1 Mayıs, ülkenin dört bir yanında yaygın ve kitlesel eylemlerle kutlandı. Merkez illerden taşralara kadar yaygın eylemler gerçekleştirildi ve özellikle Kürt illerinde belirgin bir katılıma konu oldu. Ancak bu yılın 1 Mayıs’ında belirleyicilik taşıyan İstanbul Taksim çıkışıydı. Zira devletin de işçi sınıfının da gözü Taksim Meydanı’ndaydı. Ve İstanbul’da, gerek uygulanan devlet terörü gerekse de saatlerce süren kararlı direniş 1 Mayıs’a damgasını vurdu. Günler öncesinden başlayan tehditlere ve eylem günü gerçekleşen dizginsiz teröre rağmen, işçiler, emekçiler ve gençler saatlerce Taksim Meydanı’nı zorlayan eylemlerle mücadele kararlılıklarını ortaya koydular.
Taksim: Direniş ve kararlılık!
Bu yılın 1 Mayıs Taksim çıkışı devletin baskı, zor ve zorbalığına karşı kararlı bir direniş ve irade gösterisi olarak gerçekleşti. Günler öncesinden estirilen teröre rağmen yaygın ve kitlesel bir kararlılıkla Taksim Meydanı saatlerce zorlandı. Bu irade ve kararlılık önümüzdeki süreçte daha militan ve kitlesel çıkışların da moral olanaklarını oluşturmuş durumdadır. Zira geçtiğimiz yıl gerçekleşen işçi eylemleri, ardından SSGSS karşıtı eylemlilikler 2007 Taksim eyleminin dolaysız moral etkisini taşımıştı. Bu açıdan Taksim kararlılığı, yeni dönemde işçiler, emekçiler için olduğu kadar biz gençlik güçleri açısından da önemli bir moral kaynağı olacaktır. Ancak daha önemlisi, Taksim eyleminde ortaya konulan kararlı duruş ve düşmanın üzerine yürüme iradesidir. Bu açıdan son dönemeylemlerinde sermaye devletinin psikolojik üstünlüğü önemli ölçüde kırılmıştır. Düşmanın üzerine yürüyen militan bir tarzın sendikal bürokrasinin tüm oyunlarına karşın Taksim 1 Mayıs’ına hakim kılınmış olması devrimci ve ilerici güçler açısından önemli bir kazanımdır. Kazanan devrimci irade ve kararlılık olmuştur. Şimdi bu eylemsel sürecin yarattığı moral kazanımları daha ileriye taşımak tüm ilerici ve devrimci güçlerin asli sorumluluğudur. Bu eylemsel sürecin önemli yanlarından bir diğeri ise, tabanın etkin ve kararlı duruşu sayesinde başarılmış olmasıdır. Zira sendikalar başından beri bir uzlaşma arayışındaydı. Son bir haftalık süreç sendikal bürokrasi adına tavizler ve uzlaşma mesajları ile geçirilmişti. Devletin hiçbir uzlaşmaya yanaşmaması, öte yandan tabandaki mücadele azim ve kararlılığı, denilebilir ki sendikal bürokrasiye ve devlet
terörüne rağmen eylemin gerçekleşmesini sağlamıştır. Bağımsız taban iradesinin başarısıdır bu. Ve öncesindeki eylemsel süreçlerden yansıyan mücadele kararlılığı Taksim 1 Mayıs’ına damgasını vurmuştur. Gençlik özellikle bu deneyimin devrimci özünü kavramak durumundadır. Etkin bir taban iradesi sayesinde sağlanan bu başarı, hak gasplarına karşı önümüzdeki dönemin militan ve kitlesel eylemlerinin de habercisidir. Öyleyse bizlerin de etkin bir taban çalışması ve doğru bir politik perspektifle bu sürece hazırlanması ertelenemez bir sorumluluktur. Kazanılan devrimci irade ve kararlık, militan eylem dinamizmi yeni döneme daha güçlü ve etkili bir biçimde taşınmak zorundadır.
1 Mayıs eylemleri ve gençlik cephesi: Hedefsizlik ve örgütsüzlük
1 Mayıs süreci gençlik mücadelesinde de bir canlanmayı beraberinde getirmiştir. Ülkenin dört bir yanında gençlik güçleri 1 Mayıs alanlarına çıkmıştır. Ancak bu çıkışlar iki önemli sorun ve zaafı da dolaysız olarak dışavurmuştur. İlki eylem alanlarına gençlik cephesinden yansıyan gündem planındaki hedefsizliktir. Zira gençlik yaygın bir geleceksizlik ve işsizlik sorunu ile karşı karşıya bulunmasına, piyasalaşan eğitimin tüm sonuçlarıyla işçi ve emekçi çocuklarını vurmasına rağmen, gençlik hareketi bu gündemlerden süzülen hedefli ve politik bir çıkışı 2008 1 Mayıs’ında gerçekleştirememiştir. Eylemlerde gençliğin güncel ve genel talepleri belirgin bir biçimde kendini gösterse de, hedefli ve programlı bir politik gençlik mücadelesi yönü eksik kalmıştır. Bu durum elbette gençliğin halihazırdaki örgütsel dağınıklığının da dolaysız bir sonucudur. Zira böyle bir politik hedefle ancak birleşik bir örgütsel zeminde hareket edilebilir ve böyle bir birleşik örgütsel zemin gençliğin geniş kitlelerinin hareketini ve eylem dinamizmini canlandırabilir. Ancak bugün için böyle bir birleşik örgütlenme ve anlayıştan ne yazık ki gençlik mücadelesi oldukça uzaktır. Politik bir hareket, bunun ürünü olan birleşik bir örgüt ve yaygın kitlesel militan eylemlilikler... Birbirini besleyen böyle bir diyalektik bütünlükle süreç örgütlenmediği koşullarda, gençlik mücadelesinde kalıcı ve dinamik bir gelişme ne yazık
3
ki olanaksızdır. Bu açıdan sınıf mücadelesinin 2007 1 Mayıs’ı sonrasında ortaya çıkardığı sonuçlar gençlik ve özneleri cephesinden doğru bir biçimde okunmak zorundadır. Hareket, örgüt, eylem... Birleşik, militan ve kitlesel bir gençlik hareketi ancak böyle sağlanabilir. Bu yılın 1 Mayıs eylemleri açısından bir diğer önemli veri, özellikle ODTÜ öğrencileri cephesinden örgütlenen 1 Mayıs sürecidir. Bu deneyim gerek ilerici öznelerin ilgili yereldeki birleşikliği, gerekse ortak çalışma ve eylemli ön süreciyle, gençlik hareketi açısından yerel düzeyde yürünmesi gereken yolu göstermektedir. Elbette hareketin yerel sonuçlarını kalıcılaştırmak ancak bu sonuçların örgütsel ve politik planda kalıcılaşması ile sağlanabilir.
Genç-Sen’i ciddiye alma olanakları gün geçtikçe tükeniyor!
4
“Asla yalnız yürümeyeceksiniz!” sloganı ile yola çıkan Genç Sen’in 1 Mayıs eylemlerine gözle görünür ve ciddiye alınır bir katılımı ne yazık ki olmamıştır. Katılımın sınırlı bir biçimde sağlandığı alanlarda ise bu, devrimci Genç Sen’lilerin etkin müdahalesi ile gerçekleşmiştir. Bu durum Genç-Sen’in ciddiyetini tartışmalı hale getirmiş bulunuyor. Zira bir örgütlülük düşününüz ki, onlarca siyasal örgütün katılımı ile kuruluyor, aylar öncesinde genel kurulunu gerçekleştiriyor. Ve ardından örgütlenme süreçleri ve toplantılar... Buna rağmen 1 Mayıs sürecinden yansıyan tam bir zayıflık tablosudur. Koltuk kapma sevdalısı liberal gençlik grupları temsilci
seçimlerinde gösterdikleri ilginin ne kadarını 1 Mayıs ve önceleyen süreçte göstermişlerdir? Tüzük tartışmalarında “tüzüğe uymak zorundasınız” diyenler, 1 Mayıs sürecine Genç Sen’in etkin katılımı için ne kadar çaba ve emek harcamışlardır? Açıkça ifade ediyoruz: Pazarlıklar bitmiş, koltuklar paylaşılmış ve tabela kurulmuştur. Ancak gençlik hareketi bu tartışmalarda hiçbir yerde durmamaktadır. Genç Sen’den 1 Mayıs sürecinde yansıyan tümüyle budur. Elbette bu durum 1 Mayıs öncesinde belirgin bir biçimde kendini göstermekteydi. Karşımızda tüzüğün yaşamla uyum sağlamayan maddelerini cahilce bir inanmışlıkla savunanlar, 1 Mayıs sürecinde Genç-Sen ve birleşik örgütlenme sürecini yüzüstü bırakmışlardır. Burada tek ölçüt elbette eylem alanlarından yansıyanlar değildir. Yaklaşık 1.5 ay önce alınan kampanya kararı bugün yüzüstü bırakılmış durumdadır. Önemli bir adım olabilecek Üniversite Sosyal Forumu salt bir panel-söyleşi haline getirilmiş, ön süreci tümüyle boş bırakılmıştır. Bu sürecin sorumluluğunu üstlenmesi gereken Genç-Sen içindeki liberal blok ise tüm bu dönemi seçimlere ve alanlardaki devrimci etkimizi sınırlamaya harcamıştır. Bu durum bir kez daha sorun üzerine cidi bir biçimde düşünmeyi zorunlu kılıyor. Öncelikle sürecin aktivistleri bu deneyimi ne kadar ciddiye alıyorlar? Zira anlamlı bir başlangıç yapılan bir dizi üniversitede -yüzlerce üyesi bulunan- bugün on kişilik toplantılar ancak yapılabilmektedir. Bu sonucun tüm sorumluluğunu, Genç-Sen’i mücadele dışı bürokratik bir örgüt haline getirmeye çalışan anlayışlar taşmaktadır. Sürecin bir diğer sorumlusu ise elbette ki devrimci öznelerdir. “Sendikal örgütlenme reformizmle mücadele alanı değildir” gibi anlaşılması zor argümanlarla yol yürüyenler, ortaya çıkan sonucu tekrar düşünmelidirler. Bu sonucun reformizmin örgütte yarattığı tahribattan kaynaklandığını kavrayamayan bir yaklaşımın, reformizmin karşısında ilkesel bir mücadeleyi devrimci bir temelde örgütlemeyen bir anlayışın “devrimci sendikal arayışlarının” gideceği yer reformizmle uzlaşma olabilir ancak. Komünistler yaşanan tüm süreci etkili ve soğukkanlı bir biçimde gözden geçireceklerdir. Burada öncelikli kıstasımız mevcut durumda örgütün birleşik mücadele açısından ne kadar olanak taşıdığı, ötesinde de hareketin ihtiyaçlarına ne kadar yanıt verdiği ve vermeye çalıştığı olacaktır. Genç-Sen üzerinden bürokratik ve yozlaşmış bir tabela çıkarmak düşünülüyorsa eğer, genç komünistler bu uğursuz sürecin bir parçası olmayacaklardır.
Piyasalaşan eğitime karşı etkili bir mücadele odağı oluşturmak için!
Güncel planda tüm bir dönem ve elbette 1 Mayıs süreci bir kez daha, politik müdahalenin kitlesel bir mücadele için belirleyici önemini göstermiş bulunuyor. Öyleyse öncelikli sorun, piyasalaşan eğitime ve güncel sonuçlarına karşı etkili birleşik bir mücadele sürecini soluklu bir biçimde örgütlemekten geçiyor. Bu başarılamadığı koşullarda, ötesinde yapılan herşey hedefsiz ve etkisiz kalmaya mahkumdur. Genç komünistler bu dönemin ortaya çıkardığı onlarca politik ve örgütsel kazanımla yeni dönemde birleşik ve eylemli bir politik gençlik mücadelesinin olanaklarını her alanda oluşturmaya çalışacaklardır. Bugün ve gelecekte ortaya çıkan her olanağı bu hedefle ele alacak ve değerlendireceklerdir. Gençlik mücadelesi artık sınırlarını kırmak zorundadır. 2008 1 Mayıs’ının ortaya çıkardığı sonuçları, hedefli bir politik süreçle, birleşik bir örgütle ve güçlü, kitlesel ve coşkulu bir eylemsel süreçle bütünleştirebildiğimiz koşullarda, gençlik mücadelesi üzerindeki ölü toprağını atacaktır. Öyleyse, 2009 1 Mayıs’ına bugünden, birleşik hareket, örgüt ve eylem parolası ile etkin bir biçimde hazırlanmalıyız.
İstanbul Ekim Gençliği Taksim 1 Mayıs gözlemleri (1)...
‘Bıji yek gulan, yaşasın halkların kardeşliği!’
Osmanbey Metro çıkışı ve Halaskargazi Caddesi’nden dağıtılan kitlenin büyük bölümünün Rumeli Caddesi üzerinde yeniden toparlanmasıyla binlerce kişilik kitleyle, eylemlerin bu kolunu başlatmış olduk. Bir müddet dağılmadan ve coşkulu sloganlar eşliğinde yüzünü ana caddeye dönen kitle burada polisin tazyikli su ve gaz bombası ile gerçekleştirdiği saldırılara taşlarla, kiremitler ve tuğlalarla karşı koydu. Tekrar eden polis saldırıları sonucu kitle bir miktar dağılarak ara sokaklardan Valikonağı Caddesi’ne geçti. Burada toplanan kitlede emekçi semtlerden gelen gençlerin katılımı oldukça yüksekti.
Yaklaşık 1500 kişi polisin saldırılarına karşı bir arada durmayı başaramadı ve bizim de içinde bulunduğumuz yaklaşık 300 kişi Maçka Parkı’na doğru çekildi. Bu esnada gelen haberler doğrultusunda yönümüzü tekrar Agos’a doğru çevirdik. Teşvikiye’nin ara sokaklarından dolanarak tekrar Valikonağı’na çıktık. Bu sırada ana caddeyi tutmaya çalışan polisle ufak çatışmalar yaşandı. Valikonağı’nda diğer devrimci güçlerle buluşmamızın ardından bir müddet hedefimizi belirleyebilmek ve dağınık haldeki güçleri toparlayabilmek için marşlar ve sloganlar eşliğinde caddeyi kapattık. ‘Yaşasın 1 Mayıs!’, ‘Yaşasın devrimci dayanışma!’ sloganları gür bir şekilde haykırıldı. Ağırlığı üniversite öğrencisi olan kitle burada ŞişliNişantaşı yönünden gelen Yurtsever Gençlik kitlesiyle buluştu. Kürt gençliğinin coşkulu katılımıyla birlikte ‘Kürdistan faşizme mezar olacak!’, ‘Yaşasın 1 Mayıs!’, ‘Bıji yek gulan!’, ‘Yaşasın halkların kardeşliği!’ ve ‘Bıji bıratiya gelan!’ sloganları coşkulu bir şekilde atıldı.
Ardından DİSK önünde kitlenin yeniden toplanmaya başladığı ve yürüyüşün zorlanacağı haberinin gelmesi üzerine Şişli’ye destek vermeye karar verdik. Ancak gidiş esnasında örgütlü davranılamadı ve kitlenin büyük bir bölümü dağınık bir halde hareket etmeye başladı. Yolda Şişli’nin de dağıldığı haberinin gelmesi üzerine aralarında devrimci dostlarımızın da bulunduğu yaklaşık 30 kişiyle tekrar Agos önüne doğru yöneldik ve ara sokakta Topkapı İşçi Derneği pankartı arkasında barikat önünde konuşlanmış olan binlerce kişilik kitleyle buluştuk. Barikatı aşarak ana caddeye girdiğimizde pankartımızı açarak alandaki yerimizi aldık.
Sendika bürokratlarının, milletvekillerinin peşi sıra kürsüye çıkıp yarım saat boyunca sınıfa ihanetlerini aymazlıkla dile getirmelerine karşılık alanda bulunan işçi ve kamu emekçisi yoldaşlarımızla birlikte ‘Taksim’e’ ve ‘Kahrolsun sendika ağaları!’ sloganlarını haykırdık ve Topkapı İşçi Derneği’yle birlikte pankartlarımızın yönünü Taksim’e çevirdik. Bürokratların eylemin bittiğini açıklamasının ardından Devrimci 1 Mayıs Platformu’nun kararı olan Taksim buluşmasına gitmek üzere yola çıktık. Ana caddenin yoğun bir polis ablukası altında olmasından kaynaklı Kurtuluş yönünden Dolapdere’ye yürümeye başladık. Kitlenin dağılmayıp bir arada hareket etmesiyle birlikte dağınık olarak kurguladığımız yürüyüşümüz atılan sloganlarla birlikte coşkulu bir eyleme dönüştü. Mahalle halkı tarafından alkışlarla ve coşkuyla karşılanan kortejimiz ara sokaklardan Dolapdere’ye indi. Burada
sayımız 2000’i aşıyordu. Burada ÖDP’lilerin kitleden ayrılmasının ardından Dolapdere Caddesi üzerinde sadece devrimci güçler kaldı. Cadde başındaki polisin saldırısına taşlarla karşılık verdik ancak kitlenin dağılmasının önüne geçemedik. Tarlabaşı’ndan ara sokakalarda eylemler sürerken, platformun eylemi bitirdiği kararını öğrenmemizin ardından biz de kalan tüm yoldaşlarımızla alanı terkettik. Bizim bulunduğumuz güzergâhlarda gençliğin 1 Mayıs direnişine katılımı hareketin açık bir yansıması şeklindeydi. Gençliğin belirli bir ağırlık oluşturmasına karşın katılımın önemli bir kısmını semt gençliği oluşturuyordu. Kürt gençliğinin coşkulu ve militan katılımı da dikkat çekiyordu.
İstanbul Ekim Gençliği
5
İstanbul Ekim Gençliği Taksim 1 Mayıs gözlemleri (2)...
Sendikal bürokrasinin oyunlarına
rağmen Taksim saatlerce zorlandı! 2008 1 Mayıs’ına dönük devlet terörü ilk olarak sabahın erken saatlerinde Şişli’deki DİSK binasında kendini gösterdi. Yürüyüş güzergâhının tek kola indirilmesiyle birlikte, Taksim eylemi için ana toplanma merkezi DİSK binası olmuştu. Bu eksende DİSK binası, bir gece öncesinden yüzlerce işçi ve emekçinin konakladığı bir alan haline gelmişti. Biz sabah saat 5.45 civarında DİSK genel merkezi önüne geldik. Ve bizim girişimizden kısa bir süre sonra binanın çevresi ablukaya alınarak müdahaleler başladı.
Sabahın erken saatleriyle birlikte bina önündeki hareketlilik başlamış oldu. DİSK’e bağlı bazı sendikaların pankart ve flamalarının yanısıra devrimci örgütlerin de pankart ve flamaları bina önüne yerleştirilmeye başlandı. Saat 06:15 civarı bina önündeki yol çıkışı, çevik kuvvet ekipleri ve panzerler tarafından tutuldu. Bu arada yapılan ajitasyonlar ile birlikte bina içindeki kitle giriş tarafına çağrıldı. Sendika yöneticilerinin ‘bekleyen kitlenin bina içine sokulacağı’ söylemli pazarlıkları sürerken polis ekipleri kitleye önce tazyikli su, sonrasında ise biber gazları ile saldırdı. İşçilerle birlikte bina içerisine çekilen kitle saldırıya sloganlarla cevap verdi. Tazyikli su bina giriş kapısına uzun süre boyunca sıkıldı, atılan gazlar binanın üst katlarında bulunanları da etkiledi. Polis ekipleri 07:40 civarında bina önünde bir kez daha saldırarak gözaltı gerçekleştirmeye çalıştı. Gözaltılı bu saldırı girişiminin hemen sonrasında saat 08:00 civarında Süleyman Çelebi bina önüne gelerek saldırıları kınayan bir basın açıklaması gerçekleştirdi.
DİSK yöneticilerinin büyük oranda bina içerisinde kalınmasını söylemelerine rağmen kitle 08:30 civarı bir kez daha girişteki yol üzerinde konumlanarak yüzünü polis barikatına döndü. Kısa bir süre sonra çevik kuvvet ekipleri kitleye tekrardan saldırdı. Yine tazyikli ve boyalı su kullanan çevik kuvvet ekipleri, peşi sıra yoğun bir biçimde biber gazı kullandı. Binadan tekrar çıkmak isteyen kitlenin üzerine sürekli bir biçimde gaz atıldı. Bilhassa bina giriş katı yoğun bir biçimde biber gazı doldu. Atılan gazlar sonrasında rahatsızlanan birçok kişi hastanelere kaldırıldı. Kullanılan yoğun gaz, kısa sürede binanın diğer katlarına da yayıldı. İçeride rahatsızlanan birçok kişi daha oldu. Bu saldırıya paralel bir biçimde, DİSK ön ve arka bina cephelerinde ek saldırılar da oldu. Bina içerisinde biriken işçiler gerek aşağıdaki saldırılar esnasında gerekse sonrasında camlardan sürekli sloganlar attılar, ajitasyonlar çekerek marşlar söylemeye çalıştılar. Bu süreçte genel itibariyle DİSK yöneticileri, koordinasyon kurmak ve inisiyatif sağlamaktan oldukça uzak tutumlar aldılar.
Genç-Sen içerisindeki özneler de tercihi bir biçimde iradi ve ortak tutum almaktan uzak durdular denilebilir. Öncesinde yapılan tartışmalar ve ifade edilen söylemler böyle bir tabloyu az çok tanımlamaktaydı. Bizim müdahale çabalarımıza ve “pankartı aşağıda açalım” dememize rağmen, pankart yukarıda asılı zaten türünden cevaplar üretmeye çalışan Genç-Sen ‘yöneticileri’ de oldu.
Saat 10:00’a gelindiğinde binada bulunanlara aşağıya inme çağrıları yapılarak, bina önünde tekrardan toplanılmaya başlandı. Sendika bürokratları Taksim yolunu açacak ‘tek kilit’ olarak gördükleri milletvekilleriyle birlikte polisle pazarlığa girişti. Ancak yapılan pazarlıkların olumlu sonlanmamasıyla birlikte kitle DİSK binasının yanına çekildi. Saat 11:30 gibi burada ses aracından konuşmalar yapıldı. Burada sendikal bürokrasi kendini bir kez daha gösterdi. Taksim
6
iddiasıyla toplanan işçilerin ve eylemin örgütleyicisi devrimci öznelerin iradesi çok açık ki boşa düşürülmek istendi. ‘Artık tüm alanlar Taksim alanı olmuştur’ gibi ‘cilalı’ sözlerle kitleye seslenen yöneticilere, birçok işçiden ciddi tepkiler de geldi. Devrimci 1 Mayıs Platformu’nun kararı doğrultusunda Taksim yönüne doğru harekete geçildi. Polis tarafından Taksim’e gidişteki ana hatların büyük oranda kapatılması nedeni ile ara sokalara yöneldik.
Pangaltı güzergahıyla birlikte Dolapdere’ye geçilmeye çalışıldı. Saat 12:30 civarı, Dolapdere üzerinden Taksim’i zorlamak isteyen yaklaşık 300 kişi ile sloganlar eşliğinde ara sokaklar üzerinden Dolapdere’ye ulaşıldı. (Halkevleri, Alınteri, Çağrı ,Yurtseverler ve bizden oluşan bir kitle vardı). Burada Dolapdere’ye ulaşan diğer kitleyle de birleşilerek binin üzerinde bir sayıya ulaşıldı. Dolapdere ana cadde üzeri yol kesilerek trafiğe kapatıldı. Buradan Taksim’e çıkış için yapılan zorlama polis barikatıyla engellenmeye çalışıldı. Ana cadde üzerinde bulunan kitleye çok sayıda polis yoğun gaz bombası kullanarak saldırdı. Saldırıya sloganlarla ve taşlarla karşılık verildi, kontrollü olarak Dolapdere ara sokaklarına çekilindi. Kitlede sayısal olarak ciddi bir dağılma yaşansa da ara sokaklarda tekrar toplanılarak polis noktalarına yüklenmeye çalıştık. Genel olarak Bilgi Üniversitesi etrafı polis tarafından yoğun ablukaya alınarak, Taksim’e geçiş engellenmeye çalışıldı.
Ara sokaklara çekilmenin hemen sonrası yaklaşık Dopladere üst caddede sloganlar atarak tekrar toplandık. Bu noktaya da kısa sürede çevik kuvvet müdahalesi gerçekleşti. Panzerlerin yanı sıra tekrar yoğun bir biçimde gaz bombaları kullanıldı. Saldırıya taşlarla karşılık verilerek tekrar geri çekilindi. Sonrasında ara sokaklarda bir saat içerisinde üç müdahale daha gerçekleştirildi. Burada da çevik kuvvetin saldırısına sloganlarla ve taşlarla karşılık verildi, yer yer sapanlar kullanıldı. Gaz kullanımıyla birlikte müdahaleler kapsamında yaralanmalar ve gözaltılar oldu. Yoğun gaz kullanımı neticesinde mahallelilerden de rahatsızlananlar oldu.
Bir saati aşkın yüklenmelerden sonra az sayıda kalan kitle, Devrimci 1 Mayıs Platformu’nun eylemi bitirme kararı da dikkate alınarak, dağılmış oldu. İstanbul Ekim Gençliği
Türkiye’de 1 Mayıs eylemlerinden... Ankar a 1 M ayıs’ı nda co şk u ve kar ar lılık!
Ankara 1 Mayıs’ı geçen seneyi aşan bir kitlesellikle gerçekleşti. Eyleme 10 bini aşkın işçi ve emekçi katıldı. Sosyal yıkım saldırılarına, faşist devlet terörüne, Taksim yasağına karşı kararlı bir duruş 1 Mayıs’a damgasını vurdu. Arama noktasında sık sık polis tacizi yaşandı. Önce Halkevleri’ne, ardından ÖDP’ye polis saldırısı gerçekleşti. Devrimcilerin ve emekçilerin kararlı duruşu ile saldırı püskürtüldü. Polis arama noktasını kaldırmak zorunda kaldı. Atılan gaz bombalarına rağmen mitingte dağılma yaşanmadı. BDSP eyleme 150 kişilik bir kortejle katıldı. Genç Komünistler ise 1 Mayıs’a yerel çalışmalar üzerinden üniversite kortejlerinde katıldılar.
Adana’da co şku lu ve ki tl es e l 1 M a yı s!
Adana’da 1 Mayıs geçtiğimiz yılları aşan bir katılımla kutlandı. Yaklaşık 10 bin işçi ve emekçinin katıldığı miting sosyal yıkım saldırılarına karşı işçi ve emekçilerin mücadele kararlığının göstergesi oldu. BDSP ve Ekim Gençliği de 150 kişilik kitlesiyle 1 Mayıs’ta yerini aldı. Yürüyüşün henüz başında arama noktasından geçilirken polis BDSP kortejindeki pankart ve flama sopalarını saldırı bahanesine dönüştürdü. Ancak bu saldırı boşa düşürüldü. Mitingin bitmesinin ardından kolluk güçleri Halkevi üyelerinin AKP önüne yürüyerek Taksim saldırısını protesto etmek istemelerini gerekçe göstererek kitleye azgınca saldırdı. Çıkan çatışmada çok sayıda kişi gözaltına alındı ve yaralandı. Çatışmalar ara sokaklarda devam etti.
İzmi r: 20 bin kiş ilik 1 Mayıs !
İzmir’de 1 Mayıs kutlamaları coşkuyla gerçekleşti. İzmir 1 Mayıs’ına mücadele çağrısı, Taksim’deki saldırılar ve devletin terörünü teşhir eden şiarlar damgasını vurdu. Mitinge 20 bin kişi katıldı. Komünistler mitingte 135 kişilik kortejleri ile yerlerini aldılar. 1 Mayıs programı konuşmalar ve müzik dinletisinden oluşuyordu. Konuşmaların ağırlığı Taksim iradesi ve yasakçı anlayışın mahkum edilmesi üzerineydi. Mitingte özellikle liselilerin yoğun katılımı dikkat çekti.
Tr abzon’da co ş kulu 1 Mayıs !
1 Mayıs bu yıl Trabzon’da geniş bir katılımla gerçekleşti. Ekim Gençliği, Genç Sen ve YDG eyleme “KTÜ Öğrencileri” imzası ile katıldı. Trabzon Gençlik Derneği de destek verdi. KTÜ Öğrencileri pankartı arkasında 60’ı aşkın öğrenci yürüdü. Trabzon 1 Mayıs’ına ise 2 bin kişi katıldı.
Sam su n’da 1 Mayı s! .
1 Mayıs Samsun’da coşkulu bir biçimde kutlandı. Bizler de Samsun’da Ondokuz Mayıs Üniversitesi Öğrencileri imzasıyla alana çıktık. 4 bini aşkın kişinin katıldığı 1 Mayıs kutlaması halaylarla coşkulu bir biçimde sona erdi.
7
Es kiş e h ir ’d e ö z ünd e n uzak 1 Mayıs!
Eskişehir’de 1 Mayıs’ın devrimci özünü boşaltmaya yönelik tutumların bir örneği yaşandı. 1 Mayıs’ın tarihsel anlamından uzak bir kutlama düzenlendi. DTP kortejine faşist provokasyon gerçekleştirilmeye çalışıldı. Komünistler alana “İşçi sınıfı savaşacak, sosyalizm kazanacak!/BDSP” yazılı pankartlarıyla girdiler. Mitinge yaklaşık 3 bin kişi katıldı.
Kays er i’de k itle se l 1 Mayıs !
Kayseri’de 1 Mayıs yaklaşık 700 kişilik bir katılımla gerçekleştirildi. Yürüyüşün ardından konuşmalar yapıldı ve sonra halaylar çekildi. BDSP eyleme 50 kişilik kortejle katıldı.
Bu rs a’da c oş kulu 1 Mayıs !
Bursa’daki birçok kurumun Taksim’e gitmesi nedeniyle 1 Mayıs geçen senelere göre daha zayıf
bir katılımla kutlandı. Bini aşkın kişinin katıldığı 1 Mayıs mitingini BATİS, BDSP, DHP, DTP, Eğitim İşçileri Ö.G., ESP, İHD, Partizan, SODAP, Tuncelililer Derneği ve EMEP düzenledi.
T ok at’ta 1 M ayıs!
Tokat’ta uzun yıllar sonra ilk kez 1 Mayıs kutlandı. Coşkulu sloganların atıldığı basın açıklamasında Taksim vurgusu ve mücadele çağrısı ön plandaydı. Açıklamaya 150 kişi katıldı.
K ır şe hir ’de 1 M ayıs !
Kırşehir’de 1 Mayıs miting düzenlenerek kutlandı. AKP eleştirisini aşamayan konuşmaların yapıldığı miting halaylarla sona erdi. Komünistler eyleme 60 kişilik bir kortejle katıldılar.
S ivas’ta 1 Mayıs !
1 Mayıs Sivas’ta coşkuyla kutlandı. Ekim Gençliği, KESK, Halkevleri, Hacı Bektaş Vakfı, DGH, Geleceğimizi İstiyoruz, Genç-Sen, SGD, YDG, CHP, DSP, EMEP, ÖDP’nin örgütlediği 1 Mayıs mitingine 500’ü aşkın kişi katıldı. Konuşmalar ve şiir dinletisinin ardından çekilen halaylarla miting sona erdi.
Kürdistan’da 1 Mayıs kutlamaları...
Diyarbakır: İstasyon Meydanı’nda yapılması
8
planlanan 1 Mayıs mitingine Valiliğin izin vermemesi üzerine Diyarbakır Demokrasi Platformu öncülüğünde, KESK, TMMOB, DİSK, DTP ve EMEP’in katılımıyla Dağkapı Meydanı’nda bir etkinlik düzenlendi. Şırnak, Batman ve Siirt’ten gelen binlerce işçi ve emekçi Diyarbakır girişinde durdurularak kente girişlerine izin verilmezken, basın açıklaması mitinge dönüştü. Ağrı : Ağrı merkezde DİSK, KESK, DTP, Genel-İş, Şeker-İş sendikaları öncülüğünde Saat Kulesi önünde toplanan yüzlerce kişi 1 Mayıs’ı yaptıkları basın açıklamasıyla kutladı. Van : Mavi Plaza önünde bir araya gelen KESK, DİSK ve Türk-İş Van temsilcilerinin aralarında bulunduğu yüzlerce kişi Sanat Sokağı’na kadar sesiz bir yürüyüş düzenledi. Yürüyüşün sonunda DTP’nin de destek verdiği bir basın açıklaması ve 5 dakikalık oturma eylemi düzenlendi. Doğubayazıt: Ağrı’nın Doğubayazıt İlçesi’nde KESK ve DİSK temsilcilikleri öncülüğünde yapılan kutlamaya yüzlerce kişi katıldı. “Yaşasın 1 Mayıs!”, “Savaşa hayır!” pankartları eşliğinde İnsan Hakları Anıtı önüne kadar sessiz yürüyüş düzenlendi. Burada davul-zurna eşliğinde halay çekildi. Yüksekova: KESK ve DİSK öncülüğünde DTP ve kitle örgütlerinin desteğiyle binlerce kişi 1 Mayıs’ı kutladı. “Yaşasın 1 Mayıs!”, “Biji Yek Gulan!”, “Ayaklar olmadan başlar yürüyemez!”, “Vuruldukça demire, hünerli balyoz asla yenilmeyecektir!” pankartları taşıyan kalabalık grup şehir stadına kadar yürüdü. ŞIRNAK : Şırnak belediye binası önünde bir araya gelen DİSK, KESK ve Türk-İş’e bağlı sendikalar, Şırnak Genç-Der, TTB Şırnak temsilciliği ve DTP kortej
oluşturarak, kutlamanın yapılacağı Cumhuriyet Meydanı’na kadar yürüdü. Beytüşşebap : DİSK’e bağlı Genel-İş Sendikası’na üye işçiler, belediyenin bahçesinde bir araya gelerek davul, zurna eşliğinde halaylar çektiler. Üç saat süren etkinlik oldukça coşkulu geçti. Elazığ: Elazığ’da DTP, EMEP, ÖDP, Yapı Yol-Sen ve KESK tarafından düzenlenen kutlamada, sendika ve siyasi partiler ayrı ayrı yürüyerek Postane Meydanı’nda buluştu. Sık sık sloganların atıldığı kutlamada, “Biji 1 Gulan, iş ekmek özgürlük!”, “77 1 Mayıs şehitleri ölümsüzdür!” ve “SSGSS yasasına hayır!” yazılı pankartlar açıldı. Dersim: Türk-İş, DİSK ve KESK’in ortak düzenlediği miting için, Tunceli Belediyesi önünde binlerce kişi bir araya geldi. Mitingin yapılacağı Kışla Meydanı’na kadar “Biji 1 Gulan!”, “Yaşasın 1 Mayıs!”, “Toplusözleşme hakkımız engellenemez!” pankartı açılarak yüründü. Hakkari: Emek Platformu tarafından yapılmak istenen mitinge izin verilmemesi üzerine belediye binası önünde bir araya gelen yüzlerce kişi, Öğretmen Evi önüne kadar yürüyüş yaptı. Yürüyüşten sonra 5 dakikalık oturma eylemi yapıldı. Kars: Şehir sineması önünde bir araya gelen ve DİSK, KESK, Türk-İş temsilcilerinin aralarında bulunduğu yüzlerce kişi basın açıklaması yaptı. Kitle Taksim’deki saldırıları protesto etti. Ardahan: KESK ve Yol iş Sendikası tarafından Gençlik Parkı’nda yapılan basın açıklamasıyla 1 Mayıs kutlandı. Muş : KESK tarafından belediye binası önünde düzenlenen basın açıklamasına DTP ve TUHAD-DER de destek verdi. 5 dakika oturma eylemi yaptıktan sonra kitle dağıldı. Urfa: 1 Mayıs’a DİSK, KESK, DTP ve EMEP kitlesel katılım sağladı. Karakoyun İşmerkezi önünde yapılan kutlamada işçiler ve memurlar halaylar çektiler.
YTÜ’de 1 Mayıs çalışmaları...
1 Mayıs öncesinde hem Ekim Gençliği'nin özgün faaliyetini, hem de YTÜ’de örülen ortak çalışmayı Beşiktaş ve Davutpaşa kampüslerinde etkili bir tarzda örgütledik.
Gençlik kendi talepleri ardında 1 Mayıs’a...
1 Mayıs öncesinde yoğun bir propaganda çalışması gerçekleştirdik. Merkezi Ekim Gençliği afişlerini ve broşürlerini yaygın bir şekilde kullandık. 2 bine yakın broşür dağıtarak gençliği kendi talepleri temelinde 1 Mayıs alanlarına çağırdık. Düzenli olarak masa açarak Ekim Gençliği satışı ve broşür dağıtımı yaptık. Yanısıra gençliği Taksim’e çağıran, Tayyip Erdoğan’ın, egemenlerin Taksim korkusunu, işçi ve emekçilerin mücadelelerinden duydukları korkuyu tehşir eden duvar gazeteleri kullandık.
1 Mayıs’ta Taksim’e!
YTÜ’de her sene devrimci, demokrat, yurtsever öğrencilerin ördüğü ortak 1 Mayıs çalışması bu sene de gerçekleşti. Öğrenci komisyonlarının, gençlik örgütlenmelerinin de içinde olduğu çalışma süresi boyunca YTÜ’de yaygın bir faaliyet gerçekleşmiş oldu. 1 haftalık sürece yayılan çalışmada her siyaset kendi çalışmasını yaparken ayrıca ortak hazırlanan materyaller de kullanıldı. “Geçmişten günümüze 1 Mayıs afişleri”, “2007 Taksim 1 Mayıs’ından kareler” olmak üzere hazırladığımız sergileri Tonoz Kafe önünde ve Davutpaşa kampüsü Hazırlık binasında kullandık. Marşlardan ve türkülerden oluşan müzik yayını yaptık, A blok camlarına “Yaşasın 1 Mayıs!” yazılı pankartı asarak etkin bir görsellik oluşturmaya çalıştık.
Gençlik 1 Mayıs’ta hangi taleplerle neden Taksim’de olmalı...?
Yine ortak çalışmanın bir parçası olarak Tonoz Kafe önünde “Gençlik 1 Mayıs’ta hangi taleplerle, neden Taksim’de olmalı?” başlıklı bir forum gerçekleştirdik. Hafta boyunca afiş ve el ilanlarıyla foruma çağrı yaptık. Foruma TMMOB EMO İstanbul
Şube Başkanı Erhan Karacay konuşmacı olarak katıldı. Karaçay, konuşmasında kendi öğrenciliğinden örnekler vererek, döneminin koşullarını, ‘77 katliamını koşullayan süreci anlattı. İşçi ve emekçiler cephesinde, tüm toplum genelinde hakim olan devrimci muhalefetin, egemenler tarafından ciddi bir korkuya neden olduğunu ifade etti. İşçi ve emekçilere dönük saldırıların gerçekleşebilmesinin tek yolunun bu devrimci muhalefeti bastırmaktan geçtiğini ve ’77 katliamıyla birlikte 12 Eylül darbesinin bunun ürünü olduğunu belirtti. Bugün eğitimin piyasalaşmasına karşı, diplomalı işsizliğe, baskı koşullarına, geleceksizliğe karşı gençliğin 1 Mayıs’ta yerini alması gerektiğini anlattı. Erhan Karacay’ın konuşmasının ardından sorucevap kısmına geçildi. Bir arkadaşımız “Neden bugün 1 Mayıs Taksim’de kutlanmalı?” sorusu üzerine Karaçay, konfederasyonların Taksim ısrarının alan fetişizminden ibaret olmadığını anlattı. Bugün Taksim’in yılbaşı kutlamalarından, polis günü kutlamalarına kadar her etkinliğe, herkese açıldığına vurgu yaparak işçi ve emekçilere kapatılıyor olmasının bir korkunun, iki sınıf arasındaki iradi bir savaşın ürünü olduğundan bahsetti. Saldırıların yoğunlaştığı günümüz koşullarında, bu saldırıların önüne geçilebilmesinin, haklı taleplerimizin karşılanmasının tek yolunun mücadele etmek olduğu, Taksim’in mücadele alanlarından biri olduğunu ifade etti. Söyleşi Taksim çağrısı yapılarak sona erdi. Söyleşinin bitmesi ile “Yaşasın 1 Mayıs, yaşasın mücadelemiz!” sloganı atıldı. Çevreden izleyenlere beraber yaklaşık 100 kişi söyleşiyi dinledi.
İÜ’de 1 Mayıs çalışması...
1 Mayıs öncesinde İÜ'de afiş ve broşürlerimizi yaygın bir biçimde kullandık. Fen-Edebiyat Fakültesi, Merkez Kampüs ve Yabancı Diller Bölümü’nde 200’e yakın afiş ve 2000’e yakın broşür kullandık. Bu sırada birçok öğrenciyle 1 Mayıs’la ilgili tartışma fırsatı yakaladık. Taksim alanının yasaklanması üzerine olan bu tartışmalarda Taksim’in önemini konuştuk. Ayrıca
9
Yabancı Diller Bölümü’nde 1 Mayıs’la ilgili pano hazırladık.
1 Mayıs etkinliği örgütledik!
30 Nisan günü Edebiyat Fakültesi bahçesinde 1 Mayıs'a çağrı yapan ortak bir etkinlik gerçekleştirdik. Etkinliğin ön sürecinde iki gün boyunca çıkardığımız el ilanlarını kullandık. Etkinlik bir arkadaşımızın 1 Mayıs’ta Taksim’e çağrı yapan konuşmasıyla başladı. Ardından marş ve halaylarla etkinlik devam etti. “Gündoğdu” marşıyla etkinlik sonlandırıldı. Yaklaşık 60 kişinin katıldığı etkinlik coşkulu geçti.
İstanbul Teknik Üniversitesi’nde yaygın 1 Mayıs propagandası...
İstanbul Teknik Üniversitesi Maslak Kampüsü’nde yaygın bir 1 Mayıs propagandası gerçekleştirildi. Ekim Gençliği 1 Mayıs broşürlerinden yüzlercesi ve yine Ekim Gençliği imzalı “Şovenizme karşı halkların kardeşliği için 1 Mayıs’ta alanlara”, “Ticari eğitime geleceksizliğe ve diplomalı işsizliğe karşı 1 Mayıs’ta alanlara” afişleri yaygın olarak kullanıldı.
YTÜ ve MSÜ Genç Sen pikniği:
YTÜ ve MSÜ Genç-Sen olarak yaklaşık 20 kişinin katıldığı bir piknik gerçekleştirdik. Genç Sen gündemleri ve 1 Mayıs tartışmalarının konuşulduğu piknik katılan herkes açısından oldukça anlamlı geçti.
Kampüs 1 Mayıs pikniği...
Kamp-Üs gazetesi olarak 1 Mayıs Taksim gündemini tartışmak, çıkışımızı planlamak ve Kampüs Festivali’nin hazırlıklarını tartışmak için bir piknik gerçekleştirdik. Yaklaşık 25 kişinin katıldığı piknikte gerek 1 Mayıs Taksim’e gerekse de Kampüs festivaline dair anlamlı tartışmalar yapıldı.
İstanbul'da eylemli Taksim çağrısı!
İstanbul Ekim Gençliği ve İstanbul Liseli Gençlik Platformu olarak 26 Nisan günü Kadıköy İskele önü’nde basın açıklaması gerçekleştirdik. 1 Mayıs’ta taleplerimizle Taksim’de olacağımızı ve birleşik, kitlesel ve devrimci bir gençlik hareketi çağrımızı yükselteceğimizi söyledik. Basın açıklamasında piyasalaşan eğitime, emperyalist işgallere ve şovenizme karşı geleceğimiz için 1 Mayıs’ta Taksim’de olacağımızı vurguladık. Basın açıklamasının devamında şunları söyledik: “Bizler genç komünistler olarak, özgür bir gelecek sömürüsüz bir dünya için mücadele etmeye devam edeceğiz. Bu 1 Mayıs’ta sesimizi Taksim’den yükselteceğiz. Taksim Meydanı’nı yasakladıklarını ilan ediyorlar. T. Erdoğan “Ayakların baş olduğu yerde kıyamet kopar” diye açıklama yapıyor. Her türlü kutlamaya, eğlenceye sonuna kadar açık olan meydan bir tek işçi sınıfına yasak. Geçen sene tüm yasaklamalara, engellemelere rağmen binlerce insan Taksim Meydanı’ndaydı. Bu sene de İstanbul 1 Mayıs’ı Taksim’de kutlanacak! Buna hiçbir güç engel olamayacak! Evet, bir gün ayaklar baş olacak ve “ayaktakımı” bu 1 Mayıs’ta da Taksim’de olacak. Bizler de 1 Mayıs’ta gelecek ve özgürlük taleplerimizle sermaye düzenine karşı Taksim’de olacağız.”
Ankara’da 1 Mayıs pikniği...
10
Ankara Ekim Gençliği olarak 1 Mayıs çalışmamızı birçok üniversiteye taşıdık. Birleşik, kitlesel, devrimci bir gençlik hareketi mücadelesinin, 1 Mayıs’ta işçi sınıfının yanında alanlarda karşılık bulması için her üniversitede yürüttüğümüz faaliyetle 1 Mayıs’a katılımı yükseltmeye çalıştık Bu amaç doğrultusunda 27 Nisan Pazar günü 1 Mayıs pikniği gerçekleştirdik. Hep birlikte yenilen öğle yemeğinin ardından 2 saat kadar 1 Mayıs ve gençlik hareketi gündemli sohbet gerçekleştirildi. 1 Mayıs’ın önemi ve gençliğin 1 Mayıs alanında bulunmasının
gerekliliği üzerine yapılan konuşmalar “birleşik bir gençlik hareketi nasıl yaratılır?” sorusunu üst başlık olarak kullanabileceğimiz bir şekilde verilen cevaplarla devam etti. Gençlik içerisinde Ekim Gençliği’nin misyonuna dair bir tartışma “birleşik, kitlesel, devrimci bir gençlik mücadelesi” tartışması ile beraber yapıldı. Bu amaç ile Genç-Sen arasındaki ilişki kuruldu ve Genç-Sen’e dair uzun olmasa da temel bir tartışma yürütüldü. Hemen hemen herkes sohbete katıldı ve anlamlı sonuçlar çıkarttı. Sohbet 1 Mayıs’ta alanlara işçi sınıfının yanında, düzene karşı mücadele iradesi ile çıkılması sözleri ve kararlılığıyla bitirildi. Sohbetin ardından yapılan futbol turnuvasıyla piknik bitirildi. Sabah erken bir saatte başlayan piknik akşam 20.30’a kadar sürdürüldü. Etkinliğe katılım zayıf olmasına rağmen bu piknik ile beraber amaçladığımız tartışmalar yapılmış ve Ekim Gençliği’nin 1 Mayıs’a ve gençlik hareketine bakışı çerçevesinde tartışmalar yürütülmüş oldu. Ayrıca birçok öğrencinin birbiriyle kaynaşma imkanı sağlandı.
Dokuz Eylül Üniversitesi'nde yaygın bir propaganda!
Dokuz Eylül’de 1 Mayıs öncesinde merkezi afiş ve broşürlerimizi başta İktisat Fakültesi ve Yabancı Diller Yüksek Okulu olmak üzere Güzel Sanatlar, Mühendislik-Mimarlık, Fen-Edebiyat, Hukuk fakültelerine yoğun olarak kullandık. Ayrıca üniversite yakınlarındaki kafelere ve otobüs duraklarına da materyallerimizi taşıdık. Faaliyetlerimiz esnasında öğrenci arkadaşlarımızla işçi sınıfının mücadele, birlik ve dayanışma günü olan 1 Mayıs’ta, üniversite öğrencilerinin de kendi geleceksizliklerine karşı işçi sınıfıyla birlikte alanlarda yer alması konusunda sohbetler etme olanağı yakaladık. Yer yer ÖGB’lerin müdahaleleriyle karşılaşmış olsak da biz, eylem saatine kadar devrimci 1 Mayıs çalışmalarımızı sürdürdük.
Bütün Eskişehir'e 1 Mayıs çağrısı!
1 Mayıs öncesinde Anadolu ve Osmangazi Üniversiteleri’nde Ekim Gençliği’nin merkezi broşürlerini dağıtarak, afişlerini kullanarak öğrenci gençliği 1 Mayıs’ ta alanlarda taleplerini haykırmaya çağırdık. Anadolu Üniversitesi’nde öğrencilerin öğle arasında yoğun olarak bulunduğu yemekhane önünde broşür dağıtımı gerçekleştirdik ve kampüsün çeşitli yerlerine afişlerimizi astık. İletişim Fakültesi kantinine astığımız afişleri indirmeye çalışan ÖGB’ye müdahale ederek afişleri indirtmeyeceğimizi, afişlere müdahale olduğu takdirde afişlerimizi savunacağımızı söyleyerek saldırıyı püskürttük. Osmangazi Üniversitesi’nde de fakülte kantinlerini dolaşarak broşürlerimizi dağıttık ve fakülte içlerine afişlerimizi yaparak çalışmalarımıza başladık.1 Mayıs öncesinde yaygın ve güçlü bir propaganda-ajitasyon faaliyeti örgütledik.
KTÜ öğrencilerinden 1 Mayıs etkinliği!
KTÜ'de 1 Mayıs’a yönelik bir anket çalışması yürüttük.. Ekim Gençliği, Genç-Sen ve YDG’nin birlikte örgütlediği ‘Gençlik Geleceğini İstiyor’ şiarıyla başlatılan 1 Mayıs çalışması ekseninde paralı eğitim, diplomalı işsizlik ve geleceksizlik sorununu tartışmaya açtığımız anket çalışmamız ciddi bir etki yarattı. Anket çalışmasının yanı sıra bildiri dağıtımı ve afişlerle 1 Mayıs çağrımızı güçlendirdik. Bildirilerle 1 Mayıs çağrısının yanısıra 1 Mayıs’a yönelik düzenlediğimiz etkinliğin çağrısını da yapmış olduk. KTÜ Öğrencileri imzasıyla düzenlediğimiz etkinliğimizi 29 Nisan’da İHD'de gerçekleştirdik. Müzik ve şiir dinletisi, serbest kürsü gibi bölümleri olan etkinliğimiz oldukça anlamlıydı.
1 Mayıs’ta devlet provokasyonu...
“Orantılı güç kullanımı”: Hastaneye gaz bombası, yerde yatana tekme!
İşçi sınıfının birlik, mücadele ve dayanışma günü olan 1 Mayıs, İstanbul’da bir kez daha devlet terörü ile karşılandı. Burjuvazinin sadık hizmetkarları cephesinden el birliği ile yaratılan bu tablo, sınıf düşmanlarının “kıyamet” korkusunun da tercümanı oldu. İşçi sınıfı ve emekçilerin Taksim Meydanı’na çıkmasını engellemek adına Şişli Etfal Hastanesi acil servisi gaz bombalarına boğuldu, yerde baygın yatan genç bir kadının suratına tekmeler savruldu, İstiklal’de dolaşan bir turist coplandı ve elbette 1 Mayıs gününü kutlamak için o gün sokağa çıkan kim varsa bu terörden üzerine düşeni aldı! Bu terörün adı “orantılı güç kullanımı” idi ve 1 Mayıs günü konuşan bütün yetkili-etkili zat-ı muhteremlere kalırsa sıradışı hiçbir olay yaşanmamıştı! Bu coğrafyanın ezilenleri de düzen sözcüleri ile hemfikirdi! Gerçekten de ortada “sıradışı” hiçbir şey yoktu! Zira devlet terörü TC’nin mayasında vardı. Ve Taksim’i 77’de kana bulayanların ardıllarından beklenen bundan başkası değildi!
31 Nisan...
Esasında 1 Mayıs günü olacaklar daha başından belliydi. Burjuvazinin sözcülüğüne soyunduğu günden bu yana demokrat maskesi altına gizlenmiş, koltuğunu mağdur edebiyatına, oylarını dağıttığı kömürlere borçlu AKP iktidarı tarafından yapılan bütün açıklamalar belirgin bir saldırganlık içeriyordu. Düzen sözcülerince yapılan “gelin uzlaşalım” çağrılarının her biri 2 Mayıs’ta “yaşananların sorumlusu biz değiliz” diyebilmenin güvencesini sağlamak içindi. En nihayetinde zaten Erdoğan Taksim iradesine burjuvazinin nasıl yaklaştığını da özetlemiş oldu: Taksim’e çıkmak demek, TC’nin varlık zemini olan “devlet ne derse haşa, kabulümüzdür” geleneğine ağır bir darbe vurmak demekti. Yani “ayakların baş olması” demekti. Erdoğan’a kalırsa bu kıyamete bir delaletti. Erdoğan burjuvazinin sadık bir uşağı olarak görevinin önemini çok iyi kavramıştı. Erdoğan’ın bu net çıkışının ardından gelişen kısa süreli sessizlikten sonra sözü sermaye düzeninin alt takımı devraldı. Ve 2007 1 Mayısı’nda İstanbul’da sıkıyönetim ilan ederek padişahlık mertebesine ulaşan Vali Güler, derhal tavrını açıkladı: Taksim’e çıkmak isteyenlere orantılı güç uygulanacaktı! Bu “orantılı güç” hikayesinde oranın neye göre belirleneceğini zaten Erdoğan buyurmuştu. Elbette mesele eylemcilerin taşı, sopası değildi! Devlet terörünün boyutunu belirleyecek olan yalnızca Taksim iradesinin güçlülüğüydü!
1 Mayıs...
Taksim iradesinin güçlülüğü 1 Mayıs öncesinden belli olduğundan, düzen güçleri işlerini şansa bırakmadılar ve 1 Mayıs sabahı sabah saat 6’dan itibaren saldırılara start verdiler. DİSK’in önünde toplanan eylemciler tazyikli su ve biber gazına boğuldu. 1 Mayıs gününün devamının nasıl geçeceğinin işareti olan bu saldırı derhal ve özellikle de büyütülerek televizyonlardan duyuruldu. Ancak bir kez daha sermaye düzeninin hesabı tutmadı. DİSK binasına saldırarak “işte devletin gücü, oturun oturduğunuz yerde, evinizden dışarı adım atmayın” mesajı veren burjuvaziye emekçilerin yanıtı da aynı ölçüde sert ve orantılı oldu! Binlerce kişi, kendilerini şuursuzca kullanılan biber gazı gölünün, copların ve gözaltı terörünün ortasına attıklarını bilmelerine rağmen sokaklara doluştular. 10 kişiyi gördüğünde saldırıya geçen it sürüsüne rağmen çatışmalar saatlerce kesilmedi, birçok defa binlerce kişinin
yanyana geldiği direnişlerin örülmesinin önüne geçilemedi! Dahası sendika bürokratlarının Taksim’den vazgeçtiklerini açıklamalarına rağmen 1 Mayıs’a katılan işçiler, emekçiler ve gençler Taksim kararlılığından vazgeçmedi. Aksine Şişli’den Taksim’e giden ne kadar yol varsa hemen hepsi denendi. Yine düzenin kolluk güçlerince alınan bütün önlemlere rağmen Taksim girişleri defalarca zorlandı. İstiklal Caddesi irili ufaklı bir dizi eyleme sahne oldu.
2 Mayıs...
1 Mayıs’ın asıl bilançosu ise 2 Mayıs günü ortaya çıktı. Sermaye düzeninin kirli yüzünün en açık fotoğrafları ortalığa saçıldı. Görüldü ki 1 Mayıs’ta panzerlerin altında kalan, AKP’nin demokratlık maskesinden başkası değildi! Ve elbette açığa çıkan yalnızca devlet terörü değil, aksine devletin işçi sınıfı ve emekçilerin mücadelesinden duyduğu derin korkunun kendisiydi! Yaşananların sorumluluğunun eylemcilere yıkılması manevraları ise tümden boşa çıktı. Yani bu kez burjuvaziyi satılmış medyaya dağıttığı maskeli, taşlı eylemci fotoğrafları kurtaramadı. Çünkü bir kez zihinlere yerde yatan kadının kafasına inen o tekme, bilinçlere “ayak takımı” benzetmesi kazınmıştı! Şimdiden söylenebilir ki; 2009 1 Mayısı bambaşka bir atmosferde ama ille de Taksim’de geçecektir! 2008 1 Mayısı’nın ezilenlere çağrısı ve sermaye düzenine kestiği fatura budur!
11
Bu coğrafyada er ya da geç ayaklar baş olacak! biziz! Bütün bunlar ve daha fazlası... Etiyopya’daki açlık, Irak’taki kan, Filistin’deki yıllanmış katliam... Gebze’de Bacca’nın ölü bedeni, Bayrampaşa’da küle çevirdikleriniz ve Tuzla’da denize gömdükleriniz, Kürdistan’da bir gece yarısı sinsice “kaybettikleriniz”... İşte bütün bunlar kıyamet delaletleri... Şimdiki zamanda bize çektirdiğiniz ne varsa hepsini iyi okuyun... Öfkemizi hissedin... Ve en önemlisi yaklaşan “ayak” seslerini duyun... Bizim gizlimiz saklımız yok... Kendinize saklanacak yer arayın... Çünkü biz geliyoruz! Ve sizlerle ilgili niyetimiz hiç de barışçıl değil! Ayaklar baş olursa kıyamet koparmış! Bir “başı bozuğun” ağzından çıkmış haklı bir cümle... Kıyamet korkusunun bilançosunu ise İstanbul 1 Mayıs’ını izleyenler çok iyi bilirler... Başı bozuklar, iktidar seviciler, kan emiciler Taksim ve çevresini savaş alanına çevirdiler. Peki ayakların baş olmasının önüne mi geçtiler!? Size soruyoruz bezirgan takımı; kıyameti biber gazı ile mi önleyeceksiniz! Yoksa panzerlerinizle, tazyikli sularınız, kalın duvarlı hücreleriniz, ya da o bildik katliamlarınızla mı? Dağa taşa bombalar atan anlı-şanlı ordunuz mu çıkacak karşımıza, yoksa kendine güveni kaskı, kalkanı kadar olan çevik kuvvetiniz mi?! Bütün ayakları kurşuna mı dizeceksiniz! Ne kadar da çaresiz ama çaresizliğiniz kadar da pişkinsiniz! Bir o kadar da cahilsiniz... Zira o cümle “ayaklar baş olursa” değil, “ayaklar baş olunca” diye kurulmalıydı... Çünkü sizin de çok iyi bildiğiniz gibi, kıyameti önleyemezsiniz, sadece erteleyebilirsiniz! “Siz”, baş bakan ve diğer başlar, TÜSİAD’ın koltuklarına gömülmüş olanlar, üretim havzalarını mezarlığa döndürenler, siz salyalar akıtarak halklara saldıranlar, siz sinsice bu coğrafyanın işçi ve emekçilerine kene misali yapışanlar, siz kendi kıyametinizi tarihler boyunca kendiniz yarattınız! Şimdi sonuçlarına katlanın!
Kıyamet delaletleri...
12
Sosyal yıkım paketleri... Sağlık hakkının gaspı, asgari ücret sadakası, artan salgın hastalıklar, ücretlendirilmeyen ve zorunlu fazla mesai... Bütün oklar mezarlığı gösteriyor! Tersaneler, madenler ve tarım havzalarına giden hurda kamyonetler... Üniversite ve liseleriniz işsizlik üretiyor... Fabrikalarınız açlık, sokaklarınız fuhuş, yozlaşma ve uyuşturucu üretiyor... Belediyeleriniz yıkım, laboratuarlarınız silah, yasalarınız zulüm üretiyor! Dokunduğunuz her yer, her şey çürüyor! Siz çürüyorsunuz... Dünyada renkler değişiyor, iklimler, bitki örtüsü... Dünya ölümcül bir hastalığın pençesinde kıvranıyor! Hastalığın kaynağı siz, panzehri ise
Sizlerin kıyameti ayakların zaferi olacak!
Son kertede sizlerin de çok iyi bildiği gibi, kıyametiniz bizlerin zaferi olacak. Ve işte o zaman bu coğrafyada zulüm bitecek, açlık, gözyaşı bitecek... Ördüğünüz ve aşılmaz diye diye kendinizi kandırdığınız duvarlar yıkılacak... Korku bitecek.. Düşmanlıklar bitecek... Meydanlardaki yasaklar, dillerdeki, düşüncelerdeki hepsi kalkacak... Bahar özgürlükle, eşitlikle ve sizin adını duyduğunuzda tüylerinizi ürperten sosyalizmle birlikte gelecek... İnsanların başına evlerinin yıkılmadığı, sofralarındaki kuru ekmeğin çalınmadığı, çocukların parasızlıktan hastane kapılarında ölmediği günler gelecek... Her şeye karşı ve herkes için barışçıl ve özgür olacak günler... Yaşamanın adına yaraşır biçimde yaşanılan günler, insanca, kardeşçe ve güvenerek... İşte o günler, milyonlarca işçi ve emekçinin bugünkü gerçek kıyametten tek kurtuluşu ama sizler içinse kıyametin kendisi olacak! Şimdi saldırın var gücünüzle! Topunuzu, tüfeğinizi de alın... Bütün ayakları kırabilir misiniz?! Salın üzerimize alnı dövmeli insan irilerini, gözü dönmüş katilleri, bekçi köpeklerinizi salın... Kenetlenmiş yumrukları açabilir misiniz?! Etrafımıza duvarlar kurun, dikenli tellerle çevirin. Yüreklerimizdeki öfkeyi ve inancı kırabilir misiniz?! Biz içimizdeki öfkeyi açlığımız ve sizin zulmünüzle büyütmüşken hem de... Siz sadece savaşta olduğunuzu biliyorsunuz, bizse bugünden savaşın sonunu görüyoruz! Kazanacağımızı bilerek kıyameti düşlüyoruz!
ODTÜ’de DEVRİM ateşi binlerle yakıldı! Bundan 40 yıl önce ODTÜ Stadyumu’nun DEVRİM Stadı olarak anılmasını sağlayan DEVRİM yazısı dört devrimci ODTÜ öğrencisi tarafından stadyumun tribünlerine yazılmıştı. Aradan 40 yıl geçmesine rağmen ODTÜ bu yazıya sahip çıktığını yine gösterdi. ODTÜ’de bahar şenliklerinin başlaması ile her yıl olduğu gibi stadyuma yürüyüş ve yazının mumlarla çim sahaya yazılması için bir eylem planlandı. Asılan afişlerle ve dağıtılan el ilanları ile tüm ODTÜ’lüler Devrim yazmaya çağrıldı. 7 Mayıs günü Fizik Bölümü’nün önünde toplanan yaklaşık 1.500 öğrenci ile devrim şehitleri için kısa bir anma yapılarak eyleme başlandı. Anmanın ardından, “Ayaklar baş olacak! Tek yol devrim!” ortak pankartı ile yürüyüş başladı. Birçok topluluk pankartını açarak eyleme katıldı. “Dans edemeyeceksem, bu devrim benim devrimim değildir!”, “Yaşasın devrimci ODTÜ!/Yapı-Mimarlık Topluluğu”, “Rant için değil halk için kentsel dönüşüm!”, “TMMOB İMO Öğrenci Üyeleri/Genç-İMO”, “Irkçılığa-faşizme karşı birleşelim!”, “Faşizme geçit vermeyeceğiz!/Çağdaş Dans Topluluğu!”, “Yaşamak direnmektir!”, “Kapitalizm kirletir, nükleer öldürür!” pankartları açıldı. Daha sonra sırasıyla Ankara Anarşist İnisiyatifi, Ankara Gençlik Derneği, +İvme, Öğrenci Kolektifleri, DGH, DPG, TTB Tıp Öğrenci Kolu, Ekim Gençliği, Marksist Bakış, Genç Kurtuluş, Yurtsever Demokratik Gençlik, SGD, TKP pankart açarak eyleme katıldılar. 1.500 kişi ile başlayan yürüyüş şenlik alanı ve yurtlardan geçilmesinin ardından DEVRİM Stadyumu’nda son buldu. Stadyuma
girilirken yaklaşık ikibin öğrenci vardı. Stadyuma girilmesiyle ortak pankart konser sahnesinin önüne asıldı. Diğer pankartlar da tellere asılarak Sevinç Eratalay konseri dinlenilmeye başlandı. Saat 19:30’u gösterirken, Sevinç Eratalay’ın da duyuru yapmasıyla, “ODTÜ’lüler sahaya, devrim yazmaya!” sloganları ile herkes sahaya çağrıldı. İlk önce saha ortasında buluşan grup elele tutuşarak büyük bir çember oluşturdu. Çim saha tamamen boşaltıldı. Ardından daha önce belirlenen noktalardan ipler geçilerek yazı tamamlandı. Üçbin kişi elindeki mumları yaktı. Eylem mumlarla Devrim yazısının yazılmasıyla son buldu. Ardından İnti-İlimani konseri başlatıldı. Hem Sevinç Eratalay konserinde hem de İnti-İlimani konserinde halaylar çekildi ve sloganlar coşkuyla atıldı. Geçen yıllara göre daha da kitleselleşen Devrim yürüyüşü bu sene de büyük bir etki oluşturarak yapılmış oldu. Devrim yazısının yazılması sırasında içki içenlere ve satanlara müdahale edildi. Ellerinde şişelerle yazı yazmaya gelen hiç kimseye izin verilmedi. Yapılan uyarılar birçok öğrenci tarafından da desteklendi. DEVRİM’e ve devrim şehitlerine karşı saygısızlık olduğu ve yazının yazılmasında buna izin verilmeyeceği söylendi. Genç Komünistler, “Gençliğin devrimci hareketini yükseltmek için örgütlü mücadeleye!” pankartı ve yaklaşık 35 kişi ile yürüyüşe katıldılar.
İstanbul Lise Kurultayı gerçekleşti! “Lise Öğrencileri Kurultayı”, dönem başından bu yana çeşitli alanlarda sürdürdüğümüz faaliyetin ürettiği sonuçların tartışıldığı bir içerikte gerçekleştirildi. Kurultayı ele alırken, bugüne kadar sürdürdüğümüz çalışmaların deneyimlerini aktarabileceğimiz ve kolektife maledebileceğimiz bir tartışma platformu olarak değerlendirmiştik. Aynı zamanda kurultayları, tek başına bir tartışma platformu olarak ele almamak, ön süreciyle beraber bir örgütlenme aracına çevirebilmek gerekliliğini ortaya koymuştuk. Kurultayımızla bu hedeflere ne kadar yaklaştığımızı görebilmiş olduk. Kurultay programımız sinevizyon gösterimi ile başladı. İLGP’nin hazırladığı sinevizyon lise öğrencilerinin, meslek liselilerin, dershane öğrencilerinin sorunlarını tanımlayan ve İLGP ile mücadele çağrısı yapan bir içeriğe sahipti. Kısa açılış konuşmasının ardından 1 Mayıs’ta şehit düşmüş devrim şehitleri şahsında tüm devrim şehitleri adına bir dakikalık saygı duruşu gerçekleştirildi. Ardından divan bugün liselilerin karşı karşıya kaldığı sorunlara dair bir çerçeve çizdi. Kurultaya sunulan tebliğler… Kurultaya ilk tebliğ Hatice Bayraktar Lisesi’nden bir arkadaşımız tarafından sunuldu. “Parasız eğitim haktır!” başlığı ile sunulan tebliğde devletin karşılaması gereken eğitim masraflarının katkı payları, fotokopi paraları vb. ile öğrencilerin sırtından karşılandığına değinildi. İkinci tebliğ Kartal Lisesi’nden bir arkadaşımız tarafından, okullarda yaygınlaşan çeteleşme konusu üzerine sunuldu. Ertuğrul Gazi Lisesi öğrencileri ise uyuşturucu ve uyuşturucunun yaygınlaşması üzerine bir tebliğ sundular. Düzenin uyuşturucu silahını çok iyi kullandığı ve bu silahla biz liselilerin bataklığa
ODTÜ Ekim Gençliği
sürüklenmek istendiği ifade edildi. Refhan Tümer Lisesi İLGP’nin “Yaşasın halkların kardeşliği!” şiarı ile sundukları tebliğ, düzenin şovenist saldırıları üzerinden bir vurguya sahipti. Kürt halkına dayatılan inkâr ve imha politikalarına değinildi. Kurultay’da İLGP adına yapılan konuşmalar… Yerel tebliğlerinde sunulmasının ardından İstanbul Liseli Gençlik Platformu adına üç konuşma yapıldı. İLGP’nin ilk konuşması yaklaşan ÖSS ve İLGP’nin gerçekleştireceği ÖSS Karşıtı Kampanya üzerineydi. Bundan sonraki faaliyetini ÖSS karşıtı bir kampanya ile yürütecek olan İLGP, ÖSS’nin anlamına dair bir çerçeve çizdi. Ardından İLGP adına örgütlü mücadelenin önemine ve örgütlülüğe vurgu yapan bir konuşma gerçekleştirildi İLGP adına yapılan son konuşmada 1 Mayıs çağrısı yapıldı. Ekim Gençliği adına yapılan konuşma ile kurultay son buldu. Kurultayın ardından topluca Kadıköy’de Ekim Gençliği-İstanbul Liseli Gençlik Platformu olarak gerçekleştirdiğimiz basın açıklamasına gidildi.
İstanbul Liseli Gençlik Platformu
13
YTÜ’de İP provokasyonu!
Devrimci siyasal faaliyetimiz engellenemez!
14 5 Mayıs günü “Bağımsızlık için Anadolu’ya Geçiyoruz” adı altında TGB imzalı çalışma yapmak isteyen İP’lilerle devrimciler arasında çıkan gerginlik, 6 Mayıs günü saldırıya dönüştü. 5 Mayıs günü devrimcilerin afişinin kendi afişlerini kapattığını söyleyerek afişin geri çekilmesini isteyen İP’liler, net bir “hayır” yanıtı alınca, “Atatürk’e ve vatana saldırıyorlar” diyerek YTÜ’de provokasyon yaratmaya çalıştılar. Ancak bu provokasyon, devrimcilerin kararlı tutumu ve İP’lileri teşhir eden konuşmalarla boşa düşürüldü. Bu gerginlik üzerine üniversitede İP çetesini teşhir eden bir faaliyetin örülmesi kararlaştırıldı. 6 Mayıs günü sabah erken saatlerden başlayarak üniversitede etkin bir propaganda faaliyeti yürüttük. Üniversitenin merkezi alanlarının neredeyse tamamına İP çetesini teşhir eden ozalitler, afişler astık. Öğleden sonra saat 15.30 civarında, 25-30 kişilik ve ağırlığını üniversite dışından gelen unsurların oluşturduğu İP’liler gelerek, “bize pano bırakmamışsınız, ayrıca bu stantı dün biz kullandık” vb. sözler sarf ettiler. Kendilerine pano ya da stant boşaltılmayacağının net bir tarzda söylenmesi üzerine İP’liler önce tehditler savurdular, ardından saldırıya geçtiler. Devrimcilerin çoğunluğunun okulda olmaması nedeniyle sadece 4 kişi olmamıza rağmen etkin bir savunma gerçekleştirdik. Zaten saldırı amacıyla üniversiteye giren bu serseri takımını teşhir ettik. Üzerimize atılan İP’li çeteye karşı çevreden desteğe gelenlerle birlikte 7-8 kişi karşılık verdik. ÖGB’ler araya girince, Türk bayraklarını açarak provokasyonu derinleştiren İP’li çeteye üniversite yönetimi de hızla destek verdi. Zaten TGB denen ulusalcı çetenin deklerasyonunun imzacılarından oluşan yönetim, dağılmazsak çevik kuvveti çağıracağını söyleyerek bizleri tehdit etti. Bu tehditlere de “baskılar bizi yıldıramaz” diyerek karşılık verdik. Sonuç olarak saldırıyı etkin bir teşhirle birlikte püskürttük. İP’li
çete üniversiteyi terk etmek zorunda kaldı. Saldırıda yoldaşlarımızdan ikisi çeşitli yerlerinden yaralandı. 7 Mayıs günü sabah erken saatlerde okulda afiş, duvar gazeteleri vb. materyalleri kullandık. Fakülteler, Tonoz Kafe önü ve yemekhane vb.yerlerde yoğun materyal kullanarak TGB’yi teşhir ettik. Üniversite yönetiminin Tonoz ve T Blok’taki bütün panoları ortadan kaldırması, okula iki otobüs çevik ve çok sayıda sivil polis getirmesi de çalışmamızı engelleyemedi. Hazırlanan materyallerle üniversitenin her bir köşesi, özellikle de Tonoz önü donatıldı. Bu çalışma kapsamında bir basın açıklaması gerçekleştirildi. Tonoz önünde toplanan yaklaşık 80 kişi “Üniversitelerde ulusalcı faşist çetelere, provokasyonlara geçit yok!” pankartı açtı. Akşam üzeri ise üniversiteden toplu çıkış yapıldı. 8 Mayıs günü İP’liler yine YTÜ’ye gelerek TGB masası açtılar. Masaları devrimci güçler tarafından dağıtıldı. İP’in provokasyonu çok geçmeden ortaya çıktı ve çatışmanın hemen ardından okula giren çevik kuvvet 13 devrimci öğrenciyi gözaltına aldı. Her zamanki gibi yalnızca devrimciler gözaltına alındı ve rektörlük korumasındaki Perinçekçi çeteye dokunulmadı. Gözaltına alınan 13 öğrenci Vatan Caddesi’nde bulunan İstanbul Emniyet Müdürlüğü Güvenlik Şube’ye götürüldüler. 13 öğrenci gözaltı boyunca sürekli polis terörü ile karşı karşıya kaldı. Üst araması dayatmasına karşı çıkarak tutum alan Ekim Gençliği okuru Mustafa Tuncay Karaca polisin vahşi saldırısının hedefi oldu. 9 Mayıs günü Sultanahmet Adliyesi’ne çıkartılan devrimciler serbest bırakıldı. Yıldız Teknik Üniversitesi öğrencileri 12 Mayıs günü de İP çetesi ve onun paravanı TGB’yi teşhir etmeye, ulusalcı çetelerle mücadele etmeye devamettiler. Ve bu kapsamda 70 öğrencinin katılımı ile gözaltıları teşhir eden bir basın açıklaması yapıldı.
YTÜ Ekim Gençliği
Rektörlük-Polis-İP/TGB çetesi işbirliğine geçit yok!
8 Mayıs tarihinde yaşanan olayları ve rektörlük- İP/TGB işbirliğini teşhir etmek isteyen YTÜ Devrimci Demokrat Yurtsever Öğrenciler 12 Mayıs günü konuyla ilgili bir basın açıklaması gerçekleştirdi. Tonoz önünde toplanan yaklaşık 70 kişi “Rektörlük- Polis- İP/TGB Çetesi İşbirliğine Geçit Yok! Baskılar Bizi Yıldıramaz!” pankartı açtı. Alkış ve sloganlarla açılan pankartla birlikte yaşanan olaylar ve TGB’nin ne olduğunu anlatan bir konuşma yapıldı. Konuşmanın ardından kitle sloganlar eşliğinde ana giriş kapısına yöneldi ve burada basın açıklamasını gerçekleştirdi. Yapılan açıklamada şunlar söylendi: “Çok açıktır ki yaşanan bu süreç devrimci faaliyeti sindirme ve provokasyon girişimidir. Bizler bu tarz provokasyonlara gelmeyeceğimizi bir kez daha ifade ediyoruz. Bu çetenin maskesi çoktan düştü! Hem bugüne kadar üniversitelerde gerçekleşen bir dizi olay, hem de Ergenekon bu çetenin temelde neye hizmet ettiğini göstermiştir. Toplumun “hassasiyetleri”, bir takım simgeler arkasına sığınanlar, bunlar üzerinden kirli siyaset yapanlar YTÜ’de de gerçek yüzünü göstermiştir. Provokasyonlara ve saldırılara geçit vermeyeceğiz.! Bu saldırılar karşısında sinmeyecek, her şeye rağmen gelecek ve özgürlük mücadelemizi sürdürmeye devam edeceğiz”.
YTÜ / Ekim Gençliği
ÇÜ: Baskılar ve gözaltılar bizi yıldıramaz!
Politik faaliyetimize sahip çıkmak geleceğimize sahip çıkmaktır!
Çukurova Üniversitesi’nde 1 Mayıs ön çalışmaları sırasında başlayan baskı ve terör devam ediyor. Üniversite yönetimi ve polis işbirliği artık ayyuka çıkmış durumda. Kolluk güçleri adeta rektörün emri ile saldırıyor! Üniversitede afiş asılması, stant açılması, bildiri dağıtılması, kısacası üniversitede politik faaliyet yürütülmesi üzerinden geliştirilen saldırılar azgın bir polis terörü eşliğinde sürdürülüyor. Nisan ayının ortalarında başlayan saldırı ilk olarak stantların kaldırılması üzerinden yürütüldü. Ekim Gençliği, Azadiya Welat, Bakış ve Yurtsever Cephe olarak stantlarımızı açık tutmamız üzerine üniversiteye polis yığınağı yapılmış, ancak kararlı tutumumuz karşısında geri adım atılmıştı. Bunun üzerine üniversitenin muhalif güçleri olarak bir bildiri hazırlamış ve 22 Nisan günü dağıtmıştık. Saldırılar Nisan ayının sonlarına doğru sertleşti. Özellikle 1 Mayıs’ın yaklaşması ile azgınlaşan düzen güçleri her türlü devrimci faaliyete karşı tahammülsüzleşti. 28 Nisan günü üniversitede afiş yapan Ekim Gençliği okuru Yiğit Demirel yaka paça gözaltına alındı. Yiğit Demirel’in alınması üzerine “cesareti olan buraya bir daha afiş asar” tehditleri savuran çevik kuvvet ve özel güvenlikçiler afiş çalışmalarının herşeye rağmen devam ettiğini görünce yeniden saldırdılar. Plastik mermileri de devreye sokan bekçi köpekleri burada da 3’ü okurumuz 11 kişiyi gözaltına aldılar. 1 Mayıs sonrasında da saldırılar sürüyor. Şu ana kadar politik faaliyetimizde ciddi bir kesinti yaşamasak da Çukurova Üniversitesi’nde politik faaliyetinin geleceği açısından alınacak tutum özel olarak önem taşıyor. Öncelikle 1 Mayıs öncesinde geliştirilebilen ortak tutumların güçlenmesi gerekiyor. Ayrıca saldırıların salt devrimcilere değil, üniversiteli gençliğin bütününe dönük olduğunun anlatılabilmesinin ve gençliği saldırılar karşısında taraflaştırabilmenin yol ve yöntemlerinin geliştirilebilmesi şart. En önemlisi de saldırılar karşısında dimdik bir irade ile durabilmek! Çukurova Üniversitesi Ekim Gençliği olarak bu iradenin somutlaşmış pratiğinin taşıyıcısı olacağımızı bir kez daha ilan ediyoruz! Soruşturmalar, polis terörü, gözaltılar bizleri yıldıramayacak! Çukurova Üniversitesi Ekim Gençliği
Üniversitelerde soruşturma saldırıları sürüyor...
Gençliğin gelecek özlemini bastıramayacaklar!
KTÜ’de soruşturma bombardımanı KTÜ’de 8 Mart dolayısıyla düzenlenen etkinliğin ardından iki Ekim Gençliği okuruna “halkı kin ve nefrete teşvik etmekten” dolayı soruşturma açılmıştı. Ardından bu soruşturmanın kapsamı genişletildi. Aynı etkinlik üzerinden her gün yeni yeni soruşturmalar açıldı. Soruşturulan öğrenci sayısı 11’e çıktı. Ayrıca Ekim Gençliği okuru bir öğrenciye aynı etkinlikten iki ayrı soruşturma açıldı. Soruşturmalardan biri hızla sonuçlandırılarak yoldaşımıza 6 ay uzaklaştırma cezası verildi. EÜ’de soruşturma terörü sürüyor Ege Üniversitesi Rektörlüğü, 6 Kasım YÖK eylemine ve Ali Serkan Eroğlu anmasının ardından çıkan çatışmaya katıldıkları gerekçesiyle 8 öğrenci hakkında soruşturma açmış ve soruşturmaları ilk dönemin sonuna denk getirmişti. İfade sürecinin üzerinden uzun bir zaman geçmesine rağmen soruşturmalar sonuçlanmadı. Bu kez rektörlük yeni bir uygulamaya da imza atarak, soruşturulan öğrencilere tanıkları varsa 15 Nisan’a kadar dinletebileceklerini bildirdi. Yani soruşturmanın sonuçlalanması bir kez daha bilinmeyen bir tarihe ertelendi. Açıkça rektörlük gelişebilecek tepkilerden dolayı soruşturmaları dönem sonu gelmeden sonuçlandırmak istemediğini ilan etmiş oldu. Bu süre zarfında bir soruşturma daha açıldı. 18 Mart günü Genç-Sen Mühendislik Birimi’nin Gıda Kafe’de açtığı masaya faşistler saldırmış ve çatışma çıkmıştı. Bu saldırı sonucu birçok arkadaşımız çeşitli yerlerinden yaralanmıştı. Bu olayın ardından Ege Üniversitesi Rektörlüğü bildik rolünü uygulayarak devrimci ve demokrat öğrenciler hakkında soruşturma açtı. İÜ’de soruşturma terörü İstanbul Üniversitesi’nde baskıcı ve antidemokratik uygulamalar her geçen gün biraz daha artıyor. Özgür düşünceyi ve yapılan faaliyetleri engellemek için uygulanan baskı hiç kesilmiyor. Geçtiğimiz aylarda etkinlikler engellendi, açılan masalara saldırıldı. Devrimci faaliyete yönelik baskılar şimdi de soruşturmalarla kendisini gösteriyor. Fen-Edebiyat ve Su Ürünleri Fakültesi’nde 50 öğrenciye toplam 55 soruşturma açıldı. Yasadışı afiş asmak, afiş sokmak, yasadışı bildiri dağıtmak, izinsiz protesto gösterisi yapmak vb. nedenlerle, okulda olmayan öğrencilere dahi soruşturma açıldı. UÜ’de soruşturma saldırısı 10 Mart’ta Uludağ Üniversitesi’nde yaşanan faşist saldırı ve jandarma terörünün ardından Rektörlük de öğrencilere karşı saldırıya geçti. 10 Mart günü yaşananlar ve 3 Nisan günü saldırıları protesto etmek amacıyla yapılan basın açıklaması için Rektörlük soruşturma başlattı. Sayılar net olmamakla birlikte yaklaşık 80 öğrenciye toplam 130 soruşturma açıldı. Rektörlük bu soruşturma terörüyle jandarması ve sivil faşist çetelerle işbirliği içinde olduğunu bir kez daha göstermiş oldu. Ancak onlar da çok iyi biliyorlar ki, ne faşist saldırılar, ne kolluk kuvvetlerinin baskısı, ne de idarenin soruşturmaları bizi yıldırabilir. Hiçbiri her geçen gün artarak süren devrimci faaliyetimizi engelleyemez.
15
Üniversitelerden... Cebeci’de duvar gazetesi!
Cebeci’de Nisan ayında kampüsümüzdeki öğrencilerle birlikte bir duvar gazetesi çalışması başlattık. Bir hafta boyunca çıkan gazetelerden ve dergilerden derlediğimiz haberleri bir araya getirip tartışarak gazetemizin içeriğini oluşturuyoruz. Kestiğimiz resimler ve yazılardan çok bunlar üzerine yaptığımız yorumlara ağırlık vermeye çabalıyoruz. Haftanın gelişmelerinden derlediğimiz duvar gazetesi bir hafta boyunca kampüsteki tüm fakültelerde asılı duruyor. Şu ana kadar çıkardığımız gazetelerin özellikle ilk sayılarında SSGSS’ye yönelik haberlere ağırlık verdik. Ardından faşist saldırıları, tersanedeki iş cinayetlerini, TEGA grevini ve 1 Mayıs’ı gazetemiz aracılığıyla gündemleştirdik.
Tutuklanan 3 DTCF öğrencisi serbest bırakıldı
Geçtiğimiz aylarda DTCF’de yaşanan faşist saldırılar sırasında satırla öğrencilere saldıran faşistlere karşı arkadaşlarını savunmak isteyen 3 DTCF öğrencisi “polise ideolojik mukavemet” ettikleri gerekçesiyle hukuksuz bir şekilde tutuklanmıştı. Tutuklanan öğrenciler 22 Nisan günü serbest bırakıldı. Mahkeme günü Ankara’nın birçok üniversitesinden gelen öğrenciler Adliye önünde bekledikleri süre boyunca sloganlarla tutuklamaları ve baskıları protesto ettiler.
Düşünce ve Hukuk Kulübü’nden film gösterimi
Anadolu Üniversitesi Düşünce ve Hukuk Kulübü, 17 Nisan’da “V for Vendetta” adlı filmin gösterimini yaptı. Film başlamadan önce bir arkadaşımız kısa bir konuşma yaptı ve her hafta kulüp olarak düzenli film gösterileri yapılacağını ve bu filmler üzerinden tartışmalar yapmayı planladığımızı belirtti. Film gösterimine yaklaşık 30 kişi katıldı.
16
MSGSÜ’de paranın geçmediği bir şenlik!
Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi öğrencileri olarak, okulumuzdaki girişin ücretli olduğu ve içeride hayli yüksek fiyatlara satılan tüketim ürünlerinin yer aldığı şenliğe tepki olarak Beşiktaş
Fen-Edebiyat Fakültesi’nde 7 Mayıs günü, sponsorların olmadığı ve “normalde olması gerektiği gibi” paranın geçmediği bir şenlik düzenledik. Okulumuz öğrencilerine ait fotoğraf sergisini şenlik alanı olarak düzenlediğimiz Fen-Edebiyat binasının giriş katına asarak şenliğe başladık. Ayrıca sergide Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan gibi devrimci önderlerin fotoğraflarına da yer verdik. Herkesin evlerinde hazırlayıp getirdiği yiyeceklerle ortak soframızı oluşturduk. Okuldan ve diğer üniversitelerden arkadaşlarımızın düzenlediği müzik dinletileriyle birlikte şarkılar söyleyip halaylar çektik. Çok kısa sürede organize edilmesine rağmen şenliğe katkı ve katılım oldukça yoğun oldu. Şenliğimizi, alternatif şenliğe katılanlarla bir dahaki sefer daha kapsamlı ve organize bir şekilde yapma kararı alarak sonlandırdık.
YYÜ’de Çelik protestosu!
24 Nisan günü Van Yüzüncü Yıl Üniversitesi’nde kampüs içerisinde yapımı tamamlanan YÖK’e bağlı yurdun YYÜ kampüsünde açılış töreni yapıldı. Açılışın Milli Eğitim Bakanı Hüseyin Çelik’in de katılımıyla düzenleneceğini öğrenen YYÜ’lü öğrenciler, hükümetin politikalarını ve Kürdistan’ı hedef alan ve Newroz’un ardından iyice tırmandırılan devlet terörünü protesto etme kararı aldı. Merkezi kafeteryada toplanan öğrenciler törenin yaklaşmasıyla beraber sloganlarla yurda doğru yürüyüşe geçtiler. Kitle yurt kapısına geldiğinde jandarma tarafından engellenmeye çalışıldı. Yapılan görüşmeler sonrasında öğrencilerin kararlılığıyla yurt alanına girildi. Yurt alanında yine öğrencilerin önü askerler tarafından kesilerek tören alanına girmeleri engellenmek istendi. Yapılan uzun görüşmelerden sonuç alınamayınca, öğrenciler jandarmayı aşarak tören alanına girdi. Buna rağmen güvenlik güçleri kitleye müdahale etme cesaretini gösteremedi. Çelik kürsüye çıktığında “Newroz’un katili!” sloganıyla kitle tarafından konuşması sürekli engellendi. Konuşmaların ardından kitle tekrar Mediko’ya doğru yürüyüşe geçti ve Mediko’da eylem bitirildi. Sloganların hiç kesilmediği eyleme YÖDER çatısı altında örgütlenmiş 800 öğrenci katıldı.
SMYO’da Kültür Sanat Kulübü açılış etkinliği
İstanbul Üniversitesi Sağlık Meslek Yüksek Okulu öğrencileri olarak bir süredir hazırlıklarını sürdürdüğümüz Kültür Sanat Kulübü kuruldu. 6 Mayıs günü açılış etkinliğini gerçekleştirdik. Etkinlik üç sinevizyon gösterimiyle başladı. Sinevizyonlar aile hekimliği, SSGSS, sağlık ocaklarının kapatılması konularını içermekteydi. Ardından kulüp adına bir arkadaşımız konuşma yaptı. Kulübün hedeflediği çalışmalardan bahsetti. Önümüzdeki aylar içerisinde tiyatro, sinema, gezi vb. etkinliklerin yapılacağını duyurdu. Etkinliğe yaklaşık 100 kişi katıldı.
Tuzla yürüyüşü sona erdi!
Boğaziçi Üniversitesi, ODTÜ, GYTE, Koç Üniversitesi ve Sabancı Üniversitesi öğrencilerinin başlattığı Emek Haftası etkinliklerinin son gününde öğrenciler, “Türkiye Tuzla olmasın!” diyerek Tuzla’ya yürüyüş gerçekleştirdiler. 19 Nisan günü Kadıköy İskele Meydanı’nda biraraya gelen öğrenciler “Hepimiz liman işçisiyiz!” ve “İş cinayetlerine hayır!” yazılı önlükler giydiler. Yapılan basın açıklamasında, iş kazalarının, kötü çalışma koşullarının, yoksulluğun, güvensiz ve güvenliksiz çalıştırılmanın işçilerin gündelik yaşamının bir parçası haline gelmesine öfke duyduklarını ifade ettiler. Öğrenciler, açıklamanın ardından Haydarpaşa Garı’ndan trenle Kartal’a hareket ettiler. Sendikaların da katıldığı eylem 200 kişi ile gerçekleştirildi.
Sermaye defol üniversiteler bizimdir!
Üniversitelerimiz her geçen gün sermayenin talanına açılırken, Çukurova Üniversitesi’nde 24 Nisan günü Sinerji kolu “Patronlar üniversiteye çıkartma yapıyor” başlığı ile Adana’nın holding başkanlarından oluşan beş sermayedarın çağırıldığı iki günlük bir etkinlik düzenlemek istemişti. Üniversitede böyle bir etkinliğin gerçekleştirileceğinin duyulması üzerine etkinliği protesto etmek amacıyla faaliyet yürüttük. Etkinliğin yapılacağı gün “Sermaye defol üniversiteler bizimdir! / Çukurova Üniversitesi Öğrencileri” şiarlı bildirinin yanısıra sermayeyi üniversitemizde neden istemediğimizi anlatan kısa bir metnin yazılı olduğu afişlerimizi üniversiteye sabah saatlerinde yaygın bir şekilde yaptık. Öğle saatlerinde ise ortak olarak çıkartılan “Patronlara sorulacak sorular” başlığını taşıyan bildirilerimizi yemekhane önüne ve bazı fakültelere dağıttık. Sabah saatlerinde etkinlikte daha az kişi olacağını düşünerek, etkinliğin öğleden sonraki ikinci bölümüne toplu olarak gitme kararı almıştık. Gruplar halinde etkinliğin yapılacağı İ. Akif Kansu Toplantı Salonu’na gittik. İçerisinin dolu olması nedeni ile bizlerin içeri girmesini engellemeye çalıştılar. Bunun üzerine sermayedarları üniversitemizde istemediğimizi ve etkinliğin iptal edilmesini söyledik. İsteğimizin kabul edilmemesi üzerine “Sermaye defol üniversiteler bizimdir!” sloganı ile kapıya doğru yöneldik. Sinerji kolu üyelerinin kapıya barikat kurmaları üzerine küçük çapta arbede yaşandı. Etkinlik salonunun kapısını açamadığımız için sloganlar ile salonun önünde beklemeye başladık ve etkinliğin bir an önce iptal edilmesini istedik. Sloganlarla bekleyişin ardından insanların dışarı çıktığını görüp etkinliğin iptal edildiği haberini alınca alkış ve sloganlarımızla R1 dersliklerine doğru yürüyüşe geçtik.
Özgürlük istiyoruz!
A.Ü Cebeci kampusü’nde bir süredir “güvenlik” adı altında öğrencilere yönelik baskılar yaşanıyor. YÖK Başkanı’nın üniversitelerdeki artan olaylara (!) karşılık sunduğu güvenlik raporunun ilk sonuçlarını Cebeci’de yaşamaya başladık. Kampüsümüzde kamera sayısı bir hafta içinde 50’ye yaklaştı. Bunun yanı sıra okulun ortasına dev bir mobese yerleştirdiler. Artık öğrencilerin her davranışı 24 saat denetim altında! Alınan güvenlik önlemleri sadece kameralarla da sınırlı kalmadı. Okulun giriş kapılarına yine bir hafta içinde turnikeler yerleştirdiler. Bu uygulamalarla kampüsümüz yarı açık bir cezaevini aratmaz duruma geldi artık! Yaşadığımız bu “güvenlik” terörünün bir sonucu da sudan bahanelerle öğrencilere açılan soruşturmalar oluyor. Artık kampüste olağan bir basın açıklamasına katılmak bile “büyük” suç nedeni! Tüm bunların yanı sıra dönem başından beri sık sık karşı karşıya kaldığımız ÖGB terörü her gün daha da saldırganlaşarak devam ediyor. Bu saldırganlığın en son örneği 10 Mayıs Cumartesi günü yaşandı. SBF’de gerçekleştirilen İnek Bayramı’na gelen bir SBF öğrencisi “kimlik göstermediği” bahanesiyle ÖGB’ler tarafından kameralardan uzak bir köşeye çekilip coplarla, tekmelerle ve küfürlerle vahşice dövüldü. Bu saldırı esnasında ÖGB şefi Aslan Duran da yaralandı. Yaşananların ardından ÖGB’ler gözü dönmüşçesine fakültede bulunan diğer öğrencilere saldırdı. Saldırı esnasında ellerinde cam kırıklarıyla öğrencilerin üzerine yürüyerek tehditler ve küfürler savurdular. Cumartesi kampüste yaşananlarla ilgili 12 Mayıs günü Cebeci öğrencileri ellerinde “Artık yeter!ÖGB terörüne son!” yazılı pankartla kampüs içerisinde bir yürüyüş yaparak kampüs girişinde bulunan güvenlik kulübesine siyah çelenk bıraktılar. Burada yeniden Cumartesi günü yapılan saldırı teşhir edildi, ÖGB şefi Aslan Duran’ın yaralanmasıyla ilgili de “yapan arkadaşın eline sağlık” denildi.
Denizler ülkenin dört bir yanında anıldı!
GOP’ta Denizler anması...
Gaziosmanpaşa İLGP 10 Mayıs günü Denizler’i anma etkinliği düzenledi. Anma programı Denizler’i anlatan bir sinevizyon gösterimi ile başladı. Ardından bir şiir dinletisi sunuldu. Programın ardından “Denizler’den İbolar’a, Ümitler’den yarınlara gençlik mücadelesi!” başlığı altında bir söyleşi düzenlendi.
İLGP: Şimdi Deniz olunmalı!
Kartal İLGP Denizler’i anma haftası düzenledi. 6 Mayıs günü Kartal’da bir lisede okul içi anma yapıldı. Anmaya 25 kişi katıldı. Gülsuyu Mahallesi’nde de bir anma düzenlendi. Sinevizyon gösterimi ve konuşmaların yer aldığı etkinliğe 20 kişi katıldı. 9 Mayıs günü ise Kartal Meydanı’nda bir basın açıklaması düzenlendi. Açıklamaya 20 kişi katıldı. Açıklamanın sonunda kolluk güçleri provokasyon yaratmaya çalışarak, liselileri taciz etti. İLGP ayrıca Kartal’ın çeşitli semtlerinde Denizler’i anan yazılamalar yaptı.
Denizler Ankara’da anıldı!
6 Mayıs günü Ankara’da Karşıyaka Mezarlığı’nda Denizler’i anmak için çeşitli etkinlikler düzenlendi. İlk anma etkinliğinde Karşıyaka mezarlığı miting alanına çevrildi. Halit Çelenk, Mustafa Yalçıner ve “Hatırla sevgili” dizisinde Deniz Gezmiş’i oynayan oyuncu konuşma yaptılar. Mitingin içeriği devrimci bir yaklaşımdan çok uzaktaydı. İçerik yönünden çok zayıf geçen eyleme katılımsa oldukça kitleseldi. Mezarlıktaki ikinci anma etkinliği ise BDSP tarafından gerçekleştirildi. “Emperyalizme, faşizme, şovenizme karşı Deniz olunmalı!/ BDSP” imzalı pankart taşıyan komünistler, 100 kişilik bir katılımla devrimci özüne uygun coşkulu bir anma düzenlediler.
İÜ’de Denizler anması!
6 Mayıs günü İÜ Edebiyat Fakültesi bahçesinde bir anma gerçekleştirildi. Anma, Hergele Meydanı’nda sloganlarla başladı. Yemekhane, kantin ve bahçe dolaşılarak buralarda Denizler’in mücadelesini anlatan ve anmaya çağrı yapan konuşmalar yapıldı. Edebiyat bahçesinde toplanıldıktan sonra kısa bir konuşma yapıldı. Konuşmanın sonunda saygı duruşu gerçekleştirildi. Ardından şiirler ve müzik dinletisiyle anma devam etti.
Eskişehir’de 6 Mayıs anması...
6 Mayıs günü Eskişehir’de “Emperyalizme ve Devlet Terörüne Karşı Deniz Olunmalı!” şiarı ile bir anma eylemi düzenlendi. Basın açıklamasında Denizler’in mücadelesi anlatılarak, onların başkaldırının simgesi olduğu vurgulandı. BDSP’nin de örgütleyicisi olduğu anmaya 400’ü aşkın kişi katıldı.
Kırşehir’de 6 Mayıs anması...
Kırşehir’de Denizler’i anmak için bir gece düzenlendi. Anma gecesine BDSP’nin de aralarında olduğu devrimci kurum, ilerici siyasi parti ve demokratik kitle örgütleri katıldı. Anmaya yaklaşık 100 kişi katıldı.
Kayseri’de 6 Mayıs anma etkinliği!
Kayseri İşçi Kültür Evi’nde 4 Mayıs günü 6 Mayıs şehitleri anıldı. Etkinlik programının ardından bir söyleşi düzenlendi. Etkinliğe 30 kişi katıldı.
Esenyurt’ta Denizler anması...
Esenyurt’ta 7 Mayıs akşamı Denizler’i anma eylemi gerçekleşti. Eylemde “Deniz, Yusuf, Hüseyin kavgamızda yaşıyor!” pankartı açıldı. Eylem şiir ve marşlarla sona erdi. BDSP’nin içinde olduğu birçok kurumun düzenlediği anmaya 120 kişi katıldı.
Bursa’da Denizler anması...
Denizler Bursa’da 6 Mayıs günü bir yürüyüşle anıldı. “Emperyalizme, Faşizme Karşı Deniz Olunmalı” pankartının açıldığı yürüyüş boyunca coşkulu sloganlar atıldı. Ekim Gençliği’nin de örgütleyicisi olduğu yürüyüşe 200’ü aşkın kişi katıldı.
17
“Var mısın, yok musun?” = 2 milyon “Ahmet Çakar’la Şansa Bak” = 200 bin “Kim 1 milyon YTL ister” = 300 bin “Düello” = 100 bin “Rus Ruleti” = 100 bin “Pop star” = 100 bin Toplam = 2 milyon 800 bin (Hürriyet, 08.05.08)
“15-24 yaş arası 12 milyon gencin 5 milyonu ne işe gidiyor ne de okula. 1 milyonu iş arıyor. 300 bini iş arama ümidini çoktan yitirmiş. Okumayan ya da çalışmayan 2.2 milyon genç kadın var. 22 bin çocuk ve genç hükümlü.” (BM / Türkiye’de gençlik raporu)
Beş milyonluk artık nüfus!
Yukarıdaki veriler maalesef bir kara mizah ürünü değil! Hayır, yukarıdaki veriler bizlerin bugünü! Ve artık bir karar vermezsek, kaybedeceğimiz “yarınların” habercisi... Sermaye düzeninin saldırıları gün geçtikçe karşı karşıya olduğumuz geleceksizlik tablosunu derinleştiriyor. Umutlar tükeniyor. Beklentiler köreliyor! Nazım’ın dediği gibi “Ekmek aslanın ağzında değil artık! Ekmek aslanın karnında”... Peki bu ülkenin 5 milyonluk genç işgücü, 5 milyonluk işsiz ordusu ne yapıyor!? Aslanın karnını deşeceğine, elleri kolları bağlanmış gibi yarışma kuyruklarında ömür çürütüyor! Ve aslan her geçen onu semiriyor! Sadece son birkaç ay içerisinde yukarıda sıralanan yarışma programlarına başvuran gençlerin sayısı 2 milyon 800 bine ulaşmış. Buradan çıkacak sonuç, herkesin kolay para kazanma peşinde olması değil! Aksine bunun gerisinde acı bir çaresizlik yatıyor. Çünkü bu coğrafyada gençler ne okul kapısından girebiliyor, ne de iş-güç sahibi olabiliyor! Coğrafyamızda 5 milyonluk bir artık nüfus var! 5 milyonluk bir gözden çıkartılmışlar ordusu! Yarışma programı sosu, eğlence malzemesi, aslana oyuncak... Bu 5 milyonun sayısı her geçen gün artıyor!
Rus ruleti oynayanlar kuyruğu!
18
2 milyon 800 bin gencin bir yarışmaya katılarak yaşamını güvenceye almaya çalışması ne demek? Lafı dolandırmaya gerek yok; bu düzenin artık bu gençlere masal anlatmaktan başka yapabileceği hiçbir şey kalmaması demek! Türk Çalışma Bakanı, Norveç Çalışma Bakanı’nı yanlış anlıyor ve diyor ki; “Norveç Türkiye’den 10 bin işçi alacak”! Bunun üzerine ülke genelinde 2 milyon kişi İş-Kur’da sıralanıyor... Kuyruklar ülkenin dört bir yanında uzuyor! Yanlış anlama olduğu öğreniliyor. Ama “bir umuttur”
bitmiyor... Kuyruk günlerce sürüyor! Artık büyüyünce işsiz olmak dışında bir alternatifi kalmayanlar günlerini kuyruklarda geçiriyor. Kimi bir torbacının, kimi bir üniversite kapısının, çoğu düzenin yıllanmış masallarının kuyruğunda... Kuyrukta herkesin elinde bir silah. Gerçek bir rus ruleti oynanıyor! Herkes eleniyor, eleniyor, yeniliyor... Birkaçı sahneye çıkıyor ama bunun da başı sonu belli... BBG’nin Ata’sı ölü , pop-starın Bayhan’ı tutuklu... Düzen hepimizin kendini vuracağı günü bekliyor! Bu bir Rus Ruleti... Ama şimdi 2 milyon 800 bin kişinin anlayacağı dilden konuşursak; bunu düelloya çevirmek gerekiyor.
Var mısın yok musun?
Artık sözü uzatmaya gerek yok. Yukarıdaki alıntı herşeyi anlatıyor! Ya yarışma kuyruklarında çürüyeceksiniz, ya da silkinip kendinize geleceksiniz! Ya bu saçma sapan yarışmalarda geleceksizliğiniz ve çaresizliğinize onursuzluğu ekleyeceksiniz, ya da bu düelloya gireceksiniz! Artık bireysel kurtuluş hikayelerinin modası çoktan geçti. Bu ülkeyi işçi ve emekçileri “ayak takımı” görenler yönetiyor! Bu ülkede başının içinde beyin olmayan, yüreğinde zerre insanlık olmayanların sözü geçiyor! Bugün tek başına yapılabilecek tek şey Rus ruletine devam etmek ve oyunun bir yerinde yenilip gitmektir. Diğer seçenekse, o uzun kuyrukların yönünü değiştirmek, güvenceli bir gelecek için mücadele etmektir! Kim özgür, eşit ve güvenceli bir gelecek istemez ki? Kim sınıfsız ve sömürüsüz bir dünya düşlemez ki? Üniversiteyi kazanmak... Üniversiteden bir kağıt parçası alarak mezun olmak... Norveç’e, Kanada’ya, ya da özgürlüğünün bedelini Irak’a, Afganistan’a ödeten ABD’ye kapağı atmak... Ya da sahne ışıkları altında şarkı söylemek... Kendini Bülent Ersoy’a sevdirmek... Ahmet Çakar’dan para dilenmek... Hayatın boyunca birarada görmediğin paraları bir akşamda terlemeden kazanmak, ya da zaten senin olmayanı kaybetmek... Bilgini kullanacak yer bulayınca onu paraya çevirmenin yollarını aramak... Bunları mı düşlüyorsun?! Hepsinin sonu en iyi ihtimalle mutsuz ve sefalet içinde bir yaşam, ya da trajik intiharlar silsilesi... Bunu hak etmiyorsun! O ışıltılı sahneler, o fotoğraflarda gördüğün ülkeler, çok önemsediğin sınavlar hepsi sen kuyrukta kal diye... Hizanı bozma... Sıradan çıkma... Sesini çıkarma! Artık son söz! Ya varım de ya da yokum! Var olmak mücadele etmektir. Mücadele etmemek yok olmak ve yok olmaya boyun eğmek!..
İzmir Liseli Gençlik Platformu kuruldu!
İzmir Liseli Gençlik Platformu 12 Nisan’da yapılan bir etkinlikle kuruluşunu ilan etti. Etkinlik İzmir Büyükşehir Belediyesi Gençlik Tiyatrosu’nda yapıldı. Etkinliği gerçekleştirdiğimiz salona İzmir Liseli Gençlik Platformu imzalı “ÖSS’nin 5 seçeneğine karşı tek seçenek mücadele” ve “Ticari eğitime, şovenizme, emperyalist savaşa hayır!” şiarlı pankartlarla “İzmir Liseli Gençlik Platformu kuruluş etkinliğine hoş geldiniz!” şiarlı ozaliti ve İLGP amblemli kızıl flamalarımızı astık. Programımız İLGP’nin kuruluşunun ilanını içeren açılış konuşmasıyla başladı ve “İnsanın insan tarafından sömürülmediği yarınlar adına, ölümsüzleşenler adına, devrim şehitleri adına” bir dakikalık saygı duruşuyla devam etti. Ardından hep bir ağızdan “Devrim şehitleri ölümsüzdür!” sloganı atıldı. Önce Karşıyaka Anadolu Lisesi’nin hazırladığı “Liselerde baskı ve sömürü” sunumu yapıldı. Sunumda liselilerden tek tip, düşünmeyen, sorgulamayan, mutlak itaati yaşam tarzı haline getiren bir koyun sürüsü yaratılmak istenildiği belirtildi. Karşıyaka Anadolu Lisesi’nde örülen faaliyetler anlatıldı ve faaliyet yürüten İLGP-G’li liselilerin karşılaştıkları baskılar teşhir edildi. Sunumun ardından İLGP adına bir yoldaşımız konuşmasını yapmak üzere sahnede yerini aldı. İLGP-G olarak yürüttüğümüz faaliyetleri anlattı ve kuruluş etkinliğinin sadece bir adım olduğunu, artık bundan sonra İLGP çatısı altında daha güçlü mücadele edeceğimizi vurguladı. Ardından ‘68’lerden bugüne gençlik hareketini konu alan sinevizyon gösterimi yapıldı. Sinevizyon gösteriminin ardından Ekim Gençliği’nden bir yoldaşımız kürsüde yerini aldı. Kararlılık ve mücadelenin vurgulandığı bu sunumun ardından Karşıyaka Anadolu Öğretmen Lisesi’nin hazırladığı “Gerici kadrolaşma” konulu sunum yapıldı. Sunum zengin örneklemeleriyle dikkat çekti. Etkinliğin birinci bölümünün sonunda 75. yıl Endüstri Meslek Lisesi’nden bir arkadaşımız hazırlamış olduğu şiir dinletisini sundu. İkinci bölüm Karşıyaka Anadolu Lisesi’nin hazırladığı müzik dinletisiyle başladı. Sonrasında sahneyi Eğitim-Sen 2 No’lu Şube Sekreteri hocamız Ali Aydın aldı. Sunumun ardından Yenikapı Tiyatro Topluluğu “Hüznün coşkusu” isimli dans tiyatrolarını sergiledi. Coşkulu ve renkli bir finalin ardından ise Mopak Endüstri Meslek Lisesi’nden bir arkadaşımız “Meslek liseleri ve staj sömürüsü” başlıklı bir konuşma yaptı. Konuşmasında meslek liselerinin işlevi üzerinde durdu ve kapitalistler için ifade ettiği özel öneme vurgu yaptı. Ardından bir dershane öğrencisi sunumunu salonla paylaştı. ÖSS’nin fırsat eşitsizliğine dayalı bir sınav sistemi olduğuna ve dershaneler üzerinden dönen ranta vurgu yaptı. Vakit darlığından kaynaklı serbest kürsü bölümünü gerçekleştiremedik. Programa son noktayı ise devrimci marş ve türküleriyle Grup Kavel koydu. Türküler eşliğinde halaylar çekildi, zılgıtlar atıldı. Etkinliğimizde Çiğli İşçi Kültür Evi, Sosyalist Kamu Emekçileri ve Bağımsız Devrimci Sınıf Platformu’nun gönderdiği mesajlar okundu. Etkinliğimize yaklaşık 60 kişi katıldı. İzmir Emniyeti’nin ve lise yönetimlerinin kurduğu baskı ve aynı gün yapılan Ege Eğitim-Sen Bölge Mitingi katılımı etkiledi.
İzmir Liseli Gençlik Platformu
Korkularını kabusa çevirmeye!
İzmir Liseli Gençlik Platformu İnsan Hakları Derneği İzmir Şubesi’nde gerçekleştirdiği basın toplantısı ile İzmir LGP aktivistlerinin İLGP’nin kuruluşu öncesi ve sonrasında yaşadığı baskıları protesto etti. Platformlarını ilan edişlerinin ardından yeni bir evreye giren çalışmalarına dönük engellemeleri protesto eden İLGP’liler, 2008 1 Mayıs’ına sağladıkları katılımın üzerlerindeki baskıya arttırdığına dikkat çektiler. İzmirli liselilere baskılar sürüyor! İzmir LGP’lilerinn çeşitli kereler maruz kaldığı baskı ve engellemelerin teşhir edildiği açıklamada bu saldırılar aktarıldı. İzmir Liseli Gençlik Platformu’nun 12 Nisan tarihinde kuruluşunu ilan ettiği etkinliğin ardından İLGP’liler 1 Mayıs’a çağrı yapan bildiri dağıtımları sırasında yaşadıklarınıa aktardılar: “Arkadaşlarımıza kimlik dahi sormayan polisler yine küfürler eşliğinde gözaltına arkadaşlarımızı alıp ‘polise mukavemet-kimlik göstermeme-etkin direniş’ gerekçesiyle nezarethaneye atmışlar ve arkadaşlarımız diğer gün öğlen saatlerinde savcıdan serbest bırakılmışlardır. Arkadaşlarımızın savcılıktan çıktığı saatlerde başka bir arkadaşımız Konak’ta gerçekleştirdiğimiz faaliyetten dönerken zorla keyfi bir şekilde sivil polis aracına bindirilmiştir ve yarım saat gezdirildikten sonra bırakılmıştır. 25 ve 26 Nisan’da karşılaşılan bu durumu 28 Nisan’da iki aktivistimizin 75.Yıl Endüstri Meslek Lisesi’ne 1 Mayıs’a çağrı bildirilerini ulaştırırken keyfi bir biçimde polis otosuna bindirerek alıkonulması izlemiştir.” “1 Mayıs’ta ortak bir iradeyle ‘ÖSS’nin 5 Seçeneğine Karşı Tek Seçenek; Mücadele!’ pankartı arkasında İLGP’liler olarak alana çıkmamızın ardından saldırıların boyutu artarak devam etti. Son günlerde Karşıyaka Anadolu Lisesi’ndeki yoldaşımızı arayan polis, ‘Ben Menemen’de seni gözaltına alan ağabeyin’ diyerek herhangi bir yerde konuşma talep etmiştir. Gözaltı sırasında ise aynı arkadaşımıza ‘Sen İLGP’nin içinde kal, ama biz seni onlardan koruyalım’ yollu ajanlık teklif edilmiştir. Kolluk güçlerinin bu tutumu biz İLGP’lilere hiç de yabancı görünmemektedir. Bu tarz yaklaşımlarla psikolojik baskıya maruz kalan arkadaşlarımızın halen telefonları dinlenmekte ve tanımadığı kişilerce rahatsız edilmektedirler.” Basın açıklaması şu sözlerle sona erdi: “Biz İzmir Liseli Gençlik Platformu’ndan lise öğrencileri buradan bir kez daha şunu ifade etme gereği duyuyoruz. Mücadelemiz İzmir’deki işçi ve emekçi çocuklarının her türlü talebini eksen alan meşru bir mücadeledir. Kullanmaya çalıştıklarımız en temel demokratik haklarımızdır. Ancak tüm bunlara bile gözü dönmüş bir şekilde saldıran kolluk güçlerine defalarca tekrarladığımız üzere verebileceğimiz tek cevabımız vardır: Ticari eğitime, baskıcı disiplin yönetmeliklerine, anti-bilimsel ders müfredatlarına ve gerici kadrolaşmaya, ÖSS benzeri sınıfsal eleme sınavlarına, emperyalist işgallere, estirilen faşist rüzgâra karşı daha çok mücadele!” İzmir Liseli Gençlik Platformu
19
Geçmiş
Bu gerçek, yeni döneme işçi sınıfının damgasını vuracağının, işçi sınıfının temsilcisi olan akım üzerinden kanıtlanmasından başka bir şey değil. Yani bir toplumsal sınıfın gösterebileceği bir kapasiteyi ve tutarlılığı, o sınıfın henüz kendini siyaset sahnesinde ortaya koyamadığı bir dönemde, o toplumsal sınıfın temsilcisi olan siyasal akım kendi şahsında gösterebilmektedir. Bizim üzerimizden yansıyan , gelecekte işçi sınıfının gerçekleştireceği önderlik kapasitesinin bir göstergesinden, bu sınıfa özgü devrimci tutarlılığın bir ifadesin“... Partimizin kuruluşu, onyıllardır bu topraklarda den başka bir şey değil. Ve öyle andevrim ve sosyalizm davası uğruna kavga vermiş, emek laşılıyor ki, ‘60’lı yıllar burjuva harcamış, acı çekmiş, büyük yiğitlik örnekleri sergilemiş dünün ve bugünün devrimci kuşaklarının yarattığı birikimin sosyalizmi için bir yükseliş, ‘70’li güvenceye alınmasıdır...” yıllar küçük-burjuva sosyalizmi (TKİP Kuruluş Bildirisi) için bir yükseliş, ‘80’li yıllar bu her iki sosyalizm türü için bir Bir tarihsel birikimin üzerinde yükseliyoruz yenilgi ve çözülüş dönemi oldu. Kendi kısa tarihimiz boyunca da vesile doğdukça vurguladık; hiçbir şey Devrimci kitle hareketleri boşluktan doğmaz, doğamaz. Bizi doğuran, küçük-burjuva devrimciliğinden yö nünden durgun geçen kopuşumuzu ve yeni temeller üzerinde ortaya çıkışımızı olanaklı kılan bir geçmiş devrimci birikim var. Daha önce de önemle belirtmiştim; bu birikimden kök ‘90’lı yıllar ise yeni bir almasaydık, bu birikimle hesaplaşma yeteneği de gösteremezdik. Her diyalektik sosyalizm türü için, prolekopuş kendinden önceki dönemin birikimi üzerine yükselir daima. Kopuşun ortaya çıkardığı yeni bilinç, eski bilincin kavranması ve ileri bir noktada diyalektik olarak tarya sosyalizmi için bir aşılması anlamına gelir. Eğer komünizmin 150 yıllık mirası olmasaydı, eğer Ekim şekillenme dönemi Devrimi’yle başlayan 70 yıllık bir tarihi dönemin toplam birikimi olmasaydı, bu büyük tarihi birikim ve miras olmasaydı, eğer Türkiye’nin son 35-40 yıllık kitlesel boyutlar olarak yaşandı. Ve öyle kazanmış siyasal mücadeleleri, bu mücadeleler içerisinde oluşmuş devrimci birikimi anlaşılıyor ki, partili bir olmasaydı, biz böyle bir parti kurmak gücü ve olanağı bulamazdık. Biz bu anlamda aynı zamanda olumlu bir birikimin, devrimci bir birikimin ürünüyüz. Onu anlayan, onu kimlikle gireceğimiz özümseyen, ondan ileriye taşınacak herşeyi alan, onda geriyi, başarısızlığı, zaafiyeti temsil 2000’li yıllar, pareden herşeyle de hesaplaşan bir mücadelenin ürünüyüz. Bugüne kadar kopuşumuza çok vurgu yaptık. Saflarından koptuğumuz geleneksel halkçı timizin damgasını akımlarla sert bir hesaplaşma yürüttük. Bunları yapmak zorundaydık. Kopuşumuzu çok vuracağı bir dönevurguladık dedim, vurgulamak zorundaydık. Zira zamanını doldurmuş bulunan bir geçmiş devrimcilik anlayışından kopuyorduk; onu aştığımızı, onu geride bıraktığımızı vurgulamak min de ifadesi zorundaydık. Yeni bir ideolojik-politik kimlik, yeni bir örgütsel kimlik olduğumuzu, yeni bir olacaktır. devrimcilik anlayışını temsil ettiğimizi, tümüyle yeni bir temel kazandığımızı vurgulamak zorundaydık.
20
Ama gelinen yerde, partili kimlik aşamasına ulaştığımız bir evrede, biz artık sadece reddettiğimiz mirası değil, aynı zamanda üzerinde yükseldiğimiz birikimi de yeterli açıklıkta vurgulamak durumundayız. Bir tarihin ürünü olduğumuzu hiçbir biçimde unutmamalıyız. Parti olarak bizi doğuran tarihsel birikimin bilincinde olmak, bu çerçevede sol hareketin 30 yıllık devrimci mirasını yerli yerine oturtmak zorundayız. Son 30-35 yılı bilerek özellikle vurguluyorum. Bunu hiç de ‘60’lar öncesini görmezlikten gelmek, tarihimizin bu dönemini yaşanmamış saymak için yapmıyorum. Ya da, bu ülkede cumhuriyetin ilk 30-40 yıllık döneminde, sosyal mücadeleler açısından o son derece çorak ve kısır dönemde, herşeye rağmen sosyalizm davası için bir şeyler yapmaya çalışan insanların emeğini ya da çabasını, oradaki iyiniyeti ve samimiyeti küçümsemek ya da oradan sahip çıkılabilecek şeyleri görmezlikten gelmek için yapmıyorum. Ama Türkiye’de modern temeller üzerinde gerçek sosyal mücadeleler dönemi son 30-40 yıllık dönem olduğu içindir ki, ben de özellikle bu dönem üzerinden konuşuyorum. Bu dönemin birikimi üzerinde yükseliyoruz. Bu birikimi anlamalı, bu birikime sahip çıkmalı ve bu birikimin ürünü olduğumuzun her zaman bilincinde olmalıyız. Geçmişi olmayanın geleceği olmaz, diye veciz bir söz vardır. Bu güzel bir özdeyiştir. Genellikle geçmişe tutucu ya da oportünist bir şekilde sarılmak için kullanılır, bu noktada gerici ya da geriye dönük niyetlere alet edilmiş bir sözdür. Ama temelde doğru bir sözdür. Geçmişe tutucu bir şekilde sarılanların, geçmişin zaaflarını, zaafiyetlerini savunmak için bu özdeyişe sarılanların durumu ne olursa olsun, biz geçmişle sert bir hesaplaşmayı yaşayan, o noktada geçmişi aşıp geleceğe bakan bir akım olarak kendi kimliğimizi oluşturduğumuz bir noktada, “geçmişi olmayanın geleceği olmaz” özdeyişinin
şin devrimci mirası ve TKİP
anlamını pozitif bir tutumla gözönünde bulundurmalı, bunun gereklerine uygun davranabilmeliyiz. Geçmişte olumlu olanı, bu geçmişin içinden geleceğe taşınacak olanı anlamayı ve özümsemeyi başaramayan bir hareket zaten yeni bir kimlik yaratamaz, yaşama gücü ve olanağı bulamazdı. İnkarcılığın tutunduğuna tanık olunmamıştır, kendinden önceki birikimi hiçleyen bir akımın yaşadığı görülmemiştir. Biz eğer, çok sınırlı güç ve imkanlarla çok kötü bir dönemde, gerçekten tarihsel konjonktür olarak çok kısır ve elverişsiz bir evrede ortaya çıktıysak, ama buna rağmen yaşama gücü bulabildiysek ve bugüne gelebildiysek, belli ki biz “geçmişi olmayanın geleceği olmaz” bilincine fazlasıyla sahip bir hareket olarak davranmışız. Biz bu geçmişe kaba inkarcı bir tarzda yaklaşmış olsaydık, zaten birkaç yıl içerisinde silinir giderdik. Hiçbir biçimde kök tutamazdık. Biz kendi ulusal ve evrensel tarihimizde kendimize sağlam kökler bulduğumuz içindir ki, bu temel üzerinde yeni bir filiz olarak yeşermek, yeni bir gövde olarak gelişip serpilmek imkanını da böylece bulabildik.
Proletarya sosyalizmi dönemi Türkiye’nin ‘60’lı yıllarına baktığımız zaman, net bir biçimde bir burjuva sosyalist hareket görüyoruz. Aslında görkemli bir dönemdir, ‘60’lı yıllar. Türkiye’de bir sol uyanış dönemidir. Sosyalizmin büyük heyecanlar yarattığı, sosyalist olmak iddiasındaki politik akımların toplumla yüzyüze, düzenin resmi güçleriyle karşı karşıya geldiği, kendini bir kuvvet olarak hissettirebildiği bir dönemdir. Solun ilk kez olarak kitleselleştiği bir dönemdir. Bu gerçek bir heyecan ve coşku dönemidir. Bence Türkiye’nin sol ve sosyalizm konusunda samimi heyecanları ve coşkuları yaşadığı bir dönemdir, ‘60’lı yıllar. Ama bu aynı zamanda, marksist bilincin ışığında devrimci açıdan bakıldığında, çok da yüzeysel bir dönemdir. Çünkü bu dönemin soluna çok büyük ölçüde orta sınıf aydınları damgasını vurmaktadır. Mücadele edenler alt sınıflar oldukları halde, o dönemin bilinci çok büyük ölçüde YÖN, MDD ve TİP’de ifadesini bulan orta sınıf aydınları tarafından oluşturulmaktadır. Bu dönemin ideolojik görüşlerine, programlarına, mücadele platformlarına baktığımız zaman, düzenin ve düzen kurumlarının
21
22
aşılamadığını görmekteyiz. Biz burjuva sosyalizmi derken de bunu kastetmekteyiz. İşin özünde düzeni kendi temelleri üzerinde reforme etme programlarıdır bunlar. ‘60’lı yıllar burjuva sosyalizminin damgasını vurduğu bir dönem oldu ve bu dönem ‘71 Devrimci Hareketi’nin çıkışıyla kapandı. ‘71 Devrimci Hareketi yeni dönemin, devrimci küçük-burjuva radikalizminin, aynı anlama gelmek üzere küçük-burjuva sosyalizminin doğuşunu işaretler. Bilindiği gibi biz, ‘71 Devrimci Hareketi’ni Türkiye’nin reformist geleneğinden devrimci bir kopuş olarak değerlendiriyoruz. Buradaki devrimci kopuş, ‘71’in devrimci akımlarında/örgütlerinde ifadesini bulan küçük insan gruplarının silahlanarak dağa çıkması ya da şehir gerillacılığı yapması değildir hiç de. Kopuşun kendisi asıl anlamını bu akımların ideolojik-politik bilincinde bulmaktadır. Bu akımlara baktığımızda, bunların devlet konusunda, devlet yıkıcılığı konusunda, düzenin daha temel noktalardan reddi konusunda, düzen kurumlarının karşıya alınması konusunda radikal bir ideolojik-politik tutum içerisinde olduğunu görüyoruz. Kopuşa asıl anlamını veren de bu zaten. Yoksa küçük insan gruplarının silahlanarak dağa çıkmış olması ya da kentlerde bir takım silahlı eylemler yapmış olması değil. Bunların sembolik politik-pratik anlamı var yalnızca. ‘71 Hareketi, kendinden birkaç yıl sonra görkemli bir büyüme yaşayacak büyük devrimci akımlara kaynaklık etti. Ve kalıcı olan yan hiç de küçük insan gruplarının silahlı eylemi olmadı. İşin bu bireysel şiddete dayalı eylem çizgisi yanı daha ‘74 yılında geride kalmış, aşılmıştı. Bu ancak o dönem Türkiye’sinde, ‘70’li yıllarda fazla bir ciddiyeti olmayan bir takım küçük grup ve çevreler tarafından sürdürülmek isteniyordu. Oysa ‘71 Hareketi’nden köklenen asıl akımlar büyük kitlesel mücadelelerin içerisinde kendilerini buldular. Kitle çizgisine oturdular. Büyük kitle eylemlerinin bir parçası, yer yer öncüsü haline geldiler. Demek ki kalıcı olan, küçük insan gruplarının silahlı eylemleri değil. Devrimcilik orada hiç de devlete silah çekmekten ibaret değil. Devlet ve düzen kurumlarını karşıya alan, şiddete dayalı devrim fikrine bağlılık gösteren bir ideolojik ilerleme sözkonusu. Devlet ve devrim konusunda bir ilerleme var, kopuşun ideolojik-politik özü, ifadesini asıl olarak burada bulmaktadır. ‘60’lı yılların sol akımlarına, burjuva sosyalizminin temsilcisi bu akımlara baktığımızda, olmayan da bu zaten. ‘70 yıllar, bu temel üzerinde ortaya çıkan ve ‘70’li yıllara egemen yaygın küçük-burjuva hareketliliği içinde kendini bulan küçük-burjuva sosyalizmi dönemi oldu. Küçük-burjuva sosyalizmi de kendi çapında görkemli bir dönem yaşadı, gelişip serpildi. Fakat sonuçta o da gelişmesinin sınırlarına vardı. Belli bir noktadan sonra da karşı-devrimin sert karşı saldırısıyla yüzyüze kalarak yenilgi ve yıkımla sonuçlandı. Ve ‘80’lerin ortası, bu yenilginin, bu yıkımın çok da rastlantı olmadığını, sözkonusu olanın basit bir karşı-devrim yenilgisi olmadığını, bu hareketlerin yapısal zaafiyetleri, açmazları temeli üzerinde bu denli yıkıcı ve tasfiyeci etkisini gösterdiğini ortaya koydu. Yine ‘80’lerin ikinci yarısı, küçük-burjuva hareketliliğinin artık geçmişteki biçimiyle tekrarlanamayacağına da tanıklık etti. Dolayısıyla, ‘60’lı yıllar orta sınıf sosyalizminin, bu anlamda burjuva sosyalizminin gelişip serpilmesi dönemi olduysa, ‘70’li yıllar da küçük-burjuva sosyalizminin gelişip serpilmesi dönemi oldu. Ve ‘80’li yıllar, bu her iki sosyalizm türünün ürünü olan akımların yenilgiyi yaşadıkları ve dağılma süreçleriyle yüzyüze kaldıkları bir evreye tanıklık etti. Biz işte tam da bu dönemde, ‘80’lerin ikinci yarısında, siyasal mücadele sahnesine doğduk. Ve bir dönemin, burjuva ve küçük-burjuva sosyalizmlerinin birbirlerini izleyerek sırayla damgasını vurdukları bir dönemin kapandığını ve artık proletarya sosyalizminin damgasını vuracağı dönemin
başladığını ilan ettik. Ama az önce dünya üzerinden söylediğimin bu çerçevede bir kez daha altını çiziyorum. Bu bizim, deyim uygunsa dar bir insan çevresinin, o günkü bilincinin ve inancının ifadesiydi. Dönemler daima sınıflar mücadelesiyle ve sosyal hareketliliklerle belirlenir. Dönemlerin bitişi, yeni dönemlerin başlayışı, nesnel toplumsal nedenler ve dinamiklerle belirlenir. Küçük insan çevrelerinin bilinci bunu yalnızca kavrayıp yansıtabilir. Bir dönem kapanıyordu, biz bunu farkettik. Yeni bir dönemin ilk işaretleri konusunda ciddi bir etken o dönemin sınıf hareketliliği idi. Ama bunun ‘91 yılının başında kırılmaya uğraması ve bugüne kadar belini yeniden doğrultamaması, kendi birikimini, kendi enerjisini bugüne kadar ortaya koyamaması, sınıf hareketinin damgasını vuracağı yeni bir dönemin henüz başlayamadığının da bir göstergesi. Ama biz bu yeni dönemi kucaklayarak bir siyasal akım olarak ‘87’de doğmuşuz. Belli bir gelişme yaşamışız ve bugün partimizi kuracak aşamaya gelmişiz. Deyim uygunsa başlayacak dönemi kucaklayacak bir öncü hazırlık süreci içinde olmuşuz. Yeni döneme işçi sınıfının ve tarihsel olarak onun temsil ettiği proleter sosyalizminin damgasını vuracağının açık göstergeleri şimdiden var. İlk gösterge, sınıfın bu yeni döneminin başlangıç evresinde ortaya koyduğu ilk hareketlenmeler, oradaki kapasite, potansiyel idi. İkinci bir gösterge ise tersinden bir olgu üzerinden yansıyor. Küçükburjuva kitleler belli hareketlilikler ortaya koysalar bile geçmişi tekrarlamayacaklarını aradan geçen on yıllık süre içerisinde fazlasıyla göstermişlerdir. Bu ülkede yeni bir sosyal mücadeleler dönemi ancak işçi sınıfının damgasını taşıyabilir. Artık biz ‘60’lı ve ‘70’li yıllardaki türden küçük-burjuva yığınların egemen olacağı ve damgasını vurabileceği bir tarihsel dönemi bu ülkede yaşayamayacağız. Türkiye’deki sosyal ilişkilerin evrimi, küçük-burjuvazi üzerinde yıkıcı etkiler yapan bir takım başka gelişmeler sözkonusu. Biz çoğu kere yirmi yılın yorgunluğu dedik, ama bu işin gerçekte öznel yanı. Bir de bunun nesnel temeli var. Türkiye’de burjuvazi bugün öyle bir egemenlik kurmuş, öyle bir örgütlü aygıt yaratmış, siyasete, kültüre, ideolojiye ve gündelik yaşama öylesine yön vermektedir ki, bu hakimiyetin karşısında ideolojik sağlamlığı ve politik bir gücü, ancak gerçekten bu düzenin anti-tezi olan sınıf, onun temsilcisi ve öncüsü politik akım, yani komünist bir sınıf partisi başarabilir. Sayısız sol akım içerisinde bütün bu kargaşaya, bütün bu çalkantıya karşı ideolojik açıdan sağlam durmayı yalnızca komünist hareketimizin başarmış olması bile bu açıdan hiçbir biçimde rastlantı değildir. Bu gerçek, yeni döneme işçi sınıfının damgasını vuracağının, işçi sınıfının temsilcisi olan akım üzerinden kanıtlanmasından başka bir şey değil. Yani bir toplumsal sınıfın gösterebileceği bir kapasiteyi ve tutarlılığı, o sınıfın henüz kendini siyaset sahnesinde ortaya koyamadığı bir dönemde, o toplumsal sınıfın temsilcisi olan siyasal akım kendi şahsında gösterebilmektedir. Bizim üzerimizden yansıyan, gelecekte işçi sınıfının gerçekleştireceği önderlik kapasitesinin bir göstergesinden, bu sınıfa özgü devrimci tutarlılığın bir ifadesinden başka bir şey değil. Ve öyle anlaşılıyor ki, ‘60’lı yıllar burjuva sosyalizmi için bir yükseliş, ‘70’li yıllar küçük-burjuva sosyalizmi için bir yükseliş, ‘80’li yıllar bu her iki sosyalizm türü için bir yenilgi ve çözülüş dönemi oldu. Devrimci kitle hareketleri yönünden durgun geçen ‘90’lı yıllar ise yeni bir sosyalizm türü için, proletarya sosyalizmi için bir şekillenme dönemi olarak yaşandı. Ve öyle anlaşılıyor ki, partili bir kimlikle gireceğimiz 2000’li yıllar, partimizin damgasını vuracağı bir dönemin de ifadesi olacaktır. (TKİP Kuruluş Kongresi Açılış Konuşması’ndan... Partinin Adı ve Amblemi, Eksen Yayıncılık, s.32-38)
6 Mayıs 1972… Üç Darağacı... Üç kızıl karanfil… Deniz, Yusuf, Hüseyin... Onlar, 36 yıl önce bugün, 12 Mart cuntasının kararı ve düzen partilerinin parlamentodaki temsilcilerinin onayıyla idam edildiler. Sermaye devleti, 6 Mayıs sabahı bu üç yiğit devrimciyi katlederken, devrimci mücadeleyi boğmanın hesapları yapıyordu. Üçü de sehpaya çıkarken, bir korku izi belirsin yüzlerinde diye iğrenç bir umutla baktılar onlara... Ama yanıldılar! Karşılarında gördükleri çelik gibi bükülmez devrimci irade ve kararlılık onyıllarca sürecek bir geleneği başlattı... İdam sehpasından cellâtlarına küçümsemeyle bakan ve son anlarında bile devrimci inançlarını haykırmaktan geri durmayan bu üç yiğit militan, bize büyük bir onur ve mücadele geleneği bıraktılar. Onlar, bize nasıl yaşanacağını, ne için yaşanacağını göstermekle kalmadılar, nasıl ölüneceğini de gösterdiler. Bu ülkenin devrimcileri ve komünistleri ölüme gülerek gitmeyi onlardan öğrendiler, onlardan devraldıkları bayrağa leke sürmediler. 6 Mayıs 1972, Türkiye devrimci hareketinin tarihinin dönüm noktalarından biridir. Bu tarih, ne “haksız yere verilmiş bir ceza” ne de “iyi gençlerin yanlışlıkla öldürülmesi” olarak asla ele alınamaz. Böyle ele almak, inançları uğruna ölümü göze alan ve bir direniş destanı yaratan bu yiğit devrimcilere en büyük saygısızlıktır. Dünya ölçeğinde ‘68 baharında esen devrimci rüzgâr, egemen sınıfları ve onlarla uyum içinde olan reformist akımları fena halde sarsmıştır. Türkiye toplumu da aynı yıllarda toprak ve fabrika işgalleriyle, 15-16 Haziran Direnişi’yle ve “emperyalizmi ülkelerinden kovmak için” üniversiteden dağlara çıkmayı göze alabilen genç insanların coşkulu mücadeleleri ile sarsılmış ve daha önceleri hiç yaşamadığı bir atmosferi solumuştur. Çürüyen bir düzenin yıkılıp, yerine yeni bir dünya kurulabileceği inancı bu dönemi yaşayanların hissettikleri güçlü bir duyguydu. Bu coşkulu ruh haline eşlik eden toplumsal uyanış doğal olarak egemen sınıfların buna karşı şiddeti ve baskıyı yoğunlaştırmalarını da beraberinde getirdi. Bu dönemde “Denizlerin idamı” ve sermaye devletinin genç devrimcilere dönük acımasızlığı toplumsal hafızaya kalıcı bir biçimde kazınmıştır. Devrimci oldukları için katledilen Yusuf Aslan, Deniz Gezmiş ve Hüseyin İnan’ın yanı sıra, giriştikleri devrimci mücadelede ölümsüzleşen Sinan Cemgil, Kadir Manga, Alparslan Özdoğan, Ulaş Bardakçı, Mahir Çayan, İbrahim Kaypakkaya ve daha niceleri büyük sempatiyle karşılanmış, adlarına türküler yakılmış ve doğan binlerce çocuğa onların isimleri verilmiştir. Onlar sahip çıktıkları devrimci değerlerle mücadelenin simgesi olmuşlardır. Onlar ‘60’lı yılların kitle hareketi içinde gençlik hareketinin militanları olarak yetiştiler. Düzenin icazet
alanında mücadelenin reddi olarak ortaya çıktılar, devrim yolunu seçtiler. Burjuva reformizminden kopuşun, düzene karşı militan ve ödünsüz bir başkaldırının temsilcisi oldular. Bu özellikleriyle, kendi kuşağının devrimcileriyle birlikte bir döneme damgalarını vurdular. Geleceğe silinmez bir mesaj bıraktılar. Dün Denizler’in yolunu parlamentoya çıkaranlar ve Taksim’de ısrarı anlamsız bularak sermaye devletine soldan destek verenler ile Denizler’in önüne Dolmabahçe’de barikat kuran reformist-parlamentarist TİP aynı kumaştan dokunmuşlardır. Dünün ve bugünün reformistlerinin zerrece Denizler’in mirasına sahip çıkmaya hakkı yoktur. Liberal reformist takımının bu yiğit devrimcilerin adlarına sahip çıkması tam bir samimiyetsizlik örneğidir. Bu, kokuşmuş düzenin geçmişin devrimci birikiminin ve mücadele içinde yaratılmış değerlerinin içini boşaltma çabasına hizmet etmektedir. Deniz Gezmiş ve yoldaşlarının hayatlarını ortaya koyarak gelecek kuşaklara bıraktıkları devrimci mirası siyasal içeriğinden soyutlayıp duygusal bir anıya dönüştürmekte, böylece ‘71’in devrimci direniş geleneğini ehlileştirme operasyonuna soldan destek vermektedirler. Ama tüm bu çabalar boşunadır. Onlar dün olduğu gibi bugün de ölümüne direnişin, davaya adanmışlığın simgesi olarak anılmakta, bu özellikleriyle yeni kuşak devrimcilere yol göstermektedirler. İnsanlık tarihi hep onlar gibi, davaları uğruna ölümü tereddütsüzce göğüsleyenler tarafından yazılmış, devrim ve sosyalizm davası sınırsız bir fedakârlıkla direniş bayrağını yere düşürmeyenlerin omuzlarında büyütülmüştür. Bugün işçi sınıfı, emekçiler ve devrimcilerin Taksim kararlılığı ve son zamanlarda kendini hissettiren sınıf cephesindeki hareketlilik, onların fedakârlıklarının boşa gitmediğinin en somut kanıtıdır. Onlar kendilerinden sonraki kuşaklara umutsuzluğu, teslimiyeti ve ihaneti değil, emekçilerin davası uğruna ölümüne direnmeyi miras bırakmışlardır. Onlar, devrime ve sosyalizme aittirler! Bıraktıkları direniş mirasıyla bugünkü mücadeleyi beslemekte, bu mücadele içinde yaşamaktadırlar. Onların izlediği mücadele çizgisinin ideolojik-politik açıdan kusurlu olan yönleri büyük ölçüde geride kalmıştır. Onlardan bugüne kalıcı olarak yaşayan ve geleceğe aktarılacak olan, devrim davasına ölümüne bağlılıktır. Her yeni devrimci kuşak onları bu yanıyla tanıdı, bu yanıyla örnek aldı. Devrimci yiğitlikleri, kararlılıkları ve adanmışlıklarıyla yeni kuşaklara örnek olan bu başeğmez devrimciler, parti, devrim ve sosyalizm mücadelemizde yaşıyorlar, hep yaşayacaklar!..
23
Birleşik, Kitlesel ve Devrimci bir Genç-Sen için Mücadele Platformu
Birleşik devrimci bir hareket için
kuruldu...
birleşik devrimci bir örgüt
Genç Sen’e devrimci müdahale perspektifi ile komünistler tarafından oluşturulan “Birleşik, Kitlesel ve Derimci bir Genç Sen için Mücadele Platformu”nun kuruluş toplantısı, platformun ilkeleri ve hedefleri açısından bütünsel bir çerçeve oluşturmaktaydı. Genç Sen’in birleşik mücadele açısından taşıdığı olanakları tanımlayan ve bu olanakları güce dönüştürmek için devrimci Genç Sen’lilerin müdahalesinin ana hatlarını belirleyen kuruluş toplantısı kararlarının ilgili bölümlerini okurlarımıza sunuyoruz. Ekim Gençliği
1) Genç-Sen gençlik hareketi ilişkisi: Birleşik ve devrimci bir hareket için, birleşik devrimci bir örgüt!
24
a) Gençlik hareketi uzunca sayılacak bir dönmedir dağınık, örgütsüz ve politik açıdan etkisiz bir süreç yaşamaktadır. Bu durum geniş gençlik kesimlerini devrimci-sol söylemden uzaklaştırarak, düzen politikalarını gençliğe egemen kılmaktadır. Bu açıdan günümüz devrimci gençlik hareketi kitle tabanı ve politik etki açısından geçmiş dönemlerle kıyaslanamaz bir gerileme yaşamaktadır. b) Bugünün gençlik mücadelesinin öncelikli sorunu politik bir gençlik mücadelesini geliştirme sorunudur. Bu başarılamadığı, geniş gençlik kitleleri ile devrimci ve hedefli bir çalışma ile birleşilemediği koşullarda, öteki sorun, zaaf ve eksiklerin aşılma olanağı bulunmamaktadır. Birleşik ve devrimci bir gençlik mücadelesi ancak etkin bir politik süreç içinde inşa edilebilir ve sürdürülebilir. Bu süreç devrimci, ilerici güçlerden başlayarak yaşanılan apolitizasyonla etkin bir mücadele anlamına gelmektedir. c) Gençlik hareketinin temel sorunu birleşik bir mücadele ve örgüt anlayışından uzak olmasıdır. Birleşik mücadele gençlik içinde çoğu durumda eylemsel bir süreç olarak kalmakta, bu ise mücadeleyi kalıcı olarak geliştiren sonuçların ortaya çıkmasını engellemektedir. Bu anlamı ile birleşik ve kitlesel bir gençlik hareketi geliştirmenin ilk adımları ancak hareket içindeki devrimci özneler cephesinden etkin bir birleşiklik sağlanarak atılabilir. Bugünün gençlik hareketi içinde tek başına ilerici, devrimci gençlik güçlerinin birleşik mücadelesi sorunun çözümü olmamakla birlikte, sorunun çözümü doğrultusunda atılmış anlamlı bir adım olarak tanımlanmalıdır. d) Bugünün gençlik hareketi açısından bir diğer önemli sorun, etkin, hedefli ve sonuç alıcı bir kitle faaliyetidir. Bu sağlanmadığı koşullarda hareketin ihtiyaçlarına yanıt verebilecek bir örgütlenme ve mücadeleye geliştirme şansı bulunmamaktadır. Kitle mücadelesi içinde sınanmamış, bu mücadele içinde kendi etkin sonuçlarını doğurmamış bir örgütlenmenin günümüz gençlik hareketinin ihtiyaçlarına yanıt vermesi mümkün değildir. Birleşik ve kitlesel bir gençlik hareketi ancak etkin, hedefli ve politik bir kitle faaliyeti ile geliştirilebilir. e) Genç-Sen üstte tanımlanan sorunlara oluşturduğu pratik, politik ve örgütsel çözümler ölçüsünde bir anlam ve değer taşıyacaktır. Zira, birleşik, kitlesel ve devrimci bir örgüt ancak hareket içinde inşa edilebilir, hareket içinde sınanabilir. Bu bakışaçısıyla hareket eden “Birleşik, Kitlesel ve Devrimci bir GençSen için Mücadele Platformu” Genç-Sen’e dair, Ticari Eğitime Karşı Gençlik Koordinasyonu’nda yapılan tartışmaları ve alınan kararları gözden geçirerek
şu kararları almıştır: 1- Bugün henüz öğrenci gençlik mücadelesi içerisinde sınanmamış olmasına rağmen Genç-Sen, taşıdığı birleşik olanaklar üzerinden önemsenmeli ve gençliğin temel sorunlarına karşı birleşik temelde bir mücadeleyi örgütleme hedefi ile ele alınmalıdır. Doğru bir temelde ele alındığı koşullarda, Genç-Sen birleşik, kitlesel ve devrimci bir gençlik mücadelesi için etkin bir araç haline gelebilecektir. 2- Gençliğin kitlesel örgütlenmesi olma hedefini taşıması gereken Genç-Sen, bu bağlamda taban inisiyatifini esas almalı ve her yerelde gençlik kesimlerinin inisiyatifini açığa çıkarmanın yol ve yöntemlerini tartışmalı, geliştirmelidir. Tartışmalar kamuoyuna açık yürütülmeli ve dileyen herkesin görüşlerini ifade edebileceği, düşüncelerini savunabileceği bir işleyiş hayata geçirilebilmelidir. 3- Genç-Sen, gençliğin bugün içine sıkıştığı sorunlara karşı hak alıcı bir mücadele eksenini esas almalı ve bunu kapalı kapılar ardında tartışmanın ötesinde, pratik içerisinde örgütlemeye soyunmalıdır. Mücadele örgütü olmanın gereği budur. Ve yine bugün Genç-Sen’in öğrenci gençliğin geniş kesimlerini kapsayabilmesinin tek koşulu, gençliğin sorunlarına karşı somutta söylediği söz ve yürüttüğü pratik mücadeledir. 4- Gençliğin birleşik kitlesel örgütlenmesi olma hedefiyle yola çıkması gereken Genç-Sen kendini hiçbir koşulda yasal bir çerçeveye sıkıştırmamalı, fiili-meşru mücadelesinden güç almalı, bu zeminde yol yürümelidir. 5- Güncel planda gençlik hareketi içindeki ilerici birikim GençSen’in öncelikli olarak genişleyeceği alana da işaret etmektedir. Bu kapsamda hiç de azımsanmayacak ilerici birikimi içerisinde toplayan bir Genç-Sen temel hedef olmak zorundadır. 6- Bugün birleşik bir gençlik mücadelesi ancak Kürt ve Türk gençliğinin devrimci bir temelde bir araya gelmesi ile sağlanabilir. Yıllardır ulusal demokratik talepleri için mücadele eden Kürt gençliğini bünyesinde barındırmayan bir gençlik örgütlenmesinin birleşik mücadele açısından başarı şansı bulunmamaktadır. Genç-Sen bu hedef doğrultusunda Kürt gençliğinin taleplerine sahip çıkmalıdır. Şovenizme karşı halkların kardeşliği mücadelesini pratik sürecinin her adımında örgütlemeyi hedeflemelidir. 7- Günümüzün gençlik mücadelesinin temel zaafı, piyasalaşan eğitime karşı gençliğin birleşik ve kitlesel mücadelesinin örülememiş olmasıdır. Genç-Sen piyasalaşan eğitime karşı geniş gençlik yığınlarının mücadele örgütü olmayı hedeflemeli, gençliğin birleşik ve kitlesl mücadelesini bu temel hedef çerçevesinde adım adım inşa etmelidir. 8- Genç-Sen, birleşik örgüt anlayışının bir sonucu olarak siyasal planda heterojen bir örgütlenmedir. Bu açıdan, reformist ve devrimci kanatları ile tüm eğilimler Genç-Sen içinde var olacaktır. Bu, mücadelenin doğal seyrinin bir gereğidir. Bu nedenle, örgütlenmeyi devrimci bir temele kavuşturacak siyasal müdahaleler önemlidir, GençSen içinde devrimci taraflaşma bugünden inşa edilmelidir. Bu açıdan platformumunuz, Genç-Sen’in devrimci bir karakter kazanması için etkin, birleşik ve devrimci bir taraflaşmayı bugünden başlayarak örgütlemeyi bir zorunluluk olarak görmektedir. 9- Platformumuz üstteki ilkeler çerçevesinde bir Genç-Sen inşa etmek hedefi ile etkin bir çaba ortaya koyacak, bu hedefler doğrultusunda hareket eden tüm gençlik gruplarını devrimci bir GençSen için etkili bir mücadeleyi örgütlemeye çağıracaktır. “Birleşik, Devrimci ve Kitlesel bir Genç-Sen için Mücadele
Platformu” Genç-Sen’in gençlik hareketinin ihtiyaçları ile uyumlu, birleşik, kitlesel ve devrimci bir gençlik örgütlenmesi olarak ele alınması gerektiği yaklaşımıyla hareket edecek, bu temelde bir pratik çabanın yürütücüsü olacaktır. “Birleşik, Devrimci ve Kitlesel bir Genç-Sen için Mücadele Platformu”, Genç-Sen’in daha baştan icazetçi-yasalcı, anti-demokratik ve bürokratik bir temele sıkıştıran eğilimler karşısında, taban inisiyatifine dayanan, gençlik hareketinin gündemlerine müdahale temelinde kendini var eden bir Genç-Sen oluşturmak için etkin bir çaba ortaya koyacaktır. Genç-Sen’i taban inisiyatifine dayanan, birleşik, kitlesel, devrimci bir gençlik örgütlenmesi haline getirmeyi hedefleyen her anlayışla politik ve pratik olarak bir araya gelmenin yol, yöntem ve araçlarını geliştirmeyi hedefleyecektir. Bu çerçevede Genç-Sen içinde pratik-politik bir taraflaşma güncel ve ertelenemez bir sorumluluktur. “Birleşik, Devrimci ve Kitlesel bir Genç-Sen için Mücadele Platformu”, varoldukları tüm üniversitelerde, Genç-Sen’i, mücadeleyi ve taban inisiyatifini esas alan bir örgütlenme biçimine dönüştürme etkin çabasını harcayacaktır. Gençlik hareketinin ihtiyaçlarının karşısına çıkabilecek bürokratik, uzlaşmacı, tüzüğü dayatan engellemelerin karşısına çıkacaktır. (...)
Platformun yapısı ve hedeflerine dair: “Birleşik, Devrimci ve Kitlesel bir Genç-Sen için Mücadele Platformu” aldığı kararları ve Genç-Sen içindeki hedeflerini kamuoyuna duyuracak bir broşürün hazırlıklarına hızla başlamalıdır. “Birleşik, Devrimci ve Kitlesel bir Genç-Sen için Mücadele Platformu” aylık periyotla toplanmayı hedeflemektedir. Yukarıda bahsettiğimiz hedefleri etkin bir pratikle hayata geçirmek için tüm ülkeden katılımlarla aylık toplantılar yapacaktır. “Birleşik, Devrimci ve Kitlesel bir Genç-Sen için Mücadele Platformu” yerellerde bu hedefleri tartıştırmak ve Genç-Sen’e daha etkili bir müdahale gerçekleştirmek hedefi ile yerellerde kendi toplantılarını açık kitle toplantıları şeklinde gerçekleştirmeyi hedefleyecektir. Platformun yerel ayakları, bu yaklaşımlar doğrultusuna hareket eden herkese açık bir biçimde hızla inşa edilmelidir. “Birleşik, Devrimci ve Kitlesel bir Genç-Sen için Mücadele Platformu” tüm ilerici devrimci gençlik güçlerini birleşik, devrimci, kitlesel bir Genç-Sen’i etkin bir taban çalışması ve hareket içinde örgütlemeye çağırmaktadır. Bu çağrının öncelikli muhatabı ise elbette devrimci Genç-Sen’lilerdir. “Birleşik, Devrimci ve Kitlesel bir Genç-Sen için Mücadele Platformu” birleşik ve devrimci bir gençlik hareketi için, birleşik ve devrimci Genç-Sen için yukarıdaki genel ve güncel hedefler doğrultusunda etkin bir çaba ortaya koyacaktır. Birleşik, Devrimci ve Kitlesel bir Genç-Sen için Mücadele Platformu 26 Mart 2008
25
Birleşik, Kitlesel ve Devrimci bir Genç-Sen için Mücadele Platformu 2. toplantısı kararları...
“Piyasalaşan eğitime karşı mücadeleye!”
“Birleşik, Kitlesel ve Devrimci bir Genç-Sen için Mücadele Platformu”nun 2. toplantısı 20 Nisan günü İstanbul’da gerçekleştirildi. Yaklaşık 20 üniversite ve fakülteden Genç-Sen üyelerinin katıldığı toplantı iki oturum üzerinden örgütlendi. İlk oturumda GençSen’in yerel çalışmaları tartışmaya açıldı. Yerellerde çalışmaların sorunlarının masaya yatırıldığı ve deneyimlerin aktartıldığı bu tartışmadan sonra GençSen 2. Temsilciler Kurulu toplantısı değerlendirildi. Toplantının 2. oturumunda ise temel gündem Genel Kurul süreci idi. Bununla bağlantılı bir biçimde GençSen’in tüzüğünden hareket içerisindeki konumlanışına, oluşturulması gereken politik eksene ve ele alınması gereken gündemlere kadar bir dizi başlık tartışmaya açıldı. Toplantıda son olarak Genel Kurul süreci içerisinde “Birleşik, Kitlesel ve Devrimci bir Genç-Sen için Mücadele Platformu” bileşenlerinin görev ve sorumlulukları tanımlandı. Genel kurul sürecine kadar Genç Sen faaliyetinde hedeflenenlerin tartışıldığı toplantının sonuç bildirgesini okurlarımıza sunuyoruz.
Ekim Gençliği
26
Yerel çalışma pratikleri üzerine: Genç-Sen içinde reformist ve mücadele dışı eğilimlere karşı mücadele ertelenemez bir sorumluluktur. Bu mücadelede devrimci Genç-Sen’lilerin sağlayacağı başarı Genç-Sen’in kitlesel ve devrimci bir örgütlenme haline gelmesinin de temelini oluşturmaktadır. Genç-Sen ancak alanlarda mücadelenin somut gündem ve talepleri ile birleştiği koşullarda hareketin ihtiyaçlarına yanıt oluşturabilir. Bu açıdan yaşanılan zayıflık devrimci Genç-
Sen’lilerin etkin müdahalesi ile aşılmak zorundadır. Bugün hak alıcı bir mücadele çizgisi ve eylem sürecinin önemli ölçüde dışında olan Genç-Sen’in bu süreci aşması gerekmektedir. Bu, hedefli bir pratik çabayı ve etkin bir eylemsel süreci zorunlu kılmaktadır. Çoğu durumda propagandaya sıkışan çalışmalar hareket-örgüteylem bütünlüğü içinde etkili kampanya ve çalışmalara dönüştürülmelidir. Bu açıdan her yerel faaliyet 1 Mayıs’tan başlayarak eylemi hedef alan bir faaliyet örmeyi hedeflemelidir. Taban çalışmaları Genç-Sen’in bulunduğu hem tüm alanlarda belirgin bir zayıflık taşımaktadır. Taban örgütlülükleri etkin bir çaba ile inşa edilmelidir. Bunu başarmak için reformizmin bizi sıkıştırmaya çalıştığı temsilcilik-işleyiş mekanizmalarının dışında ve yerel komisyonlar vb. aracılığı ile Genç-Sen’in çok yönlü kurumsallaşması başlatılmalıdır. Genç-Sen içinde belirgin bir ağırlık taşıyan yasalcı eğilim ve bunun uzantısı tartışmalar ancak fiili eylem ve çalışma ile aşılabilir. Temsilciler Meclisi toplantısı üzerine: Bugün Genç-Sen yerel ve merkezi planda temsiliyet mekanizmalarını oluşturmaktan, işler bir örgütsel biçime kavuşmaktan çok uzak bir durumdadır. Temsilciler Meclisi’nde gerçekleşen kısır işleyiş tartışmaları örgütün işleyişindeki yetersizlikleri tüm açıklığı ile ortaya koymuştur. Tartışmanın sıkıştırılmaya çalışıldığı eksen mücadelenin ihtiyaçlarına yanıt oluşturmayı hedefleyen bir örgüt anlayışından çok uzaktır. Birçok alanda toplantı dahi yapamayan bir Genç-Sen faaliyeti sözkonusudur. Bu, tümüyle seçimlere ve iç mekanizma tartışmalarına indirgenen bir faaliyetin dolaysız bir sonucudur. Tüzük ve ilgili tartışmalar işleyişi güçlendirme hedefinden uzaktır. Örgütlenme faaliyetini düzenlemesi ve güçlendirmesi gereken işleyiş normları (tüzük), denilebilir ki bugün çalışmanın önündeki temel engeldir. Genç-Sen’in etkin bir kitle örgütlenmesi haline gelmesi için
elle tutulur bir çaba ortaya koymayan MYK ve yürüttüğü tartışmaların Genç-Sen içindeki meşruiyeti tartışmalıdır. ÜSF, başlangıçta yürütülen tartışmalara karşın, MYK’nın zaafiyetlerinden dolayı neredeyse bir merkezi panel haline getirilmiş durumdadır. Hiçbir ön çalışması olmayan, komisyonu oluşturulmayan, tek bir propaganda faaliyeti dahi yürütülmeyen ÜSF’nin durumu, Genç-Sen’in bürokratik mekanizmasının ve işleyişinin düştüğü açmazların en açık göstergesidir. Genç-Sen Genel Kurulu üzerine: Genel Kurul’un başarılı geçmesi, herşeyden önce, politik ve eylemli bir ön hazırlık sürecine dayanması ile mümkün olabilir. Genel kurul süreci etkin bir kampanya ve tartışma süreci olarak örgütlenmek zorundadır. Genç-Sen’in işleyişindeki sorunlar ve örgütlenme hedefleri tartışılmalı, geniş gençlik yığınlarının karşısına bütünlüklü bir mücadele programıyla çıkmak Genel Kurulun öncelikli hedefi olmalıdır. Örgütlenme sorunları ve gençlik örgütlenmesi başlığı altında Genç-Sen’in mevcut bürokratik, yasalcı ve mücadele dışı tüzüğü aşılmalı, hareketin mevcut durumunu ve ihtiyaçlarını temel alan bir tüzüğün oluşturulması genel kurulun öncelikli tartışması olmalıdır. Genel Kurulu önceleyen süreçte etkin bir işleyiş ve örgütlenme sorunları tartışması yürütülmelidir. Bu, mevcut olan tüzüğün değiştirilmesi sorunu değil, Genç-Sen bünyesinde dinamik bir tartışmayla güncel ihtiyaçlara yanıt oluşturacak bir normlar bütününün oluşturulması sorunudur. İlk tüzük mücadele dışı normlar yığını olarak hazırlanmıştır. Yeni tüzük ise yerellerin etkin ve dinamik katılımıyla, mücadelenin ihtiyaçlarına yanıt verecek, örgütü dinamik bir işleyişe sokacak bir anlayışla oluşturulmalıdır.
İlk tüzükte temel alınan yasallıktı, yeni oluşacak tüzükte temel kıstas mücadelenin ihtiyaçları olacaktır. İşleyişi bürokratik bir cendereye sıkıştıran mevcut tüzüğün aşılması ve yerelleri kapsayan dinamik bir normlar bütününün hazırlanması için platformumuz bulunduğu tüm alanlarda tartışmaları başlatacaktır. Genel Kurulun bir diğer temel görevi, Genç-Sen’i piyasalaşan eğitime karşı bir mücadele odağı haline getirmek için etkili bir yol haritası oluşturmaktır. Bu kapsamda genel kurul kendini tanımlayan ilkeler ortaya koymakla yetinmemeli, gençliğin önüne bir sonraki genel kurula kadar etkin bir mücadele ve eylem programı koymalıdır. Genç-Sen Genel Kurul sürecini, piyasalaşan eğitime ve geleceksizliğe karşı gençliğin birleşik mücadele programının çıkarıldığı bir dönem olarak ele almalıdır. Genç-Sen tek başına kendi örgütü bünyesinde bir mücadele değil, bütün ilerici özneleri içine katan bir mücadele süreci geliştirme hedefi ile Genel Kurul’u etkin bir biçimde değerlendirmelidir. Genel Kurul’dan çıkacak olan iddia, “piyasalaşan eğitime ve geleceksizliğe karşı gençliğin birleşik mücadelesini ve eylemini örme” iddiası olmak zorundadır. Kısır tartışmalar ve küçük hesaplarla Genel Kurul’un etkisiz ve hedefsiz iç tartışmalara boğulmasını engellemek Genç-Sen’in tüm aktivistlerinin görevidir. Genel Kurul’da, piyasalaşan eğitime karşı Genç-Sen’i bir mücadele ve eylem odağı haline getirecek sonuçları oluşturmak için, devrimci Genç-Senliler etkin bir tartışma ve hazırlık süreci içine girmek sorumluluğu ile karşı karşıyadırlar.
Birleşik, Kitlesel ve Devrimci bir Genç-Sen için Mücadele Platformu
Genç Sen faaliyetlerinden... Cebeci’de “Diplomalı İşsizlik” paneli...
Ankara Üniversitesi Cebeci Kampüsü Genç-Sen olarak kampüste yürüttüğümüz “Diplomalı işsiz olmayacağız!” kampanyasının ilk etkinliğini Eğitim Bilimleri Fakültesi’nde düzenlediğimiz “Öğretmenlik Mesleğinin Sorunları” başlıklı panelle gerçekleştirdik. Panele konuşmacı olarak Eğitim-Sen Genel Başkanı Alaattin Dinçer ve Eğitim Emekçileri Derneği’nden iki kişi katıldı. Bütün konuşmacılar birleşik mücadelenin ve örgütlenmenin önemini vurguladılar. Dinçer dışındaki diğer iki panelistten biri işsiz bir eğitimci, diğeri dersane eğitimcisi olduğu için yaşadıkları özgün sorunlara değindiler. Panele 20 öğrenci katıldı. Eğitim Fakültesi öğretmenleri de paneli izlediler.
Genç-Sen’den faşist saldırılara tepki!
Anadolu Üniversitesi’nde Genç-Sen’liler olarak, 18 Nisan’da ülke genelinde yaşanan faşist saldırılarla ilgili bir basın açıklaması gerçekleştirdik. YÖK Başkanı Yusuf Ziya Özcan’nın okullardaki güvenlik önemlerinin arttırılması için kameraların ve rektörün yetkilerinin arttırılması gerektiğini ve bizlerin de rehabilitasyona ihtiyacımızın olduğunu söylediği, ancak bizlerin YÖK adlı darbe kurumunun ortadan kaldırılmasına ihtiyacı olduğu vurgulandı. “Başka bir üniversite mümkün!” denilerek, öğrencilere Genç-Sen’de örgütlenme ve mücadele çağrısı yapıldı. Eyleme 30 kişi katıldı.
İÜ Genç-Sen: “Özgür bir üniversite, güvenli bir gelecek istiyoruz!”
İstanbul Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Genç-Sen olarak 19 Nisan günü bir toplantı gerçekleştirdik. Toplantının en temel gündemi kampanya çalışmalarının başlatılamamış olması ve bu sorunun eleştirisiydi. Faaliyetin sınırlı güçler üzerinden yürütüldüğü ifade edildi. Diğer bir gündem olarak 2. Temsilciler Meclisi aktarımı yapıldı. Temsilciler Meclisine Şube iradesinin gerçekçi bir biçimde taşınmadığı ifade edildi. Ardından kampanya sorunu ve 1 Mayıs gündemleri ele alındı. Kampanya şiarı olarak “Başka bir üniversite mümkün!” üst başlığı altında “Özgür bir üniversite, güvenli bir gelecek istiyoruz!” belirlendi. Bu bağlamda okuldaki baskı koşulları ile sosyal yıkım saldırılarının bir arada işlenmesi kararlaştırıldı.
OGÜ Genç-Sen’den açıklama
Osmangazi Üniversitesi Genç-Sen 22 Nisan günü son dönemde yaşanan faşist saldırılara yönelik bir basın açıklaması gerçekleştirdi. Yaklaşık 100 kişinin katıldığı açıklamaya DİSK, KESK, Eğitim-Sen, SES, BES, Emekli-Sen, TMMOB, TTB de destek verdi. Açıklamada faşist saldırı örnekleri sıralandı ve saldırganlarla işbirliği yapılması, saldırganların korunması teşhir edildi.
27
Hareketin ihtiyaçlarına yanıt veren G en ç-Se n Te ms ilc iler M ecl isi 2. To plantıs ı ge rç ek leş tir ildi...
bir Genç-Sen için!
Genç-Sen 2. Temsilciler Meclisi toplantısı 12 Nisan günü Ankara DİSK Genel-İş’te gerçekleştirildi. Yaklaşık 20 üniversiteden temsilcilerin katıldığı toplantıda gerçekleşen tartışmalar Genç-Sen içindeki bir eğilimin yaşadığı çürümeyi belgelerken, öte yandan da devrimci çizgideki Genç Sen’lilerin henüz daha başlangıçtaki güç ve olanakları ile bu eğilimi nasıl sıkıştırdığını gözler önüne serdi. Dönemin başından bu yana Genç-Sen yerellerde devrimci Genç-Sen’lilerin müdahale alanları dışında elle tutulur bir çalışma ortaya koymamıştır. Dahası, liberal ve reformist anlayış gençliğin sorun ve gündemlerini ele almayı hedefleyen, bu çerçevede tabanın doğrudan katılımını örgütlemeye çalışan her adımın karşısına çıkmıştır. Ankara’da ODTÜ’de yapılan tartışmalar, Eskişehir’de gerçekleşen ve artık gericilik boyutuna taşınan müdahaleler, kendini MYK’da ifade eden liberal bloklaşmanın bir çürüme yaşadığını gözler önüne sermiştir. Genel Kurul sonrasında “GençSen’e emek harcayanların” harcadığı emeğin ne olduğu ve devrimciliğe ne kadar uzak olduğu pratik çalışmanın her adımında görülmüştür. Genç-Sen’in hareketin ihtiyaçlarına yanıt veren bir örgütlülük haline gelmesi ancak dinamik bir taban örgütlülüğü oluşturması, hareketin ve mücadelenin yerel ve genel gündemlerini etkili ve eylemli bir biçimde işlemesi ile mümkün olacaktır. Bunu başaracak asıl irade ise, bizim de bir parçası olduğumuz devrimci Genç-Sen’lilerdir.
28
“İşleyiş” tartışması ve hareket içinde sınanmamış tüzük üzerine güzellemeler
Toplantının ilk gündemini Genç-Sen’in işleyişi ve ortaya çıkan sorunlar oluşturdu. Bu başlık altında Genç Sen’in kitleselleşmesi sorunları, bu noktada
gençlik hareketi ile kurduğu bağ ve bu bağın etkinleşmesi, tabanın örgüt içindeki insiyatifini güçlendirmek vb. sorunların tartışılması beklenirken, tartışma YTÜ ve buradaki Genç-Sen faaliyetinin tüzüğe uymamasına kilitlenmiş oldu. Toplantı yeter sayısının (ilgili şubedeki üyelerin yarısı) sağlanamamış olması nedeniyle temsilcilerin meşru olmadığı, öte yandan da ilgili üniversitede “mağdur olan arkadaşların” bulunduğu ifade edilmiştir. Buradaki asıl sorun alanının ise YTÜ’nün tüzüğe uymamaktaki ısrarı olarak tanımlanmıştır. Burada bir yerel üzerine yürütülen hasmane tartışmalara yanıt vermek elbette gerekmiyor. Ancak MYK’ya, onu oluşturan liberal anlayışa ve o anlayışın yereldeki temsilcilerine bazı hatırlatmalar yapmayı da görev sayıyoruz. “Mağduriyet”e çokça duyarlı MYK ve bu eğilimin oluşturduğu tüzük neden her alanda blok liste ile temsilci seçimlerini dayatıyor (mevcut işleyişe göre, herhangi bir şubede bir eğilimin 54 bir eğilimin 53 oyu olduğunda, kararlar ve temsilciler 54 oyun belirleyiciliğindedir. Diğer 53 oy ve arka planındaki tartışmalar ise çöpe gitmektedir). Hareketin ihtiyaç duyduğu karar alma süreci bu mudur? Tabanın insiyatifini sürece katmak böyle mi sağlanacaktır? Liberallerimizin demokrasiden anladıkları burjuva demokrasisinin bile ne yazık ki gerisindedir. Çokça atıf yapılan tüzüğe uyma tartışmalarını anlamak gerçekten güç. Örgüt bir normlar bütünü ise, tüzük de onun ifadesi olmak zorundadır. Oysa karşılaşılan tartışma “tüzüğe uymamız gerekiyor!” oluyor. Peki neden? Gerekçe ne? Bu anlayışın sahipleri elimizde tartışılamaz bir tüzük olduğunu düşünüyor herhalde. Ya da hukukçulara hazırlattıkları tüzüğün olası “yasal uyumsuzluklar dışında” -ki bunları düzelteceklerini genel kurulda tahahüt etmişlerdi- hareketin örgütsel ihtiyaçlarına her zaman ve her alanda yanıt veren bir şey olduğunu zannediyor olmalılar. Evet, 5-6 liberal siyaset, taban inisiyatifine dayanmayan bir genel kurulla, gençlik hareketinin örgütlenme sorununu bir bütün olarak çözmüş bulunuyor! 8 Mart’ta hiçbir hukuka dayanmadan gizli toplantı örgütleyen, devrimci Genç-Senliler’in müdahalesi sonucu toplatıdan istediği kararı çıkartamayınca da “mağdur” olarak toplantıyı terkeden anlayış, bu sefer de YTÜ’de “mağdur” olmuş. Peki yine de soralım. YTÜ‘nün daha öncesinde aldığı ve bir önceki 1. Temsilciler Toplantısında tartıştığı işleyiş kararlarının altında “mağdur” öğrencilerin imzası yok mu? İşleyişi yerelin ihtiyaç ve yönelimler belirler, açık toplantılarla kararlar alınır, yerelde tüm aktif kitle karar alma sürecine ve uygulama sürecine katılmalıdır, temsilcilerin temsiliyeti sadece Temsilciler Meclisi toplantısına yerelin kararlarını
aktarmak ve oradaki tartışmaları yerele taşımakla sınırlıdır, bunun dışında bir görevi yoktur ve her toplantı öncesi yeniden seçilir... Bunlar YTÜ Genç-Sen’in tüzüğe uymayan işleyiş kararları. Bu maddelerden birini liberal eğilim etkin olduğu herhangi bir alanda uygulayabiliyor mu? Blok liste uygulamasına, hem de tüm temsiliyeti alması kesin olan bir toplantıda karşı çıkanların devrimci Genç-Sen’liler olduğunu “mağdurlarımız” unuttular mı yoksa. Demokrasiyi sakız edenlerin burjuva demokrasisinin bir adım ötesine çıkan bir ufukları var mı soruyoruz? Mağdur edebiyatı yapmak yerine biraz daha cesaretli tartışın arkadaşlar! İşleyişe dair tartışmanın siyasal basınçlarla kavranamayan noktasına gelelim. Sorun YTÜ tartışması değil kuşkusuz. Sorun yerel çalışmanın ve etkinin MYK denetiminin dışına çıkmış olması. Bunu etkin bir biçimde bir önceki toplantıda ilgili yerelin tartışmış olması. “Kitle mücadelesini geliştirmeyi hedefleyen bir kitle örgütlenmesi elbette faaliyetini düzenleyebilmek için belli normlara sahip olmak durumundadır. Bu normlar, örgütün kitle mücadelesine daha etkili müdahalesini sağlamak, onun kitle temelini geliştirmek içindir ve mücadelenin güncel ihtiyaçlarına yanıt vermeyi hedefler. Bunun dışında tartışılan tüzükler, metin olarak ne kadar iyi düşünülürse düşünülsün, sonuçta bürokratik ve mücadele dışı bir normlar yığınını ifade eder. Bugünkü tüzük tartışmalarına buradan bakılmak durumundadır.” (Genç-Sen üzerine... / Birleşik, kitlesel ve devrimci bir gençlik örgütlenmesi için!, Ekim Gençliği, Sayı:102, Aralık 2007) Bizim için sorun gençlik hareketinin sorunları, ihtiyaçları ve yönelimleridir. Genç-Sen bununla uyum sağladığı ölçüde bir değer taşır, sağlamadığı ölçüde ise doğal olarak aşılır. Hareketin ihtiyaç ve yönelimlerinden bakmayan bir aklın kavramakta zorlandığı bu gerçek, hareket-örgüt ilişkisinin abc’sidir. Pratik ve politik “belirlemelerin” belirsizliği üzerine
Temsilciler Meclisi toplantısında pratik sürece dair yapılan tartışmalar ise önemli ölçüde zayıf ve yetersiz kalmıştır. Kampanya çalışmasının merkezi ayağını örecek olan Üniversite Sosyal Forumu (ÜSF) üzerine yürütülen tartışmalar bu açıdan belirleyicidir. Zira daha öncesinde oluşturulan ÜSF Örgütleme Komisyonu tek bir toplantı yaparak karar alma sürecini Temsilciler Meclisi’ne bırakmıştı. Karar alamayacak olan ve ortak bir görüş ve tartışma oluşturmamış bir komisyon, çalışmalarına ve “eğilimlerine” dair toplantıda bir sunum yapmış oldu. Elbette sosyal foruma dair tek bir eğilimi ifade eden sunum sonrasında zaman darlığı vb. gerekçelerle top yine ÜSF Örgütleme Komisyonu’na atılmış oldu. ÜSF’nin içeriğine ve örgütlenme yöntemine dair tartışmalar ise Temsilciler Meclisi toplantısında yine bildik zaman sorunlarından kaynaklı hasır altı edildi. ÜSF’ye bir aydan kısa bir zaman kalmış olmasına rağmen forumun hala belirsiz olması, bu önemli kitle etkinliğini daha başlangıçta etkisiz kılmaktadır. Öte yandan, yerel çalışmaları etkinleştirmek, yerel sunum ve tartışmalarla taban inisiyatifini güçlendirmek için önemli bir araç olabilecek bir etkinliğin bu yönleri Temsilciler Meclisi toplantısıda neredeyse hiç tartışılmamıştır. Bundan sonraki süreci komisyon işletecektir. Yerellerin inisiyatiflerini yansıttığı bir ÜSF örgütlenme süreci Genç-Sen açısından hayati bir önem taşımaktadır. Temsilciler Meclisi’nde tartışmanın zayıf kalmış olmasına aldırmadan yerellerde ÜSF’nin örgütlenme süreci hızla başlatılmalıdır. Öncelikle forumun tartışma başlıkları olan gençlik hareketi ve gündemleri, gençlik örgütlenmesi ve sendikal deneyimler, tüm yerellerde etkin bir tartışma ve ön hazırlığa konu edilmelidir. Öte yandan ÜSF 1 Mayıs sürecini de belirleyen yerel kampanya ve çalışmaların ortaya çıkardığı sonuçların dolaysız bir izdüşümü olacaktır. Bu açıdan yerel kampanya ve çalışmaları güçlendirmek, merkezi forumu etkinleştirmenin, kitle katılımını güçlendirmenin de temel bir aracıdır. Toplantıda 1 Mayıs’a yerellerin kendi inisiyatifi ile çıkmaları karara bağlanmıştır.
Toplantının hızla alınan bir diğer kararı ise genel kurulun Ekim ayına bırakılmasıdır. Halihazırda etkin bir kampanya ve taban çalışması öngörmeyen, örgütlenmeye çalışılan ÜSF’yi sınırlı bir zaman dilimine sıkıştıran yaklaşım, yürüttüğümüz tartışmaları ve bu tartışmanın arka planındaki kampanyalar-ÜSF ve Genel Kurul bütünlüğünü kavramaktan uzak bir karar almış bulunuyor. Birleşik, devrimci ve kitlesel bir Genç-Sen için!
Birleşik, Devrimci ve Kitlesel bir Genç Sen için Mücadele Platformu’nun önümüzdeki süreçte Genç-Sen içinde oynayacağı rol Temsilciler Meclisi toplantısı ışığında bir kat daha önem kazanmaktadır. Bu kapsamda platform hareketin ihtiyaçlarına yanıt veren bir Genç-Sen hedefi ile aşağıdaki başlıklara dair etkin tartışmalar yürütmelidir: 1) Bugün Genç-Sen’in yaşadığı sıkışma ancak etkin bir taban inisiyatifi oluşturarak aşılabilir. Bu kapsamda yerel kampanya çalışmalarını vakit kaybetmeksizin güçlendirmek, Genç-Sen’in gençliğin gündem ve sorunları ile etkin bağ kurmasını sağlamak temel önemdedir. Bu açıdan yerel kampanya çalışmalarına dair hızlandırıcı adımlar atmak, kampanya çalışmalarını yaygınlaştırmak, öte yandan bu çalışmaları ÜSF’ye taşımak, etkin bir taban inisiyatifi oluşturma sürecinin güncel ve öncelikli adımlarıdır. 2) Bu sürecin bir diğer önemli halkası 1 Mayıs faaliyetleridir. Genç-Sen tüm yerellerde etkin bir hazırlıkla 1 Mayıs çalışmaları yürütmeli ve bu çalışmaların gündemleri ile alana çıkılmalıdır. 3) Genel kurul sürecinin hazırlıklarını hızla başlatmak platformun temel görevi olmalıdır. Bu kapsamda iki önemli başlık üzerinden genel kurula etkili bir hazırlık süreci oluşturulmalıdır. Bu başlıklardan ilki, bugünkü mevcut işleyiş ve bu işleyişin somutlanmış biçimi olan tüzüktür. Genel kurul sürecinde örgütün işleyişine dair güçlü ve etkili bir tartışma ancak bugünden başlatılarak başarıya ulaşabilir. Diğer bir önemli başlık ise GençSen’in yol haritasıdır. Genç-Sen’i piyasalaşan eğitime ve geleceksizliğe karşı gençlik mücadelesinin etkin bir öznesi haline getirmek, bu kapsamda genel kurula yönelik etkili bir hazırlık yürütmek güncel ve hızla başlatılması gereken bir görevdir. Bu başlıkların tartışılacağı asıl alanlar ise Genç-Sen faaliyetinin yerel şubeleri ve temsilcilikleridir. 4) Tüm bu başlıklarda sonuç alıcı bir süreç ancak devrimci Genç-Sen’lilerin etkin ve dinamik bir müdahalesi ile sağlanabilir. Bu açıdan platform kendi dışındaki tüm devrimci özneleri GençSen’e etkin müdahale için taraflaşmaya çağırmalıdır. Bu taraflaşmayı soyut bir çağrı olarak değil, somut bir program ve hedefler bütünü içinde ve bugün için Genç-Sen faaliyeti içinde olamayan devrimci çevreleri de içine katan bir genişlikte ele almalıdır. Ekim Gençliği
29
İllerden TMMOB 2. Öğrenci Üye Kurultayı’na ilişkin açıklamalar... Ankara: “Kaldığımız Yerden: TMMOB 2. Öğrenci Üye Kurultayı”
26 Şubat 2008 TMMOB’nin tarihinde ilk kez düzenlemiş olduğu “Öğrenciler Geleceğini Tartışıyor” başlıklı öğrenci üye kurultayı 26 Kasım 2005’de gerçekleşti. TMMOB bünyesinde meslek alanlarına ve hayata dair çalışma yürüten öğrenci üye örgütlülükleri, kurultayla bir araya gelme fırsatı buldu. Kurultayda birçok konuda görüş bildiren öğrenciler, özellikle meslek alanlarına dönük neo-liberal saldırılara değinerek geleceklerine sahip çıkma çağrısında bulundu. “Yetkin Mühendisliğe Hayır” şeklinde sloganlaşan görüş TMMOB içinde de geniş yankı buldu. Öğrenciler bildirilerinde başta yetkin mühendislik karşıtlığı olmak üzere birçok noktada görüş birliğine varmasına rağmen, kurultaydan sonra basılan kurultay kitapçığında sonuç bildirgesine yer verilmedi. Öğrenciler iradelerinin tanınmaması sonucunda değişik şehirlerde bir araya gelerek ortak sorunlarına birlikte çözüm üretme çabasında bulundu. Bu örgütlülüğün İstanbul ayağını ören arkadaşlarımızın 2. Öğrenci Üye Kurultayı çağrısı bizim için anlamlı ve umut vericidir. Birlikte örgütleyelim… Yapılan bu çağrı somut taleplerle zenginleştirilerek yaygınlaşmalıdır. Gelinen süreçte somut adımlar atmak zorunluluğuyla karşı karşıya bulunmaktayız. Bu adımlardan ilki 2. Öğrenci Üye Kurultayı’nı öğrenci üye komisyonlarında, üniversitelerde duyurmak, mümkün olan en geniş kitleyle tartışmak olacaktır. Öncelikle kurultayın örgütlenme sürecini kolaylaştırmak adına TMMOB yönetimini kurultayın yeri, zamanı ve içeriğini bir an önce belirlenmesi için adım atmaya çağırıyoruz. Bu belirleme yapılırken öğrencilerin karar alma ve yürütme süreçlerinde aktif olması gerektiğini düşünüyoruz. TMMOB 2. Öğrenci Üye Kurultayı’nın herhangi bir ayrım olmaksızın tüm oda öğrenci örgütlülüklerini kapsamalıdır. Bu çerçevede İstanbul’daki arkadaşlarımızın TMMOB 2. Öğrenci Üye Kurultayı Hazırlık Toplantısı çağrısını destekliyoruz. Bu toplantının gerçekleştirilmesi için Ankara TMMOB Öğrenci Üyeleri olarak gerekli girişimlerde bulunacağımızı duyuruyoruz! ÇMO Öğrenci Üyeleri, EMO Öğrenci Üyeleri, İMO Öğrenci Üyeleri, JMO Öğrenci Üyeleri, Maden MO Öğrenci Üyeleri, Mimarlar Odası Öğrenci Üyeleri, ŞPO Öğrenci Üyeleri İletişim: ikincikurultayadogru@gmail.com
İzmir Öğrenci Komisyonlarından kurultay açıklaması...
30
3 Nisan 2008 Ankara ve İstanbul’daki TMMOB öğrenci üye örgütlenmelerinden aldığımız çağrıdan hareketle bizler de TMMOB Öğrenci Üye İzmir örgütlenmesi olarak TMMOB 2. Öğrenci Kurultayı sürecinin takip edilmesi ve örgütlenmesi için çalışacağımızı arkadaşlarımıza iletmek isteriz. Yaptığımız toplantılar sonucunda TMMOB Öğrenci Kurultayı için atmamız gereken somut adımların artık
kararlaştırılması gerektiğini düşünüyoruz. Kuracağımız haberleşme yöntemleriyle (internet sitesi, forum gibi) kurultayın örgütlenmesine başlayabileceğimiz ve bu sayede tartışma alanını genişletebileceğimiz düşüncesindeyiz. TMMOB’dan artık yer ve konu belirlemesini beklemeden yapacağımız çalışmaları çeşitlendirip, TMMOB’a götüreceğimiz öneriler ile sürecin hızlanması gerektiğini düşünüyoruz. Bunun için 12 Nisan 2008’de Ankara’da iletişime geçebildiğimiz TMMOB öğrenci üye örgütlenmelerinin toplanmasını talep ediyoruz. Gündemi belirli bu toplantıda alınan kararların TMMOB’a bildirilmek üzere, kendi aramızda bir görüş birliğine varılması ve çalışma programı oluşturarak Ekim ayı içerisinde 2. TMMOB Öğrenci Üye Kurultayı’nın düzenlenmesi gerektiğine inanıyoruz. Düzenlenen kurultayda TMMOB bileşenlerinde çalışma üreten tüm öğrenci örgütlenmeleri sunum yapabilmelidir. TMMOB sitesindeki araştırmalarımızdan sonra 22 Kasım 2006 tarihinde beyan edilmiş olan kurultay toplantısında alınan “TMMOB Genel Sekreterliği’nce Odalara, TMMOB Öğrenci Kurultayı’na yönelik çalışmaları olup olmadığının yazı ile sorulmasına…” kararının, biz oda bileşenleri tarafından cevaplanması gerektiği kararını verdik. TMMOB sitesinde bulabildiğimiz 06 Temmuz 2007 tarihli son TMMOB Öğrenci Üye Kurultayı toplantısında belirtilen “söz, yetki, karar süreçlerinde öğrencilerin de olduğu özerk ve demokratik üniversite için birlikte tartışma ve üretme ortamını yaşama geçirme…” amacı bizlerin düşüncelerini yansıtmaktadır. Oluşturacağımız demokratik ortamda kendi fikirlerimizi arkadaşlarımızla paylaşmanın oda öğrenci örgütlenmelerinin birlikte hareket etmelerine ve kendilerini geliştirmelerine zemin oluşturacağını, paylaşmadan üretim olmayacağını, üretmek içinde en uygun ortamlardan birinin TMMOB Öğrenci Kurultayı olduğunu unutmayalım… ÇMO GENÇ İZMİR, EMO GENÇ İZMİR, GMO DEÜ ÖĞRENCİ TEMSİLCİLİĞİ, GENÇ İMO İZMİR, JFMO ÖĞRENCİ KOMİSYONU İZMİR, MMO ÖĞRENCİ KOMİSYONU İZMİR, GENÇ PLANCILAR İZMİR, TMO ÖĞRENCİ KOMİSYONU İZMİR
(Toplumcu Mimarlık Mühendislik Öğrencileri Gazetesi, Sayı:5)
Nisan ‘08 Üretken(t) Öğrenci Atölyeleri TMMOB Mimarlar Odası İstanbul Büyükkent Şubesi Öğrenci Komisyonu’nun düzenlediği Öğrenci Atölyeleri, farklı disiplinlerden öğrencilerin, kendi belirledikleri bir konu hakkında, mevcut durumu anlama, yorumlama ve yeni bir şey üretebilmeleri için kurgulanmış bir çalışma olarak 04–20 Nisan tarihleri arasında gerçekleştirildi. Atölyelerin içeriklerinin belirlenmesi, planlamalarının yapılması, öğrenci komisyonunun düzenli olarak yaptığı toplantılarda belirlenmiş ve atölyelerin içerikleri oluşturulurken, farklı disiplinlerden öğrencilerin çalışmalara rahatlıkla katılabilmeleri düşünülmüştü. Genel çerçevesi ile komisyon tarafından içerikleri belirlenen atölyeler, üniversitelerde daha geniş bir bileşeni içine alabilecek bir biçime dönüştürebilmek amacıyla, üniversitelerde afiş ve el ilanları ile çağrılarının yapıldığı bir biçimde hazırlandı. Üniversitelerde masalar açılarak, atölyelerin tanıtımları yapıldı, kayıtlar alındı. Atölyeler kendi bileşenini oluşturduğu ve çalışmalarına başladığında ise, komisyon tarafından belirlenen çerçeve baz alınarak, atölyeye katılan öğrencilerin ve yürütücülerin çalışmaların nasıl ele alınabileceği, nelerin göz önünde bulundurulması gerektiği, atölye bitiminde toplamda nasıl bir ürün çıkarılacağı yani neyin amaçlandığı tartışıldı. Kent başlığının işlendiği Nisan’08 atölyeleri; kenti, kent kimliğini ve kentlilerin durumunu dört alt başlıkta irdeleyerek, İstanbul’un karşı karşıya kaldığı dönüşüm projelerini ve İstanbulluların kentin değişen çehresindeki durumlarını bu başlıklar altında inceledi. Atölyelerden biri olan Kent Kimliği atölyesinde, katılımcılar, son dönemde Sulukule gibi, Tarlabaşı gibi dönüşüm projeleri ve bu projelerin yaratacağı toplumsal sorunlar üzerine odaklanmıştı. Sermayenin çıkarları ekseninde gerçekleşen dönüşümlerde, insanların doğup büyüdükleri, yıllardır yaşadıkları ya da farklı sebeplerle yerleştikleri yerlerde işgalci durumuna düşürülmeleri tartışılarak, bu tartışmalar Tarlabaşı ve Başıbüyük örnekleri üzerinden incelendi. Kentin üretilen yeni değerlerinin aslında toplumun en geniş kesimine ne kadar uzak olduğunu tartışmaya açabilmek için kurgulanmış ikinci atölye ise İstanbul’u Yaşamak idi. Tersane işçileri, öğrenciler, tiyatrocular gibi farklı kesimlerden insanlarla yapılan röportajlar ile İstanbul’da hangi hayatların nasıl yaşandığı ortaya konmaya çalışıldı. Fotoğraflarla istanbul atölyesi, yine kentte yaşayan ve çeşitli farklılıkları ile varolan kişilerin gözünden İstanbul’dan karelerin yakalanması üzerine kurgulanmış bir çalışmaydı. Atölye katılımcılarının farklı bakışları ile İstanbul’un sergiye hazırlanan kareleri, katılımcıların kentin zengin kimliği üzerine sunumları ile
gerçekleştirildi. YTÜ’den Doç. Dr. Gül Ünal’ın yürütücülüğünde gerçekleştirilen Vurulan Kentler atölyesi ise içeriği bakımından oldukça ilgi çekiciydi. Kentlerin karşı karşıya kalabileceği savaş, doğal afetler, yıkımlar ve bunlara karşılık toplumsal etkiler üzerine eğilen bu atölyenin çıkış noktası ise, oldukça geniş bir coğrafyada sürmekte olan emperyalist savaşlar ve bunların halklar için ne tip yıkımlar anlamına geldiği idi. Bunun dışında nükleer santraller ve kent üzerindeki etkilerinin de işlendiği atölyede, öğrenciler farklı sebeplerle ve biçimlerde vurulan kentlere dair tartışmalar yaptılar. Son atölye başlığı ise Ütopya oldu. Doç. Dr. Akın Sevinç’in yürütücülüğünü üstlendiği atölye, geçmişten günümüze çeşitli ütopyalar ve genel olarak ütopya tanımları ile başladı ve günümüzde ütopya üretmenin karşılığının ne olabileceği üzerine tartışmalar ile sürdü. Sonuç ürünü olarak üretilen iki ütopya da kendi bağlamlarında işleyen ve ele aldıkları kavramlara karşılık üreten biçimde şekillendi. Belirtilen başlıklarla, Nisan ayı boyunca, haftalık periyotta devam eden atölyeler çalışmalarını sürdürürken, bu çalışmalar yine haftalık çıkan bültenlerle tüm katılımcılara ve diğer üniversite öğrencilerine aktarılmaya çalışıldı. Böylelikle, hem farklı atölyelerdeki katılımcıların ortak bir çalışma içine girebilmesi hem de çalışmalara katılmayanların genel olarak fikir edinebilmesi hedeflendi. Ayrıca çıkartılan bültenler, atölyelerde sürdürülen tartışmaların aktarımının yapılması açısından da önemli bir yerde durmaktaydı. Atölye çalışmaları, başından sonuna kolektif bir emeğe dayanan sürecin öğrencileri çalışmalara daha aktif katılma ve ortaya çıkan deneyimler sonucu yeni planlamaları daha geniş bir bileşene mal etme olanağını yarattı. Son olarak, ortaya çıkan ürünlerin farklı üniversitelerde sergilenmesi ile öğrenci komisyonu çalışmalarının sunumunu yaparak, bugüne kadar ulaşamadığımız öğrencilere ulaşmayı ve çalışmalarımıza katmayı hedefliyoruz. TMMOB Mimarlar Odası İstanbul Büyükkent Şubesi Öğrenci Komisyonu olarak çalışmalarımızı, bugüne kadar olduğu gibi bu atölye çalışmasıyla da, mimarlık öğrencilerinin birlikte tartışan, yorumlayan ve üreten bir örgütlenme ihtiyacına cevap verme iddiası ile yürütüyor; böylelikle hem nicelik hem de nitelik anlamında gelişiyoruz.
TMMOB Mimarlar Odası İstanbul Büyükkent Şubesi Öğrenci Komisyonu’ndan Toplumcu Mühendislik Mimarlık Öğrencileri
“Kapitalizm, Mühendislik, Türkiye Sempozyumu” başarıyla gerçekleşti!
Ankara’da Mühendislik-Mimarlık-Planlamacılık Öğrencileri tarafından düzenlenen “Kapitalizm, Mühendislik, Türkiye Sempozyumu” tamamlandı. 11 Mayıs günü saat: 10.00’da Petrol-İş Salonu’nda başlayan sempozyuma Ahmet Haşim Köse, Eski TMMOB başkanlarından Kaya Güvenç, Yavuz Önen ve Yüksel Akkaya katıldılar. Sempozyuma 60 öğrenci katıldı. Toplumcu Mühendislik Mimarlık Öğrencileri/Ankara
31
32
Ortak yaşamdan, paylaşımdan, dayanışmadan uzak bir toplumda yaşıyoruz. Kapitalist sistem dünya topraklarının sınırlarla bölünmüş olmasıyla yetinmez. İnsanların da arasına sınırlar konulur ve kendinden ötesini göremeyen “ben”likler oluşturulur. Sen de “kendine ait” dünyanda kendini özgür bir birey sayarsın. Oysa yaşamda özne olabilmenin yolu biz olmaktan geçmez mi? Bir yaşam ki kurgusal… Alınan kararlar, uygulanan hükümler, her şey sana dairdir ama senin dışında belirlenir. Senaryosu yazılmış bu yaşama sadık oyuncu olman istenir. Etrafta dolaşan ama seni ısırmayan yılanların seni ilgilendirmediğini düşünürsün. Peki sınırlar, coğrafyalar ve savaşlar gerçekten o kadar uzak mıdır bize? İşsizliğin, savaşların, yozlaşmanın arasında geleceğimizi bulmaya çalışırız. Bir bakarız yaşamlarımız çoktan satılığa çıkartılmış. İşsizlikle ucuz işgücü olma arasında tercih hakkımızı kullanırız. Sorgusuz-sualsiz işgal ordusunun kurşun askeri yapılırız. Kimimiz uyuşturucuya, kimimiz çetelere özenir, kuytu bir köşede ölü buluruz kendimizi. Yaşam hızlıca akıp gitmekte ve yaşama müdahale etmekten kaçınmaktayız. Seyirci kalmaktayız önümüzden akıp giden karelere. Bir zaman sonra da yakalayamadığımız zamanlara yakınırız. Bizler bireyselliğe “hayır” dedik ve kolektif bir çalışma için bir araya geldik. Bizler suskunluğu parçaladık ve sorunlarımıza karşı sesimizi yükselttik. Bizler sahte özgürlüklerle yaşamayı reddettik ve özgürlük alanlarımızı yarattık. Bizler haksız savaşlara gözümüzü kapatmadık ve kirli savaşın son bulmasını istedik. Ve devam ediyoruz kolektif yaşam alanlarını çoğaltmaya. Düşüncelerini özgürce paylaştığın, istediğin alanda üretime katıldığın alternatif bir yaşamı kurmaya çağırıyoruz. Bilimin toplum için üretilmesi, yeni dünyanın kültürünü yaratmak ve alternatif sanatı oluşturmak için “biz varız” diyoruz ve 12-16 Mayıs tarihleri arasında Kamp-Üs olarak bir kültürsanat festivali düzenliyoruz! Ve yaşamın her alanında “biz de varız!” diyoruz.
Üniversitede biz varız: “Artık söz sırası bizde!”
Büyük bir heyecanla ÖSS’ye çalışmışız; çünkü elimize ulaşacak “kazandınız” kağıdı bizlere özgürlükler ülkesine girme şansı tanıyacaktır! Yıllarımızı birer yarış atı gibi koşturarak geçirmişiz, çünkü ÖSS duvarının ardındaki yaşam masallar ülkesi gibidir! Dağların ardında sislerin ortasında bir yer... Evet, artık oradayız, dağları aştık ve geldik. Sislerin arasından göz kamaştıran görüntüye doğru ilerliyoruz. Gözümüzün önündeki sis bulutu dağıldığında, geriye öğütücü bir makine kalıyor. Üniversite gelecek garantisi, üniversite ekmek kapısı bulmanın garantisi… Üniversite duvarlarının içinde nasıldır yaşam? Beyinlerimize kazınan eskiden kalma güncelliğini yitirmiş bilgiler yığınıdır. Ve sonucu o yılların hatırası bir kağıt parçasıdır. Oysa üniversite kapılarının ardındaki yaşam yine uyuşmaz bize anlatılanlarla. Yine dağılır bir anda sis bulutu ve gerçekler… Bir kalabalığın, senin gibilerin, işsizlerin ortasında bulursun kendini. Üniversitelerin toplama kampına ve sermaye üssüne dönüştürülmesine karşı bir araya geliyoruz. Üniversitelerde “biz varız” diyoruz. Festival kapsamında panel ve forum düzenleyeceğiz. Kültürsanat festivalinin ön sürecinde öğrencilerle üniversiteler, beklentiler ve karşılaşılan gerçekler kapsamında röportajlar yapacağız. Fakültelerde tartışma günleri gerçekleştireceğiz. “ÖSS duvarının ardındaki üniversiteler” başlığıyla üniversiteye gelirken kurduğumuz üniversite hayali ve karşılaştığımız gerçeklikleri, “Üniversite duvarlarının içindeki yaşam” başlığıyla fakülteler arası geçiş yasağını, soruşturmaları, antidemokratik uygulamaları ve bilimin toplumun ihtiyaçları doğrultusunda değil sermaye eksenli üretimini, “Üniversite kapısının ardındaki yaşam” başlığıyla eğitim sistemi ve gençliği bekleyen geleceksizlikişsizlik sorununu tartışacağız. Bu çalışmayı ön sürecinde gerçekleştireceğimiz tartışma grupları ile bütünlüklü bir biçimde
festivale taşıyacağız. “Nasıl bir üniversite? Nasıl bir gelecek?” sorularına yanıt arayacağımız ve öğrencilerin üniversiteye dair düşüncelerini tartışacağımız bir örgütlenme süreci ile festivale hazırlanacağız. Festival kapsamında “Ticarileşen eğitim ve geleceksizlik” başlıklı bir panel düzenleyeceğiz. Forum kısmında ise tartışma başlıklarının sonuçlarını yansıtan öğrenci sunumları ve tartışmalar olacak. Ayrıca yaptığımız röportajlardan oluşan bir sinevizyon gösterimi ve yine gerçekleştireceğimiz anketlerin sonuçlarını açıklayacağımız bir sergi olacak.
Sinemada biz varız: “Sınırlar ve ötesi...”
İnsanoğlu hakimiyetler kurmaya başladı. Önce “benim” dediği bir parça toprakken sonra bir kıtadan diğerine saltanatını ilan etti. Ve bölündü dünya sınırlarla... Ve başladı savaşlar topraklar uğruna ve devam ediyor petrolün sevdasına... Sınırlarla bölündü dünya, ama yetmedi bu bölünmüşlük. Sınırlar içinde de “onlar” ve “şunlar” ilan edildi. Yine de kalabalıktı, bir aradaydı, dağıtılmalıydı. Artık biz kalmadı “sen” ve “ben” olduk. “Ben”ler yaratılıp kendinden ötesini görmeyen insanlara dönüştürüldük. “Bencillik”ti bunun adı ve bireysel yaşamlardı yansıması. Tek kişilik şehirlerdi aslında kalabalık gibi duran sokaklar. Her şey tek kişilik üretiliyordu. Sinema atölyesinde yabancılaşma, yozlaşma, bireyselleşme temasını işleyeceğiz. ‘80 sonrası gençlik, popüler kültür ve gençlik filmleri/dizileri başlıkları üzerinden tartışmalar gerçekleştireceğiz. Tartışmalar sonucunda bir senaryo metni oluşturulacak. Festival haftasında bir sinema oyuncusunun katılımıyla televizyon dizilerinde veya filmlerinde çizilen gençlik profili ve etkileri kapsamlı bir panel düzenleyeceğiz. Sinema atölyesinin çektiği kısa film gösterilecek. Atölyelerin ve festivalin hazırlık sürecinin de çekimi yapılacak ve festivalde gösterilecek.
Edebiyatta biz varız: “Edebiyatta amatör kalmak!”
Kimin elindedir sanat? Sanat da düzenin yasalarına boyun eğmiş midir? Sistem sanatı da boyunduruğuna almaya çalışmaktadır. Kendi düşüncelerini yaymanın, hatta alternatif düşüncelerin anti-propagandasını yapmanın aracına dönüştürmektedir. Satın alınmış köşe yazarları misali kan damlayan eserler de edebiyat tarihinin raflarına eklenmektedir. Kalemden savaş naraları, şovenizm akmaktadır. Geleceğe notlardır yazılan şiirler, öyküler, romanlar. Bugünü yansıtmalıdır. Yaşamda tarafsızlık olmadığı/olamadığı gibi edebiyatta da tarafsız olamaz yazar. “Vatan haini” ilan edilip sürülsen de yaşadığın topraklardan, kurşuna dizilsen de savaşın ortasında, kurtulamayacağını bilsen de yükselen ateşin pençesinden, yine de korkmamalı yine de söylemelisin korkusuzca bu dünyanın yıkılası olduğunu. Edebiyat tartışma atölyeleri gerçekleştireceğiz. 1. Atölye “Edebiyatta amatör kalmak” başlığıyla yapılacak. Üniversitemizde çıkartılan diğer edebiyat ve felsefe alanındaki yayınlarla ortak bir çalışma yapacağız. Üniversitelerin bölümlere dair ezberci dayatmalarına karşı araştırmacı ve yaratıcı bir bakışla yapılan çalışmaların deneyimleri, edebiyatta amatör bakış ve üniversite yerel yayın deneyimleri üzerinden gerçekleşecek. 2. Atölye çalışması “Tükenmez kalemlerden tüketilen hayatlar” başlığıyla gençliğin karşı karşıya kaldığı sorunlar tartışılacak. Bu atölyenin bir ayağı olarak duvar anketleri yapılacak. Örneğin gelecek, diplomalı işsizlik, aile vb. kelimelerin ne ifade ettiği sorulacak. Tartışmaların ve duvar anketlerinin sonuçları ele alınarak bir öykü oluşturulacak. Festival haftası dağıtılacak.
Festival haftasında “Edebiyat ve toplumcu kimlik” başlıklı bir söyleşi gerçekleştireceğiz.
Fotoğrafta biz varız: “Karelere sığmayanlar...”
Kentin sınırlarına itilmiş yaşamlar. Çoğu mavi kapılı tek katlı evlerden oluşan yokuşlu sokakların ardında başlayan başka dünyalar. Her sabah ya da her akşam hep baş önde, omuzlar düşük, yorgun bedenler. Deklanşöre bassan da ardı ardına açlığı, sefaleti, yoksulluğu sığdıramazsın karelere. Plazaların yüksek katlarından bakanların, yüksek duvarlı korunmalı villalarda saklananların en çok korktukları şeydir dünyanın sokaklarından yükselecek ayak sesleri. Şehrin merkezlerini dolduran, ışıltılı dünyaların insanlarını tahterevallinin üstünde tutan yaşamı yaratan ellerin sahipleridir onlar. Bir çekseler ellerini ve uzatsalar şaltere, sarsılacaktır tahterevalli. Fotoğraf atölyesi festivale sınıfsal çelişkilerini yansıtan fotoğraf sergisiyle katılacak. Festival haftasında sergilenecek resimlerin ön çalışmasında İstanbul’un çeşitli bölgelerine gidilecek. Gülsuyu, Sulukule, Şahintepe-Altınşehir mahallelerine ve Tuzla Tersaneler havzasında çekimler gerçekleştirilecek. Festivalin öncesindeki bir aylık süreçte savaş vb. konuları içeren fotoğraf, resim, karikatür panoları hazırlanacak.
Tiyatroda biz varız: “Seyircisi olmayan tiyatro”
Tiyatro salonları yıkılıyor, tiyatro salonları satılıyor. Sanatı tüketenler sahnelerin yerine alışveriş merkezi projelerini hayata geçiriyorlar. Tiyatroyu yok sayanlar tiyatrocuları da köle sayıyorlar ve karın yokluğuna çalışacak tiyatrocu ilanları veriyorlar. Yeniden görecekler, tiyatro duvarların arasında başlamamıştı. Yaşamın kendisiydi ve sokaktı mekanı. “Gerçek yaşamda seyirci yoktur, herkes katılır hayata” der Çek devrimci Julis Fuçik. Sahnenin üstünde oyuncu oynamamalı, yaşamı sorgulatmalı. Her gün akıp giden hayata nasıl katılıyorsak öylece oyunun bir parçası olmalıyız. Olayların akışı etkiliyorsa hayatımızı, gösterilenlere seyirci kalmamalıyız. Tiyatro atölyesinde bir öğrencinin gündelik yaşamı üzerinden öğrenci sorunları üzerine bir çalışma hazırlayacağız. Festivalde hazırladığımız oyunu forum tiyatrosu şeklinde sunacağız. Böylece salondaki insanların da katılımıyla hem tartışma hem de oyuna müdahale yaratmış olacağız. Müzikte biz varız: “Dünyanın bütün dillerinde konuşuyoruz”
Bizler biliyoruz ki, hangi dilde anlatılırsa anlatılsın, özgürlüğün, direnişin, ölümün veya savaşların ezgisini anlarız. Belki de dilimiz yasaklıdır ve bizi notalar ifade eder. Kürtçe, Türkçe, Ermenice, Lazca, Gürcüce, Arapça ve dünyanın bütün dillerinde halkların kardeşçe yaşadığı eşit ve özgür bir dünyayı haykıracağız. Halkların kardeşliğini de ezgilerimizle bir kez daha dile getireceğiz. Bireyselliğe inat kolektif bir bilinç ve üretimle düşlerimizi büyütmek, bizlere dayatılan cendereyi kırıp alternatif yaşamımızı kurmak için her alanda olmaya devam edeceğiz. Kampüs dergisi ve çalışanları olarak 12-16 Mayıs tarihleri arasında yaşamın kıyısında değil içinde olduğumuzu haykıracak, yaşamda “biz de varız” diyeceğiz. Bireyciliğin her şey haline geldiği bir dünyada kolektif üretim ve paylaşım için Kampüs Festivali’nde buluşalım!
Tarih: 12-16 Mayıs Yer: İstanbul Üniversitesi Beyazıt Öğrenci Kültür Merkezi
33
Kamp-Üs festival hazırlıklarından…
Kamp-Üs festival hazırlıkları tüm hızıyla devam ediyor. “Yaşamın ve sanatın her alanında biz varız!” şiarlı festivalimizi 12-16 Mayıs tarihleri arasında ÖKM’de gerçekleştireceğiz. Atölye çalışmalarımız devam ediyor. Tüm hafta boyunca yaklaşık 300 afiş ve 2500 broşür kullandık. Tüm fakültelere ulaşmayı hedefleyen çalışmalarımız sürüyor. Merkez Kampüs, Yabancı Diller Bölümü, Fen ve Edebiyat Fakülteleri’nde festivalin ve atölyelerin çağrılarını yapmaya devam ediyoruz. Festival hazırlıkları kapsamında Merkez Kampüs, Yabancı Diller Bölümü, Fen ve Edebiyat Fakültesi’nde broşür dağıtımları gerçekleştirdik. Ayrıca festivalin duyurusunu üniversite dışında da yapmak için Taksim’de davetiye satışı yaptık.
Sinemada biz varız : “Üniversite deyince…” Sinema atölyesi toplantılarını sürdürüyor. “Üniversite deyince…” başlıklı kısa filmin çekimlerini bitirdik. “Üniversite deyince aklınıza ne geliyor?” ve “İstanbul Üniversitesi deyince aklınıza ne geliyor?” sorularıyla bugüne kadar okul içerisinde ÖKM, Fen ve Edebiyat Fakültesi, Merkez Kampüs ve Yabancı Diller Bölümü’nde röportaj çekimleri yaptık. Dışarıda ise vapurda, kafelerde, Taksim’de röportajlar yaptık. Ayrıca bir arkadaşımız tiyatro öğrencileriyle “Üniversite deyince” başlıklı doğaçlama bir oyun kameraya aldı. Ayrıca festival hazırlıklarıyla ilgili yapacağımız çekimlerde tüm atölye çalışmalarını, broşür dağıtımlarını, afişleri çekmeyi düşünüyoruz. Bu kapsamda yaptığımız Kamp-Üs toplantısını kameraya aldık. Yaptığımız toplantılarda sadece öğrencilerle değil okul görevlileriyle, seyyar satıcılarla röportaj yapma kararı almıştık. Bunu gerçekleştirmek için Taksim ve okul çevresinde de çekimler yapacağız. Sinema atölyesi çalışmalarımızdan bir diğeri olan “Sınırlar ve Ötesi” isimli, insanın yabancılaşması ve yozlaşması üzerine çekeceğimiz kısa filmin senaryosunu bitirdik. Çekimlerini amfilerde yapmayı düşünüyoruz. Ayrıca 29 Nisan’da Belgesel Sinemacı Gürsat Özdamar’ın katılımı ile “Sinemanın neresinde durmalıyız?” konulu bir söyleşi gerçekleştirdik. Üç saatlik söyleşide 1930’lardan günümüze kadar olan kısa filmleri inceledik. Tiyatroda biz varız: “Gerçek hayatta seyirci yoktur…” Tiyatro atölyesinde eğitim çalışmalarını sürdürüyoruz. Çalışmalar doğaçlama üzerine yoğunlaşarak devam edecek. Tiyatro atölyesinde çalışmalarımızı hem kolektif çalışma disiplinini yaratma hem de alternatif bir tiyatro oluşturma hedefiyle gerçekleştiriyoruz.
34
Fotoğrafta biz varız: “Karelere sığmayanlar...” Geçen hafta gerçekleştirdiğimiz komisyon toplantısında fotoğraf çekimi üzerine eğitim çalışmaları gerçekleştirdik. Fotoğraf Kulübü’ndeki arkadaşlar da yapılacak eğitimlerde bizlere yardımcı olacaklarını söylediler.
Bunun haricinde haftalık planlamayı gerçekleştirdik. Hafta içinde Tuzla Tersaneler havzası ve Sulukule’ye gittik. Resimde ve edebiyatta biz varız! Resim ve edebiyat komisyonları toplantılarını almayı sürdürüyor. Edebiyat atölyemizin söyleşileri başladı. Şu ana kadar Palimsest, Tiryak, Yazıhane ve Süveyda yerel yayınlarının katılımı ile iki ayrı söyleşi düzenledik. Sohbetlerimizin sonunda dergilerimizin içeriği üzerine sohbet ettik. Üniversitedeki baskı koşullarının bizleri nasıl etkilediğini konuştuk. Ve beraberce nasıl daha etkili üretimler geliştirebileceğimizi tartıştık. Üniversitelerde biz varız! Kamp-Üs Kültür Sanat Festivali’nin ön çalışması olarak 6 Mayıs Denizler’in idamının 36. yıldönümünde “Devrimci Gençlik Köprüsü” belgesel gösterimini gerçekleştirdik. Festivalin “Üniversitelerde biz varız!” başlığında Sinema Kulübü ile ortak gerçekleştirdiğimiz etkinliğin vurgusu Denizler’in mücadelesini sürdürdüğümüzdü. 68’de üniversitede olduğumuz gibi şimdi de biz varız vurgusu yapıldı. Gösterim bir arkadaşımızın yaptığı konuşmayla başladı. Konuşmasında ’68 hareketinin 40. yılında ve Denizler’in idamının yıldönümünde bu filmin gösterilmesinin nedenine değinildi. Dönemin hareketliliğinden, Denizler’in mücadelenin sona ereceğini umdukları için idam edildiğinden ve bugün mücadelenin engellenemediğinden ve engellenemeyeceğinden bahsedildi. Film öğrencilerin alkışları arasında son buldu. Ardından filmin yönetmeni, belgesel sinemacı Bahriye Kabadayı ile söyleşi gerçekleştirildi. Sorulan sorular filmin nasıl çekilmeye karar verildiği, çekim aşamasında karşılaşılan zorluklar vb. yönlüydü. Yapılan tartışmalarda Kürt halkının yaşadığı sorunlara, Denizler’in verdiği mücadeleyi benimserken aynı zamanda hatalarını da eleştirmek ve bunlardan ders çıkarmak gibi konulara da değinildi. Film gösterimine yaklaşık 80 kişi katıldı. Kamp-Üs 4. sayısı çıkarken… Kamp-Üs dergisini yeni sayısını festivale bir hafta kala kullanmaya başladık. Festival çağrısına geniş bir yer verdiğimiz dergimizin bu sayısında ayrıca diğer üniversitelerden ve dünyadan birçok habere yer verdik. Yanısıra yurtlarda yaşanan sorunlar üzerine ve Arçelik işçileriyle yaptığımız röportajları da bu sayıda kullandık. 5 Mayıs günü toplu satış yaptık. Edebiyat ve Fen Fakültesi’nde bir saat içerisinde 70 dergi kullandık. Şenlik çağrısını da yaptığımız satışlarda birçok kişiyle festivali tartışma fırsatını yakaladık. İÜ Kamp-Üs Dergisi
AKP’nin “demokrasi” oyunu tutmayacak!
Kapatma davasına Ergenekon operasyonuyla yanıt veren AKP’nin, bundan sonrasına ilişkin tutumu az çok bilinmekteydi. Zira tekelci burjuvazinin en etkili kesiminin örgütü TÜSİAD’ın müdahalesiyle birlikte çatışmanın en azından bir süreliğine yatıştırılması genel olarak kabul görmekteydi. AKP, Ergenekon operasyonuyla bir yandan kapatma davasına karşı yanıt verirken, diğer taraftan bu operasyon kızıl elmacı İP ile birlikte kontrgerillanın teşhir olmuş bazı unsurlarının tasfiyesine yöneldiği ölçüde, dengeli bir geri çekilişe hazır olduğunu daha baştan ortaya koymuştu. Aslında AKP’nin tutumu, daha çok karşı tarafın Ergenekon operasyonuna vereceği yanıtın ne olacağına bağlıydı. Operasyon büyük ölçüde “laikçi” kanadın “ulusalcı” yedek güçlerini hedeflediği ve bu da aslında bir biçimde merkezdeki çekirdeğin de işine geldiği ölçüde, TÜSİAD ve TOBB’un çatışma durumundan bir adım geriye çekilme talebi karşılık bulmakta gecikmedi. “Laikçi” cephe zaten, ordunun suskunluğu ile birlikte, İP’lilerin bağırtılarını duymazdan gelerek, bu duruma razı olduğunu belli ediyordu. Bu durumda AKP de daha kontrollü biçimde geriye çekilme taktiğini uygulamaya sokmak yoluna gitti. 8 Nisan günü “savunma stratejisi”ni açıklayan Tayyip Erdoğan, stratejilerinin “daha fazla demokrasi” üzerine kurulu olduğunu açıklayarak, “sıkıntılı süreci demokrat tavırla aşacağız” dedi. Bu çerçevede atılan ilk adım, uzun zamandır AKP’nin önüne konulan 301. madde değişikliğinin apar-topar meclise gönderilmesi oldu. Kendisine yüklenen büyük anlamlardan ötürü 301. madde değişikliği AKP’nin demokrasi oyunu için biçilmiş kaftandı. Böylelikle, AKP “daha fazla demokrasi” aldatmacası için iyi bir başlangıç yapacaktı. Fakat, 301. madde değişikliğinden böylesine büyük yararlar umulurken, tersinden bu hamlenin kendisi AKP’nin demokrasi oyununu deşifre edecek imkanları da ortaya koymaktadır. Zira, demokratik hak ve özgürlüklerin önündeki yegane engelmiş gibi gösterilen 301. maddede yapılan değişiklikler bir yanılsama
yaratmaktan dahi uzaktır. Öyle ki, mevcut maddedeki “Türklük” sözcüğünü “Türk milleti” ile değiştirmek çocukça bir kandırmacadır. Ama bu kadarı dahi, AKP borazanı medya ve onun güdümündeki burjuva liberal çevreler tarafından büyük bir “demokratikleşme” hamlesi gibi sunulmaktadır. Oysa ne 301’de esasa ilişkin bir değişiklik yapılmaktadır ne de özünde gerici ve faşist bir öz taşıyan TCK ile birlikte sınırsız devlet terörüne zemin oluşturan TMY gibi kanunların lafı edilmektedir. AKP yeni demokrasi hamlesinin kofluğunu bizzat güncel tutum ve davranışlarıyla da açığa vurmaktadır. Yeni demokrasi hamlesi yapacakları konusunda atıp tutan Erdoğan, aynı gün kendisini ziyaret eden ve Kürt sorununa “sivil çözüm” için taleplerini ileten Diyarbakır heyetiyle görüşmesinde, “demokratlık” maskesini kabaca bir yana atmaktan geri duramadı. Görüşmede Diyarbakır Baro Başkanı hükümetin beklenen Kürt paketinin halen salt ekonomik tedbirlerden ibaret bulunduğunu, oysa sorunun ekonomik değil siyasi olduğunu vurgulayınca, başbakan sahte demokratlık oyununu bir yana bırakarak inkarcı resmi politikanın sözcülüğünü yaptı. Sorunu yalnızca ekonomik çerçevede gördüğünü söyleyen başbakan, Baro Başkanı’nın anadilde eğitim gibi talepleri ifade etmesi üzerine ise onu yalancılıkla suçlacak kadar kontrolünü yitirdi. Erdoğan’ın bu tutumu, AKP hükümetinin “daha fazla demokrasi” hamlesinin bir aldatmaca olduğunu oldukça net bir biçimde göstermiştir. Düzenin has partisi AKP, düzenin temel çıkarları sözkonusu olduğunda en az düzen ordusu kadar şoven, inkarcı ve azılı bir Kürt düşmanıdır. Bu onun genel emek ve özgürlük düşmanlığının Kürt sorunu üzerinden yansımasıdır. AKP bu tutumunu, emekçilere meydanları yasaklamak, polisin elini kolunu serbest bırakıp sınırsız bir zorbalık uygulamak, Kürt halkına yönelik kanlı operasyonların altına imza atmak, sınırlı söz-basın ve örgütlenme haklarını dahi kaba biçimde çiğnemek biçiminde ölçüsüz bir faşizanlıkla sürdürmüştür, sürdürmektedir.
www.kizilbayrak.net adresinden alınmıştır
Düzenin çatlağını daha da büyütmek için mücadele ateşini körükleyelim!
Düzen cephesinde iktidar kavgası, en son AKP hakkında açılan kapatma davasıyla bir kez daha kızıştı. Yargıtay Başsavcılığı’nın hazırladığı iddianamenin, 31 Mart tarihinde Anayasa Mahkemesi tarafından da kabul edilerek işleme konmasıyla birlikte dava süreci hukuken başladı. Düzen medyasındaki yorumlara göre, AKP davaya iki koldan hazırlanıyor; hızlı bir anayasa değişikliğiyle davadan kurtulma ve eski yöntemle yeni bir parti kurarak devam etme… Ancak medya üzerinden yorumlar o raddeye ulaştı ki, ilgili savcılık ve mahkemeden hiçbir açıklama olmadığı halde varmış gibi yapılan bu haber ve yorumlar üzerine, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı açıklamasıyla bir uyarıda bulundu: “Siyasi partiler hakkında açılan kapatma davaları nedeniyle eleştiri sınırı dışında kalan, kamu görevlisine görevinden dolayı hakaret ve tehdit içeren veya yargılama sürecini etkileme niteliğinde bulunan söz ve yazılar ile ilgili olarak adli yargı mercilerince gerekli yasal işlemlerin yapılacağı ise muhakkaktır.” Çatışma düzen güçleri arasında olduğuna göre işçi sınıfı ve emekçi kitleleri çok da ilgilendirmeyeceği
35
düşünülebilir. Ancak durumun böyle olmadığı, bizzat düzen kalemşörlerinin çatışan taraflara uyarı niteliğindeki yazılarında da görülüyor. Bu çatışma bir iktidar zaafiyeti yaratıyor, örneğin SSGSS konusunda hükümet geri adım atabiliyor, bunun gibi başka reformları da aksatacaktır ve İMF ile, AB ile ilişkileri bozacaktır vb. mealinde akıl hocalığı yapıyorlar. Kapatma davasına ilişkin ABD ve AB’den gelen eleştiriler de, emperyalist odakların henüz Erdoğan ve hükümetini “deliğe süpürme”yi gerekli bulmadığını, daha kullanılabileceğini düşündüklerini gösteriyor. Örneğin; Avrupa Parlamentosu (AP) Türkiye Raportörü Ria Oomen-Ruijten, gelişmelerle ilgili, “Türkiye’de aşama aşama gerçekleştirilmek istenen parlamentonun alaşağı edilmek istenmesidir” derken, Türkiye-AB Karma Parlamento Komisyonu Eşbaşkanı Joost Lagendijk, “Geçen yıl olduğu gibi bu yıl da AB süreci açısından kayıp bir yıl olacak gibi gözüküyor“ yorumunu getiriyor. Kapatma davasına karşı ilk açıklama ise geçen hafta Avrupa Komisyonu’nun genişlemeden sorumlu üyesi Olli Rehn’den gelmişti: “AKP’ye açılan kapatma davası AB üyelik müzakerelerini etkiler.” Fransa’nın önde gelen gazetelerinden Le Monde da, ‘hukuk darbesi olacak’ yorumuyla bu kervana dahil olmuş bulunuyor. Bütün bu gelişmelerin sınıf cephesinden bir tek değerlendirmesi olabilir; düzendeki bu çatlağa yüklenmek… Emperyalistinden “yerli”sine, sermaye cephesini bir telaş aldıysa, sebepsiz değildir. Zaten sebebini de açıklıyorlar. Onların işçi ve emekçilerle alay edercesine “reform” adını verdiği saldırı yasaları gecikecek. Tabii, elbette işçi ve emekçiler bu kavgayı sadece seyretmekle yetinirse. Oysa düzen içi kavgadan en iyi yararlanmanın, bu vesileyle saldırıları geri püskürtmenin yolu, sınıf kavgasını yükseltmekten geçiyor. Sendikal cepheden de artık büyük oranda açıktan desteklenen “aynı gemideyiz” masalına hala inanan varsa, onlara, belki aynı denizde olduğumuz, ama onların yatlarla işçi ve emekçilerinse sallarla gezindiğini anlatmanın zamanıdır. Ya da, diyelim ki aynı gemideyiz; geminin tayfaları olarak… İşçi sınıfının mücadelesinin hedefi bu gemiyi batırmak değil, dümeni ele geçirmek, böylece de tam tersine batırılmasını engellemektir. Sınıf mücadelesi giderek daha fazla iktidar hedefine yöneltilmek zorundadır. www.kizilbayrak.net adresinden alınmıştır
AKP emperyalist destekle ayakta kalmaya çalışıyor
36
Amerikan-Türk Konseyi’nin (ATC) Washington’da düzenlenen toplantılarının ikinci gününde bir konuşma yapan Türkiye’nin Washington Büyükelçisi Nabi Şensoy, Türkiye’nin “ılımlı İslam ülkesi” olarak anılmasının kendisini rahatsız ettiğini söyledi. ABD’deki bazı uzmanların ve meslektaşlarının Türkiye’nin dünyada “ılımlı İslam ülkesi” olarak öncü bir rol oynayabileceğini söylediğini hatırlatan Şensoy, “Türkiye kendisini yaşadığı bulunduğu coğrafyada demokrasisi ve laik sistemi ile farklılaştırmış ve örnek olmuştur. Bu cumhuriyetin kurulduğu tarihten beri böyledir. Türkiye’den bahsederken söylenebilecek şey laik demokrasidir” ifadesini kullandı. Hakkındaki kapatma davası üzerinden AKP’ye dış destek giderek artıyor, daha açıktan dillendirilmeye başlıyor. Avrupa Parlamentosu’ndan Barosso’nun geçen haftaki destek ziyaretinin ardından, ABD ve AB üzerinden destek açıklamaları birbirini izlemeye başladı. Amerikan Türk Konseyi’nin 27’nci yıllık konferansında “Türkiye, AB ve ABD: 2009’daki zorluklar” konulu bir panelde konuşan Avrupa parlamentosu üyesi, Türkiye-AB Karma Parlamento Eş Başkanı Joost Lagendijk, “Belki ağır bir ifade olacak ama, yapılan, yargısal darbe yaparak partinin kapatılmaya çalışılması. Dava belki yasal ama hükümet partisine karşı hayli siyasi bir dava olduğunu söylemek mümkün“ dedi. ABD Dışişleri Bakanı Rice ise, “demokrasi” vurgusuyla ve seçimleri hatırlatarak daha dolaylı bir desteği tercih etti. ABD’den çeşitli ağızların ılımlı İslam vurgusu da bir başka destek yöntemi. Ancak bu tanım, anlaşıldığı kadarıyla artık iktidar partisini rahatsız ediyor olmalı ki, aynı toplantıda konuşan Türkiye’nin Washington Büyükelçisi Nabi Şensoy, Türkiye’nin “ılımlı İslam ülkesi” olarak anılmasının kendisini rahatsız ettiğini belirttikten sonra, girişte aktardığımız ifadeleri dile getirdi. Bu düzeltme, kuşkusuz, AKP hükümetinin bir Amerikan projesi olarak hayata geçirildiği ve kurulduğu gerçeğini ortadan kaldırmıyor. Sadece uşakların uşaklık ilişkisini daha üstü örtülü sürdürme isteğini ortaya koyuyor.
Kapatma davası konusunda AKP’ye desteğini çeşitli düzeylerde sürdüren AB’den son ataksa, Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi’nden geldi. (AKPM) Türkiye’de açılmış bir parti kapatma davasıyla ilgili olarak ilk kez bir bildiri kaleme almaya hazırlanıyor. Bildiri yayımlanması isteğinin Parlamenterler Meclisi’nin AKP’li üyelerinden geldiği, AKPM Başkanı Luiz Maria De Puig’in, böyle bir bildiri yayımlama konusunda kendilerine başvuruda bulunulduğunu söylemesi üzerine anlaşılmış oldu. İçeride, bir yandan artan sınıf ve kitle muhalefeti, diğer yandan kapatma davasıyla birlikte yeniden tırmanan düzen içi çatışma tarafından kuşatılmış durumdaki AKP, anlaşıldığı kadarıyla, kendini hükümete taşıyan emperyalist desteğin sürmesi için elinden geleni yapıyor. Sadece Avrupa Parlamentosu’nda kulis faaliyeti de değil, İMF’nin uyarılarıyla da keskinleşen SSGSS saldırısını aynı hızda sürdürerek, emperyalist odaklardan gelen her direktifi tereddütsüz hayata geçirmeye çalışarak yapıyor elinden geleni. Kendilerinin bilgisi dışında gerçekleşen bu başvuru konusunda kıyameti koparan muhalefet partileri, böyle bir bildirinin “bağımsız yargı”ya müdahale anlamına geleceğinden dem vuruyor ama, bir bildiri olsa da olmasa da, emperyalizmin desteği devam ettiği sürece hükümet partisine yönelik saldırıların sadece onu yıpratmaya yarayabileceği, hükümeti düşürmeye kadar vardıramayacakları açıktır. Çünkü yaygara koparan muhalefet partileri de, sözde bağımsız yargısı da, aynı emperyalizm uşaklığıyla malul durumdadır. AKP’yi hükümete taşıyan aldığı oylar olsa da, Erdoğan’ı Başbakanlığa taşıyanın, ABD’nin direktifiyle hakkındaki davayı düşüren o “bağımsız” Türk yargısı olduğu unutulmamalıdır. Ayrıca, bağımsızlık görece bir kavramdır. Kimden ve neyden bağımsız olduğu sorulmadan doğru biçimde anlaşılamaz. Türk yargısı da bağımsızdır kuşkusuz. Fakat Türk devleti ne kadar bağımsızsa o da işte o kadar bağımsız.. www.kizilbayrak.net adresinden alınmıştır
Dünyada 1 Mayıs gösterilerinden... Küba: En görkemli 1 Mayıs kutlaması her yıl olduğu
gibi bu yıl da Küba’da gerçekleşti. Yüzbinlerce kişi “Küba devrimi için birlik, kararlılık, zafer!” sloganları ile Fidel ve Che Guevara posterleriyle, Havana’da Jose Marti Devrim Meydanı’nda 1 Mayıs’ı kutladı. 60 ayrı ülkeden yaklaşık 1400 temsilci de Devrim Meydanı’nda 1 Mayıs coşkusuna ortak oldu. Küba’nın birçok kentinde de yürüyüş ve mitingler gerçekleştirildi.
Almanya: Alman Sendikalar Birliği’nin verdiği bilgilere göre, yaklaşık 416 bin kişi 1 Mayıs’ta alanlardaydı. Yapılan konuşmalarda part-time işler, düşük ücret ve artan yoksulluk eleştirildi. Nürnberg’te 7 bin, Hamburg’ta 10 bin kişi faşist parti NPD’nin düzenlediği provokatif eylemlere karşı alanlara çıktı. Polis-faşist gruplar ile göstericiler arasında zaman zaman çatışmalar meydana geldi. İtalya: İtalya’da 1 Mayıs eylemlerine onbinlerce kişi
katıldı. İş güvenliği konusuna dikkat çekilen eylemlerde iş kazası sonucu yaşamlarını yitiren işçiler de anıldı. İtalya’da sene başından bu yana 270 bin iş kazası meydana geldi ve yaklaşık 300 işçi hayatını kaybetti. Roma’da iş kazalarında yaşamını yitirenler için düzenlenen konsere 50 bin kişi katıldı. Devlet başkanı Giorgio Napolitano katıldığı eylemde iş kazalarının sanıldığı kadar yüksek olmadığı açıklaması yapmak zorunda kaldı.
Bolivya: Bolivya Devlet Başkanı Evo Morales, 1 Mayıs
dolayısıyla yaptığı konuşmada, çokuluslu İtalyan Euro Telecom International idaresinde bulunan Ulusal Telekomünikasyon Şirketi’nin (ENTEL) kamulaştırıldığını ilan etti. Başkent La Paz’daki meydanda konuşan Morales, Bolivya’da yabancı sermayeye ait üç petrol şirketinin hisselerinin çoğunluğunu da bir kararnameyle devletin geri aldığını açıkladı.
Rusya: 1 Mayıs başta başkent Moskova olmak üzere
Rusya’nın birçok kentinde düzenlenen gösterilerle kutlandı. En kitlesel kutlamaları Birleşik Rusya Partisi ve Komünist Parti düzenlerken, polis ve göstericiler arasında yer yer çatışmalar meydana geldi. Moskova’da gerçekleşen eylemlere yaklaşık 30 bin kişi katıldı.
Venezuella: Ülkenin dört bir yanında düzenlenen çok sayıda 1 Mayıs etkinliğine binlerce işçi ve emekçi katıldı. İşçilere bu yılki 1 Mayıs armağanı asgari ücrette yüzde 30 oranındaki artış oldu.
Yunanistan: Yunanistan’da 1 Mayıs sendikalar ve işçi örgütleri tarafından ülkenin dört bir yanında kutlandı. İşçi ve emekçiler emeklilik reformu ve özelleştirmeye karşı gösteriler gerçekleştirdiler. Gösteriler özellikle başkent Atina ve Selanik’te yoğunlaştı. Sırbistan: Başkent Belgrad’daki 1 Mayıs kutla-
malarında Devlet Başkanı Boris Tadiç protesto edildi. İkibin kadar kişinin katıldığı gösteride Tadiç aleyhine sloganlar atıldı.
Endonezya: Başkent Cakarta’da yaklaşık 40 bin kişi eyleme katıldı. Atılan sloganlarda “Gıda ürünlerine yapılan zamlar geri çekilsin!” ve “İşçiler ve köylülere daha fazla ücret!” talepleri öne çıktı. Sosyal hakların artırılması istemi yükseltildi.
Tayland:
Başkent Bangkok’ta binlerce işçi ve emekçi daha yüksek asgari ücret istemiyle 1 Mayıs’ta alanlara çıktı.
Filistin: Gazze’de
yüzlerce Filistinli 1 Mayıs’ta İsrail ablukası altında yaşadıkları koşulları protesto etmek için yürüdü. İşçi Sendikaları Birliği’nin düzenlediği gösteriye birçok grup ve parti katıldı. İşçi Sendikaları Birliği Koordinatörü, Gazze Şeridi’nde 350 işletmenin uygulanan abluka nedeniyle kapandığını, buralarda çalışan binlerce kişinin işsiz kaldığını vurguladı.
Meksika: Başkent Mexico’da
yürüyüş düzenleyen 70 bini aşkın işçi ve emekçi, hükümeti gıda fiyatlarının yükselmesini önlemeye ve işsizliğe çözüm bulmaya çağırdı.
Şili’de başkent Santiago’da düzenlenen gösterilere polis
saldırdı, 96 gösterici gözaltına alındı. Pakistan’ın Karaçi şehrinde birçok işçi federasyonunun katılımıyla gösteri düzenlendi. Çin’de gerçekleştirilen gösterilerde yönetim aleyhine sloganlar atıldı. Filipinler’in başkenti Manila’da binlerce kişinin katıldığı gösteride hükümet karşıtı sloganlar atıldı.
37
Kadına yönelik şiddet sınır tanımıyor! Daha küçücük bir çocukken her şey kafamıza kazınır buralarda ve oralarda. “Ayıp” olan şeyler vardır, sadece pembe cüzdanlılara öğretilir. Cüzdanın maviyse, bıyık altından gülüp geçilir. Hepimizin göbek adı namustur. Bu yüzden ilk isimlerimizin hiçbir önemi yoktur. Şiddet en çok bizim bedenimize yakıştırılır. Üzerimize tam oturur, hani oturmuyorsa da bir şekilde oturtturulmaya çalışılır. Oysa biz biliriz ki, o odanın, o mutfağın içinden çok kolay çıkamazdık. O makinenin başından kalkamazdık. O televizyonun sesinden, o kekin tadından kendimizi alamazdık. Bir Esra Ceyhan’dık, bir üzümlü kektik. Ne oldum değil, ne olacağım demeliydik! Eee geçte olsa öğrendik. Sahi beş bin yıl önce biz neydik? Bu hale nasıl geldik? *** Ayşe Yılbaş Özmen, İstanbul, Şubat 2007.... Cerrahpaşa Tıp Fakültesi 5. sınıf öğrencisi ayrılmak istediği eşi tarafından hastanede 12 kurşunla katledildi. “Pippa Bacca, Gebze, 31 Mart 2008 “Barış Gelini” adıyla, dünya barışı için düzenledikleri bir yolculuk sırasında İstanbul’da tecavüz edilip, boğularak öldürüldü.”
Son değildi, ama ilk de değildi. Hangi yaşta olunduğunun önemi yoktu. Acının yaşı var mıydı? Yoktu. 10 da olunabilirdi, 70 de... Saatin kaç olduğu da önemsizdi. Gece de olabilirdi, gündüz de... Hele ki dinin lafını bile etmeye değmezdi, hiçbir önemi yoktu. Acının dini yoktu. Ya dili var mıydı? O da yoktu. Çünkü herkesin çığlığı acıda aynıydı. Peki, biz olmak, bu bedende olmak en çok hangi coğrafyada zordu? Acının coğrafyası var mıydı? Yoksa biz her yerde aynı şekillerde mi örselenip, kırılıp, incinirdik? Bizlere bu acıları çektiren kimdi? Önemli miydi? Özdü ya da üveydi, amcaydı ya da eldi, resmiydi ya da sivildi. Biriydi işte. Bir karanlığın koynunda, kundaktan çıkıp yetişmiş insan müsveddeleriydi. Bu onmaz sistemin figüranlarıydı. Ama iğrençti. Çirkindi. Korkunçtu. Hiçbir kelime açıklamaya, anlatmaya yetmezdi. Ben kim miyim? Bilmem, Ayşe olabilirim. Ayla’da. Hayır, Bacca ya da Dilan. Belki de Güldünya. İçlerinden biri işte ya da hiçbiri. Kısaca Ş.E. de diyebilirsiniz tabii. Sonra gözlerime siyah bir bant çekersiniz. Üçüncü sayfaya yakıştırırsınız. Biraz ahlarsınız, vahlarsınız. Yarı çıplak bir hemcinsimin yamacında yer verirsiniz. Sonra aynı yerler başkalarına verilir. Bu böyle sürüp gider. Sürer mi sandınız? *** “Hatun Sürücü, Almanya, 2005. Zorla evlendirildiği akrabasından boşandıktan sonra bir ‘Alman gibi’ yaşadığı için sokakta ağabeyi tarafından öldürüldü.”
38
Şimdi her şey anlamsız geliyor. En çok da kelimeler. Herkesin her konuda bir yorumu vardır ya, hani en çok da acıda. Önce hırpalarlar, kanatırlar, etini dişler, saçından sürerler sonra da... Sonrasını biliyoruz aslında. Bunu buralarda hep yaparlar. Bu bir gelenektir. Önce hedef gösterilirsin, sonra da “nasıl olur” diye sorarlar. Şaşırmamak lazım.
“Hammurabi yasalarının işlerlikte olduğu Babil’de toplumun ‘ana hücresi’ koca, karı, kocanın ebeveyni, kumalar, çocuklar ve kölelerden oluşan bir sosyoekonomik birimdi. Yasalar bu birimi erkek lehinde korumaya yönelik olarak hazırlanmıştı. Her ne kadar kadınlara da bazı haklar (özellikle mirasla ilgili) tanınmış olsa da, yasalar genel eğilim olarak erkekten yanaydı. Örneğin madde 129 ve 136’da kadının erkeğe ‘bağlılık yükümlülüğü yasal olarak saptanırken, erkek için bu yapılmamıştır.’ Erkek eşinden kolayca ayrılabilmekte, bunun için kadının rızasını aramamakta; oysa kadın ayrılabilmek için kocasının rızasını almak zorunda kalmaktadır.”(Kadının Tarihsel Yenilgisi, Pervin Erbil) Yukarıdaki alıntı boşa değil, bu topraklarda Hammurabbi kanunlarını uygulamak için can atanlar var. Ayşe Yılbaş’ın özelinde yaşanan bu olay kadının üzerindeki baskıyı açıklamak için acı bir örnek. Öyle ya, kadının boşanmak istemesi ne haddinedir. Kırıp dizini oturması gerekir, şimdi esas suçlu kadın değil midir? *** 17 Kasım 2007 tarihli bir gazete haberine göre, Suudi Arabistan’da 6 erkeğin tecavüz ettiği 19 yaşındaki genç kadın, yetkililer tarafından suçlu bulunarak, kırbaç cezasına çarptırıldı.
Dünyada her üç kadından biri dayak, zorla cinsel ilişki ya da başka şekillerde şiddete maruz kalıyor. Fransa’da hükümet raporuna göre her üç günde bir kadın evlilik içi şiddetten dolayı yaşamını yitiriyor. Brezilya’da her 15 saniye de bir kadın dövülüyor. (ANF News Agency) Arap ülkelerinde ise kadının yaşadıklarını, yukarıdaki örnek gözler önüne seriyor. Şimdi tekrar bu topraklara döndüğümüzde, tek olmadığımız için sevinenler vardır herhalde, Pippa Bacca ile tüm dünyaya rezil olunduğu için hayıflananlar, timsah gözyaşları ile karşımıza dikilenlerin bu haberler ile yüreklerine bir miktar su serpilmiş olsa gerek. Hâlbuki yakın zamanda yaşanan bu olay ile toplumsal çürümenin ne raddede olduğu bir kez daha görülmüş oldu. Ne yazık ki her gün birçok kadın bu şiddet ikliminde soluklanmaya çalışıyor. Garip olan bu durum herkes tarafından biliniyor. Her mahallede etindeki morluğu gizlemeye çalışan, çığlığını fısıltıya dönüştüren, karanlık bastımı kendini eve kapatan, yaşam alanı mutfakla salon arasında kalan onlarcası, yüzlercesi yok mu? En yakınınızdaki kadınlara bir bakın yeter!