Genç-Sen tartışmaları ve çalışmaları gelinen yerde kuruluş faaliyeti biçimini almış bulunuyor. Henüz etkin ve kitlelere yönelen bir faaliyet süreci ve gençlik içinde ilerici olanaklar açısından dahi bir birleşme zemini oluşturamamış bir gençlik örgütlenmesinin kuruluş ve tüzük tartışmalarına başlayarak kuruluşunu ilan etmesi doğal olarak yadırganacaktır. Ancak mevcut durum bugün budur. Ve hararetle süren kuruluş ve tüzük tartışmaları kitle mücadelesi ile herhangi düzeyde bir bağ kurabilmiş değildir. Bu durum ilk oluşum sürecinde anlaşılır olan öncü/ilerici güçlere sıkışmanın gelinen aşamada amaçlaşmış bir görüntüsüdür. Gençlik hareketinin verili durumu, örgüt ve birleşik bir gençlik örgütlenmesi sorununu tüm yakıcılığı ile karşımıza çıkartmaktadır. Bu parçalı ve dağınık gençlik mücadelesine ilerici güçlerin biraraya geldiği bir zeminde politik ve örgütsel bir tutum almak, ilerici bir adım, olumlu bir gelişimenin ifadesi olacaktır. Genç Sen bu açıdan gençlik içinde oynayabileceği misyonu yerine getirebildiği koşullarda, açık ki desteklenmesi gereken bir çaba olacaktır. Ancak bugünkü kitle dışılık Genç Sen’in oynayabileceği bu olumlu misyonu tartışmalı hale sokmakta, onu henüz doğum aşamasında etkisizleştirmektedir. Gençlik mücadelesi ile Genç Sen ilişkisi açısından asıl sorun budur. Sorun çözümlenmediği koşullarda, birleşik bir mücadelenin olanakları, örgüt sorunu çerçevesinde anlamlı olabilecek birtakım tartışmalar süreç içinde heba edilecek, kaybeden oldukça sınırlı olanaklarla yürüyen gençlik hareketi olacaktır.
Genç-Sen nedir? Ne işe yarar? Bu soruya verilecek yanıt sürecin gelişimi açısından da belirleyici olacaktır. Yanıt, bugünün gençlik mücadelesinde ve bu mücadelenin sorunlarında gizlidir. Hareket kitle tabanı olarak oldukça daralmıştır. Hatta denilebilir ki, bugün sözkonusu olan salt öncü güçlere sıkışmış bir harekettir. Tüm Türkiye’de 1500 kişinin katıldığı 6 Kasım eylemleri, tabloyu ortaya koyan açık bir veridir. Hareketin kitlelerle bağı neredeyse hiç kalmamıştır. Bunun sonucu olarak, burjuva ideolojisinin gençlik içinde belki de en yaygın olduğu bir dönem yaşanmaktadır. Üniversitelerde yürütülen politik çalışmalara ilginin görülmemiş bir düzeye gerilediğine tanık olmaktayız. Öte yandan, bu ideolojik-politik boşluk (yakın dönemde şovenist saldırganlığın doldurduğu gibi), düzen içi gerici taraflaşmalar üzerinden belli bir kolaylıkla doldurulabilmektedir. Bu nesnel tablo gençliği aşan bir dizi etmenle ilişkilidir. Özellikle sınıf ve kitle hareketinin bugünkü geri düzeyi ve
hakim gericilik atmosferi gençlik güçlerini de dolaysız bir biçimde etkilemekte, gençlik hareketini sınırlamaktadır. Zira gençlik mücadelesi bugün siyasal bir sınıf hareketinin sürükleyici gücüne muhtaçtır. Bu ortaya çıkmadığı koşullarda, gençlik mücadelesinin yapısal sorunlarını aşması oldukça güçtür. Genç Sen öncelikle bu nesnellikle kurduğu ilişkiyi doğru bir temelde tanımlamalıdır. Zira, bir kitle örgütlenmesi hareketle kurduğu bağ ölçüsünde gelişebilir. Hareketin bu nesnel sorunlarına Genç Sen hangi düzlemde çözüm oluşturmaya çalışmaktadır? Kendini bulunduğu alan içinde konumlandırmayı başaramayan bir örgütün yaşam şansı yoktur. Ya da en iyi durumda ortaya çıkacak sonuç, yeni bir mezhep olmanın ötesine geçemeyecektir. Bu nesnel tabloya yanıtı açık ki, bugüne kadar gençlik mücadelesinin ortaya çıkardığı ilerici birikimin kendisi verebilir. Ancak bu ilerici güçler cephesinde de ciddi bir güvensizlik, dağınıklık ve apolitizm egemendir. Yılların yarattığı önyargı ve parçalanmışlık gençlik hareketine müdahaleyi iyice zora sokmaktadır. Genç Sen bu sorunlar karşısında nasıl bir çözüm zemini ve arayışı içindedir? Şunu açıklıkla belirtebiliriz ki, bugünün gençlik hareketinde hareketin biriken sorunlarına dönük herhangi düzeyde bir çözüm arayışı, ilerici güçlerle birleşmeyi bir tercih değil zorunluluk haline getirmektedir. Kendi içine daralmış, bugüne kadar ortaya çıkan olanakları ve ilerici birikimi yok sayan ya da bünyesinde toparlamak için etkin bir çaba ortaya koymayan herhangi bir örgütlenmenin kitle mücadelesini geliştirmede ve kitleleri örgütlemede bir başarı şansı bulunmamaktadır. Bu elbette bir çırpıda olmayacaktır. İdeolojik-politik bir mücadele, örgütsel planda buna açıklık ve dinamik bir pratik çaba ancak bu soruna çözüm oluşturabilir. Genç Sen buna ne kadar açıktır? Öncelikle tanımlaması ve pratiğe taşıması gereken budur. Bugün daralan gençlik mücadelesi kitlelere dönük çok daha ısrarlı, sabırlı ve yaratıcı bir çalışmayı zorunlu kılmaktadır. Bu yapılamadığı koşullarda, öteki sorunlara da gerçekçi bir çözüm bulabilmek olanaksızdır. Gençlik mücadelesinde dinamik ve hedefli bir kitle pratiği oluşturmayan, tüm zorluklara karşın kitlesel bir gençlik mücadelesi hedeflemeyen herhangi bir çaba, hareketin bugünkü darlığının duvarına çarparak tuz-buz olur. Nitekim gençlik mücadelesi yakın geçmişte bir dizi “iyi düşünülmüş” ancak kitle mücadelesi içinde kendini ortaya koyamamış örgütlenme tartışmaları yaşamıştır Bugün bunlardan geriye kalan koca bir hiçtir. Genç Sen kitlesel bir gençlik örgütlenmesi olma iddiasını
3
ne kadar taşımaktadır? Bu soruya yanıt, etkin bir kitle çalışması, hedefli bir politik faaliyet içinde verilebilir ancak. Kuruluş iddiası ile ortaya çıkan Genç Sen ‘in bu soruya vereceği yanıt, elbette tek başına düşünsel değil pratik yanıt, sonraki süreci belirleyecektir.
Gençlik tüzüksel normlar üzerinden değil, devrimci bir pratik ile kazanılabilir!
4
Genç Sen’in yönelimlerine ve temel tartışmalarına bu değerlendirmeler ışığında kısaca bakalım. Genç Sen 10 Ekim günü Ankara’da gerçekleştirdiği merkezi toplantı ile kuruluş sürecini başlatmış oldu. Toplantıda bu kuruluş süreci tüzüksel bir hazırlık olarak tanımlandı. Öncelikle Genç Sen’in bugünkü durumunu açık bir biçimde tanımlamalıyız. Bugüne kadar kitle mücadelesi içinde oldukça hedefsiz ve başarısız birkaç etkinlik ve ulaşım zamlarına karşı oldukça etkisiz birkaç çalışma dışında tanımlanabilir pratiği olmayan, ilerici güçlere güven verebilecek bir genişlikte bir tartışma zemini oluşturmamış bulunan bir örgütlenme, kitlesel bir gençlik örgütlenmesi olma iddiası ile kuruluşunu ilan ediyor ve bu kuruluşu bir tüzükle taçlandırıyor. Bizim elimize de ulaşan tüzük önerilerini tartışmayı gereksiz buluyoruz. Ancak şu kadarını söyleyebiliriz, bu tüzükleri hazırlayanlar, bir tarih bilincinden ve devrimci bakış açısından oldukça uzaktırlar. Nitekim bu tüzükler DİSK avukatlarının dahi “devlet sizi tanımıyor, ama siz kendinizi yasal kalıplara sokmaya çalışmışsınız” eleştirilerine konu olmuştur. Ancak bizi hazırlanan tüzükler değil, tartışmanın sürdürülüş biçimi ilgilendirmektedir. Zira bizim için önemli olan, kendi içinde tüzük maddeleri değil, hareket içinde ve hareket için bir örgüt mü yoksa kendi içinde bir örgüt mü olunacağıdır? Kitle mücadelesine karşı sorumlu bir örgüt mü yoksa bugünkü kısırlığı sürdüren hareketsiz bir zemin mi? Unutulmamalıdır; hareketsizlik çürütücüdür ve herşeyi çürüten bu sistem karşısında çürümeyi engelleyecek tek güç devrimci bir hareketlilik olabilir. Kitle mücadelesini geliştirmeyi hedefleyen bir kitle örgütlenmesi elbette faaliyetini düzenleyebilmek için belli normlara sahip olmak durumundadır. Bu normlar, örgütün kitle mücadelesine daha etkili müdahalesini sağlamak, onun kitle temelini geliştirmek içindir ve mücadelenin güncel ihtiyaçlarına yanıt vermeyi hedefler. Bunun dışında tartışılan tüzükler, metin olarak ne kadar iyi düşünülürse düşünülsün, sonuçta bürokratik ve mücadele dışı bir normlar yığınını ifade eder. Bugünkü tüzük tartışmalarına buradan bakılmak durumundadır. Peki bugün için belirlenecek normlar neler olabilir? Genç Sen’in bugünkü konumu üzerinden yapması gereken, hedeflerle bütünlüklü bir örgütsel irade beyanıdır. Genç Sen kendisini, taban inisiyatifini açığa çıkartacak bir örgütlenme olarak tanımlamalı ve tabanın doğrudan katılımını engelleyen temsiliyet biçimlerine karşı çıkmalıdır. Hareketin ihtiyaçlarına yanıt verebilecek olan budur. Bu açıdan kuruluş aşaması iddiasında olan Genç
Sen’in bilmesi gereken; örgütlenmenin kendi içinde bir ilkeler birliğine değil, mücadele içindeki kitlelerin eylemsel-pratik birliğine dayanması, bunun hedeflenmesi gerektiğidir. İlkeler bu zeminde oluşur ve gerçek anlamına kavuşur.
Kendini kitle mücadelesi içinde vareden bir gençlik örgütlenmesi Genç Sen öncelikli olarak kitle mücadelesi içinde kendini var etmek zorundadır. Bugünkü hareketin sınırlılıkları bu sorunun üzerinden atlamayı değil üzerine gitmeyi zorunlu kılmaktadır. Bugün en iyi tüzüğü hazırlama çabasındaki Genç Sen’in yapması gereken, politik bir tartışmanın ürünü bir politik kampanya süreci ile yolunu yürümektir. Ancak böylelikle, Genç Sen’ in sık sık ifade ettiği gibi, “yolumuz açık olacaktır”. Böyle bir kampanya süreci hayati bir önem taşımaktadır. Genç Sen’in kendi kimliğini kitleler karşısında daha etkili bir biçimde ortaya koymasını kolaylaştıracaktır. Bir tüzük oluşturup kitlenin karşısına çıkan bir örgütlenmenin kitle mücadelesinin gündem ve sorunlarının dışında kalması tam bir ciddiyetsizlik olacaktır. İşin kötü yanı, bugün Genç Sen üzerinden tartıştığımız kavrayışsızlığın muhatabı DİSK bürokratları değildir. Zira, sınıf mücadelesi içinde yıllarca sınanmış bir bürokratik kimliğin kitle mücadelesinin sorun, ihtiyaç ve gündemlerini anlamasını beklemek mantıklı değildir. Buradaki eleştirinin asıl muhatabı Genç Sen içindeki bir dizi siyasal gençlik örgütlenmesidir. Bu nedenle, sergilenmekte olan kavrayışsızlığı anlamak gerçekten güçtür ve apolitizm bu durumu açıklamaya yetmemektedir. Gençlik mücadelesini geliştirme bakışıyla piyasalaşan eğitime, mesleki dönüşümlere ve geleceksizlik sorununa karşı açık ve belirgin bir politik tutum almak ve bunu etkili bir kampanya süreci ile bütünleştirmek bugünün zorunluluğudur. Genç Sen içinde bizim güncel tartışmalara dönük olarak yaklaşımımız bu olacaktır, bunu pratiğe taşımaya çalışacağız. Bu başarılamadığı koşullarda, bizim ya da başka bir örgütlenmenin Genç Sen’in bir parçası olmasının kitle mücadelesi açısından bir anlamı olmayacaktır.
Tartışmaların dışında kalmak ne anlama geliyor! Bugün bu tartışmaların dışında kalmak için hiçbir geçerli neden bulunmamaktadır. Bugün farklı saiklerle tartışmaların dışında duran eğilimleri kısaca değerlendirmek, birleşik bir mücadeleyi örgütleme sorununun bir diğer önemli yanını oluşturmaktadır. Bu eğilimlerden birincisi, sürece dair politik bir yaklaşım ve güncel çözümlemelerden yoksunluktur. Bu eğilimle tartışabileceğimiz bir başlık ne yazık ki bulunmuyor. Zira sözkonusu olan gençlik siyasetinden kopuştur. İkincisi ise örgüt biçimlerine sıkışmış bir tartışma eksenidir. Devrimci Gençlik çevresi ve Öğrenci Kolektifleri bu tutumun en belirgin temsilcileri durumundadır. DİSK üzerine söylenenler ve Genç Sen pratiğinin kitle mücadelesi ile kurduğu bağa dair tartışmalar elbette önemlidir ve sürdürülmelidir. Ancak bu tartışmalar hangi saiklere dayanmaktadır, bizce tartışmanın düğüm
noktalarından birisini bu oluşturuyor. Bunu söyleyenler bugün ilerici güçleri biraraya getirebilecek bir mücadele ve örgütlenme için ne söylemektedir, bu sorunu nasıl tanımlamaktadırlar? Buna bir açıklık getirmek durumundadırlar. Zira bu olmadığı ölçüde ortaya çıkan sadece günün yetersizliklerini dar grupçu çıkar ve hedefleri gizlemek için kullanan bir yaklaşım olabilir. Nitekim bu eğilimin temsilcileri tam da bu grupçu bakışın dışavurumu olarak bizi siyasal örgütlenmeleri birleştirmeye çalışmakla eleştirmektedirler. Buna yanıtımız şudur: “Kitle örgütlenmesi sorununu bir çırpıda masa başında çözeceğini sanan yaklaşım, elbette ki ilerici potansiyelin bir araya gelmesinin önemi ve kapsamını kavramakta zorlanacaktır. Sorunu ‘örgütleri birleştirmeye’ indirgediğimizi düşünmeleri de örgüt sorununa bakıştaki bu yavanlığın dışavurumundan ibarettir sadece. Zira birleşik bir gençlik örgütlenmesi sorunu öznel bir sorundur, öznelerin iradi çabası ve müdahalesi ile elbette bir çırpıda başarılabilir. Ancak bu hiçbir biçimde gençlik örgütlenmesi sorununun çözüldüğü anlamını taşımamaktadır. Bu sadece bir olanağa, hareketi sıçratabilecek bir dinamiğe işaret etmektedir. İlerici potansiyeli bir araya getiren bir birleşik örgütlenme, asıl hedefin, geniş gençlik yığınları ile buluşma hedefinin bir kaldıracıdır sadece. Ve hedefe, doğru bir yöntem ve bakışla ilerleyebildiği koşullarda bir anlam taşır.” (Devrimci gençlik mücadelesinde gelecek için notlar Ekim Gençliği, Sayı: 103, 15 Mayıs-15 Haziran ‘07) Bugün, yukarıda işaret ettiğimiz eğilimin temsilcileri birleşik bir mücadele açısından ne önermekte, nasıl bir çerçeve çizmektedirler. DİSK’i, Genç Sen’i doğru bir zeminde eleştirmek, bu tartışmanın üzerinden atlamak için gerekçeye dönüştürülemez. Ama “‘bizim kitlesel örgüt biçimimiz’ var ötesi bizi ilgilendirmez” diyorsanız da, bu sizin sorununuzdur. O zaman bugünün ilerici olanaklarına dahi kendini açamamış bir tekke olarak kalmaya mahkum olursunuz. Bir diğer eğilim, sürecin eksiklik ve yetersizliklerinden dolayı, varolan olanağa devrimci müdahale yaklaşımını yok saymaktır. Bu ise kendiliğindenciliğin bir dışavurumudur. Birleşik bir gençlik mücadelesi üzerine sözü olan, ilerici muhalefetin biraraya gelmesini önemseyen herkes bu tartışmalara kendi yaklaşımları ile katılmak durumundadır. Zira bugünün gençlik mücadelesinin en temel ihtiyaçlarından birisi dinamik bir tartışma sürecidir. Olanaklar tükenene kadar bu tartışmanın zorlanması devrimci bir çaba olacaktır.
15-16 Aralık’a ve Genç Sen’e dair bir tartışma platformu * Genç Sen gençlik sorununu güncel boyutları ile tartışmak ve çözüm oluşturmak için etkin bir mücadele örgütü olarak kendini tanımlamalıdır. * Genç Sen bu kapsamda gecikmeksizin gençlik sorununu tartışmaya açan bir forum veya kurultayla örgütlenme sürecini başlatmalıdır. Bu kapsamda kendi dışındaki tüm ilerici gençlik güçlerini bu sürecin bir parçası haline getirmek için sistematik bir çaba harcamalıdır. * Genç Sen bu süreci yerel inisiyatifleri ve tartışmaları açığa çıkartacak bir biçimde etkin bir politik kampanya olarak örgütlemelidir. * Genç Sen’in bugün için ihtiyacı, hayatın içinde karşılığı olmayan, örgütlenmeyi bürokratik bir cendereye sıkıştıracak tüzüksel tartışmalar değil, kitle mücadelesini geliştirecek bir örgütlenme yaklaşımı ve iradesi ortaya koymaktır. * Genç Sen bu kapsamda kendini taban inisiyatifini açığa çıkartacak bir örgütlenme olarak tanımlamalıdır. * Genç Sen, bunun bir ayağı olarak yerellerde, sınıflarda, amfilerde ve fakültelerde örülecek olan kitle mücadelesine katılan herkesin dolaysız bir biçimde karar alma sürecine katıldığı bir işleyişi ilkesel bir yaklaşım olarak benimsemelidir. * Genç Sen, kararların temsiliyete değil kitlenin doğrudan katılımına uygun bir biçimde alınmasını başlangıç adımı olarak mutlak suretle hedeflemelidir. * Genç Sen, bu kapsamda il düzeyinde çalışmayı düzenleyecek koordinasyonlar oluşturmalı, bu koordinasyonlar yerellerden herkesin katılımına açık forumlar olarak düşünülmelidir. * Genç Sen, bunun önünü kapayacak birtakım temsiliyet biçimlerine şiddetle karşı çıkmalı, bürokratik biçimlere sıkışmaktan özenle kaçınmalıdır. Bugün kuruluş iddiasıyla ortaya çıkan Genç Sen’in atması gereken öncelikli adımlar bunlardır. Ancak bu adımların atıldığı koşulllarda Genç Sen daralmaktan ve içine kapanmaktan kurtularak, hem ilerici gençlik güçlerine hem de genelde gençlik kitlelerine güven veren bir örgütlenme haline gelebilir.
5
Bugün hareketin mevcut yetersizlik ve zayıflıkları elbette çalışmamızı daraltan, başarısını sınırlayan bir neden olarak karşımızda durmaktadır. Zira varolan ideolojik abluka, baskı ve terör mekanizması kırılmadan örülen çalışmaların kitlesel bir karakter kazanması oldukça güçtür. Bunu kırmak ve mesafe almak, nesnel koşulların doğru bir tahlilini ve bu zeminde doğru bir öznel müdahaleyi gerektirmektedir. Bugün yapılması gereken, bu sürece müdahale edecek asgari olanakları bugünden oluşturmaktır.
6
Dönem başından bu yana sürdürdüğümüz “Yalanlarınızı da alın gidin!” üst başlıklı kampanyamızı bugüne kadarki biçimi ile sona erdirmiş bulunuyoruz. Sistematik bir politik üretkenlik ve yoğun bir kitle çalışmasının sonucunda kampanya çalışmasının örüldüğü illerin hemen hemen hepsinde kampanya, forumlar ve basın açıklamaları ile bitirilmiş bulunuyor. Gelinen yerde kampanya çalışmamızı, ortaya koyduğumuz hedefler ve hareketin ihtiyaçları merkezli bir değerlendirmeye tabi tutabilmenin olanaklarına sahibiz.
Hareketin biriken sorunları ve çözüm yolu Bugün gençlik alanında derin bir politik ve örgütsel boşluk sözkonusu. Yılları bulan bu sorunun aşılamaması, hareketi büyük bir daralma ile yüzyüze bırakmış bulunuyor. Zira son 6 Kasım eylemleri hareket içinde sol ve ilerici güçlerin hareket ile bağlarının görülmemiş bir biçimde tükendiğini dışa vurmuştur. Bu durumu aşmak yönlü çabalar ise halen dağınıklığını, parçalılığını ve hedefsizliğini koruyor. Eğer gençlik hareketini güncel görüntü üzerinden, yani hareket halindeki kesim üzerinden tanımlıyor olsaydık, ortada olan gerçekliğe hareket demek dahi tartışmalı olurdu. Öte yandan, bugün sorunun temel yanlarından birisi, bu tabloyu değiştirecek bir pratik sorunudur. Bugünkü zayıflığın ve daralmanın kestirme bir çözümü bulunmuyor. Döne döne tekrarladığımız gibi, tek gerçek çözüm yolu uzun soluklu ve hedefli bir kitle faaliyetinden geçiyor. Bu yetersizliklerin oluşturduğu bir diğer önemli sonuç ise, ilerici güçlerde yaşanan daralma ve burjuva ideolojisinin etkisinin gençlik içinde bugüne kadar görülmemiş bir yaygınlığa ulaşmasıdır. Zira geçmişte görmeye çokça alışık olduğumuz, herhangi bir örgütsel tercihte bulunmamakla beraber devrimci siyasal çalışmaya açık gençlik kesiminin varlığı bugün için tanımlanabilir bir olgu değil. Bugünün gençlik hareketi oldukça sınırlı bir örgütlü kesimi kapsıyor. Bu durumu değiştirmek, ideolojik, politik ve örgütsel bir bütünlükte gençliğin sorunlarına müdahaleyi zorunlu kılmaktadır. Yeni alanlara açılmak ve faaliyetin her adımında örgütlenmek... Günün sorunlarına çözüm oluşturma iddiasındaki güçlerin yapması gereken temel şey budur. Kampanya çalışmamızı bu eksende değerlendirdiğimizde, öncelikle, gençlik hareketinin verili hareketsiz ve dağınık tablosu içerisinde uzun soluklu bir kitle çalışmasına dayanan, yerel dinamiklerle bağ kurma hedefiyle hareket eden ve öğrenci gençliği harekete geçirecek kanalları
yaratmanın arayışında olan bir çalışmanın açık bir süreklilik ve canlılıkla örülmüş olmasının başlı başına başarı olduğunu kabul etmek gerekir. Zira bu başlıkların kendisi, hedefli bir politik faaliyeti işaret eder. Bugün kampanya sonucunda elde edilen sonuçlara bakıldığında, ilk elden karşımıza çıkan da budur. Kampanya çalışması baştan sona iç hedefleri ile uyumlu ve hareketin ihtiyaçlarını gözeten bir temelde yürütülmüştür. Bugün hareketin mevcut yetersizlik ve zayıflıkları elbette çalışmamızı daraltan, başarısını sınırlayan bir neden olarak karşımızda durmaktadır. Zira varolan ideolojik abluka, baskı ve terör mekanizması kırılmadan örülen çalışmaların kitlesel bir karakter kazanması oldukça güçtür. Bunu kırmak ve mesafe almak, nesnel koşulların doğru bir tahlilini ve bu zeminde doğru bir öznel müdahaleyi gerektirmektedir. Bugün yapılması gereken, bu sürece müdahale edecek asgari olanakları bugünden oluşturmaktır. Bu açıdan kampanya sürecimiz yeni alanlara açılmak, çalışmamızın örgütsel olanaklarını geliştirmek, öte yandan faaliyet kapasitemizi yaygınlaştırmak açısından anlamlı olanaklar yaratmış bulunuyor. Bugün sorun, bu yeni olanakları en iyi bir biçimde değerlendirmek, daha güçlü bir gençlik mücadelesi için önümüzdeki sürece çok yönlü olarak hazırlanmaktır. Bugünün zor koşulları karşısında faaliyette ısrar ve kararlılık göstermeden, biriktirilen sınırlı güç ve olanakları en etkin bir biçimde kullanmadan, yol yürümek ve mesafe almak mümkün değildir. Üç aylık kampanya sürecimiz bugün daha güçlü adımlar atmak için anlamlı olanaklar yaratmış bulunuyor. İhtiyacımız ise, yürüdüğümüz bu doğru yolda bu zamana kadar gösterdiğimiz ısrarı ve etkin çabayı, planlı ve hareketin ihtiyaçlarına yanıt verecek bir biçimde sürdürmektir.
Etkili ve yaygın bir propaganda çalışması “Yalanlarınızı da alın gidin!” kampanyası temelde bir taraflaşma çağrısının ifadesiydi. Kampanyaya başladığımız günlerde sermaye düzeni eliyle yaratılan laik-anti laik kutuplaşması gençlik kesimlerini düzen içi bir tercihe zorluyor, adeta gericilikten gericilik beğenmeye itiyordu. Kampanya çalışması ile öncelikle bulunduğumuz bütün alanlarda bu seçeneksizliği kırmayı, gençliğin tarafının kendi gelecek ve özgürlük mücadelesi olduğunu anlatmayı hedefledik. Bu bağlamda gençliğin temel taleplerini ifade eden dört değişik afiş hazırladık ve çalışmamızı gerek üniversitelerde,
gerekse şehir merkezlerinde bu afişleri en yaygın bir biçimde kullanarak başlattık. Üniversitelerde politik faaliyeti hedef alan saldırıların sürdüğü, afiş asmanın, bildiri dağıtmanın soruşturma terörüne ve fiili müdahaleye boğulduğu bir atmosferde ısrarla kullanmayı sürdürdüğümüz propaganda araçlarımızla öğrenci gençliğe taleplerimizi en güçlü tarzda taşıdık ve kampanyamızı duyurduk. Kampanya çalışmamız kapsamında merkezi afişler, onlarca çeşit yerel afiş, yerel bildiriler, duvar gazeteleri ve daha sonra ayrıntılı olarak değineceğimiz çok çeşitli kitle çalışması aracı kullanıldı. Bu sene, onlarca siyasetin ortak örgütlediği 6 Kasım sürecinde dahi bu ölçüde yaygın ve etkin materyal kullanımı gerçekleştirilememiştir.
Yerel dinamiklerle bağ kuran bir çalışma tarzı Gençlik hareketinin bugün içerisine hapsolduğu kısır döngüyü kırabilmenin yolu, gençliğin gelecek sorunu üzerine oturtulacak ısrarlı ve bütünlüklü bir politika ve bu politika ile uyumlu bir çalışma tarzından geçiyor. Gençlik kesimlerinin bugün karşı karşıya kaldığı saldırı dalgasını püskürtebilmek, bir yandan bu saldırıların bütünlüğünü ısrarla vurgulamak ve bu bütünlük üzerinden bir karşı mücadele örgütlemek, diğer yandan ise neo-liberal saldırıların yerel yansımaları ile amansız bir mücadeleyi sürdürmeyi zorunlu kılıyor. “Yalanlarınızı da alın gidin!” kampanyası kurgulanırken, temel çıkış noktalarından birini bu tartışmasız gerçeklik oluşturmuştu. Bir yandan gençliğin karşı karşıya kaldığı neo-liberal saldırılar bir bütünlük içerisinde ele alınırken, diğer yandan da bu saldırıların yerellerdeki somut görünümlerinin etkin bir biçimde işlenmesi esas alınmıştı. Kampanya çalışmasının sonuna gelindiğinde diyebiliriz ki, bu konuda geçmiş yılları kat be kat aşan bir başarı sağlanmıştır. Hemen hemen bütün yerellerde kampanya çalışması yereldeki gündemlerle bütünleştirilerek yürütülmüş, Yıldız Teknik Üniversitesi örneğinde görüleceği üzere, yerel gündemler noktasında çok yönlü bir faaliyet kapasitesi ortaya çıkartılabilmiştir. Yıldız Teknik Üniversitesi’nde örülen çalışmanın deneyimleri bu yönüyle dikkate alınmalı ve tartışılmalıdır. Zira sözkonusu üniversitede bir yandan Mimarlık Fakültesi özgülünde yaşanan bir sorun gündemleştirilir ve ara bir kampanyaya bağlanırken, aynı anda ulaşım sorunu ve şovenist histeri gündemleri etkin bir tarzda işlenebilmiştir. Yıldız örneği özellikle ulaşım gündemine gerçekleştirdiği politik müdahale ile (yereldeki ulaşım sorunu İstanbul genelindeki ulaşım zamlarına bağlanmış ve her iki başlık da kampanya ile etkin bir biçimde bütünleştirilmiştir) merkezi bir kampanya kapsamında yerel bir kampanya örebilmenin anlamlı bir örneği ortaya çıkartılmıştır. Yerel gündemlerle bağ kurabilen bir politik faaliyetin öğrenci gençlikle de daha geniş bir zeminde ilişki kurmanın, öğrenci gençliği irili ufaklı eylemler üzerinden harekete geçirebilmenin temel koşulu olduğunu daha önceleri defalarca vurgulamıştık. Bu kampanya sürecinde yerellerde ortaya çıkan kimi olumlu örnekler belirlemelerimizin somutlanmasına da vesile olmuştur. Bir politik faaliyetin yerel gündemlerle bağ kurabilmesi demek, söz konusu yerelin ihtiyaçlarını,
öte yandan da olanaklarını daha güçlü tayin edebilen bir çalışma demektir. Genelde merkezi kampanya süreçlerinde, çeşitli zayıflıklardan kaynaklı merkezi bakışın yerel bakışın önüne geçmesi, bir dizi yerel olanağın da gözden kaçırılması sonucuna yolaçtığını defalarca görmüştük. Kimi zaman ise tersinden, yerelde öne çıkan bir başlık, kampanyanın bir anda geriye itilmesi ve bu soruna kilitlenilmesi sonucunu doğurabiliyordu. “Yalanlarınızı da alın gidin!” kampanyası bu açıdan da birçok yerel açısından anlamlı bir farklılık yarattı. Örneğin 9 Eylül Üniversitesi çalışmamız, üniversite bünyesinde ortaya çıkan yolsuzluğa karşı hem gündemin hak ettiği tepkiyi gösterebilmiş oldu, hem de bu sorunu kampanya ile propaganda düzleminde dahi olsa birleştirebilmiş oldu. Yine bu başlık içerisinde Adana’da sürdürülen MYO çalışması mutlaka tartışılmalıdır. Ancak, taşıdığı özel önemden dolayı, bu çalışmayı ayrı bir başlık içerisinde ele almayı tercih edeceğiz.
Kurumsallaşmayı ve öğrencileri etkinleştirmeyi hedefleyen bir kitle çalışması Kampanya çalışmamızın bütününe baktığımızda, bu konuda da geçmiş yılların neredeyse bütün kampanya çalışması süreçlerini aşan bir başarı olduğunu rahatlıkla ifade edebiliriz. Neredeyse bütün yerellerde çeşitli kitle çalışması araçları ihtiyaca göre devreye sokulmuş, yerel önderlikler geçmiş yılları aşan bir politik üretkenlik kapasitesi sergileyebilmiştir. Kampanyamızın toplamına baktığımızda, ilk göze çarpan yerel kampanyalar olmaktadır. Dört ayrı üniversitede dört ayrı gündem üzerinden yerel imza kampanyaları yürütülmüştür. Yine dikkati çeken başka bir nokta, geçmiş yıllardaki en zayıf alanımız olan kurumsallaşma sorununun üzerine anlamlı bir çabayla gidilmiş olmasıdır. Her yerelde aynı etkinlikle sonuç üretilememiş olsa da, kampanya sürecinin yarattığı olanaklara dayanılarak, üç üniversitede süreklileşecek yerel yayın faaliyetleri başlatılmış, iki üniversitede ise kampanya özelinde fanzin çıkartılmıştır. Ayrıca yine bir üniversitede kampanyanın son bir aylık süreci bir platform oluşturularak yürütülmüştür. Geçmiş yıllarda zorlandığımız diğer bir alan olan çalışmayı yerel etkinliklerle birleştirebilmede geçen yıllara oranla anlamlı bir aşama katedilmekle beraber, sorun tümüyle aşılamamıştır. İstanbul Üniversitesi’nde yürütülen çalışmanın bütününde sergilenen başarı bu konuda da anlamlı sonuçlar yaratmış, düzenli bir film etkinliği programı oluşturmuştur. Farklı üniversitelerde de bazı ara yerel etkinlikler organize edilmiştir. Ancak süreklileşmiş etkinlikler İstanbul Üniversitesi dışında hayata geçirilememiştir. Bütün bunların yanı sıra, bütün bir kampanya süreci boyunca kitle çalışmasında ciddi bir ısrar gösterildiğini ifade etmeliyiz. Hemen hemen bütün üniversitelerde öğrenci gençlikle buluşmanın olanakları zorlanmış, açık kampanya toplantıları örgütlenmiştir. Ortalama 15-20 kişilik katılımlarla gerçekleşen bu toplantılar bugünün gençlik hareketi tablosu içerisinde oldukça anlamlı bir yerde durmaktadır. Çalışmanın son haftasında hemen hemen bütün yerellerde örgütlenen referandum çalışması da önem
Kampanyamızın toplamına baktığımızda, ilk göze çarpan yerel kampanyalar olmaktadır. Dört ayrı üniversitede dört ayrı gündem üzerinden yerel imza kampanyaları yürütülmüştür. Yine dikkati çeken başka bir nokta, geçmiş yıllardaki en zayıf alanımız olan kurumsallaşma sorununun üzerine anlamlı bir çabayla gidilmiş olmasıdır. Her yerelde aynı etkinlikle sonuç üretilememiş olsa da, kampanya sürecinin yarattığı olanaklara dayanılarak, üç üniversitede süreklileşecek yerel yayın faaliyetleri başlatılmış, iki üniversitede ise kampanya özelinde fanzin çıkartılmıştır. Ayrıca yine bir üniversitede kampanyanın son bir aylık süreci bir platform oluşturularak yürütülmüştür.
7
taşımaktadır. Binlerce öğrenciye taleplerimiz taşınmış, taleplerimizden yana taraf olmaları çağrısı yapılmıştır.
Kendini politik olarak denetleyebilen bir kampanya çalışması Kampanya çalışmasının merkezi bir güçlülüğü olarak ifade edilebileceğimiz politik denetleyiciliği özellikle 6 Kasım süreci ve şovenist histerinin dizginlerinden boşaldığı süreçte açığa çıkmıştır. Kampanya gündemlerinin 6 Kasım ile bağının kurulması noktasında yapılan müdahale yerel önderliklerin de etkin çabası ile asgari bir karşılık üretmiştir. Ancak bu konuda hala da istenilen düzeyde başarı elde edilememiştir. 6 Kasım’la gündemsel planda bütünleşmenin bütün olanaklarına sahip kampanya çalışmamız, bütünleşmeyi propaganda düzleminin ötesine taşımakta güçlük çekmiştir. Tersi olması gerekirken, 6 Kasım süreci kampanya çalışmalarının propagandaya sıkıştığı bir dönem olmuştur. Bunun bir nedeni gençlik hareketinin toplam tablosundan kaynaklı olarak ortak çalışma yükünün ağırlıklı bir biçimde üzerimize kalmasıdır. Diğer bir nedeni ise (6 Kasım sürecini ve faaliyetlerini güçlendirecek olan da budur) hareketin ihtiyaçlarından elbette kopmadan, bağımsız çalışma gücümüzü sınırlamamayı tercih etmek gerekirken, somut koşullarda bunun yapılamamasıdır. Şovenist atmosferin tırmandırılmaya başlandığı günlerde ortaya konulan “Şovenizmin yalanlarına ortak olma!” metni ise, kampanya çalışması ile gençlik hareketinin ihtiyaçlarını karşılama noktasındaki iradi tutumun bir yansımasıdır. Hemen her yerelde şovenist histerinin karşısına halkların kardeşliği şiarı ile çıkılabilmiştir. Ancak bu başlık altında da merkezi müdahaleye paralel bir yerel inisiyatif sergilenmekte güçlük çekilmiş (YTÜ’deki örneği dışta bırakırsak), gündeme ilişkin pratik bir hat örülememiştir. ODTÜ gibi kimi üniversitelerde gündem üzerinden oluşan duyarlılık, uygun bir zemin yaratmasına rağmen, değerlendirilememiştir.
MYO ve yurt çalışması üzerine ilk adımlar Her iki başlığın da kendi içerisinde bir değerlendirme konusu olduğu açık. Ancak kampanya çalışması bünyesinde İzmir’in yurtlar, Adana’nın MYO üzerinden attığı ısrarlı adımlar, yıllardır çalışmamızın belki de en zayıf olduğu bu iki alana yüzünü dönmesine vesile olmalıdır. Adana’nın iki ay gibi kısa süreli bir yüklenmesinin sonuçları ortadadır. Ekim Gençliği’nin misyonu üzerinden hareket eden bir çalışmanın ürettiği sonuçlar önemlidir ve bizim açımızdan taşıdığı bu önem bilince çıkartılacaktır. Kampanya çalışmamız, bu alanlara dönük tanımlı ve sistematik ilk adımların atılabilmiş olması açısından da anlamlıdır.
Kampanya çalışmasından aldığımız güçle daha ileriye!
8
Başarılı bir kampanya sürecini geride bırakmış bulunuyoruz. Bu başarının hem politik hem de örgütsel ayakları olduğunu ifade etmeliyiz. Elbette üzerinden atlanmaması gereken eksiklikler ve zaaf alanları varlığını sürdürmektedir. Ancak geçmiş yıllardaki bir dizi zaaf alanının aşılmış olmasından dolayı başarıların öne çıkartılması, deneyimlerinden yararlanılması açısından gereklidir. Bu başarılar elbette asıl anlamını süreklileştirilebildikleri ölçüde bulacaktır. Önümüzdeki dönemde kampanya çalışmamızın öne çıkarttığımız başarılı yanlarını süreklileştirmenin azami çabası harcanmak zorundadır. Zira sınırlı bir kampanya süreci ile de görmüş bulunuyoruz ki, sistemli ve yerinde harcanan bir politik çaba karşılığını üretmektedir.
“Yalanlarınızı da alın gidin!” kampanyası etkinliklerinden... İstanbul Gençlik Forumu Dönemin başlamasıyla birlikte örgütlemeye başladığımız “Yalanlarınızı da alın gidin!” üst başlıklı politik kampanya sürecimizi 8 Aralık’ta gerçekleştirdiğimiz “İstanbul Gençlik Forumu” ile sonlandırmış olduk. “Piyasalaşan eğitime ve şovenizme karşı gençlik gelecek ve özgürlük mücadelesine!” başlığıyla düzenlenen forum iki ana bölümden oluştu. Forum başlığının genel çerçevesine ilişkin sunumlar ve soru-cevap şeklinde geçen ilk bölüm öncesinde bir arkadaşımız açılış konuşması yaptı. Konuşmada ana hatlarıyla politik kampanya sürecimiz gerekçelendirildi. Forumun birinci bölümünde Marmara Üniversitesi’nden Prof. Dr. Mehmet Türkay, Sabancı Üniversitesi öğretim üyesi Dr. Ahmet Öncü, Marmara Üniversitesi öğretim görevlisi Yrd. Doç. Dr. Kurtar Tanyılmaz ve gazeteci-yazar ve Galatasaray Üniversitesi öğretim üyesi Ragıp Duran söz aldı. Her bir sunumun ardından soru-cevap bölümünde canlı tartışmalar yapıldı. Verilen ara sonrası etkinliğin forum bölümüne geçildi. Zaman sıkıntısından kaynaklı tüm tebliğ ve tartışmalar ifade edilemese de etkili tartışmalar gerçekleştirildi. Bu bölümde GOP İLGP “Yerel yayın”, Dershaneli İLGP’liler “ÖSS” tebliğ sundu. YTÜ “Ulaşım sorunu”, “teknik gezi masrafları”, “şovenizme karşı halkların kardeşliği” başlıklı 3 ayrı tebliğ sunarken, İÜ’nden “Kamp-Üs: Bir yerel yayın deneyimi” ve “YÖK’ün gölgesinde üniversite, sermayenin kuklası rektör istemiyoruz” başlıklı iki tebliğ sundu. Daha sonra Forum’a destek veren Eğitim Emekçileri Derneği ve Genç-Sen adına birer konuşma yapıldı. Tartışmanın son bölümünde Ekim Gençliği adına söz alındı. Forumun ve bir bütün olarak politik kampanya sürecinin hangi ihtiyaçlara yanıt verebilmek amacıyla örgütlendiği ifade edildi. Gençlik hareketinin sorunlarına da değinilerek, hareket içerisindeki öznelerin değil, bir bütün olarak gençlik hareketinin sorun ve ihtiyaçlarına yönelik çözümler üretilmesi gerektiği vurgulandı. Yaklaşık 55 kişinin katıldığı etkinlik kapanış konuşması ile sona erdi.
Ankara Gençlik Forumu Bir süredir yoğun bir şekilde çalışmaları süren Gençlik Forumu 8 Aralık günü toplandı. “Piyasalaşan eğitime ve diplomalı işsizliğe karşı Ankara Gençlik Forumu toplanıyor!” diyerek yola çıktığımız forum anlamlı tartışmalara vesile oldu. Forumumuzu tartışma başlıkları olarak belirlediğimiz konular üzerine kısa sunumlar ve canlı tartışmalarla amacına uygun bir şekilde toplandı. İlk olarak forumu gerekçelendiren bir açılış konuşması yapıldı. Ardından bir arkadaşımız gerçekleştirdiği sunumla, üniversitelerin tarih içerisinde şekillenişinden ve sınıfsal karakterinden bahsederek, eğitim ile amaçlananın egemen ideolojinin yeniden üretilmesi ve tüm topluma yayılması olduğunu vurguladı. Üniversite-sistem ilişkisinin tanımlandığı sunumun ardından eğitimin piyasalaştırılmasında AB ve GATS sürecinden ve YÖK’ün üstlendiği misyondan bahseden bir konuşma yapıldı. İkinci bölümde okullardaki sorunlar üzerine kısa değinmeler ve örneklerle canlı tartışmalar yapıldı. Ulaşım sorunundan barınma sorununa, har(a)çlardan kimlik ve kayıt paralarına kadar eğitimin paralılaştırılması üzerinde duruldu. Özelleştirilen, kapatılan kantinlerden ve yemekhanelerden bahsedildi. Ardından okullardaki “güvenlik” sorunu üzerinden ayrıntılı bir tartışma yapıldı. Verilen aranın ardından diplomalı işsizlik ve meslek alanlarındaki dönüşümle hedeflenenlerden bahsedildi. Yetkin mühendislik, sözleşmeli/vekil öğretmenlik, stajyer avukatlık, aile hekimliği ve Fen-edebiyat öğrencilerinin formasyon sorunları üzerinden gelecek sorununa yönelik tartışmalar yapıldı. “Üniversitelerde yükseltilen milliyetçi-şoven dalga ve gençlik üzerine etkileri” üzerine yapılan sunumda ise “halkların kardeşliği” şiarını yükseltme vurgusu öne çıktı. Forumda son olarak gençlik hareketinin örgüt sorunu tartışıldı ve bu konudaki güncel zaaf alanları hareket-örgüt diyalektiği çerçevesinde tartışıldı.
Bursa’da başarılı bir forum “Yalanlarınızı da alın gidin!” başlıklı kampanyamızın finali olarak Bursa Gençlik Forumu’nu 9 Aralık’ta gerçekleştirdik. Forum BATİS’te yapıldı. Forum kapsamında çalışmamızın da temelinde duran dört ana şiar üzerine çerçeve sunumlar gerçekleştirildi. Ardından tartışmalara geçildi. Forumumuz kampanyanın gerekçelendirilmesi ile başladı. İlk bölümde “Müşteri değiliz, parasız eğitim istiyoruz” talebi tartışıldı. Ardından “Kağıt parçası değil, iş ve gelecek istiyoruz!” başlığına geçildi. Bu başlık altında “İşsiz ve Güvencesiz Eğitim İşçileri Örgütlenme Girişimi” bir sunum gerçekleştirdi. İki başlığın canlı biçimde tartışılmasının ardından müzik dinletisi yapıldı ve ara verildi. İkinci oturumda, “Köle değiliz! Söz, yetki, karar istiyoruz!” başlığı ile foruma başlandı. Bu konu ile ilgili sunumun ardından Genç-Sen tartışıldı. Forumun son başlığı olarak “Irkçılığın, yozlaşmanın ve korkunun değil, bilimin üretildiği bir eğitim istiyoruz” konusu tartışıldı. Bu başlık çerçevesinde
9
şovenist histeriye ilişkin tartışmalar yapıldı. Başlıklardan sonra forum boyunca sunulan öneriler üzerine bir tartışma yapıldı ve bunlar üzerinden kararlar alındı. Ekim Gençliği adına yapılan son bir konuşmayla forum bitirildi. Foruma, İşsiz ve Güvencesiz Eğitim İşçileri Örgütlenme Girişimi ve DGH katılarak destek verdi.
Adana MYO’da panel Adana Meslek Yüksek Okulu Beyazevler Kampüsü’nde uzun bir zamandır yürüttüğümüz “Yalanlarınızı da alın gidin!” şiarlı kampanyamızı “Kağıt parçası değil, iş ve gelecek istiyoruz- MYO öğrencileri sorunlarını tartışıyor!” başlıklı bir panel gerçekleştirerek noktaladık. 9 Aralık’ta Adana Eğitim Sen Şubesi’nde gerçekleştirdiğimiz panele, Eğitim Sen üyesi ve Meslek Lisesi öğretmeni iki hocamız ile Ekim Gençliği’nden bir arkadaşımız konuşmacı olarak katıldı. Panel Ekim Gençliği’nden arkadaşımızın kampanya gerekçelendirmesi ile başladı. Ardından panelin konusu anlatıldı ve söz hocalarımıza bırakıldı. İlk sözü alan hocamız, MYO öğrencilerinin genel profilini anlatan bir konuşma yaptı. MYO öğrencilerinin sorunlarına ve MYO’ların sistem için taşıdığı anlama işaret etti. Daha sonra söz olan diğer hocamız ise kapitalist üretim ilişkileri içerisinde MYO’lara düşen rolü tanımladı. Ardından Ekim Gençliği’nden arkadaşımız bir konuşma yaptı. Konuşmaların ardından sorulan sorular ve tartışmalarla MYO öğrencilerinin sorunları dile getirildi. Kimi öğrenciler yaşadıkları sorunları dile getirdiler. Panel’de ağırlıklı olarak işsizlik ve geleceksizlik sorunu tartışıldı. Soru cevap bölümünde ise MYO öğrencilerinin örgütlenmesinin sorunları öncelikli bir yer tuttu.Yaklaşık 40 kişinin katıldığı ve üç saate yakın süren panel anlamlı tartışmalarla sonlandırıldı.
AÜ’de referandum çalışması! “Yalanlarınızı da alın gidin!” kampanyası çerçevesinde 3 Aralık günü “Söz gençlikte!” referandumunu başlatmıştık. 7 Aralık’a kadar sürdürdüğümüz referandum çalışmamızı 7 Aralık günü sonlandırdık. Anadolu Üniversitesi rektörlük binası önünde kampanyamızı anlatan ve dört gün boyunca yürüttüğümüz referandumda kullanılan oyların sonucunu deklare eden bir basın açıklaması gerçekleştirdik. Açıklamada gençliğin düzen içi taraflaşmaya hapsedilmeye çalışıldığı vurgulandı. Yürüttüğümüz kampanyanın çerçevesi anlatılarak, eğitimi ticarileştirerek öğrencileri müşterileştirenlerin, öğrenci gençliği soruşturma, uzaklaştırma, okuldan atma saldırılarıyla baskı altına almaya çalışanların bizlere verebileceği hiçbir gelecek olmadığı belirtildi. Kampanya talepleri anlatılarak, bu çerçevede gerçekleştirilen referandumda %1.8 Hayır, %98.2 Evet oyu kullanıldığı açıklandı. Basın açıklamasına DPG ve DGH da destek verdi.
İLGP’den yerel forumlar İLGP İstanbul’da yaygın bir kampanya çalışması örgütledi ve bu çalışmaları yerel forumlarla bütünleştirdi. 4 ayrı yerelde forum ve dershanelerde de söyleşi örgütlendi. Toplamda 60’ın üzerinde liseli gelecek mücadelesinin tartışıldığı platformlarda yan yana getirildi. İlk forum Gülsuyu’nda gerçekleşti. 30 Kasım’daki forumda liseliler okullarındaki sorunları tartıştılar. Ağırlıklı olarak idari baskının tartışıldığı bu forumda, paralı eğitimden yozlaşmaya kadar birçok sorun ortaya konuldu. 1 Aralık’ta ise Esenyurt İLGP olarak “Paralı eğitime, staj sömürüsüne ve diplomalı işsizliğe karşı ne yapmalı?” başlıklı forumumuzu gerçekleştirdik. Bir öğrenci velisi de çalışmamıza destek sundu. Forum, paralı eğitime dair bir çerçeve çizilerek başladı. Eğitimin anayasal bir hak olduğu, fakat işçiemekçi çocuklarının maddi imkânsızlıklar nedeniyle bu haktan yararlanamıyor olması ilk tartışma başlığıydı. Forumun diğer bölümünde bu sorunlara karşı neler yapabileceğimizi konuştuk. Yine 1 Aralık’ta GOP liselileri olarak, “Uyuşturucuya, yozlaşmaya ve şiddete karşı ne yapmalı?” başlığı ile bir forum örgütledik. Forumda, öne çıkarttığımız sorunların arka planına değinildi ve “neler yapılmalı?” sorusu tartışıldı. GOP’ta bir lisede sürdürülen bülten çalışması örnek gösterilerek, alternatif alanlar yaratmanın önemine değinildi. 1 Aralık’ta başka bir forum da Kartal İLGP tarafından örgütlendi. “Şovenizme, ırkçılığa ve gerici eğitim müfredatına karşı ne yapmalı?” başlığını taşıyan forumda, şovenizm, ulusal sorun ve ulusal hareket ayrıntılı tartışıldı. Ardından liselerde şovenizmin etkileri tanımlandı. İkinci bölümde ise şovenizme karşı mücadelenin ekseni tartışıldı. 3 Aralık günü ise Dershaneli İLGP’liler olarak bir söyleşi örgütledik. Söyleşide bir dershane yayını çıkartma kararı alındı. ÖSS sorunu masaya yatırıldı. Forumların ardından lise ve dershanelerde “Söz gençlikte!” referandumlarını başlattık. 300’e yakın referandum yaptık.
Trabzon Gençlik Forumu gerçekleşti! 'Yalanlarınızı da alın gidin' kampanya çalışmamızı 9 Aralık günü yaptığımız Trabzon Gençlik Forumu ile sonlandırdık. Forum öncesi süreçte gerçekleştirdiğimiz referandum çalışması oldukça verimli geçti. Üniversite genelinde ve özellikle yabancı diller fakültesinde yoğunlaştırdığımız referandum çalışması talepler üzerinden yapılan bire bir sohbetlerin dışında düzenli alınan toplantılarla da beslendi. Referandumda üniversiteli gençlik taleplere %89 EVET, %11 HAYIR oyu kullandı. 9 Aralık Pazar günü saat 15:00'te Trabzon Eğitim-Sen'de gerçekleştirdiğimiz foruma SES Yönetim Kurulu Üyesi Mehmet Güven ve Tüm-Bel-Sen Başkanı Haydar Karsan katıldı. Forum ticari eğitim saldırısı, yansımaları ve GATS, AB uyum sürecinde mesleki dönüşümler ana başlıkları üzerinden düzenlendi. Yapılan sunumlarda üniversitelerin egemen ideolojinin bir aygıtı olarak kullanılması geçmiş süreç üzerinden verilen örneklerle ifade edildi. Burada 'üniversitelerde siyaseti bitireceğiz' iddasında olanların aslında 'üniversitelerde hak aranmasını engellemek, gençliğin gelecek ve özgürlük mücadelesini bitirmek yolunda saldırılarımızı hızlandıracağız’ demek istedikleri vurgulanarak yalanları teşhir edildi. Ardından YÖK ve YÖK'ün uygulamaları anlatılarak üniversite sermaye işbirliğine dikkat çekildi ve bu saldırılar karşında 'Parasız Eğitim' talebinin bugün hiç olmadığı kadar güncel olduğu ifade edildi. 2. bölümde mesleki dönüşümler ana başlığında sosyal bölümlerinin kaptılması, kamu alanının tasfiyesiyle birlikte ücretli, sözleşmeli çalışma koşullarıyla ucuz emek sömürüsü ve mesleki yeterlilik saldırısıyla ilgili sunumlar yapıldı. Mehmet Güven sağlık alanında yaşanan dönüşümler ve Aile Hekimliği uygulaması sunumunu yaptı. Haydar Karsan ise Mühendislik-Mimarlık alanında yaşanan dönüşümler üzerinde bir sunum gerçekleştirdi. Sonrasında bir serbest kürsü oluşturularak eğitim sisteminde yaşanan sorunlar ve çözüm önerileri üzerine tartışmalar yapıldı. Forum serbest kürsünün ardından sona erdi. Pazar günü üniversitede sınavların olması katılımı düşürürken foruma 20 kişi katıldı.
10
“Yalanlarınızı da alın gidin!” kampanyasının ön çalışmalarından…
Özgün gündemlerle bileştirilen çok yönlü bir faaliyet! “Yalanlarınızı da alın gidin!” üst başlığı ile örülen kampanya çalışması 15’in üzerinde üniversite ve onlarca lisede gençliğin mücadele soluğu oldu. Üniversite ve liselerin yerelde öne çıkan sorunları ile bütünleşen bir biçimde örülen kampanya çalışması süresince hemen her alanda yaygın ve ısrarlı bir kitle çalışması örüldü...
YTÜ: “Müşteri değil öğrenciyiz!” Kampanya çalışmalarımıza işçi ve emekçilere, gençliğe, Kürt halkına saldırı söz konusu olduğunda tek vücut olan düzen güçlerini duvar gazeteleri, afiş ve çeşitli araçlarla teşhir ederek başladık. Kampanya çalışmamız boyunca yerelimizde öne çıkan gündemleri özgün araçlarla birleştirerek yaygın bir kitle çalışmasına konu ettik. Paralı eğitimin bir yansıması: Teknik gezi ücretleri Mimarlık Fakültesi öğrencilerine, proje konuları kapsamında zorunlu tutulan teknik gezi masrafları eğitimin ticarileşmesinin bir parçasıdır. Bu alanda duvar gazetesi ve bildirilerle başlattığımız çalışmamız imza kampanyası ile devam etti. İmza kampanyasının başlamasıyla birlikte yaptığımız açık toplantıda, imzaları toplu bir biçimde dekanlığa teslim etme kararı alarak önümüzdeki süreçte neler yapacağımızı tartıştık. Akbile “para basmıyoruz!” Davutpaşa Kampüsü’nde ulaşım sorunu üzerine bir çalışma başlatmış, ücretsiz akbil aktarmasının kaldırılmasıyla birlikte ulaşım probleminin gündemleşmesi ve kampüse özgü yaşanan sorunlar bu çalışmanın temelini oluşturmuştu. Afiş ve bildiri dağıtımları ile başlattığımız çalışmada, yapılan ilk toplantı ile dilekçe toplanmasına karar vermiştik. İstanbul genelindeki üniversiteleri kapsayan bir çalışma pratiğinin ortaya çıkmasıyla birlikte 5 Aralık günü yaptığımız ikinci bir toplantıda, Davutpaşa’ya özgü taleplerimizi İstanbul çapındaki çalışmaya katma kararı aldık. İTÜ, Marmara, Boğaziçi, İstanbul Üniversitesi gibi üniversitelerde süren çalışmalar ile ortak hareket ederek, bugüne kadar toplanan yaklaşık 10 bin imzayı İstanbul Büyükşehir Belediyesi’ne teslim edeceğiz. Kampanyamız, bine yakın öğrenci ile yapılan referandum ve İstanbul Gençlik Forumu’na yapılan çağrılarla sonlandırıldı. Dönem başından itibaren işlediğimiz yerel gündemleri Amatör yayını ile bütünleştirmeyi hedefliyoruz. Çalışmalarımıza katılan arkadaşları da içerisine katan bir biçimde yayın hazırlıklarımız devam ediyor.
İÜ: “YÖK’ün gölgesinde üniversite, sermayenin kuklası rektör istemiyoruz!” İstanbul Üniversitesi’nde kampanyamızı “Köle değiliz! Söz, yetki, karar hakkı istiyoruz!” talebi üzerinden örmeye başlamıştık. Afişlerle, bildirilerle üniversitedeki baskı koşullarını, cezaevi uygulamalarını anlattık. Yaygın anket çalışması yaptık. Toplantılarda, üniversitede karşı karşıya kaldığımız sorunları işleme kararı aldık. Fen-Edebiyat ve Yabancı Diller Fakülteleri’nde “YÖK’ün gölgesinde üniversite, sermayenin kuklası rektör istemiyoruz!” şiarıyla çalışmalar yaptık. Çalışmalarımız çerçevesinde İÜ yerelinde “Rektörden Parlak açıklamalar” başlıklı üç yazı dizisi çıkararak, dağıtımını yaptık. Mesut Parlak şahsında rektörlerin sermayeyle olan ilişkisini yaygın bir şekilde anlatmış olduk. Ayrıca Yabancı Diller Fakültesinde düzenli film gösterimleri gerçekleştirmeye başladık. Kamp-Üs satışları Yerel yayınımız olan Kamp-Üs’ün satışları sürüyor. Merkez ve Yabancı Diller Bölümü’nde dergimizin dağıtımını gerçekleştirdik. İlk sayımızda öğrencilerle tartışma ve sohbet etme olanağı yakaladık. Kampanya çalışmamızın ürünü olan Kamp-Üs’ün ilk sayısından 300’e yakın kullandık. Referandum çalışmasına 3 Aralık günü başladık. Forum gününe kadar
süren referandum aracılığıyla bini aşkın öğrenciyle, referandumda yer alan altı talebi tartışarak, hem kampanyamızı ayrıntılı olarak anlatmış, hem de “Halkların kardeşliği” vurgusunu bir kez daha yapmış olduk.
MSGSÜ: “Herkese koşulsuz ve ücretsiz formasyon hakkı!” MSÜ’de kampanya çalışmamızı “Kağıt parçası değil iş ve gelecek istiyoruz!” başlığı ile ördük. Çalışmamızın ana eksenini, formasyon eğitimi ve mezuniyetten sonra karşılaşılan güvencesiz çalışma koşulları oluşturdu. “Herkese koşulsuz ve ücretsiz formasyon hakkı!” ve “Herkese kadro ve iş güvencesi!” şiarlarıyla bir çalışma örgütledik. Bu kapsamda bir toplantı çağrısı yaptık. Yaklaşık 20 kişiyle yaptığımız toplantıda çalışmanın kapsamının genişletilmesi kararlaştırıldı. Toplantıda yürütülen tartışmalarda formasyon sorununun kapsamı ve saldırının boyutu anlatıldı. Yeni yönetmeliğe göre ders seçme haklarına getirilen kısıtlamalarla ilgili dönem başında bir toplantı yapıldığı hatırlatılarak, bu çalışmaların “FenEdebiyat Öğrencileri” gibi kapsayıcı bir üst başlıkla birleştirilmesi ve bundan sonraki çalışmaların mevcut gündemlere ek olarak yerelde yaşanan diğer sorunları da işleyebilecek bir tarzda yürütülmesi önerildi. Önerinin kabul edilmesinden sonra çalışmanın önüne koyacağı hedefler tartışıldı. İkinci bir gündem olarak hem bütünleme hem de yaz okulu hakkının gaspı ele alındı. Üç yıl önce derslerde ve kredi sisteminde yapılan değişiklikler sonucunda ücretsiz olarak yararlanılan yaz okulları kaldırılmıştı. Eski öğrencilere bütünleme ve ek sınav hakkı verilirken, yeni kayıt yaptıran öğrenciler hiçbir haktan yararlanamıyorlar.
Boğaziçi Üniversitesi’nde forum çağrısı! 8 Aralık’ta düzenlenen İstanbul Gençlik Forumu’na dönük propaganda çalışmalarımızı Boğaziçi Üniversitesi’ne de taşıdık. “Yalanlarınızı da alın gidin!” şiarlı afişlerimizin yanı sıra Forum’a çağrı yapan afişlerimizi ve broşürlerimizi yaygınca kullandık.
11
Beytepe: “Söz, yetki, karar hakkı istiyoruz!” Hacettepe Üniversitesi yerelinde rektörlük seçimlerinin ve atamasının gerçekleşeceği günlerde “Söz, yetki, karar hakkı istiyoruz!” şiarımızla, üniversitelerin asıl bileşenleri olan biz öğrencilerin okul yönetiminde söz sahibi olmamız gerektiğini tartıştık. Eğitim Fakültesi’nde diplomalı işsizliğe ve sözleşmeli köleliğe vurgu yapmak amacıyla “Kağıt parçası değil, iş ve gelecek istiyoruz!” şiarlı afişler yaptık. Bu afişleri özellikle son günlerde televizyonlarda görülen reklam filminin gösterime girmesinin ardından sözleşmeli öğretmen olduğu ortaya çıkan “Kardelen Ayşe” ile birleştirdik. Kampanyamız kapsamında ayrıca sermaye düzeni eliyle kışkırtılan şoven histeri atmosferini de gündemleştirmeye çalıştık. Bu kapsamda son dönemde yükseltilen gerici-şovenist histeriye karşı “Özgürlüğün, kardeşliğin dilini konuşuyoruz” başlıklı yazımızı afiş haline getirerek öğrencilere ulaşmaya çalıştık.
Cebeci: “Bilimin üretildiği bir eğitim istiyoruz!” Kampanya faaliyetimiz kapsamında Cebeci’de uzunca bir zamandır öğrencileri rahatsız ve tedirgin eden “güvenlik” sorununu ele aldık. Okulun içine gizli kameraların yerleştirilmesi, kampüs girişinde her gün gerilim yaratan kimlik kontrolleri, polisin elini kolunu sallayarak kampüsün içine girebilmesi vb. sorunlar artık çok ciddi boyutlara varmış durumda. Kampanya çalışmamız süresince bu fakültede yaygın bir anket çalışması yaptık. Anket çalışmasın sonucunda öğrencilerin de bu sorundan rahatsız olduğunu gördük. Ayrıca fakültemizin sorunlarını işlediğimiz bir fanzin çıkarttık.
ODTÜ: “Şovenizmin yalanlarına karşı yaşasın halkların kardeşliği!” ODTÜ’de kampanya kapsamında şovenizmin yalanlarını teşhir ettik. “Şovenizmin yalanlarına ortak olma” şiarını politik planda ve sistemli bir kitle çalışması ile daha etkili bir söylem haline dönüştürmeye çalıştık.
Trabzon: “Ders kitapları ücretsiz olsun!” Hazırlık bölümü öğrencilerine yönelik “Müşteri değil öğrenciyiz, parasız eğitim istiyoruz!” , “Ders kitapları ücretsiz olsun!” talepleriyle bir imza kampanyası başlattık. İmza kampanyası Hazırlık Bölümü öğrencileri tarafından ilgiyle karşılandı. Ulaştığımız tüm öğrenciler taleplerin altına imza attılar. Üniversite yönetiminin uygulayacağı baskıdan korkan ve imza atmaktan çekinen öğrenciler, ticari eğitim hakkında yaptığımız kapsamlı sohbetlerle imza atmaya ikna edildi. 30 Kasım günü hazırlık kantininde, “ticari eğitim saldırısı ve öğrenci gençliğe yansımaları” konulu bir toplantı gerçekleştirerek çalışmalarımızı sürdürdük.
AÜ: “Kameralar Kaldırılsın” Kampanya çalışmamıza kampüse takılmaya başlanan kameralarla ilgili bir anket çalışmasıyla başladık. Birebir konuşarak yapılan anketlerin ardından kameraların kaldırılması için rektörlüğe verilmek üzere imza kampanyası başlattık. Takılan kameraları ve turnike uygulamasını teşhir eden bir broşür hazırlayarak yaygın bir şekilde dağıtımını gerçekleştirdik.
12
“Yalanlarınızı da alın gidin!” kampanyası çerçevesinde 3 Aralık gününden itibaren kampanyanın altı talebini oylamaya sunduğumuz referandum çalışmamızı başlattık. Kantinlerin en yoğun olduğu öğle aralarında düzenli olarak çalışmamızı sürdürdük. Kantinlerde öğrencilere kampanyamızı anlatarak referandumda oy kullanmalarını istedik. Referandum vesilesiyle birçok öğrenciyle kampanyamızın taleplerini tartışma fırsatı bulduk. 7 Aralık tarihinde referandumu bitirdiğimizde öğrencilerin % 98.2’sinin taleplerimize sahip çıktığını gördük. Referandumun sonuçlarını bir basın açıklaması ile öğrencilere duyurduk.
Dokuz Eylül: “Parasız, bilimsel eğitim ve geleceğimiz için buluşuyoruz!” Kampanya çalışmamız süresince afiş, yayın satışı vb. çalışmalarımızın yanında bir anket çalışması gerçekleştirdik. Çalışmalarımızı üniversitemizdeki duyarlı arkadaşlarımızla birlikte örgütleyerek, faaliyetleri birlikte yürütmeye çalıştık. Kampanya çalışmamız kapsamında bir yerel yayın çıkartma kararı verdik. Üniversitemizde yaşanan sorunları işleyen, tartışan, tartıştıran bir kürsü olacak ve bu sorunlar ekseninde ortaklaşan tepkileri taraflaştıracak yerel yayını hayata geçirme çalışmalarını başlattık. Sonuna yaklaşılan “Yalanlarınızı da alın gidin!” kampanyası süresince yürütülen tartışmaların sonucunda bir platform oluşturarak, referandum çalışması ve “Parasız, bilimsel eğitim ve geleceğimiz için buluşuyoruz” başlığı ile bir forumu bu platform ile birlikte örgütlüyoruz. İzmir’de çoğu kuruma ve gençlik grubuna afiş veya davetiyelerle çağrıda bulunulan forum, 12 Aralık Çarşamba günü saat 12.00’de Ege Üniversitesi Yabancı Diller Konferans Salonu’nda gerçekleşecek.
Ege: “Yaşasın halkların kardeşliği!” Kampanya çalışmamızı ağırlıklı olarak halkların kardeşliği başlığı üzerinden yürüttük. Dört talebimizi işlediğimiz ve kampanya bileşenleriyle beraber yaptığımız anketlerimiz, halkların kardeşliği vurgulu ozalitlerimizle birlikte gençliği kendi sorunlarına sahip çıkmaya ve mücadele etmeye çağırdık. Bu çalışmaların ardından, dört temel talebimizi oylamaya sunarak referandum çalışması ve örgütleyeceğimiz forum ile birlikte daha geniş öğrenci kesimine ulaşmayı hedefledik. 12 Aralık’ta düzenleyeceğimiz forum iki ana başlıktan oluşuyor. Başlıklarımızdan ilkini, tarih kitaplarının bize ezberlettiği gerici, ırkçı söylemlerin, sayısal bölümlerde kafamızı ezberle doldurdukları formüllerin, uygulanan baskı ve saldırıların tartışılması oluşturuyor. Bir diğer başlığımız ise GATS ve AB uyum sürecinde yaşanan mesleki dönüşümlerin yarattığı geleceksizlik olacak. Kampanyamızı gençliğin içinde bulunduğu apolitizmi kırmanın, örgütsüzlük tablosunu aşmanın bir aracı olarak kurgulayarak çalışmalarımızı sürdürüyoruz.
Uludağ Üniversitesi: “Müşteri değiliz, parasız eğitim istiyoruz!” Kampanya çalışmamıza ilk olarak paralı eğitim ve geleceksizlik saldırılarına vurgu yapan ve okulda yapılacak açık toplantıya çağrı yapan bir anketle başladık. Mühendislik-mimarlık fakültesi kantini ve Mimoza kafede yaptığımız anketlerin yanında, üniversitedeki koşulları anlatan, kampanya başlıklarının içeriğini anlatan ve mücadeleye çağrı yapan bir fanzin çıkarttık. Kampanyanın kitle çalışmasını bu yollarla sürdürürken, propaganda çalışmasına da ağırlık verdik. Mühendislik-mimarlık fakültesi ve Eğitim fakültesine “Ulaşım, bandrol ücreti, har(a)çlar, yurt parası... / Müşteri değiliz, parasız eğitim istiyoruz!” ve “Yetkin mühendislik, KPSS, formasyon kaldırılsın / Kağıt parçası değil, iş ve gelecek istiyoruz” şiarlı pullarımızı yaptık.
ÇÜ: “Söz gençlikte!” Çukurova Üniversitesi’nde başlatmış olduğumuz “Söz gençlikte!” şiarlı referandumu R1 derslikleri önü ve ardından yemekhane önünde açtığımız referandum sandıklarıyla gerçekleştirdik. Gençliğin kendi somut sorunları karşısında mücadele etmesi gerekliliği üzerine gerçekleştirdiğimiz kitle konuşmaları eşliğinde gençliği oy kullanmaya ve oylarına sahip çıkmaya çağırdık. Yine çıkarttığımız bildirileri yaygın bir şekilde dağıtarak çalışmalarımızı sürdürdük. Referandum çalışmamızla yüzlerce öğrenciye ulaştık.
Kürt sorununu ABD de, işbirlikçi sermaye devleti de çözemez!..
Özgürlük ve eşitlik sosyalizmle gelecek! Haftalardır hükümetin Kürt sorunu konusunda gerçekleştireceği bir “açılım”dan söz ediliyor. Fakat bu “açılım”ın geleneksel devlet politikasından farklı yönler taşıdığına dair en küçük bir işaret dahi ortada yok. Muhtemelen hükümet ABD’nin de telkinleri doğrultusunda PKK’yi tasfiyeye yönelik amaç çerçevesinde Kürt sorununda bazı adımlar atacak. Rice’ın bir süre önce yaptığı açıklamalar bunun işareti sayılabilir. Fakat hükümet bu konuda içerde siyasal risk almaktan çekiniyor. AKP’nin bu ikircikli tutumu nedeniyle olsa gerek, ABD yetkililerinin bizzat devreye girdikleri ve Kürt hareketinde PKK-DTP dışında bir siyasal muhatap yaratmak için bazı çabalar sergiledikleri gözleniyor. ABD büyükelçisinin DTP’liler hariç Kürt kökenli milletvekilleriyle görüşmelerde bulunması bu kapsamdaki adımlardır. Erdoğan’ın 5 Kasım’da Bush’la görüşmesinden sonra PKK’ye yönelik yeni bir planın devreye sokulduğu biliniyor. PKK’nin tasfiyesini esas alan ve AB’nin de desteklediği bu planın öne çıkan aktörlerinin ABD, Türkiye ve Güneyli güçler olduğu sır değil. Kürt hareketini tasfiye planı iki koldan uygulamaya konuluyor. Bir yandan PKK doğrudan hedef alınırken, diğer yandan DTP dışlanarak yeni muhataplar yaratılmak isteniyor. Bu çerçevede PKK’nin “mali kaynaklarının kurutulmasından, nokta operasyonlarla bazı liderlerinin yakalanarak Türkiye’ye teslimine” kadar bir dizi “önlem” planlanıyor. Böylece kıskaca alınan PKK’nin koşulsuz silah bırakması hedefleniyor. Öte yandan ise, uzun süredir “PKK’yle arasına mesafe koymaya” zorlanan DTP dışlanarak yeni muhataplar yaratılmaya çalışılıyor. ABD Kongre üyeleri ve Ankara Büyükelçisi’nin Mesut Barzani’ye yakınlıklarıyla bilinen KADEP, Hak-Par gibi partilerle, eski vekillerle görüşürken, DTP’yi görüşme trafiğinin dışında tutması, öte yandan Erdoğan’ın sık sık partisinde 75 Kürt milletvekili olduğunu hatırlatarak Kürt halkını esas olarak kendilerinin temsil ettiğini ima etmesi, yine bölge milletvekillerini temaslarda bulunmak üzere AB ülkeleri ve ABD’ye gönderme kararı bu bağlamda değerlendirilebilir. Geçtiğimiz günlerde Hak-Par ve KADEP birleşme kararı aldıklarını açıklamalarının ardından ABD cephesinden gelen açıklamalar, DTP’nin alternatifi üzerine yoğunlaşıldığının açık bir göstergesi. Birleşme ve DTP’nin tavrı konusunda açıklamalar yapan Hak-Par Genel Başkanı Sertaç Bucak da Hak-Par ve KADEP birleşmesinin DTP’ye alternatif olacağını ima etti. Bucak açıklamasında, ABD’nin Ankara Büyükelçiliği’nde düzenlenen toplantı konusunda, “Bu toplantı DTP’ye de tavrını gözden geçirmesi konusunda bir mesaj niteliğindedir” dedi. Büyükelçi Ross Wilson ile aynı dili konuştuklarını ve buluşmadan DTP’ye “tavrını gözden geçir” mesajının çıktığını söyleyen Bucak, DTP’nin tavrı nedeniyle bu parti dışında arayışlar olduğunu ifade etti. Açıklamasında ABD’nin DTP’ye karşı mesajında oldukça açık davrandığını ve silahların mutlaka bırakılması gerektiğine vurgu yapıldığını, Kürt sorununda şiddet dışı bir çözüm
aramakta olduğunu dile getirdi. Kürt sorunu Bucak, ABD Büyükelçiliği’ndeki kahvaltı ile tartışmasının dönüp ABD’nin Türkiye’ye “PKK terör örgütüdür muhatap almam, diyorsun. DTP’yi de PKK ile ilişkilendiriyorsun. dolaşıp geleceği nokta, sömürgeci sermaye Başka da Kürt partisi ya da siyasetçileri de yok diyorsun. Bak işte görmek istemediklerinle ben toplantı devletinin Kürt yapıyorum” mesajı verdiğini savundu. Hak-Par ve sorununu KADEP birleşmesini işaret eden Bucak, çözüm çözemeyeceğidir. sözkonusu olduğunda adresin tek değil, çok olduğu DTP’lilere yönelik mesajının da yine bu toplantıdan anlaşıldığını savundu. neredeyse her gün bir ABD damgalı “yeni Kürt açılımı”nın nasıl bir şey olabileceğini emperyalizm ve işbirlikçi sermaye düzeni yenisi açılan gerçeğinden bağımsız değerlendiremeyiz. “Yeni Kürt soruşturma, kapatma açılımı”nın esası, Kürt hareketini kimi demokratik hak davaları, milletvekilleri kırıntılarıyla yetinmeye razı ederek Kürt sorununu üzerinde kurulan böylece sorun olmaktan çıkarmaya dayanmaktadır. Fakat bu politikaya Türk sermaye devletinin bazı baskılar, çekinceleri ABD’nin politikasını uygulamasının önünde dokunulmazlıklarının engel oluşturmaktaydı. Bush-Tayyip görüşmesi bu kaldırılması, sorunun bir şekilde aşıldığı izlenimi yaratmaktadır. partilerinin kapatılması ABD için bu politika, Büyük Ortadoğu Projesinin tartışmaları sermaye (BOP) başarıya ulaşması için önemli bir adım anlamına gelmektedir. Bu politikayla BOP’da önemli rol biçilen devletinin Kürt Güney Kürdistan ve Türkiye arasında dostluk ilişkileri sorununa yaklaşımının kurulacak. Daha da önemlisi, İran’a yönelik bir özü özetidir. Üstelik, müdahale durumunda Türkiye’nin desteği sağlanmış sermaye devleti, Kürt olacak. Ayrıca, Türk kamuoyunda son dönemlerde artan ABD karşıtı hava da yumuşamaya başlayacak. hareketi taleplerini en Bu politika çerçevesinde işbirlikçi sermaye devleti geri noktaya ise, engel olamadığı ve bir süre sonra zaten tanımak çekmesine rağmen zorunda kalacağı Güney Kürdistan’daki oluşuma razı inkar, imha ve olmakla birkaç kuş birden vurabileceğini düşünüyor. asimilasyon Hem PKK’nin tasfiyesiyle rahat bir nefes alacak, hem de Güney’i tanıma karşılığında birçok ekonomik taviz politikasında ısrar koparacak ve bu arada hamilik rolüne soyunacak. Öte etmektedir. yandan efendisi ABD ile “tezkere kazası” nedeniyle zedelenen ilişkilerini onarmış olacak. Öte yandan KDP-YNK için ise bu politikanın anlamı, Kürdistan Federal Bölgesi Türkiye tarafından
13
14
resmen tanınması, böylece devletleşmenin önündeki bir engelin daha kalkmış olmasıdır. Böylece Türkiye’yle ihale, ticaret ayrıcalıkları vb. yöntemlerle ilişkiler iyileştirilecek, “aşiret reisi” olarak aşağılanan Barzani ve Talabani “meşru liderler” olarak kabul görecek, Ankara’ya davet edilebilecekler. Kuşkusuz ki tüm bunlar, sermaye devleti açısından köklü bir yön ve politika değişimini ifade etmiyor. Ortada duran daha çok bir havuç-sopa politikasıdır. Havuç ve sopayı birarada kullanarak ablukaya alma-terbiye etme-özgüvenini kırma-denetim altına alma-mücadele gücünü zayıflatma biçimindeki politikadır. ABD emperyalizminin çıkarına uygunluğu ölçüsünde olurunu kazanan bu plan, Türk devletinin ABD’nin Kürt politikası doğrultusunda kendi Kürt politikasını yeniden yapılandırma amacıyla hazırlanmıştır. Yani, ABD’nin Irak’taki ana dayanağı durumundaki Kürdistan yönetiminin varlığını kabullenen ama bu varlığın Kuzey’deki etkilerini en aza indirecek müdahaleler düşünülmektedir. Ki, bugün sopa ile birlikte öne sürülen havuç misali çeşitli çıkışlar esasen bu kapsamdaki müdahalelerdendir. Düzen cephesinin büyük ölçüde üzerinde hem fikir göründükleri bu plan, ABD’nin uzun süredir Türk devletine dayatmaya çalıştığı politikadır. Göründüğü kadarıyla yönetici güç odakları, ABD’nin çıkarlarına dokunduğu ölçüde en azından şimdilik Güney Kürdistan’ın üstesinden
gelemeyeceğini gördüğü için, mücadele azmi ve umutlarını ezip direnme gücünü kırarak Kuzey Kürtleri’ni Türkiye’ye bağlamak hesabına dayanan bu plan üzerinde çalışmaktadır. Esas olarak ortaya çıkan yeni konjonktürü gözeterek, Kürt halkı üzerindeki inkâra ve köleliğe dayalı sistemi yeni döneme uyarlamak amacıyla ortaya konulan bu girişimin Kürt halkı için herhangi bir yararı olamaz. Dahası, Kürt halkının mevcut kazanımlarını tasfiye etmek dışında bir sonuç da doğurmaz. Çünkü, bu politika özünde 80 küsur yıllık inkar, imha ve asimilasyon üzerine kurulu Kürt politikasının yeni döneme uyarlanmış bir biçiminden başka bir şey değildir. Kürt sorunu tartışmasının dönüp dolaşıp geleceği nokta, sömürgeci sermaye devletinin Kürt sorununu çözemeyeceğidir. DTP’lilere yönelik neredeyse her gün bir yenisi açılan soruşturma, kapatma davaları, milletvekilleri üzerinde kurulan baskılar, dokunulmazlıklarının kaldırılması, partilerinin kapatılması tartışmaları sermaye devletinin Kürt sorununa yaklaşımının özü özetidir. Üstelik, sermaye devleti, Kürt hareketi taleplerini en geri noktaya çekmesine rağmen inkar, imha ve asimilasyon politikasında ısrar etmektedir. Dolayısıyla, düzenin ABD ile ittifak halinde ortaya koyduğu sopa eşliğindeki parlak sözlere itibar edilmemeli, mücadeleden başka bir yolun kurtuluşa götürmeyeceği akıldan çıkarılmamalıdır.
Devlet terörüne karşı mücadeleyi yükseltelim!
Polisin gerçekleştirdiği keyfi baskı ve teröre son günlerde yeni örnekleri eklendi. Gün geçmiyor ki, herhangi biri polisin keyfi saldırısına uğramasın, sokak ortasında dövülmesin, hatta öldürülmesin... Bu açıdan Mayıs ayından bugüne kadar geçen süre içinde polisin sicili son derece kabarık. Nijeryalı Festus Okey’in Beyoğlu Emniyet Müdürlüğü’nde öldürülmesi, avukat Muammer Öz’ün kimlik soran polisle tartışması sonucu dövülmesi, Sertan Çelik’in Taksim’de müziğin sesini kısmadı diye trafik polisince darp edilmesi ve ardından tutuklanması, Mehmet Nezir Çirik’in Taksim Polis Merkezi’nde dövülerek sokağa atılması ve ardından dalağının alınması, Ferhat Gerçek’in Yenibosna’da Yürüyüş dergisi satarken polis kurşunuyla vurulması ve ardından felç olması... Bu örneklere yenileri eklendi. 21 Kasım günü Avcılar’da Feyzullah Ete bir polisin göğsüne attığı tekme sonucu öldü. 24 Kasım’da Posta Gazetesi Yazı İşleri Müdürü Mehmet Coşkundeniz, kız arkadaşı Derya Özel’in kullandığı araçla bir eğlenceden dönüşte kendilerini durduran trafik polisi tarafından yere yatırılıp kelepçelendi ve dövüldü. Yine aynı gün İzmir’de “polisin dur ihtarına uymadı, barikatta durmadı” gerekçesiyle ateş açtığı arabayı kullanan 20 yaşındaki Baran Tursun, kafatasına giren mermi nedeniyle ağır yaralandı. Bu örneklerin kendisine baktığımızda, Ferhat Gerçek’i dışta tutarsak eğer, diğerlerinin devlet ve düzenle temelden bir sorunu bulunmayan, sıradan vatandaşların başına geldiğini görmüş oluruz. Bugün ardı ardına yaşanan, hele ki sıradan vatandaşlara yönelik gerçekleşen keyfi baskı ve terör, polisin yetkilerinin toplum nezdinde de tartışılmasına yol açmıştır. Polis Selahiyetleri Yasası eleştirilmeye başlanmıştır. Çok açık bir gerçek var ki, polisin uyguladığı terör, yasanın çıkmasıyla başlamadı. Dolayısıyla hiç de yeni değil... Sömürücü devletin en temel baskı mekanizmalarından birini polis kurumu ve onun işçiemekçiler ve ezilenler üzerinde uyguladığı terör oluşturuyor. Ancak geçtiğimiz aylarda çıkartılan ve polisin yetkilerini genişleten yasa, sadece sınırsızca ve sorumsuzca kullanılan terör yetkisine kılıf oluyor. Polisin uygulamış olduğu terörü, bu yasayla devlet onaylamış ve meşrulaştırmış sayılıyor. Yani ‘benim polisimden kimse hesap soramaz’ demeye getiriyor. Öyle ki, uygulanan her şiddete türlü gerekçeler bulunuyor ve her seferinde polis aklanmaya çalışılıyor. Taksim Polis Merkezi’nde polis kurşunuyla öldürülen Nijeryalı Festus Okey, “uyuşturucu satıyordu!”, Avcılar’da polis tekmesine kurban giden Feyzullah Ete, “Alkollüydü, bağırıyordu!” İzmir’de aracının içinde vurulan Baran Tursun “İhtara uymamıştı!” Mehmet Coşkundeniz’in zaten alkol yüzünden sürücü belgesine el konulmuştu ve “polislere saldırmıştı!”, Mustafa Kükçe “hırsızlık yapmıştı!”... Hepsinde de polislerin bir gerekçesi vardı. Dahası onlar “görevlerini yapmışlardı”! Polis Selahiyeti denen yasa, polis keyfiliğinden başka bir anlama gelmiyor. Dayak atıp atmamak, kurşun sıkıp sıkmamak tümüyle polisin keyfine bırakılmış durumda. Yaşanan bu terör olayları ve bu olaylarda yaşamını kaybeden gencecik insanlar, kurulu düzenin zulmünden hiç kimsenin kendini koruyamayacağının kanıtları durumundadır. 24 Kasım’da, beyninden tek kurşunla vurulan ve halen ileri derecede koma hali süren 20 yaşındaki Baran Tursun, 16 yaşında felçli kalan Ferhat Gerçek ve daha niceleri, yaşamayı, bu zulüm düzeninin sahiplerinden ve eli kanlı uşaklarından daha fazla hak ediyor. Ancak, onların başına gelenler, artık yaşama hakkının bile mücadele etmeksizin korunamayacağını gösteriyor. Sermaye düzeni, işçi sınıfı ve emekçi kitlelerin kazanılmış ekonomik, demokratik, sosyal haklarını gaspetmek için azgınca saldırmakla yetinmiyor. Bu saldırılarına zemin hazırlamak üzere, kitleleri terörize ederek sindirmeye, susturmaya çalışıyor. Devlet terörünün amacına ulaşmasını önlemenin tek yolu da sinmemek, susmamaktan geçiyor. Emekçi kitleler hak ve özgürlükler mücadelesi için harekete geçtiklerinde, devletin terör örgütleri bu derece pervasız davranamayacaktır.
TMMOB Öğrenci Üye Kurultayı’na doğru...
Gençliğin sorunlarını tartıştığı bir kurultay süreci için! Geçtiğimiz Temmuz ayında yapılan bir açıklamayla TMMOB 2. Öğrenci Üye Kurultayı’ nın bu yıl içerisinde gerçekleştirileceği duyurulmuştu. Aradan geçen onca zamana rağmen birlik yönetimi, ne içeriğe ne biçime ne de takviminin belirlenmesine dair herhangi bir açıklama yapmamıştır. Bu konular hakkında sorulan sorular ise, ya geçiştirilmiş ya da cevap alınamamıştır. Kurultayın ne zaman yapılacağı, tartışma başlıklarının, örgütlenme mantığının ne olacağı gibi temel birçok nokta açıklanmamıştır. Bunu anlamak olanaksızdır. Zira öğrenci kurultayı öğrencilerin özgür bir tartışma kürsüsüdür. Bu özgür kürsünün oluşması ise etkili ve yaygın bir tartışma ve örgütlenme sürecine sahip olmayı zorunlu kılar. TMMOB yönetiminin bu tutumu, kurultayın işleyiş ve örgütlenme sürecine dair henüz başlangıçta bir takım soru işaretleri oluşturmaktadır. Bu soru işaretlerinin giderilmesi ve kurultayın demokratik bir biçimde örgütlenmesi için Öğrenci Üye Kurultayı tarihi açıklanmalıdır. İl düzeylerinde tüm odalardan konuyla ilgili girişimlerde bulunmaları talep edilmeli, üstten atanan temsilcilere sıkışmayacak bir biçimde örgütlenme sürecinin tabandan başlayarak hızla hayata geçirilmesi için komisyonlar aracılığıyla birlik yönetimine basınç uygulanabilmelidir. Şu an ilk akla gelen, son anda tarihi açıklanarak hiçbir ön çalışma ve tartışma zeminine dayanmayan göstermelik, günü kurtaracak bir kurultaydır! Yine birlik yönetimince “yetkin mühendislik” gibi tartışılması yasaklanmış olan konuların üzerinden atlanacak, taban inisiyatifi ve iradesi kurultaya yansıtılamamış, daha da vahimi yok sayılmış olacaktır. Kaygımız ise göstermelik bir kurultay ile sürecin geçiştirilmesidir. Ancak şunu bugünden tüm kararlılığımız ile ifade edebiliriz ki, bunun olmasına izin vermeyeceğiz. Kurultay tüm mühendislik ve mimarlık öğrencilerinin özgür kürsüsüdür, bu biçimde örgütlenmek zorundadır. Bu açıdan öğrenci üye kurultayı tüm mühendislik ve mimarlık öğrencilerinin katılımına açık bir biçimde örgütlenmelidir. Zira başka türlü ortaya çıkacak olan sonuç bir kurultay olarak nitelendirilemez. Bu TMMOB yönetimi açısından bir tercih değil, kurultayın doğası gereği bir zorunluluktur.
Tüm sorunları işleyen etkili bir çalışma tarzı ile kurultaya... Bugün için üniversite gençliğinin bir bütün olarak karşı karşıya kaldığı sorunlar özgün yanlarıyla beraber mühendislik-mimarlık öğrencilerinin de karşılarında durmaktadır. Dünya ölçeğinde sermayenin kendini yeniden yapılandırma süreci ile gerek üniversite eğitimi, gerekse eğitim sonrası meslek hayatı yeniden tanımlanmaya çalışılmaktadır. Eğitimin ticarileştirilmesi sürecine paralel olarak yine sermayenin ihtiyaçları çerçevesinde müfredatlar ve bir bütün olarak eğitim “akredite” edilmekte, diplomalardan ünvanlar çıkarılmaktadır. Dönüşümün önemli kırılma noktalarından birini de “yetkin mühendislik” saldırıları oluşturmaktadır. Bir taraftan kapitalizmin eleman/teknik elaman ihtiyaçlarına göre arztalep koşulları yeniden tanımlanırken, diğer taraftan eğitim sistemindeki üretimden kopuk, niteliksiz içeriğin çözümü olarak “yetkin mühendislik” karşımıza çıkarılmaktadır. Tüm bu tartışmalar yaşanırken, eğitimde yaşanan sorunların çözümü bir bütün olarak eğitim sonrası dönemde -rant olanaklarıyla birlikte- aranırken, kısacası bizi ilgilendiren yığınla değişim dönüşüm yaşanırken, bizlerin fikri alınmamakta, hiçbir söz hakkı tanınmamaktadır. Yetkin mühendislik ve akreditasyon tartışmalarının yanı sıra, TMMOB gibi kendini mesleki-demokratik bir kitle örgütü olarak tanımlayan bir bileşenin ve onun öğrenci komisyonlarının, mevcut
toplumsal sorunlara, dünya ölçeğinde yaşanan gelişmelere dair de söz söylemesi, tutumlar açıklaması gerekmektedir. Kuruluşundan bu yana sermaye karşısında emek tarafında mücadele etmiş TMMOB’nin son dönem mevcut yönetimleri, gerek bu perspektiften gerek demokratik-katılımcı tartışma zeminlerinden bir hayli uzaklaşmış durumdadır. Her şeye rağmen TMMÖ olarak bulunduğumuz tüm alanlarda kurultayı ve dolaysız olarak karşı karşıya kaldığımız sorunları gündemleştirmeye çalışacağız. Kurultay içeriğinin üniversitelerde öğrencilerce tartışılması için başta öğrenci komisyonları ve tüm öğrenci üyelerle birlikte tabandan çalışmalar başlatacak, yanı sıra darlaşmadan özellikle kaçınarak tartışmaların tüm öğrencileri kapsayabilmesini sağlayacak örgütlenme yöntemleri geliştireceğiz. Bizler öğrenci üye kurultaylarının, örgütlenme süreciyle birlikte değerlendirilmesi gereken, gerçek değerinin ön tartışma süreçlerinde yattığı, yani salt kurultay anından ibaret olmayan etkinlikler olduğunu düşünüyoruz. Kaldı ki TMMOB yönetiminin öğrenci üye kurultayının yapılacağına dair açıklamasında da ifade ettiği “söz, yetki, karar süreçlerinde öğrencilerin de olduğu özerk ve demokratik üniversite için birlikte tartışma ve üretme ortamını yaşama geçirme” amacının da başka bir şekilde hayata geçirilemeyeğini düşünüyoruz.
Gençliğin sorunlarını tartıştığı bir kurultay süreci İfade ettiğimiz sorunlar ekseninde, tanımladığımız tarzda bir kurultay süreci örgütleme yükümlülüğü ile karşı karşıyayız. Özelinde yetkin mühendislik, meslek içi eğitim, akreditasyon, staj ve iş güvenliği gibi alana özgün sorunları; yanı sıra bir bütün olarak eğimin sistemini ve bu alandaki ticarileştirme saldırılarını; toplum ölçeğinde yaratılmak istenen şoven histeriye karşı halkların kardeşliğini işleyen, bunu da öğrenci komisyonlarında, üniversitelerde tartışarak, tartıştırarak çözümler üretmeye çalışan bir kurultay ön sürecinin oldukça anlamlı bir karşılık üreteceğini düşünüyoruz. Toplumcu Mühendislik Mimarlık Öğrencileri olarak, II. Öğrenci Üye Kurultayı’nın tanımladığımız eksende örgütlenebilmesi için, önümüzdeki süreçte tüm gücümüzle çaba sarf edeceğimizi duyuruyoruz. Başta öğrenci komisyonları olmak üzere bu alanda faaliyet gösteren, konunun muhatabı olan tüm unsurları, gençlik hareketi içersindeki tüm özneleri bu sorumluluğu duymaya ve bu çabaya ortak olmaya çağırıyoruz !
15
Ucuz işgücü pazarları MYO’lar...
MYO’larda devrimci gençlik mücadelesi
Son yıllarda Meslek Liseleri ve Meslek Yüksek Okulları üzerine bir dizi tartışmaya tanık oluyoruz. Meslek Liseleri ve Meslek Yüksek Okullarının yapısına ve işleyişine dair bu tartışmalar, kapitalist gelişmenin ihtiyacına yanıt verebilmek için, ucuz ve nitelikli işgücünün nasıl karşılanacağı sorusuna cevap arama kaygısıyla yürütülüyor. Günümüz koşullarında meslekiteknik eğitimin tuttuğu yer, bu alandaki dünya standartları ve sermayenin ihtiyaçları döne döne tartışılıyor, geliştirilen yeni politikalarla meslekiteknik eğitimin ağırlığı artırılmaya, mesleki-teknik eğitim veren okulların sermaye ile bütünleşmesi süreci hızlandırılmaya çalışılıyor. Kapitalist sistemde, özellikle günümüz koşullarında mesleki eğitim özel bir yer tutmaktadır. Gelişen kapitalist ekonomi içerisinde insanların iş ve meslek sahibi olabilme kaygıları, kapitalizmin dünya ölçüsünde rekabet gücünü artırabilmek için ucuz ve nitelikli işgücüne duyduğu ihtiyaç bunda temel etmen durumunda. Burada, burjuvazinin Meslek Yüksek Okullarına bakışını, gelişen üretim ilişkileri içerisindeki yerini ve devrimci gençlik mücadelesinde MYO’ların taşıdığı önemi ele alacağız.
MYO’lar: Ucuz işgücü cenneti
16
Türkiye’de ‘50’li yıllarla beraber girilen hızlı kapitalist gelişmenin ihtiyaç duyduğu nitelikli ve ucuz işgücünü karşılayabilmek için meslek liselerinin sayısında bir patlama oldu. Bu gelişimle paralel olarak MYO’lar da hızlı bir biçimde mesleki-teknik eğitim sürecinin bir parçası olarak açılmaya başlandı. Türk burjuvazisi, yaşadığı hızlı gelişim süreciyle beraber, diğer kapitalist devletlerle dünya pazarında rekabete girebilmek, teknik gelişime uyum sağlayabilecek genç nüfusunu kullanmak, bunu kendisi için bir
avantaja dönüştürmek kaygısıyla hareket etti. Çok sayıda işsiz ama kalifiye eleman yetiştirerek, yarattığı rekabet ortamıyla işgücü fiyatını düşürmeyi amaçladı. Mesleki-teknik eğitimi kitlesel bir tabana kavuşturarak genç nüfusun bir bölümünü burada istihdam etmeye ve ihtiyaçları için en verimli bir şekilde kullanmaya çalıştı. ‘80’li yıllarla birlikte MYO’lar üniversitelerin bünyesine dahil edilerek, YÖK’ün saltanatı altına sokuldu. MYO’lar neo-liberal politikalar ekseninde dönüştürülen ve sermayenin ihtiyaçları çerçevesinde yeniden şekillendirilen eğitim sistemi içerisinde istenilen düzeye getirilmeye çalışıldı. Yüksek öğrenimde sosyal bilimler tasfiye edilirken, sermayenin ihtiyaçları üzerinden teknik eğitimin ağrılığı giderek artırıldı. Böylece MYO’lar meslek liseleriyle birlikte sermayenin talanına açıldı. Öğrenciler okul sırasından staj, uygulamalı eğitim vb. adı altında ve okul bittiğinde kapitalist sistemin sömürü ve soygun üzerine kurulu çarkları arasında ezilmeye başladı. MYO’ları istenilen düzeye getirebilmek için bugüne kadar bir dizi proje denendi. Dünya genelinde kapitalist devletlerden alınan örnekler ve sermaye devletinin mesleki-teknik eğitim alanında imzaladığı uluslararası antlaşmalar üzerinden uygulanmaya çalışılan bu projelerin ‘80’li yıllardan sonra arttığı bir gerçek. 1985 yılında I. Endüstriyel Eğitim projesi, 1989 yılında II. Endüstriyel Eğitim projesi, 2004’te başlayan ve her yıl gerçekleştirilen MYO Müdürleri Toplantısı gibi uygulamalar sağlanmaya çalışılan dönüşümlerin göstergesi. MYO’lar üzerinden yaratılan ucuz ve kalifiye ara eleman ordusu halen sermayenin ihtiyacını karşılamaktan uzak durumda. MYO’lara dair yürütülen tartışmaların gerisinde de bu var. Sermaye devleti MYO’lara biçtiği bu özel misyonu hayata geçirebilmek için bu okulları bir çekim merkezi haline getirebilmiş değil. Türkiye genelinde 490 tane faal MYO bulunmaktadır. Toplamda 260 program üzerinden eğitim veren MYO’larda 2005-2006 öğrenim döneminde 441.074 kayıtlı öğrenci bulunmaktaydı. 6.718 öğretim görevlisiyle öğrenimini sürdüren bu okullarda öğrencilerin ağırlıklı olarak seçtikleri bölümler muhasebe, bilgisayar, işletme, elektrik ve makine. Genelde öğrenciler yüksek öğrenimi iş bulabilmenin yegane koşulu olarak görüyorlar ve 4 yıllık üniversitenin gelecek açısından daha fazla avantaj sağlayacağı düşüncesiyle bu okulları tercih ediyorlar. Bu nedenle MYO’lar ikinci planda kalıyor. Diğer yandan meslek liselerini tercih eden öğrenciler genelde yüksek öğrenime gitmektense çalışmayı tercih ediyorlar.
Bu durumu ortadan kaldırabilmek, yükseköğrenimde MYO’ların ağırlığını arttırabilmek için sermaye devleti sınavsız geçiş uygulaması getirmişti. Sorunu bu yolla çözmeye ve öğrencileri MYO’lara çekmeye çalışmıştı. Ama bu uygulama sorunun daha karmaşık bir hal almasına yol açtı. MYO’lara giden öğrencilerde kısmi bir artış yaşansa da, bu artış ne ihtiyacı karşıladı, ne de öğrenci tipolojisi beklentilerini... Büyük bir bölümünün okulu yarıda bırakarak çalışmasının önüne geçilemedi. Bir diğer sorun ise verilen eğitimin düzeyi idi. Öğretim görevlilerinin kapasitesi, eğitim müfredatı büyük bir sorun durumunda. Varolan bölümler teknolojik gelişime ayak uyduramadığı için sermaye bugüne kadar istediği verimi alamadı. 100’e yakın MYO bugün altyapısı hazırlanamadığı için kapalı durumda. Açık olan ve şehir merkezinde bulunan MYO’ların bir kısmı barınma gibi sorunlarının çözülememesinden dolayı tercih edilmiyor. Dolayısıyla MYO’lar sermayenin ihtiyaçlarını karşılamaktan çok uzaklar. Ancak sermaye düzeni bu konuda yürüttüğü sistematik tartışmalar ekseninde attığı adımlar ve geliştirdiği projelerle sorunun üzerine gidiyor. Kocaeli, Sakarya, Uludağ, Ege ve Çukurova Üniversitesi’nde, bölgedeki sermayenin ihtiyaçları üzerinden birçok bölüm açıldı ve bunun yaygınlaştırılması çalışmaları devam ediyor. MYO’ların daha çok sanayi havzalarına yakın yerlerde açılabilmesi ya da varolan MYO’ların buralara taşınması çalışmaları devam ediyor. Sanayi odaları bu okullardaki dinamiği emebilmek için üniversitelerle protokoller imzalıyor. Eğitim müfredatını yenileme çalışmaları adı altında öğrenciler staj ya da uygulamalı eğitime tabi tutularak doğrudan sömürü cenderesinin içine itiliyor. Bu yolla MYO’lar adeta sermayenin arka bahçesi haline getiriliyor. Öğretim elemanları da sermaye ile okul ve öğrenciler arasındaki ilişkiyi kurmakla görevli birer şirket temsilcisi gibi hareket etmeye itiliyorlar.
ihtiyaçları üzerinden kanları emiliyor, hem de iş ve gelecek vaadiyle beyinleri bulandırılmaya çalışılıyor. Bu okullardan mezun olan öğrenciler ya doğrudan işçi sınıfının bir parçası oluyorlar ya da işsizler ordusuna ekleniyorlar. Bu nesnel gerçeklik bile MYO’larda devrimci politik faaliyetin taşıdığı öneme işaret ediyor. MYO’larda yaşanan sömürü koşullarına karşı çıkmak, astronomik rakamlara (özellikle II. Öğretim öğrencilerinin ödediği) ulaşan harçları özel bir tarzda işlemek, bunlarla beraber okul bittiğinde karşılarına çıkacak olan diplomalı işsizlik sorununu anlatarak öğrencileri mücadeleye kazanmak zorundayız. Geleceğin ucuz ve nitelikli işgücü haline getirilmeye çalışılan MYO öğrencilerine bu gerçekleri tüm çıplaklığıyla anlatmak, bilince çıkarmalarını sağlamak sorumluluğu ile karşı karşıyayız. Yürütülecek faaliyetin temeline bu gündemleri koyabilmek, oluşturulacak araçlarla bu sorunları tartışmaya açmak, örgütlü mücadelenin ihtiyaçlarını anlatmak, uzun yıllardır devrimci gençlik güçleri tarafından boş bırakılan bu alanı kuşatmak bizim için bir zorunluluktur. Alanların özgün sorunlarını gündemleştirmek, çeşitli çevre çeper örgütlenmeleri yaratmak, sermayenin etkili bir teşhiriyle bunları birleştirebilmek temel önemdedir. MYO’lar bir ölçüde uzak kaldığımız bir alan durumunda. Bu alana dair bir bakış oluşturabilmek, politika geliştirebilmek, yürütülecek faaliyetleri sistematikleştirmek ertelenemez önemdedir. Bu özellikle biz sınıf devrimcileri için acil bir görevdir. MYO’larda genel olarak hakim olan faşist örgütlenmelerin MYO öğrencilerinin beynini dumura uğratmasını engellemek, gençliği kuşatılmışlık içerisinden çıkarabilmek, kendi somut sorunları üzerinden adım attırabilmek zorundayız. Oluşturulacak deneyimleri genele mal edilebilmek, böyle bir kolektif emekle MYO öğrencilerini sürecin parçası haline getirmek, devrimci gençlik mücadelesinin omuzlarımıza yüklediği önemli bir sorumluluktur. Adana MYO çalışmasından genç komünistler
MYO’larda devrimci gençlik çalışması Bugün devrimci gençlik faaliyeti içerisinde, gençliğin geniş kesimlerini devrim safında taraflaştırma mücadelesinde, Meslek Yüksek Okulları önemli bir yerde duruyor ve durması gerekiyor. Bu önem, gerek meslek lisesi öğrencilerinin sınıfsal kökeni gerekse sömürü ile okul sıralarında tanışmalarından ileri geliyor. Bu öğrencilerin daha eğitim sürecinde hem kapitalizmin istek ve
Kapitalizm ve ara eleman sorunu Kapitalizmde mesleki eğitim veren kurumlar gençlerin yetenekleri ve ilgi alanlarına göre yönlendirilmeleri gibi bir kaygının ürünü olarak açılmadılar. Yine bu okullarda uygulanan pratik eğitim süreci, öğrencilerin üretim süreci ile iç içe geçmiş bir eğitim alarak üretime yabancılaşmaları sorununu ortadan kaldırma ihtiyacının ürünü de değildi. Kapitalizmde mesleki eğitime verilen önem hep tek yönlü oldu: Sermayenin ara eleman ihtiyacının karşılanması, yani kapitalist üretim için vasıflı işçi yetiştirilmesi… Gelişen teknoloji kas gücüne duyulan ihtiyacı minimuma indirirken, daha karmaşık bir yapıya bürünen makineler nitelikli işgücünü ertelenemez bir ihtiyaca dönüştürdü. Vasıfsız işçiler bu ihtiyacı karşılamaktan uzak. Çok sayıda işsiz mühendis ise maliyeti yükselten bir faktöre dönüşüyor. Dolayısıyla sermayenin hem bu alandaki açığını kapatacak ve hem de düşük maliyetli olacak işçilere ihtiyaç duyduğu çok açık. Sonuçta sermayedarlar yüzlerini meslek liselerine döndüler! Şu an Türkiye’deki ara eleman açığı 40 binlerle ifade ediliyor. TOBB Türkiye Otomotiv Yan Sanayii Meclisi Başkanı Ahmet Bayraktar bu açığın yoğunlaştığı sektörlere ilişkin şunları söylüyor: “Nitelikli eleman sıkıntısının en çok hissedildiği sektörler; başta sanayii, hizmet, tekstil ve sağlık sektöründe kalite ve üretim zincirini doğrudan sekteye uğratıyor. Ara eleman ihtiyacı, KOBİ’lerde, yani küçük ve orta ölçekli işletmelerde daha da yüksek.“ TÜTSİS Yönetim Kurulu Başkanı Halit Narin ise nitelikli eleman sorununu farklı işletmelerin elemanlarını ayartarak sağladığını söylüyor. Ara eleman açığına ilişkin ortaya konulan veriler ve kapitalistlerin yakınmaları, meslek liselerinin her yıl verdikleri mezun sayısı düşünüldüğünde bir çelişki ortaya çıkıyor. Çünkü Türkiye’de onlarca meslek lisesi mevcut ve her yıl binlerce mezun veriliyor. Bu durumda devreye meslek liselerinin yoğunlaşması gereken sektörler ve eğitimin niteliği giriyor.
17
Sermayenin “Mesleki Eğitim Planları”nın
Geçmişi, bugünü ve yarını Geçtiğimiz günlerde Swissotel’de “Mesleki Eğitim Reformlarını Değerlendirme Uluslararası Konferansı” gerçekleşti. AB’den alınan 51 milyon avroluk hibeyle 2002’de başlatılan beş yıllık Mesleki Eğitimin Geliştirilmesi Projesi’nin (MEGEP) tamamlanması nedeniyle düzenlenen konferansa, başta TÜSİAD Başkanı Arzuhan Doğan Yalçındağ, TOBB Başkanı Rıfat Hisarcıklıoğlu olmak üzere birçok sermaye temsilcisinin yanı sıra, Avrupa Komisyonu Türkiye Delegasyonu Başkanı Marc Pierini de katıldı. Toplantının bir diğer katılımcısı ise Milli Eğitim Bakanı Çelik’ti ve meslek liselerine sermayeye vasıflı işgücünün yaratılması amacıyla biçilen misyona uygun olarak önümüzdeki süreçte yapılacak bir çalışmayı müjdeledi. Milli Eğitim Bakanlığı, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı, Sanayi ve Ticaret Bakanlığı ile birlikte ciddi bir inisiyatif çalışması başlatılacağını aktardı. Bu projenin istihdam ağırlıklı bir mesleki ve teknik eğitim projesi olacağını, bu projede de AB tecrübesinden yararlanmak istediklerini dile getirdi.
18
2000’lerin başından itibaren mesleki eğitim ve meslek liseleri sermayenin gündeminde yer tutmaya başladı. “Meslek lisesi, memleket meselesi” gibi süslü şiarlar altında kamuoyuna sunulan projelerle mesleki eğitim, sermayenin temsilcilerinin dilinden düşmedi. Ancak açık ki sermaye düzeninin soruna olan ilgisinin kaynağı kendi çıkarlarıydı. Bu konferansta katılımcı olan TOBB Başkanı Rıfat Hisarcıklıoğlu’nun, uluslararası rekabette Türkiye’nin ön plana çıkabilmesi için tek çözümün iyi yetişmiş insan gücü olduğunu söylemesi, sermayenin neden mesleki eğitime bu kadar ilgili olduğunu özetlemektedir. Neden burjuvazi mesleki eğitimi tartışıyor?
Sermayenin ara eleman ihtiyacının karşılanması, yani kapitalist üretim için vasıflı işçi yetiştirilmesi cevabı bu sorunun en özlü anlatımıdır. Gelişen teknoloji kas gücüne duyulan ihtiyacı minimuma indirirken, daha karmaşık bir yapıya bürünen makineler nitelikli işgücünü ihtiyaç haline getirir. Sermaye hem bu alandaki açığını kapatacak ve hem de düşük maliyetli olacak işçilere ihtiyaç duyar. İşte bu nedenle sermayenin yüzünü döndüğü alan meslek liseleri olmaktadır. Başlangıçta sanayileşmeye bağlı olarak açığa çıkan “ara eleman” ihtiyacına yanıt verebilmek için kurulan meslek okulları, mühendis, yönetici vb. ile işçi arasında, tam da adına uygun bir “ara işgücü” eğitimi verilen kurumlardı. Ancak bugün kapitalizmin geldiği aşamada, eğitimli işgücüne artan talep, meslek lisesi ve meslek yüksekokullarının da yeniden yapılandırılmasını zorunlu kıldı. Bugün burjuvaziye sadece çalışma saatlerinin esnekliği, sınırsızlığı, ihtiyaç duyduğu işgücünün ucuzlatılması yetmemektedir. Tüm bunlarla birlikte piyasa rekabetine yanıt veren, teknolojik birikimi ile üretimde yer tutan, örneğin bilgisayar kullanabilen bir işgücü gerekmektedir. Fakat halihazırda meslek liselerinde verilen eğitim bu açıdan çok yetersizdir. Burada sorun iki yönlüdür. İlk olarak tekeller okullardaki eğitimi kendi ihtiyaç duyduğu nitelikli kadroların yetişmesinde yetersiz görmektedir. İkinci olarak, bu okulların birer üretim merkezi haline getirilmesiyle maliyetlerinin önemli ölçüde düşürülmesini istemektedir.
MEGEP nedir? MEGEP; Türkiye’deki mesleki eğitim sisteminin güçlendirilmesini amaçlayan, sermaye hükümeti ile Avrupa Komisyonu arasında imzalanan bir anlaşma sonucu yürürlüğe girmiş, Avrupa Birliği hibesi ile gerçekleştirilmiş, Türkiye genelinde 30 ilde ve 145 pilot kurumda uygulanmış 51 milyon Avro bütçeli 5 yıllık bir projedir. 20022007 yılları arasında adımları atılmıştır ve önümüzdeki yıllar da yeni projelerle bütünleştirilmesi hedeflenmektedir. Konferansta MEGEP’in birçok ilke imza attığı vurgulanmıştır. “Eğitim ile İş Piyasası arasındaki denge giderek bozulmuş, küresel piyasalarla bütünleşmeye çalışan Türkiye ekonomisinin ihtiyaçlarına cevap verecek yetişmiş, nitelikli ve esnek bir işgücü hacmi giderek daralmaya başlamıştır” sözleriyle sunumuna başlayan müsteşar yardımcısı Salih Çelik’in raporundan alıntılar yaparak MEGEP’in kapsamını anlayabiliriz. * “İş piyasasındaki arz talep dengesini gözeten, hayat boyu öğrenme ilkelerine fırsat veren bir
mesleki ve teknik eğitim sistemi geliştirmek, mesleki ve teknik eğitim sisteminin karar alma, uygulama ve izleme süreçlerine ulusal ve yerel düzeylerdeki paydaşların katılımını sağlamak, * Mesleki ve teknik eğitim sisteminde yer alan ulusal ve yerel düzeylerdeki bütün paydaşların kurumsal kapasitelerini güçlendirmek, Meslekî eğitim sistemimizi; * 12 yıllık zorunlu eğitime geçiş için altyapı oluşturacak şekilde düzenlemek, * AB ve gelişmiş ülkelerdeki eğitim sistemi ile eşgüdümlü hale getirmek, * Hayat boyu öğrenme ilkeleri doğrultusunda ve iş piyasasındaki arz talep dengesini gözetecek şekilde düzenlemek ilkeleri göz önüne alınarak yola çıkılmıştır.” Türkiye işgücü piyasasının yapısı hakkında 1995-2007 yılları arasındaki mevcut verilerden yola çıkılarak “Türkiye’nin İş Piyasası Raporu” hazırlanmıştır. İŞKUR Genel Müdürlüğü ile 31 ilde, 10 ya da daha fazla personel çalıştıran 5700 işletmede “İşgücü Piyasası ve Beceri İhtiyaç Analizi Anketi” yapılmıştır. Bu anketle: “Çalışmanın yapıldığı illerdeki iş piyasasının yapısı”, “hangi mesleklerin gelecekte var olacağı ya da olmayacağı”, “işgücü piyasasında ihtiyaç duyulan meslekler” ve “ihtiyaç duyulan becerilerin tespit edilmesi hedeflenmiştir”. Mesleki ve teknik eğitimde modüler ve esnek bir sisteme geçilecek, yükseköğretim ve ortaöğretim düzeyindeki mesleki eğitim, program bütünlüğünü esas alan tek bir yapıya dönüştürülecek, mesleki eğitimde, nitelikli işgücünün yetiştirilmesinde önemli yeri olan uygulamalı eğitime ağırlık verilecektir. Ekonominin ara eleman ihtiyacını karşılamak için mesleki eğitim faaliyetlerinin kümeleşme ortamı oluşturan OSB’lerde ilgili hizmet kurumları ve özel sektörle etkili işbirliği içinde yaygınlaşmasını sağlayan mekanizmalar güçlendirilecektir. Bu kadar ayrıntılı ön çalışmaların, bu gösterişli projelerin eğitim sistemine taşıdığı ilklere bakıldığında, neyin amaçlandığı açıkça görülecektir.
Meslek liseleri ile sermaye işbirliğinin altyapısı Okullarla sermaye grupları arasında imzalanan işbirliği protokolleri, projeler ve staj anlaşmaları bu süreçte meslek liseleri ve meslek yüksek okullarının bağını şekillendirmiştir. Kendini METEB olarak ifadelendiren bu programda bir veya birden çok meslek lisesinin bir MYO ile birleştirilmesi ve meslek lisesi öğrencilerinin
bağlı olduğu MYO’ya veya program olarak uygunluk gösteren bir başka MYO’ya sınavsız geçebilmesi sağlanmıştır. Halihazırda sınavsız geçişten yararlanan öğrenciler %10’dan az olmayacak şekilde isterlerse kendi alanlarındaki lisans programlarına dikey geçiş yapabilmektedirler. Eğitim programlarının ilişkilendirilmesi ve geliştirilmesi için bir adım olarak atılan bu yöntemle, okullarla sermaye gruplarının aralarında imzaladıkları işbirliği protokolleri, projeler ve staj anlaşmaları sistematik bir forma kavuşturulmuştur. METEB’lerin OSB’lere kaydırılması ise eğitimin pratik ayağının (haftanın 2 günü okulda teorik ders, 3 gün fabrikalarda pratik eğitim) atölyelere kaydırılmasını hızlandırmayı amaçlıyor. Örneğin, Renault Mais, Toyotosa, İzocam, Türkiye Alüminyum Sanayiciler Derneği vb. pek çok kurum ve kuruluş Türkiye’nin pek çok yerinden meslek liseleriyle imzaladıkları protokol çerçevesinde hem buradaki stajyer öğrencileri çalıştırıyor hem de atölye gibi fiziki imkanlarından yararlanıyor. Bunun en dikkate değer örneği Şişli Endüstri Meslek Lisesi’nde “Tofaş Yetkili Servisi”nin öğrencilere oto tamiri yaptırıyor olmasıdır.
Referans yerine performans Konferansta mesleki ve teknik eğitimin AB ile müzakere sürecinde bir numaralı gündem maddesi olduğunu ifade eden Çelik, bu nedenle “e-mezun projesinin” hayata geçirilmesinin önem taşıdığını vurgulayarak, sermayenin önündeki ilk projeyi anlattı. MEB yetkilileri projeyle mesleki ve teknik ortaöğretim kurumlarından mezun olanların bilişim teknolojileri kullanılarak web tabanlı olarak izleneceğini kaydetti. Böylece mezun olanların istihdam durumlarının belirleneceği, elde edilecek verilerin eğitimin güçlü ve zayıf yönlerini ortaya çıkaracağı, iş hayatının taleplerine uygun eleman yetiştirmek amacıyla eğitim-istihdam ilişkisinin güçlendirileceği anlatıldı. Yani okul sürecindeki staj döneminden itibaren sermaye için en fazla süre, en iyi performansla, hiçbir hak talep etmeden çalışanlar bu listede en üst sırada yer alacak. Sermaye bütün kurumlarıyla her adımını planlı atıyor. Bir yandan kendi ihtiyaçlarını en masrafsız biçimde karşılarken diğer yandan da geleceğini güvence altına almaya çalışıyor. Sermayedarlar tarafından özel olarak eğitilmiş ve sınıf bilinci daha 13-14 yaşında tırpanlanmış bir işçi tipolojisi, işçi sınıfının gelecek mücadelesine vurulan bir darbe olacaktır. Sermayenin meslek liseliler üzerinde oynadığı oyuna karşı etkili bir mücadele bu nedenle büyük önem taşımaktadır.
19
Gençlik hareketinin geçmişte olduğu gibi bugün de temel sorunu politizasyon sorunudur. Hareket içindeki politik güçlerden başlayarak ve geniş gençlik yığınlarını içine alan bir biçimde bu soruna çözüm oluşturmak, örgüt sorununun da temel hareket noktasını oluşturmaktadır. Zira örgütün bir ihtiyaç haline gelmesi sorunların varlığı çerçevesinde ortaya çıkmaz. Örgüt bu sorunlara dönük çözüm arayışının niteliksel bir ifadesidir. Bu açıdan gençlik Kitle mücadelesi ve örgüt sorunu birçok siyasetin gündemine sorununa değil, ona dair çözüm Genç Sen ve kuruluş süreci ile girmiş bulunuyor. Ancak sorunu ilkeselarayışına bağlıdır örgütün niteliği. politik bir çerçevede tanımlama çabası oldukça sınırlı. Gençlik hareketinin yaşadığı daralma düşünüldüğünde, yine de bu anlamlı bir Öncelikle şu noktanın altını gelişmeyi ifade etmektedir. Bu kapsamda, genç komünistler olarak, hareketlilik-örgüt ilişkisini ilkesel ve politik boyutu ile tanımlamaya çizmeliyiz. Gençlik hareketinin çalışacağız. Zira güncel tartışmaları bu kapsamla değerlendirmek, hareketi politikleştirilmesinde mesafe ilerletecek bir örgütsel tartışma yürütebilmek açısından temel hareket noktasıdır. alınmadığı sürece onun Elbette bu tartışmada bizi zorlayan nedenler mevcut. Zira, günümüz örgütlenmesinde de mesafe gençlik hareketi içinde sürüklenme ilkelere dayalı bir tartışmayı güçleştirmektedir. Değişik renklerden akımların yaklaşımı süreç içinde öylesine alınmayacaktır. Hareketin niteliksel değişimler göstermektedir ki, ortada tartışılabilecek asgari ilkesel bir ihtiyaçlarına göre zemin neredeyse kalmamaktadır. Üstelik bu, üzerine tek söz söyleme, hatta geçmiş önyargıları tekrarlama ihtiyacı dahi duyulmadan büyük bir rahatlıkla oluşturulmayan, onun nitel yapılabilmektedir. Bu, sorunun tartışma zeminini daraltmakta, ideolojik-politik ve nicel planda gelişmesini eleştiri zeminini sınırlamaktadır. Kendi adımıza yine de tartışmayı ilkelere dayalı bir biçimde ve geniş bir çerçevede yürütmeyi hedefliyoruz. Zira yapılması gereken, ve politikleşmesini önüne politik hedefler çerçevesinde gençlik sorununa çözüm oluşturmaktır. hedef olarak koymayan Kitlelerin politikleşmesi sorunu her örgütlenme, ve gençlik örgütlenmesi gençlik hareketine dışarıdan dayatılan Gençlik hareketinin geçmişte olduğu gibi bugün de temel sorunu politizasyon sorunudur. Hareket içindeki politik güçlerden başlayarak ve geniş gençlik yığınlarını içine alan bir ölü bir “şablon” biçimde bu soruna çözüm oluşturmak, örgüt sorununun da temel hareket noktasını oluşturmaktadır. Zira örgütün bir ihtiyaç haline gelmesi sorunların varlığı çerçevesinde ortaya olmanın ötesine çıkmaz. Örgüt bu sorunlara dönük çözüm arayışının niteliksel bir ifadesidir. Bu açıdan gençlik gidemeyecektir. sorununa değil, ona dair çözüm arayışına bağlıdır örgütün niteliği.
Gençlik
hareke
20
Öncelikle şu noktanın altını çizmeliyiz. Gençlik hareketinin politikleştirilmesinde mesafe alınmadığı sürece onun örgütlenmesinde de mesafe alınmayacaktır. Hareketin ihtiyaçlarına göre oluşturulmayan, onun nitel ve nicel planda gelişmesini ve politikleşmesini önüne hedef olarak koymayan her örgütlenme, gençlik hareketine dışarıdan dayatılan ölü bir “şablon” olmanın ötesine gidemeyecektir. Genç komünistler olarak bu özlü gerçeği hep gözettik, hareketlilik-örgüt ilişkisi üzerinde döne döne durduk: “Gençlik hareketinin eylem dinamizmi, düzeyi, gelişme seyri ve bu seyrin değişik zamanlarda aldığı biçimler hesaba katılmadığı sürece, öğrenci gençliğin örgütlenme sorununa kendi içerisinde yapay müdahalelerle çözüm getirilemez. Çünkü örgütün kendisi kitlesel hareketliliğe, onun kapsamına, niteliğine ve düzeyine doğrudan bağlıdır.”(Devrimci Gençlik Hareketi, Eksen Yayıncılık) Bu yaklaşımı göz önüne almayan herhangi bir örgütün siyasal mücadelede başarı şansı yoktur. Bu tanımlama bir tercih değildir, örgütün kitlesel bir tabana oturmasının zorunlu bir gereğidir Geçmiş dönemin örgüt deneyimleri bu gerçeği onlarca kez sınamıştır. Örgütlenme sorununu masa başı şablonlarla çözeceğini sananlar tam bir kavrayışsızlık sergilemekte, kitle mücadelesinin zorlukları karşısında geri çekilmekte, kendini yapay ve sonuçsuz çözümlere sıkıştırmaktadırlar. Burada örgütün bir sonuç olduğunu vurgulamaya çalışıyoruz. Kitle hareketinin mevcut seyri ve bu seyrin ortaya çıkardığı sonuçlar dışında tanımlanan örgütlülüklerin bir başarı şansı yoktur. Örgüt bir hareketliliğin ürünüdür, onun ihtiyaçlarına yanıt vermek içindir. Bunun dışında tanımlanan her örgütlenme modeli, masa başında doğmuş ölü şablonlar olarak kalmaya mahkumdur.
örgütlenmesi sorunu ve
etlilik-örgüt diyalektiği Gençlik haraketinin yaşadığı zayıflığın, bu çerçevedeki görevlerin üzerinden atlayarak, suni örgütlenme modeli tartışmalarının yapılmasının yanlışlığını vurgulamaya çalışıyoruz. Neden-sonuç ilişkisinin tersyüz edildiğinden, konunun gerçek mahiyetinin kavranamadığından, temel önemde yöntemsel yanlışlıklara düşüldüğünden bahsediyoruz. Bu sorunlar çözülmediği koşullarda, kitle mücadelesi ile dinamik bir bağ kurabilmiş, birleşik bir örgütlenmenin ortaya çıkabilme şansı bulunmuyor.
Kitle mücadelesini geliştirmenin aracı olarak gençlik örgütlenmesi Masa başında oluşturulan, 20-30 öğrencinin biraraya geldiği örgüt biçimlerini gençliğin kitlesel örgütlenmesi olarak sunmak tam bir kavrayışsızlıktır. Ancak bu, hiçbir biçimde, hareketin güncel plandaki ihtiyaçlarına yanıt verecek bir örgütlenme ihtiyacını ortadan kaldırmaz. Zira örgüt hem kitle mücadelesinin bir ürünüdür, hem de onu geliştirmenin bir aracıdır. Bugün bir dizi siyasetin kavramsal bir karmaşa içinde tekrarlayageldiği örnekler, ancak doğru tanımlandığında, kitle mücadelesini geliştirmenin bir aracı olabilirler. Bugün öğrenci gençlik hareketi açısından (aslında toplumsal hareketin geneli açısından) en temel sorunumuz geniş kitlelere ulaşmak, dipten dibe biriken tepki ve hoşnutsuzluğu açığa çıkarmak ve devrimci kanallara akıtmaktır. Burada üç temel noktaya vurgu yapıyoruz. Kitlelere ulaşmak, kitleyi harekete geçirmek ve politikleştirmek. Bu üç alanın her birinin ayrı bir anlamı ve önemi vardır. Ancak bu
alanlar arasında kendiliğinden bir geçişin var olabileceğini düşünmek büyük bir yanılgı olacaktır. Bu alanları birbirinden kopartıp aşamalara bölmek, ya da tersinden, başından veya sonundan tek taraflı zorlamalara girmek, son tahlilde aynı kapıya çıkacaktır ve kendiliğindenci bir bakışa tekabül edecektir. Bütün sorun, bu üç alan arasındaki diyalektik bağı gözeten yaratıcı bir pratiği hayata geçirmektir. Bugün ve yakın geçmişte yaşanan tartışmalarda bu bütünlük birbirinden koparılmıştır. Oysa, alanda güncel planda var olan onlarca sorunun üzerinden atlanarak örgüt sorunu tartışmak bir kaçıştır ve sahiplerini hareket dışı propagandistler haline getirir. Bugün gençliğin örgütlenmesi sorununda altını çizdiğimiz bu nokta büyük bir önem taşımaktadır. “Gençlik hareketi her dönem hareketin düzeyiyle uyumlu ve ihtiyaçlarını karşılayabilen çeşitli kitlesel örgüt biçimleri ortaya çıkartmak potansiyeline sahiptir. Subjektivizme ve grupçuluğa düşmeden bu biçimleri somutlamak, hareketin durumunu ve olanaklarını en doğru bir biçimde değerlendirerek örgüt sorununa uygun çözümler bulmak devrimci önderlik sorumluluğu kapsamındadır.” (Deneyimlerin ışığında gençlik
21
Bugün tartıştığımız, ilerici gençlik güçlerinin birleşik bir çabasının ürünü olacak bir örgütlenme sorunudur. Bu kapsamda muhatabımız tek başına siyasal gençlik grupları değildir. Bunları da içerisine alan bir biçimde üniversitedeki ilerici duyarlılığın bütünüdür. Bunun gerçekleşmesi elbette kolay değildir, tutarlı, ısrarlı ve sabırlı mücadele sürecirni gerektirmektedir. Ancak bahsedilen kitlesel bir gençlik örgütlenmesi sorunu ise, bu başarılamadığı koşullarda geçmişin gençlik mücadelesinin ortaya koyduğu derslerden gerekli sonuçlar çıkarılamamış olacak, gelişen bir gençlik muhalefeti içinde benzer sorunlar karşımıza çıkacaktır.
22
örgütlenmesi Ekim, Sayı: 239, Ekim 2004) Örgüt sorununu kendi içinde değil, politik mücadeleyi geliştirmenin sorunları ile bağı içerisinde tartışabiliriz ancak. Örgütsel biçimler ancak kitle hareketinin düzeyi ve ona müdahale üzerinden bir anlam taşır. Bu perspektifle ele alındığında, örgüt hem politik müdahalenin zemini güçlendirecek, hem de gerisin geri kendisini güçlendirecektir. Bu açıdan bugün varolan örgüt modelleri tartışmasının sorunu çözen bir yanı bulunmadığını bilmek ve kitle hareketinin somut düzeyini gözeten (geçici ya da kalıcı, birimsel/yerel ya da giderek merkezileşen) örgüt veya örgütsel adımlar ile harekete müdahale çabası sergilemek durumundayız.
Birleşik gençlik örgütlenmesi sorunu Bugün gençlik mücadelesini geliştirmek çerçevesinde bir diğer önemli adım, birleşik bir gençlik örgütlenmesi sorunudur. Bu sorun, halihazırdaki önyargıların terkedilerek, hareketin sorun ve ihtiyaçlarına, bu temelde örgütlenme sorunlarına tüm ilerici güçler açısından birleşik bir çözüm oluşturma yaklaşımıdır. Elbette bu sorunun çözümü değildir, ama doğru bir perspektifle sorunun çözümü doğrultusunda atılmış dinamik bir adım olacaktır. “Bugünün koşullarında gençlik hareketini kucaklamaya ve ilerletmeye hizmet edecek ve gerçekten kitlesel karakter taşıyabilecek bir gençlik örgütlenmesi, ancak mevcut ilericidevrimci gençlik birikimini her düzeyde kapsayan bir birleşik örgütlenme olabilir. Nasıl ki gençlik hareketinin kitlelerle birleşmeyi başarabilecek etkili bir çıkışı bugünün koşullarında mevcut güçlere birarada dayanmayı gerektiriyorsa, aynı şekilde, gençlik hareketinin örgütlenme sorununun sağlıklı ve hareketi ilerletici çözümü de ancak bu güçleri birarada içeren bir örgütsel oluşumla olanaklı olabilir. Gençlik hareketinin ihtiyaçlarına yanıt verecek ve mücadeleyi geliştirmeye hizmet edecek bir birleşik örgüt yapısına kavuşması gerçekten arzu ediliyorsa eğer, öncelikle yapılması gereken, bugüne kadarki mezhepçi pratiklerin yürekli bir eleştirisini yapmak ve bunun ürünü tüm yapay ve işlevsiz sözde örgütlerden vazgeçmektir.
Gerektiğinde birlikte iş yapabilen, birlikte eylem ve etkinlik örgütleyebilen ilerici-devrimci gençlik güçleri, bunu pekala birleşik bir kitlesel gençlik örgütlenmesi içinde çok daha iyi ve amaca uygun biçimde yapabilirler. İllerden başlayarak bu tür birleşik örgütler kurulabilir ve bunlar bir yandan birimler düzeyinde öğrenci birliği modeline göre örgütlenirlerken öte yandan ülke düzeyinde merkezileşme sorununu çözerler. Bugün için gençliğin kitlesel örgütlenmesinin biricik gerçek çözüm yolu ve olanağı budur.” (Gençlik Hareketin Sorunları, Ekim, Sayı: 239, Ekim 2004, Başyazı) Bugün tartıştığımız, ilerici gençlik güçlerinin birleşik bir çabasının ürünü olacak bir örgütlenme sorunudur. Bu kapsamda muhatabımız tek başına siyasal gençlik grupları değildir. Bunları da içerisine alan bir biçimde üniversitedeki ilerici duyarlılığın bütünüdür. Bunun gerçekleşmesi elbette kolay değildir, tutarlı, ısrarlı ve sabırlı mücadele sürecirni gerektirmektedir. Ancak bahsedilen kitlesel bir gençlik örgütlenmesi sorunu ise, bu başarılamadığı koşullarda geçmişin gençlik mücadelesinin ortaya koyduğu derslerden gerekli sonuçlar çıkarılamamış olacak, gelişen bir gençlik muhalefeti içinde benzer sorunlar karşımıza çıkacaktır. “Kitle örgütlenmesi sorununu bir çırpıda masa başında çözeceğini sanan yaklaşım, elbette ki ilerici potansiyelin bir araya gelmesinin önemi ve kapsamını kavramakta zorlanacaktır. Sorunu ‘örgütleri birleştirmeye’ indirgediğimizi düşünmeleri de örgüt sorununa bakıştaki bu yavanlığın dışavurumundan ibarettir sadece. Zira birleşik bir gençlik örgütlenmesi sorunu öznel bir sorundur, öznelerin iradi çabası ve müdahalesi ile elbette bir çırpıda başarılabilir. Ancak bu hiçbir biçimde gençlik örgütlenmesi sorununun çözüldüğü anlamını taşımamaktadır. Bu sadece bir olanağa, hareketi sıçratabilecek bir dinamiğe işaret etmektedir. İlerici potansiyeli bir araya getiren bir birleşik örgütlenme asıl hedefin, geniş gençlik yığınları ile buluşma hedefinin bir kaldıracıdır sadece. Ve hedefe, doğru bir yöntem ve bakışla ilerleyebildiği koşullarda bir anlam taşır.” (Devrimci gençlik mücadelesinde gelecek için notlar Ekim Gençliği, Sayı: 103, 15 Mayıs15 Haziran ‘07)
Devrimci gençlik hareketi ve gençlik örgütlenmesi deneyimleri...
FKF, Dev-Genç ve ODTÜ-ÖTK Yakın dönem gençlik örgütlenmesi deneyimleri sol ve ilerici akımlar şahsında hep bir öykünmeye konu olmuştur. Bunlar içinde en belirgin olanı Dev-Genç’tir. Ancak bu öykünme, bu örgütlenmeleri verili tarihsel dönemde oynadıkları rol ve bıraktıkları deneyimler üzerinden ele almaktan uzak kaldı. Bu ise, zengin bir örgüt deneyimine sahip olan Türkiye devrimci gençlik mücadelesi tarihinden öğrenme olanaklarını zora soktu. Bugün bu zengin tarihsel mirasa sahip çıkmak, dönemin koşulları içinde bu örgütlerin oynadıkları rolü tanımlamakla olanaklı olacaktır. Bu çaba, bir dizi siyasal çevrenin yaşadığı öykünmenin ne kadar dayanaksız ve tarih bilincinden yoksun olduğunu da ortaya koyacaktır. Elbette burada yapmaya çalışacağımız bir tarihsel inceleme değildir. Zira bu deneyim tek bir metinle incelenemeyecek denli zengindir. Biz burada sorunun örgüt boyutunu ve bununla ilişkili yanlarını ele alacağız. Güncel planda Avrupa öğrenci sendikaları deneyimi üzerine gelişigüzel sözler söyleyenlere de, bu büyük tarihsel mirastan öğrenmelerini önereceğiz.
Fikir Klüpleri Federasyonu: Gençliğin düzenden kopma arayışının ilk biçimi Fikir Klüpleri Federasyonu gençliğin düzen siyasetinden kopuşunun ilk önemli örgütsel ifadesi olmuştur. FKF’nin oluşumuna kadar gençlik düzen içi çatışmaların ve özellikle de ordu ve CHP eksenindeki politik platformun bir eklentisidir. ‘50’lerdeki ve ‘60’ların başındaki öğrenci hareketi böyle bir kimlik taşıyor, bu kimliğin ifadesi bir siyasal eylemin içinde bulunuyordu. Nitekim ‘50’lerde ve DP’ye karşı mücadelede gençlik temel bir etken olmuş ve ‘60 darbesi geniş gençlik kesimleri ve o dönemki örgütleri tarafından alkışlanmıştır. ‘60’ların ilk yarısında ortaya çıkan FKF ise, gençliğin ileri unsurları şahsında düzen siyasetinden kopuşunun ve sol/sosyalist arayışın ilk örgüt biçimidir. FKF, ‘60’larla beraber politikleşen gençlik kitlelerinin ileri unsurlarının politik arayışlarının doğrudan bir yansıması olarak şekillenen bir örgütlenmedir. Bir başka ifadeyle, gençlik hareketinin en dinamik ve önder unsurlarının politik arayışlarının bir ifadesiydi. Bunun bir sonucu olarak, gençlik hareketinin sorunlarından çok gençlik önderlerinin politik arayışlarının ortaya çıkarttığı sorunlarla ilgilendi. FKF’nin kurulduğu ilk dönemde, kendisini “işçi sınıfının sosyalist partisi” olarak niteleyen TİP’in arkasından gitmesi bu arayışın bir sonucudur. FKF’nin bu ilk dönemi nispeten bir darlığın ifadesidir. ‘6568 arasındaki dönemde tartışılan, gençlik sorunundan çok Türkiye devriminin sorunlarıydı. Ancak bu anlamlı adım, devrimci bir partinin önderliğine ihtiyaç duymaktaydı. TİP’in gençlik kolları gibi çalışması bu arayışın dolaysız bir dışavurumu ve devrimci bir arayışın ifadesidir. Farklı alanlardaki ilerici arayışların kendini birleşik bir biçimde dışavurduğu bir örgüt biçimi olarak FKF gençliğin düzen siyasetinden kopuş çabasının sonucudur. Bu çabayı geliştirip yaygınlaştıran bir araç olmuş ve fakülte birimleri üzerinden merkezileşmiştir. ‘68 yılı FKF açısından bir dönüm noktasıdır. ‘68’e gelindiğinde, gençlik hareketi bir sıçrama yaşadı. Hızla kitlesel ve militan bir karakter kazandı. Hareket başlangıçta akademikdemokratik sorunlar üzerinden ivme kazanıp gelişti, ülke ve toplum sorunlarına yönelerek hızla politik bir nitelik kazandı.
23
Dev Genç’i tartışırken bahsettiğimiz, 71’e kadarki Dev-Genç’tir. Sonraki süreçte sol hareketin yaşadığı bölünmenin bir sonucu olarak farklı örgütlerin Dev-Genç’leri karşımıza çıkmaktadır. Bu örgütlerin dönemin koşulları ile bağlantılı olarak ne kadar kitlesel olduğu bu tartışma kapsamında bizi ilgilendirmiyor. Zira ortaya çıkan, Dev-Genç’in örgütlenme anlayışı ve 71’e kadarki yapısı açısından bir bozulmadır. Bugüne taşınan ve aşılması gereken “her örgütün kendi kitlesel gençlik örgütlenmesi” saçmalığı işte bu dönem doğmuştur.
Üniversitelerde akademik-demokratik istemler üzerinden gelişen işgal ve boykot hareketlerini ‘6970’li yıllarda yaygın anti-emperyalist kitle gösterileri izledi. Bu, hareket açısından yeni bir düzeyin ifadesiydi. Artık sol siyaset üzerine tartışmalar yerini militan kitle eylemleri ve sokak gösterilerine bıraktı. Gelinen bu yer FKF’nin bir örgüt biçimi olarak sınanmasıydı da aynı zamanda. Ya bu harekete ve kitleselleşen duyarlılığa yanıt verecek ya da aşılıp tarihsel bir deneyim haline gelecekti. O dönem TİP reformizminin gelişen kitle mücadelesi karşısında parlamenter hayallerle oynadığı gerici rol, hareketin önünde barikata dönüşen tutumu gelişen devrimci gençlik mücadelesi tarafından aşılmak zorundaydı. Nitekim öyle oldu, FKF DevGenç’e dönüştü. Bu değişim, hareketin hızla politikleşmesinin, giderek devrimci bir dinamizm kazanmasının bir yansımasıydı. Yaşanan, sürece yanıt veremeyen önderliğin ve örgütsel biçimlerin aşılmasıydı. Bu, ileriye doğru ve devrimci bir gelişmeydi. Ancak ideolojik planda tutarlı bir konumda olmaktan uzaktı. Zira bu kopuş MDD’nin orducu-darbeci çizgisine yedeklenmiş, gençliğin sosyalist arayışları demokrasi/bağımsızlık eksenindeki küçük burjuva siyasal zemine sıkışmıştı.
Dev Genç: Gençliğin kitlesel ve militan eyleminin birleşik örgütü Dev Genç’i tartışırken bahsettiğimiz, 71’e kadarki Dev-Genç’tir. Sonraki süreçte sol hareketin yaşadığı bölünmenin bir sonucu olarak farklı örgütlerin Dev-Genç’leri karşımıza çıkmaktadır. Bu örgütlerin dönemin koşulları ile bağlantılı olarak ne kadar kitlesel olduğu bu tartışma kapsamında bizi ilgilendirmiyor. Zira ortaya çıkan, Dev-Genç’in örgütlenme anlayışı ve 71’e kadarki yapısı açısından bir bozulmadır. Bugüne taşınan ve aşılması gereken “her örgütün kendi kitlesel gençlik örgütlenmesi” saçmalığı işte bu dönem doğmuştur. Dev Genç kitle mücadelesinden doğmuştur. Hareketin önündeki barikatların aşıldığı bir örgütlenmedir. Kitleselleşen gençlik mücadelesinin ihtiyaçlarına yanıt verme hedefinin ürünü olmuştur. ‘68-69 döneminde kitlesel bir karakter kazanan gençlik hareketinin gelişimini hızlandıran bir rol oynamıştır. Bunun 12 Mart’ı izleyen devrimci yükseliş döneminde bir daha başarılamadığını, solun aşırı bölünmüşlüğü temelinde sayısız grup örgütlenmesinin gençlik hareketini kucaklayan genel bir gençlik örgütlenmesinin yerini aldığını biliyoruz. Dev-Genç bir dizi tartışmaya konu olmuşken, neredeyse hiç tartışılmayan onun örgütlenme anlayışı olmuştur. Dev-Genç, birimlerde şubeleri olmakla beraber, asıl gücünü, bu şubeler aracılığı ile etkin olduğu “öğrenci birlikleri”nden almaktaydı. Öğrenci birlikleri üniversite ve fakültelerde kurulan, bulunduğu birim kitlesini kucaklayan meşru öğrenci örgütlenmeleriydi. Devrimci hareketin sürekli öykünmesine karşılık gözünü kapadığı bu olgusal gerçek, Dev-Genç’in dönemin tek kitlesel, meşru öğrenci öz örgütlenmesi olmasını sağladı. Öğrenci birlikleri birimlerde en geniş katılımı esas alan bir öz örgütlenme biçimi olmuştur. Bu dönemde örgütlenen ve binlerce öğrenciyi kapsayan ODTÜ öğrenci forumu, sürecin nasıl bir taban inisiyatifine dayanarak örgütlendiğini gösteren güçlü bir örnektir. Dev-Genç açısından bir diğer önemli nokta ise, farklı siyasal eğilimlerin birarada bulunduğu bir örgütlenme olmasıdır. Her eğilimin katıldığı tartışmaların ardından alınan ortak kararlar birlikte uygulanmaktaydı. Yani açık tartışmalar, birleşik eylem ve örgütlenme çizgisi. Bu, Dev-Genç’in en güçlü niteliğiydi. Sonraki süreçte Dev-Genç, bölünmenin ve devrimci bir sınıfın partisinin ideolojik yönlendiriciliğinden yoksunluğun tüm olumsuz sonuçları ile karşı karşıya kaldı.
ODTÜ ÖTK: Kitlesel bir gençlik özörgütlenmesi deneyimi
24
ODTÜ ÖTK deneyimini tartışmak, önceleyen süreçteki birleşik kitlesel gençlik mücadelesini tanımlamayı gerektiriyor. Zira ÖTK dönemin gençlik mücadelesinin önemli bir kazanımıdır. ODTÜDer tarafından 1974 yılında örgütlenen boykotun 16. gününde, üniversite geçici süre kapatılır. Bunun
üzerine 15 Mayıs 74’de boykot süresiz boykota dönüşür ve geniş bir katılımla sürdürülür. Üniversitelerdeki faşist saldırılar ve anti demokratik uygulamalara karşı gençliğin taleplerinin haykırıldığı ve öğrencilerin örgütlenmesinin önündeki engellerin kaldırılmasının talep edildiği boykot 6 ay sonra başarı ile sonuçlanır. Yönetim öğrencilerin taleplerini kabul etmek zorunda kalır. Bu taleplerden birisi olan öğrenci temsiliyeti böylece ortaya çıkar. ODTÜ-Der kendini feshederek ÖTK’ya dönüşür. ODTÜ ÖTK’yı ODTÜ öğrencilerinin bir özörgütü haline getiren onun yasal yapısı değildi. ÖTK, her sınıftan bir kişinin seçilmesiyle oluşturulan temsilciliklere ve bunlar arasından seçilen 9 kişilik bir yönetime dayanmaktadır. Fakat ona asıl gücünü veren, birimlere dayanması ve birimlerin kitlesel katılımına dayalı karar alma sürecidir. Birimlere dayalı işleyiş ODTÜ ÖTK’nin sonrasında yaşayacağı saldırılara karşı da temel bir dayanak olmuştur. ÖTK’nın yöneticilerin tutuklanmasına ve ÖTK’nın yasadışı ilan edilmesine karşın kitleyle kurduğu güçlü bağ ve
bu bağın oluşturduğu temsiliyet ÖTK’nın işleyişinin sürekliliğini sağlamıştır. ODTÜ ÖTK üzerine yapılan tartışmalarda bugüne taşınan yanlış eğilimi kısaca değerlendirmekte fayda var. Bu, ÖTK’nın yönetimde temsiliyetini ve yasal kimliğini temele koyan yaklaşımdır. ODTÜ ÖTK için bu sadece bir sonuçtur. Kitlesel bir tabanı ve buna uygun bir işleyişi olmasaydı, ÖTK bir gün bile ayakta kalamazdı. O dönemin hareketliliğinin ürünü olarak ortaya çıkan kitlesel bir örgütlenme deneyimini bugünün ÖTK’ları ile özdeşleştirmek, yasallığı üzerinden ÖTK’yı bir örgüt şablonu olarak bugüne taşımak, politik kavrayışsızlığın ifadesidir. ODTÜ ÖTK’nın kitlesel bir mücadelenin ürünü bir politik desteğe sahip olduğu kavranamamaktadır. Bugünün ÖTK’sı ile özdeşlik kurulması da deneyimin devrimci özünün kavranamadığını göstermektedir. ODTÜ ÖTK birleşik militan mücadelenin ürünü olmuş ve yasallığı sayesinde değil, militan bir kitle desteğine sahip olmak sayesinde ayakta kalabilmiştir.
İYÖKD ve AYÖD: ‘71 sonrasının birleşik örgüt deneyimleri “Bu ülkede gençlik hareketinin kitlesel bir uyanış yaşadığı dönemde ortaya çıkardığı örgütlenme (Dev-Genç), tam da bu türden bir birleşik örgütlenme idi ve bu örgüt bünyesinde değişik eğilimden sol siyasal akımlar vardı. Birleşik gençlik örgütlenmesine ilişkin bu olumlu pratik, ‘70’li yılların ilk kitlesel hareketlenme döneminde yeniden ortaya çıktı. Büyük kentlerde her eğilimden sol gençlik güçlerini birarada kapsayan ve birimler düzeyinde geniş bir kitlesel desteğe sahip olan gençlik örgütlerinden sözediyoruz. İstanbul’da İYÖKD ve Ankara’da AYÖD bunun örnekleriydi. Bu örgütler tabandan gelen kitlesel bir öğrenci hareketinin dinamizmine ve desteğine dayanmakla kalmadılar, onu bir süre için başarıyla kucaklayıp daha ileriye de taşıdılar. Fakat dönemin geniş çaplı kitlesel hareketi içinde güç kazanan ve kendi aralarındaki ilişkileri çoğu kere çok da sağlıklı olmayan nedenlerle bozulan küçük-burjuva akımlar hızla birbirlerinden koptular. Böylece mücadele birliğini ve bunun uzantısı olarak da örgütsel birliği yitirdiler. Herbirinin etrafında bugünün ölçüleriyle hayli geniş sayılabilecek bir taraftar kitlesinin birikmiş olması, hiç değilse başlıca büyük akımları kendi kitlesel gençlik örgütlerini kurmaya yöneltti. Bugünün ölçüleriyle, bunlar binlerce, onbinlerce genci kapsayan gerçekten kitlesel örgütlenmelerdi. Fakat gençlik hareketinin o günkü çapı üzerinden bakıldığında, gerçekte her bir grubun kendi taraftarlarını kapsamaktan öteye gidemeyen kitlesel çevre-çeper örgütlenmelerinden başka bir şey değildiler. O günün geniş olanakları içinde bu bölünmüşlüğün oluşturduğu zaaf çok da göze batmıyordu ya da ancak tek tek birimler düzeyine inildikçe sorun olarak kendini gösteriyordu. Çünkü birimler farklı gençlik örgütlerine bağlı taraftar güçlerin zaman zaman çatışmalara varabilen grupçu çekişmelerine sahne oluyor ve bu durum doğal olarak mücadeleye ciddi zararlar veriyordu. Özetle; ‘70’li yılların ikinci yarısının grupçu ve bölücü küçük-burjuva zihniyeti, kendini önceleyen dönemin birleşik gençlik örgütlenmesi pratiğini boşa çıkardı ve bunun yerini alan grupçu pratikler, etkileri bugün çeşitli çevrelerde yaşayan bir çarpık anlayışa muazzam bir güç kazandırdı.” (Gençlik Hareketinin Sorunları, Ekim, Sayı: 239, Ekim 2004, Başyazı - başlık EG tarafından konulmuştur...)
25
‘95-96 öğrenci örgütlenmesi deneyimleri:
ÜÖP ve Koordinasyon ‘96 süreci, yakın dönemin eylemli bir gençlik mücadelesi olarak anlamlı deneyimler ortaya çıkartmıştır. Ancak zaman zaman abartıldığı, olduğundan farklı bir düzey ve nitelik atfedilebildiğini de belirtelim. Bu dönem, politik ve örgütsel olarak gençlik hareketinin gelişmesi ve kitlesel karakter kazanması açısından anlamlı olanaklar sunuyordu. Nitekim eksikleriyle beraber bu olanaklar değerlendirilmeye de çalışıldı. Ancak yine de ‘95-96 gençlik hareketinin sınırlarını görmekte fayda var. Zira hareket kitle tabanı açısından oldukça geri bir düzeyde kalmıştır. Hareketlilik ilerici gençlik güçlerine sıkışmış, politik ve örgütsel olarak sürecin önü açılamamış, geride kalan güçler etkileyecek daha ileri bir hareketliliğin parçası haline getirilememiştir. Bu açıdan bakıldığında, “paralı eğitim saldırısına karşı” gençliğin etkili bir eylemsel karşı koyuşudur sözkonusu olan. Ancak bu karşı koyuşu politik ve örgütsel olarak süreklileştirecek bir düzeye sıçranamamıştır.
Hareketliliğin ilk örgütsel sonucu: Üniversite Öğrencileri Koordinasyonu
26
Harçlara getirilen %400 zam öğrenci gençlik içinde derin bir hoşnutsuzluğa yol açmıştı. Paralı eğitim saldırısına karşı ilk tepkiler reformizmin parçalı müdahalesinin bir ürünüydü. Harç zammına ilk tepki, reformist ve otonom örgütlenmeleri içinde barındıran Öğrenci Koordinasyonu’ndan geldi. Başlatılan imza kampanyası geniş kesimler tarafından ilgiyle karşılandı. Daha başında reformist örgütselpolitik etkiye uygun bir zemin oluşmuş oldu. 20 Kasım ve 8 Aralık eylemleri reformizmin etkinliğinde ve bunun ürünü bir barışçıluzlaşmacı eylemsel çizgide gelişti. Bu eylemler ile birikte Öğrenci Koordinasyonu nispeten yaygın bir örgütlülük ağına ulaşmayı başardı. Daha başında ÜÖK (Üniversite Öğrencileri Koordinasyonu), sürecin gelişim mantığına uygun bir biçimde, geniş gençlik kesimlerinin “her renk”ten tepkisini “paralı eğitim saldırısına karşı” birleştirmeyi hedefleyen bir çizgide ilerledi. Öğrenci toplulukları, otonom örgütler sürecin bir parçası haline getirildi. Bu açıdan gelişme dinamiği taşıyan süreç, örgütsel planda da geniş kesimlerin katılımına açık bir biçime
taşınmış oluyor, bu çerçevede örgütlenmenin kitle tabanı sürecin nesnel olanakları ile hızla genişliyordu. Ancak, bu ilk dönem açısından anlaşılır olan durum, gelişen süreç içinde amaçlaştırıldı. Hareketlilik yasallığa, düzenin çizdiği sınırlarda bir meşruluğa sıkıştırıldı. Devlet de bilinçli bir tercihle bu yasalcı-barışcıl eylem biçimlerine alan açarak, devrimci bir çizgide gelişip militanlaşacabilecek bir gençlik mücadelesinin önünü kesmeyi hedefliyordu. Açılan bu alana reformizm yerleşti. Bu durum, gelişmekte olan hareketle arasının açılmasına ve birtakım eylemlerde ortaya çıktığı gibi (örneğin 4-5 Şubat eylemlerine Koordinasyon kitlesinden de yaygın bir katılım gerçekleşmiştir) kitlesel tabanını zayıflatmasına neden oldu. O dönem Kordinasyonun eylem biçimleri, sürecin nasıl kavrandığını, politik ve eylemsel sıkışmanın boyutlarını açık bir biçimde ortaya koyuyordu. Amaçlaştırılan yasalcı-barışcıl mitingler, medyatik eylemler (saç kesme eylemleri) vb.’nin belirleyiciliğinde yön verilen bir süreçti. Öteki fiili meşru biçimler ve hak alıcı süreçler ise devrimci siyasal gruplara belirgin bir karşıtlık temelinde yok sayıldı. “En geniş kitle, politik söylem ve gündemlerle süreci darlaştırmamak” argümanlarıyla kitlelerin verili bilinci amaçlaştırıldı. Kitle mücadelesinin ihtiyaçlarına yanıt vermek, örgütsel planda taban inisiyatifine dayanmak kadar hareketin ihtiyaç duyduğu politik müdahaleyi ve eylem dinamizmini ortaya koymayı gerektirir. Bu başarılamadığı koşullarda, kitle mücadelesi ile mevcut örgütlenme açık bir çelişki yaşayacaktır. Öğrenci Koordinasyonu’nun 4-5 Şubat’a giden süreçte yaşadığı bu olmuştur.
4-5 Şubat eylemlerinin ilk sonucu: Üniversite Öğrencileri Platformu Gelişen süreç eylemsel dinamizm ve politik müdahale açısından bir ilerlemeyi ifade ediyordu. Zira saldırının kapsamı, çözümü noktasında eylemsel ve politik bir gelişmeyi zorunlu kılıyordu. İşte 4-5 Şubat eylemleri, politik planda gençliğin reformizmin cenderesini aşmasının ilk adımı oldu. YTÜ açlık grevinin ardından 4 Şubat Taksim çıkışı, reformist eylem çizgisine ve kitle mücadelesini sınırlayan reformist ablukaya kitlesel bir yanıt oldu. 5 Şubat Kızılay eylemi ise, eylem dinamizmi ve politik hedefler açısından devrimci gençlik güçlerinin etkisini artırmaya başladığının ifadesiydi. Bu süreç ÜÖP’ün doğuşunu sağladı. Devrimcilerin birleşik bir mücadele platformu olarak ÜÖP 4-5 Şubat eylemleri ve ardından gerçekleşecek olan Beyazıt işgaliyle, reformizmin etkinlik alanını ve bunun örgütsel biçimi olarak Koordinasyon’u sınırlamış oldu. Artık süreç kitlesel ve militan eylem biçimlerinin belirleyiciliğinde ilerlemekteydi ve ÜÖP bu sürece doğru ve etkili bir yanıt vermeyi başarmış oldu. Ancak tam da bu noktada bir başka önemli sorun devrimci gençlik mücadelesini sınırlayan bir rol oynamaktaydı. Politik ve eylemsel dinamizm açısından gelişen gençlik mücadelesinin
ihtiyaçlarına yanıt verebilen ÜÖP, örgütsel planda belirgin bir zayıflık taşımaktaydı. Süreç tabana yayılan bir birleşik örgütlenme anlayışı ile gelişebilecekken, ÜÖP tüm süreç boyunca birleşik bir eylem platformu olarak kaldı. 4-5 Şubat’ta alanlara çıkan binlerce öğrenciyi örgütleme perspekfine sahip değildi. Oysa, hareketi politikleştirmek geniş gençlik yığınları ile buluşacak bir örgütsel aracı gerektiriyordu. “Hareketlilik, örgüt ve eylem” ilişkisi doğru bir biçimde kurulamadığı koşullarda, eylemsel ve politik planda yaşanan başarıların sınırlı kalması kaçınılmazdı. Sonraki süreçte ÜÖP’ü, bu olumlu çıkışına karşın, hareketten kopartan da bu örgütsel hedefsizlik olmuştur.
Hareketin yönü değişiyor! Beyazıt işgali sonrasında ortaya çıkan olumlu olanakların değerlendirilememesi ve devletin faşist çeteleri gençliğin üzerine salması ile beraber hareketin olanakları adım adım zayıflamaya başladı. Örgütsel olarak ilerici güçlere daralan hareket, faşist saldırıların artması ile çarpık bir anlayışla yürütülen bir anti faşist mücadeleye ve öte yandan da geniş kitle eylemleri yerine dar öncü çıkışlara sıkışmış oldu. Bunun sonucu olarak ÜOP, örgütsel olarak zaten buluşamadığı kitle hareketinden gündemsel ve eylemsel olarak da uzaklaşmaya başladı. Kitle mücadelesi açısından ortaya çıkan bu anlamlı deneyimin sonrasına, gençlik mücadelesi açısından parçalı güçler tablosu dışında, elle tutulur bir kazanım ne yazık ki kalmamıştır. Sürecin ilerlediği ve kadrosal açıdan ciddi olanaklar taşıdığı bir dönemde birleşik örgütlenme sorunu önemsenmezken, sonrasında her siyaset kendi kitle örgütlenmelerini oluşturmaya çalışmıştır. Bugüne uzanan yaklaşık 10-12 yıllık süre içinde “gençliğin kitlesel öz örgütlenmelerinden” geriye bir şey kalmamıştır.
27
Öğrenci sendikası deneyimlerine kısa bir bakış
Geçmişten günümüze siyasal gençlik grupları gençlik örgütlenmesini tartışırken, konu her dönem “örgüt modeli” sorununa indirgenmeye çalışılmıştır. Özellikle ‘80’li yılların ikinci yarısından bu yana hareket içindeki politik gençlik güçleri tarafından tartışma bu eksende yürütülmüştür. Öğrenci derneklerinden ÖTK’lara pek çok “model” tartışılırken, pratiği de belirleyecek olan esas tartışmanın üzerinden atlanabilmiştir. Gençlik örgütlenmesi üzerine yürütülen tartışmalar şimdilerde de “sendika modeli” üzerine yoğunlaşmış, bu yoğunlaşma karşımıza Genç-Sen’i ve Genç-Sen tartışmalarını çıkartmıştır. Şu ana dek yapılan tartışmalar genelde hareket-örgüt diyalektiğinin kavranamadığını göstermekte, geçmişin “model” tartışmalarının dışına çıkabilen bir perspektif ortaya konulamamaktadır. Yapılan tartışmalarda gençliğin birleşik, kitlesel bir gençlik örgütlenmesine olan ihtiyacı ortaya koyulmakla birlikte, gerek çözüm yöntemi, gerek de gençliğin örgütlenebileceği “asli alan-asli örgüt” olarak karşımıza “sendikalar” ve “Genç-Sen” konulmaktadır. Geçmişteki ön kabullerin bir benzeri olarak şimdi de “sendika ön kabulü” karşımıza çıkmaktadır. Kimi zaman sendikanın “yeni ve yıpranmamış bir araç olmasının çekiciliği ve avantajı”na vurgu yapılırken, dünya ölçeğindeki (özellikle de Avrupa ve Fransa’da) “öğrenci sendikası” deneyimlerine atıflarda bulunulmaktadır.
Fransa, Kanada ve Avustralya’dan örnekler
28
Öğrenci sendikası deneyimlerini incelerken, vurgulanması gereken nokta, bu örgütlerin yarattığı olanaklar ve elde ettiği kitlesellik değil, bu süreci ve olanakları yaratan müdahaleler ve gelişmeler olmalıdır Dünya ölçeğinde birçok öğrenci sendikası deneyimi olmakla birlikte en çok bilinen örnekler Fransa’ya aittir. Bugün Fransa’da beş öğrenci sendikası bulunmakla birlikte, bunlar içinde en belirleyici olanı UNEF’dir (Fransa Öğrencilerinin Ulusal Birliği). UNEF, 1907 yılında Lille şehrinde, ülke çapındaki “Öğrenci Genel Birlikleri”nin bir
araya gelmesiyle kurulmuştur. (1) Uzun bir dönem politik bir perspektife ve muhtevaya sahip olmayan UNEF, 1946 yılında hazırlanan Grenoble Şartnamesi (2) doğrultusunda emek hareketi içerisinde, öğrenci haklarını korumaya çalışacak bir sendika olma kararı almıştır. Ancak UNEF’in kitleselleşmesinin önünü açan süreç, onun ‘sendika’ oluşuyla, ya da öğrencileri birer “entelektüel işçi” olarak tanımlayan Grenoble Şartnamesi’ne imza atmasıyla değil, kitlelerle etkin bağ kuran adımlar atmasıyla başlamıştır. UNEF 1954 yılında başlayan Cezayir Savaşı’nda Cezayir halkının kendi kaderini tayin hakkını savunmuş ve birçok eylemlilik süreci içerisinde yeralmıştır. ‘68 öğrenci hareketliliğinde işgallerin ve mücadelenin en dinamik unsurlarından biri olmuştur. ‘712001 yılları arasında UNEF-SE (UNEF- Öğrencilerin Dayanışması) ve UNEF-US (UNEF- Birlik Sendikası), daha sonra UNEF- ID (UNEF- Bağımsızlık ve Demokrasi) olarak bölünmeler yaşamış, 2001 yılında tekrar UNEF ismi altında birleşmiştir. Özellikle geçtiğimiz yıl düzenlenen CPE (İlk İş Yasası) karşıtı eylem ve işgallerle adını sıkça duyuran UNEF, yakın zamanda ülke genelinde gerçekleştirilen yükseköğretimin özelleştirilmesi saldırılarına, Pecresse yasasına karşı yürütülen eylem ve boykotlar da aktif bir biçimde yer almıştır. Ele alınabilecek öğrenci sendikası deneyimlerinden biri de Kanada’daki ASSE’dir (Öğrencilerin Sendikal Dayanışma Birliği). Quebec’te sekiz ayrı bölgede, 40 binin üzerinde üyesiyle örgütlü bulunan ASSE, benzer bir biçimde Grenoble Şartnamesi’nde dile getirilen tarzda bir öğrenci örgütlenmesi olduğunu ifade etmektedir. Ancak, UNEF’e benzer bir biçimde ASSE’nin de kitleselleşmesini koşullayan, “model” olarak sendika-sendikalar birliği olması değil, içerisinde bulunduğu hareket ile dinamik bağlar kurabilmesi olmuştur. ASSE, 1996 yılında gerçekleştirilen genel grev sürecine kendi cephesinden müdahil olmuş, kitleleri harçların düşürülmesi talebiyle harekete geçirebilmiştir. Kendini politik ve militan bir sendika olarak tanımlayan ASSE, Afganistan işgali sırasında Kanada’nın her türlü askeri müdahalesini reddetmiş, bu alanda çeşitli eylemler yapmıştır. Ortadoğu ülkelerinden Kanada’ya eğitim amacıyla gelen
öğrencilerden eğitim vizesi alınmasını protesto etmiş ve bunu ırkçılık olarak değerlendirmiştir. (3) Kolombiya’daki öğrenci hareketini kırmaya çalışan hükümete karşı Kolombiyalı öğrencileri desteklemiştir. 2005 yılında, yabancı öğrencilere uygulanan yüksek okul ücretlerine ve üniversitelerdeki özelleştirilmelere karşı yoğun eylemliliklerde bulunan ASSE, geçtiğimiz ay da okul taksitlerinin arttırılmasına karşı etkili eylemlilikler örgütlemiştir. ASSE, birçok bölgeden topluluğun içerisinde yeraldığı birleşik ve kitlesel bir örgütlenme olmasının yanı sıra asli bir gençlik örgütlenmesi konumundadır. Değerlendirebileceğimiz bir diğer öğrenci sendikası deneyimini Avustralya’daki öğrenci sendikası NUS (Öğrencileri Ulusal Birliği) ve onun Western Sydney yerelindeki örgütlü sendikası UWSSA (Batı Sydney Üniversitesi Öğrenci Birliği) oluşturmaktadır. Diğer iki örnek kadar dünya ölçeğinde bilinmese de, örgütlenme süreci ve biçiminin incelenmesi tartışmamız açısından önemlidir Genç-Sen’in internet sitesinde UWSSA üyesi bir öğrenci olan Doğa Karan ile yapılan röportajdan bazı alıntılar yapabiliriz: “UWSSA, 14 yıl önce tabandaki öğrenci hareketiyle kurulmuş. Üniversite yerelinde bağımsız olarak hareket eden küçük öğrenci birlikleri sendikanın kurulma aşamasında birleşiyor ve birlikte hareket etmeye başlıyorlar. Kurulma süreci ve birleşik bir sendika olarak meşru hale gelmesi 1,5 yıllık bir sürece yayılıyor. NUS’un yürütme kurulunda yerellerden (Avustralya’daki her üniversiteden) seçilen öğrenciler var.” “Sendikanın kurulma aşamasında tek talep yoktu. Farklı oluşumlar bir araya getirildi ve ortak bir platform kuruldu. Sendika bu aşamada devreye girip, talepleri geliştirdi/birleştirdi ve bu taleplere yönelik politikalar üreten bir örgütlenme oldu. Tabii ki yereller birleştirilerek NUS kuruldu ve ülke çapında birlikte hareket eden bir güç haline gelindi… (4) Bugüne dek öğrenci harçlarından ulaşımın ücretlendirilmesine kadar birçok saldırı karşısında eylemsel süreçleri örgütlediği belirtilen NUS ve UWSSA’nın, bunun yanı sıra üniversitelerde kısmi de olsa söz, yetki, karar hakkı mekanizması içerisinde yeraldığı dile getirilmektedir. Diğer örneklerde olduğu gibi bu örgütlülükte de, ortaya çıkan olanaklar büyük oranda taban inisiyatiflerine, bu inisiyatifler üzerinden geliştirilen güçlü ve dinamik kitle bağlarına dayanmaktadır.
Sonuç Bugün gençlik örgütlenmesi sorununu tartışırken “sendika ön kabülü”nün yanlışlığına yaptığımız vurguyla birlikte, sorunun biz komünist gençler cephesinden de “sendika olmaz” gibi bir kabulle tanımlanmadığını vurgulamak durumundayız. Bugün için sorun birleşik, kitlesel bir örgütlenmenin ancak bir hareketlilik içinde kurulabileceğini, bu zemine dayanan etkili ve dinamik bağlar üzerinden gelişebileceğini kavrayabilmektir. Hiç şüphe yok ki, hareketlilik-örgüt
diyalektiği tanımlanırken, hareketin kendiliğinden ortaya çıkmasını beklemek, deneyimler ışığında yönelinebilecek örgütsel müdahaleleri dıştalamak, sığ ve dar bir bakışın ifadesi olacaktır. Burada dikkat çekilmeye çalışılan sorun, sendika veya diğer örgütlenme modellerinin gençliğin örgütlenme sorununa, asli bir öz örgütlülük yaratma sorununa kendi başına bir çözüm olarak sunulmasıdır. Bugün için Genç-Sen, doğru bir bakış açısıyla yaklaşıldığında, gençliğin mücadelesinin örgütlenmesinde belli bir rol oynayabilir, ifade edilen ihtiyaçlara yanıt verecek bir örgütlenme haline getirilebilir. Fakat bunun bir sendikanın kurulmasıyla gerçekleşmeyeceği açıktır. Ancak gençlik hareketinin ihtiyaçlarına yanıt verebildiği, bu temelde etkin bir kitle çalışmasına yönelebildiği, geniş gençlik kitleleri ile güçlü ilişkiler kurmayı başarabildiği, yoğun bir emek harcamayı gerektiren zorlu bir çalışmanın gereklerini yerine getirebildiği ölçüde ve böyle bir sürecin sonunda, bir gençlik örgütlenmesi olarak oynaması gereken rolü oynayabilecektir. (1)http://en.wikipedia.org/wiki/Union_Nationa le_des_%C3%89tudiants_de_France Bugün UNEF “Öğrenci Genel Birlikleri”nin bir araya gelmesiyle oluşmaktadır. Birlikler üniversitesi olan her şehirde konumlanmıştır. (2) 26 Nisan 1946’ta UNEF temsilcilerinin gerçekleştirdiği kongredir. Burada “öğrenci senikacılığı”nın genel hatları çizilmiş, öğrenciler “entelektüel birer işçi” olarak tanımlanmışlardır. (3) http://www.gencsen.org/? pg=haberler&p=27 (4) http://www.gencsen.org/? pg=belgeler&p=76
29
Öğrenci birliği modeli üzerine Bugüne kadar öğrenci hareketinin örgütlenme sorunu çeşitli çevreler tarafından ortaya atılan şablonlar üzerinden tartışılmış, çözüm yine bu şablonlar üzerinden bulunmaya çalışılmıştır. Oysa, öğrenci hareketi bir model üzerine yükselecekse eğer, bu model geçmiş öğrenci hareketinin ortaya çıkardığı “öğrenci birliği” modeli olabilir ancak. Geçmişte (71’e kadar DEV-GENÇ’in birimlerdeki örgütlenme modeli, ‘70’li yıllarda ODTÜ-Der’in başarılı bir öğrenci birliği pratiği ile ÖTK’ya dönüşmesi vb.) denenmiş ve kitleleleri kucaklamanın ve harekete geçirmenin çok elverişli bir aracı olduğu görüldüğü halde, bugün bu modeli komünistler dışında tartışan bir siyaset bulunmamaktadır.
Taban örgütlenmesi olarak “öğrenci birliği” Öğrenci birliği modeli herhangi bir öğrenci örgütlemesine alternatif değil, onun birim tabanına dayalı örgütsel omurgası olarak tanımlanabilir. Dolayısıyla, günün koşullarında ortaya çıkan örgütsel biçimin dernek mi, yoksa sendika mı olduğu değildir. Öğrenci birliği kitle tabanı ile kurulan bağda ifadesini bulur. Örgütlenme, birimler temelinde oluşan ve en alt birimden en üste doğru şekillenen bir organizma olacaksa eğer, öğrenci birliği işte bu
organizmanın adıdır. Taban inisiyatifini açığa çıkartan en etkin örgütlenme modelidir. Bu noktada tartışma hiçbir biçimde tüzüksel norm temelinde yürütülen bir tartışma olarak ele alınamaz. Zira bir öğrenci birliğinin gelişmesi ancak kitle mücadelesi temelinde mümkündür. Böyle bir birlik hareket içerisindeki kitlenin eylemsel ve pratik birliğini ifade edecektir. Salt tüzüksel birlik üzerinden, kitle tabanını eylemsel bir süreç içinde oluşturamamış bir gençlik örgütlenmesinin geliştirilmesi şansı yoktur.
Fiili bir örgütsel biçim olarak “öğrenci birliği” Öğrenci birliği meşruiyetini herşeyden önce kendi fiili gücünden alan bir kitlesel örgütlenme biçimidir. Öğrenci birliği temeli üzerinde yükselen bir gençlik örgütlenmesi, yasal planda ortadan kaldırılmak istendiğinde bile, yapısını ve örgütsel işleyiş mekanizmalarını sürdürebilir. Günümüzde yasal biçimlere yapılan yersiz vurgular, kitle mücadelesi için hiçbir anlam taşımamaktadır. Zira öğrenci örgütlenmeleri meşruiyetlerini hep fiili mücadelelerinden almışlardır. Yasallık kazanmaları da gelişen kitle mücadelesinin bir ürünü olmuştur. Bunun en belirgin örneği ODTÜÖTK’dır. Örgütlenmenin sürekliliğinin güvencesi de yasallık değil tabanla kurduğu güçlü bağlardır.
İlerici duyarlılığın bütünü kapsayan bir örgütsel biçim olarak “öğrenci birliği”
30
Alttan seçilmiş temsilciler temelinde üste doğru şekillenen öğrenci birliği, tüm öğrenci kitlesini kapsayacak bir model olarak değerlendirilemez. Herhangi düzeyde bir öğrenci örgütlenmesi, öğrenci hareketinin çeşitli sorunları üzerinden gündeme geliyorsa, bu örgütlenmenin bütün öğrenci kitlesini kucaklaması beklemek gerçeklerle bağdaşmaz. Her halükarda sınıfsal konumu ya da politik tercihleri nedeniyle mücadeleye karşıt konumda bulunan ya da tümüyle ilgisiz davranan önemli bir öğrenci kitlesi olacaktır. Mücadelenin en kitlesel dönemlerinde bile durumun bu olduğunu yakın tarihimizin öğrenci hareketleri deneyimi somut olarak göstermiştir. Bu açık ki, yapay bir öncü-kitle ayrımını değil, gençliğin tüm ilerici duyarlılığını içine katan ve bu duyarlılığın artmasına paralel bir genişleme yaşayan dinamik bir biçimi ifade eder.
Üniversitelerden... YTÜ: “Susma haykır, halklar kardeştir!” YTÜ’de “YTÜ Devrimci Demokrat Öğrencileri” imzası ile “Halkların Kardeşliği Haftası” örgütledik. Bir hafta boyunca süren yoğun bir çalışmanın sonucunda 28 Kasım’da Tonoz önünde bir söyleşi düzenledik. Söyleşi öncesi okul içerisinde yoğun bir propaganda çalışması gerçekleştirildi. Etkinliğe yönelik çağrıların yapıldığı afiş, el ilanı ve bildirilerin yanı sıra, konuyla ilişkili olarak hazırlanan duvar gazetesi, resim-karikatür sergileri ve “ Türküm, Kürdüm, Ermeniyim...” şiarıyla imzaya açılan ozalitlerimiz etkili bir biçimde kullanıldı. “Yükseltilen Milliyetçilik ve Halkların Kardeşliği” başlığı ile gerçekleştirilen söyleşiye konuşmacı olarak Birgün gazetesi yazarı Ahmet Tulgar katıldı. Ezilen halkların dayanışmasına, özelinde de Türk ve Kürt ezilen sınıflarının birlikte mücadele etmesi gerekliliğine dikkat çekti. ABD emperyalizminin Ortadoğu’daki politikalarını eleştirdi. Son dönemde tırmandırılan şovenist histeri ve milliyetçiliğe değinerek, toplum genelinde büyük bir tehlikeyle karşıya karşıya olunduğunu söyledi. Ulusal sorunun çözümüne ilişkin “taraflar arası bir barış ortamı yaratılması” söylemi tartışmalara yol açtı. Söyleşi soru-cevap ve yorum kısmıyla devam etti. Söyleşi içerisinde barış kavramına ve Kürt halkının özgürlük mücadelesine ilişkin düşünceler ifade edildi. Yaratılan şovenist atmosfer paralelinde kitlelerin bilinçleri bulandırılırken bir taraftan da zam vb. saldırılar için uygun zeminlerin yaratıldığı anlatıldı. Son süreçte Güney Kürdistan’daki gelişmeler ve “sınır ötesi operasyon” üzerine yapılan kısa anlatımlarla son bulan söyleşiye 50’ye yakın öğrenci katıldı.
Trabzon’da faşist saldırı! 5 Aralık’ta KTÜ Hazırlık Bölümü kantininde referandum çalışmasını yaptığımız bir sırada faşistlerin saldırısına uğradık. Masada iki öğrenciyle referandum talepleri üzerine sohbet ederken, iki faşist saldırıya geçti. Referandum kağıtlarını alarak yırtmak isteyen faşistler, masalarına oturduğumuz ve sohbet ettiğimiz iki öğrenciye de yönelerek, onlara da yumruk atmaya ve küfür etmeye başladılar. Faşistlerin saldırısına gerek biz, gerekse sohbet ettiğimiz arkadaşlarımız karşılık verdik. Yaşanan arbede sırasında Ekim Gençliği okuru bir arkadaşımız saldırıyı teşhir etmek için kantinde oturan öğrencilere seslendi ve faşistlerin gençliğin geleceksizlik saldırılarına gösterdiği en basit bir tepkiye dahi tahammülsüzlüünü teşhir etti. Darp alan öğrencilerin faşistlerin saldırısına yumruklarla cevap vermesi üzerine faşistler kaçtılar. Saldırıya uğrayan öğrencilerle birlikte suç duyurusunda bulunulduktan sonra darp alanlar hastaneye sevk edildi. Çalışmalarımızdan korkan ve oluşan tepkiden rahatsız olan üniversite yönetiminin ve faşist beslemelerinin niyetleri boşa çıkacaktır.
Soruşturuluyoruz! 9 Eylül Üniversitesi yönetimi yeni soruşturmalara imza atmaya devam ediyor. Afiş asmaktan bildiri dağıtmaya kadar türlü gerekçelerle açılan soruşturmalarda gerçekleri
söylediğimiz için sorgulanıyoruz. 6 Kasım’ın ardından 15 öğrenciye çeşitli gerekçelerle soruşturma açıldı. Üniversiteyi sermayeye peşkeş çekenler, üniversite kaynakları ile kendi kasalarını dolduranlar, bugün gerçekleri söylediğimiz, eşit, parasız eğitim, özgür üniversite dediğimiz için bizleri çiftlikleri sandıkları üniversitelerden kapı dışarı etmek istiyorlar. Ancak bu o kadar da kolay değil! Yarın da üniversitenin koridorlarında tüccarların değil, bizim sesimiz, geleceğin sesi olacak!
Kocaeli’nde gözaltı terörü Kocaeli Üniversitesi Umuttepe Kampüsü’nde 3 Aralık günü açılan Genç-Sen standına kolluk güçleri saldırdı. 15-16 Aralık’ta Ankara’da kuruluş kongresini gerçekleştirecek Öğrenci Gençlik Sendikası, kongre hazırlıkları çerçevesinde açtığı stantla çalışmalar yürütüyordu. Öğlen saatlerinde yaşanan saldırı sonucu 8 kişi gözaltına alındı. Standın kaldırılmasını isteyen jandarmaya direnen öğrenciler, tehditlere ve saldırıya maruz kaldılar. Jandarmanın tehdit ve baskıları gözaltında da devam etti. 8 kişi 4-5 saatlik gözaltının ardından serbest bırakıldılar.
Ulaşım zammı geri çekilsin! 8 Aralık’ta İstanbul’un çeşitli üniversitelerinde okuyan öğrenciler ulaşım zamlarını protesto etmek için Taksim Meydanı’ndan Galatasaray Meydanı’na kadar tek sıra halinde yürüdüler. Ellerinde taşıdıkları dövizler ve attıkları sloganlarla ulaşım sorununu gündemleştiren öğrenciler, basın açıklamasında ulaşım zamlarının geri çekilmesini talep ettiler.
31
İmza kampanyası yapan öğrenciler 13 Aralık’ta imzalarını İBB’ye teslim edecekler.
Öğrencilerden zam protestosu İBB’nin geçtiğimiz ay içerisinde ulaşım ücretlerine yaptığı zamlar, 6 Aralık’ta İÜ öğrencileri tarafından gerçekleştirilen bir yürüyüşle protesto edildi. “Paso kaldırılsın, öğrenci kimliği yeterli olsun!”, “Topbaş baksana, 2 saatte 5 aktarma yapsana!” yazılı pankartlarını açarak İÜ ana kapısı önünde toplanarak yürüyüşe geçen öğrenciler, slogan ve şarkılarla zamları protesto ettiler. Öğrenciler, belediye otobüsünü simgeleyen maket bir kartonla zamların geri çekilmesi ve aktarma sırasında ücret kesintisini gündeme getiren uygulamanın son bulması talebinde bulundular. Coşkulu sloganların atıldığı eylem, üniversitelerde toplanan imzaların 13 Aralık’ta İBB’ye verileceğinin duyurulması ile sona erdi.
ÇÜ öğrencilerinden Telekom işçisine destek! Telekom işçilerinin grevinin 44. gününde DİSK, KESK, TMMOB ve TTB’nin örgütlediği eyleme, ÇÜ öğrencileri olarak katılarak, direnen Telekom işçilerinin yanında olduğumuzu haykırdık. 27 Kasım günü okulda, “Telekom işçisi yalnız değildir!”, “Direnen Telekom işçisi kazanacak” şiarlı afiş ve çağrı bildirilerini kullandık, Telekom işçilerinin bu onurlu mücadelesine destek verme çağrısı yaptık. 28 Kasım’da ise İnönü Parkı’nda toplanarak sendikaların açtığı pankartın arkasında “Telekom işçisi yalnız değildir!/ÇÜ Öğrencileri” şiarlı pankartımızı açarak yerimizi aldık. Buradan kortejler halinde Telekom İl Müdürlüğü önünde bulunan direnişçi işçileri ziyarete gidildi. Telekom önünde işçilerle birlikte atılan ortak sloganlar ve yapılan açıklamanın ardından eylem sona erdi.
Sivas’ta Telekom ziyareti Gençlik güçleri olarak, grevlerinin 43, gününde Telekom işçilerini ziyaret ederek Telekom Sivas Şubesi önünde bir basın açıklaması gerçekleştirdik. Eylemde, Telekom işçilerine yönelik saldırılar, gözaltılar ve tutuklamalar olduğunu, ama baskı ve terörün Telekom işçilerini yıldırmadığını ve gençliğin her zaman direnen emekçilerin yanında olduğunu vurgulayan bir metin okundu. DGH, Ekim Gençliği, Gençlik Federasyonu, SGD, TKP, YDG ve YÖGEH’in birlikte örgütlediği eyleme 50 kişi katıldı. Ekim Gençliği olarak eyleme “Yaşasın işçilerin birliği, halkların kardeşliği!”, “Yaşasın sınıf dayanışması!”,”Direnen Telekom işçisi kazanacak!” dövizleriyle katıldık. Sivas Ekim Gençliği
Tersane işçileri yeni bir mücadele dönemini yeni bir düzey ve yeni hedeflerle ileriye taşıyorlar. Aylardır Tuzla tersaneler havzasında ilmek ilmek örülen 2. Tersane İşçileri Kurultayı 9 Aralık Pazar günü Pendik Mehmet Akif Ersoy Kültür Merkezi’nde coşkulu bir atmosferde gerçekleştirildi. Yoğun ve yorucu bir sürecin ardından gerçekleştirilen kurultaya Tersane İşçileri Birliği’nin ortaya çıkışının ardından geldiği düzey ve "tersanelerde grev hedefi" damgasını vurdu. Tersane işçilerinin mücadele mevzisi… 12 Şubat 2006 yılında Birleşik Metal-İş Sendikası Genel Merkezi’nde gerçekleştirilen 1. Tersane İşçileri Kurultayı’nda Tersane İşçileri Birliği'nin kurulması karar altına alınmıştı. Bu tarihten itibaren havzada yoğun bir örgütlenme faaliyetine girişen öncü tersane işçileri belirledikleri hedefleri bir bir hayata geçirdiler. Birlik kısa süre içinde ücret gasplarına, sigortasız çalışmaya, taşeronlaştırmaya ve iş cinayetlerine karşı havzada mücadele mevzisi haline geldi. Yola somut hedeflerle devam edilecek! Kurultayda havzada yürütülen çalışmanın etkisi bir kez daha somutlandı. Tersane işçileri, “Henüz yolun başındayız!” diyerek önlerine koydukları somut hedeflerle ilerleme kararı aldılar. Kurultaya damgasını vuran Tersaneler havzasında grev örgütleme kararı ise bu hedef doğrultusunda alınan 3. Tersane İşçileri Kurultayı’nın grev gündemli olarak toplanması oldu. Coşku, öfke ve kararlılık hakimdi… Tersane İşçileri Birliği’nin gerçekleştirdiği kurultay mücadele süreci içerisinde deneyim kazanan, dernek çatısı altında hak arama mücadelesine katılan öncü işçilerin kürsüsüne dönüştü. Kürsüden yapılan konuşmalarda hemen hemen tüm işçiler "grev” hedefi çerçevesinde mücadele kararlılıklarını ortaya koydular. Kurultaya katılım programın başlamasının ardından daha da arttı ve 150 kişilik bir katılım gerçekleşti. Tersane işçilerinin kararlı yürüyüşü devam ediyor… Tuzla tersaneler havzasında yürütülen dişe diş mücadele kurultaya da yansıdı. Tersane işçileri gerek havzada gerekse ardı ardına gerçekleştirdikleri Taksim eylemlerindeki militanlık ve coşkularını kurultaya da taşıdılar. Saatl 11.00’e geldiğinde, “Gemileri yaktık geri dönüş yok!/ Tersane İşçileri Birliği” pankartını açan işçiler, Pendik merkezde attıkları sloganlarla Pendik’in Pazar sabahki durgunluğunu da bozmuş oldular. İşçiler yürüyüş boyunca, “Tersaneler cehennem, işçiler köle kalmayacak!”, “Katil GİSBİR hesap verecek!”, “Gemileri yaktık, geri dönüş yok!”, “Tersane işçisi köle değildir!” sloganlarını attılar ve kurultayın yapılacağı salona da sloganlarla girdiler. Yüksel Akkaya ve Tez Koop İş eğitim Uzmanı Volkan Yaraşır’ın konuşmaları ile katldığı kurultayada yapılan konuşmaların bütününde mücadele kararlılığı hakimdi. Birçok önergenin oylandığı kurultayın önergelerinden sonuncusu ise 3. Tersane İşçileri Kurultayı’nın “grev” gündemli toplanmasıydı. Caştan sona devrimci bir coşkunun hakim olduğu kurultayı belki de en iyi dernek başkanının sözleri özetliyordu: “Tersanelerde bir dönem sona erdi ve yeni bir dönem başladı… Şimdi daha ileri hedeflere…”
2. tershane işçileri kurultayı toplandı...
TERSHANELERDE HEDEF GREV!
32
İstanbul Ekim Gençliği
Kızıl Bayrak hakkında toplatma ve yayın yasağı!
Devrimci-sosyalist basın susturulamaz! Kızıl Bayrak gazetesine üç sayı üst üste toplatma ve yayın yasağı getirilmiş, yayının dağıtıldığı kitapçılar basılmıştır. Devrimci sosyalist yayın faaliyeti önündeki bu keyfi engellemeler, devrimci siyasal faaliyetin sonuçlarından ve kapsamından duyulan korkunun bir dışavurumudur. Kızıl Bayrak’a yönelik baskı ve terörü kınıyor, işçi sınıfının devrimci sesinin susturulamayacağını haykırıyoruz. Yayın yasağına karşı Kızıl Bayrak’ın yaptığı açıklamayı okurlarımıza sunuyoruz.
Ekim Gençliği Son aylarda tırmandırılan devlet terörü, devrimci-sosyalist basın-yayın organlarını hedef alan saldırılarda ciddi bir artışı da kapsıyor. Sermaye düzeninin içte ve dışta saldırganlığını artırdığı şu günlerde gazetemiz de bu saldırılardan payına düşeni almıştır. Gazetemizin bu hafta yayınlanan 9 Kasım 2007 tarihli 43. sayısı hakkında mahkemece el koyma kararı verildi. Buna gerekçe olarak, sözkonusu sayının kapağı, aynı sayıda yer alan Türkiye Komünist İşçi Partisi’nin 2. Kongresi’nin toplandığını bildiren “TKİP II. Kongresi toplandı... Parti’yi güçlendirmek ve mücadeleyi büyütmek için!” başlıklı belgesel metin, TKİP’nin yıldönümü etkinliği haberi, etkinlikte TKİP adına yapılan konuşmanın metni ve yine etkinlikte okunan TKİP İstanbul İl Örgütü’nün mesajı gösterildi. “Yasadışı örgüt propagandası” yapıldığı iddia edilerek verilen bu kararın yanısıra, düzenin ilerici-devrimci toplumsal muhalefete karşı bir saldırı ve terörünün yasal dayanağı olarak kullanılan Terörle Mücadele Yasası’ndan hareketle gazetemiz Kızıl Bayrak hakkında ayrıca “2 hafta yayın durdurma” kararı da verildi.
Bu saldırı büyük bir korkunun ifadesidir! Kızıl Bayrak’ın saldırıya konu edilen 9 Kasım 2007 tarihli 43. sayısında, Türkiye Komünist İşçi Partisi’nin II. Kongresi’nin toplandığını bildiren belgesel bir metin yayınladı. Bu topraklarda yıllardır özgürlük, devrim ve sosyalizm mücadelesi yürüten ve işçi sınıfının devrimci siyasal temsilcisi olmak iddiası taşıyan bir partinin temel siyasal değerlendirmeler içeren ve her açıdan belgesel bir değer taşıyan bildirisini yayınlamak, işçi sınıfını, emekçileri ve kamuoyunu bu önemli gelişme hakkında bilgilendirmek en doğal ve meşru bir haktır. Devrimci basın bunu yapmayacak, bu temel işlevi yerine getirmeyecek de ne yapacaktı! Kızıl Bayrak olarak bunu hep yaptık, yapmaya da devam edeceğiz. Bizim çizgimizin sınırı faşist baskı ve terör yasaları değil, işçi sınıfının ve devrimin tümüyle haklı ve meşru ihtiyaçlarıdır. Hiçbir gericifaşist yasa ya da yasak gerekçe gösterilerek burjuva demokratik anlamda bile basın özgürlüğü kapsamına girebilen bu hakkı gaspedemez, bu hakkı en meşru bir biçimde kullanmamızı engelleyemez. Bu saldırı sermaye iktidarının devrimci güçlere,
devrimci düşünceye ve devrimci faaliyete karşı bilinen tahamülsüzlüğünün yeni bir örneğidir sadece. Elbette bu aynı zamanda devrimci çalışma ve mücadeleyi ileriye taşıyan her önemli adımdan duyulan kaygı ve korkunun da bir ifadesidir. Yanısıra sermaye düzeninin içeride ve dışarıda baskı ve terörü tırmandırdığı bir dönemde, devrimci bir yeraltı partisinin siyasal ve örgütsel açıdan büyük bir önem taşıyan kongresini toplamış olmasından duyulan açık rahatsızlığın da bir ürünüdür.
“Sınıfın, devrimin ve sosyalizmin sesi”ni boğamazsınız! Gazetemizin toplatılması ve yayının durdurulması bizi elbette ki şaşırtmamıştır. Kızıl Bayrak işçi sınıfının, devrimin ve sosyalizmin sesi ve soluğudur, temel amacını ve misyonunu böyle saptamış bir yayın organıdır. Böyle bir yayın organı elbette sermaye iktidarının saldırılarına hedef olacaktır. Biz yıllardır gazetemizi hedef alan çok daha kapsamlı saldırılarla karşı karşıya kalan bir yayın organıyız. Bu ülkede devrim uğruna mücadele etmenin ne demek olduğunu, ne türden bedeller gerektirdiğini de çok iyi biliyoruz. Ve elbette bunun gerektirdiği bir kararlılık ve direniş çizgisinde hareket ediyoruz. Bugüne kadar gazetemizi hedef alan sayısız saldırılar ne Kızıl Bayrak’ın susturulmasını başarabilmiştir, ne de yılları bulan kesintisiz yayın faaliyetini esası yönünden etkileyebilmiştir. Dün ve bugün olduğu gibi yarın da sonuç farklı olmayacaktır! Kızıl Bayrak susturulamaz! Kızıl Bayrak
33
Liseli Gençlik Platformları...
Piyasalaşan eğitime karşı liselilerin mücadele araçları
Piyasalaşan ve çürüyen eğitim sistemi
34
Liseli gençlik sermaye sınıfının çok yönlü saldırıları ile karşı karşıya bulunuyor. Bugün bu saldırganlık iki temel alanda ve birbiriyle ilişkili bir biçimde sürmektedir. Bunlardan ilki eğitimi piyasalaştıran uygulamalardır. Bugün eğitim hizmetlerinin her adımında yaygın bir pararlılaştırma ile karşılaşmaktayız. Okullarımızda birer müşteri haline gelmekte ve eğitim hizmetlerinin giderleri bizim sırtımıza yüklenmektedir. Paralılaşma saldırısı ile eğitim alanında sınıfsal ayrıcalıklar derinleştirilmektedir. Örneğin Kürt illerinde, taşralarda, kent varoşlarında derslere girecek öğretmen dahi bulunamazken, özel ve elit liselerde öğrenciler paraları karşılığında istedikleri nitelikte eğitim alabilmektedirler. Eğitim Sen’in verilerine göre, Sultanbeyli’de derslik başına 70 öğrenci düşerken, burjuva çocukları özel sınıflarda bilgisayarlı eğitim görebilmektedir. Eğitim sürecindeki piyasalaşmanın en belirgin biçimde kendini gösterdiği alanlardan bir diğeri de ÖSS sürecidir. Bu sınav sistemi seçme işleminden çok gençliği öğütmeye programlanmıştır. Ama en yalın haliyle bizleri birbirimizi geçmeye odaklanmış birer makineye çeviren bu sınav aynı zamanda kapitalist eğitim sisteminin özü ve özetidir. Zira her tarafta mantar gibi çoğalan dersanelerle, özel ders vb. sistemlerle artık tek bir sınavın ötesinde koca bir eğitim piyasası ile karşılaşmaktayız. Tüm piyasalarda olduğu gibi burada da tek bir yasa işlemektedir: “Para herşeydir ötesi ise hiçbirşey”! Bugün binlerce eğitim kurumu ve yüzbinlerce öğrencisi ile eğitim alanı sermaye için iştah kabartıcı bir rant alanı durumundadır. Bu alan sermaye tarafından semirilmektedir. Dahası, özel okullara destek projeleri vb. ile sermayenin bu alandaki sömürüyü artırması için devlet özel bir çaba harcamaktadır. Yaşanan sürecin bir diğer yanını ise bu piyasalaşmanın zorunlu bir sorunucu olarak eğitim hizmetlerindeki belirgin niteliksel zayıflama oluşturmaktadır. Denilebilir ki karanlık ortaçağdan bu yana eğitimde hiçbir dönemde bu ölçüde bir çürümeye tanık olmadı insanlık. Bugün okullarımızda ders olarak gösterilen zırvalar insanları bilimle buluşturmak bir yana, bilimsel düşüncenin dışına
sürükleyerek köleleştiren bir sonuç doğurmaktadır. İnsanlık tarihinin en güçlü bilimsel ilerlemesi olan “evrim teorisi” birçok okulda tercihen okutulmamaktadır. Tüm dünyanın “milli” sıfatı ile parçalanarak anlatıldığı coğrafya dersleri ne kadar bilimsel olabilir ki? Ya da resmi tarihin yalanlarla dolu “milli tarih” dersleri tek bir bilimsel-tarihsel gerçeğe dayanmadan genç beyinleri uyuşturmak dışında ne işe yarayabilir? Bugün eğitim YÖK-Ordu ve AKP arasında yaşanan tartışmaların ardında, tüm bu kurumların katkısıyla yaşadığı gericileşmeyi ve çürümeyi sürdürmektedir. Sürecin bir diğer yanı ise okullarımıza yabancılaşmamızı, hatta birer köle muamelesi görmemizi sağlayan “güvenlik” ve baskı uygulamalarıdır. Bunlara “uygulama” demek yerine “güvenlik terörü” demek daha yerinde olacaktır. Bugün okullarımızın birçoğunu hapishanelerden ayırt etmek neredeyse olanaksızlaşmıştır. Zira okullardaki kamera sistemleri, turnikeli geçişler, dikenli teller ve yüksek duvarlar, sivil polis ve ÖGB uygulamaları aradaki bu ilişkiyi benzerlik olmanın ötesine taşımaktadır. Elbette bu bilinçli bir uygulamadır. Böylece piyasalaşma süreci daha sorunsuz ilerletilebilecek, bilim yerine şoven-gerici ideoloji ile gençlik daha rahat zehirlenebilecektir.
Piyasalaşan eğitime karşı liseli gençliğin örgütlenme araçları: Liseli Gençlik Platformları Sermaye bugün tam bir çürüme ve çıkışsızlık içindedir. Eğitim sisteminden artık herkesin duyabileceği pis kokular yükselmektedir. Anayasada koca bir yüzsüzlükle “herkes için hak ve kamusal bir hak” olarak tanımlanan ve “eşitlik ilkesi” ile sözde güvenceye alınan eğitim bugün tıpkı ortaçağ karanlığındaki gibi ayrıcalıklı bir zümrenin yararlandığı bir hak durumundadır. Bu sürecin ürünü çürüme sermaye adına bir çözümsüzlüğün ifadesidir. Zira yok edilen milyonlarca gencin gelecek özlemidir. Bu sürecin önüne geçemememizin gerisindeki temel neden, çürüyen sistemin kendiyle beraber bizi de çürütmesidir. Bunun karşısına geçebilecek yegane güç ise örgütlü mücadeledir. Ancak örgütlü bir kuvvet çürüyen düzenden ve onun eğitim sisteminden hesap sorabilir, geleceğine sahip çıkabilir. İşte bu açıdan liseli gençlik platformları piyasalaşan ve çürüyen eğitim sistemine karşı bugün liseli gençliğin etkili bir mücadele aracı durumundadır. Bu aracın gelişmesi ve güçlenmesi piyasalaşan eğitim sistemine karşı verilecek mücadelenin de güçlenmesi ve kitleselleşmesi anlamına gelmektedir. Paralı eğitim uygulamalarına, ÖSS-AOBP eşitsizliğine, yozlaşmaya ve yalnızlaşmaya karşı
mücadeleyi örgütleyip ilerletmek için bugün için liseli gençlik platformlarını güçlendirmek ve yaygınlaştırmak öncelikli görevlerden biri olmak durumundadır. Bu başarıldığında, liseli gençlik etkin bir mücadele aracına kavuşacaktır.
Liseli gençlik platformalarını yaygınlaştırmak sorumluluğu Bugün liselilerin yaşadığı apolitizm ve yalnızlaşmayı ancak kitlesel bir mücadeleyi örgütleyerek aşabiliriz. Bunu başarmak için liselerde çok yönlü bir politik müdahale ve etkili bir kitle çalışması günün ertelenemez görevidir. İşte liseli gençlik platformları liseli gençliği politikleştirmenin, onu sorunlarına duyarlı hale getirmenin bugün için etkin birer aracı konumundadır. Elbette doğru bir biçimde ve etkili bir tarzda kullanıldığı koşullarda... Bunun için ise liseli gençlik platformları genel özellikleri ile tanımlamaya çalışmak yerinde olacaktır. Platformlar, ülke ve dünya sorunlarından liseli gençliğin akademikdemokratik sorunlarına kadar çok yönlü sorun ve gündemleri işleyen kitle örgütlenmeleridir. Bu kapsamda bugün için öne çıkan başlıca hedef etkin bir politik müdahaleye parelel olarak örgütlenmek, alanın sorunlarına yanıt verme çabası içinde platformları kurmak ve yaygınlaştırmak olmak durumundadır. İstanbul Liseli Gençlik Platformu’nun son 4-5 yıllık faaliyeti ve bu faaliyet içinde ortaya çıkardığı sonuçlar bu açıdan açıklayıcıdır. Bu başarının gerisinde alana dönük etkili bir politik çaba ve faaliyetin olduğu bir an için bile unutulmamalıdır. Bir diğer önemli nokta ise, platformların kitlesel birer örgütlenme olması gerektiği gerçeğidir. Liseli gençliğin bugünkü geri politik düzeyi düşünüldüğünde, etkilediği her unsuru bilinç düzeyine takılmadan harekete geçirmeyi hedefleyen birer araç olmak zorundadır. Bu çoğu zaman düşünüldüğü gibi politik sorunlardan uzak durmak değil, aksine insanları kavrayışının her adımında etkin kılacak ve örgütleyecek bir esnekliğe sahip olmaktır. Bugün liseli gençlik mücadelesinde önemli bir araç olara tanımladığımız platformları etkinleştirmek, il düzeyinden başlayarak platform örgütlenmelerini güçlendirmek ve yaygınlaştırmakla olanaklı
olabilir. Platformlar açısından hedef liselere, hatta sınıflara yaygınlaşmak olmak durumundadır. Bu elbette bir süreç sorunudur, fakat bu süreci ilerletmek doğrultusunda anlamlı bir mesafe alınamadığında, platformlar misyonlarını yerine getirmekte zorlanacaktır. Bu kapsamda bugün için temel hedef tüm alanlarda gençlik platformları kurmaya çalışmak, bu platform çalışmalarını yerellere/okullara indirmek, bu çalışmayı ilerletecek yerel yayınlar, yerel komisyonlar vb. araçları etkin bir biçimde kullanmaktır.
Gençlik forumlarından Erdal Eren anmalarına... Mücadele içinde örgütlenmeye! Bugün liseli gençlik platformlarını yaygınlaştırmak ve onları kitlesel birer mücadele örgütüne dönüştürmek için önümüzde iki temel gündem durmaktadır. Birincisi yakın zamada örgütlenecek olan gençlik forumlarıdır. Bu forumları liseli gençliğin mücadele kürsüsü haline getirmek, liseli gençliğin sorun ve gündemlerinin de tartışıldığı etkinliklere dönüştürmek önümüzdeki temel bir görev durumundadır. İstanbul Liseli Gençlik Platformu “İstanbul Gençlik Forumu” hazırlıkları kapsamında dört ayrı alanda yaygın bir kampanya çalışması örgütleyerek yerel forumlarla sürece hazırlanmaktadır. Güvenlik sorunlarından ÖSS’ye, paralı eğitimden yozlaşmaya kadar çeşitli gündemlerin yerel özgünlükleri ile işleneceği forumlar, önümüzdeki dönem içinde platformları kurmak ve yaygınlaştırmak görevi çerçevesinde etkili bir araç olarak kullanılabilmelidir. Öte yandan liseli gençlik çalışmamız açısından önemli bir diğer gündem Erdal Eren anmaları olacaktır. Bu, bir tarihsel gündem olmanın ötesinde, yiğit bir liseli devrimcinin kimliği ve mücadelesi üzerinden liseli gençliğe çok yönlü bir politik söylemle ulaşacağımız bir süreç olarak örgütlenebilmelidir. Erdal Eren şahsında gündemleştirilecek olan devrimci gençlik mücadelesidir. Önümüzdeki dönemin bu iki temel başlığını liselerde yaygın bir çalışmaya ve bu çalışmayla bütünlüklü eylem ve etkinliklere konu etmek LGP’lerin güncel görevidir.
Liselilerin Sesi
Liselilere ajanlık teklifi! Bu yılın başında gazetelerde bir haber yer almıştı. Artık liselerde polislerin panel/seminer vb. etkinliklerde konuşmacı olmaları yasaklanmıştı. Polislerin yarardan çok zarar verdiği noktasında sağlanan mutabakatla alınan bu karar, şovenist histeri atmosferi ile birlikte hızla unutuldu. Eğitim-öğretim döneminin başlaması ile beraber önce okul önlerine polisler dikildi, ardından da özellikle Kürt illerinde Terörle Mücadele polisleri okulların içinde cirit atmaya başladı. Bu uygulamanın çarpıcı bir örneği Diyarbakır’da yaşandı. Diyarbakır Emniyet Müdürlüğü’ne bağlı Terörle Mücadele Şubesi polisleri, bir lisede verilen konferansta, konferansa katılan öğrencilere anket yaptı. Anketlerde “Ailenizin teröre karşı sizi bilinçlendirmede etkili ve yeterli olduğuna inanıyor musunuz?”, “Öğretmenlerinizin teröre karşı sizi bilinçlendirmede etkili ve yeterli olduğuna inanıyor musunuz?” gibi sorular yer aldı. Ayrıca öğrenciler “bir bardak çay içmek için” Emniyet’e davet edildiler. Liselilere ajanlık dayatması... Oldukça ince ve düşünülerek hazırlanmış olan sorularda liselilere ajanlık dayatılıyor. Örneğin liselilere “terör örgütleri ile ilgili nerelerde propaganda yapıldığı”
TMŞ polisleri liselilere brifing veriyor... soruluyor. Şıklar şöyle; a) işyeri, b) dernek, c) kahvehane, d) okul, e) cami, f) sokak, g) internet cafe, h) ev, i) köy, j) yukarıdakilerden en az birine tanık oldum, k) hiç birine tanık olmadım! Ajanlaştırma amacı çerçevesinde liselilerden “adres” göstermelerini istiyor. Liseli gençlere “Aşağıdakilerden biri ya da birden fazlası tarafından olumsuz propagandaya maruz kaldınız mı?” sorusu yöneltilerek; şıklarda da aileleri, akrabaları, arkadaşları, komşuları, öğretmenleri olarak sıralanıyor. Öğrencilere evde en çok hangi televizyon kanalını izlediklerinin de sorulduğu ankette, ayrıca öğrencilerin kendilerini de ihbar etmeleri bekleniyor ve “aşağıdakilerden hangisine/hangilerine katıldınız?” denerek, ev toplantısı, işyeri toplantısı, dernek, kahvehane, cami, internet cafe toplantıları, gösteri ve yürüyüş, basın açıklaması gibi şıklar sıralanıyor.
35
Kavgası ve kararlılığı yolumuza ışık tutuyor...
Erdal Eren mücadelemizde yaşıyor! çıkmış 17 yaşında bir yiğit. Şairin mısralarında anlattığı sanki oydu: “o çocuk yumruklu dev, o dev yumruklu çocuk”. Gencecik yaşında kavganın alevli rüzgarının içinden geçip gelmişti buralara. Askeri cezaevinin işkencehanelerinden, sorgulardan... Gelmişti darağacının karşısına. Gözlerinde korkuyu görmek isteyenler boşuna bakıyorlardı ona. Ailesine yazdığı mektupta da söylemişti: “... çok açıklıkla söylüyorum ki, benim moralim iyi ve ölümden de korkum yok. Çok büyük bir ihtimalle bu işin ölümle sonuçlanacağını çok iyi biliyordum. Buna rağmen korkuya, yılgınlığa rağmen mücadeleye katıldığım için onur duyuyorum. Böyle düşünmem, böyle davranmam, halka ve devrime olan inancımdan gelmektedir.” Yürüdü inançlı yüreğiyle. Yürüdü devrimci bilinci, faşizme karşı sıkılı yumrukları, kararlı adımlarıyla. O yürek, o bilinç, yumruk.... Erdal Eren, haykırdı 13 Aralık 1980 sabahı, sehpanın üzerinde: “Faşizme ölüm, halka hürriyet!”
Hain bir pusuda şehit düşen Sinan Suner
“Bugün devrimcileri ve onların bir parçası olan beni aldığınız emirlere uygun olarak yargılayabilir ve ölüm cezası verebilirsiniz. Fakat bu ilelebet sürmeyecektir. Bir gün mutlaka sizin yerinizde halkımız olacak, sizi ve koruduğunuz düzeni yargılayacak ve doğru kararı verecektir.” Erdal Eren
36
25 yıl önce, 12 Aralık 1980... Gece daha sabaha varmamıştı. Varacaktı... Ankara’da soğuk bir kış gecesi. Bahara daha vardı, ama dalların tomurcuklandığı, umudun filiz attığı bahar günleri gelecekti. O gecenin karanlığında bir cevahir yürekliyi daha aldılar aramızdan. Bir yıldız daha kaydı gözlerimizin önünden. Ankara’da, o soğuk bozkırın ortasında, kestiler önünü engin denizlere coşkuyla akan bir ırmağın. O kışın soğuğunda kırdılar bir dalını daha bahara çiçeklenecek olan fidanımızın. Hain bir pusu gibi gecenin karanlığına kurulmuş darağacı. Ve darağacının karşısına
Sinan Suner, ODTÜ öğrencisi genç bir devrimciydi. 30 Ocak 1980 gecesi AnkaraHoşdere’de yazılama yapmaktaydı. Sinan umudu yazıyordu duvarlara. Duvarlara, esaret altındaki milyonlarca işçi-emekçinin özlemini yazıyor, kurtuluşu, geleceği müjdeliyordu. Elbette ertesi gün bu yazıları okuyacak olan işçileri, gençleri düşünüyordu. Ne var ki gecenin karanlığına saklanmıştı eli kanlı katiller. Sinan’a pusu kurdular. Herşeyden habersiz yazılama yapan Sinan’ı yakaladı ilk kurşun, sonra ikincisi, sonra üçüncüsü... Olduğu yere yığıldı Sinan. Ama katillere yetmedi bu. Gözleri kana doymuyordu. Sinan, o soğuk sokaklarda saatlerce dolaştırıldı. Kan oluk oluk akıyordu... Ölmesini bekliyorlardı. Zamanla boşaldı damarlarında kan. Onu hastanenin kapısına bıraktıklarında Sinan çoktan ölmüştü. Ve zabıtlara geçti “... hastaneye getirilen ... kan kaybından...” En genç ve yiğitlerimizden birini daha almışlardı içimizden. Kalleş bir pusuda, gözü dönmüş katillerin elinde can verdi Sinan. Ama bu iş burada bitmeyecekti. Ankara’da tek tek kapılar dolaşıldı. Duyan evinden çıkıyor bir başka kapıya koşuyordu. Ankara’da GKB’liler ayaktaydı. Dilden dile çoğalıyordu isyan “Sinan yoldaş yaşıyor!” 2 Şubat akşamı yoldaşları Sinan’ın şehit düştüğü yerdeydi. Katillerin kulaklarını sağır ediyordu bu haykırış: “Devrim şehitleri
ölümsüzdür!” Sinan Suner’in katlini protesto eden genç komünistler sokaklardaydı. Erdal Eren, o akşam oraya toplanan Sinanlar’dan yalnızca birisiydi. Erdal, meslek lisesi 2. sınıf öğrencisiydi. Bir akşam yoldaşları kapıyı çalmışlardı. Erdal, dışarı çıkıp onlarla bir şeyler konuşmuş, sonra dönüp babasından harçlık almış, “Ben dönerim anne” deyip çıkmıştı. Ama dönmedi. Evdekiler, kapıyı bir daha açtıklarında karşılarında silahlı polisler vardı. Erdal’ın odasına girdiler. Herşeyi darmadağın ettiler. Meslek liseli Erdal’ın mürekkepleri, plastik matbaası... herşeyi dağıttılar. Ve birkaç kitap alıp gittiler. 2 Şubat günü gerçekleşen eyleme jandarma müdahale etmişti. Gençler bir sokak arasına çekildiler. Bu arada ateş edilmeye başlanmıştı. Erdal çıkardı silahını ve havaya iki el ateş etti. Düşmanı duraklatmak, yoldaşları güvenceye almaktı amacı. Ve madem ki silah belde taşınır, o zaman yeri geldiğinde kullanılacaktı. Bu sırada bir er yığıldı yere. Eylemden gözaltına alınanlar oldu. Erdal da onların arasındaydı. Ve bir senaryo uygulanmaya kondu bu andan sonra. Tam bu dönemde açıklama yapan Genelkurmay Başkanı Kenan Evren’in sözlerinde şekillenen bir senaryo: “Ne zamandır adam asılmıyor bu memlekette. Kanunların caydırıcılığı kalmadı. İdam cezası derhal yeniden uygulaya konmalıdır.”
1980’de bir Drefyus davası O zamana kadar hiç görülmedik bir yargılama başladı. Erdal’ın da dediği gibi bu bir yargılama değil, yukarıdan gelen emirlerin uygulanmasıydı. Sözde bir mahkeme 2 ayda karar verdi idama. Ne garip bir ülkeydi burası. Faşist katiller kendi itiraf ettikleri cinayetlerden senelerce yargılanıp ceza almadan yurtdışına “kaçıyorlardı” ama aynı ülkede hiçbir delil olmadan iki ayda 17 yaşındaki bir gencin idamına karar veriliyordu. Avukat Nihat Toktay itiraz etti. Maktulun ölümüne sebep olan mermi çekirdeği incelenmeli, bu mermi Erdal’ın silahından mı çıktı? Mahkeme karar verdi: gerek yok! Maktulun yarasındaki yanıklar incelenmeli, yakın atış mı yoksa 11 metre uzaktaki Erdal’ın yapabileceği uzak atış mı? Mahkeme karar verdi: gerek yok! Olay yerinde inceleme ve tatbikat yapılmalı. Nasıl olur da çatışma içindeki bir jandarma sırtından vurulur? Mahkeme: gerek yok. Erdal’ın yaşı 17’dir. Hayır karar verildi, 19’dur, incelemeye gerek yok! Aslında itirazlara da gerek yoktu, nasıl olsa bu mahkemenin kararı önden verilmişti!
Darağacında edilen kavga yemini Erdal yaşananların bilincindeydi. Oynanan senaryonun sonunun ne olacağı önceden belirlenmişti. En iyi kendi sözleri anlatıyor yaşananları ve bu genç devrimcinin bilincini. “Bugün devrimcileri ve onların bir parçası olan beni aldığınız emirlere uygun olarak yargılayabilir ve ölüm cezası verebilirsiniz. Fakat bu ilelebet sürmeyecektir. Bir gün mutlaka sizin yerinizde halkımız olacak, sizi ve koruduğunuz düzeni yargılayacak ve doğru kararı verecektir.” 12 Aralık’ı 13’e bağlayan gece. Aynı bilinçle Erdal, bir an bile duraksamaksızın, uzattı boynunu
yağlı urgana. O yürek, o bilinç, yumruk.... haykırdı sehpanın üzerinden, haykırdı faşizmin duvarlarında yankılanan ve yankılandıkça kabaran sesiyle: “Faşizme ölüm, halka hürriyet!” Erdal ilk değildi, son olmadı. O koca bir tarihe ve tüm dünyaya ulaşan bir kavganın genç neferiydi. Erdal’ın ölümünden bir gün sonra bir yoldaşı daha, Ercan Koca katledildi. “Erdal Eren’in hesabını faşist cuntadan soralım!” yazılı bir pankart asmıştı yine 17 yaşındaki Ercan. Üsteğmen Yaşar Kunduk ve emrindeki katiller yakaladı. İndir bunu dediler. İndirmedi. Dövdüler. İndir dediler indirmedi. Dövdüler. Yumruklar, tekmeler, dipçikler... Genç Ercan dövülerek öldürüldü ve zabıtlara “... yerlerin buzlu olması sebebiyle bir kaç defa düştü ve düşme sonucunda beyin kanamasına maruz kaldı...” diye geçildi. Artık göstermelik yargılamalara, pusulara da ihtiyaç duymuyorlardı.
Erdal Eren yaşıyor, genç komünistler savaşıyor! “Partimizin kuruluşu, onyıllardır bu topraklarda devrim ve sosyalizm davası uğruna kavga vermiş, emek harcamış, acı çekmiş, büyük yiğitlik örnekleri sergilemiş dünün ve bugünün devrimci kuşaklarının yarattığı birikimin güvenceye alınmasıdır… Partimiz bu mirası kararlılıkla savunmakta, kendisini onun bugünkü temsilcisi ve yarınlara taşıyıcısı saymaktadır.” (TKİP Kuruluş Bildirisi’nden...) Sinan, Erdal, Ercan, bize bu ülke topraklarında devrim ve sosyalizm davası için harcanan emeği, ödenen bedeli, gösterilen yiğitliği hatırlatıyorlar. Özellikle biz genç komünistler için taşıdıkları önem büyüktür. Onlar tarihimizin, mücadelemizin bir kesiti, kavgamızın özlü bir anlatımıdırlar. Onların devrimci duruşlarıyla taşıdıkları önem kadar bir diğer nokta daha vurgulanmalıdır. Bugün bu devrimci mirasın gerçek taşıyıcıları komünist işçi partisinin saflarında yeni Ekimler için mücadele eden genç komünistlerdir. Çok zorlu, uzun soluklu bir mücadeleyi yürütüyor ağır bir yükü omuzluyoruz. Bu mücadelenin tarihi onun için ödenmiş ağır bedeller, değerlerle doludur. Ve bugün bu mücadele devam etmektedir. Bu bayrak tüm zorluklara rağmen yükselmektedir. Ve bugün bu değerlerin savunusu düzenin icazet alanı içinde çürüyenlere değil, devrimcilerle, öncesinde devrim davasıyla, yollarını en net çizgilerle ayıranlara değil, devrimci kitle eylemliliğine katılmaya politik ufukları ve kararlılıkları yetmeyenler değil, devrim için savaşan genç komünistlere düşmektedir. Ve bu değerlerin savunusu devrimciliği kendinden menkul görenlere, kitlelere kapanıp kendi motivasyonuyla günü kurtaranlara değil, devrimcilere ölçüsüzce saldırarak kendini gerekçelendirme dar hesaplarında olanlara değil, gençlik kitlesi içinde devrimin ve sosyalizmin bayrağını yükseltmeye çalışan genç komünistlere düşer. Öyleyse, hep birlikte tüm gücümüzle bir kez daha haykıralım: Erdal Eren yaşıyor, genç komünistler savaşıyor! (Ekim Gençliği’nin Aralık 2005 tarihli 89. sayısından alınmıştır...)
37
Fransa’da öğrenci eylemleri!
Neo-liberal saldırılara karşı geçen yıl yürüttükleri mücadeleyle gündeme oturan Fransız gençliği bu yıla da hareketli başladı. Öğrenciler üniversitelerin özelleştirilmesini öngören Üniversitelerin Sorumluluklarına ve Özgürlüklerine İlişkin Yasa’ya (LRU) karşı mücadelelerine 30 Ekim’den beri çeşitli formlarda devam ediyorlar. Yüksek Eğitim Bakanı Valérie Pécresse’nin ismiyle de anılan yasaya göre, üniversiteler bütçe ve insan kaynaklarının idaresi alanlarında beş yıl içinde özerk olacaklar. Ayrıca üniversite yönetimleri istedikleri takdirde kendi mülklerinin de sahibi olabilecekler. Öncesinde devlet bütçesinden ayrılan ödenekler dolaylı krediler olarak verileceği için güvenceden yoksun hale gelinecek, mali özerklik adı altında üniversiteler sermayenin talanına açılacaktır. Tüm bunlarla birlikte üniversiteler arası eşitsizliğin derinleşmesi de saldırının bir başka yönü. Ayrıca tasarıda üniversite yönetim kurulunun 20 kişi ile sınırlandırılması yeralıyor. 30 ila 60 üyeden oluşan kurullarda öğrenciler yüzde 25-30 oranında ağırlığa sahip. Tasarı, öğrenci temsilinin azaltılmasını öngörüyor. Üniversitelerin Özerkliğine Karşı Öğrenci Kolektifi’nin (CECAU) çağrısıyla başlayan eylemler kitlesel sokak gösterilerinin yanı sıra üniversitelerin
işgali, bloke edilmesi ve tamamen kapatılması şeklinde yürüdü. Ulusal Öğrenciler Birliği’nin (UNEF) açıklamasına göre ülkedeki 85 üniversiteden 60’ı aktif olarak greve katıldı. Grevdeki üniversitelerden 35’inin bloke edildiği veya kapatıldığı bildirildi. Grev oylamalarına ülke genelinde 33 genel kurulda 22 bin öğrenci katıldı. UNEF tarafından Paris, Toulouse, Lyon, Bordeaux, Rouen, Montpellier, Saint-Etienne, Rennes, Grenoble, Lille ve Aix-en-Provence,Toujouse kentlerinde sokak gösterileri düzenlenirken, grevde olan işçilere ve kamu çalışanlarına da destek verildi. Kendi eylemlerinin diğer hak arama eylemlerinden ayrı tutulmaması gerektiğini vurgulayan UNEF sözcüleri, demiryolu işçilerinin eylemlerine destek amacıyla öğrencilere tren garlarını işgal çağrısında bulundu. İşgaller liselilerin de katılımıyla kitlesel bir şekilde gerçekleştirildi. Ayrıca kamu emekçilerinin eylemlerine de destek verildi. Fransız devleti greve saldırmayı ihmal etmedi. Yüksek Eğitim Bakanı Valérie Pécresse öğrenci örgütlerini “öğrencileri mağdur etmekle” suçlarken, Başbakan François Filon da yaptığı açıklamalarla eylemlerin “azınlıktaki birkaç politik örgütün” işi olduğunu söyledi. Öğrenciler, “Sarkozy basını” dedikleri kuruluşları, greve saldırmak amacıyla devletin çok iyi kullandığını söylüyorlar. Nicolas Sarkozy’nin Cumhurbaşkanı olmasından bu yana medyanın işçi ve öğrenci eylemleri karşısında takındığı tavır oldukça tepki çekiyor. Fransa’nın ünlü medya patronları Sarkozy’ye yakınlıklarıyla tanınıyor. Polis eylemlerin ilk haftasıyla beraber saldırılarına başladı. Paris’teki Sorbonne, Tolbiac ve Nanterre üniversiteleri ile Nantes Üniversitesi’ne müdahale edildi. Rennes kentinde öğrencilerin gösterisine müdahale eden özel polis birimi CRS ile öğrenciler arasında çatışma çıktı. Çatışma sonucunda çok sayıda öğrenci yaralanırken, gözaltına alınanlar oldu. Ülkedeki genel grev dalgasıyla birleşerek büyük bir güç açığa çıkaran üniversiteliler, kamuoyu bilgilendirme çalışmaları, sokak gösterileri ve fiili direnişlerle eylemlerine devam edeceklerini söylüyorlar.
Kapitalizm insanı ve doğayı öldürmeye devam ediyor!
38
Küresel ısınma nedeniyle sularımız tükeniyor, kuraklık kapıda, birçok felaket bizi bekliyor, tasarruflu olmalıyız, vb.söylemlerle insanları tüm bunların sorumlusu gibi göstermeye çalışan kapitalist düzen, çıkarttığı Maden Yasası ile şimdi de 159 bin kilometrekare alanı ipotek altına almış bulunuyor. Özelleştirme saldırısı bu kez de Kaz Dağları’nın tahribatıyla çıkıyor karşımıza. İnsanları tasarruflu olmaya çağıranlar sadece Kaz Dağları’ndaki aramalarda, bir milyon nüfuslu bir yerleşim yerinin tüketebileceği kadar su tüketecek. Yaklaşık 200 ton altın için 300–400 bin ton siyanür kullanılacak. Siyanürün bir kısmı havaya karışacak, bir kısmı da çevreye dağılacak. Çevreye yayılan siyanür, yeraltı sularını, havayı, tarım topraklarını kirletecek, ormanları, tarihi ve kültürel yapıyı yok edecek. Güvenilir su kaynağına sahip olan ve oksijen üretiminde dünyada ikinci sırayı alan Kaz Dağları, bünyesinde barındırdığı endemik bitki ve hayvan varlığıyla önemli bir gen merkezi konumundadır. Tüm bunlar biliniyor olmasına rağmen Çevre Bakanı hala “herhangi bir düzensizlik, çevre tahribatı varsa konunun başka maddelerine göre gerekli işlem yapılacaktır ” diyebiliyor, doğal güzelliklerle kaplı bir alanda maden aranmasında sakınca görmüyor. Karşılığında rant elde edildiği sürece izin veriyor ve doğa yeterince tahribe uğradıktan sonra “gerekli işlemler yapılacaktır” diyebiliyor. İşte devletin doğayı ve çevreyi koruma anlayışı! Kapitalizm doğayı öldürüyor, yaşam alanlarımızı yok ederek nefes almamızı olanaksızlaştırıyor. Doğayı ve insan yaşamını kurtarabilmenin yolu kapitalizmi yok etmekten geçiyor!