve hiç bencil olmayan bir kişiliğe sahip, anlamadığım konuları bana anlatır, ödevlerimde bana yardım eder, Bülent de çok iyi niyetli bir çocuk; ama bazen aramızda münakaşa çıkabiliyor, özellikle de evin reisi olmak
30 MODAFEN İLETİŞİM
istediğini gösteren davranışlar yaptığında (gülümseyerek Bülent’e bakıyor)... Özden: Biz hep birbirimizin arkasında olmaya çalışırız. Eren ile çok yaş farkımız olmamasına rağmen, o benim küçük kardeşim olma avantajını kullanır bazen, benim de hoşuma gider bu durum. Mesela bir şeye ihtiyacı olduğunda veya benden bir şey isteyeceği zaman bana normalden çok daha iyi davranır, ablacığım, canım diye hitap eder, o zaman anlarım bir şeyin geleceğini (gülümseyerek). Bülent ise çok iyi bir kişiliğe sahip olmasına rağmen bazen benden büyükmüş gibi davranıp daha çok kendi istediği olsun isteyebiliyor, böyle davrandığı zamanlarda ona biraz kızıyorum. Bülent: Eren değişikliklere çok kolay adapte olabilen bir karaktere sahip. Hatta bazen politik olabiliyor diyebilirim (Eren de doğruluyor ve “e biraz” diyor gülümseyerek). Özden ise çok yardımsever ve çok iyi kalpli. Bülent ve Özden, sizler çift yumurta ikizlerisiniz bildiğimiz kadarıyla. Hangi yönlerden birbirinize benziyorsunuz veya hangi yönlerden birbirinizin zıttısınız? Bülent: Huy olarak hiç benzemiyoruz, anne ve babamız aynı sadece (gülümseyerek), bir de dış görünüş olarak benzetiyorum ikimizi. Özden: Ben Bülent’e göre biraz daha paylaşmayı severim sanırım ve biraz daha çalışkanım diyebilirim (gülerek). En sevdiğiniz ders nedir? Özden: İnklap Tarihi. Bülent: İnklap Tarihi. Eren, sen okulumuza 2 kardesinden daha sonra katıldın. Modafen ile tanışmanı bize anlatabilir misin? Modafen hakkında hem arkadaşlarımdan hem de ağabey ve ablamdan çok güzel şeyler duyuyordum. Modafen’in Türkiye’deki başarılarını, okuldaki öğretmenlere ağabey ve abla dediklerini duyuyordum sürekli evde. Tüm bunları duydukça Modafenli olabilmeyi çok istiyordum.
Okulumdaki derslerimi takip etmeme ve daha başarılı olabilmeme çok yardımcı oluyordu. Bunun yanında dershanedeki ortamı ve öğretmenlerimi çok seviyordum. Bu sebeple dershaneye gideceğim zamanı iple çekiyordum. Erenciğim peki şimdi aldığın eğitim ile ilgili neler düşünüyorsun? Bir kıyaslama yaparsam kesinlikle Modafen diyorum. Türkçe ve matematik derslerini burada çok daha iyi öğreniyorum. Öğretmenlerim burada bizlerle birebir ilgileniyorlar, Modafen çok daha samimi bir okul, Modafen’de biz bir aile gibiyiz. Bülent, senin Modafenli olma hikayen de çok ilgi çekici. Bunu da bizimle paylaşır mısın? Ben Modafen’e geçmeyi çok istiyordum, Modafen butik bir okul olduğu için bir sürü imkan var, ihtiyaçlarımıza ve eksikliklerimize göre dersler çok daha verimli işlenebiliyor. Ayrıca öğretmenler herkesle çok yakından ilgilenebiliyor. Modafen’de bizim iyiliğimiz için kararlar çok hızlı verilebiliyor, kalıplaşmış kurallar yok. Aynı zamanda Özden’le de aynı okulda olma fikri beni çok heyecanlandırdı; çünkü biliyordum ki Özden bana derslerimde çok yardım edecekti. Son olarak babaannemin Modafen’e çok yakın oturması da bütün bunların yanında bir artı daha. En sevdiğiniz aktiviteler neler? Eren: Cuma günleri Modafen’de yaptığımız spor etkinlikleri… En çok da futbol ve basketbol. Bülent: Eskiden ben ve Eren piyano çalıyorduk, Özden keman çalıyordu. Aynı zamanda üçümüz de yüzmeye gidiyorduk haftada 6 gün, daha sonra daha farklı şeylere zaman ayırabilmek için piyanoyu bıraktık. Tekrar başlamayı düşünüyor musunuz? Özden: SBS olduğu için bu sene değil, ama seneye evet. Bu sene çok çalışıyoruz, cuma günleri biraz dinlenebiliyoruz sadece. En sevdiğiniz yemek nedir peki çocuklar? Bülent: İçinde makarna olan herşeyi yerim. Ama annem hiç pişirmiyor, kilo almamı istemiyor (gülerek). Özden: Çok ayırt etmiyorum ben ama en çok enginar dolması ve babaannemin yaptığı ekşili köfteyi seviyorum. Eren: Domates çorbası ve makarna. Okuldaki yemekleri de çok seviyoruz, çok güzelleşti yemekler. Okul dışındaki vaktinizi nasıl geçiriyorsunuz? Ne tür spor veya sanat aktiviteleri ile ilgileniyorsunuz? Özden: Sinemaya gidiyorum, bazen alışveriş yapıyorum, bazen de arkadaşlarımla dolaşıyorum.
Bülent: Ben de sinemaya gidiyorum arkadaşlarımla oluyorum ama benim arkadaşlarımla Özden’inkiler aynı değil, farklı okullardan geldiğimiz için. Bazen de ailemle oluyorum. Eren: Sinemaya gidiyorum veya arkadaşlarımla program yapıyorum. Hafta sonları play-station oynuyorum, basketbol ve futbol oynuyorum. Hafta içi daha çok derslerimle ilgileniyorum.
Öğrenciler ile Röportaj
Modafen Dershanesi sana nasıl yardımcı oluyordu?
Yurt dışı tecrübeleriniz olduğunu duyuyoruz. Nerelere gittiniz? Hangi ülkeleri gördünüz? Sizi en çok etkileyen nereler oldu? Eren: Yurt dışına Amerika, Fransa, Macaristan, Viyana ve Dubai’ye gittik. Tüm gitiğim yerler arasında en çok Dubai’yi sevdim sanırım. Özellikle oradaki otelleri çok beğendim. Kuzenlerimle birlikte gitmiştik ve çok güzel vakit geçirdik, yüzdük, gezdik ve çok eğlendik. En çok eğlendiğim yerler arasında Orlando’da ve Paris’te gittiğimiz Disneylandı sayabilirim. Bülent: Benim en çok keyif aldığım Bulgaristan’daki kayak tatilimizdi. Özden: 5 yaşından beri kayak yapıyoruz. Bulgaristan’a gittiğimizde öğrendim kayak yapmayı.Yarışlarda bir kere Türkiye 10.’su oldum. Gezdiğim ülkeler arasında ise beni en çok Avusturya etkiledi. Ama hepsi güzeldi. Bir de Dubai’de çok eğlendim ben de. Bülent: Ben dil okuluna Nice’e gittim, çok güzeldi çok eğlendim. Fransızlar biraz snob oluyorlar ama. Peki Bülentciğim sen çok güzel Fransızca konuşuyormuşsun, bize Fransızca ne demek istersin? Bülent: Bonjour (gülerek)! Bütün bu gördüklerinizden sonra İstanbul hakkında ne düşünüyorsunuz, yaşamak istediğiniz şehir neresi? Özden: İstanbul çok gelişmiş bir yer diye düşünüyorum ve burayı seviyorum; ama yurt dışındaki şehirleri gezince insanın dünya görüşü artıyor. Eren: Ben Paris’te yaşamak isterdim. Ama yemeklerini pek sevmiyorum, kötü kokuyorlar, orada da Türk yemekleri yapan bir yer bulup onu yerdim herhalde. Bülent: İstanbul da çok zengin bir kültüre sahip; ama ben Las Vegas ya da Paris’te yaşamak isterdim herhalde. Çocuklar sohbetimizi sonlandırırken, Modafen İletişim okuyucularına söylemek istediginiz birşey var mı? Eren: SBS’de herkese başarılar! Özden: Modafen çok güzel bir okul. Bülent: Ben Modafen’i herkese tavsiye etmiyorum; çünkü bize kalsın istiyorum (gülerek) herkes gelmesin kalabalık olmasın biz bize kalalım.
31 2010 YAZ
8. Sınıflarla İstanbul M
adrid, Liverpool, Selanik, Dublin,Amsterdam ve İstanbul. Bu şehirlerin tek ortak noktası harika bir deniz manzarasına sahip olmaları değil. Bu şehirlerin hepsi Avrupa’ya kültür başkentliği yaptılar. 2010 yılı boyunca Almanya’nın Essen ve Macaristan’ın Pecs kentleri ile birlikte Avrupa’nın Kültür Başkenti olacak olan İstanbul, tarihi ve çok kültürlü dokusuyla diğer şehirlerden ayrılıyor. İstanbul’un neden kültür başkenti seçildiğini, diğer şehirlerden farkını tarihçiler, mimarlar, sosyologlar, devlet adamları ve sanatçılar uzun uzadıya açıkladılar. Şehrin yapısı, dokusu, kültürü, mimarisi ve ulaşımı tartışıldı. Gazete ve televizyonda sayısız haber hazırlandı; ancak İstanbul’da doğan, İstanbul’da yaşayan insanlara görüşleri pek sorulmadı. Biz alışılanın dışına çıktık; İstanbul’da doğan, bu şehirde okuyan, bu şehrin sokaklarında top oynayan ve belki bir gün İstanbul’un yönetiminde söz sahibi olacak öğrencilerimizle İstanbul’un Avrupa Kültür Başkenti olmasını değerlendirdik. 18 Kasım 2009’da yaptığımız Taksim, Galata, Pierre Loti ve Balat gezisinden sonra öğrencilerimiz, 2010 Kültür Başkenti ile ilgili fikirlerini yazdılar.
32 MODAFEN İLETİŞİM
İsterseniz önce Deniz Alp Savaşkan ve Doruk Yiğit Erigüç’ten gezimizin nasıl geçtiğini öğrenelim: “8-A sınıfı olarak yaptığımız gezide çok eğlendik, güzel anılarımız oldu. Size de anlatalım dedik. Buyurun başlıyoruz... Sabah kendi servislerimizle okula geldik. Herkes okula geldiğinde, bize ayrılan servise doluştuk. İlk durağımız İstiklal Caddesi idi. Taksim Meydanı’nda indikten sonra başladık yürümeye. Meydandaki Pietro Canonica tarafından bronz ve taş kullanılarak 2.5 yılda tamamlanmış Cumhuriyet Anıtı’nın önünde bir an durakladık. 84 ton ağırlığındaki bu anıtın 23 günde monte edilmiş olması heybetine bakıldığında o kadar da şaşırtıcı değildi. İstiklal Caddesi’nin biraz Batılı, biraz Doğulu havasını soluduktan sonra Çiçek Pasajı’na girdik. Orada fotoğraf çektirirken, bir adam az güldüğümüzü düşünmüş olmalı ki, hoplayıp zıplayarak bizi güldürdü. Oradan St. Antuan Katolik Kilisesi’ne gittik. O koca, demir kapıdan geçtik. Giulio Mongeri ve Eduardo de Nari tarafından tasarlanan bu gotik stildeki kilisenin avlusundan içeri girdik. Kilisede mum dikip, etrafı inceledikten sonra, oradan ayrıldık.
8. Sınıflarla İstanbul Bir sonraki durak olan Pera Müzesi’nin yolunu tuttuk. Müzede Chagall adlı ünlü ressamın yaşam ve aşk temalarının işlendiği sergisini gezik. Chagall’ın birçok resmini yakından inceledik. Ressamın çok değişik bir tarzı vardı. Her şeyi sembollerle ifade etmesi açısından geçen sene Sakıp Sabancı Müzesi’nde eserlerini incelediğimiz Salvador Dali’yi anımsattı bize. Daha sonra kalıcı sergiler olan “Anadolu Ağırlık Ölçüleri”, “Oryantalist Resim” ve “Kütahya Çini ve Seramikleri” sergilerini gezdik ve müzeden ayrıldık. Eh, artık karnımız bir hayli acıkmıştı. Biz de bir kebapçıya gidelim dedik. Hep beraber yemek yedikten sonra Tibet’in doğum gününü kutladık. Daha sonra Karaköy İskelesi’ne doğru yol aldık.Yolumuzun üstündeki Galata Kulesi’nin merdivenlerinde çok güzel fotoğraflar çektirdik. Oradan sahile indik ve servisimize binerek Pierre Loti’nin aşağısındaki bir otoparka gittik ve teleferikle Pierre Loti tepesine çıktık. Pierre Loti çevresini turladık. O eşsiz manzaranın keyfini çıkardıktan sonra tekrar teleferiğe binerek servisimize döndük. Ardından, Sveti Stefan Kilisesi’ne gittik. Kilise’ye gittiğimizde Can Ağabey ve Taylan Ağabey bize kilisenin tarihi hakkında bilgi verdiler. Kilisenin demirden oluştuğunu öğrendiğimizde hepimiz çok
şaşırdık. Aynı zamanda, kilisenin yapıldığı zemin doldurma olduğu için, kilisenin denize doğru kaydığını öğrendik. Bunun en büyük kanıtı ise kilisenin taş basamaklarının çatlamaya başlamış olmasıydı. Sonra yine servisimize binerek Fener Rum Patrikhanesi’ne gittik. Oraya gittiğimizde ilk önce Fener Rum Patrikhanesi’ni Fener Rum Lisesi’yle karıştırdık ama sonra Patrikhaneyi bulduk. Patrikhane’deki kiliseye girdik. Kilisenin içindeki çoğu yer altın kaplamalıydı. Bazı azizlerin tabutlarını gördük. Kiliseden çıktıktan sonra etrafı gezdik. Buradan ayrılıp arabalı vapurla karşıya geçtik ve okulumuzun yolunu tuttuk. Öğrencilerimiz yorumlarında İstanbul’un çok kültürlü yapısının altını çizdiler. Özden, “Kültür, bir topluluğun varlığının tümüdür. Eğer insanların dili, dini, gelenekleri, görenekleri ve düşünceleri bir bireyi oluşturuyorsa; bu bireylerden oluşan topluluğun da ana sebebi kültürdür” diyor. “Kiliselerin ve camilerin bir arada bulunması; farklı dilden,farklı düşünceden; farklı ırktan olan insanların bir arada bulunması, kültür çeşitliliğini gösteriyor.” diye ekliyor.
33 2010 YAZ
8. Sınıflarla İstanbul
Elif ise değişik kültürlerin birbirleriyle İstanbul’da nasıl kaynaştığını mimari üzerinden anlatıyor. “Diğer şehirlerden farklı olarak İstanbul’da her semt ayrı bir kültür. Ara sokaklarda bile tarihin ve farklı insanların birikmişliği hissediliyor. Bir sokak Batı mimarisine göre tasarlanmışken, başka bir sokakta Osmanlı döneminden kalma köşkler bulunuyor. Bizans döneminden kalma bir tarihi yapıtla Osmanlı’dan kalan bir yapıt yan yana bulunabiliniyor.” Emre Erdoğan, çok kültürlülüğün nedenini İstanbul’un jeopolitik önemine bağlıyor. “Bunun en büyük sebeplerinden biri İstanbul’un Orta Asya’ya Orta Doğu’ya Arabistan Yarımadası’na ve doğuda bulunan Çin gibi büyük devletlere açılan ticaret yollarını Avrupa’ya bağlayan kapısı konumunda olmasıdır.” diyen Emre, tıpkı Kutay ve Emre Saruhan gibi İstanbul’un sadece 2010’da değil her zaman kültür başkenti olarak kalması gerektiğini savunuyor.
34 MODAFEN İLETİŞİM
bir kültür başkenti olduğunun kanıtlanabileceğini söylüyor. “İstanbul’un manzarası hiçbir yerde yok, Pierre Loti’de oturduğun zaman gördüğün manzara sana her şeyi unutturuyor ne sıkıntın varsa bir an için her şeyi unutuyorsun, tek düşündüğün deniz, İstanbul… Çamlıca tepesine çıkıp etrafınıza baktığınızda şahane bir deniz manzarasıyla karşılaşırsınız ve muhtelemen ağzınız açık kalır.” Bülent ve Fevzi, tarih boyunca Bizans, Latin ve Osmanlı İmparatorluğu’na başkentlik yapmış İstanbul’un 2010 Avrupa Kültür Başkenti seçilmesinin Türkiye’ye ekonomik olarak katkı sağlayacağını düşünüyorlar. Bülent “Kendimizi dünyaya tanıtabiliriz. Bununla beraber İstanbul’a daha fazla turist çekip ekonomimizi canlandırabiliriz. Turizm sayesinde yeni doğacak iş olanaklarıyla birlikte işsizlik sorununun bir kısmı da çözülebilir.” diyor.
Kutay, 2010’da kültür başkenti olmanın tüm İstanbullulara sorumluluk yüklendiğini düşünüyor ve ekliyor, “Bence, en önemli özelliklerimizden biri misafirperverliğimiz. Kültür başkenti olmamız dolayısıyla şehrimize gelecek olan her misafirin buradan çok güzel anılarla ayrılacağına inanıyorum.”
Tibet ise 2010 yılında yapılacak etkinliklerde yalnızca profesyonellerin değil, İstanbul’da yaşayan, İstanbul’u seven İstanbulluların da görev alması gerektiğini belirtiyor: “İstanbul’da yapılacak etkinliklerin konferans salonlarına tıkılmaması gerekiyor. Tüm İstanbulluların, hiçbir ayrım yapılmadan katılacağı ve sahipleneceği projeler İstanbul’u diğer şehirlerden farklı kılar.”
Öğrencilerimiz İstanbul’un diğer şehirlerde bulunmayan bir çok ayrıntıya sahip olduğu konusunda hemfikirler. Gemilere olan merakıyla tanıdığımız Kutay, İstanbul şehir hatları vapurlarının bile kültürümüzün içinde bir payı olduğunu söylüyor. İstanbul’a gelenlere 1952’den beri hizmet veren Paşabahçe Vapuru ile Boğaz’da bir gezintiye davet ediyor bizleri.
Geçtiğimiz yıla kadar Bandırma’da yaşayan ve bu sene İstanbul’a yerleşen Kerem de hem gezi sırasında hem de kültür başkentleri ile ilgili yazısını yazarken İstanbul’un tadını çıkarttığını söylüyor: “İstanbul’da yaşamak çok keyifli; çünkü İstanbul çok dinamik ve bir o kadar da eğlenceli bir şehir. 2010 yılındaki aktivitelere katılmak için sabırsızlanıyorum.”
Cem de İstanbul Boğazı’nın İstanbul’a farklı bir hava kattığını ve Boğaz’da yapılacak bir gezintiyle bile İstanbul’un gerçek
Derleyen ve Yazan Can Gezgör
Peker Açıkalın’la Küçük Bir Söyleşi Modafen İlköğretim öğrencileri bu sayıda, öğrencilerimizden Şeker Açıkalın’ın tiyatro oyuncusu babası Peker Açıkalın ile söyleşti... Peker Açıkalın: Farkında mısınız? Çok güzel bir okulunuz var! Şeker: Çok ödevimiz de var ama! Peker A.: (Gülüyor) O da var! Bazı bölgelerimizde sizin yaşınızdaki öğrenciler, hem derslerini yapıyorlar, hem sobalarını yakıyorlar, hem anne babalarına yardım ediyorlar hem de karların içinde 5 km. yürüyüp okullarına gidiyorlar. Size verilen şartları elinizden geldiği kadar değerlendirin. Değerini bilin. Bu düşüncelerimi, bir sanatçı olarak sadece sizlerle paylaşmıyorum. Her haftasonu bir ile gidiyorum. Yarın Konya’ya gideceğim mesela. Sizler gibi gençlerle, sizin gibi çok değerli, çok akıllı, sanata meraklı ve ailesine çok saygılı bireylerle konuşup tartışıyoruz. Benim için sizlerle konuşmak çok değerli; çünkü siz, hepiniz pırıl pırılsınız! Enver: Çok büyük bir izleyici kitlesine sahipsiniz. Bunu nasıl başardınız? Peker A.: Bunun arkasında 32 sene var. Yani çaba sarfetmek gerekiyor, yaptığınız işi sevmeniz gerekiyor ve ideallerini şu masalarda, sizin yaşlarınızda belirlemeniz gerekiyor. Boşa geçirecek vaktimiz yok. Dolayısıyla eğer görsel sanatla uğraşıyorsanız ya da bir kitleye hitab etmek istiyorsanız şimdiden çaba sarfetmeniz gerekiyor. Mesela Enver doktor olmak istiyorsa, şimdiden çalışması gerekiyor. Ben tiyatrocu olmak istiyorum, diyordum küçükken. Ailem şaşırıyordu. Ama ben liseyi bitirdikten sonra azmettim ve konservatuara girdim. Tiyatro bölümünü bitirdim. Masaları birleştirip çocuklara çocuk tiyatrosu yaptım. Şimdi 45 yaşındayım, ben 60’a, geldi-
ğim zaman sen benim karşıma 25 yaşında bir doktor olarak gelebilirsin. Hemen geriye dönelim. Ben 20 yaşında bir gecekondu bölgesinde çocuk tiyatrosu yaparken, orada beni izleyen çocuk şu anda 25-30 yaşında. Sokakta karşıma çıkıp diyor ki, “Peker öğretmenim, merhaba! Hatırlıyor musunuz, 25 yıl önce bizim mahallemize gelip tiyatro yapmıştınız?” O zaman ben gurur duyuyorum. O zamanın çocuğuna sarılıyorum, elimi öpmek istediği zaman da gururla öptürüyorum. Bakma saçımda beyaz yok, o genetik bir şey! İşte kitleye hitab etmek bu. Toplumla barışık olabilmek, kitlelere ulaşmak çok güzel bir şey! Ece: Hayallerinizin peşinden gitmişsiniz. Ancak bunu nasıl yaptınız, hayallerinizin peşinden yılmadan nasıl gittiniz? Peker A.: İnsan hayallerini gerçekleştirirken arkasında durduğu gibi yanında da durmalı. Sen 12 yaşındasın. Ben sana bir soru sorayım. Senin bir hayalin var mı Ece? Ece: Var. Peker A.: Ne olmak istiyorsun? Ece: Avukat olmak istiyorum. Peker A.: Neden olmasın... Hepiniz birer öğretmen, doktor olabilirsiniz, bakın Ece de avukat olmak istiyor. Şu anda 12 yaşında, “Avukat olmak istiyorum.” diyorsa, bir ağabeyi olarak derim ki: Arkasında durduğunuz gibi yanında da durun o ideallerin yani hayalleriniz için yapmanız gerekenleri araştırın, hedefe kilitlenin. Ben tiyatrocu olmak istiyorum dediğimde üniversiteyi beklemek zorundaydım; çünkü tiyatro eğiti-
35 2010 YAZ
Peker Açıkalın’la Küçük Bir Söyleşi
mi eskiden sadece üniversitede veriliyordu. Ben ne yaptım, gittim bir kütüphaneye, tiyatro hakkında kitaplar okudum. Tiyatro oyunları okudum. Kendimi geliştirdim. İdeallerimi geçrekleştirmek için biraz da sabrettim ve oldu. Ege: Bir öğrenci velisi olarak Modafen hakkında ne düşünüyorsunuz? Peker A.: Ben bütün eğitim kurumlarının çatısıyla, öğretmeniyle, kantiniyle, binasıyla ve tabii ki en önemlisi, öğrencisiyle çok önemli olduğunu düşünüyorum. Biz İstanbul’da yaşıyoruz. Burada büyüdük, yetiştik. Ülkemizin coğrafi koşulları nedeniyle asfaltı dahi olmayan yerlerde okumaya çalışan öğrencilerimiz var. Buna benzer sorunlar çok. Ayakkabısı olmayan öğrenciler var biliyorsunuz. Ben bunları hep paylaşıyorum. Defteri olmayan, kitabı olmayan hatta sobası, ısıtıcısı olmayan nice köy okulları var. Benim birçok öğretmen arkadaşım var, ideallerinin arkasında durmuşlar. Sadece matematik ya da Türkçe anlatmakla yükümlü olmasına rağmen, çocukların yiyecek, giyecek ve ısınma problemleriyle uğraşıyorlar. Bana gözleri yaşlı anlatıyorlar. Diyorlar ki “Soba var odun yok, cam kırık naylon geriyoruz. Okul var, öğrenci yok. Daha da kötüsü okul var öğretmen yok. Kimi zamansa öğretmen var okul yok.” Bütün bunları bilerek hareket edersek, öğretmen kalitesiyle olsun, binasıyla olsun, sportif faaliyetleriyle olsun çok değerli bir okulumuz var. Ben okulunuzun değerini bir veli, bir baba olarak biliyorum. Kızımın da bildiğine inanıyorum. Şeker ilkokul 1-2-3. sınıfları devlet okulunda okuduktan sonra buraya geldi. 3 sene boyunca, her sabah 1.5 saat trafiğe girip, okulumuza gidiyorduk. 30-40 kişilik, kaloriferi bazen yanan bazen yanmayan bir sınıfta okudu Şeker. Okulun yemekhanesi yoktu. Sadece kola satılan, içinde kaşar olmayan kaşarlı tost satılan bir okula gitti. Gerçekten her anlamıyla harika bir okulunuz var. Ege: Sıra ikinci sorumda. Sanatçı olmasaydınız ne olmak isterdiniz? Peker A.: Öğretmen olabilirdim, avukat olabilirdim; ama en çok futbolcu olmak istiyordum. Çok iyi futbol oynuyordum. Yeğenime verdiğim örneği vermek istiyorum. Yeğenim basketçi olmak istiyor. Boyu çok uzun. Ama basketçi olmak için boy yetmiyor. Herkesin b i r branşı var bu hayatta. Sporcu olacaksanız sağlıklı olmak zorundasınız. “Sağlam kafa sağlam vücutta bulunur.” demiş başöğretmen Atatürk. Ben de size söylüyorum, uykusuz kalmayın, sabah kahvaltınızı iyi yapın, öğretmeninizi daha iyi dinleyin. Böylece ideallerinizi gerçekleştirebilirsiniz. Ben futbolcu olmak istedim. Rıdvan Dilmen ile aynı sınavlara katıldım futbolcu olmak için. Fenerbahçe tesislerinde. Bana ve Rıdvan Ağabey’inize antrenör dedi ki, “İkiniz de çok iyi oynuyorsunuz ama ikiniz de çok zayıfsınız. Yemek yemelisiniz!” Ben 7. sınıftaydım o zaman. Ben yemek yemedim, ihmal ettim. Zayıf kaldım. Rıdvan daha iyi yemek yedi, vücudunu geliştirdi. Ancak yine zayıf olduğu için bir maçta ayağı kırıldı. Futbol ha-
36 MODAFEN İLETİŞİM
yatı sona erdi. Alt yapıdan bahsediyorum. Ben antrenörümü dinleyip iyi yemek yeseydim, belki iyi bir futbolcu olacaktım. Ama sonunda ilk tercihim gerçek oldu. Tiyatrocu oldum. Neslihan Öğretmen: Yetenek çabayla disiplinle desteklenmeli ve geliştirilmeli. Peker A.: Aynen! Yiğit: Ünlü birisinin hayatının normal hayattan ne farkı var? Peker A.: Ünlü olduğun zaman topluma mal oluyorsun. Ne demek topluma mal olmak? Mert: Topluma yardım etmek. Peker A.: Tabii ki yardım etmek de var. Toplum için çalışıyoruz. Mesela şu an öğrenciler bana soru soruyor. Ben topluma mal olmuş bir insanım. Toplumu yönlendiren, yardım eden bir insanım. Sinemada yarattığın bir karakterle, verdiğin mesajla 1 milyon insana, televizyonda 25-30 milyona hitap ediyorsun. Sorumluluk gerektiriyor. Bıçak elimde durmasın dedim! Bu benim sorumluluğum. Şeker, babasını televizyonda elinde ekmek bıçağı ile komiklik yaparken görse, eline bıçak alıp o da komiklik yapmak istese bir yerini kesebilir, kendine ya da başkasına zarar verebilir. Bu nedenle biz sanatçılar “bıçakla oynamayın” mesajı vermeliyiz. İşte sosyal sorumluluk bu. Ünlü olmak kolay. Kötülük yaparak, bir suç işleyerek de ünlü olabilirsiniz. Elinde silahla soygun yapan bir insan gazeteye çıkarsa ünlüdür. Ama bulunduğu topluma iyi örnek olmaz. Siz çok küçüktünüz.Yaptığı kötü binalar yüzünden insanların ölümüne neden oldu. Adamı tanıyorum, televizyona çıktı; ama kötü örnek oldu ve kötü ünlü oldu.
İnsan hayallerini gerçekleştirirken arkasında durduğu gibi yanında da durmalı.
Yiğit: Hayatta gurur duyduğunuz üç şey neler? Peker A. Birincisi geçmişim. Ailem, atalarımız. Başta Atatürk, ona inanan dedelerimiz. Bize toprak bıraktılar, düşmanları yurttan atmak için çalışmışlar. Gurur duymamız gereken bir şey daha var. Geleceğimiz. Çiğdem, annen ve babanın en büyük gururu ne? Çiğdem: Ben ve kardeşim. Peker A.: Değil mi? Herkes için geçerli. Sorunu kişisel olarak yanıtlamam gerekirse, geçmişimle gurur duyuyorum. Kendi yaptığım işlerle ve başarılarla gurur duyuyorum. Kendi kızlarım ve
Mert: Oynadığınız karakterleri gözlemleyerek mi yaratıyorsunuz?
Şeker: Çocuklarınızdan beklentileriniz nelerdir (Gülüyor)? Peker A.: Onların sağlıklı, iyi eğitimli olmaları. Başka bir beklentim yok.
Peker A.: Çok güzel bir soru. Tabii ki gözlemleyerek yaratıyorum. Gözlemlemek çok daha hayırlı. Çiğdem’e soruyorum. Karşında Gaffur mu oturuyor?
Şeker: En çok yapmak istediğiniz şey nedir?
Çiğdem: Peker Ağabeyim!
Peker A.: Sırtıma çantamı takıp dünya turu yapmak istiyorum.
Peker A.: İşte! Türkiye’de 40-50 kişiden 15’i Gaffur’a benzer. Kendi içine kapanık, ailesine saygısı vardır. İşi gücü yoktur. Davranış biçiminde bir gariplik vardır. Ben onu gözlemliyorum. Canlandırınca da başarılı olma olasılığı artıyor. İyi gözlemek lazım.
Şeker: Ben de gelirim (Gülüyor). Peker A.: Zaten sizin büyümenizi bekliyorum. Yeni yerler tanımayı, yeni kültürler tanımayı çok istiyorum. Size de tavsiye ediyorum, ülkemiz bütün dünyayı barındıran bir ülkedir. Ülkemizden başlayabilirsiniz gezmeye. Kubilay: Unutamadığınız bir öğretmeniniz var mı? Peker A.: Hiçbirini unutmadım. Ama bir tanesini hiç unutmadım. Kulaklarımdan tutup havaya kaldıran öğretmenimi unutamadım. Aylin: Belki antrenörünüzün dediği gibi yemek yiyip kilo alsaydınız kaldıramazdı (Gülüyor). Peker A.: O işin şakası tabii ki. Öğretmenimi çok kızdırmışım, sabrını taşırmışım, o kadar yaramazlık yapmışım ki artık bıkmış. Kötü anlamda hatırlamıyorum. Ben öğretmen olsaydım da kızardım herhalde. Ama o hareketi yapmazdım. Kubilay: Unutamadığınız ve sevdiğiniz filminiz hangisi? Peker A.: Sinema, dizi ve tiyatro diye üçe ayırmak lazım. Dizide Ekmek Teknesi diyebilirim. Çok severek oynamıştım. Hatta Kurtlar Vadisi’nden gelen teklifi bile reddetmiştim Ekmek Teknesi için. Avrupa Yakası’nı da çok sevmiştim. İlk sinema filmim olan Kolay Para’yı da unutamam.
Peker Açıkalın’la Küçük Bir Söyleşi
sizlerle de gurur duyuyorum. Çünkü hepiniz kendi çocuğum gibisiniz.
Mert: Oynadığınız karaktekler üzerinize yapışıyor mu? Peker A.: Hayır çünkü yapışmaması gerekiyor. Hababam Sınıfı’nda Psiko’yu yarattım. Ben her rolümde Psiko’yu mu oynamalıyım.Ya da Gaffur gibi pijamayla mı oynasam? Olmaz, sanatçı kendisini geliştirmeli. Tiyatro oyunculuğu farklı bir şeydir. Çok sert bir adamı da oynayabilirim. Çok üzgün bir adamı da oynayabilirim. Aylin: Tiyatronun Türkiye’de yeterince gelişmediğini düşünüyor musunuz? Peker A.: Böyle bir kıyaslama yapmam. Çünkü Türk Tiyatrosu kendi alanında başarılı. Önemli olan katılımın yüksek olması. Türkiye’nin ekonomik şartları ve Avrupa’nın şartları aynı değil. Türkiye’de 50 öğrenciden 5’i tiyatroya giderken, Avrupa’da 30-40 tanesi gidebiliyor. Eğitim sistemi de aynı şekilde farklı. Çocukken mesleğine yönelebiliyor Avrupalılar. Ben ancak üniversitedeyken tiyatro eğitimi almaya başlamıştım, mesela. Maddi olarak eksiklerimiz var. Bunları aşarsak gerisi gelir. Organize eden ve Yazan Neslihan Yumrutaş
37 2010 YAZ
İstanbul ve Orhan Veli Orhan Veli’nin Hayatı ve Eserleri 13 Nisan 1914’te Beykoz’da doğan Orhan Veli’nin babası, Cumhurbaşkanlığı Armoni Müzikası Şefliği yapmış olan Veli Kanık’tır. İlkokula Beşiktaş Akaretler İlkokulu’nda başladı. Sonra Galatasaray’da 4 yıl okudu. Ailesinin Ankara’ya taşınmasıyla Orhan Veli ilkokulu orada bitirdi. Ortaöğrenimini Ankara Lisesi’nde yaptı. Daha sonra İstanbul Üniversitesi Felsefe bölümünde iki yıl öğrenim gördü. Bitirmeden ayrılıp Galatasaray Lisesi’nde öğretmen yardımcılığı yaptı.1936-1942 yıllarında Ankara’da PTT Genel Müdürlüğü’nde görev aldı.Yedek subaylığını bitirdikten sonra görevlendirildiği Milli Eğitim Bakanlığı Tercüme Bürosu’nda iki yıl Fransızcadan klasik yapıtlar çevirdi. İşine son verilince yazılarının çoğunu kendisinin yazdığı Yaprak dergisini çıkardı.14 Kasım 1950’de İstanbul’da öldü. Ölümünden sonra Bütün Şiirleri adı altında toplanan Orhan Veli Kanık’ın şiirleri, önceleri Garip,Vazgeçemediğim, Destan Gibi, Yenisi, Karşı adlarındaki kitaplarla yayımlanmıştı. Bunların dışında manzum olarak yazdığı La Fontaine Masalları, Nasrettin Hoca Hikayeleri vardır. Düzyazıları da önce Orhan Veli Nesir Yazıları (1953), Denize Doğru (1970), sonra Edebiyat Dünyamız adlı kitaplarda toplandı.
Orhan Veli’nin Şiir Anlayışı Cumhuriyet dönemi şairi olan Orhan Veli, Türk şiirinde köklü bir değişimi başlatmıştır. Şiirde sanatlı söyleyişe karşı çıkmış, konuşma dilini şiire sokmuştur. Ölçü yerine dizeye bağımsızlık sağlamak, uyak gerekliliğinden sıyrılmak, şairane söyleyiş ve görüntülerden kurtulmak; düşlem dünyasının duvarlarından atlayarak gerçek ve günlük yaşama ya da yaşayanlar arasına girmek ve halktan her şeyi, insanı, konuyu, deyişleri şiire almak; yergi ve espriye yer vermek; özentili ve yapmacık olmamak, doğal, yalın ve içten olmak ve benzeri değerler Orhan Veli Kanık’ın Türk edebiyatına kazandırdığı başlıca yeniliklerdir.
Orhan Veli’nin Şiirleri Orhan Veli’nin şiirleri birer oyundur. Kitabe-i Seng-i Mezar diye tumturaklı bir eda ile başladığı şiiri Süleyman Efendi’nin nasır derdi ile şöyle bitirir: Kitabe-i Seng-i Mezar I Hiçbir şeyden çekmedi dünyada Nasırdan çektiği kadar Hatta çirkin yaratıldığından bile O kadar müteessir değildi Kundurası vurmadığı zamanlarda Anmazdı ama Allahın adını, Günahkar da sayılmazdı. Yazık oldu Süleyman Efendi’ye
38 MODAFEN İLETİŞİM
Göklerde musiki ve şiirle alışveriş ederken birden rakı şisesinde balık olmak ister: Eskiler Alıyorum Eskiler alıyorum Alıp yıldız yapıyorum Musiki ruhun gıdasıdır Musikiye bayılıyorum Şiir yazıyorum Şiir yazıp eskiler alıyorum Eskiler verip musikiler alıyorum Bir de rakı şişesinde balık olsam Gökyüzünü maviye boyar, yırtılan denizleri diker, ceketi ile dertleşir, kedilerin gebeliğine üzülür. Ondan hep bir sürpriz beklemek zorundasınız. İftiharla: “Neler yapmadık bu vatan için,” diye başlar, arkasından “Kimimiz öldük /Kimimiz nutuk söyledik.” diyiverir. “Bedava yaşıyoruz bedava” diye bir sevinç çığlığı koparır ardından.
Sanatçılarımızın Gözüyle Orhan Veli Belki Orhan Veli tam anlamıyla bir devrim şairi olmamıştır; ama tam anlamıyla bir şiir devrimcisi olmuştur. Yalnızca bir şair olarak değil bir aydın olarak da hem kendini hem şiirimizi ileriye götürmüştür. Şiirimize yeni konular, sözcükler, görüşler, duyuşlar, biçimler getirmiştir. Erken ölmeseydi daha da getirecekti. Asım BEZİRCİ Yahya Kemal eski şiir dilini yıktı. Nazım Hikmet vezni yıktı; ama Yahya Kemal ile Nazım Hikmet şiirin dışı ile uğraştılar, içindeki zincirleri kıramadılar. Onların şiirlerini kendilerinden öncekiler de, açtıkları çığırları kabul etmeyenler de pek iyi anlayabiliyordu; çünkü onların şiirinin özü eski anlayışa göreydi, şiirin asıl alanı diye bellenmiş konulardan kurtulamamışlardı. Orhan Veli çok daha ileri adım attı, şiirin kendine öz bir dili, bir ölçüsü olmadığı gibi kendine öz konuları da olmayacağını gösterdi, ahengin şiirden kaldırılabileceğini gösterdi. Nurullah ATAÇ Her sanatkar gibi onun da bir dünya görüşü toplum meseleleri hakkında düşünceleri vardı. Ama bunları şiirinde canlandırmak endişesiyle hiçbir zaman bayağılığa düşmedi. Yaşar Nabi NAYIR
Kendi Sözleriyle Orhan Veli Bugünkü dünyanın içinde yaşayan bir adam olarak, dünyada kuru sanattan daha faydalı şeyler mevcut olduğunu biliyorum. Ama diğer taraftan yaradılışım beni sanatla uğraşmaya sevk ediyor. Ne cemiyet için beslediğim hayırlı niyetleri ne de
Öğrencilerimizin Gözüyle İstanbul’u Dinliyorum Şiiri Orhan Veli, İstanbul’u nasıl görüyorsa öyle yazmış. İçinden gelenleri iyisiyle kötüsüyle söylemiş. Anlatımından İstanbul’u sevdiği anlaşılıyor. Sanki şiir ortaya çıkarmak için değil de hislerini ve gördüklerini kağıda dökmek için yazmış. Çünkü ne kafiyeli olması için ne de hece ölçüsünü tutturmak için uğraşmış. Özden ERTURGUT 8. Sınıf İstanbul’u Dinliyorum şiiri insanı gülümsetiyor, yüzünü astırıyor, ağlatıyor… Aynı zamanda Orhan Veli’nin İstanbul’a olan büyük tutkusunu açığa çıkarıyor. Acaba Orhan Veli bu şiiri yazarken ne düşünmüştür, acaba neredeydi, ne yapıyordu, aklına ne geldi? Aslında bütün bu soruları sormamız bu şiiri nasıl yazdığına inanamamızdan bence. Bütün bu soruları sorduran şiir Orhan Veli’nin yazınsal kalitesi, şiirsel zekasını ve kaleminin ne kadar güçlü olduğunu gösteriyor. Bu şiirde tasvire, görselliğe ve işitmeye dikkat ediyor. Genel olarak İstanbul’u Dinliyorum şiirinde İstanbul’un tarihi ve eski semtlerinden, eski semtlerin güzelliklerinden bahsetmiştir. Ayrıca Orhan Veli şiiri yazarken ölçü, uyak gibi şekil özelliklerine de uymamıştır. Fevzi DOĞAN 8. Sınıf Orhan Veli bu şiiri yazarken İstanbul’u gerçekçi ve duru bir dille anlatmış. Serbest ölçü kullanmış. Kafiyeye pek yer vermemiş. Okuması kolay, herkesin anlayacağı dilde bir şiir yazmış. İstanbul’u iyisi ve kötüsü ile anlatmış. Güzelliklerinden bahsetmiş. Betimlemelere sıklıkla yer vermiş. Şiiri okuyunca olaylar ve mekân insanın gözünün önüne gelebiliyor, hayal edilebiliyor. İstanbul’un sakin ve hareketli taraflarından bahsetmiş. Ayrıca bu şiir Orhan Veli’nin İstanbul’u sevdiğini de anlatıyor. Bence çok güzel bir şiir. Elif AKMAN 8. Sınıf İyi kötü bakıyorum İstanbul’a uzaktan Sarı, kurumuş yapraklar süzülüyor ağaçtan Tam da zamanı şimdi Boğaz’da çay içmenin Akşam da günbatımını izlerken nargile tüttürmenin Ne zor gelir bana bu şehirden ayrılma düşüncesi Burası birçok uygarlığın vazgeçemediği kalesi Uzun bir mücadeleyle elde etik seni Lalelerle süsledik İstanbul’un her bir yerini
İstanbul’u Dinliyorum İstanbul’u dinliyorum, gözlerim kapalı; Önce hafiften bir rüzgâr esiyor; Yavaş yavaş sallanıyor Yapraklar, ağaçlarda; Uzaklarda, çok uzaklarda, Sucuların hiç durmayan çıngırakları İstanbul’u dinliyorum, gözlerim kapalı.
İstanbul ve Orhan Veli
sanatı feda ederim. İnsanların refahı için söyleyeceğim üç beş sözün faydası olacaksa sanatımı bu fayda uğruna kullanabilirim. Fakat dikkat ediyorsunuz ya sanatımı diyorum. Çünkü sanatın ne olduğunu bilmeyen insanlar bu işin ne olduğunu yine anlayamayacaklardır.
İstanbul’u dinliyorum, gözlerim kapalı; Kuşlar geçiyor, derken; Yükseklerden, sürü sürü, çığlık çığlık. Ağlar çekiliyor dalyanlarda; Bir kadının suya değiyor ayakları; İstanbul’u dinliyorum, gözlerim kapalı. İstanbul’u dinliyorum, gözlerim kapalı; Serin serin Kapalı Çarşı; Cıvıl cıvıl Mahmutpaşa; Güvercin dolu avlular. Çekiç sesleri geliyor doklardan, Güzelim bahar rüzgârında ter kokuları; İstanbul’u dinliyorum, gözlerim kapalı. İstanbul’u dinliyorum, gözlerim kapalı; Başımda eski alemlerin sarhoşluğu Loş kayıkhaneleriyle bir yalı; Dinmiş lodosların uğultusu içinde İstanbul’u dinliyorum, gözlerim kapalı. İstanbul’u dinliyorum, gözlerim kapalı; Bir yosma geçiyor kaldırımdan; Küfürler, şarkılar, türküler, lâf atmalar. Bir şey düşüyor elinden yere; Bir gül olmalı; İstanbul’u dinliyorum, gözlerim kapalı. İstanbul’u dinliyorum, gözlerim kapalı; Bir kuş çırpınıyor eteklerinde; Alnın sıcak mı, değil mi, biliyorum; Dudakların ıslak mı, değil mi, biliyorum; Beyaz bir ay doğuyor, fıstıkların arkasından Kalbinin vuruşundan anlıyorum; İstanbul’u dinliyorum.
Modafen İlköğretim 8A sınıfı öğrencilerimizden Özden, Fevzi, Elif, Tibet, Cem Yazan ve Derleyen Gamze Sönmez
39 2010 YAZ
Modafen’de Karate A
ydın ilinin Söke ilçesinde 1983 yılında doğdum.Ailem halen Söke-Kuşadası’nda yaşamaya devam ediyor. İlk, orta ve lise eğitimimi Söke’de tamamladıktan sonra 2002 yılında devletin milli sporcular için verdiği millilik kontenjanından yararlanarak, Marmara Üniversitesi, Beden Eğitimi ve Spor Yüksekokulu, Beden Eğitimi Öğretmenliği Bölümü’ne yerleştirildim. Lisans eğitimim sırasında, lisede aldığım eğitimin de etkisiyle spor sağlık derslerine olan ilgim daha fazlaydı. Lisans eğitimimi 2006 yılında tamamlamanın hemen ardından, İzmir Dokuz Eylül Üniversitesi Tıp Fakültesi Spor Fizyolojisi Bilim dalında Yüksek lisans programına başladım.Yüksek lisans eğitimim sırasında fizyoloji laboratuarında çalışarak sporcular üzerinde fiziksel-fizyolojik performans test ve ölçüm uygulamalarında bulundum. 2008 yılında Yüksek lisans eğitimimin ardından Marmara Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Enstitüsü, Spor Sağlık Anabilim dalında doktora eğitimime başladım ve halen doktora eğitimime tez aşamasında olmak üzere devam etmekteyim. Temmuz ayında Estonya, Tartu Üniversitesi’nde halen devam etmekte olan uluslararası bir projeye katıldım ve aralık ayı başında İstanbul’a geri döndüm. Orada özel bir laboratuar olan iklimlendirme laboratuarında çalışma fırsatım oldu. Bu laboratuarda istenilen çevre şartları sağlanarak sporcular üzerinde performans test ve ölçümleri yapılabilmektedir. 1,5 sene içinde doktora eğitimimi bitirmeyi planlıyorum. Spor ile tanışmam babamın beni 1989 yılında Söke’de bir Karate salonuna kayıt yaptırmasıyla oldu diyebilirim. Ailem ve yakın çevrem çok hareketli bir çocuk, geçirdiğimi ve televizyonda gördüğüm her karate filmi sonrasında kendimi
40 MODAFEN İLETİŞİM
onlar gibi görüp, bağırıp çağırdığımı söylerler. Karateye başladığım 1989 yılından bu yana, hayatımın büyük bir bölümünde sporun yer aldığını söyleyebilirim. Spor hayatımda benim için en önemli günlerden biri olan ve belki de hayatımda en çok sevindiğim hiç unutamadığım bir günü sizlerle paylaşmak isterim. 1994 yılında ‘Benim için çok büyük, çok önemli, o dereceyi elde etsem bir daha bir şey istemem’ dediğim bir derece olan Ege Bölgesi Şampiyonu oldum. İnanın ki maçlarımın bir kısmını hala hatırlayabiliyorum. 2000 yılında Türkiye 3.lüğü ve 2001 yılında da almış olduğum Türkiye derecesi sonrasında Milli Takım seçmelerini kazanarak Ege Bölgesinden Karate Milli Takımı’na seçilen ilk Karateci olarak milli takımda yarışmaya başladım. O yıl içinde yapılan Balkan Karate Şampiyonası’nda da ilk Balkan Şampiyonluğunu elde ettim. Bunun ardından 2006 yılına kadar Türkiye şampiyonalarında her yıl olmak üzere, Balkan, Akdeniz Ülkeleri, Karadeniz Ülkeleri şampiyonalarında çeşitli dereceler elde ettim. Hayatımın büyük bölümünde karate sporu yer alsa da yüzme, sualtı dalış, fitness ve pilates gibi branşlarda eğitmenlik sertifikalarım bulunmaktadır. Marmara Üniversitesi’ndeki lisans eğitimimin 2. yılında iş hayatına ilk adımımı atarak Marmara Üniversitesi, Spor Kulübü’nde fitness eğitmenliğine başladım ve bunun ardından çeşitli sağlık-spor kulüplerinde ve otellerde fitness, yüzme, dalış eğitmenlikleri ve özel bir kolejde Beden Eğitimi Öğretmenliği yaptım. 2008 yılından itibaren İstanbul Üniversitesi, Beden Eğitimi ve Spor Yüksekokulu’nda Araştırma Görevlisi olarak çalışmaktayım.
Modafen’de Karate
Karate sporu hakkında sizi biraz bilgilendirmek isterim. Karate-do Japonca kara: boş, te: el, do: yol, sanat kelimelerinden oluşmakta, yalın elin yolu/sanatı anlamına gelmektedir. Karate, kişinin kendini; bedensel ve zihinsel olarak eğitmesi ilkesi üzerine kurulu, eğitim sistemi sayesinde insanı şiddetten uzaklaştıran, barışçıl duygular beslemesini sağlayan bir disiplindir. Hareket tekrarları yardımıyla reflekslerin gelişmesi ve dengenin korunması sağlanır. Karate-Do’yu farklı kılan ‘Do’ yani felsefesidir. Karate sporu nezaket, saygı ve disiplin üzerine kuruludur ve antrenmanlar Türk bayrağına yapılan selamla başlayıp, selamla bitirilir. Çalışmalarda önemli olan sağlıklı bir vücuda sahip, disiplinli, saygılı, bayrak ve vatan sevgisini kalbinde taşıyan nesiller yetiştirmektir. Karate branşında kıdemin, tecrübenin göstergesi olarak dört ayda bir yapılan ve beyaz kuşaktan başlayıp sonrasında sarı, turuncu (kırmızı), yeşil, mavi, kahverengiyi takip ederek siyah kuşak ile sonlanan bir derecendirme vardır. Türkiye Karate Federasyonu’nca belli periyotlarda yapılan dan sınavları ile dan derecesi arttırılabilir. 1. Dan siyah kuşağa sahip bir sporcu 2. Dan sınavına katılabilmek için 2 sene, 3.Dan sınavına katılmak isteyen bir sporcu 3 sene beklemek zorundadır. Karate antrenmanları genel olarak üç kısımdan oluşur. Bunlar, Kihon, Kata ve Kumite’dir. Kihon; karatedeki temel tekniklerin parça parça çalışılması, Kata; sıraları önceden belirlenmiş çeşitli tekniklerin belirli bir sıra ile uygulandığı Karate’nin kuşaktan kuşağa aktarılması için oluşturulmuş alıştırmalardır. Kumite ise karşılıklı yapılan mücadele çalışmasıdır. Spor büyüme çağında çocuklar için hem bedensel sağlık ve fiziksel gelişme yönünden, hem de iyi bir kişilik oluşması, ruh sağlığı bakımından yararlı ve gereklidir. Karate sporu ile çocuğun fiziksel gelişiminin yanı sıra sosyal açıdan da gelişimi sağlanır. Çünkü karate antrenmanları sırasında çocuğun arkadaşları ile iletişim kurma becerisi artacak ve özgüven gelişimi artmış olacaktır. Uzmanlar davranış bozukluğu gösteren çocuk ve ergenlere gerek saldırgan davranışlarını uygun bir şekilde kontrol edebilmeleri, gerekse disiplin kazanmaları açısından karate gibi mücadele sporlarına katılmalarını önermektedirler. Kendi eğitim ve spor hayatımı da göz önüne aldığım zaman, küçük yaşlarda karate branşından almış olduğum disiplini, eğitim hayatım dahil olmak üzere hayatın her alanına aktarabilmeyi öğrendiğime inanıyorum. Modafen’deki karate derslerimiz ile de çocuklarımızın fiziksel ve zihinsel gelişimlerine yardımcı olup, kendilerini disipline edebilmelerini, bu disiplini yaşamlarının her alanına yayabilmelerini amaçlıyorum. Spor dolu, sağlıklı günler dilerim.. Osman ATEŞ
41 2010 YAZ
Centilmenlik Oyunu Satranç tahtası hayatın 64 kareye sığdırılmış bir prova sahnesidir “Satranç tahtasında başıma gelen bütün felaketler için, bütün rakiplerime minnettarım. Tahta başında hayata dair öğrendiklerimi, günlük koşuşturmacanın içerisinde fark edebilmemin imkanı yoktu.” diyor Yiğit Yazgı, Modafen Ailesi’ne yeni katılan satranç öğretmenimiz. Modafen’le yollarının kesişmesini, Modafen’in genç ve dinamik yapısına bağlıyor. Genç yaşına rağmen hem sporcu, hem de eğitmen olarak satranç geçmişine çok şey sığdırmış. Ulusal ve uluslarası turnuvalarda 50’den fazla derece almış, milli sporcu ünvanıyla Türkiye’yi Dünya Şampiyonası’nda temsil etmiş. 4 yıldır da Türkiye’nin en köklü satranç merkezlerinden olan Şah-Mat Satranç Merkezi’nde eğitmenlik yapmakta. “Satranç tahtası, aslında hayatın 64 kareye sığdırılmış bir prova sahnesidir.” diyen Yiğit Yazgı bize centilmenlik oyunu satrancın kısa tarihini anlattıktan sonra sorularımızı da yanıtladı. Bize satrancın tarihinden bahseder misiniz? Satrancın, en az 4000 yıl önce Mısır’da oynandığına dair bulgular piramitlerdeki kabartmalarla kanıtlanmıştır. Mısır Kraliçelerinden olan Nefertari’nin mezarının üzerindeki kabartma ise bunun en açık örneklerindendir. Zamanımızdaki belgelere göre bu oyun farklı yüzyıllarda ve farklı isimler altında Çin’de, Mezopotamya’da ve Anadolu’da oynanmaktaydı. Hatta bazı tarihçiler Truva Atı hikayesindeki kuşatma yapılırken Palamades’in bu oyunu bildiğini iddia etmektedirler, fakat bu oyunun o zamanki adı hakkında hiçbir yazılı belge yoktur. Oyunun bugünkü adını alması, MS 3.-4. yüzyıllarda Hindistan’da oyuna “Çaturanga” denmesi ile başlar. Yani satranç ile ilgili ilk yazılı belgeler Hindistan’dan kalmadır. Daha sonra
42 MODAFEN İLETİŞİM
satranç İran’a, onlardan Araplara, Endülüslüler sayesinde de İspanya üzerinden Avrupa’ya yayılmıştır. Arap ve Avrupa el yazması kitaplardan sonra, İspanyol Lucena’nın ilk basılı satranç kitabında (1497) satrancın o zamanki yeni kuralları açıklanmıştır. Türkiye Satranç Federasyonu’nun söylediğine göre satranç oyununun kuralları o günden bu güne kadar değişmeden gelmiştir. İspanya’dan sonra, İtalya, Fransa, Almanya, Amerika Birleşik Devletleri ve Rusya’da satranç hızla yaygınlaştı. 15. yüzyılda İspanyol Lucena, 17. yüzyılda İspanyol El Greco, 18. yüzyılda Fransız Philidor’un satranç kitapları vardır. 19. yüzyıl sonlarında satrancın büyük yıldızları belirdi: Anderssen, Morphy, Rubinstein ve Steinitz. 1850’lerden başlayarak, güçlü oyuncuların katıldığı turnuvalar yapıldı. Sonunda, 1886’da o zamanın en kuvvetli iki satranç oyuncusu arasında, ilk dünya satranç şampiyonluk karşılaşması oynandı: Steinitz ve Zukertort. Steinitz bu maçı, 10 galibiyet, 5 beraberlik ve 5 yenilgi alarak kazandı. İlk resmi dünya satranç şampiyonu Wilhelm Steinitz’dir. Steinitz aynı zamanda, satrancı sistematik oynama kavramının da babasıdır. Steinitz’in teorisinin başlangıç noktası “Satrançta konumun özelliklerine uygun bir plan yaparak oynamak”tır. Konumun Özellikleri konusundaki görüş ve çalışmaları, modern satranç oyununun temelleri olmuştur. Satranç tahtası, aslında hayatın 64 kareye sığdırılmış bir prova sahnesidir. Nasıl her günlük yaşantımızda hedeflerimize ulaşmak için planlar
Centilmenlik Oyunu kuruyor, stratejiler geliştiriyor, hayatımızın bileşenleri arasında eşgüdüm kurmaya çalışıyorsak, satranç tahtası üzerindeki uğraşımız da farklı değildir. Satranç zekayı geliştirir mi? Bu satrancın faydalarından sadece bir tanesi. Dünya şampiyonlarından Alekhine,“Ben satranç sayesinde kendimi eğittim.” diyor. Satrancın öğrencilerin eğitimi ve kişisel gelişimi üzerindeki etkisi oldukça büyük. Her şeyden önce satranç yüksek konsantrasyon gerektiren bir spor. Çoğu insan, çocukların böyle bir disipline ayak uyduramayacağını düşünür. Ne var ki çocuklar, oyun oynuyor olmanın yarattığı yüksek motivasyonla bu konsantrasyonu yetişkinlerden daha kolay biçimde sağlıyorlar. Konsantrasyon bir yeti haline geldikten sonra, başta dersler ve sınavlar olmak üzere, öğrenciler bunu hayatın her alanında kolayca uygulayabiliyorlar. Bunun yanında satrançtaki zaman kısıtlaması öğrencilere “kısa zamanda doğru kararı verme” becerisini kazandırıyor. Hayatları boyunca en çok ihtiyaç duyacakları bu beceriyi oyun oynayarak edinebilmeleri, onlar için eşsiz bir fırsat. Satrancı özel bir spor yapan nedir? Satrancın önemine dair biraz önce saydıklarımdan daha önemlisi, satrancın öğrencilere kazandıracağı dostluklar. Satrancı diğer sporlardan ayıran yanlarından en güzeli, çocukların rakipleriyle çok kolay
iletişim kurabilmesi ve bu iletişimin dostluğa dönüşmesi. Tahta başında maç kazanılır, kaybedilir. Asıl kazanılan, rakibin kendisidir. Satranç hakkında söyleyecek o kadar çok güzel sözüm var ki söyleyemediklerime haksızlık ediyormuşum gibi geliyor. Modafen eğitimin her alanında fark yaratmayı ilke edinmiş bir kurum. Sizce Modafen’deki satranç dersleriyle kazanılacak olan nedir? Tabii ki bu kurumdan şampiyon satranççılar çıksın isterim; ama önemli olan öğrencilere bir yandan satranç kültürünü tanıtırken, bir yandan da satrancın değerlerini hayatlarına taşıyabilmelerini sağlamak. Öğrenciler genellikle sorunları bulmaya bayılırlar. Ama fark yaratan öğrenci, sorunla beraber çözümü de bulandır. Modafen’deki satranç eğitiminin amacı, bu yapıda öğrenciler yetiştirmek. Son olarak eklemek istedikleriniz var mı? Finali, satrancın basit ve mütevazi dış görüntüsünün ardındaki zenginliği çok iyi anlatan bir satranç efsanesiyle yapalım: Satranç oyununu bulan Brahman, bu oyunu hükümdarına armağan eder. Hükümdar, oyunu öyle beğenir ki, Brahman’ı ödüllendirebilmek için ona ‘Dile benden ne dilersen!’ der. Brahman, sadece buğday tanesi istediğini söyler. Yalnız bir kuralı vardır: Verilecek buğday sayısı, satranç tahtasının 1. karesi için 1, 2.karesi için 2, 3. karesi için 4... şeklinde üstel biçimde artmaktadır. Hükümdar bu isteği çok mütevazi bulur ve hemen kabul eder. Fakat hesaplama tamamlandığında, hükümdar büyük bir şaşkınlığa uğrar ve bu dileği yerine getiremeyeceğini anlar. Çünkü, Brahman’ın istediği buğdayın verilebilmesi için, dünya yüzeyinin 64 katı büyüklüğünde bir alana buğday ekilmesi gerekmektedir.
43 2010 YAZ
2 word: Practicing English – U2 “The first thing I do in the morning is turn on my music as I get ready for school. Listening to music gives me energy and enthusiasm, and sometimes, I feel my mood change along with the music. I wait for my favorite track on my iPod, which is U2’s “Beautiful Day”. I feel like a rock star as I sing along with the chorus.” Serra Şenkal 6B When I heard that this issue of our magazine would be focusing on Istanbul, as the Culture Capitol of Europe 2010, I got very enthusiastic, because I saw this as an opportunity to talk about the big concert U2 will be giving in 2010 in Istanbul. I volunteered to be in charge of the English section so that I could talk a little bit about U2 and the opinions of the members of Modafen Community on the band.
44 MODAFEN İLETİŞİM
Like many bands, U2 was formed before the band members had graduated, but it gives me goose bumps to think that they were only teenagers in secondary school with limited musical technique when it all started. I can’t wait to visit the amazing places in Dublin, Ireland where the band first took stage in 1976. The group consists of four people: Bono (vocals and rhythm guitar), The Edge (guitar, keyboards, and vocals), Adam Clayton (bass guitar), and Larry Mullen, Jr. (drums and percussion). Wouldn’t it be amazing to start a band like U2 with friends from Modafen? I remember when I was a kid in mid 1980s, U2 became famous all around the world for their unique style of music. They became famous as a band, which performed impressive live shows, and they soon started to fill concert arenas wherever they went. Their 1987 album The Joshua Tree, is
2 word: Practicing English – U2 probably their best and most successful album. It became the fastest-selling album in British chart history, and was number one for nine weeks in the United States.The album’s first two singles, “With or Without You” and “I Still Haven’t Found What I’m Looking For”, quickly rose to number one in America, and are still popular and well-known today, more than twenty years after they were first recorded. U2 has recorded 12 albums so far, and has sold more than 145 million albums in countries all over the world. I’ve always loved watching music award shows like the Grammy Awards to see if my favorite band would win. U2 members have won many well-deserved awards throughout their music career. U2 inspires and fills me with admiration by the time and effort they spend on charitable organizations. U2 has al-
ways worked to raise money for charities to help people with disease and those living in poverty. In 1984, Bono and Adam Clayton took part in a project called Band Aid to raise money for people who were starving in Ethiopia. Band Aid was the name for a group of world-famous singers who came together to record songs to make people understand the problems in Africa, and at the same time raise money to help them. Bono was invited to take part in this, and since then he has worked very hard on many different projects to help people who are not as lucky as him. In July 1985, U2 played in a concert called Live Aid, a follow-up to Band Aid, which raised millions of more dollars to help African people. In late 2003, Bono and The Edge participated in the South Africa HIV/AIDS awareness concerts hosted by Nelson Mandela.
45 2010 YAZ
2 word: Practicing English – U2
In March 2008, it was confirmed that U2 signed a 12 year deal with their record company, which will pay them around $100 million (150 million TL). After that, in 2009 the band started their new world tour called 360°. The critically acclaimed shows take place under a massive ‘claw’ shaped object with the audience watching from all directions. The well-received shows will be coming to Istanbul in September 2010 for a concert in the Ataturk Olympic stadium. The tickets are already selling fast and around 70,000 people are expected to have the opportunity to see their favorite band live.You are guaranteed to see me at the concert in September as a loyal fan of my favorite rock band. If anybody is interested I will be more than willing to help you arrange the tickets. Please do not hesitate to contact me.You all know where to find me. Sibel Kayaş “U2 is a famous rock band, which first performed in 1976. Their lyrics are meaningful.Their music is great. Several singers and bands have performed U2’s music. I think most people recognize the band from movies or TV programs even if
46 MODAFEN İLETİŞİM
they don’t know the band. It’s an old band but they still have millions of fans all around the world.” Elif Akman “Although they are an old band, their songs are still being listened to. Other well-known artists such as Elvis Presley, Rick Nelson, David Phelps have sung U2’s songs. I didn’t know this band before, but I’ve heard some of their music. For example, “Unchained Melody” by Righteous Brothers from the movie Ghost is a song I am familiar with.” Özden Erturgut “I didn’t know this group before because they are really old for me. But I think this group is amazing and their songs are good. When I listen ed U2, I really liked their songs and I thought that U2 is really good. I like old bands and I think U2 is better than the new bands and new singers.” Mert Şenkal “My favorite U2 song is “I’ll Go Crazy if I Don’t Crazy Tonight” because I think this song is very good.” Mahmut Erdoğan
2 word: Practicing English – U2 “I enjoy listening to U2 songs, but like most of my friends, “Beautiful Day” is my favorite song as well. I think my elder sister, who also is a member of Modafen Family will agree with me. We also like “With or without you”. In my opinion, one of U2’s biggest rivals is Greenday. But I guess Greenday isn’t as popular in Turkey as U2 is.” Zeynep Aydınoğlu
“I think their songs are really good. My favorite U2 song is “Atomic Bomb”. I think they are better than the other bands. I love them.” Mert Kaleoğlu
“U2 has an amazing name. I like it so much. Their songs are amazing too. They have been working together for more than 30 years and it sounds fantastic. When I listen to their songs, I feel relaxed. As for my favorite song, I have to say “One”. I really like their style and I love U2.” Ali Kemal Köroğlu
Modafen’s Top-5
“My favorite U2 song is “Unforgettable”, because the lyrics are really good and meaningful and the music is soft and slow.” Imer Gereçci 1. “Beautiful day” 2. “One” 3. “I’ll go crazy if I don’t go crazy tonight” 4. “With or without you” 5. “Atomic Bomb”
“U2 is a really famous rock band, and I think their songs are really good. They are a legend. They are going to come here because Istanbul is the capital city of culture 2010, and I want to see them in the concert.” Tarık Murat İri
47 2010 YAZ
2 word: Practicing English – U2
Are You a U2 Rock Enthusiast? 1. A. B. C. D.
U2 is… An American band An English band An Irish band An Australian band
2. A. B. C. D.
When was U2 founded? 1966 1976 1986 1996
3.
What is the name of U2’s first album? A. Boy B. October C. War D. Rattle and Hum 4. A. B. C. D.
What is Bono’s real name? Saul Newson Raul Gewson Paul Hewson Gaul Dewson
5.
What is the nickname of Dave Evans, a band member of U2? A. The Edge B. The Corner C. The Rim D. The Nook 6.
For which movie did U2 create the single, ‘Hold Me, Thrill Me, Kiss Me, Kill Me’? A. Edward Scissorhands B. Batman Forever C. Interview with a Vampire D. Jurassic Park 7.
What is the name of U2’s latest album? A. Zooropa B. Pop C. No Line on the Horizon D. All That You Can’t Leave Behind
8.
How many concerts will U2 perform for the 360° Tour in 2010? A. 60 B. 40 C. 35 D. 20 9.
What country has U2 never performed in? A. Turkey B. France C. Germany D. Switzerland 10. How long has the band been singing together? A. 33 years B. 24 years C. 27 years D. 30 years 11. What is Ms. Zohreen’s favorite U2 song?
A. “One” B. “Beautiful Day” C. “I’ll Go Crazy if I Don’t Crazy Tonight” D. “All I want is you” 12. Who bought their tickets for the U2 concert from Modafen? A. Ms. Aslı Anak B. Ms. Sibel Kayaş C. Mr.Yener Demirağ D. Mrs. Ceyda Kanberoğlu 13. When will the U2 concert take place in Istanbul? A. March 2010 B. June 2010 C. September 2010 D. August 2010 14. Who wrote the U2 biography for our magazine? A. Ms. Sibel Kayaş B. Mr. Fatih Kanberoğlu C. Mr. Egemen Özaltınkol D. Mr. Mehmet Durak
1-C 2-B 3-A 4-C 5-A 6-B 7-C 8-C 9-A 10-A 11-D 12-B 13-C 14-A
48 MODAFEN İLETİŞİM
www.modafen.com.tr