Nisimazine Istanbul 2015 3rd Edition

Page 1

Nisimazine

Istanbul Film Festival 2015

14 Nisan 2015 Salı

Tuesday 14th April 2015

sayı 3 edition 3

Bu dergi, NISI MASA tarafından ‘Genç Avrupalılara yönelik Sinema Yazarlığı Atölyesi’ çerçevesinde yayımlanmıştır a festival gazette published in the framework of a workshop for young critics by NISI MASA - European network of young cinema

Devlet Mafya El Ele

sayfa 5

Stefano Raspa (Italya)

Theeb

Vassilis Economou (Greece)

sayfa 3

Labour of Love Mirona Nicola (Romania)

Gözüpek bir adam kilitli kapılarla dolu bir koridorda polis memurlarına tehditler savurarak yürümektedir. Yüksek güvenlikli bir hapishanededir ve adı Gaspare Spatuzza’dır. Yıllar süren tutukluluğunun sonucunda adalet sistemiyle işbirliği yapmaya karar vermiş bir mafya üyesidir.

sayfa 5

Manglehorn

Mahkeme

David Gordon Green ( Yarışma )

Chaitanya Tamhane ( Hindistan )

D

G

avid Gordon Green uluslarası festivallerin müdavim konuklarından biri haline geliyor. Green, geçen seneki Joe adlı filminden sonra bu sene festivallere Al Pacino, Holly Hunter ve Chris Messina’nın başrollerde oynadığı Manglehorn ile dönüyor. A.J. Manglehorn (Al Pacino) Teksas’ın küçük bir kasabında çilingirdir. Büyük pişmanlık duyduğu geçmişinden bir türlü uzaklaşamaz. Günlerini İran kedisi Fannie ile geçirir. Hergün işine gider, haftada bir Cuma günleri bankasına uğrar. Arada bir aralarının soğuk olduğu oğlu Jacob (Chris Messina) ve torununu (Skyler Gasper) görür. Çoktan kaybettiği eski aşkı Clara’ya özür mektupları yazar. Bu arada banka memuresi Dawn (Holly Hunter) ile romantik bir ilişkiye girmeyi bile denese de bu sakarca çabası kendini sabotajla son bulur.

Editorial

Editörden

V

İ

isiting Istanbul for the first time may seem overwhelming for so many reasons. First, the crazy and contrasted life all around the city, its spicy smell, its colors...definitely, a compendium of heartstoping visual and sound stimuli of all kinds. Second, you can breath the weight of History in each corner like in its steep streets, the turquoise Bosphorus river or the breathtaking skyline dominated by the monumental mosques. After the initial shock, one discovering that Istanbul is not only sights, smells or colors, but also cinema thanks to the Istanbul FF which presence is all around the Beyoglu area prominated by its characteristic blue posters that poetically reminds us to the Bosphorus river. On our third edition, the Nisimazine team's heads are already full of stunning and diverse films. This time, we continue discovering the New Visions selection, among others, with the reviews of 'Court' by Indian Chaitanya Tamhane, winner of the Lion of the Future and the Orizzonti award in the last Venice Film Festival as well as 'Theeb' by Jordan director Naji Abu Nowar, who won the Orizzonti Award to Best Director. But the New Visions also surprises us with 'Nabat' by Elçin Musaoğlu from Azerbajan or French awarded comedy 'Hippocrates' by Thomas Lilti. Our first full day in the festival has been also marked by the cancellation of the screening of the film 'North' by Cayan Demirel, and Ertugrul Mavioglu by the Turkish Ministry of Culture which resulted with a significant group of Turkish filmmakers pulling off their films from the festival in solidarity with them. Lucía Ros Serra, from Spain

www.nisimazine.org www.nisimasa.com

stanbul’u ilk kez ziyaret etmek bir çok nedenle çok çarpıcı görünebiliyor. Birincisi, şehrin tamamına yayılan çılgın ve kontrast hayat, baharatlı kokular, renkler… kesinlikle, her tür görsel ve işitsel uyaranın kalp çarpıntısına neden olan bir bileşimi. İkincisi, dik sokakları, Boğazın turkuaz suları ya da heybetli camilerin egemen olduğu şehir silueti sayesinde her bir köşesinde Tarih soluyabiliyorsunuz. Başlangıçtaki şoku atlattıktan sonra, İstanbul’un yalnızca manzaralar, kokular ya da renklerden ibaret olmadığını, şiirsel bir şekilde bize Boğaz’ı çağrıştıran mavi posterleriyle Beyoğlu’nu donatan İstanbul FF sayesinde aynı zamanda sinema demek olduğunu da keşfediyorsunuz. Bu sefer, Yeni Bir Bakış seçkisini keşfetmeye devam ediyor, Venedik Film Festivalinde Geleceğin Aslanı ve En İyi Film-Ufuklar ödüllerini kazanan Hint yönetmen Chaitanya Tamhane’nin Mahkeme ve yine Venedik Film Festivalinde En İyi Yönetmen-Ufuklar ödülü kazanan Ürdün’lü yönetmen Naji Abu Nowar’ın Theeb filmlerinin yorumlarına yer veriyoruz. Yeni Bir Bakış seçkisinin diğer süprizleri de Azerbaycan’dan Elçin Musaoğlu’nun Nabat ve Thomas Lilti’nin ödüllü Fransız komedisi Hipokrat filmleri. Festivaldeki dolu dolu ilk günümüze damgasını vuran olay da kuşkusuz Kültür Bakanlığı’nın, Çayan Demirel ve Ertuğrul Mavioğlu’nun Kuzey (Bakur) filminin gösterimini engellemesi ve bunun üzerine önemli sayıda Türk film yapımcısının dayanışma amacıyla festivalden filmlerini çekmeleri oldu. Lucía Ros Serra, ( İspanyol )

www.facebook.com/nisimazine www.facebook.com/nisimasa

David Gordon Green eklektik yönetmenlik stiliyle bilinen biri. Son iki mükemmel filminden sonra, Manglehorn, yeni yetme senaryo yazarı Paul Logan’ın ilk uzun metraj film senaryosunun getirdiği kendine güvensizlik ve dengesizlik ile ortaya çıkan bir yanlış cast vakası gibi görünüyor. Film, ana karaktere ve hikayesine ilginç bir başlangıç ile güçlü bir biçimde açılıyor. Belki de bu açılış filmin en güçlü ve duygulandıran tarafı. Manglehorn, Clara’ya yazdığı aşk mektuplarından parçları bize çaresizlik ve sanki yumuşak bir müzik tonuyla okuyor. Fakat, ne yazık ki senaryonun bu tarafı zayıf bırakılmış. Sanırım bu hata Logan’ın çaylaklığına verilebilir. Aynı açıdan, Manglehorn’un Dawn ile olan ilişkisi hakkında benzer şeyler söylenebilir. Bu konu, daha derinine inilebilecek çok ilginç ve zıt bir önerme olabilir ve bize Manglehorn’un hayatı hakkında yeni bakış açıları sağlayabilirdi. Dawn bunu sağlamakta önemli bir karakter olabilirdi. Çünkü, sonuçta film geçmiş sorgulama, onu geride bırakma ve hayata devam etme üzerine kurulu. Bunun tersine, film, bize sadece çilingirlikten önceki beyzbol koçluğu kariyeri bilgisini vererek, Mangelhorn karakterini tamamen kullanışsız hale getiriyor. Ironik olan ise en ilginç karakterin Gary (Harmony Korine) olması. Bu açıdan güzellik salonundaki sekans atılabilirdi. Fakat, bu sekansı Korine’e daha fazla ekran zamanı sağlamak için kullandıkları belli oluyor. Manglehorn’un oğlu ile olan soğuk ilişkisini anlatan alt senaryo, zayıf gelişimi ve masaya yeni birşey getirmemesi yanında, oldukça klişe özelliklere sahip. Aynı şeyi filmin sonunda ortaya çıkan pandomim sanatçısı için de söylebiliriz, Fakat en azından bu mecazi araç, duyguları harekete geçiren güzel birşey olmuş. Al Pacino’nun oyunculuğu Manglehorn’un en iyi tarafı. Bizleri esir alıp filmin birçok hatasını görmezden gelmemize yardımcı oluyor. Holly Hunter ve Chris Messina kapsamlı ve kesin performanslar verse de performansları baştan itibaren heyecan vermeyen filmi iyileştirmeye yeterli olmuyor. David Gordon Green’in ustalığı bile bu durumu düzeltmeye yeterli değil. Green’e düzenli katkı sağlayan Tim Orr, Al Pacino’nun nuanslarla dolu eşsiz oyunculuğunu değişken lensleriyle yakalarken, Green’e düzenli katkı sağlayan David Wingo ve Explosions in the Sky’ın müzikleri Manglehorn’un nostaljisini ve özlemini bize hissettirerek aktarıyor. Amerikalı yönetmen Green’in son yönetmenlik denemesi ne yazık ki beklentilerin altında kalmış. Tüm yetersizliklerine rağmen Mangelhorn’un duygu dolu bir film olduğunu reddetmek mümkün değil. Hem Al Pacino hem Gordon Green hayranlarının ilgisini çekecek bir film olmasına rağmen, Manglehorn herkes için değil. Tara Karajica (Sırbistan)

enç yönetmen Chaitanya Tamhane, önyargılara ve çoğu zaman insan haklarını ihmal eden hukuki detaylara vurgu yaparak, Hindistan hukuk sisteminin ikna edici bir resmini büyük perdeye yansıtıyor. Bir kanalizasyon işçisi Mumbai’de bir lağımda ölü bulunuyor. Yaşlı bir halk şarkıcısı, söylediği kışkırtıcı şarkısıyla bir lağım işçisini intihara teşvik etmekle suçlanarak tutuklanıyor. Asliye mahkemesinin duvarları arasında görülen davada, insanların kendi gerçekliklerini anlatmaya çabaladıkça hayallerini ve umutlarını kaybettiklerine tanık oluyoruz. İlk başta, hukukçular (Usha Been, Vivek Gomber) ve hayatı mahkeme salonundaki tiyatronun dışında da gözlemlenen yargıç (Pradeep Joshi) ile tanışıyoruz. Filmin en göz kamaştırıcı tarafı, detaylara girilerek ve Mumbai’deki mahkemenin endişe dolu ve klostrofobik atmosferinin seyirciye de yansıtılması sağlanarak, Hindistan'daki adalet ve yargılama sistemine dair yapılan özenli analiz. Karakterler, seslerinin duyulması ve inanılması için fırsat arayarak, hikayenin çeperlerinde sanki daha büyük bir oyunun piyonlarıymışcasına hareket ediyorlar. Oyunculuklar ikna edici ve dokunaklı olmakla birlikte, karakterlerine tüm kusurlarına rağmen itibarlarını teslim etmek için olağanüstü bir çaba gösteriyor. Karakterler, aslında tüm anlatıyı tek başlarına taşıyorlar ve olayların örgüsünün gerçek merkezi durumundalar. Hepsi hem belirgin özgeçmişleri olan kişilikler, hem de iyi inşa edilmiş davranış ve tepkileriyle, hikayeleri anlatılmaya, hakları savunulmaya değer çarpıcı ve gerçek kişiler olarak beliriyorlar büyük perdede. Bu durum kuru, stilize ve neredeyse görünmez bir ışık ve görüntü yönetimi ile desteklenerek, durumun geri dönülmez bir şekilde dibe doğru çakıldığını sandığımız anlarda bile kahramanların psikolojilerine daha da derinlemesine nüfuz etmemize olanak tanıyor, kimi zaman öfke açığa çıkartarak kimi zaman hayalkırıklığı ya da sadece merak uyandırarak. Yine de, Mahkeme’de bizi gerçekten hayrete düşüren şey Hindistan’ın ötesinde de önem taşıyan bir temayı nesnel ve gerçekçi bir şekilde irdeleyebiliyor oluşu. Bireylerin insani ve kişisel durumlarını gözardı eden, onları içinde bulundukları sonuçlara sürükleyen etkenleri ve delilleri göz önüne almadan kınayarak yada aklayarak çözüm bulmaya çalışan bir hukuk ve adalet mekanizması karşımızdaki. Mahkeme dramasının ölçülü ve belgesel bir tarzla kurulmuş olması seyirciyi zaman zaman kurmaca bir filmden ziyade arşiv görüntülerinin derlemesinden oluşmuş bir film izliyormuşçasına hayrete düşürüyor. Genel olarak, bir Hindistan mahkemesinin gerçek temsiline tutunan bu tercih şaşırtıcı olmakla birlikte hikayenin daha inandırıcı olmasını sağlıyor. Ancak ne yazık ki aynı tercihten ötürü, tanıkların ifadelerinin, avukat ve savcıların beyanlarının, yargıç kararlarının akışının durgunluğu filmin ritmini de etkiliyor zaman zaman. Mahkemede gerçekten olan bitenleri göstermeye teşebbüs etmek övgüye değer olsa da bu tavır filmi yavaş, monoton ve durağan bir hale sokabiliyor. Ne mutlu ki bu durum filmden keyif almamızın önüne geçmiyor ve filmin gösterişçi ve sıkıcı olmasını engelliyor. Geçen yılın Venedik Film Festivalinde kazanılan Geleceğin Aslanı ve En İyi Film-Ufuklar ödüllerinin hakedildiğini görüyoruz. Bu da bizim, cesaret isteyen ve zorlu meseleleri irdeleyen filmlerin de takdir edilebileceğine, Venedik Film Festivali’nin Lido’daki bahçe ve salonlarının ötesinde geniş izleyici kitlelerine ulaştırılabileceğine dair umudumuzu artırıyor. Karakterlerin anlamlı yüzlerinin ve davanın steril prosedürlerinin ardında, filmin her bir karesine damgasını vuran büyük bir topluluk, bir hayaller ve umutlar şehri olduğu da gözönüne alındığında karşımızda başarılı bir eser olduğunu söyleyebiliriz. Stefano Raspa (Italya)


Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.