Liseli Kıvılcım No.4

Page 1

2 Aylık Liseli Gençlik Dergisi fiyatı 1 TL Şubat 2012

cesaret! onur! ! dayanışma

Lıselı Kıvılcım

Tüm Bozkırı Tek Bir Kıvılcım Tutuşturacak!

GELECEK, İSTEDİĞİMİZ RENKLERLE B OYA M A K Ü Z E R E HALA BİZİM...


içinde * (

şubat 2012

neler var?

# ' # $ ' ı $% " # # ! & $ $ # + " ) #ı - # *$ ı ı ' * '# ( # $ı) , ( .( $ı " $ ı , ( . ı $! #ı # % #+"!#% / # ı'ı ı 0

$+( ( $+), ,) ' # , # + ,#,# $ # ( $,#, ,#,# $!$( ) ,* , # ı%ı '# ' #! &$*& & % $ı ı +$ $ ( $ ( , ( # ı #( #ı # ( ) # '!# !

Özgürlükçü Gençlik Dergisi Şubat 2012 Özel Sayısı Sahibi ve Sorumlu Yazıişleri Müdürü: C. Metin Şenyurt Adres: Hüseyinağa Mah. Süslü Saksı Sk. No: 18 K. 3 Beyoğlu/İstanbul Baskı: EZGİ Matbaacılık Sanayi Cad. Altay Sk. No: 14 Çobançeşme Yenibosna-İstanbul - 0212 452 23 02 Tel.&Faks: (0212) 243 37 60

Merhaba, Liseli Kıvılcım’ın yeni sayısını, çığ gibi biriken sorunları barındıran yeni bir öğretim dönemine başladığımız, ancak aynı zamanda kışın kara günlerinden adım adım baharın umut dolu günlerine taşındığımız bu günlerde sizlere ulaştırmanın heyecanı içerisindeyiz. Her ne kadar liseli gençliği kişiliksizleştirmek için var gücüyle çalışan eğitim sistemi kara kışı andırsa da, yüreğimizi karartmıyor, bahara giden yolda umudu ve isyanı örgütlüyoruz. Bu sayımızda, liseli gençliğin sıralardan sokağa taşan özgürlük mücadelesine adres olan Liseli Kıvılcım’ı sizlere kısaca tanıtan bir yazıya yer vermenin yanı sıra, paralı eğitim sisteminin işleyişine derinlemesine bir bakış atmaya ve “köle pazarı” muamelesi yapılan meslek liselerinde bizlere reva görülen amansız sömürünün maskesini düşürmeye çalıştık. Elbette yaşadığımız sorunların hiç birinin birbirinden bağımsız olmadığının farkında olduğumuz için yazılarımızın konusunu sadece okullarımızın içiyle sınırlamadık. Hem ülke-

2

Lıselı Kıvılcım

mizde halkın hemen her kesimine Fransız kalmayı başarabilen başbakanın ipe sapa gelmez icraatlarını, hem de dünyanın dört bir yanında zorbalığa ve sömürüye başkaldıran genç yoldaşlarımızı sayfalarımıza taşıdık. Dünyanın yarısı olan kadınların kapitalizme ve erkek egemen sisteme karşı yürüttükleri mücadeleyi 8 Mart Dünya Kadınlar Günü ekseninde gündeme taşırken, toplumsal cinsiyet rollerinin hayatın her alanına nasıl sızdığına dair bir farkındalık yaratmayı amaçladık. Keyifle okunacağını umduğumuz evrim köşesinde; dünyanın başından geçen değişime yakından baktık. Bir parçası olduğumuz doğayı sahiplenmeye çağırırken, kapitalizme ve onun kâr hırsına karşı hıncımızı bileyen nükleer tehlikeyi teşhir etmekten de geri durmadık. Futbolun sürekli olarak kitleleri uyuşturan bir araç olarak kullanılmak istenmesine ve aslında tribündeki coşkunun da, sahada dökülen terin de güzelliğini yok eden endüstriyel futbol anlayışına karşı, başka türlü bir futbolun var olabileceğini İtalya’nın Livorno şehrini mercek altına alarak gördük. Popüler kültürde gedikler açmış olmalarıyla ortak bir nok

Lıselı Kıvılcım

tada buluşan iki farklı sanatçıyı, bir neslin, müzik zevkleri değilse de, hayata karşı duruşları birbirine benzeyen gençlerinin dinlemeyi pek sevdiği Amy Winehouse ve Azer Bülbül’ü saygıyla andık. Kendimizi ve çevremizi anlamak, hayatı anlamlandırmak ve yürüyeceğimiz yolu açmak için biricik kılavuzumuz olan felsefeye de yer verdik elbette. Bu sayımızda önemli bir felsefi akım olan ve bizlere “devrimci olmalısın” diye fısıldayan varoluşçuluk üzerine bir yazı hazırladık. Onur, adalet ve dayanışmayı liseli gençliğin dünyasına şekil veren değerler olarak sahiplenen ve okulunu, evini, sokağını, yaşadığı dünyayı Che’nin, Deniz Gezmiş’in, Hikmet Kıvılcımlı’nın bizlere öğrettikleriyle yeniden kurma mücadelesine girişen bizler, devrimci yüreklere övünç veren Ekim Devrimi’ne ve cesareti, sosyalizm davasına adanmışlığıyla dünya devrim tarihine adını yazdıran ideolog, kadın devrimci Ulrike Meinhof’a sayfalarımızda hak ettiği yeri vermeye çalıştık. Liseli gençliğin direniş ve özgürlük için verdiği kavgada umudu daha da büyütmek dileğiyle…


şubat 2012 Yine Sevdalı... Geldik İşte!

“Bir devrimcinin en önemli kabiliyeti nerde yapılmış olursa olsun, bir haksızlığı kendisine karşı yapılmış hissedebilme kabiliyetidir.”

L

iseli Kıvılcım yeniden sizlerle… 3 yıldır yürüyüşümüz sürüyor, yolumuz uzun ve engellerle dolu, o halde emin adımlarla ilerlemek gerekiyor. Biz örgütlü mücadelemizde bunu yapıyoruz. Liseli gençliğin, yaşadıkları sorunlar karşısında kendi iradelerini geliştirmeleri, mücadelede söz sahibi olmaları ve kendilerini özgürce ifade etmeleri için liseli gençlerin özgürlük, eşitlik mücadelesi sürüyor. Ülkenin dört bir yanında liselilerin birliği güçleniyor, örgütlülüğü gelişiyor. Liseli Kıvılcım daha çok liselinin yüreğine düşüyor. Büyüyor ve daha da büyüyecek… Bizi Nerede Bulursunuz? Okulda, sokakta, atölyede biz varız. Haksızlığın olduğu her yerde bizi görebilirsiniz. Che’nin sözü bizim rehberimizdir “Bir devrimcinin en önemli kabiliyeti nerde yapılmış olursa olsun, bir haksızlığı kendisine karşı yapılmış hissedebilme kabiliyetidir.” Eğitimde eşitsizlik sürdükçe bizim kıvılcımlarımız orada olacak. Anti-bilimsel, şoven, cinsiyetçi eğitimde ısrar edildikçe, bizi karşılarında bulacaklar. Eğitim alınıp satılan, kâr edilen bir ticaret konusu olmaktan çıkmadıkça biz o tekere çomak sokmakta ısrarcıyız. Anadilde eğitim hakkımız tanınmadıkça ve zorunlu din

dersleri sürdükçe biz de bu asimilasyonculuğun karşısında olacağız. Tinerci değil devrimci olacağız! Egemenler gençliğe kendi çıkarlarına uygun bir rol biçmeye çalışıyorlar. Önceleri asker gençlik, ülkücü gençlik, popstar gençlik idi, şimdi “dindar gençlik” moda oldu… Başbakan şöyle buyurdu “Dindar gençlik yetiştireceğiz.” Sonra “gençlik tinerci mi olsun” diye yuvarladı. Biz zaten ondan kimseye hayır gelmeyeceğini biliyoruz. Ve ona şunu açıklıyoruz: Tinerci değil devrimci olacağız! Ve senin dindar gençlikten ne kastettiğini biliyoruz. Din sömürüsüyle, Kabesi iktidar ve para olan gençler yaratmak istiyorsunuz. Paranızın ve iktidarınızın putperesti olmayacağız. Özgürlük, adalet ve eşitlik için mücadele edeceğiz. CESARET! ONUR! DAYANIŞMA! Liseli Kıvılcım olarak parolamız “CESARET! ONUR! DAYANIŞMA!”dır. Sinik ve boynu bükük değiliz. Başımıza vurup elimizdekini alamazlar. Hakkımızı cesaretle savunuruz, alırız. Güçlüden yana değil, her zaman ezilenden ve haklıdan yanındayız. Bir insan ne için yaşar? Bizce “Onuru için yaşar.” Bize egemenlerin reva gördüğü,

köşe dönmeci, tüketimci, hileci, riyakâr onursuzluk kültürüne karşı geliyoruz! Sistem bize “Kimseyle dostluk kurma, arkadaşının kuyusunu kaz, bir şeyini paylaşma, herkesle mesafeli ol” diye öneriyor. Pahalı takım elbiseler ve tayyörleri içindeki sinsi çakallar, insanın insana kurt olduğu bir dünya yaratmak istiyor. Bu oyunu dayanışma bozar. Tayyip Erdoğan ve arkadaşlarının bize önerisi şudur: “Rekabet et! Uslu dur! Diz Çök!” Kim ne derse desin biz yolumuzda yürümeye devam edeceğiz, dilimizde özgürlük türkülerimizle… Yüreğimize düşen Kıvılcım, sevdamızda kor alev oldu. Geldik bugüne, işte buradayız. Serüvenimizin özetini şair Adnan Yücel’den bir alıntıyla yapalım: “Bin kez budadılar körpe dallarımızı Bin kez kırdılar. Yine çiçekteyiz işte yine meyvedeyiz Bin kez korkuya boğdular zamanı Bin kez ölümlediler Yine doğumdayız işte, yine sevinçteyiz.”

Lıselı Kıvılcım

3


şubat 2012

Paran Kadar Oku! T

ürkiye’de, eğitim sistemi ile ilgili yapılan değişiklikler sonucunda liseli gençliğin karşı karşıya kaldığı sorunlarının çözümü konusunda bir arpa boyu yol dahi alınmamış aksine sorunlar bir çığ gibi büyüyerek liseli gençliğin önünde aşması gereken birer engel haline gelmiştir. Başa gelen her hükümet, eğitim sistemine yönelik olarak öğrencilerin yararına değişiklikler yapacağı vaadinde bulunmuş ve bu vaatlerle koltuklarını sağlama almıştır. Ancak on yıllar geçmesine rağmen hiçbir hükümet ve onun bakanlıkları liseli gençliğin istek ve ihtiyaçlarına kulak asmamıştır. Başa gelen diğer hükümetler gibi AKP hükümeti de yeni olduğunu söylediği eğitim politikaları ve bu eğitim politikalarını uygulamak için yaptığı ve yapacağını söylediği “değişiklikler”i ile karşımızda. Ancak “ne kadar paran varsa

4

Lıselı Kıvılcım

o kadar iyi eğitim alırsın.” yaklaşımında bir değişiklik yok.

Bugün eğitim sistemindeki “dönüşümler” özel okullarıyla, özel dersleriyle, Eğitimin Amacı Ne Oldershaneleriyle vb. ile malıdır? eğitimi, kamusal bir hak olEğitim, insanın fiziksel, bilişsel ve duygusal gelişimaktan çıkartıp parayla minin yaşam boyu gerçekalınıp satılan bir mal haline leşmesine yardımcı olması, kolektif yaşamı ve bireyin getiriyor ve bireylerin maddi özgürleşmesini destekleolanaklarına göre mesi, eleştirel ve yaratıcı yararlanabileceği bir düşünme ve sorgulama becerisini geliştirmesi, top- ayrıcalığa dönüşmesine yol lumsal barış, adalet ve karaçıyor. deşlik duygularını pekiştirmesi, insanlar arasında eşitlikçi düşünceyi esas alması, farklı kültür ve kimlikleri zenginlik olarak kabul etmesi, demokratik değerleri benimsemesi ve emeğe saygıyı geliştirmesi gereken bir süreç olarak tarif edilebilir.

Günümüzde Eğitim… Her şeyin para ile alınıp satıldığı günümüzde eğitim de değerler bütünü ve hak olma meselesinden çıkarılarak para

ile alınıp satılan bir metaya dönüştürülmüştür. Nasıl ki belli ihtiyaçlarımızı karşılamak için pazardan giyecek ve yiyecek alıyorsak ve karşılığında para veriyorsak ve kaliteli giyecek ve yiyecek almak için daha çok para ödememiz gerekiyorsa daha nitelikli, kaliteli bir eğitim almak için daha çok para vermemiz gerekiyor. Devlet, devlet okullarında nitelikli eğitim vermediği için


şubat 2012 pek çoğumuz devlet okullarındaki eğitimin üniversite sınavını kazanmak için yeterli olmadığını düşünüp tüm maddi imkânlarımızı zorlayıp dershanelere yazılıyor. Dershane sahiplerinin mantığı ile giyecek ve yiyecek satan patronların mantığı arasında ise bir fark yok. Patronlar nasıl üretilen ürünleri tanıtmak ve daha çok satmak için panolara ilanlar asıp televizyonlara, gazetelere reklamlar veriyorsa dershaneler de benzer şekilde sınav birincilerinin fotoğraflarını panolara, dershanelerin camlarına asarak reklam yapıyor; televizyonlara, gazetelere ne kadar başarılı olduklarını anlattıkları reklamlar veriyorlar. Yeni yöntemlerini, kampanyalarını, taksit imkânlarını, indirimlerini bu reklamlar aracılığıyla allandıra ballandıra anlatıyorlar. Böylece pazarda daha çok satarak daha çok kazanmaya çalışıyorlar. Öğrenciler ve veliler ise tıpkı pazarda, alışveriş merkezinde giyecek ve yiyecek almaya çıkmış müşteriler gibi o dershane senin bu dershane benim dolaşıp bütçesine en

uygun eğitimi almaya çalışıyor. Alamayanlar ise elleri boş, üniversite sınavına hazırlıkta 1-0 geride başlıyor. Peki, Nerede Bu Devlet? Eğitim, temel bir haktır ve devlet bu hakkı sağlamak için gerekli sorumlulukları yerine getirmekle yükümlüdür. Fakat bugün eğitim cak sistemindeki “dönüşümler” bir yapı olmaktan çıkmış ve özel okullarıyla, özel derslesermaye için bir rant alanına riyle, dershaneleriyle vb. ile dönüşmüş, kar odaklı bir meeğitimi, kamusal bir hak olmaktan çıkartıp parayla alınıp kanizma haline gelmiş dusatılan bir mal haline getiriyor rumda. Dolayısıyla parası olanın parası kadar yararlanve bireylerin maddi olanaklarına göre yararlanabileceği bir dığı bir eğitim sistem var önümüzde ve eğitim sisteminde ayrıcalığa dönüşmesine yol yıllardır gerçekleştirilen dönüaçıyor. Bugün eğitim, insanların çok yönlü gelişimini sağla- şümler zenginlerden başka kimseye yaramıyor. yacak, halk için bilim üretilmesine yarayaDevlet, devlet okullarında nite-

likli eğitim vermediği için pek çoğumuz devlet okullarındaki eğitimin üniversite sınavını kazanmak için yeterli olmadığını düşünüp tüm maddi imkânlarımızı zorlayıp dershanelere yazılıyor. Dershane sahiplerinin mantığı ile giyecek ve yiyecek satan patronların mantığı arasında ise bir fark yok. Lıselı Kıvılcım

5


şubat 2012

Meslek lisesi sermaye meselesi!

Meslek Liseleri Köle Pazarı Değildir!

B

üyük patronlar ve AKP hükümeti gözünü meslek liselerine dikmiş durumda… Ve velilere, öğrencilere ve öğretmenlere sorma gereği duymadan kendi çıkarlarına göre yeni düzenlemeler yapıyor. Eğitimi, topluma temel bir hizmet olarak görmeyen ve bu sahayı kendi oyun bahçesi sayan sermaye ve hükümet sözcüleri meslek liselerini yap-boz tahtası gibi ele alıyor. Meslek Liseleri Nasıl Değişiyor? Önce 2008 yılından başlayarak “Meslek Lisesi Memleket Meselesi” sloganıyla kampanyalar yürütüldü. Büyük patronların ilgisi böylelikle meslek liselerine döndü, burada ucuz işgücü ve kalifiye ara eleman ihtiyaçlarını karşılamaya yöneldiler. Ve sonra KOÇ’lar, Sabancı’lar ve diğerleri ardı ardına meslek lisesi açmaya başladı. En so-

6

Lıselı Kıvılcım

nunda ise geçen yıl aralık ayında Milli Eğitim Bakanlığı’ndan bir açıklama geldi ve 2013’de düz liseleri kaldırılacağı belirtti. Neydi bu açıklamanın getirdiği? MEB’in yeni düzenlemesine göre, Anadolu Lisesi’ni kazanamayanlar Meslek Liseleri’ne gidecekti ve düz lise artık tarih olacaktı. Yani 2013 yılıyla birlikte “Milli Eğitim Sistemi” içinde temel bir değişim öngörülüyor. Artık ortaöğretimin bel kemiğini meslek liseleri oluşturacaktı.

Torba Yasa’da Asgari Ücret Yaşı Yükseltildi! Geçen yıl meclisten geçen “Torba Yasa” adlı düzenleme ile patronlar için asgari ücret ödeme yükümlülüğünde, başlangıç yaşı 18’e yükseltildi.

Meslek Liseleri Köle Pazarı Değildir! 2013’le birlikte önem kazanacak olan meslek liseleri, büyük patronlar için büyük bir

Peki, biz böylelikle hangi kazanımımızı kaybetmiş olduk? Daha önce 16 yaşından itibaren patronlar asgari ücret

çıkar kapısı olarak dizayn ediliyor. Büyük sermaye meslek liselerini “köle pazarı”, “ucuz işgücü yetiştirme çiftlikleri” haline getirme peşinde… Biz meslek lisesi öğrencileri bu sürece DUR! demezsek, bu süreç adım adım işleyecek.

2013’le birlikte önem kazanacak olan meslek liseleri, büyük patronlar için büyük bir çıkar kapısı olarak dizayn ediliyor. Büyük sermaye meslek liselerini “köle pazarı”, “ucuz işgücü yetiştirme çiftlikleri” haline getirme peşinde… Biz meslek lisesi öğrencileri bu sürece DUR! demezsek, bu süreç adım adım işleyecek.


şubat 2012 ödemekle yükümlüydü. Fakat artık bu yasal yükümlülük kalkmış ve kazanılmış bir hakkımız gaspedilmiş oldu. Yani Torba Yasa’yla birlikte patronların 18 yaşından genç işçilere asgari ücret ödeme yükümlülüğü kalmadı. Bu da genç işçi ve çocuk işçi sömürüsünün artması anlamına geliyor.

Staj Koşulları Ağırlaştırıldı! Yine Torba Yasa ile Küçük işletmelerde stajyer çalıştırmanın önü açıldı. Bu, meslek lisesinde okuyan gençler için ne anlama geliyor? Bu, daha ağır koşullar içinde, küçük işletmelerde tanımsız, angarya işlerde çalışmasının önünü açıyor ve genç işgücü sömürüsünün daha da

artırılması anlamına geliyor! Meslek Liselerinde Staj Sömürüsü Devam Ediyor! Meslek liseli gençler “staj” adı altında yoğun bir sömürü kıskacında bulunuyor. Birçok meslek lisesinde öğrenciler “Beceri Eğitim” adı altında haftada 3 gün, 8’er saatten 24 ders saati karşılığında çalıştırılıyor. Ve bu çalışma çoğu yerde günlük 8 saat yerine 15 -16 saate kadar çıkıyor. Bu da yetmez gibi bir de ücretler düşürülüyor, Torba Yasa ile birlikte, stajyer öğrenciler 238 TL yerine artık 188 TL maaş alacak*. Bu da bizler için, daha ucuza çalıştırma ve daha yoğun sömürü anlamına geliyor.

Meslek liselerindeki dönüşümü gizlemek amacıyla yetkili kişilerin ağzından yalan ve çarpıtma eksik olmuyor. “Katsayıyı kaldırdık. Fırsat eşitliği sağladık.” Sözü de bu yalanlardan biri. Diyeceğimiz şudur ki, yetkililer bizleri aldatmaktan vazgeçsin. Eşitlik demekle eşitlik, adalet demekle adalet gerçekleşmez. Katsayıyı kaldırmak yetmez!

“Katsayı Reformu” Aldatmacadır! Diğer yandansa, meslek liselerindeki bu dönüşümü gizlemek amacıyla yetkili kişilerin ağzından yalan ve çarpıtma eksik olmuyor. “Katsayıyı kaldırdık. Fırsat eşitliği sağladık.” Sözü de bu yalanlardan biri. Diyeceğimiz şudur ki, yetkililer bizleri aldatmaktan vaz-

geçsin. Eşitlik demekle eşitlik, adalet demekle adalet gerçekleşmez. Katsayıyı kaldırmak yetmez! Gerçek bir fırsat eşitliği sağlanması için, meslek liselerindeki eğitim kalitesinin artması gerekir. SORUYORUZ? Eşit, parasız, bilimsel ve anadilde eğitim koşulları sağlanmadan eğitimdeki eşitsizliği ve adaletsizliği nasıl giderebilirsiniz? Onlar bilmez ve umursamaz belki ama eşitsizlik ve adaletsizliğin nasıl giderileceğini BİZ biliyoruz! Çözüm, örgütlü mücadelemizde! Çözüm, eşit, parasız, bilimsel, anadilde eğitim kavgamızda! Meslek Liseliler Örgütlü Olalım Güçlü Olalım! Özgür, Demokratik, Halkçı Lise için Liseli Kıvılcım’da birleşelim! * 2011 yılına göre

Lıselı Kıvılcım

7


şubat 2012

E m ek çi si ne , H al kı na , G en ci ne , K ad ın a ve Ç ev re ye FR A N S IZ *,

Dünya’ya

KASIMPAŞALI! Halkına, emekçisine, gencine, kadına zulüm, sömürü ve tutukluluk; doğaya talan öngören bir hükümetin başkasına insanlık dersi vermesi ne kadar dürüstçe? Ve bütün bunlara karşı sessiz kalmak ne kadar insanca?

S

on günlerde Fransa’da görüşülen Ermeni Soykırımını İnkar Yasası ülkemizde, okulumuzda, evimizde yaşanan sorunlardan daha çok öne çıkmaya başladı. Sanki dünyada en fazla ‘terör’ tutuklusu bulunan, tutuklu gazeteci sayısından dünya birincisi olan biz değilmişiz gibi Fransa’ya düşünce özgürlüğü dersleri veriliyor. Peki ya bu tartışmalar sürerken ülkemizde neler oldu? 28 Aralık gecesi Şırnak Uludere 35 köylü savaş uçaklarının bombardımanı sonucunda hayatlarını kaybettiler. Olaydan sonra yaklaşık bir gün sessin kalan hükümet ve medya yapılan eylemler ve baskılar sonucunda ‘hata’ ile köylülerin katledildiğini itiraf ettiler. Fakat köylüler her gün karakolun önünden geçerek

8

Lıselı Kıvılcım

kaçakçılık yaptıklarını, hatta ölen çocuklara (bu arada ölen 35 köylüden 19’u 18 yaşından küçük yani çocuk) askerin görünce korkmamalarını söylediklerini belirttiler. İçişleri Bakanı da ellerinde 4 saatlik Heron görüntüleri olduğunu belirterek incelemelerin devam ettiğini söyledi. Neredeyse bir ay geçti ama dört saatlik Heron görüntülerini incelemek nedense bitmedi. Verdiği kararlarla dünyaya hukuk dersi veren Türk Hukuku, 5 yıl önce hunharca katledilen Hrant Dink davasında cinayetin arkasında örgüt olmadığına karar vererek bir kişi dışında geri kalanlara beraat kararı verdi. En ufak protestoda öğrencileri tutuklayarak olmayan örgüt

var eden Türk Hukuku onlarca istihbarata rağmen sessiz kalan Emniyet değilmiş gibi, katili yakaladıktan sonra Türk bayrağı resim çektiren polisler değilmiş gibi cinayette örgüt bağlantısı bulamadı! 30 Aralık günü ise yeni yılda verilecek olan asgari ücret belirlendi. Yoksulluk sınırının üç bin lira, açlık sınırının bin lira iken asgari ücretin %12’lik(!) zamla 701 liraya çıkarıldığı ilan edildi. Bu asgari ücretin 16 yaşından büyük olanlar için geçerli olduğunu düşünürsek, 16 yaşından küçük ve çalışmak zorunda olan gençleri ve asgari ücretin üçte birine staj yapan meslek lisesinde oku-


şubat 2012 yan gençlere ne kadar değer verildiğini görmüş oluruz. Her gün beş kadının öldürülmeye devam edildiği ülkemizde geçenlerde ortaya çıkan bir görüntüde İzmir’deki Karabağlar karakolunda bir kadının polislerce dövüldüğü ortaya çıkmıştı. Bu görüntüler sonucunda dava açan İzmir Başsavcılığı kadına dayak atan polisler için 5 yıl 9 ay hapis cezası isterken, dayak yiyen kadına ise polislere hakaret ve mukavemetten 6,5 yıl hapis cezası istedi! Enerji ihtiyacını karşılamak bahanesiyle doğayı talan etmeye kalkışan AKP hükümeti, başta Karadeniz halkı olmak üzere Anadolu halkının direnişi sonucunda amacına ulaşamadı. Benzer bir şekilde üçüncü köprü projesiyle İstanbul’un doğasını paraya ve talana dönüştürmeye niyetlenen AKP’nin açtığı ihaleye maliyeti dolayısıyla hiçbir firma katılmadı. Bunun üzerine Ulaştırma Bakanı maliyetin düşürülerek tekrardan ihale açılacağını söyleyerek AKP’nin ve kapitalizmin ne doğayı ne de insanı önemse-

BİLGİ mediğini tekrar gösterdi. Halkına, emekçisine, gencine, kadına zulüm, sömürü ve tutukluluk; doğaya talan öngören bir hükümetin başkasına insanlık dersi vermesi ne kadar dürüstçe? Ve bütün bunlara karşı sessiz kalmak ne kadar insanca?

* "Fransız kalmak" deyimini Türkçeye ünlü sosyalist düşünür Hikmet Kıvılcımlı kazandırmıştı. Marksizm incelemelerinde 'üç kaynak' olarak adlandırdığı İngiliz ekonomi politiği, Fransız sosyalizmi ve Alman felsefesi üzerinde duran Kıvılcımlı, Türkiye sol hareketleri üzerine bir değerlendirmesinde "devrimci pratiğe önem vermek ve teoriyi ihmal etmek" anlamında"Fransızca konuşmak" ifadelerini kullanmıştı. Kıvılcımlı'nın Türkiye solunun teoriye aldırış etmemesini vurgulamak için de "Fransız kalmak" deyimini kullandı.

30 Aralık günü ise yeni yılda verilecek olan asgari ücret belirlendi. Yoksulluk sınırının üç bin lira, açlık sınırının bin lira iken asgari ücretin %12’lik(!) zamla 701 liraya çıkarıldığı ilan edildi. Bu asgari ücretin 16 yaşından büyük olanlar için geçerli olduğunu düşünürsek, 16 yaşından küçük ve çalışmak zorunda olan gençleri ve asgari ücretin üçte birine staj yapan meslek lisesinde okuyan gençlere ne kadar değer verildiğini görmüş oluruz.

9

Lıselı Kıvılcım


şubat 2012

ı r a l k a k o S n ı n ’ D ü n ya i l t e k e r Ha 2 011 yılını ardımızda bırakıp 2012 yılının ilk aylarına doğru yelken açarken dünyanın pek çok ülkesinde öğrenciler paralı eğitime, harçlara, piyasalaşmaya karşı mücadele ettiler. Yunanistan'dan Fransa'ya, İngiltere'den İtalya'ya, Kolombiya'dan Şili'ye, özellikle Avrupa ve Güney Amerika gençliği eşit, parasız, bilimsel eğitim talebiyle sokaklara döküldü. Öğrencilerin bu haklı mücadelesi pek çok kere tehditlerle ve baskılarla karşı karşıya kaldı. Öğrenciler bu baskılara kitlesel eylemlerle yanıt vererek onurlu mücadelelerini taçlandırdılar. Şili: Şili'de geçtiğimiz aylarda gündemde genişçe yer işgal eden eylemler gerçekleşti. Ülkedeki 3,5 milyon öğrenciden

10

Lıselı Kıvılcım

% 40'ının devlet okullarına, % 50'sinin yarı özel okullara gittiği, % 10'unun ise özel okullara gittiği Şili'de eğitim, özellikle de yükseköğrenim lüks haline gelmiş durumda. 2011 yılının Mayıs ayından bu yana bu gidişe dur demek, özelleştirmelere karşı çıkmak için öğrenciler çok sayıda eylem gerçekleştirdi.

Bu süreç içerisinde “Öğrencilerin lideri ölürse hareket son bulur” diye tehdit savuran Kültür Bakanı hareketin gücü karşısında tutunamayarak bakanlıktan kovuldu. İlerleyen

süreçte ilan edilen genel grevde 14 yaşındaki bir öğrencinin polis kurşunuyla ölmesi üzerine gelişen tepkiler sonucu polis müdürü de görevinden istifa etmek zorunda kaldı. Hareketi sönümlendirmek üzere Türkiye'dekine benzer bir biçimde Devlet Başkanı Pinera iktidar yanlısı bir öğrenci temsilcisiyle görüşme girişiminde bulunsa da öğrenciler buna bakanlığı işgal ederek yanıt verdiler. İlerleyen günlerde on binlerce öğrenci ve veli bütçe planlamasının yapılacağı senato toplantı salonunu basarak eğitime bütçe talebinde bulundular. Şili'de öğrenci muhalefeti 2006 yılında liselilerin oluşturduğu Penguenler hareketiyle ivme kazanmıştı. Darbe döneminde çıkartılan eğitim yasasının değişmesi talebiyle ciddi


şubat 2012 bir ivme kazanan hareket daha sonra sönümlenmişti. Bu hareketin öznelerinin ilerleyen zamanlarda üniversite muhalefetine dâhil olması ciddi bir muhalefeti açığa çıkarma potansiyelini içinde taşıyor. Mısır:

Hükümetin devrilmesi sonrası göreve gelen askeri konseyin devrilmesi talebiyle Mısır'da on binlerce kişi alanları doldurdu. Mısır Bağımsız Sendikalar Konfederasyonu'nun aldığı grev kararıyla on binlerce işçi Tahrir Meydanı'na akın etti. Ayrıca Mısır'da devrimin yıldönümünde on binlerce insan Tahrir Meydanı'nı doldurarak çadırlar kurdu. İngiltere: Harçlara yapılan yüksek oranlı zamlar sonrasında 55 bin civarında öğrenci sokağa döküldü. Üniversite bölgesi olarak bilinen Londra'nın Malet Caddesi'nden başlayan yürüyüş Trafalgar Meydanı'na kadar sürdü. Öğrencilerin burada çadır kurma girişimi polis saldırısıyla engellenmeye çalışıldı. ABD: ABD'de başlayan ve Avrupa'daki metropollere de yayılarak dünya çapında bir etki yaratan Occupy (İşgal Et!) Hareketi son aylarda yoğun

polis baskısı nedeniyle güç kaybetse de geri adım atmamaya ve yeni kampanyalarla soluklanmaya çabalıyor. 12 Aralık'ta Oakland'da 20 bin kişinin katılımıyla gerçekleşen genel grevle iyi bir hareketlilik yakalanırken öğrenciler ve öğretmenler de greve okullardan düzenledikleri yürüyüşlerle katıldılar. Grev esnasında öne çıkan sloganlar; “Yaşayamıyorsak çalışmayacağız”, “Politikacılar, bankerler, yalancılar, hırsızlar, Lütfen demiyoruz, Geri alıyoruz”, “Halk kütüphanesini değil, polis bürosunu kapat” oldu. Ayrıca hareketin önümüzdeki dönem sloganları olan “Evlerimizi işgal edelim”, “Yiyeceğimizi işgal edelim”, “Üniversitelerimizi işgal edelim” gibi kampanyalar yeni hareketliliklerin kapısını arala-

maya gebe görünüyor. Direnişi büyütmek ve dünyanın dört bir yanında yakılan isyan ateşlerine eşit, parasız, bilimsel, anadilde eğitim talebiyle katılmaksa bizim elimizde.

Yunanistan'dan Fransa'ya, İngiltere'den İtalya'ya, Kolombiya'dan Şili'ye, özellikle Avrupa ve Güney Amerika gençliği eşit, parasız, bilimsel eğitim talebiyle sokaklara döküldü. Öğrencilerin bu haklı mücadelesi pek çok kere tehditlerle ve baskılarla karşı karşıya kaldı. Öğrenciler bu baskılara kitlesel eylemlerle yanıt vererek onurlu mücadelelerini taçlandırdılar.

11

Lıselı Kıvılcım


“Bir Kıvılcım”

M

erhaba öncelikle sizi tanımak isteriz. Bize kısaca kendinizden bahseder misiniz? Adım Uğurcan. Adana’da yaşıyorum. Liseli Kıvılcım ile nasıl tanıştınız? Ben, yaklaşık iki sene önce tanıştım Liseli Kıvılcım’la, liselerin daha demokratik daha özgür liseler olması talepleriyle gümbür gümbür geliyorlardı. Gençliğin o bomboş hallerinden bıkmıştım. Birbirini tüketen ilişkilerden bıkmıştım. İşte tam o sırada Liseli Kıvılcım çıktı karşıma. Her hafta politika, kültür-sanat gibi konuları konuşmak için bir araya geliyorlardı. Nasıl daha iyi bir eğitim sistemi olur diye tartışıyorlardı. Ben de bu toplantılara katılmaya başladım ve böylece Liseli Kıvılcım’la tanışmış oldum. Neden Liseli Kıvılcım’da faaliyet yürütüyorsun? Bir şeyler yapmak gerekiyordu. Meslek liseleri köle pa

12

Lıselı Kıvılcım

şubat 2012

“Sonra bu ezberci eğitim, ataerkil eğitim, dogmatik eğitim bunların hepsi başlı başına birer sebep aslında ve LK’lı olmak için çok neden var. Ben de hiç tereddütsüz Liseli Kıvılcım’da örgütlendim.” zarına dönüşüyor, düz liseler tasfiye ediliyor. Parasızlıktan üniversite sınavlarına hazırlanamayan arkadaşlarımız var.

Sınavlar yüzünden birçok arkadaşımızın psikolojisi bozuldu. Bazı arkadaşlarımız sınav stresi yüzünden intihar etti. Örneğin dershane parasını ödeyemediği için intihar

eden Soner’i unutamıyorum; sınav stresi yüzünden kendini sekizinci kattan aşağı atan Sıdıka’yı da. İnsanlar sınavlar yüzünden intihar ederken şifre skandalı ortaya çıktı. Beni asıl Liseli Kıvılcım’a bağlayan şeyler bunlar. Aslında bu soru bana ‘Neden LK’lı oldunuz?’ diye sorulmamalı. Bunu okuyanlara ‘Siz neden LK’lı olup bu gidişe bir dur demiyorsunuz?’diye sorulmalı. Sonra bu ezberci eğitim, ataerkil eğitim, dogmatik eğitim bunların hepsi başlı başına birer sebep aslında ve LK’lı olmak için çok neden var. Ben de hiç tereddütsüz Liseli Kıvılcım’da örgütlendim. Liseli Kıvılcım’da faaliyet yürütmeye başladıktan sonra hayatında nasıl değişiklikler oldu? Çevreden nasıl tepkiler geldi? Kendim, gerçekten var olduğumun farkına vardım. Dü-


şubat 2012 şüncelerimi özgürce söyleyebilme yeteneğini kazandım. Sorgula-

maya başladım. Kısacası bir birey olduğumun farkına vardım. Arkadaş ortamım birden bire değişti. İlk başta çok farklı gelmişti arkadaşlarıma çünkü artık okuldaki bir soruna karşı görüşümü açıkça ifade edebiliyordum. Yaptığımız tartışmalar birbirimizi bes-

leyen, üreten tartışmalardı. Ben değiştikçe çevrem de değişti. Ailem bendeki değişikleri çok ayrıntılı görüyordu çünkü artık evde iş bölümü yapmak gerekliliğini söylüyordum. Odamı topluyor, anneme yardım ediyordum. Tam bir birey olmuştum. Liseli Kıvılcım’ın içinde ilişkiler nasıl işliyor? En önemli nokta birbirimizi kırmadan incitmeden hatalarımızı birbirimize söylüyoruz. Bu hem karşımızdakini hem de bizi geliştiriyor. Birbirimizin ezberini bozmayı çok seviyoruz. Hiçbirimizi bir diğerimizden üstün görmüyoruz. Çünkü biliyoruz ki herkesin

birbirinden farklı özellikleri var. Fikir alışverişlerimiz her yan yana gelişimizde oluyor zaten. Ve aslında en önemlisi aramızdaki sıcaklık ve dürüstlük, bu her şeyin önüne geçiyor zaten. Peki Liseli Kıvılcım’la birlikte senin bundan sonraki hedeflerin neler? Ben ve arkadaşlarım elimizden özgürlük ve mücadele bayrağını asla indirmeyeceğiz. Hem liselerdeki anti-demokratik uygulamalara karşı çıkıyoruz hem de toplumsal olarak kapitalizmin yarattığı tüketici liseli gençlik algısını yıkmaya geliyoruz. Hedefimiz bilimsel eğitim. Hedefimiz anadilde eğitim. Hedefimiz cinsiyetçi olmayan eğitim. Hedefimiz özgür ve demokratik lise.

Özgürlüğün Kapıları Açıldı!

B

ir süredir Anadolu Yakası'nda Liseli Kıvılcım faaliyeti yürüten liseliler 14 Ocak Cumartesi günü Kartal ÖGD'nin açılışında buluştu. Dershane öğrencisi Semanur Korkmaz'ın açılış konuşması ile başlayan etkinlikte 12. sınıf öğrencisi Hediye Şahin, Kapitalist sistemin liselerdeki politikalarına, eğitimin piyasaya açılarak paralı hale getirilmesine, liselerin birer hapisaneye dönüşmesine, eğitimin cinsiyet ayrımcı politikalarla düzenlenmesine, meslek liselerinin köle pazarına dönüştürülmesine karşı Liseli Kıvılcım'ın liselerde özgürlük ateşini yaktığını belirterek, yaşanan sorunların üç beş liseyle sınırlı olmadığını dolayısıyla bütün liselerde güçlü bir liseli faaliyet oluşturmak için Liseli

Kıvılcım'da örgütlenmenin önemli olduğunu, örgütlenmenin önemli bir alanının da Kardal'da açılan dernek olduğunu ifade etti. Hediye Şahin'in ardından farklı liselerden Liseli Kıvılcım okurları söz alarak liseli faaliyetine ve derneğin kuruluşuna dair düşüncelerini ifade etti. Etkinlik konuşmaların ardından müzik dinletisi ve slayt gösterisi ile son buldu. Etkinliğe Anadolu Yakası'nda bulunan 7 liseden 60 liseli katıldı.

13

Lıselı Kıvılcım


şubat 2012

Söyleyecek Sözümüz Var!

8

Mart: Kadınların Mahrumiyete ve Mahkûmiyete Başkaldırısı Kadınlarla erkekler arasındaki cinsiyetçi ayrım doğdukları andan itibaren başlar. Bebekken kıyafetlerimizdeki pembe ve mavi renkleri ayırır önce kadınlarla erkekleri. Sonra ilkokulda fişlerimizde kitaplarımızda görürüz cinsiyetçi ayrımı: fişlerimizde Ayşe ip atlar. Ali ise top oynar. Kitaplarımızda temizlik yapan anne ile koltukta oturmuş televizyon izleyen baba resimleri vardır ya da yine ders kitaplarımızda tarihe yön verenler, edebiyatla, bilimle uğraşanlar sadece erkeklermiş gibi gösterilir ve edebiyatla bilimle uğraşan kadınlardan neredeyse hiç bahsedilmez. Kadınlarla erkekler arasındaki cinsiyetçi ayrım meslek seçimlerimiz sırasında da peşimizi bırakmaz. Erkeklere

14

Lıselı Kıvılcım

doktorluk, mühendislik gibi meslekleri seçmeleri söylenir. meslekler uygun görülürken Kimi zaman kadınlara böyle kadınlara hemşirelik, öğretbir meslek tercihi bile yaptırılmenlik gibi meslekler uygun maz. Çünkü erkeklere oranla görülür. Yani kadınlar, kadınlık kadınlar çoğu zaman okuma rolleri dediğimiz, annelik, baimkânı bile bulamaz. Kadınlarkıcılık gibi rollere uygun mesdan mümkünse “evinin kaleklere yönlendirilir. Böyle bir dını” olmaları ve çocuklar yönlendirmeyle aynı zamanda doğurup onlara bakmaları, toplumun, kadına yüklediği kocalarına hizmet etmeleri isgörevleri yerine getirmeye tenir. devam edebileceği meslek Evde bir sürü iş yapan katürlerini seçmeleri de amaçla- dına “Sen ne yapıyorsun ki nır. Bunun için sık sık “Kadınevde oturuyorsun.” denilir. lar için en ideal Kadınlarla erkekler arasındaki meslek öğretmenlik. Hem çalışırsın hem cinsiyetçi ayrım meslek seçimlerde evinin işlerini, çoimiz sırasında da peşimizi cuklarının bakımını bırakmaz. Erkeklere doktorluk, üstlenmekten geri kalmazsın.” gibi söz- mühendislik gibi meslekler uygun ler duyarız. Dışarıda görülürken kadınlara hemşirelik, bir işte çalışsa da çalışmasa da çocuklara öğretmenlik gibi meslekler uygun bakmak, evin işlerini görülür. Yani kadınlar, kadınlık yapmak hep kadınlarolleri dediğimiz, annelik, rın birincil işleriymiş bakıcılık gibi rollere uygun gibi düşünülür ve bu işleri aksatmayacak mesleklere yönlendirilir.


şubat 2012 Çünkü ev işleri işten sayılmaz. Okumak isteyen kadına “Okuyup da ne yapacaksın. Otur evinde kocana, çocuklarına bak.” denilir. Bir meslek sahibi olduğunda genellikle yaptığı işe güvenilmez kadının. “Elinin hamuruyla erkek işine karışma. Kadından mühendis olur mu hiç.” denilir. Erkeklerin hakkı olan birçok şey kadınlara hak olarak görülmez. Bu evde de bir işte çalışırken de okulda okurken de böyledir. Tüm bunlarla birlikte, kadınlar erkekler tarafından fiziksel ve psikolojik şiddete de maruz kalır. Kimi zaman hakaret edilir, kimi zaman dövülür; kimi zaman da öldürülür kadınlar. Böylesi hayat tercihlerimizi, meslek seçimlerimizi yönlendiren ve kadınları ezen, sömüren, erkeğe göre kadınların aşağı görülmesine sebep olan erkek egemen toplum biçimidir yani ataerkil sistemdir ve tarih kadınların, kendilerini ezen, sömüren, aşağı gören ataerkil sisteme karşı verdiği mücadelelerle doludur. 8 Mart Dünya Kadınlar Günü de böylesi bir mücadelenin sonucu ortaya çıkmıştır. 1857’de Amerika’nın New York kentinde tekstil işçisi kadınlar, çalışma saatlerinin on saate düşürülmesi ve daha iyi çalışma koşulları için greve çıkar ve grevi bastırmak için yapılan müdahaleler sırasında çıkan yangında direnişçi tekstil işçisi kadınlar yanarak yaşamını yitirir. Yine 8 Mart 1886’da “eşit iş gücüne eşit ücret”, sendika ve oy hakkı için alanları doldurur kadınlar. Bu kez haklarını aramak için alanları dolduran kadınların üzerine ateş açılır. Kadınların

hakları için verdiği mücadele yüzlerce cana mal olur. Kadınların canları pahasına verdiği mücadele 8 Mart’ın arka planını oluşturur ve 1910 yılında Clara Zetkin, Kadın Sosyalist Enternasyonali’nde 8 Mart gününün “Dünya Kadınlar Günü” olmasını önerir. Önerinin kabul gördüğü 1910 yılından bu yana her yıl 8 Mart’ta kadınlar talepleriyle alanları dolduruyor. Türkiye’de de 1925’ten beridir kutlanan 8 Mart Dünya Kadınlar Günü, 1975’te sokağa taşındı. 1980 Askeri Darbesi sebebiyle 4 yıl kutlanmayan 8 Mart, 1984 yılından beridir yine alanlarda kutlanmakta. Kadınlar, her 8 Mart’ta yaşadıkları sorunları dillendirmeye şiddete, tacize, tecavüze, sömürüye karşı çıkmaya, taleplerini duyurmaya devam ediyor. Gecelerin de sokakların da bir gün kadınların olacağını haykırıyor. Devlete, polise, babaya, kocaya, abiye boyun eğmeyeceğini söylüyor. Bizler de liseli kadınlar olarak 8 Mart’ta taleplerimizle alanları dolduralım!

Evde bir sürü iş yapan kadına “Sen ne yapıyorsun ki evde oturuyorsun.” denilir. Çünkü ev işleri işten sayılmaz. Okumak isteyen kadına “Okuyup da ne yapacaksın. Otur evinde kocana, çocuklarına bak.” denilir. Bir meslek sahibi olduğunda genellikle yaptığı işe güvenilmez kadının. “Elinin hamuruyla erkek işine karışma. Kadından mühendis olur mu hiç.” denilir. Erkeklerin hakkı olan birçok şey kadınlara hak olarak görülmez. Bu evde de bir işte çalışırken de okulda okurken de böyledir.

15

Lıselı Kıvılcım


şubat 2012

S

inop ve Mersin’e iki adet nükleer santral yapılmak isteniyor. Söylem ise hep aynı: “dünyada birçok ülke kullanıyor, biz neden kullanmayalım.” Ya da “Ekonomimizin gelişmesi için enerjide dışa bağımlılığı azaltmamız lazım.” Bu iki cümleden bile bize zorla kabul ettirilmeye çalışılan birçok kanı ortaya çıkıyor. Bu söylemlere kanmamak adına durduğumuz yeri netleştirmemiz şarttır. Öncelikle kapitalizmin egemen olduğu bir dünya üzerinde yaşadığımızı tespit edelim. Kapitalizm, yarattığı her türlü akıl dışı, mantıksız durumu hep mantıklı göstermeye çalışır. Bu onun doğasında vardır. Kapitalist sistemin egemenliği altında yaşayan sistem mağduru insanları denetim altında tutmanın yolu, onlara egemenlerin düşüncelerini benimsetmek-

16

Lıselı Kıvılcım

Nükleer Öldürür,

Sermaye Süründürür!

ten geçer. “Nükleer birçok lar için kötüye gidiyor demekülke tarafından kullanılıyorsa tir. Çünkü zenginliğin arttığı iyi bir şeydir” mantığı insanla- yerde, büyük bir çoğunluk rın kafasına yoğun propagan- yoksullaşıyor demektir. Ancak dalar sonucu yerleştirilmeye söylenen hep şudur: “hepimiz çalışılıyor. Burada yapılKapitalist sistemin egemenliği mak istenen şey, akıl dışı olan şeyin çok manaltında yaşayan sistem tıklı bir önermeymiş gibi mağduru insanları denetim sunulmasıdır. Kimin Ekonomisi? Bir diğer söylem ise “ekonomimizin iyiye gitmesi” meselesidir. Birincisi “ekonomimiz” diye bir şey yoktur. Kapitalist sistemde ekonominin iyiye gitmesi bir ülkede yaşayan herkesin lehine bir durum yaratmaz. Zenginler için ekonomi iyiye gidiyorsa, bu durum işçiler ve yoksul-

altında tutmanın yolu, onlara egemenlerin düşüncelerini benimsetmekten geçer. “Nükleer birçok ülke tarafından kullanılıyorsa iyi bir şeydir” mantığı insanların kafasına yoğun propagandalar sonucu yerleştirilmeye çalışılıyor. Burada yapılmak istenen şey, akıl dışı olan şeyin çok mantıklı bir önermeymiş gibi sunulmasıdır.


şubat 2012

aynı gemideyiz, gemi batarsa hepimiz batarız”. Bu büyük bir yalandır, bizler nükleer santral gibi insanlığın ve tüm canlıların geleceğini tehlikeye düşürecek bir politikaya mecbur olmadığımız gibi, kapitalist sistem tarafından yönetilen bir geminin bir bileşeni olmak istemiyoruz. Ekonomide dışa bağımlılık ise bizleri hiç de ilgilendirmemektedir. Sermayenin ulusu yoktur, yerli sermaye ya da yabancı sermaye hiç fark etmez ikisi de kötüdür. Bu söylemle egemenler insanları milliyetçi duygularla zehirlemeye çalışmaktadır, biz bu oyuna gelmiyoruz. Nükleer Enerjinin Tehlikeleri Birinci dereceden deprem

kuşağı olan Türkiye’de, olası bir depremde ortaya çıkabilecek sonuçları, Türkiye’nin ve dünyanın karşı karşıya kalabileceği tehlikelerin hesabını hiç kimse veremez. Kaldı ki, bizler nükleere yalnızca deprem riski yüzünden karşı çıkmıyoruz. Nükleer santraller, etkisi yüz binlerce yıl sürebilen, yok olmayan, yok edilemeyen, büyük miktarda radyoaktif atık üretmektedir. Tüm dünyada bu atıklar çöllere, okyanuslara, ya da yoksul ülkelerin topraklarına atılmaktadır. Bu kirliliğin sonuçlarını hiç kimse tahmin edememektedir. Çernobil faciasından günümüze 26 yıl geçti, Hiroşima ve Nagazaki kentlerine atılan atom bombalarından günümüze, 67 yıl geçti, ancak bu olayların etkileri halen sür-

mektedir. Halen çocuklar engelli ya da eksik organlı doğmakta, yüz binlerce insan kanserle boğuşmakta ya da ölmektedir. Çernobil’in etkilediği bölgelerden birisi olan Karadeniz Bölgesinde, ölümlerin % 45’i kanser nedeniyledir. Almanya’da yapılan bir araştırmaya göre bir nükleer santralin 3 km civarında yaşayan çocukların lösemiye yakalanma riski diğerlerinden 2 kat daha yüksek. Tüm bu geçekler çerçevesinde, bizlerin de nükleer santraller konusunda söyleyeceklerimiz var. Bizler, insanların ve tüm canlıların geleceğini tehlikeye atan bu gaddarlığa karşı sözümüzü her zaman söyleyeceğiz.

Ekonomide dışa bağımlılık ise bizleri hiç de ilgilendirmemektedir. Sermayenin ulusu yoktur, yerli sermaye ya da yabancı sermaye hiç fark etmez ikisi de kötüdür. Bu söylemle egemenler insanları milliyetçi duygularla zehirlemeye çalışmaktadır, biz bu oyuna gelmiyoruz.

17

Lıselı Kıvılcım


şubat 2012 Sosyalizmin Güçlü Bir Kanıtı: Ekim Devrimi

D

evrim deyince aklınıza Devrim, gericiliğin lanse ettiği gibi kötü bir kavram ne gelir? Faşizmin yadeğildir. İnsanın özüne dönmesidir, kendini rattığı tramvayı hâlâ yaşamakta olan ebeveynleri- bulmasıdır. Devrimin kelime anlamı değişimdir. Mevmiz bu kelimeyi kullanmakcut gerici sistemin yıkılıp, ilerici bir sınıfın öncüsü tan çekinirler. Devrim, olduğu yeni yönetim şeklinin oluşturulmasıdır. gericiliğin lanse ettiği gibi kötü bir kavram değildir. İnSovyetleri yaratan Ekim Devrimi de böyledir. sanın özüne dönmesidir, Zülme Karşı Şavaş rici ve evrensel bir nitelik taşır. kendini bulmasıdır. Devrimin Bir devrim rastgele gerçek- Bu aynı zamanda işçi sınıfının, kelime anlamı değişimdir. leşmez. O, ezilenlerin maruz burjuvaziye karşı verdiği bir Mevcut gerici sistemin yıkılıp, kaldıkları zulmü, sömürüyü bi- savaştır. Çarın Beyaz Orilerici bir sınıfın öncüsü oltirmek için ezenlere karşı verdusu’na karşılık, tamamı duğu yeni yönetim şeklinin dikleri kutsal bir savaştır. emekçilerden oluşan Kızıl oluşturulmasıdır. Sovyetleri Azınlığın çoğunluğu yönettiği Ordu kuruldu ve devrim yoyaratan Ekim Devrimi de böy- değil de, herkesin beraber yö- lunda başarıya ulaştı. Lenin ledir. Rusya yüzlerce yıl boyu, nettiği bir sistem oluşturmak önderliğindeki Bolşevikler, onlarca milliyetten insanların için yapılan köklü değişikliktir. halkın biriktirdiği öfkeyi bilince diktatör çarların zulmü altında Bu savaşı yalnız bir millet ver- çıkartıp, zulme karşı bir refberaber yaşadığı bir coğrafya- mez; Devrim tüm insanlığın leks geliştirdi. O dev potansidır. Sömürünün yarattığı öfke- kurtuluşudur. Çarı deviren yelle aştılar bütün engelleri. nin zamanla birikerek Ekim Devrimi de enternasyo"Eğer bir toplumda, devrim patlamasıdır Ekim Devrimi. nal zeminde, birçok halkın ve toplumsal değişim için koİşçi, köylü, kadın, öğrenci... verdiği mücadele ile olmuştur. şullar olgunlaşmışsa, ama bu İnsan olup da ezilen kim Buna zemin yaratan Marktoplumsal değişimi gerçekleşvarsa, acısını öfkesine katıp sizm’dir. İşçi sınıfının ve Ekim tirecek bir güç yoksa o topkendi kurtuluş savaşını verDevrimi’nin rehberi olan Mark- lum için için çürümeye miştir. sizm öğretisi, her alanda ilebaşlar." (V. İ. Lenin)

18

Lıselı Kıvılcım


şubat 2012 Çarlık Rusya’sında Devrim Koşulları Devrimin gerçekleşmesi için ona zemin yaratacak bir kaosun veya devletlerarası bir savaş durumunun olması gerekir. Ama öncelikle, düzeni altüst edecek olan ezilen tabakalar örgütlü olmalıdır. Ekim Devrimi’ni hazırlayan koşullar da zamanla olgunlaşmış ve devrim birden patlak vermiştir. Bu koşullardan birisi, o dönemde gerçekleşmekte olan 1. Emperyalist Paylaşım Savaşı’dır (1. Dünya Savaşı). Çarlık Rusya’sı 1904 yılında Japonya ile girdiği savaşta darbe almış, ekonomisi çöküş yaşadığı için iyice zora girmiştir. Halkların barış talebine kulak asmayan çarın iktidarı git gide zayıflamıştır. Çarın verdiği savaşın tüm yükü yoksulların omzuna bırakılmıştır. Yoksul halk da bu haksızlığı reddederek, hayatlarını olumlu yönde değiştirecek olan büyük isyanı gerçekleştirmiştir. Artık çar devrilmişti. Fakat çar devrildikten sonra, ona yakın olan devlet insanları geçici bir hükümet kurarak yönetimi devralmış ve eski politikaları devam ettirmiştir. Ancak, örgütlü olan emekçi halk kesimleri buna izin vermeyip, güçlü bir muhalefet oluşturmuşlardır. O sırada sürmekte olan 1. Emperyalist Paylaşım Savaşı’na devam etme kararı alan Geçici Hükümet bu savaşı ve güçlü muhalefeti kaldıramayıp düşecektir. Devrim de bir savaştır. Fakat bu savaş diğer savaşlardan çok farklıdır. Devrimde birbirine zıt sınıflar çatışır. Diğer savaşlarda ise aynı sı-

nıftan olanlar -yani emperyalistler- kapitalistlerine yeni pazarlar, yeni sömürü alanları açmak ve yeni kârlar elde etmek için birbirleriyle çatışırlar. Devrimde insanlar, tüm insanların kurtuluşu için fedakârca savaşır. Örgütlülüğü hızlandıran ve pekiştiren bir diğer koşul ise; Rus İç Savaşıdır. Bolşevikler hükümeti ele geçirdikten sonra bunu kabul-

lenmeyen çarlık yanlısı Beyaz Ordu, Rus İç Savaşını başlattı. Bu İç Savaşa İtilaf Devletleri de katılarak Bolşevikleri zor durumda bıraktı. Fakat Komutan Trotsky önderliğindeki Kızıl Ordu, 4 yıl süren savaşın sonunda tüm Sovyetlerde istikrarı sağladı. Toplamda 6 yıl süren bu devrim serüveninde zafer Bolşeviklerin oldu. “Her devrim devasa halk kitlelerinin hayatında ani bir dönemece işaret eder. Nasıl bir insanın hayatındaki her dönüm noktası onun için çok öğretici oluyorsa, bir devrim

de tüm bir halka, çok kısa zamanda en temel ve en değerli dersleri verir. Devrim sırasında milyonlarca, on milyonlarca insan, yarı uyuklayarak geçen hayatlarında bir yılda öğrendiklerini her hafta öğrenirler.” (V. İ. Lenin) Marksizm’in teorisini pratikte kanıtlayan, tarihsel önemi olan bu devrimin üzerinden tam 94 yıl geçti. “Sosyalizm bir hayal” deniliyordu, ütopyacılıkla

suçlanıyorlardı devrimciler. Her ne kadar dünyada sosyalizm kurulamadıysa da, devrim onun varlığını hissettirdi, mümkün olduğunu gösterdi. Bugün,Ekim Devrimi’nin aydınlattığı yolumuza emin adımlarla devam ediyoruz. Devrim bu coğrafyaya da uğramalı, bu çıkmazı gidermeli! Balkanlar’dan Anadolu’ya, Kafkasya’dan Mezopotamya’ya bu rüzgâr taşınmalı! Dün Sovyetler, bugün Mısır, Tunus, Cezayir, yarın da bu topraklar üzerinde bu fırtına kopmalı!

19

Lıselı Kıvılcım


Varoluşçuluktan Ne Anlaşılmalı?

şubat 2012

V

aroluşçuluk (egzistansiyalizm) insan doğasını anlamaya uğraşır. İnsan doğasını anlamak için ise bireyin yaşamdaki deneyimini ve bu deneyimin tekil ve biricik olduğunu temel alır. Kişisel yaşanmışlıkların yaşam kurgusunu oluşturduğunu savunur. Yani varoluşçuluğa göre insan ne yaşıyorsa odur. Varoluşçuluk, insanın varoluşuyla doğal nesnelere özgü varlık türü arasındaki karşıtlığı büyük bir güçle vurgulayan, iradesi ve bilinci olan insanların, irade ve bilinçten yoksun nesneler dünyasına fırlatılmış olduğunu öne süren bir düşünce okuludur. Bu akım insan özgürlüğüne inanır ve insanların davranışlarından sorumlu olduğunu öne sürer. Akıllı bir varlık olan insanın, kendi dışında olan dünya ile çelişkisini konu alır. İnsanın doğada var olma çabasıyla bunun insan bilincindeki yansımalarıyla uğraşır. Varlık nedir diye soran felsefe disiplininin (Varlık Felsefesi) araştırma konusu içinde yer alır. Biz bu doğada yaşıyoruz, "nasıl varız" sorusuyla başlayan süreçte "neden yaşıyoruz" sorusuna verilecek cevapları bulmaya uğraşan felsefe akımıdır. En önemli temsilcileri Soren Kierkegard, Martin Heidegger, Karl Jaspers, JeanPaul Sartre, Simone de Beauvoir, Albert Camus ve Nietszche gibi isimlerin yanında Dostoyevski'yi de sayabiliriz.

20

Lıselı Kıvılcım

Varlık ve Hiçlik Problemi Varoluşçuğun ele aldığı bir diğer konu ise varlık ve hiçlik problemidir. Hepimiz kendimize sormuşuzdur "geri acıkacaksam neden yemek yiyorum" diye. Yemek yenir, sindirilir yaşamak için yeniden yeniden yemek yemek zorundayızdır, acıkacağımızı bile bile. Bu bir döngüdür cevabını tam bulamasak dahi bizi zorlayan sıkıntıya düşüren bir durum söz konusu olmaz. Ama bir diğer noktada "öleceğim öyleyse neden yaşıyorum" sorusunu sorarsak orada varlık ve hiçlik arasında gidip geliriz ve yaşamın anlam arayışı başlar. Yaşamımızdaki anlam arayışı ölmek, yok olmak, "hiç" olmakla alakalıdır. Bu arayış esnasında başımıza gelen her şey bize başta da söylendiği gibi deneyim sunar ve biz yaşamımızı bu deneyimlerin üzerine inşa ederiz. Varoluşçuluk "ben"le "varoluş"un ayrılmazlığı düşüncesinden yola çıkar. “Ben”i, insanın kendisi; “varoluş”u ise insanın kendi kendisini yaratma süreci olarak tanımlayabiliriz. Bu bağlamda:

Kierkegard’a göre insan, tanrı ve ölümsel hiçlik karşısında, tir tir titreyen zavallı bir yalnız yaratıktır. Tanrı korkusu veya ölüm korkusu ile titreyen bu insan kendisinin ne olduğunu bilmez, sadece var olduğunu bilir. Demek ki ben’le varoluş özdeştir. “Ben” yani insan, burada varoluşla birlikte ele alınır. Hiçlik varsa karşısında varlık vardı o da“Ben”dir. Heidegger'e göre "İnsanın özü varoluşundadır." yani "dünyada-olma"sındadır. Yalnızca insan "gerçek varoluş"tur. Çünkü yalnız insan var olanın (kendisinin) sınırlarını aşıp varlığa adım atabilir. Yalnız insan var olan olarak kalmaz, kendini var olan olarak anlayabilir. İki filiozofa göre de varoluş insanların deneyimleri ile oluşturduğu yaşam, ya da geleceğe yönelik tasarım başka güçlerce belirleniyor. İnsanın özü denen nereden geldiği bilinmeyen ama insanın varoluşunu belirleyen bir düşünce ortaya konuyor. Başka deyişle insanın yazgısı elinde değil ve öz varoluşla özdeşleştirilip,


şubat 2012 özün varoluşu ortaya çıkardığı, belirlediği yaklaşımı geliştiriliyor.

Kendin ol çünkü sen özgürsün, bu özgürlüğünün farkına varmaya başla her türden kabullenmişliğe karşı çık, çünkü kendin olursan özgür olursun; özgür olursan kendin olursun... Sokağa çık sokak özgürleştirir. haykır öfkeni alanları doldur, müzik yap, sanatla uğraş…Devrimci ol. Devrimci olmak sadece devlete karşı, sisteme karşı dövüşmek değildir, aynı zamanda devletin ve sistemin içimizdeki her türlü yansımalarına karşı da dövüşmektir.

İnsanın Eylemi Onun Ne Olacağını Belirler 68 Kuşağının fikir babası Jean-Paul Sartre’a göre ise insan, özünü kendi yaratır. Özünü kendi yaratan tek nesne insandır. İnsandan başka her nesnede yapış varoluştan önce gelir. Önce var olup sonra kendini yaratan sadece insandır. Yalnız insandır ki önce varlaşır, sonra özünü yaratır; nasıl olacağını, neye yarayacağını kendisi çizer. İnsan var olmadan önce tanımlanamaz, çünkü var olmadan önce hiçbir şey değildir. Ancak var olduktan sonra bir şey olacaktır, hem de kendisini nasıl yaparsa öyle olacaktır. İnsanın içinde bulunduğu koşullar içinde yaptıkları onun kim olacağını ve ne olacağını belirler. Sartre’da “Varoluş özden önce gelir”. İnsan özü önceden belirlenmiş değildir. Varoluş ve öz ayrı ayrıdır ve insanın eylemleri onun ne olacağını belirler. Sonuç olarak yazgımızı kendimiz belirleriz. Sartre Marksizmle Varoluşçuluk arasında bağ kurmaya çalışır. Özgürlük vurgusu en fazla Sartre’da olduğundan “Özgürlüğün Filozofu”olarak anılır. Özne'nin önemini vurgulmasından kaynaklı Marksizmin önemini vurgular. Hatta daha ileri giderek Marksizmin “çağımızın aşılmaz felsefi ufku” olduğunu ileri sürer. Varoluşçulukta birey vurgusu çok fazladır. Diğer taraftan bireyin kendisi olması, kendi benliğine sahip çıkması anlamındaki bireysellik gerekli ve faydalı bir özelliktir. Ancak kişinin kendisiyle uğraşması kendini yaratma süreci ve varo-

luşu, topluma karşı sorumluluğundan ileri gelir. İnsan kendine karşı ve topluma karşı sorumluluk taşır, taşımak zorundadır. Çoğu kimseler yaptıklarının sadece kendilerini bağladığına yalnızca kendilerini sorumlu kıldığına inanmak ister ama öyle değildir, içleri rahat olmaz. Bu, bunaltıdır. Bunaltı insanı eylemden ayırmaz, tersine eyleme götürür, eyleme zorlar. Eylem hali olmadan bunaltıdan da kurtuluş mümkün değildir. Sorumluluk, dünyayı değiştirmek için mücadele etmektir. Bir devrim sonucu koşulların değişmesiyle özgürlüğün felsefesi mümkün olacaktır. Sartre’ın dediği gibi “Özgür ol ey insan… kendini insan eliyle yaratılmış, putlaştırılmış tanrılardan izole et kurtar…- askerde, kahvede, sokakta, küçük ve muhafazakar şehirlerde gördüğün yapmacık fenomenlerden sakın, cahille sohbeti kes; aniden parıldayan faşist kafalardan, militarizmin her türlüsünden uzak dur”. Ya Taraf Olacağız Ya Bertaraf Sonuç olarak varoluşumuzun ele avuca geldiği hissedilmeye başlandığı şu yaşlarda kendimizin ne olacağına dair verilen kararlarımız önemlidir. Bu yazının konusu budur. Yaptığımız seçimlerle ya taraf olacağız ya bertaraf birini seçelim diğerini öldürelim. Liselerde mücadele veriyoruz ve bu düzenin kokuşmuşlu-

ğunu, bitmişliğini, adaletsizliğini, bize dayatılan mahkûmiyeti anlamaya uğraşalım ve bu düzeni öncen kendimizden başlayarak değiştirmek için mücadele verelim. Geleceği de bugünden başlayarak kuralım. Gençliğe dayatılan mühendis ol, işçi ol, kadın ol, erkek ol, anne ol baba ol söylemleri hayat sahnesinde bize dayatılan rollerdir. Bu rolleri teker teker reddedelim. Kendin ol çünkü sen özgürsün, bu özgürlüğünün farkına varmaya başla her türden kabullenmişliğe karşı çık,

çünkü kendin olursan özgür olursun; özgür olursan kendin olursun... Sokağa çık sokak özgürleştirir. Haykır öfkeni alanları doldur, müzik yap, sanatla uğraş.. Devrimci ol. Devrimci olmak sadece devlete karşı, sisteme karşı dövüşmek değildir, aynı zamanda devletin ve sistemin içimizdeki her türlü yansımalarına karşı da dövüşmektir. Korkma “Kopuştuğun şey kendin sandığın şeydir dostum”.

Lıselı Kıvılcım

21


şubat 2012

Bilim Köşesi

Yaşayan Dünya D

epremler, volkan patlamaları gibi kimi doğa olayları, yaklaşık 4,5 milyar yıldır süregelen Dünya oluşumunun asli unsurları oldukları halde, 20. yüzyıla kadar tam olarak anlaşılamamış ve bu doğa olaylarının tanrıların müdahalesi olduğu düşünülmüştür. Oysaki yeryüzündeki kıtalar sürekli bir değişim ve hareket halindedir. İhmal gibi nedenlerle yıkıcı etkileriyle birlikte varlığına tanık olduğumuz depremler dinamiğini işte bu gerçeklikten almaktadır. İnsanların da canlığın bir parçası olarak üzerinde yaşadığı Dünya, statik değil dinamik bir varlıktır. Birçok bilim dalından farklı olarak deneylere değil, gözlemlere dayanan Jeoloji, gezegenimizin içinde ve üzerinde gerçekleşen tüm bu olguları incelemektedir.

yapboz gibi birbirine tutturulmuş on büyük levhadan oluşmuştur. Kıtalar, bu levhalar üzerindedir ve levhalar hareket ettikçe kıtalar da hareket eder. Bu levhaların kenarları boyunca volkanik faaliyetin ve depremlerin yoğunlaştığı “faylar” yer alır. Faylar, yeni kabuk oluşum bölgeleridir. Bu faylarda yeni kabuk oluştukça, eski zemin ve onunla birlikte de kıtasal levhalar itilerek uzaklaştırılır. Bu süreç kıtaların hareketini açıklar. Yılda 1-2 cm hızla gerçekleşen kıta hareketleri, gündelik yaşamda farkına varılmasa da milyonlarca yıllık daha uzun bir dönemde büyük değişimler şeklinde karşımıza çıkar. Depremler ise yerküre içindeki kuvvetlerin, levhaları hareketlendirmesi ve bu levhaların birbiriyle çarpışmaları sonucu meydana gelmektedir.

Faylar Dünya iç ve dış çekirdek, kalın manto ve yüzeyde ince bir kabuk (litosfer) olmak üzere birçok katmandan oluşmuştur. Okyanusları, kara parçalarını, her türlü yaşam formunu üzerinde taşıyan bu ince kabuk, bir

Dağların Oluşumu Yine kıta hareketlerinin bir sonucu olarak, iki kıta birbirine

22

Lıselı Kıvılcım

yaklaşabilir ve koca bir okyanusun kıtalardan birinin altına itilmesine neden olabilir. Nitekim Himalayalar’ın zirvesinde denizde yaşayan organizmaların fosillerine rastlanmış olunması bu biçimde açıklanmıştır. Bu tarih öncesi bir denizin dibini teşkil eden kayaların 200 milyon yıllık bir dönemde yukarı doğru itilerek dünyanın en büyük dağlarını oluşturdukları anlamına gelir. Okyanusun tamamen yok oluşundan sonra iki kıta çarpışmış ve böylece kıtasal kütleler sıkıştırdıkça ilgili bölgedeki kabuk dikey olarak kalınlaşıp, deforme olmuş ve kıvrılarak dağları oluşturmuştur.

Dağların oluşumu, depremler, volkanlar ve diğer tüm değişim süreçleri birbiri ile bağlantılıdır. Her biri diğerine sebebiyet verir ya da diğerinden kaynaklanır. Ve tüm bunlar hep birlikte dünyanın evrimini oluştururlar.

Dağların oluşumu, depremler, volkanlar ve diğer tüm değişim süreçleri birbiri ile bağlantılıdır. Her biri diğerine sebebiyet verir ya da diğerinden kaynaklanır. Ve tüm bunlar hep birlikte dünyanın evrimini oluştururlar.


şubat 2012 Liseliler “İleri Demokrasi” Yılında Mutlu Olamadı!

M

ersin'deki Liseli Kıvılcım üyeleri 31 Aralık 2011 Cumartesi günü saat 12.30'da KESK binası önünde bir araya gelerek, Mersin Büyükşehir Belediyesi'nin önüne kadar yürüdü. ‘2011 ileri demokrasisi tutuklama, gözaltı, baskı, yoksulluk ve katliam getirdi. Mutlu değiliz’ yazılı bir pankart açan liseliler, ‘eşit, parasız, anadilde eğitim’ sloganı attılar. Liseliler adına basın açıklamasını okuyan Mine Avcı, Türkiye genelinde, aralarında lise öğrencilerinin de bulunduğu 600’e yakın öğrencinin tutuklu bulunduğunu söyledi. Avcı, “Tutuklu bulunanlar özgürlüklerin-

den keyfi olarak yoksun bırakılmakta, sonu belli olmayan bir yargılama sürecinin içinde kaybedilmeye çalışılmaktadır” dedi. Toplumsal mücadele ile kazanılmış, Anayasa’da ve uluslararası sözleşmelerde güvence altına alınmış olan evrensel hak ve özgürlüklerin kullanılmasının dâhi bir suç isnadına ve tutuklanmaya neden olabildiğini ifade eden Avcı, “Sosyalistlere ve Kürt hareketine dönük tasfiye ve sindirme operasyonları 2011 yılının ‘ileri demokrasisinde' devam etmiştir” yorumunda bulundu.

Mersin’de Eğitim Sistemi Tartışıldı

M

ersin'deki Liseli Kıvılcım okurları 14 Ocak 2012 Cumartesi günü “Eğitim Sistemini Tartışıyoruz” panelinde buluştu. Panel, moderatörün Toplumsal Özgürlük Parti Girişimi sözcüsü Oğuzhan Kayserilioğlu’nu konuşmasını yapmak üzere kürsüye çağırmasıyla başladı. Kayserilioğlu konuşmasında Türkiye'deki politik duruma ilişkin değerlendirmelerini aktarırken, panelin bir diğer katılımcısı olan ve Hopa Davası kapsamında tutuklandıktan aylar sonra tahliye edilen Göksel Ilgın da söz alarak, eğitim sisteminin piyasalaştırılması hakkındaki görüşlerini paylaştı. Liselilerin, gasp edilmek istenen eşit, parasız, bilimsel, anadilde eğitim hakkı üzerine fikirlerini ifade ettiği, cinsiyetçi eğitim sisteminin detaylı olarak ele alındığı ve eleştirildiği panele çeşitli lise ve dershanelerden 40 öğrenci katıldı.

23

Lıselı Kıvılcım


şubat 2012 Karanlık Deryaların İki Feneri: Amy & Azer Karanlıkta deryalar gibi yaşayanların, uyumsuz, isyankâr, hayatın sillesini yemiş, yoksulların ve mutsuzların hayatında bir ışık oldu bu ikili… Winehouse ve Bülbül, eyvallah demeden çekip gitmelerinin ardından, özellikle genç kuşağın “baş tacı” sıralarında en üste yerleştiler.

K

imine göre ölümün vakitsiz uğradığı iki müzisyen, Amy Winehouse ve Azer Bülbül. İkisi de aldırışsız ve hatta yarı istekli terk-i diyar eylediler. Ne yaşar ne yaşamaz sürdükleri hayatta, iz bırakarak giden iki sanatçıdan bahsedeceğiz yeni sayımızda. Biri R&B, soul ve cazın cazibeli sesi, diğeri halk müziğinin ve arabeskin “babası”… Sadece erken ölümleriyle değil yaşamlarıyla da benzeştiler. Amy, popüler kültürün yerleşik değerlerine karşı bir başkaldırı iken Azer Bülbül, ezilen, yoksul emekçilerin kanayan yarasına basılan tütün gibiydi. İkisi de üst ve orta sınıfa kendilerini sevdirme derdine düşmediler. Püriten, “beyaz” kesim onlara hep çekingen, garipseyerek ve hatta korkarak baktı.

24

Lıselı Kıvılcım

İkisinin ölümü ardından da çok nasihat çekildi! Üzüntü perdesi arkasında “Su testisi su yokluğunda kırılır” tarzı imalar dilden düşmedi. “Yazık oldu” dendi. Ve neredeyse sevilen bir pastanenin kapanmasına üzülürcesine, bir değerin ziyanına, israfına hayıflanan küçük burjuva tepkiler dile getirildi. İkisi de popüler kültürün bir ikonu olmak istemedi. Başkalarının hayatını yaşamadılar. Nasıl yaşamak istiyorsa öyle yaşadılar. Piyasanın onlara koyduğu standartların dışında… İkisi de çok sevildi. Amy Winehouse’un ölümü ardından dinleniş sayısı nerdeyse ikiye katlandı. Azer Bülbül’ün cenazesinde izdiham yaşandı, sevenleri son yolculuğunda ona eşlik etmek için akın etti.

Ankara pavyonlarından çıkıp şöhrete adımlarını atan Azer Bülbül, yumurtadan çıkıp kabuğunu beğenmeyenlerden olmadı ve çizgisini hiç bozmadı. Bu yüzden sevenlerinin gönlündeki yeri daha sarsılmaz oldu. Azer Bülbül, vakti zamanında, tarzını değiştiren, ezilenlerin “itirazım var” feryadının yerine, orta sınıfın “ihtiyacım var” arzını geçiren ve reklam sanatçısı haline gelen Müslüm Gürses’e de tavrını şöyle açıkladı: Müslüm “Dede” Oldu, Bana Artık “Baba” Derler “Pop, Batı okumaya başladı. Şimdi sosyetenin Müslüm dedesi oldu. Ben başarılı buluyorum valla. Demek ki herkes her şeyi söyleyebilir ama ben türümü değiştirmeyi düşünmüyorum. Biz sevda ulaşılmazlığını anlatıyoruz.


şubat 2012 Bizim türümüzde Türkiye’de bizim gibi yaşayanlar, sevenler, ulaşamayanlar, varoşlar var. Zengin fakir olduğu müddetçe sevda ulaşılmazlığı var. Müslüm dede oldu, bana artık ‘baba’ derler. O dedemiz artık.” Sevenleri Amy Winehouse'u neden sevdi biliyor musunuz? Yaşasaydı, arkasından yazılan "Ah kızım, vah evladım" içerikli yazıların hiçbirini okumayacağı için. Uyuşturucuyla başının belada olduğunu biliyordu. Kendisi de farkındaydı başına geleceklerin belki ama pek de ötesini düşünmedi. Sahne ışıklarının, spotların ve pop starların ortasında ayrıksı durmayı seçti. Bağımlılık ve uyuşturucu tavsiye edilmez bir yaşam biçimi olsa da Amy Winehouse’un tercihi oldu. Belki de bu “piyasa”nın kalabalığında kendi yalnız duruşunu korumanın tek yolu olarak bunu gördü. Her hırçınlığında ve ona çok yakışan o “ne kadar rezil olursak o kadar iyi” tavrında, yükselen değer-

leri ve ikiyüzlü burjuva ahlakını ters yüz etme isteği saklıydı sanki. O popüler kültürün soytarısı olmadı. Lakin şimdi, onu ikon sayan ve saçını onun gibi yapan binlerce genç görürsünüz bugün Londra sokaklarında… Uyumsuz ve İsyankar Karanlıkta deryalar gibi yaşayanların, uyumsuz, isyankâr, hayatın sillesini yemiş, yoksulların ve mutsuzların hayatında bir ışık oldu bu ikili… Winehouse ve Bülbül, eyvallah demeden çekip gitmelerinin ardından, özellikle genç kuşağın “baş tacı” sıralarında en üste yerleştiler. Amy ve Azer... Aramızda dolaşıyor her ikisi de! Lise sıralarında oturuyor, kantinde sıraya girmiş, okul bahçesinde top oynuyor, ara sokakta sigara içiyor, tuvalette makyaj yapıyor ve okul çıkışında bekliyor. Kentlerin kalabalık caddelerinde, parklarda, birahanelerde, kuytu kahvelerde, konfeksiyon atölyelerinde, ucu bucağı belirsiz küçük sa-

Bağımlılık ve uyuşturucu tavsiye edilmez bir yaşam biçimi olsa da Amy Winehouse’un tercihi oldu. Belki de bu “piyasa”nın kalabalığında kendi yalnız duruşunu korumanın tek yolu olarak bunu gördü. Her hırçınlığında ve ona çok yakışan o “ne kadar rezil olursak o kadar iyi” tavrında, yükselen değerleri ve ikiyüzlü burjuva ahlakını ters yüz etme isteği saklıydı sanki. O popüler kültürün soytarısı olmadı. Lakin şimdi, onu ikon sayan ve saçını onun gibi yapan binlerce genç görürsünüz bugün Londra sokaklarında… nayi sitelerinin rutubetli, beton çatlaklarında, arka sokaktaki ya da pasaj içindeki alternatif mekanlarda Amy ve Azer’in arkadaşları onlarla birlikte yaşıyor. Pişmanlığın pek muhitlerine uğradığını sanmadığımız bu ikilinin ardından Ahmet Telli’nin şu dizeleri geliyor akla: “Ne bilir ömrün değerini bir çılgın Yalnızca kendini yaşamayı nereden bilebilir Ve başarısız eylemler çağında o Kaçabilir mi binlerce kez ölmekten.”

Lıselı Kıvılcım

25


şubat 2012

Livorno...

E

ğer bir futbol maİşçilerin yoğun olduğu bu tip liman kentlerinde futçında, taraftarları, sol bolun çok gelişmiş olmasının sebebi işçilerin yumrukları havada, ezilmişliklerinin unutturulmaya çalışılmasıdır. Lakin ellerinde; Che, orak-çekiç, Lenin pankartlarıyla, saha- Livorno Calcio için bu plan işlememiştir. İtalya’nın kızıl daki futbolcuları ise kızıl forLivorno’sunun doğuş hikâyesi böyle ilginç olunca, futmalarla ve orak-çekiç dövmeleri ile görüyorsabol takımı da anti-faşist karaktere sahip oluyor. nız… Evet, emin olabilirsisıfatıyla duyurduğu Livorno lememiştir. İtalya’nın kızıl Liniz ki bir ‘’Livorno Calcio’’ anayasası ile Pisa kentinin vorno’sunun doğuş hikâyesi maçındasınız... Muhteşem taliman kasabası olan Livorböyle ilginç olunca, futbol taraftar grubuyla tanınan, bir tano’nun ‘’açık şehir’’ ilan edilkımı da anti-faşist karaktere kımdan çok daha fazlası olan diğini görüyoruz. Bu sahip oluyor. Livorno Calcio, endüstriyelleanayasaya göre hangi ulusArtık takım tutmaktan şen, milyonlarca doların şuurtan olursa olsun, hakkında öteye geçmiş ve varlığı bir suzca havaya saçıldığı idam kararı verilmiş bir korsan yaşam felsefi haline dönüşgünümüz futbol dünyasının da olsa, bir hırsız da olsa her- müş olan taraftar topluluğu : yüzüne çarpan kuzey rüzgârı kes Livorno’ya geldiğinde hiç- ‘OTONOM TUGAYLARI’ gibi sert ve keskin bir tokat… bir takibe uğramadan ticaret Devrimci taraftarlar ve kuİtalya Komünist Partisi’nin de dâhil olmak üzere her şeyi lüpler bazında en ön sırada (PCI) 1921 yılındaki kuruluyapabilecekti. Bunun içindir ki gelmekte olan kulüp, çok sıkı şuna ev sahipliği yapan ve şehir, aykırı tiplerin ve her muhalif olduğundan her maç anti-faşist mücadele dönetürlü sanatçının uğrak mekanı öncesi onlarca taraftarı tutukminde direniş hareketlerinin olmuştur. lanır, onlarca taraftarına baskı merkezinde olan Livorno, bir İşçilerin yoğun olduğu bu uygulanır, saha kapatma ceişçi ve liman kentidir. Kentin tip liman kentlerinde futbolun zalarıyla karşı karşıya kalır ve özgürlüklerle dolu tarihine çok gelişmiş olmasının sebebi SS Lazio’nun faşist taraftar baktığımızda, 1587’de I. Ferişçilerin ezilmişliklerinin unutgruplarıyla iş birliği yapan podinand’ın ‘Toskana grandükü’ turulmaya çalışılmasıdır. Lakin lislerle mücadele eder. OtoLivorno Calcio için bu plan iş- nom tugayları, Irak işgali lı

26

Lıse Kıvılcım


şubat 2012 sırasında Nasıriye’de ölen 34 İtalyan askeri için saygı duruşu yapmayı reddetmiş ve bütün İtalya stadyumlarında aynı anda saygı duruşu yapılırken Armando Picchi Standı o gün ‘’Nasıriye!!!’’ tezahüratlarıyla çınlamıştır. İtalya da bunun nasıl dikkat çektiğini anlatmaya gerek yoktur sanırım. Otonom Tugayları-Livorno denilince bir isim hemen aklımıza düşüyor. Bu isim Cristiano Lucarelli. Otonom Tugayları’nın 1999 yılındaki kuruluşuna gönderme yapmak için hep 99 numaralı formayı giyen komünist bir forvet. SS Lazio ile oynanan bir maçta Lazio takım kaptanı attığı gol sonrası nazi selamı vermiş ve tüm

Lazio taraftarı nazi selamıyla ona karşılık vermişti. Rövanş maçında ise tüm stadyum kızıl bayraklarla donatılmıştı, enternasyonal marşı söyleniyordu, Livorno takım kaptanı

Lucarelli attığı gol sonrası sol yumruğunu havaya kaldırarak sevinmişti ve tüm taraftarlar bunu selamlamıştı. Dünya Lucarelli’yi bu olaydan sonra ta-

nıdı… Livorno’yu Livorno yapan ne kazandığı kupalar ne de yaptığı mega transferlerdir. Livorno bir sınıf takımıdır, kentin bağrından gelen ve komünist insanlardan oluşan bir başkaldırının takımıdır. Livorno’yu Livorno yapan taraftarlarının, futbolcularının ve sempatizanlarının yüreğinde tutuşan sosyalizm tutkusudur. Günümüz futbolunda transferler kaç milyon dolar tutarında olursa olsun, harcanan reklam paraları ne kadar olursa olsun, endüstriyel futbolun karşısına her zaman Livorno gibi takımlar çıkacak ve bizler Otonom Tugayları’na daima yürekten bin selam yollayacağız...

Liseli Kıvılcım Hatay’da Okuma Kampanyası Düzenledi

H

atay'a bağlı Samandağ ilçesinde Liseli Kıvılcım tarafından "Uyuşturucuya, yozlaşmaya, gericiliğe ve asimilasyona karşı gençlik okuyor" adıyla bir kampanya düzenlendi. Bir aylık süreye yayılan kampanya boyunca, her haftanın bir gününde ilçenin farklı alanlarında toplanarak kitap okuyan gençlere çeşitli demokratik kitle örgütlerinin ve sendikaların temsilcileri ile Samandağ Belediye Başkanı Mithat Nehir de destek verdi. Kampanya Samandağ'da sona erdikten bir hafta sonra, bu kez Antakya'da başlatılırken, çalışmalar boyunca polisin öğrencilerin evlerine baskın-

lar düzenlediği ve imzasız mektuplar gönderdiği öğrenildi. Bu yaşananlar üzerine, bir ay boyunca her hafta meydanlara çıkan öğrenciler, kendilerini yıldırmaya dönük çabaların başarısız olacağını haykırdılar. Uyuşturucu bağımlılığını konu edinen "Bir rüya için ağıt" filminin gösterimiyle sonlandırılan kampanya, halktan da yoğun destek aldı.

Lıselı Kıvılcım

27


Direnç Çiçeği

yarım kalan hiçbir yolculuk yok bu yaşamda birbirine karıştırılan hiçbir boyut yok on beş yaş nedir ki yılların sözle çizilen anlamında ya bir duygu selidir aralıksız ya da bir inanç fırtınası yüreğin dirence açılan gençlik koylarında

bir devrin sembolü diyorlar şimdi adına toprağa ölüm düştükten sonra hiroşima’da tüm bitkilerden önce yeşeren bir açelya şimdi kadıköy-rıhtım’da neyi çağrıştırıyor sana sen söyle ey direnç çiçeği-neyi liseli bir kız iken / saçlarında rüzgarlar cevizli tekelinde / ellerinde yarınlar elleri utandırır gözündeki söz senin / içindeki öz senin bir köpük onur uğruna kuruyan ırmaklar ve gelenek denizlerinde ezgilenen ışıklar henüz dile gelmedi istanbul’u ezen suskunluğunda senin gazetelerde resimlerinle dolarken sayfalar nedense söyleşilerde yalnızca beyin hücrelerine yöneltiliyor sorular sense ölüm rengine inat tan maviliğince susuyorsun yalnızca geçmişin gelecekteki ölümsüz sesini yanıtlıyorsun hani çok çok övmekten korktuğun o bin renkli açelyanın inançlı sesini yanıtlıyorsun-gülümsüyorsun-susuyorsun bağrındaki besteler / yüzündeki ezgiler dile gelmez sözlerin / bilinmez ki ne söyler dilleri utandırır gözündeki söz senin / içindeki öz senin

ey ovaların ateş ateş çölleştiği yerde toprağın ırmak ırmak yüreklenişi sen yarınlara selamını iletsin diye adın damarlarına bağlanan yaşamı ölümü kucaklarken ellerinle kopardın kurtarmak için enginlerin anlamını gökyüzünü yere indirdiğinden beri ya da silmek için bir damlanın yüzünü bir okyanusun kucağına bastığından beri ve bıçak sırtı bir dönem uğruna bütün zamanı omuzlarına aldığından beri adın bir açelyadır artık senin koynuna ölüm düşürülen bütün topraklarda bir açelya askıda falakada / her mevsimde dört açan hücrede zindanlarda / güneşsiz ışık saçan günleri utandırır gözündeki söz senin / içindeki öz senin yepyeni sözcükler yeşeriyor şimdi alnının ışıklı yamaçlarında yüreğini içmek gerek duymak için soluğunu solumak gerek her dalıp gidişinde bin şiir çıkarıyor belki gözlerin yaşama gözlerinle dalmak gerek bir devrin sembolü diyorlar şimdi adına dolar dolar gözlerin / varılmaz ki gizine bir damlası bile / dökülmez ki yüzüne selleri utandırır gözündeki söz senin / içindeki öz senin

adnan yücel

Lıselı Kıvılcım


Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.