Altyazı (Haziran 2011) Hanna

Page 1

vizyon göze çarpanlar

B İ R GA R İ P P ER İ M A SA L I

HANNA

İlk çıkışını dönem filmleriyle yapan İngiliz yönetmen Joe Wright, dördüncü uzun metrajında aksiyon türüne dümen kırıyor. Masalsı bir anlatıyı şık bir görsellik ve etkileyici müzikler eşliğinde sunan Hanna’da, 14 yaşındaki profesyonel bir katili canlandıran Saoirse Ronan göz dolduruyor. EFE PEKER

B

ir varmış bir yokmuş. Finlandiya’nın balta girmemiş karlı ormanlarında, gözden uzak küçük bir kulübede babasıyla birlikte yaşayan Hanna adında bir kız çocuğu varmış. Ancak biraz sıradışıymış bu uzun sarı saçlı masum kız, zira kendisi kelimenin tam anlamıyla bir ölüm makinesiymiş! Aşk ve Gurur (Pride & Prejudice, 2005), Kefaret (Atonement, 2007) ve The Soloist (2009) filmleriyle tanıdığımız Joe Wright’ın yönettiği Hanna (2011), masumiyetle şiddeti harmanlamaya girişen masalımsı bir hikâyeden yola çıkıyor. Eski CIA ajanı babası Erik (Eric Bana) dışında tek bir insan yüzü görmeden ve elektrik dahil her türlü teknolojiden mahrum olarak yetiştirilen Hanna (Saoirse Ronan); muhtelif silah kullanımı, dövüş teknikleri ve atletik yetilerde ustalaşmış soğukkanlı bir ölüm makinesi. Tüm sosyalleşme sürecini babasıyla yaşayan, dışarıdaki

hayatla ilgili her şeyi eski ansiklopedilerden ve Grimm Kardeşler masallarından öğrenen, en az altı lisanı ana dili gibi konuşan Hanna... Peki tüm bu fiziksel ve zihinsel eğitim ne için; ya da, bu tek kişilik ordu kiminle savaşa hazırlanıyor?

KÖTÜ KALPLİ CADI Bu sorunun cevabı, masaldaki kötü kalpli cadı ya da üvey anne figürüne tekabül eden Marissa Wiegler’da (Cate Blanchett) saklı. Halen görev başında bir CIA ajanı olan Wiegler, yalnızca Hanna’nın babası Erik’in kadim düşmanı değil, aynı zamanda Hanna ile doğrudan varoluşsal bağlara sahip bir özne. Ayrıntıları burada ele vermeyelim, ancak Hanna zaten doğduğundan beri bir gün Marissa ile yüzleşmek zorunda kalacağı gerçeği üzerinden yaşamını sürdürüyor. Babasının da kendisine dediği gibi: “Marissa seni öldürmeden ya da kendi ölmeden durmayacak.” Bu yüzden Hanna ve babasının aslında o dağ kulübesinde başından beri yalnız olmadıklarını söyleyebiliriz; zira Marissa zihinlerinde hiç durmadan Demokles’in kılıcı gibi sallanıyor. İşte tam burada, Hanna’nın küçüklüğünden beri okuduğu Grimm Kardeşler masallarında da karşımıza çıkan bir öğenin, yani Elektra kompleksinin varlığından söz edebiliriz. Bilindiği gibi Carl Jung tarafından psikanaliz yazınına kazandırılan bu kav-

ram, cinsel kimliğini oluşturma sürecindeki kız çocuğunun, özellikle de babasına düşkünlüğü üzerinden annesine karşı giriştiği mücadeleyi anlatır. Örneğin Külkedisi ve Pamuk Prenses’in baskıcı ve kıskanç kötü kalpli kadın figürlerine karşı kendilerini konumlandırmaları gibi; Hanna’nın da daha önce hiç görmediği “üvey annesi” Marissa’ya karşı (babası üzerinden) verdiği amansız kavganın, kendi kimliğini oluşturmasına yaptığı travmatik etki kesinlikle yadsınamaz. Zaten filmin ilerleyen dakikalarında Hanna’nın kendini Marissa olarak tanıtan bir başka CIA ajanına yaptıklarını görünce insanın kafasında bununla ilgili soru işareti kalmıyor. Aynı şekilde, filmin sonunda, beklenen buluşmada Marissa’nın Hanna’yı azarlayış biçimi, aralarındaki anne-kız ilişkisini çağrıştıran gerilimi iyice görünür kılması açısından son derece anlamlı.

ARTEMİS OLARAK HANNA Peki filmin genel tonuna masalımsı bir anlatım hakimken, yani film iyi-kötü arasındaki ayrımı basit bir karikatür seviyesinde tutarken, “iyi” olan Hanna’nın uyguladığı onca şiddet seyircide nasıl meşrulaştırılıyor? Bunun için Hanna karakterindeki masumiyet ve doğallığın şiddetle nasıl bir arada gittiğine daha yakından bakalım. İlk olarak, açılış sahnesinde Hanna’yı ok ve yay ile geyik avlarken görmemiz tesadüf olmasa gerek. Burada Yunan tanrıçası Artemis’e bir gönderme yapıldığını söyleyebiliriz. Hatırlanacağı gibi Artemis avlanma, vahşi doğa, bekaret ve genç kızlığı temsil eder; simgesi ok, yay ve av köpeğidir (yine filmin başlarında Hanna’yı köpeklerle oynarken görüyoruz) ve kutsal saydığı hayvan geyiktir. Hanna’nın filmin sonundaki çok önemli bir anda yine bir geyikle karşılaştığını hatırlatalım. Hanna’nın Artemis gibi vahşi doğayı çağ-

Hanna ve babasının, yaşadıkları dağ kulübesinde başından beri yalnız olmadıklarını söyleyebiliriz; zira Marissa zihinlerinde hiç durmadan Demokles’in kılıcı gibi sallanıyor. rıştırması, evinden ayrı geçirdiği ilk gecede bir yabancıyla girdiği sohbette tescilleniyor. Kendisine “nereden geliyorsun?” diye soran yabancıya Hanna kayıtsız şekilde cevap veriyor: “ormandan”. İşte Hanna’nın medeniyet tarafından kirletilmemiş doğallığı ve vahşiliğine yapılan bu vurgu, seyircinin kendisini doğası gereği yırtıcı bir hayvan gibi hayranlıkla izlemesini mümkün kılıyor. Ancak bu yabanilik güzellemesi (bon sauvage), gayet sorunlu toplumsal cinsiyet normlarını da içinde barındırıyor. Yine Artemis gibi, Hanna’nın açıkça genç kızlığının, bekaretinin ve masumiyetinin altı çiziliyor: Babası Hanna’ya ansiklopediden üremeyle ilgili bir cümle okurken utanıyor, Hanna kendisini öpmeye çalışan genç bir oğlanı neredeyse öldürüyor, onun yerine arkadaşı olan kızı öpüyor... “İyi” Hanna’nın el değmemişliğine zıt olarak, Marissa’nın Hanna’yı öldürmek için tuttuğu “kötü” kiralık katil Isaacs (Tom Hollander) ise, daha en başından “sapkın” olarak sunulan bir

cinsel kimlikle karşımıza çıkıyor: transseksüel dansçıların olduğu bir gece kulübü işletmesi, efemine tavırları ve giysileri, durduk yere adam öldürmesi, sadistliği... Gece kulübünün isminin ‘Safari’ olması bile tesadüf değil gibi; ormandan gelen vahşi kızı avlamayı çağrıştıran daha uygun bir isim bulunabilir miydi? İyi-kötü üzerinden yeniden üretilen bu tip toplumsal cinsiyet normları, filmin Grimm Kardeşler’in iki yüz sene önceki masallarındaki muhafazakârlıktan fazla ileriye gidemediğini gösteriyor. Filmin senaryosunun çok ciddi açıklar ve mantık hataları barındırdığını izleyenler hemen fark edeceklerdir; ancak yaratılan masal havası düşünüldüğünde bunun çok da önemli olmadığını söyleyebiliriz. Yine de, hikâyenin ana fikrinin tüm ilginçliğine rağmen, senaryonun bir noktadan sonra ilerlemeyi ve merak uyandırmayı bırakıp aksiyon sahnelerine yaslandığını kolayca görebiliyoruz. Ancak ne olursa olsun, Hanna’nın sırf parlayıp öne çıkan iki isim için bile olsa izlenmesi gerekiyor: Hanna’yı oynayan on yedi yaşındaki Saoirse Ronan ve filmin müziklerini yapan Chemical Brothers. Ronan’ın hem saf ve içten, hem de soğuk ve korkutucu ifadeleri birleştirdiği nefes kesici oyunculuğu da, Chemical Brothers’ın filmin hızına ve heyecanına yaptığı büyük katkı da gerçekten görülmeye ve dinlenmeye değer. Bunlara ek olarak kullanılan soluk renkler ve özellikle aksiyon sahnelerinde sıklıkla başvurulan plan sekanslar filme kendine has bir hava veriyor. Tüm eksiklerine rağmen baştan sona hiç sıkılmadan izlenebilecek, eğlenceli ve son derece iyi çekilmiş bir film Hanna, bir garip peri masalı... haziran 2011 altyazı 35


Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.