EG 108. sayı

Page 1



Genç Sen temsilciler meclisinden yansıyanlar...

Baharı etkin bir pratikle örgütlemek için!

Genç Sen temsilciler meclisi toplantısı gerçekleşti. Toplantı öncesinde gerek merkezi gerekse de yerel planda ortaya konulan değerlendirmeler ve neredeyse ülkenin dört bir yanından gelen haberler, doğru bir eksende ve etkili bir tarzda, Genç Sen çalışmasını örgütlemeyi sürdürdüğümüzü gösteriyor. Çalışmanın her adımından yansıyanlar, artık Genç Sen içinde etkili yerel pratiklerle bütünleşmiş taraflaşmamızı ortaya koyan bir niteliktedir. Bu açıdan başlangıç anlamlı bir biçimde gerçekleşmiştir. Bundan sonrasındaki süreci daha etkili bir tarzda örgütlemek ve temsilciler meclisinden çıkan sonuçları değerlendirerek daha kalıcı sonuçlar oluşturmak günün acil ihtiyacı durumundadır.

Temsilciler meclisini önceleyen süreç: Reformist siyasal çizginin karşısında devrimci taraflaşma

Dönemin açılması ile beraber Genç Sen faaliyetleri de başlamış oldu. Merkez Yürütme Kurulunun yangından mal kaçırırcasına, henüz bir çok üniversite yeni açılmışken, temsilciler meclisi toplantısını dayatmış olması faaliyeti önemli ölçüde sıkıştırdı. Buna rağmen, bu zaaflı durumu etkin bir pratik-politik faaliyetle aşma doğrultusunda hareket ettik. Genç Sen’i toplantı salonlarından amfilere, üniversitelere taşıma yönlü olanakları etkin bir çaba ortaya koyarak değerlendirebildik. Genç Sen içindeki devrimci özneler açısından süreç önemli pratik olanaklar ve sonuçlar ortaya çıkarmış durumdadır. Bu açıdan birleşik örgütlenme çabasının olumlu sonuçları, etkin ve birleşik bir devrimci müdahaleyi bugün olduğundan daha güçlü bir biçimde sürdürmeyi zorunlu hale getirmiş bulunuyor. Genç Sen içinde alanlardan yansıyan, daha öncesinde de öngördüğümüz gibi, iki farklı eğilim ve yaklaşımın belirgin bir çatışması oldu. İlk eğilim, tüm süreci birleşik bir kitle mücadelesi içinde örgütleme yaklaşımıyla hareket etmektedir. Genç Sen içindeki devrimci taraflaşma olarak nitelendirilebilecek bu eğilim, hareketin ve mücadelenin gündemleri ve ihtiyaçları temelinde Genç Sen‘in dönem faaliyetini örgütleme hedefiyle etkili bir çaba ortaya koymuş bulunmaktadır. Bu açıdan bulunduğumuz yerellerin önemli bir kısmında yerel çalışma pratikleri açısından başarılı sonuçlar ortaya çıkardığımızı, baştaki perspektiflerimizle uyumlu bir biçimde Genç Sen’i bir mücadele örgütü haline getirmek için ilk ve anlamlı sonuçlar elde edebildiğimizi söyleyebiliriz. Ancak bizim de içinde olduğumuz bu çizgi halihazırda Genç Sen içindeki liberal eğilim kadar örgütlü değildir. Bu ise Genç Sen’e devrimci müdahale zeminini önemli ölçüde zora sokmakta, deyim yerindeyse liberal siyasal çevrelerin etkinlik alanını (hem de hiçbir tabanları yokken) genişletmektedir. Yeni dönemde tüm yerellerde ve elbette merkezi düzlemde aşılması gereken sorun alanlarından biri budur. Öteki eğilim ise yerel değerlendirme ve metinlerimizde uzun uzadıya anlatıldığı için burada tekrara düşmemek için ayrıntılandırmayacağız. Ancak dönemin başından bugüne yansıyan tablo, birleşik siyasal pratiğin dışında ve temsilci seçilmeye indirgenmiş bir siyasal platformla hareket eden bu çevrelerin, onlarca örnek üzerinden nasıl bir yabancılaşma yaşadıklarını gözler önüne sermiş bulunuyor. Karşımıza neredeyse her adımda çıkarılan “tüzük tartışmaları”, örgütü uzlaşmacı bir çizgiye hapseden blok tutumlar, artık

3


aymazlık ve korkaklığın dışavurumu sayılması gereken gerici eğilimlerdir. Bu eğilimler Genç Sen’e yeni katılan diri ve hareketli güçlerin sürece ilgisini zayıflatan sonuçlar doğurmaktadır. İstanbul Üniversitesi toplantısı örneği, Yıldız, ODTÜ, Hacettepe örnekleri bu olumsuz tabloyu özetlemektedir. Bu gerici tartışmalar karşısında kendi taraflaşmamızı güçlü ve etkili bir biçimde örgütlemek zorundayız. Biz birleşik bir örgüt içinde aynılar değiliz. Farklı eğilim ve yaklaşımlarla bu örgütlülük içinde yer alıyoruz. Bu açıdan Genç Sen’i homojen bir yapı olarak değil, reformist, devrimci ve komünist kanatları ile bir dizi siyasal grubun bir arada oluşturduğu bir birleşik örgütlenme olarak anlamak ve anlatmak zorundayız. Bunu gerçekleştirmek içinse ilk adımı, kendi taraflaşmamızı daha güçlü ve örgütlü kılmak doğrultusunda atmalıyız. Genç Sen’e bakanlar, kaynaşmış bir birliktelik değil, devrimci ve reformist kanatları ile her adımda karşı karşıya gelen uzlaşmaz ancak birleşik bir örgütlenme görmek zorundadırlar. Reformist eğilimin sergilediği onlarca örneği görüp de bununla uzlaşmak, sessiz kalmak ya da karşısında güçlü bir politik taraflaşma ortaya çıkartamamak devrimci bir yaklaşım olarak ele alınamayacaktır. Zira, reformizmle karşı karşıya gelmek iddiası olmayan bir tarafın yaşanan süreçte hiçbir devrimcilik iddiası olamaz. Temsilciler meclisini önceleyen süreçte yerel pratikler açısından ortaya çıkan onlarca örnek, yerel çalışmalarda reformist çizginin oldukça kolay kırıldığını ve altedildiğini ortaya koymuş bulunuyor. Ancak yine de yerel çalışma pratiklerini sürükleyen asli güçlerin temsiliyet süreci ve örgütü bir bütün olarak yönlendirmedeki yetersizlikleri temsilciler meclisinin de önemli ölçüde reformist çizginin temsiliyetinde şekillenmesine neden oldu. Durum aşağı yukarı şu şeklidedir. Bir yanda yerel pratikleri belirleyen devrimci çizgideki Genç Sen’liler, öte yanda ise siyasal sürecin hiçbir yerinde bulunmadan örgütün temsiliyetini önemli ölçüde şekillendiren reformist blok. Bu çelişki aşılmak durumundadır. Bu ise ancak devrimci bir temelde birleşik ve etkili bir taban çalışmasını Genç Sen’e hakim kılmakla olanaklı olabilir. Şunu açıklıkla söyleyebiliriz ki; birçok yerelde başlamış bulunan yaygın siyasal pratikler kendi sonuçlarını yarattığında, bürokratik müdahalelerin sınırları da ortaya çıkacaktır.

Temsilciler meclisinden yansıyanlar: Yerel kampanyalarla bütünleşen merkezi forum

Temsilciler meclisi toplantısından ortaya çıkan sonuçlar yeni dönem için faaliyetin yoğunlaşma noktalarını tanımlamak açısından önem taşımaktadır. Temsilciler meclisinden, henüz belirsizlikler olsa da, iki temel karar

4

ortaya çıkmış durumdadır. Birincisi, “Başka bir üniversite mümkün!” üst başlığı ile örülmesi düşünülen kampanya, diğeri ise “Üniversiteler sosyal forumu”. Kampanya çalışmasının merkezi bir düzlemde tartışılmış olması ve henüz belirsizlikler taşısa da, yerel çalışmaların ve kampanyaların önüne geçmeyeceği vurgusu, yeni dönem kampanya çalışmasının örgütlenmesi tartışmalarının bu çerçevede yapılması, olumlu bir adım ve başlangıç olarak tanımlanabilir. Ancak asıl önemli olan, bu kampanya çalışmalarının yerellerde nasıl bir pratikle örgütleneceği sorunudur. Bu kapsamda genç komünistler, belirlenen kampanya çalışmasını hızla yerel gündemlerle birleşen bir tarzda örgütlemek için etkili ve enerjik bir çaba ortaya koymak durumundadırlar. Okulların kapanmasına kadarki süreç, “paralı eğitime, diplomalı işsizliğe ve geleceksizliğe karşı” yerel çalışmaların ve kampanyaların etkili bir biçimde örgütleneceği bir dönem olmalıdır. Kimin ne kadar bu kampanyayı başarılı bir pratikle bütünleştirmeye istekli olduğuna bakmadan, kampanya çalışmalarını etkili bir yerel pratikle ve eylemsel süreçle örgütlemeye başlamak zorundayız. Açıktır ki, birilerinin hareketsizliği bizi ve elbette Genç Sen’i bağlamayacaktır. İkinci önemli karar ise, örgütlenmesi düşünülen “Üniversiteler forumudur”. Örgütlenen yerel çalışma pratiklerinin merkezi bir süreçle bütünleşmesi açısından ortaya çıkan bu karar oldukça anlamlıdır. Bu forumun güçlü ve amaca uygun bir biçimde örgütlenmesi, Genç Sen’in geniş ve hareketli kesimlerin örgütü haline getirecek bir gelişme çizgisine oturmasını kolaylaştıracaktır. Halihazırda tartışmaları başlayan forumun içeriği mutlaka gençliğin mücadele gündemleri ve örgütlenme sorunları olmak zorundadır. Ve forumdan Genç Sen kendi dışındaki güçleri de içine alan bir kapsayıcı tutumla, birleşik bir mücadele programıyla çıkmak zorundadır. Genç komünistler forumun bu çerçevede örgütlenmesi için üstlerine düşen sorumluluğu yerine getirmek için etkin bir çaba ortaya koyacaklardır. Genç Sen temsilciler meclisi toplantısında yapılan genel kurul tarihine ilişkin tartışmalar da önemlidir. Zira, halihazırda yerel pratiklerin ortaya çıkardığı sonuçlar, genel kurulun reformist odak açısından hiç de kolay geçmeyeceğini göstermiş bulunuyor. Bu açıdan tarihler üzerine yapılan hesap, Haziran genel kurulunu teknik nedenlerle okulların açıldığı bir sürece bırakmak şeklindedir. Yeni bir oldu bittiye kurban gitmemesi için, genel kurulun örülen kampanya çalışmaları ve ardından gerçekleştirilecek forumun birikimini yansıtması büyük bir önem taşımaktadır. Bu yönüyle örülen çalışmaların sonuçlarını ve coşkusunu taşıyacak olan bir genel kurulun bu yılın sonunda toplanması mutlak bir ihtiyaçtır. Genç komünistler genel kurul sürecinin yerel çalışma pratiklerini ve sonuçlarını yansıtacak bir biçimde Haziran ayında gerçekleşmesi için etkin bir çaba ortaya koyacaklardır.


15 Mart Temsilciler Meclisi toplantısı ve ön hazırlık sürecine dair...

Genç-Sen’i etkin bir politik taban çalışması ile inşa etmek için!

Genç-Sen Genel Kurulu sonrası oluşturulan MYK tüm yerellere, 15 Mart'ta Temsilciler Meclisi’nin toplanacağını ve bu tarihe kadar tüm yerellerin kendi temsilciliklerini oluşturması gerektiğini bildirdi. Önümüzdeki kısa süreçte yerel çalışmalar temsilciliklerini/şubelerini oluşturarak, 15 Mart'taki Temsilciler Meclisi toplantısını gerçekleştirecek. Bu kadar kısa bir sürede toplantının örgütlenmesi dayatması, bürokratik-reformist kastın, örgütlenmenin kitle tabanını genişletmek, bu çerçevede gençliğin dönemsel gündemlerini işlemekten çok, göstermelik bir toplantı ve yine tabana dayanmayan bir çalışma tarzı ile devam etme niyetinde olduğunu açıklıkla göstermiştir. Kuşkusuz ortada, tutum ve kimliklerini genel kurulda açıklıkla ifade etmiş olan bu bileşen adına bir tutarsızlık bulunmuyor. Anlamlı olanaklar ifade eden birleşik örgütlenme sürecini örmek yerine, Genç-Sen’i kendi dar siyasal örgütlerinin ve elbette DİSK'in arka bahçesi olarak gören yaklaşımın başka bir şey yapmasını beklemek eşyanın doğasına aykırı olacaktır. Toplantıya bu kadar sınırlı bir süre kalmış olmasına rağmen, halihazırda MYK dışında toplantının gündemleri ve örgütlenme biçimine dair bir bilgi ya da tartışma metni elimize ulaşmış değil. Bu da şaşırtıcı değil. Zira, tabanı bulunmayan bir örgütlenme olduğu halde, öncelikle merkezi hiyerarşisini inşa etmiş olması ve bunu tüzüksel bir normlar yığını ile bürokratik bir cendereye sıkıştırması, bundan sonra da süreci nasıl işleteceklerini daha ilk adımda göstermiştir. Bir kez daha, yine o bilinen demokrasicilik oyunu, yine bilinan kulisler ve önceden alınmış kararlar ile toplantıyı oldu bittiye getirmeye çalışacaklardır. Elbette etkin bir karşı duruş ortaya konulmadığı koşullarda. Bu yaklaşımı ortaya koyacak olan, açık ki Genç-Sen içindeki devrimci, ilerici güçlerdir. Dayatılan bu kısa süreçte etkin bir çözüm oluşturmak ancak, Temsilciler Meclisi toplantısının sınırlarını aşan bir kapsamda hızla hedefli bir örgütlenme ve kampanya sürecine yönelmek, bunu etkili bir taban çalışması ile birleştirmek ile sağlanabilir.

15 Mart Temsilciler Meclisi toplantısına etkin bir hazırlık!

1- Temsilciler Meclisi toplantısı öncesinde etkin ve dinamik bir taban çalışması örgütlemek temel önemde bir zorunluluktur. Bu kısa dönemi üye kayıt masaları ile geçirmeyi düşünen yaklaşımın karşısında mutlaka gençliğin güncel taleplerini öne çıkaran bir çalışma tarzını esas almak gerekmektedir. 2- Bu kapsamda öncelikle, yerel gündemleri de kapsayan bir biçimde kampanya ve çalışmalar örgütlemek şubelerin ve yerellerin öncelikli hedefi olmak zorundadır. Bunu başaramadığımız koşullarda herhangi bir politik temsiliyet sağlamak mümkün olmayacaktır. 3- Bu açıdan üç başlık güncel olarak öne çıkmaktadır. Birinci başlık, halihazırda YÖK başkanının açıklamaları üzerinden “Paralı eğitime ve geleceksizliğe hayır!“ şiarıdır. Bu başlık kapsamında hızla birimlerde sistemli bir çalışma kurgusu oluşturulmak, gençliğin paralı eğitim ve geleceksizlik saldırısına etkin bir politik tutum almasının yolu açılmak durumundadır. 4- Bir diğer önemli başlık ise türban tartışmaları ile süren

düzen içi çatışmalardır. Bu yapay taraflaşmalar karşısında gençliği, kendi gerçek özgürlük ve gelecek mücadelesinin tarafı olmaya çağırmak günün acil ihtiyacıdır. Bu kapsamda gençliği gerici tartışmada taraf olmamaya, parasız eğitim ve gelecek mücadelesini yükseltmeye çağırmak temel önemde bir zorunluluktur. 5- Üçüncü ve son gündem ise Kürt halkına yönelik saldırganlığa karşı “Yaşasın halkların kardeşliği!” şiarını ön plana çıkaran bir politik çalışma sürecini hedeflemektir. Bu başlık güncel planda Kürt ve Türk gençliğin birleşik mücadelesi açısından önemlidir. “Burası bir sendika, sadece akademik sorunlarla ilgilenebilir” türünden bir yaklaşım, reformist kimliklerin bir dışavurumu olarak tanımlanmalıdır. Zira bu gündem, Genç-Sen MYK'sının türban konusunda yaptığı açıklamalardan çok daha fazla gençliği ilgilendirmektedir. 6- Toplantı öncesinde yapılacak yerel toplantılarda, yereldeki politik çalışmanın gündem ve yöntemine ilişkin açıklık oluşturulması gerekmektedir. Ancak o bu sayede, bugün için sınırlı da olsa, tabanın inisiyatifi sağlanabilir. Dönemsel bir yol haritası ve tartışma süreci Temsilciler Meclisi seçimleri öncesinde oluşturulmalıdır. Politik çalışma yöntemi açısından hedefli bir kampanya çalışmasını önümüze koymadığımız koşullarda, etkin bir taban çalışmasını örme şansımız olmayacaktır. 7- Yerellerde tartışmaya ya da onaya dayanmayan hiçbir kararın ilgili yerel açısından bağlayıcılığı bulunmamaktadır. Zira halihazırdaki bürokratik tüzük de, oluşturulan MYK da merkezi bir meşruiyet taşımamaktadır. İlgili alanlarda ve taban çalışmasında bunu sürekli akılda tutmak, buna uygun bir yöntemle hareket etmek zorundayız. Taban inisiyatifine dayanmayan bir merkezi organizasyonun taban karşısında bağlayıcı kararlar alma şansı yoktur. Bu açıdan yerelin hedef ve programının önüne hiçbir şeyin geçmesine izin vermeyeceğiz. Bugün için Genç-Sen'in öne çıkan ihtiyacı budur. Birleşik bir hareket ve örgütlenme ancak ve ancak yerellerle etkin bir bağın kurulması temelinde gelişebilir. 8-Temsilciler Meclisi, yerellerde ortaya çıkan bu olanak ve 8çalışma gündemlerinin tartışılacağı, buralardaki veri ve bilgilerin ilgili yerele taşınacağı bir biçimde tanımlanmalıdır.

5


Taban inisiyatifini yansıtacak bir temsiliyet!

“Halihazırdaki tüzük bunu demiyor” yaklaşımı kabul edilemez. Zira bugün gençlik mücadelesi için önemli olan tüzüksel normlar değil, taban inisiyatifinin önünü açacak etkin ve birleşik bir politik taban çalışmasıdır. 9- Yerellerin temsiliyet tarzını mutlaklaştırmamak gerekir. “Temsilciler seçilecek, ondan sonra da ilgili yereldeki ‘yürütme’ merkezle bağlantılı bir biçimde o kişi tarafından sağlanacak” yaklaşımı, örgütü yerel zeminde de tabansız kılacaktır. Taban inisiyatifini hedefleyen her anlayış bunun karşısına çıkmak durumundadır. Temsilciler, yerelin aldığı kararları Temsilciler Meclisi’ne aktarmak, orada yapılan tartışmaları da yerele açıklamakla sınırlı bir işlevi yerine getiremez. Yanısıra, temsilcilerin seçilmiş olması açık toplantıların önüne geçmemeli, temsilciler her şube toplantısında ve ihtiyaçlar dahilinde -örneğin bir sonraki temsilciler toplantısı- yeniden belirlenmelidir. 10- Taban inisiyatifi oluşturmayı, Genç-Sen'in bir tabela örgüt olmaktan çıkartarak gençliğin gündem ve sorunlarını işleyen bir örgütlenme haline getirmeyi hedefleyen her anlayışla ortak tutum almak ertelenemez önemdedir. 11- Birleşik, kitlesel ve devrimci bir Genç-Sen için mücadelemizin başlangıç adımlarının atıldığı bir dönemde bunun gerektirdiği bir bilinçle sürece yüklenmek, politik yaklaşımlarımızı pratiğe taşımak günün en önemli devrimci görevidir.

Çalışmamızın karşısına tüzüğün bürokratik engellerinin çıkarılacağından kuşkumuz yok. Zira henüz başlangıç adımı olarak bir dizi yerelde bu sorunla karşılaşmış bulunuyoruz. Bu kapsamda birkaç önemli noktayı hatırlatmak istiyoruz: * Halihazırda Genç-Sen çalışmasının pratik bir hat oluşturmadığı alanlarda ya da tüm ısrarımıza karşın toplantıların yapılmadığı yerellerde hızla çalışmaları başlatmak genç komünistlerin güncel sorumluluğudur. Bu kapsamda beklemeci olmadan, boğucu bir toplantı trafiğine hapsolmadan inisiyatifli adımlar atmak gerekmektedir. * Çok kampüslü üniversitelerde tüm üyelerin katıldığı merkezi toplantıları önemsemek, ancak bunu fakülte birimlerinde hızla planlanıp hayata geçirilmesi gereken çalışmayı engelleyen bir tutuma dönüştürmemek gerekiyor. Çalışma ve örgüt yerellerden inşa edilecektir. Hiçbir norm ve güç bunu engelleyemez. Bu açıdan daha inisiyatifli davranılmalıdır. İlgili yerellerin üniversite düzleminde nasıl adım atacağını beklemeden fakülte ve bölüm çalışmalarının politik ve örgütsel olarak kendini inşa etmesi temel önemdedir. * Temsilciler Meclisi herşey demek değildir, ancak yine de merkezi tartışmayı etkin bir politik müdahale açısından önemsemek zorundayız. Bu kapsamda tüm yereller, halihazırda bir Genç-Sen çalışması olsun olmasın, yukarda ifade ettiğimiz politik platform kapsamında hızla çalışmaları örgütlemek, Temsilciler Meclisi’nde ilgili yerelin temsiliyetini sağlamak zorundadır. Yerellerde etkin bir taban inisiyatifini yansıtacak bir temsiliyeti 15 Mart toplantısına taşımak için etkin bir çaba ve elbette inisiyatif ortaya konulmalıdır. * Sürecin teknik ve bürokratik bir sıkışma yaşamaması için GençSen üye kayıt formlarına tüm yereller ulaşmalı, temsilcilik ve şube oluşturma adımları politik çalışma ve etkin taban çalışması ile birlikte örgütlemelidir. Sınırlı da olsa, taban inisiyatifini yansıtan bir biçimde Temsilciler Meclisi’nde politik bir odak haline gelmek önem taşımaktadır.

Ekim Gençliği

Genç Sen Temsilciler Meclisi toplandı

6

Genç Sen temsilciler meclisi 14 Mart sabahı DİSK Genel-İş genel merkez binasında toplandı. Toplantı, Halepçe ve Irak’ta ölenler adına saygı duruşu ile başladı. Ardından İstanbul Üniversitesi, Pamukkale Üniversitesi ve ODTÜ’den olmak üzere üç kişi divana önerildi. Divan MYK şubelerden bilgilendirme, amaç ve ilkeler metni ve birleşik mücadele başlıklarının tartışılmasını önerirken, salondan hukuk kurulu ve yönetmelik, tüzük ve iç işleyiş önerileri geldi. Bunlar oylandıktan sonra salonda bulunan gözlemcilerin de söz hakkı olması gerektiği dile getirildi. Fakat divan ve salondaki temsilcilerin çoğunluğu, “Burası temsilcilerin toplandığı bir kuruldur. Temsilciler onları temsilen buraya gelmişlerdir, gözlemciler denetlemek için gelmiş olabilirler, ancak söz söyleme hakları yoktur” diyerek salonda bulunan gözlemcilerin söz söyleme ve oy kullanma hakkı olmadığını belirttiler. Bunun üzerine salondan “şimdiye kadar hangi şey tüzüğe uygun yapıldı, kararı MYK değil temsilciler vermelidir” türünden tepkiler geldi. Daha sonra şubeleri bilgilendirme metinlerine geçildi. Her yerel şimdiye kadar yürüttüğü çalışmaları ve gelecekte gerçekleştirmeyi düşündüklerini aktardı. Ardından “Başka bir üniversite mümkün” adı altında merkezi bir kampanya örgütlenmesi önerildi. Salondan gelen öneriler ile genel başlık altında yerellerin sorunlarının işlenmesi ve “diplomalı işsiz olmayacağız, söz yetki karar hakkı istiyoruz” gibi başlıklar oylamaya sunuldu. Sonuçta, genel başlığın merkezi sorunlarla birarada işlenmesine karar verildi. Aranın ardından ikinci oturum “Üniversiteler ve sosyal forumu” başlığı ile başladı. Sosyal forumun içeriği, zamanı ve yeri konusunda önerilerde bulunuldu. Üniversitelerin akademik takvimlerine bakılması, sosyal forum ve genel kurulun aynı zamanda yapılmaması önerildi. Yer olarak Boğaziçi ve ODTÜ düşünüldüğü için, buralarla bağlantıyı sağlayacak ÜYK ve gönüllülerden oluşan bir komisyon kuruldu. 12 Nisan’da temsilciler meclisinin tekrar toplanılmasına karar verildi. Forum ve genel kurul tartışmalarının 12 Nisan’da yapılacak olan toplantıda sonuçlanması kararlaştırıldı. Daha sonra liselilerin Genç Sen’de örgütlenmesi ve ÖSS karşıtı eylem örgütlenmesi konusunda uzunca bir tartışma yürütüldü. 1 Mayıs’ın Taksim ve yerellerde kutlanılmasına dair tartışmalar 12 Nisan’da karara bağlanmak üzere ertelendi. Bu tartışmanın ardından “Amaçlar ve ilkeler” metninin tartışılmasına geçildi. Bunun üzerine bu metnin bazı yerellerde tartışılmadığı ve bu nedenle bu konuda bir oylamanın sağlıklı olmayacağı vurgulandı. Fakat çoğunluğun tartışılması gerektiği fikri üzerine metin tartışmaya açıldı. Gelen bazı öneriler üzerine, oylama yapılırken metnin bu şekilde düzeltilemeyeceğini düşünen ve sorumluluğu kabul etmeyen temsilciler önerilerini geri çektiler. Bunun üzerine salonda sıcak tartışmalar yaşandı. Ancak divan zaman sorununu bahane ederek metnin olduğu gibi kabul edilmesini önerdi. Böylece yürütülen tartışmalar boşa düşürüldü.

Ankara Ekim Gençliği


Her adımda kendini ortaya koyan politik ayrışma!

Genç-Sen çalışmalarına ilişkin değerlendirmelerden...

Üniversitelerde ikinci yarı yılın

başlamasıyla beraber Genç Sen

çalışmasının taşındığı birçok üniversiteden çalışmalara ilişkin değerlendirmeler geldi.

Genç Sen içerisinde bugün halihazırda her adımda kendini hissettiren taraflaşmanın aktarıldığı ve bu taraflaşmanın sonuçlarına dikkat çekilen

değerlendirmeler benzer vurgu noktaları içermekle beraber, farklı sorunlar

karşısında yaşanan politik ayrışmalara dikkat çekmeleri açısından zengin bir

içeriğe sahip. Ancak ciddi bir yekûn tutan bu değerlendirmeleri olduğu gibi

yayımlama olanağına ne yazık ki sahip

değiliz. Bu yüzden, tümü de anlamlı bu değerlendirmelerin birbirini tekrar

etmeyen belli bölümlerini okurlarımızla paylaşma yoluna gideceğiz.

Bu derlemeyi yayınlamadaki temel

kaygımız, Genç Sen faaliyetini takip eden güçlerin değişik üniversitelerde karşı

karşıya kalınan sorunlar hakkında fikir sahibi olabilmesini sağlamak. Kimi

değerlendirmelerin birbirini tekrar eden bir yanı olacağını da hatırlatma gereği

duyuyoruz. Değerlendirmelerde ağırlık

noktasını Genç Sen içerisinde farklılaşan

tutumların yerel yansımaları oluşturduğu için bu tekrarlar kaçınılmaz.

Önümüzdeki dönemde de Genç Sen

çalışmalarına ilişkin yerel ve merkezi değerlendirmeleri yapmaya devam edeceğiz. Zira birleşik bir gençlik örgütlenmesine dönüşebilmenin

olanaklarını taşıdığını düşündüğümüz ve

bu çerçevede önemsediğimiz Genç Sen’in

bu misyonu oynayabilmesi için, atılan her adımın uzun uzun tartışılmaya ihtiyacı var.

Eskişehir: “Genç Sen kendi savunduğu talebin yazılı olduğu afişi savunmayacak mı?”

(...) İİBF kantininde kantin sahibinin faaliyeti engelleme çabasıyla karşılaştık. Faaliyetimizin engellenemeyeceğini, bildirilerimizi dağıtmaya devam edeceğimizi söylememiz üzerine kısa süreli bir gerginlik yaşandı. OGÜ’de çalışmayı birlikte yürüttüğümüz EHP Gençliği ile ortak tutum geliştirilememesi üzerine, çıkan gerginlik sonrası çalışma sona erdi. Ertesi gün OGÜ bileşenleri olarak bir toplantı gerçekleştirdik. Materyallerin kullanımı ve nasıl bir çalışma hattının izleneceğinin ele alındığı toplantıda EHP Gençliği ile anlaşılamadı. Bunun üzerine uzun süren bir tartışma yaşandı. Biz, İİBF kantininde materyallerimizi kullanmak ve faaliyetimizi sürdürmek gerektiğini savunduk. EHP Gençliği, materyallerin kullanılmaması gerektiğini, kullanım için rektörlükten izin istediklerini ve bir afişe izin verildiğini, o afişin kullanılabileceğini savundu. Biz, bu tutumun geri bir tutum olduğunu ve tartışmanın tıkandığını belirttik. Materyalleri isteyip çalışmayı kendi güçlerimizle sürdüreceğimizi söyledik. Bunun üzerine EHP Gençliği, materyalleri vermek yerine tekrar tartışmaya başladı. Çalışmanın dünkü gibi sürdürülmesi halinde ortamın “terörize” edileceğini, bunun ise Genç-Sen’in “öğrenciler nezdindeki görüntüsünü zedeleyeceği”ni, durumun “antipatik” olacağını söyledi. Bu tutum karşısında, çeşitli üniversitelerden örnekler vererek, bir alanın ancak mücadele ederek kazanılabileceğini, Genç-Sen’in mücadele eden bir gençlik örgütü olması gerektiğini anlattık. Bu arada, yapılmaya başlanan afişlerin yapılmaya devam edilmesi gerektiği savunuldu. İki merkezi afişten bir tanesinin rektörlük tarafından imzalanmaması nedeniyle asılıp asılmaması üzerine tartışma yürütüldü. EHP Gençliği mücadele kararlılığı yerine koyduğu oportünizm ile şu sözleri sarf etti: “İki afişi bir arada yapalım, ÖGB gelirse bak bu afişteki imza ikisinin ortak imzasıdır deriz.” Bunun bir kandırmaca olduğunu, en başta kendilerini kandırdıklarını, afişin savunulurken, bunun parasız eğitimi sahiplenmek üzerinden yapılması gerektiğini söyledik. Bir gençlik örgütlenmesi kendi savunduğu bir talebin yazılı olduğu parasız eğitimle ilgili bir afişi savunamayacaksa, o gençlik örgütlenmesinin mücadele üzerine söylediği koca koca laflar şişirme bir balondan öte gidemeyecektir. (...)

İstanbul Genç Sen 8 Mart tartışmaları üzerine

(Metnin başında;8 Mart eylemlerinden hangisine katılınacağı üzerine bir toplantı yapıldığı, ancak toplantıya çağrıyı üç Genç Sen’linin (ki biri MYK üyesidir) yaptığı ve toplantı çağrısının İstanbul’daki Genç Sen üyelerine bile yapılmadığı anlatılıyor...) (...) Toplantı kilitlenmeye doğru giderken SGD kendinden beklenebilecek bir kıvraklıkla tartışmayı iki eyleme de katılma ön kabulü ile devam ettirmiş ve iki eylemde de kullanılmak üzere “Cinsiyetçi eğitim sistemine hayır!” şiarını pankarta önermiştir. Üstelik bu önerisine ön çalışmanın yapılmasına çok az bir zaman kalmasını gerekçe gösterebilmiştir. Tartışmanın bu şekilde devam ettirilmesine tepkimizi dile getirdiğimizde ise herhangi bir hukuka sığmayacak saygısız davranışlarla karşılaştık. SGD’nin pankart önerisinin ardından söz alan bir yoldaşımız, 8 Mart gündemi üzerinden yaşanan ayrışmaya bu kadar değinilmiş olmasına rağmen kendi siyasal yaklaşımının bir ürünü olan bu şiarın iki eyleme de önerilmesinin mantıklı olmadığını dile getirdi. Buradan sonra yaşananlar ise bırakın siyasal temsiliyete sahip bir bireyin toplantı

7


denilmiştir. Bunun ardından “Ben böyle bir tüzük tanımıyorum, bilmiyorum” diye karşılık vermiştir. Bir arkadaşımız, divanın tarzının yanlışlığını belirterek, İÜ’nün yeni açıldığını ve alanda yapılan bir haftalık Genç-Sen çalışması üzerinden Genç-Sen’i tanımak ve yapılan işleri öğrenmek için geldiklerini söylemiştir. İnsanları kazanmak gibi bir derdimiz varsa, kendimizi anlatmamız, doğru veya yanlış fikirlere saygılı olmamız gerektiği vurgulanmış, bu eleştiriye de hiçbir yanıt gelmemiş, tartışma atlanmıştır. Tabanın ihtiyaçları doğrultusunda ve yerelin kendi tartışmalarında şubeleşmenin bir ihtiyaç olup olmadığı belirlenmemiştir. “Şu tarihe kadar şubeler kurulacaktır” kararına tabandan gelen itirazların karşısına her seferinde tüzük ve MYK’nın aldığı karar konulmaktadır. Bugün net olarak algılanmasa ya da görmezden gelinse de, pratikte karşımıza çıkan, masa başında belirlenmiş bir tüzüğün hiçbir ihtiyacı karşılamadığıdır. içerisinde taşıması gereken değerleri, herhangi bir sohbette bile en basitinden saygısızlık olarak nitelendirilecek düzeydeydi. Fikirlerinin eleştirilmesine dayanamayan bu şahıs sesini yükselterek ve kabalaşarak kendini “bir kadın toplantısında bir erkek tarafından aşağılanmış” saymış (vurgular SGD’li arkadaşa aittir) ve kendi kendine söylenerek kapıyı çarpıp toplantı salonunu terk etmiştir. Mevcut durum kabul edilemezdir. Bu durumun ardından EHP, bu tavrı doğru bulmadığını belirtme lütfunda bulunsa da yöneltilen eleştirileri aşağılama olarak nitelemiştir. Ancak bahsettiğimiz gibi mevzu-u bahis eleştiriler somut durumun tahlilinden öte değildir. Özcesi yapmaya çalıştığımız taban iradesine dayanma tartışması demagojik söylemler ve böylesi teatral şovlarla boğulmaya çalışılmıştır. Ancak konu üzerindeki ısrarımız belirleyici olmuştur. Mevcut platformun alanları bağlayıcı tartışmalar yürütemeyeceğini, konunun İstanbul Genç-Sen’in kararı olabilmesi için yerellerde yürütülen tartışmaların merkezileştirilmesi gerektiğini bir kez daha vurgulamış olduk. (...) Tüm bu yaşadıklarımız bir kez daha göstermediktedir ki, birleşik, kitlesel, devrimci bir gençlik örgütü yaratma mücadelemiz, karşımızdaki liberal platform tarafından sınır tanımaz bir biçimde boğulmaya çalışılacaktır. Ancak bu son durum muhataplarımızın içerisinde bulunduğu sıkışmışlık ve düzeysizliği de bir kez daha tescillemiştir. Birleşik ve kitlesel bir gençlik mücadelesi yaratma çabası içerisine girdiğimiz günden bu yana tüm bu sorunlara karşı tek bir reçete sunduk; bu, gençlik içerisindeki öznelerin sürükleyiciliğinde en geniş kitle mücadelesini yaratabilme iradesidir! “Sürüklemesi gerekenlerin sürüklendikleri” durum ortadayken, yaratmaya çabaladığımız taraflaşmanın ne kadar elzem olduğu bir kez daha ortaya çıkmıştır.

İÜ: “Meclis toplantısında öneriler tüzüğe takıldı!”

8

(...) Toplantının ilk bölümü amaç, ilkeler ve önergeleri oylama ile boğucu bir şekilde geçti. Bu bölümde gündem önerilerine ve itirazlara verilen cevaplar, çalışma üzerinden gelebilecek insanların hesaba katılmadığını net bir şekilde ortaya koydu. Genç-Sen’in ne olduğuna dair bir aktarım gereksizleştirildi ve bugüne kadar yerellerde neler yapıldığına dair tartışma ikinci bölüme bırakıldı. Oylamayla boğulan ilk bölümün bir kısmı geçtikten sonra Genç-Sen’i yeni tanıyan bir arkadaşın “Bu ilk şube toplantısı, bir araya geldik, ben daha önce Genç-Sen’in ne olduğunu, neler yaptığını anlamak, öğrenmek isterdim. Bir şeyleri oyluyoruz sadece” demesi üzerine divan “Eee ne yapalım yani, önerin ne? Bunları da yapmamız lazım.” diye cevap verilmiştir. “Bence bu ilk toplantı tanıtıma dönük olmalıydı. Daha sonraki şube toplantılarında daha fazla genişledikten sonra temsilci seçimi yapılmalıydı.” diye fikrini belirtmesinin ardından, “Böyle abes tartışmalar açmayalım, alınmış bir karar var, bunları bugün yapmamız lazım. Bir tüzük var ona uygun davranmalıyız.”

YTÜ: Genç-Sen içindeki liberalreformist eğilimin

devam eden “ilkesizlik dersleri” (...) Gençlik hareketi ve birleşik bir gençlik örgütlenmesi ihtiyaçları çerçevesinde yaptığımız değerlendirmelerle birlikte tüm alanlarda olduğu gibi YTÜ’de de etkin bir biçimde Genç-Sen çalışmasına müdahale etmeye başladık. Dönemin başlamasıyla birlikte gerek merkez kampüste gerekse de Davutpaşa kampüsünde Genç-Sen çalışmasını aktif bir biçimde örmeye çalışıyoruz. Bu eksende taban inisiyatifini açığa çıkaracak politik müdahaleler gerçekleştiriyor, pratik çalışmalarımızı bu doğrultuda kurguluyoruz. Dönem başıyla birlikte, paralı eğitim saldırıları, üniversitemizde de karşımıza çıkan soruşturma ve cezalar, türban üzerinden dönen tartışmalar ile birlikte düzen içi tarafların sahte özgürlük söylemleri başlıklarını içeren bir başlangıç çalışması yapmayı planlamıştık. Bu başlıklara Davutpaşa kampüsünde yaşanan üst geçit sorununu da ekleyerek bir basın açıklaması gerçekleştirdik. Ancak örülen ön sürece etkin bir müdahillik göstermeyen liberal-reformist özneler, bugüne değin toplantılara sınırlı bir katılım sağlayıp “tüzüksel” tartışmalar yapmanın dışında başka hiç bir tutum sergilemediler. Söz konusu tutumun siyasal temsiliyetini alanımızda “başarı” ile sergileyen SGD, EHP, TÖP, SDP gibi özneler- istisnai tekil örnekleri/örneği dışında- bırakın etkin bir pratik süreç örgütlemeyi, kimi zaman çalışmanın önünü tıkayan roller de üstlendiler. “Bildiri dağıtımını gereksiz buluyorum” diyen SGD’li ve TÖP’lüsünden, “Basın açıklamasını tercih etmeyelim, polis saldırabilir” deyip bildiri-afiş kullanımlarında ÖGB ve sivil polislerle yaşanan münakaşalara atfen “Genç-Sen’i kavgacı bir örgüt olarak göstermeyelim” diyen EHP’lisine, her renkten “örgütlü” insanı barındıran alanımızda basın açıklamasına giden sürecin pratik çalışmalarına da bu arkadaşlar hatır-gönül zorlamalar dışında pek de katıl(a)mamışlardır. Toplantılar dışında -ki o da sınırlı- göremediğimiz bu blok eğilim, iş temsilciler meclisi seçimlerine gelince kendilerinden beklenen “etkin katılım”ı örgütleyerek karşımıza çıkmış oldular.(...) (...) 50’ye yakın bir katılımın sağlandığı üniversite genel kurulu başlamış oldu. Gündemler kapsamında, önümüzde hafta için örgütlenecek “halkların kardeşliği haftası”, bunun yanısıra dönem boyu sürdürülecek ve “paralı eğitim, mesleki dönüşümler, geleceksizlik vb.” konu başlıklarını içerecek bütünlüklü politik kampanya süreci konuşulmaya başlandı. Öncelikle bu tartışmalar üzerinden asgari somut belirlemeler yapılması, hafta başından itibaren kullanılacak anket, bülten gibi materyallerin hazırlanması ve bu eksende iş bölümlerinin yapılması gerektiği, bunların ardından temsilciler meclisine dair yaklaşımların tartışılarak temsilcilik seçimlerinin yapılması gerektiği vurgulandı. Ancak aradan kısa bir süre geçmesine rağmen blok eğilim tarafından “serzenişler” başlamış oldu. Aynı zamanda MYK üyesi de olan TÖP’lü arkadaşımızın “bunlar sonra da yapılır, vaktimiz az,


önümüzde temsilciler meclisi var, bir an önce seçimleri yapalım” açıklamaları ile bir nevi toplantı boyunca sürecek gerici eğilim ve açıklamaların “startı verilmiş” oldu. Bu somut belirlemelerin de en az temsilcilik seçimi kadar önemli olduğu vurgusuyla birlikte planlamalarımızı tartışmaya devam ettik. Bu noktada da karşımıza oldukça “ilginç” eğilimler çıkmış oldu. Tüm dönemi içine alacak biçimde kurgulanacak bütünlüklü bir kampanyanın yerelimizde işlenmesi, hatta bunun da temsilciler meclisinde önerilmesi/var olan önerilere eklenmesi gibi konular tartışılırken SGD’li arkadaşlar olası bir kampanya sürecinde işlenecek başlıkların kullanacağımız anketin sonuçlarına göre belirlenmesi gerektiğini dile getirdiler. Bunun yanı sıra GençSen’e üye katmak gerektiğini geçtiğimiz toplantıda söylediklerini ve bunun kabul gördüğünü de vurguladılar. Bir örgütlülüğe yeni üyeler katmak “parlak” fikrinin eşyanın tabiatı gereği kabul göreceği, ancak bunun süreçlere yapılacak politik müdahale ve pratik çalışma ile olabileceği “ne yazık ki” tarafımızdan ifade edilmek zorunda kaldı. Ardından hazırlanan anketin soruları üzerine bir tartışmaya geçildi. “Paralı eğitime nasıl bakıyorsunuz?” gibi yönlendirici sorular sorulmaması gerektiğini söyleyen SGD’li arkadaş, ipin ucunu kaçırarak “önceden gündemler belirleyip kitlelere dayatmayalım, insanlara genel sorular soralım ve verecekleri cevaplar ekseninde bir çalışma hattı izleyelim” diyebildi. Bunun üzerine söz alan bir arkadaş bu eğilimin açık bir ifade ile ‘gerici’ olduğunu söyledi. Ankette sorulacak sorulara dair teknik bir düzenlemenin, kullanımı daha etkili kılacak bir yenilemenin her yönüyle yapılabileceğini, ancak karşılaşılan tutumun bundan öte anlamlar taşıdığını vurguladı. Anketin kitleye ulaşabilmede bir araç olarak kullanılacağı, etkin kullanım açısından sorularda oynamalar yapılabileceği ancak politik müdahale süreçlerinin net ve taraflı bir biçimde bizler tarafından belirlenmesi gerektiği ifade edildi. Bugün gençlik kitlelerinin paralı eğitim, yetkin mühendislik gibi mesleki dönüşümlerin yanı sıra geleceksizlik vb. gündemlere karşı mücadeleye kanalize edilmesi gerektiği, bunların aslında sorun olduğunun net bir biçimde anlatılması gerektiği söylendi. Aynı arkadaşa sorulan “Anket sonuçlarında ‘okul içerisinde otopark yetersizliği’ sorun olarak çıkarsa, Genç-Sen olarak bunu mu işleyeceğiz?” sorusu ise yanıtsız bırakıldı. (...) (...) Bu tartışmaların ardından bir arkadaşımız temsiliyetin bugün için sınırları üzerine yapılan tartışmalara paralel bir biçimde, YTÜ Genç-Sen bileşeninin politik bir tutum alabilmesi adına, okuldan uzaklaştırma cezası almış arkadaşımızın temsilci olarak gösterilebileceğini ifade etti. Öneri çerçevesinde temsiliyete dair tartışma ekseninin/sınırlarının aynı olduğunu vurgulayan arkadaşımız, buradaki tüm bileşenin ortak bir tutum sergileyerek ceza alan arkadaşımızı temsilciler meclisine gönderme iradesi göstermesinin aslen önemli olabileceğini söyledi. Politik kimliğinden ve tutumlarından kaynaklı üniversite yönetimi ve YÖK tarafından “cezalandırılmış” bir arkadaşın aday olarak gösterilmesinin, gerek Genç-Sen içi kamuoyuna gerekse toplam kamuoyuna ortak ve politik bir tutum olarak deklare edilebileceğini, bunun bir taraftan da fiili-meşru eylem çizgisi iddiasını her anlamıyla güçlendireceğini ifade etti. Bu önerinin hemen ardından ortaya konulan tutumlar ise söz konusu unsurlar adına politik bir iflastan öte hiç bir anlam taşımamaktadır. İlk söz alan EHP’li arkadaş, olumlu veya olumsuz hiç bir yorum yapmadan “ben de adayım” demekle yetindi. Daha sonrasında söz alan TÖP çevresi bir arkadaş ise “Böyle bir tutuma gerek yok, ceza almış bir arkadaşı böyle bir şey için aday göstermeyelim, Genç-Sen’in şirin gözükmesi lazım” ifadelerini kullandı. Tartışmasını güçlendirmek adına da sözlerine şu cümlelerle devam etti : “Hem ceza alan arkadaşa, bizim adımıza yer filan almaya gittiğinde izin de vermezler, bunları da düşünmek lazım” Bu açıklamaların peşi sıra karşımıza yine blok bir tutum çıkmış oldu. Yukarıda sıralayageldiğimiz siyasetlerin tümü ya susarak, ya başlarını sallayarak, ya da “güçlendirici” konuşmalar yaparak bu gerici politik söylemin bir parçası oldular. Açıkçası o ana dek tartışmalarda ortak paydada tutumlar aldığımız devrimci unsurlardan, bu noktada bir kez daha ortaya çıkan liberal-

reformist eğilime yönelik etkili bir karşı duruş da göremedik. Bu konuşmaların ardından ceza alan arkadaşımız söz alarak ortaya çıkan liberal-reformist hatta gerici eğilimi mahkum eden bir konuşma yaptı. Konuşmasında ortaya çıkan bu tablonun kurucu genel kurulda cisimleşen eğilimin devamı olduğunu ifade etti. Bugün kendi korkularını kitlelerin korkuları olarak lanse etmeye çalışan bu eğilimin gençlik kitleleri alanlara çıkıp pratik süreçleri örgütlerken “şirinlik” üzerine yapılan gerici tartışmalarla halihazırda yüzleşeceğini söyledi. Bu tartışmalar ekseninde ortak bir tutum alınamadıktan sonra aday olmanın hiç bir anlam ifade etmeyeceğini söyleyerek adaylığını geri çektiğini bildirdi. (...) (...) Konu “tüzük”e dair tartışmalar olunca hassasiyetleri bir kat daha artan blok eğilim adına SGD’li bir arkadaş söz aldı. Tartışma boyunca ortaya koyulan gerici kimliğin hakkını vererek konuşmasında “Tüzükte yazıyorsa uymak zorundasınız, bağlayıcılığı var”, “Genç-Sen’e üye olurken bile tüzüğe bağlı kalacağım diye imza atıyorsunuz”,”Olağanüstü toplayıp genel kurulu tüzüğü değiştirirsiniz, ya da genel kurulu beklersiniz” ifadelerini sık sık kullandı. Bu tutum da net bir biçimde tartışmada mahkum edildi. Tüzük tartışmalarına dair önemli noktalar tarafımızdan bir kez daha vurgulandı. Genç-Sen’in de anayasa, sendikalar kanunu vb. onlarca yasaya, yönetmeliğe aslında ‘imza atmış’ olduğunu, ancak belirleyici olanın ihtiyaçlar çerçevesinde gelişecek tartışmalar ve fiili-meşru-eylem çizgisi olduğu açıkça ifade edildi. (Her ne kadar tarafımızdan geleneksel devrimci gruplar çerçevesinde ele alınsa da tutumları bir kez daha SGD’nin, reformizmin etkisini sınırlayıcı bir devrimci-politik çalışma yürütmek yerine reformizme çoğu durumda kan taşıyan bir pratiğin temsilcisi olabildiğini göstermektedir.) Liberal-reformist eğilimin bu toplantıya, nitel ve nicel olarak, her yönüyle yalnızca temsilci seçimine endeksli bir katılım sağladığı, bir sonraki toplantıda kendini net bir biçimde göstermiş oldu. Bir sonraki gün alınan ve ifade ettiğimiz üzere temsiliyet tartışmasının temel noktasını oluşturan önergeler üzerine yapılan tartışmaya blok eğilim tarafından yalnızca seçilen temsilci sınırında bir katılım sağlanmış oldu! (...)

ODTÜ: MYK ve temsilci seçimine endeksli bir çalışma

(...) Bu dönemin başlamasıyla alınan ilk toplantılar öncelikle yine Genç-Sen’in duyurusunun yapılması eksenine sıkıştırılmaya çalışıldı. Hatta buna gerekçe olarak “henüz hiç birimiz üye değiliz, toplansak da karar alamayız, pratik faaliyet yapamayız, Genç-Sen adını kullanamayız!” fikri öne sürüldü; AntiKapitalist’ten ve MYK üyesi olan arkadaş tarafından. İlk toplantıya 50’ye yakın öğrenci katılmasına rağmen iş yaptırmama tavrı tüzüğe bağlanarak güçlendirilmeye çalışıldı. Ancak buna karşı grevdeki TEGA işçilerinin ziyaret edilmesi, okuldaki fotokopi fiyatlarının düşürülmesine dair 2 somut önerinin pratik

9


pazarlığına fırsat vermeme anlayışını savunduk. Seçilecek 5 kişilik yürütme kurulu’nun ve temsilcinin işleri yöneten, karar veren değil sadece düzenleyen olması gerektiği ve her kararın toplantılarda alınması gerektiği üzerine tartışmalar yaptık. Sonuç olarak herkesin tek oy hakkının olduğu yürütme kurulu seçimi gerçekleştirildi. Seçim günü 43 üye olduğu söylenildi ve seçime katılan 38 kişinin oylarıyla yürütme belirlendi. Herkesin tek oy kullanması neticesinde yürütmede dengeli bir temsiliyet sağlandı. Ancak toplantılara hemen hemen hiçbir katılım sağlamayan SGD’li bir arkadaşın yürütme kuruluna seçilmesi şaşırtıcıydı.

Ankara Üniversitesi

ayakları örülmeye başlandı. Ardından 2. toplantıyla beraber bu pratik önerilerin yanı sıra seçime dair tartışmalar yapılmaya başlandı. Ancak bu tartışmalar daha sonraki bir toplantıya atıldı. 2. toplantının başında yine MYK üyesi olan arkadaş toplantı yeter sayısı için salt çoğunluğun olup olmadığına baktı. Neyse ki yeterli sayı vardı, bu seferlik… TEGA Grevine destek olmak için tek günlük bir çalışmayla 26 öğrencilik bir ziyaret gerçekleştirildi. (...)

Seçim toplantısı…

Seçimin nasıl yapılacağına dair toplantı tarihi yaklaşık 10 gün öncesinden belli olmasına rağmen “tüzüksel” normlara uygun bir toplantı alınamadı. Çünkü 83 üye olmasına rağmen 42 olan salt çoğunluk sağlanamadı. Bir süre beklenmesine rağmen katılımın yeterli sayıya ulaşmaması nedeniyle bir MYK üyesi tarafından toplantının ertelenmesi veya “arkadaşlarımızı arayalım, gelsinler” önerisi sunuldu.(...) Yapılan 2. toplantıda ise 60’ın üzerinde olan katılım ile salt çoğunluk çok kolay bir şekilde sağlandı. Oluşturulacak yürütme kurulu üzerine saatlerce tartışıldı. Bu kurulun 7 veya 9 kişiden oluşması, bu kişilerin hangi sorumlulukları alması gerektiği, oylamanın tek tek mi, blok olarak mı yapılacağı, bir öğrencinin kaç oy kullanacağı üzerine tartışmalar sürdü.(...) Seçim günü geldiğinde 134 üyesi olan ODTÜ’de öğleden sonra yaklaşık 4 saat boyunca sandık kurularak oylamalar yapıldı. Sözde gizli ve kapalı yapılan oylamada sandık başında adayların olması, arkadaşları geldiğinde arkadaşlarına oy kullanmada yardım etmeleri görülmeye değerdi. 16 aday olmasına rağmen oy kullananların adayların çoğunu tanımıyor olmaları, henüz çalışma oturmadan yapılan seçimde insanların 7 oy hakkı olmasına rağmen 7 oylarını verecek aday bulamamalarına neden oldu. Seçimin sonucu ise tahmin edileceği üzere 7 oy hakkını savunan siyasetlerden oluşan 6 ve Eşitlik Bürosu’ndan sorumlu olmak isteyen bir arkadaştan oluşan 7 kişilik bir yürütmenin seçilmesiydi. 7 kişilik yürütmenin 3 temsilciyi nasıl seçtiğini ise toplantılar gizli yapıldığı için bilemiyoruz.(...)

Hacettepe Üniversitesi

10

(...) Kurucu Genel Kurul’a kadar hemen hemen hiçbir pratik faaliyet gerçekleştirmeyen Genç-Sen çalışması bu dönemin başlamasıyla ilk toplantısını ve ilk pratik tartışmasını da gerçekleştirmiş durumda. Henüz pratikle buluşamayan tartışmalar olsa da ilk adımlar olması nedeniyle anlamlıdır. Okuldaki otomasyon sistemine, kantinlerin kapatılmasına ve bir yanıyla öğrenciler üzerinde oluşturulan gözetleme, takip, asosyalleştirme üzerinden yürütülecek bir çalışma öngörülüyor. Ayrıca film gösterimleri, kültür sanat etkinliklerinin gerçekleştirilmesi düşünülüyor. Ancak tartışmaların yeni başlatılması ve 15 Mart temsilciler meclisine az vakit kalması nedeniyle seçim tartışmaları öne geçti. Seçimin nasıl yapılacağı üzerine yapılan toplantıda her yerelde savunduğumuz üzere her öğrencinin tek oy hakkı olması gerektiği ve hiçbir ilkesiz seçim

Genç-Sen çalışmasının yürütüldüğü 3 ayrı kampüs olmasına ve bu 3 kampüsün de gündemleri çok farklı olmasına rağmen ortak bir yürütme ve 3 kampüsü temsilen 2 temsilci seçilmek durumunda kalınmıştır. Bu kampüslerden DTCF için GEÇ-Sen çalışması içerisinde bulunmadığımızdan çok fazla söz söyleme şansımız yoktur. Ancak şunu söyleyebiliriz ki yapılan ilk seçim herkese yeterince ulaşılmadığı ve oldu bittiye getirildiği için iptal edilmiştir. İkinci bir seçimle 3 kişilik bir yürütme seçilmiştir. Bu arada temsilci seçimi A.Ü.’de yürütme her 3 kampüste 3’er kişilik yürütme seçmesinden sonra 9 kişilik yürütmenin 2 temsilci seçmesi ile yapıldı. Bu kısa notun ardından diğer iki kampüse dönebiliriz.

Cebeci Kampusu

Bu döneme kadar hemen hemen hiçbir pratik faaliyete imza atmayan GENÇ-SEN aldığı ilk toplantılarda örgütlü bir bileşenin dışına çıkamadı. Haklı olarak henüz iş yapmayan, pratikle bir bağı olmayan bir örgüte gelmek istememektedir öğrenciler. Bu yüzden yapılan afiş, bildiri ve üye toplama çalışması karşılık bulamamıştır. Ancak genel olarak “Geleceksizlik ve Diplomalı işsizlik” üzerinden bir çalışma yapılması ve ilk etkinlik olarak eğitim öğrencilerin geleceksizlik sorununun işlendiği 10 Nisan tarihinde bir panel düşünülüyor. Ardından Hukuk ve iletişim fakültelerinde de benzer paneller yapılması öngörülüyor. Henüz tartışmalar bir sonuca bağlanamamış olsa da bu paneller ve tartışmalarla 1 Mayıs’a yönelik bütünlüklü bir çaba var. (...)Ancak Genç-Sen’e yönelik tartışmalarımızda temel olarak taban inisiyatiflerinin geliştirilmesi ve MYK, Yürütme ve Temsilcilik gibi kavramların tabanın öngördüğü ve tabandaki tartışmaların ortak bir potada eritilmesiyle şekillenmesi tartışmalarımızda bugün için somut bir karşılık aldığımız söylenemez. GENÇ-SEN içersindeki hemen tüm siyasetler bu pazarlıkların ve kendi çıkarı söz konusu olduğunda antidemokratik, dar grupçu dahi de olsa her türlü yöntemin uygulandığını görmüş olduk. Ancak elbette ki mücadelenin kendisi geliştiği ölçüde bu hesaplara ve tavırlara gereken yanıtı verecektir. Ve bilinmelidir ki kapılmaya çalışılan koltuklar, gençlik hareketi için hiçbir anlam ifade etmemektedir. Liberalizmin ve reformizmin güçlü rüzgârına kapılanların kaptıkları koltuklar kaybedilmeye mahkûmdur.

Tandoğan Kampüsü

Tandoğan’da yapılan Yürütme seçimleri ise yaklaşık 10 dakika sürdü. 3 kişilik yürütme oy birliği ve hiçbir itiraz olmadan açık bir toplantıda seçilmiş oldu. Zaten yürütmeye teknik ve aidat, formların toplanması ve iletişim gibi teknik işler dışında hiçbir sorumluluk verilmedi. Toplantıda da özellikle kararların açık toplantılarda alınacağı ve yürütmenin buna uymaktan başka şansı olmadığı, Tandoğan’da açık toplantıda tartışılmayan hiçbir şeyin kabul edilmeyeceği vurgulandı. (...) Bu seçim temsilciler meclisinden bir gün önce yapılmasından kaynaklı ne alanlarda açık toplantılarda ne de yürütmede ayrıntılı tartışılmadığı için Temsilciler Meclisi’nin toplantısının gündem önerilerine, amaç ve ilkeler bölümüne dair tartışmalarda oy kullanmama kararı alındı. Temsilcilerin görevinin yereldeki tartışmaları temsilciler meclisi toplantısına taşımak olmasından kaynaklı, yerelde tartışılmayan konulara dair söz söylememe kararı alındı.


Genç Sen çalışmalarından...

Cebeci Genç Sen: “Diplomalı işsiz olmayacağız!”

Cebeci Kampüsü’nde seçimlerden sonraki ilk Genç-Sen toplantısı 13 Mart’ta yapıldı. Toplantıda önümüzdeki süreç planlandı. Tartışmalar sonucunda Genç Sen’den habersiz öğrencilerin, belirlediğimiz kampanyalar ekseninde Genç Sen’le buluşmalarını sağlamaya karar verdik. Özellikle mesleki sorunlar üzerinde duracağız. Önümüze bir aylık bir kampanya hedefi koyduk. “Diplomalı işsiz olmayacağız!” üst başlığı ile sürdüreceğimiz kampanya bağlamında “avukatlık mesleğinin sorunları” ve “gazetecilik mesleğinin sorunları” olmak üzere iki panel örgütlemeyi hedefliyoruz. Kampanyamızı geleceksizlik sorunu ve neo-liberal dönüşümlerin bütünlüklü olarak tartışılacağı bir üçüncü panelle sonlandırmayı planlıyoruz.

AÜ Tandoğan Kampüsü Genç Sen’den TEGA işçilerine ziyaret!

AÜ Tandoğan Genç-Sen bileşenleri olarak bir toplantı gerçekleştirdik. Bu ilk toplantıda grevdeki TEGA işçilerini ziyaret, GSS’ye yönelik bir çalışma ve okulun sorunları üzerine birçok tartışma yapıldı. Toplantıda alınan kararlar doğrultusunda TEGA işçilerini ziyaret çalışmasına başladık. Afişlerle duyurusunu yağtığımız ziyareti 5 Mart günü gerçekleştirdik.

Edirne Genç Sen’den etkinlik!

3 Mart günü DİSK Edirne Şubesi’nde Genç Sen ile ilgili bir etkinlik gerçekleştirdik. Etkinlik ilk olarak Genç Sen, Fransa ve Yunanistan’daki öğrenci eylemliliklerini konu alan bir slayt gösterisi ile başladı. Gençlik hareketinin güncel durumu, piyasalaşan ve ticarileşen eğitim ve Genç Sen’in hangi ihtiyaçtan doğduğuna dair kısa sunumların ardından soru cevap bölümüne geçildi. Yaklaşık 40 kişinin katıldığı etkinlik bir başlangıç olarak gayet olumluydu.

Etkinlikten sonra faaliyetlerimiz üniversite toplantıları üzerinden devam etti.

Trabzon Genç-Sen: “Paralı eğitime karşı mücadeleye!”

Trabzon Genç Sen olarak ikinci dönemin başından bu yana paralı eğitim saldırılarına karşı sistematik bir kitle çalışması yürütüyoruz. Yusuf Ziya Özcan’ın paralı eğitim ile ilgili açıklamalarının teşhirini yaptığımız çalışmamızda, ayrıca işsizlik, geleceksizlik gibi konuları işlediğimiz bir anket çalışması da yürütüyoruz. Alanımızda ayrıca Genç Sen toplantılarımızı da yapmaya başladık. Düzenli bir hale getirmeye çalıştığımız toplantılara dönük ilgi pratik faaliyetimiz güçlendikçe artıyor.

ÇÜ’de Genç-Sen faaliyeti:

Çukurova Üniversitesi’nde ikinci dönemin açılmasıyla birlikte yürütülen Genç-Sen tartışmaları sürüyor. Yapılan son toplantı ile birlikte 4. toplantımızı gerçekleştirmiş olduk. Ancak maalesef süreç bugüne dek toplantılara sıkışmış oldu. Son toplantıda alınan kararla birlikte bir kitle toplantısı örgütleme kararı alındı. Ayrıca okulda Genç Sen afişleri yapılmaya ve masa açılmaya başlandı.

Ege Üniversitesi “Yetkin mühendisliğe hayır!”

İzmir merkezli Genç-Sen toplantılarında birimleşmeye çekilen dikkatlerin ardından her yerelin kendi okulu bünyesinde toplanması kararlaştırılmış ve bu çerçevede Ege Üniversitesi kendi toplantısını yapmış, ardından birimlere bölünmüştür. Şu an Ege Üniversitesi’nde aktif olarak faaliyet gösteren iki birim (Edebiyat ve Mühendislik) bulunmaktadır. Her iki birimin toplantıları ayrı ayrı yapılmaktadır. Edebiyat Fakültesi birimi Genç-Sen tanıtımına sıkışan bir hat çizmektedir. Genç-Sen tanıtım masaları açmakta ve üye toplamaktadır. Üç toplantı yapan Mühendislik birimi ise, mühendislik öğrencilerinin

11


sorunları ve bu sorunlara karşı örülecek hat üzerinde durmuş,engellemelere karşın faaliyetlerine başlamıştır. Yetkin mühendislik karşıtı bir çalışma ören ve önüne Nisan’ın ilk iki haftasına forum örgütleme hedefi koyan mühendislik birimi çalışmasına “Hangisi yetkin mühendis?” afişleri ve yetkin mühendisliğin geleceksizlik getirdiğini vurgulayan ve akıllarda soru işaretleri bırakan bildirilerle başladı. Bu hattın kendisi birim toplantılarında tartışıldı ve tüm pratik faaliyet birim toplantılarında kararlaştırıldı. Ege Üniversitesi Genç Sen Mühendislik Birimi faaliyetleri, yetkin mühendisliğe karşı masa açılarak, bildiri ve afiş kullanılarak etkin bir biçimde sürüyor.

9 Eylül: “YÖK’e ve paralı eğitime hayır!”

Üniversitemizde yaptığımız toplantılar sonucunda 9 Eylül Genç Sen olarak YÖK düzeni ve Yusuf Ziya Özcan şahsında dillendirilen paralı eğitim modelini teşhir eden, üniversiteli gençliği bu saldırılara karşı mücadeleye çağıran bir çalışma örmeye karar verdik. Bu eksende çalışmalarımıza afiş ve bildiri kullanımı ile başladık.

9 Eylül Tınaztepe: Genç Sen’i anlatıyoruz!

Tınaztepe Yerleşkesi’nde gerçekleşecek olan Genç-Sen toplantısına çağrı niteliği taşıyan bir faaliyet ile, “Genç Sen nedir? Bugün Genç Sen, biz öğrencilerin hangi ihtiyaçlarına cevap olabilir, hangi sorununa çözüm üretebilir?” başlıklarını içeren materyaller kullanıyoruz. Bu sırada paralı eğitim, yetkin mühendislik, formasyon gibi saldırılara karşı nasıl mücadele edilmesi gerektiği konusunda öğrencilerle tartışmalar yürüttüyoruz. Gerçekleştirdiğimiz verimli sohbetler doğrultusunda çalışmalarımıza devam edeceğiz.

MSGSÜ Genç Sen: “Öğrenmenin mesaisi olmaz!”

12

MSGSÜ Genç Sen olarak, 6 Mart günü ilk merkezi toplantımızı gerçekleştirdik. Oldukça verimli geçen tartışma sonucunda üniversitenin belirli bir saatten sonra öğrenci kullanımına kapalı olması sorununu işlemeye karar verdik. Hızla pratik çalışmalara geçtik. 11 Mart günü herkesin katılımına açık bir teknik resim sergisi düzenledik. Çalışmaya birçok arkadaşımız katıldı. Gerek görsel açıdan, gerekse dışarıdan katılımına açık olması açısından etkili bir faaliyet oldu. Öğle arasında bu faaliyeti bütünleyen bir biçimde alkışlı protesto düzenledik. 12 Mart günü ise üniversite meclisinin ilk

toplantısını gerçekleştirdik. Çalışma boyunca tanışıp üye olarak kaydettiğimiz arkadaşlarımızın büyük çoğunluğu toplantıya katıldı. Toplantıda MYK’nın alanlara sunduğu temsilciler meclisi için gündem önerileri tartışıldı ve şube içerisinde görev paylaşımı yapıldı. Temsilciler meclisi gündemlerinden olan önergeleri daha sağlıklı tartışabilmek için 14 Mart gününe erteledik. Alınan kararlarda MYK’nın önerilerinin büyük çoğunluğu reddedildi. Temsilciler meclisine sunulacak öneriler hazırlandı. 13 Mart günü çalışmamızı kısıtlı bir zamanda da olsa Fen-Edebiyat Fakültesi’ne taşındı. Yine aldığımız kararlar uyarınca 17 Mart’tan itibaren alkış protestolarımızı düzenli hale getireceğiz ve he Cuma günü bir film gösterimi gerçekleştireceğiz. İmza kampanyasını da eylemleri destekleyen bir hatta başlatacağız.

Edebiyat’ta tanışma toplantısı…

Okulun açılması ile birlikte Edebiyat Fakültesi’nde Genç Sen faaliyetini başlattık. Stant açarak, afiş ve bildiri kullanarak Genç Sen’i öğrenci gençliğe taşımaya çalıştık. İstanbul Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi’nde tanışma toplantısını 11 Mart’ta gerçekleştirdik. Yaklaşık 30 kişinin katıldığı toplantıda birçok konuda tartışma yapıldı. Toplantının sonunda şu kararlar alındı: - Genç Sen’i mücadele eden bir sendika olarak öğrencilere anlatmak için yaygın kitle çalışması yapılması, - Bunun ilk ayağı olarak Fen-Edebiyat Fakültesi’nde fakülteler arası geçiş yasağına karşı bir kampanya örülmesi ve bu kampanyanın diğer fakülte ve kampuslerle ortak yapılması, - Bu kampanya çerçevesinde ilk iki hafta boyunca dilekçe toplanması, afiş ve bildirilerle bu yasağın öğrencilere anlatılması, iki haftanın sonunda bir basın açıklamasıyla dilekçelerin rektörlüğe gönderilmesi, - Her hafta düzenli gerçekleşecek toplantılarda haftalık planlama yapılması.

Yabancı Diller’de paralı eğitime karşı kampanya!

Genç Sen olarak Yabancı Diller’de paralı eğitime karşı kampanya örüyoruz. Çıkardığımız broşürleri yaygın şekilde kullanmaya devam ediyoruz. Ayrıca masa açıyoruz. Böylece paralı eğitim sorununu birçok öğrenciyle tartışma fırsatı yakaladık. Birçok öğrencinin okuyabilmek için verdikleri paralardan şikayetçi olduğunu gördük. Çıkardığımız afişleri ve pulları burada da kullandık.

İÜ’de Genç Sen faaliyetine saldırı!

İÜ’de açtığımız Genç Sen stantına ÖGB’lerce saldırıldı. 30’a yakın ÖGB ve sivil polislerce açtığımız masanın izinsiz olduğu gerekçe gösterildi. Bizler masayı kapatmama tutumu alınca, bu kez önce masaya, daha sonra da masayı savunan bizlere saldırıldı. Saldırı sırasında bir yandan çalışmamızı savunduk, diğer yandan İÜ Rektörlüğü’nün baskıcı tutumunu teşhir ettik.

OGÜ: “Baskılar bizi yıldıramaz!”

3 Mart günü Mühendislik Fakültesi çevresinde Genç Sen olarak afiş çalışması yaparken özel güvenlik


birimlerininin saldırısı ile karşı karşıya kaldık. GBT kontrolü vb. baskı araçları ile çalışmayı sekteye uğratan ÖGB’lere karşı direngen bir tutum aldık. Gerginliğin büyümesi üzerine gözaltına alındık. Gözaltında da tutumlarımızla faaliyetimize sahip çıktık. ÖGB saldırısına karşı 4 Mart günü OGÜ Mühendislik Fakültesi önünde bir basın açıklaması yapıldı. Yaklaşık 60 kişinin katıldığı basın açıklaması Ekim Gençliği, Mücadele Birliği, Eskişehir Gençlik Derneği, SDG, ÖDP Gençliği, ODAK, DPG, DGH, Öğrenci Kolektifleri, TKP’li öğrenciler ve SGD’nin katılımıyla gerçekleşti. Çevredeki öğrenciler de alkışlarla destek verdiler.

YTÜ Genç Sen: “Üst geçit istiyoruz!”

Genç Sen olarak üst geçit talebi üzerinden çalışmalara devam ediyoruz. Üst geçit sorununu gündemleştirerek başladığımız çalışmayı imza kampanyasıyla sürdürüyoruz. Hazırlık binasında imza metnini kullanmaya başlamıştık. Bu talebi dillendiren herkesi bu çalışmanın bir parçası yapabilmek için imzaları sınıflardan temsilcilerin toplamasını sağlamaya çalıştık. Sınıflarda konuşmalar yaparak sorunu ve bu sorun üzerine nasıl hareket etmemiz gerektiğini, imzaların hangi koşullarda sonuç üretebileceğini konuştuk. Birçok arkadaşımız da bu konuda istekli oldular. Üst geçit talebi ekseninde etkili bir çalışma örüyoruz. İmza kampanyasından afiş ve bildirisine kadar her türlü aracı yaygın ve etkili bir biçimde kullanıyoruz. Duvar gazeteleri vb. araçlarla da sesimizi duyuruyoruz.

YTÜ Genç Sen’den etkili bir faaliyet

YTÜ Genç Sen olarak bir yandan üst geçit eksenli kampanyamızı sürdürürken, diğer yandan gençliği ilgilendiren hemen her gündeme müdahale etmeye çalışıyoruz. Türban tartışmalarından paralı eğitim saldırısına, 8 Mart’tan 16 Mart Beyazıt ve Halepçe Katliamı’na kadar... Bu gündemlerin tamamında etkili bir araç kullanımı ile güçlü bir ajitasyon-propaganda faaliyeti örgütledik. 16 Mart faaliyetimiz esnasında Davutpaşa Kampüsü’nde ÖGB’lerin müdahalesi ile karşı karşıya kaldık. Bir kez daha saldırıyı boşa düşürdük. Bizi kampüsten çıkarmak için her türlü çabayı harcayan ÖGB’lerin gözünün önünde faaliyetimize devam ettik.

YTÜ’de Genç-Sen toplantısı

7 Mart’ta YTÜ’nün iki kampüsünün ilk ortak toplantısını gerçekleştirdik. Basın açıklamasını önsüreci ile birlikte değerlendirerek başladığımız toplantı, döneme dair bir çalışma hattı oluşturma ve şubeleşme tartışmaları ile devam etti. Öncelikle iletişim probleminin giderilmesine dönük çözümler oluşturularak, iki hafta da bir ortak toplantı yapılmasına karar verildi. Bu süreçte iletişimin sağlanabilmesi için her iki kampüsten birer arkadaş görevlendirildi. Ardından bu döneme dair neler yapılabileceği, iki kampüsün birlikte nasıl hareket edebileceği ve yerelin özgün sorunlarına nasıl müdahale edilebileceği tartışıldı. Paralı eğitim ve geleceksizlik sorunlarını işleyen bir kampanya süreci kurgulanarak, yerellerde işlenen sorunların bu kampanya dâhilinde ele alınması planlandı. Çalışmaların üniversitedeki temel problemleri sorgulayan bir anket çalışmasıyla başlamasına, bugüne kadarki çalışmaları ve genel olarak Genç Sen örgütlenmesini anlatan bir broşür çıkarılmasına karar verildi. Broşürün ardından bir sonraki adımda yerel bülten çıkarılabileceği konuşuldu. Temsilciler meclisi ve şubeleşme gündemi tartışılırken, tüzüğe bağlı kalalımcılarla, pratik mücadele ihtiyacını savunan taraflar açığa çıkmış oldu.

YTÜ ÖGB’sinden tehdit!

Yıldız Teknik Üniversitesi’nde Genç Sen çalışmasını yürüten güçler, 7 Mart günü soruşturma saldırısına karşı bir eylem gerçekleştirdiler. Üniversitelerin açılmasının üzerinden bir ayı aşkın zaman geçti ve Yıldız Teknik Üniversitesi’nde Tuncay Karaca 6 ay, Ulaş Filiz 1 ay, Hasan Selim Gören 6 aylık uzaklaştırma cezaları aldılar. Eylemin sonunda bir kez daha ÖGB terörü yaşandı. Paralı eğitim saldırılarının, türban aldatmacasının gündemleştirildiği, Davutpaşa öğrencilerinin üst geçit talebinin dile getirildiği ve soruşturmalara karşı tutumun açıklandığı eylemin ardından turnikelerden içeriye girmek isteyen öğrencilere kapıda biriken ÖGB’ler kimlik dayatmasında bulundu ve öğrencilerle arasında arbede çıktı. Üniversite yönetiminin ÖGB’ler eliyle eğitim hakkı talebine pervasız saldırısı bir kez daha tescillendi. Hızını alamayarak öğrencileri darp eden ÖGB’ler “kafana sıkarım!” tehditi savurdular.

13


Üniversitelerden...

14 MSGSÜ: “Gördük, duyduk, karşı çıkıyoruz!”

MSGSÜ Öğrencileri olarak artık geleneksel hale gelen savaş karşıtı çalışmamızı bu sene de sürdürdük. Hafta başında gerçekleştirdiğimiz kitle toplantısıyla 15 Mart günü gerçekleştirilecek eyleme katılma kararı aldık ve bu yılki şiarımızı “Gördük, duyduk, karşı çıkıyoruz!” olarak belirledik. Bir hafta boyunca afiş, el ilanı ve bildirileri yaygın olarak üç kampüsümüzde de kullandık. 13 Mart günü, her yıl olduğu gibi pankartımızı ortak bir şekilde rıhtımda hazırladık. Öğle saatinde tüm bölümlerden arkadaşlarımızın katılımıyla hazırladığımız pankartımızı daha sonra 16 Mart belgeselini gösterdiğimiz alana astık. 15 Mart günü ise alandaki yerimizi aldık.

KTÜ’de 8 Mart etkinliğine gözaltı

10 Mart’ta Ekim Gençliği, Gençlik Federasyonu, ÖEP ve YDG ile birlikte bir 8 Mart etkinliği örgütledik. Etkinlik hakkında Trabzon Cumhuriyet Başcavcılığı tarafından soruşturma başlatıldı. 11 Mart sabah kampüste bulunan iki Ekim Gençliği okurunun yolu jandarma tarafından kesilerek kimlik kontrolü yapılmak istendi. Arkadaşlarımız kimliklerini göstermediler. 8 Mart etkinliğine katıldıkları için ifadeleri alınmak üzere Jandarma Komutanlığına çağrıldılar. İfade vermeye gitmeyi reddeden okurlarımız darpedilerek zorla arabaya bindirildi. Jandarma terörüne sloganlarla ve direnerek cevap verildi. Gözaltında ifade vermeyi kabul etmeyen Ekim Gençliği okurları sağlık muaynesine götürüldükten sonra serbest bırakıldı ve mahkemeye sevk edildiler. Sonrasında etkinliğe katılan kişilerin gözaltına alınması sürdü. Aralarında bir YDG’li ve Yürüyüş okurunun bulunduğu iki kişi de ifadeleri alındıktan sonra serbest bırakıldı.

İYTE’de dilekçeler sonuçlandı!

Geçen dönem okulumuzda paralı eğitime karşı bir dilekçe kampanyası başlatmıştık. İYTE’de her yıl dönem başında kayıt ve kimlik parası adı altında 80 YTL, öğrenci belgesi için 2 YTL ve transkript için 10 YTL para toplanıyor. Karşılığı verilen makbuzda,

“alınan para yükseköğretim diğer gelirleri adına tahsis edilmiştir” deniliyor. Geçen dönem, öğrenci belgesi ve transkript alırken hiçbir para talep edilmemesini isteyen 235 dilekçeyi rektörlüğe vermiştik. Normal koşullarda dilekçelerin 15 gün içerisinde cevaplanması gerekiyordu ama yönetim yaklaşık iki ay sonra cevap verdi. iyte.net forumunda yapılan açıklamada şunlar söylendi: “İYTE Öğrenci Konseyi’nin uzun süreden beri sürdürdüğü çalışmalar sonucu Enstitümüz Yönetim Kurulu’nun 7 Mart 2008 Cuma tarihli kararıyla, %50 indirim yapılarak transkript ücreti 5 YTL’ye düşürülmüştür.” Bizler çok iyi biliyoruz ki, “Öğrenci Konseyi” bizim temsil etmiyor. Öğrenci Konseyi devrimci ve demokrat öğrencilere karşı kurulmuştur, rektörlüğün kuklasıdır. Çeşitli adlar altında her yıl toplanan paraların alınmamasını isteyen çalışmayı İYTE öğrencileri olarak yaptık. Öğrenci Konseyi bu konuda hiçbir çalışma yapmamıştır. Hiç kimse bizim çalışmamız üzerinden meşruluğunu sağlayamaz. Bu olayın teşhirini en yaygın bir biçimde yapacağız.

İYTE’de yemek zamlarına tepki!

Okulumuzda ikinci dönemde yemeklere yapılan %50 zama karşı bir dilekçe kampanyası başlatmıştık. 22 Şubat tarihinde yemekhane boykotu yapıldı. Yaygın bir şekilde zamlar teşhir edildi. Okulumuz merkez yemekhanesinde 3 Mart günü boykot masaları açtık. Zama karşı yaptığımız ajitasyon konuşmalarıyla, üniversite bileşenlerini duyarlı olmaya çağırdık. Hazırladığımız dövizleri yemekhane kapılarına astık. 4 Mart günü yemekhane giriş kapılarında yapılan zamların teşhir ederek insanlara ulaştık. 6 Mart günü yemekhane kapılarında bekleyerek, öğrencilerden zamlara karşı duyarlı olmalarını ve yemek yememelerini istedik. Aynı gün yemekhane içerisinde eylem gerçekleştirdik. Eğitim Sen’in de destek verdiği eyleme 90 kişi katıldı. Bir hafta boyunca zamlara karşı dilekçe çalışması yapıldı. Bu çalışmanın sonucunda 334 dilekçe toplandı ve dilekçeler 10 Mart günü yönetime teslim edildi.

Cebeci’de İP çetesine geçit yok!

SBF Atatürkçü Düşünce Topluluğu tarafından


yapılması planlanan “Ermeni terör örgütü Asala’nın katlettiği şehit mülkiyeli diplomatları anıyoruz!” başlıklı panel üniversitede gerilime yol açtı. 3 Mart günü yaşanan gerginliğin ardından 4 Mart günü İP’li çete okula öğlen saatlerine kadar uğramadı. Öğleden sonra kalabalık bir şekilde gelerek, 5 Mart günkü panelin duyurusunu astılar ve ardından sloganlar atarak okulu terk ettiler. “Cebeci uyuma, şehidine sahip çık!”, “Sahte sol Cebeci’den defol!” sloganları atan çeteler, kampus çıkışında da devrimci ve demokrat öğrencilere tehditler savurdular. Öğrencileri kampusten çıkan faşistleri taşlayarak uğurladılar. 5 Mart sabahı fakülte polis tarafından abluka altına alındı. Öğrencilere detaylı üst araması ve kimlik kontrolü dayatıldı. SBF içine kampus öğrencileri alınmadı, yalnızca SBF öğrencileri girebildi. Kampus çevresinde de polis gözüne kestirdiği öğrencilere GBT uyguladı, üst araması yaptı. Bu paneli yaptırmama kararı alan öğrencilerin bir kısmı kampus içindeki yolda İP’lileri okula sokmamak için bekledi. Bir kısım öğrenci de SBF içinde bekleyerek, etkinlik yapıldığı takdirde salona girip konuşmalara müdahale etmeyi kararlaştırdı. İP’liler öğrencilerin kararlı duruşu sonucu kampuse giremediler. Panel, SBF ADT üyesi az sayıda öğrenci ve müdahale etmek için salonda hazır bulunan devrimci ve demokrat öğrencilerin katılımıyla başladı. Öğrenciler ADT’nin neye hizmet ettiğini anlattılar. İP çetesini teşhir ederek geçen yıl yine bu kampuste elinde sopalarla gelenlerin aynı kişiler olduğunu hatırlattılar. Bu müdahale salonda bulunan diğer öğrenciler ve hocalar tarafından da desteklendi. Panelin bitiminde dışarıda bekleyen öğrenciler içeridekilerle buluştu. Burada bir süre “İP Cebeci’den defol!”, “Faşizme karşı omuz omuza!” sloganları atan öğrenciler kampusten toplu çıktılar ve Yüksel Caddesi’ne kadar yürüdüler.

İP çetesi ÇÜ’den kovuldu!

Yıllardır şoven yaklaşımlarıyla işçi sınıfı ve emekçilerin mücadelesinin önünde bir engel durumunda olan, Kürt halkına karşı düşmanlık tohumlarının ekilmek istenmesine kendi cephesinden omuz veren, ellerinde ilerici ve devrimcilerin kanı bulunan İP çetesi Çukurova Üniversitesi’nde ilerici, devrimci ve yurtsever öğrenciler tarafından kovuldu. Kendilerine Türkiye Gençlik Birliği adını veren İP çetesinin gençlik kolu, 3 Mart günü faşizm ve şovenizm kusan bildirilerini yemekhane önünde dağıtmaya başladı. Bunun üzerine İP çetesi’ne müdahale edildi. Bir süre ağız dalaşına girmeye çalışan İP’liler, kendilerine karşı alınan net tutumun sonucunda ÖGB’lerle birlikte çekip gitmek zorunda kaldılar.

Yeni dönemde Kamp-Üs...

Kamp-Üs’te yeni dönem çalışmalarına başladık. Kamp-Üs’ün 3. sayısının hazırlıkları kapsamında türban sorunu üzerinden yazılacak yazının hangi kapsamda olacağını ve bu sorunda gençliğin alması gereken tavrı tartıştık. Gençliğin türban konusunda taraf olmaması gerektiği, bu tartışmalarla gündemdeki temel sorunların üzerinin örtülmeye çalışıldığı konusunda düşüncelerimizi ortaya koyduk. Konuştuğumuz bir diğer konu, bu sene yapacağımız etkinlikler oldu. Geçen dönem

yaptığımız “Ulusal sorun” tartışmasının ardından bu dönem “60’lardan günümüze toplumsal mücadele” konusunu ele alacağız. Bu konuyu da üç başlığa ayırdık: “Gençlik hareketi”, “İşçi hareketi” ve “Sol Hareket”. Ayrıca bu sene sonunda bir şenlik yapma kararı aldık. Bunu da ekiplere ayırarak kolektif bir çalışmaya konu edeceğiz. Son yaptığımız tartışma ise Genç-Sen üzerine oldu. Genç-Sen’in nasıl bir sendika olduğunu ve nasıl kurulduğunu tartıştık. Genç-Sen’in hedefinin kitlelere ulaşmak ve yaygın bir kitle çalışması yapmak olduğunu belirttik. Bunu hayata geçireceklerin de bizler olduğunu vurguladık. Plandığımız biçimde ve bu tartışmalardan beslenerek çıkan 3. sayımız yine üniversitede ciddi bir ilgiye konu oldu. Kamp-Üs faaliyeti aynı etkin çaba ve emekle devam edecek!

Dokuz Eylül’de kesintisiz faaliyet!

İkinci dönem çalışmalarımıza “Birleşik, devrimci ve kitlesel bir gençlik mücadelesi” ana eksenli bir faaliyetle başladık. Son dönemlerde Yabancı Diller hazırlık öğrencileri ticari eğitim politikaları doğrultusunda değişen sınıf geçme sistemi, yaz okulu uygulamaları ve zorla alınan kayıt ve bağış paraları gibi saldırılar ile yüzyüzeler. Bu nedenle biz de çalışmalarımızı bu alanda yoğunlaştırdık. Üniversitenin hemen hemen bütün kampüslerinde etkin bir afişleme çalışması yürüttük. “Gericilikten gericilik beğenmiyoruz!” ana şiarı etrafında örgütlediğimiz faaliyet aracılığı ile bir dizi arkadaşla sohbet etme olanağı yakaladık.

İÜ: “Parasız eğitim, özerkdemokratik üniversite!”

İÜ Ekim Geçliği olarak Yabancı Diller Bölümü’nde çalışmalarımızı başlattık. İlk olarak Yabancı Diller Bölümü kantininde bir pano hazırladık. “Gericilikten gericilik beğenmiyoruz! Parasız eğitim, özerkdemokratik üniversite istiyoruz!” yazılı bir ozaliti panoya astık ve türban sorununu anlatan yazıları da bu panoya ekledik. Ayrıca türban konusu ile ilgili çıkarttığımız yerel bir bildiriyi de etkin bir dağıtıma konu ettik.

EÜ: “Paralı eğitime hayır!”

Güncel türban tartışmaları ve bu tartışmaların arka planını teşhir etmek amacıyla üniversitemizde “Türban tartışmaları geleceksizliğin ve paralı eğitimin maskesidir! Gericilikten gericilik beğenmeyeceğiz! Paralı eğitime hayır!” şiarlı afişler kullandık. Ayrıca 3 Mart günü Fen Fakültesi yolunda Ekim Gençliği’nin militan satışı yaptık. Yine EÜ’de etkin bir 8 Mart çalışması yürüttük. Kampusümüzde 8 Mart’ın tarihini işleyen ve emekçi vurgusunu öne çıkaran ozalitler hazırladık ve 8 Mart alanına çağrı yapık. Ozalitlerimizi kampüsün belirli noktaları olan öğrenci çarşısına, 1 No’lu yemekhaneye, Edebiyat Fakültesi’ne, Hazırlık binasına ve Mühendislik cafeye astık.

15


YTÜ: Gericilikten gericilik beğenmiyoruz!

YTÜ’de, türban tartışmaları ve oluşan tarafları teşhir edebilmek için duvar gazeteleri hazırladık. Duvar gazetelerine öğrencilerin ilgisi yoğundu, pek çok kişiyle tartışma fırsatımız oldu. Ayrıca Ekim Gençliği masası açarak son iki gün içinde 20 adet dergi satışı gerçekleştik. Üniversitemiz rektörü Durul Ören’in de en büyük destekçilerinden olduğu ulusalcılar okulumuzda bir açıklama yaptılar. Onların basın açıklaması yapacağı yerleri ozalitlerle donattık ve alanda devrimci türkü ve marşlarımızın yayınını yaptık. Gün boyunca “Gericilikten gericilik beğenmiyoruz” söylemimizi açan bildiriler ile ulusalcıları teşhir ettik.

DTCF faşizme mezar olacak!

29 Şubat sabahı DTCF’de Kadıköy mitinginin çağrısını yapan TKP’li öğrencilere bir grup faşist sözlü tacizde bulundu ve saldırdı. Saldırı üzerine toplanmaya başlayan devrimci, demokrat ve yurtsever öğrenciler faşistlere müdahale ettiler ve üç faşist cezalandırıldı. Çatışmanın ardından okula giren çevik kuvvet, fakülteyi abluka altına aldı ve faşistleri koruma altında okuldan çıkardı. Okulun boşaltılması üzerine biraraya gelen öğrenciler sloganlar eşliğinde toplu çıkış gerçekleştirdiler. DTCF’den yürüyüşe geçen devrimci, demokrat ve yurtsever öğrenciler Sakarya Caddesi’ne gelerek burada bir basın açıklaması gerçekleştirdiler. Yürüyüş sırasında sık sık, “Dil -Tarih faşizme mezar olacak!”, “Faşizme ölüm, tek yol devrim!”, “Kahrolsun faşizm, yaşasın mücadelemiz!” sloganları atıldı. Çevrede bulunan insanlar da alkış ve ıslıklarla destek verdi. Yaklaşık 200 kişiyle başlayan eyleme yürüyüş sırasında da pek çok öğrenci katıldı.

Paralı üniversite tartışmaları...

16

28 Şubat günü İYTE’de Eğitim-Sen tarafından “Paralı üniversite tartışmaları ve üniversitelerimizin geleceği” konulu bir panel düzenlendi. Eğitim-Sen yaptığı açıklamada, Eğitim-Sen’in sadece panelin düzenleyicisi olduğunu, üniversitenin bütün bileşenlerinin eşit söz hakkına sahip olduğunu söyledi. Gerçekleşen panelde iki ayrı görüş savunuldu.

Ar. Gör. Nida Kamil Özbolat ilk sunumu yaptı. Eğitimin neden temel bir hak olduğu ve neden parasız olması gerektiğini anlattı. Her bireyin eğitiminin sadece kendisi için değil toplum için gerekli olduğunu, ne yazık ki gelinen yerde eğitimin piyasanın ihtiyaçları çerçevesinde ele alındığını ifade etti. Ardından sözü Prof. Dr. Sami Sözüer’e bıraktı. Sözüer, hayatı boyunca eğitim-öğretime para ödemediğini belirterek, eğitimin kalitesizliğinin sebebinin parasız olması olduğunu söyledi. Bildik liberal söylemleri tekrarlayarak gerçek eğitimin özel üniversiteler ve dershanelerde verildiğini söyledi ve eğitimin paralı olması gerektiğini savundu. Salondaki öğrencilerin tepkisi ile karşılaşan hoca sunumuna son verdi. İki konuşmacının yaptığı konuşmalar sonrasında söz amfiye verildi. Öğrencilerin yaptığı kısa sunumlarla eğitimin temel bir hak olduğu ve parasız olması gerektiği, üniversitelerin paralı hale gelmesiyle üniversite kapılarının işçi ve emekçi çocuklarının yüzüne kapatıldığı vurgulandı. Bazı öğrenciler YÖK’ü eleştirdiler, “YÖK çürümüş düzenin aynasıdır” dediler. Panele 175 kişi katıldı.

Cebeci’de “Olağanüstü” toplantı

Üniversiteler Arası Kurul 28 Şubat’ta Cebeci kampusünde olağanüstü bir toplantı gerçekleştirdi. “Türban” adı altında sözde “özgürlük”lerden bahseden rektörler, toplantıyı kapalı kapılar ardında gerçekleştirmeyi tercih ettiler ve “özgürlük” adına öğrencileri polisle karşı karşıya bıraktılar. Sabah erken saatlerden itibaren kampus polis ablukasına alındı. Hukuk Fakültesi’nin bulunduğu alanın etrafı şeritlerle çevrildi. Protesto için toplanan öğrenciler derhal çevik kuvvet barikatı ile karşılandı. Kurul dağılana kadar öğrenciler barikatın ardında sloganları ile oynanan orta oyununu protesto ettiler.

Cebeci’de türban eylemi

13 Şubat günü Cebeci’de türban tartışmalarına dair “Cebeci Öğrencileri” adına bir basın açıklaması gerçekleştirildi. Açıklamada, öğrencileri YÖK gibi antidemokratik bir kurumla yönetilen ve parası olanın okuyabileceği bir üniversitenin özgür olup olamayacağını soruldu. Türbanın toplumda bir bölünmeye yol açtığı belirtilerek, laik cephenin de AKP’nin de gençliğin asli sorunları ile zerre kadar ilgilenmediği vurgulandı.


Uludağ Üniversitesi’nde faşist saldırıya yanıt:

Faşizme karşı omuz omuza!

Uludağ Üniversitesi’nde 10 Mart sabahı Çardak Cafe’de oturan devrimci, demokrat ve yurtsever 6 öğrenciye, 60 kişilik bir faşist güruh saldırmış, 3 arkadaşımız ağır yaralanmıştı. Saldırının olduğu sırada olaya müdahale etmeyen ÖGB’ler, saldırıyı protesto etmek için rektörlüğün önünde toplanan devrimci, demokrat ve yurtsever öğrencilere dağılmalarını, aksi halde müdahale edeceklerini bildirdiler. 11 Mart günü Rektörlüğün önünde toplanan öğrenciler, “Rektör uyuma öğrencine sahip çık!” sloganları atarak Tıp Fakültesi Hastanesi önüne geldiler. Ardından tüm fakülteler ve kantinler dolaşılarak, faşist saldırı teşhir edildi. Öğrencilerin bu saldırıya karşı sessiz kalmamaları, eyleme destek vermeleri gerektiğini belirten ajitasyon konuşmaları ile Fen-Edebiyat Fakültesi kantininde saldırıyı kınayan bir konuşma yapıldı. Daha sonra yolu kapatan öğrenciler sık sık “Faşizme karşı omuz omuza!”, “Faşizmi döktüğü kanda boğacağız!”, “Türkeş’in itleri yıldıramaz bizleri!”, “Susma haykır faşizme hayır!”, “Faşistler dışarı bilim içeri!”, “Jandarma defol üniversiteler bizimdir!”, “Yaşasın halkların kardeşliği!”, “Biji bıratiya gelan!”, “Kurtuluş yok tek başına, ya hep beraber ya hiçbirimiz!”, “Uludağ faşizme mezar olacak!” sloganları atarak Mediko’ya doğru yürüyüşe geçtiler. İİBF, Mühendislik, Mimarlık, Eğitim fakültelerini ve kantinlerini dolaşarak yürüyen öğrenciler, bu faşist saldırıyı teşhir ettiler. Yaklaşık 300 kişiyi bulan devrimci ve demokrat öğrenciler, Gündoğdu Marşı’nı söyleyerek faşist beslemelerin barınağı haline gelen KYK yurtlarına doğru yürüyüşe geçtiler. Yurtların önüne gelen öğrenciler yurtlara girmek istediler. Bu isteme kolluk kuvvetlerinin yanıtı biber gazı ve azgın saldırı oldu. Saldırıda bir arkadaşımızın başı yarıldı, bir arkadaşımız ise biber gazının etkisiyle baygınlık geçirdi. Bu azgın jandarma terörüne öğrenciler taşlarla atarak karşılık verdiler. Çıkan çatışmada devletin kolluk güçleri geri çekilmek zorunda kaldı. Takviye gelen kuvvete de öğrencilerin yanıtı taşlamak oldu. Bir grup arkadaşımız yaralanan arkadaşlarımızı hastaneye götürdü. Öğrenciler de yaralanan arkadaşlarını görmek için hastaneye doğru yürüyüşe geçtiler. Arkadaşlarını görmek isteyen öğrencilere jandarma azgınca saldırdı ve 67 öğrenci gözaltına alındı. Yaşanan devlet terörüne karşı 11 Mart günü Eğitim-Sen Bursa Şubesi’nde bir basın açıklaması gerçekleştirildi. Kurumlar adına yapılan basın açıklamasında şunlar söylendi: “Üniversitelerimizde yaşanan olaylar yıllardır hiç değişmedi. Hatta bu olaylar bir Türkiye klasiği haline gelmiş vaziyettedir. Önce üniversitelerde bir ortam

yaratılır, ardından faşistler devrimci demokrat öğrencilere jandarma, polis eşliğinde saldırır, daha sonra da ‘sopa’ yiyen, saldırılan öğrenciler gözaltına alınır, işkence yapılır, okuldan uzaklaştırılır. Ancak saldırganlar kesinlikle tutuklanmaz veya ceza görmezler. Bu manzara yıllardır hiç değişmemiştir.” Daha sonra avukatlar arkadaşlarımızın durumuyla ilgili bilgi verdiler. Arkadaşlarımızın ifadelerinin alındığı sırada kaba dayak ve sert davranışlara maruz kaldıklarını, bu keyfi işkencelere ve hukuksuzluğa karşı suç duyurusunda bulunacaklarını belirttiler. Arkadaşlarımızın Osmangazi Adliyesi’ne getirileceklerini açıkladılar. Bursa’daki devrimci, demokrat ve yurtsever insanlar ve gözaltında olan arkadaşlarımızın aileleri ile birlikte yaklaşık 80 kişi, saat 13:30’dan itibaren adliyenin önünde beklemeye başladık. Arkadaşlarımız 8’er kişilik gruplar halinde adliyeye getirildiler. Bu esnada TMMOB temsilcisi kısa bir konuşma yaparak saldırıyı kınadı. Ardından “Türkeş’in itleri yıldıramaz bizleri!”, “Faşizme karşı omuz omuza!”, “Yaşasın devrimci dayanışma!” sloganları atıldı. Adliye önünde beklediğimiz sırada, çatışmada biber gazından etkilenen bir arkadaşımızın hastanedeki jandarma saldırısında bacağının kırıldığını, başından yaralanan arkadaşımızın ise parmağının kırıldığını öğrendik. 19:00’a kadar devam eden duruşma sonucunda 35 arkadaşımız serbest bırakıldı. Diğer arkadaşlarımızın da 12 Mart günü adliyeye çıkarılacağı haberini aldıktan sonra dağıldık. Ekim Gençliği / Bursa

Edirne: Uludağ Üniversitesi faşizme mezar olacak!

10 Mart günü Uludağ Üniversitesi’nde yaşanan faşist saldırıyı protesto etmek amacıyla bir araya gelen Trakya Üniversitesi anti-faşist öğrencileri yurt önünde bir basın açıklaması gerçekleştirdi. Yaklaşık 60 kişinin katıldığı eylemde sık sık “Faşizme karşı omuz omuza!”, “YÖK, polis, medya bu abluka dağıtılacak!” sloganları gür bir şekilde atıldı. Eylem, “Faşizme Karşı Omuz Omuza!” pankartıyla yurt önüne kadar yapılan bir yürüyüşün ardından basın metnin okunmasıyla son buldu. ÖGB ve polisin yoğun ilgisi dikkat çekti Ekim Gençliği / Edirne

ÇÜ’de gericiliğe ve ırkçılığa karşı yürüyüş...

6 Mart günü Çukurova Üniversitesi’nde İP’li çete tarafından ilerici ve devrimci öğrencilere yönelik bir saldırı gerçekleştirilmiş, 6 kişi aldıkları demir sopa darbeleriyle ağır yaralanmıştı. Bu saldırının ardından İP’li güruh kaçarak okulu terketmiş, polis ise yine “güvenlik” için okula gelerek hedef olarak kendisine R1 dersliklerindeki öğrencileri seçmişti. Üniversite öğrencilerinin saldırıyı ve polisin okulda bulunmasına protesto etmesi üzerine polis bir süre sonra okulu terk etmiş ve saldırıya karşı birçok tepki geliştirilmişti. 11 Mart günü, gerçekleştirilen saldırıyı protesto etmek, bu saldırı ve bundan sonra gelişebilecek her saldırının hesabının sorulacağını haykırmak için bir eylem gerçekleştirildi. Eylem, R1 derslikleri önünde “Gericiliğe, ırkçılığa karşı yaşasın halkların kardeşliği!/Çukurova Üniversitesi Öğrencileri” pankartının açılması ile başladı. Daha sonra sloganlar ve alkışlarla toplanma yeri olan Fen-Edebiyat Fakültesi’nin önüne yüründü. Devam eden yürüyüş sırasında sürekli artan coşku ve kararlılık, üniversitenin ana kapısına gelindiğinde doruğa ulaştı. Yaklaşık 300 kişilik kitle coşkulu sloganlar eşliğinde üniversiteye araç girişini tamamen durdurdu. Saldırıyı gerçekleştiren İP’li çetenin ve Uludağ Üniversitesi’nde gerçekleştirilen faşist saldırının teşhir edildiği basın açıklamasının okunmasının ardından kitle pankart arkasında tekrar kortejler oluşturarak R1 dersliklerine doğru yürüyüşünü sürdürdü. Sloganlarla ve zılgıtlarla eylem bitirildi. Çukurova Üniversitesi Ekim Gençliği

17


Oysa türbanın gerisinde, genel planda kadının çifte ezilmişliği, ucuz emek sömürüsü illeti, devlet terörü, ulusal baskı ve eşitsizlikler gizlidir. Oysa bugün yürüyen türban tartışmalarının gerisinde, SSGSS yasa tasarısı, ABD ile yeni bir düzlemde kurulan uşaklık ilişkisi, çıkartılan yeni baskı yasaları, sınır içi ve ötesi saldırganlıklar gizlidir. İşte bütün bunların üzerini örtmeye yarayan türban, aynı zamanda hafızalarımızı silmeye ve birleşik bir düzlemde verebileceğimiz her türlü tepkiye de ayak bağı olmaya yaramaktadır.

18

Türban tartışmaları gündemdeki sırasını önce sınır ötesi saldırganlığa, ardından AKP’yi kapatma davasına kaptırmış olsa da, hala güncelliğini koruyor. Toplumu türban yanlıları ve karşıtları olarak ikiye bölmenin bir aracı olan bu tartışmalar, aynı zamanda özgürlük, laiklik, eğitim hakkı, demokrasi vb. önemli kavramların da ayağa düştüğü bir tablo çıkardı karşımıza. Geniş yığınlarda ciddi bir bilinç bulanıklığına yol açan bu tartışmalar maalesef sol içerisinde, özellikle de sorunun temelde yaşandığı üniversitelerdeki gençlik örgütlenmelerinde de azımsanamayacak bir karşılık üretti. Yaşanan bilinç dumurunun aşılması yönünde çaba harcaması gereken bir dizi gençlik örgütlenmesi, bugün düzen içi çatışmalarda önemli bir misyon yüklenmiş bu bez parçasını orasından burasından çekiştiren bir duruma düştüler. Türbanı bir özgürlük sorunu olarak ele alma eğiliminden dinsel gericiliğe karşı tutum adına bugün bir gözbağından öte anlamı olmayan bu tartışmalara yedeklenenlere kadar geniş bir yelpaze... Tartışmaların gerçek özünden kopartılarak yürütüldüğü böyle bir atmosferde bir takım kavramların ayağa düşmesini yadırgamamak gerekiyor. Sonuç olarak dinsel gericiler ile sözde laikler arasında yürüyen bir çatışmanın geniş yığınlar içerisinde karşılık üretebilmesinin temel koşullarından birini de bir kavram kargaşası yaratmak oluşturuyor. O zaman içine biraz eğitim hakkı, biraz demokrasi katılmış bu özgürlük çorbasının da, karşısına çıkartılan bayat laiklik söylemlerinin ne olduğu ve ne olmadığı üzerine biraz düşünmek gerekiyor!

Savunulan neyin ve kimin özgürlüğü?!

AKP şahsında türbanı savunan dinsel gericilerin en temel argümanını, ne ironiktir ki “türbanlı öğrencilerin özgürlüğü” sorunu oluşturuyor. Ve yine ironiktir ki, bu argüman bugün sol içerisinde konumlanmış bir dizi gençlik örgütlenmesini dahi etkisi altına alabiliyor. Boğaziçi Üniversitesi’nde örgütlenen türbana özgürlük eylemi ya da İTÜ’de hem de İTÜ Genç Sen olarak örgütlenen ve türbanın bir özgürlük sorunu olduğunu yüksek sesle söyleyen basın açıklaması, bu etkinin sınırlarının görülebilmesi açısından anlamlı örneklerdir. TMY’den ceza mevzuatının bütününe, Polis Vazife ve Selahiyatları Kanunu’ndan Basın Kanunu’na kadar bir dizi yasanın altına imza atmış AKP’nin özgürlüğün savunucusu olamayacağı ve olmadığı açık. Bugüne kadar geçmiş mücadelelerle kazanılmış hak ve özgürlüklere dönük sistematik bir saldırının yürütücüsü olmuş AKP’nin bugün özgürlük üzerine söylemlerle toplumun gözünü boyama şansı dahi bulunmuyor. Ancak söz konusu olan bir grup üniversiteli genç kadının başlarına bağladıkları bez parçasından ötürü üniversiteye girememeleri olunca, “özgürlük” sözcüğü buraya oturmuş gibi görünüyor. Fakat tam da bu noktada “türban ve özgürlük” yanyana düşünülebilir mi sorusunu sormak gerekiyor. Komünistleri soruna buradan bakmaktadırlar. Dinsel gericiliğin kadınlar üzerindeki tahakkümünün bir aracı olan türbanın


“kullanım” özgürlüğünü savunmak komünistlerin işi olamaz. Nasıl ki insanların kafalarından türbanı zorla çekip almak değilse... Zira, kadının özgürlük sorunu hiç de türbana indirgenemeyeek kadar kapsamlı bir sorundur. Kapitalist toplumda kadınlar içine sıkıştırıldıkları çifte sömürü cenderesi altında halihazırda özgür değildirler. Türbanlısı da, türbansızı da... Kamu dairelerinde başında türbanla dolaşabilen bir kadınla, saçı açık bir kadının konumu arasında -belki siyasal aidiyetlerin yaratabileceği kimi göz boyamalar dışında- herhangi bir farklılık bulunmamaktadır. Fabrikalarda ucuz emek sömürüsünün şiddetini türbanlı-türbansız kadınlar birarada hissetmektedir. Keza ev köleliği de bugün saça başa bakmadan bütün kadınları ortak kesen bir sorunu ifade etmektedir. Halen mecliste tartışılan saldırı yasaları ile emzirme odaları kapatılacak olan, kreş hakkı gasp edilecek olan kadınlar için de durum aynıdır. Kısacası sermaye düzeni için türbanlı ya da türbansız kadın “eşittir”. Farklılıkları belirleyen sadece kadınların sınıfsal kökenidir. Türbanlı kadınlar dinsel gericilikten daha doğrudan etkilendikleri, dinsel gericiliğin doğrudan müdahalesi ile karşılaştıkları için bir nebze toplumsal yaşam içerisinde daha geri planda kalmaktadır. Bunun temelinde ise dinsel gericiliğin kendisi ile sermaye düzeninin iç çatışmalarına bir kez daha kadınları alet etmesi yatmaktadır. Kadının özgürlüğü savunulacaksa eğer, elbette dinsel gericiliğe tutum almak zorunludur. Ancak bu tutum hiçbir koşulda sermaye düzenine alınacak topyekün tutumdan bağımsız anlam ifade etmeyecektir. Her ikisinin söylemleri, güncel politikaları vb. kısmi farklılıklar gösterse de, aynı zeminden beslenmektedir. Dolayısıyla, kadının özgür olamama sorununun kökten çözümü “onun türban takmasını savunmak değil”, onu türbanlı-türbansız çifte sömürüye maruz bırakan düzene karşı mücadele etmektir.

“Türbana özgürlük” söyleminin bir sonraki adımı “Hepimiz AKP’liyiz!”

“Türbana özgürlük” denerek kadının özgürleşmesi sorununa tam zıt bir eksende tutum alınmış olduğu açık! Peki savunulan nedir öyleyse? Demokrasi mi, kılık kıyafet serbestliği mi, herkese eğitim hakkı mı?! Düzen siyaseti manipülasyona dayanır. Türban savunucularının bu argümanları kullanması bu bağlamda doğaldır. Ancak bugün solda konumlanmış gençlik örgütlenmelerinin bu manipülasyona angaje olmaları anlaşılır değildir. Kaldı ki ne kılık kıyafet özgürlüğü, ne demokrasi, ne de eğitim hakkı tek başına “türbana özgürlük” denilerek savunulacak sınırlarda haklar değildir. Bunun içindir ki, bugün bu haklar “türbana özgürlük” şiarı ile bütünleştirilmeye çalışıldığı her durumda, geniş kesimlerin eğitim hakkını gasp eden, her türlü özgürlüğün önünü tıkayan, demokrasiyi bir oyuncağa dönüştürmüş bulunan düzen siyasetinin ekmeğine yağ sürülmektedir. Bugün sol içerisinde düşülen bu noktanın nedeni, ister popülizm ister kapsayıcılık kaygısı olsun, bu yolun sonu düzen siyasetine yedeklenmenin de ötesi olacaktır. Bugün ister kılık kıyafet serbestliği sınırında, ister özgürlük ve demokrasi savunuculuğu boyutuyla türbanı savunanlar, yarın siyasal özgürlükleri savunmak adına AKP’ye karşı açılan kapatma davasında AKP savunuculuğu noktasına da düşeceklerdir. Daha şimdiden ortalıklarda dolaşan “Hepimiz AKP’liyiz” mırıldanmaları hayra alamet değil. İşte bu noktaya düşüldüğünde, ister dergi sayfalarında AKP politikaları eleştirilsin, ister “biz AKP’nin siyasal icraatlarını savunmuyoruz, biz herkes için siyasal özgürlüğü savunuyoruz” denilsin, varılacak nokta aynı noktadır. Sınıf düşmanlarının siyasal özgürlüklerini savunmak, kendi iç çatışmalarında taraf olmak, kadını dinsel gericilik boyunduruğu altına sokan türbana evet demek, gerçekte işçi sınıfı ve emekçilere karşı işlenmiş affedilemez bir suçtur.

Türban nereden tutarsan tut bir örtüden ibarettir!

Sermaye düzeni tarafından özenle işlenerek karşımıza çıkartılan türban sorunu bugün nereden tutarsak tutalım bir örtüden ibarettir. Toplumsal hafızayı silmenin bir aracı, toplumsal tepkiye ayak bağıdır. Bugün türbanın karşısına laikliğin yılmaz savunucusu olarak çıkan kesimler bunun en çarpıcı örneğidir. Yıllar yılı bu coğrafyada dinsel ve siyasal gericiliğin yükselişine su taşımış sözde laik bu kesim, bugünse “laiklik elden gidiyor” söylemleri ile toplumu yapay bir taraflaşmanın içerisine çekmek istemektedir. Oysa türbanın gerisinde, genel planda kadının çifte ezilmişliği, ucuz emek sömürüsü illeti, devlet terörü, ulusal baskı ve eşitsizlikler gizlidir. Oysa bugün yürüyen türban tartışmalarının gerisinde, SSGSS yasa tasarısı, ABD ile yeni bir düzlemde kurulan uşaklık ilişkisi, çıkartılan yeni baskı yasaları, sınır içi ve ötesi saldırganlıklar gizlidir. İşte bütün bunların üzerini örtmeye yarayan türban, aynı zamanda hafızalarımızı silmeye ve birleşik bir düzlemde verebileceğimiz her türlü tepkiye de ayak bağı olmaya yaramaktadır. Bu bağlamda ne “türbana özgürlük” söylemi bizim işimizdir, ne de türban karşısında bu düzenin kemalist statükosunun çıkarlarını savunmak... Komünistler bu tartışmalar karşısında, bilinçlerin bulanıklaştırılmasına karşı mücadele edecek ve bu düzenin unutturup üstünü örtmeye çalıştığı saldırgan yüzünü her adımda teşhir edeceklerdir.

19


Ticari Eğitime Ka

Gençlik hare

Ticari Eğitime Karşı Gençlik Koordinasyonu bileşenleri gençliğin kafasını karıştırmak ve gençlik kesimlerini hedef alan saldırıların üstünü örtmekte kullanılan ve bugün açısından açıkça düzen içi bir tartışma olan türban tartışmalarında taraf değildir. Önümüzdeki dönemde gençlik kesimlerini de bu tartışmalarda taraf olmamaya çağıracaktır. “Türban tartışması geleceksizliğin ve paralı eğitimin maskesidir!”, “Gericilikten gericilik beğenmiyoruz! Paralı eğitime ve geleceksizliğe hayır!” şiarı, Ticari Eğitime Karşı Gençlik Koordinasyonu’nun türban sorununa ilişkin yaklaşımını özlü bir biçimde anlatmaktadır. ...Bugün gençlik kesimlerinin, özellikle de Ticari Eğitime Karşı Gençlik Koordinasyonu 5. Toplantısı 23 Şubat ilerici gençlik kesimlerinin artan saldırılar Cumartesi günü Harita ve Kadastro Mühendisleri Odası İstanbul karşısında en son ihtiyacı, sermaye Şubesi’nde toplandı. Yaklaşık 25 üniversiteden 80 öğrencinin katılımı ile gerçekleşen toplantıda “Yeni dönem gençlik hareketinin gündemleri ve klikleri arası taraflaşmanın bir gençlik mücadelesi” ve “Birleşik bir gençlik örgütü ve mücadelesi, bu yansıması olan türban tartışmaları eksende Genç-Sen” gündemleri iki ayrı oturumda tartışıldı ve bu konulara üzerinden bölünmektir. Gençlik, ilişkin somut kararlar alındı. böyle suni bir gündem üzerinden “Yeni dönem gençlik hareketinin gündemleri ve gençlik mübölünmek yerine ticari eğitim cadelesi” gündemine ilişkin yürütülen tartışmalar sonucunda karşıtı mücadele ekseninde aşağıdaki kararlar alınmıştır: birleşmeli ve saldırıları ortak bir biçimde püskürtmeye 1- Yeni YÖK Başkanı Yusuf Ziya Özcan’ın göreve gelir gelmez paralı eğitime çağrılmalıdır. Dolayısıyla, Ticari geçilmesinin bir zorunluluk olduğuna ilişkin yaptığı açıklamalar, önümüzdeki dönemde Eğitime Karşı Gençlik ticari eğitim saldırısının derinleşeceğinin ciddi bir göstergesidir. Bu aynı zamanda, Koordinasyonu bileşenleri, önümüzdeki dönemde gençlik hareketinin temel gündemlerinin başında, genelde ticari eğitim saldırısı ve özelde bu saldırının en güncel ayağı olarak paralı eğitim saldırısı önümüzdeki dönemde sol olacağını ortaya koymaktadır. adına gençliği türban 2-Paralı eğitim saldırısının önemi ve gündemin yakıcılığı ortadadır. Ticari Eğitime tartışmalarında taraf Karşı Gençlik Koordinasyonu bileşenleri, önümüzdeki dönemde bütün gücüyle ticarileşen olmaya çağıran ve eğitime ve özelde paralı eğitim saldırısına karşı mücadeleyi örgütlemeyi temel bir hedef olarak ele alacaktır. gençlik kesimlerinin düzene yedeklenmesi 3- Oluşturulacak mücadele ekseni mutlak surette YÖK düzeninin bütününün teşhirini hedefleyecek, bütün üniversitelerde hem eğitimde ticarileşmenin ve YÖK’ün genel teşhiri dışında hiçbir sonuç yapılacak, hem de her bir üniversite özelinde ortaya çıkan yerel sorun ve gündemler üzerinden bu doğurmayan saldırının sonuçlarına karşı mücadele yükseltilecektir. Ticari Eğitime Karşı Gençlik Koordinasyonu eğilimlere karşı da bileşenleri önümüzdeki dönemde paralı eğitime ve ticari eğitimin açığa çıkan her bir özgün sonucuna ilişkin etkin bir gençlik mücadelesinin zeminini oluşturmanın adımlarını atmakla kendini yükümlü pratik bir görmektedir. mücadele 4- Eğitim, sağlık vb. bir dizi alanda dönüşümlerin hız kazandığı bir süreçte türban tartışmalarının ortaya yürütmelidir.

bir gençl

atılmış olması şaşırtıcı değildir. Türban, sermaye düzeninin saldırılarının üstünü örtmekte kullanılmaktadır. Ticari Eğitime Karşı Gençlik Koordinasyonu bileşenleri, türban tartışmalarının iki karşıt tarafıymış gibi görünen sözde laik ordu ve CHP, ve sözde demokrat AKP’nin gerçek yüzünü teşhir edecek, türban tartışmasının aslında bir maskeden ibaret olduğunu gençlik kesimlerine her fırsatta anlatacaktır.

5- Ticari Eğitime Karşı Gençlik Koordinasyonu bileşenleri gençliğin kafasını karıştırmak ve gençlik kesimlerini

hedef alan saldırıların üstünü örtmekte kullanılan ve bugün açısından açıkça düzen içi bir tartışma olan türban tartışmalarında taraf değildir. Önümüzdeki dönemde gençlik kesimlerini de bu tartışmalarda taraf olmamaya çağıracaktır. “Türban tartışması geleceksizliğin ve paralı eğitimin maskesidir!”, “Gericilikten gericilik beğenmiyoruz! Paralı eğitime ve geleceksizliğe hayır!” şiarı, Ticari Eğitime Karşı Gençlik Koordinasyonu’nun türban sorununa ilişkin yaklaşımını özlü bir biçimde anlatmaktadır.

20

6- Bugün gençlik kesimlerinin, özellikle de ilerici gençlik kesimlerinin artan saldırılar karşısında en son ihtiyacı, sermaye

klikleri arası taraflaşmanın bir yansıması olan türban tartışmaları üzerinden bölünmektir. Gençlik, böyle suni bir gündem üzerinden bölünmek yerine ticari eğitim karşıtı mücadele ekseninde birleşmeli ve saldırıları ortak bir biçimde püskürtmeye çağrılmalıdır. Dolayısıyla, Ticari Eğitime Karşı Gençlik Koordinasyonu bileşenleri, önümüzdeki dönemde sol adına gençliği türban tartışmalarında taraf olmaya çağıran ve gençlik kesimlerinin düzene yedeklenmesi dışında hiçbir sonuç doğurmayan eğilimlere karşı da pratik bir mücadele yürütmelidir.


arşı Gençlik Koordinasyonu 5. Toplantısı Sonuç Bildirgesi:

eketinin gündemleri, birleşik

lik örgütü ve mücadelesi! 7-Böyle bir pratik mücadelenin en somut görünümü, gençlik kesimlerinin karşısına

“Gericilikten gericilik beğenmiyoruz! Parasız eğitim ve özerk demokratik üniversite için mücadeleye!” şiarı ile çıkabilmek ve üniversitelerde bu şiar üzerinden somut çalışmalar yürütmektir. Bu şiar, gerek düzen içi tartışmaları teşhir etmek, gerekse gençliğin bugünkü asli sorununun gelecek mücadelesi olduğunu vurgulamak açısından önemlidir.

8- Ticari Eğitime Karşı Gençlik Koordinasyonu, gençliğe dönük saldırılarla kolkola

bir biçimde Kürt halkına dönük saldırıların da devam ettiğinin, sınır ötesi opererasyonla bu saldırganlığın yeni bir boyut kazandığının bilincindedir. Koordinasyon bileşenleri önümüzdeki dönemde, sınır ötesi operasyona karşı halkların kardeşliğinin savunucusu olacak ve öğrenci gençliği de bu eksende tutum almayaa çağıracaktır.

9- Ticari Eğitime Karşı Gençlik Koordinasyonu bileşenleri önümüzdeki dönemde, bu

toplantı kapsamında tartışılan ve aktarılan deneyimler üzerinde özel bir biçimde duracaktır. Gençlik mücadelesi açısından oldukça önemli olduğu açık olan bu deneyimlerin ortaya çıkarttığı sonuçlar ışığında, olanaklı olan üniversitelerde yerel yayın faaliyeti, yurt çalışması, meslek yüksek okulu çalışması gibi özgün faaliyet alanlarına yönelinecek ve özgün çalışma araçları devreye sokulacaktır. Bu deneyimlere ilişkin olarak şu kararlara varılmıştır:

a- İlerici gençlik kesimleri siyasal gençlik örgütlenmelerine güvensiz oldukları kadar

sol dünya görüşüne karşı da güvensizdirler. Bu güven sorununu aşmaya dönük bir çalışma hattı izlenmek zorundadır.

b- Verili güvensizlik durumuna rağmen, kendilerini hedef alan saldırılara dönük

ciddi bir tepkiselliğin olduğu da bir gerçektir. Önemli sorunlardan bir tanesi, bu tepkilerin örgütlenebilmesi için uygun araçların yaratılabilmesidir.

c- Yerel yayın çalışması, gençliğin ilerici kesimlerini gerek kendi üniversitelerinde

yaşanan sorunlara, gerekse genelde ticari eğitim gündemlerine ilişkin tepkilerini yansıtabildikleri, ülke ve dünya gündemlerine dair yaklaşımlarını ortaya koyabildikleri etkin bir araçtır. Bu araç, doğru bir örgütsel şekillenişle beraber, olanaklı olan bütün yerellerde hayata geçirilebilmelidir.

d- Yerel yayın faaliyeti salt bir bülten/dergi çıkarmak sınırında algılanmamalı,

gündem belirlemesinden teknik hazırlığına, resimlerinin seçiminden yazılarının yazılmasına, dağıtımına kadar bir bütün olarak kolektif bir emeğin ürünü olabilmesinin zemini yaratılabilmeli, aynı zamanda kurumsal bir faaliyetin de çeşitli komisyonlaşmalar vb. ile adımları atılabilmelidir.

e- Yurtlar ve Meslek Yüksek Okulları ise özel olarak ticarileşen eğitimin sonuçlarını

en yakıcı bir biçimde hisseden alt sınıflara mensup gençlik kesimlerinin bulunduğu alanlardır. Geleceksizlik saldırılarının en doğrudan muhataplarının bulunduğu bu alanlara faaliyet götürmek, buralardaki öğrencileri mücadelenin bir parçası haline getirmek özel bir önem taşımaktadır. Ticari Eğitime Karşı Gençlik Koordinasyonu bileşenleri önümüzdeki dönemde olanaklı olan tüm yerellerde bu alanlara dönük özgün kampanyalar örgütlemeyi hedeflemektedir.

1o- “Yeni dönem gençlik hareketinin gündemleri ve gençlik mücadelesi” başlığı

altında ele alınan diğer bir konu, önümüzdeki dönemde gerçekleşmesi beklenen TMMOB 2. Öğrenci Üye Kurultayı’dır. Ticari Eğitime Karşı Gençlik Koordinasyonu 5. Toplantısı bünyesinde, bu Kurultay ve Kurultay öncesinde oluşturulan birliktelik tartışılmış,


Kurultay sürecinin nasıl ele alınması gerektiğine ilişkin bir kapsam oluşturulmuştur. Bu bağlamda;

a- TMMOB 2. Öğrenci Üye Kurultayı alışılagelmiş olduğu gibi

fason bir kurultay değil, aksine tabanın inisiyatifine açılmış, mühendislik, mimarlık ve planlama öğrencilerinin gündemlerinin ve sorunlarının ele alındığı bir kurultay olarak örgütlenmelidir. Kurultay masa başında ve TMMOB bürokratlarının belirleyiciliğinde değil, Kurultay’ın muhataplarının bulunduğu üniversitelerde ve öğrenci üyelerin belirleyiciliğinde şekillenmelidir.

b- İstanbul’da bulunan Oda Öğrenci Komisyonları’nın

oluşturdukları birliktelik ve bu birlikteliğin önüne temel bir hedef olarak TMMOB 2. Öğrenci Üye Kurultayı’nı alması, bütün eksikliklerine rağmen anlamlıdır. Bugün İstanbul Oda Öğrenci Komisyonları’nın önüne alması gereken temel hedef Kurultay’a ilişkin tartışmalarını diğer illerde bulunan Öğrenci Komisyonları’na taşımak ve kayıtlı bulundukları üniversitelerdeki mimarlık, mühendislik ve planlama öğrencilerinin gündemine sokmaktır. Koordinasyon bileşenleri İstanbul’da oluşan bu birlikteliğin deneyimlerini kendi illerindeki Komisyonlara taşıyacaktır.

c- Ticari Eğitime Karşı Gençlik Koordinasyonu bileşenleri

Öğrenci Komisyonları’nda bu hedef doğrultusunda yer alacak, kurultayın öğrenci gençlikle bütünleşmiş bir biçimde örgütlenebilmesinin zeminini yaratmak için mücadele edecektir. Kurultay’ın tabanın iradesini yansıtabilmesi için, tabanın bu alandaki inisiyatifini açığa çıkartma çabası harcayacaktır.

Koordinasyon toplantısında,“Birleşik bir gençlik örgütü ve mücadelesi, bu eksende Genç-Sen” gündemine ilişkin yürütülen tartışmalar sonucunda aşağıdaki kararlar alınmıştır:

1- Bugün açısından hala öğrenci gençlik mücadelesi içerisinde

sınanmamış olmasına rağmen Genç-Sen, taşıdığı birleşik olanaklar üzerinden önemsenmeli ve gençliğin asli sorunlarına karşı birleşik temelde bir mücadeleyi örgütleme hedefi ile ele alınmalıdır. Doğru bir temelde ele alındığı koşullarda, Genç-Sen birleşik, kitlesel ve devrimci bir gençlik mücadelesi için etkin bir araç haline gelebilecektir.

2- Gençliğin kitlesel örgütlenmesi olma hedefini taşıması

gereken Genç-Sen, bu bağlamda taban inisiyatifini esas almalı ve her yerelde gençlik kesimlerinin inisiyatifini açığa çıkarmanın yol ve yöntemlerini tartışmalı, geliştirmelidir. Tartışmalar kamuoyuna açık yürütülmeli ve dileyen herkesin görüşlerini ifade edebileceği, düşüncelerini savunabileceği bir işleyiş hayata geçirilebilmelidir.

3- Genç-Sen, gençliğin bugün içine sıkıştığı sorunlara karşı

hak alıcı bir mücadele eksenini esas almalı ve bunu kapalı kapılar ardında tartışmanın ötesinde, pratik içerisinde örgütlemeye soyunmalıdır. Mücadele örgütü olmanın gereği budur. Ve yine bugün Genç-Sen’in öğrenci gençliğin geniş kesimlerini kapsayabilmesinin tek koşulu, gençliğin sorunlarına karşı somutta söylediği söz ve yürüttüğü pratik mücadeledir.

4- Gençliğin birleşik kitlesel örgütlenmesi olma hedefiyle

yola çıkması gereken Genç-Sen kendini hiçbir koşulda yasal bir eksene sıkıştırmamalı, birleşik-kitlesel bir gençlik örgütlenmesinin doğası gereği fiili-meşru mücadelesinden güç almalı, bu zeminde yol yürümelidir.

22

5- Birleşik bir gençlik örgütlenmesinin temel alması gereken

bu ilkelerin dışına düşen, icazetçi, yasalcı, anti-demokratik, dayatmacı vb. her türden anlayışla ilkelere dayalı temelde mücadele etmek, Genç-Sen’in ölü bir örgütlenme olarak

doğmasının önüne geçme, gençlik hareketi açısından önemli bir olanağın heba edilmesine engel olma çabasının bir gereğidir. Ticari Eğitime Karşı Gençlik Koordinasyonu bileşeni olarak bu çerçevede hedefimiz, ilk dört maddede sıraladığımız ilkeler de dahil olmak üzere bir bütün olarak bu ilkesel çerçevenin takipçisi ve uygulayıcısı olmak, bu çerçevenin dışına çıkan her anlayışın karşısına ilkelere dayalı bir tutumla çıkmaktır.

6- Ticari Eğitime Karşı Gençlik Koordinasyonu bileşenleri Genç-Sen’i tanımladığımız ilkeler çerçevesinde şekillendirmek için etkin bir pratik çabanın yürütücüsü olacaktır. Zira Genç-Sen doğru bir eksene oturtulamazsa, gençlik mücadelesi açısından bir anlam taşımayacaktır. Genç-Sen’e bugün itibariyle MYK düzleminde hakim olan anlayışın, birleşik bir mücadelenin ihtiyaçlarını gözetmenin çok uzağında olduğu, gençlik hareketinin önündeki bir olanağı koltuk sevdası ile heba etmek eğiliminin taşıyıcılığına soyunduğu açıktır. Ticari Eğitime Karşı Gençlik Koordinasyonu bileşenleri olarak Genç-Sen içerisindeki tutumumuz, bu ve benzeri eğilimlerin karşısında, tam da gençlik mücadelesinin ihtiyaçları merkezli olacaktır. Ticari Eğitime Karşı Gençlik Koordinasyonu bileşenleri, Genç-Sen içerisinde savunucusu olduğu bu tutumu “Birleşik, Devrimci ve Kitlesel bir Genç-Sen için Mücadele Platformu” bünyesinde ifade edecektir.

7- “Birleşik, Devrimci ve Kitlesel bir Genç-Sen için Mücadele

Platformu” Genç-Sen’in gençlik hareketinin ihtiyaçları ile uyumlu, birleşik, kitlesel ve devrimci bir gençlik örgütlenmesi olarak ele alınması gerektiği yaklaşımıyla hareket edecek, bu temelde bir pratik çabanın yürütücüsü olacaktır.

8- “Birleşik, Devrimci ve Kitlesel bir Genç-Sen için Mücadele

Platformu”, Genç-Sen’in daha baştan icazetçi-yasalcı, antidemokratik ve bürokratik bir temele sıkıştıran eğilimler karşısında, taban inisiyatifine dayanan, gençlik hareketinin gündemlerine müdahale temelinde kendini var eden bir Genç-Sen oluşturmak için etkin bir çaba ortaya koyacaklardır. Genç-Sen’i taban inisiyatifine dayanan, birleşik, kitlesel, devrimci bir gençlik örgütlenmesi haline getirmeyi hedefleyen her anlayışla politik ve pratik olarak bir araya gelmenin, bu temelde Genç-Sen’i hareketin ihtiyaçlarına yanıt veren bir örgüt haline getirmenin yol, yöntem ve araçlarını geliştirmeyi hedefleyecektir. Bu çerçevede Genç-Sen içinde pratikpolitik bir taraflaşma güncel ve ertelenemez bir sorumluluktur.

9- “Birleşik, Devrimci ve Kitlesel bir Genç-Sen için Mücadele

Platformu”, varoldukları tüm üniversitelerde, Genç-Sen’i, mücadeleyi ve taban inisiyatifini esas alan bir örgütlenme biçimine dönüştürmenin etkin çabasını harcayacaktır. Bu bağlamda, gençlik hareketinin ihtiyaçlarının karşısına çıkabilecek bürokratik, uzlaşmacı, tüzüğe dayandırılan olası engellemelere takılmayacağını bugünden ilan etmektedir. Zira öncelikli olan etkin bir taban inisiyatifi ve hedefli bir politik faaliyettir. Bunu engelleyen her dayatmayı, gençlik hareketine ve mevcut olanaklarla birleşik örgütlenme çabasına ihanet olarak değerlendirecektir.

10- Genç-Sen’in 15 Mart’ta gerçekleşecek olan Temsilciler

Kurulu toplantısı öncesinde yapılacak olan seçimleri ve seçim çalışmalarını da aynı ilkesel yaklaşımla ele alacak, hiçbir tüzüksel tartışmanın ya da hiçbir ek başlığın pratik mücadelenin önüne geçmesine izin vermeyecektir.

11- Koordinasyon bileşenleri, vakit kaybetmeksizin bütün

üniversitelerde gençlik mücadelesinin gündemleri ekseninde GençSen’i örgütlemek, bu gündemlerle Genç-Sen üzerinden bir mücadele süreci örmek doğrultusunda hareket edecektir. Bu bağlamda Koordinasyon bileşenleri, bulundukları alanlarda paralı eğitim, geleceksizlik, diplomalı işsizlik vb. gündemler ekseninde kampanyalar örgütleme çabası içinde olacak ve örülecek kampanyaların pratik güvencesi olarak konumlanacaktır.

Ticari Eğitime Karşı Gençlik Koordinasyonu


Liselilerin faaliyetlerinden... Meslek lisesi önünde Liselilerin Sesi satışı…

6 Mart günü Sefaköy İLGP olarak, bir meslek lisesi çıkışında Liselilerin Sesi’nin 21. sayısının satışını gerçekleştirdik. Dergi satışı esnasında birçok öğrenci ile tartışma ve sohbet etme olanağı bulduk. Daha önce meslek liselerine yönelik çıkardığımız bir bildiriyi bu lisede dağıtmıştık. Bu dağıtımın olumlu etkisini dergi şatışımız sırasında gördük Satışımızı ajitasyon konuşmaları ile güçlendirerek devam ettik. 20’ye yakın dergi kullandık. Sefaköy İLGP

Yayınlarımız dersaneli gençliğe ulaşıyor!

İzmir Liseli Gençlik Platformu Girişimcileri olarak açtığımız YÖK karşıtı imza masalarının yanında dersanelere de alternatif bir ses götürmeye çalışıyoruz. Daha önce yaptığımız aktivist toplantımızdan çıkan program üzerine Konak ve Alsancak’taki dersanelere de sesimizi ulaştırmaya başladık. İlk olarak Alsancak Final Dergisi Dersanesi’ne yerel yayınımız olan Katalizör’le gidildi. ÖSS’de üzerinden en net sömürünün yaşandığı ve öğrencilerin tümüyle müşteri yerine konulduğu dersane zincirlerinden olan FDD, bu açıdan bizim için anlamlı bir başlangıç oldu. Önümüzdeki günlerde Katalizör’ün yeni sayısıyla daha güçlü bir dersane faaliyeti örebilmek için çaba harcayacağız. İzmir Liseli Gençlik Platformu (G)

Meslek liselerinde bildiri dağıtımı…

Sefaköy İLGP olarak, meslek liselerine yönelik bildiri dağıtımlarımız devam ediyoruz. Geçtiğimiz haftalarda bir meslek lisesi çıkışında bildiri dağıtımı gerçekleştirdik. Alana yönelik ilk kez bildiri dağıtımı gerçekleştirmiş olmamıza rağmen oldukça anlamlı tepkiler aldık. Kimi liseliler İLGP’nin ne olduğunu, nerelerde örgütlendiğini sordular. Bizde “İLGP, liselerde yaşanan sorunlara karşı mücadele yürüten bir platform”dur dedik ve platformumuzun bütün liselilere açık olduğunu belirttik.

Sefaköy İLGP

İzmir LGP Girişimi faaliyetlerinden…

Ticari eğitim karşıtı çalışmamızı büyüterek yolumuza devam ediyoruz. Bu çalışmalar kapsamında Alsancak Çarşısı ile Karşıyaka İşbankası önünde YÖK Başkanı Y. Z. Özcan’ın açıklamalarını protesto eden imza masaları açtık. Etkili ajitasyon konuşmaları eşliğinde her iki merkezde de imzalarımızı topladık. Liselilerin Sesi satışının da yapıldığı faaliyetimiz boyunca çok sayıda lise öğrencisiyle tanışma fırsatı bulduk. Halkın ilgisinin de oldukça yoğun olduğu faaliyetimiz esnasında 200’ü geçkin imzayı YÖK Başkanlığı’na ulaştırmak üzere toplamış olduk.

İzmir Liseli Gençlik Platformu (G)

Dershane öğrencileri toplantısı

İstanbul Liseli Gençlik Platformu olarak dershanelerde “Paso hakkı” üzerinden yürüteceğimiz kampanyanın çalışmalarına başladık. Şişli dershane öğrencileri olarak bir toplantı yaptık. Toplantıda İLGP’nin dershane çalışması üzerine kısa bir konuşma yaptık.

Dershane öğrencileri olarak milyarlarca para ödeyip, Milli Eğitim Bakanlığına bağlı Özel Eğitim Kurumları’nda eğitim görmemize rağmen bir öğrenci olarak kabul edilmediğimizi ifade ettik. Ardından İLGP’nin “Paso hakkı” üzerinden yürüteceği kampanyayı

dershanemize nasıl taşıyabileceğimizi, çalışmalarını nasıl yapabileceğimizi tartıştık. Toplantı esnasında bazı arkadaşlarımız ilk sayısı çıkan 196. Dakika isimli bültenin diğer sayısının da çıkartılarak kampanyanın anlatılması gerektiğini söylediler. Kimi arkadaşlarımız ise dershane çalışmasının öğrencilerin testlere ve ÖSS’ye odaklanmış olması nedeniyle zorlayıcı olacağını söyleyerek kaygılarını dile getirdiler. Ancak, ne kadar zor olursa olsun, önemli olanın bizim nasıl ve ne kadar ısrarlı çalışma yapacağımız olduğunu vurguladılar.

Şişli İLGP

Geleceğin kaç YTL eder?

İstanbul Liseli Gençlik Platformu olarak, düzenin paralı eğitim saldırılarının teşhirini yapmak ve liselileri bu saldırılar karşısında taraf olmaya çağırmak amacıyla çıkardığımız bildiriyi dershanemizde kullanmaya başladık. Bugüne kadar paralı eğitim saldırıları sonucunda yaşananları örnekleyen ve YÖK Başkanı Yusuf Ziya Özcan’ın eğitimin paralılaşması gerektiği üzerine yaptığı konuşmadan alıntıların da kullanıldığı bildiri dershane öğrencileri tarafından ilgiyle karşılandı. Şişli İLGP

YÖK’ü protesto ettik!

10 Şubat Pazar günü Karşıyaka Çarşı girişinde YÖK Başkanı Y. Ziya Özcan’ın “Herkes üniversiyeye gitmemeli, tüm üniversiteler paralı olmalı” yönlü açıklamaların kınamak için imza topladık. Yanısıra ajitasyon konuşmaları eşliğinde Liselilerin Sesi satışı yaptık. 2 saat içerisinde yaygın bir Liselilerin Sesi ve Katalizör dağıtımının yanı sıra, 200’ü aşkın imza topladık.

İzmir Liseli Gençlik Platformu (G)


AKP’ye kapatma davası açıldı!

Krizin faturasını sermaye düzenine kesmek için mücadeleye!

24

Sınır ötesi operasyonun ardından ordu ve AKP’nin birbirlerine sahip çıkan tutumları üzerine, sermaye düzeninin tarafları arasındaki dengeler farklılaşıyor mu tartışmaları alıp başını yürüdü. Orducu CHP, her ne kadar arada Büyükanıt Paşaları’na söz söylemediklerinin altını çizse de, TSK’yı doğrudan hedef alan zehir zemberek açıklamalarda bulundu. Bu açıklamalarını Mustafa Kemal’in kimi nutuklarıyla süsleyerek, düzen içerisinde yerine ulaşan mesajlar da vermiş oldu. Bir o kadar şaşırtıcı olansa Genelkurmay’ın bu “eleştiriler” karşısındaki tutumuydu. Büyükanıt’ın göreve gelmesi ile birlikte başlayan gece yarısı sanal alemde açıklama yapma modasına uygun davranıldı. Ama bu kez ilk defa, Genelkurmay imzalı bir metinde, “bölücü Kürt terörü”nden yahut “islami rejim tehditi”nden söz edilmiyordu. Hedef bu kez açıkça ulusalcı cenahtı. Hem de “vatan hainliği” cinsinden en ağır benzetmelerle... Sınır ötesi kahramanlık Hacivat-Karagöz oyununa dönüştükten hemen sonra yaşanan bu gelişmeler, gerek düzen içi çatışmanın tarafları arasında son birkaç yıldır göze çarpan dengeyi gözlemleyebilenlere, gerekse ordunun geleneksel olarak Türk siyaseti ile kurduğu ilişkiye hakim olanlara, “bu ne perhiz bu ne lahana turşusu” dedirten cinstendi. Bu sürecin hemen akabinde AKP’yi hedef alan kapatma davası ortaya çıktı. AKP’nin bugüne kadar hiç gizlemeden yaptığı, söylediği, uyguladığı ne varsa hemen hepsi iddianamede birbir sıralanmıştı. TÜSİAD, AKP’ye kısmen sahip çıktı, Deniz Baykal, bir süredir hiç kullanmadığı sosyal demokrat maskesini takınıp kapatma davalarını olumlamadığını söyledi. Kimi liberal solcularsa işi “Hepimiz AKP’liyiz” maskaralığına vardırdı. Ülkenin bu yaklaşık iki haftalık siyasal tablosuna bakarak bir sonuca varmadan önce oldukça önemli birkaç noktaya daha değinmekte fayda var. Bütün bu çalkantılı dönem ABD’nin “askerlerinizi çekin” emrini vermesi üzerine gelişti. Ki bu emir hep olduğu gibi kapalı kapılar ardında değil, aksine ve görüldüğü kadarıyla da özellikle herkesin


gözüne sokulmak istenerek verildi. Ve yine bütün bu çalkantılı dönem yaşanırken, onbinlerce işçi ve emekçi başta SSGSS yasa tasarısı olmak üzere sosyal yıkım saldırılarına karşı meydanlara çıktı. Bu dağınık verilerden nasıl bir sonuca ulaşılabilir? Nedenleri, derinliği ve kalıcı olup olmaması tartışılabilir ama bu veriler açık ki düzen cephesindeki krizin işaretleridir. Sermaye düzeni zaten uzun bir süredir bir kriz içerisindedir ancak görülen o ki kriz giderek derinleşmektedir.

Sosyal yıkım saldırıları ve uşaklık politikalarıyla sermaye düzeni iki yakasını biraraya getiremiyor!

İşin özü, sermaye düzeni kendi silahı ile kendini yaralıyor. Yıllar yılı emperyalizmle bütünleşme doğrultusunda atılan adımlar bugün ayaklarına dolanıyor. Düzen içi çatışmalarla emperyalist uşaklık ilişkisi arasında ne derece bağ kurulur, bu ayrı bir tartışma konusu, ancak bugün bu uşaklık ilişkisinin krizin aşılmasının önüne geçtiği bir gerçektir. Örnek olarak neo-liberal dönüşümler ele alınabilir. Bu zamana kadar neo-liberal dönüşümleri karşısına alan bir sermaye iktidarı görülmemiştir, bundan sonra da görülmeyecektir. Ancak bu zamana kadar AKP kadar hızlı adım atanına da rastlanmamıştır. Elbette bu kadar hızlı olabilmenin gerisinde %40’ların üzerine çıkan oy oranı ve içeride TÜSİAD, dışarıda ise ABD tarafından sağlanan destek yatmaktadır. Ancak bu gelip geçici destekler bir yana AKP’nin bu hızı bir tercihten öte, bir zorunluluktur. Zira, sermaye düzeninin dönem sözcüsü bugün hem sözkonusu desteği, hem de bu destekle doğrudan bağlı iktidardaki konumlanışını, saldırıları yavaşlattığı anda kaybedecektir. Yularını emperyalizmin eline terk etmiş olan düzen, bugün sürekli soluksuz kalmakta ve artık çoktan geciktiği saldırı politikalarını bir an önce hayata geçirmek dışında bir çıkış yolu bulunmamaktadır. İşte bu nokta bugün sermaye düzeninin aşmaya çalıştığı kısırdöngüye işaret etmektedir. Sermaye düzeninin krizini hafifletebilmesi için sosyal yıkım programını uygulaması şart. Ancak iç

çatışmasını aşamadığı taktirde bu krizi aşması neredeyse imkansız. Ve bu arada pastadan alınan payı allak bullak edecek olan yıkım programının kendisi iç çatışmayı da sürekli derinleştiriyor. Bütün bunlara ABD’nin sınır ötesi operasyonun bitirilmesi sürecindeki “tercihini” ve bu “tercihin” gerisinde yatan nedenleri de eklemek gerekiyor. Sessiz sedasız verilebilecek bir “operasyonu bitirin” emrinin özellikle sermaye düzenini ciddi bir sıkışmayla karşı karşıya bırakılabilecek bir tarzda, yani yüksek sesle verilmesinin gerisinde yatan nedenler de önümüzdeki dönem sermaye düzenini zorlu günlerin beklediğini gösteriyor. Özellikle sınır ötesi operasyonun bitirilmesinin hemen ardından manşete çıkan ama ertesi günlerde bir anda ortadan kaybolan “pazarlık” gündemi düşünülürse... İncirlik Üssü’nün aktif kullanıma açılmasından Afganistan’a asker gönderilmesine kadar bir dizi pazarlık maddesi Hürriyet vb. burjuva gazetelerin manşetine kadar çıktı ve ertesi gün sanki hiç böyle şeyler yazılmamış gibi sessizliğe gömülündü. Dikkat edilirse, sosyal yıkım saldırılarından emperyalizmin askeri olmaya kadar bugün sermaye düzeninin krizini derinleştiren hemen her başlığın hedefinde coğrafyamızın işçi sınıfı ve emekçileri var. Öyle ki sermaye düzeni sancılı dönemi atlatıp, bu saldırıları topyekün uyguladığında, bütün bu krizin faturasının kesileceği başka bir adres bulunmuyor. Bugün toplumsal muhalefetin yükselmesi için ciddi olanaklar söz konusu. Toplumun geniş kesimlerinin artık ne mağduru oynayan AKP‘ye, ne aslan kesilen orduya, ne de sürekli hırlayıp gürleyen CHP’ye güveniyor. Emperyalizmle kurulan uşaklık ilişkisi hiç olmadığı kadar açığa çıktı. Ötesinde sosyal yıkım saldırılarının yaratabileceği sonuçların bir sınırının olmadığı SSGSS taslağı ile görüldü. İşçi sınıfı ve emekçilerin, bu coğrafyadaki devrimci güçlerin bugün yapması gereken bu krizi bir olanağa dönüştürmektir. Bunun kendisi de, tıpkı sermaye düzeni için farklı bir açıdan ifade edildiği üzere, bir tercih değil zorunluluktur. Zira burjuvazinin krizden güçlenerek çıkmasına göz yummak, faturayı ödemeyi kabullenmek demektir.

25


SSGSS eylemlerinden...

“Genel grev-genel direniş!”

İstanbul:

Taksim: 13 Mart günü Emek Platformu’nun düzenlediği eylemde onbini aşkın işçi ve emekçi İstiklal Caddesi boyunca Taksim Tramvay Durağı’na kadar yürüyüş yaptı. Harb-İş’ten SSGSS protestosu: Türk-İş’e bağlı Harb-İş Sendikası Avrupa Yakası şubelerine üye işçiler 13 Mart akşamı Gayrettepe Telekom Müdürlüğü önünden Mecidiyeköy’deki AKP binası önüne kadar yürüdü. Yer yer trafiğin kesildiği yürüyüşe 400 kişi katıldı. Aynı saatlerde Anadolu Yakası Harb İş üyeleri de yaklaşık 2 bin kişi ile Pendik’te yol kesme eylemi gerçekleştirdiler. Cerrahpaşa’dan Saraçhane’ye: 14 Mart günü Cerrahpaşa Hastanesi’nden Saraçhane’ye 20 bine yakın işçi-emekçi yürüyüşe geçti. Büyük bir coşku ile gerçekleşen eylem adeta 1 Mayıs’ın provasıydı. Yoğun bir trafik sıkışıklığı yaşanmasına rağmen, trafikte kalan halk da eyleme destek verdi. Tuzla Deri Organize’de kitlesel eylem: Organize Sanayiinde yürüyüşe geçen işçiler Traktörcüler Meydanı’nda bir araya geldi. Deri-İş’in örgütlediği ve yaklaşık bin kişinin katıldığı eyleme Kristal-İş ve Petrol-İş’e bağlı işçilerin yanısıra TİB-DER, UİD-DER ve Limter-İş destek verdi. Demiryolu işçilerinden eylem: Haydarpaşa Garı ve Demiryolu çalışanları tren seferlerini ertelettiler. BTS, Türk Ulaşım-Sen ve Kamu-Sen’e üye işçiler, alkış ve sloganlarla Haydarpaşa Garı önünde toplandılar. Eyleme 200 kişi katıldı. Tepeören’de iş bırakıldı, alanlara çıkıldı: Basın-İş Sendikası İstanbul Şube üyeleri ve Petrol-İş üyeleri Tuzla Tepeören’de alana çıktılar. 400’ü aşkın işçi işyerlerinin önünde yol kesti. Jandarma işçilere müdahale etmek istedi. Kısa süren gerginlikler yaşandı. Topkapı PTT’de iş bırakıldı: PTT’de çalışan işçi ve emekçiler de iş bırakarak Saraçhane eylemine katıldılar. PTT önündeki eyleme katılım 250 kişiyi buldu. Belediye işçileri iş bırakarak yürüdü: Avrupa Yakası’ndaki Belediye-İş Sendikası şubeleri Aksaray metro önünde toplanarak Saraçhane’ye yürüdüler. Eyleme bini aşkın belediye işçisi katıldı. Hava yollarında iş bırakma: Devlet Hava Meydanları İşletmesi Atatürk Havalimanı Başmüdürlüğü binasında görevli çalışanlar iş bırakarak alkışlı protesto düzenledi. Hava İş üyelerinin yasa tasarısı karşıtı bildirileri havalimanında dağıtmaları üzerine polisle gerginlik yaşandı. Kadıköy’de coşkulu iş bırakma ve yürüyüş: Kadıköy Belediyesi önünde toplanan Genel-İş, BES, Tüm Bel Sen ve Tesİş üyeleri Kadıköy Rıhtım’a kadar coşkulu bir yürüyüş gerçekleştirdiler. Genel-İş 3 No’lu Bölge ve bağlı şubeler, TESİş ve BES 3 No’lu Şube’nin kitlesel katılım gösterdiği eylem İskele Meydanı’nda gerçekleştirilen açıklamayla son buldu. Kartal Meydanı eylem alanı: Kartal Herkese Sağlık Güvenli Gelecek Platformu’nun örgütlediği eylem oldukça coşkulu geçti. Meydan’da yapılan eyleme 400’ü aşkın işçi ve emekçi katıldı.

Ankara:

26

DİSK önünde kitlesel toplanma: DİSK’e bağlı sendikalar bini aşkın bir kitle ile merkezi eylem alanı olan BEDAŞ önüne doğru yürüyüşe geçti. BDSP pankartını açarak büro emekçilerinin arkasından

yürüyüş koluna katıldı. BDSP’nin arkasından ise TÜMTİS yürüdü. Bu kolda da yaklaşık bin kişi vardı. Hastane önünde eylem: Ankara Numune Hastanesi önünde toplanmaya başlayan işçi ve emekçiler, KESK Ankara Şubeler Platformu, Ankara Tabipler Odası, BES Ankara 2 No’lu Şube, SES Ankara Şube, TUDEF, SES Hacettepe Üniversitesi Temsilciliği, ESM, TÜM-SEN 2 No’lu Şube, TMMOB pankartları arkasında yürüyüşe geçtiler. Bedaş eylemi: Farklı kollardan BEDAŞ önüne toplanan yaklaşık 5 bin işçi ve emekçi son derece coşkulu bir tablo yansıttı. İşçi-emekçiler kararlılıklarını ifade ettiler.

İzmir:

Emek Plaftormu bileşenlerinin ortak imzasıyla düzenlenen eylem, İzmir’de kitlesel ve coşkulu geçti. Basmane Meydanı’nda toplanan 10 bini aşkın işçi ve emekçi Konak’a yürüdü. DİSK, KESK, Türk-İş’in anlamlı bir katılım sağladığı yürüyüş boyunca sloganlar hiç susmadı. Eylem boyunca çevredeki halkın desteği yoğun oldu. İşyerlerinin önlerinde, pencerelerde, sokakta biriken emekçi halk kitleleri alkışlarıyla, trafikte akan araçlar kornalarıyla eyleme yoğun bir destek sundular. Çevrede biriken halkın “İzmir uyandı, ayağa kalktı” vb. söylemleri eyleme katılan emekçilerin ortak ruhunu yansıtır nitelikteydi.

Adana:

Eğitim emekçilerinden kitlesel ve coşkulu eylem: EğitimSen üyesi kamu emekçileri tüm gün sevk alarak iş bırakma eylemi gerçekleştirdiler. Şube binası önünde toplanan eğitim emekçileri buradan yolun bir kısmını trafiğe kapatarak İnönü Parkı’na yürüdüler. ÇÜ Balcalı Hastanesi: ÇÜ Balcalı Hastanesi’nde çalışan sağlık emekçileri ve hastane işçileri iş bırakma eylemine aktif bir katılım gösterdiler. SES, ATO ve Dev Sağlık-İş, poliklinikler girişinde toplanarak bir basın açıklaması düzenledi. Açıklamaya yaklaşık 300 kişi katıldı. Cemalpaşa Groseri önü: Cemalpaşa Groseri önüne Adana’nın çeşitli yerlerinde pankartlarını açarak gelen yaklaşık 1500 kişi coşkulu sloganlar eşliğinde Numune Hastanesi’ne doğru yürüyüşe geçti.

Bursa:

13 Mart’ta SSGSS saldırısına karşı Bursa Emek Platformu tarafından kitlesel bir eylem gerçekleştirildi. 2 bini aşkın işçi ve emekçi sloganlar eşliğinde Orhangazi Parkı’na yürüyüşe geçtiler.

Edirne:

Emek Platformu bileşenleri Edirne Belediyesi önünde toplanarak yürüyüşe geçti. Yürüyüşe yaklaşık bin kişi katıldı.

Eskişehir:

13 Mart günü kitlesel bir eylem gerçekleştirildi. Eyleme yaklaşık 3 bin kişi katıldı.

Kocaeli:

SSGSS’ye karşı binlerce Kocaelili emekçi iki saat iş bıraktı. Okullarda eğitim yapılmadı, üretim durdu, tren ve otobüsler çalışmadı, hastanelerde acil servisler dışında çalışan servis


olmadı.

Tokat:

Eğitim-Sen tarafından bir basın açıklaması gerçekleştirildi. Eyleme 40 kişi katıldı.

Sivas:

Sivas Emek Platformu birleşenleri Sivas genelinde işyerlerinde iş bırakma eylemi yaptı. Düzenlenen yürüyüşe ise 300 kişi katıldı.

Diyarbakır:

BES Diyarbakır Şubesi üyeleri, Defterdarlık binası önünde eylem yaptı. Diyarbakır’da ayrıca tüm belediyelerde Tüm BelSen ve Belediye-İş Sendikası’na üye emekçiler iki saatlik iş bırakma eylemi gerçekleştirdi.

Muğla:

Muğla’da emekçiler Emek Platformu’nun aldığı karar doğrultusunda ‘’Çalışmama Hakkını Kullanma’‘ eylemi yaptı ve iki saat iş bıraktı. Yatağan Termik Santrali’nde çalışan 400 işçi ‘’Sosyal Güvenlik Reformu’‘nu protesto amacıyla iki saatlik iş bırakma eylemi yaptı.

Gaziantep:

Gaziantep Emek Platformu, iş bırakma eylemine ilişkin Adliye binası önünde basın açıklaması yaptı. DİSK, KESK, Kamu Sen, Türk İş ve TÜMTİS üyelerinin yeraldığı açıklamaya yaklaşık 3 bin kişi katıldı.

Ordu:

Ordu Belediyesi çalışanları yasa tasarısını protesto eylemi yaptı. Ordu Belediyesi önünde toplanan belediye çalışanları, Emek Platformu’nun aldığı karar doğrultusunda iki saat iş bıraktı. Eylem süresince bazı çalışanlar davul ve zurna eşliğinde halay çekti.

Manisa:

Manisa Emek Platformu’na bağlı Birlik Haber-Sen, Türk Haber-Sen ve TESK üyeleri, iki saatlik uyarı genel grevi eylemi sırasında, postane kapısı önüne zincir çekerek basın açıklaması yaptı.

Denizli:

Denizli Vergi Dairesi’nde toplanan platform üyeleri, Delikliçınar Meydanı’na yürüdü. Eyleme, Denizli Gazeteciler Cemiyeti (DGC) üyeleri de destek verdi.

Batman:

Batman Emek Platformu üyesi yaklaşık işçi işçi iş bırakma eylemi gerçekleştirdi. Batman Belediyesi ve Petrol İş Sendikası Batman Şubesi önünde bir araya gelen işçiler, kortej halinde sloganlarla Gülistan Caddesi’ne kadar yürüdü.

Şanlıurfa:

Emek Platformu bileşenleri Viranşehir Belediyesi önünde eylem yaptı. Çok sayıda işçi ve kamu emekçisinin katıldığı eylem Tüm-Bel Sen’e yürünerek son buldu.

Ceylanpınar:

Ceylanpınar’da DİSK Genel-İş ve Tüm Bel-Sen Temsilciği tabutlu yürüyüş eylemi yaptı. AK Parti İlçe binası önünde yapılması düşünülen basın açıklamasına izin verilmeyince, emekçiler Ceylanpınar Belediye binası bahçesinde oturma eylemi yaptı.

Cizre ve Silopi:

Cizre ve Silopi Belediyesi’nde Emek Platformu bileşeni olan sendikalara üye çalışanlar, SSGSS Yasa Tasarısı’nı iki saat iş bırakma eylemi ile protesto etti. Eylemlere yüzlerce işçi v emekçi katıldı.

Siirt:

Kurtalan İlçesi’nde Türk-İş’e bağlı işçiler ile Tüm Bel-Sen’e bağlı kamu emekçileri, 2 saatlik iş bırakma eylemi yaptı. Eylem belediye bahçesinde gerçekleşti.

Tersanede mücadele ateşi!

Tuzla Tersane havzasında artan iş kazalarının ardarda cinayetlere ve kalıcı sakatlıklara neden olması bir süredir ülke gündemine girmişti. Devlet erkanının göstermelik ziyaretleri artmış, burjuva medyada da her gün konuyla ilgili köşe yazarlarına rastlanır olmuştu. 27 Şubat sabah saatlerinde, Limter İş’in iş kazalarına karşı yaptığı fiili grev çağrısı uyarınca, Tuzla Tersaneler’de buluşuldu. Tersane işçilerinin ölümlerine seyirci kalan sermayenin devleti, Tuzla’da eylemin henüz başlangıcında, eylemcilere saldırarak ağırlığını sendikacıların oluşturduğu 70 kişiyi gözaltına aldı. Gözaltıların ardından işe gidiş saatinin yaklaşması nedeniyle tersanelere işçi gelişi hızlandı. Tuzla tersaneler havzası bu saatten itibaren eylem yerine döndü. İçmeler Tren İstasyonu’nda toplanan Tersane İşçileri Birliği üyeleri davul zurna eşliğinde grev halayı çektiler. Ardından Tuzla Gemi Tersanesi önüne doğru yürüyüşe geçtiler. “Gemileri yaktık artık dönüş yok” pankartının arkasında 500 kişi toplandı. Selah Tersanesi önüne gelen tersane işçilerinin önü çevik kuvvet barikatıyla kesildi. Polis barikatının kurulduğu dakikalarda Limter-İş pankartını açan bir grup da Aydıntepe Tren İstasyonu tarafından Selah Tersanesi önüne doğru ilerliyordu. TİB-DER kitlesinin önünü kesen polis bir süre sonra barikatı kaldırdı ve yürüyüş tüm coşkusuyla kaldığı yerden devam etti. Coşkulu ve gür sloganlarla Limter-İş kitlesi ile Tuzla Gemi Tersanesi önünde buluşan TİB-DER ve Tersane İşçi Kurulu ortak sloganlar attılar. Akşam saatlerinde, gece oturma eylemi devam edeceği için getirilen çadırlara el konuldu. Baştan sona güçlü ve etkili geçen, binlerce işçinin katıldığı eylem, tersane işçisinin mücadele azminin bir dışavurumuydu. Birçok kişi ve kurum da eyleme destek verdi.

27


ya n ü D t r a M 8 n ı s ! Yaşa ü n ü G r la n ı d a K i Emekç İstanbul: 9 Mart günü Kadıköy’de düzenlenen mitingle sınıfsal özüne uygun bir 8 Mart kutlandı. Binlerce işçi ve emekçinin katıldığı miting “Emperyalizme, şovenizme, gericiliğe, sosyal yıkıma ve sömürüye, ayrımcılığa karşı kadınlar, örgütlü mücadeleye!” şiarı ile örgütlendi. BDSP, Belediye-İş 2 No’lu Şube, BES 1 No’lu Şube, ÇHD İstanbul Şubesi, Demokratik Kadın Hareketi, Devrimci Hareket, Divriği Kültür Derneği, Haklar ve Özgürlükler Cephesi, Halk Kültür Merkezleri, Kaldıraç, Partizan, Pir Sultan Abdal Kültür Derneği İstanbul Şubeleri, Proleter Devrimci Duruş, Yurtsever Cephe Emekçi Kadınlar, Türkiye Komünist Partisi’nin ortak çağrıcısı olduğu mitingte, süren emperyalist işgaller ile işçi ve emekçi kadınların kurtuluşunun devrimde ve sosyalizmde olduğu vurgusu önplana çıktı. Mitingte, meclisten geçirilmek istenen SSGSS Yasa Tasarısı’nın geri çekilmesine dair sloganlar da atıldı. Mitinge 4 bine yakın işçi ve emekçi katıldı.

Ankara:

Ankara’da BDSP, Alınteri, HÖC, DHD, Partizan, Kaldıraç ve Odak’ın içinde yer aldığı Devrimci 8 Mart Platformu, 8 Mart günü fiili-meşru bir eylem gerçekleştirdi. “Kadının kurtuluşu devrimde, sosyalizmde!/Devrimci 8 Mart Platformu” imzalı ortak pankartının açıldığı eylem 8 Mart’ın tarihsel ve devrimci anlamına uygun bir disiplin ve kararlıkla gerçekleştirildi. Zengin bir programa sahip olan eyleme 500'ü aşkın kişi katıldı.

İzmir:

BDSP, DKH, HÖC, Kaldıraç, Köz, Mücadele Birliği Platformu, Özgür Yaşam Kooperatifi İzmir'de 8 Mart günü bir miting gerçekleştirdi. En önde ortak imzalı “Yaşasın 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü!” pankartın taşındığı eyleme TÜMTİS Sendikası, PSA Çiğli ve Menemen Şubeleri, Cem ve Kültür Evi pankartlarıyla katılarak destek verdi. Eyleme yaklaşık 600 kişi katıldı.

Adana:

8 Mart’ı sınıfsal özüne ve devrimci tarihsel anlamına uygun olarak kutlamak isteyen güçlerin oluşturdukları “Devrimci 8 Mart Platformu”, 8 Mart akşamı Çarşı Merkezi’nde meşaleli bir yürüyüş ve İnönü Parkı’nda bir etkinlik gerçekleştirdi. “Cinsel, ulusal, sınıfsal, sömürüye son!/Devrimci 8 Mart Platformu” pankartının açılması ve atılan sloganlarla başlayan yürüyüş, Çakmak Caddesi’nin trafiğe kapatılmasıyla devam etti.

ı n ı m a i l t Gazi ka , k ı d a m t unu ! z ı ğ a c a y a m r u t t unu 28

Bursa:

8 Mart'ın tarihsel ve sınıfsal anlamına uygun olarak kutlanması için bir araya gelen devrimci kurumlar, 8 Mart’ı yürüyüş yaparak kutladılar. Partizan, EKD, ESP, SGD, DHP, KÖZ ve BDSP’nin düzenlediği yürüyüşte “Cinsel, ulusal, sınıfsal sömürüye son/Yaşasın 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü” yazılı ortak pankart taşındı. Eyleme yaklaşık 130 kişi katıldı.

Eskişehir:

8 Mart'ta BDSP, DGH, Eskişehir Gençlik Derneği, Mücadele Birliği ve ODAK’ın ortak örgütlediği bir basın açıklaması gerçekleştirildi. Kadın ve erkek işçilerin özgürlüğünün kapitalizmi ortadan kaldırmadan gerçekleşemeyeceğine vurgu yapılarak mücadele çağrısında bulunuldu. 90 kişinin katıldığı açıklamaya TKP ve DPG de destek verdi.

Trabzon:

Trabzon'da Ekim Gençliği, HÖC, ÖEP, YDG 8 Mart günü Trabzon İHD'de bir 8 Mart etkinliği düzenledi. Etkinliğe 45 kişi katıldı. Etkinliğin ardından gerçekleşen basın açıklamasına ise 30 kişi katıldı. 8 Martlar'ın emekçi kadınların mücadele günü olduğu vurgulandı.

Tokat:

Gaziosmanpaşa Üniversitesi demokrat ve devrimci öğrencileri 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü nedeniyle Tokat Sigara Fabrikası işçilerini ziyaret ettiler. Eylem, demokrat ve devrimci öğrenciler, demokrat öğretmenler, Sosyalist Kamu Emekçileri ve Emek Partisi temsilcilerinin katılımı ile gerçekleşti. Kitle fabrikaya 500 metre uzaktan sloganlarla yürüyüşe geçti. Eyleme 60 kişi katıldı.

Kayseri:

Kayseri'de 8 Mart dolayısıyla Eğitim-Sen, Bes, Ses, Eğit-Der, Pir Sultan Abdal Derneği, Hacı Bektaş Veli Derneği, İnşaat Mühendisleri Odası, CHP, DSP, EMEP, ÖDP tarafından basın açıklaması düzenlendi. Açıklamaya yaklaşık 100 kişi katıldı.

Genç Sen 9 Mart'ta Kadıköy'deydi!

Genç-Sen içerisindeki devrimci güçler, 9 Mart günü Kadıköy mitinginde “Kadın-erkek elele örgütlü mücadeleye!” pankartı açtı. Mitingte sık sık “8 Mart kızıldır, kızıl kalacak!” sloganı atan kitle, 8 Mart’ın içini boşaltmaya çalışanlara inat 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü’nü kutladı. Mitinge yaklaşık 40 Genç-Sen’li katıldı.

Gazi katliamının yıldönümünde Gazi Mahallesi'nde güçlü ve coşkulu bir eylem örgütlendi. En önde ortak “Yaşasın devrimci dayanışma!/Gazi 12 Mart Platformu ( Alınteri, BDSP, DHP, DTP, ESP, Mücadele Birliği, Partizan) pankartının taşındığı anma eylemine 1500’ü aşkın kişi katıldı. Eylemden bir gün önce de Gazi Mahallesi'nde 400 kişinin katılımı ile meşaleli bir yürüyüş düzenlenerek anmaya çağrı yapılmıştı.


ı n ı r a l m lia t a k t r “16 Ma , k ı d a unutm ” ! z ı ğ a ac y a m r u unutt

16 Mart Beyazıt ve Halepçe katliamlarının üzerinden yıllar geçti. Sermaye devleti, hem üniversitelerde devrimci faaliyete saldırmaya hem de Kürt halkına dönük imha ve inkar politikalarına devam ediyor. 16 Mart’ta katledilen devrimcileri anmak ve katliamlara karşı sesimizi yükseltmek için üniversite öğrencileri olarak 14 Mart günü Beyazıt Meydanı’ndaydık. Eylem öncesi Edebiyat Fakültesi'nde polis terörü yaşandı. Yurtsever öğrenciler tarafından düzenlenen Halepçe gündemli resim sergisi önce ÖGB müdahalesi ile karşılaştı. Bu müdahalenin püskürtülmesi üzerine üniversiteye çevik kuvvet sokuldu. Edebiyat kantinine giren polis öğrencileri kalkanlarla kantinin köşesine kadar sürükleyerek copladı. Saldırıya sloganlar, ajitasyon konuşmaları ile yanıt verilmesinin yanı sıra kantinde bulunan öğrenciler alkışlarla polisi protesto etti. Saldırıdan sonra Hergele Meydanı’nda toplanarak alkışlarla ve sloganlarla fakülte dolaşıldı. Birçok yerde hem yaşanan saldırıyı teşhir eden hem de eyleme çağrı yapan konuşmalar yapıldı. “AKP, YÖK, MGK, TÜSİAD defol! Üniversiteler bizimle özgürleşecek!” pankartıyla Beyazıt Meydanı’na doğru yürüyüşe geçildi. Sirkeci tramvay duraklarında buluşan öğrenciler marşlarla ve sloganlarla eyleme başladılar. Beyazıt otobüs duraklarından “Halepçe’den bugüne kirli savaşa ve şovenizme son! Kürt halkına özgürlük!” şiarlı pankartla yürüyüşe başlandı. Edebiyat fakültesinden ve otobüs duraklarından gelen öğrenciler, Merkez Kampüs’teki öğrencilerin çıkmasını beklediler. Ana kapı önünde kısa bir bekleyişin ardından ana kapıyı açtıran öğrenciler “16 Mart 1978 Beyazıt... Katleden devlettir! Sorumlular cezalandırılsın!” pankartıyla alana geldiler. Öğrencilerin bir araya gelmesinin ardından basın metninin okunmasına geçildi. Basın metninin öncesinde “Bugün iş bırakan ve alanlara çıkan tüm emekçilerin mücadelelerini destekliyoruz!” diye başlayan konuşmanın ardından “Zafer direnen emekçinin olacak!” sloganı atıldı. Basın metninde 16 Mart katliamları anlatıldı ve devletin katliamcı yüzü teşhir edildi. Basın metni bittikten sonra 16 Mart katliamının gerçekleştiği Eczacılık Fakültesi’nin önüne gidilerek burada katledilen 7 devrimci anıldı. Anma yitirdiğimiz devrim

şehitlerimiz için bir dakikalık saygı duruşuyla başladı. Ardından fakültenin önüne 7 karanfil bırakıldı. Grup Vardiya ve Grup Yorum’un marşlarıyla anma sona erdi. Eyleme yaklaşık 400 kişi katıldı. İstanbul Ekim Gençliği

16 Mart ön çalışmalarından...

YTÜ: Yıldız Teknik Üniversitesi Beşiktaş kampüsünde 16 Mart Beyazıt katliamı ve Halepçe katliamlarını anlatan bildirileri, özellikle yemekhane ve Tonoz önü gibi öğrencilerin yoğun olduğu noktalarda dağıttık. Bildirilerle birlikte Can Dündar’ın hazırladığı Beyazıt katliamını anlatan “O Gün” isimli belgesel film gösteriminin çağrısını yapan davetiyeleri dağıttık. Film gösterimi etkinliğine 35 öğrenci katıldı.

YTÜ / Ekim Gençliği

İÜ: 13 Mart günü Edebiyat Fakültesi’nde 16 Mart Beyazıt katliamını anlatan bir belgesel gösterimi gerçekleştirdik. Gösterimden önce çıkardığımız el ilanlarını yaygın bir şekilde Fen-Edebiyat Fakülteleri’nde kullandık. Gösterime başladıktan bir süre sonra dekan yardımcısı, sivil polis ve ÖGB’ler eşliğinde kantine gelerek gösterimi yapmamızın yasak olduğunu söylediler. Bizler de gösterime devam edeceğimizi belirttik. Birkaç kez daha gelerek gösterime son vermediğimiz durumda polisin içeri gireceğini söyleyerek tehdit ettiler. Tüm bunlara rağmen gösterimi sürdürdük. Etkinliğe 60 kişi katıldı. Aynı saatlerde İÜ Merkez Kampüs’te de gerçekleşen etkinlik sırasında faşistlerin gelmesi sonucu gerginlik yaşandı. Yaşanan arbedenin ardından çevik kuvvet fakülteye girerek faşistleri koruma altına alıp kampüsten çıkardı.

İÜ Ekim Gençliği

MSGSÜ: Devrimci-demokrat-yurtsever öğrencileri olarak 13 Mart günü, Can Dündar’ın “O Gün” adlı belgeselini gösterdik. Merkez kantinde gerçekleştirdiğimiz etkinliğimizde bir arkadaşımız Beyazıt ve Halepçe katliamları hakkında kısa bir konuşma yaptı. Öğrencilerin ilgisinin yoğun olduğu belgeselin ardından bir konuşma daha gerçekleştirildi. Bu konuşmada da katliamların sorumluları olan egemenler teşhir edildi ve mücadele kararlılığı vurgulandı. 70’e yakın öğrencinin katıldığı etkinliğimizi “Faşizme karşı omuz omuza!” sloganıyla sona erdi.

MSGSÜ Ekim Gençliği

29


Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan, Hüseyin İnan... Darağacına dimdik yürüdüler, devrim davasına bağlılıklarını haykırdılar...

Partili mücadelemizde yaşıyorlar!

Konfederasyonu’dur. Türkiye’de ‘68 hareketi, devrimci gençliğin reformistlegalist soldan koparak devrimci örgütlenme ve mücadeleye girişmesini ifade ederken, işçi sınıfının da düzen sendikacılığından koparak devrimci sendikal örgütlenme ve mücadeleye girişmesi anlamına geliyordu. Kamu emekçileri de en yaygın sendikal ve demokratik örgütlenme düzeyine bu dönemde ulaşmıştı. Türkiye Öğretmenler Sendikası, 1969 yılında düzenlediği Devrimci Eğitim Şurası’nda, bu düzende devrimci bir eğitimin uygulanamayacağını, devrimci eğitim emekçilerinin “devrim için” eğitim vermesi gerektiğini karara bağlıyorlardı. İdam sehpasına Marksizm-Leninizm’i selamlayarak Dünyanın bir dönemine damgasını vuran devrimci gençlik yürüyen Deniz Gezmişler’in, düşünceleri gereği, DİSK ve TÖS hareketinin Türkiye cephesinde önderliğini üstlenenler arasında başta olmak üzere hemen tüm işçi-emekçi örgütleriyle doğal yer alan bu üç yiğit devrimcinin unutturulamayanlar kervanına ilişkileri bulunuyordu. Hatta, bu tür örgütlenmelerden yoksun katılmasında, idamları kadar, bıraktıkları mirasın da önemli bir bulunan kır yoksullarıyla dahi bir takım iletişim kanalları payı olduğu açıktır. Bu mirası özetle, devrimci örgütlenme ve yaratılmış durumdaydı. Dev-Genç’in, öğrenci gençliğin mücadele geleneği olarak tanımlayabiliriz. Denizler’in örgütlenmesi ve mücadelesinin yanı sıra, grevlerle, toprak geleneksel sol akımla yollarını ayırmalarının temelini ve işgalleriyle, işçi yürüyüş ve mitingleriyle de yakından bıraktıkları mirasın esasını oluşturan bu öz sayesindedir ki, ilgilendiği biliniyor. Türkiye devrimci hareketi zamanla bilimsel-tarihsel kanalına, Gerek gençlik hareketi cephesindeki devrimci örgütlenme işçi sınıfı devrimciliğine ulaşmıştır. ve mücadeleye bu yöneliş, gerek işçi ve emekçi hareketindeki Bu girişi “Denizler’in mirasına sahip çıkmak”tan aslında yükseliş ve devrimci gençlik örgütleriyle bu doğal ilişkisi, neyin anlaşılması gerektiğini vurgulamak için yaptık. düzen sahiplerini fazlasıyla huzursuz etmeye yetmiştir. Geleneksel devrimci akımlar tarafından, ‘71 darbesi, işte bu koşullarda hazırlandı ve gerçekleştirildi. miras, öncülerinin görüş, düşünce ve Hedef, önderlerini katlederek, örgütleri tarzlarını aynen sürdürmeye çalışmak Darağaç kapatarak, üyelerini larında M olarak algılandığı için buna ihtiyaç kovuşturarak, devrimci arksizm Leninizm duyduk. gelişmenin önünü e ve dev Düzenin bu üç yiğit devrimciyi, rime bağ kesmekti. haykırdı lılıkların lar... Deniz, Hüseyin ve Yusuf’u idam Denizler bunun için ı sehpasında katlederek sona erdirmek katledildiler. istediği dönemin baskın özelliği, Ancak, o kısacık devrimci değerlerin yükselişidir. ömürlerinde olduğu gibi, Ancak bu, dünya çapında etkin ‘68 idam sehpasına yürürken de gençlik hareketi kapsamında sergiledikleri tutumla, son Türkiye’de de devrimci gençlik sözleriyle verdikleri mesajla, hareketinin yükselişi değildir sadece. onlar, düzenin bu hedefini Düzen açısından çok daha tehlikeli baştan baltalamışlardı. Bu olmak üzere, işçi sınıfı ve sözlerde, bu tutumda belirgin Deniz Ge emekçilerin saflarında da devrimci biçimde öne çıkan, devrime Yaşasın M zmiş: “Yaşasın ta değerler, devrimci düşünce ve m bağıms arksizm-L olan sonsuz inanç ve bu inancın ız eninizm! halklarının Yaşasın T Türkiye! örgütlenmeye eğilim hızla kardeşliğ sağladığı müthiş özgüvendir. En ürk ve Kü i! Yaşasın Kahrolsu rt n empery iş güçlenmektedir. ç il e küçük bir tereddüt göstermeden, r, k öylüler! alizm!” Yusuf As Bu nedenledir ki, Denizler’i la inançları uğruna kendini feda n : “Ben ülk halkımın emin bağ mutluluğ idama götüren faşist darbecilerin, ım cesaretidir. sızlığı ve u için şere Sizler biz fimle bir i as devrimci gençlik örgütleriyle Bugün ideolojik ve örgütsel defa ölüy Biz halkım anlar şerefsizliğin orum. izle her g birlikte ilk kapattığı ve yönetici ızın hizm planda onlar ne kadar aşılmış ü n e hizmetind ti öleceksin iz. esiniz. Ya ndeyiz. Sizler Am ve üyelerine yönelik olursa olsun, genç devrimciler için e ş asın devri rika’ın faşizm!” mciler! K kovuşturma, tutuklama, işkence Denizler’den alınacak, öğrenilecek a hrolsun Hüseyin İn ve infazlarla yıldırmaya, yok a ve devam ettirilecek çok şey var. n : “Ben şah halkımın si hiçbir ç mutluluğ etmeye çalıştığı örgütlerden Öncelikle de onları idam sehpasına ık u ve bağım ar bayrağı b sızlığı için gözetmeden u ana kad biri de Devrimci İşçi dimdik yürüten inanç ve davaya ar şerefle s bayrağı T taşıdım. B avaştım. Bu ürk halkın Sendikaları bağlılık!.. unda ae köylüler v e yaşasın manet ediyorum. Y n sonra bu devrimcil aşasın işç er! Kahro iler, lsun faşiz m!”

Devrimc i yiğitlik leri ve adamışl ıklarıyla yeni kuşakla ra yol gösteriy orlar!..

30


Uzun bir süredir coğrafyamızda şovenizm bilinçli bir biçimde körükleniyor. Özellikle son bir yıldır sermaye topunu tüfeğini kuşanmış, Kürt halkına dönük kirli savaşa toplumsal bir zemin yaratmanın politikasını yapıyor. TSK’dan düzen partilerine, sermayenin kendi içinde çatışan bütün kliklerinin üzerinde ortaklaştığı bu saldırı politikalarının geride bıraktığımız birkaç ay içerisinde nasıl sınır ötesi boyutlara ulaştığını gördük. Yine bu aynı dönem, burjuva medya eliyle savaş çığırtkanlığının had safhaya ulaştığı, dahası türlü propaganda malzemesi ile şovenist illetin toplumun geniş bir kesimine bulaştırıldığı bir tabloyu da tetikledi. Faşist parti ile tümüyle aynı söylemlerle yol yürüyen CHP’nin başını çektiği kan edebiyatı ile toplumu zehirlemede önemli bir mesafe alındı. AKP eliyle yükseltilen dinsel gericilik ile topyekün tetiklenen bu siyasal gericiliğin önünün kesilememesi halinde ortaya çıkabilecek sonuçların ağır olacağı ortadadır. Öte yandan, sınır ötesi operasyonun maskaralığa varan bir tarzda sonlanması, AKP ile ordunun dengelerin değiştiği izlenimini yaratacak tarzda karşılıklı jestleri, son olarak açılan AKP’yi kapatma davası ise düzenin derinleşen krizinin önemli işaretleri durumundadır. Buraya kadar çizilen tablo sermaye düzeninin tablosudur. Bu tablonun Kürt halkına ve ülkemizin işçi ve emekçilerine çok ağır faturalarının olduğu açıktır. Ancak bundan sonra tablonun nereye evrileceğinde belirleyen doğrudan işçi ve emekçiler olacaktır. İşçi sınıfı ve emekçiler ya krizi derinleştirerek, sermaye düzenini bir çıkmaz sokağa sıkıştırmanın yolunu

seçecek ya da yıllardır içinde bulunduğu hareketsizliği aşamayarak, sermaye düzenine bu krizin yıkıcı sonuçlarına dönük önlem alabilecek geniş bir zaman dilimini tanımış olacaktır. 13-14 Mart günlerinde SSGSS Yasa Tasarısına karşı yükselen eylemler işçi sınıfı ve emekçilerin silkinip ayağa kalkma isteğinin bir göstergesi olması açısından önemlidir. Siyasal mücadele alanına çıkmış bir sınıf ve emekçi hareketi, bugünkü gericilik atmosferinin parçalanmasının da tek koşuludur. Önümüzdeki bahar süreci, bir süre sonra kutlayacağımız Newroz ve ardından 1 Mayıs, bu açıdan büyük bir önem taşımaktadır.

2008 Newroz’u sosyal yıkım saldırılarına bir meydan okuma olmalıdır!

Sosyal yıkım saldırıları son birkaç yıldır ciddi bir biçimde derinleşmiş durumdadır. ‘90’lı yılların ortalarında sessiz sedasız imzalanan GATS’ın sonuçları bugün yakıcı bir biçimde hissedilmektedir. Türk sermayesine tanınan 10 yıllık hazırlık süreci sona erdi. İMF’sinden, DB’sine emperyalist örgütlerin bütünü artık neoliberal dönüşümün tamamlanması yönlü “telkin”lerini güleryüzlü yaptırım tehditleri ile sürdürüyor. Öyle ki artık Türk sermayesi açısından bu adımları seri bir biçimde atmak dışında hiçbir çıkar yol yok. Bunun anlamı sosyal yıkım saldırılarının somut sonuçlarının önümüzdeki günlerde çok daha ağır bir biçimde hissedileceğidir. Bütün bu saldırıların üreteceği sonuç ise ayan

31


beyan ortadadır. İşçi ve emekçilerin daha da yoksullaşması, servetsefalet kutuplaşmasının görülmedik düzeylerde derinleşmesi, ücretli köleliğin yeni bir boyut kazanması, güvencesiz yaşam koşulları ile birlikte toplumsal bir çöküş... Bu saldırıların hayata geçmesinin önüne set çekebilecek tek güç ise, hangi etnik kökenden gelirse gelsin, bir bütün olarak işçi sınıfıdır! 2008 Newroz’u işte bu yüzden önemlidir. Gerek TC’nin sınırötesi operasyon hezimeti ve gerekse 13-14 Mart eylemsel süreçlerinin yarattığı moral güce dayanmak gibi bir olanağa da sahiptir. Newroz, geleneksel olarak düzene yönelik öfkenin en dolaysız olarak açığa çıktığı bir mücadele günüdür. Ve bu yıl tam da bu tarihsel özüne uygun olarak ezilenlerin, sömürülenlerin sermaye düzeninden hesap sorduğu, saldırılara karşı birleşik bir sesin yükseltildiği bir içerikte kutlanabilmelidir.

2008 Newroz’u şovenizme ve Kürt sorununa ilişkin tüm sahte açılımlara karşı bir savaş ilanı olabilmelidir!

Sermaye düzeninin Kürt halkına dönük inkar ve imha politikası boyutlanarak sürüyor. Türk burjuvazisinin bölgesel çıkarları ve emperyalizmle kurduğu ilişkinin ihtiyaçları çerçevesinde gerek Kürt halkını, gerekse Türk halkını hedef alan saldırılar derinleştiriliyor. Kürt halkını hedef alan saldırıların bir yanı Türkiye Kürdistan’ında artan baskı ve zor koşulları, tekrar azgınlaştırılan hukuk terörü ve elbette devreye sokulan devlet terörüyken, diğer yanı Kürt halkına DTP çizgisi sınırında dahi bir yaşam alanı bırakmayan reddiye tutumudur. Ötesi ise Kürt halkının toplumsal destek alabilmesinin bütün damarlarını tıkayabilecek bir propaganda düzlemi ile toplumsal alanın şovenist histeri ile zehirlenmesidir. Saldırının Türk halkını ilgilendiren kısmı da esasta budur. Türk halkı şovenist histeri politikalarına alet edilmekte ve yıllar yılı birarada yaşadığı kardeş bir halka düşmanlaştırılmaktadır. Türk halkından hiç değilse Kürt halkını hedef alan saldırılar karşısında sessiz kalması istermektedir. Gerektiğinde ise şehit cenazeleri, cumhuriyet mitingleri vb. kullanılarak, bütün bir halkın “kan” talebi ile meydanlara çekilmesi hedeflenmektedir. Türk halkı doğrudan kirli savaşın içine çekilerek onursuzlaştırılmaya çalışılmaktadır. Kürt halkı yıllardır kendisini hedef alan ulusal baskıya karşı Newroz’da alanlara dökülmektedir. Türk halkının ise Newroz alanlarını doldurmak için Kürt halkından daha çok nedeni bulunmaktadır. Zira Türk halkı hem kardeş bir halkı hedef alan

inkar ve imha politikalarını lanetlemek, hem de kendi yüzüne sürülen karayı temizlemek için Newroz alanlarında halkların kardeşliğini savunabilmelidir. Yine 2008 Newroz’u son günlerde AKP şahsında dillendirilen Kürt sorununda açılım tartışmalarına da yanıt vermek zorundadır. Kürt halkının onyılları bulan fiili-meşru mücadele çizgisi meydanlarda savunulmalı ve Kürt halkının hak kırıntısı değil özgürlük ve eşitlik istediği egemenlerin suratına vurulmalıdır.

Newroz’dan 1 Mayıs’a: İşçilerin birliği, halkların kardeşliği!

İçinden geçtiğimiz süreçte bugün en yüksek sesle ifade edilmesi gereken şiar hiç şüphesiz ki “İşçilerin birliği, halkların kardeşliği!”dir. Gerek sosyal yıkım saldırılarının kazanmış olduğu boyut, gerekse Kürt halkını hedef alan ideolojik ve fiziki saldırının düzeyi bugün bu şiarı geçmişte olduğundan çok daha somut bir içeriğe kavuşturmaktadır. 21 Mart günü Newroz alanlarında bir bütün olarak Kürt ve Türk işçi-emekçileri, işçilerin birliğini ve halkların kardeşliğini savunmalı, bu savunuyu güçlendirecek bir kitlesellikte alanları doldurmalıdır. Gençlik de bu mücadelede kendi yerini almalıdır. 2008 Baharı mücadelenin baharı olmanın bütün olanaklarını taşıyor! Öyleyse olanakları güce dönüştürmek için bulunduğumuz bütün alanlarda “İşçilerin birliği, halkların kardeşliği” şiarını yükseltelim. Mücadelenin baharı, burjuva egemenliğin yaprak dökümüdür. Burjuva egemenliğini parçalamak, sınıfsız, sömürüsüz, özgür ve eşit bir dünyanın temellerini atmak, ancak böylesi bir perspektifle mümkündür!

MSGSÜ’de Newroz kutlaması

32

Üniversitemizin tarihinde ilk kez Newroz'u kutlayarak halkların özgürlüğü ve kardeşliği mücadelesinde ısrarcı olacağımızı vurguladık. Okulumuzdaki faşist çeteler “Newroz isyandır! Bîji Newroz, bîji sosyalizm!” şiarlı afişlerimiz üzerinden gerginlik yaratmaya çalışmış ancak kararlı tutumumuz sonucunda bu girişimleri boşa düşürülmüştü. Bugün de okulumuzda ilk kez olarak Newroz kutlayarak mücadelemizdeki kararlılığımızı vurgulamış olduk. 19 Mart Saat 14.30’da diğer kampüslerden gelen arkadaşlarımızın da okula girmesiyle kutlamaya başladık. Bir arkadaşımız yaptığı konuşmada Newroz’un tarihsel önemine değinerek bugün Kürt halkı üzerinden yapılan kirli hesaplara karşı mücadelenin önemine vurgu yaptı. Daha sonra başka bir arkadaşımız söz alarak bu oyunların boşa düşürülmesinde ve kurtuluşta halkların kardeşliği ekseninde mücadelenin önemine değindi. Ardından Newroz ateşimizi yakarak halaya durduk. Kürtçe ve Türkçe marşlar ve türküler eşliğinde çektiğimiz halaylardan sonra Hernepeş’le etkinliğimizi sonlandırdık. Rektör yardımcısının “Okula polis çağırırım!” tehditlerine, bir hocanın ‘Güzel Sanatlar okulunun adını böyle şeyler yaparak kirletemezsiniz!” hezeyanlarına rağmen etkinliğimizi gerçekleştirmiş olduk. Ekim Gençliği, Yurtsever Demokratik Gençlik, Gençlik Derneği ve Devrimci Proleter Gençlik olarak örgütlediğimiz kutlamamıza alandaki ilerici, devrimci güçler de destek verdi. Newroz’a yaklaşık 70 kişi katıldı. MSGSÜ Ekim Gençliğ


Onlar devrimci direniş geleneğinin temsilcileriydiler...

Kızıldere şehitleri kavgamızda yaşıyor!

30 Mart 1972’de Kızıldere’de Mahir Çayan ile beraber 9 yiğit devrimci bir direniş destanı yazarlar. Bu destanda devrim ve sosyalizm mücadelesi uğruna tereddütsüz ölüme gitmenin, bu destanda siper yoldaşlığı geleneğinin, bu destanda düzenin saldırıları karşısında teslim olmamanın hikayesi anlatılır. ‘60’ların ikinci yarısında dünya ölçeğinde yakılan anti-emperyalist mücadele ateşi, Latin Amerika’dan Avrupa’ya ve elbette Türkiye’ye kadar çok geniş bir coğrafyada etki yaratmış, devrimci mücadelenin yarattığı heyecanla geniş kesimler mücadele alanlarına akmıştır. Türkiye’de de süreç burjuva reformizmden ve parlamentarizmden kopuş doğrultusunda ilerlemiş, düzeni ve devleti hedefleyen bir mecraya girmiştir. Gün geçtikçe kitleselleşen devrimci mücadelenin önünü alamayan sermaye düzeni, baskı ve zor mekanizmalarını devreye sokmuş ve çözümü gençlik mücadelesinin öne çıkan önderlerinin imha edilmesinde bulmuştur. Denizler yakalanır... Sermaye düzeni devrimci yükselişin önünü kesmek için Denizler’in idamına, yani imhasına karar verir. Böylece düzen bu üç yiğit devrimci üzerinden toplumun devrimci mücadeleden etkilenen kesimlerine gözdağı vermeyi hesaplamaktadır. Ancak, ‘70’lerin ortaları ile beraber görüleceği üzere, evdeki hesap çarşıya uymayacak, mücadele çok daha güçlü bir biçimde yeşerecektir! Denizler’in tutuklanmasının ardından kapalı kapılar ardından karara bağlanmış bir yargılama süreci yaşanır. O dönem ABD’de hazırlanan raporlar incelendiğinde, Denizler’in idam kararının alındığı kapıların adresi de açıklıkla okunabilir. Denizler’in imhası kararının açıklanmasının ardından ülke genelinde yoğun bir kampanya süreci başlatılır. İdamın engellenebilmesi için bir yandan imza kampanyaları yürütülürken, diğer yandan hukuki mücadele sürdürülür. Denizler’e destek eylemlerinin ardı arkası kesilmez. Aynı süreçte Denizler’in idamını engellemek

amacıyla THKO ve THKP-C militanları ortak bir eylem gerçekleştirirler. Mahir Çayan’ın da içlerinde bulunduğu sözkonusu eylem grubu Sinop’taki NATO üssünde bulunan İngiliz askerlerini kaçırırlar. Tokat’ın Niksar İlçesi’ne bağlı Kızıldere Köyü’ne gelen Mahir ve arkadaşları, burada bir ihbar sonucunda pusuya düşürülürler. 10 yiğit devrimci teslim olmak yerine direnmeyi seçer, saatler süren çatışmanın sonunda katledilir. On’lar Kızıldere’de devrim ve sosyalizm davasına bağlılığın ve siper yoldaşlığının en güzel örneklerinden birini yaratmışlardır. En özlü ifadesi ile o gün orada, bugün hala yolumuzu aydınlatan bir direniş geleneği, 10 yiğit devrimcinin kanı ve canı pahasına yaratılmıştır!

Devrimci mirasımıza sahip çıkıyoruz!

Bugün sermaye düzeni bizlere yalnızca eğitimi ticarileştirerek ve üniversitelerimizi birer hapishaneye dönüştürerek saldırmıyor. O bizleri popüler kültürün derin sularında boğmaya, kişiliksizleştirmeye ve yabancılaşmış bir toplumsal yaşam içerisinde yalnızlaştırmaya çalışıyor. Bu noktada binbir türlü aracı devreye sokuyor. Bu araçlardan birini ise devrimci değerlerin ve kültürün içinin boşaltılması oluşturuyor. Öyle ki, sermaye düzeninin temsilcilerinin oturduğu mecliste, daha 30 yıl önce elleri titremeden idama gönderdikleri Denizler’e itibarlarının geri verilmesi tartışılabiliyor. Ya da yıllar yılı komünist kimliği ile öne çıkmış devrimci ozan Nazım Hikmet’in eserlerine, Yapı Kredi el koyabiliyor. Bu bilinçli saldırıya ilişkin daha pek çok örnek verilebilir... Öte yandan, sözkonusu ‘68’lerin, ‘78’lerin birikimi olunca, maalesef birilerinin sermaye düzeninin ekmeğine yağ sürdüğünü gerçeği de orta yerde duruyor. ‘68’ler ve ‘78’ler Derneği gibi nostaljik örgütlenmeler, Mahirler’in ve diğer

33


devrimci önderlerin mücadele çizgilerini teğet geçerek, onların devrimci mirasını nostaljik bir simge haline getirmeye çalışıyorlar. Mahirler’in devrimci kimliklerine dönük vurgulardan özenle kaçınarak, salt “katledilen genç üniversiteliler” olmalarını öne çıkartıyorlar. Sermaye düzeninin giriştiği ideolojik saldırılardan daha etkili sonuçlar üretebilen bu yaklaşım, Mahirler’in, Denizler’in ne için, hangi ideolojikpolitik tercihler çerçevesinde ölümü göze aldıklarını bilinçli olarak görmezden geliyor. Devrimci olanı ehlileştirme çabası olarak da adlandırılacak bu çabaların boşuna olduğunu söylemeye bile gerek yok. Zira Denizler’in, Mahirler’in kavgasının bugünkü yürütücüleri, devrimci simgeler ile içi boşaltılmış simgelerinin farkını her adımda ortaya koymanın mücadelesini veriyorlar. Sermaye düzeni ise çok açık ki devrimcilerin ölüsüne dahi tahammül edemiyor. Geçtiğimiz yıllarda İstanbul Üniversitesi’nde gerçekleştirdiğimiz bir Kızıldere anması öncesinde üniversite koridoruna astığımız pankartın burjuva medya tarafından nasıl hedef haline getirildiği hatırlardadır. “Teröristi övüyorlar” diye nasıl yaygara kopartıldığı da... Mahir ve O’nun yoldaşları, siper yoldaşları, bu coğrafyada devrim ateşinin büyümesi, işçi sınıfı ve emekçilerin, bütün ezilenlerin sınıfsız-sömürüsüz bir dünyaya kavuşması için mücadele eden devrimci önderlerdir. Bu uğurda ölümü tereddütsüzce kucaklayan, bu topraklarda direnme geleneğinin tohumlarını atan bu yiğit devrimciler, bu kimlikleriyle bu ülkenin gençliğine her zaman yol göstermeye devam edeceklerdir.

Devrimci geleneği yaşatacağız!

Katliamların hesabını devrimle soracağız!

34

Türk sermaye devletinin tarihinin hemen her sayfasına bir katliam notu düşülebilir. Kızıldere’den Sivas’a, Maraş’tan Çorum’a bu hep öyledir. Özellikle Mart ayı bu katliamların ardı ardına yaşandığı, deyim yerindeyse Türk sermaye devletinin işçi ve emekçilerin, onların temsilcilerinin kanı ile beslendiği bir tarih olarak hafızalara kazınmıştır. Mart ayının ilk yarısından özellikle akıllarda yer eden iki alçak katliam ise açık ki 16 Mart’ta Beyazıt’ta, 12 Mart’ta Gazi’de yaşananlardır. Bizler bu katliamların hiçbirini unutmadık. Ne devlet eliyle bombaların hedefi haline getirilen genç devrimcileri, ne de Kızıldere’de katledilenleri... Darağacında asılanları unutmadık! İşkence tezgahlarında katledilenleri de... Unutmamak, devrimci mirasa sonuna kadar sahip çıkmayı, bu katliamların hesabını sormayı gerektiriyor. Katliamların hesabı ise ancak ve ancak devrimci mücadelenin yükseltilmesi ile sorulabilir. Devrimci mirasa sahip çıkmak demek, bu yiğit devrimcilerin uğruna öldükleri davaya sahip çıkmak ve bu davayı zafere ulaştırmak demektir. Denizler’in, Mahirler’in, İbrahimler’in yoldaşları olan bizler, devrimci mirasımıza sahip çıkma ve katliamlardan hesap sorma bilinciyle güne yükleniyoruz! On’ların anılarına, sınıfsız ve sömürüsüz bir dünya mücadelesini büyüterek sahip çıkıyoruz!


Türk halkı bir tercih yapmak zorunda...

İnsanlığa veda mı, insan olmanın onuru mu?

Savaş çığırtkanlığında sınır tanınmayan bir dönemden geçiyoruz. Hemen her dakika arşivlerden çıkartılmış tanıdık militarist marşları duymak mümkün… Gazete manşetleri el yakıyor, haber bültenleri toplumu bir bütün olarak ölüme yabancılaştırıyor. Sunucular, şarkıcılar, şovmenler, komedyenler yani şov dünyası içerisinde bu sıralanan sıfatlarla kategorilendirilmiş ayrıcalıklı benzeşler, kirli savaştan nemalanabilmek adına TC saldırganlığına güzellemeler yapmakta birbirleri ile yarışa girmiş durumdalar. Kirli savaşın böylesine derinleştiği ve bir bütün olarak Kürt halkının imhası için kolların sıvandığı bu günlerde belki işin bu yanını tartışmak anlamlı görünmeyebilir ilk elden. Ancak toplumsal ruh halini, bilinci, duyguyu çok doğrudan etkileyen bu gelişmeler de –topla tüfekle yürütülmese de- kirli savaşın etkili bir parçası.

Kirli savaş güzellemeleri reyting getiriyor!

Bugün televizyon kanallarının sözleşmiş bir biçimde sahiplendikleri yayıncılık çizgisine dikkat edildiğinde, kirli savaş güzellemelerinin ciddi bir reyting getirdiğini görmek mümkün. Bunu en sıradan televizyon dizisinde karakterlere kurdurulan repliklerden, Beyazıt Öztürk gibi şovmenlerin tutumlarından, Ebru Gündeş gibi kendisini Ahmet Kaya’ya fırlattığı çatal bıçaklardan tanıdığımız tescilli bir faşistin söylemlerinden anlamak mümkün… Bu olağan zamanın suya sabuna dokunmazları bir anda en vatanperver, en orducu, en “bir başkadır benim memleketimci” kesiliyorlarsa eğer, bunun gerisinde sermaye düzeninin medya ve onun maymunlarına yüklediği “beyin yıkayın” görevini en ziyadesiyle yerine getirmek sevdası vardır. Zira bu görevin karşısında elde edilecek fayda öyle kolay azımsanacak cinsten değildir. Bu faydanın bir yanı ayrıcalığın sürekliliğinin güvencesi ise, diğeri en azından rüzgar başka yönde esene kadar birçok kapının açılmasını sağlayacak bir altın anahtardır. Burada sayılan ve sayılmayan isimler… Bunların bir tanesinin dahi önemli olduğu iddia edilebilir mi? Ebru Gündeş vatan millet Sakarya demiş, Beyazıt Öztürk’e aferinmiş, şehit haberlerini alınca programını yarıda kesmiş, başka bir tanesi Ebru Gündeş’e nasıl olduysa “bunlar klişe sözler, insanlar ölmesin” mahiyetinde bir yanıt veren Bülent Ersoy’a “kendini bilmez” demiş… Bu insandan bozmaların oturdukları sırça köşklerinden aslan Mehmetçik kesilmeleri… Ne kadar da gülünç… Artık herkese “insan” dememeli!

Taraf gazetesi hakkında inceleme başlatılmış. Çünkü ölen askerler ile ölen gerillaları aynı kefeye koymaktaymış bu gazete… Her iki tarafı “insan” olarak adlandırmaktaymış. Oysa medya ordusu ölümlere yabancılaştırmakla görevlendirilmiş durumda. Yani? Ölen askerler “insan” değil…

A. Eylül

En yetersiz ifadesiyle aslan, kaplan… Başka bir mertebe onlar, insan üstü, şehit… Ölen gerillalar da elbette “insan” değil. Terörist onlar… Duygusuz, cani ve insan dışında her türlü sıfatı hak edebilecek türden ve hatta sadece “kelle”… Onlar, tıpkı Holywood filmlerinin Koreli, Rus psikopatları gibi… İşte böylece yüreklerine su serpilmiş oluyor çocuklarını askere yollayan ailelerin… Çocukları kendilerine tek bir fayda sağlamayacak bir kirli savaşın içerisine itiliyor… Ama dönenler “katil” olmadan dönüyor! Yalnızca kelle topluyor, bir hayvan sürüsüne saldırıyor… Aile, oğlunun halen tertemiz bir insan olarak kalabildiği düşüncesi ile rahatlıyor… Türk devletinin kirli politikaları sonucunda yaşamını yitirenlerse şehit oluyor ve ailenin başı arşa değiyor ve en azından çocuklarının öbür dünyada yüksek bir tahta kurulacağı düşüncesi ile acılarını yüreklerine gömüyorlar… Artık herkese insan dememeli gerçekten de! Birileri kan dökmenin edebiyatını yapıyor, birileri öldürülen insanlardan “kelle” diye bahsetmekle gurur duyuyor, birileri çıkıp bu çamurlu sudan kar elde etmenin yolunu yapıyorsa, süregiden bu imha ve talan düzeni için en önemli olanından en önemsiz olanına kadar hemen hepsine sadece “insandan bozma” diyelim ve milyonlarca insanın bilinci üzerinde oynanan bu kalleşçe oyunu bozmanın mücadelesini yürütelim. Biz insanlığımızı kaybetmeden…

ABD’nin Ortadoğu politikaları karşısında kayıtsızlığını sürdüren Amerikan halkları bugün bütün dünya halklarının gözünde Afganistan, Irak işgali başta olmak üzere ABD yönetiminin her nevi saldırganlığının işbirlikçisi olarak algılanmaktadır, algılanmalıdır da… İsrail siyonizminin Filistin’de uyguladığı zulüm, İsrailli yerleşimcilerden soyutlanarak, salt siyonist şeflere özgülenebilir mi? Pek, tabii ki hayır… Alman faşizminden, faşizme karşı mücadele etmeyen her Alman tek tek sorumludur… Bu örnekler elbette uzatılabilir. Şimdi, Türk halkının önünde bir tercih şansı vardır… Ya yaşadığımız düzende zor taşınır bir sıfat olan- insan olma sıfatına sahip çıkacak ve Kürt halkına çevrilmiş namluların önünde siper olacak, ya da kolayını seçecek ve bu seçim karşısında insanlığına veda edecek... (Sosyalizm için Kızıl Bayrak, sayı: 2008/09, 29 Şubat 2008)

35


Aşkale’de resmi bir törenden kareler…

Resmi bir cinnet-temsili bir cinayet!

Erzurum’un Aşkale ilçesinin düşmandan kurtuluşunun 90. yılında şovenist histeri eşliğinde törenler düzenlendi. “Bebek katili Ermeniler ve onlara haddini bildiren Türkler” temalı etkinlik, Kuzguncuk’tan Adalar’a kadar eskiden gayrimüslimlerin yoğun olarak yaşadıkları semtlerin bugün nasıl Türkleştiğinin, 17 yaşında gençlerin neden rahipleri bıçaklayıp, Dink’i gözünü kırpmadan öldürdüklerinin yanıtlarını taşıyordu. “Bir bebekten katil yaratan zihniyetin” protokol koltuklarına kurulduğu, katile dönüşmesi muhtemel bebeklerinse seyircilere ayrılmış alanda çığlıklar atarak, korku içerisinde kaldıkları törende, varlığını halkların inkarı ve imhasına dayandıran sermaye devleti gerçeği, katliamları reva gören TC vatanperverliği ile bütünleştirilerek sahneye kondu. Aşkale’de tek bir Ermeni bile kalmamıştı ama Aşkale’nin gerçek düşmanına teslim olduğu, törende sergilenen ilkelşoven müsamere ile gün yüzüne çıkmış oldu.

Pis alkolikler, bebek katilleri-karın deşenler ve dinsizler…

36

Aşkale’de oynanan müsamere bilinen bu üç klişe üzerine kuruluydu; pis alkolikler, bebek katilleri-karın deşenler ve dinsizler… Bu törende bu üç klişe niteleme sıfatından payını alan Ermeniler’di, fakat başka sefere, geçmişte de defalarca olduğu gibi Ermeni yerine ifade edilen bizzat Kürtler olabilirdi, gerektiğinde Rum, Alevi, Süryani’ler de tercih edilebilirdi. Aşkale Kaymakamı’nın girişimi ve bizzat yönlendiriciliği ile düzenlenen törende Aşkale’nin düşmanlardan yani Ermeniler’den kurtuluşu canlandırılmak istenmiş, bunun için yazık ki hademesinden temizlik işçisine Aşkale emekçilerinden bazıları, saçları biryantinlenip, ellerine viski diye tutuşturulan çay dolu bardaklarla Ermenileştirilmişlerdir. Ardından Aşkale emekçileri oyuncak bebekleri öldürmüş, karınlarını deşmiş ve tabii bu sırada seyircilerin arasında olan ve her türlü resmi törenin süsü konumundaki ilkokul öğrencileri ağlayarak, çığlık çığlığa yüzlerini kapamışlardır… Bebekleri öldüren Ermeniler durmamış ve imam rolündeki kişiyi temsilen asmışlar ve böylece dinsiz-imansızlıklarını cümle aleme ilan etmiş, ilkokul çocuklarının da bilincine kazımışlardır. Sonra “vatanperver” Türk rolüne bürünmüş lise öğrencileri hızla sahneye çıkarak bu “Türk’den bozma Ermeniler’den” Aşkale’nin intikamını almış, Aşkale’yi kurtarmıştır. Tıpkı Ogün Samast’ın Hrant Dink’i katlederken, Türkiye’yi

bilinmez bir tehlikeden kurtardığı gibi övünçle oradan uzaklaşmışlardır. Kısacası Aşkale’de resmi bir cinnetin temsili bir örneği sergilenerek, bir kez daha yıllar yılı süregelen inkar ve imha politikasına küçük bir ilçe sınırında cila çekilmiştir. Törenin ardından ise Kaymakam da ortaya çıkan bu üründen hoşnut kalmadığını belirterek, bir sonraki seneye “Ermenisiz” bir tören düzenleyeceklerini ilan etmiştir. Ne ironik!.. Zira Kaymakam’ın unuttuğu Aşkale’nin zaten, kendisinin mirasçısı olduğu zihniyetin bir ürünü olarak, 90 yıldır Ermenisiz kaldığıdır.

TC’nin tarihi ve dehşet hikayeleri

Maraş katliamı bu coğrafyada hale günceldir, hatırlardadır. Orada yaşanan katliam, orada dökülen kan, karınları deşilen hamile kadınlar kolay kolay unutulmayacaktır. Sahi hangi kanı bozuk vardır bu katliamın gerisinde? Ermeniler olmadığı açık! Zira sermaye devleti Ermeniler’e o tarihe kadar yaşama hakkı tanımamıştır. Peki bebek katili sıfatını kim taşıyacaktır?! Malatya katliamında “misyoner” denerek katledilenler hangi dine mensuptur? Katledenler hangi tanrıya inanmaktadır? Sorular bir yana, açık ki sermaye devletinin tarihinin her dönemi, inkar ve imhanın “anıtları” ile doludur. “Anıtları” ile zira, sermaye devleti önce inkar etmiş, sonra katletmiş, ardından da ya bu saldırganlığının kendisini gerekçelendirmeye, mazur göstermeye çalışmış, ya da bugün sınır ötesi saldırganlık sürecinde de görüldüğü üzere insanlık dışı uygulamalarını anıtlaştırmıştır. Bu coğrafyanın Ermeniler’i, Rumlar’ı, Kürtler’i, Aleviler’i, Süryaniler’i sermaye devletinin 85 yıllık tarihinin hemen her döneminde sopadan geçirilmiş, tarih kitaplarında adları küfürle anılmıştır. 6-7 Eylül olayları, Trakya katliamı, Kürdistan’da hemen her gün yaşanan katliamlar, Kıbrıs çıkartması, Maraş, Çorum, Sivas katliamları ilk elden akla gelenlerdir. İşte böyle bir tarih birikiminin, böyle bir 85 yıllık mirasın Aşkale’de ilkel-şoven bir müsamere ile buluşmuş olması da şaşırtıcı değildir. Şaşırtıcı olmamakla birlikte Aşkale’de tehlikeli olan, insan olan herkesi dehşete düşüren bir oyun sergilenmiştir. Zira bugüne kadar sermaye devletinin resmi politikası en sert biçimlerde uygulamaya konsa dahi en azından inceltilmeye çalışılmıştır. Aşkale’de ortaya çıkan ise, nereden tutulursa tutulsun küfre methiye, katliama övgüdür!


İşte Dink cinayetinin ardında yatan zihniyetin kalemşörlerinden biri olan Oktay Ekşi’nin Aşkale’deki törenden rahatsız olmasının gerisinde de bu yalınlık, bu çekincesiz övgü ve dengesiz methiye hali yatmaktadır. Ermeni katliamına ilişkin tartışmalar yürürken, satır satır Ermeniler’e kara çalan bu yazar, Aşkale’deki töreni, kendisinin yıllardır “TC saldırganlığını ve ötekilere düşmanlığı incelterek aklama” yollu harcadığı emeğe saygısızlık olarak görmüş olsa gerek… Aynısı Ertuğrul Özkök için de geçerli. Daha bu yıl içerisinde Kürtler’e “ayağınızı denk alın” diyen ve geçmiş katliamları hatırlamayı salık veren Özkök, Aşkale’deki tören karşısında dehşete düşmüş görünüyor. Özkök’ün “Ermeni dölü” genellemesi ile bir sorunu olmayacağı açık, ama belli ki sermaye devletinin saldırganlığının bodoslama bir biçimde aklanmaya çalışılması ona da yöntemsel olarak hatalı geliyor.

Peki ya oradaki çocuklar ve gençler!?

Aşkale’nin ardından akıllara takılan soru esasta bu oluyor: Peki ya oradaki çocuklar ve gençler!? Ermeniler’i katletmek rolünü üstlenmiş liseli gençler büyüyünce ne olacak? Ve bu töreni zorla seyre getirilmiş ilkokul çocukları… İşte Rakel Dink’in Hrant Dink’in ölümünün ardından sürekli doğruluğu kanıtlanan sözü burada büyük bir anlam kazanıyor. Bu gençler bir öğrenim hayatı boyunca tarih kitaplarından öğrenecekleri, bir hayat boyunca haber bültenleri ve gazeteler aracılığı ile içselleştirecekleri düşmanlığı resmi bir törende hatim etmeye zorlandılar. Gerçi bu karanlık düzenin Ogün Samastlar’dan katil yaratmak için böylesi müsamerelere ihtiyacı yok, ama yine de Aşkale’de yaşanan rezilliği, karanlığın bugün ne kadar geniş bir kesimi katilleştirmek istediğinin ve bu uğurda her yolu mübah gördüğünün çarpıcı bir örneği olarak ele almak gerekiyor. Bu tören, 6-7 Eylül gibi, bu tören Maraş gibi, Çorum gibi kabul edilmeli ve sermaye devletinin kanlı tarihini anlatan sayfalara bir itirafname olarak bu törenin notu düşülmelidir!..

Sam Amca hala seni istiyor!

Şu sıralar gazete köşelerinde ve internet sayfalarında dikkat çekici bir reklam yer alıyor. Biraz zorlayınca, avea’nın genç “tüketicileri” hedef aldığı bir kampanyası olduğu anlaşılan Patlıcan’ın reklamı... Şiar açık ve net: “Amerika seni çağırıyor!” Niyet açık ve net: Zira şiarın gerisinde “Sam Amca” bir kez daha o bildik parmağını tehdit edercesine sallıyor! İşgal, kan ve ölümle özdeşleşmiş, ABD’nin kanlı tarihinin tasviri haline gelmiş bir resim gençliği hedef alan bir reklam kampanyasının odağına oturtuluyor.

Kasaptan amca, devletten baba, köpükten özgürlük!

1917 yılında James Montgomery Flagg tarafından yapılan Sam Amca posteri, gerek 1. Dünya Savaşı, gerekse 2. Dünya Savaşı sırasında ABD’nin en önemli savaş propaganda araçlarından biri olarak tarihteki yerini almıştır. ABD bayrağının yaldızlarını kuşanmış Sam Amca’nın parmağını doğrultarak gençliği savaşa çağırdığı bu poster, “Amerikan ordusu için seni istiyorum” sözleri ile ABD’yi belki de en iyi teşhir eden posterlerin başında gelmektedir. Bu afişin tasarlanmasının üzerinden 90 yılı aşkın bir süre geçti. Ve nihayet emperyalist barbarlığın savaş politikalarına maddi-manevi destek toplamasının bu cafcaflı aracı, başlangıçta neyi amaçladığından bağımsız olarak, bugün ABD’nin kirli ve kanlı tarihinin bir tasviri, Sam Amca’nın kana susamışlığının bir belgesi olarak bilinçlere kazınmıştır. Sam Amca imgesinin nereden ve nasıl çıktığı hala tartışmalıdır. Rivayetler arasında en yaygın olanına göre, o yıllarda ABD ordusuna et sağlamakla görevli bir kasabın yolladığı koliler bu imgeye kaynaklık etmiştir. Kolilerin üzerindeki U.S. damgası askerler arasında Uncle Sam esprilerine konu olmuştur. Yani, rivayete göre Sam Amca’nın kökeni bir ordu kasabıdır. Sonuçta bu bir rivayet olsa da, ABD’nin kan ve sömürü üzerine kurulu tarihi düşünüldüğünde, kasap benzetmesi fazlasıyla yerine oturmaktadır. Emperyalist haydutların dünya kaynaklarının kontrolünü ele geçirmek, sömürü ve talan üzerine kurulu saltanatlarını sürdürmek için ilk ele geçirmeleri gereken toplumsal bilinçtir. Bunun için türlü yola başvurulur. Bu uğurda herşey mübahtır. İnsan kasabından amca, devletten baba, kraliçeden ana yaratmak bunun bir yoludur! Geçmişte salt ABD’yi simgeleyen Sam Amca afişi bugün çok daha geniş bir anlam kazanmıştır. Evet Sam Amca hala kasaptır; Irak, Afganistan, Lübnan, Filistin Sam Amca’nın akıttığı kanla yıkanmıştır. Ama bugün Sam Amca 90 yıl önceki Sam Amca’dan çok daha küresel ve çok daha vahşidir! Değişen dünya ile beraber Sam Amca’nın gençlikten talepleri de çeşitlenmiştir. Bütünüyle değiştiği söylenemez ama o tehditkar parmak bugün bir yandan katilliğe/kurbanlığa çağrı yaparken, diğer yandan ücretli köleliğe ve bu köleliği içselleştirmeye de aynı ısrarla çağrı yapmaktadır. Patlıcan’ın reklamı bir Sam Amca uyarlaması... Ve bu uyarlamada gençlerin “Amerika seni çağırıyor!” genelliğinde bir ifade ile etki altına alınmak istenmesi de Sam Amca’nın “küresel” taleplerindeki çeşitlilikten ileri geliyor olsa gerek. Patlıcan reklamıyla ABD’nin gençleri neye ve niye çağırdığı muğlak olsa da, özelde ABD, genelde emperyalizmin tarihine dair asgari bir fikre sahip olanlar açısından olanca açıklığı ile sırıtıyor. Patlıcan gençleri, köpükten bir özgürlükte boğulmak, demokrasi enkazı altında can vermek, Amerikan rüyasına tutunarak köleliğe boyun eğmek için tüketmeye çağırıyor. Açık ki Sam Amca hala gençliği ele geçirmek istiyor. Ama yalnız er olarak değil, sadık bir köle, kendini teslim etmiş bir kukla olarak... İnsanlığımız üzerinden yürütülen bu hesapları bozmak için köpüğün köpük, enkazın enkaz, karşımıza kaplan gibi çıkartılan kağıdın bir çırpıda yırtılabilir olduğunu görmek gerekiyor!

37


“Bu bir veda değildir”

Fidel Castro Ruz

38

Sevgili yurttaşlar, 15 Şubat’ta, size bir sonraki düşüncemde bazı yurttaşları ilgilendirecek bir konuyla ilgileneceğime söz vermiştim. Bu nedenle, bu mesajı yayınlıyorum. Devlet Konseyi’ne, başkanına, başkan yardımcısına ve sekreterine aday gösterme ve bunları seçme anı geldi. Yıllardır, Başkanlık konumunu meşgul ettim. 15 Şubat 1976’da, Sosyalist Anayasa, serbest, doğrudan ve gizli oyla, oy verme hakkına sahip kişilerin %95’in üzerindeki oyuyla onaylandı. İlk Ulusal Meclis aynı yıl 2 Aralık’ta kabul edildi. Bu da Devlet Konseyi’ni ve onun başkanlığını seçti. Öncesinde 18 yıl boyunca başbakanlık yaptım. Her zaman, halkın ezici çoğunluğunun desteğiyle devrimci görevi ileri taşıyabilmek için önemli imtiyazlara sahip oldum. Kritik sağlık durumumun bilincinde olan yabancılar, benim 31 Temmuz 2006’da Birinci Başkan Yardımcısı Raul Castro Ruz’a bıraktığım Devlet Konseyi başkanlığından geçici geri çekilmemin nihai olduğunu düşündüler. Ama aynı zamanda Silahlı Kuvvetler Bakanı da olan Raul ve parti ile devlet yönetimindeki diğer yoldaşlar, kendi kişisel erdemleri dolayısıyla beni, dengesiz sağlık durumuma rağmen, kamusal hayatın dışında düşünmek konusunda isteksizdiler. Bu, benden kurtulmak için mümkün olan her şeyi yapmış muhaliflerim karşısında, benim için rahatsızlık veren bir durumdu ve [bu duruma] uymaya kendimi gönülsüz hissettim. Daha sonra, gerekli inzivam sırasında, daha çok okuma ve düşünmenin yanı sıra aklımın tüm yönetimini geri alabildim. Eski halime gelmeye müteakip ve iyileşme programlarına katıldığım saatlerde yazabilmek için yeterli fiziksel kuvveti edindim. Temel mantık, böylesi faaliyetlerin benim erişim alanım içinde olduğunu gösterdi. Diğer taraftan, sağlığıma gönderme yaparken, aykırı bir sonun, halkımıza, mücadelenin ortasında sarsıcı haberler getireceğini hissettiğimden beri, yükselen beklentilerden kaçınmak [konusunda] aşırı dikkatliydim. Bu nedenle ilk görevim, halkımızı hem politik hem psikolojik olarak uzun yıllar süren mücadelenin ardından benim yokluğuma hazırlamaktı. İyileşmemin “risksiz olmadığını” söylemeyi sürdürdüm. Her zaman arzum, son nefesime kadar görevlerimi yerine getirmek olmuştur. Ancak sunabileceklerimin hepsi bu. Son zamanlarda beni, Devrimimizin kaderi için azami önemdeki birçok anlaşma kararının alınması gereken parlamentonun bir üyesi olmam için seçerek çokça onurlandıran en sevgili yurttaşlarıma, “hem talip olmadığımı hem de kabul etmediğimi”, tekrarlıyorum, “Devlet Konseyi Başkanlığı’ndaki ve Başkomutanlık’taki görevlere hem talip olmadığımı hem de kabul etmediğimi” bildiriyorum. Ulusal Televizyon Programı Yuvarlak Masa’nın yöneticisi Randy Alonso’ya hitaben yazılan kısa (benim isteğimle kamusal

hale gelen) mektuplarda, bazı mektupların amacını muhataplarımın bile bilmemesine rağmen, ihtiyatlı biçimde bugün yazdığım bu mesajın bileşenlerini ortaya koydum. Gazetecilik bölümünde öğrenci olduğu günlerden iyi bildiğim Randy’ye güvenirdim. Bu günlerde, hemen hemen haftalık olarak, [çeşitli] illerden gelen üniversite öğrencilerinin baş temsilcileriyle yaşadıkları Kohly’deki büyük evin kütüphanesinde buluşurdum. Aşağıdaki paragraflar, 17 Aralık 2007’de Randy’ye gönderilen mektuptan seçildi; “Şuna güçlü biçimde inanıyorum ki, ortalama 12. sınıfa kadar eğitim görmüş, bir milyon üniversite mezunu olan ve bütün vatandaşlarının hiçbir şekilde ayrıma uğramadan eğitimli hale geldiği Küba toplumunun yüzleştiği mevcut sorunların cevapları, her somut sorun için bir satranç oyununun içerdiğinden daha çok değişken gerektiriyor. Bir tek ayrıntıyı dahi dikkate almazlık yapamayız. Eğer devrimci bir toplumdaki insan varlığı, içgüdü üzerinde hakim gelmekse, bu kolay alınacak bir yol değildir.” “Benim öncelikli görevim makamıma yapışmak ya da genç insanların yoluna dikilmek değil mütevazı değeri içinde yaşama ayrıcalığına sahip olduğum özel dönemden gelen kendi deneyim ve fikirlerimle katkıda bulunmak.” “Niemeyer gibi, kişilerin sonuna kadar tutarlı olması gerektiğine inanıyorum.” 8 Ocak 2008 tarihli mektuptan; “... Birleşik oyun sıkı bir destekçisiyim (bunun bilinmeyen erdemleri koruyan bir ilke olduğunu düşünüyorum), çünkü bu bize eski sosyalist blok ülkelerinden tek bir adayın portresini kopyalama eğiliminden kaçınma olanağı sağladı. Sosyalizmi kurmaya dönük bu ilk girişime derin saygı duyuyorum; seçtiğimiz yolda ilerleyenlere teşekkürler.” Ve o mektupta ‘bütün dünyanın şanının bir mısır tanesine sığacağını asla unutmadığımı’ tekrarladım. Bu nedenle, fiziksel olarak sunabileceğimden daha fazla hareketlilik ve adanmışlık gerektiren bir sorumluluğu kabul etmem vicdanıma bir ihanet olacaktır. Ne iyi ki, Devrimimiz hâlen, sürecin erken aşamalarında çok genç olan kadrolarına eski tüfekleri kadar güvenebilir. Dağlardaki savaşa katıldıklarında bazıları çok gençti, çoğunlukla çocuktular ve sonra kahramanca başarılarıyla ve enternasyonalist görevleriyle ülkeye gurur verdiler. Onlar bu görev değişikliğini gerçekleştirecek yetki ve deneyime sahipler. Karmaşanın temelini ve nerdeyse ulaşılamaz devrimi örgütleme ve yönetme sanatını bizimle beraber öğrenen ara bir nesil de var. Yol her zaman zor olacak ve herkesin yetenekli çabalarına ihtiyaç duyacak. Sözüm ona kolay yolun savunulmasına ya da onun antitezi olan kendini kamçılamaya itimat etmem. Her zaman en kötü ihtimale hazırlıklı olmalıyız. Başarılıyken ihtiyatlı olduğumuz kadar, güçlükteyken de sağlam durma ilkemizi unutmamalıyız. Hasmımız çok güçlü, ancak onu bir yarım yüzyıldır körfezde alıkoymaya muktedir olduk. Size veda ediyor değilim. Tek arzum fikirler savaşında çarpışan bir nefer olmak. “Yoldaş Fidel’den düşünceler” başlığı altında yazmaya devam edeceğim. Bu güvenebileceğiniz başka bir silah olacak. Muhtemelen sesim duyulacak. Dikkatli olacağım. Teşekkürler. Havana, 19 Şubat 2008 [Prensa Latina’daki İngilizcesinden Soner Torlak tarafından Latinbilgi (Sendika.Org) için çevrilmiştir]




Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.