SUB PRESS Sitüasyonist Enternasyonal Destek Hattı Hazırlayan Şenol Erdoğan Ekim 2008
GUY DEBORD Ciné-sabotaj ya da TÜM FİLMLERİ Metinlerin ait olduğu Filmlerin tamamı için:
www.ubu.com/film/debord.html
-
GUY DEBORD İMGESEL METİNLER GİRİŞ
Eğer bu karmaşadan çıkar ve aklı başında ve özgür bir toplum oluşturmayı başarabilirsek, gelecek nesiller Guy Debord'u yirminci yüzyılda bu özgürleşmeye herkesten daha fazla katkıda bulunan kişi olarak hatırlayacaktır. Guy Debord (1931-1994) kötü üne sahip Sitüasyonist Enternasyonal’deki en etkili kişiydi; Sitüasyonist Enternasyonal, Fransa'da Mayıs 1968'de gerçekleşen ayaklanmanın dağılmasında önemli bir rol oynamıştı. Debord'un yazılarının etkisi hem çok büyük hem de dıştaki görüntünün ötesine bakmayı bilenler için yeterince açık olmuştur. Fakat yazıları kadar önemli olan filmleri daha az tanınmaktadır; en azından şimdiye kadar böyleydi. Bunun nedeni filmlerinin zorlukla bulunabilir olmasıdır. İlki 1950'lerde birkaç kısa skandala neden olmasına rağmen, ilk üç filmi nadiren gösterildi. Sonraki üç tanesi Paris'te 1970'lerde ve 1980'lerin başında biraz daha yaygın şekilde gösterildi fakat başka yerlerde yaşayan çok az insan bu filmleri izleme şansı bulabildi. Daha sonra 1984 yılında Debord'un yayıncı arkadaşı (ayrıca son üç filmini de finanse etmiş olan) Gérard Lebovici bir suikasta kurban gitti. Lebovici'nin sözde "karanlık dostları"yla ilgili dedikodular yayan ve bazı durumlarda Debord'un, arkadaşının cinayetiyle ilgisi olabileceğini ima eden
Fransız medyasının tepkisine sinirlenen Debord filmlerinin hepsini dolaşımdan çekti. Birkaç özel gösterim dışında bunları 1995 yılına kadar hiç kimse görmedi; 1995 yılında Debord'un ölümünden kısa süre sonra filmlerin ikisi (ve yakın zamanlarda tamamlanmış bir video) bir Fransız kablolu televizyon kanalında yayınlandı. Bu üç eserin korsan kopyaları o zamandan beri elden ele dolaşmaktaydı fakat filmlerin aslına 2001 yılında Debord'un dul eşi Alice tekrar piyasaya verene kadar ulaşılamadı. Debord'un filmleri teknik ve estetik açıdan sinema tarihinin son derece yenilikçi eserleri arasında yer almaktadır. Fakat aslında bunlar yıkıcı tahrikler olduğundan pek de "sanat eseri" sayılmamaktadır. Kanımca bu filmler bugüne kadar çekilmiş en önemli radikal filmlerdir; bunun nedeni sadece filmlerin geçtiğimiz yüzyılın en yoğun radikal bakış açısını dile getirmesi değil, aynı zamanda da sinema alanında gerçek anlamda bir rekabet içine girmemesidir. Birçok film modern toplumun şu veya bu yönünü ortaya koymuştur fakat yalnızca Debord'un filmleri tüm küresel sistemin tutarlı bir eleştirisini içinde barındırmaktadır. Birçok radikal film yapımcısı, Brecht’in izleyicileri kahramanlar veya konularla edilgen bir biçimde özdeşleşmek eylemine çekmek yerine, düşünmeye ve kendileri adına hareket etmeye teşvik etme kavramına sahte bir bağlılık göstermiştir fakat Debord, bu amaca gerçekten ulaşmış tek kişidir. Belirgin bir şekilde Debord’dan daha az etkilenmiş birkaç film dışında, sadece Debord’un filmleri, sitüasyonist bir taktik olan détournementi –mevcut kültürel öğeleri yeni yıkıcı amaçlara saptırma – tutarlı bir biçimde kullanmıştır. Détournement
-
yaygın bir şekilde taklit edilmiştir fakat bu taklitler genellikle yalnızca karmaşık ve yarı bilinçli bir şekilde veya sadece şaka amaçlı sonlar için kullanılmıştır. Détournement, birbiriyle uyuşmayan öğeleri rasgele yan yana sıralamak değil, (1) bu öğelerden hem mevcut dünyayı hem de dünyayla arasındaki ilişkiyi (2) eleştiren bir bütün oluşturmaktır. Bazı sanatçılar, film yapımcıları ve hatta reklam tasarımcıları benzer sıralamaları üstünkörü bir biçimde kullanmıştır fakat bunların çoğu tatmin edici değildir (1), hatta tatmin edici olmaya yaklaşamamıştır bile (2). Debord’un eserleri ne fildişi kuledeki felsefi konuşmalardır, ne de düşünmeden yapılan saldırgan itirazlardır; bu eserler, içinde yaşadığımız toplumun en önemli eğilimleri ve çelişkilerinin acımasız bir durulukla gerçekleştirilen incelemeleridir. Bu, eserlerin birçok kez tekrardan okunması (veya filmler için tekrardan izlenmesi) gerektiği anlamına gelmektedir; fakat aynı zamanda sayısız radikal ve entelektüel moda geçip giderken bu eserlerin her zamanki gibi geçerliliğini koruduğu anlamına da gelmektedir. Gösteri Toplumu’nun (1967) ilk basıldığı yıllardan bu yana bu gösteri, hiç olmadığı kadar yaygınlaşmış ve gösteri-öncesi tarih veya gösteri-karşıtı olasılıklara dair tüm farkındalıkları neredeyse tamamen bastırma noktasına ulaşmıştır. “Gösteri egemenliği, kurallarının kalıbında şekillenmiş bir nesil yaratma konusunda başarılı olmuştur. (Gösteri Toplumu Üzerine Yorumlar) Bu yeni gelişmenin bir sonucu olarak, Debord’un önceden abartılı veya anlaşılmaz olduğu için reddedilen açıklamaları artık, eşdeğer bir yüzeysellikle, basmakalıp
ve açık olduğu için reddedilmektedir; sitüasyonist fikirlerin belirsizliğinin, bu fikirlerin önemsizliğini kanıtladığını ileri süren kimseler artık ünlerinin, bu fikirlerin eskimişliklerini gösterdiğini iddia etmektedir. Fakat eserlerinin az bir kısmının müzelerde sergilenmesi, üniversitelerde incelenmesi veya medyada tartışılması nedeniyle sitüasyonistlerin atanmış olduğunu düşünen kimseler muhtemelen son zamanlarda bu eserleri tekrar okumaya zahmetine girmemiştir. Tahrikçilerimiz bir sınıf toplumunun hazmedemeyeceği fikirleri yaymıştır. Sistemin hizmetindeki entelektüeller – kendileri sistemden daha bariz bir yozlaşma içindedir – artık bu zehirleri, panzehir bulabilme umuduyla dikkatlice incelemektedir fakat başarıya ulaşamayacaklar. Bunları görmezden gelmek için en az bu kadar uğraşırlardı – fakat zamanında dile getirilen gerçeğin gücü çok büyük olduğundan bu uğraş bir o kadar da faydasız olurdu. Silahlarımızın ne kadar iyi olduğunu sormayın: onlar hala egemen olan yalanlar sisteminin boğazındadır. [In girum]
-
Bu filmleri etkisiz kılmaya yönelik tüm çabalara rağmen, aynı durumun Debord’un filmleri için de geçerli olduğunu söylemeye cüret edeceğim. İçinde bulunduğumuz çağın en etkili teşhis uzmanı olan Debord’un ününün gitgide artması veya bu ünün büyük bir ölçüde Debord’un kişisel yaşamına dair düşmanca dedikodular ile projeleri ve bakış açılarına dair saçma yanılgılardan ibaret olması pek de şaşırtıcı değildir. Neyse ki, Debord kendini açıklama ve savunma konusunda oldukça yeteneklidir; bu nedenle de bunu onun yerine yapmam gerektiğine inanmıyorum. Bununla birlikte, onu radikal bir dönemden geçmiş fakat görünüşe göre sonrasında gözünü açıp çekilen bir sanatçı veya edebi üslupçu olarak gösteren o en kaba ve yaygın tahrifi yalanlamak için ondan bir kez daha alıntı yapma özgürlüğümü kullanacağım: Kendi açımdan bakarsam, sinemada bu kadar acınacak bir hale gelmeyi başardıysam bunun nedeni burada başka yerlerde olduğumdan daha suçlu olmamdır. Başından beri kendimi bu toplumu devirmeye adadım ve buna uygun davrandım. Böyle bir görevi nerdeyse herkes bu aşağılık toplumun (burjuva veya bürokratik kesimi olsun) çok umut vaat eden bir geleceği olduğuna inandığı bir zamanda üstlendim. Ve o zamandan beri birçok kişinin yap-
tığı gibi değişen zamanla birlikte görüşlerimi bir veya birden fazla kez değiştirmedim; aslında zaman benim fikirlerime göre değişti. Çağdaşlarım arasında böyle bir düşmanlık uyandırmamın temel nedenlerinden biri budur. [In girum] Debord’un “belirsizliği”nden şikayet eden kimselerin bile bu sözleri gayet kolay bir şekilde anlayabilmesi gerekmektedir. Debord’un eleştirilemez olduğunu iddia etmiyorum; yalnızca bugüne kadar onun hakkında yapılan eleştirilerin çoğunun yanlış veya yersiz olduğunu söylüyorum. Ona edilgen bir şekilde saygı duymanın, Debord’un savunduğu her şeye ters olduğunu söylemeden geçmemek gerekmektedir. Asıl önemli olan, Debord’un söyleyeceğini özümsemek, uygun görüneni kullanmak ve görünmeyeni göz ardı etmektir. Bu filmlerde ortaya konan asıl mesele Debord’un hayatında ne yaptığı değil, sizin kendi hayatınızda neler yapacağınızdır.
Ken Knabb
-
GUY DEBORD Ciné-sabotaj
Türkçeleştiren ASUDE SAVAN
“GÖSTERİ TOPLUMU” ÜZERİNE LEHTE VEYA ALEYHTE TÜM YARGILARIN REDDİ
-
“Bazen insanın küçük görme duygusunu idareli bir şekilde kullanması gerekir çünkü bunu hak eden çok fazla kişi vardır.” (Chateaubriand) Mevcut sınıf toplumunun gösteri düzeni, yaygın olarak bilinen iki sonucu doğurmuştur. Bunların ilki, hem ürünlerin hem de gerekçelerin kalitesindeki genel düşüştür. İkincisi ise, bu toplum içinde mutluluk bulduğunu iddia eden kişilerin, hoşlanıyormuş gibi yaptıkları şeylerle aralarında özenli bir mesafeyi korumalarının gerekiyor olmasıdır – çünkü bu kimseler istisnasız olarak, bu şeyler hakkında doğrudan kapsamlı bilgi sahibi olmalarına; bunları uyumlu bir pratiğe dahil etmelerine veya bu şeylere ait gerçek beğeniler geliştirmelerine olanak tanıyan entelektüel veya diğer vasıtalara sahip değildirler. Vasat bir meşrubatı öven bir reklam. İskan sorunu, kültürel tüketim, cinsel özgürlük veya şarabın kalitesiyle alakalı olarak zaten son derece aşikar olan bu sonuçlar, devrim teorisine ve bu teorinin son derece kötü dünyamızı ifşa eden zorlu diline geldiğimiz zaman doğal olarak daha çok telaffuz edilmektedir. Bir Alman meze lokantasında, kasiyer tezgahından uzaktan kumanda ile kontrol edilen bir model tren, faturayı ve birkaç neo-bira bardağını mutluluk içinde içkilerini içen müşterilere
götürür; müşteriler içkilerinin otomatik olarak servis edilmesinin, bozuk içeriğinin tatmin edici bir telafisi olduğunu düşünüyor gibi görünmektedir. Bu nedenle, modern gösterinin özellikleri olan saf sahtekarlık ve cahil beğeninin bu birleşiminin, Gösteri Toplumu adlı filme gelen çeşitli şekillerde ezbere tepkilere yansıması pek şaşırtıcı değildir. Bu kavrayamama kaçınılmazdır ve bir süre daha böyle olmaya devam edecektir. Gösteri, entrikadan çok bir zafiyettir. Günümüzde gazetelerde ve dergilerde yazarlık yapan kimseler zekalarını gizlemiyor: yalnızca sahip oldukları şeyi görüyoruz. Doğal ortamlarına ve fikirlerine tümüyle saldıran ve bunu, kendilerinin de bu çöküşlerin her birini hissetmeye başladığı bir zamanda yapan bir film hakkında yerinde olan ne söyleyebilirler ki? Tepkilerinin aptallığı, dünyalarının çöküşünden kaynaklanmaktadır. Giscard d’Estaing, eski devlet binasının kapısında görünür; burada birçok fotoğrafçı ve muhabir onu karşılar. Kendi kullandığı bir arabaya biner. Bir tabut çevresindeki İngiliz taburları. Filmimi beğendiğini iddia edenler, onu beğenemeyecek kadar çok başka şeyleri de beğenmişlerdir; beğenmediklerini
-
söyleyenler de o kadar çok şeyi kabul etmiştir ki yargılarının en ufak bir değeri yoktur. Bir çift, yol kenarındaki bir restorana girer. Saygı içinde menüyü inceler ve sonra fabrika yapımı bir dondurmanın tadını çıkarırlar. Söylemlerinin yoksulluğu, yaşamlarının yoksulluğunu yansıtır. Yalnızca her yerde görebileceğiniz çevrelerine ve işlerine, metalarına ve törenlerine bakmanız yeter. Yalnızca size yabancılaşmanızın mevcut durumu hakkında saat başı aşağılayıcı güncel bilgiler veren o ahmak sesleri dinlemeniz yeter. Reklam klibi: Birçok otomobil kaza yapmış ve otoyolu neredeyse kapamıştır; fakat iyi marka lastikleri olan araba yüksek hızla gelir, arabaların arasından düzgünce zikzak yaparak geçer ve yoluna devam eder. Reklam klibi: Birçok genç kadın striptiz yaparak bir malın tanıtımını yapar (malın ne olduğu belirsiz). Bu reklamın müziği yerine bir radyo spikerinin sesi vardır; spiker nazik bir sesle, sanki dünyadaki en olağan şeymiş gibi, trafik sıkışıklıklarını ve dinleyicilerinin birçoğunun tatile gitmek üzere kullandığı karayollarındaki tahmini bekleme zamanlarını bildirir. İzleyiciler arzu ettiklerini bulmazlar; bulduklarını arzu ederler.
Reklam klibi: Bir müşteri lüks bir İngiliz mağazasına girer. Satıcı onu saygı ve özenle karşılar. Müşteriye uzunluğunu beğenip beğenmediğini anlamak için bir sigara numunesi verilir. Çok uzun olduğunu söyler. Satıcı sigarayı keser. Hala biraz uzundur. Satıcı sigarayı biraz daha kısaltır ve müşteriye bir ayna tutar. Ağzında sigarayla kendini seyreder ve memnun olduğunu bildirir. Gösteri, insanları onu sevmeye zorlama noktasına kadar düşürmez fakat birçok insan onu sever gibi görünmek için para alır. Artık böyle insanların bu toplumun her yönden tatmin edici olduğuna bizi ikna etmesi yanlarına kalmayacağı için, topluma dair her türlü eleştiriden duydukları memnuniyetsizliği bildirme konusunda aceleci davranmaktadırlar. Bu memnuniyetsiz insanların hepsi daha iyi bir şeyleri hak ettiklerini düşünür. Fakat birilerinin onların taraftarlığını kazanmayı gerçekten istediklerini düşünüyorlar mı? Aniden doğruluğuna ikna oldukları varsayılırsa, böyle bir eleştiriye takılmak için zamanları olduğunu gerçekten düşünüyorlar mı? Beğeni topraklarının bu uğursuz kiracıları nereden konuştukları anlaşılmadan konuşmaya devam edebileceklerini mi sanıyorlar? Satıcı sonra müşteriye, tam istediği boyda üretilmiş sıradan bir sigara paketi gösterir. Nisan 1974, Portekiz: tüfeklerinde karanfiller olan asker-
-
ler, ordu kamyonlarının yanından geçer; denizciler, sivil göstericilerle arkadaşlık eder. Cannes Film Festivali kürsüsünde, en iyi aktörler, senaryo yazarları, vs. ödüllerini alır. Daha özgür ve gerçek bir gelecekte insanlar geçmişe, gösteri yalanları sisteminin kiraladığı yazmanların kendilerini – sanki bu sistemin feshi herkesin farklı düşündüğü bir konuymuşçasına – gösteriyi inkar eden bir filmin kusur ve erdemlerine dair kendini beğenmiş fikirlerini sunabilecek seviyede görmelerine şaşkınlık içinde bakacak. Artık sistemleri gerçekten saldırıya uğruyor ve sistem kendini zar zor savunuyor. Sahte delilleri artık kabul görmüyor ve bu nedenle bu sahtekarlık uzmanlarının birçoğu işsizlikle karşı karşıya. Bu harika günde yönetmen Costa Gavras. Yok olma tehlikesiyle karşı karşıya olan bu yalancıların en azimlileri, hala gösteri toplumunun gerçekten mi var olduğunu, yoksa bunun benim uydurduğum hayali bir kavram mı olduğunu düşünür gibi yapıyor. Fakat tarih ormanının son yıllarda düzmece kartlardan yapılmış kalelerine doğru yürüyüşe geçmesinden ve şu anda saflarını sıklaştırmaya ve öldürmek için yürümeye devam etmesinden bu yana, bu eleştirmenlerin çoğu, sanki okuyabileceklermiş ve 1967’deki basımını aynen bu şekilde hoş karşılamışlar gibi artık yaltakçılık yaparak kitabımın üstünlüğünü övüyor. Fakat genellikle, kitabı perdeye taşımakla müsamahalarını kötüye kullanmam konusunda şikayette bulunuyorlar. Bu darbe çok daha can yakıcı çünkü böyle bir müsrifliğin yapılabileceğini hayal bile etmemişlerdi. Hid-
detleri, böyle bir eleştirinin bir filmde yer almasının kitapta yer almasının onlar için çok daha rahatsız edici olduğu gerçeğini teyit ediyor. Burada, başka yerlerde de olduğu gibi, ikinci bir cephede savunmaya geçmeye mecbur bırakılıyorlar. Münih Olimpiyatları’ndaki çeşitli spor olaylarının canlı yayınlarını aynı anda gösteren bir duvardaki televizyon ekranlarının pan çekimi. Portekizli işçilerin bir gösterisi: tanklar ve askerler yolu kapar ve onları zapt eder. ALTYAZI: 7 Şubat, 1975, Lizbon: otuz sekiz birleşik fabrika Stalincileri, işçi sendikalarını ve hükümet bakanlarını itham eder. Duvardaki televizyon ekranlarının görüntünsün devamı. Bir yarışın veya başka bir tanesinin yakın çekiminin uzun görüntüleri. Yalnızca insani sınırlamalar kişinin her şeyi – en azından bu oyunlarla ilgili her şeyi – aynı anda görmesini engelleyebilir. Birçokları bu filmin anlaşılması çok zor olduğundan şikayet ediyor. Bazıları görüntülerin, filmi anlamalarına engel olduğunu; bazılarıysa sözlerin dikkati görüntülerden uzaklaştırdığını söylüyor. Bu eleştirmenler bize filmi yorucu bulduklarını söyleyerek ve bireysel yorgunluklarını genel bir iletişim ölçütü seviyesine gururla yücelterek, aynı teorinin ifadesi bir kitapla sınırlı kaldığında anlama – hatta büyük ölçüde aynı fikirde olma – konusunda herhangi bir sorunları olmadığı izlenimini vermeye çalışıyor. Aslında farklı toplum kavramları arasındaki -
çelişkiyi ve mevcut toplum içindeki açık savaşı, yalnızca farklı sinema kavramları arasındaki bir anlaşmazlık olarak göstermeye çalışıyorlar. Fakat filmim onları bu kadar aşıyorsa, akli tükenmeye iyice şartlamış bir toplumda paylarına düşen diğer her şeyi anlama konusunda daha kabiliyetli olduklarını nasıl düşünebiliriz? Bu kadar kolay yorulan kimseler, bu kadar çok eşzamanlı reklam ve siyasi mesajın ortasında kendilerinin işlerini ve boş zamanlarını veya Başkan Giscard’ın bilgeliğini ve katkı maddelerinin tadını kabul etmeleri için tasarlanmış kabataslak safsataların ötesini görme konusunda nasıl daha iyi bir konumda olduğunu düşünebilirler? Zorluk aslında benim filmimde değil, onların bayağı zihinlerinde. Hiçbir film, çağından daha zor değildir. Örneğin, Fransızlara “Hayat Kalitesi Departmanı” adlı yeni bir bakanlık sunulduğunda bunu anlayan da anlamayan da insanlar oldu; bu yalnızca, tıpkı Makyavel’in dediği gibi “kaybettikleri şeylerin en azından isimlerini muhafaza etmek için” tasarlanmış asırlık bir yönetim sınıfı hilesiydi. Portekiz’deki sınıf çatışmasının en başından beri özerk meclislerde teşkilatlanan devrimci işçiler ile birkaç mağlup generalle ittifak kurmuş Stalinci bürokrasi arasındaki doğrudan bir yüzleştirmenin egemenliği altında olduğunu hem anlayan hem de anlamayan kimseler var. Böyle şeyleri anlayan kimseler filmimi de anlayacaktır ve ben böyle şeyleri anlamayan veya başkalarının anlamasını engellemeyi kendine görev bilen kimseler için film yapmıyorum. Portekiz devriminin ilk günlerinde Stalinci Cunhal, sosyalist Soares, General Spinola ve en ufak bir otorite sahibi herkes, ulusal bir sarayın ihtişamının arasında, devrimin daha
öteye gitmesini engellemek için ellerinde olan her şeyi yapacaklarına dair vaatlerini alenen ilan etmek için birer birer ortaya çıktı. Tüm eleştiriler aynı gösteri ürünü kirlilikten geliyor olsa da tıpkı diğer günümüz metaları kadar görünüş itibariyle çeşitlidir. Eleştirmenlerin birçoğu filmimin içlerini coşkuyla doldurduğunu iddia etti fakat hiçbirisi bunun nedenini açıklayamadı. Ne zaman düşmanım olması gereken kimselerin beni onayladığını görsem, kendime bu kimselerin muhakemelerinde ne gibi bir hata yaptıklarını sorarım. Genelde bunu bulmak kolaydır. Alışkın olmadıkları kadar yenilikle ve idraklerinin tamamen ötesinde olan bir cüretkarlıkla karşı karşıya kalan bir bu avangart müşteriler, böyle büyüleyici tuhaflıkları var olmayan bireysel bir şiirselliğe bağlayarak boş yere bir beğeni temeli kurmaya çalışır. Alev almış bir dizi petrol kuyusu. Modern bir büyükbaş hayvan çiftliğinin, bu hayvanlardan alınan ve eti günümüz müşterisine layık bir kalite seviyesine getirmek için kullandığı kimyasallar ve teknolojileri gösteren kısa bir görüntüsü. Açık deniz römorklarının yerine taşıdığı bir petrol arama platformu etrafında uzun bir takip çekimi. Mesela bunlardan bir tanesi filmimi sözde “öfke şiirselliği” için övüyor; bir diğeri filmi izleyerek tarihsel bir devrin geçişinin bir melankoli yarattığını keşfediyor; günümüz sosyal ya-
-
şamının inceliğini büyük ölçüde abartan diğerleri ise bana bir çeşit züppelik vasfı yüklüyor. Bunlar yönetim savunmalarının farklı daimi taktiklerinden başka bir şey değildir: Var olanı reddet ve olmayanı açıkla. Bir toplumun çözülmesine eşlik eden eleştirel bir teori, öfkeyle ilgilenmez, yalnızca öfke görüntüleri sunmakla ise çok daha az ilgilidir. Gözlerimizin önünde gelişen bir hareketi anlamaya, açıklamaya ve hızlandırmaya çabalar. Bize kendilerinin sahte öfkelerini yeni moda sanatsal bir içerik gibi sunan kimselere gelince, bunun yalnızca, onların gerçek yaşamlarının metanetsizliği, uzlaşmaları ve aşağılamalarını telafi etme yöntemleri olduğu açıktır – izleyicilerin seve seve kendilerini onlarla özdeşleştirmesinin nedeni budur. Galaksiler. Portekiz işçiliern bir gösterisi: “Kahrolsun geçici hükümet!” Siyasi mürteciler doğal olarak filmime daha da düşmanca yaklaşıyor. Bu nedenle deneyimsiz bir bürokrat, “bir olay anlatarak değil, doğrudan bir teoriyi filme alarak siyasi bir film yapma” konusundaki atılganlığıma hayran olduğunu iddia ediyor. Maalesef, teorimden hoşlanmıyor. Kolayca görülebilen “uzlaşmaz solculuk”uma rağmen, sistematik olarak ”Birleşmiş Solun adamları”na saldırdığım için aslında sağa kaydığımı seziyor. Bu geri zekalının ağzı bu tür şişirilmiş deyimlerle dolu. Hangi birlik? Hangi Sol? Hangi adamlar? Stalinci Cunhal birçok yardakçısıyla birlikte yalancı bir sloganı katiyetle tekrar eder.
Ilımlı demokrat rolünü oynayan Soares herkese gülümser, insanlardan çiçekler alır ve sıkıcı toplantılara başkanlık eder. “Birleşmiş Sol”, tabii ki, Stalincilerin proletaryanın diğer düşmanlarıyla olan mevcut ittifakından ibarettir. Ortakların her biri birbirini iyi tanımaktadır. Birbirlerinin arkasından acemice dalavere çevirip her hafta kulak tırmalayan seslerle birbirlerini itham ederler. Fakat artık işçilerin bu devrimci teşebbüslerini sabote etme çabasıyla ve – kendilerinin de kabul ettiği gibi – tüm ayrıntıları kurtaramasalar bile kapitalizmin hiç değilse özünü korumak için bir araya gelmiş bulunmaktadırlar. Tıpkı kısa süre önce onların Budapeşte’de yaptığı gibi, Portekiz’deki işçilerin karşı devrimci grevlerini bastıran bürokratlarla birbirlerine benzemektedirler; İtalya’daki “Tarihsel Uzlaşma”da yer almayı arzulayanlarla; 1936’daki Fransız grevini sona erdirip İspanyol devrimini sabote ettiklerinde kendilerine “Popüler Cephe hükümetleri” adı verenlerle aynıdır. Bir toplantıda kırmızı bayraklar sallayan bir kalabalık.12 Temmuz 1936’dan bir aktüalite, Salengro sosyalist bir toplantıda konuşma yapar. (ALTYAZI Sosyalist Roger Salengro, Halk Cephesi’nin İçişleri Bakanı) Gülünç ve çirkin ufak tefek bir adam, Mussolini’nin belagat tarzını taklit etmek için elinden geleni yaparak şöyle beyan eder: “Dirlik ve düzeni koruyacağız! Ve işçi sınıfının, görev ve menfaatinin bizim söylediklerimizi dinlemesini gerektirdiğini anlamasını sağlayacağız; böylece daha fazla cebri yöntemlere başvurmak zorunda kalmayacağız. Halk Cephesi bir anarşi haline gelmeyecek! Halk Cephesi dirlik ve
-
düzeni sağlayabildiği takdirde daimi olacak ve galip gelecek. İşçi sınıfının, görev ve menfaatinin orta sınıfını ve köylü sınıfını ona karşı ayaklandıracak hiçbir şey yapmamasını gerektirdiğini anlaması gerekmektedir. İki gün sonra, büyük bir alay halinde ulusun üç renkli bayrağı ve kızıl işçi bayrağı birleşecek. O gün, 14 Temmuz’da Cumhuriyet’in ve proletaryanın kutlamasında, Paris halkından Nisan ve Mayıs’taki zaferlerini sürdürmesini isteyeceğiz. Fransa halkından hükümetimize, yalnızca halkıyla yaşayan ve Fransa halkı ona yardım ederse zafer kazanacak olan hükümete duydukları güveni sürdürmelerini isteyeceğiz.” ALTYAZI (yukarıdaki konuşmanın son cümlesi boyunca): Dört ay sonra, onu seçen insanları aşağılamak dışında hiçbir şey yapamayan bu adam, davası için yerine getirdiği hizmetlerin değerini anlayamayan aşırı sağın karalamalarıyla intihara itildi. Birleşmiş Sol, gösteri toplumunun yalnızca küçük bir savunma hilesi, sistemin yalnızca zaman zaman başvurması gereken geçici kestirme yoldur. Filmimde Birleşmiş Sol’u yalnızca anımsattım fakat doğal olarak hak ettiği tüm küçümsemeyle ona saldırıda bulundum – tıpkı Portekiz’de daha geniş ve daha güzel bir alanda yapmış olduğumuz gibi. Endişeli görünen Stalinci Cunhal. Heybetli bir merdivenin tepesinde akşam vaktinde hükümeti koruyan Portekizli asker kordonu.
O zamandan beri inanılmaz derecede yalancı belgeleri yayınlamasını savunmak için “basın özgürlüğü” isteyerek şöhret elde etmiş olan bu aynı Sola yakın bir gazeteci, Pekin’in bürokratlarına diğer yönetici sınıflara yaptığım kadar sert bir şekilde saldıramadığımı ima ederek benzer bir beceriksizce tahrif örneği göstermiştir. Aynı zamanda benimki gibi vasıflı bir aklın ifadesini, kitlelerin bunu izlemek için pek şansı olmayacak olan bir “sinema varoşu”yla sınırlandırmış olmama hayıflanmaktadır. Bu iddia beni ikna etmemektedir. Onlara hipnozcularının kullandığı yapay projektörlerin altında nutuk çekmeye razı olmaktansa, bu kitlelerle birlikte anlaşılmaz olmayı tercih ederim. Haber ajansıteleksi. Bir radyo istasyonunun teknik ekipmanı (ses paneli vs.) Lizbon: tekstil işçilerinin gösterisi. Benzer derecede sınırlı bir zihin kapasitesine sahip başka bir safsatacı karşıt bir iddia sunmaktadır: Gösteriyi alenen suçlayarak ben de gösterinin içine girmiş olmuyor muyum? Bir gazeteciden duymanın özellikle tuhaf geldiği böyle gibi bir sadelik, belli ki insanları, kimsenin gösterinin içinde gösteri düşmanı olarak yer almaması gerektiğine inandırma umuduyla kullanılmıştır. Gösteri toplumunda ikincil bir görevi bile olmayan ve bu nedenle er ya da geç bu toplumun gençlik yardım teşkilatlarından birinde hizmet vermeye dair tutkulu umutlarından başka kaybedecek bir şeyi olmayan kimseler memnuniyetsizlik ve kıs-
kançlıklarını daha dürüst ve öfke dolu bir şekilde ifade etmiştir. Böyle isimsiz bir kimse bir süredir en moda fikirleri çok uygun bir forumda, gülünç Mitterand seçmeni piyadelerinin haftalık dergisinde yorumlamaktadır. Bir üniversite kafeteryasında tepsilerini dolduran öğrenciler. Reklam klibi: Bir çöl manzarasında hippi kıyafetli gençler, biraz önlerinde yürüyen sakallı genç bir adamı neşeyle takip eder. Bir su birikintisine varınca sakallı lider ilgisiz bir şekilde devam eder, “Buggy d’Eram” ayakkabıları suda yürümesini mümkün kılıyordu. Aynı marka ayakkabı giyen diğerleri onu takip eder ve aynı mucize tekrarlanır. Fakat Buggy d’Eram ayakkabılarına inancı olmayanlar dizlerine kadar suya batar ve arkada kalırlar; kimse onlar için geri dönmez. Bu isimsiz kişi 1967’de kitabımın filme çekilmesinin bir sorun olmayacağı fakat 1973’ün bunun için çok geç olduğu sonucuna varmıştır. Bu sonucun gerekçesi, bu kişinin bizzat hiçbir fikri olmadığı konularda şu andan itibaren kimsenin konuşmamasının son derece önemli olduğunu düşünmesi gibi görünmektedir – Marx, Hegel, genel anlamda kitaplar (çünkü bunlar uygun bir özgürleşme aracı olamaz), herhangi bir şekilde filmler (çünkü bunlar yalnızca filmdir), teori ve her şeyin ötesinde tarih (kimlik belirtmeksizin tarihten vazgeçtiği için kendini kutlar). Giscard d’Estaing ve Chirac, o zamanın Portekiz başkanını karşılar; bir alay birliği ev sahipliği yapar.
Böyle çürük bir düşünce yalnızca Vincennes Üniversitesi’nin harap duvarlarından sızmış olabilirdi. Henüz sağ olan insanların hatırladığı kadarıyla bir teori ortaya koymuş olan hiçbir Vincennes öğrencisi yoktur. Şüphesiz bu öğrencilerin bazılarını sürekli olarak “anti-teori”yi savunurken görmemizin nedeni budur. Bu neo-üniversitedeki bir profesör asistanlığı için başka neyi ortaya koyabilirler? Bundan hoşnut değiller – en yeteneksiz aday üyeler bile her kapıyı çalmakta, yönetmenlik pozisyonu veya bir yayınevinde en azından dizgi editörlüğü için iç başvurusu yapmaktadırlar (konuştuğum isimsiz kişi sinema uğraşının cömert karşılığı olduğunu düşündüğü şeylere karşı duyduğu gıptayı saklamıyor). Bu yüzden bu anti-teorilerin kolayca sessizleştirilemeyeceğini – bu onların tek mantıklı çıkarımı gibi görünüyor – kesin bir şekilde tahmin edebiliriz çünkü o durumda yazarları, onları vasıfsız emek mertebesinden yukarıya taşıyan yegane “vasıf”larından mahrum kalacaklar. Bir üniversite kafeteryasında öğrenciler neo-yiyeceklerini sıra halinde bekler. Neo-düşünürlerle dolu amfiler. Son hızda ilerleyen bisiklet yarışçıları. Bir çiçek çelengi taşıyan fatih. Sanayi bölgesi limanının takip çekimi. İsimsiz sahtekarımız röportajın sonunda asıl amacını belli eder. Tarihe son vermek istemesinin nedeni yeni bir tarih seçip
-
geleceğin düşünürlerini tasarlamak istemesidir. Bu mankafa yüzünde ciddi bir ifadeyle bu rol için Lyotard, Castoriadis ve tozlarda eşelenen diğerlerini –on beş yıldan fazla zaman önce asırlarını şaşırtmayı başaramadan tüm enerjilerini tüketmiş olan kimseleri – aday olarak gösterir. Bir pantolon markasını öven reklam klibi: Bir konser salonu sahnesinde birçok adam müzik eşliğinde giyinir ve kadınlardan oluşan bir izleyici kitlesi onları alkışlar. Bir buzlu çay markasının reklam klibi: Müttefik süvariler savaş için evlerini ve şenliklerini arkada bırakarak yola çıkar. O günler bilmeyenler, hayata dair güzel şeyler bilemez, vs. Sonuç Hegelvari bir acımasızlıktadır: “Medeniyetleri yok olup gitti. Kalan tek şey buzlu çay.” Kaybeden kişiler tarihi sevmez. Ayrıca, tarihi müştereken tanımama noktasına geldiklerinde bu azimli kariyer avcılarının ellili yaşlarında bizi seçilmiş düşünürleri okumaya teşvik ettiklerini görmek pek de şaşırtıcı değildir. Bu, bir kimsenin bir yandan profesörlerini küçümseme noktasına bile varamadığını kabul ederken, 1968 yılından beri sessiz kalmış olmasıyla övünüyor olmasından daha çelişkili değildir. Bununla birlikte isimsiz eleştirmenimiz, savunduğu anti-tarihsel bakış açısının mutlak uygunsuzluğunu ve bu kudretsiz insanların gerçekliğe dair sözde küçümsemelerinin ardındaki gerçek sebepleri başkalarından daha iyi ortaya koyma meziyetine sahiptir. Kitabın ortaya çıkışından altı yıl sonrasının Gösteri Toplumu’nun si-
nemaya uyarlanması için çok geç olduğunu varsayarken, son yüz yıl içinde bu kadar önemli üç tane sosyal eleştiri kitabının basılmadığı gerçeğini göz ardı etmektedir. Ayrıca benim bu kitabı yazmış olduğum gerçeğini de dikkate alamamaktadır. Bu filmi yapma konusunda nispeten yavaş veya hızlı olduğuma dair bir karşılaştırma ölçütü yoktur çünkü seleflerimin en iyilerinin film aracına erişebilme olanağı olmadığı ortadadır. Enine boyuna düşündüğüm zaman bu tür bir serüvene ilk çıkan kişi olmaktan son derece memnun olduğumu görüyorum. Müttefik subaylar aynı reklamda bir bahçe partisindedir; vakur yaşlı beyefendi; sadık siyahi bir uşak onlara buzlu çay getirir; çiftler boş planlar yapar. Portekiz askerler bir gösteriyi dağıtır. Yankee çapulcuları lüks bir Kuzey malikanesine girer, yağmalar ve ateşe verir. Gösterinin savunucuları, bu yeni film kullanımını fark etmede, yeni devrimci bir karşıtlık çağının toplumun temelini çürüttüğünü fark etmede oldukları kadar yavaş davranacaklardır fakat ister istemez fark etmek zorunda kalacaklardır. Ve aynı sırayı izleyeceklerdir: önce sessiz kalacak, sonra konuyla alakasız şeyler konuşacaklardır. Filmimi eleştirenler ikinci safhaya geçmiştir. Portekiz’de bir tanka yerleştirilmiş bir hoparlör kalabalığa sakin olmalarını söyler. -
Göstericiler isteklerini slogan halinde söyler; ön safta herkesten daha çok inanmış küçük bir kız vardır. İngiltere’nin son kralının cenazesi. Birlikler tüfeklerini aşağı doğru tutarak yürür. İskoçlar, denizciler, el bombası atan askerler, Süvari Birliği, İmparatorluğun güç ve ihtişam günlerinden kalan eski üniformalarla, üstünde dünya ve asa olan bir tabuta eşlik eder. Sinema uzmanları filmimin devrimci siyasetinin kötü olduğu söylemiştir; sol kanat siyasi hokkabazları kötü bir sinema örneği olduğunu söylemiştir. Fakat insan hem devrimci hem de film yapımcısı olunca, bu kimselerin ortak acı sözlerinin, söz konusu olan filmin, nasıl karşı koyacakları konusunda bir fikirleri olmadığı hassas bir toplum eleştirisi olması ve nasıl yapacaklarını bilmedikleri bir film türünün ilk örneği olması gerçeğinden kaynaklandığını göstermek kolay olmaktadır. Yok olma tehlikesiyle karşı karşıya olan bu yalancıların en azimlileri, hala gösteri toplumunun gerçekten mi var olduğunu, yoksa bunun benim uydurduğum hayali bir kavram mı olduğunu düşünür gibi yapıyor. Siyasi mürteciler doğal olarak filmime daha da düşmanca yaklaşıyor. “Dirlik ve düzeni koruyacağız! Ve işçi sınıfının, görev ve
menfaatinin bizim söylediklerimizi dinlemesini gerektirdiğini anlamasını sağlayacağız; böylece daha fazla cebri yöntemlere başvurmak zorunda kalmayacağız. Halk Cephesi bir anarşi haline gelmeyecek!” Tarihe son vermek istemesinin nedeni yeni bir tarih seçip geleceğin düşünürlerini tasarlamak istemesidir. Bu mankafa yüzünde ciddi bir ifadeyle bu rol için Lyotard, Castoriadis ve tozlarda eşelenen diğerlerini aday olarak gösterir. Kaybeden kişiler tarihi sevmez. Sinema uzmanları filmimin devrimci siyasetinin kötü olduğu söylemiştir; sol kanat siyasi hokkabazları kötü bir sinema örneği olduğunu söylemiştir.
-
GÖSTERİ TOPLUMU Modern üretim koşullarının egemen olduğu toplumlarda yaşam, uçsuz bucaksız bir gösteriler yığını olarak sunulur. Doğrudan yaşanmış olan her şey, gerileyerek bir temsile dönüşmüş durumdadır.[1] Michel Corrette: Çello ve Klavsen için Re Majörde Sonat Alice’in bir dizi görüntüsü. ALTYAZI: Her bir duygu, sadece yaşamın – ve bir bütün içinde değil – bir parçası olduğu için, yaşam kendini bu çeşitliliğin bütününde yeniden keşfetmek için duyguların çeşitliliğinin bütününe kendini yaymayı arzular… Aşkta bu müstakillik hala mevcuttur fakat birleşmiş, artık müstakil olmayan bir şekilde mevcudiyetini sürdürür: canlı, canlıyla karşılaşır… BU FILM ALICE BECKER-HO’YA İTHAF EDİLMİŞTİR. Müzik sona erer. Bir uzay roketinden filme alınmış Dünya uzaklaşır ve kaybolur. Bir astronot uzayda dolaşır. Uzun bir striptiz.
-
Yaşamın her açısından ayrılan görüntüler, o yaşamın bütünlüğünün artık geri getirilemediği ortak bir akımın içinde kaybolup gider. Gerçeğin parçalanmış görünümleri kendilerini sadece izlenebilecek müstakil bir sahte dünya olarak yeni bir bütünlük içinde yeniden gruplar. Dünya görüntülerinin özelleşmesi, özerkliğini kazanmış görüntülerin dünyasına yayılır; bu dünyada hilekarlar bile aldanır. Gösteri, yaşamın somut bir dönüşümü, canlı olmayanların özerk bir hareketidir. [2] Paris polis genel merkezinde sokakları ve metro istasyonlarını gösteren kapalı devre televizyon ekranları. Gösteri kendini eş zamanlı bir biçimde hem toplum, hem toplumun bir parçası hem de bir birleşme aracı olarak sunar. Toplumun bir parçası olarak gösteri, tüm görülerin ve bilincin odak noktasıdır. Fakat bizzat bu sektörün müstakil olduğu gerçeği nedeniyle gerçekte hayal ve yanlış bilinç alanında bulunmaktadır: ulaştığı birlik, evrensel bölünmenin resmi dilinden başka bir şey değildir. [3] Etrafında Dallas polisiyle Kennedy’nin suikastçısı olduğu iddia edilen Lee Harvey Oswald. Vatanperver bir ihbarcı hızla ileri çıkar ve milyonlarca televizyon izleyicisinin gözü önünde onu kısa mesafeden vurur. Giscard d’Estaing’in bir konuşması.
Servan-Schreiber’in bir konuşması. 1968 yılının Mayıs ayının sonlarına doğru bürokrat Séguy, Renault’nun işçilerine henüz imzalamış olduğu “Grenelle Sözleşmesi”ni duyurur ve küstahça şöyle söyler: “Müzakerelerin sonucunda müspet olanı kabul ettik ve hala yapılacak çok şey olduğunu belirttik.” İşçiler sessizlik içinde dinler. Gösteri, görüntülerin bir araya toplanması değildir; görüntülerin aralarında arabuluculuk yaptığı insanlar arasındaki sosyal ilişkidir. [4] İşçiler memnuniyetsizliklerini ve teessüflerini belli eder. Bütünüyle anlaşıldığında gösteri, egemen üretim biçiminin hem sonucu hem de amacıdır. Gerçek dünyaya eklenen önemsiz bir süs değildir. Bu gerçek toplumun gerçeksizliğinin özüdür. Özel tezahürlerinin hepsinde – haberler, propaganda, reklam, eğlence – gösteri yaşamın egemen modelini temsil eder. Üretim ve o üretimin beraberinde getirdiği tüketim alanında zaten yapılmış olan seçimlerin her yerde hazır ve nazır olan tasdikidir. [6] Tasarımcı Courrèges tarafından sunulan bir moda gösterisi. Bölünme, bu dünyanın, gerçeklik ve görüntü olarak ikiye
-
bölünmüş bir küresel uygulamanın bütünlüğünün ayrılmaz bir parçasıdır. Özerk bir gösteriyle karşılaşan küresel uygulama, aynı zamanda o gösteriyi içine alan gerçek bütünlüktür. Fakat bu bütünlük içindeki bölünme, bütünlüğü, hedefi gösteriymiş gibi görünecek şekilde bozar.[7] Birçok fabrikada montaj hatlarındaki işçiler. Paris metro peronlarında insanların beklerken vakit geçirmesi için yakın zamanda açılmış, parlak bir şekilde ışıklandırılmış dükkanlar. Gerçek anlamda altüst edilmiş bir dünyada gerçek, bir yanlışlık anıdır. [9] Plajda ayakta duran bir kadın. Plajda uzanan başka bir kadın resmi. Kendi terimleriyle göz önüne alındığında gösteri, görünümlerin bir doğrulaması ve tüm insan sosyal yaşamının görünümlerle betimlenmesidir. Fakat gösterinin asıl niteliğini idrak eden bir eleştirmen, onun hayatın görünür bir inkarı olduğunu ortaya çıkarır – görünür bir hal alan bir inkar. [10] Buz kütleleriyle dolu bir denizin içinde manevra yapan nükleer denizaltılar.
Gösteri kendini asla sorgulanamayacak olan geniş ve ulaşılmaz bir gerçeklik olarak sunar. Tek mesajı şudur: “Görünen şey iyidir; iyi olan görünür.” Talep ettiği bu edilgen kabulleniş, görünümler üzerindeki tekeli, herhangi bir cevaba fırsat vermeden ortaya çıkışı vasıtasıyla etkili bir biçimde dayatılmış durumdadır. [12] Fidel Castro televizyon kameralarına, sonrasında da toplanmış bir kalabalığa konuşur. Gösteri, insanları boyunduruğu altına alabilme yetisine sahiptir çünkü ekonomi, onlara zaten tamamen boyun eğdirmiştir. Gösteri, ekonominin bizzat kendisi için gelişmesidir. Eşya üretiminin sadık bir yansıması ve üreticilerin bozucu nesnelleştirmesidir. [16] Bir uçak gemisi füze atışı için her yöne doğru hedef alır ve atış gerçekleştirir. Gerçek dünya yalnızca görüntülere aktarıldığında, görüntüler gerçek varlıklara dönüşür – hipnotik bir davranış için doğrudan güdülenme sağlayan dinamik hayaller. [18] Vietnam’daki hava bombardımanının görüntüleri. Zorunluluk sosyal olarak hayal edildiği sürece, hayal etmek bir sosyal zorunluluk olmayı sürdürecektir. Gösteri, zincirlen-
-
miş bir modern toplumunun kabusudur ve sonuçta uyku isteği dışında bir şey ifade etmez. Gösteri, o uykunun bekçisidir. [21] Modern toplumdaki pratik iktidarın kendisini toplumdan ayırması ve gösteri içinde bağımsız bir ülke kurmuş olması yalnızca, o iktidar pratiğinin uyum eksikliği çekmeye devam etmesi ve kendisiyle çelişki içinde bulunmaya devam etmesi ile açıklanabilir. [22] Uzayda ellerinde bayrak taşıyan astronotlar. Bir başka astronot uzay mekiğinin kapısından çıkıp dışarı doğru yürür; diğerleri ise mekiğe kablolar vasıtasıyla bağlıdır. Gösterinin kökeni, tüm sosyal özelleşmelerin en eskisi olan iktidarın özelleşmesidir. Gösteri, diğer tüm faaliyetlerin namına konuşmanın özelleşmiş rolünü oynar. Hiyerarşik toplumun kendisine gönderdiği elçisidir; resmi mesajını, başka kimsenin konuşmasına izin verilmeyen bir mecliste verir. Bu nedenle de, gösterinin en modern yönü aynı zamanda da en eski olanıdır. [23] Gösteriye yansıyan sosyal bölünme, modern devletten – hem sınıf yönetiminin ana aracı, hem de tüm sosyal kısımların öz haline gelmiş ifadesi olan sosyal işbölümünün ürünü – ayrılamaz. [24]
Çevik kuvvet yürüyüşü Atlı bir polis, bankta oturan genç bir adamı aralıksız olarak coplar. Gösteride, dünyanın bir kısmı dünyaya karşı kendisini temsil eder ve ondan üstündür. Gösteri yalnızca, bu bölünmenin resmi dilidir. Seyirciler sadece, onları diğerlerinden yalıtan o merkeze giden tek yönlü ilişkilerle birbirlerine bağlıdır. Bu nedenle gösteri, bölünmüş olanları bir araya getirir fakat bunu yalnızca onların bölünmüşlükleri içinde yapar. [29] İki profesyonelin gerçekleştirdiği bir striptiz gösterisi. Bir çekyatta oturup televizyon izleyen bir çift. İşçi kendisini değil, kendinden bağımsız bir gücü üretir. Bu üretimin başarısı olan ortaya koyduğu bolluk, üretenler tarafından bir mahrumiyet bolluğu olarak yaşanır. Yabancılaşmış ürünleri yığıldıkça, bütün zaman ve mekanlar onlara yabancılaşır. Gözümüzden kaçan güçler bize güçlerinde kendilerini gösterir. [31] Paris’in yeni banliyösü La Défense’da inşa ettikleri yeni apartmanların temelinde duran göçmen işçiler; aşağıdan çalışmalarının zirvelerine doğru devam eden bir pan çekim.
-
İnsanlar, ürettikleri şeyden ayrı olmalarına rağmen yine de dünyalarındaki her bir detayı sürekli artan güçle üretmektedir. Bu nedenle de o dünyayla aralarında gitgide artan bir bölünmüşlük bulurlar. Yaşamları kendi eserleri olmaya ne kadar yaklaşırsa, o yaşamdan o kadar yoksun kalırlar. [33] Gösteri, birikim aşamasında olan öyle bir sermayedir ki görüntülere dönüşür. Dünya’nın Ay’dan çekilmiş görüntüleri. “Eğer mevcut ritim devam edecek olsaydı bu filmdeki bazı sinematik değerler fark edilebilirdi; fakat ritim devam etmeyecek.” Eleştirel teori kendisini kendi dili vasıtasıyla aktarmalıdır – hem biçem hem içerik olarak diyalektik olması gereken çelişki dilinde. Her şeyi kapsayan bir eleştiri olmalıdır ve temeli tarihe dayanmalıdır. Bu “sıfır derece bir yazı” değil, bunun aksidir. Biçemi inkar etmek değil, inkar etmenin biçemidir. [204] Rus Sivil Savaşı sırasında bir Kızıl partizan kıtası bir Beyaz Muhafız alayıyla karşı karşıya gelir – eski Çarist subaylar artık yalnızca piyade olarak görev almaktadır. Partizanların makineli tüfek atışına rağmen, Beyazlar önlerinde uçuşan bayraklarla askeri düzende ilerler ve ateşe karşılık vermez.
Diyalektik teorinin bizzat biçemi, dilin hakim olan ölçülerine ve bu ölçülerle biçimlenen hassasiyetlere karşı duyulan öfke ve nefrettir çünkü mevcut kavramlardan somut bir şekilde yararlanırken aynı zamanda da bu kavramların akıcılığının ve kaçınılmaz yıkımının farkına varır. Partizanlar, muhaliflerinin eski moda askeri tarzlarını alaya alır: “Ne zarafet!” der biri. “Entelektüeller!” diye devam eder bir diğeri. İçinde kendisinin eleştirisini taşıyan bu biçem, şimdiki eleştirinin tüm geçmişi üzerindeki egemenliğini ifade etmelidir. Diyalektik teorinin ifade tarzı, içinde taşıdığı olumsuz ruhu açığa çıkarır. “Hakikat, üzerinde onu ortaya koyan aracın herhangi bir izi bulunmayan bitmiş bir ürün gibi değildir.” İzleri kendi içinde görünür kalmak zorunda olan bir hareketin böylesi bir teorik bilinci, kavramlar arasında kurulu ilişkilerin tersine çevrilmesi ve önceki tüm eleştirel çabaların elde ettiği başarıların détournementleri ile ortaya çıkar. Kayıplarına rağmen, Beyaz Muhafızlar düzen içinde ilerlemeye devam eder; tüfeklerinde süngüler takılı durumdadır. Fikirler gelişir. Sözcüklerin anlamının bu gelişimde bir rolü vardır. Fikir hırsızlığı zorunludur. İlerleme buna bağlıdır. Bir yazarın deyişine sıkı sıkıya bağlanır, ifadelerinden yararlanır, yanlış fikri çıkarıp yerine doğru olanı koyar. [207]
-
Düşmanın azmiyle sarsılan partizanları birkaçı tereddüt belirtileri gösterir ve sonrasında ateş hattından çekilmeye başlar. Yürüyüşe geçen partizanlar telaş içinde koşarak ve “Geri çekilin!” ve “Kaybettik!” diye bağırarak geri döner. Siyasi komiser yollarını keser ve şöyle emreder: “Durun! Korkaklar! Yoldaşlarınızı terk ettiniz. Beni takip edin! İleri!” Partizanlar yeniden yerlerini alır.
Détournement, ideoloji karşıtlığının esnek dilidir. Nihai bir kesinliği temsil ettiğini iddia edemeyeceğini bilen iletişim durumlarında ortaya çıkar. Önceden yapılmış veya adı geçen atıfların doğrulayamadığı ve buna gerek duyulmayan bir dildir. Aksine, geri getirdiği önceye ait doğruluk cevherlerini geçerli kılan, kendi içsel tutarlığı ve pratik faydasıdır. Détournement, hedefini yalnızca günümüzün eleştirisi olduğu gerçeğine dayandırmaktadır. [208] Hala mükemmel bir içimde rütbelendirilmiş olan Çarist rejim, Kızılların hattına yaklaşmak üzeredir fakat adamlarının çoğu makineli tüfek ateşiyle öldürülür. Biçimlendirilmiş teorideki açık détournement unsuru, böyle bir teorinin devamlı olarak özerk olduğu zannını çürütür. Détournement teorik alana, var olan tüm düzeni bozan ve yerle bir eden aynı türde bir şiddetli yıkımı dahil ederek teorinin kendi başına bir anlamı olmadığını, yalnızca tarihsel eylem ve gerçek anlamda bağlı olduğu tarihsel düzeltme vasıtasıyla kendini gerçekleştirebileceğini hatırlatma görevi görür. [209] Üç partizan el bombası atar. Beyazların safları titrer. Önce komutadaki subay yere düşer, sonra da bayraktar. Alay dağılarak geri çekilir. “Gösterinin gerçeklikten aldığı şeyin ondan geri alınması gerekmektedir. Gösteriyi kamusallaştıranların zamanı geldi-
-
ğinde kamusallaştırılması gerekmektedir. Dünya çoktan filme alındı. Şimdi mesele bunu değiştirmekte.” Asıl mesele konuşma toplumunda ve şimdiye dek şiirsel ve sanatsal çalışmalarla pek temsil edilmeyen oyunda gerçek anlamda yer almaktır. [187] Günbatımında iki limanın Claude Lorrain tarafından yapılmış resimleri. Sanat bağımsız hale geldiğinde ve dünyasını göz alıcı renklerle resmettiğinde, yaşamda bir an yaşlanır. Böyle bir an göz alıcı renklerle gençliğine kavuşturulamaz, yalnızca hafızada uyandırılabilir. Sanatın büyüklüğü yaşamın alacakaranlığında ortaya çıkar. [188] Birkaç güzel kadın yüzü. Johnny Guitar geceleyin Vienna’nın barında yalnız başına içki içmektedir. Vienna görünür ve şöyle sorar: “Eğleniyor musunuz, Mr. Logan?” Johnny şöyle cevap verir. “Uyuyamadım.” Vienna: “Bu yardımcı oluyor mu?” Johnny: “Gecenin daha hızlı akmasına yardımcı oluyor. Siz neden uyanıksınız?” Kadın: “Rüyalar. Kötü rüyalar.” Adam: “Evet, bazen ben de kötü rüyalar görürüm. Alın, bu onları uzak tutar.” Vienna içkiyi reddeder: “Onu denedim. Bana pek bir yararı olmadı gibi.” Adam: “Kaç erkeği unuttunuz?” Kadın: “Sizin hatırladı-
ğınız kadınlar kadarını.” (Tüm sahne Johnny Guitar müziğiyle devam eder ve müziğin sesi gitgide yükselir.” “Bu nedenle, sanatın dolaysız uygulamasının en seçkin etkinlik olmasının sona ermesinin ve bu egemenliğin de teoriye dönüşmesinin ardından, teori de artık egemenliğini, artık gelişmekte olan teori sonrası pratiğe bırakmaktadır; bu pratiğin birincil vazifesi hem sanatın hem de felsefenin temelini ve icrasını oluşturmaktır. (August von Cieszkowski, Prolegomena to Historiosophy) Görünümlerin sosyal düzeninin resmi olarak kabul edilen fikri, savunmak zorunda olduğu yaygın alt iletişim tarafından bizzat gizlenmektedir. Çatışmanın, dünyasındaki her şeyin kökeninde yattığını anlayamaz. Gösteri gücünün – tek yönlü iletişiminin aleminde mutlak olan bir güç – uzmanları küçümseme deneyimleri ve o küçümsemenin başarısı sonucunda tam anlamıyla yozlaşmışlardır; çünkü küçümseyişlerinin, tam anlamıyla aşağılık izleyiciler olduklarının farkında oluşlarıyla nasıl da doğrulandığını görürler. [195] Stalinci Marchais bir seçim mitinginde konuşur, yanında Mitterand vardır. Birbirlerini alkışlarlar. Servan-Schreiber de konuşma yapar. Marchais televizyon ekranında. Sinemaya girmek için sıraya girmiş bir kalabalık.
-
Gösterinin temel uygulaması dahilinde, ilk bakışta önemsiz ve apaçık görünen fakat aslında çok karmaşık ve metafiziksel inceliklerle dolu olan eski düşmanımız metayı tanırız; gösterinin bu temel uygulaması, insan eylemlerinin tüm akışkan yönlerini onlara donuk bir şekilde sahip olmak için kendi bünyesinde toplaması ve yaşayan değerleri yalnızca somut değerlere çevirmeyi içerir. [35] Kamera çıplak bir kadının fotoğrafından uzaklaşır ve bir başkasına geçer. Başkan Pompidou bir otomobil galerisini ziyaret eder; bir platform üstünde dönen en yeni modele bayılır. Metanın fetişizmi – toplumun “elle tutulamaz şeylerle olduğu kadar elle tutulabilir şeyler” aracılığıyla egemenliği – esas başarısını gösteride elde eder; gösteride gerçek dünyanın yerini, gösterinin üstüne yansıyan fakat aynı zamanda da kendisini bir gerçeklik örneği olarak gösterme konusunda başarılı olan bir imge seçkisi alır. [36] Bir dizi mayolu kapak kızı. Gösterinin gözümüzün önüne serdiği bir var bir yok olan dünya, tüm yaşayan deneyimlere hakim olan metanın dünyasıdır. Bu nedenle metanın dünyası olduğu gibi gösterilir çünkü gelişimi, insanların birbirinden ve ürettikleri her şeyden ya-
bancılaşmalarına benzer. [37] Ekonominin, sosyal hayatın maddi temeli olarak gerçekleştirdiği rolü fark edilmedikçe veya anlaşılmadıkça (çok tanıdık olduğu için bilinmezliğini sürdürdükçe), metanın ekonomi üzerindeki egemenliği kapalı bir şekilde gerçekleşti. Gerçek metaların seyrek bulunduğu toplumlarda para, görünürdeki hakim idi ve bilinmezliğini sürdüren o daha büyük gücün tam yetkili temsilcisi olarak hizmet ediyordu. Sanayi Devriminin getirdiği endüstriyel işbölümü ve küresel pazar için seri üretimle birlikte meta, sonunda tüm sosyal yaşamı sömürgeleştiren tamamen görünür bir güç haline geldi. Siyasi ekonomi tam o noktada kendini egemen bilim ve egemenliğin bilimi olarak tanıttı. Marghera’da Venedik’in havasını kirtleten bir fabrika. Mexico City’yi kirleten araba ve fabrika dumanları. Paris’teki Saint- Nicholas-des-Champs kilisesinin önünde çöp yığınları. Seine nehrinin kirli suyu. Gösteri, insanları mallar ile metaları eş görmeye ve memnuniyeti kendi kurallarına göre genişleyen bir yaşama çabası ile bir tutmaya mecbur tutmaya yönelik tasarlanmış sürekli bir afyon savaşıdır. Tüketilebilir yaşama çabası sürekli olarak genişlemek zorundadır çünkü sürekli olarak sıkıntıyı bünyesinde barındırır. Büyümüş yaşama çabası bir çözüme ulaşmazsa, o zaman genişlemesinin nerede duracağının bir anlamı yoktur
-
çünkü bizzat kendisi sıkıntı diyarında sıkışıp kalmıştır. Yoksulluğu parlak gösterebilir fakat ona üstün gelemez. [44] Watts isyanının uzun çekimi: ateşler, çatışmadaki düzen güçleri, tutuklamalar. Değişim değeri yalnızca kullanım değerinin bir temsilcisi olarak artabilir fakat sonunda kendi silahlarıyla kazandığı zafer, kendi özerk gücü için koşulları yaratmıştır. Değişim değeri tüm beşeri kullanım değerini seferber ederek ve bu değerin başarısını tekeli altına alarak kullanımı kontrol etme konusunda başarılı olur. Faydaya yalnızca değişim değeri bakımından bakılmaya başlanmıştır ve artık tamamen onun merhametine kalmış durumdadır. Kullanım değerinin hizmetinde bir paralı asker ordusu komutanı olarak yola çıkan değişim değeri, sonunda savaşa kendi için devam eder. [46] Kullanım değeri önceleri değişim değerinin örtülü bir yönü olarak anlaşılıyordu. Fakat artık gösterinin tepetaklak olmuş dünyasında kullanım değerinin açık bir şekilde ilan edilmesi gerekmektedir; çünkü asıl gerçekliği aşırı gelişmiş meta ekonomisi tarafından aşındırılmış durumdadır ve ayrıca sahte bir yaşam için zorunlu bir uydurma gerekçe olarak iş görmektedir. [48] Ekonomik bolluğun başarısıyla birlikte sosyal çalışmanın yoğunlaşmış sonucu, tüm gerçekliği artık çalışmanın birincil
ürünü olan görüntülere tabi kılarak görünür hale gelir. Sermaye artık üretim sürecini yöneten görünmez merkez değildir; çoğaldıkça, elle tutulabilir nesneler halinde dünyanın her bir ucuna yayılır. Toplumun genişleyişinin tümü bunun göstergesidir. [50] Ulusal Fransız çevik kuvveti bir sokak kavgasında eğitilirken. Gösteri tıpkı modern toplum gibi aniden birleşir ve bölünür. İkisinin de birliği şiddetli bölünmelere dayalıdır. Fakat bu çelişki gösteride su yüzüne çıkınca, bizzat kendisi anlamının tersine çevrilmesi ile bir tezat oluşturur; sunduğu bölünme birleşikken gösterdiği birlik bölünmüştür. [54] Biraz daha çevik kuvvet hareketi: Radikal kılığına girmiş polisler barikat kurar ve siyah bayraklar sallar. Meslektaşları barikatı kolaylıkla geçer. Aynı sosyoekonomik sistemin kontrolünde bulunan farklı güçler arasındaki mücadele, resmen uzlaştırılamaz karşıtlıklar olarak gösterilse de bunlar aslında o sistemin hem uluslararası hem de her ulus içindeki temel birliğini yansıtır. [55] Ayrı güçlerin rakip biçimleri arasındaki yalancı gösteriye dair mücadeleler aynı zamanda gerçektir; sistemin eşit olmayan ve çekişmeli gelişimi ile sistemi kabul eden ve sistem
-
içinde kendilerine bir rol biçmeye çabalayan sınıf veya kesimlerin az çok çelişen çıkarlarını anlatır. Gösteri, herhangi bir sayıdaki farklı kıstaslara başvurarak bu karşıtlıkları birbirinden tamamen farklı sosyal sistemler olarak gösterebilir. Fakat aslında bunlar, asıl temelleri onları içine alan küresel sistemin, tüm gezegeni faaliyet alanına çeviren tek bir hareketin, yani kapitalizmin içinde bulunan belirli bölümlerdir. [56] Mao Zedong, Beijing’de Başkan Nixon’ı babacan bir tavırla karşılar. Gösterinin parıltılı eğlencelerinin ardında, bayağılaştırmaya olan eğilim tüm dünyadaki modern toplumlara, hatta meta tüketiminin daha fazla gelişmiş biçimlerinin görev çeşitliliği ve nesne seçeneklerini iki katına çıkardığı toplumlara egemendir. Bu iki kurumun dayattığı din ve ailenin izleri (ikincisi hala sınıf gücünün nesilden nesle aktarımında birincil mekanizmadır) ve ahlaki bastırmanın izleri ile dünyevi zevkin gösterişli iddialarından bir karışım yapılabilir çünkü belirli dünyada hayat baskıcı olmaya devam eder ve yalancı zevklerden başka bir şey sunmaz. Mevcut durumun gönüllü olarak kabulü, tamamen gösteriyle alakalı asilikle bir arada bulunabilir – ekonomik bolluk o belirli hammaddeyi üretecek hacme ulaşır ulaşmaz memnuniyetsizlik bir metaya dönüşür. [59] Vietnam: helikopterler yerde hareket eden her şeyi makineli tüfekle tarar.
Bir papaz, İngiliz nükleer denizaltını kutsar. Şehirdeki bir trafik sıkışıklığı. Johnny Halliday şarkı söyler ve kalabalık sevinçle haykırır; Johnny yerde yuvarlanır. Yıldızlar – yaşayan insanların gösterideki temsilcileri – bu genel bayağılaşmayı izin verilen rollerin görüntülerine yansıtır. Görünüşteki yaşamın uzmanları olan yıldızlar, insanların aslında yaşıyor oldukları bölünmüş verimli özelleşmeleri telafi etmek için kendilerini özdeşleştirebileceği yüzeysel nesneler olarak görev görür. Bu ünlü kişilerin görevi, çeşitli yaşam biçimlerini veya sosyopolitik bakış açılarını eksiksiz, tamamen özgür bir tavırla hayata geçirmektir. O çalışmanın yan ürünlerini sahneye koyarak sosyal çalışmanın erişilemez sonuçlarını temsil ederler; bu yan ürünler, sihirli bir biçimde sosyal çalışmanın esas amaçları olarak üstüne yansıtılır: güç ve seyahatler – asla sorgulanmayan bir sürecin başında ve sonunda yer alan karar alma ve tüketim Bir yanda bir hükümet gücü kendine sahte bir yıldız olarak kişilik kazandırabilir; diğer bir yanda ise bir tüketim yıldızı, hayat üzerinde sahte bir güç olarak tanınabilmek için bir kampanya başlatabilir. Fakat bu yıldızların eylemleri tam anlamıyla özgür değildir ve gerçek seçenekler sunmazlar. [60] Bir uçaktan çıkan The Beatles coşkulu gençler tarafından
-
karşılanır; fotoğraf makinelerinin flaşları patlar. Eddy Mitchell alkışlar eşliğinde şarkı söyler. Dick Rivers şarkı söyler. Marilyn Monroe’nun son, tamamlanamamış filminin çekim sürecinde. François Mitterand. Marilyn Monroe’nun başka birçok pozu. Gösteriye ait karşıtlıklar yoksulluğun birliğini gizler. Aynı yabancılaşmanın farklı biçimleri, uzlaştırılamaz karşıtlıkların kisvesi altında birbiriyle mücadele ederse bunun nedeni hepsinin bastırılmış gerçek çelişkilere dayanmasıdır. Gösteri, yoğunlaştırılmış bir biçimde ve reddettiği ve desteklediği belirli safhadaki yoksulluğun gereksinimlerine göre yaygın bir biçimde var olur. İki durumda da gösteri, zavallılığın sakin merkezinde bulunan, perişanlık ve korku ile çevrili mutlu bir uyum görüntüsünden başka bir şey değildir. [63] Nazilerin iktidara yükselmesinden kısa bir süre sonra Alman işçiler fabrikalarını terk eder. İşçilere bir çatı penceresinden kanun dışı broşürler atılır. Onlar da alıp okur. İhtiyaç duyulan yerlere Fransız çevik kuvvetini götüren bir kamyonet konvoyu. Vietnam’da birlikler sahayı tarayıp esir alır.
-
Yoğunlaştırılmış gösteri, öncelikle bürokratik kapitalizmle ilişkilendirilir fakat aynı zamanda daha ilkel ekonomilerde devletin gücünü destekleme tekniği olarak kullanılabilir ve hatta gelişmiş kapitalizmde belirli kriz dönemlerinde de kabul edilebilir. Bürokratik mülkiyet bizzat yoğunlaştırılmıştır; bürokrat olan birey, yalnızca bürokratlar topluluğuna olan üyeliği aracılığıyla tüm ekonominin mülkiyetine katılır. Ve mülkiyet üretimi bürokratik kapitalizmin altında daha az gelişmiş olduğu için o da yoğunlaştırılmış bir biçim kazanır: bürokrasinin kendine tahsis ettiği mülkiyet, toplam sosyal çalışmadır ve topluma sattığı şey ise, o toplumun toptan sağkalımıdır. Bürokratik ekonominin diktatörlüğü sömürülen yığınlarına önemli sayılabilecek bir seçim payı bırakmaz çünkü tüm kararları kendisinin vermesi gerekmektedir ve bu nedenle, yiyecek, müzik veya başka bir şeyle alakalı olsun ondan bağımsız bir şekilde yapılan seçimler ona karşı bir savaş ilanı anlamına gelir. [64] Takipçi saflarının yanından geçip büyük bir kürsüye çıkarken kamera Hitler’i takip eder. Brejnev ve diğer önde gelen bürokratlar Moskovca’da bir kürsüde. Tebaaları yürüyerek yanlarından geçer. Bir NATO tatbikatı sırasında büyük bir tank tüm manevralarını sergiler.
Yaygın gösteri, meta bolluğuyla, modern kapitalizmin rahat gelişimiyle ilişkilendirilir. Burada her bir meta, tüm meta üretiminin heybeti namına mazur gösterilir; gösteri, bu üretimin övgü dolu bir katalogudur. Uzlaştırılamaz iddialar, refah içindeki bir ekonominin birleşmiş gösterisinin sahnesinde yer alabilmek için her çareye başvurur ve farklı yıldız metakarı eşzamanlı olarak çatışan sosyal politikaları teşvik eder. Örneğin, otomobil gösterisi eski şehir bölgelerinin yıkımını gerektiren mükemmel bir trafik akışı için çabalarken şehir gösterisi, bu bölgeleri turistik mekanlar olarak korumak ister. Bütünün tüketiminden elde edileceği iddia edilen, zaten tartışmalı olan memnuniyet de bu nedenle sürekli olarak boşa çıkmaktadır çünkü gerçek tüketici, bu meta cennetinin yalnızca parçalarının, her zaman bütüne atfedilen vasıflardan mahrum olan parçaların silsilesine dolaysız olarak ulaşabilir. [65] Trafik tıkanıklığında araba dizileri. Harikulade bir biçimde sunulmuş yiyecekler. Modern mobilyalar. Kafeslerde yabancı kadımlar. Metro istasyonuna varan bir tren. Bir Venedik kilisesinin çatısında parçalanan heykeller. Yelkenlide iki Tahitili kadın. Alışılmış modern bir oturma odasının pan çekimi; kamera odanın odak noktası olan televizyona yaklaşır.
-
Her bir meta kendisi için savaşır. Başkalarını tanımaktan kaçınır ve sanki var olan tek meta kendisiymiş gibi kendini her yerde kabul ettirmeye çalışır. Gösteri, bu çabanın, Truva’nın düşüşünün sona erdiremeyeceği bir çabanın destanıdır. Gösteri askerlerin ve silahların değil, metaların ve tutkularının şarkısını söyler. Bu kör savaşta her meta kendi tutkusunun peşinden giderek farkında olmadan kendisinin ötesinde bir şey üretir: metanın küreselleşmesi (bu aynı zamanda kürenin metalaşmasına eşdeğerdir). Bu nedenle metanın kurnazlığı sonucunda metanın her bir görünümü sonunda savaşa girerken genel meta biçimi mutlak gerçekleşmesine doğru ilerler. [66] Bir dizi çıplak veya çok az giyinik seksi kadın. Tüketim aracılığıyla gerçekleşen mutlu bir sosyal birleşmenin görüntüsü, tüketicinin gerçek bölünmeler konusundaki farkındalığını yalnızca bir sonraki metanın düş kırıklığına kadar erteler. Her yeni ürün, tam tükenişin vaat edilen topraklarına önemli bir kısayol sunan eşi benzeri olmayan bir eser olarak resmi bir şekilde kabul edilir. Fakat aynı yaştaki bireylerin neredeyse hepsine aynı ismin verilmesiyle sonuçlanan revaçtaki asil görünen isimlerin alınması durumunda olduğu gibi, benzersizliği vaat eden nesneler, seri üretimle üretilmişse kitlelerin tüketimine sunulabilir. Böyle vasat nesnelerin saygınlığı yalnızca, kısa bir süre için de olsa, sosyal yaşamın merkezine konulmasından ve üretimin anlaşılmaz amaçlarının ifşası olarak tanınmasından gelmektedir. Fakat gösteri içinde saygın olan nesne, tüketicisi – veya diğer tüm tüketiciler – tarafından
eve getirilir getirilmez sıradanlaşır. Asıl yoksulluğunu, üretiminin yoksulluğundan kaynaklanan yoksulluğu çok geç açığa vurur. Anı esnada başka bir nesne, sistemin temsilcisi olarak onun yerini almakta ve kendisinin kabul gördüğü bir an talep etmektedir. [69] Son model arabalar saygılı bir kalabalığa sunulur. Pasta üretim hattı. Sistemin sunduğu memnuniyetlerin sahteliği, bu devamlı gerçekleşen nesne değişimi ve genel üretim koşullarına maruz kalmaktadır. Ancak hem yaygın hem de yoğunlaştırılmış gösteride, kati mükemmelliklerini küstahça ileri süren varlıklar sonunda değişir ve yalnızca sistem olduğu gibi kalır. Tıpkı diğer modası geçmiş metalar gibi Stalin de bizzat evvelce onu destekleyen güçler tarafından suçlanmıştır. Reklam endüstrisinin her bir yeni yalanı, bir önceki yalanın örtülü kabulüdür. Ve totaliter gücün her simgesinin çöküşü ile birlikte, onu oybirliğiyle onaylamış olan aldatıcı toplum yalnızca hilesiz bir politikacılar koalisyonu olarak açığa vurulur. [70] Pistte hızla ilerleyen yarış arabaları. Mao Zedong “en yakın silah arkadaşı” Lin Biao ile. Stalin bir kürsüde, tek parça bir Parti Kongresi tarafından
-
alkışlanır. Kızıl Meydan’da Stalin’in haleflerinin yanlarından yürüyerek geçen insanlar. Aynı kutlamada bulunan Lenin’in çok büyük bir portresi. Gösterinin ebedi olarak gösterdiği şeyler değişime dayalıdır ve temelleri değiştiği için değişmek zorundadır. Gösteri tamamen dogmatiktir; yine de güvenilir bir dogmaya varabilme yeteneğine sahip değildir. Ona göre hiçbir şey sabit durmaz. Bu istikrarsızlık, gösterinin olağan halidir fakat olağan eğilimine tamamen terstir. [71] Budapeşte 1956: İsyankar işçiler Stalin’in devasa bir heykelini yıkar; heykelin yalnızca ayakkabıları kalır. Genç bir kadının gülümseyen yüzünde son bulan bir pan çekimi. Gösterinin ilan ettiği gerçekdışı birlik, kapitalist üretim tarzının gerçek birliğinin altında yatan sınıf ayrımını maskeler. Üreticileri dünyanın inşasına katılmaya mecbur bırakan şey aynı zamanda onları dünyadan dışlar. İnsanları yerel ve ulusal sınırlılıklarından kurtararak insanları birleştiren şey aynı zamanda onları birbirinden uzaklaştırır. Artan mantığı gerektiren şey aynı zamanda hiyerarşik sömürü ve baskının mantıksızlığını besler. Toplumun soyut gücünü üreten şey aynı zamanda onun somut özgürlük eksikliğini de üretir. [72]
Bir paketleme fabrikasında gerçekleşen işlemler. Michel Corrette: Çello ve Klavsen için Re Majörde Sonat. Buenaventura Durruti’nin yakın çekimi. “Proleter yoldaşlar, gerçekten yaşıyor muyuz? Zamanımızı saydığımız ve saydığımız hiçbir şeyin artık bizim olmadığı bu dönemde buna hayat denebilir mi? Her geçen yıla birlikte ne kadar çok şey kaybettiğimizi görmememiz mümkün mü?” Dünyayı Sarsan 10 Gün’deki devrimci bir denizcinin başını sallarkenki görüntüsünün yakın çekimi. Durruti denizciye bakar. Denizci tekrar başını sallar. METİN ÇERÇEVESİ: “Dinlenme ve yemek, bunlar bizi acı veren değişmez derdin zayıf ilaçları değil mi? Ve “nihai dert” dediğimiz şey, sondan başka bir şey, doğumuzdan bu yana katlandığımız derdin daha yoğun bir saldırısı değil mi? Petrogradlı denizci başını sallar. Müzik kesilir. Kapitalist üretimin toplumlar arasındaki sınırları yıkan birleşmiş bir alanı vardır. Bu birleşmişlik aynı zamanda geniş çaplı ve yoğun bir bayağılaşma sürecidir. Pazarın somut boşluğu için üretilen seri üretim metalarının yığılması, hem tüm bölgesel ve yasal engeller ile Orta Çağ loncalarının zanaattaki kaliteyi koruyan sınırlamalarını paramparça etmiş hem de mekanların özerkliği ve kalitesini de azaltmıştır. Bu türdeşleştirici güç, tüm Çin Seddi’ni yıkan ağır silahlardır. [165]
-
Açık denizlerde savaş gemileri. Önce Fransız, sonra İngiliz deniz kuvvetleri Şangay’a çıkar. Amerikan deniz kuvvetleri, Çinlilerin kimliklerini kontrol eder. Fransız askerler nöbette. Fransız koloni piyadelerinin koruduğu Mahallenin sınırı dikenli telle çevrilidir. Metaların boşluğu kendisine daha çok benzemesi, cansız tekdüzeliğe mümkün olduğunca yaklaşması için sürekli olarak değiştirilmekte ve yeniden düzenlenmektedir. [166] Bu toplum coğrafi uzaklığı ortadan kaldırırken, gösterinin bölünmesi tarzında yeni bir içsel uzaklık ortaya koymaktadır. [167] İngiliz askerleri Mahalleye giden bir kapıyı kapatır. Turizm — tüketim için ambalajlanmış insan dolaşımı, meta dolaşımının bir yan ürünü — nelerin bayağılaştığını gidip görme fırsatıdır. Farklı mekanlara seyahatin ekonomik organizasyonu denkliğini şimdiden garanti altına almaktadır. Seyahatle alakalı zamanı azaltmış olan modernleşme aynı zamanda kişinin içinde ve doğrultusunda seyahat edebileceği gerçek alanı azaltmıştır. [168] Turistik tur botları Sine Nehri üzerindedir; rehberler manzaralar hakkında konuşur.
“Yabancılaşmış endüstriyel emeğin büyümesine dayalı bir toplum, tıpkı bir fabrika gibi baştanbaşa sağlıksız, gürültülü, çirkin ve kirli bir hale gelir.” Tüm çevresini yeniden şekillendiren toplum, bu tasarının tüm boyutlarının somut temelini oluşturan araziyi şekillendirmek için kendi özel tekniğini geliştirmiştir. Şehircilik – “şehir planlama – kapitalizmin doğal ve beşeri çevreyi ele geçirme yöntemidir. Kapitalizm, eksiksiz egemenliğine yönelik mantıksal gelişimini takip ederek artık kendi özel dekorunun içindeki boşluğun bütünlüğüne yeniden biçim verebilir ve vermelidir. [169] Modern çok katlı binalar. “İnsanoğlu bir kez daha mağaralarda yaşamaya başlıyor…. Fakat işçinin bu mağaralarda yalnızca tehlikeli bir yaşama hakkı var: bunlar, eğer ücreti ödeyemezse her an atılabileceği yabancı meskenler. Evet, bu mezarlıklarda yaşamak için gerçekten bir ücret ödemek zorunda.” (Marx, 1844 El Yazmaları) Kapitalizmin tüm teknik güçleri, bölünmenin çeşitli biçimlerini hayata geçirme konusunda katkı sağlarken, şehircilik bu güçlerin somut temelini sağlar ve yayılışları için zemin hazırlar. Şehircilik, bölünme teknolojisidir. [171]
-
Fransız çevik kuvveti, modern şehirciliğin ürettiği alanda. Önceki zamanlarda mimari yenilikler imtiyazlı sınıflar için özel olarak tasarlanırdı. Şimdi ise ilk defa yeni bir mimari fakirler için özel olarak tasarlanmıştır. Mesken konusundaki bu yeni deneyimin estetik yoksulluğu ve büyük artışı, hem işlevi hem de inşanın günümüzdeki koşullarından doğan kitlesel karakterinden kaynaklanmaktadır. Bu koşulların ortada olan özü çevreyi soyut bir biçimde soyut bir çevreye dönüştüren otoriter karar almadır. Şehircilik, toplumun maddi güçlerinin büyümesi ve bu güçlerin bilinçli kontrolüne dair devamlı bir değişim eksikliği arasındaki çelişkinin en göz alıcı ifadelerinden biridir. [173] Modern tatil mekanlarının fotoğrafları ve maketleri – hem deniz kenarına hem de dağlara konabilen “sahil” dekorları. Paris’in barısında inşa edilen yeni banliyö, La Défense. “Kar ve baskıcı bir kontrol amacıyla daha aceleci ve dikkatsiz bir biçimde yeniden yapılandırılan çevre, aynı zamanda daha kırılgan hale gelmekte ve böylece daha çok vandalizmi ateşlemektedir. Gösteriye ait sahnesindeki kapitalizm her şeyi kalitesiz malzemelerle inşa eder ve kundakçılar yetiştirir. Dekoru en az Fransız okulu kadar yanıcı hale gelmektedir.” Bu alacakaranlık dünyasını tehdit eden tarihin, boşluğu do-
laysız bir şekilde yaşanan zamana tabi kılması muhtemeldir. Proleter devrimi, beşeri coğrafyanın eleştirisidir ve bu eleştiri aracılığıyla bireyler ve toplumlar artık yalnızca işleriyle değil, tüm tarihin tahsisiyle orantılı mekan ve olaylar yaratabilir. Bu yeni dünyanın sürekli değişen oyun sahası ve oyun kurallarının özgürce seçilmiş çeşitlemeleri, dar görüşlü olmadan bağımsız olan yerel sahne çeşitlerini yeniden meydana getirecektir. Ve bu çeşitlilik, özgün yolculukların – bizzat kendisi kendi içinde tüm anlamını taşıyan bir yolculuk olarak anlaşılan özgün bir yaşam içindeki yolculukların – olasılığını yeniden canlandıracaktır. [178] Aurora gemisi, şafaktan biraz önce Neva Nehri’ne doğru ilerler. Gün doğarken taşıdığı askerleri kıyıya getirir. Babil Kulesi. Bir erken dönem İtalyan tablosundaki binalar ve manzaralar. Bir western manzarasındaki kum fırtınasında at süren Johnny Guitar, kuş uçmaz kervan geçmez bir yerdeki abartılı bir meyhaneye varır. Kendisinden başka müşteri yoktur fakat iki krupiye rulet çarkında bahsini kabul etmeye hazır bir şekilde beklemektedir. Bara gidip bir içki ister. Shangai Gesture’da Avrupalı bir adam, genç bir kadına
-
gazinoyu gezdirir ve orada olanlar tanıtır. “Cavalı, Sumatralı, Hindu, Çinli, Portekizli, Filipinli, Rus, Malezyalı… nasıl bir büyücü günü!” Kadın şöyle der: “Bizi buraya girerken biri gördüyse, işte o zaman kutsal büyücü günü olur! Diğer yer buna kıyasla bir anaokulu gibi. Buraıs kötülük kokuyor. Böyle bir şeyin hayallerimden başka bir yerde var olabileceğini düşünemezdim. Korkunç bir aşinalığı var, tıpkı kısmen hatırlanan bir rüya gibi. Burada her an, her şey olabilir.” Üretim zamanı — metalaştırılmış zaman — birbirine denk zaman aralıklarının sonsuz yığılmasıdır. Soyutlaştırılmış ve geri çevrilemeyen, her kısmının yalnızca diğerleriyle olan nicel eşitliğini saat bazında gösterme ihtiyacı duyduğu bir zamandır. Değişebilirliğinden başka bir gerçekliği yoktur [147] Lastik fabrikasındaki işçiler. İnsan gelişimi eksikliğinin bu umumi zamanının aynı zamanda bütünleyici bir yönü de vardır – şimdiki üretim tarzına dayalı tüketilebilir bir zaman biçimi ve günlük yaşamda kendini sahte devirli bir zaman olarak göstermek.[148] Saint-Tropez’deki bir tatilci kalabalığının uzun süreli bir çekimi. Sahte devirli zaman, günümüz ekonomisinin yaşam çabasının – günlük yaşamın karar almanın dışında bırakıldığı ve artık
doğal düzene değil, yabancılaşmış emek tarafından ortaya konmuş sahte doğaya tabi olan büyümüş yaşam çabası – tüketimiyle ilişkilendirilir. Bu nedenle, sanayi öncesi toplumlarda yaşama çabasını yöneten eski devirli ritmi, devirli zamanın doğal izlerini bir araya getirirken aynı zamanda yeni çeşitlemeler (gece ve gündüz, mesai ve hafta sonu, belirli dönemlerde çıkılan seyahatler) üreterek tekrarlaması oldukça doğaldır. [150] Tüketilebilir sahte devirli zaman gösteriye ait zamandır; hem dar anlamıyla görüntüleri tüketmeyle harcanan zamandır hem de geniş anlamıyla zaman tüketiminin görüntüsüdür. Görüntüleri tüketmeyle harcanan zaman (diğer tüm metaları tanıtma hizmeti veren görüntüler) hem gösterinin mekanizmalarının en fazla uygulandığı özel arazi hem de bu mekanizmaların ortaya koyduğu genel amaç, odak noktası ve tüm özel tüketimlerin örneğidir. Zaman tüketiminin sosyal görüntüsü ise yalnızca boş zaman ve seyahatlerin – tüm gösteriye ait metalar gibi uzakta ve arzu edildiği varsayılan betimlenen anlar – egemenliğindedir. Bu metalaştırılmış anlar açıkça, devrinin tekrar gelmesini heyecanla bekliyor olmamız gereken gerçek yaşamın anları olarak sunulur. Fakat aslında gösteri kendini daha yüksek bir düzeydeki yoğunlukla sergilemekte ve tekrarlamaktadır. Gerçek yaşam olarak sunulan şeyin yalnızca daha gerçek bir gösteri yaşamı olduğu ortaya çıkar. [153] Televizyonlarının ve müzik setlerinin başında oturan çiftler. -
Saint-Tropez’deki kalabalığın daha fazla görüntüsü; içlerinde birçok üstsüz kadın da yer almaktadır. Eski toplumlarda devirli zamanın tüketimi, bu toplumların gerçek çalışmasıyla tutarlıyken, gelişmiş ekonomilerin sahte devirli tüketimleri, bu ekonomilerin üretim sistemlerinde gizli olan soyut geri çevrilebilir zamanla çelişir. Devirli zaman, değişmeyen yanılsamaların gerçekten yaşanmış zamanıydı. Gösteriye ait zaman, sürekli değişen bir gerçekliğin yanılsamalarla yaşanmış zamanıdır. [155] Bir uçak gemisinden havalanan ve yeniden gemiye inen uçaklar . Üretim sürecinin daimi yenilikleri, hep aynı şeylerden oluşan tüketimde yankı bulmaz. Ölü emek, yaşayan emeğe hükmetmeye devam ettiği için gösteriye ait zamanda geçmiş, şimdiki zamana hükmetmeye devam eder. [156] Genel bir tarihi yaşantının olmaması aynı zamanda bireysel yaşamın hala bir geçmişi olmadığı anlamına gelir. Gösteriye ait oyunlarda ilgi çekmek için yarışan sahte olaylar, varlıklarından haberdar olanlar tarafından yaşanmamıştır ve her durumda kısa sürede unutulurlar çünkü gösteri çarkının her atışında gittikçe artan bir çılgınlıkla yerlerine yenileri gelir. Bunun aksine, gerçekten yaşanmış olanın toplumun resmi geri çevrilebilir zamanıyla bir ilgisi yoktur ve o zamanın tüketilebi-
lir yan ürünlerinin sahte devirli ritmini doğrudan karşıdır. Bağlantısız günlük yaşamın bu bireysel deneyimi dili, kavramı ve son derece önemli ve hiçbir yerde kaydı bulunmayan kendi geçmişine erişimi olmadan var olmaya devam eder. Bağlantısız, yanlış anlaşılmış ve unutulmuş bir halde gösterinin hatırlanamayan yanlış hatırasıyla zapt edilir. Hatıralardaki gibi kadın aşıklar. Johnny Guitar, Vienna ve sevgilisi Dancing Kid aynı meyhanededir. Vienna, Dancing Kid’e şöyle der: “Bu böyledir: birini kaybeder, birini bulursun.” Johnny’ye dönerek şöyle der: “Benim için bir şey çalın, Mr. Guitar.” Johnny: “Özel bir isteğiniz?” Vienna: “İçinde bol bol aşk olsun.” Kid şöyle haykırır: “Her şey o masanın üstündeyken o kadar da iyi çalamayacak!” Johnny istifini bozmadan şöyle sorar: “Bu cici çocuğu rahatsız eden ne?” Vienna: “Bilmiyorum. Sorun ne Kid?” Kid öfkeyle cevap verir: “Benim sor unum yok onun var. Yabancı bir kadınla oyalanmak bir adama çok fazla acıya patlayabilir.” Johnny, Vienna’ya sorar: “Sen yabancı bir kadın mısın? “Yalnızca yabancılara.” Diye cevap verir Vienna. Kid öfkeyle şöyle der: “Sizin aranızda ne var?” Johnny, “Ne görüyorsan o var dostum.” Kid: “Bayım, gelmek için yanlış bir yer seçtiniz!” Johnny: “Hanımefendi beni çağırdı, seni değil.” Kid cebinden bir bozuk para çıkarır. “Tura gelirse sizi öldüreceğim bayım; yazı gelirse onun için bir şarkı çalabilirsiniz.” Parayı atar, Vienna parayı havadayken alır ve Johnny’den bir şey çalmasını ister. Johnny Guitar müziğini çalmaya başlar. -
Vienna dalarak bir süre şarkıyı dinler, sonra Johnny’yi durdurur ve sertçe şöyle der: “Başka bir şey çal.” Egemen toplumun tarihi ve hatırayı etkisiz kılma ve tarihi zamana dair herhangi bir tarihi bastırma yöntemi olarak görülen gösteri, zamana dair yanlış bir bilinci temsil eder. [158] İspanya’nın dağlarında (Çanlar Kimin İçin Çalıyor) Franko yanlısı bir süvari devriyesi ve sonra tüm süvari bölüğü yavaşça partizanların gizli makineli tüfeğinin yanından geçer. Sahte devirli zamanın gösterisinin yüzeysel yüzeyinde gelip giden modaların ardında, bir çağın büyük tarzı, devrim için gizli fakat yine de belirgin olan ihtiyacın elinde tuttuğu şeylerde bulunabilir. [162] Michel Corrette: Çello ve Klavsen için Re Majörde Sonat. Yakında saldırıya uğrayacak olan Winter Palace’da, bir saatin içindeki küçük bir otomatik baykuş başını çevirir. “Gece yarısı yaklaşır.” Minerva’nın kuşu yine hareketlenir. Debord. ALTYAZI: Ve bu yüzden, oldukça hoşsohbet geçen bu zamanları sevgiliye ispat edemediğimden dolayı, bunları kötü bir adama ispatlamaya ve o günlerin boş keyiflerini mahvetmeye kararlıyım.
Müzik giderek azalır. Shangai Gesture barında yaşlı Çinli bir adam, genç kadına Arap kılığındaki Doktor Ömer’i tanıştırır. “Bu benim en iyi arkadaşım, Omar.” Çinli adam oradan ayrıldıktan sonra kadın şöyle sorar: “Siz Mısırlı birkomprador musunuz?” “Hayır, doktorum – Şangaylı… ve Gomoralı Doktor Ömer.” “Şair Ömer’le bir ilginiz var mı? ‘Dalın altında bir şiir kitabı…’” Ömer alıntıyı devam ettirir. “…bir somun ekmek, bir şişe şarap ve sen yanımda şakıyorsunuz yabanda’” Kadın şöyle sorar: “’Doktor’ Ömer dediniz, ne doktoru?” Ömer nazikçe cevap verir: “Hiçbir şeyin doktoru. Kulağa önemli gibi geliyor ve birçok doktorun aksine kimseye bir zararı yok.” Kadın: “Peki ihramınız gerçek mi? Nerede doğdunuz?” Adam: “Doğumum bir dolunayda, Şam yakınlarında, kumların üstünde gerçekleşmiş. Baban Ermeni bir tütün tüccarıydı ve uzaktaydı. Annemse – onunla ilgili ne kadar az şey söylenirse o kadar iyi. Yarı Fransız’dı ve diğer yarısı zamanın tozu içinde kaybolup gitti. Kısacası ben safkan bir melezim. Tüm Dünya’yla ilişkiliyim ve insana ait hiçbir şey bana yabancı değil.” Kadın gülümseyerek şöyle sorar: “O zaman arkadaşlarımızın birden nasıl yok olduğunu açıklayabilirsiniz.” Adam şöyle cevap verir: “Sizi ilk gördüğüm andan beri yalnızdık.” “Dünya’nın Evrimi” başlıklı astronomik bir haritanın pan çekimi.
-
Tarihi incelemek, doğanın gücünün incelemeye eşittir. Grek kültürü, gücün ve güç değişimlerinin ilk kez tartışıldığı ve anlaşıldığı zamandı. Toplumun efendilerinin demokrasisiydi – gücün yalnızca kendisiyle, gizli mabedinin anlaşılmaz meçhullüğü içinde, başarılı olup olmadıkları tartışılamayan saray devrimleri aracılığıyla kozunu paylaştığı despotluğun tam zıttıydı. [134] Makyavel. Uccello’nun San Romano Savaşı’ndan detaylar. Brejnev ve diğer önde gelen bürokratlar, Moskova’da Kızıl Ordu mareşalleriyle birlikte kendilerine ait tribünde. “Kuzey’in tarihsel kayıtlarında insanlar sessizlik içinde hareket eder. Savaşırlar, barışı yaparlar fakat kendileri (veya kayıtlar) neden savaştıklarını veya ne nedenlerle barış yaptıklarını söylemez. Kapalı kapılar arkasında toplanırlar ve kendileri arasında istişare ederler; kapılar açılır, adamlar çıkar ve sahnede görünür. Ne karar verirlerse versinler sessizlik içinde uygularlar.” (Soloviev, En Erken Zamanlardan Bu Yana Rusya’nın Tarihi) İlahlaştırılan bir otoritenin tebaasına sunduğu ve efsanevi emirlerin dünyevi ifası olarak kabul etmeleri gereken kuru, anlaşılmayan kronoloji, aşılmaya ve bilinçli tarihe dönüştürülmeye mahkumdu. Fakat bunu ngerçekleşmesi için oldukça
büyük insan gruplarının tarihe gerçek anlamda katılım göstermiş olması gerekiyordu. Birbirlerini eşsiz bir hediyenin sahibi olarak kabul edenler, kendi eylemlerinde nitel bir zenginliği tatmış kimseler ve kendi çağlarında evlerinde bulunan kimseler arasındaki bu tatbiki iletişimin sonucunda tarihi iletişimin genel dili doğar. Geri döndürülemez zamanın gerçekten var olduğunu düşünenler bu zamanda hem unutulmazı hem de unutma tehlikesini bulur: “Halikarnaslı Herodot şimdi size araştırmalarının sonucunu sunacak, böylece zaman insanoğlunun hareketlerini yok etmeyecek...”[134] Potemkin savaş gemisinin güvertesinde: infaz mangasının üyeleri isyankar yoldaşlarını infaz etmeyi reddeder. “Gelecek programlar” klibinde, İngiliz okullu kızlar takdirlerini coşkun bir şekilde gösterir. Bir piyade birliği palalarını çeker ve saldırmaya hazırlanır. Paris, Mayıs 1968: işgal edilmiş binalarda devrim kongreleri. General Sheridan birçok süvari bölüğünün mevzilendiği bir sınır bölgesine atla gider. İç Savaş sırasında altında görev yapmış bir albay tarafından karşılanır. Sheridan, Kızılderililere karşı tehlikeli bir mücadele konusunda ona talimat verir ve
-
sözlerini şöyle bitirir: “Görevinde başarısız olursan, seni temin ederim ki askeri mahkemedeki yargıçlar, Shenandoah’da bizimle at süren adamlardan oluşacak. Onları kendim seçeceğim.” Yaşlı albay düşüncelere dalar ve şöyle der: “Shenandoah…” Sheridan da geçmiş günleri düşünür ve şöyle der: “Tarihin Shenandoah hakkında ne diyeceğini merak ediyorum.” Burjuvazinin zaferi, son derece tarihi bir zamanın zaferidir çünkü bu, toplumu sürekli olarak baştan aşağı değiştiren ekonomik üretime ilişkin zamandır. Zirai üretim egemen çalışma biçimi olarak var olmaya devam ettikçe, toplumun temelindeki devirli zaman geleneğin herhangi bir tarihi hareketi gizlemeye eğilimli birleşmiş kuvvetlerini destekler. Fakat burjuva ekonomisinin geri çevrilebilir zamanı, dünya genelinde bu izleri kökünden silip atar. O ana kadar yalnızca yönetici sınıfın eylemlerini içerir gibi görünen ve bu nedenle yalnızca olayların kronolojisi olarak kaydedilmiş olan tarih artık genel bir hareket – yoluna çıkan tüm bireyleri ezen acımasız bir hareket – olarak görülmektedir. Temelinin siyasi ekonomide yattığını keşfeden tarih, önceden bilinmez farkına varır; fakat bu temel ortaya çıkarılamadığı için bilinmezliğini sürdürür. Bu gizli tarihöncesi, kimsenin kontrol etmediği bu yeni kader meta ekonomisinin demokratikleştirdiği tek şeydir. [141] “Tenis Kortu Yemini”
Şangay Uluslararası Mahallesinde resmi bir Çin ziyafeti. Paris Menkul Kıymetler Borsası’ndaki çılgın faaliyetteki değer uzmanları. Burjuvazi bu nedenle geri çevrilemez tarihi zamanı bilinir kılmış ve topluma kabul ettirmiştir fakat toplumun onu kullanmasına engel olmuştur. “Tarih bir zamanlar vardı fakat artık yok çünkü ekonomi tarihine sıkı sıkıya bağlı olan ekonomideki sahipler sınıfı, hepsi onu tehdit ettiği için zamanın geri döndürülemez her kullanımını baskı altında tutmalıdır. Sahip olma konusunda uzman olan ve bu nedenle de eşyaların egemenliğinde olan kişilerden oluşan yönetici sınıf kaderini, bu somutlaştırılmış tarihin muhafazasına bağlamak zorundadır. Bu sırada toplumun temelinde yer alan işçi ilk kez maddeten tarihten yabancılaştırılmamıştır çünkü geri çevrilebilir hareket artık o temelden doğmaktadır. Proletarya, ürettiği tarihsel zamanı yaşamayı talep ederek devrim planının basit, unutulmaz özünü keşfeder ve önceden boş çıkan bu planı her uygulama çabası yeni bir tarihsel yaşam için olası bir hareket noktasını temsil eder. [143] Hollanda, İrlanda ve İngiltere’de yakın zamanda yaşanan sokak kavgaları. Kapitalizmin gelişmesiyle, geri çevrilemez zaman küresel olarak birleştirilmiştir. Evrensel tarih, tüm dünya bu zamanın
-
gelişiminin hakimiyeti altında olduğu için gerçeklik kimliği kazanır. Fakat her yerde aynı zamanda aynı olan bu tarih, tarih içinde tarihin reddinden öte bir şey değildir. Tüm dünyada aynı gün olarak görünen şey, yalnızca ekonomik üretim zamanı ve eşit soyut bölümlere ayrılmış bir zamandır. Bu birleştirilmiş geri çevrilemez zaman küresel pazara ve bu nedenle de küresel gösteriye aittir. [145] Dans eden üç siyahi kadın. Geri çevrilemez üretim zamanı öncelikle metaların ölçüsüdür. Dünya çapında toplumun genel zamanı olarak resmi anlamda kabul edilen zaman aslında yalnızca onu oluşturan özelleşmiş menfaatleri yansıtır ve bu nedenle de yalnızca belirli bir zaman türüdür. [146] Denizde bir hoverkraft. Havaalanından havalanan bir uçak. Burjuvaların yükselişiyle başlayan uzun devrim çağının sınıf çatışmaları, diyalektik “tarih düşüncesi”yle – artık var olanın anlamını araştırmaktan memnun olmayan fakat var olanın yerini almayı öğrenmeye çabalayan ve süreç sırasında her bölünmeyi kıran düşünce – art arda gelişmiştir. [75] Dünya’nın uzaydan çekilmiş dönüşü.
Tarih düşüncesi hala, her zaman çok geç gelen, yalnızca olup bitenlerin geriye dönük gerekçelemelerini biçimlendirebilen bir bilinçtir. Bu nedenle bölünmenin ötesine yalnızca düşünce olarak geçebilmiştir. Hegel’in içinde paradoks barındıran görüşü – kendi sisteminin sonucu temsil ettiğini ilan ederken tüm gerçekliğin anlamını tarihsel sonuca boyun eğdirmesi – bu on yedi ve on sekizinci yüzyılın burjuvazi devrimleri düşünürünün, felsefesinde, yalnızca bu devrimlerin sonucuyla bir uzlaşma araması gerçeğinden çıkmaktadır. [76] Hegel. Topçu ateşiyle karşı karşıya katan bir Kronstadt denizci müfrezesi, “The Internationale”i söylerken yerine takılmış süngüleriyle saldırıya geçer. Proletarya eylemleriyle bu tarih düşüncesinin unutulmadığını gösterdiğinde, bu düşüncenin sonucunu yalanlayışı aynı zamanda yönteminin tasdikidir. [77] Barselona ve Petrograd’daki devrim günlerinde proleterler. Marx’ın teorisinin zayıflığı, doğal olarak zamanının proletaryasının devrim mücadelesinin zayıflığıyla ilişkilidir. Alman işçi sınıfı, 1848 yılında kalıcı bir devrim başlatma konusunda başarısız olmuştur; Paris komünü tek başına yenilgiye uğra-
-
mıştı. Sonuç olarak da devrim teorisi tam anlamıyla gerçekleştirilemedi. [85] Amerikan İç Savaşı’nda uzun bir çarpışma. Proletarya devriminin bilimsel savunmasının (hem içerik hem de ifade tarzı açısından)teorik eksiklikleri eninde sonunda gücün devrimle ele geçirilmesi bakımından proletaryayı burjuvaziyle bir tutmaktan kaynaklanmaktadır. [86] Saldırı hatlarının kalemle işaretlendiği 1971 tarihli Winter Palace haritası. 1972 tarihli Tuileries Sarayı haritası. İspanyol İç Savaşı sırasında hatlardan geçmeyi başarmış bir partizan, Francocuların yakındaki cumhuriyetçi saldırısına karşı uyarıldığına dair son dakika haberlerini getirir. Cumhuriyetin hizmetindeki bir Rus subayı olan General Golz, cepheye yakın bir hendekteki telefonda konuşur: “Beni duyuyor musunuz?...Ne?...” saldırıyı başlatmak için verilen sinyal olan bombacı dalgasının mevziine doğru uçuşunu izler ve telefonda şöyle der: “Çok geç. Bu, bizim bittiğimiz anlamına gelir. Bu sefer başarısız olduk. Çok kötü. Evet, çok kötü.” Marx’ın teorisine gerçekten uyan tek iki sınıf, Kapital’in eksiksiz analizinin açığa çıkardığı iki saf sınıf burjuvazi ve
proletaryadır. Bu iki sınıf aynı zamanda tarihte yer alan tek iki devrimci sınıftır fakat son derece zor koşullar altında görevlerini yerine getirmektedir. Burjuvazi devrimi gerçekleşmiştir. Proletarya devrimi hala gerçekleşmemiş olan, önceki devrimin temelinden doğan fakat ondan nitel anlamda farklı olan bir projedir. Burjuvazinin tarihteki rolünün özgünlüğünü dikkate almayan aynı zamanda proletarya projesinin kendi bayraklarını taşımayıp “görevinin büyüklüğü”nü fark etmedikçe hiçbir yere varamayacak olan kendine has özgünlüğünü gözden kaçırmaya da eğilimlidir. Burjuvazinin iktidara gelmesinin nedeni, gelişen ekonominin sınıfı olmasıydı. Proletarya sınıfının yeni bir iktidar şekli yaratmasının tek yolu bilinç sınıfı haline gelmesidir. Üretici güçlerin büyümesi bizzat böyle bir gücün ortaya çıkmasını sağlamayacaktır – bu, bu büyümenin gerektirdiği artan kamulaştırma yoluyla dolaysız olarak bile gerçekleşmeyecektir. Jakoben türü bir devleti ele geçirme işlemi de buna vesile olamayacaktır. Proletarya, kısmi hedeflerini genel hedefler olarak göstermek için tasarlanmış herhangi bir ideolojiden yararlanamaz çünkü proletarya tam anlamıyla kendine ait kısmi bir gerçekliği saklayamaz. [88] Amerikan İç Savaşı’nın devamı. Bu ideolojiye yabancı teori, bu tür gerçeklemeler kendiliğinden doğan işçi sınıfı mücadelelerinde ortaya çıkarken, ihanet ettiği birleşik bir tarih düşüncesinin uygulamadaki gerçeklemelerini artık kabul edemezdi; bunun yerine bunlara ait her tür tezahür ve hatırayı bastırmaya katkıda bulundu. Fakat mü-
cadelede şekil alan bu tarihsel biçimler, tam da teoriyi geçerli kılmak için ihtiyaç duyulan uygulama alanıydı. Teorinin ihtiyaç duyduğu buydu fakat bu ihtiyaç teorik olarak biçimlendirilmemiştir. Örneğin sovyet teorik bir keşif değildi. Ve Uluslararası İşçi Birliği’nin en gelişmiş teorik gerçeği bizzat kendisinin uygulamadaki varlığıydı. [90] Kronstadt askerleri zafere dek saldırılarını sürdürür. Winter Palace’a saldırı. Michel Corrette: Çello ve Klavsen için Re Majörde Sonat Vendôme Sütunu yıkılır. Marx. Bakunin. Tekrar Marc. ALTYAZI: Yabancı ekmeğin tadının ne kadar acı olduğunu, başka birinin merdivenlerini çıkmanın ne kadar zor olduğunu öğreneceksin. Ve sürgün vadisindeki en büyük sıkıntı, o kadar aptal ve nahoş bir arkadaşa mecbur kaldığını görmektir. Fakat sonra tek başına durmak ve tek kişilik bir grup oluşturmak senin onurun olacaktır. Müzik kesilir. Bolşevizm’in Rusya’da kendi adına zafer kazandığı ve sosyal demokrasinin eski dünya için başarılı bir şekilde savaştığı
o tarihi an, modern gösterinin egemenliğinin esasını oluşturan durumun kesin başlangıcıdır belirler: işçi sınıfının simgesi işçi sınıfının düşmanı haline gelmiştir. [100] Kızıl Ordu piyadeleri sırada. Troçki. METİN ÇERÇEVESİ: “Meclisleri yok etmeden totaliter bürokratik bir devlet kapitalizmi kurmaya çalışanlar fazla uzun süre ayakta kalmayacaktır; tüm işçi sendikalarını ve özel hiyerarşik partileri kamulaştırmadan sınıf toplumunu ortadan kaldırmaya çalışanlar da.” Stalin dönemi bürokrasinin nihai işlevini ortaya çıkarmıştır: pazar toplumunun özünü – metalaşmış emeği – koruyarak ekonominin egemenliğini devam ettirmek. Bu dönem aynı zamanda ekonominin bağımsızlığını da göstermiştir: ekonomi topluma her yönden o kadar çok egemen olmuştur ki kendi sürekli faaliyeti için ihtiyaç duyduğu sınıf egemenliğini yeniden yaratabilme gücü olduğunu kanıtlamıştır; yani burjuvazi, tek bir burjuva bile olmadan varlığını koruyabilecek bağımsız bir güç yaratmıştır. Bruno Rizzi’nin bakışına göre, totaliter bürokrasi “tarihteki son mal sahibi sınıf” değildi; yalnızca meta ekonomisi için yedek bir yönetici sınıfıydı. Sendeleyen bir kapitalist mülkiyet sisteminin yerine kendisinin kabataslak bir uyarlaması gelmişti – bürokrat sınıfının ortak mülkü gibi basit-
-
leştirilmiş, daha az çeşitlendirilmiş ve yoğunlaştırılmış. Bu az gelişmiş yönetici sınıfı türü aynı zamanda ekonomik az gelişmişliğin bir yansımasıdır ve dünyanın belirli kısımlarındaki bu az gelişmişliği aşabilmek için bir gündemi yoktur. Kapitalist yönetici sınıfının bu kabataslak uyarlamasının hiyerarşik ve devletçi taslağı, kendisi burjuva teşkilatının hiyerarşik bölünmelerine göre biçimlendirilmiş olan işçi sınıfı partisi tarafından temin edilmiştir. [104] Kızıl Ordu geçit töreninin devamı: tanklar, ağır silahlar, roketler. Odessa bozkırlarında Çarist birlikleri gösterici topluluğuna ateş açar. Egemen totaliter-ideolojik sınıf, tepetaklak edilmiş bir dünyanın yöneticisidir. Sınıf ne kadar güçlü olursa, var olmadığını o kadar sık iddia eder ve gücü, her şeyden önce bu iddiayı kuvvetlendirmek için kullanılır. Fakat yalnızca bu noktada iddiasızdır .ünkü resmiyette var olmayan bu bürokrasi aynı zamanda tarihin önde gelen başarılılarını kendi şaşmaz liderliğine bağlamaktadır. Varlığı her yerde aşikar olmasına rağmen, bürokrasi bir sınıf olarak görünmez olmak zorundadır. Sonuç olarak tüm sosyal yaşam manasızlaşır. Tüm yalanın sosyal düzeni, bu önemli çelişkiden gelmektedir. [106] Stalinciler ve müttefikleri Fransız “Birleşmiş Sol”unun
toplantısında; Mitterand ve Marchais’nin konuşmaları. “Bu bürokraside zihnen ne kadar yükselirsek o kadar şaşırtıcı akılla karşılaşırız.” (Marx, “Son Prusya Sansürcülüğü Hakkındaki Yorumları”) Stalincilik de terörün bürokrat sınıfı içindeki egemenliğiydi. Bu sınıfın gücünün dayandığı terörizm kaçınılmaz olarak sınıfa darbe indirmiştir çünkü bu sınıfın hiçbir hukuki meşruiyeti, her bir üyesine kadar yayılabilecek bir yönetici sınıfı olarak hiçbir kanuni statüsü yoktu. Sahipliğinin gizlenmesi gerekiyordu çünkü yanlış bilince dayanıyordu. Bu yanlış bilinç tüm gücünü yalnızca tüm gerçek sebeplerin nihai olarak gizlendiği tam bir terör yönetimiyle sağlayabilir. Yönetimdeki bürokrat sınıfının üyelerinin toplum üzerinde, tıpkı önemli bir yalanın ortakları gibi, yalnızca müşterek mülkiyet hakkı bulunmaktadır: sosyalist bir toplumu yöneten proletarya rolünü oynamak zorundadırlar; ideolojik bir ihanet senaryosuna sadık aktörler olmak zorundadırlar. Yine de meşruiyetleri geçerli sayılmadığı takdirde bu sahte varlığa tam anlamıyla iştirak edemezler. Hiçbir bürokrat bireysel olarak yönetimde hak iddia edemez çünkü sosyalist bir proleter olduğunu kanıtlamak için, bürokrasinin resmi yöntemi bürokrasinin olmadığını söylediğinden bürokrat olduğunu kanıtlaması imkansızken bir bürokratın tam aksi gibi olduğunu göstermesi gerekecektir. Her bürokrat bu nedenle tamamen yönetim ideolojisinin sunduğu merkezi meşruiyet mührüne bağlıdır; bu yönetim ideolojisi başından savmadığı tüm bürokratların “sosyalist rejimine” -
müşterek katılımını onaylar. Bürokratlara tüm sosyal kararları vermek için müştereken yetki verilmiş olsa da kendi sınıflarının uyumu yalnızca terörist gücün tek bir kişide yoğunlaşmasıyla sağlanabilir. Bu kişide yönetim yalanının uygulamadaki tek gerçeği saklıdır: yine de sürekli olarak ayarlanan karşı konulamayacak bir sınır belirleme gücü. Stalin kimseye danışmadan kimin yönetimdeki bürokrasinin bir üyesi olduğuna ve kimin olmadığına – kimin “yönetimdeki bir proleter” olarak görülmesi ve kimin "Wall Street ve Mikado’da bir hain" olarak damgalanması gerektiğine karar verir. Atomlarına ayrılmış bürokratlar müşterek meşruiyetlerini yalnızca Stalin’in – dünyanın efendisi olduğu için kendisini kamil insan olarak gören, kendisinden üstün bir ruhun bulunmadığını düşünen Stalin – şahsında bulabilir. “Dünyanın efendisi kendi doğasının – farkına, her yerde hazır ve nazır olan güç – tebaasının kendisininkiyle taban tabana zıt olan güçsüz kişiliğine uyguladığı yıkıcı şiddet aracılığıyla varır. O, egemenlik alanını belirleyen güçtür ve aynı zamanda “o alanı yakıp yıkan güç”tür. [107] Brejnev ve diğer Stalinci yöneticiler çiçekler alırken. Renault fabrikasında sendika patronları. Sendikaları tarafından 1968 yılında fabrikalarına kapatılan Renault işçileri, dışarıda kendi bürokratlarının yönettiği ve yan taarruz yaptırdığı yürüyüşteki deneyimsiz solcuları izler. Stalin uzun bir konuşma yapar.
Reichstag yanarken, Hamburglu Komünistler son toplantılarını yapmaktadır. Bir militan Nazi hükümetini bu kışkırtmayı gerçekleştirmekle itham eder. Nazi hükümetinin Komünist Parti’yi kapatmak istediğini fark edince, (iç savaş ihtimalinin çoktan ortadan kalktığı bir zamanda) “Hitler savaş demektir!” der. Orada bunan polis memuru toplantının sona erdiğini ilan eder. Güvenlik polisi odaya içeri girer ve “Enternasyonal”i söyleyen Komünistleri coplamaya başlar. Bir Nazi subayı: General Franco. Hareket halindeki Alman tankları; İspanya’daki Uluslararası Tugay; Lincoln Tugayı. ALTYAZI: İspanya’da Jarama adında bir vadi var; çok iyi biliriz hepimiz. Çünkü orada harcandı yiğitliğimiz, harcandı hayatımız. Francocu askerlerin takip ettiği İspanyol partizanlar son tepede kendilerini savunur. Bir Alman toplama kampında sıraya dizilmiş siyasi mahkumlar. Bir Paris iskan projesinin altında küçük bir kız tek başına atlıkarıncaya binmektedir. Geceleyin ışıklar içindeki Concorde Meydanı. Paris çatıları. “Çok acı ve sıkıntı çekerek tekrar kurulan bu sosyal barış, ‘sitüasyonistler’ adı altında suç tarihine giren kişiler ortaya çıkıp sonunu haber verene kadar birkaç sene sürdü.”
-
Proletarya dışa vurulan gücünün kapitalist toplumun sürekli güçlenmesine katkıda bulunduğunu fark ettiğinde, artık yalnızca yabancılaşmış emek olarak değil aynı zamanda sendikalar, siyasi partiler ve kendisini özgürleştirmek amacıyla yarattığı devlet gücü olarak da, somut tarihi deneyim aracılığıyla tüm katılaşmış dışa vurmalara ve iktidar özelleşmelerine tümüyle karşı çıkması gereken sınıf olduğunu keşfeder. Hiçbir şeyi kendisinin dışında bırakamayacağı bir devrimi, şimdinin geçmiş üzerindeki kalıcı egemenliğini ve ayrılığın eleştirisini temsil eden bir devrimi doğurur; bu devrimi uygulamaya geçirmek için uygun eylemleri keşfetmesi gerekmektedir. Gücünü kaybetmesinde nicel bir iyileşme, hiyerarşik bir sisteme aldatıcı bir katılım, bu memnuniyetsizlik için kalıcı bir tedavi sunamaz çünkü proletarya ne zarar gördüğü belirli bir hatada ne de belirli bir hatanın düzeltilmesinde kendini gerçekten göremez. Kendini birçok hatanın düzeltilmesinde bile göremez; yalnızca mutlak bir hata olan gerçek yaşamdan dışlanma hatasının düzeltilmesinde görebilir. [114] Mayıs 1968’de Paris’te barikatlar; gecenin içinde sokak kavgaları ve yangınlar. Michel Corrette: Çello ve Klavsen için Re Majörde Sonat Mayıs 1968’in başka görüntüleri: şafakta Gay Lussac sokağı; Sorbonne’da kitle kongresi kürsüsü; Debord’un da dahil olduğu Enragés-Sitüasyonist Enternasyonal Komitesi üyeleri-
nin takip çekimi. “Yoldaşlar: Nantes’deki Sud-Aviation fabrikasınıniki gündür şehrin öğrenci ve işçileri tarafından tutulduğunu ve bugün bu hareketin birçok fabrikaya (Paris’te NMPP, Cléon’da Renault, vs.) yayıldığını göz önüne alarak Sorbonne Meslek Komitesi Fransa’daki tüm fabrikaların gücüne ve İşçi Kurullarının oluşumuna acilen ihtiyaç duymaktadır. Yoldaşlar: Bu ricayı mümkün olduğunca çabuk yayın ve çoğaltın. Sorbonne, 16 Mayıs, 15.00.” Ekim 1917’deki bir topluluk hoparlörden gelen sesi dinler. Sorbonne’un batı duvarlarında asılı bir pankart: “Fabrikaları işgal edin. İşçi Kurulları. – Enragés-Sitüasyonist Enternasyonal Komitesi.” Limanlar, tren istasyonları ve fabrikalar genel grevle felce uğramıştır. “Bugünden başlayarak gösteri dünyasının sonuna dek Mayıs ayı, anılarımızı uyandırmadan geçip gitmeyecektir.” Christian Sebastiani; Debord; Patrick Cheval. ALTYAZI: Biz birkaçımız, mutlu birkaçımız, biz kardeşler çetesi. Sorbonne’daki Puviz de Chanavannes freskinde bir grafiti: “Yoldaşlar, insanlık mutlu olmayacaktır; ta ki…” Geceleyin, pencerelerinde ışıkları olan Sorbonne. Gecele-
-
yin Winter Palace. “Jules Bonnot Odası”nın pencerelerinden atılan broşürler, Sorbonne Meslek Komitesinin merkezi. Eisenstein’ın Dünyayı Sarsan 10 Gün’ünde işçiler, devrimci matbaacıların makinelerinden çıkan broşür paketlerini alır. 1968 duvar posteri: “Kahrolsun gösteri-meta dünyası.” “Kendini böyle bir planları olmadıklarına dair kandırma. Tabii ki bir planları olacak; olmasaydı yalnızca koşullar bile onları bir tane geliştirmeleri için zorlayacaktı. Bir fetih, bir diğerine götürür; bir zafer, diğer bir tanesi için iştah açar.” (Makyavel, Francesco Vettori’ye mektup) İşgal edilmiş Sorbonne’un görüntüleri. Grafiti: “Koş yoldaş, eski dünya arkanda!” “25 Şubat’tan bu yana bin çeşit tuhaf sistem öncülerin aceleci hayal güçlerinden çıkmış ve topluluğun altüst olmuş akıllarına yayılmıştır… Devrimin şokun tüm toplumu toza çevirmiş gibiydi ve yeni yapının yerine nasıl yerleşeceğini belirleme konusunda açık bir rekabet var gibi görünüyordu. Herkesin kendi planı vardı. Bazıları gazetelerde basılıyor, diğerlerin duvarları kaplayan posterlerin üstüne; bir kısmı da açık hava mitinglerinde ilan ediliyordu. Kimi servet eşitsizliğini, kimiyse eğitim eşitsizliğini yıkmayı savunuyordu; üçüncü bir kişi ise tüm eşitsizliklerin en eskisi olan kadın ile erkek arasındaki eşitsizliğin kaldırılmasını tekli ediyordu. Yoksulluğa ve ilk
günlerinden bu yana insanlığa eziyet eden emek belası için tavsiyeler veriliyordu.” (Alexis de Tocqueville, 1848 Fransız Devrimi Anıları) Geceleyin yanan bir barikat. ALTYAZI: Fakat ne odun ne de ateş, büyük veya küçük olsun hiçbir sıcaklıkta bir huzur veya tatmin ya da ikisi arasında bir benzerlik bulmadı; ta ki ateş odunla bir olana ve doğasına ona açtığı ana kadar. “Fakat sonra vandalizmle suçlandılar ve makinelere saygısızlık ettikleri için suçlandılar. İşçiler, sistematik bir yıkımı bu yıkımın kendisi için isteseydi, böyle eleştirilerin bir esası olabilirdi. Fakat durum böyle değil! Eğer işçiler makinelere saldırıyorsa, bunun nedeni zevk veya kapris değil, acil ihtiyaçların onları buna mecbur etmesidir.” (Emile Pouget, Sabotaj) Müzik sona erer. İnkarın yeni belirtileri, ekonomik açıdan en çok gelişmiş ülkelerde artmaktadır. Bu belirtiler gösteri tarafından yanlış anlaşılıp tahrif edilse de, yeni bir dönemin başladığının yeterli bir kanıtıdır. Kapitalizme karşı ilk proleter saldırısının başarısızlığını zaten gördük; şimdiyse kapitalist bolluğun iflasına tanıklık ediyoruz. Bir yanda Batılı işçilerin sendika karşıtı çabaları öncelikle sendikalar tarafından bastırılmakta, diğer bir yanda ise asi gençlik hala belirsiz ve karmaşık olan ama sana-
-
tın, günlük yaşamın ve eski özelleşmiş siyasetin açık bir reddini içeren yeni protestolarda bulunmaktadır. Bu ikisi başlangıçta kanunsuz gibi görünen, kendiliğinden gelişmiş yeni bir çabanın iki yönüdür. Bunlar, sınıf toplumuna karşı gerçekleşecek ikinci bir proleter saldırısının habercisidir. Fransız çevik kuvveti Flins fabrikasının etrafında ve Nantes sokaklarında. Rue Saint-Jacques’ı çatılardan savunan genç lümpen proleterler. Bir Polonya haritası. İsyancıların saldırdığı zırhlı bir kamyon alev alır. Bir isyancı kalabalığı bir sarayın duvarlarından tırmanır. Tangiers’de bir kafede bir kadın, adamlarının etrafını sardığı bir gangsterin yanına gider. “Beni hatırlıyorsunuzdur.” Adam şöyle cevap verir: “Güzel kadınları asla hatırlamam, bu çok pahalı. (Yanındaki adamlarından birine): Van Stratten yeni bir yat mı almış?” Kadın: “Bu, işle alakalı değil Mr. Tadeusz. Yalnızca bizim için bir iyilik yapmanızı istiyoruz.” Adam: “Ben asla iyilik yapmam.” Kadın: “Sadece Polonya’ya dair biraz bilgi istiyoruz.” Adam: “Ben asla bilgi ver –– “ fakat cümlesinin yarısında durur ve arka plandaki müzik yükselirken şöyle der: “Polonya.” “Bir kez daha Polonya kanlı bir kefenle sarıldı ve biz çaresizce izledik.” (Fransız işçilerin İlk Enternasyonal’in kuru-
luş konferansındaki demeci, 28 Eylül, 1864) Bu nedenle sınıf toplumunun yaşam eksikliğinin gösteri düzenine doğru gelişimi, devrimsel özde var olanın görünür hale gelmesi projesinin öncülüğünü yapmaktadır. İtalya’da sokak kavgası. Konuşma yapan Lenin. İtalya: çecik kuvvet kamyonetlerden fırlar ve bir grup insanı coplamaya başlar. Yaya Batı Almanya güvenlik güçleri. Devrim teorisi artık tüm devrim ideolojisinin düşmanıdır ve onu tanımaktadır. Haziran 1953: Sovyet tankları Doğu Berlin’de işçileri püskürtür. Amerikan polislerinin geceleyin siyahi isyancıları coplamasının uzun görüntüleri. ALTYAZI: Fakat bu deneyimin içeriğini bir bütün olarak göz önüne alırsak, bu içeriğin yok olan bir çalışma olduğu görülür… Yok olan şey aslında bizzat çok gerçektir: çalışmaya bağlıdır ve onunla kaybolur. Olumsuz, olumsuzlaştırdığı olumluyla birlikte yok olur.
-
“’Yalnızca başarının garanti olduğu mücadelelere dahil olsayfık, tarih yazmak daha kolay olurdu.’ Bu toplumu tamamen yok etmek için, Mayıs 1968 gibi on veya daha fazla saldırı gerçekleştirmeye hazır olmamız gerektiği ve belirli bir sayıdaki yenilgiyi ve iç savaşın talihsiz değil kaçınılmaz olduğunu düşünmemiz gerektiği aşikardır. Tarihte dikkate alınan amaçların enerji ve kararlılıkla yerine getirilmesi gerekmektedir.” Bir Amerikan iç savaşı sırasında bir subay kendini Yedinci Michigan Süvarisinin başına getirir ve şöyle bağırır: “Yedinci Michigan, ileri!... Tırıs!...Dörtnala!...Hücum!” Mr. Arkadin, İspanyol kalesinde bir maskeli balo vermektedir. Elinde kadehiyle misafirlere şöyle der: “Hayır, hayır, bir konuşma yapmayacağım. Gürcü tarzında şerefe kadeh kaldıralım diyorum. Gürcüler kadeh kaldırmadan önce ufak bir hikaye anlatır…Bir rüya gördüm. Tüm mezar taşlarının tuhaf bir şekilde işaretlendiği bir mezarlıktaydım – ‘1822 – 1826 ‘, ‘1930 – 1934’, hep böyle, hep ölüm ve doğum tarihlerinin arasında çok az bir zaman var. Mezarlıkta yaşlı bir adam vardı. Ona köyde herkes bu kadar genç ölmüşken onun nasıl bu kadar uzun yaşadığını sordum. Fakat hayır, adam bana şöyle dedi: ‘Erken yaşta ölmüyoruz, mezar taşlarımız insanın yaşadığı yılları değil, bir arkadaşa sahip olduğu yılları yazar.’ dedi. Arkadaşlığa içelim.” Ivan Chtcheglov Asger Jorn.
Michigan süvarileri hücumlarına devam eder. Bozguna uğrayınca hücumu yöneten subay Beşinci ve Altıncı Michigan alaylarını arar. Onları bulunca yeni bir hücuma geçer. Arkadin başka bir hikayenin sonunu anlatır. “…Mantık mı? diye haykırIR ölmek üzere olan kurbağa, akrebi de kendiyle birlikte aşağıya çekerken. “Mantık bunun neresinde?’ ‘Biliyorum,’ dedi akrep, ‘fakat elimde değil, bu benim tabiatım!’ Tabiata içelim!” Başka bir aksiliğin ardından subay, Birinci Michigan’ın – kalan tek alayın – ön saflarında görünür ve bir başka hücumu emreder. “Aksine, teorimizin değerli kılan doğru bir fikre sahip olmak değil, bu fikri tasarlamaya kendiliğimizden başlamamızdır. Özetle – ve bunun, pratik alanın bütününde olduğu kadar, burada da sürekli olarak vurgulanması gerekmektedir – teorinin amacı, pratisyenin görevini başarması yönündeki her adımında bir destek olmak değil, kendi kendine hüküm vermesi konusunda eğitmektir.” (Clausewitz, 1814 Seferi)
-
Bu film Alice Becker-Ho’ya ithaf edilmiştir. Uçsuz bucaksız bir gösteriler yığını olarak sunulur. Doğrudan yaşanmış olan her şey, gerileyerek Gerçeğin parçalanmış görünümleri kendilerini sadece izlenebilecek müstakil bir sahte dünya olarak yeni bir bütünlük içinde yeniden gruplar. Bu nedenle gösteri, bölünmüş olanları bir araya getirir fakat bunu yalnızca onların bölünmüşlükleri içinde yapar. Diyalektik teorinin bizzat biçemi, dilin hakim olan ölçülerine ve bu ölçülerle biçimlenen hassasiyetlere karşı duyulan öfke ve nefrettir “Kaç erkeği unuttunuz?” “Sizin hatırladığınız kadınlar kadarını.” Gösteri gücünün – tek yönlü iletişiminin aleminde mutlak olan bir güç – uzmanları küçümseme deneyimleri ve o küçümsemenin başarısı sonucunda tam anlamıyla yozlaşmışlardır. Reklam endüstrisinin her bir yeni yalanı, bir önceki yalanın örtülü kabulüdür. Önceki zamanlarda mimari yenilikler imtiyazlı sınıflar için
özel olarak tasarlanırdı. Şimdi ise ilk defa yeni bir mimari fakirler için özel olarak tasarlanmıştır. Bu alacakaranlık dünyasını tehdit eden tarihin, boşluğu dolaysız bir şekilde yaşanan zamana tabi kılması muhtemeldir. …bireyler ve toplumlar artık yalnızca işleriyle değil, tüm tarihin tahsisiyle orantılı mekan ve olaylar yaratabilir. Zaman tüketiminin sosyal görüntüsü ise yalnızca boş zaman ve seyahatlerin – tüm gösteriye ait metalar gibi uzakta ve arzu edildiği varsayılan betimlenen anlar – egemenliğindedir. “Ezilmiş kitleler, ayağa kalkın! Dünyayı yeni temeller üstüde tekrar kuracağız.” Kronstadt denizcileri The Internationale”i söylerken
yeni bir dönemin başladığının yeterli bir kanıtıdır. Kapitalizme karşı ilk proleter saldırısının …başarısızlığını zaten gördük; şimdiyse kapitalist bolluğun iflasına tanıklık ediyoruz. “Biz birkaçımız, mutlu birkaçımız…” “…biz kardeşler çetesi.” “Yedinci Michigan, ileri! -
‘Biliyorum,’ dedi akrep, ‘fakat elimde değil, bu benim tabiatım!’
-
SADE İÇİN ULUMALAR 1. SES: Sade İçin Ulumalar, Guy-Ernest Debord'un bir filmi. 2. SES: Sade İçin Ulumalar, Gill J. Wolman'a ithaf edilmiştir. 3. SES: Madde 115. Bir kimse ikamet ettiği yerde artık görünmemeye başlamışsa ve dört yıldır kendisinden bir haber alınmadıysa, ilgili şahıslar bahsedilen kimsenin ortadan kayboluşunun resmen tanınması için hukuk mahkemesine başvurabilir. 1. SES: Aşk sadece devrim öncesindeki süreçte geçerlidir. 2. SES: O kızların hepsi seni sevmiyor, seni yalancı! Sanat, memnuniyetsiz insanların resmi ifadelerin dünyasını aşarak hiçlik şölenlerinin ötesine geçmesi ile başlar, büyür ve yok olur. 4. SES: Söyle, Françoise ile yattın mı? 1. SES: Ne kadar güzel bir bahar! Film tarihine dair bir özet: 1902: Aya Seyahat(Le Voyage dans la lune), 1920: Dr. Caligari'nin Muayenehanesi/Odası (Das Kabinett des Doktor Caligari), 1924: Perde Arası (Entr'acte), 1926: Potemkin (Potemkin Zırhlısı), 1928: Bir Endülüs Köpeği (Un chien Aandalou)1931: Şehir Işıkları (City Lights). Guy-Ernest Debord'un doğumu. 1951: Balçık ve Sonsuzluk Üzerine (Traitè de bave et d'eternitè), 1952: Antikonsept (L'Anticoncept). Sade İçin Ulumalar. 5. SES: "Projeksiyon tam başlamak üzereyken, Guy-Ernest Debord'un sahneye çıkması ve giriş niteliğinde birkaç söz söylemesi gerekiyordu. Eğer sahneye çıksaydı yalnızca şöyle der-
di: 'Film diye bir şey yok. Sinema ölmüş durumda. Artık film üretmek imkansız. Dilerseniz bir tartışma başlatabiliriz.' " 3. SES: Madde 516. Mülkler ya gayrimenkuldür ya da şahsa aittir. 2. SES: Bir daha hiç yalnız kalmamak için. 1. SES: O, çirkinlik ve güzelliktir – bugün sevdiğimiz her şey gibi. 2. SES: Geleceğin sanatı, durumların karmaşasından öteye gidemez. 3. SES: Saint-Germain-des-Prés’nin kafelerinde! 1. SES: Senden çok hoşlandığımı biliyorsun. 3. SES: Hepsi tek gerçek alâmetifarikaları olan pis üniformalarını giyen otuz civarında lettristten oluşan büyük bir komando birliği, dikkati üstlerine çekecek bir skandal çıkarmaya kararlı bir şekilde Cannes’da ortaya çıktı. 1. SES: Mutluluk, Avrupa’da yeni ortaya çıkmış bir fikirdir. 5. SES: “İnsanları sadece davranışlarından tanırım. Diğer
-
açılardan birbirlerinden ayırt edilemez durumdalar. Son tahlilde, birbirimizden eserlerimiz vasıtasıyla ayrılmaktayız.” 1. SES: Ve isyanları, uyumculuk haline geldi. 3. SES: Madde 488. Yetişkinlik yaşı 21’dir; bu yaştaki bir kimse sivil hayatın tüm eylemlerini yerine getirebilir. EKRANIN KARARDIĞI İKİ DAKİKALIK SESSİZLİK. 4. SES: Kadın sürekli olarak, sodyumlu havai fişeklerin suyla teması sonucu ortaya çıkan bir alev gibi adamın zihninde canlanıyordu. 1. SES: Dünya, bitip tükenmez bir şekilde bizden uzaklaşan küçük bir adanın önemsiz bir parçasından ibaret olan bir galaksi içinde dönerken, onunla birlikte dönen bir kasabada kahramanlıklarından hiçbir şeyin arta kalmayacağının pekala da farkındaydı. 2. SES: Tam bir karanlık; gözler felaketin büyüklüğüne kapalı. EKRANIN KARARDIĞI BİR DAKİKALIK SESSİZLİK. 1. SES: Psikoloji, istatistik, şehircilik ve etik öğelerini bir araya getirecek bir durum biliminin oluşturulması gerekmek-
tedir. Bu öğeler tamamen yeni bir hedefe odaklanmalıdır: durumların bilinçli olarak oluşturulması hedefi. EKRANIN KARARDIĞI OTUZ SANİYELİK SESSİZLİK. 1. SES: 1950 yılına ait bir gazeteden satırlar: “Meşhur, Genç Radyo Aktristi Kendini Isére’e Attı. Grenoble. Sahne adı “Piruet” ile bir Alpes –Grenoble radyo programı olan Mutlu Perşembeler’de başrol oynayan 12.5 yaşındaki Madeleine Reineri, okul çantasını kıyıya bıraktıktan sonra kendini Isére Nehri’ne attı.” 2. SES: Küçük kardeşim, pekiyi görünmüyoruz. Nehir akıyor, sefillik sürüyor. Aciziz. EKRANIN KARARDIĞI BİR DAKİKA OTUZ SANİYELİK SESSİZLİK. 4. SES: Fakat bu filmde hiç kimse Sade’dan bahsetmiyor. 1. SES: Yıldızlararası boşluğun soğuğu, donma noktasının veya Fahrenhayt, Santigrat, Reomür sıfırının binlerce derece altında: yaklaşan şafağın henüz başlayan belirtileri. Savaş zamanının gökyüzü içinden Jacques Vaché’nin hızlı geçişi, onun karşı konulmaz zorunluluk hissi, kendini öldürmesine neden olan feci hız; aynı zamanlarda Meksika Körfezi’nde ortadan
-
kaybolan Arthur Cravan’ın kırbaç şaklatan ruhu… 3. SES: Madde 1793. Bir mimar veya müteahhit, arazi sahibi bir kimseyle, üzerinde anlaşılmış bir plan dahilinde ve belirli bir ücret karşılığında anlaşma yaptığı zaman, işgücündeki bir artış veya plandaki değişiklik veya eklemeler nedeniyle olsun, hiçbir şekilde o ödemede bir artış talep edemez; ancak ekleme veya artış gibi değişiklikler yazılı olarak teyit edilmiş ve yeni ödeme arazi sahibi tarafından onaylanmışsa böyle bir artış gerçekleşebilir. 2. SES: İntiharın mükemmeliyeti, muğlaklığında yatar. EKRANIN KARARDIĞI BEŞ DAKİKALIK SESSİZLİK. 2. SES: Tek, biricik aşk nedir? 3. SES: Sorulara sadece avukatım eşliğinde cevap vereceğim. EKRANIN KARARDIĞI BİR DAKİKALIK SESSİZLİK. 1. SES: Emir hükmeder fakat yönetmez. EKRANIN KARARDIĞI İKİ DAKİKALIK SESSİZLİK. 2. SES: İlk mucize, onunla nasıl konuşulacağını bilmeden
önüne çıkmaktır. Tutuk eller, onun ağzı ve göğüslerine dokunurken, yavaş çekimde filme alınmış yarış atların hızında hareket eder; tüm o masumiyet içinde ipler su olur ve birlikte şafağa doğru yuvarlanırız. 4. SES: Birbirimizi bir daha göreceğimizi sanmıyorum. 2. SES: Kış sokaklarının ışıkları bir öpücüğün yakınında sona erecek. 4. SES: Paris, ulaşım grevi nedeniyle gerçekten çok eğlenceliydi. 2. SES: Karındeşen Jack hiç yakalanamadı. 4. SES: Şu telefonlar, tuhaf aletler. 2. SES: Madame de Ségur’un dediği gibi, nasıl bir aşk mücadelesi! 4. SES: Sana ülkenin benim yaşadığım kısmından gerçekten ürkütücü hikayeler anlatacağım fakat bunların geceleyin anlatılması gerekiyor. 2. SES: Sevgili Ivich, maalesef senin zannettiğinden daha az Çin mahallesi var. On beş yaşındasın. Bir gün insanlar öyle zevksiz renkler giymeyi bırakacak. -
4. SES: Seni zaten tanıyordum. 2. SES: Kıtalararası akıntı seni her gün biraz daha uzağa sürükler. Bakir orman senden daha az bakir. 4. SES: Guy, bir dakika daha ve sonra yarın olacak. 2. SES: Ölümcül Kadın. Hatırlarsın. Böyleydi işte. Hiç kimse bizim için yeterince iyi değildi. Fakat… Cam afiş üstündeki dolu taneleri. Bu lanetli gezegeni unutmayacağız. EKRANIN KARARDIĞI DÖRT DAKİKALIK SESSİZLİK. 2. SES: Göreceksin, bir gün meşhur olacaklar! Polis kuvveti diye bir şey olduğuna dair o rezil ve inanılmaz gerçeği asla kabul etmeyeceğim. Serge Berna’nın anısına birçok katedral yapılmıştır. Aşk sadece devrim öncesindeki süreçte geçerlidir. Bu filmi, üzerinde hala konuşmaya vakit varken yaptım. JeanIsidore, o geçici kalabalığın dışına çıkmak için. Yaşlandığımızda Gabriel-Pomeran’da. Gelecekte lise ve üniversitelerde tüm bu şakacı kişiler üzerinde çalışmalar yapılacak. EKRANIN KARARDIĞI ÜÇ DAKİKALIK SESSİZLİK. 2. SES: Hâlâ “erdem” kelimesiyle kahkaha veya çığlığa boğulmayan birçok kişi bulunmaktadır.
3. SES: Madde 489. Genellikle zeka geriliği veya akıl hastalığından muzdarip olan veya sık sık öfke nöbetine tutulan erişkin bir kimse, zaman zaman normal dönemlere girse bile koruma altında tutulmalıdır. 2. SES: Dilin derin takımadalarında kendimi kaybederim, çok yakın, çok yumuşak. Sana yönelirim, bir çığlık kadar serbestsin, o kadar kolay ki bu. Sıcak bir akıntı. Bir yağ denizi. Bir orman yangını. 1. SES: Tıpkı filmlerdeki gibi. 3. SES: Paris polisi 30.000 copla donatılmıştır. EKRANIN KARARDIĞI DÖRT DAKİKALIK SESSİZLİK. 2. SES: “Şiirsel dünyalar kendi içlerine kapanır ve unutulur.” Gecenin bir köşesinde denizciler savaşıyor; şişedeki gemilerse onları seven senin için. Kumlara sevgi dolu bir kucakmışçasına uzanıp yatıyorsun ve yağmur, rüzgar, fırtına her akşam elbisenin altından savruluyor. Yazın Cannes’da hayat muhteşemdir. Yasak olan tecavüz, hatıralarımızda sıradanlaşır. “Shenandoah’dayken.” Evet. Tabii ki. 1. SES: Ve bir zamanlar duvar üzerinde kayan yıldızlar gi-
-
bi benek benek duran mürekkep lekeleri gibi arzu pırıltıları taşıyan o yüzlerin çamura bulanması. Cin, rom, brendi – Grand Armada* gibi durmadan fondiple. Bu kadar cenaze konuşması yeter. Fakat tüm bu insanlar çok sıradandı. EKRANIN KARARDIĞI BEŞ DAKİKALIK SESSİZLİK. 1. SES: Ucuz atlattık. 2. SES: En güzeli henüz gelmedi. Ölüm, Tatar bifteği olur; sessizliğimizin haşlanmış sahilindeki ıslak saçlar. 1. SES: Fakat o Yahudi! 2. SES: Tüm köprüleri uçurmaya hazırdık fakat köprüler bizi hayal kırıklığına uğrattı. EKRANIN KARARDIĞI DÖRT DAKİKALIK SESSİZLİK. 1. SES: Sahne adı “Piruet” ile bir Alpes –Grenoble radyo programı olan Mutlu Perşembeler’de başrol oynayan 12.5 yaşındaki Madeleine Reineri, kendini Isére Nehri’ne attı.
*
Debord, bir donanma ismi olan Grand Armada’nın ambar kapağından yükleme yapılması ile içkilerin içilmesi arasında bir benzerlik kurmaktadır. (ç.n.)
2. SES: Avrupa Mahallesi’nde yaşayan Matmazel Reineri, o şaşkınlık dolu yüzün ve vaat edilen toprakların en güzeli olan o vücudun hala hayatta. Diyaloglar, tıpkı neon ışıkları gibi kesin doğruları tekrar eder. 1. SES: Seni seviyorum. 4. SES: Ölmek korkunç olmalı. 1. SES: Sonra görüşürüz. 4. SES: Çok fazla içiyorsun. 1. SES: Çocukluk aşkları nedir? 4. SES: Seni anlamıyorum. 1. SES: Biliyordum. Ve buna çok pişman olduğum zamanlar oldu. 4. SES: Portakal ister misin? 1. SES: Volkanik adaların göze hoş gelen parçalanışı. 4. SES: Geçmişte.
-
1. SES: Sana söyleyecek başka bir şeyim yok. 2. SES: Bir kez daha, tüm o zamansız cevapların ve gençliğin yaşlanışının ardından gece yükseklerden düşer. EKRANIN KARARDIĞI ÜÇ DAKİKALIK SESSİZLİK. 2. SES: Tıpkı kayıp çocuklar gibi tamamlanmamış maceralarımızı yaşıyoruz. EKRANIN KARARDIĞI YİRMİ DÖRT DAKİKALIK SESSİZLİK.
-
AYRILIĞIN ELEŞTİRİSİ Ne söyleyeceğimizi bilmiyoruz. Kelimeler ardı ardına tekrar ediliyor; jestler kabul ediliyor. Bizim dışımızda. Elbette bazı yöntemlere hakim olunuyor, bazı sonuçlar doğrulanıyor. Çoğu zaman eğlendirici bir şey bu. Ama istediğimiz pek çok şeye ulaşamıyoruz ya da bunlara kısmen erişiyoruz ve erişsek de elde ettiklerimiz, hayal ettiklerimize benzemiyor. Nasıl bir iletişim istedik, tecrübe ettik ya da sadece taklit ettik? Hangi gerçek tasarı yitirildi? Bir kafe terasındaki bir grup insanın takip çekimi. Haberlerdeki gibi elde tutulan kamera, genç ve esmer bir bayanla konuşan Debord üzerinde odaklanır. İkisinin yürürken ortalama uzaklıktan çekilmiş bir pozları. Karikatür: Yorgun görünen genç bir sarışın. Yazı: “Fakat başaramadı. Cip bataklık çamuruna derin bir biçimde saplanmıştı…” Sinematik gösterinin de kendine ait kuralları; tatmin edici ürünler üretmek için güvenilir yöntemleri vardır. Ancak kalkış noktası olarak kabul edilmesi gereken gerçek, memnuniyetsizliktir. Dram ya da belgesel niteliğinde olsun, sinemanın işlevi, sahte ve yalıtılmış bütünlüğü, mevcut olmayan iletişim ve ey-
lemin yerine kullanmaktır. Belgesel sinemanın gizemlerini çözmek için “konu”sunun çözümlenmesi gereklidir. Couperin: “Şampanya Alayı Yürüyüşü.” Saint Meri Platosunun ortasından 360 derecelik pan çekim. ALTYAZILAR: Hayatımızın yolculuğunun yarı yolunda… Kendimi karanlık bir ormanda buldum… doğru yolun yittiği bir yerde. Müzik sona erer. Bu konuda genel olarak kabul gören kurallardan biri, bir filmde imgelerle tasvir edilmeyen her ifadenin tekrarlanması gerektiği, yoksa izleyicilerin bu kısmı gözden kaçıracağıdır. Bu, doğru olabilir ama aynı türde iletişimsizlik gündelik hayatta da sürekli meydana gelmektedir. Bazı şeylerin belirginleştirilmesi gerekir ama yeterli vakit yoktur ve anlaşıldığınızdan emin olamazsınız. Siz gereken şeyi söylemeden ya da yapmadan, öteki kişi gitmiştir bile. Karşı kaldırıma. Başka bir ülkeye. Herhangi bir düzeltme için artık çok geç kalınmıştır. Karikatür: Bir açık deniz dalgıcı şöyle düşünür: “Hava ve cankurtaran halatı olmadan çok fazla hayatta kalmam. Keşke kendimi şu ağırlıklardan kurtarabilsem…” Bir barın yüksek açılı bir pozu. Bir çift içeri girer, kapıyı kapar ve ilerler. Filmden bir fotoğraf: A.B.D. Donanması’na ait bir telsiz
-
telgraf görevlisi, arkasında duran bir subay ve filmin kadın kahramanı. ALTYAZI: Beni duyuyor musun? Beni duyuyor musun? Cevap ver, cevap ver… Tamam! Geçen bütün boş zamandan, yitirilen bütün anlardan sonra, baştanbaşa dolaşılmış bu kartpostal manzaraları kalır geriye; her insanın arasında belirlenmiş bu uzaklık. Çocukluk mu? İşte tam şurada – çocukluktan hiç çıkmadık. Concorde Meydanının helikopterden görüntüsü. Paris’in merkezinde Seine Nehri. Zamanımız, güçleri biriktiriyor ve kendisini rasyonel olarak görüyor. Fakat kimse bu güçleri kendine ait olarak görmüyor. Hiçbir yerde yetişkinliğe giriş yok. Sadece, bu uzun dur durak bilmezlik, ara sıra en sonunda rutinleşmiş bir uykuya dönüşüyor. Çünkü herkes her daim gözetim altında. Fark edilmesi gereken önemli nokta, bazı insanların diğerlerine göre daha iyi ya da kötü yaşadığı değil, hepimizin kendi kontrolümüz dışında yaşıyor olduğudur. Fırlatılan bir roketin yakından görünüşü. Fırlatılan bir roketin uzaktan görünüşü. Stratosfer için hazır hale getirilmiş bir pilot. Elinde kının-
dan çekilmiş bir kılıç tutan bir subay. Bir bilimkurgu kitabının kapağı. Bu, aynı zamanda, bize her şeyin nasıl değiştiğini de öğreten bir dünyadır. Hiçbir şey aynı kalmıyor. Dünya her geçen gün daha büyük bir hızla değişiyor ve her gün kendi aleyhlerine değişimi yaratanların onu kendilerine mal edebileceklerinden hiç kuşkum yok. Langırt makinesinde ilerleyen bir top. Yegane maceranın bütünlükle mücadele olduğunu söylemiştik; bütünlüğün merkezi, gücümüzü sınayabileceğimiz ama asla kullanamayacağımız bu yaşam tarzıdır. Hiçbir macera doğrudan bizim için yaratılmamıştır. Bize sunulan maceralar, sinemayla ya da başka yollarla aktarılan efsaneler yığınının bir parçasını; tarihin bütün o hayret verici aldatmacasının bir parçasını oluşturur. Bodin de Boismortier: Mi Minörde Beş Kısımlı Bir Konçertodan Allegro (Opus 37). Film fotoğrafı: Yuvarlak Masada bir kral ve şövalyeler. ALTYAZI: Her insana tatmin edici bir yaşam için gerekli olan sosyal uzamı sağlamak. İki sitüasyonist.
-
Bir Hollywood fotoğrafında bir şövalye bir diğerine meydan okur. Bir kadeh şarap içen bir sitüasyonist. Bir Montagne-Saint-Geneviève kafesindeki bir masada oturan bir grubun tam görüntüsü. ALTYAZI: Eğer insanı şekillendiren durumlar ise, insani durumlar yaratmak gerekmektedir… Yoldaşlar: Üniter şehircilik dinamiktir, yani davranış şekilleriyle doğrudan ilgilidir. Çevreye müştereken egemen olunana dek gerçek bireyler var olmayacaktır – sadece bize başkaları tarafından karmaşık bir biçimde sunulan nesnelerin peşinden koşan izleyiciler olacaktır. Şansımız varsa bazen gelişigüzel hareket eden bağımsız insanlarla karşılaşırız. Bu insanların farklı duyguları birbirini nötrleştirir ve o yoğun sıkıcı ortamı güçlendirir. Kendi tarihimizi yapamadığımız, özgürce durumlar yaratamadığımız müddetçe, birliğe yönelik çabalarımız daha fazla ayrılığa yol açacaktır. Ortak eylem arayışı, yeni uzmanlıkların doğuşuna yol açar. Başka sitüasyonistler. ALTYAZI: Tutkular yeterince yorumlandı. Artık önemli olan yenilerini keşfetmek… Yeni güzellik, durumların güzelliği olacak.
Açılıştaki karelerdeki genç kadın geçer. Paris’in merkezinin havadan pan çekimi. Ve çok az karşılaşma vardır ki daha yoğun bir yaşamdan, gerçekte hiç bulunmamış bir yaşamdan doğan işaretler gibidir. Tartışan şövalyeler. Müzik sona erer. Aynı genç kadın. Unutamadığımız şeyler rüyalarda yeniden ortaya çıkar. Bu gibi rüyaların sonunda, yarı uyur yarı uyanık haldeyken, olaylar bir an için gerçekmiş gibi gelmeye devam eder. Daha sonra bunların uyandırdığı tepkiler daha net, daha belirgin, daha mantıklı bir hal alır; tıpkı pek çok sabah, önceki gece içtiğiniz içkilerin anısı gibi. Sonraysa bütün bunların sahte olduğunun, “her şeyin bir rüya olduğunun”, yeni gerçekliklerin aldatıcı olduğunun ve bunlara geri dönemeyeceğinizin farkına varırsınız. Tutunacağınız hiçbir şey yoktur. Bu rüyalar, çözümlenmemiş geçmişten gelen ani parıltılar, daha önce kafa karışıklığı ve kuşku içinde yaşanmış anları aydınlatan ışıklardır. Bunlar, tatmin edilmemiş ihtiyaçlarımızın önü alınamaz bir ifşasıdır. Takip çekimleri: genç kadının yüzü, karla kaplı bir manzaraya ateş ederken uzağa doğru ilerleyen bir uçakla değişimli olarak ekranda belirir.
-
İşte günışığını ve artık hiçbir anlamı kalmamış perspektifleri görüyoruz. Şehrin bazı kısımlarının gizleri bir dereceye kadar çözülebilir. Ama bunların bizim için taşıdığı kişisel anlamı anlatmak mümkün değildir; genelde özel hayatın mahremiyeti de böyledir; bunlara dair elimizde acınası belgelerden başka hiçbir şey yoktur. Bodin de Boismortier’nin Allegro’sunun tekrarı. Orleans Rıhtımının Sol Yakadan görüntüsünün pan çekimi. Aynı rıhtımın bir ayrıntısının yakın plan görüntüsü. Hortumun sarstığı ağaçların pan çekim görüntüsü. Cynges Yolunun havadan çekilmiş fotoğrafı. Müzik sona erer. Resmi haberler her yerde. Toplum, kendi tarihindeki kendi imgesini kendine aktarıyor; öyle bir tarih ki yöneticilerinin – gerçekleşen her şeyin görünürdeki kaçınılmazlığını şahsında toplayan insanlar – yüzeysel ve durağan bir gösterisine indirgenmiş. Yöneticilerin dünyası, gösteri dünyasıdır. Sinema onlara çok uygundur. Konusu ne olursa olsun sinema, yöneticilerle aynı eski örneğe göre biçimlendirilmiş kahramanları ve örnek davranışları ön plana çıkarır. Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi. Kruşçev, yanında De Gaulle ile bir odada.
Eisenhower, De Gaulle’ü karşılar. Zafer Takı’nda vatansever tören; De Gaulle ve Kruşçev esas duruşa geçer. Eisenhower, Papa ile görüşür. Franco, Eisenhower’u kucaklar. Bilinmeyen insanlar ne zaman farklı bir biçimde yaşamaya çalışsa, bu egemen denge yeniden gündeme gelir. Ama bu, her zaman uzaklarda olur. Bunları gazetelerden ve haberlerden öğreniriz. Onun dışında kalırız; onunla ilişkimiz diğer bütün gösterilerle olan ilişkimize benzer. Kendi müdahalesizliğimiz bizi ondan ayırır ve sonunda kendimize karşı büyük bir hayal kırıklığına düşeriz. Bizim seçeneğimiz ne zaman ertelendi? Şansımızı ne zaman elimizden kaçırdık? İhtiyaç duyduğumuz silahları bulamadık. Her şeyin avucumuzdan kayıp gitmesine izin verdik. Kongo’da bir ayaklanma; askerler dipçikleriyle vurarak kalabalığı dağıtır. Djamila Bouhired’in bir polis merkezindeki fotoğrafı. Fotoğrafın görüş alanında aynı zamanda paraşütçü asker ve gazeteci Lartéguy’nin elleri görünmektedir. Mahkumun yüzünün takip çekimi.
-
Ben de zamanın avucumdan kayıp gitmesine izin verdim. Savunmam gereken şeyleri yitirdim. Couperin’in “Şampanya Alayı Yürüyüşü”nün tekrarı. Önceden görülen genç kadın konuşup güler.
Ayrılığın bu genel eleştirisi kuşkusuz içinde bazı özel hatıralar taşıyor ve gizliyor. Çok fark edilmeyen bir acı, fazla dile getirilemeyen bir utanç duygusu. Hangi ayrılıktı bu? Ne kadar hızlı yaşamışız! İşte gelişigüzel öykümüzde şimdi bu noktaya geri dönüyoruz. Müzik aniden kesilir. Kayıp alanını ilgilendiren her şey – yani kendimden kaybettiklerim, geçen zaman ve yok oluş, kaçış ve her şeyin o uçup gidişi ve yaygın, dolayısıyla da en alelade toplumsal zaman algısı kapsamındaki her şeye boşa giden zaman deniyor – bütün bunlar tuhaf bir biçimde yerli yerine oturan, o eski askeri ifadede, kayıp çocuklarda keşif alanıyla, bilinmeyen bölgelerin keşfiyle ve arayış, macera, avangardın bütün türleriyle kesişimini buluyor. İşte bu kavşak noktasında kendimizi bulduk ve yolumuzu kaybettik. Bu sözlerin çok müphem olduğu itiraf edilmelidir. Bir takip çekiminde kamera, Saint Lazarre tren istasyonu-
nun ön yüzünden hızla geçer ve Rue du Havre’a doğru ilerler; bir yandan arabalar aynı sokağa yaklaşmaktadır. Cumhuriyetçi Muhafızlardan bir birlik uzakta geçip gider. ALTYAZI: Mümkün olan tüm yönlerin karşısında, böyle çabuk bir şekilde tek dostumuz, şiddetli düşmanımız olan şu ana yakınlaşmak. Bunlar, bütün anlaşılmaz telmihleri ve usandırıcı üslubuyla düpedüz sarhoşların kendi kendine konuşmasına benziyor. Karşılığında bir cevap beklemeyen boş deyişleri ve küstahça açıklamalarıyla. Ve de suskunluklarıyla. Amerikan Kara Harp Okulu öğrencilerinin, kendileri kadar eski moda olan üniformalarıyla resmigeçidi. Araçların kifayetsizliğinin gayesi, konunun o korkunç kifayetsizliğini açığa çıkarmaktır. Tatbikat yapan bir birlik. Mevcut haliyle bireysel var oluşumuzda meydana gelen olaylar, bizi gerçekten ilgilendiren ve dahil olmamızı gerektiren olaylar genellikle uzakta duran ve sıkılmış izleyiciler olarak gösterdiğimiz kayıtsızlıktan daha fazlasına layık değildir. Bunun aksine sanatsal eserlerde sunulan durumlar ise çoğunlukla aktif katılımımıza layık olan cezbedici durumlardır. Bu,
-
tersine çevrilerek yeniden ayağa kaldırılması gereken bir paradokstur. Bu, pratikte gerçekleştirilmesi gereken bir şeydir. Seslerle ve öfkeyle dolu, süzgeçten geçirilen ve parçalanan geçmişin bu delice gösterisine gelince, bunu düzgün kavrama ve katılım oyununu oynayacak başka bir düzenli gösteriye dönüştürmek ya da “uyarlamak” artık söz konusu değildir. Hayır. Tutarlı bir sanatsal ifade, geçmişin tutarlılığından, edilgenlikten başka hiçbir şey ifade etmez. Langırtın rotasında devam eden ilerleyişi. ALTYAZI: Kim böyle konuşan bir kimseyi arkadaş olarak ister ki? Kim onu diğerlerine tercih eder…başından geçenleri konuşmak için? Felaket zamanlarında kim ondan yardım ister? Hayatında ne gibi bir faydalı amaca hizmet edebilir? Bir Amerikan hapishanesinin avlusunda baskı altına alınmış isyancı mahkumlar. Langırt kaybolur. Bir dizi park edilmiş arabanın takip çekim görüntüsü. ALTYAZI: Her yerde mevcut olan bu sahte konuşmayı boz… Şimdiden Hindistan veya Çin’den daha uzak. Bir çift sokakta öpüşür. Bir kafedeki masada oturan gençler. Saint-Germain-des-Prés’de “kayıp çocuklar”ın ikisi. ALTYAZI: Zavallı bir isyan, dilsiz fakat nedensiz değil. Düzen kendi şeklini alacaktır…. Unutulmuşluğun gücünün partizanları.
Gözlem kulesindeki bir hapishane nöbetçisi. Sanatta hafızayı yok etmek gerekir. Onun ifadesiyle ilgili gelenekleri ortadan kaldırmak. Taraftarlarının gözünü yıldırmak. Ne görev ama! Sarhoşken görünen bulanık bir görüntüde olduğu gibi, filmin hatırası ve dili aynı anda sönüp gidiyor. En uç noktada sefil öznellik tersine döndürülerek bir tür nesnelliğe – iletişimsizlik koşullarının belgelendirilmesi – dönüştürülüyor. EKRAN KARARIR. ALTYAZI: Ayrıca bu, bir biçim sorunu olmaktan çok biçim, izlenim, anı izleridir. ALTYAZI: İnsafsızca dağılan bir dünyayla karşı karşıyayız. EKRAN HERHANGİ BİR ALTYAZI VEYA YORUM OLMADAN KARARMIŞ HALDE KALIR. Örneğin ben on kadından bahsetmem. Sahte yüz. Sahte ilişki. Yalnızca olayla hatırlanması arasında geçen zamanla, sürekli artan bir uzaklıkla – öyle bir uzaklık ki içinde bulunduğumuz şu anda bile artmaya devam ediyor – olsa bile gerçek bir kişi onu yorumlayan kişiden ayrılır. Tıpkı özel bir ifadenin onu belli belirsiz işitip üzerinde hiçbir iktidarı olmayanlardan
-
ayrı olması gibi. Çok fazla görmüş olduğumuz genç kadın. ALTYAZI: Sahte bir toplum hakkındaki gerçek. Cümle parçaları arasında pan çekim: “Yapı aynı zamanda gençliğin belirtilerini göstermektedir” … “Korkunç ses, muhteşem ve umutsuz kargaşa” … “Bir Amerikan dedektif romanının her öğesini barındırmaktadır – şiddet, seks, acımasızlık – fakat manzara…” Bir bütün olarak gösteri, içinde yaşadığımız bu çağdan, bazı gençlerin kendilerini tanıdığı bir çağdan başka bir şey değildir. Bu gösteri, imgeyle sonuçları arasındaki uçurum; daha önceden bu gençliğin ayırt edici özellikler olan vizyonlar, zevkler, reddedişler ve hayaller ile aynı geçlerin sıradan yaşama yaklaşımı arasındaki uçurumdur. Sualtında filme alınan yüzücüler. Birkaç sitüasyonistin fotoğrafı. Couperin’in “Şampanya Alayı Yürüyüşü”nün tekrarı. Hiçbir şey icat etmiş değiliz. Kendimizi bazı çeşitlemelerle o olası bir güzergahlar ağına uyarlıyoruz. Görünen o ki buna alışıyoruz da.
Bir kafe tezgahında bir grup. Karikatür: Elinde bardak tutan bir adam şöyle düşünür: “Artık olan oldu. Artık bana evet demek zorunda, yakında, çok yakında…” ALTYAZI: O zamandan beri kaç şişe? O zamandan beri kaç şişe, kaç bardak içine yalnız bir şekilde saklandı? Hiç kimse bir girişimden, yola çıkarken içinde taşıdığı şevkle geri dönmez. Sevgili yoldaşlar, macera ölmüştür. Sahtekarlık adında bir dedektif romanının kapağı; profilden görünen bir kadın; uzakta elinde bardak tutan bir adam. Genç bir sarışın. Hortumdaki ağaçlar. Bir napalm patlaması. Hortumla kesilen yol. Aynı sarışın. Müzik sona erer.
-
Cümle parçaları arasında pan çekim: “Hayatın şarabı içilmiştir; bu gösterişli gece kulübünde sadece tortular kalmıştır.” Kim direnecek? Bu kısmi yenilginin ötesine geçmek gerekiyor. Mutlaka. Ya nasıl yapılacak? Kongo ayaklanmasının devamı. Sitüasyonistlerin önceden gösterilmiş iki fotoğrafı, ettikleri sohbeti temsil eden tek bir altyazıyla değişimli olarak ekranda belirir. ALTYAZI: Özel yaşamla ilgili bir filmin tamamen mahrem şakalardan ibaret olması beklenir. Bu, kendi kendini bölen ve sona ermeyen bir filmdir. Genç sarışın. ALTYAZI: Hepsini anlamadım. Bütün sonuçlar hala çıkarılmayı bekliyor; her şey yeniden hesaplanmalı. Asger Jorn. ALTYAZI: İnsan bunun gibi bir belgesel dizisi yapabilir, üç saat süren bir nevi “dizi”. Sorun karşımızda durmaya devam ediyor: sürekli daha da karmaşıklaşarak. Başka yöntemlere başvurmamız gerek.
Debord. ALTYAZI: Yabancılaşmanın “New York Gizemleri”. Bu şekilsiz mesaja başlamak için nasıl çok derinlikli bir neden yoksa mesajı tamamlamak için de böyle bir neden yoktur. Asger Jorn. ALTYAZI: Evet, bu daha iyi olur: daha sıkıcı, daha anlamlı. Sana bu oyunu oynamak niyetinde olmadığımı anlatmaya daha yeni başladım. Debord. Kamera ondan uzaklaşır. ALTYAZI: Daha inandırıcı. ALTYAZI: (Devam edecek.)
-
Nasıl bir iletişim istedik, tecrübe ettik ya da sadece taklit ettik?
Baştanbaşa dolaşılmış bu kartpostal manzaraları kalır geriye; her insanın arasında belirlenmiş bu uzaklık. Çocukluk mu? İşte tam şurada – çocukluktan hiç çıkmadık. Hiçbir macera doğrudan bizim için yaratılmamıştır. Bize sunulan maceralar, sinemayla ya da başka yollarla aktarılan efsaneler yığınının bir parçasını; tarihin bütün o hayret verici aldatmacasının bir parçasını oluşturur.
Bu insanların farklı duyguları birbirini nötrleştirir ve o yoğun sıkıcı ortamı güçlendirir. Bu rüyalar, çözümlenmemiş geçmişten gelen ani parıltılar, daha önce kafa karışıklığı ve kuşku içinde yaşanmış anları aydınlatan ışıklardır. Konusu ne olursa olsun sinema, yöneticilerle aynı eski örneğe göre biçimlendirilmiş kahramanları ve örnek davranışları ön plana çıkarır.
-
BİRKAÇ ŞAHSIN OLDUKÇA KISA BİR ZAMANDAKİ GEÇİŞİNE DAİR 1. SES: Bu muhit aşağılık burjuvazinin zavallı haysiyeti, saygıdeğer meslekler ve entelektüel turizm için tasarlanmıştı. Üst katların yerleşik nüfusu, sokağın etkisinden korunuyordu. Muhit aynı kalmıştı. Burası, hikayemizin dış dekoruydu; burada birkaç insan bir toplumun tüm eserlerinin ve eğlencelerinin sistematik bir sorgulamasını gerçekleştiriyor, bu toplumun mutluluk kavramının tam bir eleştirisini yapıyordu. Saint-Germain-des-Prés muhitindeki binaların önyüzleri. ALTYAZI: Paris, 1952. Genç insanlar geçip gider. Handel: “Thème cérémonieux des aventures.” Bir kafede şarap içen iki çiftin bir sanat filmi tarzında farklı açılardan çekilmiş fotoğrafı. Bu insanlar ayrıca “öznel derinlik”i de küçümsüyordu. Onların ilgisini çeken tek şey kendi yaşamlarının somut bir ifadesiydi. 2. SES: İnsanoğlu gerçek yaşamının tam anlamında farkında değildir. Körü körüne araştırıp eylemlerinin sonuçlarından etkilenen gruplar ve bireyler her an kendilerini istemedikleri sonuçlarla karşı karşıya bulur. Müzik birden durur. 1. SES: Unutmanın başlıca tutkuları olduğunu söylediler. Her gün her şeyi yeniden bulmak ve kendi hayatlarının efendileri olmak istiyorlardı.
-
Başka yüzler. Tıpkı bir bireyi kendisi hakkındaki düşüncelerine göre yargılamadığımız gibi, böyle bir dönüşüm sürecini de kendi farkındalığına göre yargılayamayız. Aksine bu farkındalığın, maddi hayatın çelişkilerini, sosyal koşullar ve sosyal üretim güçleri arasındaki çatışmayı yansıttığı düşünülmelidir. Papa ve diğer papazlar. Henüz doğanın kullanımındaki gelişmelere eş bir günlük yaşam özgürleşmesi yoktu. Gençlik çeşitli teslim güçleri arasında geçip gidiyordu. Liseden çıkan kızlar. Sokaktaki Fransız polisi. Kameramız sizin için geçici bir mikro toplumun birkaç görüntüsünü yakaladı. Saint-Germain-des-Prés’nin kafe masalarının haber bülteni tarzındaki çekimi. Deneysel gerçeklerin bilgisi, tüm durumla ilişkilendirilerek somutlaştırılmadığı sürece soyut ve yüzeysel kalır. Bu, bize kısmi ve soyut sorunları ortadan kaldırıp somut özlerine, yani dolaylı olarak anlamlarına ulaşma fırsatı tanıyan tek yöntemdir. Bu grup, ekonominin sınırlarında yaşıyordu. Kusursuz bir tüketim rolüne, özellikle de kendi zamanını serbestçe tüketmeye eğilimi vardı. Böylece kendini, sıradan yaşamdan nitel uzak-
laşmaların içinde, fakat bu uzaklaşmaları etkileyecek herhangi bir vasıtadan yoksun buldu. Grup çok küçük bir bölgede sıralandı. Aynı zamanlar onları aynı yerlere geri getirdi. Hiç kimse erken yatmak istemiyordu. Her şeyin anlamına dair tartışmalar devam etti. . . . Geceleyin Les Halles. Geceleyin Les Halles’deki canlı ve kalabalık bir kavşağın pan çekimi. 2. SES: “Hayatımız bir yolculuk, kışta ve gecede. Geçidimizi arıyoruz. . .” 1. SES: Terk etmiş oldukları yazın yine de, etkileyici ifadelerde ortaya çıkan vakti gecikmiş bir etki gösterdi. Les Halles’in şafaktaki birçok görüntüsü. 2. SES: Bu oldukça zikzaklı labirentin içinde, çözmemiz gereken bir gizem gibi, tükenmişlik ve sabah soğuğu vardı. Bu, bir trompe-l’oeil [fr. göz aldanması ç.n.] gerçeklikti ve orada gerçekten bulunan şeylerin açığa çıkmamış zenginliklerini onun vasıtasıyla keşfetmemiz gerekiyordu. Nehrin kıyısında akşam yeniden başladı; ve kucaklamalar ile önemsiz bir dünyanın önemi. Tıpkı gözlerin birçok şeyi bulanık ve yalnızca tek bir şeyi net görebilmesi gibi, azim de farklı nesneler için eksik şekilde çabalayabilir ve bir seferde yalnız bir şeyi tamamen sevebilir.
-
Delalande: “Asil ve Trajik Tema” (Caprice #2’den fagot solosu). Paris: Seine’in doğudan görünümü. Quai Saint Bernard’daki tuğla yığınları. Genç bir kadın. Müzik sona erer. 3. SES: Kimse geleceğe güvenmedi. Sonra veya başka bir yerde birlikte olmak asla mümkün olmayacaktı. Daha büyük bir özgürlük olmayacaktı. Tuğla labirentinin içi. Polis minibüsleri kalkar. Günbatımında Saint Louis Adası. İki genç çift sahilde bir gitarcının yanında dans eder. 1. SES: Zamanın ve yaşlanmanın reddi, eksik olan şeyin çaresinin olmadığı hissedilen bu dar ve tesadüfi bölgede karşılaşmaları kendiliğinden kısıtlıyordu. Çalışmadan idare etmeye yönelik yöntemlerinin son derece tehlikeli oluşu, aşırılıkları gerekli, kırılmaları geri alınamaz kılan bu sabırsızlığını kökeninde yatmaktaydı. Place Saint-Sulpice ve Rue Mazarine arasındaki manzaralar. 2. SES: O organizasyonun tüm dil biçimlerine meydan okumadan, herhangi bir sosyal organizasyon biçimini asla değiştiremeyiz.
EKRAN BEMBEYAZ OLUR. Delalande: Saray Müziği Allegro (Caprice #2’den). 1. SES: Özgürlük kapalı bir çevrede uygulandığı zaman bir rüyaya dönüşür ve yalnızca kendinin bir görüntüsü haline gelir. Oyunun ortamı doğası gereği değişkendir. Her an “sıradan yaşam” bir kez daha galip gelebilir. Oyunun coğrafi kısıtlamaları, geçici kısıtlamalarından çok daha çarpıcıdır. Her oyun kendi uzamsal alanının sınırları içinde meydana gelir. Bir kafede takip çekimi. Kameranın hareketleri keyfi bir şekilde METİN ÇERÇEVELERİ ile kesilir: “Şiddetli bir çağın tutkuları ve partileri” … “Hareket süresinde ve bu nedenle geçici yönlerinden” … “En çekici tereddüt!” Muhitin dışında, kısa süren ve sürekli olarak tehdit edilen değişmezliğinin ötesinde, insanların yolunu sonsuza dek kaybederek yalnızca şans eseri olarak birbiriyle karşılaştığı az bilinir bir şehir uzanıyordu. “Bu amaç için üstünkörü bir şekilde üretilmiş o saygın dekorda.” Sisli bir havada Saint Michel Bulvarı’ndan geçen insanlar. Müzik duyulmaz olur. Orada, on sekiz yaşına kadar yasal olarak ailelerinin kontrolü altında oldukları için yollarını bulan kızlar genellikle o iğrenç kurumun savunucuları tarafından yeniden ele geçirilirdi. Genellikle, kötü bir toplumun kötü ürünleri arasında en çirkin ve tiksindirici görüntüde olan o yaratıkların, rahibelerin gözetimi altında tutulurlardı.
-
Kafe masasında bir çift. Japonya’da yüzlerce kasklı polis koşarak görüntüye girer. Chevilly-Larue ıslahevinin dış duvarı. Çoğu belgeseli o kadar anlaşılır kılan şey konularının keyfi kısıtlamasıdır. Kendilerini parçalanmış sosyal işlevleri ve bu işlevlerin tecrit edilmiş ürünlerini betimlemekle sınırlandırırlar. Buna karşı olarak, iş için ayrılmamış bir anın, gelişimi birbiriyle ilişkili olan gerçekler ve değerleri içeren ve anlamı daha açık olmayan bir anın tüm karmaşasını hayal edin. Bu karmaşık bütünlük, böyle bir belgeselin konusu olabilir. EKRAN BEMBEYAZ OLUR. 2. SES: Bu çağ, zihinsel ve maddi olarak özgürleşmiş bir yaşam biçimini mümkün ve gitgide gerekli kılan bir bilgi ve teknoloji düzeyine ulaşmıştır. Bu fevkalade faaliyet vasıtalarının görünüşü, meta ekonomisini ortadan kaldırma projesindeki gecikmeler yüzünden kullanılmamalarına rağmen, hırsları ve güçleri önemini yitirmiş olan tüm estetik faaliyetlerin eskidiğini göstermiştir. Sanatın ve tüm eski davranış kurallarının zayıflaması sosyolojik artalanımızı oluşturmuştur. Egemen sınıfın, günümüzün ortak sanatını icra etmek için ihtiyacımız olan tüm araçlar üzerindeki tekeli bizi, geçmişi resmetmeye ve tekrar etmeye adanmış resmi kültürel üretimin tamamen dışında bırakmıştır. Bu nesil hakkındaki bir sanat filmi yalnızca bu neslin gerçek anlamda bir şey yaratmamış olmasıyla ilgili olabilir. Japon işçiler ve polis arasında şiddetli çatışmalar.
Aynı olayın orta uzunluktaki bir dizi çekimi. Polis yavaşça ilerler.
EKRAN BEMBEYAZ OLUR. Diğerleri düşünmeden son bir kez öğrendikleri, işlerine ve evlerine, tahmin edilebilir geleceklerine giden yolları takip ettiler. Onlar için görev bir alışkanlık, alışkanlık ise bir görev haline gelmişti. Şehirlerinin yoksunluğunu görmediler. Yaşamlarının yoksunluğunun doğal olduğunu düşündüler. Biz, şehir manzarasının farklı kullanımlarının, yeni tutkuların peşinden giderek bu koşullanmadan kurtulmak istedik. Birkaç yerin havası bize, daha az olağan olan ortamı yaratmak için yaratılması gerekecek bir mimarinin gelecek güçlerini haber verdi. Kendi elimizle değiştirmediğimiz hiçbir şeyden bir şey bekleyemezdik. Şehir ortamı egemen toplumun emir ve zevklerini, gazeteler kadar şiddetli bir şekilde ilan etti. İnsanoğlu dünyayı birleştirir fakat kendini her yere yaymıştır. İnsanlar, etraflarında onların görüntüsü olmayan hiçbir şeyi göremiyor; her şey onlara kendinden bahsediyor. Manzaraları hareketlidir. Her yerde engeller vardı. Ve hepsi de birleşmiş bir yoksunluk egemenliğini sürdürme konusunda birbiriyle ilişkiliydi. Her şey birbirine bağlı olduğu için birleşmiş bir çaba veya hiçbir şey vasıtasıyla her şeyi değiştirmek gerekliydi. Kitlelerle bağlantı kurmak gerekliydi fakat etrafımızı bir uyku kaplamıştı. Cluny Müzesi’nin önündeki korkulukların yanından geçen insanlar. Hendel temasının tekrarı. Rue des Écoles ve Rue Montagne-Saint-Geneviève’de geceleyin ışıklandırılmış pencereler.
-
Müzik birden kesilir. Paris’te birkaç ev. Atlı ve piyade İngiliz polisleri göstericileri püskürtür. EKRAN BEMBEYAZ OLUR. 3. SES: Proletaryanın diktatörlüğü acımasız bir mücadeledir; kanlı ve kansız, şiddetli ve huzurlu, askeri ve ekonomik, eğitimsel ve yönetimseldir ve eski toplumun tüm güç ve geleneklerine karşıdır. 1. SES: Fakat bu ülkede isyan edip güçlerini pekiştirenler yine kanun adamlarıdır. Sistemlerini geçmişin cenaze törenleriyle süsleyerek yönetim koşullarının tuhaflığını isteklerine göre kötüleştirmelerine izin verilir. Cezayir’deki Fransız kolonicilerin gösterisi, Mayıs 1958. General Massu ve General Salan. Bir grup paraşütçü kameraya doğru ilerler. De Gaulle, yumrukladığı bir kürsüde konuşur. 2. SES: Yıllar, tıpkı bu vakte kadar uzatılmış tek bir an gibi, sona erer. EKRAN BEMBEYAZ OLUR. 1. SES: Dolaysız olarak yaşananlar, donmuş bir halde bir devrin zevk ve yanılsamalarında tekrar uzakta belirir ve onunla birlikte gider.
Monsavon adlı bir sabunun reklam yıldızı. Genç bir kadının yüzü. Bir şehrin sokaklarında atlı asker ilerleyişi. 2. SES: Bizim neden olmadığımız olayların, aslında başkalarının bizim aleyhimizde gerçekleştirdiği olayların görünümü, artık zamanın geçişinin ve sonuçlarının farkında olmamızı ve arzularımızın olaylara dönüşümünü değerlendirmemizi gerektiriyor. Geçmişi günümüzden ayıran kesinlikle onun ulaşılmaz nesnelliğidir. Daha fazla “olmalı” yok; olmak, var oluşun sonuna kadar tüketilmiştir. Ayrıntılar zaten zamanın tozunda kaybolmuştur. Hayattan, geceden, alınmaktan, tutulmaktan kim korkuyordu? EKRAN BEMBEYAZ OLUR. Başka bir genç kadının yüzü. Banyo yapan genç bir yıldız. Bir kıvılcımın filmi. Banyo yapan yıldızın takip çekimi. Kıvılcımın devamı. 3. SES: Ortadan kaldırılması gereken varlığını sürdürüyor ve biz de onunla yıpranmaya devam ediyoruz. Yutuluyoruz. Birbirimizden ayrıyız. Yıllar geçiyor ve hiçbir şeyi değiştirmedik. Japonya’da bir düzine kasklı ve gaz maskeli polis, açılmış bir alan boyunca göz yaşartıcı gaz kutuları atarak yavaşça ilerlemeye devam eder. Delalande’nin “Asil ve Trajik Tema”sının tekrarı.
-
2. SES: Bir kez daha aynı sokaklarda sabah. Bir kez daha birbirine benzer geçmiş bir sürü gecenin bitkinliği. Bu, uzun sürmüş bir yürüyüştür. Paris’teki bir köprü üzerinde şafak. Şafakta Place des Victoires’ın pan çekimi. Müzik duyulmaz olur. 1. SES: Daha fazla içmek gerçekten zor. EKRAN BEMBEYAZ OLUR. 2. SES: Tabii ki buna dair bir film yapılabilir. Fakat böyle bir film, konu aldığı gerçeklik gibi esasen tutarsız ve yetersiz olma konusunda başarılı olsa da, yeniden yaratıştan öteye gidemez. – ancak bu takip çekimi kadar yoksul ve sahte olabilir. Bir kamera etrafında toplanmış bir film ekibi. Önceden görülmüş bir takip çekim (kafede) tekrarlanır, bu kez daha kötü çekilmiş, montajlanmamış ve bir dizi hatayla birlikte – görüş alanına giren insanlar, lens yansımaları, kamera gölgeleri – verilir; hışırtılı bir pan çekimle sona erer. 3. SES: Artık, roman yazarları oldukları için kendileriyle gurur duyanlar gibi film yazarı oldukları için kendileriyle gurur duyan insanlar da var. Bunlar, romancılardan daha da geri kalmışlardır çünkü zamanımızdaki bireysel ifadenin bozuluşu ve tükenişinden, edilgenlik sanatlarının artık sona vardığından bihaberdirler. Bazen içtenlikleri nedeniyle övülürler çünkü yaşamlarını oluşturan adetleri daha fazla kişisel derinlikle sahnelerler. “Sinemayı özgürleştirmek” hakkında konuşuluyor.
Fakat Tom, Dick veya Harry bayağı fikirlerini rahatça ifade etmek için kullansın diye bir sanatın daha özgürleşmesinin bizim için ne önemi var? İlgi çekici olan tek macera, günlük yaşamın yalnızca tarihsel açıdan değil, şu anda bizim için özgürleşmesidir. Bu proje tüm yabancılaşmış iletişim biçimlerinin yok olup gidişini gerektirir. Sinemanın da yıkılması gerekmektedir. EKRAN BEMBEYAZ OLUR. 2. SES: Son bir çözümleme yapılırsa, yıldızlar yetenekli olup olmayışlarına göre üretilmiyor; hatta onları film endüstrisi veya reklam da yaratmıyor. Onları, bizim onlara duyduğumuz ihtiyaç yaratıyor. Sinema hayatının boyutlarına ulaşmak isteyen kasvetli ve adsız bir yaşamın sonucu olarak ortaya çıkan zavallı bir ihtiyaç. Ekrandaki hayali yaşam, bu gerçek ihtiyacın bir ürünüdür. Yıldız, bu ihtiyacın izdüşümüdür. Bir araba durur. Monsavon yıldızının, sabunun köpüğünden çıkarken takip çekimi. Bu filmin çekilmiş iki sahnesini işaret eden kaplama tahtasının iki görüntüsü. Bois de Boulogne’da at binen hanımlar. Aralardaki reklamlar, hayattaki araların en gerçek yansımalarıdır. Reklam yıldızı sabunu ne kadar çok sevdiğini gösterir ve izleyicilere gülümser.
-
Bu devri gerçekten tanımlamak için başka şeyleri de kesinlikle göstermek gerekecektir. Fakat bunun anlamı ne olur? EKRAN BEMBEYAZ OLUR VE SON SÖZLERDEN YİRMİ SANİYE SONRAYA KADAR ÖYLE KALIR. Bunun anlamı, yapılan ve yapılacakları anlamak, gösterinin ve anıların eski dünyasına yeni harabeler eklememektir. İnsanoğlu gerçek yaşamlarının tam anlamında farkında değildir. Körü körüne araştırıp eylemlerinin sonuçlarından etkilenen… … gruplar ve bireyler her an kendilerini istemedikleri sonuçlarla karşı karşıya bulur. Oyunun ortamı doğası gereği değişkendir. Her an “sıradan yaşam” bir kez daha galip gelebilir. Muhitin dışında, kısa süren ve sürekli olarak tehdit edilen değişmezliğinin ötesinde, insanların yolunu sonsuza dek kaybederek yalnızca şans eseri olarak birbiriyle karşılaştığı az bilinir bir şehir uzanıyordu… “Hayatımız bir yolculuk, kışta ve gecede. Geçidimizi arıyoruz. . .” Onları, bizim onlara duyduğumuz ihtiyaç yaratıyor. …zavallı bir ihtiyaç.
-
In girum imus nocte et consumimur igni* Bu filmde halka herhangi bir ayrıcalık tanımayacağım. Bu kararım için birçok geçerli nedenim olduğuna inanıyorum; şimdi bunları belirteceğim. Çağdaş bir sinema topluluğunun kilitlenmiş bir şekilde baktıkları ekrandan çekilmiş görüntüsü; böylece izleyiciler yalnızca kendilerini görür. Öncelikle, çağımın baskın fikirlerine veya egemen güçlerine herhangi bir imtiyaz tanımadığım çok iyi bilinir.
Ayrıca önemli olan hiçbir şey, Perikles’inki gibi bir çağda bile halka nazik bir şekilde aktarılamamıştır ve izleyiciler de ekranın donmuş aynasında saygın demokrasi vatandaşlarını anımsatan herhangi bir şeye bakmıyor.
Fakat en önemlisi, özgürlükten tamamen mahrum bırakılmış ve her tür suiistimale katlanan bu toplum nazik davranılmayı diğerlerinden daha da az hak ediyor. İnsanların öcünü almadıkları küçük düşmeleri mazur göstermeye eğilimli olduğunu bilen kişilerin olağan küstahlığına sahip olan reklam sahtekarları sakin bir şekilde “hayatı seven insanların sinemaya gitti*“Gecenin
içinde dönüp duruyoruz, ateş bizi yutuyor.” olan Latince bir palindrom (baştan ve sondan okunuşu aynı olan cümle veya kelime). Ç.N.
-
ği”ni bildirirler. Fakat bu hayat ve bu sinema eşit derecede değersizdir, bu nedenle de birinin diğerinin yerine konmasının pek de bir önemi olmaz. Büyük bir neo-meskan kompleksi. Modern bir işçi oğluyla banyo yaparken. Aynı odayı süsleyen bir yatağa doğru takip çekim Hiç bu kadar burjuva olmayan ve artık işçi sınıfına neredeyse hiç dahil olmayan sinemasever halk, artık neredeyse tamamen tek bir sosyal sınıftan – oldukça genişlemiş bir sınıftan – gelmektedir – yönetim, kontrol, bakım, araştırma, öğretim, propaganda, eğlence sözde eleştiri gibi mevcut üretim sistemi için çok gerekli olan birçok “hizmet” meslekleri grubunda alt düzeyde vasfa sahip işçilerin sınıfı. Ki bu da onların kim olduğu hakkında bir fikir vermek için yeterlidir. Hala sinemaya giden bu halkın içinde ayrıca, şüphesiz, aynı neslin bu görevlerin birisinde ancak çıraklık düzeyinde olan genç üyeleri de bulunmaktadır. Bir sinemanın dışında sabırla bekleyen insanlar. Günümüz fabrikalarının ve atıklarının genel görünümü. İki genç müşterinin olduğu bir giyim mağazası. Yetiştirdiği yamakların kişisel kapasiteleri, bu muhteşem sistemin gerçekçiliği ve başarılarından anlaşılabilir. Her şey konusunda aldatılmış bu kişiler – kendilerini mülk sahibi olarak gören bu düşük ücretli çalışanlar, kendilerini eğitimli sanan bu kara cahiller, oylarının bir anlam ifade ettiğini sanan bu canlı
cenazeler – yalnızca yalanlara dayalı saçmalıkları hakkında konuşabilir. Modern bir işçi çiftinin iki çocuklarının oyun oynamakta olduğu salonlarındaki reklam fotoğrafı. Üretim tarzı onlara ne kadar da kötü davranmıştır! Tüm “artan hareketlilik”leri vasıtasıyla sahip oldukları çok az şeyi kaybetmiş ve kimsenin istemediği şeyleri elde etmişlerdir. Tüm eski sömürü sistemlerinin yoksulluğu ve aşağılamalarından pay alırlar fakat bu sistemlere karşı gerçekleştirilen isyanlardan paylarını almazlar. Birçok açıdan kölelere benzerler çünkü kasvetli, çirkin ve sağlıksız olan sıkışık ortamlara toplanırlar; tatsız ve yabancı madde içeren yiyeceklerle kötü bir şekilde beslenirler; sürekli tekrarlayan hastalıkları kötü bir şekilde tedavi edilir; sürekli olağan bir gözetim altındadırlar ve efendilerinin gücünü pekiştiren çağdaşlaşmış cehalet ve gösteri hurafelerinin devamını sağlarlar. Günümüz endüstrisinin rahatlığı için kendi çevrelerinden veya bölgelerinden çok uzağa yerleştirilirler ve yeni, düşmanca muhitlere toplanırlar. Ahmak kimselerin tablolara ekledikleri sayılardan öte bir şey değildirler.
Yığın halinde otoyollarda, her grip salgınında ve her sıcak hava dalgasında, yiyeceklerine yabancı madde ekleyen kişilerin her hatasında ve çevresel gelişimleri için kobaylık yaptıkları sayısız girişimci açısından karlı olan her teknik yenilikte ölürler. Sinir bozucu yaşam koşulları fiziksel, düşünsel ve psikolojik yozlaşmaya neden olur. Onlarla hep itaatkar birer çocukmuş gibi konuşulur – yapmaları gerektiği söylendiği sürece söylenen şeyi yapmaya her zaman istekli olan çocuklarmış
-
gibi. Fakat her şeyden önce, onlara geri zekalı çocuklarmış gibi davranılır; onlara bir gün bir şey, başka bir gün belki de bunun tam aksini söyleyen, yakın geçmişte uydurulmuş onlarca paternalist uzmanlığın çılgın ve anlamsız sözlerini kabul etmeye zorlanırlar. Aynı meskenin sakinleri olmadan mobilyalarının tepeden görünümü. Sahilde danseden Tahitili yerliler. Gerçekliği betimleyebilecek bir dilin eksikliği (gerçek konuşmaların gerçekleşmesini engelleyen bir eksiklik)yüzünden, hiçliğin aşikar tüketimi konusundaki acımasız rekabetleri ve dolayısıyla en sebepsiz ve sonsuza dek hedefine ulaşamayacak kıskançlıklar yüzünden birbirlerinden ayrılmışlardır; önceki devirlerde hiçbir şeyi olmayan kimselerin sahip oldukları tek şey olan çocuklarından bile ayrılmışlardır. Bu çocukların – zaten rakipleri olan, ebeveynlerinin aşikar başarısızlıklarına gülen ve artık onların basit fikirlerini dinlemeyen bu çocukların – kontrolü erken yaşlarda onlardan alınmıştır. Anlaşılıyor ki, kökenlerini küçümseyerek kendilerini onları meydana getirmiş olan ve böyle kölelerin yalnızca melezleri olduklarını düşünen gösterinin özel uşaklarındansa egemen gösterinin bir çocuğu olarak hissediyorlar. Bu çiftlerin ve nesillerinin sahte coşkusunun aldatıcı görünümünün ardında yalnızca nefret dolu yüz ifadeleri yer almaktadır. Aynı çiftin yakından çekimi. Meskandaki birkaç kitabın yakın çekimi.
Bir erkeğin iki orgazm taklidi yapan kadını aynı anda barındırabileceği devasa bir yatak. Önceden görülen iki çocuğun yakın çekimi. Kısmen boş olan alışveriş arabasını iten bir tüketici çocuğuyla süpermarkette. Köpük bir koltukta bir çift ve bir telefon. Alışveriş arabasıyla çocuğun yakın çekimi. Çocuğun gülümseyen annesinin yakın çekimi. Fakat tam anlamıyla metalaşmış bir toplumun bu ayrıcalıklı işçileri, kendi masraflarını kendileri karşılamak zorunda olmaları açısından kölelerden farklıdır. Bu açıdan daha çok serflere benzemektedirler çünkü yalnızca belirli bir şirkete bağlı ve karşılığında hiçbir şey almadıkları halde bu şirketin başarılı bir şekilde işleyişine muhtaçtırlar; özellikle de tek bir yerde yaşamaya mecbur bırakılırlar: hepsi birbirinin aynı olan konut, ofis, otoyol, tatil mekanı ve havaalanları dizisi. Bir işçi çift bir başka işçi çifti karşılar, kindar bakışlarını birbirlerinden kaçırırlar. Hızlı trende iş gezisindeki işçiler. Fakat aynı zamanda, koşullanmış oldukları devamlı harcama ile çelişki içinde olan geçim vasıtalarının güvenilmezliği ve iş aletlerine sahip olmamalarına rağmen kendilerini serbest piyasada kiraya vermek zorunda kalmaları açısından modern proleterlere de benzerler. Mal satın almak için paraya ihtiyaçları
-
vardır her şey çünkü metalaşmış hiçbir şeye devamlı erişimleri olmamak üzere düzenlenmiştir. Neo-meskenların cephesinden “Fikir Kutusu” tabelalı, övgü görmek üzere tasarlanmış bir kioska doğru pan çekim. Benzer bir cepheden bir yeraltı otoparkından çıkan bir arabaya doğru pan çekim. Fakat ekonomik durumlar açısından daha çok Meksikalı kölelere benzerler çünkü tüm faaliyetlerinin üzerine kurulu olduğu paranın geçici kullanma hakkı bile artık onlarda değildir. Parayı hemen harcamak zorundadırlar çünkü biriktirmeye yetecek kadar kazanmazlar. Fakat öyle bile olsa er ya da geç kredi almak zorunda kalırlar; onlara verilen kredi de maaşlarından kesilir ve bu da onları borçtan kurtulabilmek için daha çok çalışmaya mecbur eder. Mal dağıtımı üretim ve hükümet organizasyonu ile birbirine tamamen bağlı olduğundan yiyecek ve mekan tayınları hem nitel hem de nicel olarak azalmıştır. İsmen hala özgür işçi ve tüketiciler olmalarına rağmen her yerde küçümsenmektedirler ve gerçek anlamda bir çare olasılıkları yoktur. Aynı masada hem yiyip içen hem Monopoly oynayan birtakım modern işçinin evindeki resmi olmayan bir toplantı.
Dört konuğun ve iki şişenin olduğu aynı türdeki başka bir toplantı. Yüksek rütbeli bu ücret mahkumlarının koşulları ile önceki sosyoekonomik baskı formlarının koşullarını özdeşleştirme gibi basite indirgeyici bir hataya düşmeyeceğim. Bunun nedeni öncelikle bir kimse yanlış bilinç fazlalığını ve neredeyse tüm pazarı oluşturan sefil hurdalardan iki üç kat çok satın almayı bir kenara bırakırsa, bugünün tüm ücretli çalışanlarıyla aynı hazin hayatı paylaştıkları açıktır. Uzak diyarlardaki insan-
lar yokluktan kırılırken lüksün kucağında yaşamaktan ne kadar rahatsız oldukları konusunda anlamsız sözler söyleyip durmalarının nedeni, aslında dikkati bu sinir bozucu gerçeklikten uzaklaştırmak gibi saf bir umuttur. Geçmişteki talihsiz kimselerle karıştırılmamaları için diğer bir neden de sosyal konumlarının aşikar bir biçimde modern özellikleri olmasıdır. “Kalite” etiketiyle süslenmiş fabrika üretimi neo-yiyeceklerin bir teşhiri. Hepsinin aynı ilgiyle izlediği bir televizyona dönmüş bir masa dolusu işçi. Kendi servislerini kendileri yapan ve ayaktayken çeşitli neoyiyecekler tüketen birçok işçi. Tarihte ilk kez işleri dışında her şeyi kendiler yapmak zorunda olan son derecede yetkin ekonomi uzmanlarını görüyoruz. Kendi arabalarını kullanıyorlar ve arabalarına benzini bizzat kendileri koymak zorunda kalmaya başlıyorlar; kendi alışverişlerini yapıyor ve sözde yemeklerini pişiriyorlar; süpermarketlerde ve yemek vagonlarının yerini alan şeylerde kendi servislerini kendileri yapıyorlar. Bu eften püften “uzmanlık nitelikler”ini kazanmaları çok fazla vakitlerini almamış olabilir fakat uzmanlık çalışmaları için ayırdıkları saatleri harcadıktan sonra diğer her şeyi yine kendi elleriyle yapmak zorunda kalmaktadırlar. Çağımız daha ailenin, paranın ve işbölümünün yerini alabilecek bir şeyler bulamadı; fakat yine de bu kişilerin, yalnızca kamulaştırma aracılığıyla pratik gerçeklikten zaten tamamen mahrum bırakıldığı söylenebilir. Hiç varlıklı olmayan kimseler bunu gölgelere bırakmıştır.
Modaya uygun giyinmiş bir çalışan, modaya uygun bir ortamda. Günümüz toplumunun dağıttığını iddia ettiği zenginliklerin aldatıcı doğası, (birçok açıdan zaten ortada olmamış olsaydı) daha önce hiçbir sistemin uşaklarını, uzmanlarını ve dalkavuklarını bu kadar sefilliğe düşürmemiş olduğu gerçeğiyle fazlasıyla gösterilmiş olacaktı. Boşluğun hizmetinde fazla mesai yaparlar ve boşluk da onları kendi görüntüsünün paradaki yansımasıyla ödüllendirir. Fakir insanlar, aksini gösteren tüm delillere rağmen kendilerini ekonomik açıdan seçkin sınıfın bir parçası olduklarını sanmışlardır. Bu sefil izleyiciler çalışır fakat para ödedikleri kişiler bile onlar için çalışmaz. Bayileri bile, bu insanların satın almayı görev bildikleri taklit malları kapma konusunda yeteri kadar coşkulu olup olmadıkları konusunda bir yargıda bulunarak kendilerini onların şefi olarak görür. Sahip oldukları her şeyin içinde barındırdığı eskimeyi – yalnızca maddi mallarının değil, sahip oldukları az sayıdaki mülke dair yasal haklarının niteliğinde de hızlı bir düşüş – hiçbir şey saklayamaz. Onlara miras yoluyla hiçbir şey kalmamıştır ve hiçbir miras da bırakamayacaklardır. Bir işçi çifti, banyoda iki çocukla birlikte. Otomobillerinin önünde duran yaşlanmış bir işçi çift. Çok kalabalık bir caddeyi geçmeye çalışan bir işçi. Otoyolun ortasında bozulmuş iki araba. Bir arabanın ve içindeki insanı modelinin üretimci firmanın araştırma departmanının yürüttüğü bir çarpışma deneyinde parçalanması.
-
Sinema toplumunun onları çok yakından ilgilendiren fakat yaygın bir şekilde engellenen bu acı gerçeklerle yüzleşmeye her şeyden daha çok ihtiyacı vardır; bu nedenle bir kereliğine onlara sorunlarının düşündükleri kadar gizemli ve sınıflar ile hükümeti ortadan kaldırmayı başarabilirsek çaresiz olmadığını acımasızca dile getiren bir filmin en azından bir tane yararlı özelliği olduğu inkar edilemez. Bundan başka bir yararlı özelliği olmayacaktır. Önceden görülen modern işçi ailesinin salonlarında çekilmiş reklam fotoğrafının merkeze doğru ilerleyen yavaş takip çekimi. Aslında katlanmak zorunda kaldığı her şeyi haklı çıkarmak dışında hiçbir şey yapmazken her konuda uzmanmış gibi davranmaktan hoşlanan bu toplum, yediği yiyeceklere, soluduğu havaya ve yaşadığı meskene karşı sürekli artan tiksintiyi uysalca kabullenir – bu toplum değişiklikten, yalnızca alışkın olduğu sinemayı etkilediği zaman şikayet eder. Ve aslında bu onun tek saygı gösteriliyormuş gibi görünen alışkanlığıdır. Bu alana karşı uzun zamandır bir suç işleyen tek kişi belki de benim. Diğer tüm film yapımcıları, basının moda haline getirmiş olduğu bazı konuları aksettirecek kadar modern olanları bile, bu toplumun masum olduğunu varsaymaya ve yıldızların – en mahrem ilişkileri bile medyanın anahtar deliğinden izlenebilecek yıldızların – canlandırıp onların yerine yaşadığı aynı türden uzak maceralarını göstermek için aynı eski film geleneklerini uygulamaya devam etmektedir. Sıradan bir ön izlemenin başlangıcı: “Yakında bu sinemada,” şu isimle devam eder: Hayatımın En Güzel Günü.
Okla vurulan bir binici düşer. Ses: “Ezilmişler için cesurca maceralara atılıp bir efsane olan bu adamla tanışın… Robin Hood’un Kara Oku korkusuz bir adamın, zorbalara karşı tek eliyle savaşmayı düşünmeyen bir adamın hikayesidir.” Kızgın bir asil bağırır: “Defolun! Hepiniz defolun! Robin Hood öldü, artık yok!” bir ordu, düşman surlarına doğru şarkı söyleyerek ilerler. Uygun bir arka plan müziğiyle birlikte ses şöyle devam eder:”Hayır! Robin Hood hiç olmadığı kadar canlı ve sizi yaman cesaretiyle şaşkına çevirecek.” Bahsettiğim sinema, düzeni bozulmuş bir hayatın düzeni bozuk bir taklidi, hiçbir şeyi aktarmamak için üstün beceriyle tasarlanmış bir yapımdır. Bir saatlik sıkıntıyı bu sıkıntının birebir yansımasıyla geçirmek dışında bir amaca hizmet etmez. Bu korkak taklit günümüzün oyunu ve geleceğin yalancı şahididir. Kurgu kümeleri ve büyük gösterileri, zamanın yalnızca uçup gittiği boş görüntü yığınlarıdır. Görüntülere karşı ne kadar çocukça bir saygı! Bu Gurur Dünyası, sürekli coşku ve hayal kırıklığı arasında gidip gelen, hiçbir mutlu deneyimleri olmadığından zevksiz olan ve zevksiz oldukları kadar korkak da olduklarından mutsuz tecrübelerini kabul etmeyi reddeden bu bayağı izleyicilere son derece layıktır. Bu nedenle genel veya kişisel olsun, bencil safiyetlerine hitap eden her çeşit hileye kanmaktan asla vazgeçmezler. Tam anlamıyla vasat bir Batının ön izlemesi. Aksini gösteren tüm açık delillere rağmen uzman izleyiciler arasında izleyici arkadaşlarını eğitmek için tutulan ve görüntülerle de kanıtlanmadıkça bir filmde birtakım gerçekleri sunmanın “dogmatik” olduğunu iddia eden bazı geri zekalıların hala var olması şaşırtıcıdır. Entelektüel uşaklıktaki son moda, köleliklerine “temel söylem” olarak tanımlayan her şeye gıp-
-
tayla atıfta bulunmaktadır. Gerçek patronlarının gülünç dogmalarına gelince, toğlum kendini bunlarla o kadar iyi özdeşleştirir ki varlıklarını bile fark etmez. Bu görüntülerle kanıtlanması gereken nedir? Yalnızca mevcut koşulları – yani bu ilişkilere dayanarak gelişmiş olan mevcut üretim ilişkileri ve yanlış bilinç formları – çözen gerçek hareket bir şeyleri kanıtlamaktadır. Hiçbir hata iyi bir görüntüsü olmadığı için çökmemiştir. Kapitalistlerin sürekli artan akla uygunluk, sürekli artan mutluluğumuz ve satın alım gücümüzün sürekli çeşitliliğiyle başa çıkmaya donanımlı olduğuna inananlar için bu görüntüler devlet adamları olarak ortaya çıkacaktır; Stalinci bürokratların proleter partisini oluşturduğuna inananlar da bunları işçi sınıfından iyi yüzler olarak görecektir. Var olan imgeler yalnızca var olan yalanları sağlamlaştırır. Beşinci Cumhuriyet’in kabine üyelerinin pan çekimi. Fransız Stalinci liderler. Saltanatının sonuna doğru Mao Zedong.
Dramatize edilmiş kıssalar, sinemanın yapı taşı olagelmiştir. Daimi karakterleri tiyatro ve romandan miras alınmıştır fakat daha ferah ve canlı bir sahnede, doğrudan görülebilir kostüm ve dekorlarla rollerini yaparlar. Sinemayı bu hale getiren belirli bir teknolojidir, belirli bir toplum değil. Sinema, tarihi analizler, teoriler, denemeler, hatıralardan oluşabilirdi. Şu anda yapıyor olduğum gibi filmlerden oluşabilirdi. Uzun bir öpüşmenin yakın çekimi. Örneğin bu filmde, önemsiz veya yanlış görüntülerin ön planında birtakım gerçeklere dair konuşuyorum. Bu film, oluştuğu görüntü parçalarını küçümsemektedir. Bu modası geçmiş sanatın dilini – belki yalnızca gözlemlediği dünyanın ters çekimi ve bir devrin geçici fikirlerinin takip çekimi dışında – muhafaza etmeyi arzu etmiyorum. Hazırda bulunan döküntülerden bir film yapmış olduğum için kendimle gurur duyuyorum; her tür döküntünün tüm yaşamlarını hakimiyeti altına almasına izin veren insanların, bundan şikayetçi olmalarını çok eğlenceli buluyorum. Zorro tren raylarının üstünde birini yumruklar. Ayağı iki rayın arasına sıkışır. Kötü adam gider. Zorro boşu boşuna birisinin dikkatini çekmek için uğraşır, sonra birden kamçısının ulaşabileceği bir mesafede olduğunu görür. Kamçısını alır ve makas indirmek için kullanır ve tam tren oradan geçmeden önce atlayarak kurtulur. 6 Haziran 1944’te bir sahile çıkan birliklerin uzun takip çekimleri. Zamanımın toplumunun genel nefretini hak ettim ve böyle bir toplumun gözünde bunun dışında herhangi bir şeyi hak etmiş
-
olmam beni çok rahatsız ederdi. Fakat en aşırı ve ortak öfkeyi sinemada uyandırdığımı fark ettim. Bu tiksinme o kadar yoğundu ki, en azından şimdiye dek, bu alanda her yerde olduğundan çok daha az kopya edildim. Bir film yapımcısı olarak varlığım gene olarak çürütülmüş bir hipotez olarak değişmeden kalmıştır. Bu nedenle kendimi tüm tür kurallarının dışında görmekteyim. Fakat Swift’in dediği gibi, “Tüm eleştirilerin ötesinde bir eser sunmak hiç de küçük bir doyum değildir.” Giudecca Adası’ndan Venedik’e doğru ilerleyen bir bottan takip çekim. Bu çağın yazdığı ve filme çektiği şeyler o kadar rezil ki gelecekte bir kimsenin bunlar için herhangi bir gerekçe ileri sürebilmesinin tek yolu gerçekten başka bir alternatif olmadığını – bilinmez bir nedenle başka bir şey yapmanın mümkün olmadığını – iddia etmek olacaktır. Maalesef böyle beceriksizce bir mazeret öne sürecek kadar küçülmüş bir kimse için yalnızca benim örneğim bu mazereti yıkmaya yeterli olacaktır. Ve bu tatmin edici başarı nispeten az zaman gerektirdiği ve az sorun ortaya çıkardığından bırakmak için herhangi bir neden göremiyorum. Venedikli bir bayan. Birtakım kişilerin inanmak istediğinin aksine, mesleği sahneyi günümüzün sosyal koşullarının tekeli altına almak olan kişilerden devrim niteliğinde yenilikler bekleyemeyiz. Böyle yeniliklerin hükümet desteği alanlardan değil, yalnızca evrensel düşmanlık ve zulüm görmüş insanlardan gelebileceği aşikardır. Daha genel anlamda bakılırsa, bu konudaki sessizlik komplosuna rağmen, böyle bir karşıtlığı göstererek, kendilerini bundan alıkoyarak olacaklarından biraz daha iyi bir sosyal
konuma yükselen bireylerin gerçek bir karşıtlık gösteremeyeceği kesin bir şekilde doğrulanabilir. Elimizde, proletaryanın koruyucu rollerini korumak için proletaryanın mağduriyetini bin yıl daha uzatmaya her zaman hazır olan gelişen siyasi ve işçi sendikası görevlilerinin iyi bildiğimiz örneği bulunmaktadır. Zorro elindeki silahlarla düşmanını uzakta tutar. Sonra koşarak uzaklaşır ve kötü adamlar onu takip eder; bir Parthialı gibi ara sıra arkasına dönmeye bile zahmet etmeden onlara ateş eder. Bir bottan San Giorgio adasındaki camsız bir duvarın baştan başa takip çekimi. Kendi açımdan bakarsam, sinemada bu kadar acınacak bir hale gelmeyi başardıysam bunun nedeni burada başka yerlerde olduğumdan daha suçlu olmamdır. Başından beri kendimi bu toplumu devirmeye adadım ve buna uygun davrandım. Böyle bir görevi nerdeyse herkes bu aşağılık toplumun (burjuva veya bürokratik kesimi olsun) çok umut vaat eden bir geleceği olduğuna inandığı bir zamanda üstlendim. Ve o zamandan beri birçok kişinin yaptığı gibi değişen zamanla birlikte görüşlerimi bir veya birden fazla kez değiştirmedim; aslında zaman benim fikirlerime göre değişti. Çağdaşlarım arasında böyle bir düşmanlık uyandırmamın temel nedenlerinden biri budur. Bir Afgan tazısı otomobile binmek için çok isteksizdir. Böylece, binlerce sıradan filme bir tanesini daha eklemek yerine, neden böyle bir şey yapmayacağımı açıklamayı tercih ediyorum. Sinemanın anlattığı önemsiz maceraların yerine önemli bir konunun, kendimin incelemesini getireceğim.
-
Zorro, hareket halindeki bir trenin yanında at üzerinde ilerler ve sonra son vagona atlar. Bir duvara turmanır, makineli bir tüfek kapar ve birkaç kötü adama doğrultur; adamlar teslim olur. Suikasta kurban olan yaşlı bir entelektüel Zorro’ya şöyle der: “Peki ölmeden önce kim olduğunu öğrenebilir miyim?” Zorro herkesi uzaklaştırır ve maskesini kaldırır. Zaman zaman zor filmler yaptığım için ayıplanıyorum – ki ben bunun yanlış bir fikir olduğunu düşünüyorum. Şimdi gerçekten böyle bir film yapacağım. Bütün imaları anlayamadıkları için sinirlenen ve hatta nereye vardığım konusunda herhangi bir fikri olmadığını itiraf edenlere, yalnızca bunun suçlusu olarak benim yöntemlerimi değil, kendi kısırlıklarını ve eğitimsizliklerini görmeleri gerektiğini söyleyeceğim; üniversitede ikinci el bilgilerin hurda parçaları için pazarlık yaparak zamanlarını harcadılar. İki ordunun muharebe düzeni almış olduğu bir Kriegspiel oyununun saptayıcı ve yakın çekimleri. Hayat hikayemi göz önüne alırsam, alışılmış anlamında bir sinema “eseri” ortaya koyamayacağım açıktır. Mevcut iletişimin özü ve biçiminin, herkesi bunun böyle oldu-
ğuna inandıracağını düşünüyorum. Öncelikle, bir tür devrim teorisyeni olduğumu iddia eden son derece yanlış söylenceyi inkar etmem gerekiyor. İçinde bulunduğumuz çağın küçük insanları, her şeye bir teori aracılığıyla yaklaştığımı, bir teori – adresini öğrenir öğrenmez içine girmeleri gerektiğini hayal ettikleri ve kurtuluşlarını emniyet altına alacak olan kesin teorik mükemmeliyete ulaşabilmek için on sene sonra birkaç sayfayı yeniden düzenleyerek yeniden biçim verebilecekleri bir çeşit entelektüel yapı – ortaya koyduğumu düşünüyor gibi görünüyorlar. Fakat teoriler yalnızca zaman savaşında yok olmak için ortaya konur. Askeri birlikler gibi savaşa anında gönderilmeleri gerekir ve meziyetleri veya yetersizlikleri ne olursa olsun, yalnızca ihtiyaç duyuldukları anda el altındaysa kullanılabilir. Sürekli olarak – kısmi yenilgilerinden daha çok nihai zaferleri tarafından – eskitildikleri için yerine yenilerinin konulması gerekmektedir. Ayrıca, bir teorinin neden olduğu önemli hiçbir devir yoktur; bir oyun, çatışma veya seferle başlar. Jomini’nin savaş hakkında söylediği söz devrim için de söylenebilir: “Kesin veya dogmatik bir bilim olmaktan çok uzak olan, birkaç genel kaideye tabi olan bir sanat veya bunun da ötesinde bir heyecanlı bir dramdır.” Albay Custer, Little Big Horn Savaşı’ndaki Yedinci Süvari Birliği’nin son hücumunu yönetir. Ne gibi tutkularımız vardır ve bu tutkular bizi nereye yönlendirmiştir? Birçok insanın çoğu zaman kökleşmiş rutinleri takip etmeye öyle bir eğilimi olur ki, bu rutinler hayatı baştan sona yenilemeyi, yeni bir sayfa açıp her şeyi değiştirmeyi teklif ediyor olsalar bile onlar ulaşabildikleri çalışma planını takip
-
etmede ve sonrasında yeterlik seviyelerindeki (ya da biraz üstündeki) maaşlı bir işe başlama konusunda herhangi bir çelişki görmezler. Bu nedenle, devrim konusunda düşüncelerini bize bildiren kişiler genel olarak aslında nasıl yaşadıklarını söylemekten sakınır. Atlı Kızılderililerin etrafını tamamen sardığı birlik durur ve atlarından iner. Bir bottan Giudecca Kanalından başlayıp Giudecca Adasına doğru ilerleyen takip çekim. Fakat ben böyle bir kişi olmadığım için, eşsiz bir devrin “şövalyeleri ve leydileri, silahları ve aşkları, heybetli konuşmaları ve cesur maceraları”ndan bahsedebilirim. Başka kişiler geçmişlerinin seyrini belirli bir iş alanındaki başarılarına, çeşitli mal edinimlerine veya, bazı durumlarda olduğu gibi, toplum tarafından tanınan bilimsel veya estetik eserlerin birikimine bağlı olarak ölçüp tanımlayabilir. Böyle bir çerçeve veya atıf bilmediğim için, bu düzensiz zamanın geçidinde geriye baktığım zaman ben yalnızca onu benim için oluşturan unsurları veya onları hatırlatan kelime ve yüzleri görüyorum – geceler ve gündüzler, şehirler ve insanlar ve, her şeyin ötesinde, ardı arkası kesilmeyen bir savaş. Hayatımı Avrupa’daki birkaç şehirde geçirdim ve yüzyılın ortasında, on dokuz yaşındayken tam anlamıyla bağımsız bir yaşam sürdürmeye başladım ve akabinde kendimi birçok kötü şöhretli arkadaşla buldum. Bir Avrupa haritası.
On dokuz yaşındaki Debord. Bu Paris’te olmuştu; o zamanlar insanların başka yerde zengin olmaktansa orada fakir olmaya tercih ettiği çok güzel bir şehirde. On dokuzuncu yüzyıl sonuna ait bir Paris haritası. Şimdi ondan hiçbir şey kalmamışken, şanını hatırlayanlar dışında bunu kim anlayabilecek? Artık her şeyin üstüne kasvet çöktüğü bu mahallelerde yaşadığımız zevkleri ve tükenişleri bizden başka kim bilebilir? Paris’in sinema fotoğrafı veya travers edilmiş takip çekimler olarak görülen çeşitli havadan çekilmiş fotoğrafı. “Burası eski Wu kralının ikamet ettiği yerdi. Şimdi kalıntılarının üzerinde huzur içinde çimler bitiyor. Orası, geniş Çin sarayı, bir zamanlar çok görkemli ve heybetliydi. Şimdi bunların hepsi sonsuza dek yok oldu – olaylar, insanlar, her şey, tıpkı Yangtze’nin durmak bilmeyen, denizde kaybolan dalgaları gibi sürekli kayıp gidiyor.” Couperin: Saray Konçertosu #4 (Prelüd). Müzik sona erer. O zamanın Paris’i, yirmi bölgesinin sınırları içinde, asla tamamen uyumazdı; her gece bir içki alemi bir mahalleden bir diğerine, sonra da başka birine gidebilirdi. Sakinleri o zaman henüz kovulmamış ve dağıtılmamıştır. Sokaklara barikat kuran ve krallarını defalarca gönderen bir halk kalmıştı. Görüntülerle yaşamaktan memnun değillerdi. Kendi şehirlerinde yaşadıkları
-
zaman hiç kimse onlara, yiyecekleri bozan kimyanın icat etmeye cesaret edemediği türde ürünleri yedirmeye veya içirmeye cesaret edemezdi. Cennetin Çocukları için tekrar inşa edilmiş Boulevard du Crime’daki kalabalıkların resimleri. Merkezdeki evler terk edilmemiş veya başka yerlerde, başka açık kirişli çatılar altında doğmuş olan sinema izleyicilerine satılmamıştı. Modern meta sistemi henüz bir sokağa yapılabilecekleri tam anlamıyla göstermemişti. Şehir plancıları henüz kimseyi uyumak için uzağa seyahat etmeye zorlamamıştı. Hükümetteki bozulma henüz açık gökyüzünü, artık bu yalnızlık vadisindeki şeylerin mekanik dolaşımını ebediyen örten yapay kirlilik sisiyle karartmamıştı. Ağaçlar henüz boğulup ölmemiş, yıldızlar yabancılaşmanın süreciyle sönmemişti. Paris’in başka havadan fotoğrafları. Yalancılar, her zamanki gibi, yine iktidardaydı fakat ekonomik gelişme henüz onlara her şeye dair yalan söyleme veya yalanlarını tüm ürünlerin gerçek içeriğini çarpıtarak doğrulama imkanı vermemişti. Paris'te, o zamana kadar çimento ve asbestten meydana getirilen tüm kitapları 'basılmış', cansız safsatalardan oluşmuş yapıları da 'inşa edilmiş' olarak gören biri, bugün Donatello ve Thucydides'in yeniden ortaya çıkışına şahit olan biri kadar şaşkınlığa uğrardı. Les Halles bölgesinde sabah. Niteliksiz Adam’da Musil, “bir insanın kalın bir cilt yerine kısa bir makale yazdığı için kendisiyle daha çok iftihar ettiği ente-
lektüel uğraşlar vardır. Örneğin, eğer bir kimse şimdiye demek gözlenmemiş koşullar altında taşların konuşabildiğini keşfetse, böyle bir olguyu betimleyip açıklamak için yalnızca birkaç sayfa alırdı,” der. Bu nedenle kendimi, başkaları ne derse desin, Paris’in artık var olmadığını söylemek için birkaç kelimeyle sınırlandıracağım. Paris’in yıkımı, tüm büyük şehirleri yok eden ölümcül hastalığın çarpıcı olan yalnızca bir örneğidir ve bu hastalık bu toplumun maddi çürüyüşünün sayısız belirtilerinden yalnızca biridir. Fakat Paris’in diğerlerinden daha çok kaybedecek şeyi vardı. Son kez o kadar şiddetli bir alevle parladığı zamanda bu şehirde genç olmak büyük bir mutluluktu. Seine’den yukarı ilerlerken Paris’in takip çekimi. O zaman nehrin – aynı nehre iki kez giremez, dayanıksız bir maddeye iki kez dokunamazsınız – sol yakasında olumsuzların hüküm sürdüğü bir mahalle vardı. 6. Mahallenin, Seine’in ön planda olduğu yukarıdan görünümü. Çok ciddi değişimlerle sarsılan dönemlerde bile, tüm dünyada kabul görmüş savları yanlış ve değersiz olarak görmeyi imkansız gibi gördükleri için en yenilikçi kişilerin kendilerini modası geçmiş birçok fikirden kurtarması ve en azından birkaçını muhafaza etmeye yönelmesi olağandır. Dans eden gençler. Karikatür: Prens Valiant “Zamanın Mağarası’nda bir masada. Genç bir kadın ona şöyle der: “bu mağara, Zamanın ödül odasıdır, kimse girmeye cesaret edemez.”
-
Duvarda bir grafiti: “Asla çalışma!” Fakat bir kişinin bu gibi bir durumda pratik bir deneyimi varsa, bir grup insan evrensel olarak kabul gören şeylerin gerçek varlığını kasıtlı bir redde ve olası sonuçlara karşı tam bir kayıtsızlığa dayandırmaya başlayınca böyle zorlukların önemini kaybettiği de eklenmelidir. Gecenin sonunda kafe tezgahında oturan bir grup. Prens Valiant genç kadına şöyle cevap verir: “Sözlerinizin ne ifade ettiğini anlamıyorum fakat şarabınız kuvvetli: başım şimdiden dönüyor. Bu mahallede toplanmış kişiler, Dağdaki Yaşlı Adam’ın (Old Man of the Mountain) fanatik taraftarlarından yalnızca en sadık naibine ölüm yatağında açıkladığı söylenen sırrı – “Hiçbir şey doğru değil, her şeye izin var.”– en başından beri alenen tek hareket ilkeleri olarak kabul etmiş gibi görünüyordu. Onların arasında olmayan çağdaşları için bir önem ifade etmiyorlardı ve ben bu konuda haklı olduklarını düşünüyorum; eğer geçmişten herhangi birine bağlılarsa bu – on yedi ulusu* yüz üstü bırakan ve belki de haydut Lacenaire’ın eğitimli hali olan – Arthur Cravan’dı. Bir kafe terasındaki Saint-Germain-des-Prés halkı. Yine aynı kafenin içinde – bir gitar melodisi, karşılaşmalar, sohbetler.
*
Dadaist bir yazar olan Arthur Cravan’ın tek bir milliyete bağlı olmadığını, yirmi milliyetin vatandaşı olduğunu söyleyerek geri kalan milletleri dışarıda bıraktığını anlatan söz öbeği. (ç.n.)
Lacenaire mal sahibi sınıfın bazı üyelerine şöyle der: “Bir dünyayı yapmak – veya bozmak için tüm sınıflara ihtiyaç vardır.” Şöyle cevap verirler: “Çok akıllıca. Kelimelerle ufacık bir oynama fakat hoş. “Çok hoş.” “Gerçekten de öyle.” Bu ortamda aşırılık herhangi bir amaçtan bağımsız olduğunu ilan etmiş ve herhangi bir projeye dahil olma fikrini küçümsemiştir. Zaten sendelemekte olan fakat eski kurallar her yerde hala saygı gördüğü için henüz bunun farkında olmayan bir toplum sahayı kısa süreliğine toplumun sürekli var olan fakat genellikle bastırılan kesimine bırakmıştır: akıllanmaz ayaktakımı; dünyanın tuzu; parlasın diye büyük bir samimiyetle dünyayı ateşe vermeye hazır olan insanlar. Nijer Nehri’nin kıyısında bir Kotoko şehri. Bir diğeri. Önceden görülen şafakta içki içen grup. Dans eden gençlerin devamı. “Madde 488. Yetişkinlik yaşı 21’dir; bu yaştaki bir kimse sivil hayatın tüm eylemlerini yerine getirebilir.” EKRAN BEMBEYAZ OLUR. “Psikoloji, istatistik, şehircilik ve etik öğelerini bir araya getirecek bir durum biliminin oluşturulması gerekmektedir. Bu öğeler tamamen yeni bir hedefe odaklanmalıdır: durumların bilinçli olarak oluşturulması hedefi.” “Fakat bu filmde hiç kimse Sade’dan bahsetmiyor.”
-
“Emir hükmeder fakat yönetmez.” “Ölümcül Kadın. Hatırlarsın. Böyleydi işte. Hiç kimse bizim için yeterince iyi değildi. Fakat… Cam afiş üstündeki dolu taneleri. Bu lanetli gezegeni unutmayacağız.” “Madde 489. Genellikle zeka geriliği veya akıl hastalığından muzdarip olan veya sık sık öfke nöbetine tutulan erişkin bir kimse, zaman zaman normal dönemlere girse bile koruma altında tutulmalıdır.” “Bir kez daha, tüm o zamansız cevapların ve gençliğin yaşlanışının ardından gece yükseklerden düşer.” “Tıpkı kayıp çocuklar gibi tamamlanmamış maceralarımızı yaşıyoruz.” Bir tiyatronun balkonundaki kızgın kalabalık “Perde!” diyerek tempo tutar. O zamanda yaptığım ve doğal olarak önde gelen estetleri öfkelendiren bir film başından sonuna böyle gidiyordu; bu zavallı cümleler, aralara ekranın tamamen karanlık kaldığı çok uzun sessizliklerin serpiştirildiği tamamen boş bir ekranın üstüne söylenmişti. Bazı kimseler, şüphesiz, bunu takip eden deneyimin daha yetenek ve maksatların daha olgun bir şekilde gelişimini doğurduğuna inanmak istiyor. Ne deneyimi – reddettiğim şeylerdeki birtakım gelişimin deneyimi mi? Beni güldür-
meyin. Gençken sinemada bu kadar dayanılmaz olmaya çabalayan bir kişi neden yaşı ilerlediğinde daha çok kabul görür olsun? Çok kötü olan bir şey asla iyileşemez. İnsanlar, “Yaşlandıkça değişti,” diyebilir fakat o aynı kaldı. Modern bir fabrika, çeşitli açıklıklardan tüm ekranı kaplayan koyu, beyaz duman bulutları fışkırtır. Kırk beş yaşındaki Debord. Lacenaire, Garance’a şöyle der: “Ben zalim değilim, mantıklıyım. Topluma karşı savaşımı çok uzun zaman önce açtım.” Garanca şöyle sorar: “Peki, Pierre-François, son zamanlarda çok insan öldürdün mü?” Lacenaire: “Hayır meleğim. Bak, hiç kan izi yok, yalnızca birkaç mürekkep lekesi. Fakat sonrası kesin, Garance, olağanüstü bir şey hazırlıyorum… Çocukken bile diğerlerinden daha aklı başında ve daha zekiydim. Bu yüzden beni hiç affetmediler… Ne aptallık! Ama ne muhteşem bir kader!....Hiç kibrim yok, yalnızca onurum var. Ve kendimden eminim, tamamen eminim. İhtiyaç nedeniyle ufak hırsızlıklar, meslek nedeniyle cinayet, yolum çoktan belli ve bu yolu başım önde yürüyeceğim – tabii ki, giyotine gidinceye kadar. Babam bana hep şöyle derdi: ‘Pierre-François, Sonun darağacı olacak.’” Garrance: “Haklıydı, Pierre-François, insan anne babasını hep dinlemelidir.” Bu geçici rahatsızlık başkentinin seçkin nüfusu içinde birkaç hırsız ve bazen de az sayıda katil bulunmasına rağmen, hayatımızın esas ayırıcı özelliği muazzam bir avarelikti ve otoritelerin ifşa ettiği suçlardan ve ayıplardan en endişe vericisi bu olarak görülmekteydi. Şüpheli görünen kişiler Redbreat Tavernasına girer.
-
Bir hırsız, masada oturan bir uzmana birkaç mücevheri onun için değerlendirmesi için yaklaşır: “Gerçek mi, yoksa sahte mi?”… Uzman yanındaki acemiye döner: “Bu oyuncu hakkında ne düşünüyorsun? Söyleyecek bir şeyin yok mu? Akıllı bir adamsın! Asla hiçbir şey söyleme.” Aynı zamanda bir seyyar satıcı olan bir muhbir girer ve her zamanki sözlerini tekrarlar: “Hiç rüyanızda kedi gördünüz mü? Köpek? Bulanık sular gördünüz mü? İşte size tüm rüyalarınızın açıklaması – gerçek bir kitap, hem de resimli!” Mekan sahibini selamlar ve uyarır: “Lacenaire ve arkadaşları pek uzakta değil. Seni uyardım.” Lacenaire ve aralarında Garance’ın da olduğu arkadaşları girer. Bu, ziyaretçileri tuzağa düşürmek için var olabilecek en iyi labirentti. Orada iki-üç gün oyalananlar bir daha ayrılamazdı; en azından varlığının sona erdiği zamana kadar ayrılamadı fakat o zamana kadar çoğunluk sayısız yıllarının sonunu görmüştü. Kimse “en yüksek anlar”ın keşfedildiği o birkaç sokağı ve masayı terk etmedi. Lacenaire’in masasına içecek servisi yapılır. Garance sorar: “Eğer doğru anlıyorsam, hepiniz bir tür filozofsunuz, değil mi?” Lacenaire: “Neden olmasın?” Garance haykırarak: “Bunu duyduğuma sevindim! Felsefe çok keyifli, güzel ve iyi!” Lacenaire’in yardakçılarından biri, oraya ait olmayan birini dışarı atmayı önerir. Lacenaire müsaade eder.yardakçı kalkar, dansçıları geçerek bahsi geçen kişiye doğru ilerler. Herkes böyle son derece yıkıcı bir meydan okumaya dayandığı için kendisiyle övündü ve aslında o yoldan geçen kimsenin dürüstçe bir ün kazandığına inanmıyorum.
Bu davetsiz misafiri alır ve ön taraftaki camdan dışarı iter. Mekanın sahibi itiraz eder: “Pencerelerime ne olacak?” Lacenaire oturduğu yerden cevap verir: “Neden artık Redbreast’te eğlenemiyoruz?” Bir yandan da boğaz kesme işareti yapar. Mekan sahibi barışçı bir sesle: “Ah, Mösyö Lacenaire, ben sadece…” Hepimiz, bir işçi sendikasının bir yasadışı grev boyunca söylediği yalanlardan daha çok içiyorduk. Sayısız muhbirin rehberlik ettiği polis ekipleri her türlü bahaneyle – çoğunlukla uyuşturucu veya on sekiz yaşın altındaki kızlar için – sürekli olarak baskın düzenliyordu. çok sonraları İtalya’da mahkumların söylediği bir şarkıyı duyunca, o gizli meyhanelerde vakit geçirdiğim cana yakın sokak serserilerini ve mağrur genç kadınları hatırlamadan edemedim; “Size her şeyi veren genç kızları orada bulursunuz; önce bir merhaba, sonra elleri… Via Filangieri’de bir çan vardır; her çaldığında birisi hüküm giyer… Gençlik çiçeği hapishanede solar.” İki polis minibüsü Café des Poètes’in önünde durur. Polisler hızla içeri gidere, tüm çıkışları kapayarak herkesin kimliğini çıkartmasını söyler. Genç bir kadın geceleyin sokaktan geçer. Bozuk bir ayna. Beader-Meinhof çetesinin öldürüldüğü hapishanenin dıştan görünümü. Andreas Beader ve Gudrun Enslin.
-
Bu sefiller, tüm ideolojik yanılsamaları küçümsemelerine ve doğruluklarını kanıtlayabilecek şeylere karşı son derece kayırsız olmalarına rağmen, gelecek olan şeyi açıkça ilan etmeyi küçümsemediler. Sanata son vermek, katedralin tam ortasında Tanrı’nın öldüğünü ilan etmek, Eiffel Kulesi’ni havaya uçurma planı yapmak – bunlar, hayatı büyük bir skandal olan kişilerin ara sıra düştükleri ufak skandallardı. Kendilerine neden bazı devrimlerin başarısız olduğunu, proletaryanın gerçekten var olup olmadığını ve eğer varsa ne olabileceğini sordular. Şapkalı bir adam bir Saint-Germain-des-Prés batakhanesine girer ve buranın sahibiyle uzun bir süre konuşur. Bir başka köhne barda felsefe yapan içki içen kimseler. Başka bir filmdeki bir aktris bir tartışmayı özetler: “Bazıları bizi hayal ettiğini düşünüyor, diğerleri ise bizi düşündüğünü; başkaları da uyuyor olduğunu ve bizim onun rüyası – kötü bir rüya – olduğumuzu düşünüyor.” Bu insanlardan bahsederken onlarla dalga geçiyor gibi görünebilirim; fakat işin aslı öyle değil. Onların şaraplarını içiyorum ve onlara sadık kalıyorum. O zamandan beri yaptığım herhangi bir şeyin de beni onların o zamanki halinden daha iyi yaptığına inanmıyorum. Aynı ayaktakımından kimselerin doldurduğu başka masaların takip çekimi. Dağılmamız için bize sürekli baskı yapan yaradılış ve kanunun çok etkili güçleri göz önüne alındığında hiçbirimiz haftanın sonunda hala orada olabileceğimizden emin olamıyorduk. Yine de sevip sevebileceğimiz her şey oradaydı. Zaman her yer-
de olduğundan daha hızlı uçup gidiyordu ve sonunda tükenecekti. Yerin sallandığını hissettik. Bir kız öğrenci geceleyin sokaklara kaçar. Kötü görünümlü bir kafenin girişi. Venedikli bir fesatçı arkadaşına şöyle der: “Yakında karaya ulaşacağız. O zaman daha sık buluşma fırsatımız olacak.” İntihar birçoğunu alıp götürdü. Bir şarkının dediği gibi, “İçki ve şeytan da diğerlerini halletti.” Bir bodrum barında insanlar. Gerçek yaşama giden yolculuğun yarı yolunda kendimizi, kayıp gençlik kafelerindeki kederli şakalara yansıyan kasvetli bir hüzünle çevriliyken bulduk. Genç bir kadın, aynı civardaki bir dönen kapıdan yavaşça çıkar. Dekor ve grup birlikte. “Biz gerçekten bir kukla sahnesindeyiz: kuklacı Felek usta, kuklalar da biz. Oyuna çıkıyoruz birer, ikişer ikişer; bitti mi oyun, sandıktayız hepimiz.”* Önceden görülen bodrum barındaki bir karşılaşma. Satranç oyuncuları. *
Ömer Hayam (Çev. Sabahattin Eyüboğlu).
-
“Gelecek nice asırda, daha doğmamış devletlerde, bilinmeyen dillerde oynanacak bu yüce oyunumuz!” Ivan Chtcheglov. “Yazı nedir? Tarihin muhafızı… İnsan nedir? Ölümün kölesi, gelip geçen bir yolcu, dünyada bir misafir… Arkadaşlık nedir? Arkadaşların eşitliği.” Gill J Wolman. Robert Fonta. Ghislain de Marbaix. “Bernard, dünyadan ne bekliyorsun? Onda seni tatmin edebilecek bir şey görüyor musun? … Kadın, yanımızdayken bize bir tür memnuniyet duygusu vermiş bir hayalet gibi kaçarak ortadan kaybolur ve bıraktığı tek şey başında beklerken hissedilen rahatsızlıktır… Bernard, Bernard, derdi ki, bu toy gençlik baki değil.” Yirmi yaşındaki Debord. O yıl en güzel olan kadın. Art Blakey: “Whisper Not.” Müzik sona erer. Fakat rahatsız ve çıkışı olmayan günümüzü, kaçışı olmayan bir labirent gibi kurulmuş olan ve bu nedenle de azabın biçim ve içeriğini mükemmel bir şekilde bir araya getiren, dönüp dola-
şıp kendine gelen bu eski deyişten daha iyi hiçbir şey açıklayamaz: In girum imus nocte et consumimur igni. Gecenin içinde dönüp duruyoruz, ateş bizi yutuyor. Gece vakti ıssız olan bir Paris meydanının takip çekimi. Les Halles’in baştanbaşa pan çekimi. Gece vakti kavşak. Geceleyin bir meydanın ve birkaç evin pan çekimi; çekim hala açık olan bir kafenin ışıklarında sona erer. “Kuşaklar gelir, kuşaklar geçer ama dünya sonsuza dek kalır. Güneş doğar, güneş batar, hep doğduğu yere koşar… Bütün ırmaklar denize akar, Yine de deniz dolmaz. Irmaklar hep çıktıkları yere döner… Her şeyin mevsimi, göklerin altındaki her olayın zamanı vardır… Öldürmenin zamanı var, şifa vermenin zamanı var. Yıkmanın zamanı var, yapmanın zamanı var… Yırtmanın zamanı var, dikmenin zamanı var. Susmanın zamanı var, konuşmanın zamanı var… Gözün gördüğü gönlün çektiğinden iyidir. Bu da boş ve rüzgarı kovalamaya kalkışmaktır… Çünkü gölge gibi gelip geçen kısa ve boş ömründe insana neyin yararlı olduğunu kim bilebilir? Bir adama kendisinden sonra güneşin altında neler olacağını kim söyleyebilir?” Bitişik bir sokaktan çıkıp kanal boyunca koşan bir asker birliğinin uzun takip çekimi; birlik birçok adamını düşman ateşinde kaybeder ve sonunda bir köprüden geçer. “Hayır, nehri geçmemize ve o ağaçların altında dinlenmemize izin verin.” Seine ve Cite Adasının batı ucu.
-
Orada hayatımız boyunca bizimle olan, çoğumuzun tüm dünyayla olan savaşta o kadar tasasız bir şekilde kalmasını sağlayan dayanıklılığı kazandık. Ve özellikle de kendi açımdan, o zamanın koşullarının çok şiddet ve çatlak içeren ve birçok insanın çok kötü muamele gördüğü olaylar zincirinin arasından içgüdüyle geçip yolumu bulmamı sağlayan bir eğitim olduğunu düşünüyorum – tüm o yılların arasından sanki elimde bir bıçakla sıyrılıp geçtim. Bir bottan Venedik Tophanesinin duvarı boyunca takip çekim. Eğer desteğimizi hak eder gibi görünen bir teşebbüsün başlatılmış olduğunu görseydik belki de bu kadar acımasız olmazdık. Fakat böyle bir teşebbüs yoktu. Desteklediğimiz tek davayı biz tanımlamak ve başlatmak zorundaydık. Bizden üstün olan saygı duyabileceğimiz hiçbir şey yoktu. Bu şekilde düşünüp davranan biri için, mevcut koşulların iyi bir yanını ve katlanmaya değecek bir şeyini bulan kişileri veya takip etmeye niyetli gibi göründükleri yoldan ayrılanları veya bazı durumlarda, arayı yeterince çabuk kapatamayanları bir andan daha fazla dinlemenin bir anlamı yoktur. Yıllar sonra başka insanlar günlü yaşam devrimini çekingen sesleri veya kiralık kalemleriyle – fakat hep bir mesafe ve uzaktan gözlemin verdiği sakin güvence ile – savunmaya başladı. Fakat böyle bir çabaya gerçekten katılan ve bu çabaya eşlik eden veya uyanışını takip eden büyük felaketleri atlatan kişiler çok rahat bir konumda değildir. Böyle bir zamanın gazapları ve korkuları sizi asla terk etmez. Önünüzdeki günleri iyi bir başlangıca layık bir şekilde nasıl yaşayabileceğinizi bulmanız gerekmektedir. O ilk kanunsuzluk deneyimini sürdürmek istersiniz.
İşte yeni bir afet devri adım adım böyle alevlendi ve şu anda hayatta olan kimse sonunu göremeyecek. Boyun eğiş öldü. Mütevazı ve geçici küçük bir mahalleden doğan kargaşaların sonunda tüm dünya düzenini sarstığını belirtmek harika bir duygu. (Buna benzer yöntemler tüm kuvvetlerini kontrol edebilen düzenli bir toplumda asla bir şeyleri sarsamaz fakat şimdi toplumumuzun bunun tam aksi olduğu açıktır.) Bana gelince, yaptığım hiçbir şeyden pişmanlık duymadım ve dürüst olmam gerekirse yaptıklarımı nasıl başka bir şekilde yapabileceğimi düşünemediğimi itiraf etmem lazım. Çatışmanın ilk evresinin şiddetine rağmen bizim tarafımız daha dengeli, tamamen savunmaya yönelik bir tutum takınmaya eğilimliydi. Kendiliğinden gelişen deneyimiz kendinden yeteri kadar haberdar değildi ve esas olarak kendi mahallesiyle sınırlı olduğu için biz de bizi çevreleyen ve düşmanca görünen dünyada yıkıma dair önemli olasılıkları ihmal etmeye eğilimliydik. Savunmamızın alt edildiğini ve bazı yoldaşlarımızın bocalamaya başladığını görünce bir kısmımız saldırıya geçmemiz gerektiğini düşündü: kendimizi heyecan veren kalede bir anlık emniyete almak yerine açığa çıkıp bir yarma hareketi yapmamız, sonra da direnip kendimizi bu düşman dünyayı – mümkünse farklı temeller üstünde yeniden kurmak için – tamamen yok etmeye adamamız gerektiğini düşündük. Bunun örnekleri vardır fakat unutmuşturlar. Olayların gidişatının nereye vardığını bulmamız ve bu gidişatı sonunda kendi zevklerimize göre değişmek zorunda kalacağı bir şekilde yalanlamamız gerekmektedir. Clausewitz’in hoş deyişindeki gibi, “Dehaya sahip olan kişi bunu kullanmalıdır – bu oyunun ku-
-
rallarından biridir.” Ve Baltasar Gracián’ın deyişi gibi, “Fırsata ulaşabilmek için zamanın yollarına karşı gelmek gerekir.” Custer’ın daire şeklini almış birliği etrafındaki Kızılderililerin müteakip saldırılarında vurulur. Adamları birbiri ardına düşer. Kızılderililer sonunda konumlarını aşar ve savunmadaki herkesi öldürür. Custer tek başına ayakta kalır. Boş revolverini atıp yere saplanmış kılıcını eline alır ve mücadelenin galiplerinin çılgınca saldırısını bekler. Fakat maceralarımızın en önemli aralığında her yerde gördüğüm kişiyi – o belirsiz günlerde yeni bir yol açıp hızla ilerleyen ve kendine eşlik edecek kişileri seçen o adamı – unutabilir miyim? O yıl kimse ona denk değildi. Şehirleri ve hayatı yalnızca bakışıyla dönüştürdüğü bile söylenmiş olabilirdi. Tek bir yıl içinde bir yüzyıllık talebi karşılayacak kadar materyal keşfetmişti; kent alanlarının derinlikleri ve gizemleri onun fethiydi. Ivan Chtcheglov. Karikatür: Macera peşinde at süren Prens Valiant “hiçbir insanoğlunun olmaması gerekn bir yerde parlayan ışık demetine yaklaşır.” Gece vakti bir sarayın pan çekimi. Kamera arkasında kalan bir kişinin bir kavşaktaki gölgesi. “Üçüncü Adam” bir anlığına kapıda belirir.
Karikatür: Kılık değiştirmiş olan Prens Valiant ve yoldaşı. “Kalenin içinde iki mutsuz insanın ağır sessizliği kol geziyor. İki arkadaş saraya doğru ilerlerken aniden borazanlar çalmaya başlar.” Yönetimi altındakileri sersemlettiği kadar onları yanlış yönlendiren değersiz sahte bilgilere sahip olan yetkili kişiler, bu adamın hızlı geçişinin onlara nelere mal olduğunu hala fark edemedi. Fakat bunun ne önemi var ki? Gemileri batıranların isimleri yalnızca suda yazılıdır. Eski bir kale. Ivan Chtcheglov. Couperin: Yeni Konçerto #11 (1. hareket) Karikatür dizisi: Bir pelerine sarınmış Prens Valiant: “Uzun bir at sürüşün ardından üstünde büyük bir fırtınanın patlak vermek üzere olduğu denize gelir.” Bir sahil köyüne yaklaşır. “Fırtınada belli belirsiz parlayan ışıkları orada bir barınak olabileceğini işaret eder.” Bir meyhaneye girer: “Denizciler ile uzak ve gizemli diyarlardan gelen yolcuların meyhanenin müdavimi olduğunu görür. Yolcular her masada sohbet etmektedir. “Dışarıda fırtına etrafı kasıp kavururken, içeride muhteşem adalar ve harikulade surları olan şehirlere dair ilginç hikayeler anlatılır.” Yaya seyahat eden bir adam: “Bitkin bir gezgin meyhaneye yaklaşır, çok şaşırtıcı haberler getirmektedir.” (Gelecek hafta: Roma Düştü!)” Müzik duyulmaz olur.
-
Dünyayı altüst etme formülünü kitaplarda değil gezmekte aradık. Hiçbiri diğerinin aynı olmayan günler boyunca durmadan sürüklenmek. Şaşırtıcı rastlayışlar, olağanüstü engeller, görkemli ihanetler, tehlikeli cazibeler – daha hiç kimsenin peşine düşmediği daha kötü bir Kase için çıkılan bu macerada hiçbir şey eksik değildi. Ve sonra talihsiz bir günde en iyi oyuncumuz delilik ormanlarında kayboldu. – Fakat hayatta mevcut olan düzenden daha büyük bir delilik yoktur. Şafak, Rue des Innocents. Karikatür: “Şafak, dağların ortasındaki bir vadide yer alan görkemli bir kaleyi ortaya çıkarır.” Bir başka kale. Bavyera Kralı Ludwig II’nin kalesi. Sonunda maceramızın amacı olan şeyi bulduk mu? Onu en azından bir an için görmüş olduğumuza inanmak için nedenimiz var çünkü o andan itibaren gerçek yaşamın ışığında sahte yaşamı anlayabildiğimiz ve tuhaf bir baştan çıkarma gücü ile donatıldığımızı inkar edilemez: o zamandan beri kimse peşimizden gelme niyeti olmadan yanımıza yaklaşmamıştır. Birleşmiş olanı bölmenin sırrını keşfettik. Keşfimizi ilan etmek için televizyona çıkmadık. Akademik kurumlardan ihsan, gazete entelektüellerinden övgü beklemedik. Ateşe körük taşıdık. Bir bottan takip çekim: San Giorgio Adası limanının girişi. Venedik’in bir işçi sınıfı bölgesinde gözcü ve kaçakçılar.
Şeytanın tarafına – mevcut koşulları yıkıma götüren “tarihi kötülük”, tüm kurulu doyumları altüst ederek tarih yazan “kötü yan” – geri dönülmez bir şekilde katıldık. Venedik’in çok dar bir kanalında bir bottan takip çekim. Akşam Ziyaretleri’nde kalenin salonun henüz girmiş olan Şeytan: “Ah, ne muhteşem bir ateş! Beni de seviyor. Bak, alevlerinin ne kadar candan, tıpkı bir köpek yavrusu gibi parmaklarımı yalıyor. Çok hoş!... Ama affedersiniz. Kendimi tanıtmadım. İsmim ve unvanlarım sizin için pek bir şey ifade etmeyecek olsa da – çok uzaktan geliyorum. Kendi ülkesinde unutulmuş, başka yerlerde tanınmayan bir yolcu.”
-
Daha yaşamaya başlamamış ve kendini daha iyi zamanlara saklayan ve bu nedenle yaşlanmaktan çok korkan kişiler sürekli bir cennetten daha azını beklemiyor. Bazıları bu cenneti tam bir devrimin içine, diğerleri terfi etmeye, bazılarıysa ikisine birden koyuyor. İki durumda da gösterinin tersine çevrilmiş imgeleri içinde gözlerini dikip baktıkları şeye ulaşmayı bekliyorlar: mutlu, sonsuza dek sürecek bir birlik. Fakat zamanla hareket etmeyi seçenler, silahları olan zamanın aynı zamanda ustaları olduğunu da bilirler. Bu konuda pek şikayet edemezler çünkü silahı olmayanlar için çok daha sert bir ustadır. Bu altüst olmuş dünyanın yanıltıcı berraklığına uyum göstermezse-
niz, en azından o dünyaya inananlar sizi ihtilaflı bir efsane, görünmez ve hain bir hayalet, kötü huylu bir Karanlıklar Prensi olarak görür. Bu aslında güzel bir unvandır – projektörlerle ışıklandırılmış mevcut aydınlanma sisteminin bahşedebileceklerinden daha onurlu bir unvandır. Bir filmin ön izlemesi: Duygusal şarkılar söyleyen bir şarkıcı 1930’ların modern dekorunda şarkı söyler. “Yakında bu sinemada.” Günümüz Saint-Germain Bulvarının gece ışıklarının pan çekimi. Saint-Louis Adasının ön yüzü. Şeytan birkaç satranç oyuncusuna şöyle sorar: “Oyununuzu böldüm mü?” Bir tanesi şöyle cevaplar: “Fark etmez, zaten baştan yenilmiştim.” Bir satranç taşını hareket ettiren Şeytan: “Öyle mi diyorsun? Şah mat. Bak, kazandım. Satranç ne kolay bir oyun!” Bu nedenle biz de Ayırım Prensinin – ki onun hakkı yenmiştir – elçileri oluruz ve insanlıkla özdeşleşenleri umutsuzluğa sürüklemeyi üstleniriz. Gilles ve Dominique beraberlerinde birçok bela getirecekleri kaleye yaklaşırlar. Arka planda onların şarkılar çalmaktadır. “Mutsuz kayıp çocuklar.” Geceleyin kaledeyken Dominique, Gilles’e şöyle der: “Başka insanlar bizi seviyor ve bizim için acı çekiyorlar. Onları izliyor ve yolumuza devam ediyoruz. Şeytanın tüm masrafları ödediği güzel bir yolculuk bu.”
-
Takip eden yıllarda yirmi ülkeden insanlar sınırsız taleplerin bu gizli komplosuna dahil olmuştur. Kaç telaşlı seyahat! Kaç uzun münakaşa! Avrupa’nın tüm limanlarında haç gizli görüşme! Asger Jorn. Giuseppe Pinot-Gallizio. Attila Kotányi. Donadl Nicholson-Smith. Bir tren geçer. Böylece sosyal yaşamın tüm düzeninin güvenirliğini zayıflatmak için ayarlanmış bir program ayrıntılarıyla planlandı. Sınıflar ve uzmanlıklar, çalışma ve eğlence, metalar ve şehircilik, ideoloji ve devlet – hepsinin bir kenara atılması gerektiğini gösterdik. Ve bu program kuralsız ve kısıtlamasız bir özerklikten başka bir şey vaat etmedi. Artık bu bakış açıları yaygın bir şekilde kabul görmekte ve insanlar her yerde bunlar için veya bunlara karşı savaşmaktadır. Fakat o zamanlar, kapitalizm daha çılgın olmasaydı, böyle insanlar kesinlikle çılgın olarak görülürdü. Venedik’te gerçekleşen 8. Sitüasyonist Enternasyonal Konferansının katılımcılarının üzerinde pan çekim. Savaş alanında basamak düzenine geçmiş birlikler. Yavaş hareketler yukarıdan filme alınır.
Aslında eleştirilerimizden biri ya da bir diğeriyle pratik anlamda az ya da çok uyuşma içinde olan birkaç birey vardı fakat bırakın onlara tercüman olabilmeyi ve pratik anlamda geliştirmeyi, hepsini tanıyan kimse bile yoktu. Bu nedenle bu dönemde başka hiçbir devrim çabasının dünyanın değişiminde en ufak bir etkisi bile olmadı.
Tahrikçilerimiz sınıflı bir toplumun hazmedemeyeceği fikirleri yaydı. Sistemin hizmetindeki entelektüeller – kendileri sistemden daha bariz bir yozlaşma içindedir – artık bu zehirleri panzehir bulma umuduyla daha dikkatli incelemektedirler fakat başaramayacaklar. Bunları görmezden gelmek için en az bu kadar uğraşırlardı – fakat zamanında dile getirilen gerçeğin gücü çok büyük olduğundan bu uğraş bir o kadar da faydasız olurdu. II. Dünya Savaşı’ndaki bir deniz savaşının görüntüleri. Zırhlı bir savaş gemisinin tüm toplarının selamı. Kışkırtıcı entrikalarımız Avrupa’da yayılırken ve hatta diğer kıtalara ulaşırken, insanın kolayca aralardan sıyrılabileceği Paris hala tüm yolculuklarımızın esası, en sık buluşma mekanımızdı. Fakat manzaraları mahvolmuştu ve her şey çürüyüp dağılıyordu. Paris’in merkezindeki Seine Nehri. Impasse de Clairvaux.
-
Paris’in havadan görüntüşeri: Place de la Contrescarpe’ye, sonra Seine’e doğru ilerler ve Quai de Bercy’yi geçer. Fakat bu şehrin batan güneşi yine de, biz onun son günlerinin sönüşünü izleyip kendimizi yakında yok olup gidecek çevrelerde bulurken, bir daha asla geri gelmeyecek olan güzelliklerle mest olurken bazı yerlerde birkaç ışık parıltısı bırakırdı. Yakında ondan ayrılmak zorunda kalacağız – bizim için son derece özgür olan fakat tamamen düşman eline düşecek olan bu şehri. Kör kanunları çoktan merhametsizce uygulanmaya başlamıştı ve her şeyi kendi görünümü olan bir mezarlık gibi yenidne inşa ediyordu: “Ah sefalet! Ah keder! Paris titriyor.” Art Blakey: “Whisper Not.” Sokaklarda dolaşan başka bir kadın. Paris’ten başka sokak manzaraları. Müzik sona erer. Ondan vazgeçmek zorunda kalacaktık ama önce kaba kuvvete başvurarak ele geçirmeye çalışacaktık; bizi buraya kadar getiren garip savaşımızın zorunluluklarının belirlediği yolu takip etmek için birçok şeyi terk ettikten sonra onu da sonunda terk etmek zorunda kalacaktık, Kriegspiel tahtasında birbiriyle karşılaşan iki ordunun takip çekimi. Amacımız yalnızca, hala mevcut dünyayı isteyen ve bu dünyayı reddetmeye karar veren işiler arasında pratik ve kamusal bir ayrımı kışkırtmaktı.
Başka dönemlerin kendine özgü büyük mücadeleleri oldu, insanların seçmediği fakat yine de onları hangi tarafta olduklarını seçme konusunda zorlayan mücadeleler. Böyle mücadeleler tüm nesillere hükmeder, imparatorlukları ve kültürlerini kurar veya yıkar. Görev Truva’yı ele geçirmekti – veya savunmak. İnsanların bir daha birbirilerini görmemek üzere karşıt taraflara ayrılmak üzere olduğu bu anlar arasında belirgin bir benzerlik vardır. Eski dünyanın Roma İmparatorluğu’ndan Çin İmparatorluğu’na kadar uzanan haritasının pan çekimi. Amerikan İç Savaşı’nın başlangıcında West Point askeri öğrencileri kendi yollarına gitme noktasındadır. Birliğe bağlılık yemini onlara okunur. Akademinin başındaki albay şöyle der: “Bu yeminin şartlarını hakkıyla yerine getiremeyeceğini düşünen tüm subay ve öğrenciler bu taburun sağ tarafına dizilsin.” Atına binmiş bir subay ileri çıkar: “Güneyli beyler, öne çıkın!” Güneyliler söylediğini yapıp arkasına dizilir. Albay geri kalan öğrencileri y aynana dizer ve diğerleri yürürken bandoya “Dixie”yi çaldırır. Dünya düzenine karşı gerçekleştirilecek bir saldırının harekete geçirildiği an çok güzel bir andır. Bayraktarların arkasında muharebe düzenine girmiş olan Hafif Tugay, Balaklava’daki Ölüm Vadisi’ndeki ünlü hücumunu başlatır.
-
Neredeyse görülmez olan başlangıçtan bu yana, ne olursa olsun, çok yakında hiçbir şeyin eskisi gibi olmayacağını bilirsiniz. Hücum yavaşça başlıyor, hızlanıyor, geri dönülmeyecek bir noktaya ulaşıyor ve geri dönülemez bir şekilde muhakkak olanla çarpışır: son derece sağlam olan ve iyi savunan, aynı zamanda sarsılmaya ve karışıklığa neden olmaya mahkum o siper. Biz bunu yaptık; o “eski iyi amaç” sancağını tekrar kaldırarak ve zamanın top atışı altında ileri yürüyerek geceden ortaya çıktık. Rus kumandan bu cephe saldırısının tuhaf ve delice cesaretine şaşar. Toplar ateş açar. Doğrudan onarla doğru ilerleyen süvariler onar onar düşer. Hafif Tugay dörtnala ilerlemeye başlar ve hücumuna dapınık düzende devam eder. Neredeyse tamamen yok olmuştur. Yolda çoğumuz öldü veya esir alındı; birçoğumuz yaralandı ve ebediyen saf dışı kaldı ve hatta bazıları cesaretsizliğin en sonuna kadar kaymalarına engel olmadı; fakat bütün anlamda oluşumumuzun, yıkımın özüne batana kadar asla yolundan çıkmadığını söyleyebilirim. Bana bu iyi bölüğü saçma bir taarruzda, belki de Neronvari bir bencillikten dolayı telef ettiğime dair iftira atanları hiç anlayamadım. Saldırı anını ve yönünü seçenin ben olduğumu kabul ediyorum ve bu nedenle de olup biten her şeyin sorumlu-
luğunu üstüne alıyorum. Fakat bu eleştirmenler ne bekliyordu ki? Bize karşı saldırıya geçmiş bir düşmanla savaşmaktan kaçınmamız mı gerekiyordu? Ve ben her zaman kendimi ön saftan birkaç adım ileriye koymadım mı? Hiç harekete geçmeyen kişiler yanınızdaki savaşçıların niteliklerini ve durdurulamaz ve nihai bir saldırının yer ve zamanını özgürce belirleyebildiğinize inanmak ister. Fakat gerçekte, uygun bir fırsat gördüğünüz anda gerçekten saldırılabilir bir pozisyonda bir taarruz düzenlerken elinizde olanla hareket etmeniz gerekir; yoksa hiçbir şey yapmadan kaybolur gidersiniz. Strateji uzmanı Sun Tzu çok uzun zaman önce “hem avantaj hem de tehlikenin manevranın doğasında olduğu”nu fark etmiştir. Ve Clausewitz şöyle der; “Savaşta iki taraf da diğerinin durumundan emin değildir. İnsan genel olasılıklara uygun olarak hareket etmeye alışmalıdır; kişinin her şeyden haberdar olacağı bir zamanı beklemek bir yanılgıdır.” Strateji uzmanı olarak iş kurmaya çalışan ve her şeyi Köpek Yıldızının stratejik noktasından gören tarih izleyicilerinin hayallerine rağmen, en olağanüstü teori bir sonucu garanti edemez. Aksine, bir teoriyi doğrulayan şey bir olayın gözler önüne serdiği şeydir. Risklerin alınması gerekmektedir ve sonra geleni görmek için önceden bir ödeme yapmanız gerekir. Eşit uzaklıkta fakat daha az kibirli olan izleyiciler bu saldırının başını görmeyip sonunu gördükleri için, iki aşama arasındaki farkları dikkate alma konusunda başarısız olmuş ve saflarımızın dizilişinde bazı hatalar bulmuşlardır ve o noktadan sonra üniformalarımızın artık kusursuz bir biçimde eşitlikçi olmadığı sonucuna varmışlardır. Bunun bizi uzun süredir döven düşman ateşine dayandırılabileceğini düşünüyorum. Bir mücadele zirvesine yaklaştıkça gidişattan çok sonuç konusunda bir yargıya varmak önem kazanır. Savaşın onları beklemeden başlatıldığı
-
konusunda şikayet edenleri dinlemenin başlıca sonucu bir yenilikçinin kurban edilmesi ve çarpışmada un ufak olmasıydı. Bence bu, kesinlikle onun amacıydı. Yenilikçilerin tek bir zamanı vardır ve başlarına gelebilecek en iyi şey zamanlarını uzatmaktansa canlandırmaktır. Onların ardından harekatlar daha geniş bir alanda devam eder. Bu gibi seçkin birliklerin bir kısım kahramanlıklar elde ettikten sonra ellerinde madalyalarıyla geçtiklerini, sonra da önceden destekledikleri davaya sırt çevirdiklerini sık sık görürüz. Hücumları onları bozulmaya taşıyan kişilerden korkmanın gereği yoktur. Bazı insanların başka neler ummuş olduklarını merak ediyorum. Belirli kişiler kendini savaşarak tüketir. Tarihsel bir tasarı, her tür darbeden korunaklı ebedi bir gençliği muhafaza etmeyi bekleyemez. Duygusal itirazlar, sahte stratejik kaçamakla sözler kadar faydasızdır. “Ama kemikleriniz Truva’da gömülü olacak, aşınacak ve göreviniz yerine getirilemeyecek.” Bir savaş arifesinde Prusya Kralı II. Frederick kararsız genç bir subayı azarladı: “Köpek! Sonsuza dek yaşayacağını mı sanıyordun?” Ve Sarpedon, İlyada’nın On İkinci Kitabında Glafkos’a şöyle der: “Dostum, eğer bu savaştan kurtulabilir ve sonsuza dek yaşlanmadan yaşarsak, ölümsüz olursak, ben bir daha savaşmayacağım. . . . Fakat etrafımızda bin bir çeşit ölüm kol geziyor ve kimse kaçamıyor. Haydi, saldırıya geçelim.”
Sis ortadan kalkınca birçok şeyin değişmiş olduğu görülür. Bir devir geçti. Şimdi silahlarımızın ne kadar iyi olduğunu sormayın: onlar hala egemen olan yalanlar sisteminin boğazındadır. Onun o masumiyet havası asla geri gelmeyecek. Düşmanın topçu bölüğüne ulaşmayı başaran 17. Mızraklı Süvarilerden sağ kalan birkaçı mızraklarını aradıkları haine saplar. Bu büyük dağılmanın ardından, kendimi çok belirgin olma tehdidi taşıyan şöhretten çabuk bir şekilde uzak tutmam gerektiğini fark ettim. Bu toplumun en açıkgözlü düşmanlarıyla onlara gösterisinde bir yer vererek bir tür anlaşma imzaladığı herkesçe bilinir. Aslında ben günümüzde olumsuz veya gizli bir kötü ünün vazgeçiş sahnesine çıkarmayı başaramadığı tek bireyim. Savaş gemileri seyrini değiştirir ve arkasında dumanlı bir ekran bırakarak uzaklara doğru ilerler. Bir adam Venedik’te ıssız bir kavşaktan geçer. Bölüğünün hücumunu yöneten bir amiral şöyle sorar: “Ne kadar yakıtımız kaldı?” Gemisinin kumandanı cevap verir: “İki saat sonra savaşı kesmek zorunda kalacağız efendim.” Amiral dürbününü gözlerine yanaştırır. Eşlik eden müzik yükselir. “Bu noktada, diğer her şeyden mahrum kalmış olan izleyiciler görüntülerden de mahrum kalacak.”
-
Zorluklar orada son bulmaz. Bu topluma olan karşıtlığın içindeki yetkili bir kişi olmanın, bizzat bu toplumun içinde çok yumuşak konuşmayan bir yetkili bir kişi olarak bulunmak kadar tiksindirici olduğunu düşünüyorum. Bu nedenle, hepsi birbirinden daha çok hiyerarşi karşıtı olan fakat yeteneğime ve deneyimime dayanarak komutası bana teklif edilen birçok farklı bölgede her tür yıkıcı risklere önayak olmayı reddettim. Bir kimsenin tarihi bir başarıya ulaşabileceğinin ve aynı zamanda da güç ve saygınlık (baştan beri kişisel açıdan sahip olduklarım benim için her zaman yeterli olmuştur) açısından önceki durumunda kalabileceğinin mümkün olduğunu göstermek istedim. EKRAN KARARIR. Ayrıca yapılmış olanların sayısız yorumcu ve tayin edicisine dair binlerce detay konusunda tartışmaya girmeyi de reddettim. Hayal ürünü bir uygunluğa dair diplomalar verme gibi bir merakım veya çok yakında kendi kendine yıkılacak olan türlü türlü saf hırsın arasında hakemlik etmek gibi bir merakım da yok. Bu insanların zamanın beklemediğinden, iyi niyetlerin yeterli olmadığından ve artık düzeltilemeyen bir geçmişten hiçbir şeyin elde edilemeyeceğinden veya kalmayacağından haberi yoktu. Tarihsel çabalarımızı varabilecekleri yere taşıyan esas hareket –kendi zamanında hareket ettiği sürece – hala geçmişin tek yargıcıdır. İşleri, herhangi bir sahte devamın harekatlarımızın tarihini tahrif etmesini engelleyecek şekilde idare ettim. Sonuç olarak daha iyiye giden kişiler, selefleri hakkında yorum yapabilecek niteliklere sahip olacaktır ve yorumları da göz ardı edilmeyecektir.
Gözlemcilerin çoğunluğunun her zamanki gibi sessiz olmamı tercih edeceğinin farkında olmama rağmen, daha uzaktan dahil olmanın yollarını buldum. Uzun süredir belirsiz ve anlaşılmaz bir varlık sürdürmeye çalışıyorum ve bu, çok iyi bir şekilde başlayan stratejik deneylerimi daha da geliştirmeme fırsat verdi. Yeteneği olan bir kişinin bir zamanlar söylediği gibi, bu hiç kimsenin asla uzman olamayacağı bir alandır. Bu araştırmaların sonuçları – ve bu mevcut iletişimdeki tek iyi haberdir – sinema formunda sunulmayacak. Kriegspiel savaşlarının yakın çekimleri. Fakat azamet artık her günün içinde bulunamadığı zaman tüm fikirler kaçınılmaz bir biçimde faydasızdır – köpek kulübesinde yetişmiş düşünürlerin tüm eserlerinin bu meta çürümesi düzeyinde satışa sunulması, beslendikleri yemin tadını gizleyemez. Bu nedenle o yılları pek tanınmadığım bir şehirde geçirdim. En güzel şehirlerden birinin mekan düzenlemesi, bazı kişilerin arkadaşlığı ve birlikte zamanımızı geçirme şeklimiz – tüm bunlar gençliğimin en mutlu eğlencelerine çok benzeyen bir ortam yarattı. Eski İngiliz Hindistanı Ordusunun bir neo-içeceğin reklamını yapan baştan savma talimatnamesi. Pahalı tahtayla kaplı bir dekorun ortasında, en son kimyasal sanayi işlemlerle üretilmiş sefil bir neo-bira şişesi. Floransa’nın özgür bir şehir olduğu zamanlarda şehrin kuşbakışı görüntüsü. Alice ve Celeste.
-
Çıplak Celeste. Hiçbir yerde huzurlu bir toplum aramadım – neyse ki öyle bir toplumu hiç bulamadım. Terörist olduğuma dair dedikoduların olduğu İtalya’da oldukça fazla kötüleniyorum. Fakat bu çok çeşitli suçlamalara karşı oldukça kayıtsız kalıyorum çünkü gittiğim her yerde böyle suçlamalara neden olmak benim kaderim, çünkü nedenini biliyorum. Benim için önem ifade eden tek şey beni o ülkede büyüleyen ve başka yerde bulunamayacak şeydi. Floransa’nın, Oltrarno’dan Signoria’ya havadan çekilmiş bir fotoğrafının takip çekimi. Onu tekrar görüyorum, kendi şehrinde bir yabancı gibi olan o kadını. (“Hepimiz gerçek bir şehirde bir vatandaşız, fakat sizin kastettiğinize göre ben İtalya’da yaşadığım dünyevi sürgünü tamamladım.”) Tekrar görüyorum “Arno’nun kıyısını, vedalarla dolu.” Floransalı bir kadın. Floransa’nın havadan çekilmiş bir fotoğrafının Arno Nehri’ne doğru yavaşça ilerleyen takip çekimi. Ve birçokları gibi benim de Floransa’ya girmem yasaklandı. Art Blakey: “Whisper Not.” Celeste’nin yüzü, sonrasında başka çıplak kadınlar. Müzik sona erer.
Her durumda da kişi bir dönemi, Dogana burnunu geçtiği gibi geçer – yani oldukça çabuk. Bir bottan Dogana burnundan geçerken yapılan takip çekim. İlk başta yaklaşırken onu fark etmezsiniz. Sonda yan yana geldiğinizde onu keşfedersiniz ve onun yalnızca ve yalnızca bu şekilde görülmek üzere tasarlandığını görmemezlikten gelemezsiniz. Fakat burnu çoktan geçiyor, geride bırakıyor ve bilinmez sulara doğru yol alıyoruz.
“Gençken bir ustaya gittik ve öğrendiklerimizle gurur duyduk. Fakat bunların hepsi bizi sonunda nereye götürdü? Su gibi ortaya çıktık ve rüzgar gibi geçtik.” Dadaistlerin grup fotoğrafı. Cardinal de Ret. General von Clausewitz. Az önce bir sahile iniş yapmış olan birliklerin üstüne makineli tüfek ateşi açan bir uçaktan takip çekim; birlikler dağılır. Yıllar geçti ve Cennetin Çocukları’ndaki karakterlerin hepsi öyle ya da böyle meşhur oldu. Lacenaire ve Garrance tekrar buluşur. Garrance, Lacenaire’e sorar: “Söyle bana, sana ne oldu?” Adam cevap verir: “Ünlü oldum. Heyecan uyandıran birkaç suç işledim – Lacenaire ismi adli kayıtların sayfalarını birden fazla kez doldurdu.” Garance gülümser: “Ah, bu muhteşem, Pierre-François.” Lacenaire: “Evet, bu başlangıç. Yine de göz alıcı bir edebi kariyeri tercih ederdim.”
-
Yirmi yıllık bir zamanda yalnızca birkaç evde gerçekten yaşayabilirsiniz. Benimkiler hep kötüydü fakat mevkileri hep güzel oldu. Hak edenler kabul edilir, diğerleri kapıdan çevrilirdi. O zamanlar özgürlüğün böyle birkaç tane daha sığınağı vardır. Impasse de Clairvaux’da bir ev. Rue Saint-Jacques’da bir başkası. Rue Saint-Martin’de bir ev daha. Chainti’de başka bir ev. Floransa’da bir başkası. Auvergne dağlarında bir tane daha. “Zamanın neşeli yoldaşları nereye gitti?” Bunlar öldü; diğeriyse daha da hızlı yaşadı, ta ki deliliğin demir kapıları aniden kapanana kadar. Ghislain de Marbaix. Robert Fonta. Asger Jorn. Karikatür: Muhafızların etkisiz hale getirdiği Prens Valiant. Akşam Ziyaretçileri’nde hapiste zincire vurulmuş olan Gilles şarkı söyler: “Mutsuz kayıp çocuklar, geceleri dolaşırız. Şeytan kurnazca bizi, taşır sevdiklerimizden uzaklara. Neşeli gençliğiz artık bitti, aşklarımız da öyle.” İlk iki cümleden sonra şarkının müziği akıp giden şu görüntülere eşlik eder: bilinmeyen bir kadın; Hafif Tugay (eski filmin yeniden çekiminde) savaşa gider; genç eski bir sevgili; yeni bir başka sevgili; geçmişten diğerleri. Geçen zamanın algısı benim için her zaman canlı olmuştur ve başkalarının baş döndürücü yüksekler veya su ile büyülendiği
gibi ben de bundan hoşlanırım. Bu açıdan, var olan tüm güvenliğin sonunu ve sosyal olarak takdir edilmiş her şeyin çözülüşünü gören kendi devrimi hep sevdim. Bunlar en harika sanatın bana veremeyeceği zevklerdir. On dokuz yaşındaki Debord. Yirmi beş yaşında. Yirmi yedi yaşında. Otuz bir yaşında. Kırk beş yaşında. Rembrandt’ın kendini çizdiği son portre. Yaptığımız şeylere gelince, mevcut sonuç nasıl belirlenebilirdi? Şimdi yanından geçip gittiğimiz manzarayı, bu toplumun kendine, kendi olasılıklarına karşı sürdürdüğü bir savaş harap etmiştir. Her şeyin çirkinleşmesi muhtemelen çatışmanın kaçınılmaz bedeliydi. Kazanmaya başlamamızın nedeni düşmanın hatalarına bu noktaya kadar devam etmesidir. Devasa kuleler eski Paris’i kuşatır. Şimdiki neo-Paris’in ve meta bolluğu için harap edilmiş başka yerlerin görüntüleri. Bu savaşta en temel olan ve hakkında birçok açıklama yapılan mesele, bunun artık muhafazakarlık ve değişim arasındaki bir mücadele olmamasıdır; bu mücadele, bunun ne tür bir değişim olacağına dair bir mücadeledir. Biz, birçok kişiden daha fazla, değişen bir zamandaki değişimin insanlarıydık. Bu toplumun sahipleri konumlarını korumak için bizimkinin tam karşıtı olan
-
bir değişim için çabalamak zorunda kaldı. Bir her şeyi yeniden kurmak istedik; onlar da istedi fakat tamamen zıt yönlerde. Yaptıkları şey, bizim projemizin doğasının yeterince olumsuz bir gösterimiydi. Muazzam çalışmaları onları bu yozlaşmadan başka hiçbir yere ulaştırmadı. Diyalektiğe karşı bu nefretleri onları bu çöp çukuruna getirdi. Modern sanayi atıkları için bir çöplük. Bu muhalif görüşler arasındaki herhangi bir aldanmayı yok etmemiz gerekiyordu (ve bunu yapmak için iyi silahlara sahiptik). Gerçekler yeterli delil olacaktı. Ve oldu da. Gayda sesiyle uyumlu olarak karaya çıkan İskoç birlikler. Yeni dertlerin eski keyiflerin adıyla maskelendiği ve insanların korku içinde olduğu bu çorak arazi başa çıkılamaz hale geldi. Gecenin içinde dönüp duruyorlar, ateş onları yutuyor. Dehşet içinde uyanıyorlar ve el yordamıyla yaşamı arıyorlar. Ve o yaşamı istimlak eden kişilerin sonunda kendilerinin kaybettiği söyleniyor. Bir savaş gemisindeki yıkım ve yangınlar; yaralıların gemiden indirilişi. Devasa bir neo-mesken kompeksi. Bu medeniyet tutuşmuş yanıyor; her şey alabora olmuş batıyor. Ne harika bir torpil atışı! Bir savaş gemisi alabora olup batar.
Peki bu müthiş çöküşün – gerekli olduğuna inandığım ve başka bir şeyle uğraşmaktan kaçındığım kesinlikle doğru olduğu için uğruna çalıştığım bile söylenebilecek bu yıkıntı – ortasında bana ne oldu? Debord. Bir Tang dönemi şairinin yazdığını – “Bir Yol Arkadaşından Ayrılmak Üzerine” – kendi geçmişimdeki bu nokta için söyleyebilir miyim? Yükünü taşıyan ikinci bir atı da yanında götüren at üstünde bir Meksikalı geçer ve bir nehre doğru iner. “Atımdan inip ona bir veda şarabı içmeyi teklif ettim ve ona yolculuğunun amacını sordum. Şöyle cevap verdi: ‘Dünyevi meselelerde başarılı olamadım; bu yüzden de sükunet bulmak için güney dağlarına dönüyorum.’” Auvergne dağlarının kabartma haritası. Bu kez karla kaplı olan önceden görülmüş iki Auvergne evi. Ama hayır, ben kendi adıma bir sükunet olmayacağını açıkça görebiliyorum; bunun ilk nedeni kimsenin dünyevi meselelerde başarılı olamadığımı düşünme şerefini bana bahşetmemesi. Fakat bereket versin ki hiç kimse böyle meselelerde başarılı olduğumu da söyleyemez. Bu nedenle de Guy Debord ve onun aşırı iddiaları için ne bir başarı ne de bir başarısızlık olduğu kabul edilmelidir. Bir bottan, Venedik kanalının boydan boya takip çekimi.
-
Artık bir sona yaklaştığını gördüğümüz bu günün şafak vaktinde genç Marx, Ruge’ye şöyle yazmıştır: “Günümüzü takdir ettiğimi iddia edemezsin. Ama yine de ondan ümidimi kesiyorsam, bu, onun ümitsiz durumunun beni ümitle doldurmasından kaynaklanmaktadır.”
Bir devri, tarihin soğuk suları arasında bir yolculuğa hazırlamak, çok iyi ve üzücü örneklerini sunduğum tutkuları hiçbir şekilde köreltmemiştir.
Şiddet üzerindeki bu son akisler görünmeye devam ettiği için, benim için bir geri dönüş veya uzlaşma olmayacak. Kanaldaki son evleri geçince manzaraya geniş bir denize dökülen geniş bir su alanı girer. Akıllanmak yok, sakinleşmek yok. ALTYAZI: Baştan bir kez daha gözden geçirilmek üzere.