SES DERGİSİ

Page 1

SES

Edebiyat Kültür Sanat

ELİF MİHMAN YEDİ TEPE CAN YÜCE SACIT SAID ŞERIF AYDIN SEYFULLAH SACİT YASEMIN TATLISEVEN ZEHRA BETÜL T. ESRA DOLUNAY 1MUHACİRNİSA FATİH DOĞAN YEDİ TEPE MAVİ

Çıkması gereken ses sandığımızdan daha fazladır

Temmuz - 2019 say 1


EDITÖRDEN

Herkesin yazacak bir hikayesi vardır. Birinin

ğı birinin aşkı

kızgınlı

birinin hasreti... Madem yarına dair umutlarımız var o zaman yarına kalacak hikayelerimiz olmalı. Bizim satırlarımız

02

okuyanların sayfalarında yer alsın istiyorsanız yazın...

EDITÖR Yazmanın gücünü görmek için kendinizi zaman tanıyın ve fırsat verin.

4

6 İ

ŞİİRİM

İĞİ Eksiğini hissettiklerininizi ayrı bir

"Söyleyin beni sorana ki, ben bir

tatla hissettiren bir yazı...

zanlıyım, bir kalp gerillası yani,

TEKS

BEN M

takipte bir militan. En günahkar

09 BEN YOKSAM Ya bir gün okursan bunca kelimeyi...

sözcükler dost olur

şiirime."

23 ĞERLENDIRMESI

KITAP DE

USTAM VE BEN

11

Şafak'ın okuyucu gözüyle ğerlendirmesi. .

Elif de

ÜÇ HACER Üç Hacerin öyküsü anlatılıyor

ŞIN

BIZE ULA

içerik

e-mail: serifcanada@gmail.com www.sesdergisi.ca


02

İ İ - AĞUSTOS- 2019

SES DERG S

EDİTÖR EDITOR NOTU Değerli kalem dostları, Ses dergisinin ikinci sayısını sizinle paylaşmaktan son derece mutluluk duyuyorum. Ses gider yazı kalır diyenlerdenim ve eli kalem tutanların bileğine kelepçe vurulamayacağına inanıyorum. İnsanların ne zaman biterler biliyor musunuz, kalbindeki hissleri yitirdiği zaman. Ağır geçen süreçlerde insanlar önce bu duyguları yitirirler ve kalemi kenara iterler. Aslında kenara ittikleri kalem değil sadece, hayalleri, duyguları, inatları, aşklarıdır belki. Onlardan şunu duyarsınız “Yazarak bi şey olmuyor.” “Yaz yaz nereye kadar tesirini görmedik…” Güzel dostlar, yazarak bir şeyler olur mu olmaz mı onu zaman gösterecek, şimdiden bilemem ama bir şeyi iyi biliyorum ki yazmayınca da hiçbir şey olmuyor. Yazmak aşıklar için ilan-ı aşk, susturulmak istenenler için gayrettir hem de evrensel bir dilin zamanlar ayırın ve haftada imkan varsa bir kitap bitiren ve bir yazı yazanlardan olun. Deneyin dünya öyle daha güzel, sıkıntılar öyle daha az. Daha güçlüsünüz o zaman, göreceksiniz… Dergiye yazılarıyla katkıda bulunan dostlara teşekkür ediyorum. Kalplere heyecana vesile olması dileğiyle, hoşçakalın

Şerif Aydın

Dizayn Şerif Aydın

gayreti…Yarına kalacak bir sesiniz olmasını istiyorsanız, kendinize hem okuyacak hem yazacak


İ İ - AĞUSTOS- 2019

SES DERG S

3

EKSİĞİ SİNE ELİF

Kapının girişindeki sehpa yerde. Zihnini yanıltmaya çalış, bir tekme de sen at. Kırılsın zalimin, zulümle yoğrulmuş şevki. İnsan hep iyi şeyler olsun istiyor. Sadece iyilere değil de herkese iyi şeyler olsa ve hiç kimse kötüyü düşünemese. Ne zor. Çok zor. Kaldır sehpayı, gurur şimdilerde beş harfli bir kelime, aşktan kalabalık olduğuna bakma. Yatak odasında bir fırtına çıkmış. Şahlanmış bir at, bir aslan kükremiş. Bir fare kemirmiş her şeyi. Her şey ortada ve hiçbir şey onun değil artık. Yatağın kenarında küçük bir küvet. Beyaz. İnsan tertemiz bir hayat diliyor evladına. Şimdi nasıl ağlamasın? Dayan. Dayanamıyorum. Dayan. Oysa sevmez alışverişi. Ama sevmiş işte. Evde üç kişilik bir saltanatın şerefine, zıbın almış bir de. O da beyaz. Ahh. Unutmuş, bebeklerin çok kustuğunu, çok kaka yaptığını. Niye aldın diyecek oluyor, demiyor. Diyemiyor. İnsan sevdiğine kızamayacak olduğuna bile kahrolur mu? Oluyor. Kahrolasıcalar yüzünden. Kahroluyor. Her gün. Beyaz zıbına, mavi umudu işleye işleye dolduruyor günlerini. Yeşil bir piknik sepeti. Ah benim canım. Canım. Can'ım. Pembe pöti kareli bir piknik örtüsü. Hangi yeşilde huzur bulacaktı kim bilir? Sana dar ettikleri dünyada bir avuç yeşil var mı cancağızım? Söyleme bir şey. Sen neler ekip biçiyorsun kimseye el değdirmediğin dünyanda. Bir fesleğen olsa mesela hemen baş ucunda. Ne bileyim koklasan arada sırada, belki ekmeğin arasına koyup yersin. Fesleğen soslu yaptığı makarnayı hatırlasa mesela. Hatta yemiş gibi olsa. Kim bilir neler ikram ediliyordur orda? Ummak ne güzel. Ya iki yumurtayı bile kıramıyorsa canı isteyince.

Dizayn Şerif Aydın

Kapıda bir ayak izi. Az dikkatli baksa numarasını görecek. Bakmıyor. Elleri titrek. Usulca aralıyor aylardır kilitine dokunamadığı evinin. Yüreği soluksuz. Yeni doğmuş bir bebek var gibi usulca süzülüyor odaya. Parmaklarının ucunda. Tedirgin gibi. Hatta belki korkuyor gibi. Dahası sanki onun evi değilmiş gibi. Oysa ne hoyratça girmişlerdir kim bilir? Sahi kim bilir ondan başka? Bir de girenler bilir. Ayağını kapıya vuran bilir bir de. Masada yarım bırakılmış bir sigara. Alsa dudaklarına değdirse. Kokusu kalmış mıdır ? Sigaranın değil de onun işte. İnsan bazen bazı duyguları kendine bile açamıyor, niye ki? Mavi bir çakmak. Kahverengi sehbanın üzerinde öylece yatıyor. Hiç yanmamış, yakmamış gibi. Yanmış da suda boğulmuş gibi. Deniz gibi, durgun ve suskun. Kanepenin kenarında çoraplar. Üç tane. Kızmıyordur şimdi. Keşke her yer çorap olsa dese. Demez. Niye desin? Çoraba kızmanın keyfi başka, şimdi çorapların yetim kalması başka. Ah hüzün yok mu? Çekiyor omuzlarından taa dibine insanlığın. Kitaplar yerde. Şimdi hangi yazarın yerde yatıyor olmasının ne önemi var. Ayaklar altında işte hepsinin söylemleri. Tarafı ol ya da olma. Senin emek dediğin, hayat dediğin şey, çuvallar dolusu çöp. Ya da sadece harflerin sıralanışı rastgele ve sese dönüşüp yüzüne vurması. Emek. Kim anlar Allah aşkına? Bütün kırlentler yerde. Hani bilmese ne olduğunu, bilmese de baba-oğul yastık savaşı yapmış dese. Ya da savaş demesin, yastık oyunu desin. Kuş tüylerinin havada uçuştuğnu, yanağına konduğunu hayal et. Dudaklarında mırıltı, kelimelerinin vücut bulmuş halisin. Bırak bunları, kim düşünür böyle? Kimse demek ne acıdır şimdi. Ama kimse. Hiçkimse işte.


İ İ - AĞUSTOS- 2019

SES DERG S

Şimdi beklemek düşüyor paya. Ne kadar, ne zamana kadar? Ihlamurlar çiçek açtığı zaman dese, onun da bir mevsimi var. Ama kaç yıl sonraki ıhlamur değil mi? Hemen bu yıl olsa mesela. Karpuz vakti geçmeden, salça yapmaya başlamadan anneler. Hala kiraz yiyebiliyorken. Piknik için soğumamışken hava. Oğlan üşür, demeye kalmadan da olur. Ne bileyim dondurmayı kaçırmasa mesela. Turşu zamanından hemen önce gibi. Oğlanın ilk dişinden önce. Hemen önce. Gece huzursuzluğunu ona satacak kadar yakın olsa. O iki S'ye sığdırdığı koca dünyayı ona duyuracak kadar yakın olsa. Bir ses mesafesi. Olmaz mı? Neden olmasın? Amin öyleyse. Binlerce kez amin. Sen de de. Amin de. Her gün de. Günde beş kez de. Beş yüz kez de. Amin de. Amin.

Dizayn Şerif Aydın

Niye geldi ki şimdi buraya? Onca keder niye ki? İnsan. Görmek, dokunmak istiyor anılara. Bıraktığı izlere. Ne bileyim, belki bir şifre bırakmıştır. Romantik olmak istemiştir son dakikalarda. Belki bir not bırakmıştır. Mutfak masasında yarım bardak su. Bir kalem. Bir kağıt. Onun yazısı. Adı. Can'ımın ortağı. Eksiğim. İsimlerimiz. Hepimizin. Doğmuş ve doğacak evladımızın isimleri. Altında iki harf. Koca iki harf. SS. S demiş, bir daha S demiş. Büyük harflerle yanyana. Siz anlamazsınız. Ama o anladı. İnsan bir kağıdı öper mi? Öper de saklar kalbinin üstünde. Muska deyin siz ben de ahit diyeyim. Takvimsiz bir güne sığdırılan günün başlangıcı. Her şey onun değil de herkesin gibi. O evde oturmamış, uyumamış, sarılmamış gibi. İnsan unutmayı iyi beceriyor da bu acılar hep kalıyor işte o muskanın altında. Sebep olanı biliyorsun, sebepleneni biliyorsun. Öylece izliyorsun iplerinin oynatılmasına. Acıyı çekmiş olmak bir başağrısı, bir göz ağrısı gibi değil de tam bir kalp ağrısı gibi oluyor. İnce ince sızlıyor. Her acı sana senin o canını hatırlatıyor. Can'ını yakıyor. Yansın canları. Ya onların canlarının canları. Ah bu düşünmeler, ah bu dünya için fazla iyi olmalar. Şimdi şu kapıya sırtını döndüğü gibi dünyaya da dönse, gitse geldiği yere. Günah mı? Büyük günah mı? Ne kadar büyüktür mesela? Can'ınını alanlarınkinden de büyük müdür? Doğrular sapıyor yayından. Doğru mu yitirmiş benliğini yoksa yay mı caymış kendini germekten çarmıha? Mavi çakmakla kalan sigarayı yaksa, karnındaki sabiye yazık. Yakmasa. Ne olur ki yakmasa? İnsan fazla hassas bu aylarda? Hangi ayda daha az hisseder insan? Var mı öyle bir zaman dilimi? Keşke gelmeseydi. Ne bileyim. Bilmezdi. Şöyle mi olmuştur, böyle mi olmuştur, ne demiştir, ne duymuştur diye düşünmezdi. İnsan, meraktan müteşekkil bir varlık. İnce ince kıyıyor içini.

4


5

İ İ - AĞUSTOS- 2019

SES DERG S

BENİM ŞİİRİM "Söyleyin beni sorana ki, ben bir zanlıyım, bir kalp gerillası yani, takipte bir militan. En günahkar sözcükler dost olur şiirime." İlkin isyan dedim şiirime, sonra gerilla. Ardından da

Ömrü vefâ etseydi Hiroşimalı çocuğun. Patlamasaydı

militan koydum ismini.

başına o cehennem silahı, o da severdi. Yeşilliklerini

Ve söyleyin dedim. Söyleyin beni sorana ki, ben bir

atom bombası kurutmasaydı, çorak bir toprakta

zanlıyım, bir kalp gerillası yani, takipte bir militan. En

büyümeseydi, o da severdi bilirim şiirlerimi.

günahkar sözcükler dost olur şiirime.

Vietnamlı da severdi, Iraklı da, Cezayirli, Kübalı genç

Şiirime "Çarmıhtaki İsa" diye seslenir her bir havari.

de severdi bilirim.

Ve takip altında hep yağmur yerim, kışı yaşarım hep.

Onlar da bir gerilla, onlar da bir zanlı ve onlar da bir

Çakan şimşekler bir kamçı gibi iner sırtıma benim.

tarihin üvey evlatları.

Çünkü sırtım göğe yaslanık.

Döndüm...

Firavun'a yetişseydim şâyet, söyleyeceklerim olacaktı

Ve bir Filistinli kadar kavga verdim kendimle. Oysa

ona. Pramitin gölgesinde benlik aranmaz diyecektim.

ben hâlâ zanlıyım. Hâlâ kana susamışların takip

Rahat bırak diyecektim Musaları, rahat bırak yedi

listesindeki zanlı. Kan yerine gül uzatırım oysa,

genci, on müjdelenmişi bırak. Nemrud'a da söyle

kanayan bütün yaralar adına.

söndürsün ateşini. Toplasın odunlarını gitsin ve rahat

Yâr olamam bilirim yürekcan. Bilirim ben de kurşuna

bıraksın Dede İbrahim'i. Benlik ateşte de aranmaz.

dizilirim bir gün duvar dibinde. Tıpkı o Filistinli çocuk

Onları yakmaz ateş. İsyan var çünkü eylemlerinde

gibi kanım damlar babamın ellerine. Kurşun kan akıtır

bilirim. Onlar da bir kalp gerillası, onların da bir ismi

bedenimden soğuk toprağa. Soğuk toprak kırmızıya

Halil. İhtimal, onlar da severdi şiirlerimi. Şiirime ömür

boyanır.Ve bir gül bahçesi olur ölümüm!

vefâ etseydi.

O dahi yargılanır, o dahi zanlı olur takip altında. Gülleri bir bir koparılır. Bir bir çarmıha gerilir İsa yerine.

KANADA NOTLARI


6

İ İ - AĞUSTOS - 2019

SES DERG S

HAYKIRIŞ Bana yürek gerek kürek mahkumu değil, duygu zebunu his yorgunu değil, bana can gerek, gerek ki gençliğe can verecek. Sonbahar yağmuru gibi hazin değil, ilkbahar çiçeği gibi içten… Kara günlerin habercisi kabus değil, şafak vakti ezan saati hızır görmek istiyor gözlerim. Yeter artık yeteeeeeeeeeeerrr Mesih gelsin rüyama, varsın daha sonra çarmıh kursunlar adıma. Ben ağlayana değil, dimdik durana geldim. Zamanın muştusu küheylanın yelesinde saklanmışsa bu dem, yeleyi rüzgara çevirecek yürekler aramaya geldim. Başı dimdik süreyya yıldızına aşina, gözleri pırıl pırıl on dördü gibi ayın. Ve yüzü apaydın, bulutsuz bir gökyüzü. Yüzler aramaya geldim, bakınca dağlara bir heeeey çeken, bakınca semaya bir heeey çeken ve dönünce ashab-ı kehf ile mağaraya bir heyyy uyanın diyen sesler. Yemliha olup çarşıya çıkan yüreklere geldim. Sevdasını kalbinde sır gibi tutan ve gözlerinde nuhun fırtınasını durduran felaket kurtarıcılarını sormaya geldim. Başında tufanın gemisini durdurabilecek kadar dimdik ve cudi dağı gibi sır dolu kafalar aramaya geldim. Istemem gelmesin kürek mahkumu eller, his yorgunu kalpler gelmesin sesime, gelmesin bir bardak suda gemi batıran ruhlar. Gelmesin kopan panjurun ipliğine ağlayan gözler, ağlarsa bebek güler gözyaşlarına. Bana sema ehline göz kırpıp, tufana yön verenler, kabilin kalbini avuçlarına alıp habile can verenler gelsin. Gel can gülüm gel… Varsa sen de bu yürek, buyur gel, sana hasret, sana susadı nesiller. insan eğri duruşun hesabını dik durmaya çalışırken verecek. ve ölmüş kalbinin heyecanı aksiyona geçilince sorulacak. Dik duramayınca ağlayacak ve aksiyona dönüşmeyince fikirler beyin kemirecek. ne yatak saracak insanı o an, ne gece örtebilecek ızdırabını. ya sevdayı büyütürsün hayallerinde ve büyük bir yürekle yürürsün sevdalılar iline ya da sevdan büyür ve sen küçülürsün sürgün edilirsin sevdasızlar iline. sehpalar öyle zaman olur öyle büyür ki idama giden koridorda zafer takını boynuna geçirmek için bir merdiven olur ve öyle zaman olur ki zaferin eşiğinde idam ipini geçir boynuna. sevdayı büyütür ve idealinle yaşarsan varsın sehpalar idama götürsün seni. Zira öyle idealler var ki uğrunda mağlubiyet bile zafer saydırır.

Şerif Aydın


7

İ İ - AĞUSTOS - 2019

SES DERG S

BEKLEYİŞ Akşamın kızıllığının ardından, karanlığın içine vardığımız bir gece vakti. Her yerin en kuvvetli olan siyah nur ile nurlanmasını bekledik yıllardır. Her bir vakti şehri ayinlerin geleceği ümidi ile geçirdik. Hasret türküleri yazdık. Sevda hikâyeleri anlattık. Fedakârlık hareketleri salındı gecelerimize. Anlayış, hoşgörü ve tolerans iklimi yaymaya çalıştık dünyanın dört bir yanına. Ama hala geceydi. Biz bazen güneş niyetinde ay gördük. Çölün ortasında görülmüş bir serabı gerçek sanıp ona sarıldık. Ama idrak edemedik. Hala geceydi.

Karar kararabildiğin kadar, bir vaktin var senin de... Gecemiz iyice karardı. Evet, öyle bir karardı ki göz gözü görmez oldu artık. Bir şua beklentisi içinde iki büklüm olduk. Bir ızdırap denizi içinde gördük gönlümüzü. Her yer gecenin orman karanlığı içindeki feryatlarla doldu taştı. El uzatamamanın, yardım edememenin hicranı sardı benliğimizi. Ah'lar feryat oldu yükseldi gökyüzüne. Evet, bir vakit taksimi yapmaktan bile aciz kaldığımız bu günlerin içinde iki büklüm geceler gördük ömrümüzde. Ancak, her şeye rağmen bir ümit var içimizde. Diyoruz ey gece... Karar kararabildiğin kadar. Bir vaktin var senin de. Gideceksin. Doğunun semasında yükselecek bir şua ile kaybolacaksın. Tan vaktinin yakınlığındandır senin en koyu halini alman. Biliyoruz, geçecek senin de rengin. Her rengi sakladığın benliğin parçalanacak... Az kaldı. Her yer parçalanan benliğinden fışkıran renklerle rengârenk olacak. Zalimin zulmünün ebedi olduğu görülmüş mü hiç? Elbet bir gün bir “Zübeyir Kılıcı” kesecek o melun zalim kolunu. Zülüm denilen acımasız kılıç düşecek gayyalara. Bir taç giydirilecek mazlumun başına. Bir sevda türküsü dolacak senin karanlığına da. Yeryüzü aşkın yüzü olacak. Her yerini sevinç gözyaşları sulayacak memleketimin. Bir dua duydum gece vakitlerinde. "Ya Rab, baharı görmeyi bana nasip etme" diyen. Bu hicran denizinde bahar günü terk-i dünya etmek isteyen bir gözü yaşlı münadinin duası ne derin ne içten. Sevda bahar da mı bilinmez. Belki de bekleyiş sevdaya dâhildi. Belki de bekleyiş sevdanın ta kendisiydi. Belki de o bekleyişin ızdırabı birçok şeye sebepti. Hep vuslatı arzulayan insan beklemeyi neden sevmedi? Gözü yaşlı münadi beklemenin ve ümidin ne olduğunu anlattı. Sustum. Beklemeye koyuldum. İki mısra düştü gönlüme. Kaleme kâğıda sarıldım. "Öyle bir şey ki gece, insana ümit veren direniş Vuslat anı, beklentisiz bir bekleyiş"

S. Sacit


8

İ İ - TEMMUZ - 2019

SES DERG S

KARABASAN Neye koşuyorum? Arkama bakamam. Neye dokunsam pis, nereye dönsem ezik, harabe; neye baksam virane , neyi konuşsam ya çürümüş ya çiğ. Nereye koşuyorum? Ayaklarımın altındaki balçık battıkça adımlıyorum . Sinekler uçuşuyor, konuyor yüzüme gözüme arsızca. Ağırlaşıyor ayaklarım ve betonlaşıyor her adımda . Ellerimi üzerime siliyorum, diğer yandan paçalarımı kirletiyorum. Yüzümü gözyaşlarımdan temizliyorum , yerine ise siyah izler bırakıyorum. Gökyüzünün rengi gibi ve kargaların.. Bir ses bölüyor uğuldamasıyla puslu havayı. En huzursuz sesler çınlıyor kulaklarımda. Baykuşun sinsi bakışı dik dik karşımda . Mırıldanmaya çalışıyorum. Ağzımda kelimeler sıralanıyor ama dışarı bir harf çıkmıyor. Tekrar edip duruyorum içimde . Daha çok daha güçlü haykırıyorum , duyamıyorum ... Ağırlaşıyor ayaklarım bataklığın ortasında . Bir adım daha atamıyorum. Takatim son damlasında . Dayanılmaz bir uğultu.. kulaklarımı kapatıyorum. Kapattıkça yaklaşıyor sesler ve bir çınlama ...! Gözlerimi açtığımda dudaklarım kıpırdıyor . Mütemadiyen aynı kelimeleri tekrarlıyor . Serin bir ikindi vakti burnuma taze ot kokusu geliyor . Bir kaç kelebek havalanıyor üzerimden utangaç ve zarif. Gölgeleri düşüyor yüzüme gözüme. Ayaklarım arı kuşu kadar hafif. Tam üzerimde yaprakların hışırtısı ve başka bir arı kuşunun maviliğe ilk kanat Çırpışı.. Yumuşak toprağı kaplamış papatyalar dokunuyor yanağıma . Gün ışığı gözümü kamaştırıyor . Bir kaç ses serbes kalıyor ruhumdan ardı ardına . Ve kelimelere dönüyor sonra . Doğanın melodisine karışıyor aynı mısra : “ Fe inne me al usri yüsra. “ * (1) *(1)Demek ki her zorlukla beraber bir kolaylık vardır. (İnşirah:5)

Esra Dolunay


İ İ - AĞUSTOS - 2019

SES DERG S

BEN YOKSAM Gecede acı çırpınışlar Gönlümde yığın yığın kelimeler harmanı Ya bir gün gelirsen Ben yoksam Sabaha çıkmayan cümleler ormanında Kaybolursam Haykıramadığım anlam denizinde Boğulursam Ya bir gün gelirsen Ben yoksam Arar mı gözlerin dört bir yanda beni İçimde yanan solgun ateşinİ çine atılan her sözcükle harlanan Yandıkça yanıyorsam Uzadıkça uzuyorsa gece Ben kaybolmuşsam 'O belde' yok olmuşsa Ya bir gün okursan bunca kelimeyi Ben orada yoksam Konar mı gözlerine acı bir tebessüm Uçsuz bucaksız mor ufkun İçerisine gizlenmiş yalnızlığım Hani! En sadık arkadaş Hiç bırakmayan dostum Ya yoksa suskunluk Ya şiirler de anlatmıyorsa yalnızlığı Okuyorsan bunca kelimeyi Duyuyorsan içimdeki hasreti Gelirsen bir gün sessiz ve derinden Ben yoksam Arar mı gözlerin dört bir yanda beni…

9 Seyfullah Sacid

"ya bir gün okursan bunca kelimeyi...?"

Seyfullah Sacit


İ İ - AĞUSTOS- 2019

UZUN GECE

SES DERG S

VAR

10

Uzuyordu geceMİHMAN Uzuyordu zaman Beldenin ışıkları altındaydı yalnızlık bestesi Hicrana bulanmıştı o anlarda mekân Hasret türküleri doluyordu her yere Ses sesi duymuyordu Manzara darmadağın İçinden gelmiyordu huzur

Hüzne kapı aralıyordu gece Karmaşanın ortasında bir suret beliriyordu Günlerin içine resmin çiziliyordu Tarihin kaydettiği en güzel sessizlik senfonisi çalıyordu Ben duyuyordum Sen işitmiyordun Geceydi Göz gözü görmüyordu Aşk diyordum Berlin duvarından daha keskin bir çizgiyle bölmüştü benliğimi Sen yoktun Gece sesleniyordu sabahlara Mekânın adı yoktu Biliyordum Sen görmüyordun Nevbaharlarımız vardı Adı bile anılmamış hayallerimiz, ırmak gözlerinde parlayan Gökyüzünde hasretle beklenen yıldızlarımız Hepsi gecedeydi Hepsi geceyle geldi Sen yoktun...

Mihman


İ İ - AĞUSTOS- 2019

SES DERG S

11

ÜÇ HACER Böyle başlamıştı üç Hacerin öyküsü… İlki: İbrahim Nebi’nin Haceri yani bıçak altındaki İsmailin annesi, yani sabır kahramanı… Anne olarak sevdim onu. Hz İbrahim’in zevcesi ve yol arkadaşı Halilullahın… Sahrada kalan vefalı... Çetin imtihanın annesi... Bilmem ki anneler Hacer olmadan ibrahimin mesajını anlayabilirler mi? Bir diğer Hacer canım kardeşim. Anacığımın mezar taşıyla yaşıt Hacer. Anamın en küçük kızı. Kardeşlerin ortancası.Yalnızlığı en fazla hissedinimiz ve en fazla annesizliği yaşayanımız bizim. Boynu bükük yetişti ve fedakarlık simgesi oldu Hacer. Gözyaşıdır onun bir diğer ismi. Uzaklardan gelsem, yanıma yanaşır boynuma sarılırdı hep. İkinci kelimeden sonra gözleri dolar tamamlayamazdı sözcüklerini. Ve gözleri damla damla olur arkasından. Dudakları titrer ve hemen terk eder ortamı. Boynuma sarılınca elimi omzuna atar bağrıma basarım Haceri. İsmi bana hep hüznü ifade eder. Anne hasretinin yanında babasızlık ateşini içinde hissetti bir yaşında. İki mezar ortasında on yaşında bir çocuk ve iki göz arasında iki damla yaş. İşte kareye takılan fotoğrafı. Ziyaretine gidince , “abi ne zaman gideceksin?” der. Ben, “birazdan” deyince “abi bir-iki gün daha kalsan olmaz mı?” der her seferinde ve yine yarım kalır meramı. Abi bir sudur kardeş için bazen, Anne ile babasızlık arasında bir ateş söndürücü. Mezar taşına dayanınca, omuzları çökünce arkasından, omuzlarını göğsüne basan bir çocuktur, abi… Ve üçüncü Hacer. Bir güvercin kalbinin ritmi gelir aklıma. İkinci Hacerden aşağı bir yanı yok. O da can, o da başka kuşak bir kardeş. Pembe bir elbise ve uzaklara bakan bir bakış. Hasret karesine takılan fotoğrafı. Okyanusun kenarına oturunca ayın yolcuyu beklediğimiz Hacer. Uzaklara bakınca bakış uzaklığımızın aynı olduğu can. Suyun ötesindeki muallimin suyun berisindeki hasretlilerinden... İçimdeki yangın. Boynuma sarılmadı, boynuna sarılamadım belki ama içimdeki sarmaşık, ismini sardı içime. Onunda gözlerinde hasret, onun da gözlerinde gözyaşı var. İyileşmesi umutsuz bi yaradır hatırası. Birinci Haceri tanıyamadım, hüznümün ilk parçasıdır bu. İkinci Haceri doyasıya sevinderimedim ve bükük boynunu yukarı kaldıramadım. Hüznümün ikinci parçasıdır. Üçüncü Haceri kırık bir gönülle bırakıp gittim. Hüznümün üçüncü parçasıdır bu. Derincedir üç Hacerin öyküsü. Derincedir yaraları onların. Tarihin içime yazdığı üç anlamlı portredir bu.Yazılası üç hikaye…Okunası üç hatıradır bu. Üç damla gözyaşı … Üç damla kan izidir içimde…

FERİD KARSLI- FRANSA


12

İ İ - AĞUSTOS- 2019

SES DERG S

Emine Yüce- Yunanistan

YOLCULUK MUHASEBESI Oturduğum yer az yüksekçe, minik bir tepe. Hem karşıdaki hummalı çalışmayı rahatça göreyim, hem de duygularımla baş başa kalayım diye oturdum buraya. Eskiden olsa bunun için bir taş parçası seçerdim ama bu uçsuz bucaksız çölde zor. Nereye baksan sapsarı kum ve nereye yönelsen bata çıka yürüyüş var burada. Bunlardan gayrısını bulmak epey bir arayış ve emek ister.Karşımdaki manzarayı hayretle seyrederken olayların bugüne, bu âna nasıl geldiğini hatırladım bir kez daha. Bir taraftan hâlâ hayreti yudum yudum içiyor, bir taraftan da gözlerim, bir uyuyakalan İsmail'in çehresini süzüyor bir yeni komşumuzun çadırlarını kurmalarına dalıyor. Daha kaç sabah öncesiydi burada yapayalnızdık, İsmail'im ve ben. Bu kupkuru çölde sadece biz vardık insan namına. Yalnızlığı, çaresizliği, kimsesizliği böylesine iliklerime kadar hissedip yine aynı ölçüde Allah'ın benimle olduğunu da duymuş ve razı olmuşken halime... Nereden geliverdi bu kafile şimdi? Yollarının buraya uğraması, suyu görünce konaklamaları, birkaç gece dinlenip burada kalmayı konuşmaları, benden izin aldıktan sonra kalmaya karar vermeleri bir kısmının yolculuğa devam arzusuyla çıkan yeni tartışma ve nihayetinde yola devam etmek isteyenlere uğurladıktan sonra şimdi yerleşmeye çalışmaları... Tüm o yaşadıklarımdan sonra ne korkum kaldı geleceğe dair ne merakım. Gayrı bana düşen seyir. Güçsüzlüğüm de O'nun gücünü, garipliğimde O'nun dostluğunu, kimsesizliğimde O'nun varlığını ve yakınlığını bunca duymuş ve tatmışken... Bundan sonra ne olacağını merak etmiyorum artık.

Derken İbrahim konakladığımız yerdeyken doğruldu, arkasını dönüp gitmeye başladı. Vedasız, sözsüz bu gidişin gidiş olduğunu anlayınca hayretler içinde kalmıştım. Uçsuz bucaksız çölün ortasında, suyun yiyeceğin ve ne insan ne hayvan tek bir canlının olmadığı bu ıpıssız yerde gerçekten bizi bırakıp gidiyordu... Hayret ve dehşetime eşlik eden feryatlarım da karşılık bulamayınca üstelik, arkasını dönüp bakmadan gidiyordu... Kızgın güneşin altında parlayan kumlar, masmavi gök her şey karardı... Alev alev yakan rüzgar, hava, yerdeki kızgın kum buz kesildi... Yapayalnız bir başıma yanımda bir bebekle... yıllarca hasretle beklenen bir evlatla kala kalmıştım... Terk edilmişlik, kimsesizlik ve daha nice duygular... Az önce Rabbime olan itimadım ve O'nun icraatına rıza arzusunun meltemleri usulca esti... İçimi dolduran genişlik ve inşirahla her yer yeniden aydınlandı, her şey yeniden ısındı...Allah'ın benimle bizimle olduğunu hatırlayışla yeniden canlandım ve iyice uzaklaşan İbrahim'e koştum bir kez daha... “Bunu Rabbin mi emretti?” diyen soruma bu defa “evet” diye cevap geldi... ve büsbütün rahatladım. “Öyleyse O bizi zayi etmez.” diyerek o huzurun lezzeti için; onca çölleri aşmak da, Sare'nin hışmına uğramak da, bir kıskançlığın kurbanı gibi görünüp yola revan olmak da, gece gündüz yürüyüp çöllere varmak da değermiş.. Ama bilemezdim tabi, O'na ne kadar yaklaşırsan yaklaş yolların yolculukların bitmediğini. Her an imanın yenilenmesi ve derinleşmesi için bir o kadar çaresizliği, ihtiyacı ve zayıflığı yudumlamak gerektiğini... Suyumuz bitip de yavrumu doyuramaz olunca benim için asıl yolculuk başlamıştı. Kucağımda taşımaya takadim kalmayınca onu bırakıp dolaşmaya başladım bu defa. Biraz ilerleyip tepeye çıkıyor, inkisarla inerken yavrumu göremez olunca başına bir şey gelir korkusu ile koşuyor, tam yanına gidecekken su bulmam gerektiğini, bulmazsam da başımıza bir şey geleceğini hatırlıyor, “Bir de karşıdaki tepeye bakayım” diyerek yeniden devam ediyordum. Önce onu yerinde görmenin ferahlığı ile canlanıp tepeye tırmandıktan sonra etrafa bakıyor, her tarafı karış karış gözümle gezerken dakikalarca etrafımda dönüyor, bir damla suyun izini bulamayışın inkisarıyla ümidim sönük yeniden iniyordum .


İ İ - AĞUSTOS - 2019

SES DERG S

Aşağı inerken nereye gideceğimi düşünüyor, yavrumu oraya bırakmışken daha uzağa gidemeyeceğimi, zaten gücümün de yetmeyeceğini anlıyor, onu göremediğim yere gelince yeniden koşuyor, “hele şuraya bir kez daha bakayım, belki bu defa bir şey bulurum” diyerek önceki tepeye tekrar tırmanıyordum. Ne ayaklarımı yakan kumu sıcaklığını, ne estikçe sıcak sıcak tenime değen rüzgârı ne susuzluktan çatlayan dudaklarımın acısını duyamaz olmuştum. Takatsizlikle yığılıp kaldığım yerde kendimden de vazgeçtiğim çok oluyordu ama uzakta öylece yatan yavrum gözüme iliştikçe “Hadi bir kaç adım daha Şuraya bir kere daha bakayım” diye can topluyor bir şey bulacağım umudundan çok, çaresizliğin diplerinde “elimden gelen bu. Bari bundan geri durmayım.” çırpınışı ile ilerliyordum. Şimdi uzaktan bakınca delilik gibi gelse de, aynı iki tepe arasında kaç kez olduğunu bilmediğim o koşmalar, yürümeler, yere kapaklanıp tekrar doğrulamalar... Evet dıştan bakana anlamsız gibi gelse de... Şimdi anlıyorum... O da Rabbime bir yolculukmuş... Apayrı bir derinliği olan ve beni O'na daha da yaklaştıran...Neticede bittim dediğim yerde, artık bu -mesafesi kısa ama zorlu- yürüyüş sonsuza kadar da sürse, takatim sadece bir adım atmaya yetecek kadar da olsa, o kadarını yapmaya karar verdiğim ama arayıştan vazgeçmediğim, her inkisarimda Rabbimin bizi zayi etmeyeceğine itimadimla yeniden toparlanmanın, O'na bir kere daha tevekkül etmenin ve hükmüne teslim olmanın ritmini ve ahengini keşfedip iyice uyum sağladığım... hep bu ahenkle yaşayacağım, vereceksem de son nefesi böyle vereyim dediğim o anda... o sayin sonsuz bir yol olup ruhumda açıldığı ve rıza ile yürümeye azmedip yola koyulduğum o anda... artık telâşın korkunun kaygının tükenip, hüzün içinde sabit bir lezzeti sonsuza değin yudum yudum içmeye azmettiğim o anda... yavrumun yanı başında parlayışını gördüm...

13 Daha dokunamamış, bir yudum içememiş olsamda, verilişinin umuduyla kalbime duygularıma yürüyen taptaze cansuyuyla koştum yeniden... Bu defaki ümit ve korkuya karışan bir koşuş ve müjdenin vuslat mustusuna karışan heyecanıydı.Tarifi imkansız O buluşma anını, o sevinci ve huzuru tattıkça anladım ki; ben sadece arayabilirim isteyebilirim dua ve talep edebilirim. Gücüm sadece ona yeter. Ve kul olarak bana düşen sadece budur... Suyun benim arayışlarımla değil, uzakta yavrumun yanından verilişi ise ne manalara geliyor? Onun tefekkürünü de size bırakayım.


14

İ İ - AĞUSTOS - 2019

SES DERG S

SAYIN YARGIÇ

VAR

Hilal Seher-Yunanistan

Sayın yargıç ve arkadaşları size bir dünya bırakıyorum. Size bir mahkeme bırakıyorum ve dar ağaçları dikiyorum işiniz kolay olsun diye. Kerem’in Aslı’nın,Ferhatın Şirin’in dünyasında anlaşılmayan bir aşkı yargılama fırsatı veriyorum. Maşukların sürüleceği, Yusufların atılacağı zindanlar bırakıyorum size ve adına aşk dediğiniz tutkularınızı kural diye koyuyorum yanıbışınıza. Kırmızı kitabınız olsun sizin, yargılarken tek dayanak tutkunuz olsun ve cevap alamadığınız her duygu hükmü idamlık. Sana sesleniyorum ey yargıç, bu semada bana yer yok bilirim ve kanunların tutku-yasal çerçevesinde idamıma her zaman bir dayanak vardır, onu da bilirim, ama bilinki sayın yargıç aşka istediğiniz hükmü kesin, hükümsüz. Aşkı semada yaşarım ve semada aşkı sevmeyenlerin hükmü mesnetsiz... Sen hiç aşık oldun mu ey yargıç, hiç seni çooook seviyorum mesajını aldın mı sevdiğinden. Onu beklerken ellerin titredi mi hiç. Olmadı değil mi? Belli zaten yargılarken hiç titremiyor ellerin ve kalbin hiç ışık vermiyor gözlerine. Seven bir göze değmemiş gözlerin belli. Gözlerin sevseydi, kalbin hissetseydi gözlerin öyle donuk olmazdı bilirim. Tek bir cevap dahi vermedim yazılanlara ve karar diye yazdırdığın hükümlere hiç şerh düşmedim. Yargıtaya hiç götürmedim kararlarını çünkü… Çünkü…. Neyse…. Hallac-ı Mansur gibi seslendim infaz hükmünü verdiniz. Aşkı anlatmak istedim dar ağacında konuşturtmadınız. Hallac’ca düşünmeyi bilmezsin belki ondandır yargıçca yargılamaların, canın sağolsun. Sanırım öyle ölecem ve ölümüm senin kaleminden olacak, anlaşılmadan. Kartondan sarayında sefa sür, şimdilik. Bu dünyayı sana bırakıyorum ey tutkunun aşığı sevimsiz yargıç, senin pazarında tezgah açmadım, Zabıtası olacağın pazara da hiç uğramadım say.. Hadi artık bu dünya senin, bu sefer ben kırdım kalemini......

MİHMAN


15

İ İ - TEMMUZ - 2019

SES DERG S

GELİNCİK VE KELEBEK

VAR

MİHMAN

Hüzün aşkın öbür adıdır. CAN YÜCE Kahkaha degil, tebessüm Üzüntü degil, hüzün Yüksek ses degil, fısıltı Parlak ışık degil, loş Hareketli müzik degil, slow aşkı olanın kalpte olur yarası... inilti, kalbin ritmidir çocuk ve aşktır adın senin.... Ondandır bakışımda bazen hüzün olur, bazen seste fısıltı... Ses coook derinden gelir, bakış deriiin kalpten. sana ulaşıncaya kadar ışığı az kaybolur belki, belki ses fısıltı olur.... Uzaktan gelir çünkü. Hoyratça olsa da seslenişim sana, sızı gibisin içimde... Kırda Keman sesinde gelincik bırakmak isterdim avuçlarına.. Aşkın çiçeğidir benim icin, tebessüm gibi narin ve nahif, ince mi ince... İsyan dağlarına çıkarsan, vahşi çicekler en güzel sana yakışır... Ceylanla rakseden kır ve bayırın tüm çicekleri gibi... Kırda gezdirseydim kırk ikindin yağmurunun ıslattığı saçına gelincik takar, yeni ayakkabılarına eşlik etsin diye halhal takardım bileklerine... İsyanın kızı, vahşi dünyanın güzeli, evcilleşmiş gibi görünsün diye... Aslanlar dost görür seni, bir yanın vahşi, ceylanlar dost görür seni kalbin kelebek gibi nahiftir diye... Her çiçek sana güler bayırda her dal parmaklarına değmek ister kokun var diye... Bakma bana öyle kızgın, bazen asık suratla :) İçimde bir panayır var her sabah, tek müşterisi var tüm tezgahların... Tüm tezgahtar bir güzele bakarlar, tüm sesler ismiyle başlar o kelebeğin... Sen ayak basarsın diye... Zeytin değil önümdeki, peynir değil, çay değil... Bardağımdaki ses kuşun çiçeğin dağın bayırın seninle cana gelmişken çaldığı senfonisi... Ve sen varya canım, sen... Kalbimde 40 yılda açan sevgili... Bakma bazen bırakıp gider gibi göründüğüme saçının her teliyle ayrı bağlandım ben. Hüzün değil gülüm o, aşkın rengi aşkın...


16

İ İ - AĞUSTOS- 2019

SES DERG S

OKUNASI KİTAPLAR Yayımlandığında dünyada hem edebi hem de siyasi yankı uyandıran İvan Denisoviç'in Bir Günü, Stalinist baskıyı edebiyata taşıyan ilk roman.Aleksandr İsayeviç Soljenitsin, "İvan Denisoviç'in Bir Günü"nde, toplama kamplarındaki acımasız yaşama ve çalışma koşulları karşısında onurunu ve haysiyetini korumaya çalışan insanları anlatıyor. Kirli, soğuk ve adaletsiz bir ortamda hayata tutunan mahkûmların, insanlık dışı düzene nasıl direnç gösterdiklerini resmediyor.Soljenitsin'in kendi anılarından yola çıkarak yazdığı roman, 1962 yılında yayımlandığında Sovyetler Birliği'nde büyük yankı uyandırmış, kısa sürede toplatılmış ve yasaklanmıştı. Stalinist dönemin yazarlar üzerindeki siyasi baskısını anlamak için okunması gereken bir roman. John Steinbeck'in tartışmasız en büyük eseri olan ve ona Pulitzer ödülünü kazandıran "Gazap Üzümleri", 1939'da ilk kez yayınlandığında büyük tartışmalara yol açmıştır. Tüm dünyayı etkileyen "Büyük Buhran" döneminde, tarımın kapitalistleşmesi ve krizler sebebiyle fakirleşen kitlerlerin ayakta kalma mücadelesinin anlatıldığı bu romanda Steinbeck, açlık, sefalet ve zorbalık yüzünden evlerini terk edip yollara düşmek zorunda kalan binlerce işçi ailesinden birine odaklanıyor. Boşa çıkan umutların, hüzne dönüşen sevinçlerin arasında insanlığın direncini ve onurunu çarpıcı bir dille anlatan, kapitalizmi sonuna kadar eleştiren "Gazap Üzümleri", 20. yüzyılın en önemli eserlerinden biri olarak görülüyor.

"Uçurtma Avcısı", Afganistan doğumlu Amerikalı yazar Halit Hüseyni'nin (Khaled Hosseini) ilk romanı. 2003 yılında yayınlanan kitap bir Afgan tarafından İngilizce yazılmış ilk romandır. New York Times'ın en çok satanlar listesinde bir numaraya kadar yükselmiştir.Bu kitap şu an yaşanmakta olan yeni sömürgecilik dönemi, küreselleşme, kültürler arası çatışma, dinî ikiyüzlülük, ırkçılık, iç savaş ve göç gibi konulara bakış açısı getirmektedir. Ayrıca cinsiyet ilişkileri/rolleri gibi kavramlara da değinmektedir.

Şerif Aydın


17

İ İ - AĞUSTOS- 2019

SES DERG S

ANA - MAKSİM GORKİ Bir başkaldırı ve umut romanıdır Ana… Gördüğü şiddet ve yoksulluktan insanlığını unutmuş bir kadının, sosyalist dünya görüşünü benimsemiş genç bir işçi olan oğlunun tutuklanmasından sonra, dünyanın değiştirilebilir olduğunu keşfetmesinin hikâyesidir. Toplumcu gerçekçi edebiyatın ilk örneği ve başyapıtı sayılan Ana, Gorki tarafından 1906 yılında Amerika’da kaleme alındı, aynı yıl New York’ta yayınlandı. Bütün dünyada büyük yankı uyandıran roman, iki yıl gibi kısa bir süre içerisinde pek çok dile çevrildi. Türkçe olarak ilk kez Tanin gazetesinde 1908-1909 yıllarında tefrika edildi.

GOLOVLEV AİLESİ - SALTIKOV ŞÇEDRİN Golovlev Ailesi; asil, soylu ama bir o kadar da yozlaşmış, sömürgeci bireylerin bir arada olduğu bir aile. Güçsüz, ikiyüzlü insanların toplamı. Onların gözlerinin gördüğü sadece ve sadece ceplerine düşecek payları, arsaları ve toprakları... Çözülmüş akraba ilişkilerinin, yozlaşmış ahlakın ve önlenemez yok oluşun kanıtı... Aileye birkaç kuşaktır damgasını vuran üç önemli özellik vardı: Avarelik, işe yaramazlık ve ayyaşlık. Bunlardan ilk ikisinin sonucu: Boşboğazlık, boş düşünceler üretme ve duygusuzluk.

Colson Whitehead / Bölge Bir “Titreyip kendine gelmeye muhtaç, dibe vurmuş günümüz toplumuna dair zekice kurgulanmış bir metin.” – The Seattle TimesAmerikan edebiyatının en iddialı isimlerinden Colson Whitehead, Bölge Bir’de, büyük bir salgının ardından yerle bir olan dünyada, yaşayan ölülerle ölmeden yaşamaya çabalayanların öyküsünü anlatıyor. Bir zamanların şaşaalı New York şehrinde, kurtlar sofrasında sağ kalmanın tüm incelikleri ve uygarlığın bağırsaklarında verilen amansız savaşın öyküsü... Bölge Bir, çivisi çıkmış dünyada kaybedecek hiçbir şeyi kalmamış olan leşleri, kopukları ve medeniyet adıyla bilinen hastalığın son safhasını gözler önüne seren, dehşetli bir çağdaş yaşam alegorisi. Devası bulunmayan bir salgının öyküsü bu, yaşam da dedikleri. “Umut en tehlikeli uyuşturucudur, sakın kullanma.”


18

İ İ - AĞUSTOS - 2019

SES DERG S

BEN DE ÇOCUK OLMUŞUM Ben de Çocuk olmuşum Hiç bakmayın öyle bana Huysuz ihtiyar insana Gidek geçmiş zamana Minicik masummuşum Ben de çocuk olmuşum Bir gün korkak bir gün kurnaz Hep afacan hep yaramaz Rüyalarda akıl almaz Çok hayaller kurmuşum Ben de çocuk olmuşum Sevdim, coştum, çağladım Güldüm, küstüm, ağladım Her geçen gün bir adım Hayata tutunmuşum Ben de çocuk olmuşum Ben ne zaman büyüyecem Tam özgürce yürüyecem Nasıl hayat sürecem Hep kendime sormuşum Ben de çocuk olmuşum

Yalnız uzak mesafeler gurbet değildir; yâr, yârân dediklerinize selam verememek de gurbettir.

Sokağa ağaç diktim Sonra resmini çektim Şekerpare bir bebektim Şimdi koca kurtmuşum Ben de çocuk olmuşum

Şair-Yazar Elvin Mütaliboğlu


19

İ İ - AĞUSTOS - 2019

SES DERG S

MAVİ

OKYANUS HAVASI

Kanada'dan bir gezi yazısı

Çok okuyan mı yoksa çok gezen mi en çok bilir

ş

diye sormu lar. Biz hem okuyup hem gezenlerdeniz. Bu yaz rotamızı tatil için Kanada’nın Atlantik eyaletlerinden New Brunswick, Nova Scotia ve Prince Edward Island’a çevirdik. Tatile çıkmadan plan-program yapmak, otel rezervasyonu ayarlamak. yolluk

ş

hazırlamak.. Bunların hepsi ki isel tercihler ve

ğlı. Ben size kısaca kendi ş ş ğım. 6 gece 7 gün süren tatilimize Ağustos ayı başında çıktık. Tatil başlangıcından yaklaşık 3 hafta eldeki imkanlara ba

gezi tecrübemi payla maya çalı aca

önce otel

rezervasyonlarımızı ve gezilecek yerlerimizin planını çıkardık. Aman efendim çocukla gezmek zordur, o kadar

ş diyenlere kulaklarınızı tıkayın ve sıkı durun. Toplamda 3500 km yol yaptık.

saat arabada nasıl oyalanırlarmı

ş

ş

ğımız bu

Eyaletler arası geçi ler dı ında giderken 11, Ottawa’ya dönerken 16 saat araba sürdük ve 3 aile çıktı

ğilseniz, çocuklar size hiç mani olmuyor.Ottawa’dan sabah

yolculukta yanımızda 6 çocuk vardı. Kendiniz engel de

ğımız olan St. George’a akşam ulaştık. Ertesi gün, ilk olarak sabahın erken saatlerinde tekneyle balina izleme etkinliğine katıldık.

ayrılıp ilk dura

ş

Yakla ık 3.5 saat süren bu turları düzenleyen çok fazla

şirket var.

Teknede çocuklar için korsan kıyafetleri, canlı deniz hayvanlarını yakından tanıma ve tekneyi kısa bir süre kullanma gibi aktiviteler

ğlarken,

onların sıkılmamalarını sa

ğımız bu

teknelerle açıldı

yolculukta balinaları ve yunusları

ğal ortamlarında görme

do

şansımız oldu. Tabi ki balinaları görebileceğinize dair bir garanti yok, bu tamamen onların

ş

insiyatifine kalmı .


20

İ İ - AĞUSTOS - 2019

SES DERG S

Bir

ğımız,

sonraki

dura

güzelliklerinden

biri

New

olan

Brunswick’in

Hopewell

nadide

Rocks

oldu.

ş 3 saat süren bir yolculuk sonunda ğümüz manzara ve okyanus üzerinde yürüyüş yaşanmaya değer. Burada gelgit olayını Yakla ık gördü

deneyimlemek saatlerini

için

gitmeden

önce

ğrenebilirsiniz.Daha

ö

internetten

birçok

gezilecek

yerleri olsa da New Brunswick’de sadece bir gece

ş

kalıp Nova Scotia eyaletinin ba kenti olan Halifax

şehrine gittiğim

geçtik. her

Denize

yerde

ş

a ık

deniz

bir

İzmirli

kokusunu

derin

olarak derin

ş

içime çektim. Varsa derdiniz tasanız, bakı larınızla

ş

haykırın

gitmi ken

denize.

Dalgalarla

ş

payla ın

ğunuzu ve varsa hüznünüzü.

mutlulu

ğun

Bana bu yo

ş

duyguları ya atan Halifax’ın

şehir

ş

ş

merkezinde yakla ık 4km’lik bir sahil yürüyü

ş

yolu var. Ba tan

sona yürüyün, kalabalıkları seviyorsanız hafta sonuna denk getirin gezinizi. Ama sahilde mutlaka oturup kendinizi dinleyin maviyi seyre dalarken.

ş

Halifax’a gelmi ken mutlaka Peggy’s Cove kasabasını ziyaret edin. Halifax’a 1 saat mesafedeki bu güzel sahil kasabasına giden yolda kendinizi Ege kıyılarından geçiyor gibi hissedeceksiniz. Kartpostallara layık bir deniz feneri, bembeyaz kayalıklar ve bu kayalıklara vuran Atlantik okyanusunun mavi beyaz

ş

dalgaları kar ılayacak sizi Peggy’s Cove’da.


21

İ İ - AĞUSTOS - 2019

SES DERG S

Bu arada deniz mahsulleri denemeye ilginiz varsa bu

taraflara

Özellikle

ş

gelmi ken ıstakoz

hepsini

vazgeçilmezlerinden.Buraya turistik

bir

Kanada’da

gezi

deneyin

mutfa

kadar

mahiyetinde

gezimiz ilerledi.

ş

okyanus

derim.

ğının

Atlantik

bulmu ken

hep Peki

yüzmeden

Ottawa’ya dönülür mü? Halifax sonrası istikamet Prince Edward Island.

Adadaki

ilk

ziyaret

Charlottetown’da koleksiyoncusu

yerimiz

ş

yakla ık

iseniz

P.E.I.

iki

ğiniz

gitti

eyaletinin

saat

şehir

her

yerden

ş

ba kenti

merkezinde birer

Charlottetown oyalandık.

magnet

almayı

Siz

oldu. de

Küçük

benim

unutmayın.

gibi

ve bir

şirin

bir

şehir

buzdolabı

Chatlottetown’daki

olan

magneti

hediyelik

ş

e ya

dükkanları tam da bu isteklerinize hitap edecek cinsten.

ş

ş

Gezinin sonrası mı? Deniz-kum-güne ! Adanın en me hur sahiline sahip olan Cavendish kasabasında 3 gece

şanslıysanız öğlene kalmadan kumsalda yerinizi alın ve okyanusta yüzmenin tadını çıkarın. İkindi sonrası ise vaktinizi şehir aktiviteleri ve bazı marketlerden bulabileceğiniz helal ürünlerle yapacağınız mangala ayırın. Geceleri mi? Çocukları uyutup semaverde demlediğiniz çayları hoş arkadaş sohbetleriyle taçlandırın. Biz şimdiden gelecek yıl için Kanada içi tatil rotamızı belirledik. Ya siz? konakladık.

Hava

konusunda

bizim

gibi


İ İ - AĞUSTOS - 2019

SES DERG S

22 Bir toplu tamame için kapandığı gün kefenin so düğümü attığı gündür.

ÇARESİZLİK ACİZLİKTİR Bir harekette eğer taban yorgun ve solgun, tavan da kızgınsa orada sunulacak her ihya projesi ölü doğumdur. Her hareketin ve her medeniyetin bir yükselme ve bir durgunluk dönemi vardır. Ama bundan kötüsü durgunluk döneminden sonra eğer yeniden tecdid hareketi doğmazsa teceddüde basvurulmasıdır. Birbirine çok benzeyen bu iki kelime arasında ses benzerliği olsa da manada büyük bir fark var. Tecdid yenilenme, teceddüd ise başkasına benzeme benzeşme hareketidir. Osmanlı kendi içinde yenilenmeyince, tecdide zorlayan atmosfer ciddiye alınmayınca bir Tecettüt dalgası başladı. Avrupa rüzgarına kapılan bir nesil dayattıkları reçetelerle Osmanlı’da peşpeşe ilan ettirdikleri ıslahat ve Tanzimat fermanlarıyla bir arpa boyu yol gidemediler ve netice itibari ile altı asırlık çınar yıkıldı. Örneği Osmanlı'dan versem de tarih dünün nerdeyse aynısını bazı hareket ve kitleler için yeniden sahneye sürüyor. Hatırlanırsa Osmanlı'da yetki kısıtlamaları ve geniş meclislerin kurulması gibi özgürlük hareketleri başlamıştı. Özde güzel reelde bu dönem için zor olan bu devrim nitelikli hareket Osmanlı için erken bir huruçtu ,Erken huruç yani ortaya çıkma çoğu zaman ölüm getirir. Güçler dengesinin olmadığı yerde Her erken davranış niyetin aksine istenmeyen sonuçlarla neticelediğine onlarca örnek verebilirim. Kendi içinde kendi ruh kökleri üzerinde yükselmeyen ve Batıdan gelen bireysellik rüzgarını tam hesaplayamayan yöneticiler kendi sorunlarını tecdid hareketiyle çözme imkanı varken sorunlarla cedelleştiği için sorunu tespit ve çareyi ortaya koyacak kafalar bulunamadı. Az önce de demiştim, tecdid olmayınca yeni neslin yarı Avrupa yarı Osmanlı kişiliğinde bir teceddüd yani Batıya benzeşme hareketi başlattı. Netice itibariyle eski heyacanını yitirmiş medrese ve mektepler ile disiplini bozulmuş kışla daha fazla yozlaştı. Konum Osmanlı olmadığı için detaya girmeyecem. Daha önce yazdığım iki makalede Hizmet hareketinin Batı'ya çekilmesine "Yeniden Rönesans imkanı” demiştim. Ama şunu unutmamak lazım ki rönesans özünde yeni ve ciddi okumalarla başlar. Eskiyi unutma değil, eskinin yeniye uyarlanması...

Eğer sevk ve idari kesimin tüm gayreti eskiyi ve sınırları korumak ve bu yolla dağılmayı önlemek ise emin olun bu savaşta şimdiye kadar galip gelmiş bir devlet veya hareket yoktur. Dünya ile etkileşimde olan bir hareketlerin bir ayağı kendi iç dinamiklerinde iken öbürü dış dünya yürüme değilse bir süre sonra içerde olan iki ayağının bir ayakkabıda sıkışma ihtimali yüksektir. Bu sıkışma bezginlik getirir. İçeride solan bir hareketin ise ordu gibi emir komuta zinciri çok ciddi değilse veya devlet mantığı gibi maaş denen ekonomik bağımlılıktan tutun hiyerarşik yapıya kadar onları birbirine mecbur eden bir sistemleri yoksa kitleyi bir arada tutmak için idarecilerin elinde sadece sitem ve kızgınlık kalır ki bu da yine tarihte herhangi bir topluluğu harekete geçirmiş bir motivasyon değildir. Hazreti Nebi Ordu dağılınca ihtimal o gün motivasyonu ya en rahat sağlanabilecek olan ya da motivasyonu yüksek olan Ensar olduğu için onlara seslenir "Ey Ensar Huneyn'de olduğu gibi bir daha..." der ve en hazır onlarda bir kıvılcım tutuşturur. Canlılığın en güçlü olan yerinden tutup yeniden bir toparlama hareketini başlatma gerçek liderin önsezi ve ferasetidir. Ruhen yorulmuş ekser havaya veya zayıf olan yere bakıp durağanlıkta ısrar etmek, hastalığı iyileştirmez hasta sayısını artırır. İçerde ve dışarda sorunlarla uğraşmak iç enerjiyi bitirdiği için erken yaşlandırma getirir. Problemleri insan sayısına ve bütçeye bağlayıp en iyi çözümün şimdilik beklemek olduğunu söylemek sosyal hareketleri tanımamak demektir. Soğuyan hareketler okyanus gibi yeniden ısındırmak bazen başka bir bahar isteyebilir. Bütçen kadar hizmet üretme fikri cüzdanı kadar vizyon sahibi olanların işidir. Anlatmak istediğim, imkanlar yoksa da Don Kişot gibi yel değirmenlerine saldırmak bina üstüne bina eklemek değil, yaşam sebebi aksiyoner insanlar bir harekitin durmaması insana yatırım yapmasıdır. Karamsar havayı dağıtacak acil eylem planları kurulacak oksijen çadırlarıdır. Bediüzzaman, Anadolu ve İslam dünyası peşpeşe yıkılışlar yaşadığı devirde "Neden dünya herkese yükselme dünyası bize ise tedenni dünyası olsun...” der. Ona bu sözü söyleten kendi ifadesiyle -mühim bir alim- dediği bir zatın bile ona “Gün günden beter, hayali hakikat gösteriyorsun insanları aldatıyorsun.” sözüdür. Bediüzzaman'ın cevabı ise "Neden dünya herkese terakki dünyası olsun da, yalnız bizim için tedennî dünyası olsun? Öyle mi? İşte, ben de sizinle konuşmayacağım. Şu tarafa dönüyorum; müstakbeldeki insanlarla konuşacağım.... Şu muâsırlarım, varsın beni dinlemesinler. Tarih denilen mazi derelerinden sizin yüksek istikbalinize uzanan telsiz telgrafla sizinle konuşuyorum. Ne yapayım, acele ettim, kışta geldim; sizler cennet-âsâ bir baharda geleceksiniz..." İşte ateşin bir ruh ve kendi devri ölmüşse bile istikbalde gelecek nesille konuşan bir lider portresi. Sözün özü imkan varken çaresizlik acizliktir. Çaresiz gibi görünen her olumsuz vakada bile çeperi yırtacak bir yol vardır. Yeter ki işin başında olanlar gözünü ufka diksin ve yürüsün. Aksi ise, bir toplum tamamen içine kapandığı gün kefenine son düğümü attığı gündür. Kefen giymek için daha çok erken, şimdi koşma vaktidir, sarsıntıyı hıza dönüştürme vakti...

Şerif Aydın


P KİTA E M R İ D N E L R E Ğ E D

23

ustam ve ben

‘’Belki de bu alem hummalı bir inşaat sahasıydı. Sinan ve çıraklar bina üstüne bina yapadursun, aynı anda kainat da tek tek herkesin hikayesini inşa ediyordu. Tanrı da bir nevi mimardı. Kat kat semadan oluşmuş görünmez bir kubbe asılıydı yukarıda. Hırıstiyan, Yahudi, Müslüman, Zerdüşti ve daha bilmediği kaç itikat ve hal...kubbenin altında herkese yer vardı. Göğün yedi katmanı, yerin yedi katının üstünde sütunsuz, direksiz yükseliyordu. Bakmasını bilene bu evren mükemmel bir yapıydı.’’ Diyor Elif Şafak ‘Ustam ve Ben’ romanında.Ustam ve Ben… Şimdiye dek okuduğum en iyi romanlar sıralamasında ilk beşe koyabileceğim, içinde; tarih, savaşlar ve zaferler, sanat, saray hayatı ve imkansız aşkı barındıran eşsiz bir hikaye.Roman kahramanı Cihan’ın doğumundan itibaren ilgilendiği beyaz filden ayrılamaması O’nun yolunu saraya düşürür. Küçük bir yalanın kendisini savaşın ortasına atacağından habersiz olan Cihan, filden ayrılmama uğruna savaş fili olarak tanıttığı fili ile muharebeye dahil olur. Cihan bilmez ki bu savaş O’nun yolunu o zamanlar yeniçeri olan geleceğin Mimar Sinan’ı ile kesiştirip sonrasında Mimar Kalfası ünvanını verecektir. Büyük aşkı cihan padişahı Kanuni’nin kızı Mihrimah ile tanışması da yine beyaz fil sayesindedir. İmkânsız bir aşkın pençesine düşen Cihan ile Mihrimah’ın aşkının özeti gibidir şu dizeler:Evet, sen yoktun ama ben her gece seninleydim rüyalarımda; yarasalar uyanır, baykuşlar öterken, her karanlık çöküşü, senle sohbet ettim, hasret giderdim. Etime takılmış bir çengel gibi her yere taşıdım ismini ve şimdi senin için uzak bir hatıradan ibaret olsa da özlüyorum o eski günleri.Yıllar sonra Tac Mahal’in yapımında görevlendirilen Cihan ülkesine geri döndüğünde Mimar Sinan’da, uğruna badireler atlattığı fili de, imkansız aşkı Mihrimah’da artık hayatta yoktur. Tüm gizemlerin ve hasetlerin ortaya saçıldığı dönemde, Cihan’ın en büyük hayat felsefesi:‘’ Şayet berikinin yaptığını kendinizinkinden hakir bulursanız, kibir düşer kalbinize. Yok eğer diğerininki daha ala gelirse, bu sefer de başlar haset içinizi kemirmeye. Her halükarda zehirdir bünyeye. Bir çırak için en hayırlısı, hiç bakmamaktır diğer çırakların işlerine.’’ olmuştur.Tarihte mükemmel bir seyahat sizi beklemekte. Hazır mısınız?

MAVİ AVİ


H

24

Hissiz GönüllerKirli bir kahkaha patlatılır, masumum canı yanarken. Serseri gönüller anlamaz gözü yaşlının halinden. Belki bir dirhem bassa kafaları anlamaya yakın, duyarlar mı mazlumun ahını en derinden ? Kirli gözlerden akan yasak hayaller kalbi çürütüp bırakır "leş" misali. Bu anlayamamak neden ? Cehil kirli beyinler, kalbin miracına doğamamış, zavallı hissiz gönüller.

A

K

Aşkı bana yapraklar anlatır teker teker. Esen rüzgar veda eder gibi gider. Bana esen rüzgarlar anlatır gördüklerini. Nerelerden gelir aşkın habercisi. Birçok şey fısıldar (!) şaşırtır beni en derinden, aramızda sırdır kelimeler en mahreminden, kimse bilmez heceleri. Karanlık mahrem sırrını örter gibi çöker üstüme. Sessizliğinde nice sırlar vardır bilinmez. Karanlık gökyüzünde umudu pırıldayan yıldızlarda bulursun bir an. İşte o an siyahta beyaz olursun umuduararken gecede sır kalırsın. Sırla birleşirsen şayet sende parıldayan yıldızlar görülecek.

Kalbim her daim demir parmaklıklar arkasında olsada görmüyorum umudumu, kanatlandırıyorum arşa kuş misali. Başıma gelse bir bela, zaten düşmüşüm demir parmaklıklar ardına, kederlenmiyorum. Varsa bunda bir hayır, niçin yorayım bir çare gönlümü. Gören yok mu ? Duyan yok mu ? Niçin özgürce bırakmıyorum kendimi yaratıcının Aziz yüceliğine. Biz hiç iken yetecek miyiz şu fani yetersizliğimize.

Sadık-ı Meva


İNSAN OLANIN BİR HİKAYESİ VARDIR

Ses olmak için zaman var.

SES DERGİSİ Herkesin hikayesi olmak isterseniz yazın... Yazın ki hikayeniz herkesin hikayesi olsun.

SES DERGISI- AĞUSTOS- 2019


Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.