NISIMAZINE
KARS
#5 11.11.08
A special magazine published by NISI MASA, European network of young cinema
NISI MASA Avrupa Gençlik Sinema Ağı’nın özel festival gazetesi
GÜNÜN FİLMİ / FILM OF THE DAY
RÖPORTAJ / INTERVIEW AIDA BEGIC
KARŞINIZDA SPINAL TAP / THIS IS SPINAL TAP ROB REINER
Bosnalı yönetmen Aida Begić’in festivaldeki yarışma filmlerinden, ilk uzun metrajlı filmi Kar’ı bitirmesi dört yılını aldı. Aida Begić filminin yapım sürecini anlatıyor… It took almost four years for Bosnian Director Aida Begic to complete her first feature, Snow, in competition at the festival. She explains about the making of the film. Hikayenize kaynaklık eden fikre nasıl ulaştınız? Bosna’daki savaş sırasında pek çok kadın kocalarını ve babalarını kaybetti. Srebrenica’da sadece bir gün içerisinde onbin erkek öldürüldü. Hayatta kalan kadınlar bir anda kendi başlarının çaresine bakmak zorunda bırakıldılar. Onların yaşadığı bu trajedi önemli çünkü bu kadınlar halen daha yeteri kadar destek ve anlayışla karşılanmış değiller.
Film kendini gerçekliğe o kadar kaptırmış ki, ulaştığı başarı sonrasında, Spinal Tap gerçekten meşhur olmuş ve canlı performanslar yapmaya başlamış. Film, günümüz rock gruplarının sahne arkası hallerinin komik ve sinik bir portresi ve ‘sahte belgesel’lerin ciddiyet taşımadan ciddiye alınması konusunda bir mihenk taşı. 1984’te bu o kadar ilgi çekicidir ki insanların kişisel hayatlarını izleyiciye gösteren bu işgalci film yapımı açıkça eleştirilmiş, bu da günümüz ‘reality show’larına ve sansasyonel televizyon programlarına benzetilir.
This is the film that first gave birth to the term ‘mockumentary’. The first master stroke of cult director Rob Reiner (Stand by Me, When Harry Met Sally…) is a sarcastic comedy about the backstage life of a fictional rock band called ‘Spinal Tap’. It was so well built as a true documentary that they had to find a new name in order to fit it into a genre. The situations and dialogues – stupid as they can get – seem authentic and spontaneous, and give you the impression of real improvisation throughout. The camera is there as a witness of the band’s day-today life, including shower talks, embarrassing conversations and self-indulgent interviews. The musicians maintain a perfect and fluid interaction between one another and never give in to the temptation of breaking into a farce. Even real anecdotes of rock legends were used to make it all more convincing. The film committed itself so well to realism that, after its success, the band actually got famous and started to perform live as Spinal Tap. It is altogether a very funny and cynical portrait of the behind the scenes of rock bands at the time and marks a turning point for understanding mockumentaries as a serious - being unserious – matter. And isn’t it curious that back in 1984, some people already had the clarity to criticize this style of invasive filming of personal lives to show to an audience, as we so often see nowadays with reality shows and sensationalist television?
Joana Pinto Correia
Filmin ismi olan Kar neyi temsil ediyor? Kar aynı anda hem ortaya çıkan hem de kaybolan birşey. Ormanda gezen canavarların ayak izlerini ortaya çıkaran
How did you get the idea for the story? A lot of women lost their husbands and fathers during the war in Bosnia. There were 10 000 men killed during a single day in Srebrenica. The women who survived were suddenly left to take care of themselves. Their tragedy is important because they still haven’t met with the adequate support or understanding. Although male characters are mostly absent, the women manage quite well without them. Patriarchal society vanished with the male characters, but its spirit remained. The film itself deals with many issues, but I don’t think it propagates or criticises anything. Alma, the main character, promotes tradition but not in a regressive way. Her attitude asserts community as a value which shouldn’t be neglected and tends to break the illusion that somewhere else is always better. Alma has the courage and strength to believe in the potential of her country. What does the snow in the title represent? Snow is something that at the same time reveals and conceals. With its white beauty it conceals the dirt of the world, while at the same time it reveals the tracks of the beasts that walk through the woods. Mario Kozina
GÜNÜN FOTOĞRAFI / PICTURE OF THE DAY
Zeynep Gizem Küçükaksoy
Bu film ‘sahte belgesel’ kavramını ilk kez ortaya koyan film... Kült yönetmen Rob Reiner’in (Stand by Me, When Harry Met Sally) ilk büyük vuruşu, kurgusal bir rock grubu olan ‘Spinal Tap’ hakkındaki iğneleyici bir komedi. Sahici bir belgesel gibi kusursuz tasarlanan filmde grup, yaptıkları müzik türüne uygun ismi bulmak zorunluluğunda. Durumlar ve diyaloglar – olabilecekleri kadar aptalca hakiki ve kendiliğinden görünmekle birlikte film boyu gerçek bir doğaçlama izlenimini veriyor. Kamera, duştaki konuşmalardan, utanç verici diyaloglara ve pervazsızca yapılan kişisel röportajlara kadar grubun gün gün hayatına tanıklık ediyor. Müzisyenler, ‘fars’a sapmadan birbirleriyle kusursuz ve akıcı bir ilişki kuruyorlar. Bunu daha inandırıcı kılmak için gerçek rock efsanelerinden anektotlar kullanılıyor.
Her ne kadar filmin erkek karakterleri çoğunlukla orada olmasalar da, Kar’ın kadın karakterleri hayatlarını onlarsız gayet iyi idare edebiliyorlar. Ataerkil toplum erkek karakterlerle birlikte ortadan kayboldu fakat onun ruhu geride kaldı. Bu film pek çok konu ile hesaplaşıyor ama birşeylerin propagandasını yapıyor ya da eleştiriyor zannetmeyin. Baş karakter Alma, geleneği gerici olmayan bir yolla destekler. Onun bu tavrı cemaatin kolay kolay göz ardı edilemeyecek, başka yerlerin her zaman daha iyi olacağına ilişkin oluşmuş yanılsamayı kırmaya yönelen bir değer olduğunu öne sürmektir. Alma’da ülkesinin sahip olduğu potansiyele inanma cesareti ve gücü var.
kar, aynı zamanda da bembeyaz güzelliğiyle dünyanın kirini örter.
KRİTİK / REVIEW
ÖRÜMCEK / SPIDER 9 dakikalık bir Avustralya fimi olan Spider, kısa bir sürede bir çok şeyin nasıl anlatılabilceğinin harika örneklerinden biri. Nash Edgerton bizleri Jill ve -kendisinin canlandırdığı- Jack’in hayatlarına çağırıyor: Çift Sidney şehrinin yollarında arabalarında tartışırlar. Jill sinirden deliye dönmüştür; Jack’in yaptığı son şaka ise bardağı taşıran son damla olur. Acaba Jack’in, durdukları benzin istasyonundan aldığı hediyeler kız arkadaşının onu affetmesini sağlayacak mıdır: çiçekler, özür dilemek için bir kart, çikolatalar ve.... plastik bir örümcek? Dünyanın bir çok yerindeki festivallerden ödüller toplamış olan bu kara
komedi, çekim açılarındaki seçimleriyle, Jill rolünü canlandıran Mirrah Foulkes’la ve sürprizlerle dolu hikayesi ile sizi çarpacak bir film. The nine-minute Australian film Spider is one great example of how to tell a lot in a very short time. Nash Edgerton makes us step into the lives of Jill and Jack, the latter being played by the director himself. The couple is arguing in their car on the roads of Sydney. Jill is mad; Jack crossed the line with his last joke and this was the final straw. Will Jack be forgiven by his girlfriend when he buys gifts from the filling station they stopped off at:
some flowers, an apology card, chocolates and… a plastic spider? This black comedy, which has obtained many festival awards all around the world, will electrify you with its choice of shooting angles, the acting of Mirrah Foulkes in the role of Jill, and its story full of surprises. Zeynep Gizem Küçükaksoy
MERCEK / FOCUS AÇLIK / HUNGER STEVE MCQUEEN Turner ödülü sahibi sanatçıların tartışma yaratmaları adettendir, ki Steve McQueen de hiç de farklı bir tablo çizmiyor. McQueen ilk kurmacası Açlık’la, “Belalar” olarak da bilinen, Kuzey İrlanda ve İngiltere arasında yaşanan uzun ve kanlı çekişmedeki kilit bir olaya eğilerek gerçekten çok hassas bir noktaya dokunuyor. Açlık, Provisional IRA (Geçici İrlanda Cumhuriyet Ordusu) milisi Boby Sands’in ünlü “Mase” hapisanesinde 1981 yılında başlattığı 66 günlük açlık grevinden sonra, hayata gözlerini yummadan önceki son aylarını konu ediniyor. Sands’in önderliğinde başlayan grev, cumhuriyetçi tutukluların sahip olduğu özel statünün, ve buna bağlı olarak sahip oldukları hakların uzlaşı kabul etmeyen Thatcher hükümeti tarafından kaldırılmasına karşı başlatılan bir ayaklanmanın vardığı en son noktaydı. 23 kişilik grevde 10 kişi ölmüştü. Grevciler bağımsız ve birleşik bir İrlanda uğruna verdikleri mücadele için meşru siyasi tutuklu olmayı talep etmişler ancak İngiliz otoriteler tarafından terör suçlusu ilan edilmişlerdi. Bu incelikle örülmüş filmde kamera dış dünyaya çıkmaya cesaret edemeden hapisane duvarları arasında, yıkanmayı reddedip duvarları dışkılarıyla sıvayarak direnen, ancak gardiyanların rutin dayak ve aşağılamalarıyla karşılık bulan hayatın yoğun ve rahatsızlık verici bir tasfirini sunuyor. Filmin ortalarına doğru bu dolu dolu 30 dakikadan sonra, yine böyle dehşetengiz şiddetli sahnelerden birinde Sands ile ilk defa karşılaşıyoruz. “H Blok” vahşetinin ardından Sands’n son aylarını takip ettiğimiz hastane koğuşu keskin bir tezat oluşturuyor. Dayaktan ziyade şimdi de düşkün ve zayıf bedenine yapılan nazikçe bakımı ve steril ortam içindeki Sands’in beyaz
şilteler arasında yavaş yavaş yitip gidişini izliyoruz. Neyse ki film Sands’in eylemlerinin karmaşık ahlaki boyutunu (onurlu fedakarlık, başarısız propaganda hareketleri, şehitlik üzerinden hakiki bir kişisel şana duyulan arzu?) Sands ile rahibi arasında geçen tartışmanın şekillendirdiği 20 dakikalık kilit sahne sayesinde ne görmezden geliyor, ne de basite indirgiyor. Ölüm orucunda iken Sands meclis üyesi olarak seçilmiş, ölümü IRA’ya karşı uluslararası bir sempati dalgası yaratmasına ve milliyetçiler ile birleşme yanlıları arasındaki şiddetli çatışmanın körüklenmesine sebep olmuştu. Bugün Cumhuriyetçiler için Sands sembolik bir figür... Ve şimdi Kuzey İrlanda barış koşulları içinde olsa bile onun yüzü, halka açık yerlerdeki duvarlarda hiç sönmeyecek bir takdirle canlı tutuluyor. Belirli bir zaman ve mekana doğru hüzünlü bir anma Açlık: İngiliz-İrlanda tarihindeki karanlık anlardan birinin hatırlatması. Bir kişinin siyasal bir amaç uğruna kendi hayatını feda etmesi üzerine bir deneme – bu günün siyasi iklimi içinde özel bir tınısı olan bir mesele…
Turner Prize winning artists have often traditionally been the happy bedfellows of controversy, and Steve McQueen is no exception. His astonishing debut feature Hunger touches on a sensitive spot indeed, focusing on a key event of the long and violent conflict in Northern Ireland - commonly known as 'the troubles'. Hunger recounts the last months of Provisional IRA (Irish Republican Army) paramilitary Bobby Sands, who died after 66 days on hunger strike in the
infamous “Maze” prison in 1981. The strike, which was led by Sands but involved a total of 23 men - 10 of whom died, was the culmination of an extended protest against the removal of Republican prisoners’ special status, and therefore their special rights, by an uncompromising Thatcher government. The strikers demanded to be recognised as legitimate political prisoners in their fight for an independent and united Ireland, whilst the British authorities categorised them as terrorist criminals. In this beautifully composed film, the camera rarely ventures outside, offering an intense, intimate and disturbing depiction of life within the prison’s walls; where inmates resist by refusing to wash and smearing their cell walls with excrement, and the guards respond with routine beatings and humiliations. It is a full 30 minutes into the film before we first encounter Sands during one of these of horrifically violent episodes. After the brutality of the “H’ block”, the hospital ward in which we follow him during his last months is a sharp contrast. Rather than beaten, his fragile, emaciated body is now gently handled between sterile white sheets as it slowly wastes away. Thankfully, the film neither ignores nor simplifies the complex possible moral dimensions of his actions (noble self-sacrifice, futile publicity stunt, or desire for true personal glory through martyrdom?), thanks to the pivotal 20-minute scene featuring a heated debate between Sands and his priest. Whilst on hunger strike, Sands was elected as a member of parliament. His death provoked an international wave of sympathy for the IRA’s agenda and an intensification of the violence between nationalists and unionists. Today he remains an iconic figure for
Republicans, and although Northern Ireland is now experiencing a time of peace, his face is kept alive in various public murals, serving as a permanent tribute. Hunger is a harrowing evocation of a specific place and time; a reminder of one of the many dark moments in the history of Anglo-Irish relations. It is also a meditation on the act of sacrificing one’s own life for a political cause – an issue which has a particular resonance in today’s political climate. Jude Lister
A gazette published by the association with the support of the Festival on Wheels - Gezici Festival. EDITORIAL STAFF Editor-in-chief Matthieu Darras Editorial secretary Mirtha Sozzi, Esra Demirkıran Turkish editor Zeynep Güzel English reviser Jude Lister Layout Cihan Önder Responsible of the publishing Doğu Akal Contributors to this issue Jude Lıster, Joana Pınto Correıa, Marıo Kozına, Zeynep Gizem Küçükaksoy NISI MASA 10 rue de l’Echiquier 75010 Paris France Tel: +33 (0)1 53 34 62 78 europe@nisimasa.com www.nisimasa.com