Kapitalist sömürü düzenine karşı tek alternatif
sosyalizmdir!
Özellikle bugün içerisinden geçmekte olduğumuz süreçte insanlık, 20. yüzyılın başında Rosa Luxemburg tarafından dile getirilen “ Ya barbarlık içinde çöküş, ya sosyalizm!” ikilemi arasında bir tercih yapmakla karşı karşıya bulunmaktadır. Bu sözler, düzen ile devrim arasında bir tercihte bulunulması gerektiğine işaret etmektedir. Kapitalizmin yüzyılları bulan egemenliği dünyayı yaşanılabilir bir yer olmaktan çıkarmakta, kelimenin tam anlamıyla bir cehenneme çevirmekte, bu da tercihi devrim yönünde kullanmayı zorunlu kılmaktadır. Kar mantığına dayalı kapitalist sistem, elde edeceği her birim kar uğruna doğal kaynakları yağmalamaktadır. İnsanın en doğal hakkı olan temiz suyu bile ticari meta olarak pazarlamaya çalışırken, sağlıklı içme suyundan yoksun insan sayısı 1,5 milyarı aşmaktadır. 3 milyarı aşkın insan ise herhangi bir sağlık hizmetinden yararlanamamaktadır. Küresel ısınma ile birlikte ozon tabakasındaki delik büyümekte, doğal denge bozulmakta, kutuplardaki buzullar erimekte, deniz seviyesi gün geçtikçe yükselmektedir. Kapitalistlerin kar hırslarının ürünü kuralsız sanayileşme nedeniyle çevre kirletilip tahrip edimekte, salgın hastalıkları artmaktadır. ABD’de patlak veren ve tüm dünyayı sarsan ekonomik kriz, işçilere ve emekçi kesimlere daha fazla işsizlik, açlık, yoksulluk olarak fatura edilmeye çalışılmaktadır. 2008 yılı verilerine göre, bugün dünyada 1,3 milyar insan açlık sınırının altında yaşamakta, her yıl 15 milyon çocuk ve her geçen gün 25 bin kişi açlıktan ölmektedir. Türkiye’de ise 14 milyon kişi açlık, 28 milyon kişi de yoksulluk sınırının altında yaşamaktadır. Buna karşılık olarak, dünyanın sadece en zengin üç kişisinin toplam serveti 180 milyara ulaşmaktadır. En zengin yüzde 1’lik ke simin gelir pastasından yüzde 8’lik payı aldığı ülkemizde ise, kapanan binlerce fabrika ile birlikte milyonlarla ifade edilen işsizlik rakamları çığ gibi büyümektedir. Servet-sefalet kutuplaşması krizle birlikte daha da derinleşmektedir. Büyük bir çöküşe dönüşmesinden korkulan kapitalist sistemin krizi, emperyalist hegemonya bunalımını da derinleştirmektedir. Çok kutuplu bir dünya tablosu emperyalistler arasındaki gerilimleri büyütmekte, buna bağlı olarak silahlanma yarışı hız kazanmaktadır. Tüm ülkelerin savunma ve savaş sanayine ayırdığı bütçe yaklaşık olarak 1,5
trilyon dolara ulaşmaktadır. Oysa bunun yalnızca onda birlik bir bölümüyle tüm dünyadaki açlık, temel hastalıklar, eğitim, içme suyu gibi temel sorunlar çözülebilir. Dünyanın tüm yeraltı ve yerüstü zenginliklerini bir pazar olarak gören emperyalist tekeller, bu pazardan daha fazla pay alabilme çabasındadırlar. Bunun bir sonucu olarak da emperyalist işgaller, savaşlar, kardeş halklar arasında yeşertilip büyütülen ırkçı-şoven saldırganlıklar ve kitlesel katliamlar kendisini akıl almaz bir vahşet içinde göstermektedir. Bir yandan işsizlik, açlık ve vahşi katliamlar yaşanırken, öte yandan gençler damarlarına uyuşturucu enjekte etmekte, değişik yaşlardaki kadınlar bedenlerini karın tokluğuna pazara çıkarmakta ve yüzlerce insan umutsuzluk içinde kurtuluşu intiharda görebilmektedir. Özellikle kriz dönemlerinde artan işsizlik nedeniyle insanlar kahve köşelerinde kumara, sokak başlarında fuhuşa itilerek yozlaşma ve çürümenin batağına bırakılmaktadır. Geleceksizlik korkusuyla psikolojik dengesi bozulanların, hırsızlık yapanların, cinnet geçirip intihar edenlerin sayısı her geçen gün artmaktadır. İşsizlik ile intihar arasında ilişkiyi, 1997 yılındaki Asya krizi sonrasında Güney Kore’de gerçekleşen intihar oranlarındaki % 63’lük artış çarpıcı bir şekilde açıklamaktadır. Tüm bunlar, emperyalist tekellerin ve onların yerli işbirlikçilerinin kasalarını doldurmak için yaşanmaktadır. Bu ölüm ve meta düzenine karşı çıkanlar ise, düzenin zor ve zorbalıklarıyla, işkence ve psikolojik baskılarıyla karşı karşıya bırakılmaktadırlar. İnsanca bir yaşam mücadelesi verenler, sermayenin ve onun mutlak koruyucusu olan devletin terörü ile yüzyüze kalmakta, kaçırılmakta veya katledilmektedirler. Tüm bu baskı ve teröre rağmen, kapitalizmin insanlık dışı uygulamalara karşı Ortadoğu’dan Avrupa’ya, Amerika’ya kadar dünyanın dört bir yanında sınıfsız, sömürüsüz bir dünya özlemi büyümekte, mücadele yükseltilerek insan olmanın onuruna sahip çıkılmaktadır. Özellikle de ekonomik kriz ile birlikte emperyalist saldırganlığın, kapitalist barbarlığın hız kazandığı günümüz koşullarında artık bıçak kemiğe dayanmakta, insanlık için mücadele etmekten başka bir seçenek kalmamaktadır. Bugün mücadeleyi seçmek aslında insan olmayı seçmek, insanlık onuruna sahip çıkmaktır. Kapita lizmin onulmaz çelişkilerine, dizginsiz sömürüsüne karşı tek gerçek bilimsel alternatif olarak güncelliğini koruyan
3
“sosyalizm”, bugün tüm yakıcılığı ile uğruna mücadele edilmeyi beklemektedir. İşte bu sebeple de “Sosyalizmde ısrar, insan olmaktaki ısrardır!” Sosyalizm, kapitalist sistemin yarattığı tüm akıl dışılıklara ve yoğun emek sömürüsüne son veren sistemdir. Üretim araçlarını bir avuç asalak kapitalist sermayenin özel mülkiyeti olmaktan çıkararak tüm toplumun ortak mülkiyeti haline getirir. Plansız üretim ve tüketim ile doğal kaynakların yok edilmesine izin vermez. Üretim kar için değil, işçi ve emekçilerin ihtiyaçları temel alınarak planladığı için, aşırı üretimin yarattığı krizler sosyalist planlı ekonomide yaşanmaz. Kapitalizmin insanlığı ve doğayı sömüren bir sistem olduğunu ve sonu gelmez krizler içinde debelense bile onun asla kendi kendini yok olmayacağını tahlil eden Karl Marks, “Aslolan dünyayı yorumlamak değil, değiştirmektir.” diyerek bizlere yapılması gerekeni söylemiştir. Bu sistemden nihai kurtuluş yolunu “proleter devrimi” ve “sosyalizm” olarak belirtmiştir. Onun nasıl ve ne yolla yıkılması gerektiğini ise bizlere 1917 Büyük Sosyalist Ekim Devrimi göstermektedir. İnsanlık kapitalizmin yıkıcı ve tüketici barbarlığından ancak, bilimsel sosya lizmin ışığında ve Ekim Devrimi’nin yol göstericiliğinde “Yeni Ekimler için” mücadele ederek kurtulacaktır.
Devrim ve sosyalizm mücadelesinin gençlik alanındaki temsilcisi: Ekim Gençliği Emperyalist-kapitalist sömürü zincirini yaşadığımız coğrafyada parçalayacak olan işçi sınıfının sosyalist mücadelesinin gençlik içindeki neferi olan Ekim Gençliği, marksist-leninist dünya görüşünü kendisine rehber alarak, yaşanan çürüme ve yok oluşa karşı mücadele etmektedir. Tüm dünyada yaşanan emperyalist saldırganlığa, kapitalist barbarlığa karşı sınıfsız ve sömürüsüz bir dünya mücadelesinin bayrağını dalgalandırmaktadır. Biz genç komünistler, “Yeni Ekimler için ileri!” şiarıyla mücadele sahnesine çıkan komünist hareketin gençlik içindeki temsilcisi olma sorumluluğu ile hareket etmekte, gençliği işçi sınıfının devrimci prog ramı etrafında taraflaştırıp birleştirmeyi ve bu temelde gençlik hareketinin devrimci önderlik boşluğunu doldurmayı hedeflemekteyiz. Bizler gençliği, tüm dünyada yaşanan emperyalist saldırganlığa ve kapitalist barbarlığa karşı sınıfsız ve sömürüsüz bir dünya mücadelesi için bilimsel bir taraf olmaya, taleplerimiz uğruna mücadele etmeye çağırıyoruz. * Sermayenin üniversitelerdeki bekçisi olan YÖK’ü tarihin çöplüğüne gömmek için, * 12 Eylül karanlığını bugüne taşıyan YÖK düzenine ve onun
4
oluşturduğu baskı ve teröre izin vermemek için, * Bizlerin müşteri, okullarımızın ticari bir kurum haline gelmesine izin vermemek için, * Üniversitelerimizin kapılarının işçi ve emekçi çocuklarına ka patılmaması, eğitim hakkından herkesin yararlanabilmesi için, * Eğitimin özelleştirilmesine ve paralılaştırılmasına “dur” demek için, * Bizleri susturmaya çalışan faşist ve gerici disiplin yönetmeliklerini yok etmek için, * Üniversitelerimizin özerk ve demokratik birer kurum haline getirilmesi için, * Okullarımızda söz, yetki, karar hakkına kavuşabilmek için, * Anti-bilimsel ve gerici eğitim sistemine karşı bilimsel bir eğitim için, * Tüm ulusların kendi anadillerinde eğitim görmelerini sağlayabilmek için, * Gençliğin geleceğini elinden alan ÖSS sistemine karşı çıkmak için, * Emperyalist savaşlara ve sömürüye karşı tüm dünya halklarının mücadelesine sahip çıkmak için, * Faşizme ve şovenizme karşı halkların kardeşliğini savunmak için, * Halkların özgürlük ve eşitlik mücadelesinde yerini almak için, * Geleceksizliğe, işsizliğe “dur” demek için, * Doğanın yok oluşuna karşı mücadele etmek için, * Tüm dünyadaki açlık, yoksulluk ve yoksunluğun son bulması için, * Kadınlara yönelik her türlü şiddet, baskı ve ayrımcılığın ortadan kalkması için... Tüm bunlar için, gençliğin bu barbarlık düzeninin karşısına çıkmak ve mücadele etmek dışında bir çıkar yolu bulunmamaktadır. Ekim Gençliği gündüzlerinde sömürülmeyen, gecelerinde aç yatılmayan özgür bir dünyanın kurtuluşu için, insanlığını koruyabilmek için, gençliği mücadeleye çağırmaktadır. Gençliğin mücadelesini büyütmek için Ekim Gençliği saflarına! Ya barbarlık içinde çöküş, ya sosyalizm! Gençlik, yeni Ekimler için Ekim Gençliği saflarına, devrime ve sosyalizme!
Ekim Gençliği
. . . n e d r e l e t i Ünivers
lerine değindi. Öğrencilerin avukatı Ceren Uysal, YÖK Disiplin Yönetmeliği’nin üniversitede siyasal faaliyet yürüten muhalif öğrencilere dönük olduğundan bahsetti. MEHA üzerinden, direnişlerin nasıl kazanımla sonuçlandığını örnek gösterdi. Yaklaşık 1.5 aydır süren YTÜ direnişinin sınıf hareketi ile bağ kurma çabası içerisinde olmasının olumlu olduğunu vurguladı. Son olarak Eğitim-Sen 6 No’lu Üniversiteler Şubesi adına yapılan konuşmada, Eğitim-Sen’in direnişe destek verdiği ifade edildi. “Ders” direnişteki bir YTÜ öğrencisinin konuşması ile son buldu. “Direnişteyiz Platformu”ndan bahseden Tuncay Karaca, bir sonraki günkü dersin çağrısını yaptı.
Ders 5: Grevler direnişler sürüyor, dayanışma büyüyor… mücadeleyi İstanbul’un farklı yerlerinde süren YTÜ’de devrimci öğrencilere Yürüttükleri grev ve direnişlerle birleştiren YTÜ öğrencileri, öğrenci-işçi ceza saldırısı... dayanışmasının anlamlı örneklerinden birini sergilediler. “Baskılar bizi yıldıramayacak!” Hava-İş Sendikası Genel Eğitim Sekreteri Engin Barutçu, Dört Ekim Gençliği okuruna “Üniversitemizde Silah Sanayi DİSK / Genel-İş Sendikası İstanbul Anadolu Yakası Bölge İstemiyoruz” konulu etkinlik kapsamında izinsiz bildiri dağıt- Başkanı Veysel Demir, Eğitim-Sen İstanbul 1 No’lu Şube mak ve afiş asmaktan 30 Nisan-30 Mayıs tarihleri arasında Başkanı Yunus Öztürk, Elektrik Mühendisleri Odası İstanbul bir ay okuldan uzaklaştırma cezası verildi. Bir Ekim Gençliği Şube Başkanı Erhan Karaçay, Araştırmacı Gaye Yılmaz, okuru da 1 Haziran-1 Temmuz tarihleri arasında başka bir direnişteki Sinter, IBM, Entes işçilerinin yanı sıra grevdeki soruşturmadan kaynaklı üniversitede siyasal faaliyette bulun- Sabah-ATV emekçileri 21 Mayıs günü gerçekleştirilen etkinmak, izinsiz pankart asmak gerekçesi ile bir ay uzaklaştırma liğin konuklarıydılar. cezası aldı. Bu ikinci cezanın konusu ise, yerel seçim Araştırmacı Gaye Yılmaz işçi sınıfının uluslararası mücadeöncesinde üniversitemizde gerçekleştirilmesi okul yönetimlesinin önemine vurgu yaptığı konuşmasında Birleşik Metalince keyfi biçimde engellenen “Yerel seçimler, kapitalizmin İş Sendikası’nın Türkiye’deki yabancı sermayeli işyerlerdeki krizi ve geleceksizlik” konulu etkinlik idi. Direnişteki işçiler örgütlenme süreçlerinden örnek verdi. YTÜ öğrencilerinin ve ATV-Sabah grevi emekçileri, yanı sıra TİB-DER’den bir yürüttüğü mücadeleyi selamlayarak konuşmasını bitirdi. tersane işçisi ve İstanbul bağımsız sosyalist belediye başkanı Elektrik Mühendisleri Odası İstanbul Şube Başkanı Erhan adayı Melek Altıntaş’ın davetli olduğu etkinliğe ilişkin olarak Karaçay da YTÜ öğrencilerinin yürüttüğü mücadeleyi anYTÜ yönetiminin tahammülsüzlüğü cezaların amacını açıkça lamlı bulduklarını ve sürecin başından itibaren bu mücadeortaya koymuş oldu. lenin takipçisi olduklarını söyledi. IBM, ATV-Sabah ve Buna karşı YTÜ ana giriş kapısı önünde bugüne değin Ümraniye Dudullu’da direnişini sürdüren Gülistan Kofaaliyetlerimizi sürdürerek mücadelemize devam ediyoruz. batan’ın direnişini selamlayan Karaçay, EMO olarak bundan Yaşadığımız süreci anlatan bildirilerimizin dağıtımını yapı sonraki süreçte üzerlerine düşen görevi yerine getireceklerini yoruz. Çeşitli ozalitlerle beraber 2009 1 Mayısı konulu fosöyledi. toğraf sergimizle devrimci siyasal faaliyeti bütünlüklü bir “Alternatif Üniversite” IBM’de sendikal örgütlenme nebiçimde sürdürüyoruz. Kapı önünde Ekim Gençliği, YTÜ deniyle işten atılan Tez-Koop-İş yerel gazetesi Amatör ve ATV-Sabah Grev gazetesinin Sendikası İşyeri Temsilcisi dağıtımına devam ediyoruz. Nedim Akay’ın yaptığı YTÜ Ekim Gençliği konuşmayla devam etti. YTÜ direnişi “Alternatif Üniversite” ile sürüyor! I BM’de süren Ders 4: YÖK düzeninde “Özgür alan” nedir? “Özgür olan” sendikal kimdir? YTÜ öğrencileri 20-21 Mayıs günlerinde gerçekleştirecekleri “Alternatif Üniversite” etkinliklerinin ilk gününde Yazar Temel Demirer, Gazeteci-Yazar Hakan Gülseven, Avukat Ceren Uysal ve Eğitim-Sen İstanbul 6 No’lu Üniversiteler Şubesi temsilcisini konuk etti. Temel Demirer üniversitelerde düşünce özgürlüğüne ilişkin düşüncelerini ifade etti. Türk üniversitelerinde düşünmenin suç olduğunu ve özgürlük için mücadele etmek gerektiğini söyledi.“Bugün derste bulunanların, yerde, taşların üstünde oturanların, hiçbir şeyi boşuna yapmadıklarını”, asıl özgürlüğün onlara ait olduğunu vurguladı. Ardından sözü alan Hakan Gülseven, üniversitelerdeki soruşturma kurullarının savcılık gibi işlediğine, profesörlerin bilim adamı sıfatından daha ziyade “savcı” nitelemesini hak ettik-
5
örgütlenme süreci hakkında bilgilendirmede bulunan Akay, beyaz yakalıların örgütlenmesinin önemine işaret etti. Sinter işçisi, işçi sınıfı mücadelesiyle öğrencilerin yürüttüğü mücadelenin ortaklaşması gerektiğini belirtti. Entes direnişini sürdüren Gülistan Kobatan, EMO İstanbul Şubesi’nde 2002-2004 yıllarında şube başkanlığı yapmış olan Entes Elektronik patronunun emek düşmanı yüzünü teşhir etti. ATV-Sabah grevcisi Nuh Köklü de 98 gündür sürdürdükleri grevleri hakkında bilgilendirmede bulundu. Basın sektöründe örgütlenmenin zorluklarına değindi, ortak mücadelenin önemini vurguladı. Yunus Öztürk, kamu emekçilerinin işçiler ve öğrencilerle ortak mücadele yürütmesinin zorunluluğuna işaret etti. Engin Barutçu’nun konuşması tüm alanlarda benzer sorunların yaşandığının vurgulanması ve mücadele alanlarında birleşme çağrısıyla son buldu. Veysel Demir de geçmiş yıllarda sendikal örgütlenme mücadelesi yürüttükleri çeşitli belediyelerde yaşadıkları direniş ve grev süreçlerini anlattı. “Alternatif Üniversite”nin son konuşmacısı ise YTÜ Rektörlüğü tarafından okula girişi yasaklanan bir YTÜ öğrencisinin annesiydi. Oğlunun yürüttüğü mücadeleye sahip çıktığını belirten anne, sadece oğlunun değil mücadele eden tüm öğrencilerin yanında olacağını söyledi. Bandista'nın söylediği marşlarla devam eden "Alternatif Üniversite", yapılan konuşmalar ve atılan sloganlarla son buldu.
YTÜ / Ekim Gençliği
YTÜ’de direniş sürüyor...
YTÜ direnişi kapsamında, “Direnişteki YTÜ Öğrencileri” imzalı, 13. YTÜ Bahar Şenliği teşhirini içeren bildiri ile, üniversitenin sponsorlar aracılığı ile işgal edildiğini, şenliklerin öğrencilerin kolektif üretimi ile sponsorsuz örgütlenmesi gerektiğini söyledik. YTÜ’de 50 günü aşkın süredir devam eden direnişe herkesi destek olmaya çağırdık.
toplanarak, belirlediği konular üzerinden tartışmalarına başladı. İlk olarak atom fikrinin ilk çağ filozofları tarafından ortaya
atılışı ve atom modellerini tartıştık. Giriş konuşmasında Demokritos’un atom fikrini ortaya atışı, bunu nasıl açıkladığı ve hangi görüşe dayandığı üzerinde duruldu. İkinci başlık olarak atom modelleri konusuyla ilgili bilgilendirmede bulunuldu. Kamp-Üs Bilim-Felsefe Atölyesi
Kamp-Üs “Uçurtma Günleri” sona erdi…
Kamp-Üs dergisi olarak festival hazırlıkları kapsamında gerçekleştirilen “Uçurtma Günleri”nin ikinci günü olan 13 Mayıs’ta İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi’nde özgürDirenişe destek sürüyor: Genç Sen'den YTÜ ziyareti lüğü anlatan resim çalışması yaptık. 27 Mayıs günü Genç-Sen üyeleri YTÜ’deki direnişe destek ziyaretinde bulundular. Genç-Sen adına yapılan basın açıkla- Edebiyat Fakültesi bahçesinde yere bez sererek, özgürlüğün herkes için ne anlam ifade ettiğine dair resim yapmalarını masında YTÜ’de yaşanan sürece değinildikten sonra, GençSen’in YTÜ’de gerçekleşen direnişe destek verdiği bildirildi. istedik. Öncesinde bir konuşma yaparak, YÖK’ün özgür ve güvenli alanlar projesine değindik. Bizlerin özgürlüğünü “Gözaltılar, cezalar bizi yıldıramaz!” sloganı atıldı. sınırlandıramayacaklarını, bütün alanları özgürleştirmemiz Basın açıklamasından sonra söz alan direnişteki gerektiğinden bahsettik. Ardından özgürlüğü resmetmeye arkadaşlarımızdan biri, öncelikle SGD’ye yönelik gözaltı ve başladık. tutuklama terörüne değindi ve Genç Sen’in YTÜ’ye gerçekAlanda Kamp-Üs masası açarak, festivale çağrı yaptık. Ayrıca leştirdiği ziyaretin çok anlamlı olduğu vurgusunu yaptı. Konuşma, 50 günü aşkın süredir devam eden direnişe yapılan ağaçlara özgürlüğü ve YÖK’ün projesini anlatan dövizler astık. Fotoğraf Atölyesi’nin sergisini de bulunduğumuz ziyaretin geç kalmış bir ziyaret olduğu eleştirisi getirilerek alanda açtık. sürdü. Bundan sonraki süreçte ortak çalışma örülmesi gerek“Uçurtma Günleri”ni 14 Mayıs’ta Edebiyat Fakültesi’nde tiği söylendi. yaptığımız etkinlikle sonlandırdık. Genç Sen’in yaptığı ziyaret “Kurtuluş yok tek başına, ya hep Fen Fakültesi bahçesinden de özgürlüğe uçurtmalarımızı gönberaber ya hiçbirimiz!”, “Yaşasın devrimci dayanışma!” sloderdik. Bulunduğumuz alana “Özgür Alan-1/Biz bu alana tutganlarıyla bitirildi. YTÜ Ekim Gençliği sak edildik, tutsak alanda özgürleştik, tutsak alanları özgürleştirdik!”, “Öğrencisiz özgürlük taş duvarların özgürlüğü olacaktır!”, “27 Mayıs’ta ÖKM’de Kamp-Üs festivalinde buluşalım!” yazılı dövizler astık ve dergimizin satışını gerçekleştirdik. Kamp-Üs Bilim-Felsefe atölyesi toplandı! Kamp-Üs dergisinin festival hazırlıkları kapsamında oluşturduğu Bilim-Felsefe Atölyesi 15 Mayıs günü
Kamp-Üs faaliyetlerinden…
6
Kamp-Üs Dergisi piknikte buluştu...
19 Mayıs günü yaptığımız piknikte yeni katılan arkadaşlara derginin ortaya çıkışı, hedefledikleri ve yaptığı çalışmalar anlatıldı. Bunun dışında fakülteler içerisinde yaptığımız etkinliklerin önemi üzerinde duruldu. Ayrıca gerçekleştireceğimiz festivalin ayrıntıları tartışılarak, öğrencileri çalışmalarımızın ve şenliğimizin nasıl birer parçası yapılabileceği konuşuldu. Yapılan sohbetlerin dışında kolektif bir şekilde birçok oyun oynandı.
Kamp-Üs'te belgesel gösterimi
21 Mayıs’ta, ÖKM’de Fatih Akın’ın “Crossing the Bridge (Köprüyü Geçerken)” isimli belgeselinin gösterimini gerçekleştirdik. Gösterimden önce yaygın bir biçimde el ilanı dağıttık, afiş astık. Merkez Kampüs’te yemekhane çıkışında dergimizin dağıtımını yaptık. Gösterimden önce Kamp-Üs dergisinin çıkma sebebi özetlendi. Ardından belgesel gösterimine geçildi. İstanbul’daki müziği konu alan belgeselde, Türkiye’deki ulusal soruna ve sınıf çelişkilerine de vurgu yapılıyordu. Gösterime yaklaşık 30 kişi katıldı.
2. Kamp-Üs Festivali gerçekleştirildi
Kamp-Üs dergisi olarak düzenlediğimiz “özgürlük” konulu festival 27 Mayıs günü gerçekleştirilen panel ve konserle sona erdi. Fotoğraf Atölyesi’nin dönem boyunca yaptığı sergileri ÖKM’nin girişine astık. Ayrıca Bilim-Felsefe Atölyesi’nin “Felsefede özgürlük ve bilimde sansür” başlıklı duvar gazetesini de sergiledik. “Özgürlük” konulu panelin katılımcıları, anti-50/d İnisiyatifi’nden İÜ Araştırma Görevlisi Levent Dölek, TUYAB’tan İsmail Karagöz ve Tekin Yıldız’dı. Kot taşlama işçilerinden Gazi Polat ise etkinliğe katılamadı. İlk olarak Kamp-Üs dergisi adına konuşma yapıldı. Konuşmada kot taşlama işçilerinin süreçlerinden, çalıştıkları koşullardan bahsetti. Kamp-Üs dergisini neden çıkardığımızı, YÖK’ün bu sene açıkladığı “özgür alanlar” projesini anlattı ve bu yüzden bu yıl festivalin konusunun “özgürlük” olarak seçildiğini ifade etti. Bir süredir mücadelelerini sürdüren Anti-50/d İnisiyatifi’nden Levent Dölek konuşmasına Kamp-Üs Dergisi’nin bu çalışmasını çok anlamlı bulduğunu söyleyerek başladı. Anti50/d İnisiyatifi’nin de aslında bir akademik özgürlük mücadelesi verdiğini söyledi. Ardından söz alan Ölüm Orucu Gazisi Tekin Yıldız, neo-liberal saldırılarla sahte bir özgürlük yaratıldığını, bu yüzden tutsaklığın sadece hapishanelerde yaşanmadığını söyledi.
Daha sonra sözü TUYAB’tan İsmail Karagöz aldı. Devletin cezaevlerinde uyguladığı politikaları aileler üzerinde de uyguladığını anlattı. Bizlerin de geçmişten, Denizler’den, Mahirler’den aldığımız mirasla özgürlük mücadelesini kazanabileceğimize değindi. Sonrasında ise Bandista Grubu bizlerleydi. Panele ve konsere ortalama 80 kişi katıldı. Kamp-Üs Dergisi
“Pıtrak” Beytepe’ye sesleniyor…
Hacettepe Üniversitesi Beytepe Kampüsü’nde çıkmaya başlayan ve 1 Mayıs’ın hemen öncesinde ikinci sayısı çıkan “Pıtrak”, yürütülen faaliyetle beraber üniversite öğrencilerine tanıtılıyor. Hiçbir sosyal alanın olmadığı Hacettepe Üniversitesi Beytepe Kampüsü’nde uzun çabalar sonucunda çıkarılmasına karar verilen “Pıtrak”ın ilk sayısında Beyazıt Katliamı, yerel seçimler ve Newroz gündeminin yanısıra ZeitGeist adında bir belgesel ve şiir köşesi yer alıyordu. İkinci sayıda ise “2009 1 Mayısı”, “Kadının toplumsal-tarihsel ezilmişliği” ve “Küresel ısınma” Pıtrak’ta işlenen gündemlerdi. Pıtrak’ın ikinci sayısının dağıtımı 29 Nisan tarihinde üniversitede gerçekleştirilen 1 Mayıs etkinliğinde yapıldı. Sonrasında, ZeitGeist isimli belgeselin gösterimi gerçekleştirildi. 13 Mayıs günü yapılması planlanan film gösterimi için el ilanları dağıtılıp insanlarla sohbet edildi. Gösterim sonrasında gerçekleştirilen sohbetle etkinlik sona erdi.
Beytepe Ekim Gençliği
İÜ’de faşist saldırı…
Türkçe Yaşam Kulübü’nde faaliyet yürüten faşistler rektörlüğün onayıyla İÜ Hukuk Fakültesi’nde ırkçı-şoven içerikte bir etkinlik gerçekleştirmek istediler. Üniversite içerisindeki bazı muhalif kulüplerin yapacağı etkinlikler her zaman çeşitli engellerle karşılaşıyorken, adı satırlar ve silahlarla birlikte anılan faşist “Türkçe Yaşam Kulübü” üniversitenin her yerinde şoven etkinlikler düzenleyebiliyor. Faşist kulüp 13 Mayıs günü de “Türk Dil Bayramı” adı altında bir panel yaptı. Panel öncesinde üniversitenin devrimci, demokrat ve yurtsever öğrencileri faşistleri teşhir eden bildiriler dağıtarak beklemeye başladılar. Ardın-
7
dan çoğu öğrenci olmayan yaklaşık 60 kişilik faşist güruh ilerici, devrimci öğrencileri küfürlerle taciz etti. Sonrasında çıkan çatışmada, ikisi ağır birçok öğrenci yaralandı. Çıkan çatışmanın ardından Havuzlubahçe’de polis ve üniversite yönetiminin desteğini alan faşistler teşhir edildi. Faşistler ise etkinliklerini çevik polis korumasında yapmaya başladılar. Devrimci, demokrat ve yurtsever öğrenciler, faşistler okuldan çıkana kadar üniversiteyi terk etmeme kararı aldılar. Etkinlik sona erdikten sonra faşistler püskürtülürken, kaçan faşist güruhun imdadına resmi faşistler yetişti. Çevik polis devrimci-demokrat öğrencilere azgınca saldırıp birçoğunu yaraladı. Bunun üzerine Siyasal Bilgiler Fakültesi’ne çekilen ilerici ve devrimciler saldırıya karşı barikat kurdular. Üniversite yönetimine, faşistler ve çevik polis okulu terk edene kadar üniversiteden ayrılınmayacağı söylendi. Bunun üzerine faşistler ve çevik kuvvet okul dışına çıkarıldı. Siyasal Bilgiler Fakültesi’nden araçların kalktığı kapı önüne yürünerek burada basın açıklaması yapıldı. Üniversite Öğrencileri olarak, gerçekleşen saldırıya ilişkin 14 Mayıs günü İstanbul Üniversitesi Merkez Kampüs girişinde basın açıklaması gerçekleştirildi. Açıklamada, faşist saldırılara karşı önlem alınmaması durumunda doğacak sonuçlardan üniversite yönetiminin sorumlu olacağı duyuruldu. Polislerle ülkücü faşistlerin işbirliğine değinildi.
i r e l t i h e ş s ı y Ma . . . n a d n ı r a l anma
“Denizler kavgamızda yaşıyorlar!” DEÜ’de Denizler anması
Denizler, Dokuz Eylül Üniversite’sinde gerçekleştirilen yürüyüş ve etkinlik ile anıldı. Dokuz Çeşmeler Yerleşkesi’ndeki tüm kafelerde yapılan ajitasyon konuşmaları ile yürüyüşe çağrı yapıldı. “Katledilişlerinin 37. yılında Denizler kavgamızda yaşıyorlar! / Vardık, varız, var olacağız! / Dokuz Eylül Üniversitesi Öğrencileri” yazılı pankart arkasında yürüyüşe geçildi. Kolluk güçlerinin ablukası nedeniyle “Faşizme karşı omuz omuza!”, “Katil polis üniversiteden defol!” sloganları yükseltildi. Kızıl Bayrak / İstanbul YDY binası önünde anma programına geçildi. “Sokak Orkestrası”nın marşlarıyla eylem son buldu. İP çetesi yine Cebeci’deydi Ekim Gençliği, SGD ve ÖGD’nin örgütlediği, YDG, SDG, Atatürkçü Düşünce Topluluğu adı altında örgütlenen İşçi Par- EHP, Öğrenci Kolektifleri’nin desteklediği eyleme yaklaşık tisi çetesi 14 Mayıs günü Cebeci Kampüsü’ndeydi. Öğle saat- 35 kişi katıldı. Eylem, çevredeki öğrenciler tarafından yoğun lerinde öğrencilerin sık olarak kullanmadığı yerlerden teker ilgi gördü. teker okula giren ve kantinde toplanmaya başlayan İP’li çete DEÜ Ekim Gençliği güvenlik kortejinde okulu terk ederken devrimci öğrencilerin müdahalesiyle karşılaştı. Ege’de 6 Mayıs yürüyüşü Ulusalcı çetenin çıkışı sırasında kısa süreli çatışma yaşandı. Ekim Gençliği, SGD ve ÖGD’nin örgütlediği, Öğrenci Kampüsün karşı tarafındaki yolda polislerin koruması altında Kolektifleri, YDG ve DGH’ın destek verdiği yürüyüş, Hazırbekleyen yaklaşık 70 kişilik İP’li, okul içinden yapılan müda- lık Fakültesi önünde sloganlar ve ajitasyon konuşmalarıyla hale sonucunda yine polis koruması eşliğinde okuldan uzakbaşladı. “Katledilişlerinin 37. yılında Deniz’ler kavgamızda laştırıldılar. yaşıyor! Vardık, varız, var olacağız! / Ege Üniversitesi Cebeci Ekim Gençliği
Ege’de alternatif şenlik
Ege Üniversitesi’nde 21- 22 Mayıs günlerinde YDG-M’nin örgütlediği ve Amara şehitlerine atfedilen alternatif şenlik gerçekleşti. İki gün süren şenliklere yaklaşık 300 kişi katıldı. Kürtçe ve Türkçe yapılan konuşmalarda Kürt halkının uğradığı baskılar teşhir edildi. İki gün boyunca Koma Diyar, Koma Azad ve çeşitli gruplar sahne alırken, aynı zamanda tiyatro ve folklar gösterimleri de gerçekleşti. İkinci gün Kürtçe yapılan “Kürt dili ve Edebiyatı” başlıklı bir panel gerçekleşti. Panelde Kürt dilinin uğradığı asimilasyon politikalarına değinildi. Birinci günün sonunda sinevizyon gösterimi yapıldı. Ancak çevik kuvvetin okula girmesi ve sinevizyonun izlenmemesi yönlü baskıları sonucu sinevizyon gösterimi yarıda kesildi ve kitle dağıldı. İki gün boyunca halaylarla coşkulu bir şenlik gerçekleştirildi. Bizler de devletin müdahalesi ve faşist saldırıların olma olasılığına karşı şenliğe destek vererek şenlik alanında “Ekim Gençliği” masası açtık.
8
Öğrencileri” imzalı ozalit açan 25 kişilik kitle, basın açıklamasının yapılacağı öğrenci çarşısına yürüdü. Açıklamada, ‘60’lardaki devrimci yükselişten söz edilerek devrimci hareketin düzenin sınırlarını aştığı vurgulandı. “Denizler’in kavgası, devrim ve sosyalizm kavgası sürüyor ve Denizler kavgamızda yaşıyor” sözleriyle açıklama son buldu.
Ege Üniversitesi / Ekim Gençliği
Adana’da 6 Mayıs yürüyüşü
Denizler, gençlik örgütlerinin yaptığı eylemle anıldı. Eylem öncesinde Çukurova Üniversite’sinde ortak bildiri dağıtımı gerçekleştirildi. 6 Mayıs günü sloganlar eşliğinde Çakmak Caddesi trafiğe kapatılarak İnönü Parkı’na yüründü. İnönü Parkı’nda basın metni okundu.“6 Ege Üniversitesi Ekim Gençliği Mayıs 1972’de 12
Mart faşizminin kurduğu darağaçlarında üç THKO savaşçısı; Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan, Hüseyin İnan idam edildiler, direnişin, devrimin ve sosyalizmin sloganlarıyla, sonsuzluğa yürüdüler...” sözleriyle başlayan açıklamada, Onlar’ı idam ederek yok edeceklerini sananların yanıldığı söylendi. Basın açıklaması, Denizler’in bıraktığı mirasın sahiplenilmesinin ve ileriye taşınmasının önemine yapılan vurgularla devam etti. Eyleme yaklaşık 250 kişi katıldı.
açıklamasından sonra kısa bir şiir dinletisi sunularak etkinlik sonlandırıldı. Okunan basın açıklamasında Mayıs ayında şehit düşen devrimci önderlerin yaşamları, direnişleri anlatıldı ve bıraktıkları mirasa sahip çıkıldığı vurgulandı. Anadolu Üniversitesi Ekim Gençliği
Cebeci’de Kaypakkaya ve Dörtler anması
Cebeci Kampüsü’nde 21 Mayıs günü İbrahim Kaypakkaya ve Kızıl Bayrak / Adana Dörtler anması gerçekleştirildi. DGH, SGD, YDG ve YDG(M) tarafından örgütlenen anma etkinliğine Ekim Bursa’da 6 Mayıs anması Gençliği, TÜM-İGD ve Marksist Bakış da destek verdi. 6 Mayıs’ta Setbaşı/Mahfel önünden yürüyüşe geçildi. En Etkinlik başlamadan önce sloganlar eşliğinde fakülteler önde “’68’in ruhuyla kapitalizmin krizine, kirli savaşa, şovgezildi ve kantinde konuşmalar yapıldı. Etkinlik, saygı duenizme ve faşist saldırılara karşı gençlik mücadeleye!” ruşuyla başladı. Ardından ortak metin okundu. Kaypakkaya pankartı, arkasında Deniz Gezmiş’in fotoğrafının olduğu ve ve Dörtler şahsında direniş geleneğini anlatan sinevizyon üzerinde “Emperyalizme ve faşizme karşı Deniz olunmalı!” gösterildi. Sonrasında şiir dinletisi gerçekleştirildi. yazan büyük bir imzasız pankart taşındı. Etkinlik sonrasındaki söyleşide DGH adına yapılan konuşYapılan açıklamada Denizler’in mücadelesi anlatıldı. Ayrıca, mada; sistemin Denizler’i, Mahirler’i düzenin iyi evlatları kapitalizmin yarattığı krize ve bununla bağlantılı olarak artan gibi göstermeye çalıştığı, Kaypakkaya’dan ise hiç devlet terörüne değinildi. sözetmediği, oysa onların bu düzene karşı mücadele ettiği Ekim Gençliği, Emek Gençliği, Devrimci Gençlik vurgulandı. Birliği/Dev-Lis, DGH, SGD, YDG, Genç Dayanışma, DevGenç/Dev-Lis ve YDGM’nin örgütlediği eyleme KESK, Cebeci Ekim Gençliği DİSK, BATİS, SODAP, EMEP, BDSP, SDP ve Sosyalist Parti de destek verdi. Eyleme yaklaşık 200 kişi katıldı. Ege’de İbrahim Kaypakkaya anıldı İkinci eylem Gençlik Muhalefeti, ÖDP, TKP ve Öğrenci Kaypakkaya, katledilişinin 36. yılında İzmir’de anıldı. Ekim Kolektifleri tarafından örgütlendi. Kızılay önünden Gençliği, Yeni Demokrat Gençlik, Demokratik Gençlik Orhangazi Parkı’na yürüyen kitle “’68’den bugüne emperyaHareketi, Sosyalist Gençlik Derneği ve Özgürlükçü Gençlik lizme faşizme karşı yürüyoruz!” pankartı taşıdı. Yaklaşık 150 Derneği tarafından örgütlenen ve Öğrenci Kolektifleri ve Dev kişinin katıldığı eylemde yapılan açıklamada ABD emperyalrimci Öğrenci Birliği’nin desteklediği anma 18 Mayıs günü izmi ile AKP işbirliğine vurgu yapıldı. Ege Üniversitesi’nde gerçekleşti. Ekim Gençliği / Bursa Ege Üniversitesi hazırlık binası önünde “Unut madık, unutturmayacağız!” şiarlı Kocaeli’de 6 Mayıs protestosu pankart açıldı. Yürüyüş EdeKocaeli Üniversitesi Merkez Kampüs önünde toplanan kitle biyat Fakültesi’nde son sloganlar eşliğinde İnsan Hakları Parkı’na yürüdü. Okunan buldu. Coşkulu basın metninde, Denizler’in katledilişinin üzerinden geçen 37 yıla rağmen mücadelenin sürdüğü söylendi. Bugün de Kürt ve Türk gençlerinin karşı karşıya kaldığı baskı ve yok etme politikaları hatırlatıldı. Kürt özgürlük mücadelesine dönük baskılara değinildi. Yurtsever Demokratik Gençlik Meclisi, Dev-Lis, SDG ve Emek Gençliği’nin çağrıcısı olduğu eyleme DGH ve Ekim Gençliği destekçi olarak katıldı. “Katil ABD Ortadoğu’dan defol!”, “Emperyalistler, işbirlikçiler 6. Filo’yu unutmayın!’’, “Yaşasın devrim ve sosyalizm!”, “Biji bıratiya gelan!”, “Dev- rim şehitleri ölümsüzdür!”, “Deniz, Yusuf, Hüseyin, İbrahim Kaypakkaya, Haki burada!” sloganlarıyla eylem sona erdi. yürüyüşün Kocaeli Ekim Gençliği
AÜ’de Kaypakkaya anması
Anadolu Üniversite’sinde 21 Mayıs’da İbrahim Kaypakkaya şahsında Mayıs şehitleri anması gerçekleştirildi. Öğrenciler “Devrimciler ölmez devrim davası yenilmez!” pankartını açtılar. Pankartın önünde Deniz Gezmiş ve İbrahim Kaypakkaya’nın fotoğraflarını taşıdılar. Saygı duruşunun ardından okunan basın
ardından kitle Edebiyat Fakültesi önünde İbrahim Kaypakkaya şahsında tüm devrim şehitleri anısına saygı duruşunda bulundu. EÜ Ekim Gençliği
9
2. Festivali’nin ardından…
“Güne yüklenmek ve geleceği kazanmak için!..” İstanbul Üniversitesi’nde geçtiğimiz sene çıkarmaya başladığımız Kamp-Üs dergisi bu sene 8. sayısıyla birlikte bir festival gerçekleştirdi. Yine benzer bir hedefle çıktık yola. İnsanların bireyselleşmesine inat kolektif bir yaşam sürdürmek, kolektif bir üretim sergilemek... Üniversitelerimizde baskıların arttırıldığı, şenliklerin yasaklandığı bir dönemde bu kaygılarla 2. Festivali gerçekleştirmek önemliydi.
Festival başlığı: “Özgürlüğün tutsaklaştırılması” Dönemin başında YÖK’ün hayata geçirmeyi planladığı “Özgür ve güvenli alanlar” isimli projenin içeriği festivalin teması oldu. Bu proje ile hedeflenen; üniversitelerde belirlenecek alanlarda öğrencilerin “özgürce” fikirlerini dile getirebilmelerinin sağlanması ve buralarda eylemler yapılabilmeleridir. İngiltere’deki Hyde Park modelinin Türkiye’ye uygulanması olarak dile getirilen bu projenin bir diğer ayağı da üniversitelerde muhalif öğrencilerin, YÖK’ün tabiri ile sorunlu öğrencilerin aile sorunlarının ve psikolojilerinin incelenmesidir. Ayrıca okullardan polisin çıkarılması ancak ÖGB’lerin yetkilerinin arttırılarak polis düzeyine getirilmesi ise diğer bir öneri. Kamp-Üs olarak bizler bu konuyu 7. sayımızda işledik ve bizleri bir alana hapsederek özgürlüğü kısıtladıklarını, aslında özgürlüğü tutsaklaştırdıklarını dile getirdik. Festivalin konusu da böyle ortaya çıktı.
Festivalin ön sürecine dair…
10
Bu sene gerçekleştidiğimiz toplantılarda festivalin sadece ÖKM’ye sıkışmaması gerektiğini tartıştık ve fakülteler üzerinde yükselerek festivalin örgütlenmesi kararını aldık. Atölyeleri güçlendirerek, bu atölyelerin çalışmalarını fakültelerde sergileyerek, etkinlikleri fakülteler içerisinde gerçekleştirerek festival öncesinde bir aylık hareketli bir ön süreç örmeyi hedefledik. Bu çerçevede öncelikle atölyeler çalışmalarının sistematik ve kendi başına işleyen bir nitelikte ilerleyebilmesini önüne koydu. Sinema atölyesi, özgürlük konulu bir belgesel çekme kararı aldı. Diğer atölyelerin önüne koydukları hedefler ise şöyleydi: Fotoğraf atölyesinin yine çeşitli yerlerde çekimler yaparak
festival ön hazırlık sürecinde her hafta sergi yapması, bu süreçte oluşturulan Bilim-Felsefe atölyesinin ise haftalık toplantılar düzenleyerek tartışmalar yürütmesi, bunlarla birlikte fakültelerin içlerinde film ve tiyatro gösterimleri, şiir dinletileri yapmak... Bir aylık süreç içerisinde her gün fakültelerde masalar açarak dergimizin kullanımını yaygınlaştırdık. Açtığımız masalarla beraber fotoğraf atölyesinin çalışmalarını sergilemek ve müzik dinletisi yapmak, öğrencilerin dikkatini çekmesi açısından önemliydi. Böylece birçok kişiyle dergimizin amacını ve neden bir festival gerçekleştireceğimizi konuşabildik, tartışabildik ve birçok öğrenciyle tanışabildik. Bu, festivalin ön sürecinin önemli kazanımlarından biriydi. Ancak atölyeleri hedeflediğimiz şekilde yaygınlaştıramadık. Kamp-Üs’ün kendi bileşenlerine sıkışan, çoğu kez düzenli toplantılar yapamayan atölyeler oldu. Bilim-Felsefe Atölyesi de verimli toplantılar yapamadı. Fotoğraf Atölyesi’nin dışarıya dönük duyurusu sınırlı yapıldı. Sinema atölyesi, çevresinde çalışma yürütecek insanlar olmasına karşın bunları toparlayamadı ve çalışması iki üç kişilik çekimlere sıkıştı. Eksiklik olarak tanımlayacağımız en önemli nokta, atölyelerin hedeflenen biçimde kurumsallaşamamış olmasıdır. Kitle ile bağ kurabileceğimiz ve öğrencileri kendi ilgi alanlarından doğru faaliyete katabileceğimiz, harekete geçirebileceğimiz böylesi bir araç verimli kullanılamadı. Fakülte içlerinde yapılan çalışmaları çoğunlukla atölyeler üzerinden planlamamız ve bu aracın işlevsel kullanılamaması hedeflediğimiz sonuca ulaşamamamıza neden oldu. Öğrencilerle, onların dergiyi okumaları dışında, tartışmalar yapmak ve birlikte üretmek amacını taşıyorduk. Bunların eksik kalmasıyla birlikte onları harekete geçirmek noktasında da sorunlar yaşamış olduk. Fakültelerde gerçekleştirdiğimiz ilk etkinlik “Uçurtma Günleri” oldu. Uzun bir süre bunun çalışmasını yürüttük, yaygın bir afiş çalışması yaptık ve el ilanı dağıttık. İlk gün Merkez Kampüs’te “Uçurtmayı Vurmasınlar” filminin gösterimini yaptık. Gösterimin sonrasında uçurtmalarımızı Kürdistan çoğrafyasında tutuklanan çocuklara gönderdiğimizi söyledik ve kampus içerisinde uçurtma uçurduk. Ertesi gün Edebiyat Fakültesi’nde ise “Özgürlüğün resmini çizebilir misin?” etkinliği düzenleyerek, herkesi özgürlüğün onlar için ne ifade ettiğini çizmeye çağırdık. Ertesi gün burada da uçurtmalarımızı özgürlüğe gönderdik. Bu etkinliklere katılım sınırlı olsa da (film gösterimini burada ayrı tutmak gerekir, ilk defa yapılan bir etkinlik için gösterime iyi bir katılım sağlandı) birçok kişiye amacımızı anlatabildik. Tüm bu etkinlikler sırasında dergimizin satışını da sürdürmemiz burada önem taşıyan bir diğer noktadır. ÖKM’de yaptığımız belgesel gösterimi de festival duyurusu açısından önemliydi. Bu etkinlik festivalin duyurusunun yapılabilmesi açısından oldukça işlevseldi. Festivale bir hafta kala ise üç günlük bir çalışmayla yaygın bir şekilde festival programı olan afişlerimizi yaptık, el ilanları dağıttık. Ancak afişlerin son anda çıkması, sanatçıların bir kısmının festivale üç gün kala hala netleşmemiş olması eksik olarak tanımlayacağımız bir diğer yöndür. Geçen sene yaptığımız festival sırasında da benzer bir sorunla karşılaşmıştık ancak bunun seneye aşılacağını söylemiştik. Fakat bu festivalde de programın oluşturulması noktasında sıkıntı yaşadık.
YÖK projesini anlatmayı başardık! Festival gününe geldiğimizde ise, katılımın kısmen iyi olduğunu söyleyebiliriz. Panel ve konsere toplamda 80 kişi katıldı. Ancak yaptığımız tüm çalışmaların başarısını esas olarak YÖK’ün bu projesini öğrencilere anlatabilmek üzerinden ele aldığımız için, bu konuda verimli bir çalışma yürüttüğümüzü söyleyebiliriz. Kullandığımız araçlarla bunu büyük ölçüde sağlamış olduk. Gerek panel sırasında gerekse konser sırasında ve festivalin ön sürecinde birçok kişiye kendimizi ve hedefimizi anlatabildik. Bu açıdan festivalin son gününü tüm eksikliklerine rağmen olumlu olarak değerlendiriyoruz. Fakat çevremizdeki birçok kişiyi bu güne katamamak bir diğer eksik oldu. Bu da başında tanımladığımız, atölyelerin yeterince işlevsel olmamasından ve insanların ön sürecinde aktif rol üstlenmesini sağlayamamaktan kaynaklandı.
3. festivale emin adımlarla ilerlemek için Tüm bunlarla birlikte festivalin asıl başarısını seneye neler bırakacağı üzerinden değerlendirebiliriz. Hedeflerimize ulaşmak da ancak bu sayede olacaktır. Tüm bu eksiklikleri göz önünde bulundurarak yapacağımız ilk şey atölyeleri aktif hale getirmek, duyurularını yaygınlaştırmak olmalıdır. Özellikle atölyeler konusunda günü kurtaracak işler yapmaktan vazgeçip geleceğe dönük adımlar atılmalıdır. Bunun başında da festival sırasında ulaştığımız birçok kişiyi atölyeler ile aktif hale getirmek gelmektedir. Bu ilk olarak onlarla tartışmaya başlamak sınırında kalsa da, bu tartışmaların ileride bizlere çok şey katacağı ve Kamp-Üs bileşenini genişleteceği unutulmamalıdır. Bir sonraki sene çıkaracağımız sayıyla birlikte bu etkinliklere başlamak gerekmektedir. Elbette ki bu yine atölyelerle mümkün olacaktır. Güne yüklenmek ve geleceği kazanmak için Kamp-Üs çalışması bir adım daha öne taşınmalıdır!
11
Zengin bir program, zayıf bir katılım!
Genç-Sen 2. Üniversiteler Sosyal Forumu...
haber yapmanın zorluklarından ve kadın haberleri yapılırken dikkat edilmesi gerekenlerden bahsedildi. Eğitimdeki cinsiyetçi ayrım ders kitaplarından verilen birçok örnekle ayrıntılı olarak anlatıldı. Çanakkale Kadın Komisyonu’nun çıkarmış olduğu “Güldünya” isimli dergi tanıtıldı, kadın ve erkek arasındaki farkın toplumsal yansımaları üzerine ayrıntılı tartışmalar yapıldı. “Sürüne sürüne erkeklik” başlıklı, sadece erkeklerden oluşan atölye, sorulan sorularla erkek egemen sisteminin sorgulatılmasını hedeflliyordu. Burada kadın sorununun sosyalizmle çözüleceğine dair fikir beyanının ardından oturum yöneticisinin cevabı, oturumun başında böylesi düşünenlerin atölyeye girmemesini istediği oldu ve oturumda tartışmanın bu söylemlerle devam etmeyeceğini ifade etti. “Eşcinsel, Biseksüel, Travesti. Sizlerden biri” başlıklı atölyede Türkiye’de eşcinsellerin, biseksüellerin ve transeksüellerin karşılaştıkları sorunlar, baskılar anlatıldı. Bu yöndeki yapılabilecekler ve eksikler belirtildi. Yönetmenlerin katılımıyla birlikte gerçekleştirilen “Kafeste kuş gibiydik” ve “Devrimci gençlik köprüsü” isimli film gösterimleriyle ÜSF’nin ilk günü sonlandırıldı.
Genç- Sen 2.Üniversiteler Sosyal Forumu 23-24 Mayıs tarihlerinde İstanbul Bilgi Üniversitesi Kuştepe Kampüsü’nde gerçekleşti. Üniversitelerdeki çalışması sadece üç güne sıkışan ÜSF’de katılımın geçen seneye göre kat be kat düşmesi dikkat çekiciydi. Kimi üniversitelerde 2-3 gün broşür dağıtma ve afiş asmanın ötesine geçmeyen, kimi üniversitelerde çalışması dahi yapılmayan ÜSF’ye sadece 10’a yakın üniversiteden yaklaşık 150 kişi katıldı. Her ne kadar MYK tarafından bu gecikmenin sebebi yerin belli olmaması ve bunun ODTÜ rektörünün “oyalaması” olarak ifade edilse de, sonuçta yapmış olmak için yapılan bir ÜSF’yle karşı karşıya kaldık. ÜSF'nin her iki gününde çeşitli konularda panel, forum, atölye çalışmaları yapıldı, film ve tiyatro gösterimleri sunuldu. Etkinliğin ilk günü gerçekleştirilen tiyatro ve açılış konuşmasıyla başladı. Açılış konuşmasında ÜSF, “Demokrasinin, müsveddesinin değil aslının gerçekleştiği” bir etkinlik olarak tanımlandı ve düzenlenme amacı politikaların tartışılması olarak belirtildi. Ardından etkinliklere geçildi. “Umut düşlerimizde, gelecek ellerimizde!” isimli panelde, meslek sahibi olduğumuzda bizi nelerin beklediği ve gelecekte yaşayacağımız sorunlar tartışıldı. Panele katılan Avukat Veysel Ok, Doktor Erenç Dokudan, Mühendis Salman Yüksel, anti 50/d bileşeninden Levent Dölek, işten çıkarılan IBM çalışanlarından Nedim Akay, kendi alanlarında yaşanan sorunlara dair konuşmalar yaptılar, neoliberal politikaların mesleklerde yarattığı dönüşümü anlattılar. Panelistlerin ardından söz alan arkadaşımız, Genç-Sen’in üniversitelerde varlık gösterememesi, çalışma yapmaması, ÜSF’nin üniversitelere taşınamaması, birçok konuda özellikle soruşturmalar konusunda Genç-Sen’in söz söylememesi sorunları üzerinde durdu. “Anadili yasak tutsak çocuklar” isimli forumda, Filistinli çocuklar ile Kürt çocuklarının paralel sorunlar yaşadıkları, okula başlayan çocukların anadil konusundaki sıkıntıları, Kürt sorununda birleşik mücadele verilmesi gerekliliği gibi konulardan bahsedildi. “Kürt dili ve edebiyatı” başlıklı forumda, Kürtçe’nin tarihi, geldiği köken, dilin özellikleri ve edebiyatı üzerine bilgilendirmeler yapıldı. Kürtçe’nin yasaklı bir dil olmasından dolayı öneminden bahsedildi. “Radyoaktif kapitalizmin nükleer santralleri” başlıklı panelde ise, Genç-Sen’in politika üretirken bu alanda eksik kaldığı ve bu ayağın nasıl örülmesi gerektiğine dair konuşmalar yapıldı. Nükleer santralin tarihsel olarak çıkışından bahsedildi ve kapitalizmin bunu nasıl kullandığı, nasıl kar elde ettiği anlatıldı. “3. sayfa haberleri”, “Kampüslerden geliyoruz”, “Emniyet kemersiz yolculuklara”, “Kurtuluşumuz ellerimizde” başlıklarından oluşan kadın oturumunda,
12
2. gün:
“Durdurun kapitalizmi inecek var” başlıklı atölyede kriz ve etkileri tartışıldı. İlk olarak kapitalizmin genel yapısı ve krizleri doğurması anlatıldı, yaşanılan son kriz ve etkileri tartışıldı. İkinci sunumda krizin kadınlar üzerine etkileri masaya yatırıldı, örneklerle sorun anlatılarak çözümün mücadele olduğu söylendi. Gençlik alanı üzerinden Genç-Sen’in yürüttüğü %50 kampanyası ele alındı. Soru cevap kısmında Genç-Sen’in yürüttüğü %50 kampanyası, kampanyanın üst başlığı olan “Krizdeyiz yarısını öderiz!” üzerine tartışmalar yürütüldü. %50 kampanyasının eksikleri, “Krizdeyiz yarısını öderiz” başlığının öğrencilerin algısında yanılsama yaratmaya açık olduğu ve bu üst başlığın kapitalizmin yarattığı sonuçları kabul etmek ve bunun üzerinden yol yürümekle yanlış bir yere düştüğü söylendi. “Evrim sürüyor” başlıklı atölyede, bugün evrime ilişkin yapılan birçok tartışmaya değinilerek evrim teorisinin ne olduğuna ilişkin ayrıntılı ve açıklayıcı bir konuşma yapıldı. Ardından son dönemlerde oldukça gündemde olan Harun Yahya tartışmalarına değinildi. Bir takım gerici ideolojilerin de artık evrime ilişkin bilimsel bir dil kullandıklarına değinildi. Bugün üniversitelere kadar girebilmiş olan fosil sergilerinin de bunun bir parçası olduğu vurgulandı. Geçmişten beri okulda bize verilen eğitimin bilimsel olmadığı vurgulanarak atölyeye son verildi. “Vakıf üniversitelerinde öğrenci sorunları” başlıklı atölyede vakıf üniversitelerinde yaşanan birçok soruna değinildi. Vakıf üniversitelerinin tanımının, kar amacı gütmeyen, YÖK’e bağlı mütevelli heyeti tarafından yönetilen eğitim kurumları olarak yapıldığı, fakat bugün YÖK’ün ortaya koyduğu yasal boşluklar nedeniyle ticari işletmelere döndüğü vurgulandı. Buralarda öğrenciye müşteri gözüyle bakıldığı, ulaşımdan yemeğe kadar kat be kat fazla para ödendiği söylendi. Ardından alınan sözlerde vakıf üniversitelerinde yaşanan sorunlarla devlet üniversitelerinde yaşanan sorunların çok farklı olmadığı, ticari eğitim uygulamalarıyla her daim yüzyüze kalındığı söylenerek, vakıf üniversitelerinin başlıca bir sorun olduğuna değinildi. “Ergenekon: Beyaz ölüm, beyaz tülbent” başlıklı atölyede Ergenekon süreci tartışıldı. Burada derin devletin suç listesi anlatıldı ve solun Ergenekon sürecindeki tutumları değerlendirildi. “Yunanisyan: Sen yakmasan, biz yakmasak...” başlıklı oturum Yunanistan’daki görüntülerden oluşan bir sinevizyon ile başladı. Oturumun konuşmacıları, Yunanistan’da Komotini Üniversitesi’nden bir öğrenci ile radikal sol ittifakın üyelerinden Patrikios Patrikounakos’tu. Alexis’in katledilmesi, üniversitedeki işgal ve oradaki hareketin tablosu, ayaklanmanın tüm Yunanistan’a
sıçraması üzerine anlatımlar gerçekleşti. “Özgürlük? Nerede?” başlıklı atölye faşist saldırılar, ziyaretçi yasağı, başörtüsü yasağı üzerinden şekillendi. Faşist-idare işbirliği, soruşturma terörü gibi saldırılar ele alınarak, bunlara karşı mücadele yöntemleri değerlendirildi. “Yerel yönetimler, yurttaşlar ve öğrenciler” atölyesi, rant için değil halk için bütçe vurgusuyla başladı. Kentsel hizmetlerin kamu eliyle yürütülmesi, ucuz ve kaliteli olması gerektiği söylendi. Mahalle meclislerinde kararlar alınması gerektiği belirtildi. “Ders: Direniş, Konu: Emek” oturumda ise Meha, Sinter, Atv-Sabah ve Desa’dan direnişçi, grevci işçi ve emekçiler vardı. Önce işçilerin hepsi söz alarak direniş süreçlerinden bahsettiler. Konuşmalarda daha çok örgütlenme sürecinde yaşanan zorluklar, direniş veya greve başlama sürecinde birlikte karar verme ve harekete geçmenin deneyimleri, grev ve direniş sürecinin gelişimi ve ortak hareket etme, bilinçlenme sürecinde neler getirdiği anlatıldı. Konuşmaların ardından salondan bir arkadaşımız Entes ve Kurtiş işçilerine selam göndererek başladığı konuşmasında Yıldız Teknik Üniversitesi’ndeki direnişten bahsetti. Direnişteki öğrencilerin Genç-Sen’li arkadaşlarımız olduğunu vurgulayarak, bugün direnişteki birçok işçinin bu direnişe destek olmasına rağmen öğrenci gençlik sendikasının bu konuya duyarsız kaldığını ifade etti.
İkinci günkü program Müzikaritmik ve Bandista’nın ezgileriyle sona erdi.
Genç-Sen’de tahammülsüzlüğün son perdesi
İlk gün gerçekleşen ilk panelin ardından, Genç-Sen’e dair özellikle son süreçle ilgili eleştirilerimizi içeren, Genç-Sen’in birçok sürecin dışında kaldığına, ÜSF’nin örgütlenişindeki eksikliklere değinen “Devrimci Genç-Senliler” imzalı bildirilerimizi dağıttık. MYK’dan kişilerin engelleme çabalarına ve MYK’nın bildiri dağıtılmaması yönündeki kararına rağmen bildiri dağıtımını gerçekleştirdik. Bildirinin kendi adımıza ÜSF ve belli süreçlere dair eksiklikleri dile getirmek için tercih edilmiş olduğunu, engelleme tutumunun doğru olmadığını, bu sorunların tartışılmasının zorunlu olduğunu belirttik. Yasakçı tutumlar oturumlar sırasında da zaman zaman kendini gösterdi. Devrimci Genç-Senliler'in yaptığı konuşmaların ardından “tartışmaların dogmatik olduğu” vb. iddialarla müdahalelerde bulunuldu. Devrimci Genç-Senliler
“Umut düşlerimizde gelecek ellerimizde" başlıklı 2. Genç-Sen ÜSF’ye dair...*
Merhaba arkadaşlar, İki gün boyunca ÜSF gerçekleştirilecek. Bu iki günden ziyade biraz öncesine ayna tutmak istiyoruz. Nedir geriye dönüp baktığımızda Genç-Sen'den yansıyanlar? Evet, umudu ilk düşlerimizde yeşertmeliyiz ama umudun olduğu her yerde de olma çabasını göstermeliyiz. Geleceği kuracak ellerimiz diyorsak ortaya emek koyanların yanında olmasını bilmeliyiz. "Demokrasinin müsveddesini değil aslını istiyoruz" diyen Genç-Sen, bugün üniversitelerde anti-demokratik uygulamalarla kapının dışına konulan üniversite öğrencilerinin (ki bunların birçoğu kendi üyesidir) ne kadar yanında olabilmiştir? Düzenlenen ÜSF'de bu sürece dair bir konunun belirlenmemesi, tartışmak sınırında bile olsa bu başlığın ele alınmaması düşündürücüdür. Örneğin YTÜ giriş kapısı önünde 50 gündür bir direniş sürdürülmektedir. İP/TGB-polis-idare işbirliğini, olaylar sonrasında açılan soruşturmaları,“ihtiyadi tedbir” kararıyla özelinde devrimcidemokrat-yurtsever öğrencilerin okula girişlerinin yasaklanmasını ve 5 öğrenciye daha önceki başka etkinliklerden “siyasal faaliyet yürütmek” gerekçesiyle uzaklaştırma cezaları verilmesini protesto eden öğrenciler ara vermeksizin mücadelelerini sürdürmektedirler. Basın açıklamaları, oturma eylemleri ve "alternatif üniversite" kurgularının gerçekleştirildiği bu süreçte birçok kez işçi ve emekçilerin devam eden grev ve direnişleri üniversite önüne taşınmıştır. Bunların yanı sıra direnen öğrenciler ile işçi ve emekçiler ortak bir mücadele platformu da oluşturmuşlardır. Bu süreçte YTÜ dışındaki birçok üniversitede de benzer saldırılar karşımıza çıkmaktadır. Devrimci siyasal faaliyeti boğabilmek adına soruşturma ve cezalarla öğrenciler okullarından uzaklaştırılmakta/atılmakta, onlarca öğrencinin eğitim hakları gaspedilmektedir. Genç-Sen, bir dizi üniversitede yaşanan böylesi süreçlerin tamamen dışında kalmıştır. Bugün öğrencilerin özgürce düşüncelerini ifade etmesinin, örgütlenmesinin önünde temel bir engel olan soruşturmalar/cezalar böylesi yoğun bir şekilde yaşanırken ya da sonuçları böylesi yakıcı bir şekilde hissedilirken, Genç-Sen yerel veya merkezi olarak neden buna dair tek bir söz söylememektedir? Bunu koşullayan çok açıktır ki Genç-Sen'in genel çerçevede gençlik mücadelesinin dışında olmasıdır. Hareketin ihtiyaçları doğrultusunda kitle mücadelesiyle bağ kuran bir kuruluş ve mücadele sürecini tercihen dıştalayan ve ufku bürokratik normlar yığını tüzük tartışmalarını aşamayan bir Genç-Sen bütünü, elbette mücadelenin dışına düşecektir. Genç-Sen'in kendi için asli alan olması gereken üniversite ve liselerde söz-eylem-örgütlenme hakkı önündeki engellerin kaldırılması için etkin bir çaba göstermesi gerekmektedir. Bunu ise bu alanların dışında değil bizzat oralarda, üniversite kampüslerinde ve liselerde söylemesi gerekmektedir. Genç-Sen güncel politik gelişmelerle birlikte soruşturma ve cezalara karşı etkin bir söz söyleyebilmeli ya da söylenen sözlerin birebir parçası olabilmelidir. Özcesi Genç-Sen, yal-
nızca dışarıdan söz söyleyen değil, mücadelenin tam da içerisinde söz söyleyen bir örgütlenme olabilmelidir. Genç-Sen tam da bu yüzden "soruşturma ve ceza alacağı işler" yapabilmelidir. Genç-Sen'in birleşik bir kitle örgütlenmesi olma iddiası ancak böylesi süreçlerle bir gerçeklik kazanacaktır. Bu hayata geçirildiği takdirde kazanan yalnızca Genç-Sen değil bir bütün olarak gençlik hareketi olacaktır.
*** Bu sene de yine ön süreçten yoksun bir ÜSF ile karşı karşıyayız. Birkaç istisnai örneği dışarıda bırakırsak, yerellerden ve yerel çalışmalardan beslenmeyen bir etkinlik gerçekleşmektedir. ÜSF'nin sadece duyurulmasına sıkışan bir çalışma bile yaygın bir şekilde yapılabilmiş değildir. Bugün yalnızca belli başlıkları yan yana getirip atölyeler oluşturmak gençlik hareketinin hiçbir ihtiyacını karşılamayacaktır. Kaldı ki başlıklara baktığımızda gençliğin karşısındaki sorunları ne kadar bütünlüklü kucaklayabildiği de tartışma konusudur. Yerellerden ve öğrenci kitlelerinden kopuk ÜSF tartışması, ne yazık ki yine oldu bittiye getirilmiştir. Genç-Sen üyeleri başta olmak üzere üniversite öğrencilerinin büyük bir kısmına ÜSF'ye dair fikir beyan etme, tartışma, katkı sunma olanakları sağlanmamıştır. Sendika üyeleri dahi ÜSF'nin yapılma kararından işlenecek başlıklarına kadar bir dizi gelişmeden ancak "hazırlıklar" bittikten sonra haberdar edilmiştir. Bunun en temel nedeni, genel tablosuna bakıldığında Genç-Sen'in bugün için üniversitelerde aktif bir şekilde işleyen çalışmalarının olmayışıdır. Bizim de bir davetimiz var! Genç-Sen bir öğrenci gençlik sendikası olduğunu hatırlamalı, soruşturmalarla/cezalarla eğitim hakları engellenen öğrencilerin yanında olabilmelidir. Öğrencileri işçi sınıfının devam eden grev ve direnişleriyle buluşturabilmelidir. Asli alanının üniversite olduğunu unutmamalı ve üniversitelerde yaşanan süreçlerin takipçisi hatta organik bir parçası olmak yönlü çaba harcamalıdır. Bugün üniversite öğrencilerinin sorunlarına dair söylediği söz, yürüttüğü mücadele soruşturma ve cezalarla engelleniyorsa, bu saldırıyı püskürtmek için ve mücadelenin önünü kapayan tüm baskı ve yasaklara karşı sözünü üniversitelere taşımalı, bu saldırılar karşısında eğitim hakları gaspedilen öğrencilere sahip çıkmalıdır!
Birleşik, kitlesel ve devrimci bir Genç-Sen için mücadeleye! Kurtuluş yok tek başına, ya hep beraber ya hiçbirimiz! Yaşasın örgütlü mücadelemiz! Devrimci Genç-Senliler * (Devrimci Genç-Senliler’in ÜSF’de dağıttığı bildiridir...)
13
Ticarileşen eğitim ve yaz okulları...
Geleceğimizi kazanmak için mücadeleyi yükseltelim!
Üniversitelerde paralı eğitim uygulamalarını, yaz okulları, her yıl zamlanan har(a)çlar, zorunlu katkı payları, ders kitabı ücretleri, transkript ve diploma paraları, yemek, barınma ve ulaşım gibi temel haklarımızın ücretli olması vb. olarak sıralayabiliriz. Tüm bunlar neo-liberal eğitim politiklarının birer sonucudur. Bu durumda eğitim ticari bir meta, üniversiteler bu metanın pazarlandığı alanlardan biri ve bizler de müşteri haline gelmekteyiz. Sorunu daha iyi anlayabilmek için, meselenin özüne inebilmek ve bu saldırıların kapitalizmin işleyişinin bir ürünü olduğunu görebilmek gerekmektedir. Neo-liberal dönüşümün dünya çapında en sistematik ve hızlı yaşandığı alanların başında eğitim gelmektedir. Herkes için temel bir hak olması gereken eğitim, artık sadece parası olanın satın alabileceği bir metadır. Dünya Bankası, İMF, DTÖ gibi emperyalist kuruluşların yürüttüğü bu “dönüşüm” projesi, ülkelerin özgün koşulları gözetilerek ve zamana yayılarak uygulanmaktadır. Türkiye’de ‘70’lerin toplumsal muhalefetinin etkisiyle yavaş ilerleyen bu dönüşüm sürecinin önü 12 Eylül askeri faşist darbesiyle açıldı. ‘80 sonrasında özelleştirme ve paralılaştırma saldırıları kesintisiz bir biçimde sürdü. ‘96’da har(a)çlara yapılan on kat zamma karşı öğrenci hareketinin ördüğü mücadele dışında bir muhalefet oluşturulamadı. Üniversitelerde süregiden ticari eğitim uygulamalarının, üniversite-sermaye işbirliğinin taşlarını döşeyen kurum ise YÖK oldu. YÖK bu amaçla 12 Eylül faşist darbesinin hemen ardından kuruldu.
Paralı eğitim ve özelleştirme saldırısı GATS’ın imzacılarından olan Türkiye, eğitimin ticarileşmesi sürecinde özelleştirmelerle oldukça hızlı mesafe katetti. ‘90’ların başında sermayeye vakıf adı altında özel üniversite kurma hakkı tanındı. İlk kurulan özel üniversitelerden biri olan Bilkent’in kurucusu aynı zamanda YÖK eski başkanı İhsan Doğramacı idi. Ardından özel üniversitelerin kurulması için devlet büyük katkılar sağladı. Kemal Gürüz ‘94’te TÜSİAD için hazırladığı raporda “yarı kamusal” eğitimi tanımlamakta ve şöyle demekteydi: “Eğitim yarı kamusal bir hizmet-mal olduğuna göre bu hizmetten yararlananlar hizmetin karşılığını ödemek zorundadır… Yüksek öğretimin yarattığı katma değerin önemli bir kısmının, bu eğitimi gören kişilere döndüğü artık tartışma götürmeyen konular haline gelmiştir. Ve bu nedenden dolayı hiçbir ülkenin yüksek öğretimin en pahalı şeklini ücretsiz olarak her isteyene sunamayacağı giderek daha iyi anlaşılmaktadır.” Gürüz, böylece eğitimi kâr getiren bir meta olarak gördüklerini ve üniversitelerin kapılarının işçi ve emekçi çocuklarına kapatılması gerektiğini net olarak ifade etmiştir. Sermaye uşakları ise her alanda olduğu gibi eğitimde de rekabetçi bir piyasa oluşturulmasını kaçınılmaz görmüştür. YÖK’ü ve eğitimdeki ticari dönüşümleri desteklemiştir. Bugün üniversitelerle ilgili tartışılan yasal dönüşümlerin temel amacı serbest piyasaya açılan eğitimin “adil” olmasını sağlamaktır. “Parasız” eğitim veren devlet ile özel üniversitelerin oluşturduğu piyasayı dengelemek gerektiğini düşünmektedirler! Bunun yolunu da devlet üniversitelerini de ücretli hale getirerek düzlemeye çalışmaktalar. Üniversitelerin piyasalaşma sürecini özetlemek adına yine Kemal Gürüz’ün samimi itiraflarına başvurulabilir: “Üniversiteler aynen bir ticari şirketin sahip olduğu para harcama serbestliklerine sahip olmalıdır. Yüksek öğrenim mutlaka paralı olmalıdır.” Üniversitelerin özelleştirilmesi, eğitimin paralı ve pahalı hale getirilerek işçi ve emekçi çocuklarının bu haktan yoksun bırakılması, öğrenci gençliğin ve öğretim görevlilerinin demokratik haklarının tırpanlanması, eğitimin sermayenin ihtiyaçlarına göre belirlenmesi vb. ticari eğitimin sonuçlarıdır.
Üniversitelerde paralı eğitim seferberliği: Yaz okulları Üniversitelerin sermayenin ihtiyaçları doğrultusunda şekillendirilmesi, beraberinde üniversitelerde bilim, eğitim, kültür adına ne varsa bunların tasfiye edilmesi sonucunu doğurdu. Eğitim müfredatı öğrenciyi sömürülürken susturan, başını kaşımaya vakit bırakmayan bir yoğunlukta ve ağırlıkta yeniden yapılandırıldı. Ezberci ve bilimsellikten uzak eğitim sistemi gençliğe hiçbir şey verememektedir. Örneğin, bazı hazırlık okullarında yıl içinde alınan hiçbir not (vize, sınıf içi başarı notu vb.) sınıf geçmekte etkili değildir, sadece yıl sonunda yapılan final sınavıyla öğrenciler ders geçebilmektedir. Bazı bölümlerdeki bağlı not sistemi, çan eğrisi
14
gibi uygulamalar da eşitsiz eğitim sisteminin öğrencilere faturasıdır. Bu koşullarda üniversite öğrencilerine tek seçenek olarak yaz okulu gösterilmektedir. Yaz okulları bilindiği gibi har(a)çlardan sonra üniversiteler için en büyük rant kaynağıdır. Öğrencilerin yaz okuluna kalması için gereken tüm şartlar fazlasıyla mevcuttur. Öğrencinin bir yıl boyunca anlayamadığı, başarılı olamadığı derslerin öğrencilere iki aylık bir süre içerisinde verilmesi ile sınıf geçebilmenin önünde bir engel kalmamaktadır. Öğrenciler yaz okulu süresince sadece okul için ödediği yüksek ücretlerle değil yaşamsal ihtiyaçları için de harcama yapmak zorundadır. Kanımızı emen bu sistemin bir diğer saldırısı ise, yaz okullarında ikinci öğretim öğrencilerinden, örgün öğretim öğrencileriyle aynı dersi aynı sürede almalarına rağmen iki kat daha fazla ücret alınmasıdır. Bu apaçık bir tüccar mantığıyla öğrenciyi soymak demektir! Yaz okulu uygulaması da neo-liberal politikaların sonucu olarak paralı eğitimin bir uygulamasıdır. Burjuvazi kendi çıkar ve ihtiyaçları doğrultusunda eğitim sistemini ve üniversiteleri şekillendirmektedir. Yaz okulu, har(a)çlar, burs-kredi tefeciliği, vb. ticari eğitim uygulamaları sermayenin eğitim sektöründeki saldırılarıdır. Bizler bugün paralı eğitim uygulamalarıyla üniversitelerin işçi ve emekçi çocuklarına kapatılması gerçeğiyle karşı karşıyayız. Yani bu sorun tek başına öğrenci gençliği değil, tüm işçi ve emekçileri ilgilendirmektedir. Çözümüne de ancak parasız, bilimsel, eşit eğitim talebini yükselterek sağlayabiliriz.
Nasıl bir eğitim istemeliyiz? İşçi ve emekçi çocukları olarak neo-liberal politikalara tüm sonuçları ile birlikte son verilmesini istemeliyiz. Üniversitelerin emperyalist ve kapitalist kurumlarla olan işbirliğine son verilmesini, eğitimin herkese, her düzeyde, eşit, parasız ve bilimsel hale getirilmesini talep etmeliyiz. Paralı eğitim saldırısına karşı bütünlüklü bir mücadele ancak ticarileşen eğitim sürecinin bir bütün olarak kavranmasıyla yürütülebilir. Zira bugün üniversitelerde yaşanan kaba anlamıyla bir paralılaşma süreci değildir. Temel ihtiyaçlarımızın paralı hale gelmesinin yanısıra, eğitimin anti-bilimsel olması ve sermayenin ihtiyaçları doğrultusunda şekillenmesi gibi ideolojik sonuçlarını da görebilmeliyiz. Yani çok daha kapsamlı olarak bir saldırı sürecinden bahsedebiliriz. Bu sürecin ideolojik dayanaklarına, uluslararası boyutuna, çok yönlü sonuçlarına karşı birleşik bir mücadele bu açıdan önem taşımaktadır.
Sosyalizmde eğitim sistemi nasıl olacaktır? Komünist işçi partisinin programında eğitim şu şekilde tanımlanmaktadır: “Proletaryanın devrimci iktidarı altında eğitim, emekçileri özgürleştirmeye, sosyalizmin inşasına etkin biçimde yöneltmeye ve sınıfların ortadan kaldırılmasına hizmet eder. Materyalist dünya görüşüne, komünizmin ilke ve değerlerine dayalı, bilimsel, demokratik ve laik bir eğitim politikası izlenir. Eğitim her düzeyde parasızdır. Tüm eğitim araç ve gereçleri kamu fonlarından karşılanır. 17 yaşına kadar zorunlu genel ve politeknik eğitim. Eğitim üretici çalışma ile birleştirilir. Çocukları okul hayatına hazırlayıcı bir kurumlar şebekesi (kreşler, çocuk bakım ve eğitim yuvaları vb.) oluşturulur. Tüm işçilerin, kent ve kır emekçilerinin yararlanabileceği yaygın bir okul dışı eğitim-öğretim kurumları şebekesi (kütüphaneler, halk evleri, okuma odaları, emekçi üniversiteleri, meslek okulları, kurslar, konferanslar, tiyatro ve sinemalar vb.) örgütlenir.” Eğitim olanakları elinden alınan ve eğitim görse de işsizlikten başka bir geleceği olmayan gençliğin sosyalizm için mücadele etmek dışında bır kurtuluş yolu yoktur.
15
Özgürlük ve gelecek için sosyalizm!
Kapitalizm geleceksizlik demektir...
ÖSS’ye bir ay kadar bir zaman kaldı. Önümüzdeki günlerde gündemlerden biri ÖSS olacaktır. Sınav haftasında beslenmemize nasıl dikkat etmemiz, uyku düzenimizi nasıl ayarlamamız gerektiği vb. bir dizi konu ekranlardan liselilere, ailelere anlatılacak, “başarı” için dikkat edilmesi gereken kriterler sıralanacaktır. Çünkü bütün eğitim hayatımız bu sınav üzerinden şekillenmiştir. İlköğretimden liseye bu sınava endeksli bir yaşam sürdük. 12 yıl boyunca üç saatlik bir sınav için hazırlık yaptık. ÖSS gelecek kapılarını açan anahtar olarak sunuldu bizlere. Geleceğimizi şekillendirecek yegane olanak! Peki, ÖSS’yi kazandığımızı varsayalım. Bize gelecek olarak sunulan nedir? Bu sistem, kapitalizm bize nasıl bir gelecek sunabilir?
Kapitalizm yalanlarla, sahte umutlarla çaresizliğini perdeleyebilmek derdinde!
Ailelerimiz ya da bizler hep kendimize dair bir şeyleri erteleyerek yarını yaratmak derdindeyiz. ÖSS’yi kazanmayı geleceğimizi “inşa” edebilmek için bir adım olarak gördüğümüz için, bizler bu adımı atabilmek için hep bugünümüzü feda ettik. Bizler saatlerce test kitaplarının başında soruları çözmeye çalışırken, hayat yanıbaşımızdan akıp geçti. Belki matematikte başarılı olabildik ama bu zaman zarfında hangi yönlerimizi geliştirebildik? Kendimiz adına iyi bir gelecekten kastımız tek başına iyi bir iş sahibi olmak değilse, kişiliğimizi, karakterimizi ya da sağlığımızı geliştirebilmek için ne yaptık? Örneğin kişisel gelişimimiz için ne okuyabildik, toplumsal olayları anlayabilmek, bize söylenenleri sorgulamak için ne yaptık? Bu sistem bize bunu hep dayatacak. Biz geleceğimizi güvence altına almak adına uğraş verirken, bugünümüzü çalacak ve hayal ettiğimiz geleceğe hiç kavuşamayacağız. Nasıl ki bugün test kitaplarına gömülü bir şekilde hayalini kurduklarımız için üniversiteyi bekliyorsak, üniversitede de dersleri verebilmek için bugünkünden farklı bir yoğunluk içinde olmayacağız. Ya da üniversiteyi bitirdikten sonra evrakların arasında kaybolup, uzun iş saatlerine ek olarak iş yetiştirme telaşıyla günlerimizi tüketeceğiz. Yarını yaratabilmek için, bugünlerimizi feda edeceğiz. Asla bizim olmayacak yarınlar için!..
Kapitalizm yalnızlaştırır, mutsuzluk üretir!
Bize dayatılan gelecek planları iyi bir iş, bir aile, ev, belki bir arabadan oluşan bir tablodan ibarettir. Peki, bunlara ulaşmak nasıl mümkün olmaktadır? Çok çalışmak, saatlerce çalışmak, para biriktirmek, hep bir köşeye koymaya çalışmak... Uzun çalışma saatleri boyunca çocuğunu görememek, onunla ilgilenememek anne ve babalarımızdan gayet tanıdık gelmiyor mu? Haftasonları dahi mesaiye kalan, eline geçen üç-beş kuruşu bir kenara koyarak birikim yapmaya çalışan anne ve babalarımız... Eve gelip, iki çift söz edip, yemek yiyip, yatıp uyuyan anne ve babalarımız... Hayattan, yaşananlardan bir haber olanlar... Sonra? Krizin bizleri vurması, ödenemeyen borçlar, hayat
16
boyu çalışarak biriktirdiklerinin heba olması ve hatta intihar... Kriz nedeniyle intihar edenlerin sayısı her geçen gün artmaktadır. İyi bir iş bulabilsek bile, bu bize bu şartlarda mutlu bir gelecek verebilecek mi?
Kapitalizm işsizlik üretiyor, kriz işsizliği derinleştiriyor!
Kapitalizm krizi bir kez daha en açık bir biçimde bu sitemin hiçbir biçimde gelecek sunamayacağını göstermiştir. İşsizlik tüm işkollarını tehdit etmektedir. Kapitalizmin vahşi yasalarının işlediği piyasada, artık öncesinde mesleğinin ne kadar prestijli olduğunun bir önemi yoktur. İster mühendis olsun ister tekniker, her türden meslek sahipleri ile işçi ve emekçiler işten çıkarılma tehlikesi ile yüzyüzedir. İşten çıkarılma korkusu ise sermayedarların çalışma koşullarını daha da ağırlaştırmasını, sömrüyü katmerleştirmesini kolaylaştırmaktadır. Kölece, güvencesiz çalışma koşulları kapitalizmin krizi ile birlikte daha kolay ve pervasız bir biçimde uygulanmaktadır. Türkiye İstatistik Kurumu’nun (TÜİK) verileri, artan işsizliği, bize sunulan “gelecek” yalanlarını belgelemektedir. TÜİK’in Ocak, Şubat, Mart 2009 aylarını içeren araştırmasında işsiz sayısının 3,8 milyonu aştığı, işsizlik oranının ise 2009 yılının Şubat ayı itibariyle %16,1’e çıkarak geçen yıl aynı döneminde yüzde 11,9, bu yılın Ocak ayında ise yüzde 15,5 olan oranı aştığı görülmektedir. Genç nüfus içindeki işsizlik oranı ise yüzde 28,6’dir. Kentsel yerlerde işsizlik oranı 4.7 puanlık artışla yüzde 18.1’e yükselmişir. Bunların resmi rakamlar olduğunu, gerçek rakamın bunun çok çok üstünde olduğunu belirtelim. Bu koşullarda ÖSS eşiğini atlayıp, üniversite öğrenimi görebilmenin anlamı nedir? İşsiz kalacağımız gerçeğini dört yıl boyunca ertelemek mi? Yıllardır bize kurtuluş gibi sunulan üniversite mezunu olabilmenin anlamı nedir? Çok açık ki yarın elimize alacağımız üniversite diploması bize hiçbir kapıyı açmayacaktır! Diplomalı işsizler kervanına katılmanın dışında... En temel işleyiş yasası “kar, daha çok kar” olan kapitalizm geleceğimizi öğütmeden varlığını sürdüremez. Gerek sosyal anlamda insani ihtiyaçlarımızı karşıyamamamız üzerinden olsun, gerekse de bizi mahkum ettiği çalışma koşulları ve işsizlikle olsun, bize dayatılan kelimenin tam manasıyla geleceksizliktir. Ve sistem bu çözümsüzlüğünü perdeleyebilmek için karşımıza aşmamızı salık verdiği çeşitli eşikler çıkarmaktadır. Hayatımız bu eşikleri aşabilmek için çalışmakla tükenirken, çeşitli nedenlerle “başaramadığımız” durumlarda kabahati kendimizde ararız. İşte ÖSS de liseli gençliğin karşısına çıkarılmış eşiklerden bir tanesidir.
Kapitalizm gençliğin gelecek sorununa yanıt üretmez! Özgürlük ve gelecek için sosyalizm!
Kapitalist sistem içerisinde gençliğin gelecek sorunu çözümsüz kalmaya mahkumdur. Bu çözümsüzlük nedeniyle egemenler sahte hayaller üretmek zorundadırlar. Bu nedenle bugün egemenlerin ÖSS üzerinden belleklerimize yerleşmiş olan hayalleri taze tutmaktan başka bir yolu yoktur. Oysa artık bu yalanların iflas ettiği, kapitalizmin geleceksizlikten başka bir şey üretmediği krizle beraber tüm çıplaklığıyla ortaya çıkmıştır. Gelecek sorunumuzun tek çözümü mücadelede, devrimde, sosyalizmdedir. Bugün geleceğimizi kucaklamanın yolu kapitalist düzene karşı mücadeleden geçmektedir. İnsanlığın kurtuluş umudu için, sosyalizm için savaşmaktan geçmektedir. Kapitalizmin bireyselleşmiş kurtuluş düşlerine karşı geleceğin mücadele ile kazanılabileceği bilinciyle hareket etmeliyiz. Kölece çalışan işçi sınıfı ve emekçilerin, açlık ve sefaletle boğuşan yoksulların, emperyalist savaşlarda ülkeleri işgal edilen, katledilen ve sömürülen halkların gelecek özlemlerinin yanıtı yalnızca sosyalizmdedir. Liseli gençliğin kapitalist barbarlık düzenine karşı mücadele etmekten başka hiçbir yolu yoktur!
(Liseli Gençlik’in Mayıs-Haziran ‘09 tarihli son sayısından alınmıştır...)
YTÜ’deki direniş sürecinin deneyimleri...
Mücadelemizi kararlılıkla sürdürmeye devam edeceğiz!
Nisan ayı başında YTÜ’de İP/TGB-polis işbirliğinde gerçekleşen provokasyon ve saldırı sürecinden sonra, idarenin devreye girmesiyle açılan soruşturmalara eklenen “ihtiyati tedbir” uygulaması ile kapı önündeki direniş süreci fiilen başlamış oldu. YTÜ’de saldırı sürecinden hemen sonra idarenin devrimci, demokrat, yurtsever öğrencilere yönelik başlattığı soruşturma saldırısı ve soruşturmaların sonuçlanmasını beklemeden “ihtiyati tedbir” kararı ile öğrencilerin okula girişlerinin engellenmesinin, bu alanda devrimci siyasal faaliyetin bitirilmesine yönelik olduğu açıktır. Bu noktada soruşturmalara ve cezalara karşı YTÜ’de yaşanan süreç değerlendirildiğinde, öncelikle mücadelenin bütünlüklü olarak örülmesinin önemini vurgulamak gerekmektedir. YTÜ’de yaşanan saldırılar sonrasında idarenin soruşturma saldırısına eklediği “ihtiyati tedbir” kararıyla başlayan süreçte bu kararının kalkması, YTÜ’de yaşanan süreç açısından bir kırılma noktası olmuştur. “Bugün genel planda ve yerelde, soruşturma saldırısına karşı yürütülecek mücadelede atlanılmaması gereken en önemli konulardan biri saldırıların siyasal ve iktisadi arka planından koparılmadan ele alınması zorunluluğudur. Bu somut gerçeğin üzerinden atlandığı takdirde çizilen hat kuru bir demokrasi isteminin dışına çıkamayacaktır. Mücadelenin yalnızca bir ayağını oluşturan hukuk mücadelesi merkeze konulduğu koşullarda da benzer bir tablo ortaya çıkacaktır.” (Soruşturma karşıtı mücadele güncel saldırılarla bağı içinde ele alınmalı, Kızıl Bayrak, sayı:2006/41 (41)) YTÜ’de de sürecin başlangıcında mücadelenin bütünlüklü olarak örülmesi noktasında siyasal özneler tarafından sınırlı da olsa bir çaba söz konusudur. “İhtiyati tedbir” uygulamasının başlamasının hemen sonrasında yapılan tartışmalarda, Tonoz gazetesi dışındaki diğer siyasal özneler, hukuksal süreç dışında yapılacak çalışmaların örgütlenmesine katılmayacaklarını ifade etmişlerdi. Bu noktadan sonra yapılan tartışmalarda, okul içerisi ve kapı önü ayrımının bizim yarattığımız bir ayrım olmadığı ve bunun ortak çalışmanın örülmesinde bir engel olarak algılanmaması gerektiği vurgusu Ekim Gençliği tarafından sıkça yapılmıştır. İhtiyati tedbir kararıyla okula alınmayan Ekim Gençliği’nden ve Tonoz gazetesinden toplam sekiz öğrenci düzenli olarak her gün kapı önünde bulunarak bildiriler, pankartlar ve duvar gazeteleri ile yaşanılan süreci öğrencilerle, akademisyenlerle paylaşmaya çalışmışlardır. Ayrıca bu süreçte YTÜ ana giriş kapısı önünde basın açıklaması, oturma eylemi, alternatif üniversite gibi eylemlilik süreçleri de örgütlenmiştir. Ancak yapılan çalışmalar büyük oranda YTÜ ana giriş kapısı önüyle sınırlı kalmış, içeriye girme şansı bulunan siyasal özneler pratik bir faaliyet yürütmekten ısrarla sakınmışlardır. Kurgulanan bu ortak eylemlilik sürecinin özellikle okul içerisi ve kapı önünün koordinasyonlu bir şekilde örgütlenmesi yönünde sıkıntılar yaşanmıştır. Okul içerisinde oldukça sınırlı olarak, yapılan eylemlere çağrı amaçlı el ilanı, yaka kartı ve bildiri dağıtımı gerçekleştirilmiştir.
Soruşturmaların cezaya çevrilmesi ve baskılar karşısında gerici tutumu
“İhtiyati tedbir” kararına karşı başlatılan hukuksal süreçte elde edilen kazanımlarla birlikte bu uygulamasının kalkması sonrası YTÜ’deki tablo da değişmiştir. Tam bu süreçte idare tarafından, Mart ayında gerçekleşmiş olan “Üniversitemizde savaş sanayi istemiyoruz!” başlıklı etkinlik gerekçe gösterilerek dört Ekim Gençliği okuruna birer ay ve “Yerel seçimler, kapitalizmin krizi ve geleceksizlik” başlıklı etkinlik gerekçe gösterilerek beş Ekim Gençliği okuruna yine birer ay daha uzaklaştırma cezası verilmiştir. Oluşan bu yeni durumun ardından Tonoz gazetesine içeride ve kapı önünde eş zamanlı olarak ortak çalışmanın devam ettirilmesi önerilmiştir. Ancak Tonoz gazetesi, okul kapanana kadar bir gerginlik yaşamak istemediklerini ifade ederek, ortak çalışmanın bir parçası olmayacağını belirtmiştir. Bu tabloyla birlikte okulda yapılan tek siyasi etkinlik Ekim Gençliği’nin omuzladığı kapı önünde yürütülen çalışmalarla sınırlanmış durumdadır. İP/TGB saldırısıyla başlayan bu süreç YTÜ’de gençlik hareketinin geldiği noktayı net bir şekilde ortaya koymaktadır. Birleşik bir gençlik hareketinin geliştirilmesi için gerekli tüm olanaklar ve zorunluluklar ortadayken, siyasal gençlik gruplarının aldıkları tutum, tam da düzenin baskı
aygıtlarının istediği gibi sindirilmişlikle birlikte bir vurdumduymazlık boyutundadır. Bu süreçte Ekim Gençliği, geç-
miş değerlendirmelerimizde de sıkça vurgulanan,“gerektiğinde tek başına yürüme iradesi gösteremeyenlerin başkalarını arkalarından sürükleme şansı yoktur” anlayışıyla hareket etmiştir. Süreç boyunca yapılan her çalışmada birleşik hareket etme çabası ortaya konulmuştur. Ancak özellikle uzaklaştırma cezalarının verilmesi ile başlayan süreçten sonra “tek başına yürüme” iradesi gösterilmiştir.
“Direnişteki YTÜ Öğrencileri” ve “Direnişteyiz Platformu”
YTÜ’de tüm baskılara rağmen “tek başına yürüme” iradesinin gösterilmesi ile birlikte soruşturmalara, cezalara karşı örülen süreç son dönemde üniversitelerde gençlik hareketi açısından oldukça önemli ve anlamlı bir deneyim bırakmıştır. Kapı önünde yaşanan süreç, uzaklaştırma cezalarının verilmesi ile, tıpkı fabrikalarda, işyerlerinde olduğu gibi bir “direniş”e evriltilmiştir. Uzaklaştırma cezalarından birine gerekçe gösterilen “Yerel seçimler, kapitalizmin krizi ve geleceksizlik” başlıklı etkinlik tartışılarak, hem direnişteki işçilerin bir araya geldiği hem de öğrencilerin onlarla buluştuğu platformların yaratılması hedeflenmiştir. Bundan sonra “alternatif üniversite” kurgusunda yapılan pek çok etkinlikte de bu buluşmalar sağlanmıştır. Bu buluşmalarda pekçok yerde süren grev ve direnişlerin birleştirilmesi gerektiği tartışılmıştır. İşçi ve emekçileri bugün işlerinden eden, haklarını ellerinden alan sömürücü sermaye düzeninin, üniversitelerde de benzer baskılar uygulayarak, düşünen, sorgulayan, “Eşit, parasız, bilimsel, anadilde eğitim istiyoruz!”, “Savaşa değil eğitime bütçe!”, “Diplomalı işsiz olmayacağız!”, “Kurtuluş yok tek başına, ya hep beraber ya hiçbirimiz!”, “Yaşasın halkların kardeşliği!” gibi şiarları yükselten öğrencileri kapı önüne koyduğu vurgulanmıştır. Düzene karşı verilecek mücadelenin işçiler, emekçiler ve öğrenciler açısından ayrı olmadığı, mücadelenin ortak olması gerektiği vurgusu yapılmış, bu çerçevede şu an süregelen “Direnişteyiz Platformu”nun temelleri atılmıştır. Bu tartışmalarla şekillenen “Direnişteyiz Platformu”na direnişteki YTÜ öğrencileri de dahil olmuşlar, bütün süreçlerinde aktif olarak yer almışlardır.
YTÜ’de bundan sonraki sürece dair
Biz üniversitemizde yaşanan tüm baskılara, saldırılara karşı mücadelemizi kararlılıkla sürdürmeye devam edeceğiz. Üniversitemizde gençlik hareketine hakim olan korku ve yılgınlığa rağmen düzene karşı işçilerin, emekçilerin, öğrencilerin sesini yükseltmeye devam edeceğiz.
17
Soruşturma saldırısına karşı mücadele hattımız
Kapitalizmin derinleşen krizi ile beraber hayatın her alanında fatura işçi ve emekçilere ödetilmek istenmektedir. Bu kimi zaman ücret ve hak gaspları ile olmakta, kimi zaman da bir dizi baskı ve zor uygulaması ile emekçilerin kapitalist barbarlığa karşı yükselecek sesi boğulmaya çalışılmaktadır.
ticarileşmenin gerçekleştirilmediği neredeyse hiçbir başlık kalmamıştır.
Baskı ve zorun üniversitelerdeki adı: “Soruşturma terörü”!
Sermayenin artan saldırılarına karşı mücadeleyi örmeye çalışanlar ise soruşturma terörü ile yüzyüze kalmaktadırlar. İçinde bulunduğumuz süreçte soruşturma terörü yeniden birçok üniversitede devreye sokulmuştur. Saldırı öncelikle devrimci siyasal faaliyeti etkisizleştirmeyi hedeflemekle birlikte düzenin toplam saldırılarının bir parçası olarak uygulanmaktadır. Bu saldırıya karşı doğru bir mücadele ekseninin ortaya konulması önem taşmaktadır. Üniversitelerde muhalef güçlere yönelik baskılar bütünlüklü bir biçimde işletilmektedir. Sayısı ve yetkisi sürekli artan ÖGB’ler, kampüslerin her köşesini saran güvenlik kameraları, etrafta cirit atan sivil polisler ve öğrenci disiplin yönetmeliği… Gerektiğinde öğrencilerin üzerine salınan kolluk güçleri ile faşist ya da ulusalcı çeteler de tablonun bir yanını oluşturmaktadır. Tüm bunlarla üniversitelerde “FTipi” koşullar yaratılmaktadır. Düzenin saldırıları karşısında atılan her adımda öğrencilerin karşısına polis-idare işbirliğinde soruşturma ve ceza uygulaması çıkartılmaktadır. Aslında büyük bir telaş içerisinde olan egemenler, toplumun tümüne dönük sistematik bir saldırı yürütürken, üniversitelere düşen de soruşturmalar ve cezalar olmaktadır. Saldırı devrimci-demokrat öznelere yönelmiş olsa da, bu yolla üniversite gençliğinin tümü yıldırılmak istenmektedir. Gelinen noktada ifade özgürlüğünün temel araçlarından olan bildiri dağıtmak, afiş asmak, etkinlikler düzenlemek küstahça “izin”lere bağlanarak yasaklanmakta, her eylem soruşturma konusu olmaktadır. Böylece hem gençliği yıldırmayı hem de daralan muhalefeti iyice kitlelerden soyutlamayı hedeflemektedirler.
Soruşturma saldırılarına karşı örülecek mücadele
Üniversitelerde de sermayenin ihtiyaçları doğrultusunda neo-liberal saldırı politikaları hayata geçirilmektedir. “Bilim” üretmek adına sermayenin çıkarları doğrultusunda teknoparklar kurulmakta, üniversite-sermaye işbirliği geliştirilmekte, ders içerikleri piyasanın ihtiyaçları doğrultusunda yeniden düzenlenmekte, böylece bir dizi saldırı adım adım hayata geçirilmektedir. Bunların yanı sıra eğitimin bir dizi alanı özelleştirilmektedir. Ulaşımdan barınmaya, yemekhaneden başka bir dizi temel hakka,
18
Soruşturma saldırılarına karşı örülecek mücadelede, soruşturmaları koşullayan iktisadisiyasi arka plan net bir biçimde tanımlanabilmelidir. Egemenleri baskı aygıtlarını kullanmaya mecbur bırakan somut durum ortaya konularak, sürecin salt hukuksal sınırlarda ele alınamayacağı gösterilmelidir. Saldırıların devrimci güçler üzerinden asıl olarak gençliğe, onun taleplerine yönelik olduğu anlatılabilmelidir. Üniversitelerde yürütülen neo-liberal saldırı politikalar kapsamında yaşanan paralılaştırma ve geleceksizlik saldırıları bu çerçevede vurgulanması gereken önemli noktalardır. Soruşturma ve cezaların aslında geniş gençlik kesimlerinin sorunlarını dile getirmekten ve bu sorunlara çözüm arayışlarının çağrıcısı olmaktan kaynaklandığı döne döne anlatılmalıdır. Özcesi, soruşturma karşıtı mücadelede ile gençliğin talepleri içiçe geçirilebilmelidir. Çalışma, sadece kapı önüne konulan, soruşturma ve cezaların muhatabı güçlere sıkışmamalıdır. Aji-
tasyon-propaganda sadece soruşturmalar üzerinden yürütülmemeli, gençliğin genel ve yerel sorunları ile birlikte işlenmelidir.
Düzenin icazet sınırlarını aşmak
Üniversitelerde bir yandan üst arama, kimlik kontrolü gibi “denetimler” sıklaşırken, diğer yandan bu baskı ve terör ortamı kitlenin gözünde meşrulaştırılmaya çalışılmaktadır. Düzenin çizdiği sınırlar, geleceği onu aşmaktan geçen kitlelere kanıksatılmak istenmektedir. Genel kitlede sesini yükseltme, sorgulama yönlü bir çekince oluşturan bu durum, siyasal özne olma iddiasındaki öğeler üzerinde de etkili olabilmekte, “soruşturma almamak”, “gözaltına alınmamak” veya “izinli etkinlikler yapmak” gibi öncelikler, “kitlenin gözünde marjinalleşmemek” gibi “kaygılar” ile bir araya gelince, muhalif güçlerin etki alanı yok olma noktasına kadar daralabilmektedir. Bu noktada devrimci politika-pratik üretebilmek, düzenin çizdiği bu icazet sınırını aşmak hayati bir önem taşımaktadır. Bu sınırlar aşılmadan saldırıları püskürtmede bir adım bile atılamayacağı yeterince açıktır. Gençlik kitlelerine, düzenin “suç” saydığı eylemlerin son derece meşru olduğu, gençliğin taleplerini kazanmasının yolunun buradan geçtiği etkili bir biçimde anlatılmalıdr.
Üniversite yönetimlerinin yalıtma çabaları boşa düşürülmelidir
Soruşturmaların cezayadönüştürülmesiyle, kitleler ile devrimcilerin bir araya gelmesi engellenmektedir. YTÜ örneğinde, okullarına alınmayan devrimci öğrencilerin ortaya koyduğu direniş kararlılığı, bu saldırıya karşı durmak konusunda önemli bir örnek oluşturmaktadır. İçeriye polisin yerleşmesiyle yönetim siyaset yasağını hayata geçirmeye çalışırken, okullarına alınmayan öğrenciler kapı önünde başlattıkları direnişleriyle siyasal faaliyetlerine devam etmişlerdir. Kapı önüne konmalarına neden olan düşünce ve eylemlerini kapının önüne taşıyarak, son
derece anlamlı bir pratik sergilemişlerdir. Polisin okula yerleşmesiyle başlayan süreçte üniversitede siyasal faaliyet adına tek çaba da onlar tarafından ortaya konulmuştur.
Gerektiğinde tek başına yürüme iradesi!
Gençlik hareketinin geliştirilebilmesinde birleşik bir mücadelenin önemi yeterince açıktır ve döne dönü üzerinde durduğumuz bir sorundur. Gençlik hareketinin ilerici-devrimci unsurlarını kucaklayan bir birleşik mücadele içinden geçtiğimiz dönemde çok daha yakıcı bir ihtiyaç olmayı sürdürmektedir. Ancak bir dizi siyasal gençlik örgütlenmesinin hareketin ihtiyaçlarını kavramaktan uzak tutumlarından kaynaklı bunun gerçekleşmediği durumlarda, tek başına yürüme iradesinin gösterilmesi gerektiği de yeterince açıktır. Birleşik mücadele çabasının karşılık üretemediği koşullarda tek başına harekete geçmek, devrimcilik iddası taşıyanların tutması gereken yoldur. Bu elbette birleşik mücadeleyi örgütleme çabasının sürdürülmeyeceği anlamına gelmemektedir. Kararlılıkla tek başına yürüme iradesi sergileyenler, zayıflık taşıyanları da peşlerinden sürüklemeyi başarabilirler.
Çizilen eksende mücadeleyi sürdüreceğiz!
Sonuç olarak, soruşturma saldırısı tek başına bir gündem olarak ele alındığında, yalnızca ileri-devrimci güçlerin sorunu olarak kalacaktır. Bu nedenle, soruşturma ve ceza terörünün gençlik kitlelerin yüzyüze oldukları sorunlar ile bağı başarılı bir biçimde kurulabilmelidir. Bu eksende yürütülecek mücadele kararlılıkla sürdürülecektir. Bundan sonraki süreçte de gençlik izinsiz afiş asıp bildiri dağıtarak, etkinlik örgütleyip etkinliklere katılarak, kısacası siyasal faaliyetini tavizsizce yürütüp geleceğine sahip çıkarak “suç” işlemeye devam edecektir.
Sonuç olarak, soruşturma saldırısı tek başına bir gündem olarak ele alındığında, yalnızca ileri-devrimci güçlerin sorunu olarak kalacaktır. Bu nedenle, soruşturma ve ceza terörünün gençlik kitlelerin yüzyüze oldukları sorunlar ile bağı başarılı bir biçimde kurulabilmelidir. Bu eksende yürütülecek mücadele kararlılıkla sürdürülecektir. Bundan sonraki süreçte de gençlik izinsiz afiş asıp bildiri dağıtarak, etkinlik örgütleyip etkinliklere katılarak, kısacası siyasal faaliyetini tavizsizce yürütüp geleceğine sahip çıkarak “suç” işlemeye devam edecektir.
19
Gençlik hareketinde uzun yıllardır aşılamayan bir dağınıklık ve gelinen yerde bir yılgınlık söz konusu. Bu kuşkusuz sınıf ve kitle hareketinin durumu ile doğrudan ilişkilidir. Ancak bunun yanı sıra, hareket içerisindeki öznelerin soruna dair etkin bir çabadan yoksun, günü kurtarmaya dönük müdahaleleri de bunda önemli bir rol oynamaktadır. Yaşanan durgunluk hiç de sermaye düzeninin gençlik sorununu çözmesinden ya da mücadele açısından Gençlik hareketinde uzun yıllardır aşılamayan bir dağınıklık ve gelinen yerde bir yılgınlık söz konusu. Bu kuşkusuz sınıf ve kitle hareketinin bu alana dair olanakların tükendurumu ile doğrudan ilişkilidir. Ancak bunun yanı sıra, hareket içerisindeki öznelerin soruna dair etkin bir çabadan yoksun, günü kurtarmaya mesinden kaynaklı değildir. Terdönük müdahaleleri de bunda önemli bir rol oynamaktadır. Yaşanan durgunluk hiç de sermaye düzeninin gençlik sorununu sine, sorun giderek daha da çözmesinden ya da mücadele açısından bu alana dair olanakların tükenmesinden kaynaklı değildir. Tersine, sorun giderek daha da yakıcılaşmakta, yakıcılaşmakta, çelişkiler gün çelişkiler gün geçtikçe belirginleşmektedir. Gençlik hareketine doğru bir müdahale için, geçmiş mücadele sürecinin muhasebesinin yapılarak zaaf alanlarının tespit edilebilmesi ve önümüzdeki geçtikçe belirginleşmektedir. döneme yönelik hedeflerin genel çerçevede de olsa tanımlanabilmesi gerekmektedir. Gençlik hareketine doğru Siyasal gençlik gruplarının apolitizmi bir müdahale için, geçmiş Siyasal gençlik gruplarına yönelik apolitizm tanımlaması, bulundukları alanın mücadele sürecinin muhasorunlarına dönük ilgisizliği, iddiasızlığı ve politikasızlığı anlatmaktadır. Hareket içerisindeki özneler, reformistinden küçük-burjuva devrimci-demokrat akımına kadar, sebesinin yapılarak zaaf gençlik alanına dair politika üretme kaygısından oldukça uzaktırlar. Gençlik hareketinin ihtiyaç duyduğu etkin bir politik-pratik müdahalenin yetersizalanlarının tespit edilebilliği, bugün yaşanan tıkanıklığı önemli nedenlerinden biridir. Birleşik bir mücadele ihtiyacının kavranamayışı ise tabloyu daha da vahim hale getirmektedir. Bunlar önemli sorun mesi ve önümüzdeki alanları durumundadır. döneme yönelik Gençlik mücadelesinin bazı temel gündemleri hedeflerin genel çerKapitalist sistemin krizi, ticarileşen eğitim, işsizlik-geleceksizlik, düzen içi çatışma, emperyalist-siyonist işgaller, yerel seçimler, faşist-şovenist saldırganlık, soruşturmalar-cezalar ve anti-demokratik uygulamalar gibi başlıklar geçtiğimiz dönem gençlik mücadelesinin öne çıkan çevede de olsa gündemleri olmuşlardır. Bu gündemleri etkili ve ısrarlı bir kitle çalışması çerçevesinde işleyen genç komünistler, tanımlanabilmesi dönem başında “Geçit yok!” kampanyasını örgütlemişlerdir. Ortaya çıkardığı bir dizi olumlu sonucun yanı sıra zaaf alanlarımızla ve eksikliklerimizle yüzleşme imkanının da yakalandığı bu sürecin gerekmektedir. ardından, ikinci dönem de benzer eksende çalışmalar yürütülmüştür.
Gençlik
ve dö
Gençlik hareketi açısından geçtiğimiz dönemin bazı temel gündemlerini ve bunları ele alış yöntemini genel çerçevede bir kez daha değerlendirmek önümüzdeki süreç açısından yararlı olacaktır.
Devrimci müdahale yönteminin önemi
20
Ticarileşen eğitim yıllardır gençliğin temel gündemlerinden biri durumundadır ve sorun genel söylemlerle ele alınamayacak kadar önemlidir. Öne çıkan bir dizi başlık etkin bir müdahaleye konu edilebilmeli ve “Eşit, parasız, bilimsel, anadilde eğitim” gibi başlıklarla birlikte ele alınabilmelidir. Sistemin derinleşen krizi bu alandaki saldırıları daha da boyutlandırarak karşımıza çıkartmaktadır. Ulaşım zamlarından barınmaya değin uzanan geniş yelpazedeki sorunlar önümüzdeki dönemin de temel başlıkları olacaklardır. Bu sorunlara devrimci bir müdahale büyük bir önem taşımaktadır.. Örneğin, Genç-Sen’in “Krizdeyiz, yarısını öderiz” gibi bir üst başlıkla ve“Ulaşımda yarısını ödüyoruz" talebiyle başlattığı kampanya, reformist müdahale yönteminin çarpıklığını bir kez daha gözler önüne sermiştir: “Genç-Sen hiçbir kısmi talebi kendi içinde mutlaklaştırmamalı, faaliyetini bu güdük bakış açısının sınırları içerisine sokma eğilimi göstermemelidir. Genç-Sen kriz koşullarında, krizin sonuçlarını öğrenciler adına hafifletmeyi değil, krizin faturasını ödemeyeceğini, krizin faturasını kapitalistlere ödeteceğini temel yaklaşım noktası olarak ortaya koymalıdır.”(Devrimci Genç-Senliler bildiri metninden, Ekim Gençliği, sayı: 115) Bu alıntı, sorunlara devrimci müdahale yöntemini özlü bir biçimde ortaya koymaktadır. Geçtiğimiz dönem öğrencilere belediyelerce verilen bursların kesilmesi de önemli gündemlerden biri olmuştur. Bu sorun, ulaşım vb. taleplerle de birlikte, özellikle yerel seçimler döneminde daha belirgin bir biçimde önplana çıkartılmıştır. Böylesi başlıklar önümüzdeki dönem de hareketin karşısına çıkabileceği için bir kez daha vurgulamak istiyoruz. “Geri ödemesiz-koşulsuz burs” isteminin, öğrencileri burs almaya muhtaç bırakan sistemle ilişkili ele alınması gerekmektedir. Yanı sıra sorun, Öğrenci Kolektifleri’nin yaptığı gibi, salt “AKP’li belediyelerin tutumu” olarak tanımlandığı ölçüde, devrimci mü-
k hareketinin sorunları, olanaklar önem değerlendirmesi cadele açısından bir arpa boyu yol alınamayacağı açıktır. Bir başka sorun “anadilde eğitim”dir. Her ne kadar siyasal gençlik örgütleri tarafından özgün bir pratik müdahaleye konu edilemese de, “anadilde eğitim talebi” geçtiğimiz dönemin öne çıkan başlıklarından olmuştur. Sermaye devletinin Kürt sorunundaki çözümsüzlüğü ve tahammülsüzlüğü düşünüldüğünde, önümüzdeki dönemin gündemlerinden biri olmayı sürdürecektir. YDGM’nin anadilde eğitim talebiyle ilk dönem sonunda başlattığı kampanya ve bir dizi siyasal öznenin soruna çarpık bakışı nedeniyle konuya ilişkin bakışımızı bir kez daha ortaya koymak istiyoruz: “Bu son derece haklı istem elbette sahiplenilmeli fakat devrimci hedeflere bağlanmayan reformist bir mücadele çizgisinde çözüme ilişkin bir adım bile mesafe alınamayacağı konusunda açık olunmalıdır. Anadilde eğitim talebi yürütülen imha, inkar ve asimilasyon politikalarına karşı mücadeleyle birlikte ele alınmalı, eşit ve parasız eğitim talebiyle birleştirilmelidir. Anadilde eğitim için verilecek mücadele Kürt halkının ulusal ve sınıfsal baskıdan kurtuluş mücadelesinden ayrı ele alınamayacağı için bu talep ‘Eşitlik, kardeşlik, Kürt halkına özgürlük!’ şiarlarıyla birlikte ele alınmalıdır.”(Anadilde eğitim talebi kültürel haklar derekesine indirgenemez, Ekim Gençliği, sayı:113) Tüm bu başlıklar demokratik muhtevaya sahip sistem içi sorunlar olsa da, gençliği harekete geçirerek onları devrimci mücadele kanallarına çekmede önemli bir rol oynayacaktır. Burada aslolan devrimci müdahale yöntemidir. “Mücadelenin geri ve durgun olduğu dönemlerde başlayan bir akademik harekete katılmak gerektiğini, bunun zorunluluk olduğunu ifade eden Lenin şöyle devam eder: ‘Böyle bir hareketin içinde, ilk siyasi çatışmalarını yaşayan yığınların üzerinde ideolojik ve örgütlendirici bir etki yaratılmalıdır. Akademik bir hareket, buna katılan yığınlar anlasa da anlamasa da politik çatışmanın başlangıcı olacaktır… Devrimcilerin görevi bu akademist protestocu yığınına çatışmanın nesnel olarak önemini açıklamaktır. Bu çatışmayı bilinçli bir politik çatışmaya dönüştürmektir. Bu yoğun bir siyasal ajitasyonu gerektirir. Ve siyasal ajitasyon hiçbir zaman boşa gitmez. Ve bu ajitasyonun başarısı da derhal çoğunluğun derhal politik bir eyleme çekilip çekilmemesiyle ölçülemez. Hareket ne kadar geri, zayıf da olsa sorun ondan yararlanmak sorunudur..’”( Devrimci Gençlik Hareketi, Eksen Yayıncılık, s.62) Bu başlıkların yanı sıra, krizin daha da derinleştirdiği işsizlik ve geleceksiz sorunu ve bunları bütünleyen bir biçimde meslek-alan temelli dönüşümler önemli mücadele başlıklarını oluşturmaktadır. Geçtiğimiz dönemin bir diğer gündemi, kısmi zamanlı çalışan öğrencilerin ve asistanların işten atılmalarıdır. Bir kısım gençlik örgütü “öğrencilerin işe alınması gibi bir talepte bulunmayız” diyerek soruna ilgisiz kalmıştır. Genç-Sen tarafından Çapa’da açlık grevi ile birlikte bir eylemliliğin örgütlenmesi çabası ise, tüm sınırlıklılarına rağmen anlamlıdır. Ancak Genç-Sen içerisindeki liberal-reformist anlayış sorunu burada da çarpık bir biçimde ele almış, öğrencilerin işe alınması talebinin sınırlarını aşamamıştır. Ticarileşen eğitim, mesleki dönüşümler ve işsizlik-geleceksizlik saldırılarının nasıl bir müdahaleye konu edileceği gençlik hareketinin dinamikleri açısından önem taşımaktadır. Genç komünistler önümüzdeki süreçte bu sorunlara etkin bir devrimci müdahale çabası içinde olacaktırlar.
Düzen içi çatışmalar ve gençliğin tutumu
Ergenekon operasyonları ve düzen içi çatışma da, gençlik mücadelesinde gündemlerden birini oluşturmakta, gençlik düzenin gerici taraflarından birine yedeklen- meye çalışılmaktadır. Liberal-reformist gençlik grup- larının bu konudaki tutumları genç komünistlerin müda halesinin önemini artırmaktadır. Burjuva düzen gericiğiyle kolkola girerek “Darbelere dur de” diyen ve gerici taraflaşmada düzenin değirmenine su taşıyan liberal-reformistler, politik iflaslarını yalnızca bir kez daha sergilemişlerdir. Gerici taraflaşmanın “MGK’cı-laik” kanadında bulunan ulusalcı çetelerle yer yer aynı safa düşen TKP’nin açmazı, sorunu yalnızca AKP karşıtlığına indirgemesi değildir. Bilhassa “yurtseverlik açılımı”yla ulusal-
21
cılara açıktan göz kırpmaktadır. TKP gibi ulusalcı bir söyleme sahip olmasa da Öğrenci Kolektifleri’nin salt “AKP karşıtlığı” da onu benzer bir açmaza sürüklemektedir. “Bugün gençlik sermaye düzeninin sandığı gibi seçeneksiz değil! Gericilikten gericilik beğenmekle karşı karşıya da değil! Hepsi aynı kaynaktan beslenen bu gericilik yatağını kurutmak için, özerk-demokratik üniversite ve parasız eğitim için birleşik devrimci mücadele, gençliğin tek gerçek çözüm zeminidir.” (Gençlik hareketi: Olanaklar, sorunlar ve gündemler, Ekim Gençliği, sayı:110)
Düzenin devrimci siyaseti yasaklama çabası
Sermaye düzeninin toplumsal muhalefet üzerindeki baskı ve terörün üniversitelerdeki adı genellikle soruşturma ve cezalar olmaktadır. Soruşturma ve cezalarla öncelikle devrimci siyasal faaliyet hedef tahtasına konulmaktadır. Geçtiğimiz dönemde fazlasıyla karşılaştığımız bu saldırılar önümüzdeki süreçte de devam edecektir. 2006 yılında yaşanan soruşturma saldırısı gençlik hareketi açısından belirgin kırılma noktalarından biri olmuş, üniversitelerde sistematik bir siyasal faaliyet yürüten gençlik örgütlenmesi sayısı alabildiğine azalmıştır. Bu tablo, gençlik hareketinin döne döne vurguladığımız genel sorunlarına bir kez daha işaret etmektedir. 2006 yılında YTÜ’de örülen soruşturma karşıtı mücadelede kapı önünü üç ayı aşkın bir süre faaliyet alanı olarak kullanan genç komünistler, bu süreçte hem soruşturma ve cezaları işlemişler hem de okul içerisinde yemekhane zamlarına karşı boykot örgütlenmesi sürecinin sürükleyicisi olmuşlardır. Bu süreçte aktif olarak yer alar bir dize yeni gücün “yemekhane zammına karşı çıkmak, boykot örgütlemek” gibi suçlamalarla soruşturma almaları, sorunlara karşı ses çıkartan herkesin soruşturma alabileceğini genel öğrenci kitlesine göstermek bakımından dikkate değer bir örnek olmuştur. Bu yıl YTÜ’de İP/TGB çetesi-polis-idare işbirliğindeki saldırılar sonucu başlayan soruşturma ve cezalara karşı kapı önünde örülen direniş süreci de oldukça anlamlı deneyimler ortaya çıkarmıştır. Direnişi yürütenlerin işçi sınıf ve emekçiler cephesinde süren direnişlerle ortak bir platformda buluşma çabaları önemlidir. Bu, genç komünistlerin gençlik içerisinde sınıf devrimciliği iddiasını pekiştirmekte, öğrenci gençlik mücadelesinin işçi sınıfı mücadelesiyle kurması gereken bağa anlamlı bir örnek oluşturmaktadır. Genç komünistler önümüzdeki sürece de bu perspektifle müdahale edeceklerdir.
Ulusalcı çetelere ve faşist saldırılara karşı tutum
Üniversitelerde devrimci siyasal faaliyeti boğabilmek için düzen tarafından mücadelenin karşına çoğu kez de polis-idare işbirliğinde ülkücü-faşistler ya da ulusalcı çeteler eliyle örgütlenen saldırılar çıkartılmaktadır. Bu soruna yönelik müdahale tarzı da önümüzdeki sürecin gençlik mücadelesi açısından önemlidir. Ülkücü-faşistler eliyle gerçekleştirilen saldırılara karşı alınacak tutum bugüne değin pek çok kez değerlendirmelere konu edilmiştir: “Faşizme karşı mücadelenin can alıcı halkası yürütülen mücadelenin içeriğidir. Faşist saldırıların siyasal mantığı ve arka planı bilince çıkarılmadığı koşullarda, ‘faşistleri cezalandırmak’ sınırlarında düellocu bir mantıkla ifade edilen ve geçmiş dönem gençlik hareketinin olumsuz sonuçlarını yeterince yaşamış olduğu sorunlarda boğulmamız kaçınılmaz olacaktır. Faşizme karşı mücadele politik bir sorundur ve tıpkı diğer gündemlerde olduğu gibi bu mücadele açısından da temel hedef gençlik hareketini politik ve örgütsel planda güçlendirmektir. Ve yine tıpkı diğer politik sorunlarda olduğu gibi bu sorun da sermayenin bütünlüklü saldırılarının bir parçasını oluşturmaktadır.” (Anti-faşist mücadele ve gençlik hareketi, Ekim Gençliği, sayı:86) İP/TGB gibi ulusalcı çetelere karşı mücadele konusunda da yeterince net bir bakışa sahibiz: “Ulusalcı çetelere karşı mücadelenin en temel noktasını, alanlarda etkin ve sistematik devrimci siyasal faaliyet ısrarı oluşturmaktadır. Bunun olmadığı ya da eksik kaldığı yerlerde, her türden burjuva düzen ideolojisinin kendini var etme zemini bulması kolaylaşacaktır. Ekim Gençliği bulunduğu alanlarda sistematik faaliyetini sürdürecek, yanı sıra İP/TGB gibi ulusalcı çetelerin gerçek yüzünü açıktan teşhir etmeye devam edecektir. Bu çetenin devrimci faaliyete dönük saldırılarında ise devrimci şiddeti kullanmaktan geri durmayacaktır.” (Devrimci siyasal faaliyetimizi ısrarla ve kararlılıkla sürdüreceğiz, Ekim Gençliği, sayı:117 )
Kürt ulusal mücadelesine dönük saldırganlık
Kürt halkına dönük imha, inkar ve asimilasyon politikaları her dönemin temel gündemlerinden biridir. İçinden geçtiğimiz dönemde bu saldırılar yeni bir boyut kazanmıştır. Sınırötesi operasyonlarla artan saldırganlığa, DTP’nin kapatılması sürecine ve “anadilde eğitim” talebi üzerinden verilen şoven reflekslere, yakın süreçte gerçekleştirilen kurum baskınları, gözaltı ve tutuklama terörü eklenmiştir. Yurtsever hareketin anayasal haklar derekesine indirgenmiş ve düzen sınırlarına hapsolmuş çizgisi, hiçbir şekilde, Kürt halkının ulusal özgürlük ve eşitlik mücadelesinin meşruluğunu tartışmalı hale getirmemektedir. Düzenin dizginsiz saldırıları karşısında genç komünistler, Kürt halkının ulusal özgürlük ve eşitlik mücadelesini sahiplenmek sorumluluğuyla karşı karşıyadırlar.
22
Emperyalist-siyonist saldırganlık ve anti-emperyalist mücadele
Emperyalist savaş ve saldırganlık politikaları, emperyalistlere taşeronluk yapan sermaye devletinin teşhiri ile birlikte ele
alınmalıdır. Geçtiğimiz yaz sonunda Kafkaslar’da patlak veren savaş sonrası sermaye devleti NATO gemilerinin boğazlardan geçişine izin vermiş, emperyalistlerin elindeki kanın ortağı olduğunu bir kez daha göstermiştir. Bu süreç genç komünistler de dahil siyasal gençlik örgütleri tarafından etkin bir mücadeleye konu edilememiştir. Yine geçtiğimiz yılın sonunda dünya, İsrail siyonizminin Filistin halkına yönelik en vahşi katliamlarından birine daha tanıklık etmiştir. Ulusalcısından dinci-gericisine tüm düzen güçleri bu soruna dair “duyarlılık” gösterisine girmişlerdir. Obama’nın G 20 ve NATO zirvelerinin ardından gerçekleşen Türkiye ziyareti ise, ABD emperyalizminin geniş kapsamlı saldırı planlarında uşak Türkiye payına düşenlerin ele alındığı görüşmeler olmuştur. Genç komünistler etkin bir pratikle birleşen anti-emperyalist mücadele görevleriyle karşı karşıyadırlar. Anti-kapitalist olmayan bir anti-emperyalizmin tutarsızlığı ortaya konulacak, emperyalist saldırganlık ve savaş karşıtı mücadele, eğitime, sağlığa bütçe gibi temel talepler ile birlikte ele alınacaktır.
Komünistlerin proletarya sosyalizmi iddiası ve sınıf devrimciliği pratiği genç komünistlerin gençlik hareketi içerisindeki misyonunu da belirlemektedir. Genç komünistler, işçi sınıfı devrimciliğinin gençlik Kapitalist sistemin krizi ve devrimci müdahale alanı içerisindeki en Tüm bu gündemlerin kapitalizmin krizi ile birlikte ele alınması bir zorunluluktur. Sitemin yaşadığı kriz gençliğin de temel gündemlerinden biri olmayı sürdürecektir. Gençliğin gündemlerini kriz gündemi tutarlı temsilcisi olma ile birleştirmenin yanı sıra, kriz üzerinden devrim ve sosyalizm propagandası yoğunlaştırılacaktır. iddiasındadırlar. “Görev krizin kitlelerde çok yönlü olarak beslediği ve besleyeceği hoşnutsuzluğu her yolla açığa çıkarmak, eyleme dökmeye çalışmak olmalıdır. Bunun alacağı biçimler hayatın içinde amaca en uygun biçimde Genç komünistler bir bakıma kendiliğinden şekillenecektir. Nitekim daha şimdiden bu alanda önemli bir pratik deneyim tanımlanan misyonun kendini göstermektedir.” (Kriz ve devrimci mücadelenin sorunları, Ekim, sayı:255 ) gereklerine uyarak Birleşik mücadele ihtiyacı ve Genç-Sen kendilerini öncelikle Gençlik hareketinin bugünkü tablosu birleşik bir mücadele ihtiyacını daha da yakıcılaştırmaktadır. ihtiyaçlar üzerinden Hareketin ilerici-devrimci birikimine yaslanarak geniş gençlik kesimlerini örgütlemenin önemi yeterince açıktır. Komünistler Genç-Sen’e bu ihtiyaç üzerinden yaklaşmışlar ve Genç-Sen pratiği de bu çerçevede konumlandırmak ayrıntılı değerlendirmelere konu etmişlerdir. Genç-Sen’e hakim olan liberal-reformist anlayış ve onun ısrarla ortaya koyduğu hareketin ihtiyaçlarını zorundadır. Bu çerçevede kavramaktan uzak, günü kurtarmaya yönelik müdahaleler, Genç-Sen’i oldukça sorunlu ve tartışmalı bir özellikle işçi ve emekçi hale getirmeye devam etmektedir. Bu anlayış aşılamadığı sürece kaybeden Genç-Sen ve gençlik hareketi kökenli gençlik yığınlarına olacaktır. “‘Birleşik, kitlesel, devrimci bir gençlik hareketi ve örgütü’ ihtiyacına yönelik tanımlamalar, aynı za- yönelik müdahale önem manda bunlar arasındaki kopmaz diyalektik bağa da işaret etmektedir. Ancak, ‘hareket-örgüt diyalektiği’ doğru kavranabildiği ölçüde sorunun çözümünü şablonlara/motaşımaktadır. dellere indirgeme çarpıklığı ortadan kalkacaktır. Dolayısıyla, Genç-Sen de dahil tüm kitle örgütlenmesi iddiaları ancak, kitle mücadelesinin ihtiyaçlarına verdiği yanıt ölçüsünde bir ‘olanak’ olarak tanımlanabilir.” (Genç-Sen ve müdahalenin sorunları, Ekim Gençliği, sayı:114) Genç komünistler Genç-Sen’i bir araç ve olanak olarak tanımlayarak, devrimci bir müdahale çabası içerisinde olmuşlardır. Genç-Sen’de ortaya çıkan tablonun, devrimci politik odaklaşma ihtiyacını artırdığını vurgulamışlardır.. Anti-demokratik ve tahammülsüz tutumların damgasını vurduğu, “oldu-bitti”ye getirilmeye çalışılan 1. Olağan Genel Kurul’un gençlik hareketi açısından bir anlam taşımadığı açıktır. Bugüne kadarki süreç, hareketin bütünü açısından oldukça sıkıntılı yanlar barındırmakta, Genç-Sen hala başladığı yerde saymaktadır: Hareketin ihtiyaçlarından uzak ve mücadele dışı! Genç komünistler bu dönem Genç-Sen içerisindeki gelişmelere “Devrimci Genç-Senliler” iddiasıyla müdahalelerde bulunmuşlardır. Genç-Sen’i hareketin ihtiyaçları doğrultusunda birleşik, kitlesel ve devrimci bir gençlik örgütü haline getirebilmek için bundan sonra da müdahalelerine devam edeceklerdir. “Genç-Sen sürecine müdahalemiz kendi bağımsız örgütsel-politik faaliyetimizin bir parçası, Genç-Sen gençlik hareketine politik müdahalemizin araçlarından yalnızca biridir. Buna hizmet ettiği, gençliğe politika taşımaya uygun bir araç olma özelliğini taşıdığı ölçüde Genç-Sen’e müdahalemiz sürecektir.” (GençSen süreci ve müdahalenin sorunları, Ekim Gençliği, sayı:114)
Genç komünistlerin misyonu
Komünistlerin proletarya sosyalizmi iddiası ve sınıf devrimciliği pratiği genç komünistlerin gençlik hareketi içerisindeki misyonunu da belirlemektedir. Genç komünistler, işçi sınıfı devrimciliğinin gençlik alanı içerisindeki en tutarlı temsilcisi olma iddiasındadırlar. Genç komünistler tanımlanan misyonun gereklerine uyarak kendilerini öncelikle ihtiyaçlar üzerinden konumlandırmak zorundadır. Bu çerçevede özellikle işçi ve emekçi kökenli gençlik yığınlarına yönelik müdahale önem taşımaktadır. Taşra üniversitelerinde işçi ve emekçi kökenli gençliğin yoğunlaşması bu alanlara daha bilinçli bir yönelimi gerektirmektedir. Bunun yanı sıra tüm yerellerimizdeki öğrenci yurtlarına ve meslek yüksek okullarına yönelik de mutlaka özel politikalar geliştirebilmeliyiz. Yıllardır gençlik içerisinde etkin bir politik-pratik faliyet yürüttüğümüz halde, bunun yeterli örgütsel sonuçlar üretememesi, hala aşamadığımız ciddi bir sorun olarak durmaktadır. Bu durum kitle çalışması, çeper örgütlenmeleri ve kadro sorunu gibi temel başlıkları da dolaysızca ilgilendirmektedir. Yeni dönemde politik düzeyimiz ile örgütsel düzeyimiz arasındaki bu farkı ortadan kaldırma hedefiyle hareket etmeli, etkin bir kitle çalışmasını her düzeyde örgütlenme hedefine bağlayabilmeliyiz. Ünivesite içi-dışı sosyal ilişkiler geliştirmek, amfisinden bahçesine her alanda faaliyeti yeniden üretmek ve örgütsel sonuçlarını alabilmek, önümüzdeki dönemde üzerine gideceğimiz sorunlar olacaktır. Genç komünistler bu değerlendirmeler ışığında önümüzdeki sürece dönük müdahaleleri bütünlüklü bir biçimde hayata geçireceklerdir. Yeni dönemde gençlik içerisindeki devrimci önderlik boşluğunu doldurma iddiası ile hareket edecekler, birleşik, kitlesel, devrimci bir gençlik hareketi ve örgütünü adım adım kavga içerisinde öreceklerdir. Genç Komünistler
23
Örgütlenme alanındaki yetersizliklerimiz üzerine
24
Bugün örgütlenme planında yaşadığımız zayıflık, neredeyse tüm çalışma alanlarımızda, siyasal-örgütsel faaliyetimize ilişkin değerlendirmelerde ortaklaşılan bir nokta durumunda. Bu zayıflık genelde iki boyutta yaşanıyor. Birincisi, partinin siyasal pratiğinin taşıyıcısı güçlerin çok yönlü gelişiminde, bu anlamda kadrolaşmadaki yetersizliktir. İkinci boyutu ise kitleler içinde örgütlenmek, bu anlamda çevreçeper ağını güçlendirip yaymak, sağlamlaştırıp büyütmek alanında karşımıza çıkıyor. Bu sorunumuzu dönemin nesnel tablosu içinde anlamak, anlamlandırmakta fazla bir zorluk yaşamıyoruz. Öyle ki, çoğu kez, kitle mücadelesinin zayıflığı, toplumsal-siyasal atmosferin genel durumu, sınıf ve emekçi kitlelerin kıstırıldıkları cendere, bilinç düzeyleri vb. nesnel veriler, öznele dair değerlendirmeleri önceleyebiliyor. Dahası kimi zaman, faaliyet kapasitesi ve ortaya konulan çaba üzerinden “asgari bir yeterlilik” tespiti ile sonuçlanıyor. Bu tarz bir değerlendirme ise, var olanla yetinmeyi, hiçbir yenilenme-gelişme yaşamadan yola devam etmeyi getiriyor. Geçmişte genelde bir faaliyetin değerlendirmesi, haberi, yorumu yapılırken, sıkça zayıflıklara işaret edilerek yüklenme alanları belirlenirdi. Yıllardır bunun yerini yeterlilikleri vurgulama yaklaşımı, bu anlamda bir memnuniyet sergileme tutumu almış bulunuyor. Arada istisnaları olsa da, çalışmaya ilişkin değerlendirmelerde, sergilenen faaliyet kapasitesi öne çıkarılarak yapılan işlerin belli bir yeterlilik taşıdığına işaret ediliyor. Bir yönüyle bu, özgüveni vurgulamanın bir yolu, çalışma kapasitesinden kaynaklanan güvenin bir ifadesi sayılabilir. Hatta genel bir propaganda öğesi olarak da kabul edilebilir. (Böyle bir yanı olduğu içindir ki, küçük-burjuva akımların çoğunda çalışmadaki başarı vurgusunu ifrata vardırmak, geleneksel bir davranış çizgisidir.) Fakat bu etkin faaliyet kapasitesi bizi sorun yaşadığımız alanda ilerletmediği içindir ki, “iyi politika yapıyoruz, güçlü bir çalışma yürütüyoruz” diye başlayan cümlelerin sonu “fakat örgütlenmeyi başaramıyoruz”, ya da daha sık olarak “örgütlenme ayağını eksik bırakıyoruz” şeklinde noktalanıyor. Oysa başarılı bir politikanın, güçlü bir faaliyetin, etkili bir faaliyet kapasitesinin en temel ölçütü (sayıları her şeyin başı ve sonu olarak görmüyorsak eğer), her şeyden önce ve özellikle örgütlenme alanında alınan mesafedir. Bunu örgütlenmenin iki boyutu açısından da söylemek mümkün. Örneğin, yürüttüğümüz ajitasyonpropaganda çalışmamız, taktik veya yöntemsel hatalarımız nedeniyle sonuçlar yaratamasa da, parti bünyesinin özdeneyime dayalı eğitimine, olgunlaşmasına katkı sağlıyorsa, bu çerçevede çok yönlü kadrosal gelişime yarıyorsa, orada yine de bir başarı var demektir. Yığınların eğitiminde olduğu gibi, partinin kendi bünyesinin eğitiminde de özdeneyim öğelerine dönüştürülebildiğinde, yapılan yanlışlar, eksiklik ve zaaflar temel bir sorun değildir. Örgütlenmek, doğrusuyla eksiğiyle böylesi bir siyasal örgütsel pratiğe yaslanarak kitleleri ve elbette tek tek bireyleri devrimci bir konuma çekmektir. Nitekim tüm siyasal sınıf çalışmamızın temelinde işçi kitlelerini düzen dışı devrimci bir konuma, işçi sınıfını kendi ideolojik çizgisine, kendi çıkarlarına sahip çıkan bir tutuma kazanma hedefi yatıyor. Belirli hedeflere yönelik planlı, sistemli ve sürekli bir ajitasyon ve propaganda, bu hedefe ulaşmanın yalnızca bir ayağını oluşturuyor. İşte böyle bir faaliyet planlı, sistemli ve sürekli bir şekilde örgütlülük üretmiyor ya da örgütsel gelişmeye hizmet etmiyorsa, orada ciddi bir sorun var demektir. Böyle bir durumda her türlü yeterlilik iddiası ve başarı vurgusu dayanaksız kalmaya mahkumdur. Zira böyle bir zaafın yaşandığı yerde yapılan işler yalnızca günü kurtarmaya yarar. Günü kurtarmak ise özünde bir tür kendiliğindenci sürükleniş ve idareciliktir. Başlangıçta örgütsel yetersizliklerden kaynaklanan böyle bir pratiğin zayıflıkları anlaşılırdır. Ancak, buradaki çelişki kavranamaz ve bir iç çatışmaya dönüştürülmezse, dahası giderek bir memnuniyet hali oluşursa, günü kurtarmak giderek asli hedef halini alır. Böyle bir politik faaliyet tarzı doğal olarak örgütlenmek alanında da ciddi zayıflık ve zaafları beraberinde getirir. Geleceği kazanmak iradesi, bu bağlamda devrimci iktidar perspektifi yitirilir. Görüntü özden daha önemli görülmeye başlar. Örneğin çoğu iş-faaliyet, devrimci mücadelenin ihtiyaçları gerektirdiği için değil, içte ya da dıştaki bazı gözlere göstermek için yapılır hale gelir. Haliyle devrimci mücadelenin en temel ihtiyacı olan örgütlenmek de bundan payına düşeni fazlasıyla alır. Zira, genel siyasal faaliyetin, ajitasyon-propaganda boyutundan farklı olarak örgütlenme ayağı, zorlu nicel birikimlerin yaratılmasını, bunlara dayalı sancılı nitel sıçramaları gerektirir. Bir başka deyişle, çok daha büyük bir ısrarı, çok daha yoğun, sistemli, planlı ve kesintisiz bir müdahale tarzını ve kolektif bir işleyişi gerektirir. Böylesi bir tarz ve işleyiş de ancak, her adımda örgütlenmeye bağlanan sistemli, he-
defli, kesintisiz bir ajitasyon-propaganda faaliyeti zemininde hayat bulabilir. Böyle bütünsel bir siyasal sınıf çalışmasını örmek ise bir iktidar perspektifi sorunudur. Devrimci iktidar perspektifi, görüntüyü kurtarma değil geleceği kazanma iddia ve iradesiyle hareket etmeyi sağlar. Böyle bir bakışla hareket edildiğinde, mevcutla yetinen, kendi sınırlarını zorlamayan pratiğin yerini, tuttuğunu koparan bir devrimci çaba alacaktır. “Örgütlenemiyoruz”, “örgütlenme ayağını eksik bırakıyoruz” demek, gerçekte devrimci iktidar perspektifine dayalı bir politik çalışma yürütemiyoruz demektir. Devrimci iktidar perspektifinin zayıflığı, buna dayalı olarak geleceği kazanma iddiasının güçsüz kalması, örgütlenmenin birbiriyle doğrudan ilişkili her iki boyutunda da sonuçlarını üretecektir. Bunun önce bir partinin iç örgütlülüğündeki yansımalarının ne olacağına bakalım. Günü kurtarma kaygısı, tüm yoğun koşturmacaya rağmen verili koşulları aşmayı hedefleyen bir pratiğin önüne geçer. Ajitasyon-propaganda çalışmalarının katlanarak arttığı zamanlarda bile, bir iç istikrar sağlanamaz. Parti çeperini örgütlü bir kuvvete dönüştürme çabasının süreklilik taşımaması bu sorunun en hayati yanıdır. Organ, birim, kolektif, çalışma ya da eğitim grubu vb. toplantılarda sürekli aksamalar yaşanır. Bu durumda genellikle, “ancak bu kadar yapılabilir”, “elimizden bu kadarı geliyor” gibi sınırları vardır kişilerin ya da birimlerin. Tutuculuk sergilenerek, yöntemlerde, olanaklarda, araçlarda vb.’nde mevcut olanla yetinilir. Bu yetinmecilik genel bir gevşekliğin de kaynağı olur. “Olanakları arttıralım, yeni yol-yöntemler geliştirelim” gibi sözler havada kalır. Günlük olarak sergilenmek zorunda olan, kimi zaman yoğunlaşan pratik koşturmaca, her türlü eleştiriyi etkisizleştirmenin gerekçesi haline gelir, vb… Böyle bir tarz kendine göre bir örgütsel şekillenme de yaratır. Çevrecilik, bu tarzın taşıyıcısı olan örgütsel yapının en belirgin karakteridir. Küçük-burjuva kimliğin kendine verimli bir yaşam alanı bulduğu çevrelerde, ahbap çavuş ilişkilerine, sosyal bağlara, “sorumlu” diye tabir edilen şeflerin kişisel keyfiyetine dayalı bir işleyişe oluşur. Şeflerin emrinde doğal olarak memurlar vardır. Bu tür yapılarda yoldaşlık ilişkileri ve örgütsel hukuktan önce, arkadaşlıklar, yakınlıklar, özel ilişkiler gelir. İnsanların karşılıklı tutumunu bu özel bağlar belirler. Devrimci iktidar perspektifinin esamisi okunmayan bu çevrelerde, en bayağı yöntemlerin kullanıldığı bir “iç iktidar” mücadelesi yaşanır. Birer mezhep görünümündeki bu tür çevrelerde devrimci iç yaşamın yerine liberallik, laçka ilişkiler, dedikodu mekanizması hakimdir. Devrimci eleştiri-özeleştirinin yerini kişisel husumetlere bağlı olarak birbirinin açığını kollama, sorunları sürekli kişiselleştirme ve saldırganlık alır. Elbette iç uyuma sahip mezhepler de vardır. Buradaki uyum, genelde kendisine biat edilen bir şeyhin etrafında toplanan müritlerin liberal oportünist idareciliğine dayanır, vb... Düzeni zor yoluyla yıkmaktan başka bir seçeneği olmayan devrimci bir sınıfın böyle bir tarz, işleyiş ve örgütsel yapıyla uzaktan yakından işi olabilir mi? Yazık ki yer yer, elbette yukardaki kadar kaba bir biçimde olmasa da, çevreciliğin çeşitli izleriyle karşılaşabiliyoruz. Oysa işçi sınıfının partisi ancak, bu sınıf zemininde boyveren devrimci bir iç yaşamı her düzeyde hakim kılarak örgütlenebilir. Bu zeminde, proletaryanın devrimci özüne yaraşır kolektif bir işleyişi, illegal devrimci bir örgütsel niteliği, bu çerçevede çelikten bir disiplini ve proleter demokrasiyi gerçekleştirmeyi başaramadığı koşullarda ise, örgütlenmenin zayıf kalması kaçınılmaz olur. Bizde yaşanan sorun birçok açıdan ele alınabilir. Her şeyden önce, parti çeperini her düzeyde örgütlü kılmakta güçlük çekiyoruz. Buradaki sorunun bir yanı çevremizde duran her insanla ilişkiyi tanımlayarak siyasal bir pratiğin içine katmaksa, diğer yanı onları, başta eğitim çalışmaları olmak üzere çeşitli düzeylerde parti propa-
gandasıyla kazanma çabasını süreklileştirebilmektir. Oysa genelde dönemsel politikalarımızın araçlarıyla ilişkilenen insanlar, daha ilk adımda partiyi bilseler dahi, uzun süre onları doğrudan partiye kazanmayı hedefleyen bir propagandadan geri durabiliyoruz. Bazen bazı esnek araçların, kitle örgütlerinin, politikaların yalnızca kitleleri düzen karşıtı devrimci konuma, düzeni zor yoluyla yıkma tutumuna, bu çerçevede partiye kazanmaya hizmet etmeleri gereği unutularak, bunlar kendi içinde amaçlaştırılabiliyor. Hatta yer yer devrimci örgütsel kimlik bir yana bırakılıp, tersinden bir ikameye heves gösterilebiliyor. Bu giderek, devrimci iktidar savaşımı yürüten bir parti kimliğinin silikleşmesine varabiliyor. Kitleler içinde örgütlenme alanındaki bir başka zayıflık, ilişkilerde istikrar sağlayamamaktır. Tüm solun soluğunu tüketmiş olduğu bazı yerellerde işçilerin başvurduğu tek adresiz. Buralarda geçmiş sınırlılıklarla karşılaştırılamayacak nicelikte temas imkanları ortaya çıkıyor. Hatta öyle bölgelerimiz var ki, yoldaşlarımız, yıllar içinde sayısız işçi ve emekçiyle tanışıklığı olduğuyla övünebiliyor. Ancak, tanımlı bir şekilde ilişki sürdürdüğümüz, propaganda araçlarımızı aksatmadan ulaştırdığımız ya da farklı olanaklar yaratmak hedefiyle sosyal bağımızı sürdürdüğümüz ilişkilerin bir dökümü yapılmaya çalışıldığında, belirgin bir zayıflıkla yüzyüze kalabiliyoruz. Zira, belli ihtiyaçlar/hareketlilikler üzerinden bizimle temasa geçen ya da bizzat çalışmamız sonucu temas kurduğumuz emekçiler, ilgilerinde bir zayıflama yaşadıklarında, hareketli süreci geride bıraktıklarında hızla gündemimizden çıkabiliyorlar. Karşımıza çıkan olanaklar kısa vadeli sonuçlar veriyorken ilgileniyor, durağanlaştığı ve ilişkiyi sürdürmek zorlaştığında ise ilgimizi kaybedebiliyoruz. Oysa, istikrarlı bir ilişki sürdürülmeden değil insan örgütlemek, herhangi bir etkinliğe katacak ilişki bile bulamayız. Nitekim, gerek genel kitle eylemlerine, gerek kendi eylem ve etkinliklerimize katılımda belli sınırları aşmakta yaşanan zorlanmada, kitle içinde örgütlenmenin bu en hayati gereğine uygun davranmamak büyük bir rol oynuyor. İlişkilerde gereken ısrar gös-
25
terilemediği içindir ki, parti çalışmasında karşımıza çıkan sayısız ihtiyacı (mali kaynak, toplantı mekanı, teknik araçlar, barınacak yer vb.) karşılayacak olanakları bulmak da rastlantıya kalıyor. Günü kurtarma tarzının kitle çalışmasına yansımalarından bir diğeri, ilişkilerde istikrar sorununun bir parçası olarak karşımıza çıkıyor. “Örgütleyemiyoruz” sözü aslında, “insanlarla düzenli görüşmüyoruz, gazetemizi, kitaplarımızı okutmuyoruz, çalıştığı alandan, yaşamından sistematik bir müdahaleye konu etmiyoruz” demenin kestirme yoludur. Oysa bir insanın yaşamına dahil olmadan, bir gencin, bir işçinin, bir emekçinin doğal çevresinin bir parçası haline gelmeden, onlar için yerine göre candan bir dost, yerine göre bir mücadele önderi, bir kılavuz olmadan o insan nasıl kazanılabilir ki? Bu ancak, kişinin zaten bir şeyler yapmaya dünden hazır olması, zaten arayış içinde olması durumunda mümkündür. Kaldı ki böyle insanlarla bile ancak gece-gündüz etkili bir kitle çalışması içinde olunduğu koşullarda karşılaşılabilir. Ya da ancak böylesi bir ısrarlı çalışma devrimcilik potansiyeli taşıyan insanlarla buluşmamızı bir rastlantı olmaktan çıkarabilir. Bizde nasıl yaşanıyor? “Şu işçi sendikalaşmak için bize uğradı birkaç kez, süreç noktalandıktan sonra da bir-iki kez biz gittik, sonra bir gelişme olmayınca öyle kaldı”. Bu hiç de az karşılaştığımız bir durum değil. Peki, bilinci felç edilen, dört bir koldan burjuvazinin ideolojik, siyasal, kültürel, moral bombardımanına maruz kalan bir insanın, istikrarsız, en iyi ihtimalle gazete vermekten, arada bir görmekten ibaret bir müdahaleyle bu düzenden koparılması mümkün müdür? Biz kitleler içinde dört dönmediğimiz, onlar için çalışma ve yaşam alanlarının vazgeçilmez öğeleri olamadığımız sürece, geleceği kazanma iradesine uygun bir kitle çalışması değil, bir kez daha günü kurtarmaktan ibaret bir pratik gerçekleştirmiş oluruz. Bu aslında her geçen gün yeni zorluklarla, zorlanmalarla yüzyüze kalan siyasal faaliyeti giderek bir noktadan itibaren yürütememeye varır. Oysa düzen güçlerinin toplumsal muhalefetin-mücadelenin en ileri kuvveti olarak devrimci harekete yönelik faaliyeti sürekliliğinden, ısrarından en ufak zayıflık göstermiyor. Kendi içinde kavgalar, sürtüşmeler sürüp giderken bile burjuvazinin bu konuda bir an olsun boşluk bırakmaya niyeti yok. Kaldı ki böyle bir durum, eşyanın doğasına aykırı olurdu. Burjuvazi, genel olarak toplumsal muhalefetin düzen sınırlarını zorlaması bir yana, düzene küçük engellere dönüşemediği bir durumda bile, geleceğini güvence altına almak uğruna herhangi bir şey esirgemiyor. Düzenin ve devletin tahkimatında, buna paralel olarak sınıf mücadelesine ve özellikle de devrimci harekete yönelik saldırganlıkta belirgin bir süreklilik, dikkat çekici bir ısrar göze çarpıyor. Hal böyleyken, verili olanı aşmayı tam da düşmanın gösterdiği ısrarı kuşanarak zorlamayan, bu anlamda günü kurtarmaktan ibaret kalan her türlü pratik, esasında günü de geleceği de kaybetmektir! (TKİP Merkez Yayın Organı Ekim’in Aralık ‘08 tarihli 255. sayısından alınmıştır...)
26
Bir dönemin ardından…
Birleşik, kitlesel ve devrimci bir gençlik hareketi için ileri!
Bir dönemi geride bırakmış bulunuyoruz. Genç komünistler olarak, geride bırakılan dönemi değerlendirerek, yeni dönemde geçmişin deneyimleri ışığında geleceği kazanma iddiasıyla yürüyeceğiz. Burada, geride bıraktığımız yılda gençliğin politik gündemleri ve bu gündemler üzerinden gençlik hareketinden yansıyanları ele alacağız. Gençlik hareketinin sunduğu olanaklara, sorunlarına ve ihtiyaçlarına bir kez daha işaret etmeye çalışacağız.
Kapitalizm, kriziyle birlikte tarihin çöplüğüne! Türkiye Komünist İşçi Partisi’ nin programından “kapitalizm” başlığından okuyoruz: “… Yedek sanayi ordusunun bu büyümesi, işsizliği kapitalist düzenin yapısal bir özelliği haline getirir. Bu, işçilerin sermayeye bağımlılığını pekiştirir, gelecek güvensizliğini artırır, sömürüyü yoğunlaştırmanın dayanağı olur. 5) Bu süreç, toplumsal üretimin plansız ve anarşik gelişmesinin ürünü olan devresel aşırı üretim bunalımlarıyla daha da şiddetlenir. Toplumsallaşmış üretimin mülk edinmenin özel biçimine başkaldırısının ifadesi olan bu bunalımlar, toplumsal servetin israfına yol açar, kitlesel işsizliği dev boyutlara ulaştırır, küçük üreticilerin yıkımını hızlandırır, kitlelerin yoksulluk ve sefaletini çoğaltır. Yarınına güvensizlik tüm emekçiler için genel bir durum halini alır.” Bugün yaşanan tam da budur. Patlak veren krizin ilk sonuçları işçi ve emekçiler için işsizlik, açlık, yoksulluk, yıkım ve sömürü olmuştur. Yarınına güvensizlik tüm emekçiler için genel bir durum halini almıştır. Krizden çıkış yolu olarak da bu sistemin mantığı gereği yine tüm yük işçi ve emekçilerin omuzlarına yıkılmıştır. Kapitalist sistem ise bu krizleri hiçbir zaman çözememiş, sadece günü kurtarmak adına daha kapsamlı krizlere kapıyı aralamıştır. Kendisini kurtarma gayreti içerisinde debelenen, ekonomik, sosyal ve siyasal tüm haklara saldıran bu sistem ya iyice pervasızlaşacak ve bu süreçte kendini palazlandıracak ya da debelenip duran bu kokuşmuş düzene son darbe işçi sınıfından gelecektir. Krizin fırsata çevrilmesiyle oluşacak politik bir sınıf hareketi kapitalizmi hak ettiği yere, tarihin çöplüğüne yollayacaktır. İşçi sınıfının kriz karşısında birleşik bir hareketlenmesinden bahsedilemese de mevzi direnişler üzerinden yükselen bir ses mevcuttur ve ileriye dönük potansiyelleri bağrında taşımaktadır. Yaşanan direnişler ve bu direnişlerin yer yer fabrika işgallerine dönüşmesi bunun somut örnekleridir. Gençlik hareketi içerisinde ise kriz kendisini derinleşen geleceksizlik olarak ortaya koymuştur. Eğitimin ticarileştirilmesinden, üniversitelerde uygulanan soruşturmalardan faşist saldırılara kadar gençliğin yaşadığı tüm sorunlar krizle beraber boyutlanmış ve yepyeni anlamlar kazanmıştır. Bunların karşısında ise gençliğin topyekûn mücadelesinden bahsedilememektedir. Bir bütün olarak gençlik hareketi açısın-
27
dan, 1 Mayıs’ın öngünlerinde krizle derinleşen geleceksizlik sorunu, paralı eğitim saldırıları 1 Mayıs’a yönelik hedefli bir çalışmaya konu edilememiştir. Siyasal gençlik örgütlenmelerinin yarattığı kısmi bir hareketlenmeden söz edinilebilinir ancak bu hareketlenme içerisinde 1 Mayıs salt propaganda düzeyinde kalmıştır. Gençlik hareketinin gelişimi adına ortaya hedefli bir çalışma konamadığından, 1 Mayıs gibi bir gündem kriz ortamında bir fırsata çevrilememiştir. 1 Mayıs üzerinden yansıyan bu tablo dönem içerisinde de kendini fazlasıyla hissettirmiştir. Dönem içerisinde iki üniversitede yaşanan yemekhane boykotlarından bursların kesilmesine, ulaşım zamlarından barınma sorunlarına dek uzanan bir yelpazede gençliğin önüne çıkan krizin sonuçları değerlendirilememiş, hedefli, soluklu bir kriz karşıtı çalışmaya konu edilememiştir. Ticari Eğitime Karşı Gençlik Koordinasyonu 3. toplantısının Sonuç Bildirgesi’nde şu değerlendirme yapılmıştı:“Gençliğin gelecek sorunu ve bu çerçevede mesleki yeterlilik saldırıları yeni dönem gençlik hareketinin temel gündemleri olmak zorundadır. Sermayenin onca politik yaklaşım ve saldırı oluşturduğu alanda gençlik mücadelesinin etkili bir karşı koyuş örememesi, geniş gençlik yığınları ile buluşma kanallarını kendi elleriyle kapatması anlamına gelecektir. Bugün gençlik yüzünü geleceğe dönmeli, geleceğine sahip çıkmalıdır. Ancak bu temelde hali hazırdaki kapsamlı saldırı dalgası yanıtlanabilinir ve sermaye politikaları karşısında politik bir gençlik muhalefeti örülebilinir.” Bu değerlendirme bugünkü kriz ortamında daha da büyük bir önem taşımaktadır. Birleşik, kitlesel ve devrimci bir gençlik hareketi yaratmanın olanakları hala da mevcuttur. Geçtiğimiz dönem değerlendirilemeyen bu olanaklar gençliğin önünde durmaya devam etmektedir. Bu süreçte gençlik hareketinden yansıyan bir diğer olgu ise devrimci faaliyetlere dönük saldırılardır. Soruşturmalar bunun bir ayağını oluştururken, diğer bir ayağı ise faşist saldırılar olmuştur. Elbette devrimci faaliyete dönük saldırılar aynı zamanda öncüsü şahsında gençliğe yönelmiş saldırılardır.
Sistemin yalanlarına gençliğin yanıtı mücadele olacak! Geçtiğimiz dönem içerisinde kapitalist sistem kriz içerisinde debelenirken, aynı zamanda içinde bulunduğu siyasal krizden de çıkış yolları aramaktaydı. Bu noktada eline geçirdiği yerel seçimleri bir fırsat olarak kullanmasını da bildi. Seçimler boyunca geniş kitlelere umut aşılamaya çalışan, kapitalist sistemin açıklarını vaatler ve yalanlarla doldurmaya çalışanlar sahnedeydi. Kitlelerin gündemine ikisi de birbirinden gerici iki burjuva partisinin çekişmesi konulmak istendi. Bu tabloya bir de reformist yanılsamalar yayanlar eklenince, geniş gençlik kesimleri doğrudan ya da dolaylı yollardan düzene yedeklenmeye çalışıldı. Bu bir ölçüde başarıldı da. Seçim sonuçlarına göre, toplumun geniş kesimleri “seçimleri çare olarak görmese de”, sosyalizmin özlemini duysa da, henüz kitlesel bir biçimde mücadele yolunu seçmiş değillerdir. Komünistlerin sınıf içerisinde yürüttükleri devrimci seçim çalışmasını, genç komünistler de gençlik içerisinde düzenin yalanlarına ve reformist hayallere karşı güçlü bir çalışma olarak örmüşlerdir. Ancak bu tutum ne yazık ki bizim dışımızdaki devrimci güçlerce benimsenmemiş, bu süreçte pasiflik tercih edilebilmiştir. Devrimci sınıf mücadelesinin bayrağı sadece biz komünistlerin elinde dalgalanmıştır. Oysa, krizle birlikte yerel seçimlerin fırsata çevrilmesi ve kapitalist sistemin hedef tahtasına çakılması, gençlik hareketinin politikleşmesi noktasında ileri bir adım atılmasını sağlayacaktı. Dönem içerisinde öne çıkan bir diğer gündem ise ayyuka çıkan düzen içi çatışmalar olmuştur. ABD’nin müdahalesiyle durulan düzen içi tartışmalar Ergenekon üzerinden yeni bir
28
biçim kazanmış, düzenin bekası için bir fırsata çevrilmiştir. Düzenin kendi içinde biriktirdiği safraları kusuşu kamuoyuna “tüm kötülüklerin kaynağını” temizleme olarak lanse edilmeye çalışılmıştır. İşçisinden üniversiteli gencine kadar tüm topluma kanıksandırılmak istenen “Gazi katliamı da, aydınların katledilmesi de, Susurluk da, çevrenizdeki tüm karanlık ve pis işler işlerin hemen hepsi bu örgütün işiydi.” denilerek devlet aklanmaya çalışılmıştır. Bunun karşısına“derin devlet devletin ta kendisidir!” şiarıyla çıkılması gerekirken, düzenin bu oyununun bir parçası olan kimi gençlik örgütlenmeleri bu tartışmalarda taraf olmayı seçebilmişlerdir. Oysa ki yapılması gereken, bu tartışmalara taraf olmak değil, bu tartışmaları mahkûm etmek ve sistemin ikiyüzlülüğünü gözler önüne sermektir. Gençlik kesimlerine bu gerici odakların tarafını değil de kendi geleceklerinin ve özgürlüklerinin tarafı olmaya çağırmaktır. Yeni dönemde genç komünistler bunu yapmayı sürdüreceklerdir.
Emperyalist saldırganlık ve şovenizme karşı halkların kardeşliği! Türk devleti emperyalizmin çıkarları doğrultusunda oynaması gereken rolü oynamaktadır. ABD’nin jandarmalığını yapan ve halkların katledilmesine ortak olan Türk devleti Kürt halkına karşı da kirli savaş yürütmektedir. Son dönemde yapılan açılımlar bu gerçeği karartmamalıdır. Aksine, yapılan açılımlar Türk devletinin kanlı tarihinde belli bir yere oturmaktadır. ‘90’lı yılların ortasında mutabakata varılan bir politikadır bu. Buna göre, Kürt diline kısmi özgürlükler ve kimi kültürel hak kırıntıları tanırken, ulusal hareketi de tümüyle bitirmektir. Şu an devletin yapmaya çalıştığı tam da budur. Geçtiğimiz dönemde Yurtsever Gençlik’in 6 Kasım ve 1 Mayıs gibi gündemlere katılım sağlamaları anlamlı olsa, Kürt sorunu üzerinden tanımadıkları hedefler gerçek çözüm yolunun çok uzağındadır. Kürt sorununun gerçek ve kalıcı çözümü, sorunun kaynağı olan bu sistemin ortadan kalkmasından geçmektedir. Bu da Türk’üyle, Kürt’üyle geniş gençlik kesimlerinin gelecekleri ve özgürlükleri için bu düzene karşı yürüttükleri mücadelenin bir parçası olmayı gerektirmektedir. Bu hedef doğrultusunda yürünürken, emperyalist saldırganlığa ve şovenizme karşı etkili bir çalışma örülmeli, “Halkların kardeşliği!” şiarı üniversitelerden güçlü bir biçimde yükseltilmelidir.
Birleşik, devrimci kitlesel bir gençlik hareketi için! Dönemin başında “Gençlik bir yandan ırkçı şoven, dinci politikalarla düzene yedeklenmeye çalışılırken, diğer yandan da mesleki dönüşümler, eğitimin ticarileştirilmesi, geleceksizlik gibi saldırılarla yüz yüze bırakılmaktadır.” (Birleşik, kitlesel ve devrimci bir gençlik hareketi için mücadeleye!, Ekim Gençliği, sayı:111) demiş ve tüm bu saldırılara ancak birleşik kitlesel devrimci bir gençlik hareketi ile karşı konulabileceğini ifade etmiştik. Şimdi bu dönemin sonuna gelmiş bulunuyoruz. Geride bıraktığımız döneme dönüp baktığımızda, tanımladığımız sorunların yerli yerinde durduğunu, ancak kriz olgusuyla beraber derinleşerek ve bağrında yeni olanaklar barındırarak karşımıza çıktığını görüyoruz. Gençlik sermayenin çok yönlü saldırılarıyla karşı karşıya bulunmaktadır. Bu saldırılara cevap da ancak birleşik bir temelde verilebilir. Bu ise ancak, gençlik hareketinin bağrında biriktirdiği tüm olanaklar en iyi bir biçimde değerlendirilerek başarılabilir. Yeni dönemde daha fazla ısrar, daha fazla kararlılıkla birleşik, devrimci ve kitlesel bir gençlik hareketi yaratmak için ileri!
Devrimci yayın faaliyeti üzerine “Sınamalı” insan kendini; kavga için cesareti var mı diye, sonra sınamalı insan kendini; cesaret kazanılabilir bir özellik mi kendince ve sınamalı insan kendini; bu kendini de boğan nesneleştirici sisteme karşı bir özne olarak boyun eğmeye ne kadar dayanabileceğini.” “Sınamalı insan kendini” ve “bunu da tam zamanında yapmalı”... Ümit Altıntaş
Daha güçlü ve etkili bir devrimci faaliyet için daha güçlü bir yayın Komünistler; bu sınamaları yaptıktan sonra kavganın içine girerek insanı nesneleştiren bu çürümüş sisteme karşı devrim mücadelesiyle özgürleşen birer özne olarak varolmuşlardır Mücadeleyle özgürleşen komünistler, mücadeleyle özgürleşecek olan kitlelere, bunun yapılabilmesini sağlayacak olan politikaları taşımak için yoğun çaba ve ısrar içinde olmalıdırlar. Medyasıyla, eğitim sistemiyle dört bir yandan burjuva ideolojisi ile zehirlenen gençliğe siyasal gündemleri ve devrimci politikayı taşımanın ve onları devrime kazanmanın en önemli araçlarından birisi de gençlik yayınımız olan Ekim Gençliği’dir. Gençliğin gündemlerine müdahale eden ve kitlelere yaygın olarak ulaştırılabilen bir yayın, açıktır ki sahip olduğu ideolojik-politik platformun gençlik hareketi içerisindeki etkisini daha da güçlendirecektir. Bu nedenle genç komünistler Ekim Gençliği’ni etkin bir şekilde kullanılan ve kitlelerce sahiplenilen bir yayın haline getirmek sorumluluğu ile yükümlüdürler.
Ekim Gençliği’nin temel misyonu Genç komünistlerin kimliğini belirleyen şu temel tanımlama üzerinden devrimci bir gençlik yayını olarak Ekim Gençliği üzerine tartışmaya başlayabiliriz. “Komünist gençliğin mücadelenin bütün dönemlerini ve alanlarını kesen en öncelikli görevi, gençlik içinde proletarya sosyalizminin/işçi sınıfı devrimciliğinin bayrağını yükseltmek, ideolojide, politikada, değerler sisteminde ve nihayet belirleyici bir alan olarak pratik mücadelede bunu layıkıyla temsil etmeyi başarabilmektir. Bu başarılamadığı sürece, komünist gençliğin gençlik hareketi içindeki özel konum ve misyonundan söz etmenin herhangi bir anlamı kalmaz ve bu durumda sözünü ettiğimiz önderlik misyonu zaten yerine getirilemez.’(Gençlik hareketi ve komünist gençliğin görevleri, Ekim, Sayı: 240, Aralık 2004, Başyazı) Bu tanımlama genç komünistlerin misyonuna açıklık getirmenin yanı sıra Ekim Gençliği’nin de siyasal çizgisini belirlemektedir. Ekim Gençliği yayınının temel hedefigençlik içerisinde komünist politikaların yaygınlaşmasıdır. Ekim Gençliği, gençlik içerisinde politik olarak yönlendiricilik misyonunu nitelikli bir biçimde oyna-
malıdır. Bir yayın olarak Ekim Gençliği, komünist gençlik çalışmasının merkezi politik önderlik aracı olduğu ölçüde içeriği ve kimliği de buna uygun olmalıdır.
Yayının içerik olarak ele alınışı, politik yönlendirici misyonu Yayınımız kuşkusuz ki gençlik alanının özgün sorunlarından kopmamalı ve sayfalarında gençlik hareketinin ihtiyaçlarına yanıt üretebilecek politikaları yansıtabilmelidir. Hareketin temel sorunlarına, ihtiyaçlarına ve zaaflarına çözüm oluşturma kaygısı taşımadığı ölçüde böylesi bir yayının siyasal çalışmamızda bir yeri olamaz. Bu noktada üretilecek merkezi politikalar temel önemde bir sorundur. Geniş gençlik kitlelerinin sorunlarının tanımlanması ve bunların merkezileştirilmesi gerekmektedir. Merkezi bir politik önderlik aracı da ancak bu misyonu yerine getirdiği, yani kitlelerinin sorunlarını tanımlayabildiği ve nasıl müdahale edebildiği ölçüde yerli yerine oturacaktır. Ancak bu yerellerin özgün sorunlarının ve deneyimlerinin yayında yer almaması gerektiği anlamına gelmemelidir. Bu yerel sorunlara da merkezi politik hedefler doğrultusunda yön verilmeye çalışılmalıdır. Bununla beraber yayınımız içerik olarak zengin ve özgün olduğu koşullarda daha geniş bir kitle tarafından sahiplenilecektir. Yayın kitleleri politikleştirme, bulundukları yerden bir adım ileriye taşıyabilme kaygısını taşımalıdır. Hedef kitlesinin anlayabileceği sadelikte, anlaşılır, çarpıcı ve inandırıcı bir dil kullanabilmeli ve yazım kurallarına da özen gösterilmelidir. Elbette görselliğin işlevsel bir biçimde kullanımına da önem verilmelidir. Resimler, karikatürler vb. bazen sözlerin anlatamadığını vurucu bir biçimde ifade edebilmektedir. Kullanılan dil ve üslup sorununun yanısıra yazılarda anlatılmak istenenin özlü bir biçimde konulması ve mesajların açık bir biçimde verilebilmesi son derece önemlidir. Ve elbette devrimci bir yayın organı olarak militan bir dilin apayrı bir önemi vardır. Bu noktada da çiğ bir ajitasyondan, süslemelerle dolu abartılı anlatımlardan kaçınılmalıdır.
Yayını kitle çalışmasının aracına dönüştürmek
Gençlik içinde etkili bir şekilde kullanılması amaçlanan yayınımızı kitle çalışmamızın aracına dönüştürerek, yayının kitlelerce sahiplenilmesini sağlayabilmeliyiz. Bu çerçevede en önemli hedeflerimizden birisi gençliğe yayını ulaştırma ve yayın üzerine tartışma zeminleri oluşturmak olmalıdır. Yayınımızı bir eğitim aracı haline getirebilmeli ve tartışma grupları oluşturarak kitleleri örgütleme yolundaki ilk adımların atılmasını sağlamalıyız. Yayını takip eden düzenli okurlar bulma ve bu okurların yayına katkı sunmalarını sağlayacak kanallar yaratmak zorundayız. Yayını okurlarımızla, faaliyetimize katılan kişilerle birlikte çıkartabilmek, kolektif bir emeğin
29
ürünü haline getirmek ve yayının sahiplenilmesini sağlayacak çaba göstermek gerekmektedir. Bu, içeriğinin zenginleşmesini de sağlayacaktır. -Gündemlerin farklı kişilerle tartışılıp onların yazmasını sağlamak, değişik ve daha kapsamlı düşüncelerin ortaya konulmasına, birbirini tekrar etmeyen yazıların kaleme alınmasına da olanak sağlayacaktır.
Yayının işlevsel kullanımı ve kitlelere ulaştırılması Sistemin yoğun saldırılarına karşı işçi sınıfının devrimci programının gençlik içerisindeki taşıyıcıları olan genç komünistler, devrimci politikayı bulundukları her yere taşımakla sorumludurlar. Yayınların işlevli bir şekilde kullanımı bu sorumluluğun sadece bir ayağını oluşturmaktadır. Kuşkusuz ki devrimci politikanın kitlelerle buluşmasında yayınlar, komünistler için bir amaç değil sadece bir araçtır. Zira komünistler her zaman işçi sınıfının devrimci ideolojisini ve politikasını tartıştırmak ve her yere ulaştırmakla yükümlüdürler. Bu amaçla yayının işlevsel ve etkili bir şekilde kullanımı kaygısı sürekli taşınmalı, bunun için her zaman yaratıcı fikirler ortaya konulabilmelidir. Yayının kitlere ulaştırılması da yayının hazırlanması kadar önem taşımaktadır. Zira, çok iyi bir yayın çıkarılmış olsa da kitlelere ulaştırılmadığı sürece bir anlam ifade etmeyecektir. Yayının kitlelere ulaştırılması elden yapılan dağıtımlar, kitap evleri satışları ve merkezlerde yapılan militan satışlar gibi yöntemlerden oluşmaktadır. Yayın satışlarımızı mutlaka yayını ulaştırmaya çalıştığımız kişilerle iletişim kurabilmek üzerinden zorlamalıyız. Yayın satışlarını politikalarımızın tartışıldığı bir araca çevirmeliyiz. Yayının en etkili dağıtımı birebir konuşarak elden yapılan dağıtımlardır. Bu dağıtımlar insanlarla tanışma ve politikalarımızı tartışma olanağı yaratmaktadır.
Görsel açıdan güçlü ve düzenli çıkan bir yayın! Kapaktaki şiar ve resimlerden iç sayfaların düzenlenmesine kadar görselliğin etkili kullanımı önemlidir. Teknik açıdan yetkinleşmeye de bağlı olan görsellik, daha fazla eleştiri ve öneri ile geliştirilmelidir. Göze hitap eden bir yayın kendisini daha rahat okutacaktır. Aylık olarak düzenli çıkan bir yayına sahibiz. Yazar niteliğinin güçlenmesi ve yazan sayısının artmasına bağlı olarak bir zorlanma yaşamıyoruz. Düzeyimizi daha da geliştirmeli, faaliyet yürüten tüm yoldaşlarımızın yazı yazmasını sağlamalı, yanısıra okurlarımızın da katkısını almalıyız. Yerellerde yaşan tüm gelişmeler deneyimler düzenli bir biçimde yayınımızda yer almalı, bu konudaki sorumluluklar aksatılmamalıdır. Bugün siyasal gençlik örgütlenmeleri arasında düzenli yayın çıkarabilen az sayıda gençlik örgütünden biriyiz. Bu başarı sürdürülmeli, her genç komünist bunun bilinciyle yayının hakkını verebilmelidir.
Yerel bültenler Yerel bültenler biz komünistler için ayrı bir öneme sahiptir. İşlevine uygun bir biçimde kullanılan her bülten çalışması, politikanın daha etkili taşınması ve tartışılmasını kolaylaştırmaktadır. Alanın özgün sorunlarını işleyen yayınlar olduğu için etkili bir özelliğe sahiptir. Çevremizdeki insanları katabilmenin ve yeni insanlara ulaşabilmenin önemli bir aracı olabilmektedir. Bülten üzerinden pratikte adım atan kişilerin daha ileri adımlar atması kolaylaşmaktadır. Düzenli görüşülen ve bir takım işler planlayan, düzenli tartışmalar yürütebilen bir ekip oluşabilmektedir. Komünistler alana etkili bir müdahale olanağı sağlayan bu aracı işlevli bir biçimde kullanabilmelidir.
Daha güçlü bir yayın sorumluluğu
30
Yayın faaliyetimiz, özellikle son bir yıl içerisinde, genel faaliyetimizin etkili bir aracı olmasına da bağlı olarak daha ileri bir düzeye ulaştı. Ancak açıktır ki, bugünkünden çok daha etkili ve güçlü bir yayın çıkarmanın olanakları vardır. Genç komünistler bu bilinçle hareket etmeli, nitelik olarak daha güçlü bir yayın çıkarmayı hedeflemelidir. Bu aynı zamanda yoldaşlarımızın ideolojik-siyasal düzeylerini yükseltmeleriyle de bağlantılı bir sorundur. Yeni dönemde, gençlik hareketinin durumunu, sorunlarını ve ihtiyaçlarını nesnel bir biçimde tahlil edebilen, devrimci mirasımızı en ileri düzeyde sahiplenen, deneyimleri sorgulayıcı bir bakışla toparlayabilen, her bir alandaki gelişmeleri, eylemleri ve etkinlikleri canlı bir biçimde yansıtan, politikalarımızın etkin bir taşıyıcı olan, gençlik hareketine müdahalenin sorunlarını döne döne tartışan etkili bir yayın çıkarma hedefiyle hareket etmeliyiz.
Devrimci kimlik ve devrimci yaşam!
Kapitalizm koşullarında yaşıyor ve yaşamımızın her alanına bu sistemin yoz kültürünün ve değerler sisteminin müdahalelerine maruz kalıyoruz. Kapitalizmin bu kuşatmasına ancak sağlam bir bilinçle ve küçük-burjuva alışkanlıklarımıza savaş açarak karşı koyabiliriz. Bu noktada devrimci yaşam tarzı bir komünist için temel önemdedir. Devrimci yaşam tek başına siyasal faaliyet yürüttüğümüz zaman dilimi değil bir bütün yaşamamız üzerinden ele alınması gereken bir sorundur. Her türlü pratiğimizi ve düşünsel sürecimizi belirlediği içindir ki, bu çerçevede kendimizi sürekli sorgulamalı, ciddi bir hesaplaşmayı yaşayabilmeliyiz. Öyleyse tartışmaya genel bir soruyla başlayalım. Devrimcilik nedir? Devrimcilik “yıkma ve yeniden yapma” eylemidir. Bu eylemlilik sürekli bir biçimde devrimci dönüşümü, düzenle kurduğumuz bağları koparmayı ve yaşamımızı tümüyle devrim mücadelesine adamamızı gerektirir. Devrim mücadelesiyle bütünleşebilmemiz ise, öncelikle düzenin önümüze çıkardığı engelleri, kendi alışkanlıklarımızı ve zaaflarımızı aşabilme iradesine sahip olmamızı gerekir. Üniversiteli gençliğinin karakteristik özelliği, sahip olduğu küçük-burjuva kimliktir. Bu kimlik kendini, düzen içerisinde kendine yer edinme, sınıf atlama, disiplinsiz bir yaşam, bireycilik ve bencillik vb. üzerinden gösterir. Oysa bayrağını taşıdığımız işçi sınıfının apayrı bir kimliği vardır. Üretim koşulları proletaryaya kolektivizm, disiplin vb. özellikler kazandırmıştır. Sınıf kimliğine sahip bir devrimcinin yaşamında olması gereken özelliklerdir bunlardır. Öyleyse, işçi sınıfının mücadele bayrağını taşıyan genç komünistler için küçük-burjuva zaaflardan arınarak sınıfla bütünleşmek temel önemdedir. Peki bunun yolları nelerdir?
Güçlü bir örgüt yaşamı Devrim mücadelesinde yol almamızı sağlayacak en önemli silahımız politik faaliyetimizdir. Fakat güçlü bir politik faaliyet yürütebilmenin önkoşulu güçlü bir örgütsel mekanizmaya sahip olmaktır. Örgütlü yaşamımız ne kadar disiplinli, kolektif ve verimli işliyorsa, bunun etkisi politik faaliyetimize de yansır. Aynı zamanda devrimci bir örgüt yaşamı, beraberinde kişilerin bireysel gelişimini, devrimci kimliklerinin de daha sağlıklı oluşmasını sağlar. Örgütlü yaşamımızı bu bilinçle ele almalıyız. Tüm sorunları kolektif işleyişimiz içinde tartışmalı ve çözümleyebilmeliyiz. Sorunları tüm açıklığıyla ve ayrıntısıyla ele almalı, eksik kaldığımız ve zaaf olarak tespit ettiğimiz noktaların üzerine gitmeli, bunları ortadan kaldıracak somut araçlar üretebilmeliyiz. Zira, güçlü bir kolektif işleyiş aynı zamanda örgütlülüğümüzü de geliştirecek, çevremizi de dönüştürmeye ve örgütlemeye hazır hale getirecektir.
Zamanımızı verimli değerlendirme Tartışmalarımızda önemli yer tutan sorunlardar biri günlerimizi nasıl geçirdiğimizdir. Bir komünistin yaşamında en değerli şeylerden biri de zamanıdır. Her birimiz zamanımızı en verimli şekilde değerlendirebilmek sorumluluğuyla yüzyüzeyiz. Boşa geçirdiğimiz vaktin devrim mücadelesinden çalınmış olduğunu unutmamalıyız. Devrim mücadelesi bir takım pratik işlerin yerine getirilmesi değildir. Oysa çoğu zaman mücadele, afiş asmak, bildiri dağıtmak vb. işlerden ibaret görülebilmektedir. Komünistler, Marksizm-Leninizm’i ve kendi ideolojik-siyasal çizgilerini sistematik bir biçimde inceleyerek ideolojik düzeylerini ve kavrayışlarını sürekli olarak güçlendirmek, bu çerçevede komünist hareketin yayınlarını düzenli biçimde incelemek ve bu yayınlara katkıda bulunmak, kitlelerle bağlarını geliştirmek ve onları kazanmak için sürekli çaba harcamak sorumluluğu ile yüzyüzedirler. Genç komünistlerin de, devrimci mücadeleyi pratik işlerden ibaret görme eğilimini aşarak, zamanlarını bu çerçevede en iyi bir biçimde örgütlemeleri gerekir. Zamanımızı boşa harcamamızın nedenlerinden biri plansızlıktır. Faaliyetimizi gündelik planlamalar üzerinden örgütlememiz ve bu konuda birbirimizi denetlememiz işimizi kolaylaştıracaktır. Küçük-burjuvaziye özgü rahatlık, sorumsuzluk vb. zaafları aşabilmemiz konusunda bize yardımcı olacaktır.
Eleştiri-özeleştiri silahını etkin bir biçimde kullanmalıyız! Devrimcilerin en önemli silahlarından biri de eleştiri ve özeleştiri mekanizmasıdır. Eleştiri ve özeleştiri devrimci amaçlarla yapıldığında ilerletici ve eğitici bir yan taşır. Eksiklerimizi görüp hızla müda-
31
hale edebilmemize zemin hazırlar. Bu mekanizmadan yoksun bir örgütsel yaşam ise giderek bürokrasiye ve hantallığa yolaçar, kendini tüketir. Komünistlerin mücadele alanına çıkmalarından bu yana aldıkları mesafede bu silahın etkili bir biçimde kullanılması çok temelli bir rol oynamıştır. Yaşamımızı devrimci bir tarzda örgütleyebilmek ve güçlü bir kollektif yaşam kurabilmek için, genç komünistler olarak eleştiri ve özeleştiri silahını işlevine uygun bir biçimde kullanmasını başarabilmeliyiz. Bu, zaaf ve eksiklerimizin bilincinde olarak devrimci eleştiriye açık olmayı ve özeleştiriyi devrimcileşmenin olmazsa olmaz bir gereği olarak görmeyi gerektirir. Eleştiri ve özeleştiri mekanizmasının sağlıklı bir biçimde işletilmesi, hem devrimci kimliğimizin gelişmesini hem de örgütsel gelişmemizin hızlanmasını sağlayacaktır.
Yoldaşlık ilişkileri Yoldaşlık, Ümit yoldaşın ifadesiyle, “gerektiğinde aynı kurşunu paylaşabilmektir”. Yoldaşlık, düşmana karşı aynı bayrak altında omuz omuza savaşmaktır. Bu yüzden yoldaşlık ilişkileri, kurduğumuz tüm ilişkilerin en değerlisidir. Bizi bir araya getiren, büyük fedakarlıklar gerektiren ortak bir dava uğruna savaşmaktır. Yoldaşlık ilişkilerimizi güçlendirdiğimiz ölçüde, uğruna birlikte savaştığımız davayı ilerletmeyi başarabileceğiz, tersinden, davamızı ilerlettiğimiz ölçüde de yoldaşlık ilişkilerimizi sağlam bir temelde
daha da güçlendirmeyi başarabileceğiz. Soruna buradan bakmalı ve yoldaşlarımızla kurduğumuz ilişkilerde büyük bir hassasiyet göstermeliyiz. Örgütlü kimliğimize uygun bir şekilde ve ciddiyette ilişkiler kurmalı ve devrimci bir temelde her gün yeniden üretmeliyiz.
İşçi sınıfının iktidar savaşında ileri bir adım daha! Biz genç komünistler, insanlığa hiçbir gelecek sunamayan çürümüş ve kokuşmuş kapitalist sisteme karşı işçi sınıfının safında devrim ve sosyalizm mücadelesi veriyoruz. Devrimci kimliğimizi sürekli bir biçimde geliştirebilmemiz, yaşamımızı devrimci bir zeminde örgütleyebilmemiz devrim ve sosyalizm mücadelesini ilerletmek açısından büyük bir önem taşıyor. Kazanacağımız her yeni mevzi, atacağımız her ileri adım kapitalizme darbe vururken, aşamadığımız zaaf ve zayıflıklar ise, devrim ve sosyalizm mücadelesinde alınacak mesafeyi uzatacaktır. Genç komünistler olarak yaşamımızı devrimci temellerde örgütleme doğrultusunda ortaya koyacağımız irade ve iddia, aynı zamanda burjuvaziye karşı doğrulttuğumuz en temel silah olan örgütlülüğümüzü güçlendirmeyi sağlayacak, yıkıp yeniden yapma iradesine sahip genç komünist militanlarla işçi sınıfı iktidara bir adım daha yaklaşacaktır.
Çok yönlü bir ideolojik-politik eğitim, sağlam ve verimli bir politik çalışmanın güvencesidir...
Devrimci eğitim sorunu üzerine
Her toplumsal sınıf, iktidarı ele geçirdiğinde, kendi düzenini oluşturabilmek ve bu yeni düzenin sürekliliğini sağlayabilmek için eğitim kurumunu yeniden tanımlar. Bir sınıf iktidarının diğer sınıflar üzerindeki hegemonyasını koruyabilmesi, yalnızca örgütlü zor aygıtı vasıtasıyla olmaz. Bununla birlikte o, kendi çıkarlarını diğer toplumsal kesimlerin de çıkarlarıymış gibi gösterebilmek için eğitim mekanizmasını kullanmak zorundadır. Kısaca; genel olarak eğitim ve tüm eğitim kurumları mevcut toplumsal düzenin kendisini yeniden üretebilmesine hizmet eder ya da etmek zorundadır. İşçi sınıfı da eğitimi kendi siyasal iktidarının hedefleri doğrultusunda yeniden tanımlayacaktır. Ancak bu, eğitim sorununun devrim sonrasına ait bir sorun olduğu anlamına gelmemektedir. Aksine, bugün eğitim kurumlarının tümüyle burjuva sınıfın hizmetinde olduğu düşünüldüğünde, işçi sınıfının kendi bağımsız çizgisini oluşturabilmesi için eğitim şarttır. Tabii, bahsettiğimiz eğitim, işçi sınıfının kurulu kapitalist düzeni yıkabilmesi, siyasal iktidarı ele geçirebilmesi ve kendi sınıf ideolojisini kavrayabilmesi amacına hizmet edecektir. İşçi sınıfı hareketi ile sosyalizmin maddi örgütlü birliğini ifade eden komünist parti, eğitim sorununu devrimci iktidar hedefi ekseninde değerlendirir. İşçi sınıfının sosyalist ideoloji doğrultusunda eğitimi, onun burjuvaziye karşı silahlandırılması demektir. Burjuvazinin ideolojik saldırı aygıtlarının gücü ve etkisi düşünüldüğünde, işçi sınıfının ve komünistlerin eğitimden mahrum
32
kalmaları, onların cephanesiz savaşan askerler durumuna düşmesi demektir. Bu nedenle parti, işçi sınıfının ve özellikle komünistlerin eğitilmesini yarına ertelenemez bir görev olarak tanımlar ve ona olağanüstü bir önem atfeder. Devrimci sınıf mücadelesinin ve sosyalist devrimin öncüsü ve örgütleyicileri olarak komünistler, eğitim sorununu çok yönlü bir biçim içerisinde algılarlar. İdeolojik eğitim, yani genel olarak teorikdüşünsel birikime dayalı eğitim, bahsettiğimiz eğitim anlayışının yalnızca bir yönüdür. Benzer biçimde pratik içinde edinilen bilgiler, gerçekleştirilen pratik ve örgütsel eğitim de yine eğitimin bir başka yönüdür. Bizim eğitim anlayışımızın bir başka temel yönü de mücadelenin ateşi içinde anlamını ve gerçek karşılığını bulacak olan politik eğitimdir. Komünistler eğitim sorununu bu üç ana başlık altında ele alırlar.
İdeolojik eğitim Marksist dünya görüşünün, onun temel ilkesel ve teorik çerçevesinin kavranabilmesi, ideolojik eğitim alanındaki temel hedeftir. Marksizm, sınırları çizilmiş ve bitmiş bir dogma değil, dinamik bir dünya görüşüdür ve buna dayalı bir yönteme sahiptir. Bundan hareketle denebilir ki; Marksizm, bu yöntemi kavrayıp sindirenlere, toplumsal yaşamda ortaya çıkan basit ya da karmaşık bir dizi olguyu anlamlandırabilmeleri ve yerli yerine oturtabilmeleri, bundan da
öteye onlara devrimci bir müdahalede bulunabilmeleri olanağı sağlayacaktır. İdeolojik eğitim aynı zamanda bir tarih bilincinin oluşturulması sürecidir. Tarihsel materyalizm bu tarih bilincinin oluşturulmasını sağlayacak temel yöntemimizdir. Partimiz, onun önceli olan inşa örgütü döneminde, bu basit ama temel yaklaşımı kılavuz edindi. Büyük bir tasfiyeci ve inkarcı dalganın yaşandığı bir dönemde, yeniden marksist-leninist klasiklere yönelerek bu gerici dalgayı buradan aldığı düşünsel güçle göğüsledi. İdeolojik sorunlarda marksist-leninist klasiklere dönüş ve onlara bağlılık vurgusu, dezenformasyona uğratılan komünist ideolojinin coğrafyamızda yeniden ete kemiğe büründürülmesini sağlamada önemli bir etken oldu. Bu anlayış bugüne dek belki de partimizin en temel üstünlüklerinden biri olageldi. Genel ideolojik sorunlarda ortaya konan bu yaklaşım komünist kadroların yaratılması için nasıl bir eğitim sorusuna da bir yanıt oluşturuyordu. Bizim ideolojik eğitim anlayışımız geleneksel hareketten her zaman temelden farklı oldu. İdeolojik eğitimi yalnızca hareketin temel metinlerinden ve yayınlarından ibaret gören anlayışı her zaman mahkum ettik. Bizim alternatifimiz marksist klasiklerin kılavuzluğunda gerçekleştirilecek bir ideolojik eğitim oldu. Partimizin bizim için gerçek bir hazine olan program ve çizgisini derinlemesine ve yaratıcı bir biçimde kavrayıp sindirebilmek de ancak bu çerçevede olanaklı olabilir.
Eğitimde yöntem sorunu İdeolojik eğitim çalışmalarında yöntem sorunu, çalışmanın başarısı için üzerinde önemle durulması gereken bir konudur. Genellikle yapıldığı gibi herhangi bir yöntemi rasgele kullanmak istenen sonuçları vermemektedir. Özellikle çalışmamıza henüz katılmış bazı genç yoldaşların okuma ve tartışma konusunda yaşadıkları sorunlar düşünüldüğünde, yöntem sorunu daha da kritik bir önem kazanmaktadır. Gençlik çalışmamız içerisindeki örgütlerimiz ve oluşturulan eğitim grupları ideolojik birikim ve düzey açısından homojen bir yapı taşımamaktadırlar. Elbette en ideali; eğitim çalışmalarında, düzeyleri açısından aralarında büyük farklar bulunmayan arkadaşlarımızın birarada bulunmalarıdır. Bu, çalışmada verimi ve motivasyonu artırır. Ancak çalışmanın durumu ve ihtiyaçları, bu tarzda örgütlenmeye olanak vermemektedir. Yöntem sorunu; konunun belirlenmesi, hangi kitapların, hangi sıra ile okunacağı, tartışmalarda nasıl bir yöntem izleneceği gibi sorunları kapsar. Eğitim çalışmaları, konunun belirlenmesi ile başlar. Burada esas olan çalışmamızın, birimlerimizin ve yoldaşlarımızın ihtiyaçlarıdır. Konu belirlenirken bu esas gözetilmelidir. Aydınca kaygılardan hareketle kolektif ihtiyaçlarımızın bütünüyle dışında bazı konuların seçilmesi çalışmamıza herhangi bir şey kazandırmayacağı gibi, düşünsel planda yoldaşlarımıza katacağı herhangi bir şey de yoktur. Kişisel bazı ihtiyaçlar, kolektiflerin denetiminde ve gözetiminde belirlenecek kaynaklar çerçevesinde karşılanabilir. Bahsettiğimiz denetim ve gözetim, okunacak kaynakların sınırlanması anlamına gelmemektedir. Amaç zengin ve verimli kaynakların kullanılabilmesidir. Bugün, gençlik çalışmamızın geldiği yerde, onu bir adım ileri götürebilmek için, eğitim çalışmalarını mevcut çalışmamızın ideolojik ve pratik sorunları üzerinde yoğunlaştırmak büyük önem taşımaktadır. Yayınımızda bu sorunlar ekseninde yürüyen tartışmalar yoldaşlarımızın, çalışmanın sorunları konusunda kafalarının açılması ve tartışmalara yapıcı bir biçimde katılmalarını sağlamaya yöneliktir. Bu doğrultuda, yaz boyunca yapılacak ideolojik eğitim çalışmalarının temel yönelimlerinden birini, tüm yönleriyle gençlik çalışmamızın sorunları oluşturmalıdır. Bu yapılabildiği ve kolektif bir değerlendirmeye konu edilebildiği yerde, önümüzdeki dönem çalışmalarında genç komünistler oldukça olumlu sonuçlar elde edebileceklerdir.
33
Konunun belirlenmesinin ardından yapılması gereken doğru kaynaklara ulaşmaktır. Marksist-leninist klasikler, tartışılacak konu ekseninde yeniden incelenmeli ve uygun metinler okuma listesine eklenmelidir. Bunun yanında uluslararası komünist hareketin ve ülkemiz devrimci hareketinin teorik ve pratik mirası gözden geçirilmeli, uygun materyaller mutlaka kullanılmalıdır. Son olarak, partinin metinleri belirlenen konu çerçevesinde incelenmeli ve gerekli metinler tartışmaya dahil edilmelidir. Böylelikle eğitim çalışması konusu birçok yönüyle ve zengin bir biçimde incelenecektir. Tartışmalarda, tüm kaynakların çalışmaya katılan herkes tarafından eksiksiz incelenebilmesi özel bir önem taşımaktadır. Aksi durumlarda kaynakları okumayan yoldaşların tartışmaya katılımı da oldukça sınırlanacaktır. Tartışma, konu hakkında ortaya konulacak belli alt başlıklar çerçevesinde sorular ve yanıtlar biçiminde sürdürülmelidir. Bir kişinin anlatıcı, diğerlerinin pasif dinleyici olduğu çalışmalar verimli olmadığı gibi amaca da uygun değildir. Herkesin tartışmalara katılması, yalnızca soru değil, yanıt da üretmesi gerekir. Tartışmalarımızda herkes anlatıcı olabilmelidir. Bir ya da birden fazla kişinin anlatıcı olduğu, seminer tarzı çalışmalar da tercih edilebilir. Bunlar daha çok kapsamı sınırlı olan konularda tercih edilmelidir. Geniş bir kapsama sahip konular böyle tartışıldığında dinleyicilerin kafasında fazlaca bir şey bırakmayabilirler. Fakat konu sınırlandırıldığında dinleyiciler için katılım daha kolay olabilmekte ve sonuç olarak elde edilen birikim akılda kalıcı olabilmektedir. Böylesi, sunum tarzı çalışmalarda tüm katılımcıların konu hakkında önden bazı metinleri okuması tartışmayı zenginleştirecektir.
Politik eğitim
Komünistler işçi sınıfı ve diğer ezilen toplumsal kesimlerin devrimci öncüsü, yol göstericisidirler. Kitlelerin eylem ve etkinliklerinde onlara kılavuzluk eder, yön gösterirler. Ancak bu özellikler tanrı vergisi değildir. Tüm bu önderlik yeteneklerini yaşam içerisinde, mücadele içerisinde kazanacaklardır. Politik eğitim konusunda komünistlerin en önemli öğretmenleri mücadele içerisindeki kitlelerdir. Mücadele içerisindeki kitleleri politikalar yönlendirir. Bu politikalar ileri ya da geri, tutarlı ya da tutarsız, devrimci ya da liberal politikalar olabilirler. Ama öyle ya da böyle, kitleleri yönlendiren politikadır. Yapmamız gereken, kitleleri komünist partimizin devrimci politikaları ekseninde yönlendirmek, harekete geçirebilmektir. Toplumsal muhalefet dinamiklerinin durgun olduğu günümüzde, ısrarla kitlelere gitmek gerekmektedir. Ancak kitlelere doğru bu gidiş, mutlaka bir politika ekseninde gerçekleşmelidir. Onları şu ya da bu sorunları konusunda harekete geçirecek ve örgütleyecek politikalara sahip olmamız gerekmektedir. Parti’nin ortaya koyduğu politik perspektifler ve genel hat çerçevesinde çalışmayı sürdürdüğümüz alanlarda özgün araçlarla özgün politikalar ortaya koymak, bizim sorumluluğumuz altındadır. Öğrenim dönemi içerisinde okullarımızda, fabrikalarda ve semtlerde yürüteceğimiz çalışmalarda asla politikasız kalmamalıyız. Bugün merkezi ve yerel planda politikalara sahip olabilmek, çalışmamızın en önemli ayağıdır. Politikasızlık, bizi tümüyle sakatlayacak ve önderlik iddialarımızla tamamen ters bir konuma sürükleyecek bir sorundur. Geçtiğimiz dönem bu açıdan derslerle doludur. Önemli politik gündemlerde merkezi ya da yerel planda politika üretebilme noktasında yaşanabilecek zaaflar, yeni ve ciddi güçlere sahip olmamıza karşın çalışmamızı etkisiz ya da verimsiz bırakabilmektedir. Çalışma yürüttüğümüz alanlarda politik reflekslere sahip olabilmek ya da tüm birimlerimize bu refleksi kazandırabilmek, bugün en temel sorunlarımız arasında yer alıyor. Kitlelerin gündemini yakından takip edebilmek, bu gündemlere müdahil olabilmek ve bunun için de onlarla içiçe olmak durumundayız.
34
Pratik ve örgütsel eğitim “Devrimci teori, devrimci pratik içindir” sözü, işaret ettiği yönelim açısından çok büyük bir anlam ve önem taşımaktadır. Yukarıda da ifade ettiğimiz gibi, tüm ideolojik çalışmalarımız; faaliyetimiz, kolektiflerimizin ve yoldaşlarımızın ihtiyaçları doğrultusunda organize edilmelidir. Buradan elde edilen birikim çalışmalarımızı doğrudan güçlendirecek ve geliştirecektir. Çalışma içerisinde bulunan birimlerimiz için pratik eğitim, özel bir ilgiden öte gündelik bir refleks halini almalıdır. Çalışmaya henüz katılmış insanların her aşamada gözetilmesi, bilgi ve pratik birikim açısından daha deneyimli yoldaşların ve bizzat birimlerin bu yoldaşları gözetmesi çalışmanın sürekliliği ve gelişimi için esastır. Pratik çalışmada deneyim asla tek yönlü algılanmamalıdır. Birçok çalışma alanında birden edinilecek pratik eğitim kişisel bir gelişim ve devrimci kimlik planında bir olgunluğun yanısıra partinin ve faaliyetin ihtiyaçlarının karşılanmasında önemli bir rol oynayacaktır. Örneğin bir üniversiteli yoldaşımız, kendi yaşam alanı olan üniversitenin dışına çıkabilmeli, fabrikalarda ve semtlerde emekçi sınıflarla pratik çalışmada yüzyüze gelebilmeli, bu alanlarda da deneyim sahibi olabilmelidir. Aksi halde tek yönlü bir gelişim, yer yer kişiyi boğabilir, politik ya da düşünsel planda bir darlığın ya da bozulmanın içine sokabilir. Farklı çalışma alanları birçok durumda, kişiler için nefes alabilme olanaklarının yaratılabildiği yerler olabilmektedir. Ancak bu vurgu, asla esas çalışma alanlarına yönelik bir ilgisizlik ya da iki farklı şeyi birbiri yerine ikame etme anlayışına dönüşmemelidir. Önemli olan, asıl çalışma alanında derinleşebilmek ve böylelikle mesafe alabilmektir. Bu olmadan bahsettiğimiz türden bir yönelim, esas çalışma alanına ilgisizlik ve kolaycılık yaratabilir. Böylesi bir sorunu yaşamamak için yapılacak planlamalar üzerine iyice düşünmek gerekmektedir. Yaz dönemi çalışmamız, bahsettiğimiz farklı çalışma alanları içerisinde pratik deneyimler edinebilmek açısından büyük kolaylıklar sağlamaktadır. Çalışmanın planlanması esnasında hem yoldaşlarımız, hem de kolektiflerimiz yukarıda ifade ettiğimiz esasları gözönünde bulundurmalıdırlar. Örgütsel eğitim, teorik bir yan taşımakla beraber, aslen pratik çalışma sırasında edinilecek bilgiler ve alışkanlıklardır. Devrimci bir organ yaşamının oturtulabilmesi, düzenli toplantılar, sorumluluklarının eksiksiz yerine getirilmesi, eleştiri-özeleştiri, devrimci bir iç yaşamın sağlanabilmesi, kolektif bir irade ile sorunların üstesinden gelmek vb... Örgütsel bir eğitim tüm bunları kapsamaktadır. Örgütsel eğitimden bahsedebilmek için herşeyden önce oturmuş bir organ yaşamının var olması gerekir. Böylesi bir organ yaşamına dahil olan yeni unsurlar kolaylıkla zaaflarını ve sorunlarını yenebilir, çalıştıkları organla bütünleşebilirler.
Kolektif ve bireysel eğitim çalışmalarını yoğunlaştırmalıyız Yeni bir yaz döneminde, yine eğitim çalışmalarının hız kazanacağı bir sürece giriyoruz. Ancak bu yazı eğitim çalışmaları açısından diğerlerinden farklı kılacak adımları atmamız gerekiyor. Genç komünistlerin iddialarına uygun bir pratik ortaya koyabilmelerinin yegane yolu budur. Kolektif ve bireysel eğitim çalışmaları derhal ve büyük bir hızla örgütlenmeli, yukarıda ortaya konan esaslar doğrultusunda çok yönlü bir eğitim programı çıkarılmalıdır. Bu yılki yaz çalışmamızın temel bir unsuru olan eğitim çalışmaları, en az pratik çalışma kadar ilgiyi hak etmektedir. (Ekim Gençliği, Sayı: 62, Temmuz 2003 )
Genç komünistlerin yaz dönemi çalışmasına dair...
Yaz dönemini kazanmak ve örgütlülüğümüzü güçlendirmek için sınıf çalışmasında derinleşelim!
Birleşik, kitlesel ve devrimci bir gençlik hareketi geliştirme misyonunyla hareket eden ve buna uygun bir politik tutumun taşıyıcısı olan genç komünistler, bütün bir yıl boyunca bu hedefe ulaşma doğrultusunda üzerlerine düşeni yapmaya çalıştılar. Bulundukları alanlarda gençliği devrim ve sosyalizm davasına kazanmak için, bir yandan düzenin oyunlarına ve saldırılarına karşı tok bir tutum sergilerken diğer yandan da reformizmin ve küçük burjuva devrimciliğinin karşısında proleter sosyalizminin tek temsilcisi oldular. Yaz döneminin gelmesi ve okulların tatile girmesiyle birlikte, gençlik hareketinde ve bu alanda yürütülecek çalışmanın yoğunluğunda bir düşüş olacağı açıktır. Fakat bu durum devrim ve sosyalizmin bayraktarlığının yapılmasına engel değildir. Yaz dönemi bu alandaki güçlerimiz tarafından işlevli bir biçimde değerlendirilmek zorundadır. Önümüzdeki yaz süreci, bir yandan güçlerimizin ideolojik-politik eğitimi ve bununla bağlantılı olarak örgütlülüğümüzün güçlendirilmesi biçiminde değerlendirilirken, diğer taraftan da genç komünistlerin sınıf çalışmamızı güçlendirecek bir hatta çalışmaya katılmaları önem taşımaktadır. Saflarımızdaki güçlerin yaz döneminde, özgün çalışma alanlarıyla bağları koparılmaksızın sınıf çalışmamıza dâhil edilmeleri gerekmektedir. Daha önceki dönemlerde gerçekleştirilen bu pratik genç güçlerimizin hem sınıf çalışmamıza katkı sunmalarını, hem de sınıfla ilişki içersine girmelerini, gerek sınıfı tanıma gerekse de sınıf çalışmasında deneyim kazanmalarını sağlayacaktır. Komünist hareket devrimci bir sınıf hareketi geliştirmeyi hedeflemektedir. Ancak sınıfı kazanma çabası içersinde sınıfın öncülerini saflarımızda toplayabilir ve önümüzdeki dönemi kazanabiliriz. Sınıfı kazanma süreci aynı zamanda, bizi en ileri parti örneği olan Bolşevik Parti düzeyine ulaştıracağı gibi kadrolarımızın da gerçek bir Bolşevik olmasını sağlayacaktır. Biz genç komünistler açısından da bu, sınıfı kazanma çabası içerisinde eksiklik ve yetersizliklerimizden arınma süreci olacaktır. Öte yandan, bugün içinde bulunduğumuz politik atmosferin geriliği sınıf hareketinin geriliğiyle de bağlantılıdır. Her ne kadar işçi sınıfı tabandan başlayan bir harekete geçmeye başlamışsa da, bugün için mevzi direnişler biçiminde gelişen bu hareket genel politik atmosferi değiştirecek bir düzeye ulaşabilmiş değildir. Sınıf hareketinin gelişmesi dolaysız olarak gençlik hareketinin bugün için yaşadığı bir dizi tıkanıklığı aşmasına da yardımcı olacaktır. Gençliği devrime kazanma iddiası taşıyan ve tek başlarına bunun bayraktarlığını yapan genç komünistler, yaz döneminde de bu iddialarına uygun bir biçimde çalışacak ve bu düzen karşısındaki tok iddialarının gereğini yerine getireceklerdir. Gerek güçlerimizin çalışma içinde yetkinleşmesi gerekse de daha ileriden kazanılabilmeleri, bir dizi eksiklik ve yetersizliğin sınıf çalışması disiplini içerisinde aşılmasıyla mümkün olacaktır. Bizler bunun gereklerini tereddütsüzce yerine getirecek, sınıfın öncülerini partiye, devrime ve sosyalizme kazanılması sürecinde üzerimize düşeni eksiksizce yerine getirmeye çalışacağız. Ekim Gençliği/Adana
35
Kürt sorununda güncel gelişmeler...
Nasıl bir çözüm? Nasıl bir gelecek?
Son dönemde egemenler tarafından Kürt sorununun “çözüm”üne hiç bu kadar yakın olunmadığı ile ilgili açıklamalar önemli bir gündem maddesiydi. Seçimlerden sonra gerçekleştirilen açıklamaları ilk başlatan Genelkurmay Başkanı oldu. Yaptığı konuşmada Türk devletinin üniter yapısına değindi. “Türk milleti” kavramının tanımını yaptı ve Türk milletinin Cumhuriyeti kuran “Türkiye halkı” olduğunu söyledi. Bu üst kimlikle birlikte diğer etnik kimliklerin birer alt kimlik olduğunu ve bunların kendilerini bireysel olarak ifade edebilmeleri gerekliliğini belirtti. Aslında tam olarak sermaye devletinin resmi çizgisini bir kez daha hatırlatıp, bu vesileyle Kürt sorununun “çözümünde” yaşanabilecek gelişmeler için “esneme” sınırlarını ortaya koymuş oldu. Sonrasında Cumhurbaşkanı Gül’ün “Türkiye'nin en önemli sorunu Kürt sorunudur, çözülmesi konusunda iyimserim” söylemi de sorunun “çözümü” noktasında egemenlerin bir arayış içinde olduğunun bir göstergesiydi. Bu söylem Erdoğan ve AKP’liler tarafından da desteklendi. Bu arada gazeteci Hasan Cemal’in Kandil’e gitmesi ve Murat Karayılan ile bir röportaj yapması üzerine, düzen tarafından Kürt sorununa dair bir “çözüm” atmosferi oluştuğu havası yaratılmaya çalışıldı. Yaşanılan sürece baktığımızda, ordu, hükümet ve medya bu sorunun çözümü noktasında kendi cephelerinden bir mutabakata varmış gibi görünüyorlar. Bununla birlikte önümüzdeki süreçte de gerekli açılımların yapılabileceği belirtiliyor. Yürütülen tartışmalarda, artık salt askeri yöntemlerle bu sorunun çözülemeyeceği, bunun için açılımların şart olduğu ifade ediliyor. Kürt sorunu çerçevesinde sermaye devletinin “açılımlar”ı ve işaret edilen “çözüm” önerileri elbette Kürt halkının bugüne dek verdiği özgürlük mücadelesinden ayrı düşünülemez. Fakat bu sürecin bu kadar yoğun yaşanmasının önemli bir diğer nedeni ABD etmenidir. ABD’nin bölge politikaları kapsamında bu gelişmeler yaşanmaktadır. ABD kendi ihtiyaçları doğrultusunda Türk devletine bölgede yeni roller biçmektedir. Örneğin, Irak’tan çıkma durumunda ortaya çıkan boşluğu Türk devletinin taşeronluğu ile doldurmayı planlamaktadır. Bu ise Türk devletinin Irak’taki Kürdistan yönetimiyle ilişkilerinin iyi tutulmasını gerektirmektedir. Böyle bir rolün üstlenilmesi için, Kürt sorununa yönelik bir “çözüm” bulunması gerekiyor. Bu çözüm ise, Kürt hareketinin tasfiye edilmesi ve bir takım kırıntılarla Kürt halkının özgürlük mücadelesini düzen içerisine hapsedilmesidir. AKP ile ordu ABD’nin çıkarları doğrultusunda bu ortak paydada buluşuyor. ABD’nin istekleri doğrultusunda ve Kürt halkının mücadelesini boğmak eksenli bir hatta ordu AKP ile yanyana gelmekten sakınmıyor. Geçtiğimiz haftalarda Ahmet Türk’ün meclisten yaptığı Kürtçe konuşmanın sansürlenmesi AKP’nin yapmış olduğu Kürtçe TV açılımının sınırlarını ortaya koymuştur. Türk devletinin kendi Kürt’ünü yaratma çabasında olduğunu göstermiştir. Birçok DTP’linin tutuklanması ve ifade verme krizi, gerek DTP gerekse PKK’ye dönük baskı ve saldırıların yoğunlaşması, sermaye devletinin “çözüm”den neyi kastettiğini yeterli açıklıkta ortaya koymuştur. Sermaye devleti, kendi düzeninin temellerini sarsmadan, en az tavizle bu süreci tamamlamak istemektedir.
Gerçek çözüm: Tam eşitlik, özgürlük, gönüllü birlik!
36
Genç komünistler düzenin sahte ve içi boş çözümlerinin iç-
yüzünü sergilemelidir. Bir takım kültürel kırıntılar üzerinden yapılan tartışmalar bize, Kürt halkı için nasıl bir özgürlük istediğimizi gençliğe anlatmak noktasında olanaklar yaratacaktır. Türk devletinin çözüm paketi olarak sunduğu, kırıntıdan öteye gidemeyecek bir takım sözde “açılımlar”dır. Bunlar üniversitelerde seçmeli dil olarak Kürtçe okutulması, Kürt dili ve kültürü ile ilgili bir enstitünün kurulması, adları değiştirilen Kürt köy ve mezralarına eski adlarının verilmesi, yerel TV'lerdeki Kürtçe yayın sınırlamalarının gevşetilmesi ve ileriki bir aşamaya atılan genel af... Kısacası, genelde Kürtçe üzerinden şekillenen sahte açılımlar... Bu durum gençliğe önümüzdeki dönemde özelde “anadilde eğitim” genelde ise Kürt halkınun özgürlük talebini alanlarımıza taşıyan çalışmaların örülmesinin önemini ortaya koymaktadır. Anadilde eğitim talebi, Kürt halkının en meşru demokratik taleplerinden biri olarak güçlü bir biçimde yüseltilmelidir. Bu son derece haklı istem sahiplenilmeli, fakat devrimci hedeflere bağlanmayan, reformist bir mücadele çizgisini aşamayan bir “çözüm”le bir adım bile mesafe alınamayacağı konusunda açık olunmalıdır. Gençliğin üniversitelerde gündemleştireceği “anadilde eğitim” talebi yürütülen imha, inkar ve asimilasyon politikalarına karşı mücadeleyle birlikte ele alınmalı, eşit ve parasız eğitim talebiyle birleştirilmelidir. Anadilde eğitim için verilecek mücadele Kürt halkının ulusal eşitlik ve özgürlük mücadelesinden ayrı ele alınamayacağı için, bu talep “Eşitlik, kardeşlik, Kürt halkına özgürlük!” şiarlarıyla birlikte ele yükseltilmelidir.
Gerçek çözüm sosyalizmdedir! Kürt halkına “çözüm” olarak sunulan bu açılımlar aslında Kürt özgürlük hareketini boğmaya ve düzen içine hapsetmeye dönük adımlardır. Kürt halkı ve gençliği bu sahte hayalleri görmeli, verilen kırıntıların kendi mücadelesinin ve ödenen bedellerin sonucu olduğu bilinciyle hareket etmelidir. “Çözüm” adı altında sunulan planın aslında Ortadoğu halklarının da geleceğini kapsayan emperyalist planın bir parçası olduğu unutulmamalıdır. Kürt işçi ve emekçileri özgür bir gelecek için diğer milliyetlerden işçi ve emekçilerle ortak bir mücadele içerisinde düzenin kendisini hedef alan devrimci mücadeleyi yükselttiklerinde, Kürt sorununun gerçek ve kalıcı çözüm yolu da açılacaktır.
15-16 Haziran Direnişi yol gösteriyor! 15-16 Haziran, Türkiye’de sınıf hareketi tarihinin bugüne ışık tutan en parlak sayfalarından biridir. Sendikal örgütlenme hakkı için sınıfın görkemli bir başkaldırısıdır. İşçilerin sermaye sınıfı ile karşı karşıya geldiği birleşik, militan bir patlama olmuştur. 1950’li yıllardan itibaren Türkiye’de kapitalist gelişme hız kazandı. Burjuvazi hızla güçlenirken, kendi mezar kazıcısı olacak işçi sınıfı da gelişmekte ve bir güç haline gelmekteydi. Sermaye sınıfı yükselecek bir işçi hareketinin önünü baştan kesmek ve sınıfı denetim altına için 1952’de Türk-İş’i kurdurdu. Ancak Türk-İş’in kurulması sınıfın arayışlarını engelleyemedi. ‘60’lı yıllarda mevzi eylemler, salon toplantıları, mitingler birbirini izledi. 1961 Saraçhane mitingi sürecin en kitlesel eylemi oldu. Grev ve toplu sözleşme hakkı için sokağa dökülen 100 bin işçinin Saraçhane mitingi ile güçlerinin farkına varması, bir dizi eylem ve direnişin nünü açtı. 1963 Kavel Direnişi, sendikal arayışla birlikte gelişen Paşabahçe ve Kozlu Grevi 1967 yılında DİSK’in kurulmasının zeminini güçlendirdi. DİSK’in kurulması sendikalı işçi sayısında muazzam bir artış sağladı. İşçi sınıfı militan grev ve işgaller örgütledi. İşçiler nezdinde DİSK düzen sendikacılığının reddi anlamına geliyordu. Sermaye sınıfı işçi hareketinin bu gelişmesine göz yumamazdı. Hükümet ve kapitalist patronlar hızla hareketi dizginlemek için kollarını sıvadılar. 1970 yılında sendikalar kanunu ve toplu iş sözleşmesi grev ve lokavt kanununda değişiklik öngören yasa meclise sunuldu. Yasa değişikliği DİSK’in tasfiyesi, kazanılan hakların kırpılması ve tek alternatifin Türk-İş haline getirilmesini hedefliyordu. Yasanın gündeme gelmesiyle işçi sınıfının yıllardır biriken öfkesi bir volkan gibi patladı. 15-16 Haziran ‘60’lı yıllar boyunca yaşanan bir birikimin ürünü, sonucu ve 1970’deki doruğu, Türkiye işçi hareketi tarihinde bir dönüm noktası oldu. Başlangıçta eylemler hükümete ve yasaya karşı başlamış olsa da 2 gün boyunca gerçekleştirilen her eylemde öfke sermaye iktidarına yöneldi. Sokağa dökülen işçi kitlelerinin bilincinde olup olmamasından bağımsız olarak, sermaye diktatörlüğünün tüm kurumları ile militan bir karşı karşıya geliş yaşandı. 15 Haziran sabahı ilk olarak Ankara asfaltı üzerindeki Otosan fabrikasındaki işçiler yürüyüşe geçtiler. 2700 işçi “Savaş başladı!”, “Yaşasın işçi sınıfı!”, “Tüm gericiler ve faşizm kahrolsun!” sloganlarını hep bir ağızdan haykırdılar. Birkaç saat içinde İstanbul- İzmit karayolu ve İstanbul’un sanayi bölgeleri işçi eylemlerine sahne oldu. DİSK üyesi işçilerin yanı sıra Türk- İş’e bağlı işçiler de fabrikalarından akın akın yürüyüşe katıldılar. Kocaeli’nden gelen işçilerin de katılımı ile direniş ateşi tüm kenti sarmıştı. Avrupa yakasının Aksaray, Sultanahmet, Eminönü ve birçok yerinde görkemli eylemler düzenlendi. Yürüyüş boyunca kolluk güçlerinin saldırılarına militanca bir karşı duruş sergilendi. 16 Haziran’da eylemler kitleselleşerek devam etti. Türk-İş ve DİSK’li işçiler barikatları aşarak, polisleri geri püskürterek yürüyüşlerine devam ettiler. Gebze’den başlayıp Kadıköy’e kadar uzanan yürüyüş, yılların birktirdiği öfke ile fabrikalarından şartelleri indirip sokaklara çıkan sınıfın militan ve sarsılmaz gücünün göstergesiydi. İki yakanın birleşmesi ile İstanbul 150 bin işçinin işgali altındaydı.
DİSK’i zayıflatmayı hedef alan yasal değişiklikler sermayenin işçi hareketine bir diş göstermeydi. Arkası 12 Mart’la gelecek sistemli bir saldırının ilk halkasıydı. İşçiler o dönem bunu açıklıkla anlayacak bir bilinçten yoksun olsalar da, somut deneyimlerinin katkısı ve sınıf sezgileriyle tehlikeyi algıladılar ve direndiler. Direnişin DİSK tabanıyla sınırlı kalmaması, Türk-İş’te örgütlü faikaların geniş katılımı bunu gösterir. Direnişin çapı ve şiddeti, yasal bir değişikliğe gösterilen bir kızgınlığın çok ötesindedir. 15-16 Haziran ‘60’lı yıllar boyunca süren irili ufaklı çatışmaların uzantısı, devamı, yoğunlaşmış biçimi ve doruğu olmuştur. Direnişçi işçilerin inanç ve kararlılıkla polis barikatlarını bir bir aşması, direnişin militan karakteri sermaye ile birlikte sendika ağalarına da büyük bir korku saldı. İşçilerin umulmadık boyutta ve şiddetteki görkemli direnişi karşısında paniğe kapıldılar. İşçiler sokaklarda polis ve asker barikatlarını yiğitçe göğüslerken, sendika ağaları bu barikatları örenlerle direnişi kıracak önlemleri görüştüler. 16 Haziran’da, işçilerin sokakta direndiği ve üç şehit verdiği bu görkemli günde, valilikte yapılan toplantıda yaşanan ihaneti, dönemin DİSK Genel Sekreteri Kemal Sülker şöyle dile getiriyordu: “Girişilen tahripkar eylemle bir ilgimiz olmadığını İçişleri Bakanına söyledik. Ve kesinlikle de bu tahripkar olayları tasvip etmediğimizi bildirdik. Ayrıca da işçilere de radyoda bir uyarma yaparak kötü cereyanlara alet olmamalarını istedik.” Radyo konuşmasını ise DİSK Genel Başkanı Kemal Türkler yaptı. Görkemli işçi direnişini karaladı; sokakta işçilere kurşun sıkan sermayenin kanlı ordusunu, “gözbebeğimiz şerefli Türk Ordusu” ilan etti ve Anayasa’ya bağlılığını bildirdi. DİSK yöneticilerinin ikinci büyük ihaneti, direniş sonrasındaki toplu tensikat sırasında yaşandı. Binlerce işçinin (toplam 6000) işten çıkarılmasına sessiz kaldılar. ‘60’lı yılları kapsayan mücadelenin eğittiği, öne çıkardığı bu işçiler, 15-16 Haziran Direnişi’ni de sürüklemiş ve yönetmişlerdi. Direnişin verdiği korkuyla DİSK’i kapatmayı öngören yasa, Anayasa Mahkemesi tarafından iptal edildi. Sendika bürokratlarının ihanetine ve sıkıyönetime rağmen işçiler hemen teslim olmadılar. Türk Demir-Döküm, Sungurlar, Derby, Otosan, Rabak gibi büyük işyerlerinde işi durdurarak ya da yavaşlatarak günlerce direndiler. 15-16 Haziran direnişi sınıfın devrimci önderlikten yoksun, hazırlıksız ve sendikal bürokrasinin uzlaşmacı-ihanetçi kıskacında gerçekleşmesine rağmen görkemli bir direniş olarak tarihin sayfalarında yerini aldı. Kitlesel-militan bir işçi başkaldırısı olarak hala da aşılamadı.
37
Sivas’ta asan da yakan da devlettir! Kararmış yüreğin hiç ışığı olmaz Bilmez misin ki türküler yanmaz Günü gelir sanma hesap sorulmaz Dayanır kapına Pir Sultan ölmez…
2 Temmuz 1993’te Sivas’ta sermaye devletinin denetimindeki gerici güçler tarafından gerçekleştirilen katliamın üzerinden 16 yıl geçti. 2 Temmuz 1993’te dördüncüsü yapılan Pir Sultan Abdal Şenlikleri’ne katılmak için Sivas’a giden aydın ve sanatçılardan 35’i katledildi. Katliam günler öncesinden planlanmış, gerici örgütler tarafından “Müslümanlar” imzalı bildirilerle halk kışkırtılmıştır. Bildiride şenliğin katılımcılarının “Müslümanların kutsal değerlerine hakaret ettikleri” iddia edilmiştir. Katliama açık davetiye çıkartan bu bildiriler karşısında devletin kolluk güçleri üç maymunu oynamıştır. Şenlik tarihine yaklaşılırken, başında Refah Partili Temel Karamollaoğlu’nun bulunduğu Sivas Belediyesi, etkinlikle aynı tarihe dek düşen “Hicret koşusu” yapma kararı aldı. Koşu için “sporcu” adı altında diğer illerden gelen katiller bir araya toplatıldı. Yerel gazetelerde katliamı kışkırtan yazılar yayınlanmaya kesintisiz olarak devam edildi. Etkinlik için gelen misafir ve aydınların konaklayacağı Madımak Oteli’nin önüne yol çalışması bahanesiyle kamyonlarca taş boşaltıldı. Devletin çeşitli kesimleri yapılacak katliamdan haberdar olmalarına rağmen güvenlik önlemleri almadılar. Kolluk güçlerinin büyük çoğunluğu şenlik zamanı başka ilçelere gönderildi. Bildiriler, sporcu adı altında şehre getirilen katiller, otel önüne boşaltılan taşlar, bölgeden uzaklaştırılan devletin kolluk güçleriyle birlikte katliamın ön hazırlıkları tamamlanmıştı. Öğlen saatlerinde gösterilerle başlayıp şenlik etkinliklerine yönelik saldırılarla süren ve Madımak Oteli’nin ateşe verilmesiyle biten günün ardından 35 can alan bir katliam gerçekleştirildi. Ve tüm bunlar olup biterken, polisiyle, askeriyle, itfaiye ve sağlık ekipleriyle, tüm resmi-sivil güçleriyle devlet oradaydı. Katliamın gerçekleştirilmesini seyretmişlerdi. Sivas Belediye Başkanı “Gazamız mübarek olsun” diyebilmiştir. Hükümet ortağı olan SHP’nin Genel Başkanı Erdal İnönü’nün “Güvenlik güçlerimizin özverisiyle vatandaşlarımızın daha fazla zarar görmesini engellemiştir”, dönemin Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel’in “Halkla polisi karşı karşıya getirmeyin”, ANAP lideri Mesut Yılmaz’ın “Bir futbol maçında bile çıkabilecek bir olaydır” ve Başbakan Çiller’in “Çok şükür, otelin dışındaki vatandaşlarımızın burnu bile kanamamıştır” sözleri, devletin otelde can veren insanlarımıza verdiği değeri en açık biçimde göstermiştir. Sermaye devletinin Sivas katliamındaki rolü gün gibi ortada durmaktadır. Cenaze törenlerinden bugüne 2 Temmuz’la ilgili hemen bütün eylem ve etkinliklerde Alevi halkının ve emekçilerin “katil devlet” sloganını dillendirmeleri boşuna değildir. 2 Temmuz katliamıyla sermaye devleti Alevilere, Kürt halkına, işçi ve emekçi yığınlara korku salmak istemiştir. Fakat hiç de istemediği bir sonuca yol açmış, özellikle de Alevi emekçiler devletin kanlı katliamcı kimliğini bir kez daha yakından tanıma imkânı bulmuştur. 16 yıldan bu yana 2 Temmuz anmaları, işin özünü karartmaya dönük tüm çabalara rağmen, katliamcı devletten hesap sormaya dönük bir irade taşımıştır. Sermaye devletinin bundan büyük bir rahatsızlık duyduğu açıktır. Alevi kitleler üzerinde denetim kurmak için elinden geleni yapmaktadır. Kimi Alevi örgütlerinin başındaki sermaye uşaklarının hizmetleriyle bu konuda belli bir mesafe de katedilmiştir. Ancak bu kadarı yeterli görülmediği için Alevi emekçileri üzerindeki denetimi güçlendirmeyi hedefleyen çabalar sürdürülmektedir. CHP’nin Alevi tabanına şirin görünmeye dönük politikaları da aynı devlet politikasının bir parçasıdır. Şu an iktidarda olan AKP’nin son bir yıldır tartışılan “Alevi açılımı” da temelde aynı amaca hizmet etmektedir. Devlet katliamcı kanlı yüzünü Gazi’de, Maraş’ta, Çorum’da, Ulucanlar’da, Ümraniye’de, Buca’da, Sivas’ta ve daha birçok yerde göstermiştir. Bizler de katliamların hesabını sormayı unutmayacağız.
38