Nisimazine
18 Nisan 2015 Cumartesi
Istanbul Film Festival 2015
18th April 2015
sayı 6 edition 6
Bu dergi, NISI MASA tarafından ‘Genç Avrupalılara yönelik Sinema Yazarlığı Atölyesi’ çerçevesinde yayımlanmıştır a festival gazette published in the framework of a workshop for young critics by NISI MASA - European network of young cinema
Çekmeköy Underground
sayfa 5
Zuzanna Grajzer (Polonya)
İçimdeki Balık
sayfa 3
LucÍa Ros Serra (İspanya)
Listen Up Philip
Gentrification is a process that touches most of the major cities nowadays. The neighborhoods change, rents go up, old inhabitants can’t afford their own apartments anymore. It’s especially visible in Istanbul, where the old and the new crash on almost every street; where old...
sayfa 3
Lynn Klein (Luxembourg)
Kar Korsanları
Şiddet
Faruk Hacıhafızoğlu ( Türkiye )
Jorge Forero ( Kolombiya, Meksika )
U
U
Snow Pirates
lusal Yarışma kapsamında gösterilmesi planlanan dönem filmi Kar Korsanları’nda kara kömür ve beyaz karlar art arda konarak bir tezat oluşturulmuş. Dondurucu bir sonu olan filmde, Faruk Hacıhafızoğlu temel ihtiyaçlardan yoksun, yavaş ve sessiz bir dünya yaratıyor. Filmdeki üç çocuk elindekilerle yetinmek zorunda. Ne yazık ki filmin kendisi de film için gerekli odaktan uzakta kalmış.
Editorial
Editörden
S
B
ome may think these Nisimazine special editions here in Istanbul, in particular its editorials, are quickly becoming slightly politically heavy. It is particularly difficult to avoid the issue when everyone is talking about what happened. More so when every day you receive loose pieces of information that shed much needed light on the issue that has led the festival to divert through rocky territories. The more I find out and the more opinions I hear about what really happened, the less secure I feel about what position to take. Is it just me or is there not some logic behind film certificates? The answer to that question is apparently no, I am not alone, as you’ll be able to recognize in on both our interviews with Ertan Velimatti Alagöz, (see page 2) and with Rolf de Heer (see page 6). Both filmmakers see the obvious needs behind such system, protecting vulnerable sectors of society, particularly young audiences, from content that is bound to have dangerous results. The libertarian in me fights against this idea all the time, but the older one gets the more obvious it becomes that not everyone is capable of watching content and understanding it should not be replicated. Not to mention that as a festival organizer I know exactly how annoying, pointless and time consuming any kind of bureaucracy tends to be. I am well aware the problem here is deeply different, and with endless untied knots that only create a wider and more fertile ground for speculation and conspiracy theories. The content in question, a film documenting three camps of the PKK, was always going to be controversial. Equally relevant, and to be fair, the real factor of the week, few have doubts that if the certificate had been requested the Turkish authorities would most likely refuse it. As such, censorship, and its many sometimes hidden mechanisms, are still a key in all this issue. Nevertheless, the lesson I seem to be taking from this experience is that black and white reactions are a lot more colourful and confusing then they appear to be at first. Fernando Vasquez (Portugal)
www.nisimazine.org www.nisimasa.com
azılarınız Nisimazine’nin İstanbul özel sayılarının özellikle de Editörden bölümlerinin hızla siyaseten yüklü hale geldiğini düşünebilir. Herkes olan bitenden bahsederken bu meseleden kaçınmak özellikle zor. Ayrıca her gün, festivali zorlu bir sürece götüren meseleyle ilgili aydınlatılması gereken daha fazla bilgi elimize ulaşıyor. Olanlarla ilgili daha fazla bilgi edindikçe, daha fazla yorum duydukça, nasıl bir konum alacağım konusunda kendime güvenimi biraz daha kaybediyorum. Yani bu belgenin alınması aslında mantıklı bir hareket değil mi, sadece ben mi böyle hissediyorum? Görünüşe göre bu sorunun cevabı, hayır. Ertan Velimatti Alagöz (bakınız sayfa 2) ve Rolf de Heer (bakınız sayfa 6) ile yaptığımız röportajlarda da görebileceğiniz gibi böyle düşünen yalnızca ben değilim. Her iki sinemacı da, zararlı sonuçlar doğurabilecek içeriklerden toplumun hassas kesimlerinin özellikle de genç seyircilerin korunmasını sağlayan böyle bir sistemin bazı ihtiyaçları karşıladığının farkında. İçimdeki özgürlükçü adam, bu fikre her zaman karşı çıksa da, insan yaşlandıkça herkesin her içeriği izlemesinin ve gördüklerinin tekrarlanmaması gerektiğinin farkında olacak kapasiteye sahip olamadığını daha iyi anlıyor. Ayrıca kendim de bir festival organizatörü olarak, bu bürokratik işlerin ne kadar sinir bozucu, anlamsız ve zaman alıcı olduğunu da çok iyi biliyorum. Buradaki sorunun içten içe çok daha farklı olduğunun ve spekülasyona ve komplo teorilerine çok geniş ve verimli bir ortam yaratacak şekilde sayısız düğümle birbirine bağlı olduğunun farkındayım. Söz konusu içerik, yani PKK’ye ait üç kampı belgeleyen bir film, her zaman tartışma yaratacaktır. Konuyla eşit derecede ilgili olan bir başka nokta da, dürüst olmak gerekirse, belge talep edilmiş olsaydı Türk yetkililerin başvuruyu reddedeceğinden neredeyse herkesin emin olması. Aynı şekilde sansür ve bazen başvurduğu gizli mekanizmalar bu meselenin temelinde yatan sorun. Yine de bu deneyimden aldığımı düşündüğüm ders şöyle: siyah-beyaz tepkiler ilk anda göründüklerinden çok daha renkli ve kafa karıştırıcı. Fernando Vasquez ( Portekiz )
www.facebook.com/nisimazine www.facebook.com/nisimasa
Türkiye’deki darbeden hemen sonra 1980-1981 kışında geçen film, kuzeydoğuda Kars şehrinde yaşayan üç çocuğu anlatıyor. Ordu bütün kömür stoklarına el koymuş. Halk sokakta bulabildiği kadar kömürle idare etmeye çalışıyor. Fakir halkın tutunabileceği fazla bir dal yok ve üç arkadaş asker korkularına rağmen ellerinden geldiğince ailelerine yardım etmeye çalışıyorlar. Serhat, kafayı kaymakla bozmuş; çok fazla televizyon izliyor ve kurgusal olaylara gerçekmiş gibi bağlanıyor. Seyircinin ailesini gerçekten gördüğü tek karakter o. İbo ve Gürbüz ise pek de zeki olmayan basit çocuklar; ama fazladan kömürü nerede bulabileceklerini biliyorlar. Bu da kış vakti için asıl önem taşıyan bilgi. Ailelerine yardımcı olmak için kömür arayan genç yetişkinliklerden kız peşinde koşan ve karda çocuk oyunları oynayan çocuklara dönüşüveriyorlar. Rejime karşı çıkmayı başaramayıp anlamsız saçmalıklarla vakit harcıyorlar. Film asıl konusu olan kara kış ve üç arkadaştan sapıp ara sıra başka hikayelere odaklanıyor. Mesela Kars halkından bir öğrenci, ısınmak için kitap yakmanın tek seçenek olduğunu düşünüyor; tutuklanıyor ve görünüşe göre işkenceye uğruyor. Askerlerin varlığından ve ordunun kömüre el koyduğundan bahsedilse de filmde bu konuya sadece şöyle bir değiniliyor. Bu konulara kısaca el atılması sonra da öylece bırakılması biraz amaçsız kalmış gibi görünüyor. Siyah ve beyazla oynanması, kışın kömürün önemi vurgulayacak şekilde açılı kamera çekimleri filmi görsel açıdan ilginç bir deneyime dönüştürüyor. Mesela bir noktada, kamyondan düşen bir parça kömüre saniyelerce odaklanılarak, bu maddenin hayati önemi vurgulanıyor. Kömür bölge halkının aklını çeliyor; çünkü değeri altının değerini bile aşıyor. Beyaz kar da tam tersini simgeliyor: soğuk, umutsuzluk ve nihayetinde ölüm. Karın etkisi köyü kontrol eden askeri cuntayla aynı düzeyde. En sonunda ise mavi gökyüzü film boyunca ilk kez filmin renk paletini değiştiriyor. Belki de havadaki değişime (ya da bahara belki?) işaret ediyor. Filmde neredeyse hiç müzik yok. Bu da teorik olarak filmin aktarmaya çalıştığı sessizliğin altını çiziyor. Gerçekte ise, filmin bazı noktalarına yerleştirilen müzik iletmek istediği çetin kış koşullarının yarattığı etkiyi yok ediyor. Amatör olduklarını da hesaba katacak olursak oyuncular muhteşem bir performans ortaya koymuşlar. Çocuklar, o yaştaki çocukların yapacağı şeyleri yapan dürüst karakterler ve bu kasvetli filmde seyirciyi ikna edebilecek gerçekçi karakterler. Yine de film, bir fikirden diğerine atlamak yerine, sunulan fikirlerden birine odaklanarak daha başarılı olabilirdi. Lynn Klein ( LÜksembourg )
Violence
zunca bir süre orman sesleri eşliğinde gösterdiği karanlık planla bizi karşılayan, bu uzun karanlık sayesinde daha ilk sahnesinden, ismi dolayısıyla da, bir şiddet görselliği beklentisine sokan film, üç episodik bölümden oluşuyor. Bu üç farklı bölümdeki karakterler birbirleriyle hikayesel olarak bağlı olmasalar da, Kolombiya'da yaşanan rastgele asker şiddetinin farklı taraflarının deneyimlerine odaklandıkları için tematik olarak bağlanıyorlar. İlk bölümde, orman içinde zincirle bağlanarak tutsak edilmiş, asker görünümlü insanlar tarafından zorla bir takım faaliyetlerde bulundurulan bir adamı izliyoruz. İlk açılan uzun karanlık sahnenin durağanlığı ve yarattığı beklenti hissiyle, bu insanın tutsak hayatına seyirci olmanın pasif deneyimi içinde karanlıkta kalıyoruz. Neden bu insanın tutsak olduğu, neden askerlerin ona zorla bir şeyler yaptırdıkları hakkında film bize bir fikir vermeyi ya da bir neden-sonuç ilişkisi kurmayı seçmiyor. Daha sonraki bölümlerle birlikte düşünüldüğünde, Kolombiya'daki şiddet olaylarının lineer bir hikayesini anlatma gibi bir çabası olmadığını da anlıyoruz. Tamamen gösterdiği karakterlerin bedensel deneyimine odaklanan, uzun ve son derece az sayıda planlarla (filmin sadece 57 plandan oluştuğu söyleniyor*) bekleyiş içinde bırakan bir tanıklık sunuyor. İkinci bölümde şehirde genç bir erkeği, arkadaşlarıyla parkta, ailesiyle evde ve tek başına iş ararken sokaklarda izliyor, kameranın inatçı sabitliği ve karakterin yanından ayrılmaması yüzünden adeta bu insanı takip ediyoruz. Bu gencin kandırılarak askeri kampa götürülmesini, kampa ulaştıklarında “yanlış olan bir şeyler” olduğu hissedilmesine rağmen gençlerin çaresizce bir pasiflik içinde kalmasını ve sonunda öldürülmesini izliyoruz. Öncesinde takip ettiğimiz karakteri tanımanın, yaşamsal sıkıntılarını takip etmenin ardından hiçbir açıklama olmadan öldürülmesi, şiddetin kişilerin karakterlerinden bağımsız bir rastgelelik taşıyabildiğini düşündürüyor. İlk bölümde bedensel tutsaklığın ve acının tanığı edilirken, ikinci bölümde şiddetin rastgeleliğine odaklanan film, son bölümde şiddeti uygulayanların hayatına giriş yaparak, bir çeşit şiddet empatisi kurma çabasında gibi görünüyor. İlkinde bir “tutsak”, ikincide rastgele öldürülen bir “kurban”, üçüncüde ise tutsak ve kurban etmeyi hayatının rutini haline getirmiş bir “komutan” izliyoruz. Bu anlamda Şiddet filmi, genelleştirilebilir ve tanımlanabilir bir şiddetten değil, temel olarak şiddetin normalleşebilir, nedensizleşebilir ve rastgele olan çeşidinden bahsederek, izledikçe değişen ve gelişen bir şiddet sineması sunuyor. * “Berlinale 2015: Violencia” by Maximilien Luc Proctor, The Focus Pull: A Weekly Published Film Journal: Feb 23, 2015 Temmuz Süreyya Gürbüz ( Türkiye )
DÜZELTME VE ÖZÜR Gazetemizin dünkü sayısında Kerem Ayan röportajı yanlış fotoğraflarla basılmıştır. Kerem Ayan'dan özür dileriz. Gazetenin yeniden düzenlenmiş halini http://issuu.com/emiliep 'dan bulabilirsiniz.