Yitik Kule - Çeçen Kültür Yıllığı 2018 / 3.Sayı Erol YILDIR

Page 1



ÇEÇEN KÜLTÜR YILLIĞI 2018



Sivas’ın Şarkışla ilçesine bağlı Bozkurt köyü arazileri ve yakınlarından akan Kızılırmak’ın bir kolu (karşı sayfada)

ÇEÇEN KÜLTÜR YILLIĞI / 2018

“ Yukarıda yeralan fotoğrafı 198o yılında Ankara’da üniversite yıllarımda çocukluk arkadaşım rahmetli Medet Ünlü’den almıştım. O yıllarda Kafkasya ile ilgili doküman, resim, fotoğraf, kitap gibi kaynaklar öyle bugünkü gibi kolaylıkla bulunmuyordu. Her gördüğümüz dağ manzarasında Kazbek’i arıyor, her göğsünde “khazar-bustamaş” olan fotoğrafın ya da resmin bir kopyasını alabilmek için tutkuyla peşine düşüyorduk.! Bu fotoğraf da o yıllarda Ankara’da, Tunus Caddesindeki “Çağdaş Sahne” de gösterilen bir Rus filmininin tanıtımının yapıldığı fuayedeki camekandan gizlice :-) alınmıştı. Filim, Tolstoy’un “KAZAKLAR” adlı romanının sinemaya uyarlaması idi. Fotoğraf, aslında filimde birkaç dakika sonra Çeçenlerle çatışmaya girecek olan bir grup Kazak’ın ve yanlarındaki Rus subayı çapkın “Olenin”in de yer aldığı bir enstantaneyi yansıtıyordu. Ama olsun, filimde kostüm olarak “bizim kıyafetleri” giydiklerine göre bu güzel fotoğrafı, Kafkas kültürüne ait o günden sonra basılacak olan dergi, kitap, afiş, kartpostal ve takvimlerde “bütün kafkas yiğitlerini, abrekleri, Çeçenleri yansıtan bir görüntü olarak” tepe tepe kullanabilirdik.. Öyle de yaptık zaten. :-) E.Y.

BASKI

Adres: Yüzyıl Mah. Mas-Sit Matbaacılar Sit. 5. Cadde No:57 Bağcılar / İstanbul Tel : + 90 212 544 99 06 Faks : + 90 212 423 06 22 E mail : info@aryanbasim.com.tr web : www.aryanbasim.com.tr

İSBN

978-605-84401-3-5

04 / ÖNSÖZ 07 / SUNUŞ / Kuleyi Terk Etmek Zordur / EDİTÖR 09 / EDİİL / Çeçen Gelenek ve Göreneklerine Dair Bazı Saptamalar / EROL YILDIR 12 / GILLAKH / Çeçen Ahlaki Değerlerinin Tarifi ve Tasnifi / FARUK KUTLU & EROL YILDIR 16 / ABREK / Şiir / GALİP ÖZDEMİR 18 / GEÇMİŞTE VAYNAH (Çeçen-İnguş)’LARIN SOSYOKÜLTÜREL ve SOSYO EKONOMİK YAPILARININ GÜNÜMÜZ İÇİN İLHAM ETTİĞİ BİR MODEL ÖNERMESİ / Deneme / DAVUT YAŞAR 20 / VAYNAH (Çeçen-İnguş)’LARIN İNANÇ ve SOSYOKÜLTÜREL SİSTEMLERİNİN TARİHSEL DİNAMİĞİ/ Deneme / DAVUT YAŞAR 22 / TÜRKİYE ÇEÇEN DİASPORASININ EN ÖNEMLİ PROBLEMİ / Eleştiri ve Tespit / YAHYAHAN GÜNEY 24 / BİZİM ORALARIN YÜREĞE İŞLEYEN ANILARI ÇOKTUR / Manzume / SELÇUK POLAT 26 / AŞAĞI BORANDERE / Uzunyayla’nın Şeşen Jambotey’i / ATİLA DOĞAN 28 / BORANDA BAYRAM / Anı / ATİLA DOĞAN 30 / NECATİ DAYI / Şiir / SELİM CANBOLAT 31 / ÇEÇENZADE HASAN PAŞA / YİTİK KULE 38 / ÇEÇEN EL SANATLARI / Genel Bir Bakış / EROL YILDIR 40 / SAF KÜLTÜR YOKTUR / Saplama / EROL YILDIR 41 / TİYMİG / Çeçenlerde At Koşum Takımları / EROL YILDIR 43 / GOVRAŞ / Atlar Hakkında Birkaç Kelime / EROL YILDIR 44 / NÜYR / Çeçenlerde Eyer Kültürü / EROL YILDIR 48 / VORDA / Çeçen Arabası ya da Unutulmuş Bir Taşıma Aracı/ EROL YILDIR 50 / MİSYONER BİLİMADAMI ve SANATÇILARIN ÇEÇENYA’YI KEŞFİ / Kronolojik Tarih / SELAHATTİN BOLAT 52 / KEMAL KUTLU /Ormancı Bir Karikatür Ustası / YİTİK KULE 56 / DÜOZAL / Çeçen Ailesi - 1. Bölüm / EROL YILDIR 60 / ÇEKGABAR / Çeçenlerde İsme Saygı ve İsim Verme Kültürü / EROL YILDIR (RAMAZAN GENEL’in katkılarıyla) 62 / BİR ZAMANLAR ÇEÇEN KÖYLERİNDE / Anekdot / KAHİR AKDENİZ 63 / MIZIKALI KADININ GİZEMİ / KAHİR AKDENİZ & EROL YILDIR 65 / VAYNAH ALBÜMÜ 81 / BENİ DÖKÜLÜR SONBAHAR / Çeviri Şiir / ADNAN DURMAZ & KAHİR AKDENİZ 82 / KAYIP BİR ÇEÇEN AİLE ŞECERESİ / NURİ SEZER 84 / ÇEÇENLER YOK OLUŞA NASIL DİRENDİ / Tarih / SELAHATTİN BOLAT 86 / BİR ZAMANLAR ÇEÇEN KÖYLERİNDE / Anekdot / M. BİNGÖL YILDIR 87 / BİR SÜRGÜN ANISI / Öykü / HULUSİ ÜSTÜN 95 / ÇEÇEN-İNGUŞLARA VATANLARI GERİ VERİLDİ / Çeviri / ABDÜRREZAK ÖZDİL ( Chechenyatoday.com) 97 / BERİŞ / Çeçen Çocuklarının Yetiştirilme Tarzları Üzerine Bazı Düşünceler ve Tespitler/ EROL YILDIR 103 / ÇEÇENLERDE ERKEK ÇOCUKLARI HAKKINDA BAZI ADETLER / L. GUDUEV-Çeviri : SELÇUK POLAT 104 / SADECE DÜŞÜNDÜĞÜMÜZ KADAR DEĞİL HİSSETTİĞİMİZ KADAR VARIZ/ Deneme / DAVUT YAŞAR 105 / DİKHIR / Çeçen Kadınlarının Efsanevi Barış Ritüeli / EROL YILDIR 106 / ÇEÇENYA, KIZILORDU ve NAZİ KAMPLARINDAN TÜRKİYE’YE / Yaşam Öyküsü / MEDİHA KAHRAMAN ÖNLÜ 110 / ÇEÇENLERDE UNUTULMUŞ BİR MASAL TÜRÜ YA DA ÇİZİMLİ ANLATMA TARZI / EROL YILDIR 111 / ÇİZİMLİ BİR ÇEÇEN MASALI / Yaşlı Adam ve Mısır Hırsızları / ANONİM 114 / OSMANLI ARŞİVİ KATALOGLARINDAKİ ÇEÇENLERLE İLGİLİ BELGELER LİSTESİ (2.Bölüm) / YİTİK KULE 141 / BİR ZAMANLAR ÇEÇEN KÖYLERİNDE / Anekdot 142 / ESKİ DÜĞÜN ADETLERİNDE / Halk Bilimi / MUHAMMET AKDOĞAN 143 / DÜĞÜN ADETLERİMİZE DAİR / Halk Bilimi / KAHİR AKDENİZ 144 /ÇEÇEN-AYVALI (GÜNGÖREN) / Anadolu’nun Bağrında Bilinmeyen Bir Çeçen Köyü/ FAHRİ YILDIRIM & EROL ERCAN & FERİT ŞAMİL ERCAN 147 / KASİDE-İ ÇEÇENİYYE / Şiir / MOHMAD MANSUR MOVSAR 151 / ŞEYH KUNTA HACI / Çeçenlerin Barış İmamı / EROL YILDIR 158 / ADNAN ÖZTÜRK / Akademisyen bir Ressamımız / YİTİK KULE 160 / SUSKUN / Şiir / ŞAHİN SAYILGAN 161 / ÇEÇEN GİYİM KÜLTÜRÜ / Tanım, Tarif, Tarih ve Genel Bir Bakış / EROL YILDIR 164 / ÇOA / Geleneksel Erkek Kıyafeti / EROL YILDIR (FARUK KUTLU’nun katkılarıyla) 178 / GABİLİ / Geleneksel Kadın Kıyafeti / YİTİK KULE ( Lechi GARSAEV’den yararlanılarak) 178 / DÖHKA / Çeçen Erkek Kemerleri Hakkında / HALİT YILDIR 180 / İSTİNG / Bir Kitabın Hikayesi / EROL YILDIR 184 / ŞELH İSTANG / İKİZ İSTİNG KARDEŞLİĞİ / EROL YILDIR 185 / İSTİNGİ YAŞATMAK / Türkiye’de Çeçen Keçesini Yeniden Üretenler / HALİT YILDIR 188 / BUSTUMUŞ / Çeçen Motifleri Üzerine Analizler ve Tasarımlar / EROL YILDIR 193 / TASARLANMIŞ BUSTUM ÖRNEKLERİ / Orijinal Tasarımlar / EROL YILDIR 208 / BARKALLA - TEŞEKKÜR


Rahmân ve Rahîm olan Allah’ın adıyla

“Yaratan Rabbinin adıyla oku!” “İnsanı bir kan pıhtısından yarattı!” “Oku! Rabbin sonsuz kerem sahibidir.” “O Rab ki kalemle yazmayı öğretti.” “İnsana bilmediği şeyleri öğretti.” Alak suresi (1-5. ayetler) / “Kur’an-ı Kerim”

ÖNSÖZ

B

YİTİK KULE /

4

ir zamanlar yazma ve okuma sadece belirli kişilerin yapabildiği özel bir meziyet, ümmi toplumların nezdinde saygın bir ayrıcalıktı. Bu nedenle de insanlara herhangi bir konuyu ya da bilgiyi aktarmanın yolu -aynı zamanda doğası gereği değişken de olan- kulaktan dolma sözlü anlatımlardan geçiyordu. Toplumun kültürel birikimi hakkında da yazılı bir eser yoktu veya çok azdı. Üstelik yazma, birikim ve çaba isteyen pahalı bir işti. Yazılanları okuma ve okuduğunu gerçekten anlama ise kulaktan, sözel anlatımların rahatlığına alışmış insanlar için hiç te cazip bir tercih değildi. Bu, yüzyıllarca böyle devam etti. Günümüzde ise, hakkında bazen acımasızlığa varan tüm eleştiri boyutlarına rağmen, devlet kanalıyla yaygınlaşan “eğitim ve öğretimle” okuma yazma fazlaca zorlanmadan çok erken yaşlarda öğreniliyor. Bir zamanlar sadece bir meslek olarak katiplerin yararlandığı bu eylem artık her bireyin sahip olduğu kültürel bir avantaja dönüştü. Artık toplumun büyük çoğunluğu hemen her alanda yazma ve okuma imkanına sahip. Eski alışkanlıklarla bizlere sunulan sözlü aktarımları bilgi dağarcığımıza katmadan önce -eğer var ise- yazılı kaynaklardan bularak doğruluklarını sınamamız ve teyit etmemiz de bir o kadar kolaylaştı. Tüm bu kolaylıklara rağmen okuma yazma eyleminin toplumumuz tarafından yaygın olarak kullanılmadığı da bilinen bir gerçek. Cehalet kalıplarını kırmaya zorunlu olmamıza karşılık, gündelik yaşamımız içinde ihtiyaç duyulan bilgiye en detaylı ve aracısız ulaşmanın temel kaynakları olan kitap okumaya da yeterince zaman ayırmıyoruz. Bilgiye temel kaynaktan ulaşma yerine, kulaktan dolma, laf cambazlarının hamasi anlatımlarına rağbet ederek ve bu aktarımlardaki kişisel değişiklikleri de göz ardı ederek körü körüne benimseme yolunu tercih ediyoruz. Böylece okuma ve yazma tembelliği sonucu oluşan ve gerçekliğin hurafelere boğdurulduğu bir bilgi kirliliği atmosferinde yaşamaya çalışıyoruz. Ne yazık ki toplum olarak okumuyor, yazmıyor ama bunları yapıyormuş gibi davranmaktan da kendimizi alamıyoruz.


A

Cenab-ı Allah hepimizi, şu kısa hayatımızda farkında olduğumuz veya olamadığımız cehaletimizden kurtararak, “O ilk ilahi söze uyarak” okuyan, yazan ve düşünerek konuşan, insanca yaşayan, toplumuna faydalı, kendisinden “emin” olunan kullarından eylesin.

A dika yoyl şu

editör

5 YİTİK KULE /

rtık biliyoruz ki; yazılı kültüre sahip olmayan toplumların kendi varlıklarını aktaracakları ve sürdürecekleri genç nesillerine özgün değerlerini kulaktan dolma şifahi aktarmalarla yapabilmeleri, özellikle de içinde yaşadığımız bu dönemde pek mümkün görünmüyor. Tüm bu mevcut duruma karşın, gerçekte fazla karamsarlığa kapılmadan “çabalamaktan” başka bir yol da yok önümüzde. Öncelikle okuma yazma eylemi, iyimser bir bakışla gerekliliğine inanılarak gündelik yaşantıya yerleştirildiğinde ilgili konularda yazılan yayınların takip edilerek eleştirel katkılarda bulunulduğunda -ve bu yaygınlaştığında- problemlerin belirli ölçüde çözümlenmesi de olası görünüyor. Okuma ve yazma eylemini birbirinden ayırmadan bireysel açıdan “okuyarak ve yazarak düşünme” alışkanlığı kazanılması durumunda ilgili konular hakkında yazılmış bir avuç kitabın (ki burada kültürel konulardan söz edildiğini hatırlatmakta fayda var) ne kadar yetersiz olduğu da ortaya çıkacaktır. Bu yetersizlik ise ancak yeni kalemler tarafından çeşitlenerek yazılacak kitaplar ve yayınlarla ortadan kaldırılabilir. Ancak bu noktada sanal ortamlarda yazılan ve doğru bilgiler taşıyor dahi olsa, etki alanı dar ve kısıtlı birkaç satırı geçmeyen, adeta anlık tatminler sonucu yazılan paylaşımların kastedilmediğini de belirtmek gerekir. Şüphesiz ki sanal ortamlar da teknolojinin armağanı olarak yazılı kaynakların kitlelerle paylaşılması için kullanımı hızla artan günümüzün yaygın araçlarından birisini oluşturuyor. Ancak bu araçtan faydalanılırken sanal ortamın kaypaklığı ve muğlaklığı içinde bilgi kirliliğine de alet olunmaması gerekiyor. Yazılı geleneğin oluşmadığı dönemlere ait, özgün ve evrensel değerler taşıyan bilgi ve kültür paylaşımlarının hafızalarda kaldığı kadarıyla teknolojik kayıtlarla veya yazılarak kayda geçirilmesi ise adeta zamana karşı yapılan bir yarış gibi büyük bir önceliğe sahip olmak zorunda. Bir anlamda hayal gücünün de içinde yar alabileceği hafıza ya da düşünceye dayanan bir bilgi aktarımının yazımı söz konusu olduğunda, kulaktan aktarımların kayda alınması kendi içinde birtakım sorunlara sahip olsa da -çünkü “yayınlandıktan sonra” içeriklerin olası hatalarının yeniden düzenlenmesi zor bir çaba gerektirecektir- yazıya dökülenleri en azından neleri kayıt altına alacaklarını sadece yazanın tercihine bırakmak, bu handikabı “kaleme alma sürecinde” okuma bilmelerine karşın yazma alanında cesaretsiz, ataleti ve ümmi gibi davranmayı ısrarla sürdüren fertlerin ve ait oldukları toplumların ödemesi gereken bir bedel olarak görmek te mümkün.?



Kuleyı terk etmek zordur K

ule, dönüşü olmayan terk edilmişlikler anıtıdır. Bir anlamda ölümle anlamdaştır. Kuleyi terk etmek, yıllarca taparcasına sevilen bir “yar”dan, bir anda ve bir daha hiç hatırlanmamacasına “yok olmak gibi” vazgeçmektir. Her ayrılığa benzemez, acısı çok daha büyüktür bu yüzden. Bazen bu acı bir lanet gibi nesiller boyu sürer. Gün gelip kavuşsalar da, buldukları ancak bir yıkıntı olacak o atalar mirasının sahibi biçare torunlar, saçlarına ak düşene kadar, kulesiz diyarlarda kulenin terk edilmişliğinin her daim tazeliğini koruyan kedere ve hüzne bulanmış acısıyla yaşarlar. Ne talihsizliktir onların ki! Ah zavallı, yaralı yürek..! Talih, o vazgeçilmez yareni “zaman”la birleşerek, insana çoğu zaman anlaşılmaz oyunlar oynamaya bayılan yetenekli yazar!? Her anı türlü hilelerle, göz alıcı aldatmacalarla dolu, dolambaçlı, inişli çıkışlı, dönüşümlü yollarının içinde ömrünü süren zavallı insan ise bu yazarın oyunlarında sadece bir aktör olmaktan öteye geçemez. Talih, zorluklar içinde kendi rolünü oynayanlarla alay edercesine zorlaştırır da bazen yaşamı. Yaşayan talihsizleşir işte o anlarda. Zorluklardan yıldıkça da küçülür insan. Küçüldükçe rolünü daha da kabullenir. Kabullendikçe talihini, iradesinden uzaklaşarak kutsallaştırır, adeta kutsar. Talihi, kör bir dilenci gibi kabullenmek “kul” olmanın yanıltıcı gereğine dönüşür işte o zaman. Kuleyi terk etmek, talihi körü körüne kabullenmektir bir anlamda, küçüldükçe küçülmektir. Düşünmekten vazgeçmektir. Küçüklüğün sonu yok olmaktır derler ya! Doğrudur. Kuleyi terk etmek yok olmayı kabullenmektir. Kule, gerçekte bir özgür irade aracı olarak ayakta tutar insanı. Kule, yaşayanına kendisinin ve “Var”ın var olduğunu, yaşamın getirdiklerine karşı daima direnç göstermesini, zorluklar karşısında yıkılmamasını hatırlatır. Kulede yaşamanın en zor tarafı, bir gün gelip de kuleyi terk etmek zorunda kalma düşüncesi ve bunun gerçekleşmesidir. İnsan ancak kaybettiğinde anlar ne kaybettiğini.

Alışkanlıklarımızdan kolayca kurtulamadığımızı hissettiğimizde, aslında değişimin ne kadar kıyısında olduğumuzun da farkına varırız. Bazen bir fikir etrafına inşa ettiğimiz hayaller, düşünceler, tasarı ve uygulamaların gün gelip bize anlamsız ve nafile uğraşılarmış gibi gelmesi, ayaklarımızın artık ıslak değişim kumsallarında topuğuna sular biriken bir nefeslik izler bırakmaya başladığının da habercisidir. Engin deniz kıyısında tuzlu köpüklü dalgaların yıkadığı bu kıyıda dolaşırken, ufkun derinliği ne kadar taze umutlarla dolu bir gelecek vaad etse de, bilinmeyenlerle dolu yaşanacak günlere karşı duyduğumuz güvensizlik serin bir esinti gibi tüm benliğimizi kaplayıp, irkilmemize, üşüyüp titrememize sebep olur. İşte o anlarda, geleceğin bilinmeyenlerine dair içimizde oluşan bu korkunun gerçekte bizi nasıl uyuşturup bir korunaklı kıyıda kimsesiz, tek başına yaşama fikrine ikna ettiğini de anlarız. Bu idrak bizi, yıllarca süren bir süreçle oluşarak kimliğimizle bütünleşen tüm yaptıklarımızı kökten reddiye noktasına getirmese de, gereksiz yapılmış bir çabaya karşı oluşan kuruntularla dolu ve bazı hallerde “ah keşke yapmasaydım” noktasına kadar ulaşan pişmanlık yeislerine kapılmamıza neden olur. Kendimize karşı yaptığımız bu yargılama, bazen zor ve yanlış karar almalara, içimizde oluşturduğumuz güven ve barışın kaybolma tehlikelerine de açık keskin hükümler vermemize yol açar. Haksızlık yapmamak için bu yüzden, aynı yargılama süreçleri içimizde tekrarlanarak kendi tek başınalığımızın boşluklarını doldurur. Alışılmışın tatlı rehavetini reddetmenin ve bilinçli değişimin aslında ne kadar güç bir iş olduğunu bir kez daha düşünürüz. Sonra, bu değişimlerin gerçekleşme şartlarının insanın birlikte yaşadığı kişilerle de ayrıca farklı organik bağlantıları olduğunu fark ederiz. İşte o anlarda, değişimin en büyük düşmanının birlikteliklerle dolu çoğul yaşamlar olduğunu kavrarız, tek başınalığımızın oluşturduğu ender bir sevinç içimizi kaplar.

EDİTÖR

7 YİTİK KULE /

Çeçen ressam Ruslan Khaskhanov’a ait bir eser

SUNUŞ


YİTİK KULE / YİTİK KULE /

8

Къамеле волавалале хьалха ойла йе; Оьшуш дуй те ? Бакъ дуй те ? Шена чохь къинхетам болуш дуй те ? Цхьанне халахетар дийра долуш дуй те ? Тийналла йохаялла мехала дуй те ?

Konuşmadan evvel düşün ; Gereği var mı ? Gerçek mi ? Şefkat barındırıyor mu ? Kimseyi incitebilir mi ? Sessizliği bozacak kadar değerli mi ?

Çeçenceden çeviri: YAHYAHAN GÜNEY


Halk kültürü

EDİİL Çeçen ressam İdrisov’ a ait bir resim “Dede ve Torun”/ 1944

çeçen gelenek ve göreneklerine dair bazı saptamalar

Sadece kendin için değil, başkaları için de yaşadığında gerçekten yaşamış olursun. “Çeçen hayat anlayışının temel felsefesi”

B

ilimsel bir tanıma göre “kültür”; Toplumların tarihsel ve gelişme süreci içinde ortaya koyduğu her türlü değerlerle bunları kullanmada, sonraki kuşaklara iletmede kullanılan, insanın doğal ve toplumsal çevresine egemenliğinin ölçüsünü gösteren araçların tümüdür. Daha sade bir tanımla kültür toplumların yaşam şekillerini yansıtan özgün değerler toplamıdır. Çeçenlerde “EDİİL” kelimesi çoğul bir yapıda toplumsal haller, adetler, kültür ve insani değerler bütününe atfedilen bir anlamda kullanılır. Kültür söz konusu olduğunda ise mutlaka dile getirilen “gelenek” ile “görenek” tabirleri çoğu zaman birbirine karıştırılan iki farklı kavramdır.

GELENEK Gelenek, genel anlamda değişime kapalı olan en azından bu yönde çaba gösterilen bir kavramdır. Açıkça ifade etmek gerekirse toplumca kabul gören kuralların yönlendirdiği belli değerler ve davranış normlarının tekrarlara dayanan sembolik ya da ritüel bir özellikler sergileyerek yeni nesillere aktarma çabalarının bir bütünüdür. Doğal bir seyir içerisinde gerçekleşmesine çalışılsa bile daima geçmişi çağrıştıran, önceki sınanmış ve benimsenmiş davranış kalıplarının aşılanmaya çalışıldığı bir pratikler kümesidir. Gelenekte, bu pratikler daima kendilerine uygun düşen bir tarihsel geçmişle süreklilik oluşturma çabası içindedirler. Çağımızın önemli tarihçilerinden Eric Hobsbawm, geleneğin bu çabasının kökenlerinin sıklıkla yakın geçmişe dayandığını öne sürer ve bu geleneklerin bazen “icat edilmiş olabileceğini” iddia eder. O’na göre “bu gelenekler icat edilirken mutlaka belli bir tarihsel geçmişe referans yapılır ve büyük ölçüde yapay bir geçmişle süreklilik kurulmaya çalışılır”.

EROL YILDIR

YİTİK KULE /

9


YİTİK KULE /

10

İnsanlığın yaşadığı son iki yüzyıl, modern dünyanın sürekli değişimi ve teknolojik yenileşmelerle, toplumsal hayatın gelenek ve ritüellerle dolu bazı kısımlarının değişime direnme veya sabit tutulmaya çalışılması arasındaki zıtlıklarla doludur. Bu dönem aynı zamanda bilgi çağının getirisi sonucunda, ulusların kendini yeniden tanımladığı, tarihsel olguların yeniden yapılandırıldığı, ulusal sembollerin, dinsel reflekslerin ve mikro milliyetçiliğin palazlanarak formel ve yerleşik bir hal kazandığı süreçtir. Dolayısıyla bu dönemde, Hobsbawm’nın tespitindeki “geleneğin yeniden icad edilmesi” veya daha açık bir ifade ile eskilerin malzemelerinin, yeniden inşa edilen geleneklerin amaçlarına yönelik olarak kullanılması çabası kendini tanıtma ve tanımlama çabası içindeki (özellikle sayısal olarak küçük) toplumlar tarafından sıkça tekrarlanmıştır. Gerçekte küçük ya da büyük olsun her toplumun geçmişinden kalan kendi geleneğini yeniden inşa edebileceği kadar donelere sahip bir birikimi vardır. Bu doneler bazen birçok toplumunda benzer kültürlerin ortak geçmişinin de ürünü olduğundan toplumsal birlik beraberliğini oluşturmaya çalışan mikro yapılanmalarca ortak değerler yeniden ele alınarak isim değişikliğine uğratılır ve geleneğin inşasında kullanılır.

GÖRENEK Görenek ise bundan farklı olarak gelenek gibi kendini değişime kapatmaz, arzulanan her tür değişime açıktır. Gerçekte geleneksel değerlerine derinden bağlı toplumlarda bile hayat değişmez değildir. İstisnasız bütün toplumlar çağın getirdiği ya da zamanın kendilerine sunduğu yenilikleri kabullenmeye daima açıktır. Görenekler genel anlamıyla maddi bir yapılanmaya sahiptir. Çağın getirdiği teknolojik yenilikler başta olmak üzere temeli “görme ve benimseme” içtepisine dayanan bir tür beğeniler ve ortak kabuller sonucu oluşur. Bu benimsemede hayatın türlü safha ve alanlarında oluşan meşruiyet, hayatı kolaylaştıran pratik çözümlemeler, adına görenek dediğimiz ortak beğeni ve kabullerin temel etkenlerini oluştururlar. Bu konuda bir örnek vermek gerekirse; Toplumumuzda “Lowzar” adını verdiğimiz düğünlerimizde yer alan “kadın ve erkeğin bir arada olması”, “dans ve oyun çeşitleri” vb davranış şekilleri ve ritüeller “geleneği” yansıtırken, “kullanılan

enstrümanlar -müzik aletleri”, “kılık kıyafet” vb gibi maddi unsurlar göreneği temsil ederler. Aynı düğünler çok eski çağlardan beri geleneğin sonucunda aşağı yukarı benzer ritüellerle yapılagelirken, kullanılan aletler, giyilen kıyafetler zamanla türlü değişimlere uğramıştır. Böylece daha önceki zamanlarda “Deçikpandur” la icra edilen düğünler önce “pondur” denilen “mızıka”larla, sonrasında “akardiyon”larla yapılmaya başlamıştır. Hatta, Türkiye’de farklı geleneklere sahip komşuların da eğlenceden nasiplerini alması için (bazı yörelerde, çünkü göreneğin kabulü her grupta aynı anda kabul görmeyen bir değişkenliğe de sahiptir) düğünlere dahil edilen “davul-zurna” da göreneğe sonradan yerleşen müzik aletleri arasında yer etmiştir. Yine, düğünlerde ve gündelik hayatta giyilen “çoa”, “gabili” gibi etnik giysiler göreneklerin doğal sonucu olarak zamanla tüm dünyada kabul gören “batı tarzı” kıyafetlerle yer değiştirmiş “milli kıyafetler sınıfında” sandıklara kaldırılmıştır. Toplumlar, özellikle de hakim, yerli ve baskın kültürler arasında ya da etki alnında yaşayan azınlık toplumları “kendi etnik kimliklerinin yok olmasına ve dünya sahnesinden çekilmesine duyulan büyük bir kaygı” sonucunda o güne kadar yaşatılmış geleneklerinin korunmasına dair büyük bir istek duyarlar. Bireylerin biyolojik bir temele dayanan aidiyet duygularının toplumsal boyuta yansımasının doğal bir sonucu olan bu istek bazen Hobsbawm’ın “geleneğin icadı” tanımına uygun olarak aykırı bir şekil alsa da temelde gayet insani ve masum bir dürtüdür. Gerçekte, bir topluma ait oldukça özgün ve bir o kadar da ahlaki normlara sahip geleneklerin korunmaya çalışılması tüm insanlığın da ortak çıkarlarına uygun bir çaba olacaktır. Özellikle ahlaki ve ruhsal anlamlar taşıyan tüm gelenekler için söz konusu olan bu tür çabalar bir açıdan toplumlarüstü ortak özelliğe de sahiptir ve kelimenin tam anlamıyla evrenseldir. Bir toplumun kendi özgün geleneklerinde var olan veya o güne kadar varlığını koruyarak yok olmadan bir şekilde ulaşmış gelenekleri, aslında bu ulaşımda o toplumun hiçbir olağan çabası ve bilinci olmamasına karşılık -tıpkı kuvvetli bir ışığın derin karanlıklar içinden süzülerek gelmesi gibi- kendi değer ve anlam gücüyle var ola gelmiş ahlaki, ruhsal ve sosyal geleneksel davranışların tüm dünyaya tanıtılması, o toplumun “bilgilenme” kadar “bilgilendirme” açısından da vicdani sorumululuk kapsamında değerlendirilebilir.


lojik varlıklar olarak kabul görürken, toplumda savaşcı ve mücadeleci erkekler tıpkı neolotik dönem insanında olduğu üzere büyük bir önem kazanarak ön plana çıkmıştır. Bu durumun bir görenek haline dönüşmesinin izlerini günümüze kadar takip etmek de mümkündür. Öncelikle kadınlarımızın dahi bu geri planda kalmayı kabullenişleri -şüphesiz ki bu kabulde dinsel bir anlayışın da etkisi vardır-- bu göreneğin yaygınlaştığının bir göstergesidir. Bağlantılı olarak, savaş ortamlarında ve zor koşullarda toplumun “giyinme ve yeme” ihtiyaçları daima öncelik taşır. Temel bir içgüdü olarak “açlık ve yoksulluk korkusu” dürtüsünün etkisinden kurtulamamış insanların veya toplumların kültür, sanat ve bilgilenme gibi ihtiyaçları daima geri planlarda kalır. Bu durumda Çeçen “ediil” değerlerinin gerçek anlamda tespit ve tasnif edilemeden zamanın akıntısı içerisinde sadece sosyal ve toplumsal hafızada kaldığı şekliyle günümüze ulaşmışlığı düşünülürse sonradan oluşan “bazı göreneklerin” etki alan veya alanlarını da acilen tespit etmemiz yerinde bir girişim olacaktır. Bu girişimin başlangıç noktasını ise Çeçen toplumunda var olan başlıca temel değerlerin tespit edilerek tarifinin yapılması oluşturacaktır.

11 YİTİK KULE /

Burada şu sorular akla gelebilir: Bir geleneğin evrensel ölçütlerde ve tüm insanlığın yararına olduğuna kimler karar verebilir? Aslında insanın olduğu her alanda sonsuz sorular ve aynı oranda da sonsuz cevaplar olduğu hatırlanacak olursa bu sorunun da cevabı mutlaka olacaktır. Gerçekte bu kararı verecek bir merci ancak zamanın ve insanın ta kendisi olacaktır. Yeter ki toplumlar kendilerine ait değer ve doneleri zamanla yok olmaktan kurtararak kayıt altına alıp evrensel bilgi ağına dahil edebilsinler. İşte tam bu noktada geleneklerin aktarımına göreneklerin olumlu ya da olumsuz etkileri kendini gösterir. Göreneklerle değişen hayat şekilleri geleneklerin çoğu zaman çok yavaş olan -ki geleneğin kendi içerisinde de mutlak bir şekilde değişik hızlara sahip dönüşüm faktörü vardır- değişimini birden bire hızlandırabilmektedir. Özellikle günümüzde bu konuya emsal birçok örnek verilebilir. Çeçen toplumunun dünya insanlarına kendisine ait özgün bir örnek olarak sunabileceği en temel değer; Zorlu yaşam koşulları karşısında gösterdiği direnç ve yaşama azmidir. Çeçen geleneklerinin temel öğelerinde bu azmin izleri kolaylıkla gözlemlenir. Gerçekte bu tespitin kaynağı “Çeçenleri dışardan gözlemleyen Soljenitsin, Lermantov, Tolstoy, Dumas vb gibi yabancı yazar ve bilim adamlarıdır. Bu direniş ve yaşama azmi zorunluluklardan kaynaklanmış olsa da çeçen toplumunun içinde yaşayan bireylerin kişiliğinin çok erken yaşlardan başlayarak olgunlaşmasına en büyük etken olmuştur. Çeçen toplumunun “Ğıllakh” denilen ortak değerler bütünü, ne yazık ki yıllarca süren savaşlar, sürgünler ve zorlu yaşam koşulları sonucunda “var olabilme mücadelesi” içerisinde oluşan birtakım göreneklerin etki alanı içerisine girmesine sebep olmuştur. Başka bir deyişle “savaş ve sürgün”, Çeçen geleneklerinin şekillenmesinde ve yeni göreneklerin oluşmasında başlıca etken olmuştur. Hayatın birçok alanında bu etkenin derin izlerini tespit etmek mümkün görünüyor. Bu konuda iddialı bir örnek vermek gerekirse; Çeçen kültürünün en büyük taşıyıcısı olan -ki bu tüm dünyada böyledir- kadınlarımızın savaş ortamlarında ve sürgün yaşamlarında başlıca misyonunun “bir görenek halini alarak” sadece -neslin devamını sürdürmek için “çocuk üreten bir varlık” haline dönüşmüş olmasıdır. Bu görenek öylesine kabul görmüştür ki neredeyse gelenek haline dönüşmüştür. Denilebilir ki, böylece savaş ortamlarında kadın (ve çocuk) aynı zamanda daima korunması gereken biyo-


Halk kültürü

ğıllakh ÇEÇEN AHLAKİ DEĞERLERİNİN TARİF VE TASNİFİ

A

YİTİK KULE /

12

hlaki ve etik değerler insani bir kavram olarak toplumların yaşam biçimlerine algılama tarzlarına göre değişkenlik gösteren insanlık tarihi kadar eski kavramlardır. Ahlak, sözlük tanımıyla “iyi (ya da doğru) ve kötü (ya da yanlış) arasındaki farklardan doğan ve isteklerimizi, düşüncelerimizi ve hareketlerimizi etkileyen davranışsal algıların tümüne verilen bir isimdir. Toplumlar açısından, neyin kötü, neyin doğru veya neyin yanlış olduğu son derece değişken bir yapıdadır. Ahlak, aynı zamanda toplumlar açısından bu yapıları biçimlendirerek felsefi anlamlar değeri ve kriterleri oluşturur. Felsefi anlamda bu kriterleri betimleyen temel kavrama ise Etik adı verilir. Her toplumun kendine has bir ahlak anlayışı olduğundan aynı zamanda kendine has bir etiği vardır. Temel ahlak kuralları, insanların birbirleriyle kurdukları ilişkiler sonucunda genelde, aralarında çıkan sorunlara karşı çözüm üretici fikir veya düşünce birikimleridir. Bilimsel adıyla “mem” denilen bu birikimler uzun vadede toplum içerisine yayılarak, benimsenmiş veya faydalı ise daha da palazlanarak biçimsel bir norma kavuşarak yeni nesillere aktarılır. Yaşanmışlıkların sonucunda oluşan bu davranış norm-

ları (memleri) aynı zamanda öznel ve özgün bir yapıda olduğundan toplumdan topluma değişkenlik gösterir. Bir rivayete göre Osmanlıya ilk gelen Çeçen ailelerden bir grup Kars dolaylarında Anadolu’da var olan bazı ahlaki değerleri gördüklerinde bunların kendi değerleriyle çatıştığını fark ederler. Konu bahsi dinledikleri bir “türkü”nün sözleriyle ilgilidir. Türküdeki tema (gerçekte evli bir kadın olan) “Gelin”lerle ilgilidir. Başkasının eşi olan bir “Gelin”e yakılan türküye Çeçenler anlam veremezler ve bunu kendi ahlaki değerleriyle bağdaştıramazlar. Geriye Daymohka dönmek isterler. (Bir bölümünün bunu başardığı da söylenir). Gerçekte, toplumlar, kendi içerisinde dinamikleri olan bir bütün olarak, zaman içerisinde çevresel koşullara bağlı olarak farklı hızlarda az ya da çok etkileşim ve başkalaşım gösterirler ve şekil değiştirirler. Yaklaşık yüz elli yıl öncesinde dedelerimizin büyük tepki gösterdiği bir türküyü bizlerin bugün herhangi bir tepki vermeden dinlememizin başlıca sebebi de budur. Çeçen toplumuna ait genel ahlak kuralları ya da aşağıda sıralanan değerler bütünü, yüzlerce yıldır iyi, kötü, doğru, yanlış gibi temalara karşı toplumumuzca biriktirilen deneyim, düşünce, bilgi ve fikirlerin olgunlaşmasının bir toplamıdır.

eçen Toplumunda hayatın her alanında geçerli olmak üzere “ahlaki ve etik değerler evreni”ni oluşturan oldukça özgün bir yapıda çeşitli kavramlar vardır. Bu kavramlar Çeçenlerin hayatı algılama biçimlerini yüzyıllardır sadece hafızalarda kaldığı şekliyle muhafaza ederek ve “adeta yazısız bir kodeks olarak” toplumsal davranış normları halinde, nesilden nesile aktarılıp günümüze kadar ulaşmıştır.

Böylece, tarihsel zaman uzamı içerisinde yaşanılan savaş, sürgün, göç gibi çeşitli toplumsal travmalar, kırılmalar ve beklenmedik talihsiz olaylara rağmen varlığını değiştirmeden -ama kavramlar arası akışkanlığını koruyarak- günümüze kadar ulaşan özgün değerler manzumesine sahibiz. Burada, Çeçen birliktelik ruhunu oluşturan bazı kavramları tespit etmemiz ve tasnif etmemiz de mümkün görünmektedir.

Ç

FARUK KUTLU & EROL YILDIR


Bu kavramların en başta geleni “ĞILLAKH” kelimesidir. ĞILLAKH kelimesi geniş ve genel bir anlam olarak: Saygı, terbiye, namus, erdem ve etik (VADD) gibi tüm ahlak normlarıyla ilişkilidir. Çeçenlerin ahlak sisteminin temelini teşkil eder. ĞILLAKH anlam bütünlüğü olarak Çerkes’lerin KHABZE kavramıyla aynıdır. Çeçenlerde bir kişinin ahlaklı olması ve ahlaki eksikliği ĞILLAKH kelimesi kullanılarak açıklanır. Herhangi bir kişiye; “ĞILLAKH DOLUŞ SAG VU” denildiğinde; O kişinin saygılı ve terbiyeli biri kimse olduğu söylenmiş olurur. Genellikle Çeçen büyükleri konuşma ve sohbetlerinde sık sık bu kavrama vurgu yaparak önemini ve anlamını canlı tutmuşlardır. “SAGAH ĞILLAKH HIL DİYZA” dediklerinde Türkçe anlamıyla “İNSANDA SAYGI, TERBİYE OLMALI” anlamı ortaya çıkar. Bu söz sıklıkla kullanıldığı için, küçükler bu sözü akıllarına kazıyıp kulaklarına küpe yaparlar. Burada söze ve sohbete dayalı bir informal terbiye eğitimi sözkonusudır. Çeçen toplumunda yer alan bireyler bu sözün tersinin kendisine söylenmemesi için çok çaba sarf ederler. “ĞILLAKH DOÇUŞ VU”. Türkçe anlamı ile saygısız ve terbiyesiz gibi olumsuz anlamlar içerir ki, hiç bir Çeçen bu hitapla karşılaşmak istemez. Çünkü bu sözü işiten kişi kadar o bireyin yakın çevresi de bu olumsuz hitabın muhatabı olacağından o kişiyi toplumun dışlaması bile mümkündür. ĞILLAKH, insanın yüreğinde daima varlığını hissettiği “vicdani” bir duygu bütünlüğüne sahip olarak yerleşir. Toplumun da bireyin de sahip olması gereken mutlak bir olgudur. GILLAKH kapsamında değerlendirilen bazı gelenek ve görenekler sonucunda bazı davranış şekilleri de oluşmuştur. Kişinin kendisi kim olursa olsun, bir kimse ona yaklaştığında dik durur; Bu duruş şekli karşısındaki insana güven ve saygı duyduğunun bir göstergesidir. Bir kişi evine veya odasına gelen kişiyi en uygun ve onurlu yere oturtmadan kendisi oturmaz; Evinde bir konuk varsa (en şerefli olan, ön kapıdan en uzaktaki yerdir) evdeki en uygun ve onurlu yere oturmaz. Hiçbir koşulda birlikte oturması gerekmeyen (yaşlılar, annenin akrabaları, başkalarının yanında karısının yanı gibi vb.) kişilerin yanında bulunmaz.

ĞILLAKH kapsamı içinde değerlendirebileceğimiz genel ahlaki yapıyı oluşturan alt başlıkları ise şu şekilde sıralamak mümkümndür.

YAH (YÖH) Ahlak kuralları çerçevesinde yer alan diğer kelime “YAH (YÖH)”dür. Genel olarak insandaki “iyi ahlak” ın tanımlamasında kullanılan bir kelime olarak YAH Çeçencede yüz. çehre anlamına gelir. “YAH YOÇUŞ SAG, YÖH YOÇUŞ SAG” cümleleri yüzsüz adam anlamını taşır. Bu özelliği ile “Yah (yöh) yoçuş” insan içine çıkacak yüzü olmayan gurursuz kimseler için kullanılır. Bazı kaynaklarda Çeçen şarkılarının (illi), masal ve kısa hikayelerin çoğu kez: “Hiçbir anne ‘yah’(iyi ahlak)tan yoksun bir çocuğu dünyaya getirmesin” temennisi ile bittiği yazılıdır. Çeçen bilim insanlarından Aliroyev ve Medzhidov yazdığı “Çeçen Halkının Adetleri, Gelenek Görenekleri ve Toplumsal Kuralları” isimli eserde yah’la ilgili şu ifadeler yer alır: “Ne zaman bir kişinin ‘yah’a sahip olmadığını duyarsanız, bu, o kişinin sözlerinde topluma saygı olmadığı anlamına gelmektedir. Bir kişiyi ‘yah’tan yoksun olduğu şekilde tasvir etmek, onun insan olmadığını söylemek gibidir. Bir kişinin ‘yah’a sahip olduğunu belirtmek, o kişi için yapılabilecek en büyük övgüdür. “Yah”lı bir kimse kendisine özenilecek bir modeldir. O kişi Vaynakhların kendi toplumsal kuralları içerisinde olumlu gördüğü tüm özelliklere sahip demektir.” Yine, aynı konuda yazar Adam Dolatov, Vainakh halkının geleneksel etik kurallarını derlediği ‘Yahian Kostash’ (Terbiye ve Haysiyetin Israrı) adlı eserinde “Kendiniz ve halkınız için en değerli olan şeyden istifade edin. ‘Yah’ınızı koruyun. Asla namusunuzu ve haysiyetinizi kaybetmeyin… Sizler birer fanisiniz. Ancak fiziksel ölümünüzden asla korkmayın. Gerçekten korkulması gereken tek şey namussuz, haysiyetsiz, maneviyatsız, inançsız ya da ‘yah’sız bir hayattır. Bunları kaybeden, özgürlüğünü de kaybeder…” diyerek konunu önemine dikkat çeker. İyi insan olmanın baş ölçüt olduğu “Yah”ın diğer unsurları arasında ise alçak gönüllülük, ölçülü davranış, diğer insanların ihtiyaçlarına duyarlılık ve bir de halkın onayladığı tüm işlerde (sporda ve savaşta) en iyi sonuç için karşılıksız emek harcamayı gönüllü olarak gerektiğinde geride durmayı içerir.

13 YİTİK KULE /

ĞILLAKH


EH

YİTİK KULE /

14

Ahlaki yapıyı oluşturan bir başka temel kavram “EH” (ayıp) kelimesidir. Çeçenlerde “EH” dendiğinde akan sular sular. Çeçenlerdeki ahlaki yapı, kişinin yaptığı ayıbı sadece kişiyle sınırlı tutmaz. EH (ayıp) kelimesinin yöneltildiği kişi kadar onun yedi sülalesini de kapsadığı için, bireyler toplumun ayıp saydığı kurallardan şiddetle uzak durmayı yeğlerler. Bu nedenle bireyler sülalelerinin ayıplı olmaması için toplum içinde davranışlarını kontrol etmek zorunda kalırlar. Küçük yaşlardan itibaren bireyler Ayıp nedir bilmek ve ayıpın kendileri kadar tüm ailelerini de kapsadığını bilmek ve uzak durmak zorundadırlar. Çeçenlerde ayıp sayılan temel davranışlardan bazılarını ise şu şekilde sıralamamız mümkündür. Buna göre bir Çeçenin kendi “aslını” bilerek inkar etmesi, atalarını, soyunu sopunu görmezden gelmesi en büyük ayıpların başında geliyordu. Bu nedenle her bireyin babasından itibaren en az yedi göbek atasını silsile olarak sayabilmesi gerekiyordu. Yine başka bir ayıp davranış ise, beraberce bir mücadele için yola çıktığı yoldaşlarını korkakça bir davranışla terk etmek veya savaşmaktan kaçmak en büyük ayıpların başında geliyordu. Özellikle vatan savunmasından kaçmak çok büyük ayıplar arasındaydı. Böylesi bir ayıp nesiller boyu anlatılarak alay konusu olabiliyor, o kişinin yakınları için etkisini uzun zaman koruyan bir utanç kaynağına dönüşebiliyordu. Bir Çeçenin kendi ailesinden bir büyüğünü terk etmesi veya anne babasına olan evlatlık görevlerini yerine getirmeyerek onları mağdur etmesi de büyük ayıplar arasında idi.

Sİ Sİ, namuslu ve iffetli olmak anlamına gelir. Çeçen kültüründe erkek ve kadınlar aynı ortamlarda rahatlıkla bulunabilir, birlikte “belkhi” veya “lovzar” gibi etkinlikler yapabilir. Bu durum, erkek veya kadın her bireyin kendi farkındalığına sahip birer karekter oluşturarak bir saygı ve güven ortamında birarada yaşama kültürü oluşturmuş olmalarından kaynaklanır. Bu nedenle herhangi bir Çeçen kendi namusu ve iffeti kadar içinde yaşadığı toplumun namusundan da sorumludur. Bu bilinç

hali “Sİ” kavramıyla açıklanır. “Sİ” kelimesi aynı zamanda cinselliği anlatan bir yapıyı da belirtir. “Si doçuş” namussuz veya iffetsiz anlamına gelir. “Si doçuş” tabiri bu anlamıyla cinsellik içeren her tür ahlaksızlığın tanımlanmasında da kullanılır.

KONAHALLA Çeçenlerde vatanına ve halkına hizmet etme erdeminin genel ifadesi KONAHALLA kavramıyla açıklanır. Yina aynı kavramın içerisine yiğitlik (MAYRA), mertlik gibi tanımlar da girer. Çeçence “Konah sag” denildiğinde bu ifadeden “Delikanlı adam, “adam gibi adam”anlamları anlaşılır.

KÖMERŞ Bu kelime birarada yaşama ve dayanışma kültürünün çok yüksek olduğu Çeçen topluluklarında, kişinin müsriflik yapmadan elindekini ihtiyaç sahipleriyle payalşması anlamına gelir. Cömert veya Bonkör olarak da açıklayabiliriz. Çeçenlerde “cimri”lik ayıplandığı için “KÖMERŞ” yani cömert olmak erdemlilik ölçüsüydü. Paylaşımcı olmayan cimri kişilikteki insanlar toplum içinde ayıplanır ve onlara itibar edilmezdi.

KYİNKHETAM Çeçenlerde KYİNKHETAM kelimesi insanın içindeki “Acıma”,“Şevkat” veya “merhamet” gibianlamlara gelir. İnsanların gaddar ve acımasız oluşu genel olarak bir çok toplumda itibarsız bir davranış şeklidir. Merhametli insanlar toplum tarafından bir erdem kabul ediliyor bu kavramla tanımlananlar sevilen ve saygı duyulan kişilerin başında geliyordu.

lVM / TİŞIR Çeçencede “IVM” kelimesi iman anlamına geliyor ve kişide dini duyguların sağlam olmasını işaret ediyordu. “TİŞIR” ise genel anlamda birşeye “inanma” anlamında özelde ise Allah’a inanan, peygamberini seven sayan, ibadetlerini yerine getiren makbul insanların tanımında kullanılıyordu. Müslümanlığın kabulüyle Arapça “İMAN” kelimesi de “IVM” kelimesiyle birarada kullanılmaya başlamıştı.


Desen: B.B. AMİRHANOV., “Eha Büysanaş”dan alınmıştır.

NİYSO / BAKO NİYSO kelimesi “Doğruluk”, BAKO “dürüstlük” anlamına gelir. “NİYSA SAG VU/ YU” Doğru düzgün insan demektir. Doğru ve düzgün olmak toplumsal açıdan çok önemlidir. Bir insanın doğruluktan ve dürüstlükten sapmaması onun bulunduğu çevre tarafından muteber tutulmasına sebep olurdu. Bu vasıfı ile tanınan kişilerin toplum içindeki ihtilaflı konularda görüşüne başvurulur, kendisinden emin olunan bir insan kabul edilerek adaletine ve eşitlikçi yapısına güvenilirdi. Toplum tarafından kabul eden doğruları yerine getirmek ve bunlardan sapmamak Çeçen insanının birçok geleneğinin de temel yapı taşını oluşturmuştur.

BART / BİZAM BART “Barış” ve BİZAM “sevgi” demektir. Bu kavramlar genel anlamıyla bir kişinin çevreyle barış içinde olmasını ve insan sevgisini ön planda tutmasını ifade eder. Çeçen toplumu saygı ve sevgiyi ön planda tutma gayesiyle bu kavramları “ĞILLAKH” çatısı altına almıştır.

ÖZDANGALLA (ÖZDÜÜNUL) Temiz kalpli güzel düşünen, zarif, yüreği coşku dolu çevresine pozitif anlamda enerji veren, kendisinden emin olunan insanlar için kullanılan bir kavramdır. Kaynak kişi: Davut YAŞAR (61)

YİTİK KULE /

15


şiir

ABREK Kara yıldızlı gecelerde/ yıldırım kanatlı/ kısrakların terkisinde doğmuştur. Koyaklarda/ yalnız bir kurt uluyanda… Kadim tarihten bu yan/ ölümsüz ve öksüzdür. Dağ bahçelerinde/ meyvelerin iksiri/ ve yaylaklarda davarlar/ onundur. Onundur/ köpüklü denizlerden gelen taylar/ onundur/ ve herkesindir. Savaş meydanlarında/ ve doruklarda boran… Bawlarda kartal gözüdür. Yüz yüze, göz gözedir/ dostluğu da düşmanlığı da. Ve dişe diş kavgalarda gelen ölüm/ düğündür.

YİTİK KULE /

16

Kaybetse de onca savaşlar/ hiç yenilmemiştir. Dalını kanadını kıran/ ah, şu kahpe devran/ şu sürgündür.

GALİP ÖZDEMİR


deneme

GEÇMİŞTE, VAYNAH (ÇEÇEN-İNGUŞ)LARIN SOSYO-KÜLTÜREL VE SOSYO-EKONOMİK YAPILARININ, GÜNÜMÜZ İÇİN İLHAM ETTİĞİ BİR MODEL ÖNERMESİ..

S

osyoloji, henüz, bir matematik ya da fizik kesinliğinde objektif ve küresel kabul görmüş bir bilim değildir. Bir bilimleşme disiplini olarak sosyoloji aslında temellerini İbn-i Haldun'un ''Mukaddime''sinden alsa da, Batı bu disiplini, kendi tarihsel süreçlerine ve subjektif kabullerine göre manipüle etmiş; Saint Simon, Auguste Comte ve Emile Durkheim aracılığı ile pozitivist bir indirgemeci mantıkla kendi norm ve önermelerini küresel ölçekte bilim olarak dayatmıştır. Böyle olunca, Batının belirlediği normlar, tanımlar, önermeler ve modeller dışında, farklı bakış açıları ile analizler yapma ve alternatif modeller oluşturmanın da önü kesilmiştir. Mesala, Batı sosyolojisinin, toprak mülkiyetine geçiş ile başlayan tarihsel ve toplumsal süreçlerde feodalitenin ve aristokrasinin ortaya çıkışını,

hiçbir istisna kabul etmeden, bütün halklar için zorunlu ve kaçınılmaz bir aşama olarak dayatması kabul edilemez. Mesala, Vaynah (Çeçen-İnguş)ların, bilinen tarihsel süreçlerinde, toprak mülkiyetinin olgusal varlığına rağmen, diğer toplumlarda görülen feodalite ve aristokrasi gibi, sınıf çatışmaları yaratan sosyal ve ekonomik kutuplaşmalar ve kurumlar olmamıştır. Kimileri bu görüşüme, bugün için, Kuzey Kafkasya'da, Çeçenistan ve İnguşetya'da, Rus hegemonyası altında yaşamak mecburiyetinde bırakılan Vaynah ana kitlesindeki ve diaspora Vaynahlarının asimilasyonlardan kaynaklanan kısmî deformasyonlarına bakarak itiraz edebilir. Kısmen haklı da olabilirler. Zira, söz konusu ettiğim koşullar içinde,Vaynahlarında toplumsal yaşam standartları olumsuz etkilenmiştir.

davut yaşar

YİTİK KULE /

17


YİTİK KULE /

18

Keza, son dönemlerde, İslam algıları da özgün çerçevelerinin dışına taşmaya başlamış, sosyo-kültürel ve sosyo-ekonomik kabul ve yaşamları zarar görmüştür. Halbuki Vaynahların sosyo-kültürel ve sosyo-ekonomik yapıları gerçek İslamın, insan ve toplumlar için amaçladığı ve idealize ettiği yaşam için somut ve doğal bir model olma özelliğindedir. İslam öncesi dönemlerde de, Vaynahlarda toprak mülkiyetine rağmen, feodalite ve aristokrasi türü sınıflara rastlanmaz. Zira, feodalite ve aristokrasi varsa, krallık gibi monarşilerinde olması kaçınılmazdır. Halbuki Vaynah tarihinde, ne senyörler-serfler, ne ağalar-köleler ve ne de krallar yoktur. Bunun bir nedeni de Vaynahlarda, İslam öncesi dönemde de, Tek Tanrı (SİGİL DELA = Gök /yani Yüksek/Yüce Tanrı, Mutlak ve Yüce Kişilik, Yüce Zât anlamında İLİ/ ÊLA) nın varlığına inanç, ilahlar panteonunun oluşmasına set çekmiştir. Gerçi Vaynah mitolojisini, Batı sosyolojisinin kriterlerine göre anlayıp değerlendirme eğiliminde olanlar, Vaynahların iyilik ve kötülük güçlerini temsil eden sembol isimleri de ilahlar olarak göstermişlerdir. Ancak, şu gerçeği tespit etmeliyiz. Tarihte, toprak mülkiyetine geçişle birlikte feodalite ve aristokrasinin ortaya çıktığı toplumlarda mutlaka politeist bir inanış vardır. Zira ilahlar meclisi, efendiler-köleler yapılaşmasının sosyo-psikolojik zeminini hazırlamıştır. Kuşkusuz, üretim ilişkilerinin ve araçlarının; sosyal ve kültürel yapıların oluşması ve içerikleri ile ilişkileri vardır. Ancak Batı sosyolojisinin, feodal kurumları ve tabakaları olan Batılı ve Doğulu toplumların sosyo-kültürel olgularının verilerinden hareketle ve sosyalizme de sınıf çatışmalarını merkez yapan bir indirgemeci bakışla değerlendirme yapan insanlar, Vaynah (Çeçen-İnguş)larda ki, sınıfsız-imtiyazsız nitelikli sosyo-kültürel ve sosyo-ekonomik yapıyı, bu eksende gerçekleşen özgürlükçü ve eşitlikçi ilişkileri anlayamazlar. Bu nedenle,''toprak mülkiyeti varsa, bu olgu temelinde, tüm toplumlarda; sınıfsal çatışmalar, imtiyazlılık, senyör-serf/pleb, efendilik-kölelikte vardır'' önermesinde bulunurlar. Bunlara, ön yargılı oldukları sürece, sınıfsız yani köleliğin olmadığı Vaynahlarda ki, toprak mülkiyetinin varlığı olgusunun diğer toplumlarda yarattığı sonuçları vermediğini anlatamazsınız. Çünkü onların tattığı kültür ve sosyo-psikolojik duygular, Vaynah

yaşamında ki mülkiyet, üretim ilişkileri ve sosyal dayanışma dinamizmine bir ölçüde yabancıdır. Vaynahların bilinen tüm toplumsal süreçlerindeki ilişkiler düzeninin; özgürlükçü, eşitlikçi, dayanışmacı ve erdemlilik (ğıllık) temelinde gerçekleşmesinin anlaşılması önemlidir. Toprak mülkiyetine dayanan sosyo-ekonomik ve siyasal ilişkiler düzeninde, çatışan sınıfların belirişi ile toprak mülkiyetine ve diğer mülkiyet türlerine verilen anlam ve amaçlar arasındaki ilişkiyi farketmek gerekir. İşte Vaynahların tüm yaşam alanlarındaki mülkiyet pratiğini bu farkındalık ile anlamlandırabiliriz. Yani ve elbette mülkiyet pratiği Vaynahlarda da sosyal sınıfları ortaya çıkarmıştır. Ancak bu feodal karakterde değil, meslekî nitelikteki iş bölümünün; bilgiye, ilgiye, liyakate ve yeteneklere dayalı yapılanmadır ve kesinlikle aralarında imtiyazsızlık ve hukuksal eşitlik vardır. İnsan onuruna saygı ve sosyal dayanışma temel ilkedir. Üretim tarzı, üretim ilişkileri ve üretim araçları ile insan kavramına verilen anlam arasındaki bağın; sosyo-kültürel yapıların içerik ve biçimleri arasında nasıl belirleyici rol oynadığının bilinmesi gerekir. Objektif ve bütüncül epistemolojik bir yaklaşımla, bir mülkiyet pratiği ve olgusuna rağmen Vaynahlardaki imtiyazsızlık üzerine inşa edilmiş doğal nitelikli kültürel ilişkiler düzeninin Batının asırlardan bu yana ulaşmak istediği ideal toplum ve ideal demokrasinin somut ve doğal bir pratiği ve modeli olduğu görülecektir. Vaynah kültüründe insan kavramına ve onun metafizik yüceliğine verilen anlam ile üretim ilişkilerinin amaçları arasında senkronize bağı Batı sosyolojisi anlamalıdır. Ama maalesef, Batı sosyolojisi ve bu paradigmanın etkisinde olanlar, insanı;' 'homo economicus''a indirgeyerek, insanı araç, ekonomiyi amaçlaştırdıkları için anlayamamaktadırlar. Halbuki, Vaynah ve İslam kültür ve sistematiğinde; üretim tarzı, ilişkileri ve araçları insan ve halk içindir, sosyal dayanışma ve halk onurunu korumak içindir. Oysa insanı ekonomik hayvan olarak tanımlayıp indirgeyen Batı sosyolojisi ile feodal Arap kültürünün özünden uzaklaştırdığı yanlış ve hurafelere dayalı İslam algısı, Vaynah modelini anlamaktan uzaktır!..


“Vaynah (Çeçen-İnguş)ların bilinen tarihsel süreçlerinde, toprak mülkiyetinin olgusal varlığına rağmen, diğer toplumlarda görülen feodalite ve aristokrasi gibi, sınıf çatışmaları yaratan sosyal ve ekonomik kutuplaşmalar ve kurumlar olmamıştır. 19 YİTİK KULE /

DAVUT YAŞAR

Resim : Teodor HORSCHELT (1829-1871)


deneme

VAYNAH (ÇEÇEN/İNGUŞ)LARIN İNANÇ VE SOSYO-KÜLTÜREL SİSTEMLERİNİN TARİHSEL DİNAMİĞİ..

B

YİTİK KULE /

20

ilindiği gibi, Vaynah (Çeçen / İnguş) lar, kökenleri Hurrilere ve Urartulara kadar uzandığı, Anadolu ve Mezopotamya'da da kültür ve uygarlık yarattığı kabul gören, Kuzey Kafkasya'nın kadim halklarından biridir. Vaynahları, tarihsel süreçlerde, diğer halklardan farklı kılan spesifik özellik, bu halkın, özel mülkiyete rağmen, bu olgunun diğer halklarda yarattığı feodalizm, aristokrasi ve monarşi gibi sosyo-kültürel, sosyo-ekonomik ve siyasal sınıflaşmalara, antogonizmalara, çatışmalara ve yönetsel kurumlara imkan vermemesidir. Ortaçağ sonunda, aydınlanma sürecinde oluşan pozitivist Batı rasyosunun formüle ettiği paradigmalar; indirgemeci-üniform (tek boyutlu/ tek biçimci)-lineer(doğrusal) tarih ve kültür okumaları nedeniyle, Vaynah realitesi karşısında, hem hayran ve hem de bu, Comte'nun ifadesiyle; ''sosyal statik'' ve ''sosyal dinamik'' özellikleri ile senkronize akan fenomenolojik yapıyı izahta çaresizdir. Nitekim, Fransız araştırmacı-sosyolog Aleksandr Beningsen, daha önce ki yazılarımda ifade ettiğim gibi, bu gerçeği ifade etmiştir. Beningsen; biz Vaynahların, batılıların ulaşmak istediği, sınıfsızçatışmasız, dayanışmacı, bireysel özgürlükler, kişi ve halk onurunun korunduğu, barışçıl toplumsal yapıya tanık olunca;''Vaynah (Çeçen/İnguş) lar, Batılıların ulaşmak istediği ideal toplum(Durkheim'e ait bir tasnif başlığı) düzenini, doğal olarak yaşıyorlar'' demiştir. Evet, Vaynahlar, tarihsel tüm süreçlerinde, insan ve halk özgürlüğünü ve onurlu varoluşu, demokrasiyi doğal/ilahi/ rasyonel kültür içerik ve

formunda yaşamıştır. Ancak dediğim gibi, Batı rasyosunun pozitivist paradigma okumaları ile bu oluş halini açıklaması mümkün değildir. Ne yazık ki, Vaynah kökenli olmalarına rağmen, bir kısım insanlarımızda Vaynah olgusuna, kendi içlerinde tutarsız ve çelişkili, aydınlanmacı düşünür ve sosyologların dahi anlaşma sağlayamadığı, Batı toplumlarının tarihsel dönüşüm ve aşamalarını merkez alan/Batı-merkezli sosyoloji terminolojisi ve metodolojisi ile halkımızın sosyo-kültürel yapısını ve inanç sistemini anlamaya çalışmaktadırlar!.. Kaldı ki, Üç Hal yasası(!)nı birlikte inşa eden Henry de Simon ile öğrencisi Auguste Comte dahi söz konusu üç aşamanın(teolojik-metafizik-pozitif/ akıl) içerikleri ve sınırları konusunda çatışmalıdırlar. Mesala, Sain Simon, akıl çağında olgusalcılığı, epistemolojinin ve ontolojinin tek ve mutlak bilgi kaynağı olarak görürken, Auguste Comte ise, soyut alana kapıyı kapatmaz, mesala Tanrı, ruh gibi kavramların betimlenmeyeceğini ama bu bilinemezliğin metafizik varlıkların yokluğu anlamına da alınamazlığını işaret eder. Keza Hegel'in tarih okumacılığı ile Comte'nun okuması farklıdır. Şimdi bir kısım Vaynahların, Batı sosyolojisi, felsefesi ve lineer tarih okumacılığından hareketle Vaynah mitolojisindeki mitik kahramanları veya figürleri, baş ilah yanında, alt-tanrılar olarak; bir ilahlar pantheonu olarak kategorize etmeleri, içinden çıktıkları halklarına henüz ne denli yabancı olduklarını gösterir!.. Tekrar ifade ediyorum Batı paradigmaları bütüncül bakıştan ve değerlendirmelerinden

davut yaşar


vardır. Hatta, Vaynah mitolojisinde ki Pharmat (Vaynah dilinde, demiri ateşle işleyen/döven,ateş/ meş'ale ile ilgili) mitik figürü, Eski Yunan'a Prometheus olarak transfer edilmiş, Çeçenistanda ki, mitoloji de geçen dağın adı, Olimpios'a çevrilmiş, Vaynah mitolojisinde ki devin/kötücül güç(Tanrı değil) simgesinin adı Zeus'a dönüşmüş, Yunan tanrısı olmuştur!.. Sonra Batılı araştırmacıların, Dela'ya; ''Baş Tanrı'', ''Mutlak Kral'' anlamını vermeleri de, kendi kültürel bakışlarına göre anlamadır. İlie'nin veya Êla'nın;''Dela''ya evrilerek, Mutlak Tanrı/Mutlak Krallık anlayışının oluştuğu tezi, Yahudilerin teistik inançlarından etkilenildiği izlenimini vermektedir. Yahudi inanç sistematiğinde, Yahve (Yahova), Yahve olmadan önce Elohim (Kuvvetli Efendi)'di. Yani Mutlak değildi. Giderek, tekamül ile Yahve yani Mutlak oldu!.. Hegel idealizminde de, Tanrı'nın evrimi söz konusudur!.. Şimdi bu indirgenmiş inanç, felsefi ve sosyolojik ön yargıların oluşmasında ki okumaları ve terminolojileri kullanarak bir kadim kültürün tahlilini yapamazsınız!.. Gerçek şu ki, Vaynahlar, İslam öncesi dönemlerde de, Allah'tan aldıkları vahyin öğretisini kültür halinde yaşayarak, bu ''sosyal statik'' özelliğini hem korumuşlar ve hem de; ''sosyal dinamizm'' halinde ki tarihi mecralarında, sınfsız-imtiyazsız-kölesiz toplumsal yaşam sürmüşlerdir. Sonra Vaynah kültüründe ''De'' sözcüğü, müşfik baba/sorumlu anlamındadır. Dela'da müşfik baba/sahip/Yarattıklarına rahman ve rahim olan kudrettir. Vaynah mitolojisinde ki, iyiliği temsil eden mitik figürler/kahramanlar birer tanrı değil, Allah'ın salih ve veli kullarıdır!.. Şayet, Vaynahlarda; paganist ve politeist bir inanç sisteminin geçmişi ve pratiği olsaydı, halkımız yani Vaynah halkı da; mülkiyet pratiğinin gereği olarak feodal/aristokrat/monarşik bir yapı da olurdu. Zira, mülkün gerçek sahibi olarak Allah'ı gören ve mülkiyeti toplumsal faydanın ve dayanışmanın vasıtası olarak anlamlı ve meşru kılan bir halkta sınıfsal yapılar ve çatışmalar olamaz. Tarih boyunca korunmuş mutlak, dost, adil ve seven Allah inancı, yedek ilahlara ve onların yeryüzünde ki gölgelerine veya temsilcilerine izin vermemiştir. Bu nedenledir ki; Vaynah (Çeçen/İnguş) dilinde, kral/ efendi/ağa/senyör/baron gibi anlamlara gelecek tek bir söz ve kavram yoktur!..

21 YİTİK KULE /

yoksun ve tashihe muhtaçtırlar. O nedenle kriterleri ve önermeleri evrensel olamaz. Mesala, üç aşama/hal teorisinde, teolojik çağın(!) yaşanmasını, Tanrı'yı dışlayarak veya O'nun insan aklı ve ruhu ile olan ilişkisini/temasını yok sayarak temellendirmeye çalışırlar. Yani dikey planda Tanrı'dan insana doğru bir vahiy akışı yoktur, teolojik çağın insanları, doğa ve doğal olaylardan hareketle aklen/ussal ve imgeleme yöntemleriyle ''BaşTanrı/Tanrılar'' düşüncesine ulaşmışlardır. Doğa güçleri ve varlıklarına soyutlama/eğreltileme/benzetme yoluyla teistik karakterler vererek; paganist(putperest), politeist(çok tanrıcılık), metafizik dönemde ise monoteist(tek tanrıcılık) inançlarına evrimsel olarak ulaşmışlardır!.. Tüm bu iddiaların epistemolojinin, bilimin ve aklın geldiği nokta da artık indirgemeci yaklaşımlar olduğunu her düşünen zihin takdir eder. Öyleyse Vaynah halkının tarihine ve inanç sistemi dahil kültürüne bakanlar, kendi zihinsel kabullerini sorgulamalıdırlar! Vaynahların ne mitolojisinde ki, mitik figür ve kahramanlar, ne de, İslam dönemi velileri birer ilah/ tanrı değildir. İslam öncesi dönemde de Dela, evrimle ulaşılmış bir ''Baş Tanrı!'' değildir. Dela; bizatihi Tek/ Mutlak, eşi-benzeri olmayan, doğmamış-doğurulmamış yegane Yaratıcı yani Allah'tır. Dela, ta başından beri ''Mutlak Tanrı'' yani ''İlie'',''Êla'',''Dela''dır. Belki etimolojik olarak ''İlie'',''Êla'';''Sigil Dela/Dela''ya evrilmiş olması mümkündür. Vaynah dilinde ve inanç sisteminde İlie, Êla'nın etimolojik anlamı ''yüksek'',' 'yüce'',' 'yüksek iyi'' demektir. Bu kavramın mitolojik ve İslama geçiş süreçlerinde ki semantiği de aynıdır. Yani Yüksek /Yüce Tanrı, Yüksek İyi/Mutlak Tanrı.. Sigil Dela'da aynı semantik değere sahiptir. Sigil sözcüğü de, Vaynah dilinde; sema, gök, yüce, aşkın/müteal anlamına gelir. Kanaatim o dur ki, bir kısım Batı dillerine de, pek çok sözcük gibi Dela ifadesi de Vaynah dilinden geçmiştir. Mesala Yunanca da; Des/Dellas, İtalyanca da;Della, Fransızca da Dieu(Diyö) sözcükleri Tanrı anlamındadır. Bilindiği gibi, Avrupa'nın dil ve kültür kurumlarının oluşmasında, Anadolu ve Kuzey Kafkasya kültür ve uygarlıklarının etkileri büyüktür. Mesala Eski Grek demokrasinin, Roma senatosunun oluşmasında Vaynah göçlerinden etkilenildiği tezi


ELEŞTİRİ / TESPİT

TÜRKİYE ÇEÇEN DİASPORASININ EN ÖNEMLİ PROBLEMİ Degerli Vaynahlar,

YİTİK KULE /

22

Modern bilim bir şeyi incelemeyi, onun niteliklerini, niceliklerin ölçmeyi öğretiyor. Hepimiz böyle yetiştiriliyoruz. Bu durum bir adım sonra aklın dışına çıkarak üsluba ve kalbe sirayet ediyor. Milli meselelerde de böyle oluyor. Asimilasyon, yaşanmışlıklar, ötekilerle etkileşimler, kültürel değişimler, eğitim vs. ile kişi özünü bile konuşurken kendi olmayan bir şeyi, yaşarken olmadığını savunan bir moderne dönüşüyor. Birey rutini yaşıyor, bir başkayı savunuyor ya da konuşuyor. Tabiri caizse müslüman olmadan islamı savunuyor, ya da bir bi-namaz namazı öneriyor ve övüyor. Namaza da yaklaşmıyor. Abdest de almıyor. Abdest almak isteyenlere de akıl veriyor. Hatta ve dahi musalli olanları beğenmeyerek, üstenci ve küstah bir şekilde hedef, yol ve uslüp lütfediyor. Nesnelleşeyim. Vaynah olmadan, onların bir parçası olmaya çalışmadan, onlara yaklaşmadan, onları hissetmeden, uzaktan kendince bir dünyada güya onlar için harika ve olması gereken bir mit üretiyor. Vaynahlarla çok steril alanlarla ve sınırlı iletişime geçiyor, hatta iletişim ve ilişki imkanları olsa bile kullanmıyor. Kendi yabancılığını hissediyor ve hissettikçe de arzu ve söyleminde daha da radikalleşiyor, siyasileşiyor. reelden uzaklaşıyor. Kimisi, Atavatan Daymokhta mükemmel, eksiksiz, harika vs. (burası için tanım, kelime yetiremiyorum) bir sosyal, siyasi, ekonomik, askeri, vs. hedefi savunarak hepimize bir yol, yordam ve düstur öneriyor. Herhangi bir farklı düşünceye ve eleştiriye de açık olmadığını da peşinen hakaret ve yaftalamayla belirterek kendisini sağlama alıyor. Hiçbirimizi beğenmiyor. Mükemmeli arıyor, istiyor, savunuyor. Başkasına razı olmuyor. Kimisi, yaşadığımız ülkemizin bir siyasi, sosyal ya da ideolojik fikrine kapılıyor, katılıyor. O sosyal segment ve ideolojik yapının yordamı ve hedefleriyle Vaynah hedeflerini (kendince) özdeşleştiriyor. Beraberce kendi mikro çevresinde savunuculuk ve taraftarlık yapıyor, örgütlenmeye, örgütlemeye çalışıyor. Emek veriyor.

Örnekle, Kimisi Çeçen-Türk kardeşliği, kimisi Demokratik ve tam bağımsız Çeçen İçkeria Cumhuriyeti talepli örgütlü toplum ve örgütlü diaspora, Çeçen cihadı, anti emperyalist self-determinasyon, Laik Çeçen Cumhuriyeti vs. vs. savunuyor. Kendisine göre... Bunların her biri kendi segmentlerinde yazılar yazıyor, çok dilli internet siteleri kuruyor, televizyonlara çıkıyor, eylemler düzenliyor, Rus büyükelçiliğinin önünde çelenklerle oynuyor, bağırıyor, konferanslar düzenliyor, kültürel veya sanatsal gruplaşmalar kurarak faaliyetler yapıyor, vs. vs. Hatta uluslar arası bir takım örgütlerle veya bir takım yabancı devlet yetkilileri ile işbirlikleri yapıyor yada bir şekilde iletişime geçiyor. İsterseniz inanmayın Tam bağımsız devlet kuran bile var. Pasaport dağıtıyor. vs.vs. Ya da kimisi Rus yayılmacılığı ve emperyalizmi, kolonyalizmini tarihi örnekleriyle anlatarak toplumumuzu ve çevremizde ki insanları bilinçlendirmeye çalışıyor. Çeçenleri tanıtmaya çalışıyor. Şöyle kahraman, böyle falanca milletiz diye anlattıkça anlatıyor. Türk milleti Moskofu tanımıyor ya onun ne kadar yayılmacı ve saldırgan olduğunu öğretiyor. Kısaca kendince kendi olmadığı ve uzakta olduğu bir millet için onlarsız emek harcıyor. Onların kendisinden haberi bile olmadan. Onların dertlerinden, arzularından, güzelliklerinden, yanlışlarından, çelişkilerinden, risklerinden ve ya kazanımlarından vs. bihaber olarak... Kimisi, başka yazımda belirttim bir kardeş halkın derneklerinde vig oynayarak, zeges yaparak, çeçen olarak dans ediyor, içkisini yudumlayarak falan semtteki filan tarihli çerkes derneğinin ruhunu yad ederek günlerini geçiriyor. Falanca kafkas halkının zengin ve elit semtlerindeki evinde sanatsal faaliyetler yapıyor. vs.vs. Başkasından, halkının çektiklerinden bi-haber. Çerkezlerin arasında çeçeni oynuyor. Resim yapıyor, şiir okuyor. Kimisi ise Çeçen kimliği üzerinden şahsi bir rant elde etmeye yönelik bir duruşla her türlü argümanı kullanmaya hazır bekliyor. Buldukça kullanıyor ve yükselmeye çalışıyor.

YAHYAHAN GÜNEY


Her türlü doğru ve haklı ya da haksız, reel olmayan materyali harcaya harcaya herkese zarar veriyor. Örnekler arttırılabilir. Bu örneklerin hepsi bir yoldur. Eleştirmiyorum. Gözlem yapmaya çalışıyorum. Herkes haklı ve doğru yolda olduğunu düşünüyor. Saygıyla herkes kendi yoluna ve Allah cc. hepimize hayır ve güzellik versin diye herkese dua ediyorum. Bu gözlemimden sonra Çerkes dostlarımızın onlarca ayrı oluşmuş hizipleri ve klikleri gibi bir tartışma içinde olmak istemem. O çıkmaz bir yol. Gereksiz bir tartışma. Sonuçsuz bir didişme. Ben kendi yolumu anlatmak isterim. Kendi çözümümü. Ve dahi önerimi... Hepimiz kendimiz bir seçim yaparak kendi yolumuzda gideceğiz tabii ki. Herkesin yoluna ve yordamına da saygı duyuyorum. Olması gereken nedir? Tabii ki sorunun muhatapları değiştikçe cevaplarda farklılaşır. Bu arada; Atavatanı yok kabul edenle konuşacak bir şeyimiz yok. O seçimini yapmış. Yolu açık olsun. Bu kalem-i garip için cevap kısaca şudur:

Yüzelli yılda biz çok değiştik. Daymohk ta çok değişti. Bu gün gelinen noktada aynı değiliz. Dilimiz ve tecrübelerimiz dışında temel değer yargılarımız, beynimizin çalışma biçimleri bile farklı. Eğitimlerimiz, alışkanlıklarımız, mutfağımız her şeyimiz farklılaşmış durumda. Tespitten sonra yol, yordam ve ulaşılabilir hedef ne olmalı? Temel problem /amaç diaspora olmak değil midir? Diaspora ne demek? Bir yerden neşet eden, bir yerden dağılan, bir yerle (daymokh) bağları bulunan... Anladınız, anlatmak istediğimi... Bir yerle ilişkili olmak, yakınlaşmak, tanışmak, ana kitleye yaklaşmak, onun bir parçası, bir uzantısı, bedeninin bir uzvu olmak.. Güzel ülkemiz Türkiye’mizle, Daymokh arasında köprü olmak, kardeşlik bağlarını kurmak, güçlendirmek... Her ikisine de kazandırmak, her ikisini de yaşamak. Ancak böyle hayatta ve ayakta kalabiliriz. İnşallah devam edecek. Selam ve dua ile...

Kısa Notlar ve Tespitler luğu kadar, Rus yanlısı politik bir duruşun, ilişkinin de riskleri ve somut getirisinin ne olabileceği uzun bir tartışma konusudur. Bu iki siyasi seçimde çok yönlü riskleri ve zararları olabilecek bir yapıdadır. Bu her iki seçim de; diasporayı ancak bir takım güç odaklarının elinde bir kullanılan materyale dönüştürür. Bunun olamaması için ancak kurumsallaşmış, düsturları belirlenmiş, ciddi bir mefkureye ve örgütlülüğe gerek vardır ve halen böyle bir organizasyon yok. ** Üzerinde yaşamadığınız bir coğrafyaya yönelik muhalif söylem geliştirmek kolaydır, ama ulusal kimliği korumak açısından önemli bir getirisi olmayacaktır. ** Türkiye’de çeçen diasporası (maalesef artık kendisini diaspora kabul edenlerdir hitabım) iki ana gruba ayrılmıştır. Burada yaşayan gündelik hayatından memnun parçamız; söylemlerinin merkezine Rusya’ya ve halen olan Daymohktaki siyasi kadroya ve söylemlerine yönelik şiddetli muhalefeti koyarken, anayurda gidip gelenler, orayla ilişki içerisinde olanlar ise öbür kesimin anlamlandıramadığı ve ne olduğu belirsiz, muğlak bir dil, tepki dile getirmektedir. İlk kesim Türkiye’de verilmesi gereken bir ulusal kurtuluş mücadelesi önermekte, anayurda gidip gelemler, ilişkili olanlarsa ise bu önerileri değil duymak, konuşmamaktadır bile. ** Türkiye diasporasının halen en büyük fırsatı savaş sonrası içimize gelen ve vatandaşlık verilen yeni muhacirlerdir. Bunlarla entegrasyon ve birliktelik bile diasporamız için çok ciddi bir şanstır. ** Uzun erimde Avrupa da oluşan yeni diasporalarla iletişim ve entegrasyon geleceğe ait atavatanı da etkileyebilecek en büyük kültürel, insani, sosyal ve siyasi güç olabilir. Bu şans Türkiye diasporamız açısından halen kaçmamıştır. Ciddi bir çalışma ile liderlik ve öncüllük bile yakalanabilir. Hem ülkemiz hem de Daymokh için en kazançlı sonuç bu olacaktır.

23 YİTİK KULE /

** Türkiye Çeçen toplumu 150 yıllık sürecinin etkisiyle anayurdu Daymohka ve Kuzey Kafkasya’ya da yabancılaşmıştır. ** Sovyet-sonrası dönemde diaspora ile anayurt arasında kısmen de olsa bir bütünleşme süreci yaşanmamıştır. ** Halen Türkiyeli Çeçenlerde atavatana dönüşçü bir düşünce yoktur. ** Anadolu’da iki kelime Çeçence konuşamayan diaspora, Kuzey Kafkasya’daki cumhuriyetlerinin geleceği söz konusu olduğunda mangalda kül bırakmayan bir aktivist, siyasetçi, mücahit görünümündedir. Diaspora bağımsızlığı savunmakta, Kuzey Kafkasya’yı “kurtarmak” istemektedir. Halbuki Kuzey Kafkasya’da öyle yada böyle federasyon dahilinde özerk Çeçen ve İnguş devletleri vardır ve yüzbinlerce vaynah kendi olarak kendi kültürü, dini ile yaşamaktadır. Ama kendisi anadilini bile koruyamamıştır. ** Varlığını koruyamayan bir diaspora anayurduna Çeçenistana sahip çıkamaz. ** Çeçen olarak diasporada hayatta kalabilmenin bugüne kadar izlenen yol ile olamayacağı açıktır. ** Aramızda (diasporada) Çeçenlerin ulusal haklarını talep edebilecek düzeyde bilinçli bir halk olup olmadığı için endişeye düşenlere sadece gülmek gerekir. tarihi ve halen yaşayan halkı tanımıyorlar demektir. ** Sosyal medya ve internet üzerinden bazı bireylerimizin savundukları şey Çeçenliği konuşmakta, savunmakta ancak Çeçenlere benzememektedir. Dünyada böyle Çeçen ve Çeçenlik yok. ** Halen Diaspora Çeçen halkının anayurdundaki siyasi ve demografik sorunları çözebilecek düzeyde önemli bir ulusal etmen değildir. ** Diasporanın Daymokha yönelik bir politik duruşta; Rusya’ya rağmen bir ilişkinin gerçekleştirilebilmesi ve zor-


manzume

BİZİM ORALARIN YÜREĞE İŞLEYEN ANILARI ÇOKTUR “Çocukluğumu Hatırlamak” Nisan 2016

B

YİTİK KULE /

24

izim oraların yüreğe işleyen anıları çoktur. Gurbette bir an gelir ki hasretliğin esintisi gözlerinin hizasından ömrünü saran bir masalımsı filmmiş gibi anılarını çoğaltır. Tam da bu anda yüreğini yakan bir fısıltı gibi Kafkas ezgilerini mırıldanarak tarlalardan geçip gidersin. Ben de Çocuğum henüz, anlatacağım anılarımda. Daha dün geceki mollohur oyunundaki saklanmalarım var aklımda. Hatırladıkça çocukluğum köyün orta yerindeki höyük’ten aşağı koşan o çocuğu donduruyor bir film şeridinde ve öylece durup bana bakıyor. Oysa ben dün gece, tuttum ellerini çocukluğumun ve ellerinden öptüm anamın, sımsıkı sarıldım bir daha ayrılmayalım diye, göremeyeceğimi bildiğim uykudan birazdan uyanacağımı bile bile. Gezdim bütün evlerin damında, sokak aralarında, deresinde, tepesinde, ekinleri, tarları, dereleri ve anlatılan bütün anıları gezdim zihnimde. Hasat zamanı buğday başaklarının kızıllığında, derede kör kösneyi,

ırmak yakınında bir küllükte debelenen eşekleri, aklımda bir tek sen vardın anacığım, bir de dizinde uyuduklarım.. Birlikte toplanarak aşık attığımız arkadaşlarım kerme* kestiğimiz zamanlar kes attığımız patosları çalıştıran uzun kayışlar.. Dünyanın orta yeri gibi bir yerdeydi bizim için köy yeri ve çatısı olmayan kerpiç evlerin. Hocanın pınarında buz kesmiş akan sularda kürünlerde yıkanmışlığım var, rakıyı yudumlayarak, cigara tüttürmüşlüğüm.. Zeki amcanın yoncalığınaki gölde kurbağa kovalamışlığım, donmuş buz gibi suda titreyerek gülmüşlüğüm var dostlarla.. Düğünlerde Çeçen oynamışlığım var yeni yetme bir delikanlı olarak. Fısıldasam evrene sesimi çocuk halimle şimdi büyülü bir hikayenin içinde yaşamış ne varsa buraya koşacak! Hasat zamanı geldi. Buğdayların kavruk başaklarına değsen yere dökülecek

SELÇUK POLAT


benim içlerinde debelenen çocuk. Duvar örenler, ağaç dikenler ırmak dibine, geceleri korkulu mistik masallar, yaşanmış komik anılar, birden bir dere kenarı elimde sapan aniden önüme çıkan yaban tavşanı. Buğdaylardan kaynatılan hedikler kurulan sofralar, kesilen kurbanlıklar..

Jijik galnış geceleri köyü saran sarımsak kokusu ve ellerinde umut taşıyan köy çocukları.. Bu benim işte şimdi koşarak karanlığa saklanmak için ışıklara asılarak unutmamak için yaşadığım güzel günleri.. Ebeyim sayıyorum bir gözüm kapalı.. Şimdi ise bir ağrı sol mememde büyüdükçe yüreğimin kirlenmiş öte yarısı sızlıyor.

Tulumba yanında kargaların konduğu ağaçların yaprakları arasında serin bir rüzgar harlanmış sobanın ucunda bekleyen anamın közlenmiş patetesleri, yanmaya hazır ama sıcacık ekmek kırıntısı uzak çok uzaklara bakmakla gelmiyor artık. Ben de ordayım… Şimdi sadece anılarımda hatırlamak ve yaşatmak için yazmadım bu dizeleri yaşatmak için inadına kirlerimden arınarak içimdeki o en temiz yanı…

* Kerme : Ahırlardaki hayvan pisliğinin sertleştikten sonra bel ile kesilerek daha sonra kullanılmak üzere elde edilen bir tür yakacak türü. Tezek.

Fotoğraf. Nizamettin GÖKTAŞ / Çeçenhöyük (Yukarıhöyük) Köyü panoraması. / 2014

25 YİTİK KULE /

ve tırpanında babamın birazdan yanından bir çayır faresi geçecek. Buz gibi ayran molaları, kaşıntı ve büvelek vızıltısı, alnında cehennem sıcağı yanarken kaşıntıdan bu çimen ve toprak kokusu da olmasa her şey anlamsızmış gibi olacak… Gölgeme sığınan karınca, dere suyunda yabanıl ördek yavruları çimiyor.. Çığlık atsam kendi anadilimde mitolojideki Çeçen savaşçılar dereden atlarıyla geçecek.. Zaman en verimli mevsim, köylü alın terini toplamakta yüzleri gülen emekçiler, ekinde, tarlada komşusuna yardıma giderler.. İş bitmez tek başına tarlası yarım kalana yardım etmeden bu topraklarda.. Hatırladıkça her şeyi heyecandan kalbim fırlayacak.. Mutluluk ve dostluk hikayeleri, anılarını anlatarak geçiyor önümde bütün bir köy. Eksiltiyorum kendimi, benzemek için saf çocukluğuma alnımdan ter akarken seyrediyorum örsün çekiçle randevusunu, babam tırpanını bileylemekte. Gördüğüm benim, kerpiç evler, tuz taşları, güvercinler alı, moru, taklacısı.. Samanlı çamuru çiğneyenlerle


bir köyümüz

AŞAĞI BORANDERE uzunyayla’nın şeşen jambotey’i

K

YİTİK KULE /

26

ayseri ve Sivas arasında yer alan Uzunyayla platosu 1864 sürgününden sonra Anadolu’ya gelen ve çoğunlukla da Çerkeslerden oluşan Kafkasyalı toplulukların iskan edildikleri bölgelerden birisidir. Burada yer alan yerleşimlerden birisi de Kayseri'nin Pınarbaşı ilçesine bağlı Aşağı Borandere köyüdür. Pınarbaşı’na uzaklığı 14 km.dir. 1865-1870 yılları arasında, Çeçen ailelerce kurulan köy daha sonra Yukarıhöyük, Bozkurt (Sivas) ve Çardak (K.Maraş) gibi yakınlardaki başka Çeçen yerleşimlerine göçler vermiştir. 1875’li yıllarda köye bölgede çokça iskan edilmiş olan kardeş Kafkas topluluklarından Kabardey-Çerkes aileler de yerleşerek Çeçenlerle ortak bir yaşam alanı oluşturmuşlardır. Böylece Borandere köyüne Çerkesce “Şeşen Jambotey” denilmeye başlanmıştır. Köy, bu özelliği ile Çeçen ve Kabardey’lerin bir arada yaşadığı ender yerleşimlerden birisidir. 1914 yılı sonlarında Sarıkamış harekatına katılmak üzere köyden toplnarak ayrılan 64 piyadenin, geri dönmeyerek (Genelkurmay kayıtlarına göre, 1915 Ocak ayında şehit olan diğer yaklaşık 60.000 asker gibi) cephede donarak şehit olması köyde hala anlatılan olaylar arasındadır. Köyün ilk sakinlerinden bazı Çeçen ailelerin (Ekkxiy taybından) Yukarıhüyük köyüne göç ettiği Borandere’de Günümüzde yaşayan birçoğu birbirine yakın akraba olan Çeçen ailelerini; Akdeniz (Çartoy taybı), Alper (Cilğoy taybı), Arı (Çartoy taybı), Aydın (Çartoy taybı), Coşkuner (Çartoy taybı, Sontur negi), Çeçen, Doğan (Çartoy taybı, Sontur negi), Düz (Çartoy taybı), Şahin (Çartoy taybı, Sontur negi), Ünlü (Cilğoy taybı), Yaldız (Çartoy taybı, Sontur negi), Yıldırım (Xarachoy taybı) ve Yılmaz (Çartoy taybı, Sontur negi) olarak sıralayabiliriz.

Ç

eçenlerin İçkeri Tuhumundan Çartoy/Çertoy taybından Sontur neği ailesine mensup dedem Ersmırz oğlu Soltınbi’nin oğlu Lokman yüz elli yılllık kerpiç evin damının kenarına oturur “Çieçan aarah, aaara velçah” diye başlayan bir türkü tuttururmuş bir yandan yanaklarından gözyaşları süzülerek. Hiç göremediği kulaktan kulağa efsane gibi anlatılan vatanına duyduğu gizli bir hasretten mi yoksa hiç kavuşamayacağını bilmenin derin kederinden midir kimbilir ?

Kimse vatanını evini ocağını severek isteyerek terk etmez. Kuş bile bırakıp gitmez yuvasını. Misal göçmen kırlangıçlar damla damla çamuru gagasıyla taşıyıp duvarcı ustası gibi sıvayarak yaptığı yuvasına yıllarca gelip aynı yerde büyütür yavrularını. Bizim gibi vatanınını kerhen mecburiyetten terk edenler, o sebeple hep özlem duyarlar vatanlarına sağalmış gizli bir bıçak yarası gibi göğsünde durur ve sızlar arada bir vatan hasreti. Biz de istemeyerek çıkartılmışız vatanımız olan Çeçenya

ATİLA DOĞAN


eve okulu sorduk Çeçen Hacı Abdullahın eviymiş. Bizi buyur ettiler sofra donattılar. Yedik içtik. Gece davrandık okulun lojmanına gidelim diye nereye dediler misafirimizsiniz. Yataklarımız serilmiş pırıl pırıl böyle bir temizlik bizim oralardaki köylerde göremezsiniz. Odamıza geçtik soyunduk yattık. Biraz sonra kapı açıldı arkadaşım beni dürttü, ses etme dedim uyuyor numarası yaptık. Bir genç kız içeri girdi. Giysilerimizi topladı gitti. Kız çıktı kalktık eyvah dedik soyulduk ne yapacağız. Sabah ola hayrola dedik yattık. Sabah kalktık, baktık tüm giysilerimiz yıkanmış, ütülenmiş, çamurlu ayakkabılarımız boyanmış, ne zaman yıkadınız ne zaman kuruttunuz ne zaman ütülediniz. İşte o gün benim hayatımda yeni bir sayfa açıldı” Şüphesiz bu güzel insani değerler hala yaşatılmaya çalışılıyor misafirimizi severek ağırlıyor lowzar’ımızı keyifle yapıyor, galnaş’ımızı misafirlerimizle bol sarımsaklı yiyoruz. Ama maalesef kültürümüze dair yitirdiklerimiz de çok. Bu gün köyümüz sakinlerinin çoğu yaşlılar. Tarım ve hayvancılığın getirisinin azalması ile köyden kente göçten biz de nasibimizi aldık. Köylülerimizin çoğu başta Kayseri olmak üzere İstanbul, Ankara gibi büyük kentlere göç ettiler. Kışın on haneye kadar düşen köyümüz nispeten yazları hayat buluyor. Meslek, iş, ekonomik güç sahibi insanlarımız çoğaldı. Ancak kültürün en önemli taşıyıcısı olan dilimizi kaybettik. Dille beraber ğillik de Nohçalla da kaybolmaya yüz tutuyor. Bunun tek çaresi anavatanla dille kültürle yeniden taze ve sıcak bağlar kurulmasıdır.

27 YİTİK KULE /

nın o zamanki adıyla Devletgiri eyaleti Terkistieah bölgesi Eliyurt köyünden. Bir kan davası nedeniyle Dovkhar-oyla (Tolstoyyurt) dan Eli-yurt’a oradan da büyük Kafkas sürgününden birkaç yıl önce sürülüp, sığınmışız kadim Anadoluya. Bozkır kucak açmış bize. Sonra kardeş kavimlerimiz olan Çerkes- Kabardey’ler gelip yerleşmiş Bu nedenle köyümüz Aşağı Borandere yarı Çeçen yarı Çerkes (Kabardey) köyüdür. Köyümüzdeki Çeçenlerin çoğunluğu temelde biri biriyle akraba olup tek bir aileye mensuptur. Bu yüzden hepsi Çartoy taypına mensuptur. Ancak Kharaçoy ve Cinkoy tayp’ına mensup iki aile daha vardır ki onlar da yine anne tarafından diğerlerine akrabadır. Uzunyayla denilen bu bölgede yüz pare köyün ve bizim köyümüzün de yarısının Çerkes olması nedeniyle Çerkes kültürünün derin etkileri olmuştur. Bundan yirmi yıl evvel bir sohbetimizde Türkiye Çeçen diasporasının önemli değerlerinden merhum Hüseyin DENGE 1950 li yıllarda ziyaret ettiği köyümüzde Çeçenlerin Çeçence yanısıra Çerkesce’ye de vakıf olduğunu belirtmişti. Günümüzde köyümüz Çeçenleri ne yazık ki Çerkesce bir yana kendi dillerini de konuşamıyorlar. Borandere köyünde çok sevilen ve uzun yıllar öğretmenlik yapan Sarı öğretmen lakabı verilen Kütahyalı Hasan Tahsin Girit anılarında köyümüzü özetle şöyle anlatıyor; “1960 yılında yedeksubay öğretmen olarak Edirneli bir arkadaşla Borandere köyüne atandık. Kayseriye oradan Pınarbaşında ve sonra Borandereye ulaştık. Köyün girişindeki


BORAN’DA BAYRAM “O güzel insanlar o güzel atlara binip gittiler” Yaşar Kemal

H

YİTİK KULE /

28

er bayram yaklaşırken, benim de burnumun direği sızlamaya başlar ince ince. Bir daha gelmeyecek güzel günlerin hatırası çocukluğumun tatlı bayram telaşesi ile bir film şeridi gibi harekete geçer. Bu filmin ilk kareleri bayramdan 10 -15 gün önce başlardı. Eğer kurban bayramıysa sık sık Pınarbaşı’nda Karslı camii civarında kurulan kurban pazarına giderdim. Tabii okuldan dönüp, derslerden fırsat buldukça. Böylece pazara kurbanlık getiren köylülerimi görür bir iki laf etme fırsatı bulurdum. Cennet mekan babam beni ve kardeşim Cihat’ı kırmaz iki kutu bazen üç kutu tapa(mantar tabancası mermisi) almamıza izin verirdi. O zaman bildiğim iki marka mantar tabancası vardı. Özdemir veya Ataş. Ama ben ataşı tercih ederdim mekanizması yumuşak diye.(usta atıcıyız ya) Görevlerimiz de vardı. Her bayram eş, dost, akrabaya eli boş gidecek değiliz ya. Üç kardeş babamın getirdiği bayram şekeri doldurulmuş kesekağıtlarına birer ikişer paket Samsun veya Maltepe sigarası koyar ambalajı kapatır, büyük bir ciddiyetle gideceği kişilerin “hacı amcam” “anneannem”… diye adını yazardık tükenmez kalemle. Köyümüze genellikle arife günü, şansımız varsa iki üç gün önce giderdik. Ben her gece sayardım kaç gün kaldığını. Bayrama toplayacağım harçlıkların, sıkacağım tapaların gece yarısına kadar oynayacağımız harimolaların hayalini kurardım. Ve nihayet o gün gelir annem valizleri hazırlardı. Bende tapalarımı, tabancamı özenle koyduğum valizleri açar, annem karıştırma diye kızsa da çıkarıp çıkarıp bakar sonra tekrar koyardım mühimmatı. Çoğu zaman pazartesi öğleden sonra veya Cuma namazından sonra hareket ederdi köyümün dolmuşu. Yıllarca muhtarlık yapan Duran emmimin

38 DY 851 plakalı Ford marka köy dolmuşu benim için hem azap hem kutsal bir araç. Azap çünkü beni de kardeşim Cihatı da acaip araba tutar 15 km.lik o kısa yolculukta muhakkak istifra ederdik. Kutsal çünkü bütün bir yıl beklediğim yolculuğa bayram için köyüme götürüyor. Eğer hem arifeye hem de cumaya rastlamışsa birkaç sefer hatta 7-8 sefer yapardı mavi dolmuş. Biz de son seferlere kalırdık. Biz çocuklar tek katlı kırmızı kiremitli evimizde duramaz, içeri girer çıkar sabırsızlıktan çatlardık. Nihayet babam gelir alır, hevesle toz ve akaryakıt kokan emektar dolmuşa yerleşirdik. Her zaman ön koltukta şoför mahallinde, fotr şapkalarıyla merhum Çeçen Burhan emmi yanında merhum Çeçen Osman emmi. Köprüyü geçip kara şoseden Borana döndü mü köy görünürdü Ama bizdede mide hoşaf. Kendimizi buraya kadar zor tuttuğumuzdan genelde Cihatla beni bizim mahallenin girişinde indirirlerdi. Çeşmede elimizi yüzümüzü yıkar kana kana buz gibi suyu içti mi kendimize gelirdik. Çeşmeler kapandığından beri ne yazık ki o tadı bulamıyor, köyün suyunu şimdi içemiyorum, Akmasa da aşağı mahalledekilerin aksine hala dimdik duran o çeşmenin tepesine çıkıp mor dağlara bakıp tutturduğum şarkı, türküler hala dilimin ucunda: “Aynalı Kemer İnce Bele” “Dağlar Kızı Reyhan Alem Sana Hayran”… Hemen emmioğlularımı (bizim Çeçen mahallenin Çeçenleri hep birbirine akraba olduğundan öyle derdik birbirimize ki gerçekten çoğu amca çocuklarıyız.) bulur oyunun tatlı dünyasına dalardım. Akşamdan başlardık, çatır çatır mantar tabancası patlatmaya. Bayram gününe ayrılanlar dışındaki mühimmat bitince sıra harimolaya (Molla Lora) gelirdi. Caminin karşısı çoğunlukla kale seçilir.


elinde plastik poşetler, kızların elinde ise cicili bicili çantalar tüm çocuklar ev ev gezer şekerleri doldururduk. Sigaralara sulanırdık ama koklatmazlardı tabi. Ömrü uzun olasıca Nanoş ablam hariç. O bizi delikanlıdan sayar içinde lokumlar türlü türlü şeker ve çikolatalar olan sigaralı tepsiyi tutardı. Ondan aldığımız sigaralarla birlikte (Çetin, Ömer ve ben) paraları katıştırarak aldığımız filtresiz Bafra sigarası belki de Asker sigarası paketini alır. Tenha bir yere saklanır (hava iyiyse Çeçen dereye kadar giderdik) midemiz bulanana kadar sigaraları içmeye çalışırdık. Öğlen muhakkak ciğer kavurma yenirdi. Artık nereye hangi eve denk gelirse. Akşamın değişmez menüsü ise Çeçen yemeği Gılnış. Bir bayram hiç unutmam sabah, öğlen, akşam olmak üzere aralıksız bir hafta gılnış yemiştim. O birkaç gün benim için rüya gibi geçer sonra serin bir sabah mavi dolmuş bir başka bayrama kadar alır beni köyümden götürürdü. Mesafe kısaydı ama o yıllarda öyle kolay değildi gidip gelebilmek. Belki çocuktuk zorlukların, yoklukların farkında değildik. Küçük dünyamızda bunları fark edemiyor göremiyorduk. Ama bir şey vardı ki onun farkındaydık. Adeta elle tutulacakmış gibi varlığını hissettiğimiz kokladığımız yediğimiz içtiğimiz tadına vardığımız bir şey. O da sevgi, saygı, sabır, muhabbet ve hoşgörü. Yıllar geçti biz büyüdük Yaşar Kemalin dediği gibi “ O güzel insanlar o güzel atlara binip gittiler” dünya değişti geçim zorlaştı. Yaşam kolaylaştı. O çocuklar büyüdük evlendik barklandık. Bazı dostlar soruyor; “evimiz barkımız arabamız malımız çoluk çocuğumuz var. Ama bir şey eksik ne eksik?” diye. Acı acı gülümsemekten kendimi alamıyorum. Neyin eksik olduğunu bilmiyorum, ama sevgili dostlar tatlı dil ve güleryüz doyumsuzca alışveriş yaptığımız o koca koca marketlerin raflarında değil. Bırdım amcanın (mekanı cennet olsun) leblebi, şeker sucuğu, rahat lokum kokan bakkalında ağzımıza attığımız bisküvinin nemli tadında. Onun müşfik bakışlarında. Elimizde olan bir şey…

ATİLA DOĞAN

29 YİTİK KULE /

Oyun gece yarısına kadar sürerdi. En sonunda uykusu gelen biri oyunbozanlık eder oyun bozulur evli evine dönerdi. Benim için ev kavramı yoktu her yer evimdi. Anneannem, Hacı amcam olmadı Yakup amcamlar, Dayımgil, Sati amcamlar. Onlar da olmasa tüm köylümün hepsinin seve seve misafir edeceğini bilmenin tatlı rahatlığı. O yüzden olacak annem babam beni hiç aramazdı köyde. Köyüm benim için her zaman ana kucağı gibi özgürlük, güven ve rahatlık demekti. Bayram sabahı erkenden kalkar camiinin yolunu tutardım Hacı amcamdaysam teker peyniri teker gibi mideye yuvarlamışımdır. Yakup amcamlarda kaldıysam Hediye yengemin sabahın kör karanlığında daha yeni sağıp kaynattığı taze sütü içmişimdir. Anneannemdeysem tereyağında pişmiş taze yumurtalara sobada pişen taze köy ekmeğini bandırmışımdır. Dayımda kaldımsa yaylada (Kurudere) çıkarılan taze peynirleri hüpletmişimdir. ( O zamanlar bir bolluk bereket vardı köyümüzde) Toprağı bol olsun Kanen dayımın kameti ezanı ve Merşen Sadettin Hoca Efendiden ya da cennet mekan Hacı amcamdan bayram hutbesi. Sonra o haşmetli cübbesiyle vakur bir şekilde yürüyen imamın arkasından cemaatin Çerkes mahalleden geçerek mezarlığa çıkışı ve kabirleri ziyaret. Ne güzel bir serominidir. Şimdi o anları, o günleri yaşayamayan evlatlarımız kardeşlerimiz adına üzüntü duymamak elde mi. Mezarlıktan ayrılmadan son bir toplu dua ve toplu bayramlaşmanın ardından bayram başlardı. Daha küçükken bayram namazına gidemediğim yaşlarda; büyükler köyün her yerinden gözüken mezarlığın sırtından göründüler mi diye bekler, adeta nöbet tutardık. Çünkü onlar indi mi bayram başlamış demekti. Çocuklar gelenlerin yolunu keser bayramlaşırdık Akraba olan abi ve amcalara ise tapa tabancalarını doğrultur adeta haraç alır gibi bayram bahşişi isterdik. Ölenlere rahmet kalanlara uzun ömür, onlar hiç kırmazdı bizi . Şimdi bakınca o ne sabır ve hoşgörüymüş yarabbi demek geliyor içimden. Allah Rahmet etsin emmioğlumuz Baysın abinin yepyeni bayramlık pantolonuna sıktığım mantar tabancası, pantolonu paçasından yakıp delmişti de buna rağmen hiç darılmadan öfkelenmeden kahkahayla gülerek bahşişimi vermişti. Kurban bayramıysa vazifemiz alnımıza kanı sürülen kurbanın ayaklarını tutmaktı mühim işti vesselam. Sonra cümbüş başlardı oğlan çocuklarının


şiir

NECATİ DAYI SENDE YORGUN SABAHLAR GÖRÜRDÜM HEP NECATİ DAYI PUS OTURMUŞ ÇARDAĞIN URKEK SABAHLARINI TEDİRGİN ÜRKEK BİR KUŞ GİBİYDİN MUTLAKA BATIRMIŞSINDIR PARMAKLARINI SOĞUK SUYUNA TAŞPINARIMIN BELKİDE ONDAN ÜŞÜR GİBİYDİ ELLERİN

YİTİK KULE /

30

GÖZLERİNDEKİ O KORKU ZEMHERİ GECELERİNDE TİPİYE BOĞULAN KAR VE KAVAKLARIN BİRER HAYALET GİBİ UĞULDAYAN RÜZGARLARDA SECDEYE VARIŞINDANDI ÇOK ÇEKMİŞİNDİR EMİNİM YOKLUĞUN AZABINI KOYU SİSE BOĞULMUŞ KANTARMANIN SUSKUN AĞLAYIŞINI MAĞRUR GÖZLERLE SEYRETMİSİNDİR ŞAFAK SÖKERKEN AÇ KÖPEK ULUMALARI TIRMALAMIŞTIR KULAKLARINI VE TAN YERİ AĞARIRKEN YORGUN BİR EZAN DUYDUM

PES DEMİŞSIN O KÜÇÜCÜK BEDENİN PES DEMİŞ HAYATA KARŞI YENİLMİŞSİN BİR KUŞLUK VAKTİ TERK-İ DİYAR EYLEMİŞSİN DÜNYADAN DÜNYADA ACI ÇEKENLERİN CENNET OLUR MEKANI CENNETTE RAHAT UYU NECATİ DAYI

SELİM CANBOLAT


TARİH

ÇEÇENZADE HASAN PAŞA

eçenzade Hasan Paşa, Osmanlı İmparatorluğunun dört bir taraftan kuşatıldığı içten ve dıştan birçok sorunla boğuştuğu savaşlarla dolu Padişah II. Mahmut’un (1785 ile 1839 yılları arası) döneminde görev yapmış, kişilikli, çalışkan ve üstün idare yeteneğine sahip bir devlet adamıdır. Belgelerde sözüne güvenilir, itibarlı, dostlarına güven, düşmanlarına korku veren sağlam karakterli yapısıyla kendisinden övgüyle bahsedilmektedir. Çeçen asıllı olduğu kesin olmasına karşılık ailesinin ne zaman ve ne şartlarda Anadolu’ya geldiği, Şebinkarahisar’a yerleştiği hakkında kesin bir bilgi yoktur. Ancak, bir ihtimal ailesinin 1700 yılları civarında Çeçenya’dan Osmanlıya münferiden yapılan bir göçle yerleştiği düşünülebilir.

Çeçenzade Hasan Paşanın doğum tarihi bilinmemesine karşın, son yıllarda Osmanlı arşivlerinden çıkarılan birçok belgede hayatı hakkında detaylı bilgilere ulaşılmıştır. Buna göre; ilk kez 5 Temmuz 1796 tarihli belgede padişahın hususi muhafızlığı için İstanbul’a getirilip “Silahşoran-ı hassa” alayında iyi bir eğitim aldığı anlaşılmaktadır. Daha sonra, 26 Ekim 1809 tarihli bir belgede Osmanlı Sarayında Hazinedarzade Süleyman Ağa’nın yanında “Kapıcıbaşı (Kapıkethüdası)” olarak görev yaptığı bilgisine ulaşılmaktadır. 3 Nisan 1810 tarihli belgede ise Çeçenzade Hasan Ağa’nın kethüda olarak yanında çalıştığı Canik Muhassılı olan Hazinedarzade Süleyman Ağa’nın Trabzon’da baş göstermiş olan ayan is-

Ç

eçenzade Hasan Paşa hakkında bu sayfalarda sizlerle paylaşılan yazı ve bilgiler genel olarak değerli araştırmacımız Sayın MURAT DURSUN TOSUN Beyin büyük bir özveriyle yapmış olduğu araştırmalardan ve kitabından yararlanılarak şekillenmiştir. Emekleri için kendisine teşekkürü borç bildiğimiz Murat Dursun Bey, Osmanlı arşivlerine dayanarak elde ettiği bilgileri https://muratdursuntosun.wordpress.com adlı uzantıdan paylaşıma açmıştır. Konu hakkında daha detaylı bilgilere ulaşmak isteyenler Çeçenzade Hasan Paşa hakkında yazdığı çalışmasını okumalıdırlar. Ayrıca eserin PDF kaydına da aynı adresten ulaşabilirler. Bknz: https://muratdursuntosun.files.wordpress.com/2014/11/cecenzade-haci-hasan-pasanin-hayati.pdf

YİTİK KULE

31 YİTİK KULE /

Ç


1800 lü yıllarda Trabzon’un deniz tarafından görünüşü

YİTİK KULE /

32 yanların bastırılması amacıyla” Paşa ünvanı alarak Trabzon’a vali olması üzerine, bu asayiş bozukluklarını önlemek için bölgeye geldiğini görmekteyiz. Süleyman Paşa Trabzon valiliğine tayin edildiğinde görev fermanını o sırada Canik’te bulunan kethüdası Hasan Ağa’ya göndermiş ve kaymakamlığa da onu atamıştır. Hasan Ağa da Canik’ten gerekli askeri güçleri toplayarak Giresun ve o bölge iskele ve kasaba ağalarının isyanlarını bastırarak Trabzon’a gelir. Bölgenin nüfuzlu hanedanlarından Rize ayanı Tuzcuoğlu Memiş Ağa’nın Vali Süleyman Paşa’ya karşı ayaklanması üzerine, isyanı bastırmakta Hasan Ağa da önemli rol oynar ve uzun uğraşılardan sonra Tuzcuoğlu Memiş Ağa isyanı bastırılır. 14 Ocak 1812 tarihli belgeden anlaşıldığına göre Vali Süleyman Paşa, Ruslardan “1812 Bükreş Anlaşması” gereğince geri alınan Kafkasya kıyılarındaki Anapa ile Faş’a (günümüzdeki adıyla: Poti) “muhafız” olarak atanır. Süleyman Paşa yeni görev yerine gitmek üzere bölgeden ayrılırken yerine kethüdası Çeçenzade Hasan Ağayı “Paşa” unvanı ile Mütesellim “Kaim-makam (kaymakam)” olarak Trabzon’da düzeni sağlamak ve korumak üzere görevlendirir. Karadeniz bölgesinde ayan is-

yanlarının ve eşkıyalık faaliyetlerinin yoğun olarak yaşandığı bir dönemde Trabzon’da kaymakamlık yapmaya başlayan Çeçenzade Hasan Paşa, aynı zamanda iyi eğitim almış bir müderris olan (bugünkü kariyeriyle Prof.) oğlu Bektaş Rüştü Bey’i de voyvoda olarak kendi memleketi olan Karahisar-i Şarki’deki karışıkları bastırmak için görevlendirir. Çeçenzade Hasan Paşa, 26 Aralık 1821 tarihli bir belgeden anlaşıldığı üzere Trabzon’da bir süre Kaymakamlık yaptıktan sonra (Doğu)Beyazıt Mutasarrıflığına atanır. 1823 yılında Osmanlı-İran savaşının devam ettiği sırada mutasarrıfı olduğu Doğu Bayezid İran ordusu tarafından ele geçirilir. Böylece askeri dağılan Çeçenzade Hasan Paşa da Erzurum’a doğru geri çekilmek zorunda kalır. İran’ın bu ilerlemesinden Kars Muhafızı Osman Paşa sorumlu görülür ve 6 Eylül 1823 tarihli Hatt-ı Hümayun ile görevden alınarak yerine Çeçenzade Hasan Paşa (kendisine “Vezir”lik payesi de verilerek) Kars Muhafızı olarak atanır. Paşa böylece bir dizi savaşta bizzat cephede bulunur.Savaş, İran Ordusunda baş gösteren kolera salgını nedeniyle barış istemeleri üzerine 1823 tarihinde yapılan Erzurum Antlaşmasıyla sona erer, İran ele geçirdiği yerleri bırakarak eski sınırlarına çekilir.


1800 lü yıllarda Trabzon Sancağı ve Canik Bölgesi Haritası

valiliğine ek olarak Canik Muhassıllığı, Gönye Sancağı, Karahisar-i Şarki Sancağı sorumluluğu da kendisine verilmiştir. Paşa tüm bu görevlerde kendisine yardımcı olmak üzere oğlu Müderris Bektaş Rüştü Bey’i Trabzon’a Kaymakam olarak atar. Çeçenzade Hasan Paşa Trabzon’da ilk iş olarak da yaşanan düzensizlikte etkisi olduğunu düşündüğü Şatıroğlu Osman Bey’i bir memuriyet vererek şehirden uzaklaştırır ve devlete faydalı olanları da ödüllendirerek duruma hâkim olur.

Bu yıllarda Çeçenzade Hasan Paşa’nın ilgilendiği bir konu da Kafkasya ve buradaki sorunlardı. Kendisinin de aslen mensubu olduğu bu topraklara karşı ilgisiz kalmadığı 25 Ağustos 1824 tarihli bir belgeden anlaşılmaktadır. Buna göre Çeçenya’dan kalkıp Hacca giden ve dönüş yolunda Osmanlı topraklarında Arap eşkıyalar tarafından soyulan ve kendisi de yaralanan Çeçen halkından Caferhanzade İbrahim Bey’e ülkesine geri dönebilmesi için önemli miktarda maddi yardımda bulunduğu ve bunu yazı ile Saderet’e bildirdiği görülmektedir. 1824 yılı sonlarında Çeçenzade Hasan Paşa’ya Faş ve Anapa muhafızlığı da verilir. Paşa, öncelikle Trabzon’da düzenin sağlanması için yaptığı çalışmalar ve ağır kış şartları nedeniyle adamlarından Kapıcıbaşı Abdullah Ağa’yı yanına 1.500 asker vererek Kaymakam olarak Anapa’ya yollar. Faş Kalesinin ihtiyaçlarını tespit ederek, gerekli top ve topçu ile bunların maaşlarını tedarike çalışır. Çeçenzade Hasan Paşa bir yandan

da Ruslarla olan diplomatik ilişkileri yönetmektedir. Rusya Kırım’ı işgal etmesinden sonra Kafkaslara yayılmaya başlamış ve on beş bin kadar Rus, kereste kesmek ve satmak bahanesiyle Kuban Nehrini aşıp Osmanlı hakimiyetindeki Çerkeslerin yaşadığı Bejaduğ İskelesine top ve cephane nakletmiştir. 1825 yılına ait bir belgede Paşa, Kafkasya’daki durumla ilgili olarak Sadaret'e yazdığı bir yazıda Abaza ve Çerkes kabilelerinin Ruslardan fazla zulüm ve zarar gördüklerinden

YİTİK KULE /

Bu arada Trabzon valisi Hazinedarzade Süleymen Paşa hastalanmış, 1817 yılında Anapa ve Trabzon’daki görevinden alındıktan sonra 1818 yılında vefat etmiştir. Trabzon’da oluşan yönetim eksikliği sonucu düzen bozulmuştur. Bunun üzerine bölgeyi iyi biliyor olması da dikkate alınarak Çeçenzade Hasan Paşa bu düzensizliği ortadan kaldırabilecek tek kişi olarak görüldüğünden 28 Ocak 1824’de Trabzon’a vali olarak atanır. Ayrıca

33


Şark-i Karahisar (Şebinkarahisar) ve kalenin genel görünüşü (1950’li yıllar)

YİTİK KULE /

34

bahsederek kabile ileri gelenlerinin mevcut durumlarını anlatmak için İstanbul'a hareket edeceklerini bildirmektedir. Çeçenzade Hasan Paşa, Kafkasya’ya geçip gerekli tedbirleri almak ve rus tecavüzlerini önlemek amacıyla stratejik açıdan da büyük önem taşıyan Anapa ve Faş (Poti) kalelerinin takviyesi ve istihkâmı için çalışmalar yapar. Kalelerin gerekli onarımlarını yaptırarak kışla ve lojman binaları inşa ettirir. Kafkasyadaki kabilelerden Abaza ve Çerkeslerle Ruslar arasında yaşanan karşılıklı mücadeleyi yakından takip eden Paşa, Rus tehlikesine karşı alınan tedbirlerin bir bir parçası olarak Kafkas halklarını Osmanlı Devleti tarafına çekmek ve onların devlete sadık olmalarını sağlamak için de çalışıyordu. Kafkas kabileleri ile yürüttüğü iyi ilişkiler çerçevesinde görev önceliğini, onların Osmanlı devletine itaatlerini sağlamayı ve İslamı benimsetme ve özümsetme çalışmalarına verir. Bunun için de zaman zaman kabile reislerine ve ileri gelenlerine hediyeler veriliyor, maaş bağlanıyordu. Kafkasyada yapılan toplantılarda Çerkezlerin tamamının, Abazalardan Netokaç kabilesinin yarısının Müslümanlığı kabul ettiği, Şabsığ kabilesinin ise Müslümanlığı henüz kabul etmediği 24 Temmuz 1827 tarihli bir belgeden anlaşılmaktadır. Ancak zamanla hepsinin İslamla şereflenecekleri de umut edilmektedir. Tüm bu çabaları sonucunda da yüzbinden fazla kişi Müslüman olmuştu. Yine onların dinin gereklerini öğrenmesi, pagan adetleri terk etmeleri ve günahlardan sakınmaları için Müftü ve Naibler (yardımcılar) görevlendirmişti. Müftü ve naib atan-

an kabilelerin başlıcaları Abazadan Nezkaç, Şapsığ, Çerkeslerden Bijaduğ, Gerkini, Hatukay, Temdikuy, Nukuvi, Besni, Karasay, Balbay ve Alnıkesek’di. Kaynaklarda bu kabilelerin reislerine verilen maaş ve tayinatlar deftere kaydedilerek yapılan harcamaların İstanbula bildirildiği de kayıtlıdır. Kabilelerden tek tek alınan ahidnameler arasında Şekivay kabilesinden alınan ahidname de vardır. Yapılan tüm bu çabalar sonucunda Çerkes ve Abaza kabilelerinden çok büyük bir kitlenin Müslüman olduğu anlaşılmaktadır. Öyle ki bu kabilelerin verdiği sözlere sadık kalmaları halinde devletin 150 binden fazla askeri olacağı belirtilmiştir. Yapılan değerlendirmelerde Çerkeslerden, Abazlardan bazı kabilelerin fena halleri olduğu da belirtilmektedir. Ancak sadık ve işe yarar adamlar da çoktur diye de ilave edilmiştir. Rusya’nın da aynı şekilde kabile beylerine maaş bağlama ve hediye vererek kendisine bağlama çabası içinde olduğu belgelere yansımıştır. Paşa bu arada Kafkas coğrafyasını inceleyerek en küçük kabilelere kadar tespit ettirmeye de çalışır. Bu kabilelerden belgelerde adı geçen birisi de Medami kabilesidir. Medami kabilesi dağ içlerinde dış ortamdan izole bir şekilde yaşayan, yağmacılık, mal ve esir ticareti yapan, konuştukları dilleri diğer kabilelere benzemeyen bir toplumdur. Üç kökten çoğalan Medami kabilesi 1.500’e yakın haneden oluşmaktadır. Çeçenzade bu kabileyi İslamla şereflendirir, onlara imam göndererek sadakat yemini alır. Çeçenzade Hasan Paşa mesaisinin büyük bir bölümünü Anapa’da harcamak zorunda kaldığından Trabzon’la yeteri kadar ilgilenemiyordu. Her ne ka-


1800 lü yıllarda Anapa’yı gösteren temsili resim.

eden ve Anapa’da yaşayan beyler ile Sabsığ, Netokac, Abazik, Mahos, Bezaduğ, Hamsi, Kabartay, Temerkoy, Nogay, Besti, Hatukay, Çerkes, Gerkeni kabilelerinin ileri gelenlerine Anapa Gümrüğü malından tayinat verilmesini ve Netokac Kabilesi'nden Disenek oğlu Temrek'e maaş bağlanmasını sağlanmıştır. Yine Anapa kalesinde yaşayan Hacı İbrahim Efendinin maaşı da artırılmıştır. Çeçenzade Hasan Paşa belirtilen tüm bu işleri yapabilmek için önemli miktarda paralar harcamak zorunda kalmıştır. Çeçenzade Hasan Paşa, görevi gereği idereciliğini yaptığı birbirinden oldukça uzaktaki bu üç önemli merkez Trabzon, Anapa ve Faş (Poti) coğrafi üçgeninde karşılaştığı bütün sorunlarla bir anda ve yakından ilgilenmek zorunda kalıyordu. Paşa bir yandan kabilelerin işleri bir yandan da yaklaşan Rusya tehlikesine karşı önlemler alma gayreti içerisinde çalışmalarına devam etmişti. Paşa, bir yandan bölgenin muhafazasıyla meşgul olurken bir taraftan ihanetlerle, diğer taraftan ekonomik zorluklarla karşılaştı. O Anapa’da iken Faş muhafızlığında bulunan Hacı Şahinzade Mehmed Bey vefat etmiş yerine, Mehmet beyin oğlu Deli Arslan Bey getirilmiştir. Hasan Paşa, Arslan Bey’den kahramanlık beklerken O, fazla direniş gösteremeden Faş’ı Ruslara teslim eder. Ruslar böylece Ahıska ve Kars tarafını istila ederek batıya Anadolu içlerine doğru ilerlemeye devam etmektedirler. Diğer taraftan Hasan Paşa, hem savaşla ilgili harcamalar hem de Çerkes kabilelerini kendi tarafına çekmek için verdiği hediyeler yüzünden malî sıkıntı içerisine

35 YİTİK KULE /

dar Kaymakam olarak oğlu Bektaş Bey Trabzon’da ise de onun yalnız kalmaması ve destek olması için yanında güvenebileceği nüfuzlu kişilerin olmasını da istiyordu. Bu nedenle kaleme aldığı 28 Kasım 1827 tarihli bir yazıda Trabzon ayanı Kalcızade Osman Bey övülerek Silahşoran-ı Hassa’dan olduğu (kılıç sahibi yiğit birisi)da belirtilerek Kapıcıbaşılık görevine getirilmesi İstanbula teklif ediliyordu. Hasan Paşa, isteği uygun bulunarak Kapıcıbaşılık rütbesi verilen Kalcızade Osman Beyle kızı Havva Hanımı evlendirerek akrabalık bağı da tesis etmişti. Bu arada Rusya’nın kara ve deniz kuvvetleriyle bir hareketlilik içinde olduğu Faş kalesine ve Gürcistan’a sarkma niyetinde oldukları haber alınmış bir an önce asker tertibi önem kazanmıştı. Taze kuvvet olarak kalelere ve cephelere yerleştirilecek askerin Kafkasya için bir güven unsuru olacağını iyi bilen Paşa, Trabzon Sancaklarından Canik ve Karahisar-i Şarki ‘den Anapa’ya gitmek üzere askeri birlikler oluşturur (1828). Gerçekte, Rusya ile yürütülen savaşlarda tarih boyunca Karahisar-i Şarki’den donanmaya ve kara ordularına asker sevk edilmişti. Buralardan sevk edilen asker Anapa ve Faş kalesi için her zamankinden daha önemliydi çünkü çok uzun zamandan beri Ruslarla savaş halinde olan Çeçen ve Dağıstan halkının Rusya ile yürüttükleri savaşı daha fazla devam ettirmeye takatleri kalmamıştı. Çeçenzade Hasan Paşa bu görevlendirmelerden sonra Anapa Kalesi ve Kafkas kabileleriyle ilgili işlerine devam eder. Anapa’da kabilelerin ileri gelenlerine yine hediyeler dağıtmıştır. İslamı kabul


YİTİK KULE /

36

girmiştir. Savaş yüzünden bölge halkının maddî durumu zaten kötüdür. Paşa, âdet gereğince vali için alınması gereken ikramiyeyi o zamana kadar tahsil edememiştir. Tüm bu yoğun çalışma temposu sonucunda Anapa’da hastalanarak yatağa düşer. İyileşmeyince bir süre sonra Trabzon’a getirilir ve İstanbul’a bilgi verilir. Yaptığı işin önemli olması ve aksamaması için Paşa görevinden alınır ve tedavisinin devamı için 1828’de Sinop’a yollandı. Tedavisinden sonra da Erzurum valiliğine atandı. Bu arada Osmanlının Kafkaslarda aldığı ve almaya çalıştığı önlemler fayda etmemiş Ruslar Erzurum’a kadar ilerlemiş, Kafkaslarda ise 12 Haziran 1828 de Anapa Rusların eline geçmiştir. 1828-1829 yıllarındaki Osmanlı Rus savaşı dönemine ait belgelerde Çeçenzade Hasan Paşanın hayatı ile ilgili çok çeşitli bilgiler bulunmaktadır. Kısaca; Paşa, Sinop’taki tedavisi bitmeden memleketi olan Karahisar-i Şarki’ye geldiği bir süre burada tedavisine devam edildiği, daha sonra da hızla gerçekleşen çok çeşitli ve çok karışık bir dizi olay sonucu Sivas Valiliğine, Sivas’a ilaveten 1830 yılında Şark Ordusu Çarhacılığı unvanıyla Erzurum Valiliğine de atandığı yazılıdır. 15 Temmuz 1829’da Erzurum Kalesi Rusların eline geçmiş Rusların buradan da Bayburt’a yürümek istedikleri anlaşılınca bu duruma karşı ne tedbir alınacağına yönelik Şiran kazası ileri gelenlerinden Hasan Nuri Efendi Sivas valiliği de uhdesine verilen Çeçenzade Hasan Paşa’ya bilgi sordu. Erzurum’un kaybından sonra Salih Paşa, Hakkı Paşa, Osman Paşa, Behlül Paşa, Ahısha Beylerbeyi Ahmet Paşa, Anapa Kaymakamı Abdullah Paşa ve Irak Defterdarı

Mustafa Nazif Efendi kışlak ve güvenli bölge olan Karahisar-i Şarki’ye gelirler. Çeçenzade Hasan Paşanın yaşadığı Karahisar-i Şarki o yıllarda ordu kışlağı, geri çekilme durumunda da sığınak yeri ve emin belde durumundadır. Çeçenzade Hasan Paşa hastalıklı bir dönemde tecrübesi ile diğer paşalara yol göstermeye ve yardımcı olmaya çalıştığı, İstanbul’a da doğuda gelişen olaylar hakkında bilgi verdiği yaptığı yazışmalardan anlaşılmaktadır. Hasan Paşaya daha sonra Ekim 1830 da Tokat’ta uygun bir yer tahsis edilir ve rütbesi alınmadan mecburi ikâmete tabi tutulur. Paşa, 3 yıl sonra yakalandığı sarılık hastalığından kurtulamayarak 10 Temmuz 1833’de Hakkın rahmetine kavuşur. Çeçenzade Hasan Paşa, Kafkas Halklarını slamiyete kazandırmak uğruna çok çaba göstermiş ve çok masraf yapmıştı. Bazı zamanlarda maaşını dahi alamamış, sıkıntı çekmiş ama kabilelere verdiği söz gereğince onların maaşlarını ödemişti. Bunun neticesi olarak bütçe açığı vermiş, ölümünden sonra devlete borç veren, iş yapan Sarraf Agop’a da oldukça fazla borcu çıkmıştı. Bu durum Paşanın geride bıraktığı iki oğlu bir kızı ve dört tane de nikâhlı eşinden oluşan Çeçenzade ailesinin diğer fertlerine de yansımıştı. Osmanlı kaynaklarında bu borçlar hakkında detaylı yazışmalar bulunmaktadır. Buna göre oğlu Bektaş Bey babasından kalan borçları üstlenmişti. Bektaş Bey babasının borçlarını ödeme konusunda yaşadığı sıkıntı nedeniyle her açıdan zor durumda kalmış, bedenen de yıpranmıştı. Bektaş Bey 1847 ? (veya 1849) yılında vefat ettiğinde o da oğlu Mehmet Tayyar Beye bir miktar borç bırakmıştı. Bektaş Bey, bir zamanlar görev yaptığı sırada Zağpa köyünde hala var olan bir cami inşa ettirmiştir.

çeçenzade ailesi

Çeçenzade Hasan Paşa’dan sonra oğlu Bektaş Bey’in ve onun oğlu Mehmet Tayyar Bey’in ha-

ricinde de aynı aileden bu ülkeye hizmet eden çok sayıda devlet adamı yetişmiştir. Hasan Paşa’nın oğlu Mehmet Aziz Bey’in oğlu Çeçenzade Emrullah Bey / Çeçenzade Salih Bey’in oğlu Mehmed Şevket Bey / torunlarından Nazif Bey'in oğlu Ahmed Cavid Bey / Çeçenzade Mehmed Aziz Bey’in oğulları Mehmed Emrullah , Ahmed, Abdülhamid, Salih Nuri, Süleyman, Hayrullah, Osman, Hasan ve Hüseyin Bey’ler. Ayrıca Suşehri Şeriye Sicillerinde Aşağı Yeniköy’den Emrullah Bey’in oğulları Hayri, Sururi, Mehmed Rıza, Celal Bey Şevket ve Mustafa Sabri Beyler ile Hayri Bey’in oğulları Emin ve Alim Beylerin adı kaynaklarda geçmektedir. Yine Cumhuriyet döneminde Suşehri’ni temsilen Erzurum Kongresine katılan Çeçenzade İsmail Hakkı Efendi’nin ve günümüz aydınlarından Prof.Dr. Anıl Çeçen ile değerli büyüğümüz Ünsal Uluçeçen’in de bu mümtaz ve köklü ailenin birer ferdi olduğunu burada hatırlatmak gerekir.


KİTABE

ÇEÇENZADE HASAN PAŞA’NIN MEZARI VE KİTABESİ Çeçenzade Hasan Paşa’nın Tokat Hatuniye (Meydan) Camiindeki kabri, caminin etrafın-

da yapılan yol genişletme çalışmaları sırasında sökülerek Tokat Müzesine kaldırılmıştır. Mezarın her hangi bir yere nakledilip edilmediği ise bilinmemektedir. Kitabenin metnini aynı zamanda iyi bir hattat olan Sultan II. Mahmud’un bizzat yazdığı rivayet edilmektedir.

Hüvel-Baki / Bu mülk-i bî-vefâdan nice zatlar oldu mahrum / Lidû li'l-mevti vebnû li’l-harâb fermûdesi ma'lûm / Nice dem hânedânından ömür sürdü ÇEÇEN-ZÂDE / Nişan vermişdi şanı hânedânlıkda senâ-mefhûm / Vezâref rütbesi ihsân-ı âli oldu zatına / Muhafız olduğunda KARS'a bağlandı Acem meş’ûm / Trabzon tevcih oldu, olduğundan sâdık-ı devlet / Umurunda muvaffak oldu bed-hâhı edüp mahkûm / Anapa oldu ilhak geçdi merdâne mehâbetle / Hezârân halkı celb etti nice lutf ile bâ-mevsûm / Dehâlet etti yüzbinden ziyade halka behâyimun / Kabul ettirdi İslâmı şeri’at kudret-i kayyum / Tarik-i müstakime icâbet şer’a kılub teşrik / Kamûsun bende-i şâhâne kılub fazile-i mevsûm / Gelüb vâli-i Sivas Erzurum hem Çarhacı oldu / Salâh-ı sulhe esb3ab oldu hayretde bulub makd’um /Nihayet oldu memuru ikâmet şehr-i Tokad’a / İtaat etti emr-i sâmiye bilâ-mevhûm / Mukadder eylemiş onlara irci’i yanında olmak / Ecel peymânesi dolmuş, erişdi davet-i manzum / Güzar-ı ömrü din ü devlete hidmedle yâd oldu / Cihandan el çeküp mevtiyle ikbali bulub mesmûm / Bu denlü sıyf-ı şöhretden vefâdâr olmadı zerre / Girib bezm-i bekâ etdi bi-hükmi’llahi şehid ma’sûm / Okunmağa vesile Fâtiha İhlas ile tarih / Vezir Hacı Hasan Paşa fenadan yumdu göz merhum / Lillâh’il-Fatihâ / Sene 1249 Konuyla ilgili temel kaynak :

Murat Dursun TOSUN., Çeçenzade Hacı Hasan Paşa’nın Hayatı, Bulunduğu Görevler Yaptığı Çalışmalar ve Aile Efradı, Ekim 2014 İstanbul / İSBN 978-6056518706 (Eser yazarı tarafından Rıhtım Dijital matbaada sadece 60 adet bastırılmıştır) İrtibat: muratdt28@gmail.com

KİTABENİN SADELEŞTİRİLMİŞ HALİ

Baki olan yalnız Allah’tır. / Bu vefasız dünyadan nice büyük insanlar mahrum kaldılar./ Ölüm gelip’de vücut harap olunca ölümün ilâhi bir emir olduğu anlaşılır./ Asil bir aileden olan ÇEÇENZADE nice yıllar ömür sürdü./ O rahmetlinin soyluluktaki şânı, övgü ve övgüdeğerliği her tarafa yayılmıştı./ Vezirlik rütbesi ona Padişah tarafından ihsan edilmişti./ Kars’a vali olduğunda uğursuz Acem’in eli kolu bağlanmıştı./ Devlete sadakatla hizmet ettiği için Trabzon valiliği de verilmişti. / Mahrumiyetler içinde hep başarıya ulaşmış, kötülük edenleri alîcenablığıyla mahkûm etmişti. / Anapa’ya hakimiyeti yiğitçe ve heybetle geçti. / Binlerce insanı onlara ettiği lütuflarla etrafında topladı kendisine sığındılar./ Onlara İslamiyet’i ve Kayyum olan Allah’ın şeriatını kabul ettirdi./ Hepsini doğru yola gitmeye ve şeriata uymaya teşvik etti./ Sivas ve Erzurum valileri gelip ona Çarhacı (Akıncı) oldular. / Bu hal memlekette huzur ve asayişin yerleşmesine sebep oldu. / Nihayet Tokat şehrinde oturma emrini aldı./ Hiçbir vehme kapılmaksızın Padişahın emrine riayet etti./ Orada (Tokat’ta) ecel çağrısına muhatap olması mukaddermiş./ Ecel kadehi dolu olarak kendisine sunuldu ve herkesin başına mutlak ölüm ona da geldi./ Ölüm onun din ve devletle geçen ömrünü yele verdi./ Dünyadan el çekerek ahirete gitti./ Çıktığı bunca şöhret avlarından elinde zerre kadar bir şey kalmadı. / Bu masum şehit Allah’ın hükmü ve emri ile öbür âleme garip olarak gitti. / Onun ölüm tarihini gösteren bu kitabe kendisine Fatiha ve İhlas okunsun diye yazıldı. / Merhum Hacı Hasan Paşa bu fani dünyaya gözlerini yumdu. / Allah rızası için fatiha okuyun/ Sene 1833.

Transkripsiyon : Murat Dursun Tosun

37 YİTİK KULE /

KİTABENİN ORJİNAL HALİNİN TRANSKRİPSİYONU


HALK KÜLTÜRÜ

ÇEÇENLERDE EL SANATLARI GENEL BİR BAKIŞ

Ç

YİTİK KULE /

38

eçenlerde zengin bir halk kültüründen doğan el sanatı örnekleri, özellikle küçük el sanatları alanlarında gelişmiştir. Bu alanlar, sivil ve askeri amaçlara yönelik olarak iki gruba ayrılabilir. Sivil amaçlara yönelik olarak imal edilen el sanatları genel olarak keçe, kilim ve halı yapımı, çeşitli işleme türleri ve örgüler, kumaş ve dokumacılık, dericilik ve metal işleri, ahşap oyma gibi alanlarda göze çarpar. Bu tür el sanatlarında işlevsellik ve sadelik en belirgin özelliklerin başında gelir. Çeçenlerde dokuma türleri çok çeşitli alanlara yayılmıştır ve günlük hayatta kullanılmak üzere yaygın olarak üretilmiştir. Farklı tekniklerle yapılan kumaşlar, erkeklerin geleneksel çerkeska türü kıyafeti olan “Çoa” ve üzeri çeçen işleme “Tikminiş” motifleriyle süslemeli kadın giysisi “Gabili” yapımında kullanılmıştır. Sivil mimaride yardımcı bir unsur olarak, mekan içerisine yapıldığı bazı kalıntılardan anlaşılan ahşap oymaların büyük çoğunluğu ise günümüze kadar ulaşamamıştır. Çeçen El Sanatı türleri içerisinde özellikle “İstang” denilen keçe yaygılara da burada değinmek gerekir. Yaygı ve yalıtım malzemesi olarak üretilen bu keçeler, Çeçenlerin belki de en renkli ve göze batan milli sanatı olarak değerlendirilebilir. Genellikle çok renkli olarak “enkrüste” tekniği ile ve tamamen el yapımı olan keçelerin üzerine yapılan motifler de çok orijinal bir karaktere

sahiptir. Gerçekte, “Bustum” denilen ve simetrik Kafkas motiflerinden olan bu şekiller Çeçenlerin hemen her alanda yaygın olarak ve severek kullandıkları başlıca süsleme unsurlarıdır. Mimaride duvar süslemesi olarak, ocak “tovk” üzerine ve bir tür soba olan “kürk” ve “pes” bacalarına dahi bu şekiller yakın tarihlere kadar yapılmıştır. Çeçenler, askeri amaçlarla yaptıkları el sanatı türlerinden olan silah yapımında ise haklı bir şöhret kazanmışlardır. Sağlamlıkları ve kullanım kolaylıklarına ilaveten estetik açıdan da göze çarpan içinde “Şalt” kama ve kılıçlarının da yer aldığı çeçen silah yapımı, kişisel bir tür statü ve övünç kaynağı olarak üretilen “at koşum takımları” ile birlikte özellikle 19. Yüzyılda gelişmiş ve Çeçenya’da bir küçük sanayi haline gelmişti. Sivil amaçlı el sanatlarına ters olarak oldukça gösterişli bir şekilde yapılmış Çeçen silahları ve koşuml takımları halen dünya müzelerinde sergilenmektedir. Ancak bu tür el yapımı silahlar göçten sonra Türkiye’de üretilmemiştir. Çeçen el sanatları, Çeçen halkının peş peşe yaşadığı savaşlar ve sürgünler nedeniyle günümüzde ender bulunan eserler arasında sayılmaktadır. Birçoğu üzerine yeterince araştırma yapılamadan işlev ve yapım amaçları da ortadan kalktığı için artık tamamen yok olmak üzeredir.

EROL YILDIR


çeçen el sanatlarına ait özel kaynakça

Fotoğraflar ÇEÇEN-İNGUŞ ALBÜMÜNDEN alınmıştır.

39 YİTİK KULE /

AKİEVA, Havva.M., Prikladnoe İskusstvo Çeçentsev i İnguşey (XIX. Naçalo XX.v), Soveta Ministrov ÇİASSR, Grozniy 1984. LANG, Marléne., Filz Kunst-Tradition und Experıment, Mit Beitr. von Caroline A.Eichenberger...- Bern; Stuttgard; Wien, Verlag Paul Haupt 2001. RAZYNA, T.-CHERKASOVA, N.-KANTSEDYKAS, A., Folk Art in The Soviet Union, Aurora Art Publyshers, Leningrad 1989. STUDENTSKAYA, Y. N ., Odejda Narodov Severnogo Kavkaza XVIIIXX vv, Akedemia Nauk SSSR, Nauka, Moskva 1989. ŞEBLİKİN, İ.P., İskusstvo İnguşey v Pamyatnikah Materialnoy Kulturii., Vladikavkaz 1928. TATAEV V.A.-ŞABANYANTS, N.Ş., Dekorativno Prikladnoe İskusstvo Çeçeno İnguşetii, Ministerstvo Kulturi Çeçeno-İnguşskoy ASSR, Çİ Knijnoe İzdatelstvo, Grozniy 1974. TÜRKİYE DİYANET VAKFI İSLAM ANSİKLOPEDİSİ., Cilt: 8, Çeçenistan md., İstanbul 1993. YILDIR, Erol., “Anadolu’da Yaşatılan Kafkas Sanatı: Göksun Yöresi Çeçen ve Avar Keçeleri. I-II”, Kafdağı Dergisi, S.27-28 ve S.29-30, s.23-25 ve s.22-26, Ankara 1989. YILDIR, Erol., “Üretimi Anadolu’da Gerçekleştirilmiş Kuzey Kafkas Keçe Sanatı” Selçuk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, S.1, s. 137-142 ,Konya 1992 YILDIR, Erol., “Çeçen Keçeleri”, İlgi, Shell tarafından yayınlanan dergi, Yaz 1995 S.82. , s.26-29, İstanbul 1995. YILDIR, Erol., “Kafkas Keçe Sanatı", Çveneburi Kültürel Dergi, S.37, s.29-31, İstanbul 2000. YILDIR, Erol., “Doğu Akdeniz Bölgesinde Çeçen ve Avar Keçeleri”, Doğu Akdenizdeki Kafkasya-Doğu Akdeniz Bölgesindeki Kafkas Diasporasının Yaşam ve Kültüründen Bir Kesit, s.27-36, AKKD Yayınları, Baskı Serdar Ofset, Adana 2005. YILDIR, E., Tarık Cemal Kutlu Armağanı., Editör, Yeni Dünya Yayıncılık, İstanbul 2009 / İSBN 978-9756500132 YILDIR, E., Yitik Kule 2012 / Çeçen Kültür Yıllığı (1.sayı), Aryan Basım, İstanbul 2012. YILDIR, E., Yitik Kule 2017 / Çeçen Kültür Yıllığı (2.sayı), Aryan Basım, İstanbul 2016./ İSBN 978- 605-84401- 2-8 YILDIR, E., İsting, Çeçen İnguş Halkının Keçe Sanatı, İstanbul 2015./ İSBN 978-605- 84401-1- 1 YILDIR, E, Keçenin Tarihçesi Işığında Anadolu’dan Derlenmiş Çeçen ve Avar Keçe Sanatı Hakkında Bir İnceleme, Yeni Türkiye, Kafkaslar Özel sayısı-XI, Yıl 21, Sayı:81, sayfa 51-91, Ankara 2015, ISSN 1300-4174 Mastera Dekarativn0-Prikladnogo İskusstva Çeçni / Katalog-Spravoçnik, Ministerstvo Kulturi Çeçenskoy Respubliki, GU Sentr narodnogo tvorçestva., Grozniy, 2008. MARGOŞVİLİ, Leyla Yusupovna., Mujskaya Odejda Veynahov (kontsa XIX-naçalo XX v.), KES, Tbilisi 1986. SERGEEVA, G.A., Odejda Naradov Dagestana i Çeçnii (po materialam Gosudarstvennenogo istoriçeskogo muzeya), KES, VI.M.,1976. KHANGOSHVİLİ, Nona (Tumi DİŞNİ)., Vainakh Art, Cezanne Printing House, Tibilis 2016, İSBN 978 9941 0 9088-2


hg

E

SAF KÜLTÜR YOKTUR !

l Sanatları, oldukça geniş bir yelpaze içinde çeşitlemesi olan geniş bir konudur. Genel anlamıyla, toplumların gereksinimlerinden, geleneklerinden, geçmişinden, mitolojisinden kısacası tüm kültürel değerlerinden beslenerek “el emeği” ile yapılan, estetik ve sanatsal arayıştan daha çok işlevselliğin ön planda tutulduğu tüm üretimlerdir. Yitik Kulenin bu sayısında Çeçen El Sanatları detaylı bir şekilde ele alınacak ve unutulmuş veya unutulmak üzere olan bazı kültürel değerler hatırlanmaya çalışılacaktır. Bu sayfalarda ilk olarak ele alacağımız konular arasında “At Eyerleri ve Koşum takımları” ile sonraki sayfalarda yer alan “Giyim Kültürü” vb konular sadece Çeçenlere has el sanatları olmayıp, aynı kültür coğrafyasında yaşayan bir çok kardeş Kafkas Halkının da benzer ve ortak değerleri arasındadır. Burada bazı konuları “Çeçen bakışı”yla tanımlamamız asla bir “sahiplenme anlamında” yorumlanmamalıdır.

Fotoğraf: Pazil Alilov

(İnternetten..)

YİTİK KULE /

40

Aslında, bir toplumun yapmış olduğu tüm üretimler kendi yaşantı tarzlarına uygun olarak şekillendiği gibi, esinlendiği ve beslendiği mutlak kaynakların arasında farklı toplumlarla kültürel birliktelik, komşuluk, ticaret, dinsel birliktelik, sosyal yaşantı benzerliği ve hatta savaşlar gibi tüm ilişkiler ağının bulunduğunu asla unutmamak gerekir. Diğer bir anlatımla gerçekte bir topluma ait olan kültürel değerler bütünü sadece tek ve milli bir kaynaktan beslenmez. Tüm bu ilişkiler ağının sonucunda şekillenerek kendi özgün tadına ve kimliğine kavuşur. Bu özgün değerlerle şovence ve kabaca gururlanmak yerine, insani bir kimlik olarak aynı olduğumuzu kabullenmek daha doğru ve gerçekçi bir yaklaşım tarzı olacaktır. Yandaki fotoğrafa baktığımızda bir genç kızı milli kıyafetleriyle, yerde görülen keçe yaygı üzerinde bir eyerin minderini dikerken görüyoruz. ilk anda fotoğrafta ki modelin bir Çeçen kızını temsil ettiğini düşünürüz. Haksız da sayılmayız aslında, gerçekte ise bu fotoğrafın kurgusunu yapan sanatçı fotoğrafta “bir Avar-Maarulal kızını” betimlemiştir. Fotoğraftaki tüm ayrıntılar kıyafet, baş örtüsü, eyer ve eyer minderi, hatta yerdeki keçe yaygı tümüyle Çeçen Kültür donelerine de uygundur. Ancak burada kıyafeti eyeri ayırt etmek çok güç olsa da konunun bir uzmanı olarak yerdeki keçenin motiflerinin tipolojik yapısından bir Çeçen “İsting”i değil de, Avarların “Burtina”sı olduğunu rahatlıkla söylemek mümkündür. Bu benzerlik temelde, yukarıda sıraladığımız ilişkiler ağının bir çoğunun Çeçen ve Avar Halkı arasında da varolmasından kaynaklanır. Denilebilir ki; Çeçen toplumuna (Vaynah’ın diğer iki kolu olan İnguş ve Bats’lardan sonra) Dünyadaki en yakın toplumlardan birisi de Avar (:Maarulal) lardır ve bu benzerliğe de şaşmamak gerekir. (E.Y.)


ETNOGRAFYA

TİYMİG

ÇEÇENLERDE AT KOŞUM TAKIMLARI “At’a asla özellikle de sağrısına vurulmazdı. Yetişkinler çocuklarına ata binme sırasında ilk öğrettikleri kural ona adeta ailenin bir ferdi gibi saygı ile yaklaşmaları ve asla vurulmaması idi. Binicinin elinde tuttuğu kırbacı (:Şed) sallayarak çıkardığı şaklama sesi atın kontrolü için yeterli oluyordu. Bu nedenle Çeçenlerde kullanılan kıbaçların ucunda bulunan iki küçük deri parçası şaklama sesi çıkarmaya yarardı. Bu kırbacın kullanımının da çok çeşitli sembolik anlamları vardı”

T

TİYMİGİŞ / AT KOŞUM TAKIMLARI At’ın daha fonksiyonel olarak kullanımını sağlamak amacıyla ilk çağlardan itibaren üretilen bu koşum takımları bölgesel ve kültürel açıdan da birçok işlevsel ve biçimsel farklılıklar taşırlar. Arkeologlar yaptıkları kazılarda, bu farklılıkların tespit edilmesini sağlayan ilgili birçok materyali ortaya çıkarmışlardır. Kazılardan elde edilen buluntulardan faydalanılarak eski çağlarda kullanılan koşum takımları hakkında rahatlıkla sağlıklı fikir sahibi olunabilmektedir. At’ın insanlık tarihindeki yerini göstermesi bakımından M.Ö. 1345 yılından kalan çivi yazılı tabletlerde Hitit Kralı II. Supililiuma’nın hizmetinde çalışan Mitanni'li Kikkuli'nin ortaya koyduğu at yetiştirme kuralları çok önemlidir. Kikkuli’nin atçılıkla ilgili bu metinleri günümüzde de özgünlüğünü hala korumaktadır.

ĞALLAŞ / GEM Atı sürmeyi sağlayan nesne Çeçenlerin “ĞALLAŞ” dedikleri gem’dir. Gem olmadan atın idare edilmesi ve sürülmesi mümkün olmazdı. Yaklaşık 6.000 yıldan beri At’ın sevk ve idaresinde kullanılan “Gem” başlangıçta sadece atın ağzına konulan ince, kısa bir deri parçasından ibaret olarak icat edilmişti. Bugün bile birçok halk gem’de burunluk, alınlık ve ağız demiri kullanmazlar. Anlaşıldığı üzere at binicileri ilk önceleri atı gem kullanmadan boynuna takılan örgülü bir ip ve küçük bir çubukla idare etmişlerdi. Daha sonraki dönemlerde kültürlere ve gereksinimlere göre bu tür araçlar değişik biçimler kazanmışlardır. Eski Türkçede “Oyan” adı verilen gem, birkaç temel parçadan oluşur. DÜRST / GEM DEMİRİ Gemin madeni kısmıdır. Çeçenler bu parçaya “DÜRST” adını vermişlerdi. Atın ağzına takılan bu madeni parça farklı biçimlerde yapılmaktaydı. Gem demirinin farklılığı aynı zamanda atın idare ediliş şeklini de değiştirmekteydi. Bu parça; “ağızlık”, ağızlık üzerinde bulunan “damak”, “suluk halkası” veya “suluk zinciri”, ağızlık ile dik olarak birleşen iki kol ve onların üzerindeki “başlık” ve “dizgin halkaları”ndan meydana gelmekteydi. Kafkasya’da yapılan arkeolojik kazılarda bulunan, M.Ö. 8. yüzyıla tarihlenen Meot dönemine ait bronz gem demirlerinden anlaşıldığına göre,

EROL YILDIR

41 YİTİK KULE /

arih boyunca insanın en yakınında bulunan sadık en yararlı hayvanlardan birisi de At’tır. Birçok kaynakta çeşitli belge ve buluntulara dayanılarak atın ilk olarak yaklaşık MÖ. 3500 yıllarında Avrasya bozkırlarında ehlileştirildiği ileri sürülür. Atın ehlileştirilmesi kültür ve medeniyetlerin gelişmesinde de önemli sonuçlara kaynaklık etmiş, birçok toplumun maddi ve manevi hayatına büyük etkisi olmuştur. Bu nedenle çeşitli kültürlerin el sanatları arasında olduğu gibi Çeçen toplumunda da GOVR adı verilen at ve TİYMİG denilen at koşum ve binit takımları büyük ve önemli bir yer tutar.


en azından 2800 yıl öncesinden beri Kafkas halkları “Birbirine bağlı iki parça demirden” yapılmış, Anadolu’da “Maraş gemi” olarak bilinen gemler kullanmaktaydı. Aslında benzer gem demirlerine İskitlere ait olduğu bilinen Altay Dağlarındaki “Pazırık Kurganları” buluntularında da tesadüf edilmiştir. Birbirine ortadan geçme halka ile bağlı iki parçalı Kafkas gem demiri atın ağzına acı vermeden binilmesini sağlıyordu. Başlık: esas kısmı teşkil eden “Yanak kayışları” ile “Burunsallık”, “Alınsallık” ve “Boğaz kayışları”ndan oluşmaktadır. URKH-ARHA / DİZGİN

YİTİK KULE /

42

Genellikle 110-120 cm uzunluğunda olan ve her iki ucundan Gem demiri halkalarına bağlanmış, iyi terbiye edilmiş sığır derisinden yapılan ve atın yönetilmesinde aks görevi yapan bir tür kayıştır. Binici tarafından genellikle sol elle ve yumruklanma biçiminde tutulurdu. Çeçenler meşinden yapılan gem dizginine “URKH-ARHA” adını vermişlerdi. GA / CULAR / YULAR: İpten örme ile yapılan ve başlıktaki burunsallık kısmına bağlanan ve bazen dizgin görevini de yerine getiren, Çeçenlerin “Ga” dedikleri bir araçtır. Yuların ortalama uzunluğu 120 ila 150 cm arasında değişirdi. Atın başından hiç çıkarılmaz, atın gemi takılı olsa da yular bağlı tutulurdu. At, gemle sürülürken yuların sapı eğerin ön kaşının sol tarafındaki bir halkaya veya topuza bağlanırdı. LÜYTA / ÜZENGİ Binicinin ayakları ile ata hakimiyetini sağlayan ve yularla birlikte onu yönetmeye yarayan, üzengi kayışıyla eyere bağlanmış parçalardır. Çeçenlerin “Lüyta” dedikleri üzengiler üzerinde üzengi kayışının geçirildiği “göz”, “üzengi kolları” ve binicinin ayaklarının yerleştirildiği “taban” kısımlarından oluşan metalden yapılmış bir parçadır. Taban biçimine göre “düz” veya “kazan” üzengi adını alır. Kafkasya’da “Düz” üzengiler yaygın olarak kullanılırken, Osmanlı döneminde Türk eyerlerinde, kenarları sivri ve biraz da keskince olduğundan aynı zamanda mahmuz da

görevi gören “kazan” üzengiler yaygın olarak kullanılmıştı. Osmanlı üzengilerine göre daha küçük yapılan Kafkas düz üzengilerinde taban kısmına bazı ailelerde var olan binicinin aile tamgasının da “ajur” tekniği ile oyularak süsleme yapıldığı bilinmektedir. Gerçekte Çeçen ve komşuları Kafkas halklarında üzengi kullanımının oldukça derin ortak kültürel yönergeleri bulunmaktaydı. Buna göre; Ata binme esnasında üzengiye ayak tabanını değil de ayakucunu koymak gerekir, Ata binenin yanında onun ata binmesine yardımcı olacak kimse yok ise; binici atın sol tarafında iken, mahmuzlar elinde olduğu halde, eğerin ön panelinden sol eliyle tutup sol ayağını üzengiye geçirir. Sağ eliyle eğerin arka panelini tutarak kendini kaldırır. Sağ ayağını atın üstünden diğer tarafa atarak eğerin içine yumuşak bir şekilde biner. Hemen sağ ayağını üzengiye geçirir, kendini biraz yukarı kaldırarak eğerin tam ortasını bulacak şekilde pozisyon alır. Binmesine yardımcı olacak biri varsa bu kişi yönünü ata dönerek sağ tarafına durur. Sağ eliyle mahmuzu atın çenesinin altından kavrar. Eğere çarpmamak ve atı yerinden kımıldatmamak için sol eliyle üzenginin hemen üstünden üzengi kayışını tutarak tüm gücüyle aşağıya doğru çeker. Böylelikle adam rahat bir şekilde ata biner. Bir kişiyi ata bindirmek ona verilen değerin göstergesidir Cenaze habercisi olarak yola çıkan atlı mahmuzu sağ elle, kamçıyı da sol elle tutar. O atın üstünde oturuş tarzıyla tanınır. At binmeden önce olsun, indikten sonra olsun, o her zaman atın sağında durur, üzengiye de sağ ayağıyla basarak ata biner. Attan inerken önce sol ayağını yere koyar ve daha sonra üzenginin içindeki ayağını indirerek yere basar. Bu durumda “soldan indi” dendiğinde bununla anlatılmak istenen atın sol tarafı değildir. Sol ayağıyla attan indiğidir. Yoksa iniş yönü her zaman sağ taraf olmalıdır.” ( Hezretaly, Kvics., “İyi At Kanatlı Kuş Gibidir”, Çeviren: Yeutykh Adnan Cankılıç , http://www.circassianworld.com/TR/Hezretaly.html ) ATASÖZLERİ

Tarık Cemal KUTLU / Noxçiyn Kicanaş

Dika din kiema, vuon din giema. (İyi at gemi, Kötü at tokmak)

-------------------------------------------------------------------------------Dika din dén duog, vuon din dén yuöxh jaarzuo. (İyi at sahibinin kalbi, Kötü at sahibinin yüz karası)


ETNOGRAFYA

GOVRAŞ

Resim: Erol YILDIR, Atlar serisi, t.ü.akrilik / 2015 / Saraybosna

ATLAR HAKKINDA BİRKAÇ KELİME..

K

aynaklarda yazdığına göre “Go-vir” kelimesi Urartu metinlerinde dağ eşeği (veya atı?) karşılığı kullanılıyordu. Günümüz Çeçen dilinde “at” karşılığı kullanılan “Govr” kelimesinin bu kelimeden türediği ileri sürülür. Aynı zamanda, Çeçence’de “eşek” kelimesi karşılığı kullanılan “Vir” kelimesinin varlığı bu iddiayı doğrulamaktadır. Çeçencede at karşılığı kullanılan diğer bir kelime ise “Din”dir. Bu konuda gerçek olan bir şey varsa o da Çeçenlerde At” ve “atçılıkla” ilgili çok zengin bir kültürel birikimin varlığıdır. Çeçenler yakın zamanlara kadar atla ilgili bu donelere hayatlarında yer veriyor ve ilgili kelimeleri kullanıyorlardı. Günümüzde hayatımızdan çıkarak köşesine çekilen atın ve ona ait kültürel birikimin artık pek kullanılmayan kelimelerinden bazılarını “en azından unutulma ihtimaline karşı” burada hatırlatmakta yarar var.

Buna göre; Atın koşu şekillerinden Türkçede “adeta” adı verilen kendi halinde yavaş yavaş yürümesinin Çeçence karşılığı “YİALAR” idi. Atın “tırıs” denilen “kısa adımlarla hızlı yürüyüşü veya koşarcasına gitmesi” anlamında “YORT” kelimesi kullanılıyordu. Tırısa benzeyen bir koşu tarzı olan “rahvan” gitmenin karşılığında “YAM” kullanılırken, atın en hızlı şekilde koştuğu “dörtnala” kelimesi karşılığına ise “YORG1A” deniliyordu. Atın kişnemesinin karşılığı “TERSA” idi. Uzun kirpiklerine “ŞAD”, alınlarında yer alan beyaz benek ise “SEK” adını almıştı. Atın en zarif ve gösterişli yeri olan yelelerine “KXİES”, yelelerin düştüğü kaslı omuz başına “MUNDA”, göğsüne “GA”, toynaklarına “BERG” denilirken toynaklarının üzerine düşen tüylere ise “KARS” deniliyordu. Atların nal seslerine “DUR”, yılkı denilen sürüsüne ise genel anlamda “REMA” deniliyordu.

EROL YILDIR

YİTİK KULE /

43


ETNOGRAFYA

NÜYR

çeçenlerde eyer kültürü “ Govrakh latan ca vakhnarg nüyrakh lietta” Atıyla kavgadan korkan eyer ile boğuşur. ÇEÇEN ATASÖZÜ

NÜYR / EYER :

YİTİK KULE /

44

Atların üzerine binmek ve rahatça oturabilmek için hayvanın sırtına uygun bir şekilde yapılmış oturmalıktır. At binit takımlarının en gösterişli ve önemli parçasıdır. Kafkas Halklarının tamamına yakınının, kökenleri tarih öncesine dayanan bir geleneğin devamı olarak, biçim ve işlevsellik açısından ortak bir anlayışla yaptıkları ve Türkiye’de genel olarak “Çerkez eyeri” denilen bu eyerlere Çeçenler “NÜYR” adını verirler. Çeçen Eyerleri, bölgedeki diğer kültürlerde de farklı türlerine rastlanılan “Kaltaklı Eyerler” grubuna girer. Ancak ahşap kısımlarındaki ayrıntılar ve “Eyer minderi” gibi bazı farklılıklar, bu eyerlerin özgün ana karakterini oluşturur. Çeçen Eyerini oluşturan ana öğeleri şu şekilde sıralamak mümkündür. HIÖ (NÜYRDEÇİG) / KALTAK Eyerin ana unsurunu teşkil eden ve Çeçen dilinde “HIÖ” denilen kaltak, “Özengilik” denilen iki yan parça üzerine yerleştirilen ve ona önden ve arkadan birleşen dört adet ahşap

kısım (eğer kaşı) ile bu parçalara -özengiliğe paralel olarak- yerleştirilen sırt (makat) parçalarından oluşur. İki adet ahşap özengilik parçası, atın eğerden rahatsız olmasını en aza indirgediği kadar, bağlama kayışlarının da eğere tutturulmasında büyük bir işleve sahiptir. Kaltak yapımında genellikle hafif ve dayanıklı kayın, gürgen ve meşe gibi kuru ağaçlardan yararlanıldığı bilinmektedir. Ahşap iskelet kurulduktan sonra üzerine ince bir işçilikle meşin-sahtiyan kaplanır. Kaltağın gövdesine Zahma kayışı, Eteklik bağları ve Terki bağları gibi kayışlarının bağlantı gizleme kulakları yapılır. Çeçenler tarafından at’a gösterilen önem ve hassasiyet, eyerlere de aynen gösterilirdi. Böylece eyer, kullanan kişinin sosyal göstergesine de dönüşürdü. ĞIEAYBA (NÜYRĞAYBA) / EYER MİNDERİ: Çeçen eyerlerinin en orijinal parçalarından birisi, “Ğıeayb” dedikleri ortasından boğulmuş bir yastık şeklinde içi geyik kılı veya tiftikle doldurulmuş, deriden yapılma eyer minderidir. Minderin dikiş yerleri sırma şerit ve “çimçırg” denilen kaytan şeritle kapatılır. Bu minderler, eyer kaltağının üzerine konulduğunda diğer toplumlarda kullanılan eyerlere

EROL YILDIR


nazaran binicisine daha yüksek ve dik bir oturuş şekli sağlıyordu. Bu da biniciye, at üzerinde hareket kabiliyetini artıran bir kullanım kolaylığı sağlıyordu. Çeçenlerin savaşlarla dolu geçmişinde eyerin bu işlevselliği süvarilere özellikle kılıç kullanımı sırasında büyük avantajlar sağlamıştı. TALBA / TEĞELTİ:

45 YİTİK KULE /

Çeçen eyerlerinin orijinal parçalarından birisi de, kaltakla eyer minderi arasına yerleştirilen ve kalınca bir keçenin üzerine deri kaplanmasıyla oluşturulmuş “TALBA” dedikleri teğelti’dir. Eyer minderinin kaymasını önleyen ve sürücüye daha rahat bir oturuş sağlayan teğelti, farklı eyer türlerinde kaltağın altına konulmak üzere tasarlanmıştır. Anadolu’da yapılan Osmanlı eyerlerinde “Kom” denilen iki keçe parçadan oluşan teğelti, bu parçanın arka uçlarına Sağrı örtüsü teğellenerek dikildiği için bu adı almıştı. Teğeltinin başlıca görevi kaltağın hayvanın sırtında herhangi bir yara açmasını önlemekti. Eski Türkçede bu parçaya “Eyrim” veya “Yuna” da deniliyordu. Altay Dağlarında MÖ.4. yüzyıla ait Pazırık kurganlarında çıkan “Hayvan mücadelesi sahneli aplike keçe eyer” sadece bu parçadan oluşmaktaydı. Çeçen eyerler-


inde ise kaltağın altına konulan Terlik denilen keçe örtü aynı işlevi gören bir parçaydı. Çeçen eyerlerinin diğer önemli parçaları ise tüm eyer türlerinde ortak olarak kullanılan öğelerden oluşuyordu. İÇMİK / TERLİK; Türkçe ter keçesi veya Belleme denilen ve hayvanın sırtından akan teri toplayan bir parçadır.. Teğeltinin deri kaplanmadan sadece keçeden oluşturulması halinde “İçmik” adı veriliyordu. Bu parça, üzerinde yer alan bağlama kayışlarıyla eyerin ön ve arka kaşlarına sıkıca bağlanarak kullanılmaktaydı. Bu keçe aynı zamanda hayvanın üşümesini de engellerdi. GOAIN ĞOLLAR / SAĞRI ÖRTÜSÜ

YİTİK KULE /

46

Türkiye’de bazı bölgelerde “Filik” keçesi denilen ince keçeden yapılmış bir örtüdür. Çeçenler, “Goaın Ğollar” dedikleri bu örtüyü, “GOVRA İSTANG” adını verdikleri ve en iyi cins tiftik kullanarak ürettikleri üzeri nakışlı keçeden yapıyorlardı. Genellikle 34-40 x 75-80 cm boyutlarında olan bu örtü özellikle soğuk günlerde atın sağrısına örtülmekteydi. Sağrı örtüleri süslemesiz ise genel olarak “PİES” adı verilmekte idi.


Eyer’in kaymasını önlemek amacıyla hayvanın kuyruk dibinin altına takılan bir parçadır. Çeçenlerin “MULGA” dedikleri kuskunlar genellikle normal ve eklemli kuskun olarak iki çeşitti. Eklemli kuskun türünün bilhassa Osmanlı eyerleri için büyük bir önemi vardı. BUHKA / KOLAN Eğeri ata bağlayan uzun ve enlice bir kayıştır. Çeçenler, kalınlığı eni 6-7 cm, ortalama uzunluğu 160 cm civarında olan bu kayışı genellikle deriden bazen da yün iplerle örme olarak yapmaktaydı ve kolanların sırtta kullanılanlarına “BUHKA” adını vermişlerdi. Kolanlar, uçlarındaki halkalar vasıtasıyla birleştirilmekteydi. Kolanlarla birlikte kullanılan diğer bir bağ olan “kayasa” kayışları, kolanın sol tarafındaki kapalı kısımda bulunan halkaya takılır, kolanın uçlarındaki halkalardan geçirilerek kolana sıkıca sarılırdı. Atın bu şekilde kolanlanmasına “Aşırma Kolan” deniliyordu. Eski Hun toplulukları bu şekilde yapılan kolanlara “Tapkur” adını vermişlerdi.

GARS / GÖĞÜSLÜK: Eyerin ön kayışıdır. Ön kaşlara takılan iki kayış, atın omuzları üzerinden geçirilerek göğüste birleştirilirdi. Bu birleşme yerinde, üzeri genelde savatlı veya “MAHKARİ” işlemeli altın veya gümüş metal bir toka bulunurdu. Çeçenlerin “GA veya GARS” adını verdikleri göğüslük, yokuşlarda eyerin sağrıya doğru kaymasını önleyen ve eyer takımının en gösterişli kısmını oluşturan bir parçaydı. YUKH / ETEKLİK; Anadolu’da “Depingi” de denilen bu örtü, kaltağın yan taraflarında bulunurdu. İçi ince keçe ile kaplanmış meşin (deri) eteklerin kenar kısımları fitillerle ve püsküllerle süslemeli olarak imal ediliyordu. Çeçenlerin “YUKH” dedikleri etek, eyere oturan kişinin bacaklarının kolan ve zahma kayışlarına değerek rahatsız olmasını önleyip, aynı zamanda eyere estetik bir güzellik de katardı. Çeçen koşum takımları ve eyer kültürünü tamamlayan diğer parçaları ise “LAN” denilen ve kendine has bir şekli olan “Nal”lar, “DÖXLOTSA” denilen boyunduruk halatı, “TION” denilen alınlık zırhı, “YATSXA” denilen örme çoban kırbacı ve “ÇUHKA”denilen köstek ipi şeklinde sayabiliriz. Yine; Eşek (VİR) ve Katır (B1ORZO) türü hayvanların sırtına vurulan semerlere Çeçencede “KOJ” adı veriliyordu.

Not:

Bu yazının bir benzerini, editörlüğünü yaptığım ve sevgili arkadaşım Avukat İhsan Berkhan’ın da özverili desteğiyle yayınlanan “Tarık Cemal Kutlu Armağanı” kitabında (2009), daha sonra da değerli arkadaşım Dilek Burak’a ait “Loh Burak Ailesi” adlı kitapta (2014) yayınlamıştık. Yazıda geçen ve eyeri oluşturan parçaların Çeçence karşılıklarını rahmetli Tarık Cemal Kutlu’dan öğrenmiştim. Tekrar bir ifadeyle, eyerle ilgili yazılı kaynak –hala- ne yazık ki hemen hiç yok. Daha birçok konu gibi eyer hakkında da çok detaylı bilgileri olan insanlarımızın olması da bir şeyi değiştirmiyor. Sonuçta yazıya dökülmeyen her bilgi günden güne kültür dünyamızdan da bir parça kopararak kaybolup gidiyor. Çeçen kültür dairesine giren bir perspektiften, yazıyı yeni düzeltmelerle bu çalışmada tekrar yayınlamayı uygun buluyorum. E.Y.

47 YİTİK KULE /

MULGA / KUSKUN;


ETNOGRAFYA

VORDA ÇEÇEN ARABASI YA DA UNUTULMUŞ BİR TAŞIMA ARACI

YİTİK KULE /

48

Ç

eçenler, 1865’li yıllarda Daymohk’tan Osmanlıya yaptıkları göçler sırasında bugün bile Anadolu’da özellikle Eğe ve Trakya bölgelerinde izlerini tespit ettiğimiz “parmaklı ahşap tekerlekli” arabalar kullanmışlardı. Eğe bölgesi ve civarında bu tür arabalara halk arasında hala “Çeçen arabası” denilmesi de bu gerçekten kaynaklanmaktadır. Aslında diğer Kafkas Halkları arasında da oldukça yaygın kullanımı olan bu tür araçların yapımında “DZUMSUOY” adında bir Çeçen boyu o kadar ustalaşmışlardı ki tüm Kafkasya’da onlara sipariş vermekteydi. “DZUM” arabanın demir aksamnını hazırlama kökünden türemişti ve boy adları Çeçencede “Araba üreticileri” anlamına geliyordu. (bknz. T.Cemal KUTLU., Çeçen Direniş Tarihi, s.38)

Yakın bir geçmişe kadar varlığını sürdürerek motorlu taşıtların yaygınlaşmasıyla artık tüm dünyada olduğu gibi Anadolu’da da etnografik bir malzemeye dönüşen bu tür arabalar, ahşap kamayla tutturulmuş iki parçalı tekerlekleri olan “kağnı” türü taşıtlara göre göç gibi uzun mesafelerin kat edilmesinde daha uygundu. Çeçen arabalarının en önemli karakteristiği, dönemin diğer payton türü arabalarına göre çok daha dayanıklı olmasıydı. Aynı zamanda daha çok yük taşıma alanı ve düz oturma platformu, bu araçların motorlu taşıtların gelişine kadar yaygın olarak kullanılmasına sebep olmuştu. Ancak tekerlerinin yapısı daha kaba ve sağlam olan kağnılar Anadoluda yaygın olarak kullanılmaktaydı.

EROL YILDIR


Bu arabalar günümüze kadar ulaşmasa bile, onlara ait parçaların isimleri Çeçen dilinde hala varlığını korumaktadır. Buna göre; Çeçence’de bu arabalara genel olarak “VORDA” denilmekteydi. Arabaların kağnıya benzer iki tekerli ve arkası açık olanlarına ise “ĞUDALKH” deniliyordu. Çeçencede arabanın ana gövdesine “KOVRA” denilirken (“Kovra” aynı zamanda araba kervanlarına da denilmekteydi), arabaları oluşturan önemli parçalardan tekerleğe “Ç1URG”, tekerleğin parçalarından birisi olan göbek parçasına “THAMST”, yağlanan kızak kısmına “RETİNGA”, aks düzeneğine “SEMA”, aks demirine ise “AARÇ” adı verilmişti. Arabanın üzerini örtmek için yarım daire şeklinde metal veya ahşap iskelet yapıya genel olarak “DO” denilirken, At, öküz veya manda gibi çekici hayvana vurulan boyunduruk ise “GOMAT” adını almıştı. Kaynaklardan edindiğimiz bilgilere göre Çeçenler, göçten önce anavatanda muhtemelen savaşlar sırasında Ruslardan alınmış Avrupai tarzda “PAYTON” tipi arabaları da kullanmaktaydılar.

Bir zamanlar Türkiye’de Çeçen arabaları olarak tanınan bu araçların günümüze kadar ulaşamadan unutulmasının başka bir nedenini ise özellikle de tekerlek ve aks sistemlerini yapan ustaların az olmasına veya yetişmeyişine bağlamak mümkündür. Böylece, göçle birlikte getirilen ve bir süre kullanıldıktan sonra eskiyerek terk edilen bu arabaların yerini, yapımı daha kolay olan ve yerli ustaları rahatlıkla yeni yaşam çevrelerinde bulunabilen kağnılar almış olmalıdır. Gerçekte Çeçenler kağnı benzeri bu tür araç yapımını da bilmekte idiler. Ancak bu araçları kısa mesafelerde odun, tomruk ve taş gibi ağır yük taşımakta kullanmaktaydılar.

“ ..Yahut, dışarda acı bir soğuk, bulvarı ustura gibi yalar geçerken, odada, radyoyu açmış çaylarımızı içiyor; konuşuyoruz: “ Ben iki günde bir Ç...’ya geçerdim. Denizin kıyısına bir iskemle atar balık tutardım. Denizli memleket başkadır vesselam.” Yahut da romantik bir çocuk melankolisi içinde: “Gece hiç çeçen arabasıyla Anadolu’da dolaştınız mı? Çekirgeler cırk cırk ederler. Arabacı hep susar.” Ve eliyle işaret ederek: “ Beygirlerin kulakları da böyle sallanır.” ... Attila İLHAN., Abbas Yolcu., “Bölüm 6 - Mahel’in Arkadaşı” sayfa: 117. Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları : 2001, İstanbul 2004.

49 YİTİK KULE /

Bu tür arabalar yapıldıkları ana ahşap malzemenin metale göre dayanıksız olması ve uzun yıllar boyunca kullanılıp eskitilmelerine rağmen yeniden üretilmemesi sonucunda doğal olarak örnekleri de günümüze kadar ulaşmamıştır.


KRONOLOJİK TARİH

MİSYONER, BİLİM ADAMI ve SANATÇILARIN ÇEÇENYA’yı KEŞFİ Kronolojik bir bakış

VII.

YİTİK KULE /

50

Yüzyıl. / Bizanslı ve Gürcü misyonerler Vaynahlara Hristiyanlığı benimsetmek için Çeçenya’ya ulaşmışlardır. • X. Yüzyıl ./ Abhaz ve Bizanslı misyonerler İnguşetya ve Batı Çeçenya’da Hristiyanlığı yayma faaliyetlerinde bulunmuşlardır. • 1475-1476 / Venedik elçisi Ambrossi KANTARİ’nin Çeçenya ve Kafkaslardaki keşif gezisi. • 1628 / Friça ve Gerold adlı iki araştırmacı Çeçenya’da gümüş ve bakır madenlerini aramak amacıyla gezi yapmışlardır. • 1629 / Terki kalesinde yaşayan Ruslar Argun’un kaynağındaki Malkhoy ve Assa kaynağındaki Galgay topluluklarından kurşun satın almak amacıyla Çeçenya içlerine keşif gezisi yapmışlardır. •1647 / Evliya Çelebi Kafkasya’ya seyahatlerde bulunmuştur. Ancak Çeçenya’ya uğradığına dair kesin bir bilgi yoktur.

SELAHATTİN BOLAT

• 1653 / Astragan yöneticisi İ.V.PRONSKİ, Moskova’ya gönderdiği keşif raporlarında Çeçenya’da sadece Karabulak ve Malgobek civarında değil asıl petrol kaynaklarının Sunja bölgesinde olduğunu belirtmiştir. (Karabulak adı doğal petrol kaynaklarından dolayı Kumukça “Kara pınar” anlamına gelmektedir ve Grozniy henüz o yıllarda kurulmamıştır) • 1717 / Dr.Gotlib ŞOBERİ, Terek ve Greben bölgelerinde mineral kaynaklarını araştırmıştır. • 1768-1774 yılları/ Rus Bilim Akademisinde çalışan Alman botanikçi, psikolog ve kaşif Samuel Gottlieb GMELİN, doğal tarih araştırmaları için Doğu Çeçenya ve Hazar kıyılarında çalışmalar yapmıştır. Bu araştırmalar sırasında Derbent’te Kayitag emiri Hamza’ya esir düşmüş ve orada 29 yaşında iken ölmüştür. • 1770 / Rus Bilimler Akademisinden Akademisyen GULDENŞTEDT, Stariy Yurt’taki mineral kaynaklarında araştırmalar yapmıştır.


Grozniy’den çıkarılan petroller alışverişte kullanılmaya başlamıştır. • 1829 / Ünlü şair Aleksandr S.PUŞKİN, Kafkasya’da bulunmuştur. • 1830 / Ünlü Şair A.İ.POLOJAEV piyade er olarak Çeçenlere karşı yapılan savaşlara katılmıştır. “Germançuk Mezarı” şiirini burada yazmıştır. • 1830-1834 / “Ammalat Bek”in dekabrist yazarı A.A.BESTUJEV (MARLİNSKY) Çeçenya’da bulunmuştur. • 1840-1845 / K.İ.PURUŞANOVSKY, Çeçenyada bulunmuş ve Dargi savaşına katılmıştır. • 1840 / Mihail Yuriyeviç LERMONTOV, general Galiyefin emrine Çeçenya’ya sürgüne gelmiştir. • 1847 / Dr.N.İ.PRİGOV, Çeçenyada bulunmuş ve Salti savaşına katılmıştır. • 1851 / L.N.TOLSTOY, Çeçenya’da bulunmuş, bir süre Dövkarevla’da Çeçen aileler arasında yaşamıştır. •1861/ İ.BARTOLOMEY “Çeçen Alfabesini hazırlamıştır. •1872 / Etnoğraf U.LAYDAEVA Çeçenlerle ilgili araştırmalar yapmıştır. •1856-1929 / Kafkas-Rus savaşlarının büyük ressamı F.A.RUBO (Ruboault) yaşamıştır.

50 ve 51. sayfa resimleri : Polonyalı Ressam Alfred Wierusz KOWALSKİ ‘ye (1849-1915) aittir.

51 YİTİK KULE /

• 1791-1803 / Rus bilim adamı P.G.BUTKOV bilimsel araştırmalar yapmak amacıyla Çeçenya ve Kuzey Kafkasya’da bulunmuştur. • 1793 / Ünlü akademisyen PALLAS bilimsel çalışmalar yapmak amacıyla bölgeye gelmiştir. • 1810 / Rus Bilimler Akademisi üyesi H.H.STEVEN bölgede araştırmalar yapmıştır. • 1816-1875 / “Çeçen Dili” adlı orijinal eserin sahibi olan Pötr Karloviç USLAR Çeçenler arasında yaşamıştır. 1862 yılında Çeçence üzerine yaptığı araştırmalar sonucunda bu eserini yazmıştır. • 1818 yılında Sunja havzasındaki petrol yataklarının hakimiyetini de ele almak üzere Ruslar tarafından GROZNİY kalesinin kurulması tamamlanmıştır. Çeçenya’da ilk petrol kuyuları kalenin kuruluş yıllarıyla birlikte açılmaya başlamıştır. Ruslar bölge petrol rezervleri hakkında bilimsel çalışmalar ve tespitler yapmışlardır. Kafkas hattı başkumandanı A.A. VELYAMİNOV ve acımasız General YERMOLOV un bölgenin yerlileri olan Çeçen köylerini imha ederek, katliamlar yaptıkları bu yıllarda Çeçen petrolleri de çıkarılmaya ve Mozdok’a götürülmeye başlanmıştır. • 1823 / Mozdok’ta ilk petrol rafinerisi ve petrol işleme tesisleri kurulmuş, petrol sevkiyatı yapan makinalar geliştirilmiş ve DUBİNİN tarafından


değerlerimiz

KEMAL KUTLU ORMANCI BİR KARİKATÜR USTASI

1919

YİTİK KULE /

52

Yılında Kahramanmaraş’ın Göksun ilçesi Çardak kasabasında doğmuştur. Hem yetim hem de öksüz olan babası Mahmut, 1800’lü yılların sonlarında Kuzey Kafkasya’dan Ruslar tarafından Osmanlı İmparatorluğu’na zorunlu göçe tabi tutulan Çeçenlerle beraber, halasının yanında Çardak’a yerleşmiştir. Babası Mahmut Bey, Almanların Pozantı-Malatya tren inşaatında kurmuş oldukları Alman şirketinde posta elemanı olarak işe alınmış ve burada uzun yıllar çalışmıştır. Babası Mahmut’un bu işe alınmasında, Almanların bu gün Nur Dağları adıyla bilinen (Gavur Dağları) AdanaGaziantep-Kahramanmaraş illeri üçgeninde yer alan bölgedeki kurulu bir şantiyenin dışında bulmuş olduğu ve bir Alman mühendisin kaybettiği altın köstekli saatini şantiye görevlilerine teslim etmesi önemli rol oynamıştır. Daha sonra babasının yanında Malatya’ya da gidip-gelen Kemal Kutlu, bu süreçte Avusturyalı bir mühendisin oğlu olan Kurt’un yakın arkadaşı olmuş, Avusturyalı aile Kemal’i de kendileriyle Avusturya’ya götürmek istemiş ancak Kemal’in Annesi Zeliha’nın (Baci) gönlü ilk çocuğundan ayrılmaya razı olmamıştır.

Daha sonra Göksun’da ilkokulu bitiren Kemal Kutlu, Kahramanmaraş’ta Ortaokulu bitirmiş ve burada girdiği Orman Mektebi Sınavı’nı kazandığını Cumhuriyet Gazetesi’nden öğrenerek tek başına Bolu Orman Okulu’na giderek yatılı olarak orada dört yıl okumuştur. 1940 yılında Bolu Orman Okulu’ndan mezun olan Kemal Kutlu 30 yıllık çalışma hayatında Hatay, Göksun, Balıkesir/Bigadiç, Tunceli, Elazığ ve Malatya’da Orman Bölge Şeflikleri görevlerinde bulunmuştur. Çardak’tan İslam kızı Şaziye Hanımla olan evliliğinden Oğuz ve Selçuk adında iki oğlu, Tülay ve Feray adında iki kızı olan Kemal Kutlu, görevi sırasında kendi meslek dergisi olan “Yeşil Türkiye” dergisine sürekli olarak “Orman” temali karikatürler yaparak kara mizah yoluyla yapıcı eleştirilerde bulunmuştur. Karikatürlerinin oluşturduğu hiciv gücü dönemin siyasetçi ve bürokratlarınca yakından takip edilmiştir. Bu dergida yayınlanan karikatür sayısı 100’den fazladır. Emekliliğinden sonra yerleştiği Adana’da “Doğada Yaprak Dökümü-1 ve 2” adlarıyla iki karikatür sergisi de açan Kemal Kutlu 2002 yılında vefat etmiştir.

EROL YILDIR


53 Kemal Kutlu aşağıda yer alan kariktürlerinin ilkinde “Burdur’da sevdiği kızı kaçırmak için ormanı yakan” bir kişi ve kaçırdığı kızı illüstratif anlayışla çizerken alt yazıda “BİZİM NERON” diyerek konunun hiciv özünü verir. İkinci kariktür ise orman kesimine karşı gösterilen adeta bir isyanın göstergesidir. Karikatürde ormanın olduğu istikameti gösteren yön tabelası bir “balta”dır.

YİTİK KULE /

Kemal Kutlu, Türk Karikatür Sanatı Tarihinde adı geçmese de bu alanda örneklerine çok az rastladığımız bir tarzda “mesleki konularının dışına çıkmadan” özgün eserler veren istisnai bir sanatçıdır. Eserlerinin sadece onun iş hayatında ve yaşadığı çevresinde tanınarak dar bir çevrede kalması Kutlu’nun hırstan azade mütevazi kişiliği kadar, kişisel karikatür anlayışının, Türkiye’de artık çok az rastlanan tenkit, ironi ve hiciv üzerine kurulmasından da kaynaklanmıştır. Onun karikatürleri, Türkiye’de onlarcası yayınlanan mizah dergilerindeki gibi yüzlerce sanatçının içine düştüğü: “sadece gülmeceyi ön plana alarak cinsellik ve politik göndermelere dayanan” espiri anlayışına hiç benzemez. Mesleki bir sorumluluk bilinceyle ele aldığı çizimlerinde başlıca konusu “Ormancılık ve plansız, izinsiz ağaç kesimi”dir. Kutlu’nun bu konuda yüzlercesini çizdiği özgün eserlerinin temeli engin ve ileri görüşlü derin bir tecrübeye dayanır. Güldürürken düşündüren, çizgilerle verdiği mesajının doğruluğu ile insanda sosyal bir bilinç uyandıran eserleri bu özelliği ile güncelliğini asla yitirmeyecektir.


YİTİK KULE / 54


İLERİ GÖRÜŞLÜ BİR RESSAM

Yukarıdaki fotoğraflar, Kemal Kutlu’nun 1991 yılında Adana’da Sakıp Sabancı Kültür Merkezinde açmış olduğu “Doğada Yaprak Dökümü” adlı sergiden iki anı yansıtmaktdır. (Kaynak: Doç.Dr. Oğuz KUTLU)

55 YİTİK KULE /

Kemal Kutlu’nun (yan sayfada yer alan ) karikatürlerinden birisinde; “Dünyayı keşfe gelen uzaylıların kesilmiş ormanları görerek -YOK OLMUŞ BİR MEDENİYETİN İZLERİNE RASTLADIK- diye mesaj çekmelerini, dünyadaki ağaç kıyımını ironik bir gerçek halinde yansıtmasını acı bir gülümseme ile izleriz. Yine, “ormanın tamamını kestikten sonra dağın tepesinde kalan tek ağacı da -devlete bırakalım- diyen köylünün insafını mizahi dille aktaran Kemal Kutlu, “SON YAPRAK” alt yazılı karikatüründe kişisel deneyimleri sonucunda ormanın ve fidanların başlıca düşmanı olarak gördüğü “kara keçi”lerin zararlı oldukları kadar adeta ne kadar zeki olduklarına da dikkat çeker. Kutlu, yukarıda yer alan iki karikatüründe de aynı konuya farklı açılardan mizahi bir dile yaklaşır. Ağaç kesmenin aynı zamnda bir cahillik olduğunu ortaya koyduğu “OKUMA MERAKI” altyazılı eserinde, kestiği ağacın üzerindeki “Yaş kesen baş kesen” yazısını okumaya çalışan köylüyü hicveder. Yukarıda verdiğimiz ikinci eserinde ise Kutlu, “Orman manzarasını resimleyen bir ressamın, ağaçları kökten kesilmiş olarak çizerken” gösterdiği karikatürün altyazısında “İLERİ GÖRÜŞLÜ BİR RESSAM” yazmaktadır. Kemal Kutlu, muhtemeldir ki (karikatürü çizdiği ) 1980 li yıllarda mesleki açıdan büyük bir endişe duyduğu ormanların yok oluşuna karşı duramamanın umutsuzluğunu yaşıyor gibidir. Kemal Kutlu, ne yazık ki Türkiye’de kadri bilinmeden, alanında tanınmadan unutulup giden birçok sanatçıdan birisidir. Herşeye rağmen Kemal Kutlu’nun “yapmacıksız ve çıkarsızca” çizdiği özgün karikatürleri, bizim gibi onu tanıma bahtiyarlığına erişip hayırla yad edenlerin hafızalarda daima yer alacaktır.


HALK BİLİMİ

düozal ÇEÇEN AİLESİ ( 1. BÖLÜM )

D

YİTİK KULE /

56

üozal denilen aile yapısı, Çeçen halkının sosyolojik açıdan adeta kültleşmiş temel taşıdır. Her birey, hayatı boyunca yaptığı her işte, attığı her adımda ailesinin rızasına uygun olmayı, onları onurlandırmayı temel hedefleri arasına yerleştirirdi. Halkın beklenti ve beğenisine uygun davranış şekilleri kökeninde büyüklere, yaşlılara, akrabalara saygı ve sevgi esası olan bir terbiye sistemi ile biçimlenirdi. Çeçen aile düzeninde temel değerlerin korunması ve yeni nesillere aktarılması, her bireyin eşit tutulduğu bir psiko-eğitim anlayışıyla, geleneklere bağlılık, anadile olan sevgi, halkın temel ahlaki (GILLAKH) değerlerine uygun bir hayat anlayışının verilmesi ile şekillenirdi. Çeçen aile düzeninde her bireyin yapması gereken görev ve sorumluluklar çok net bir şekilde belirlenmiş ve toplumun tüm fertleri tarafından tartışılmaz şekilde kanıksanmıştı. Bu tanımlanmış ve kabul görmüş temel sorumluluk ve davranış normları tüm Çeçen aileler tarafından bilinir ve kendi bireylerine de aynen aktarılırdı. Bu nedenle bir Çeçen konuşmasa dahi, davranış ve hareketleriyle milli bir duruş, ifade ve tepkisel farklılığını ortaya koymaktaydı. YAŞLILARIN KONUMU Çeçen aile düzenin temel eğitiminde “Yaşlılara saygı” büyük bir öneme sahipti. Buna göre, çocuklar anne ve babalarına öncelikle olmak üzere tüm büyüklere karşı saygı ve itaatle yaklaşmalıydı. Çocukluktan itibaren başlayan bu saygı tutum ilerleyen yaşlarda da artarak devam eder sonuçta “yaşlılar” toplum tarafından sosyo kültürel açıdan en saygın konuma yerleştirilirdi.

Hiçbir zaman yaşlanmış birisinin ailesi dışında başka bir yerde yaşamak zorunda kalmasına izin verilmezdi. Bir Çeçen ailesi için yaşlılarının bakıma muhtaç olarak başka bir yere terkedilmesi utanç verici bir durumdu. Yaşlılara verilen bu özen Çeçenlerin antik çağlardan beri uyguladıkları sabır, sevgi, bağlılık ve saygı göstergesinin sonucunda adeta yazılı olmayan bir kanun gibi şekillenmişti. Öyle ki; bir Çeçen için ana babaya, ya da tüm yaşlı aile büyüklerine karşı göstermesi gereken bu gösterge en onurlu görevlerinin başında gelirdi. Bu tür saygınlık ve özel önem, sadece kendi ailesinin değil, akrabaların ve toplumun diğer yaşlılarına da gösterilirdi. Yaşlılara karşı yapılan konuşma tonu, mimik, bakış ve duruş pozisyonları gibi temel saygı hareketleri bulunmaktaydı. Bir ailede en yaşlı bireyin etrafında oluşan geleneksel yaşantı alanı oluşurdu. Çeçen Yaşlılarının toplum içerisindeki yaşantıları ise asla bir köşeye çekilerek atıl durumda beklemek şeklinde olmazdı. Yaşanılmış tecrübelerini, bilgi ve ustalıklarının olgunlaşmış birikimleri sonucunda, adet ve ahlaka aykırı olarak gördükleri her olaya müdahale ederek tepkilerini ortaya koyarlar ve bu tepkiye muhatap olanlar tarfından da çoğunlukla dikkate alınırlardı. Çeçen akrabalık ilişkilerinde yaşlılığa dayalı bir kıdem sistemi vardır. Aile ile ilgili her konu öncelikle yaşlılara danışılarak ele alınır. Yine aile içinde oluşan her tür sorunun ilk çözüm yeri de ailenin büyüklerinden oluşan toplantılarda ele alınır. Tüm bu sebeplerden dolayı (genelde Kafkas toplumlarında da olduğu gibi) Çeçen yaşlıları yaşamlarının sonuna kadar huzurlu, güvenli şekilde daha uzun ve mutlu bir ömür sürmüşlerdir.

EROL YILDIR


Çeçen ailesi, “XHÂŞA” denilen misafirleri kabul etmeyi adeta bir ibadet etme algısıyla tabu haline getirmişlerdi. Misafir kabul etmekten asla kaçınmayan aileler bunu bir onur sayarak imkanları ölçüsünde ellerinde ne varsa masaya getirip paylaşıma açarlardı. Çeçen ailesinde misafirsiz geçen bir gün neredeyse hiç olmazdı. Bir çok toplumda benzerleri olduğu gibi Çeçenlerde de evin bir odası “ODİÇU”misafirler için ayrılmıştı. Günümüze kadar izleri devam eden eski bir Çeçen adetine göre misafirlerin evde beğendiğini söylediği veya beğenisini belli ettiği bir alet veya eşya, değerine bakılmaksızın ayrılırken ona hediye edilirdi. Genel bir anlayış olmasa da; bir Çeçen genci karakterinin bir yansıması olarak misafir olduğu evin evlilik çağındaki genç kızlarına asla karşı bir cins gözüyle bakmaz ve onları artık kendi kardeşlerinden birisi olarak kabul ederdi. Misafirler, evde yaşlı varsa önce onunla tanıştırılırdı. Daha sonra misafirlerle evin gençleri ilgilenirlerdi. Evde hizmet edecek bir gencin olmadığı durumlarda akrabalardan veya komşulardan gençler bu işi yaparlardı. Bu gençlerin yaptığı hizmetlerin başında misafirin abdest alması veya yemeğe oturmadan önce elini yüzünü yıkaması için su ve havlu getirmesi görevi bulunmaktaydı. Misafir temizliğini yaparken hizmetini yapan genç yanında bekleyerek ona havlu tutardı. Bir havluyu en fazla beş kişinin kullanması gerekirdi. Buna göre genç, her misafire havlunun ayrı bir köşesini ve orta kısmını kullandırırdı. Daha sonra havlu değiştirilirdi. Misafirler yemeklerini evin yaşlısı ile aynı sofrada evin diğer gençleriyle birlikte yerdi. Eğer uzaktan gelmişler veya alim kişilerse yemeğe mutlaka komşu ve akraba büyükleri de davet edilirdi. Bu durumda evin delikanlıları sofrada bulunmazlar, ailenin diğer fertleriyle yemeklerini yerlerdi. Çeçen ailesinde genel olarak aile büyüğü yemeğini tek başına yerdi. Ancak isterse yanına komşu veya akrabalarını (veya evin en küçük çocuğunu alarak) da çağırırdı. Misafir ağırlanırken imkanlarına göre küçük veya büyük baş bir hayvan kesillirdi. Kesilen hayvan küçükbaş ise kellesi bir bütün olarak sofraya getirillir, kümes hayvanı ise hiç parçalanmadan sofraya konulurdu. Eskiden ,misafir uzun yoldan gelmişse ve

özellikle de evdeki kişilerle arkadaş, hısım vb. bir yakınlığı varsa ona ait gömlek ve çoraplar yattıktan sonra evin geçleri tarafından alınır evdeki kadınlar tarafından yıkanıp ütülenir, ayakkabılar temizlenerek boyanır sabahleyin temiz bir şekilde takdim edilirdi. Bu arada varsa atı, evin gençleri tarafından beslenmiş tımar ve edilmiş olurdu.

BİR ANLATI

Çardakta eskiden yeni evlenmiş bir gelin

ilk sene baba hiç evine gitmezmiş. Gittiğinde ise ailesi güçleri yettiğince ona yardım eder ve çeşitli eşyalarını yanına vererek evine geri gönderirlermiş. İşte böyle, ailesinin yanından yeni dönmüş geline kocası bir gün misafir getirir. Yemekler yenir, sohbetler edilir yatma zamanı gelince kadın kocasına gizlice şikayette bulunur; “Şu baba evimden getirdiğim mis gibi yorganımı yastığımı nasıl kullanmamı istersin. Deel ben o adam için onları açmam..!” diyerek ayak direr ve misafirine yatak açmaz. Kocası birşey demez, misafirine de durumu belli etmeden onu o gece yandaki kardeşinin evinde yatırır. Ertesi sabah adam misafirini yolcu ettikten sonra evin kapısına bir araba dayar ve karısına: “O babanın evinden getirdiğin herşeyi şu arabaya yüklemezsen senden boşanırım. Misafirimin altına seremediğim bir çulun evimde gereği yok” der..! Kadın ağlar sızlar ama çaresiz eşyaları arabaya yükler. Adam eşyaları götürerek köydeki yoksul bir ailenin kapısına bırakır. Eskilerin söylediği boşuna değildir derler; “Xhâşa ca viezaçu husamnénan béraş duölxuş xülu” / Misafir sevmeyen kadının çocukları ağlaşırmış. Anlatan: Mustafa Bingöl YILDIR (67) Çeçenlerde misafirlik üzerine söylenmiş çok sayıda atasözü bulunur; “Xhâşa ca vöghu çu bierkat ca döghu” Misafirin gelmediği eve bereket gelmez. (TCK) “Xhâşa ca viezarg Dalla a ca vieza” Misafir sevmeyeni Tanrı da sevmez (TCK)

57 YİTİK KULE /

AİLEDE “XHÂŞA” MİSAFİR KÜLTÜRÜ


YİTİK KULE /

58

19. yüzyıl / Tolstoyyurt’ta Zandhoy taybından bir Çeçen ailesi.

Çeçen ailesine sığınan herhangi bir misafir o ailenin namusu olarak kabul edildiğinden her tür can ve mal güvenliğine de kavuşmuş olurdu. Evine gelen misafiri için canını ortaya koyan ailelerle ilgili olarak sayısız örnek verebilir. Burada verilebilecek güncel örnekler arasında; 1980 öncesi Türkiye’de gerçekleşen ve “Maraş Olayları” olarak adlandırılan kanlı toplumsal kalkışmalar sırasında, kendilerine sığınan farklı mezheplere inanan insanları canlarını ortaya koyarak savunan ve onları koruyan Çeçen ailelerini örnek gösterebiliriz. Türkiye’de unutulmuş olan ancak Çeçenya’da hala uygulanan bir adete göre ise misafirler ayrılırken evin yaşlısı eğer misafirler kendisinden yaşça küçük ise bu kişilere “Sadaka” denilen bir miktar para verir. Bu sadakanın, miktarından daha çok birliktelik oluşturma düşüncesine dayanan sembolik bir önemi vardır. Nezaket gereği misafirin de “Dela Reazhiil” diyerek alması adettendir.

AKRABALIK ( GEARGERAŞ) İLİŞKİLERİ Çeçen aile yapısı gerçekte tüm akrabalık “GEARGERAŞ” ilişkileri ağının temel direğini oluşturur. Günümüze kadar devam ederek hala birçok yönden canlı olan Çeçenlerdeki akrabalık ilişkileri sosyolojik açıdan büyük doneler taşıyan ilginç ayrıntılarla doludur. Temelde klan-kabile kültürünün de canlılığını korumasıyla bağlantılı olan akrabalık ilişkilerinde tüm davranış kalıpları belirlenmiş ve isimlendirilmiiştir. Bu konuya girmeden önce şu konuya açıklık getirmek gerekir. Çeçen ailesi denildiğinde akla sadece günümüzdeki şekli ile “Baba, Anne ve Çocuklar”dan oluşan üçlü oluşum gelmemelidir. Çeçenlerde Aile kavramı “Büyükbaba-Büyükanne Amca ve Hala” lardan oluşan kütlesel bir yapıdan oluşur. Buna göre bir ailenin temel direğini Büyük


Çeçen akrabalık ilişkilerinde bireylerin de birbirleriyle olan ilişkileri, davranış normları ve bireylerin soy bağları net çizgilerle biçimlendirilmiştir. Buna göre; Birey ya da “ben” (:SO) den başlayarak sırasıyla kardeşler (:VAŞHA / YİŞHA), ve uzaklıklarına göre kuzenlerin oluşturduğu tüm akrabalık silsilesi isimlendirilmiştir. İki katrdeşin çucukları birbirlerine “SİÇHA” olurken, aynı dedenin torunları birbirinin “MEAHÇA”idır. Bu isimlendirme yedigöbek (VORHIDEGA) boyunca kademeler halinde belirlenmiştir.

SO (: BEN ) VAŞHA / YİŞHA

(: KARDEŞİM )

SİÇHA

( 1. GÖBEK KUZEN )

MEAHÇA

( 2. GÖBEK KUZEN )

VOVHTAR/YUKARGA (3.GÖBEK KUZEN ) KORŞ / KARŞ HA

( 4. GÖBEK KUZEN )

KHOÇURG / BEZG ( 5. GÖBEK KUZEN ) ÇÖHARA ÇAPAL

( 6. GÖBEK KUZEN ) ( 7. GÖBEK KUZEN ) ....devam edecek

Çeçen Kültürüne Bulaşan iki Hastalık: POLOGAMİ ve ENDOGAMİ ,

DÜOZAL VORHIDEGA NEXHİY GEARAŞ TAYPNAŞ TUKHUM KHAM

Çeçenlerde

yakın zamanlara kadar akrabalar arasında endogamik evlilikler kesinlikle yapılmazdı. Ancak 1970 li yıllardan itibaren Türkiye’de yaşayan Çeçen ailelerde akraba evlilikleri toplum tarafından hoş görülmese de münferiden yapılmaya başlamıştır. (Çardak örnekleri ) Yine aynı şekilde; Antik çağlardan beri Çeçenlerin genel olarak monogamik (tek eşli) bir toplum olduğu bilinmesine karşılık pologamik (çok eşlilik) örneklere de günümüzde tesadüf edilmektedir. (Çeçenya örnekleri)) Sebebi ne olursa olsun Çeçen toplumu içinde münferit olarak gerçekleşen bu tür evlilikler kültür yapısında çok çeşitli olumsuz kırılmalara sebep olmaktadır. Gerçekte bu durum sosyolojik ve antropolojik açıdan başlıbaşına bir araştırma konusudur.

59 YİTİK KULE /

baba oluştururken, evli olsalar dahi tüm çocuklar aynı ortam içinde yaşarlar ve Çeçen ailesini oluştururlar. Biraraya kümelenmiş aynı avluya (: Hevkele) bakan evlerde yaşayan her evli çift ve çocukları kendi mahrem alanlarına sahip olmalarına rağmen işbölümü içinde birlikte yaşarlar. Çeçen aile (:DÜOZAL) yapısını merkeze aldığımızda onun Ulus olma aşamasına uzanan halkalardan bir sonraki aşaması “VORXİDEGA” denilen yedigöbek akrabalıklara kadar uzanır. Yedigöbek aile sonrası hayat normlarını, kişilik ve asabiyetini belirleyip kendi yolunu çizerek özgün bir yapı oluşturan “NEXİY” aşamasıdır. Nekhiy yapılanması aynı zamanlarda farklı coğrafyalarda kurulan yerleşim alanlarına kadar uzanan “GAARAŞ” dallarının alt basamağını oluşturur. Kısaca “GAR” denilen bu soy dalları biraraya gelerek günümüz Çeçenlerinin çok iyi bildiği ve her ferdin kendi adını onurluca korumaya çalıştığı “TAYPNAŞ” kabile veya klanlarını oluşturur. Çeçen aile düzeninde “Tayp” kavramı çok önemli bir olgudur. Genellikle aynı coğrafyada yaşayan Taypların birlikteliğinden oluşan “TUKHUM” denilen köklerin birleşiminden ise “KHAM” dediğimiz ULUS kavramına ulaşılır.


halk kültürü

ÇEKGABAR ÇEÇENLERDE İSME SAYGI ve İSİM VERME KÜLTÜRÜ

A

YİTİK KULE /

60

ntik bir Çeçen inanışına göre, insanlara musallat olan tüm şeytani varlıklar o kişinin ruhunu ele geçirmek ve kötülüğe hizmet ettirmek için doğumuyla birlikte çevresinde dolaşırlarmış. Ancak ana kucağının sıcaklığında şefkat ve sevgiyle korunan henüz saf benliğe sahip bebeğin yanına bir türlü yaklaşamazlarmış. Anneler çocuklarının yanından uzaklaştıklarında yavrularını korumak için beşiğinin içine, yastığının altına ya da kıyafetlerine tüm kötülükleri ve kem gözleri uzak tutması için türlü nazarlıklar koyarlarmış. (Bu konuda daha geniş bilgi sayfa 103’de verilmektedir) Çocuk büyüyüp ergen olunca ise bu anne koruması ortadan kalkar kötü ruhlarla o kişinin benliği arasındaki gerçek mücadele başlarmış. Kötü ve şeytani varlıklar artık bir yetişkin olan o kişinin ilk konulduğunda ismini öğrendikleri için hemen peşine düşer ve alt etmeye çalışırlarmış. Ancak yılların deneyimine ve görgüsüne sahip annelerin bu dönemlerde de yavrularını korumak için geliştirdikleri son bir kozları daha varmış. Çocuklarının kendilerinin kollarından büyüyerek hayata atılıp uzaklaştıklarında kötülüğün kollarına düşmemeleri için şeytani varlıkları yanıltan ve aldatan bu hileye göre; Çocuklarına doğdukları anda koydukları isimin haricinde ikinci bir isim daha koyarlar ve o ikinci isimi kullanırlarmış. Böylece ilk konulan isimin peşinde

olan kötü varlıklar bu ikinci isimle yanıltılarak kandırılırmış. Gerçekte anlatılan antik inancın doğruluğunu ya da nasıl işlediğini tam olarak bilemiyoruz. Ancak bu antik inanışın izlerini taşıyan bazı kültürel davranışlar ve adetler “isme saygı” tarzında günümüze kadar ulaşmıştır. Bu konuda öncelikle Çeçen kültüründe bir kişiye isim koymanın çok önemli bir seçim olduğunu belirtmemiz gerekir. Öyle ki, kişinin ismine göre şekillenen bir kaderi veya geleceği olacağına inanılır. Bu nedenle de isimler yakın zamanlara kadar öyle rastgele konulmazdı. Bir çocuğa ilk doğduğunda konulan isim, eğer çocuk bu sırada bir hastalığa veya kazaya uğrarsa “ismini beğenmediğine” veya “ona uygun olmadığına” hükmedilerek hemen değiştirilirdi. Bu değişim eve gelen “ilk konuğun adı olabileceği” gibi “Kurandan alınan bir kelime ya da dini bir kişiliğin” adı olabilirdi. Birinci tercih misafirlere verilen önemin de bir yansıması olarak geleneksel Çeçen adetlerinde oldukça yaygındı. Sonradan, -İslama girişle birlikte- ikinci tercih daha çok yaygınlaşmıştır. Kötü ve karanlık şeytani varlıkların kandırılması için uygulanan ikinci isim kültürü ise günümüze kadar yapılış nedenleri artık unutulmasına rağmen canlılığını koruyarak ulaşmıştır. Çeçence “ÇEKGABAR” denilen bu isimleşmiş bir tür mahlas diyebileceğimiz kullanımlara

EROL YILDIR


-son dönemlerde aile yapılanmalarının toplumsal değişimi nedeniyle özellikle şehirlerde pek rastlanmasa da- hala köylerimizde yaşayan kişilerde halk tarafından kullanıldığı şekliyle çok sayıda örnek vermek mümkündür. Günden güne unutulan bu örneklere geçmeden önce konu hakkındaki bazı kültür normlarına da burada değinmek gerekir. Buna göre; ÇEKGABAR antik dönemlerden farklı olarak günümüzde genellikle “Gelinler” tarafından kullanılarak sürdürülmektedir. Gelinler kocalarına, kayınbiraderlerine, görümcelerine isimleriyle hitap edemmeyişleri nedeniyle çekgabar uygularlar. Öyle ki; toplum tarafından verilenlerin yanında birçok örnekte olduğu gibi kabul gören

ikinci ismi veren de bu gelinlerin kendileri olmaktaydı. Çeçen çocukları ise anne, baba, amca, dayı, teyze, hala, nine, dede kısaca tüm büyüklerine isimleri ve ikinci isimleriyle hitap edemezlerdi. Aile dışından büyüklere de aynı durum uygulanırdı. Yabancı birisiyle karşılaştıklarında ancak onlara kendilerine sorulduğunda “ben falancanın torunuyum veya oğluyum gibi bir cevap verildiğinde bu ikinci isimi –ki o da gıyabında- kullanabilirlerdi. “Ben Yaxa’nın oğluyum” veya “Ben Patak’ın torunuyum” gibi. Tamamen Çeçen dilinde olan bu ikinci isimlerin kullanımı aleni olarak tüm toplum tarafından bilinir ve severek kullanılırdı. Bazı kişilerin ikinci isimleri o kadar yaygınlaşırdı ki gerçek ismini zamanla unutmuş olurlardı.

Aşi

Çuça

Gogili

Lolo

Opki

Tota

Yaxa

Asbi

Çulxa

Govza

Mâ’a

Opti

Tüyliğ

Ya’u

Albi

Çibi

Ğurma

Maka

Panka

Titi

Zezag

61

Aşur

Dodolg

Ğağa

Misirt

Patak

Tutâ

Zörbek

Besirt

Dudu

Hiniş

Mido

Polla

Taxu

Zaur

Batti

Deşi

Koka

Mito

Roği

Tovrun

Zalxa

YİTİK KULE /

ÇARDAK ÇEÇENLERİNDE ÇEKGABAR / İKİNCİ İSİMlerden SEÇME ÖRNEKLER

Buçu

Dumbak

Korni

Miniî

Sobik

Ümi

Zokkur

Bisolt

Dati

Kemosi

Moro

Sid

Usa

Zixa

Butu

Daga

Kurbo

Muku

Saga

Vala

Xezihun

Bunti

Esil

Kâdi

Muştuk

Şemi

Vaci

Xaçxan

Bikatu

Eyaâ

Lula

Nini

Şamsa

Vaxa

Xazanig

Cüürt

Gaki

Lila

Nahnu

Şinis

Visit

Xovka

Cağa

Gugu

Lamlo

Nurdi

Tovug

Yida

Xoxa

Çardak’ta yaptığım araştırmalarda, gerçek isimlerin kullanımının ayıp sayılmasından dolayı dörtyüze yakın lakap tespit etmiştim. Burada verilen isimler çeşitli yıllarda yaşamış veya halen hayatta olan gerçek kişilere aittir.

RAMAZAN GENEL


BİR ZAMANLAR ÇEÇEN KÖYLERİNDE

Ç

eçen yerleşimlerinde geleneksel halk meclisi olan Mehk-khel çok yakın tarihlere kadar varlığını sürdürmüştü. Mehk-khel'in son çalışmaları Sivas’ın Kangal ilçesine bağlı Yukarıhüyük köyünde 1970 li yıllara kadar devam etmişti. Buna göre; Köyde bulunan dükkan/bakkal sahipleri toptancıdan aldıkları ürünleri (ki bunlar genellikle Yukarıhüyük'te yetişmeyen meyve türü ürünler olurdu) rafa dizmeden önce, malın irsaliye ve faturasını heyete gösterirdi. Heyet, ürünle ilgili makul olan fiyatlandırmayı yapar ve her iki tarafında zararına olmayan bir satış fiyatı belirlerdi. Böylece mal sahibi belirlenen fiyatlarla ürününü satışa sunardı. Kaynak kişi: Galip Özdemir

YİTİK KULE /

62

Yukarıhüyük (Çeçenhöyük) Köyünden genel bir görünüm / 2015 / Foto: Özgür Özdemir

KAHİR AKDENİZ


FOTOGRAF / ANI

MIZIKALI KADININ GİZEMİ

EROL YILDIR

lar yaparak işi komedi haline getirdikleri yazışmalar uzunca bir süre devam etti. Bir yakınımın yaptığı siyasi göndermeli yorumu ise burada paylaşmaktan kendimi alamayacağım; “Insan detaya inince pek cok sey cikarabiliyor bir resimden. Bence bu resim o zamanki kizlarin hayatinda mizikanin ne kadar onemli oldugunu vurguluyor. Kolda bilezikler, yeni ayakkabi, son derece sik giyinilmis. Resim ne kadar eski olursa olsun, basinin örtulu olmamasindan da o zamanin zihniyetinin bile simdiki basi ortulu zamane Cardak gericilerinden ne kadar ileride olundugu anlasiliyor..” diyordu. Sonuç ise koca bir sıfırdı! Bu meçhul kadının kim olduğu gizemini korumaya devam etmişti. -----------------------------Fotoğrafı ve meçhul kadını aradan yıllar geçmiş ve neredeyse unutmuştum ki 2016 agustosunda sevgili kardeşim Kahir Akdeniz, Facebook sayfasında yaptığı bir paylaşımla konuya tam olarak açıklık getirdi. Böylece aynı zamanda kendi akrabası da olan bu Mızıkalı gizemli kadının kim olduğu ortaya çıktı. Buna göre gizemli mızıkalı kadın 1864 yılında Çeçenya’da Goyte’de doğmuş ve henüz bir yaşında iken ailesiyle birlikte Urus Martan’dan Osmanlıya göç ederek Yukarıhüyük köyüne yerleşen Dishni taypının Tobar- Tusxar nekinden Yeda Ampukaeva’dan başkası değildi. Yeda, gençliğinde evlenerek Çardak’a yerleşmiş ve burada bir de kızı olmuştu. Fotoğrafın benzer ve aynısından Çeçenya ve Yukarıhüyükteki akrabalarında (Kahir Akdeniz) da bulunan Yeda, 1913 yılında Yukarıhüyük köyünde vefaat etmişti. Mekanı cennet olsun.

&

KAHİR AKDENİZ

63 YİTİK KULE /

2009

yılının kışında evdeki eski dokümanları karıştırırken elime, eskilerin “arap” adını verdikleri negatif baskılı bir kadın fotoğrafı geçti. Yıllar önce rahmetli Bekir amcamın, bana bir tomar verdiği fotoğraflar arasında olan bu kartın pozitif görüntüsünü merak ettiğim için photoshop’la tersyüz ettiğimde oldukça şaşırdım. Hiç tanımadığım, yanında sandalye üzerindeki biz Çeçenlerin “pondar” dediği mızıkası ile ayakta duran bir genç kadın görüntüsü ile karşılaşmıştım. Kim olduğunu merak ettiğim için de “belki tanıyan birisi çıkar” umuduyla fotoğrafı hemen sanal ortamda paylaştım. Paylaşımdaki diğer amacım ise eski bir belge olduğundan kim bilir? Fotoğraftaki kadının yakınları onu tanır ve mutlu olurlar! diye düşünmüştüm. Ama paylaşıma verilen cevapları okudukça bu beklentimin ne kadar safça olduğunu anlamakta gecikmedim..! Sanal ortamların ne kadar “ilk akla gelen, palas pandıras” yazışmalara kolayca kapı açtığını ispat edercesine, fotoğraf hakkında onlarca fikir ortaya atıldı. Burada, hepsi yakın akraba ve arkadaşlarıma ait olan fikirlerin bazılarını paylaşmam gerekirse, kimisi fotoğrafın önünde çekildiği duvara dikkat çekerken, kimisi ise “estarelli” markalı pondar’ın üzerinde durduğu sandalyeyi tutuşundan onun iyi bir mızıkacı olduğu sonucuna varıyordu !!. Hatta bir yakınım meçhul kadını “bugünlerde otuzlu yaşlarda olan” bir kuzenime benzeterek “tümevarım tekniğine” yeni bir boyut kazandırırken, kimisi ise fotoğraftaki “açılır kapanır” sandalyeyi işaret ederek “bu meçhul kadın “falanca” olabilir! çünkü onun da aynı sandalyesi varmış!?” gibi akla ziyan yorum-


YİTİK KULE /

64

-”Daymohk’ta var mı idi acaba böyle bir aul? Yaşandı mı acaba böyle bir gece?” diye sordu elindeki gravür resmi göstererek; - Gerçekler şimdi hayallere karışmış.. Hayaller ise paylaşılamadan anlık, masum düşlere dönüşmüş artık .!

Ahh.. Kader işte. Yazmış alnımıza silinmez yazısını.. Bilemem ki bunları.. Bana sorma.! Halimi bari sen anla.. dedim usulca..


VAYNAH ALBÜMÜ

YİTİK KULE /

65

Hüseyin GEYLANİ (Kaynak: Yrd. Doç.Dr.Nuri Sezer)


YİTİK KULE /

66

ÇARDAK 1934 KUTLU AİLESİ : Soldan sağa: Tasuhan oğlu Mahmut Kutlu, Hikmet, Hediye (Kıza), Naib, Nafık, Baci (kucağında Neriman), Kemal Kutlu (üstteki fotoğraf ) Aynı gün çekilmiş yandaki fotograf Soldan sağa: Naib, Nafık, Mahmut, Hikmet, Hediye (Kıza) ve Kemal Kutlu (Kaynak: Faruk KUTLU)


YİTİK KULE /

67

Konya / Ereğli / Burhaniye ; tahmini 1930’lu yıllar .. Abdullah Kalkay (Çeçen Abdullah)ailesi. (Kaynak. Ali İhsan ESER)


YİTİK KULE /

68

ÇARDAK 1930’lu yıllar : Ahmet (Amadi) Aydın ve aile fertlerinden bir grup. Ayşe Çeçen (Ayşat), Nazire (Babuş)Aydın, Gül Aydın, Şemseddin Aydın. (Kaynak: Nuraz Aydın Sungur)


Yıl 1942 Cardak’tan binbir zorlukla Haruniye (Düziçi) Köy Enstitüsüne’ne giden ögretmen adayları. Henüz yatakhaneleri olmadığı için (çünkü yatakhanelerini daha sonra kendileri inşa edeceklerdir) dışarıdaki ahşap ranzaları önünde poz vermişler / Ortada oturan Anıs (Yunus) hoca, oğlu Nurettin’i ziyarete gelmiş. (Anıs Hocanın oğlu Nurettin Aşıkhan daha sonra Ege Üniversitesi Genel Sekreterliği görevinde iken 1976 yılında geçirdiği bir trafik kazası sonucu vefat etmiştir. ) En önde ortada yerde oturan Şeref Aydın, diğer öğrenciler Mahmut Çecen, İhsan Özdil, Fuat Yıldır, Ömer Erdogan, Mecit Akdoğan, Ekrem Canpolat, Rifat Erdoğan ile birlikte.. (Fotoğrafın kaynağı: Nuraz Aydın Sungur)

Çardak’tan, Haruniye -Düziçi Köy Enstitüsü Mezunu Öğretmenlerimiz:

EMİN ALTUNBAY

1922 doğumlu İhsan ÖZDİL-1923 doğumlu Nurettin AŞIKHAN-1924 doğumlu Rıfat ERDOĞAN- 1925 doğumlu Ekrem CANBOLAT-1926 doğumlu Kazım ÖZDEN, 1926 doğumlu Abdülmecit AKDOĞAN -.1926 doğumlu Emin BOZKURT -1926 doğumlu Selahattin SİNAN-1926 doğumlu Ömer ERDOĞAN -1926 doğumlu Mahmut ÇEÇEN -1928 doğumlu Abdullah DURSUN-1929 doğumlu Mahmut GÜN -1929 doğumlu Şeref AYDIN- 1930 doğumlu Abdülkerim DENGE -1930 doğumlu Fuat YILDIR-1932 doğumlu Ahmet Muhtar ERDOĞAN-1932 doğumlu Ali KARAKAYA -1933 doğumlu Hamdi GÜN-1933 doğumlu Hikmet KUTLU-1933 doğumlu Hikmet DENGE-1933 doğumlu Osman YILDIR-1933 doğumlu-Hüseyin KARAKAYA-1933 doğumlu Yaşar TÜRK-1933 doğumlu Hasan ATEŞ-1934 doğumlu İsa ALTUNBAY-1934 doğumlu İsmail BEŞKAYA-1940 doğumlu Osman BERKHAN-1941 doğumlu Mithat ERDOĞAN -1942 doğumlu Duran BOLAT-1942 doğumlu Haşim ÖZDİL-194 doğumlu Aydın ÇAĞLAR-1942 doğumlu Refik TOKA-1943 doğumlu Abdurrahman GÜNEY- -1943 doğumlu Ömer AKAN,1949 doğumlu Süleyman ALKENT,) 1948 doğumlu Osman GÜNEY, 1952 doğumlu Ömer GÜNEY,1952 doğumlu Şemsettin ŞAHAN-1954 doğumlu Yılmaz GÜNEY, Fikret ERDOĞAN, Necdet GÜN, Rukiye GÜNEY(Tabak)

YİTİK KULE /

69


Çardak 1940, Solda ayakta Fuat Yıldır, ...

YİTİK KULE /

70

Çardak / Soğucak köyü 1950’li yıllar : Seyfettin Yandır, Hayrullah Türk, ortadaki çocuk Selahattin Yandır, Şükrü Yaşar (Kaynak: Seyfettin Yandır’ın albümünden oğlu Muhammet Yandır aracılığıyla) (SOLDA)

Çardak 1957 / Kemal ve Şaziye Kutlu (kaynak: O. Kutlu )

Sivas Şarkışla 1960’lı yıllar; KIZILDON / DEMİR KÖPRÜ Şefika, Fuat, Hasan ve Pakize GÖKTAŞ (Kaynak: Nizamettin Göktaş)


Kızıltepe 1950’li yıllar : Fotograftakiler; İsrafil Yıldırım, Aladdin Güner, Selehattin Susar, Sıddık Güler, İsmail Yıldırım, Mehmet Polat, Resit Erel, Nural Sayılgan, Mecit Yücel, Doğan yılmaz ve Cebrail Yıldırım (Kaynak: Ayhan Kahramanoğlu)

YİTİK KULE /

71

Beyşehir 1960’lı yıllar: Havva Canbulat, Meryem Boyar, Cevriye Şişbot ve Esmer yidi.

Çardak / Yaşar Ocak


Çardak 1945 ; Yıldır ailesinden bir grup kadın. Ayaktakiler; ....., Hediye, Emine, Şaziye, oturanlar; Leman ve Mediha, oturan çocuklar: Sultan, ..... (Kaynak: Oğuz KUTLU)

YİTİK KULE /

72

ÇARDAK 1951-52 bir grup Enganoy ; Ayaktakiler; Mehmet Yıldır, ..?..., Şaziye (Kutlu), Nejla (Eken), Bedriye Yıldır,Emine ?, Hediye (Kutlu)/ oturanlar; Doğan Yıldır (kucağında Gönül Yıldır (Göde) ?), oturan çocuklar: Nevin (Yandır), Güngör ?...


Çardak 1960’li yıllar: Ayakta; İhsan N., Ömer Gülseren, Oturanlar: Necmettin Sinan, Hayrettin Kutbay (Kaynak: Semih Sinan)

Çardak 1951 / İzzettin Denge ve eşi, çocukları Işık ve Bingöl (Kaynak: Erol Yıldır)

73 YİTİK KULE /

Çardak 1970’li yıllar: TOKA (Benoy) Ailesinden bir grup; Alaattin, Şükrü, Handan , Uğur, Gülten (BUKKUL), Talip, Pembe Bolat, Bazak, Nai, Serdar, Tahir Toka (ŞEHİT), Çete, Belgin, Sebahat, Ayşe, Sevgi, Fahri, Sebahat, Perihan, Fatma YAŞAR, Sakine Toka ve Biken Yaşar ... (Kaynak: Çisil Diler)


Çardak, 1940’lı yıllar.. Hayriye (Hiniş) Denge, ..... ,....., Ayşet Özbay,.... Şükrü Denge.

YİTİK KULE /

74

Çardak 1980’li yıllar.. Teke Ailesinden bir grup karlı bir kış gününde evlerinin önünde.. (Kaynak: Ömer Çeçen)


Çardak 1955 Çeşme başında : ..... , Seyfettin Yandır, Muhammet Akdoğan (Kaynak: Seyfettin Yandır’ın albümünden oğlu Muhammet Yandır aracılığıyla)

YİTİK KULE /

75

Çardak 1979 / Taşpınar başı , soldan sağa; Şule, Senem, Leyla (rahmetli), Fazilet , Mine, Eren... (Kaynak: Ömer Teke)


YİTİK KULE /

76 Çardak 1980’li yıllar ; Sebiha Işık Çaglar, Yüksel Işık, Eren ve Lale Işık ile birlikte. (Kaynak; Mediha Işık) (ÜSTTEKİ FOTOĞRAF) Çardak 1950’li yıllar ; Hediye Kutlu v e Şaziye Kutlu (Kaynak; Zeynep Akdoğan) (YANDAKİ FOTOĞRAF) Kızıltepe 1960’li yıllar ; Emel Uzun Sönmez, Meral Yücel Elalmaz, Münevver Sönmez Sütşurup (Kaynak; Sami Yücel ) (ALTTAKİ FOTOĞRAF)


77 YİTİK KULE /

Ceyhan, Ağaçlı Çeçen köyü, 1970’li yıllar; Halil,... Elif,.... , Sevda ... (Kaynak: Gülnur Tok Yüce)

Ceyhan / Ağaçlı Çeçen; 1970’li yıllar Berçik ailesinden bir grup. Ahmet, Fatma, Tülin, Berrin ,.... (Kaynak: Fatma Berçik Nalbantoğlu)

Çardak, Mahirbi pınarı / 1960’lı yıllar, Baykal Yıldır, Hikmet Özdil, Ömer Faruk Kutlu. (Kaynak: Onur Kutlu)


Çardak 1981, Fatma (Patak)Yıldır (sol baştan ikinci) ve kız kardeşleri.. Ülger Özden, Aydın Özden, Cemile (Dodolg) Yıldır, Hayriye (Hiniş) Akdoğan, Bedia Erdoğan. (Kaynak fotoğraf Zeynep Akdoğan tarafından çekilmiştir)

YİTİK KULE /

78

Çardak 1972., Necmettin Gün, Mustafa Berkhan, Hatice Gün Atay, Aişet Gün, Songül ve Gülbahar Gün Berkhan (Kaynak. Ayşe Berkhan Kuyumcu)


79 YİTİK KULE /

Ceyhan 1965-6 ; Gencer Ailesinden bir grup, fotograftakilerden bazıları Muazzez Kara, Bahar Şahin, Mukadder Gencer Direk, Ahmet Gencer.. (Kaynak: Ahmet Gencer) / Yıllar sonra aynı aileye ait başka bir fotograf (altta) Ceyhan 1980’li yıllar; Gencer ailesinde bir grup piknik yapıyor.


Çardak 1964; Tayyip oğlu İbrahim Yıldır torunu Sedat Yıldır ile.. (Yandaki ilk fotograf) Göksun 1966, Talat oğlu Sedat Yıldır. (Yandaki fotograf) (Kaynak: Güngör Örer)

YİTİK KULE /

80

Kızıltepe 1955-6’lı yıllar: Fotoğraftaki çocuklar; Aysel Yıldırım, Kemal Yıldırım, Servet Yıldırım, Said Merjo, Gülten Yıldırım (Kahramanoğlu), Yuksel Yıldırım, Mustafa Yıldırım ve Mehmet Şirin Yıldırım (Kaynak: Ayhan Kahramanoğlu) Çardak 1950’li yıllar: Mustafa ve Kadriye Erdoğan çifti çocukları Nevin, Çetin ve Necla ile.


çeviri /şiir

BENİ DÖKÜLÜR SONBAHAR

Со волу юха а ахь суна бихкинчу новкъа, Дегбаам, деглазам битина хиллачийн т1аьхьа. Сан болар г1ийла ду сихачу дахаран шовкъехь, Хьан деган 1ома чу 1енаш ю сан г1айг1а къаьхьа. Хьо йог1у ларйина, б1ешершца юьстина зама, Ас юха ца йоьху,чекхъели и м1аьрго хилла. Ткъа хьуна атта ду сох даьлчу г1алатах 1ама. Хьо цкъа а лелар яц хьайн ирсан некъа т1ехь тилла. Суна кхин бен а дац…Йог1ур яц кхул шийла суьйре Хьан маьлхан йовхонах 1аба ца кхиъначу синна. Сох дага ва юьйлуш йоьлхур ю и дашо гуьйре, Сан деган лазамех десачу хьан коре хиъна.

Geliyorum /giderken açtığın yoldan Saplanıp kaldığım yokluğundan sökülmeye Bütün kırgınlıkları-yorgunlukları bırakıp Hayatın nabzında aka aka yüreğinin gölüne dökülmeye geliyorum her anı yüzyıl süren hasretim-gel istemiştim zaman yaşlandı- herkese rüsvadır acım gelme artık oysa ne kolaydı bağışlaman aşkımı çekip gittin işte-hiçbir şey yokmuşçasına apaçık bana benzer dökülen yapraklar bundan soğuk akşam olmaz –yokluğundan üşümeye alıştım senden daha iyi bilir ki özlemle ağlar ve pencerenin pervazına ağlar gök beni dökülür sonbahar ve bana benzer hasreti söyleyen rüzgar

Арсалиева Люба

Luba Arsalieva

Çeçenceden çevirenler :

Adnan DURMAZ / Kahir AKDENİZ

81 YİTİK KULE /

Хьо йог1у ларйина...


sözlü tarih

FOTOĞRAF : Nuri SEZER / Kaynak torunu Yrd.Doç.Nuri SEZER

KAYIP BİR ÇEÇEN AİLE ŞECERESİ

YİTİK KULE /

82

G

“ ünümüzde, yalnızlaşan insan yakın akrabalarından bile kopuk bir hayat yaşamakta, kendilerinden önceki nesilleri tanımadığı gibi kardeş çocukları bile -çoğu zaman aynı bölgede yaşamalarına rağmenbirbirlerinden habersiz büyümektedirler. Bu ise toplumlarda kültürel aşınmanın hızlanmasına, aynı soydan ama farklı kültürden insanların oluşmasına yol açmaktadır. İnsanların, neslini sürdürdükleri ataları hakkında bilgilenmesi doğrudan doğruya akrabalık ilişkilerini de güçlendirir. Yakın akrabaların birbirlerini tanıması sağlıklı, sosyal ve uygar insan topluluklarının oluşumunda da büyük bir faktördür. ”

A

nlatılanlara göre ailemizin hikayesi büyük dedemiz Bozurt Bey’in ailesiyle Osmanlı İmparatorluğunun en zor günlerinin yaşandığı 1800’lü yıllarda Kafkasya’dan Bağdat’a göç etmeleriyle başlar. Osmanlı kaynaklarında Çeçenya’dan 1865’li yıllardan başlayarak Bağdat’a yapılan göçlere dair belgeler bulunmaktadır. Ailemiz daha sonraki yıllarda Anadolu içlerine göç etmiştir. Elimizdeki şecere, aile büyüklerimizden Hüseyin Kamil Geylani’nin (1905 doğumlu) Irak’ta subaylık yaparken topladığı bilgilere dayanarak hazırlanmıştır. Daha sonra oğlu Rahmetli Sadun Geylani (Beyşehir 1940 -İzmir 2017) tarafından latin harflerine aktarılarak elimizdeki şekline ulaşmıştır.Ailemize ait bu şecerede Dağıstan’dan gelindiği belirtilmesine karşın Çeçen kökenli olduğumuz büyüklerimiz tarafından bizlere aktarılmıştır.

Gerçekte şecerede geçen birçok isimden yola çıkarak bu köken bilgisine de ulaşmak mümkündür. Ayrıca, şecerede geçen Dağıstan ibaresinden bugünkü Rusya’daki Dağıstan Özerk Cumhuriyeti değil, Çeçen ve İnguşetya’yı da kapsayan (DAYMOHK) atayurdu’nun kast edildiğini ileri sürebiliriz. Çünkü, eskiler de Çeçenya’yı böyle adlandırıyorlardı. Dönemin yıkılan imparatorluğunun savaşlar, sürgünler ve karmaşa içindeki siyasi olayları neticesinde aile “var” olma savaşı vererek Anadolu’da birbirinden kopuk farklı yörelere dağılır. Zamanla özgün kültürel değerler unutularak sadece “kim olduğunu bilecek kadar” bir köken bilgisiyle yaşam mücadelesine sarılırlar.Şecere, bu anlamıyla bizlerin geçmişle geleceğimizi birbirine bağlayan eşsiz bir belgedir.

NURİ SEZER


SUAD SAMİR SADUN

SEDA

EDA

ŞAKİR

HAMİD

YİTİK KULE /

MUDAR

ATİK

MUHAMMET GEYLANİ

KONİFİZ

MUDİ

HADİ (HABİB)

MUHİ

İYŞ

GOYFİZ

BUSAHKE

İİZAL

CEM

HÜSEYİN

MEDİHA

FULYA

CEYDA

SENİHA

NEBİHA

SABİHA

GİTİ

AMİR

ADİL

ABDULKADİR

HALİT

İBRAHİM

EKHTEFE

MATŞİK

MUTER

EL HİZİR

SELMAN

SUMLUK

ŞUDE

CEM

ABDULVAHAB

CERİYE

BEDEK

BEKİ

CEKHE MATİ

ERSMEK

VELİD

NEDA

SETANAY

KAMİL

NECİBE

ADNAN SALİH

/

BUSE

NURHAYAT BEDRİYE HALİDE EMRE UĞUR NURİ

SİNEĞIZ ACYUA

ŞUAYİB

TUBRUK

CANTMER

SEDA

EDA

SEMİH

BUĞRAK

Editörün Notu: Şecerede yer alan “Mati”, “Mudi”, “Cekhe” vb gibi bazı isimler günümüzde de benzerlerine Çeçen ailelerinde sıklıkla rastladığımız, “Çekgabar” adetlerine göre verilen mahlas isimleri hatırlatmaktadır.

SAMİ

EMİN

MUSEST

KONKHLİK

SÜHEYLA

NAHİT

EMİN

CİHAT

NAİB

TUTUT

ASUMAN

SABRİYE

7 kızı varmış

NURİ

TİSTMER

AHMET RÜŞDİ

DUDA

ZEKİYE

Kocası BUTŞR oğlu

ĞOYSEM

CAMERZE

ABDULKERİM

CEMAL

ŞÜKRİ

HAYDE / HİDE

SOĞİT

CEMİLE

KASIM

ARAŞE

KAMİLE EŞDAH

TUĞBA İSMAİL AHMET ÜLKÜ ÜLKER MUSTAFA ESAD AHMET

SABİHA ŞEVKET HATİCE MAHMUT

NURİYE ZEKİYE

TOKAYAND KONKUŞ YANDİFU AİLESİ

BOZURT (Büyük Dede)

EL KHİST SERAL

Bu kardeşler Dağıstanda kalmışlardır. Oradaki arazi ve tarlalar bunların elinde kalmıştır

83


TARİHÇE

YİTİK KULE /

84

Ç

Son 25 yıl içinde Kafkaslarda gelişen olaylar ve kanlı savaşlar sonucunda tüm dünyada yeni tanınan “savaşçı” bir halk ön plana çıktı: Çeçenler.

eçenler gerçekten de sert ve katı yapılarına rağmen özde diğer Kafkas halkları gibi barışçıl bir toplumdur. Sadece kendi ülkelerine yapılan işgal ve saldırganlığa direniş gösteren savunma ağırlıklı savaşçılıkları ise geleneksel öğeler içeren, kültürel ve içgüdüsel bir tavırdır.

bölerler. İki gün süren çatışmalardan sonra Birleşik Alan ordusu yok edilir. Moğollar, kandırdıkları Kıpçak gruplarını da katlettikten sonra bugünkü İnguşetya topraklarında bulunan ve zamanın en güzel kentlerinden birisi olan Magas’ı da yerle bir ederler.

MOĞOL İSTİLASI

ÇEÇENLER YENDİLER

Bu halkın gördüğü en önemli yıkım ve istilalardan birisi 13. yüzyılda Moğollar tarafından gerçekleştirilir. Gerçekte 13. yüzyıldaki Cengiz Han’ın istilası tüm Avrasya'daki halklar için de büyük bir yıkımdır. 1222 yılında Cebe ve Bogatur komutasındaki Moğol orduları Gürcüstan'ı istila ettikten sonra kuzey doğuda Dağıstan dağlarından savaşarak geçip, Çeçen-İnguş, Osetin, Kabarday ve Kıpçak gibi çeşitli halkların fedaratif bir yapı oluşturduğu Alan ülkesine ulaşır. Moğol komutanlar, kendileri gibi Asyalı olan Kıpçak topluluklarını kandırarak kurnaz bir şekilde Alan güçlerini ikiye

HANKAL

VADİSİNDE

MOĞOLLARI

Çeçenler, Hankal vadisinde Moğolları yenmelerine rağmen işgali durduramazlar. Ortaçağ yazarlarına göre, savaşta canlarını kurtarabilenler ovalık bölgelerden dağlara kaçar. Moğollar, yüksek dağların derin vadilerine saklanan ve boyun eğmeyen bu kabilelerle yıllarca uğraşmak zorunda kalır. 13. yüzyılın sonlarına gelindiğinde kuşatma altında tutulan Çeçenya'nın dağlık kısmına hala söz geçirilememiştir. 1301 yılında dağlık bölgelere giremeyen Moğol taburları Terek Nehri'nin güneyine İchkerya düzlüklerine odaklanırlar.

SELAHATTİN BOLAT

Resim: Frans RUBO., “1847-Salti Savaşı” adlı eseri (1898)

ÇEÇENLER YOK OLUŞA NASIL DİRENDİ ?


1944 SÜRGÜNÜ HALA UNUTULMADI

Moğol kuşatması, Çeçenleri dağlara, vadilere ve köylere, ancak acımasız saldırılarla alınabilecek savunma kuleleri inşa etmeye sevk eder. Öyle ki bu dönemlerde, yaklaşık 3000 km2 bir alan içerisine 4000 den fazla kule inşa edilir. Aslında, Çeçen Kuleleri çok eski çağlardan beri ülkede bilinen bir yapı türü olarak düşmanın imha ve istila saldırılarına karşı stratejik noktalardaki muhtemel yollar üzerine, birbirlerini görecek şekilde, kalın duvarlı, mazgallı, çok katlı ve çok işlevli olarak yapılmaktaydı. Çeçen Savunma mimarisinin orijinal örnekleri olan bu yapılar meraklı gözlerden uzaklarda zamanın, saldırganların, iklimin ve doğanın yıkımına inatla direnerek, yüzlerce örneği yıkıntı ve harabe halinde de olsa, Kuzey Osetya'dan doğuya doğru İnguşetya, Çeçenya ve güneyde Gürcistan’daki Tuşhetya’yı da içine alan bir hat üzerinde yer alarak günümüze kadar ulaşmıştır. Günümüzde yapılan arkeolojik araştırmalarda dağlık Çeçenya bölgesinde, herhangi bir Moğol tahribatı ya da yağma izine rastlanmamıştır. Uzun Moğol kuşatması ve sonrasında 1400 yılı civarında Timur’la yapılan savaşların ardından Çeçenya tamamen yakılıp yıkılmış bir vaziyettedir. İki yüzyıl süren Moğol işgaliyle oluşan tecrit durumu bölgenin sosyal ve ekonomik gelişimini yavaşlatırken, izleri Çeçen kültüründe günümüze kadar ulaşan değişimlere de neden olur. Bu kuşatma yılları Çeçenleri, ölümle dalga geçen ve sadece bugünü yaşamayı düşünen içe dönük duygusal bir yapıya kavuşturur. Savunma savaşları ile dolu yıllar olarak geçen işgal dönemince Çeçenler dağlık bölgelerde taraçalar inşa edip tarıma uygun hale getirirler ve kendi içlerinde klan yapılanmasına dayanan kuvvetli bir birlik oluşturarak yaşarlar. Çeçenya daha sonraki dönemlerde 16. yüzyıldan itibaren Rusların bölgeye yaptıkları ve günümüze kadar süren kanlı saldırılara da sahne olur. 19. yüzyılın ortalarında Rusya büyük gücüyle bölgeyi hakimiyeti altına alır. Tüm Kafkas halklarının destansı mücadeleler verdikleri savaşlar sonunda, özellikle Batıda yaşayan Kafkasyalı halkların büyük bölümü Osmanlı imparatorluğuna sürgün edilir. Büyük bir insanlık trajedisi olan bu sürgünden bir grup Çeçen de nasibini alır. Özellikle ovalık bölgelerde yaşayan ve Ruslarla kanlı çarpışmalara girmiş olan aileler Osmanlı imparatorluğunun geniş coğrafyası içinde birbirlerinden kopuk bir hayatı yaşamak zorunda kalırlar.

Vatanlarında kalan Çeçenler ise sadece son yüzyıllık bir dönemde, bu yıkımların en büyükleri ile defalarca karşılaşır ve yok olmanın eşiğine gelirler. 1944 yılı Şubat ayında Sovyet Askeri İdaresi, 580.000 kadar Çeçen-İnguş 'u toptan tutuklayarak Sibirya 'ya sürer. Bu sürgün sırasında kesin olan bilgilere göre halkın %38 i yolda ve ulaşılan çorak topraklarda ölür. Stalin'in ölümünden sonra tekrar büyük mücadeleler sonucunda iade-i itibar kazanan Çeçenler yurtlarına zorlukla dönerler ve 1979 yılında 800.000 nüfusa, 1990 yılında ise 1.000.000 nüfusa ulaşarak kendilerine karşı yapılan soykırım operasyonunu fiyasko ile sonuçlandırırlar. Beningsen, Çeçen halkının bu inanılmaz gerçeğini "Çeçenler, ölüm kamplarından kurtularak insan ırkının biyolojik dayanıklılığına bir örnek oluşturdular" diyerek dile getirir. Bütün yokluklara ve kıyımlara rağmen Kuzey Kafkas halklarının en kalabalık nüfusuna ulaşan Çeçenlerin yok oluşa karşı böylesine dirençli olmalarının bir nedeni de kendilerini savunmayı çok iyi bilmelerinde gizlidir. Savaş tarihi bilimcisi John Keagan "Savunma daima saldırganlığa tepki olarak ortaya çıkar" der ve devam eder; "Eğer yaşam bir kavgaysa, düşmanca koşullara karşı durabilenler daha uzun yaşarlar ve karşı durma olasılığı yüksek yeni kuşaklar üretirler". Bu sözleri Çeçenler için değerlendirdiğimizde belki de yaşama bağlılıklarını ve zorluklara karşı oluşan dirençlerini açıklayan en yalın betimlemeyi oluşturur. Çeçenlerin kan ve ateşten nasibini fazlasıyla almış tarihi geçmişleri aydınlandıkça, tüm nüfusu iki milyonu geçmeyen bu halkın nasıl varlığını koruyabildiği daha net anlaşılmaktadır. Kıta Avrupa’sının Asya ile güney sınırında bulunan Çeçenya, aynı zamanda tarih boyunca birçok kavmin göç ve sefer yolları üzerinde yer alır. Gerçekte, Çeçenleri karşılaştıkları en büyük istilalar, yaşadıkları ülkenin stratejik ve doğal kaynaklarıyla dolu coğrafyasından kaynaklanır. Ancak bu coğrafi yapı tarihin eski toplumlarından birisi olan Çeçenlerin varlıklarını koruyarak günümüze ulaşmalarına da yardımcı olmuştur. Kafkasların coğrafi bir özelliği olan engebeli ve aşılması güç yüksek dağları karşısında, ünlü yazar Tolstoy'un hayran kalarak derinden etkilendiği ve "Dağlar, fakat Dağlar" diye bağırdığı rivayet edilir.

85 YİTİK KULE /

ÇEÇEN KULELERİ BİR TOPLUMU KORUDU


BİR ZAMANLAR ÇEÇEN KÖYLERİNDE

Yıllar önce, muhtemelen 1920’li yıllar... Çardak’ta demirci ustası rahmetli Kahir (Yaşar) atölyesinde

kan-ter içinde çalışmaktadır. İçeriye kendi yaşıtlarından bir arkadaşı girer.. Biraz gezinir etrafa bakar.. Demirci Kahir ustanın işi yoğundur.. Bir taraftan örsteki demirini döverken diğer yandan atölyesine gelen arkadaşının telaşını fark etmiş bir sıkıntısının olduğunu anlamıştır.. Sorar; “Nedir derdin uzatma da söyle?” Arkadaşı rahatlamıştır. Hemen konuya girer. Biraz para sıkıntısı olduğunu, kendisine “Bir altın lira” gerektiğini, borç verip veremeyeceğini sorar. Demirci Kahir usta, “Olur” der.. “Bak, şuradaki rafı görüyormusun, elini uzat orada bir altın olacaktı.. Ordan al” der. Arkadaşı sevinçle rafa uzanır ve gerçekten de orada duran bir altın lirayı alarak atölyeden ayrılır. Aradan birkaç yıl geçer. Altın borcunu bir türlü getirip Kahir Ustaya vermez. Kahir usta da tenezül edip istemez. Birgün yine Kahir usta atölyesinde çalışmaktadır. Aynı arkadaşı telaşla içeri girer.. Yine bir altın liraya ihtiyacı olduğunu verip veremeyeceğini sorar. Kahir Usta da sakin bir şekilde; “Bak şuradaki rafa elini uzat orada bir altın olacaktı.. ordan al” der. Arkadaşı sevinçle rafa uzanır. Ama eline tozdan başka bir şey gelmez. “Usta, altın burada altın yok ki ?” der. Kahir usta, çekicini örse koyar ve cevabı yapıştırır: “Deel guran olurdu..! Aldığın altını zamanında getirip de o rafa bıraksaydın.” Kaynak kişi: Mustafa Bingöl YILDIR (65)

YİTİK KULE /

86


tarihi öykü

BİR SÜRGÜN ANISI

ne çok severdi kızı İremhan’ı. Gözleri mutluluktan ışıl ışıl parlardı onu izlerken. Kucağına alıp sıcaklığını duyduğunda göğsüne karışırdı sanki küçük kızcağızın bedeni. O, yaşlılık çağında Tanrının gönül avuntusu olarak verdiği bir hediyeydi. Sevgili eşi Muslimat’ın dünyayı terk etmeden önce kucağına bıraktığı bir yadigardı İremhan. Diğer altı çocuğunu dağlı geleneklerine göre sevememişti, sarılamamış, öpmemişti. Yaşlı ana babası vardı evinde ve onların yanında çocuklarına karşı ilgisiz kalmalıydı. Bu örfün gereği olarak bir yabancı gibi davranmıştı çocuklarına. Onlar da babalarına karşı hep mesafeliydiler. Onun yanına çekinerek girip çıkıyor, konuşurken başlarını öne eğiyorlardı. Zaman rüzgarını yüzlerde hissettirmeden geçip gitmiş, önce yaşlı ana babasını almış, sonra kendisini yaşlandırmıştı. Fakat altmışına merdiven dayadığı yıllarda Yüce tanrı ona yüreğini coşkuyla dolduran bir kız evlat armağan etmişti. Saçları sapsarı, yüzü kartopu gibi göz alıcı bu kız çocuğunun sevimliliği Umar’a örfü adeti terk ettirmiş, onun içine neredeyse bir dede şefkatini bırakmıştı. Yıllardır çocuklarına gösteremediği sevgiyi şefkati sanki biriktirmiş, hepsini İremhan’a saklamıştı. Çocuk oluyordu onunla oynarken, saatlerce kucağından indirmiyor, söylediği yarım yamalak sözlere katıla katıla gülüyordu. Bu yüzden kıskanılırdı biraz İremhan, evlenip baba ocağından çıkmış kardeşleri bile ara sıra annelerine “Çocuklarını evlendirdikten sonra çocuk doğurmanın ayıbını nasıl göze aldın?” derlerdi.

Umar İremhan’a olan sevgisi yüzünden eşini bile incitmişti bir kez ki, aklına geldikçe yüreğini kanatan bir hatıraydı bu. Muslimat’ın galnış yapmak için hamur yoğurduğu bir gün küçük İremhan onun çevresinde sürünüyor ve ikide bir minik parmaklarını annesinin önündeki hamura uzatıyordu. Muslimat küçük kızının eline hafifçe vurarak onu uzaklaştırmak istemişti ama nazlı İremhan bas bas bağırmıştı bu yasağa karşılık. Umar kızının ağladığını duyunca gelmiş onu yanına almış ve hanımına karşı sesini yükselterek -Onu bir daha incitirsen seni incitirim Muslimat. Onu bir daha incitirsen seni ölmüş anne babanın yanına gönderirim, demişti. Otuz yıllık eşinden bu azarı işitmek kırmıştı Muslimat’ı. Başını eğip önündeki hamurla meşgul oluyor görünmek istedi ama yanağından süzülen bir damla yaş Umar’ın gözünden kaçmamıştı. Bir süre sonra eşini yitirdiğinde Umar’ın içinde bir sızı olarak kalmıştı bu iki damla gözyaşı. Muslimat öldüğünde İremhan altı yaşındaydı henüz. Nazla büyümüş, sevgiye ilgiye alışmış altı yaşında bir çocuktu o. Hanımını kaybettiği günlerde Umar iliklerini donduran kar ayazından kaçıp sığındığı odasında sızıp kaldığı ateşin başında görmüştü o tuhaf rüyayı. Göz alabildiğine uzanan geniş bir ovayı kat eden bir demiryolunda, iki rayın arasında ayakta duruyordu. Günün hangi saati olduğunu kestirmeye imkan yoktu. Mat renklere boyanmıştı ortalık. Sanki ayrı bir iklimde, ayrı bir diyardaydı.

HULUSİ ÜSTÜN

87 YİTİK KULE /

Umar


YİTİK KULE /

88

Sağlı sollu at ölüleriyle doluydu demiryolu. Kimisi tamamen çürümüş, kimisi yeni vurulmuş at ölüleri vardı her tarafta. Kuşlar uçuyordu leşlerin üstünde, ortalığı çınlatan kuş seslerinden başka hiçbir ses duyulmuyordu ovada. Nereye gideceğini, ne yapacağını kestiremeden koşmaya başladı yol boyunca. Hep aynı sonsuz düzlük çıkıyordu karşısına, hep aynı at leşleri. Demir yolundan ayrılıp at ölülerinin arasında dolaşmaya başladı sonra. Gözleri bu tek tip manzaraya yabancı bir şeyler arıyordu sanki. İçi anlatılamaz bir endişeyle dolu bir şekilde geziniyordu bu büyük mezarlığın içinde. Sonra at ölülerinden birine dikildi bakışları. Ağzından çıkmasına engel olamadığı bir çığlıkla çınlattı ovayı. Atın yüzü sevgili evlatlarından birine aitti. Sonra bir başka ata çevirdi bakışlarını, o tanıdığı bir komşusu, diğeri kuzeni, diğeri gelinine ait. İki elini yüzüne kapatıp çığlıklar atmaya başladı Umar. At ölülerinin üstünde uçuşan kara kuşların kahkahalarını bastıran çığlıklar koyverdi. Uzandığı yerden doğrulup gördüklerinin kabus olduğunu anlayınca derinden bir “Dela bu hastım!” dedi. Kalkıp abdest aldı. Bu kabusun verdiği endişeyi atmak için namaza durdu. ... İkinci Dünya Savaşının acılarının dünyanın her köşesinde hissedildiği yıllar… Umar’ın küçük dünyasına çok uzak köşelerde insanlar birbirini öldürüyordu, şehirler bombalanıyordu. Çeçenya’ya da düşüyordu bu ateşten sıçrayan kıvılcımlar. Savaşa giden Çeçen gençlerin ölüm haberleri geliyordu birer ikişer. Rusya’nın her yanı alev alevdi. Tanrı kötüleri cezalandırırken iyiler de nasibini alıyordu yaşanan felaketlerden. İnsanlar ya sosyalistti ya faşist. Zarar vermek amaçlandıktan sonra birisi için “faşistlere yardım ediyor, Almanlarla işbirliği yapıyor” demek kafiydi. Savaştı kısacası… Bütün çağrışımlarıyla uğursuz, lanetli bir savaş. Kahrolası bir ağız Stalin’in kulağına Çeçen halkının Almanlarla işbirliği yaptığını söylemiş olmalı. Bu dağlılar yıllardır Ruslardan gelen her şeye karşı koyuyorlardı. Yıllardır kendilerine dayatılan her şeye direniyor, bir türlü susturulamıyorlardı. Stalin’in Rusya’sına uyum sağlamak için çaba göstermiyorlardı, gelenekleriyle dinleriyle yaşıyorlardı. Onlardan kurtulmak için bundan uygun bir fırsat ele geçmezdi. Dünyanın birbirini kırıp geçirdiği bir devirdi nasıl olsa, öldürülen hiç kimsenin hesabı sorulamıyordu. Yok edilen bir halkın

hesabını da hiç kimse sormayacaktı nasıl olsa. Onların çığlıkları Sovyetleri çevreleyen demir perdenin dışına çıksa bile… ... 1944 kışı… Kafkasya dondurucu ayaza teslim. Ulu dağlara kar yağıyor, dışarıda öldürücü bir dağ soğuğu. Çeçenler evlerinin duvarları içine gömülü ocaklarının başında cephedeki oğullarına mektup yazıyorlar. Kurtlar uluyor dışarıda, köpekler huzursuz. Gökten düşmüşçesine ani bir şekilde Rus askeri araçlarıyla dolmuştu Çeçenya. Halklara yaşarken cenneti vaat eden Sovyet Birliğinin Kızıl ordusunun kuruluş yıldönümü olan 23 Şubatta yapılacak büyük kutlamalara hazırlanıyordu her taraf. Söylentiye göre Kızıl ordunun 26. kuruluş bayramı faşist Almanların Sovyet topraklarında uğradıkları yenilgiyle birlikte kutlanacaktı. Kızıl ordu Almanya karşısında gösterdiği büyük dirençle dünyaya kendisini kanıtlamıştı. Coşkuyla kutlanmalıydı bu bayram. Sovyet onurunu dünyaya duyuracak bir coşkuyla kutlanmalıydı. Rus askerlerinin Çeçenya’ya gelişinin gerekçesi olarak bu bayram kutlamaları gösteriliyordu. Belki de Almanlara karşı Kafkasyalıların kahramanca karşı koymalarının mükafatı olsun diye Kuzey Kafkasya seçilmişti bayram için. Uzun kaputlarına sarılmış silahlı binlerce asker dağ köylerine varıncaya dek her yere dağılmıştı. Her yer askeri araçlarla ve ağır silahlarla doluydu. İnsanlar evlerinden uzakta askerlik yapan delikanlılara konuk severliklerini göstermek için yarışıyordu adeta. Garnizonlara yiyecek taşıyordu halk. Bununla birlikte soğuk, ürpertici bir tavrı vardı askerlerin. Kimisi insanlarla göz göze gelmek istemiyordu sanki. Kimisi onların ikram ettiklerini bile yemiyordu. Çeçenya 23 Şubat Bayramını bekliyordu. Herkesin zihninde farklı endişeler, yüreklerde tuhaf bir korku… Ve geldi Kızıl ordu bayramı. Kızıl bir örtü düşmüştü sanki gökten yere. NKVD birlikleri şehir ve kasabalarda meydanları doldurmuş, köylerde giriş çıkışlar tutulmuştu. Halk olağanüstü bir şeylerin olduğunun farkında huzursuz ve şaşkın bir bekleyiş içindeyken ani bir emirle harekete geçmişti Rus askerleri. Önceden konuşulup kararlaştırılan plan


uygulamaya konmuş, birden bire Çeçen topraklarındaki bütün Rus askerleri aynı emri haykırmaya başlamıştı. Herkes tren istasyonlarında toplanacaktı. “Siz Almanlarla işbirliği yaptınız. Alçak Almanları tercih ettiniz!” diye bağırıyordu NKVD subayları. Şehir şehir, köy köy, hane hane, ev ev dolaşıyordu askerler. Evler boşaltılıyor, süngüyle, dipçikle insanlar dışarı çıkartılıyordu. Direnişe asla izin verilmiyordu. Çıkmak istemeyen yaşlılar hemen kurşuna diziliyordu. Karşı koymak için hazırlıklı değildi Çeçen halkı. Şaşkınlık içinde ellerine geçirdikleri birkaç parça eşyayı, birkaç dilim ekmeği yanlarına alıp düşüyorlardı askerlerin önüne. Namluların ucu nereyi gösterirse oraya dönüyorlardı. Yüzlerini yakıyordu şubat ayazı. Sırtlarına kar yağıyordu, üşüyordu çocukların elleri. Kadınlar titriyordu korkudan. İnsanlar ağlıyordu, yaşlıların gözyaşları sakallarını ıslatıyordu. “Nereye götürüyorsunuz bizleri, nereye? Bunca insan, bunca yaşlı ve çocuk, bunca kadın nereye gidebilir?” Hiç kimseden alamıyorlardı bu sorunun cevabını. İtekleniyor, tartaklanıyor, azarlanıyorlardı. Askerlere karşı koyan birkaç genç, birkaç orta

yaşlı adam oracıkta biçilmişti mermilerle. Birbirine sokulmuş insancıklar korkulu gözlerle bakıyorlardı ellerinde tüfeklerle bekleşen askerlere. Düne kadar konuk ettikleri askerlere, kendi gençleriyle birlikte Almanlara karşı koyan kızıl ordunun kahraman askerlerine olup bitenlere anlam veremediklerini ifade eden nazarlarla bakıyorlardı. Akılları almıyordu olup biteni. Tren istasyonlarında bekleşen kalabalığın arasına karıştı her biri. İte kaka sığdırıldılar siyah hayvan vagonlarına. Vagonlar tıka basa insanla dolduruldu. Kafkasya bu ayrılığı daha önce de yaşamıştı. Yaşlı babasının kucağında ne olduğunu anlayamadığı bir telaşın içinde bulmuştu kendisini İremhan. Kendisini taşımakta zorlanan babasının boynuna asılıp korkulu gözlerle izliyordu çevresini. Ortalık alabildiğine insan doluydu, ağlıyordu insanlar, çocuklar ağlıyordu. Herkes birbirine bir şeyler soruyordu. Ayaz dondurucuydu. Kar atıştırıyordu bir yandan. İremhan’ın küçücük yüreği yaşanacak felaketi sezmişti. O da ağlamaya başladı. Katıla katıla ağlıyordu babasının kolları arasında. Üşüyen vücudunu babasının göğsüne yapıştırarak ağlıyordu. ...

YİTİK KULE /

89


YİTİK KULE /

90

Karanlık bir odacığın içinde buldu sonra kendisini. İçerdeki kalabalığın nefesi ılıtmıştı havayı. Usulcacık indi yorgun babasının kucağından. Ayakları üzerinde doğruldu babasına tutunarak. İçinde bulunduğu dar odacık yukarıdaki küçük bir aralıktan ışık alıyordu yalnızca. Çocuk gözleriyle seçmeye çalıştı içeriyi. Kadınlar bir tarafa büzüşmüş oturmuşlardı. Birkaç çocuk ayakta durmaya çalışıyordu. Kendi bulunduğu yerde yaşlı erkekler vardı yalnızca. Kocaman kalpaklarının altında yüzleri seçilemeyen aksakallılar dudaklarını kımıldatarak hafif sesle dua mırıldanıyordu. Deri paltolarının yakalarını kapamıştı hepsi. Kimileri alçacık bir sesle konuşuyordu yanındakilerle. “Öldürüleceğiz besbelli.” diyordu birisi. Diğeri “ Ama ne yaptık ki biz.” Korkunç sesler çıkartarak hareket etmeye başlamıştı tren. İnsanlar yurtlarını görmek istiyordu son bir kez. Tahtaların incecik aralığına gözlerini uydurup dışarıyı seçmeye çalışıyorlardı. Yaşlı gözlerin gördüğü son vatan manzarası karlı dağlar, tipiye tutulmuş insanlar oldu sadece. Nereye gidiyorlardı. Umar, küçük kızına sarılıp kalmıştı. Konuşmuyordu hiç kimseyle. Gözlerini yere dikmiş duruyordu öylece. Yorumlamaktan korktuğu rüyası aklından çıkmıyordu. O kabusun gerçek olmasından korkuyordu. Sevgili çocuklarının, akrabalarının yabancı diyarlarda ölüp gideceğini görmekten korkuyordu. -Bizi alıp denize atacaklar besbelli, dedi kadınlardan birisi. Bunca adamı öldürmeye yetecek mermi olmadığı için… Kadının sözleri trenin korkunç homurtusuna karışıp boğulmuştu. Yaşlılardan birisi daha soğukkanlı, daha teslim olmuş bir ses tonuyla konuşuyordu. -Büyüklerimizden duymuştuk böyle günler göreceğimizi. Yaşayanların ölülere imreneceğini söylemişti büyüklerimiz. Onurluca ölmek için vaktimiz olsun yeter. Sessizlik çöreklenip kaldı sonra vagonun içine. Tren sarsılarak, korkunç sesler çıkararak ilerliyordu korkunç kadere doğru. Erkekler oldukları yerde gözlerini kapayıp ölüm şarkılarıyla karışık zikir yapmaya başlamışlardı. Vagondaki yaşlılardan birisi yüzlerce yıllık bir Çeçen ilahisine ses verdi. Peygamber Yakup’un oğlu Yusuf’a seslenişiydi bu. Erkekler titrek sesleriyle hep bir ağızdan mırıldanıyordu.

veina.

“Sun

Yousup

dıavigana,

sun

Yousup

İremhan tam olarak ne olup bittiğini anlamasa da bir felaketin içine düştüğünü fark etmişti. İlahinin acıklı sesinin bastıramadığı tren gürültüsü bitmek bilmiyordu. Gözlerinin seçebildiği kadarıyla bakmıştı etrafa. Herkes ağlıyordu. Büyüklerin ağladığını görmemişti daha önce. Bir oyunun içinde olmadığını fark edip tekrar babasına sokuldu ve duyduğu hıçkırık seslerini bastırmak istercesine yüksek sesle ağlamaya başladı. Umar kemikli elleriyle kızının sarı saçlarını okşuyor, yanındaki kendisinden yaşlı insanlara rağmen onun küçücük bedenine sarılıyordu fakat susmuyordu İremhan. O sırada kadınların bulunduğu köşeden zarif bir gölge doğrulup temkinli adımlarla yaklaştı, hiçbir söz söylemeden gözleriyle izin istedi Umar’dan. İremhan’ı elinden tutup kadınların bulunduğu köşeye çekti. Küçük kız ellerinde hissettiği bu şefkatli sıcaklığa karşı koymadı, küçük adımlarıyla yavaş yavaş yürürken sustu. Genç bir gelindi İremhan’ı küçük ellerinden tutup yanına alan. Henüz yirmi yaşlarında bile olmayan sapsarı saçları beline kadar uzanan yeni evli bir kızcağız. Belki kocası cephedeydi o an, belki bir başka vagonda, belki de toprakta. İncecik parmaklarıyla taradı genç gelin İremhan’ın ipeksi saçlarını, kulağına güzel sözler mırıldandı, yüzünü küçük kızın gözyaşlarıyla ıslanmış yüzüne yaklaştırıp alçacık sesiyle bir şarkı mırıldandı. İremhan bu karanlık ve pis kokulu vagonda hoş gördüğü tek varlığa sığındı küçücük vücuduyla. Aradan çok bir zaman geçmeden genç geline “Nani” dedi. İlk on saat tren hiç durmadan yol aldı. Geçmek bilmeyen on saatin ardından verilen ilk molada insanlar indirileceklerini düşünerek heyecanla kapılara üşüştüler. Bir saat kadar süren bir bekleyişten sonra yeniden homurtuyla hareket etti koca tren katarı. İnsanlar ümitsizce yerlerine döndüler. Yanlarında getirdikleri birkaç parça yiyecekle bastırdılar açlıklarını. Ve korkunç utanç saatleri gelip çattı. Trenin ihtiyaç gidermek için mola vermeyeceği anlaşılmıştı. Ölümü ayıba tercih eden halkın çocukları yüzlerini arkaya çevirip başlarını tahtaya dayayarak ağladı, ağladı. Genç gelin dağlı adetlerine uyduğu için birkaç genç kadın dışında hiç kimseye sesini duyurmuyor, vagondakilerle konuşmuyordu. Kendisine söylenilenler karşısında başını eğer-


çakmaktan ve sırılsıklam olmuş üç beş kibrit çöpünden başka hiçbir şey yoktu. Şişedeki gazı vagonun ortasına döküp dakikalarca uğraştılar, elbiselerini gazın döküldüğü zemine sürdüler. Hepsi ateş yakmaya çalışan adamın çevresini sarmış sıcak ve onurlu bir ölüm için bekleşiyordu. Adam ayazdan donmuş sakallarını eliyle karıştırdı, uyuşan ellerini elbisesiyle kuruladı ve çaktı. İremhan olup biteni anlamadan izliyordu adamı. Kucağına sığındığı genç kadının ona daha sıkı sarıldığını fark etti. İçerde çakmağın sesinden başka ses yoktu. Islak vagon tahtaları arasından sızan gazı tutuşturacak bir tek kıvılcım çıkmadı. Sessizlik içinde aniden parlayacak ateşi bekleyen kadınlar iyice sokuldular birbirine ve gözlerini kapadılar. Yanarak ölmenin dehşetini düşünmüyordu hiç biri. Bu utançtan kurtulmak, bu utanca son vermek… Genç gelin İremhan’ın başını göğsüne dayamış ara sıra dudaklarını küçük kızın samurdan yumuşak saçlarına dokundurarak içerdeki gerilimi ona hissettirmemeye çalışıyor, kesik kesik öksürüyordu. Vagonun altından giren rüzgar tahtayı iyice kurutuncaya dek ateş yakma uğraşısı sürdü. Sonunda çakmak ve kırık kibrit çöplerini elinden düşürdü adam. Tekrar köşeye geçti ve iki gün önce ölen yaşlı adamın ölüsünün yanında başını elleri arasına alıp sustu. Açlık… Ölümün ve pisliğin her dakika artan kokusu… Gecenin zifiri karanlığı ve bıçak gibi keskin kar ayazı çöreklendiğinde, vagonun içinde göz gözü görmez oluyor ve insanlar uyur taklidi yapıyordu. Herkes gözlerini sımsıkı kapıyor, başlıklarını kulaklarına kadar çekiyor ve yüzleri dışarı gelecek şekilde yatıyorlardı. İnsani ihtiyaçlar için sırayla birisi uyanmış oluyor, sonra gözlerini sımsıkı kapayıp Tanrıya bu azaba son vermesi için yakarıyorlardı. Sabah aydınlığı seçilmeye başlandığında gri renklerin içinde bir köşede donup kalmış bir çocuk ya da kadın cesedini itekliyorlardı kapıya doğru. Dua için kıpırdıyordu dudaklar… Artık yiyecek hiçbir şey kalmamıştı. Son mısır ekmeği, son kuru et ve dum kırıntıları annelerin elinde çocuklar için saklanıyordu. Ölümcül inlemeler başlamıştı vagonun içinde. Tren yavaşladığında diğer vagonlardan haykırışlara karışıyordu sesleri. İnsanlar ya yan vagonda olduğunu düşündükleri akrabalarına sesleniyor, ya da ölümü çağırıyorlardı. Kara tren katarı cinnet geçiren bir sürü insanı taşıyordu artık bilinmeyen bir yere.

91 YİTİK KULE /

ek sessiz kalıyordu. Torbasındaki bir parça kurutulmuş eti İremhan’a sunup susturmuştu onun açlık ağlayışını. Sonra ona sarılmış, İremhan’ın bir türlü rengini hatırlayamadığı gözlerinden süzülen yaşları göstermemişti küçük kıza. Yol bitmek bilmiyordu. Kimi istasyonlarda saatlerce mola veriyor fakat vagon kapıları açılmıyordu. Yol sürdükçe çoğalıyordu ölümü isteyenler. İlk pes eden, vagondaki en yaşlılardan birisi. Ölüm döşeğinden kaldırıp sürüklemişlerdi onu istasyona. Boş bir çuval gibi atıldığı yere kesik bir solukla yığılmıştı ihtiyar. Talihliydi belki hemen öldüğü için. Elindeki baston düşüvermiş, gözleri vagon kirişlerine takılıp kalmıştı. Sessizce alıp bir köşeye çekti onu erkekler. Kadınların iniltileri yükseldi. İremhan sessizliğin içinde artık kulağına şarkı mırıldanmayan geline daha bir sıkı sarıldı. İnsanlar yüreklerine çöreklenen endişeyi tartışıyordu birbirleriyle. Nereye götürülüyorlardı? Bu yol nerede bitecekti? Ne yapılabilirdi? Vagon kapısının açıldığı ilk seferde askerlerin silahları üzerine atılıp öldürülmeyi sağlamak en çıkar yoldu. Bu uğursuz yolun sonu selamet olamazdı. Fakat açılmıyordu vagon kapısı. İnsanlar sancılanıyor, hastalanıyor, boğuk öksürük sesleri, inlemeler yükseliyordu. Vagon tahtalarının arasından keskin bir soğuk giriyordu rüzgarla birlikte. İnsanların nefesleri yetmiyordu içeriyi ısıtmaya. Çoğu apar topar kaldırılıp getirildikleri için sırtlarında doğru düzgün palto bile yoktu. Hele kadınlar… üşüdükçe sokuluyorlardı birbirlerine, üşüdükçe ellerini hohluyorlardı. Gözlerini uydurdukları küçücük tahta aralıklarından dışarıya baktıklarında çevrede ev, köy olmayan çıplak arazilerden geçtiklerini görüyorlardı. Kar kaplıydı her yan. Alabildiğine kar… İkinci günün sonunda gürültülü bir konuşmanın ardından vagon köşesinde titreşen kadınlardan birisi eşyaların arasından çıkardığı bir lamba şişesini uzattı kocasına. Şişenin dibinde az bir miktar gaz çalkalanıyordu. “Bir tek kibritle bu utanca son verebilirsin, bir tek kibrit…” dedi. Kadının elindeki lamba şişesini titreyen eliyle aldı erkeklerden birisi. Çevresindekilere sorgulayan bakışlarla göz gezdirdi. Susuyordu vagondaki herkes. Hiç kimse yaşamak ister gibi bakmıyordu ona. Lamba şişesinin içindeki azıcık gaz onları bu sonu belirsiz yolculuktan, bu kahredici ayıptan kurtarabilirdi. “Bir kibrit,” dedi adam. “Ateş çıkaracak herhangi bir şey.” Cepler araştırıldı, taşı bitmiş, bir


YİTİK KULE /

92

Yolculuğun üçüncü günü tahta aralıklarından parlak güneş ışığı huzmeleri karanlık vagona sızarken yavaşladı tren… İnsanlar artık bitmiş yüreklerinin çıkacağını sandı yerinden. Tren durdu… Kapılara yığıldılar tekrar. Boş yere açılmasını beklediler. Durdukları yer bir istasyon olmalıydı. Dışarıdan birbiriyle Rusça konuşan, şakalaşan askerlerin sesleri geliyordu. Günlerdir tren sesinden çınlayan kulaklar bu kez de megafondan yükselen sese dikkat kesilmişti. -Çeçenler! Sovyet meclisinin kararıyla Kazakistan’a götürülüyorsunuz. Halk olarak Sosyalist idareye karşı koymanıza, Sovyetlerin düşmanı olan faşist Almanlarla işbirliği yapmanıza rağmen Sovyet meclisi sizleri vatandaşları olarak görmekte ve yeni bir yaşam alanı sunmaktadır. Yeni yurdunuzda güvende olacaksınız. Anons aynı sözleri defalarca tekrarladı. İnsanlarla alay edercesine bir daha bir daha çınladı kulaklarda. Ardından tren vagonları sırayla açılmaya başlanmış olmalı ki dışarıdaki gürültüler arttı. Kurşun sesleri, haykırışlar, çığlıklar yükseldi. Karşı koyan ya da saldıran birkaç kişi öldürülmüş olmalıydı. Çeçence konuşmalar, Rusça küfürler, emirler birbirine karışıyordu. Bir saat kadar sonra Umar ve İremhan’ın bulunduğu vagonun kapısı açıldı. Bir sürü askerin ve kendilerine yöneltilmiş namluların arasında insanlar ihtiyaç için kendilerine gösterilen yere doğru yürüdüler. Askerler alaylı gözlerle izliyorlardı onları. Oysa sürgün yolculuğuna çıkarılmış kadınlardan çoğunun oğlu, eşi ya da kardeşi bu ordunun askeri olarak adını bilmediği memleketlerde savaşıyordu Almanlara karşı. Bu arada vagon içerisindeki iki üç ceset, askerler tarafından sürüklenip götürüldü. İçeriye bir sürü lahana ve kuru siyah ekmek attılar ardından. Bir hayvan sürüsü taşıyorlardı sanki. Dilleri, dinleri, örfleri yoktu bu sürünün. Acıyacak, acınacak canları yoktu sanki. Vagon içerisindeki kirli varile hortumla su dolduruldu. Ses çıkaran birkaç kişi bu hortumla ıslatıldı ve on beş yirmi dakika sonra tekrar namlu gözetiminde hakaretlerle tıkıldılar vagona. Tren tekrar gürültüyle kımıldayıp bilinmeze doğru ilerlerken durakladığı istasyonda soğuktan kaskatı kesilmiş cesetler kalmıştı sadece. Yol uzadıkça artıyordu kış soğuğu. Artık iliklere işleyen ayaza dayanmak çok zordu. Çeçenler babalarından duymuşlardı bu toprakları. Rus

ülkesinin bir ucundan diğer ucuna at ayağıyla aylarca süren bir yolculukla varılabildiğini, bir ucunun aylarca karanlıkta kalan uğursuz topraklar olduğunu, daha ötesinde Yecüc Mecüc’ün yaşadığını anlatırdı yaşlılar. Bu yüzden onlarla yaptıkları savaşı kaybetmişlerdi. Öldürdükleri her Rus askerinin yerine bin tanesi geliyordu. Öldükçe çoğalıyorlardı. Bunca geniş yurtları varken, bunca uzak diyarlara sahipken ne istiyorlardı Çeçenlerden. Neden gelmişlerdi Kafkaslara, neden kuşaklar boyu dedeleriyle savaşmışlardı. Şimdi neden yurtlarından çıkarmışlardı onları. Gittikçe daha halsizleşen bir ses tonuyla kendi aralarında bunları konuşuyordu insanlar. Artık en azından akıbetlerinin ne olacağını kestirebiliyordu insanlar. Demek Sovyet meclisi Çeçen halkının Almanlarla işbirliği ettiğine inanıyordu. Demek bu ağır suça rağmen kendilerine yaşam hakkı bahşedilmişti. Demek bundan sonra dünya haritasında bile yeri bulunamayacak uzak ve soğuk ülkelere dağıtılacaklardı. Demek bundan sonra karlı dağlarını, yeşil ovalarını, sevgili vatanlarını göremeyeceklerdi. Demek baba mezarlarından uzakta yaban ellerde öleceklerdi. Demek kopartıldıkları akrabalarıyla görüşmeleri ancak kadere kalmıştı artık. Bu belirsizliği düşündükçe kahroluyordu insanlar. Bir akşam kadınların birbirine yaslanıp kaldıkları köşeden acı çığlıklarla fırladı bir kadın. Elbiselerini parçalayarak bağırdı çağırdı. Çocuklarından ayrı bir vagona bindirilmişti ve onlara ne olduğunu bilmiyordu. Günlerdir ayıp olacağı korkusuyla içindeki endişeyi dışa vuramayan kadıncağızın zihni infilak etmişti sonunda. Güçlükle susturulup bir köşeye oturtuldu ama bundan sonra o düşünemeyen, idrak edemeyen bir canlıydı. Soğuğun elleri tamamen teslim almıştı insanları. Dondurucu Sibirya şubatına dayanmak artık imkansızdı, eksiksiz herkes öksürüyordu. İçlerini ısıtabilecekleri hiçbir şey yoktu üstelik. İstasyonda durakladıkları zaman vagona atılan lahanalardan geriye pek bir şey kalmamıştı. Kirli, üzeri buz kesmiş bir varil sudan başka içecek yoktu. Tren saatlerce yol alıyor, saatlerce duraklıyor ve tekrar yola koyuluyordu. İremhan’ı bir ölünün sırtından çıkarılan deri bir sakoya sarmışlardı. Artık gözleri karanlığa ve gözyaşına alışmıştı. Üşüdükçe sokuluyordu kollarıyla kendisine sımsıkı sarılan sarı saçlı geline.


artık direnmeye, karşı koymaya mecali kalmamış, aç ve hasta insanlar silahlı askerlerin oluşturduğu bir koridordan geçirilip ihtiyaçları için bir yere toplandılar.. Kalın paltolarına sarılmış kürk başlıklı Rus saldatları aceleyle emirler yağdırıyorlardı birbirlerine. Rüzgarın uğultusu alıp götürüyordu bağrışmaları, sesler tipiye, borana karışıyordu. Ayaklarında kaçmak için güç bulabilen bir kaç kişi askerlerin açtığı ateşle cansız düşüverdi yere. İnsanlar artık düşünemiyordu. Tepkisiz bir şekilde bakıyorlardı çevrelerine. Vagon içlerine lahana ve siyah ekmek atıldı. İçi buz tutmuş siyah varilin içine kar suyu dolduruldu ve ölüler vagonlardan çıkartıldı. Genç gelinin cenazesi de iki yorgun Çeçen erkek tarafından vagondan indirilip karların üzerine bırakıldı. Soluk mavi elbiseden başka hiçbir şey yoktu ölünün üzerinde. Çeçenler ölüyü gömmek için kazma kürek istediler. Askerler sertçe reddetti bu isteği. İnsanlar ölülerine son vazifelerini yapmak için ısrar edince zorla tekrar tıkıldılar vagonlara. Kara tren katarlarının kapıları bir bir kapandı içerdeki çaresiz insanların üzerine. Tekrar karanlığın içine büzüşüp kaldılar. Bu kez vagonun içini soğuktan ve açlıktan daha korkunç bir sessizlik kapladı. İremhan, önce gözlerini vagonun içindeki insanların yüzlerinde gezdirdi tek tek. Çocuk zihni ağlamanın, bağırmanın dışarıdaki askerlere etki etmediğini kabullenmişti. Vagonun tahta aralıklarına gözünü uydurup baktı karların üzerine uzatılmış genç kadına. Soğuktan kaskatı kesilmiş yüzü vagona

93 YİTİK KULE /

Acıktıkça “Nani! Beybik dats datsi?” diyerek ona mızmızlanıyor ve onun titrek elleriyle uzattığı yiyecek kırıntılarıyla açlığını bastırıyordu. Sonra tekrar uykuya dalıyordu gelinin kollarında. Genç gelin kendisine sığınıp uykuya dalan çocuğu uyandırmamak için kımıldayamıyor, dayanılmaz öksürük nöbetlerini başörtüsüyle ağzını kapayarak ona duyurmamaya çalışıyordu. Yine böyle bir uyuklama sonrası İremhan hafifçe kıpırdanıp kendisini saran kolları daha fazla hissetmek arzusuyla huzursuzlandı. Açtı, sıkışıktı ve bu iğrenç kokulu soğuk vagona daha fazla dayanamıyordu. Küçücük elleriyle başı yana düşmüş duran gelinin yanağına dokundu. Sonra korkuyla çekti elini geriye. Genç kadının yanağı buz kesilmişti. Belini kavrayan kolu tutup sarstı. Hiçbir tepki vermeden düşmüştü öylece. İremhan ne olduğunu anlamadığı halde çığlık çığlığa bağırmaya başladı. İçerdeki hava İremhan’ın “Nani! Nani!” çığlıklarıyla çıldırtıcı bir hal almıştı. Vagondaki herkes halsiz bir şekilde başını kaldırıp ona baktı. Artık ölene imreniliyordu adeta. Kadınlar ağlayarak başına üşüştü İremhan’ın. Gözyaşları içerisinde ayırdılar onu beş gündür anne bildiği, sarıldığı kadıncağızdan. Boylu boyunca uzattılar vagonun bir köşesine. Uzun sarı saçlarını göğsünün üzerine bırakıp başucunda dualar okuyarak gözyaşlarıyla ıslattılar genç gelinin bedenini. O günün akşamı tekrar durdu utanç treni. Kalın bir kar tabakasıyla kaplı, yol iz görünmeyen bir kar çölünde… Vagon kapıları yine sırayla açıldı,


YİTİK KULE /

94

dönüktü genç gelinin. Sarı ama sapsarı saçları kımıldanıyordu rüzgarda. Rengini bir türlü hatırlayamadığı gözleri aralıktı ve manasız, pırıltısız bir şekilde bakıyordu kendisine. İremhan, önce kesik mırıltılarla seslendi ölüye. “Haznani! Haznani!” işte burada boşalttı çocuk yüreğini. Katıla katıla ağladı ağladı. İstasyondan ayrılan trenin donmuş raylarda çıkardığı korkunç ses ve tipi boğuyordu onun “Nani!” çığlığını. ... 2000 kışı… Grozni üç gündür Rus uçaklarının yoğun bombardımanı altında. Önceleri bombardımana birkaç gün ara verildiği oluyordu ama bu kez kesintisiz bomba yağıyor şehir enkazına. Dün sokağın bir köşesinde duran çocuk hastanesinin yerinde bugün koca bir taş yığınından başka bir şey yok. Grozni, adı olup kendi olmayan bir hayalet şehir. Grozni, dövüle dövüle öldürülmüş bir insanın cesedi kadar yıpranmış artık. İnsanlar gruplar halinde terk ediyorlar yaşadıkları yeri. Kulakları sağır edici uçak uğultuları, ayakların bastığı yeri sarsan bomba gürültüleri, tek tük tüfek sesleri… Anne İremhan, kızını ve cephedeki tek erkek evladının iki çocuğunu yanına alıp Zavodskoye bölgesindeki evinin yıkıntılarını terk etti. Bütün Grozni yollara düşmüştü.Kalabalık insan gruplarının üzerine bile ateş yağıyordu gökten. Sivil halk kurtarabildikleri birkaç parça eşyayla birlikte güneye doğru kaçıyordu. Bir insan hayatı boyunca birkaç kere sürgün yaşamış yaşlılar, genç kadınlar, çocuklar kar altında yürüyordu güneye doğru. İremhan soğukkanlı olmaya çalışıyordu. Çocuklarına sahip çıkmalıydı. Artık yaşı altmışın üzerindeydi ve ölümden korkmuyordu. Babası Umar’ın hislerini anlıyordu artık. Çocuklar yaşamalı. Onların yaşaması tek tesellileri olacaktı. Geriye dönüp bakmamaya çalıştı, ayazın etkisiyle buz kesmiş yanaklarını hissetmiyordu. Yürüdüler, yürüdüler. Kendileri gibi nereye gittiğini bilmeden koşturan insanların arasında ilerlediler. Geçtikleri her yeri ilk defa görüyorlardı sanki. Gökten yağan yıkımdan nasibini almamış tek bir bina yoktu. İremhan artık düşünemiyordu. Bu yıkıntıların çok değil, bir ay önceki o görkemli şehre ait olduğuna inanmak çok zordu. Şehrin son evlerinin bulunduğu yere gelince dinlenmek üzere durup geriye çevirdi başını. Günlerdir dövülüp duran Grozni’nin heybetli yıkıntısını izledi bir süre. Çocuklar üşüyor-

du. Kızı elindeki eşyaları yere bırakıp küçük yeğenini kucağına almıştı. Bu esnada yoldaki konvoyun arasından bir kamyonet durdu önlerinde. Arabayı kullanan orta yaşlı adam bu yaşlı kadının yanındaki genç kıza ve küçük çocuklara acıyıp onları aracın vagonuna almayı teklif etti. Ellerindeki birkaç parça paketi ve iki battaniyeyi içeri atıp vagona bindiler. Araba buzlu yol üzerinde hafif bir patinaj yaptıktan sonra hareket etti. İremhan hiç konuşmadan çekti torunlarını kendisine doğru. Çocuklar ne olup bittiğini kestirebilecek yaşta değildi henüz. Arabanın sarsıntısı ve soğuk küçük torunu ağlatmak için yeterliydi. İremhan’ın kızı küçük yeğenini kollarıyla sımsıkı sardı ve sesindeki korkuyu belli etmemeye çalışarak soğuktan kıpkırmızı kesilmiş yüzünü çocuğun yüzüne yaklaştırarak bir şarkı mırıldanmaya başladı onun kulağına. “İsa Musa şi vaşe vu, Tsera nana Alpatu yu, Alpatu mayra Şirvani vu Şirvani mekoş kolhazah du” ... Bir yanılsama, bir dejavu değildi bu. İremhan ikinci kez yaşıyordu bu sürgünü. Çocukluğunun ilk hatırası geldi aklına. Zamanın tortusu sisler arasında silikleşmiş görüntüler canlandı zihninde. Elli altı yıl önce yine bir kış, babasının yaşlı yüzü, soğuk, tipi, tren, askerler, savaş, savaş… Yine yollara düşmüştü insanlar. Karanlık tren vagonunda kendisine sarılan o adını bilmediği, gözlerinin rengini anımsamadığı gelin gelmişti aklına. Onu karların üzerinde bırakıp ayrılışlarını hatırladı. Novosbirsk yakınlarında babasının kucağından inmiş ve yabancısı oldukları bu soğuk topraklarda sığınacak bir yer aramışlardı. Tam on dört yıl geçirmişlerdi o diyarda. İremhan on dört yıl sonra yurduna döndüğünde babası Umar’ı ve ziyan olmuş gençliğinin en güzel yıllarını bırakmıştı Novosibirsk’te. Zehirden daha acı hatıralardı bunlar. Hatıra kelimesinin sıcak çağrışımlarından o kadar uzaktı ki. İçi bu acıyla kasıldı, gözyaşlarını kızına belli etmemek için tutmaya çalıştı kendisini. Kucağındaki torunlarına sarıldı sımsıkı. Başını onların üzerine eğdi ve zaptedemediği gözyaşlarıyla ıslattı onların yüzünü. Gökten ölüm yağdıran uçaklar geçiyordu Grozni üzerinden. Artık tamamen harabeye dönmüş şehirle birlikte İremhan’ın yuvası da gözden uzaklaşıyordu. Yeni bir sürgün yoluna çıkmışlardı.


YAKIN TARİH / ÇEVİRİ

ÇEÇEN-İNGUŞLARA VATANLARI GERİ VERİLDİ

ÇEVİRİ :

seçme hakkına da sahip değillerdi. Çeçen halkı resmen fiziksel yıkım eşiğindeydi. Örneğin Sovyetler Birliği İçişleri Bakanlığının 1 Nisan 1949 tarihli kayıtında 335173 Çeçen ve İnguş bulunmaktaydı. Halbuki sınır dışı edilen kişi sayısı 470449’du. Yani sürgün etme sürecinde ve yeni yerleşim yerlerinde 135276 Çeçen ve İnguş öldürülmüştü. Bu da %37 den daha fazlası demektir. Sürgün edilenlerin durumu, büyük ölçüde 26 kasım 1948 tarihli SSCB Yüksek Sovyetler Başkanlığın kararı akabinde daha da zorlaştı. Çeçen, İnguş ve diğer bastırılmış halklara “Ebedi” sınırdışı edilme kararı alınmıştı. Bu kararname, dönmek için en ufak bir şans dahi bırakmamıştı. Ancak, 40. yılların sonlarına doğru, Sovyetler Birliğinin yönetimine, uluslararası baskı uygulanmaya başlandı. 1947 yılında tanınmış bilim adamı ve politolog A. Avtorhanov batı kamuoyuna, Çeçen ve İnguş halklarının sürgün edilmeleri konusunda gerçeği ulaştırmak için, güçlü bir faaliyet başlattı. 1948 yılında, Kafkas halkları üzerine yapılan soykırımı içeren bir muhtırayı İngiliz misyonu aracılığı ile BM’ye (Birleşmiş Milletler) gönderdi. Onun aktif katılımı ile kurulan “Kurtuluş” adlı radyo istasyonu, yayımına başladı. Ayrıca 1952 yılında “Sovyetler Birliği’nde - Halk Katliamı, Çeçen ve İnguş Halkının Katliamı” adlı kitabı yayınlandı. Aktif sosyal ve siyasi faaliyetleri 1950 yılından itibaren, ABD’e ikamet eden Salaudin Gugayev başlattı. Düzenli olarak basında yer almakta, “Amerika’nın sesi” ve “Özgürlük” adlı radyo istasyonuna çıkmaktaydı. Zulüm gören halkları koruma adına çeşitli miting ve gösterileri örgütleyen kişiydi. N.S. Hruşov’un, Birleşmiş Milletler’in Genel Kurulu toplantısına gelmesi arefesinde yani 1 temmuz 1955 yılında Salaudin Gugayev BMT’ye sürgün edilmiş halkların sorunları ile başvurmuş ve mevcut olan problemlerin çözümünde önemli katkıda bulunmuştur. Ezilmiş halkların rehabilitasyonu için, Hindistan, Mısır devlet ve siyasi liderlerinin de önemli katkısı olmuştur. Örneğin; Hindistan Başbakanı Javaharlal Nehru, 1948 yılından itibaren bu konu ile ilgili defalarca Birleşmiş Milletler’e başvurmuştu. Ürdün’deki Çeçen diyasporasının talebi üzre, Mısır Arap Cumhuriyeti’nin Başbakanı A.G.

ABDÜRREZAK ÖZDİL / CHECHNYA TODAY.COM’ dan alınmıştır

95 YİTİK KULE /

H

akikaten bugün (9 ocak 1957) Çeçen ve İnguş tarihinin en önemli günlerinden birisi olarak adlandırılabilir. Halka vatanlarını iade ettiler. SSCB (Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği) Yüksek Sovyet Başkanlığının, kısıtlamaların kaldırılması ve “Çeçen-İnguş ÖSSC’ni (Özerk Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti) yeniden kurulması hakkında” 9 ocak 1957 tarihli kararnamesine istinaden, Çeçen, İnguş ve diğer sürgün edilmiş insanlar yurtlarına geri döndüler. Çeçen ve İnguşların sürgün edilmelerine dair planlar 1943 yılının sonbaharında geliştirilmiş ve 29 ocak 1944 yılında L. P. Beria tarafından onaylanmıştır. Sınırdışı etme düzenlemesi Sovyetler Birliği’nin Devlet Savunma Komitesi tarafından 31 Ocak 1944 yılında kabul görülmüş, sınırdışı etme olayı ise 23 Şubat 1944’te gerçekleştirilmiştir. Çeçen-İnguş Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti 7 Mart 1944 yılında Sovyetler yönetimi tarafından yürürlükten kaldırılmış “Çeçen-İnguş Özerk Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti’nin feshedilmesi hakkında” kararname ise RSFSC’nin ( Rus Sovyet Federatif Sosyalist Cumhuriyeti) yüksek kurulu tarafından, yalnız 25 Temmuz 1946 yılında kabul edilmiştir. Topraklarının bir kısmında Grozni bölgesi oluşturulmuş, feshedilen cumhuriyetin geri kalan toprakları da komşu bölgelere teslim edilmiştir. Sürgün edildikten sonra Çeçenleri, Sovyetler Birliği Halkları listesinden çıkardılar ve onları hafızalardan silmek için ellerinden geleni yaptılar. Nadir el yazmaları, kitaplar ve arşivler, folklor metinleri kısaca Çeçen halkını hatırlatabilecek her türlü kitap ve dergi imha edilmekteydi. Dağlarda ortaçağ kuleleri, tarihi mezarlar ve türbeler patlatılıp, ziyaretgahlar ve mezarlıklar yerlebir edilmekteydi. Patlama sonucunda kırılmış taşlar inşaat işlerinde kullanılmaktaydı. Devrim ve iç savaşa katılan Çeçen kahramanlarına ait tüm anıtlar sökülmekteydi. Grozni bölgesine ait tarihi haritalardan Çeçence köy ve mahalle adları kaybolmuştu. Sınırdışı edilen halk siyasi ve yasal haklardan mahrum edilmişti. Gençlere yüksek, orta ve özel eğitim kurumlarına girmeleri yasaklanmıştı. Bu millet Sovyet Ordusu’nda hizmet etme hakkına sahip değildi. Yönetici pozisyonlarında yer almaları yasaktı. Sürgün edilenler komutanların gözetimi altında, bir köyden diğerine serbest dolaşım hakkından yoksun bırakılmış, ikamet yerini


YİTİK KULE /

96

Naser de 1954 yılında aynı konuyla ilgili BMT’ye başvurmuştu. İ. Stalin’in ölümünden sonra (5 Mart 1953), ardından Beria’nın tutuklanması (26 Haziran 1953) ve öldürülmesinden sonra (Aralık 1953) Sovyetler Birliği’nde bir dizi olaylar vuku buldu. Bu olaylar Sovyetler Devleti’nin geleceğini ve niteliğini büyük ölçüde etkilemişti. Diğer ulusları da dahil olmak üzere, ezilmiş halkları geri kazanma sorununun çözümünde SBKP’nin (Sovyetler Birliği Komunist Partisi) XX. kongresi (Şubat 1956) büyük bir rol oynadı. Bu kongrede İ. Stalin’in hem kişiliği hem kararlarının sonuçları şiddetle kınandı. Sürgün edilmiş halkların devletlerini yeniden inşa edebilmeleri için komisyonlar kuruldu. Elde bulunan belgesel kanıtlar, ülkenin parti ve devlet seçkinleri arasında, Çeçen ve İnguş halklarının ilga olunmuş özerkliğinin yeniden kurulmasına dair iki seçeneğin ele alındığını gösteriyor. Birincisi; Kazak ve Kırgız Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti bölgesinde, Çeçen ve İnguşlar için özerk bir bölge oluşturmaktı. İkincisi; Çeçen ve İnguşların özerkliğini kendi ülkelerinde daha doğrusu Çeçen – İnguş Özerk Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti’ne ait, ilga olunmuş topraklarında yeniden inşa etmekti. Ata yurduna geri dönme inancı, sürgün hayatlarının en zor dönemlerinde bile, Çeçenleri bir dakika olsun terk etmedi. Bu nedenle, 1956 yılının yazında Sovyet – Çin sınırında bulunan Kazakistan’ın Taldı – Korgan bölgesinde Özerk Cumhuriyet planı önerildiğinde, Çeçenler kesin bir dille bu öneriyi reddettiler. 9 Haziran 1956 yılında 14 kişinin katıldığı Y.Deşeriyev, İ. Bozorkin ve A. Gaysumov’un başkanlığında, Çeçen ve İnguş halkının önde gelen temsilcilerinden oluşan bir heyet, Sovyetler Birliği Komunist Partisi’nin (SBKP) Merkezi Komitesi’nin üyesi olan A. İ. Mikoyan tarafından kabul edildi. Bu toplantıda geri dönüş şartları ile ilgili konular görüşüldü. 24 Kasım 1956 yılında, SBKP Merkezi Komitesi’nin “Kalmık, Karaçay, Çeçen ve İnguş halklarının ulusal özerkliğini yeniden kurma” kararı alındı. Bu belgelere istinaden 9 Ocak 1957 yılında SSCB (Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği), SSCB Yüksek Sovyet Prezidyumu “RSFSC (Rus Sovyet Federatif Sosyalist Cumhuriyeti) içindeki Çeçen – İnguş Özerk Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti’nin kurulmasına” № 149/14 bir kararname yayınladı. Aynı gün RSFSC Yüksek Sovyet Prezidyumu, “Çeçen – İnguş Özerk Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti’nin yeniden kurulmasına ve Grozni bölgesinin ilga edilmesine” № 721/4 kararnamesi yayınlamış ve 11 Şubat 1957 yılında da bu kararnameler yürürlüğe girmiştir. Sürgün edilenlerin dönüşü ve cumhuriyetin yeniden kurulmasına ilişkin rehberlik ve örgütlerin pratik çalışmalarına yönelik, Çeçen – İnguş ÖSSC ait organizasyon komitesi oluşturuldu.

Bu örgütün başkanı olarak M.Garibekov atandı. Çeçen – İnguş ÖSSC’yi kurtarma çabası; Çeçen ve İnguşlar tarafından yapılan, yeniden inşa edilen cumhuriyetin tüm bölgesel haklarını koruma adına, kararlılığın, istikrarın, ısrarın ve karmaşık görüşmelerin sonucudur. Belgeler, yetkililerin bastırılmış halkı geri döndürme çabasında olmadıklarını gösteriyor. Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği’nin 28 Nisan ve 16 Temmuz 1956 yılındaki kararı üzere; Çeçen, İnguş, Karaçay ve Balkarlar idari gözetimden muaf olmalarına rağmen, geri dönme hakkına sahip olamadılar. Ardından, hükümet Çeçen – İnguşetya’nın 5 ilçesini Dağıstan’a katma, dağlık bölgelerin önemli kısmını ise Gürcü SSC’ne transferini, yasallaştırma çabasında bulundu. Çeçen ve İnguş temsilcilerinin ciddi itirazları ve protestoları ile karşı karşıya gelince Dağıstan ve Gürcistan yönetimi kendisinde geri adım atma cesaretini bulduğu halde, Kuzey Osetya’nın temsilcisi kararını sürdürdü. Böylece Suburban Bölge (şehirlerarası), Kuzey Osetya toprağına katılmış oldu. Görgü tanıklarına göre; yerel yönetim, sürgün edilenlerin geri dönüşlerini etkileyecek her türlü engeller üretiyor, eski konut ve arazilerini iade etme işlemlerini daha da zorlaştırarak kasten etnik çatışmaların alevlenmesine zemin hazırlıyorlardı. Böylelikle; 26 - 28 Ağustos 1958 tarihinde Grozni şehrindeki isyan hazırlandı. Bunun sonucu olarak “Stalin ve Beria için” sloganları altında, Bölge Komitesi tahrip edilmişti. Temel talepleri; Çeçen ve İnguşların yeniden sürgün edilmesiydi. Ağustos olaylarından sonra, Çeçen – İnguş bölge komitesinin birinci sekreteri F.E. Titov oldu. Onun yönetiminde İslam dinine korkunç zulüm edildi, Devlet Güvenlik Komitesi’ne ise “mutlak güç” damgası vuruldu. Yerel yönetimin açık itiraz ve muhalefetine, aynı zamanda Çeçen halkının rehabilitasyon sorunlarının tam çözülmemesine rağmen, cumhuriyetin gelişme süreci durdurulamamıştı. Hem Çeçenlerin hem de diğer halkların coşku ve azimleri sayesinde, köy ve ilçeler yeniden inşa edilmekte, yeni okullar ve müzeler açılmaktaydı. Kültür, eğitim ve bilim görülmemiş hızda gelişiyordu. Kısa bir süre içinde Çeçen – İnguşetya, diğer cumhuriyetler arasında hak ettiği yere sahip olabilmişti. Sonuç olarak : 9 Ocak 1957 “RSFSC dahilinde Çeçen - İnguş Özerk Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti’ni yeniden kurma hakkında” karanamesine istinaden, Çeçen halkının gelenek, görenek ve ulusal kimliklerini korumaları, cumhuriyetlerini bizzat kendi ana vatanlarında yeniden kurmaları sayesinde mümkün olmuştur. Bu özerkliği Kazak toprağında inşa etme düşüncesi, üstelik sürgün edilenler statüsünün korunmasının, nasıl bir sosyo – kültürel ve politik sonuçlar meydana getirebileceğini düşünmek bile ürkütücüdür. 09.01.2012


deneme

Bériş ÇEÇEN ÇOCUKLARININ YETİŞTİRİLME TARZLARI ÜZERİNE BAZI DÜŞÜNCELER ve TESPİTLER

Ç

eçen Toplumunda çocuklar çok erken yaştan itibaren kimlik ve kişilik kazanır. Toplumsal hayatın içerisinde karşılaştıkları adet ve davranışlar sonucunda çocukların psikolojik bir içtepi ile kendi koruma mekanizmaları çok erken yaşlarda gelişerek, bireysel anlamda kişisel yeteneklerinin de farkındalığına kavuşturur. Erken yaşlarda oluşan bu kimlik ve kişilik oluşumunun birçok etkeni vardır. Bu etkenler genel anlamda “Çeçen toplumunda tüm bireylerin eşit kabul edilmesi”ne dayanan sosyolojik varlık temelinden kaynaklanır. Bu eşitlik

ilkesi genel olarak toplumun çocuklara bakışında, onları daha erken yaşlarda adeta yetişkin bir insan olarak kabullenmeyle sonuçlanmıştır. Bu kabullenme böylece -gayet insani bir pedagojik yapı olarak- çocuğun baskı ve cezalandırma yöntemiyle değil, geleneklerin inandırıcı ve ikna gücüyle “görerek ve benimseyerek” kişiliğinin ve özgün kimliğinin gelişmesini ortaya çıkarır. Çeçen çocukları toplum içinde ve değer verdikleri kişilerin yanında kendilerine çocuk muamelesi yapılmasından çok rahatsızlık duyarlar ve tepkilerini de

EROL YILDIR

97 YİTİK KULE /

Ç

ocuklar geleceğin ve yarınların büyükleri olduğundan her toplum için onların dünyası, eğitimleri ve yetiştirilmeleri de daima önemini koruyan bir özellik taşır. Bu önem, sosyal ve pedagojik açılardan toplumdan topluma değişen farklı bir seviyeye sahiptir. Gelişmiş ve kültürel düzeyde kendi kimliğini oluşturmuş tüm toplumlarda bu önem ve pedagojik seviye de tabiatıyla yüksek olacaktır. Çocukların dünyası, gelişen ve bedenen yaşlanan tüm bireylerin -aynı zamanda kendi geçmişleri de olan- türlü hatıralarla dolu yaşanılmış bir dönemin varlığı ile de anlam ve önemini hiçbir zaman yitirmez. Çocuklara karşı, yetişkinlerin sergiledikleri tüm tavır ve davranışların arkasında kendi kültürel normlarının etkileri bulunur. Bir toplumun çocuklara karşı yaklaşım modeli aynı zamanda o toplumun gelişmişlik düzeyinin de başlıca göstergeleri arasındadır. Diğer bir ifade ile çocuk eğitimi toplumların özgün milli değerlerine göre şekillenir ve bu değerlere bağlı olarak ta çeşitlilik gösterir.


YİTİK KULE /

98

bir şekilde karşılarındakine hissettirir veya gösterirler. Özellikle ebeveynlerin çocuğa olan duygusal yaklaşımları ve tepki gösterme biçimleri -sadece Çeçenlere has bir şekilde- birçok topluma göre farklılık arz eder. Bu farklılıkların temel nedenlerinşin anlaşılabilmesi ise ancak Çeçen Toplumunun dinamiklerini ve yapısal örgüsünü tanımakla mümkün olabilir. Çeçen çocukları gerçekte tüm toplumun gözleri önünde alenen yetişkin bir birey olma süreçlerinden geçer. Çocuklar, bu nedenle sadece ailesinin değil tüm toplumun gözetiminde ve koruması altındadır. Aynı zamanda bu özellik büyük bir toplumsal sorumluluğu da beraberinde getirirdi. Çeçen toplum yapısında ister kendi ailesinden olsun isterse başka ailelerden olsun herhangi bir çocuğun yapmış olduğu bir yanlışı veya davranışı düzeltmek için, toplumun diğer fertlerinin (özellikle yaşlılarının uyguladığı şekliyle) uyarı yapma hakkı vardı. Burada yaşlıların uyarılarını çocukların dinlemesi ve davranışlarını da düzeltmesi beklenir, uyarılan çocuğun yaşlılara kendi mazeretlerini sıralamaları “kötü bir terbiye” ile yetiştirildiğine yorumlanırdı. Temel de bir Çeçenin tüm davranışları kendisini olduğu kadar mensubu olduğu aileyi de ynsıtırdı. Bu nedenle aile içinde çocukların yaşlılara ve kendilerinden yaşça büyüklere karşı nasıl davranmaları gerektiği öncelikli olarak öğretilmekteydi. Çocuklara, uyarılara dikkat etmeleri, onlarla konuşurken bağırmadan cevap vermeleri, karşılarında saygılı bir duruş sergilemeleri öğütlenirdi. Çeçen toplumunda büyükler tarafından toplum içinde çocuğa karşı fiziksel bir cezalandırma hareketi asla yapılmazdı. Aile içinde gerekirse fiziksel cezayı veren başlıca kişi anne idi. Çeçen çocuklarının zihinlerinde toplum içinde gülünç duruma düşme korkusu çok yüksek seviyede olduğundan -gayet çocuksu da olsa- erken yaşlarda oluşan ve olgunlaşan kimlik, onur ve ar duygusunun gelişmesi böylesi bir utancı yaşamalarına yol açacak davranışlarını da baştan engellerdi. Bu nedenle bir Çeçen çocuğunun en son duymak isteyeceği söz “Eh du” (Ayıp) idi. Çeçenler genel olarak gündelik hayatın getirdiği zorlu koşullarla baş etmeye çalışırlarken çocuklarına da bir takım küçük görevler verirlerdi. Çeçen ailelerinde sosyal ve ekonomik durumlarına göre şekillenen bir yapıda çocuklara verilen görevler aynı zamanda temel bir eğitim sürecinin de

S

M. B. Y. (65) anlatıyor..

anırım daha 7 veya 8 yaşlarında idim. Rahmetli babamın bana verdiği günlük görevlerden birisi olan evdeki küçükbaş hayvanları akşam üzeri köyün girişindeki yayla yolunda dağlarda yayılamaktan dönen sürüden alarak eve getirmek te vardı. O gün de davarları almak için köy çıkışındaki yayla yoluna gitmek üzere evden çıktım. Tam köyün meydanından geçerken, orada bulunan ve daha çok yaşlıların oturduğu kahvehaneden bir amca beni yanına çağırdı ve cebinden para çıkarıp vererek aşağı mahalledeki bakkaldan kendisine bir paket tütün almamı söyledi. Tabi ben de itiraz etmeden verdiği parayı aldım, -zaten başka da bir şey yapamazdım ki mümkün mü öyle yapacak işim var, sürüye yetişmem gerekiyor demek - koşarak aşağı mahalledeki dükkanın yolunu tuttum. İstediklerini almak için dükkana girdim. Ancak dükkan sahibi olan amca (Ki o dükkan da yaşananlar ayrı bir hikayedir.) yanında çuvallar üzerinde oturan arkadaşlarıyla sohbet ediyordu. Sohbetlerini bölemezdim konuşaları bitene kadar bekledim. Yarım saat kadar bekledikten sonra istenileni alarak kahvehaneye ulaştım. Bana sipariş veren amca “Nerde kaldım itin eniği bunca zamandır” diyerek beni iyice bir payladı. Neyse uzatmayayım ben, yayla yoluna ulştığımda sürü oradan çoktan geçip gitmişti bile.. Bizim birkaç baştan oluşan keçiler ise sahip çıkan olmdığı için komşu evlerin bahçelerine dağılmıştı. Onları toplayıp eve getirdiğimde akşam karanlığı çoktan çökmüştü. Bir azar da evdeki annemden işittim. Allahtan, rahmetli vefakar annem, benim nerede olduğumu soran babama bir mazeret uydurarak onun da hışmına uğramaktan beni korumuştu. Allah hepsine gani rahmet eylesin.. Bizler sadece evin değil tüm köyün çocuklarıydık.. Aç olduğumuzda en yakın evin kapısı hep açıktı bizlere.. Hele o annem var ya cennet-i mekan.. Avluya ateşi yakıp sacın üzerinde “cepilg”leri yapmaya başladığında yoldan geçen genci yaşlısını çağırarak mutlaka ellerine sıcak yağlı birer parça tutuşturup yedirmeden bırakmazdı..!


2000’li yılların başında idi. Evimin bal-

konunda oturmuş, fırından sıcak sıcak gelmiş “hohdoturuk” ve kardeşimin kuzine sobada ısıttığı akşamdan kalan “cepilgiş” eşliğinde kahvaltımı yapıyordum. Birden, benimle aynı avluda olan evi olan öz amcamın evinin önünde bir tartışma kulağıma çalındı. Amcam kendinin kuzeni olan –benim de öz hala bildiğim- Z. Hala ile ağız dalaşına girmişti.! Yaşları birbirine çok yakın da olsa iki büyüğümün kavgası merakımı çekmişti. Kavganın konusu ciddi görünüyordu: Haladan duyduklarımdan anladığım kadarıyla, halanın küçük kızı önceki akşam komşu mahallede yapılan Lovzardan sonra bir takım kendine yakışmayan –şımarıkçatavırlar sergilemişti. Bunu amcam da görmüş ve üzülmüş, toplum içinde rencide etmemek için kıza bir şey söylememiş, sabahleyin halamı görünce ona söylemişti. Aman Allahım ! Kızı hakkında amcamın kendisine söylediklerini duyan Hala çılgına dönmüştü. Ancak, kızının kabahatinden dolayı değil, amcamın bunu söylemesine olan bir hiddetti bu..?! – Seni utanmaz arlanmaz adam..! Sana ne benim kızımdan ..? Kim oluyorsun sen? Ne karışıyorsun ..? Sen kendi kızına bak ..! Daha ne hakaretler.. Duyduklarıma inanamadım. Bizler, kendinden küçük tüm akraba çocuklarının hatta tanıdığı tüm Çeçen çocuklarının bile yeri geldiğinde kötü davranışlarını gördüğünde ikaz etme hakkı olan insanlardık. Bir amcanın yeğeninin ayıbını kapatmak için çabalaması kadar doğru ve doğal ne olabilirdi ki? Kavga amcamın içeri kaçmasıyla son bulmuştu ama benim güzelim kahvaltı da tadını kaybetmişti.. Onları duyduğumu belli etmeden odama çekildim. İçim yanıyordu. Üzüntümün asıl kaynağı ise, iki büyüğümün kavgası ve halamın bencil davranışı kadar, bunu güzelim Çeçen dilinde yapmış olmalarıydı.! Ah dedim. “İşte Çeçenliğimizin bittiğini gösteren ve kültürümüzün yok oluşunu yansıtan ne bedbaht bir an” diye düşündüm. :-(

99 YİTİK KULE /

E.K. (43) anlatıyor..

başlangıcını oluşturuyordu. Buna göre evdeki tüm üretim süreçlerine kendi çaplarında katkı yapmak için küçük ve büyük baş hayvanlarla ilgilenmek, erkek çocukların küçük çaplı getir götür işleri, kız çocukların daha küçük kardeşleriyle ilgilenmesi, pınardan taşıyabilecekleri kadar su taşımaları, anne ve ablalarına küçük çaplı yardım gibi görevler çocuklara 7-8 yaşlardan itibaren verilmeye başlanırdı. Bu tür görevler sonucu bir tür çalışma (ve eğitilme) ortamı sonunda iş ahlakı ve disiplininden de geçmekte oluşları kazandıkları edinimlerin başında geliyordu. Bir işi zamanında ve doğru yapmanın sonucunda çevrelerinden aldıkları övgülerle çalışmanın toplumsal olarak da çok beğenildiğini ve çalışkan bir insan olmanın önemini de öğrenmiş oluyorlardı. Bu ise çalışma sevgisi oluşturması açısından çok önemli idi. Böylece çocuklar başlarında bir büyük olmadığı zamanlarda da kendi işlerini yapabilme alışkanlığı kazanıyorlar, hayatın gelecekteki olası zorluklarına karşı kendilerini hazırlamış oluyorlardı. Ayrıca bu görevler diğer ebeveyn ve kardeşlerle birlikte yapılan işler bütününe giriyor, bunun sonucunda elde ettikleri birliktelik ruhu ile aile içinde sevgi ve saygıya bağlı sıcak bir huzur ortamı oluşuyordu. Çeçen aile eğitimi içinde değişmez kuralların başında büyüklere saygı duyma anlayışının çocuklarda küçük yaşlardan itibaren geliştirilmesi gelmekteydi. Buna göre çocuklar “büyüklerin sözlerini saygı ile kabullenmeli” kendilerine verilen emirlere karşılık vermeden uymalı idiler. Aileler çocuklarının itaatkar olmalarını aynı zamanda bir edep ve terbiye kuralının göstergesi olarak kabul ederlerdi. Çeçen çocukları küçük yaşlardan itibaren içinde yaşayacakları toplumun gelenek ve mevcut göreneklerinin de yansıması olan davranış kurallarını aile içi temel eğitimlerde kazanırlardı. Başta anne ve baba olmak üzere büyükler ise çocukların nazlanmalarına, çocuksu davranışlarına karşı sabırla ve anlayışla karşılık verir, onların yaptıkları bu hareketlere saygı ve güveni kaybettirecek çok sert tepkiler göstermez, müşfik bir tarzda davranırlardı. Çocuklarından bu güvene ve sevgiye karşılık sorumluluklarını unutmama gibi karşılık vermesi beklenirdi. Çocuklar ailede anneye karşı –açıkça gösterdikleri-sevgi ile yak-


laşır, ona nazlanır, onunla her şeylerini paylaşırken babalarından korkarlar, gurur ve saygı duyarlar yaptıkları her şeyi onun onayını almak amacıyla yaparlar babanın isteklerini itiraz etmeden yerine getirirlerdi. Ailede babanın bu şekilde baskın bir rol oynaması gerçekte annenin bu baskın rolü “baba ailenin reisidir” şeklinde çocukların dimağına sözle işlemesinden de kaynaklanıyordu. Anne ayrıca kendisi de hal ve davranışlarıyla babaya aynı tutumu göstererek kız çocuklarına ileriki yaşantılarında eşlerine karşı nasıl davranmaları gerektiğinin de canlı örneğini vererek hayata hazırlıyorlardı. Çeçen kızları aslında 15-16 yaşlara geldiklerinde aile içindeki konumlarına bağlı olarak evdeki tüm işleri yapabilecek yetkinliğe ulaşıyorlardı. Ayrıca bu yaşlara kadar bir Çeçen genç kızının sahip olması gereken ahlaki erdemleri ve sosyal davranışları da öğrenmiş oluyorlardı. Buna göre onlar ciddiyet, sabır ve tevazu, gelenek ve göreneklere bağlılık, saygı ve şefkat gibi ahlaki özellikler yanında misafirlere ve yaşlılara hürmet ve hizmet etme gibi alışkanlıkları kazanmış oluyorlardı.

YİTİK KULE /

100

Yeni doğan bir çocuk sütten kesilince onunla ilk önce genellikle evdeki yaşlı kadınlar ilgilenirlerdi. (Kafkasya’dan göç edildikten sonra Çeçenlerde diğer Kafkas toplumlarına nazaran daha az görülen “Atalık” geleneği tamamen terk edilmişti.) Çocuklar yürümeye başladığında ise evdeki tüm bireylerin neşe kaynağı olur onunla eğer varsa ablaların yoksa yakın akrabalardaki kızların ilgilenmesi sağlanırdı. Çeçen kız çocukları böylece kardeş veya kuzenleri ile ilgilenerek küçük yaştan itibaren çocuk bakımıyla da tanışmış olurlardı. Böylece her çeçenin tüm hayatı boyunca annesi gibi onu koruyup kollaya-

cağı ikinci bir “küçük anne”si mutlaka olurdu. Erkek çocukları ile baba asla ilgilenmezdi. Babanın bu görevini amca ya da dayılar üstlenirdi. Babalar toplum içinde veya aile ortamında çocuklarına isimleriyle hitap etmezdi. Çok gerekirse “bizim oğlan”, “evin delikanlısı” vb. tarzında ifade ederlerdi. Evdeki küçük çocukları bebekken dahi baba açıkça sevip kucağına alamazdı. Bu, ancak çocuk “bebek” iken o da kimsenin göremeyeceği ortamlarda gerçekleşirdi. Çeçen babaların kız çocuklarına olan ilgi ve alakası ise aile ortamlarında çok daha farklı ve yakındı. Erkek çocuklarına uzak duran baba ev ortamında kız çocuklarına ise özel bir sevgi gösterirlerdi. Çocukların da evde en “çekinip korktukları” aynı zamanda hayranlık duyup rol modeli aldıkları kişi babalarıydı. Babalarına toplum içinde ve yalnızken dahi “baba” diye hitap etmezler, babaları ile tüm iletişimlerini anneleri sağlardı. Erkek çocukları konuşup yürümeye başladıklarında evdeki yaşlıların himayesine girerlerdi. Genellikle dedeler babalarının aksine erkek çocuğu torunlarını ev dışında da gezdirirler, camiye, pazara gittikleri her ortama götürürlerdi. Kız çocukları için ise bu durum nineler tarafından yerine getirilirdi. Çeçenler, toplumsal bir anlayışla çocuklarının, savurgan olmadan ama cömert bir insan olarak yetişmesine de büyük önem verirlerdi. Bu iki kavramın öneminin öğretilmesine ana kucağından başlanır toplumsal bir bilinç bütünlüğü içerisinde tüm çocukluk evrelerinde devam edilirdi. Paylaşımcı olmanın, cömert bir yüreğe sahip olmanın getireceği erdem ve saygınlık kadar, israf edildiğinde karşılaşacak kötü olaylar türlü hikayelerle, komik olaylarla ve yaşanmış örneklere dayanan nasihatlerle çocuklara anlatılırdı. Bu noktada, gerçekte Çeçen çocuk eğitimindeki en yaygın modelin aileden, çevreden ve hikayelerden örnekler vererek ikna etme yöntemi olduğunu ileri sürebiliriz. Sözlü geleneğin oldukça ileri düzeylerde varlığını sürdürdüğü Çeçen kültüründe çocukları zeka, beceri, ahlak ve yaşamın güzellikleri hakkında bilgiler vererek eğitecek çok sayıda örneklemeler mevcuttu. Aslında Çeçenlerde doğal bir yetenek olarak, hayata bir anlamda alaycı ve nüktedan bir bakışla bakabilme ve -birçoğu komik olan- her duruma uyan hikaye üretme becerisi bu eğitimde temel ve ikna edici bir rol oynuyordu. Erkek çocuklarına günlük hayatta yetişkinlikleri sırasında yapmaları gereken tüm sosyal davranışlar da küçükken bu tekniklerle öğretilmekte idi.


Çeçen çocuklarının erken yaşta kimlik bilincine

ulaşarak kişiliklerinin olgunlaşması, oluşum nedenleri açısından günümüz insanı için oldukça farklı ve olumsuz düşüncelere yol açmaktadır. Günümüzün kibir, bencillik, sadece kendisi için yaşayan, başkalarının duygu ve düşüncelerini anlamaktan oldukça uzaklaşmış, kalp ve zihin kirliliğine bulanmış ortamından bakarak konuyu anlamamız da aslında mümkün değildir. Özellikle, konuya kişisel ve benmerkezci bir bakışla sadece kendi yaşanmışlıklarımıza dayanarak, toplumsal değerleri yargılayarak bakmaya devam ettiğimiz müddetçe, Çeçen çocuklarının yüzlerce yıldır geldiği şekliyle yetiştirilme tarzı, terbiyesi ve bunun sonucunda almış oldukları kişilik yapısının da doğru bir çözümlemesini yapamayız. Artık etrafımızda sıkça rastlanan ve temeli, biran evvel rahat ve varlıklı bir hayata kavuşma amacından kaynaklanan kanıksanmış hayat anlayışı sadece bizleri değil, çocuklarımızı ve gençlerimizi de bencil ve umursamaz bir yapıya kavuşturdu. Gerçekte, Bu yapının temel oluşumunu ise başka kaynaklarda aramak yerine aynaya bakmamız yeterli olacaktır. Orta yaşlı insanlar olarak ailemizden aldığımız temel değerleri, özellikle babalarımızla yaşadığımız kültür davranışlarını bugünün penceresinden bakarak oldukça sert ve acımasız bir yapı olarak değerlendirebiliyor, erken yaşlarda olgunlaşan ve oluşan kişiliğimizi ise “erken kifayet duygusu” olarak tanımlayarak, çocukluğumuza yeterince doyamadığımızdan, bu nedenle de çocuklarımıza “yaşayamadığımız” bir hayat kurmaktan söz edebiliyoruz. İçinde yaşadığımız komşu ve baskın kültürel ortamlara uygun olarak çocuklarımızı yetiştirirken kendi kültür normlarımız yerine de devşirilmiş davranışlara yöneliyoruz Şüphesiz ki toplumların kültürel davranış biçimlerini oluşturan gelenekler ve görenekler, çağlara, yaşanılan ortamlara ve ekonomik düzeylere göre bir takım doğal değişimler gösterebilir. Ancak bu değişimlerin kişilerin kendi bakış açılarının etkisiyle güdümlü ve hızlı bir şekilde değişmesi mevcut gelenek ve göreneklerin bir anlamda varlık nedeni olan kendi gerçeklerinin de gözardı edilmesine yol açabilir. Bu ise kendini yenileyecek zamanı bulamayan kültürün ve ait olduğu toplumun -bu değişikliği hazmedebileceği yetkinlik seviyesini oluşturamadan- özgün yapısını kaybederek yok olmasına ve değişen davranış biçimlerine bağlı olarak da nesillerin birlikteliklerini ortadan kaldıran büyük travma ve kırılmalara yol açması kaçınılmaz olacaktır.

101 YİTİK KULE /

Çeçenlerde bir çocuk doğduğunda erkek ise genel anlamıyla soyun devamı açısından büyük bir sevinçle karşılanırdı. Ancak bu durum kız çocukları için de anneye yeni bir dayanak ve babaya da ilerde güzelliği, zarafetiyle öğüneceği bir varlık geldiği için farklı bir sevinçle karşılanırdı. Anadoluya gelindikten sonra unutulmuş eski bir Çeçen adetinde bir çocuk dünyaya geldiğinde baba (veya erkek yakınlar) kız ise bahçeye bir meyve fidanı, çocuk erkek ise çınar veya ceviz gibi köklü bir ağacın fidanını dikerlerdi. Sembolik ve ikonografik anlamlar taşıyan bu adetler günümüzde yeniden canlandırılacak kadar evrensel güzellikler içermekteydi. Çeçen kız çocuklarının, erkek çocuklarına nazaran dış görünümlerine giyim ve kuşamlarına, bakımlarına daha özen gösterilirdi. Onlara oturma ve kalkmalarına, ayakta dururken zarif olmaları, yürürken çok geniş adım atmadan dik yürümeleri küçük yaşlardan itibaren ablalar ve teyze, hala veya komşu gibi çevrelerinde bulunan genç kızlar tarafından öğretilirdi. Böylece aslında oldukça hareketli olan, koşmaya zıplamaya meyilli olan ve bir o kadar da müzip ve şakacı olan Çeçen kız çocukları genç kızlığa doğru adım attıkça ablalarının telkiniyle bu tür hareketlerine son verirlerdi. Ancak şu noktayı belirtmekte gerekirse; Bir çeçen kızı ilk yürümeye başladıktan yaşlılığın son günlerine kadar tüm hayatı boyunca hiçbir zaman “nüktedanlığından ve şakacılığından” kısacası ruhundaki çocuksuluğundan asla vazgeçmezdi. Çeçen aile yapısının Çeçen “Ediil” değerlerini küçük yaşlardan itibaren çocuklarına aktarması neticesinde anadiline öğrenme, istenilen “Gıllakh” yapısı ve davranışları çocuğun dimağında köklü bir zemine de oturtulmuş oluyordu. Çeçen aile yapısının kendi özgün anlayışında şekillenen çocuk eğitimi yöntemleri tarihsel süreç içerisinde gelişerek Milli kültür değerlerinin istikrarlı ve sağlam bir yapıda yeni nesillere aktarılma sürecini de ortaya çıkarmıştı. Bu eğitim Çeçen toplumunun kendi ideallerini ve ahlaki değerlerini, deneyim ve üretim becerisini, estetik ve beğeni anlyışını, kısacası tüm özgün yaşantı ve anlam varlığını savaşlar ve sürgünler gibi her tür zor şartlar altında yeni yurtlarda oluşturulan yeni hayatlarda dahi yok olmadan özünü koruyarak nesilden nesile aktarmış olmasının da başlıca dayanağını oluşturmuştu.


KONUYLA İLGİLİ UNUTULMAYACAK BİR ANI

1991

YİTİK KULE /

102

yılında, Kafkas dağlarında ve engin vadilerinde yüzlercesi bulunan (Çeçence “Bauv” denilen) tarihi Vaynah Kulelerini yerinde görmek ve incelemek için Çeçenya’da bulunuyordum. Bu amaçla bir araç ayarlayarak yanımdaki üç arkadaşımla birlikte Grozny’den İtumkhale’e günübirlik bir gezi yapmıştık. Tazbiçi’yi geçmiş dağlara doğru tırmanıyorduk. Amacımız bölgede yer alan minaresi kuleden yapılmış yıkık mescit kalıntısına ulaşmaktı. Kalıntılara çok yaklaşmıştık ki yol kenarında şırıl şırıl akan bir dağ çeşmesini gördük. İkindi vakti idi. Oldukça yorulmuş ve susamıştık. Biraz serinleyip nefes almak ve su içmek için çeşmenin yanında durduk. Arabadan inip çeşmeden buz gibi suyu içerken bu arada gözüm yüz metre kadar uzakta patikanın sonunda vadiye doğru yapılmış beyaz iki katlı bir eve ilişti. Ben elimi yüzümü yıkayıp sırayı arkadaşlara bıraktığımda, evden bize doğru küçük bir çocuğun gelmekte olduğunu gördüm. Çocuk elinde tuttuğu bir dal parçasını yere sürüyerek yanımıza kadar ulaştı. Önce selam verdi. Sonra Çeçencemin yetersiz olmasına rağmen anladığım kadarıyla bizim Çeçen olup olmadığımızı sordu. Aramızdaki arkadaşım ve aracımızın da şoförü olan Zelimhan ona cevap verdi ve karşılıklı konuşmaya başladılar. Çocuk çok ciddi bir ifadeyle ve sert bir ses tonuyla bazı şeyler söylüyordu. Konuşma ilerledikçe Zelimhan çocuğun karşısında adeta bir suçlu gibi iki elini önünde birleştirerek saygılı bir şekilde hareketlerini düzenlemişti. Konuşulanları anlamayan ben hariç diğer arkadaşlarımda bir anda buz kesmişti. Çocuğun vücut dilinden bizlere olan kızgınlığı açıkça belli oluyordu. Merakla konuşmanın bitmesini bekledim. Bizimkiler konuşma sonunda oldukça mahcup olmuş ve üzülmüşlerdi. Çocukla vedalaşıp arabaya bindik. Herkes suspus olmuş birbirlerinin yüzüne bile bakmıyordu. Sessizliği bozarak yanımdaki kuzenime neler konuştuklarını neler olduğunu

sordum. Yaşça benden büyük olan kuzenim “Şanslısın ki konuşulanları anlamadın” dedi..! Daha da meraklanmıştım. Konuşulanları bana isteksizce de olsa özetlediler: Daha henüz 8-9 yaşlarında olan çocuk bizlerin Çeçen olduğumuzu öğrendikten sonra aynen şunları söylemişti. “Çeçeniz diyorsunuz ama ne biçim Çeçensiniz? Hiç insanlığınız yok mu sizin ? Bu dağ başına gelip te, burada durup, şu yakındaki evimizin kapısını çalmak yerine çeşmeden inek gibi su içiyorsunuz? Ayıp değil mi bizi onurlandırmadan çiğneyip geçmek? Evde babam abilerim yok ama ben varım. Annem kız kardeşlerim var, evimize misafir olsanız da önünüze konulanları yiyip adam gibi dinlenseniz olmaz mıydı? Dağdaki yapılar bir yere kaçmıyor ya?” gibi (ve bu mealde) bir çocuktan beklenilmeyecek kadar haklı ve aynı zamanda ağır laflarla arkadaşlarımı paylamıştı. Ne diyeceğini bilemeyen ve suçlanan arkadaşlar çocuktan özür dileyerek arabaya binmişti. Bu sözlerin geçtiği konuşmaları öğrenince benim de neşem kaçmıştı. Arabayı durdurdum. Yolun aşağısında kule minaresi görülen tarihi yapıya uzaktan baktım. İsteksizce uzaktan bir kare fotoğrafını çektim. Yıkık mescidin yanına gitmeye ayaklarım varmadı. Akşam oluyor gecikeceğiz diyerek geriye döndük. Dönüş yolunda hiç çıt çıkmıyordu aramızda. Çocuğun yaşadığı evin yakınından geçerken o yöne utandığımızdan bakamadık bile... Grozniy’e döndüğümüzde yatsı çoktan olmuştu. Bir Çeçen çocuğunun aracılığı ile ortaya konulan davranış normundaki bu incelik ve özgünlük ancak çok uzun yıllar sonucunda olgunlaşmış bir geleneğin ve göreneğin sonucunda oluşmuş olmalıydı. Çeçen insanının karakter yapısını ve genel anlamıyla da kültürünü anlama ve öğrenme çalışmaları o günden sonra hayatımın başlıca gayeleri arasına katıldı. Doç. Erol Yıldır -İstanbul


ÇEVİRİ

ÇEÇENLERDE ERKEK ÇOCUKLARI HAKKINDA BAZI ANTİK ADETLER

doğuşu büyük bir neşe ve şans olarak kabul edilirdi. Oğul soy için evin, boyun koruyucusu, varisi ve devamlılığı niteliğindeydi. Bir Çeçen antik atasözü der ki, “Oğul yoksa, sığınak da yok!" Bu ilke ebeveynlerin dileği ile tutarlıydı: "Ворх1 веши ваша хуьлда! “ (Vorh1 Veşi Waşa Hulda!) - yedi kardeşin kardeşi olacağım! - Kız Doğumlarında bile, dilek neredeyse aynıydı: "Ворх1 веши ийша хуьлда” (Vorh1 Veşi Yisha Hulda) (Evet yedi kardeşle kardeş olmak için)." temennisinde bulunulurdu. Önemli bir nokta, - "Мовлад дешар” (Movlad deshar) eşliğinde "Ц1е тиллар” (t’se tillar) olan bebek isimleri seçilirdi. Çocuğun hayatında isim seçiminin gelecek için hem kendi hem de halkının geleceği adına çok önemli bir bağ olduğuna inanılıyordu. Geçmişte neredeyse hiç bir ebeveyn çocuğun adını kendisi vermezdi. En saygıdeğer insanların ayrıcalığı buydu. Kutsama töreninde, adı tayp’ın ileri gelenleri tarafından daha önce halkı adına kahramanlık göstermiş ya da destanlaşmış Çeçen adları bütünlükçü olarak belirlenir ve çocuğu ve ailesini onurlandırırdı. Oğlan çocuğunun doğumu baba evinde büyük bir yemek ziyafeti ve bolluğun temsili bir ritüele dönüşürdü. Böyle bir durumda uğruna sığırlar kesilir ve bol gıdalar sergilenirdi. Aynı zamanda, büyük bir şölen tertip edilir ve bu şölende beceri, zeka ve çevikliği içeren yarışmalar düzenlenir, yeni

L. Gudaev /

yetme Çeçen gençleri sınanır ve gelecek için bir nevi gözlemlenirdi. Yarışmayı kazananlara: at, kemerli hançer, bakır bir sürahi vs. hediyeler verilirdi. İlk yıl boyunca, genç kadın kendini ve bebeğini dikkatle (nazar, kem göz, hayali kötülüklerin sirayet etmesi gibi) göz bebeği gibi korurdu - yastığının altına özel nesneler (bıçak, makas, kibritler, vs.) konulurdu veya bebeğin baş ucuna su ile bir kap yerleştirirlerdi. Bebeğe banyo yaptırırken su içine odundan bir kömür parçası koyarlardı. Bunun çocuğu suya sirayet edebilecek kötülüklerden koruyacağına ve çocuğun suyun berraklığı gibi arı, saf ve temiz büyüyeceğine inanırlardı. Çocuk, ayağa ilk kalkmaya (emeklemeye) başladığında özel bir olay da düşünülürdü. Bu dönemde, bacakları arasında çocuklara dağıtılan - “Ч1уьргаш карча дар" (T'surgash karcha dar) oval paraya benzer bir metal nesne takılır ya da bunlar diğer Çeçen çocuklara dağıtılırdı. 7-8 yaşlarına erişen oğlanların eğitimi erkeklerin eline geçerdi. Toplumun gelecekteki bir üyesi ve ev başkanı olarak onun karakteri daha büyük kardeşi ve amcası arasında bir yaşam ve eğitim çemberi içine geliştirilirdi. Ne zaman çocuk 15-16 yaşına ulaşırsa amcası ona bir at hediye ederdi ve annesi onu gelecekte kendi evini kuracağı kız için yeterlilik sınavından geçirir ve eğitirdi. Bu eski gelenek, genç adamın çocukluğunu ve "пхийтара вала" (p'hitara vala) çağını bir "tanıma" olarak kabul edilirdi.

Çeviri ve yorumlar:

SELÇUK POLAT

Rusça kaynak: checheninfo.ru

103 YİTİK KULE /

Antik çağda Çeçenlerde oğlan çocuğun


tespit

Sadece düşündüğümüz kadar değil; hissettiğimiz kadar varız!...

YİTİK KULE /

104

Ana kokusu, hissi varoluşun temel un-

surlarından biri olarak, kadını şahane kılan, Allah'ın varlığına ayet niteliğinde ne büyük bir değerdir! Ana kokusu, sevgi merkezli bütün insani duyguların yeşermesinde ve duygusal varoluşun belirişinde önemli inşa edici özelliğe sahip olgulardan biridir. İnsan eğitiminde erkeğin rolü elbette indirgenemez!.. Ama kabul edelim ki, yaratılış özellikleri bakımından gerçekte kadın, erkekten daha fazla duygu yoğunluklu bir varlık olarak, doğrudan, en insani duygu ve değerleri çocukların zihin ve kalplerine kodlar. Bu nedenle de kadın, sadece biyolojik varoluşun rahmi/korunağı değil; psikolojik/ ruhsal varoluşunda doğal kaynağıdır. Bakın sosyal çevrenize! Sevgi, saygı, ilgi, dürüstlük, şefkat ve merhamet sahibi zarif insanların yetişmesinde en çok kadınların emek sahibi olduğunu görürsünüz. O halde ''kadın şahane bir şey'' değil; şahane kavramının ta kendisidir!... Böylece kadın dediğimiz o yüce, zarif ve naif varlığa neden daha çok saygılı olmamızın gerektiğini takdir edeceksiniz!...

davut yaşar


töre

DİKHIR

Ç

ok eski zamanlardan itibaren var olduğu bilinen ve kulaktan kulağa, dilden dile anlatılarak günümüze ulaşan eski bir söylentiye göre, sert ve savaşçı yapılarıyla tanınan dedelerimiz, kendi aralarında çıkan kavgalarında ortamın en kızıştığı, kılıçlardan kıvılcımların saçtığı, hiddetin ve öfkenin en doruğa çıktığı vuruşma anlarında sadece ve sadece “bir tek hareketle” tüm kızgınlıklarından vazgeçer, kılıçlarını indirir suçlu bir çocuk gibi köşelerine çekilirlermiş. O tılsımlı hareket ise bir genç kızın ya da bir kadının “KÖRTLİ” yani başörtüsünü çıkararak savaşan kişilerin ortasına atması imiş. Çeçen kadını, bu hareketi ile adeta bir barış elçisi gibi kavgalı iki tarafın arasına girer, beyaz baş örtüsünü çıkararak adeta “Bu kavgayı bitirmeniz için arımı, namusumu ve şerefimi ortaya koyuyorum !” ya da “Kavganızın bedeli işte bu..!” dercesine aralarına fırlatarak atarmış. Kadının bu onur ve cesaret dolu hareketi, çarpışanlar için kesin bir emir olarak kabul

edilir ve derhal barış sağlanırmış. Hasımlar daha sonra utanarak sakin bir şekilde barış elçisi kadından af dilerler ve birbirleriyle kardeş olurlarmış Zamanında halkımız arasında “DİKHİR” denilen bu adet öylesine güçlü ve etkili bir hareketmiş ki, yakın zamanlara kadar etkisini korumuş, halk kültüründe ve halk oyunlarında ifadesini bulan ritüellere konu olmuştur. Dikhir’in bir yansıması olarak günümüzde bile Çeçen erkeklerinin kendi aralarında oluşan türlü kavgalar, kadınların araya girmesi ile son bulur. Kadınlarımızın bir anlamda “barışın teminatı” olduğu bu adetin temelinde yatan başlıca etkenin, “Anaerkil dönemlerden kalan bir yansımadır falan gibi, söyleyenlerinin de pek inanmadığı bilimsel açıklama alışkanlığının kolaycılığına kaçmadan”; Çeçen toplumunun, özünde bir “anne” ve bir “eş” olan o değerli insanlara karşı duydukları derin saygı ve büyük sevginin sonucudur diyebiliriz.

EROL YILDIR

105 YİTİK KULE /

Resim: Ressam Vadim Kadchaev’e aittir.

Çeçen Kadınının Efsanevi Barış Ritüeli


YAŞAM ÖYKÜSÜ

ÇEÇENYA, KIZILORDU VE VE NAZİ KAMPLARINDAN TüRKİYE’YE TOKGIZ MAGoMADOV’UN SIRADIŞI YAŞAM ÖYKÜSÜ

YİTİK KULE /

106

1921 yılında Çeçenya’da şimdiki adı

“Alkhankale” olan Alkhan Martan’da yaşayan Çeçenlerin Zilloy (Giluoy) taybına mensup Mahmut ve Medine çiftinin bir oğulları dünyaya gelir. Adını Tokgız koyarlar. Daha sonradan doğacaklarla beraber ailenin üçü kız olmak üzere beş çocuğu olacaktır. Tokgız, teknik konulara meraklıdır. Motor ve makinalar üzerine eğitim alır. Ancak II. Dünya savaşı kapıdadır. O da tüm Çeçen gençleri gibi Sovyet Kızılordusu’nda askere alındığında henüz 18 yaşını yeni doldurmuştur. Tokgız Magomadov, Pre Baltık cephesinde kahramanca savaşır. Askerliğini tamamlayarak terhis olur, bir grup asker arkadaşıyla köylerine dönerler. Ancak evlerine ulaşamadan kendilerine yetişen haberciler Almanlara karşı savaşmak üzere tekrar cepheye çağrı emrini ulaştırırlar. Tokkız, iki yıldır görmediği ailesi ile kucaklaşamadan,

hatta atından bile inmeden gözü yaşlı annesine ailesine uzaktan el sallayarak savaşa geri döner. O yıllarda Kızıl ordu ile Alman orduları (Wehrmacht) doğu cephesinde kıyasıya savaş içindedir. Almanlar Kızılorduya karşı büyük üstünlük kurmuşlar ve yaklaşık 2 Milyon Sovyet askerini esir almışlardır. Tokgız da 1941 yılındaki bu savaşlar sırasında Almanlara esir düşen askerler arasındadır. Esaret dönemi çok zor geçecektir. Yiyecek ve yeterli barınak yoktur. Esirler birbirlerine sığınarak, ağaç kabuklarını yiyerek yaşamaya çalışmaktadır. Kamptaki esirlerden binlerce kişi ölmüş geride sadece 49 kişi sağ kalmışlardır. Almanlar, Sovyet ülkesinin farklı ülkelerinden toplanmış çoğu Müslüman genci sünnetli oldukları için Yahudi sanarak topluca katletmektedirler. Esirlerin kamp nakilleri sırasında Tokgız’ın da sünnetli olduğu anlaşılınca idam edilmek için ayrılır. Ancak bir tesadüf sonucu Alman ordusunda hizmetli olarak çalışan bir Ermeni, onun Çeçen olduğunu belirtmesi üzerine idamdan kurtulur.

MEDİHA KAHRAMAN ÖNLÜ


Bu

Yazı için başvuru kaynakları: Patrik von zur MÜHLEN., Gamalıhaç ile Kızılyıldız Arasında, Mavi Yayınlar., Ankara 1984. İllüstrırovannaya İstoriya SSSR., Redaktör: V.S.Antanov., izdatelstvo “Msli”, Moskva 1987. Atlas Çeçeno-İnguşskoy ASSR, Glavnoe Upravlenie Geodezii i Kartografii pri Sovete Ministrov SSSR, Moskva 1978.

Alman Kuzey Kafkas Birliklerinin arması

107 YİTİK KULE /

arada Nazi Almanyası, Doğu İşleri Bakanı Rosenberg aracılığıyla (özellikle Hristiyan Slavlar dışında kalan “Sovyet Doğu Halkları”nı bir anlamda da ikinci sınıf insan olarak gördüklerinden) 1942 yılından itibaren esir kamplarındaki Müslüman askerleri silahlandırıp Rusya’ya karşı ön cephelerde kullanmak amacıyla ‘milli lejyonlar’ oluşturma planını devreye koymuştur. Ancak, savaş esirlerinin Cenevre konvansiyon’ una göre vatandaşı oldukları ülkeye karşı savaşması için mutlaka gönüllü olmaları ve bunu yazılı olarak beyan etmeleri zorunludur. Bunun için esirlerden ‘gönüllü’ olduklarına dair iki adet imzalı yazı alınır. Bunların bir nüshası Cenevre’ye gönderiliyor, bir nüshası da kendi arşivlerinde saklanmaktadır. 1941 yılının sonlarında esir kamplarında çok ağır şartlar altında bulunan savaş esiri soydaşlarına yardımcı olmak amacıyla “Milli Komiteler” adında harp esirleri komisyonları kurulmasına karar veril ir. Milli Komiteler, Alman ordusuna Sovyet esirlerin gönüllü olarak katılmalarını organize edecektir. Kuzey Kafkasya Milli Komitesinin başkanlığına Berlin’de ikamet eden Ahmet Nabi Müslüm Magoma, sekreterliğine Ali Han Kandemir getirilmiştir. Komitede, Said Şamil, Barasbi Baytugan, Aytek Namitok, General Sultan Kılıç Girey ve Tausultan Şakman vb. de görev almışlardır. Milli Komite üyelerine Almanlar tarafından diplomat muamelesi yapılmaktadır. Bu arada Sait Şamil, Almanların Kafkasya hakkındaki sömürgeci planlarından taviz vermemesi ve bağımsız Kuzey Kafkasya planını kabul etmemesi üzerine, 1942 sonbaharında komiteden istifa etmiş, Almanya’dan ayrılarak Türkiye’ye döner. Böylece Milli Komiteler esir kamplarından Sovyet askerlerini toplamaya başlarlar. Bu arada yüz binlerce esir beslenme yetersizliğinden, soğuktan ve tifo gibi hastalıklardan dolayı hayatını kaybetmiştir. Kalanlar için gönüllü olmaktan başka yaşama şansı yoktur. Esirler en azından daha iyi yaşam şartlarına kavuşacaklarını düşünerek hatta bir lokma ekmek alabilmek için bu isteği zorla da olsa kabul ederler. Böylece, Alman Subayların komuta ettiği Dağıstanlı, Çerkes, Kabarday, Çeçen, Karaçay, Oset gibi uluslara mensup esirlerin oluşturduğu Kuzey Kafkasya birliklerinin 1943 ortalarındaki sayıları onbinlere ulaşmıştır.


Tokgız Magomedov, böylece yaşama şansı bulmuş, Kuzey Kafkasyalı Gönüllüler Tugayı’nın bir üyesi olmuştur. Almanlar lejyonların eğitimi sırasında tanıdıkları Çeçenlere “beyaz ırka” mensup oldukları için bazı imtiyazlar da vermişlerdir. Buna göre; Çeçen askerlerin üniformalarına “Gamalıhaç” yerine sol omuzlarında “çiçek arması” konulmuştur. Diğer Sovyet esirlerden farklı olarak Çeçenler Alman subayların katıldığı balolara katılabilmekte, Alman kızlarıyla dans edebilmekte hatta isterlerse evlilik dahi yapabilmektedirler. Tokgız ve arkadaşları Alman ordusunun bir parçası olarak Kafkasya’ya gönderilirler. Karaçay ve Kabardey topraklarını geçerek Çeçenya’nın kuzeybatı sınırına kadar ilerlerler. 1943 yılının Ocak ayının ilk günlerinde Kuzeybatı Çeçenya sınırındaki Malgobek yakınlarına ulaşırlar. Karşılarında anavatanları ve Sovyet cephesindeki kendi öz halkları vardır. Kaçıp ülkel-

YİTİK KULE /

108

Tahir Kahraman arkadaşı ve kaderdaşı Abdullah Çeçen ile (Eskişehir, 1950)

erine dönme şansları Alman üniformasını giydikleri andan itibaren ortadan kalkmıştır. Dönerler veya sığınırlarsa Sovyet askeri yasalarına göre vatan haini olarak kabul edilip kurşuna dizileceklerini çok iy bilmektedirler. Siperlerde elleri silahlarındadır ama vatanlarına doğru bir tek kurşun bile sıkmazlar. Ancak Çeçen kardeşleri Alman Nazi üniformalı Tokgız ve arkadaşlarının varlığından habersizlerdir. Ülkelerini savunan Sovyet Çeçen cephesinden üzerlerine kurşun yağmaktadır. Karşılarındaki Çeçen yerleşimi garip bir tesadüfle içlerindeki bir arkadaşlarının da kendi köyüdür. Bu arkadaşları bir an köydeki evlerinin avlusuna çıkan öz kızkardeşini görmenin heyecanıyla “O benim kardeşim..!” diye sevinçle siperdeki yerinden doğrulur ve alnına yediği bir kurşunla cansız yere yıkılır. Tokgız ve arkadaşları talihsiz genci oraya gömerler. Daha sonra da geri çekilerek diğer Alman birliklerine katılırlar. İnsanlık tarihinin en kanlı savaşı olan II.Dünya Savaşı 1945 yılında bitmiş Almanlar yenilmiştir. Kafkas Lejyonunu İngiliz askerleri teslim almışlardır. Esaret altında iken kendi istekleriyle cephede savaştıkları için özel askeri hükümlerden yararlanarak Sovyetlere teslim edilmezler. Marşal yardımları kapsamında bir grup arkadaşıyla dönemin yeni Müttefik Ülkesi Türkiye’ye gitmelerine karar verilir. Böylece 1946 yılında, aralarında Şamil Çeçen, Dr.Bahattin Dağıstanlı, Hamit Özbek, Sait Çeçen, İsa Sagon, Musa Ramazan, Abdullah Çeçen, Mahmut Otacı, Davut Gazko, Beslan, Sarı Mahmut, Alman Mahmut, Yakup gibi Kafkas Lejyonundan geri kalan arkadaşlarıyla Türkiye’ye Eskişehir’e getirilirler. Nato yardımı olarak kendilerine isterlerse ekebilecekleri topraklar veya ev verilecek ayrıca maaş bağlanacaktır. Birçoğu herhangi bir iş yapmadan kendilerine bu maaşın bağlanmasını kabul etmezler. Hepsi mesleklerini yeniden yapmayı arzulamaktadırlar. Böylece aralarında Tokgız Magomedov’un da olduğu bazıları Çeçenlerin yaşadığı Beyşehir’e geri kalanlar İstanbul, Maraş, Ankara gibi şehirlere yerleşerek kendilerine yeni bir hayat kurarlar. Birçoğu 9 yıllık savaş, esaret ve acılarla dolu bir cephe hayatı sonunda sivil hayata kavuşmuşlardır. Hepsi Türkçe isimler almışlardır. Anavatanında iken Çeçen akrabalarının “Dulki” dedikleri Tokgız artık “Tahir” adını almış ve yaşadıklarını öğrenen nüfus memurlarınca kendisine “Kahraman” soyadı verilmiştir.


Tahir Kahraman’ın kardeşi Hamit (Lala ) ve hanımı. 10 Ağustos 1974. Çeçenya

kucağında Rabiat, Fatimat, Malij adlı üç kız kardeşiyle sürgün yolunda ölmüşlerdir. Kardeşi Hamit (Lala) ise sürgünde zorlu hayat koşullarında yaşayabilmek uğruna “bir avuç buğday” aldığı için 7 yıl hapis yatmış, soğuktan kangren olan bir ayağı kesilmiştir. Tahir Kahraman (Tokgız Magomedov) acılarla dolu bu seyahatinden Türkiye’ye döndükten sonra 2002 yılının 1 Mayıs’ında İzmir’de ebediyete intikal edecektir. İşte; Çeçenya’da başlayarak Kızılordu ve Nazi saflarında savaşıp, tüm zorlukların üzerinden inancını, umudunu yitirmeden gelen, 81 yıllık destansı bir hayat yaşayarak bizlere yaşamanın herşeye rağmen mucizelerle dolu güzelliklerini anlatan bu esrarlı ve yiğit insan benim babamdı .. Allah ondan razı olsun yattığı yer nur, mekanı cennet olsun.

109 YİTİK KULE /

Tahir Kahraman, yeni ülkesinde çok sevdiği motor teknikerliğini yapabileceği işler bulmakta güçlük çekmez. O yıllarda Türkiye’ye gönderilen askeri ve biçerdöver gibi tarım araçlarının tamir ve bakımlarını yapmakta artık bu araçların sürücüsü olarak çalışmaktadır. Henüz 27-28 yaşındadır. İnanılmaz derecede güzel “illiler” söyleyen, “Ağız armonikası” ve “Deçikpandur” çalan, çok iyi dans eden, anadili Çeçence ve yeni öğrendiği Türkçe dışında Rusça, Almanca ve İngilizce bilen genç adama Beyşehir’de yaşayan Çeçen-İnguşlar kucak açmıştır. Tahir, arkadaşları arasında ilk olarak kendine bir yuva kurmak üzere, daha önce 1920’li yıllarda Sovyet Kızılordusu’ndan kaçarak Beyşehir’e yerleşen Erşhtoy taybından “Bolşevik Ahmet” de denilen Ahmet Bolçe’nin büyük kızı Asiye hanımla evlenir. Bu evlilikten Abdulmecit ve Nermi adında iki oğlu, Medine ve Mediha adında iki kızı dünyaya gelecektir. Daha sonra 1970 li yıllarda ailesiyle İzmir’e yerleşir. Türkiye’de ki yaşamı da romanlara konu olacak hikayelerle doludur. Kullandığı greyderlerle yaptığı iş gezilerinin birinde Çukurova’da bir tarlada çalışırken, Türkiye’ye daha önceki dönemlerde gelerek yerleşmiş (Çardaklı Kahir Hasan) Çeçenlerle de tesadüfen tanışması yaşadığı ilginç olaylardandır. Demirperde gerisinde kaldığı için haber alamadığı anavatanındaki ailesini görmek üzere 1993 yılında (72 yaşında iken) Çeçenya’ya gider. Ancak ailesinin nerede ise tamamı 1944 yılındaki Sibirya sürgününde yok olmuştur. Babası, annesi

Tahir Kahraman’ın, Kasım 1990 ‘da Çeçenya’ya gittiğinde geride kalan yakın yeğenleriyle birlikte çektirdiği bir fotoğraf.


HALK KÜLTÜRÜ

ÇEÇENLERDE UNUTULMUŞ BİR MASAL TÜRÜ YA DA ÇİZİMLİ ANLATMA TARZI

B

İlüstrasyon: Faruk Kutlu /İstanbul /2017

YİTİK KULE /

110

ilinmeyen zamanlardan beri Çeçenler kendi çocuklarına çok farklı bir türde ve çok farklı bir yöntemle masallar anlatırmış. Buna göre ailenin bir büyüğü, evin avlusunda veya toprak dam üzerinde tabureye oturur, etrafına topladığı farklı yaşlardaki çocuklara bir hikaye anlatmaya başlarmış. Bu arada eline aldığı bir sopayla da yere aralıklarla bir takım çizimler yapar, yapılırken bir şeye benzemeyen bu çizgiler hikaye tamamlandığında bir kuş veya bir hayvan görüntüsüne bürünürmüş. Ayrıca anlatımı tamamlanan masal veya hikaye ile birlikte -bir anlamda informal bir eğitim gerçekleşir- anafikir olarak özlü bir öğüt ya da nasihat çocuklara aktarılırmış.

Başlangıçta çocukların hikayeye olan dikkati, birden bire çizgilerin birleşmesiyle ortaya çıkan bu stilize çizime yönelir hayranlık nidaları atar, gülüşerek seyreder, eğlenirlermiş. Anlaşıldığına göre bu tür hikayeleri anlatmayı herkes beceremez, ancak az da olsa çizim yeteneği olan aile büyükleri yapabilirmiş. Belki de Çeçenlerin bu kadim hikaye ya da masal anlatma türünün köylerimizde unutularak günümüze kadar ulaşamaması, bu tür çizim yapan insanların çok az olmasından kaynaklanmış olabilir? Kim bilir? Çocukluğumda, rahmetli babamın köydeki bir grup çocuğa anlatırken tesadüfen şahit olup dinlediğim bu tür bir masalı, aradan geçen uzun yıllardan sonra -hatırladığım kadarıyla- sizlerle paylaşıyorum..

EROL YILDIR


masal

ÇİZİMLİ BİR ÇEÇEN MASALI

Yaşlı Adam ve Mısır Hırsızları

Bir zamanlar bir dağ köyünde yaşlı ve fakir bir adam yaşarmış.

Yaşlı adam

Mısır tarlası

Mısırları o yıl çok bereketli olmuş ve olgunlaşmış. Yaşlı adam da tarlasına her gün rahat gidip gelebilmek için yakınında bir yere çadır kurmuş. Çadırdan gidip gelmeye, mısırlarını büyütmeye başlamış.

Yaşlı adamın çadırı ve çadırını kurduğu yer

111 YİTİK KULE /

Köyünün bir hayli uzağındaki tarlasına o yıl mısır ekmiş.


Ancak çevrede iki tane de hırsız varmış..! Hırsızlar tarlanın karşısında saklandıkları yerden, mısırları çalmak için uygun fırsat kolluyorlar, bir yandan da yaşlı adamı gözlüyorlarmış..

İki hırsız

YİTİK KULE /

112

Fakat yaşlı adam da az kurnaz değilmiş. Yaşının tecrübesi ile ürünlerinin olgun olduğu dönemlerde hırsızlık yapılabileceğini, ona göre de tedbir alınması gerektiğini biliyormuş. Gündüz tarlasında çalışırken iki hırsızın kendisini gözetlediklerini görmüş. Yaşlı adam tarlanın kenarındaki bir kaya kovuğuna saklanıp pusuya yatmış. Kaya kovuğu


Bir akşam yaşlı adamı çadırında uyuyor sanan iki hırsız gizlice mısır çalmak üzere tarlaya yönelmişler.

Yaşlı adam daha sonra mısırlarını hasat edip kış boyunca rahat yaşamış.

Eski atalar boşuna dememişler: “Alınteriyle sulanmış darıdan yapılan siskala doyum olmazmış”. ANONİM / Kaynak : TALAT YILDIR (1931-1980)

113 YİTİK KULE /

Tam tarlaya ulaştıklarında, yaşlı adam kamasını çekerek iki şaşkın hırsızı önüne katıp tarlasında kovalamaya başlamış. Hırsızlar canlarını zor kurtararak tarladan kaçmışlar.


ARŞİV

OSMANLI ARŞİVİ KATALOGLARINDA ÇEÇENLERLE İLGİLİ BELGELER LİSTESİ (BİR GİRİŞ DENEMESİ) - BÖLÜM 2-

A

YİTİK KULE /

114

rşivler, devletlerin ve insanların haklarını ve milletlerarası ilişkileri belgeleyerek koruyan, ait oldukları milletler ve ilişkili oldukları devletlerin geçmişini de yansıtan en canlı şahitlerdir. Birçok konuyu aydınlattıkları gibi ait olduğu dönemlerin örf ve âdetlerini, sosyal yapısını, karşılaştıkları problemleri ve bunlar arasındaki ilişkileri de ortaya koyarlar. Osmanlı Devleti'nde "Hazine-i Evrak" olarak anılan arşiv kayıtları çok eskilere kadar uzanan bir geçmişe sahiptir. Türkiye, Osmanlı Devleti'nden devralınan büyük miras sonucunda dünyanın en zengin arşiv potansiyeline sahip sayılı ülkelerden birisidir. Gelişen teknoloji ve bilime sahip çıkan siyasi anlayışın sonucunda Osmanlı Arşivlerinde 2002 yılından itibaren otomasyon sistemine geçilmiştir. Böylece daha önce bilgisayar ortamında yazılan katalogların tamamı Otomasyon Sistemi'ne aktarılarak Osmanlı ve Cumhuriyet Arşivleri araştırma salonları ile birlikte internet ortamında da araştırıcıların hizmetine sunulmuştur. Mevcut imkanlardan yararlanılarak ulaşılan Osmanlı Arşivi Kayıtlarındaki Çeçenlere ilişkin belge başlıkları bu yazının konusunu oluşturmaktadır. Bu başlıkların alt içerikleri ise ilgili belgelerde saklıdır. Gelecekte bu belgeler okunduğunda Çeçen tarihi ile ilgili birçok bilinmeyen konunun aydınlanması da mümkün olacaktır. BOLAT, Ali., Osmanlı Arşiv Belgelerinde Çeçen Göçü, IQ Kültür ve Sanat Yayıncılık, İstanbul 2015 / ISBN 975-605-9896-05-4 ( Renkli karton kapak, 112 sayfa) ............................ önceki sayıdan devam

Tarih: 29/S /1282 (Hicrî) 10/06/1865 (Miladî) Dosya No:322 Gömlek No:72 Fon Kodu: AMKT MHM Beş bin hane Çeçen muhacirlerinin nakline dair. Tarih: 22/S /1282 (Hicrî) 16/07/1865 (Miladî) Dosya No:710 Gömlek No:54 Fon Kodu: MVL Çıldır’dan Batum’a gelmiş olan Abaza muhacirleriyle Kars tarafına gelmekte bulunan Çeçen muhacirlerin iskanlarına, Batum’dan Ardanuç’a kadar olan yolların tesviyesine, Livane kazasının kaymakamlık ile idaresine ve kaymakamlığa hala müdürü bulunan İbrahim Bey’in tayinine dair. (1. Anadolu)

YİTİK KULE


Tarih: 06/Ra/1282 (Hicrî) 30/07/1865 (Miladî) Dosya No:339 Gömlek No:13 Fon Kodu: A.}MKT.MHM.

Erzurum’a gelen Çeçen muhacirlere nasıl muamele edileceği. Tarih: 08/Ra/1282 (Hicrî) 02/08/1865 (Miladî) Dosya No:7013 Gömlek No:106 Fon Kodu: MVL Rus Sefaretince gönderilen Çeçenlerle alakalı bir varaka. Tarih: 17/Ra/1282 (Hicrî) 10/08/1865 (Miladî) Dosya No:711 Gömlek No:115 Fon Kodu: MVL Sadaret emriyle beş yüz Çeçen hanesinin ve Kabartay kabilelerinden bazı hanelerin, Uzunyayla’da Afşarlardan boşaltılan Saroz arazisine yerleştirilmeleri kararlaştırılmışken, İsmailpaşa livasından sözkonusu arazinin tekrar Afşarlara bırakılması yönünde gelen baskı neticesinde oluşan kararsızlık ve bazı mahzurların ifadesi yanında Sivas eyaletinde bu kadar nüfusu kaldıracak başka arazi bulunmadığı gibi bu mahallin Afşarlara verilmesinin tarafeyn arasında gaile çıkaracağı raporunu havi Sivas mutasarrıfının telgrafı. (2. Anadolu) Tarih: 01/R /1282 (Hicrî) 24/08/1865 (Miladî) Dosya No:712 Gömlek No:75 Fon Kodu: MVL Çeçen muhacirlerinin Çıldır sancağı üzerinden sevk ve izamları esnasında yapılan yardım ve ihtiyaçlarının ne şekilde karşılandığı hususuyla bir kısım kafilelerin Oltu’dan geçişi sırasında karşılaşılan sel felaketi sebebiyle verilen kayıplara ve teferruatına dair Çıldır kaymakamının raporu. (2. Anadolu)

Çeçen muhacirinine dair. Tarih: 05/R /1282 (Hicrî) 28/08/1865 (Miladî) Dosya No:713 Gömlek No:105 Fon Kodu: MVL Çeçen taifesinden 5.000 hanenin Memalik-i Mahruse-i Şahene’ye hicretleri meselesine dair Rusya Sefaretince sunulan varakanın tercümesi. (2. Anadolu) Tarih: 06/R /1282 (Hicrî) 29/08/1865 (Miladî) Dosya No:340 Gömlek No:51 Fon Kodu: A.}MKT.MHM. Bir Çeçen kabilesinin iskanına memur Nusret Paşa’nın maaşı yetmediğinden, bu görevin Erzurum İstihkam Komisyonu Reisi Ferik Mustafa Paşa’ya ihalesinin inceleneceği. Tarih: 18/R /1282 (Hicrî) 10/09/1865 (Miladî) Dosya No:341 Gömlek No:27 Fon Kodu: A.}MKT.MHM. Çeçen muhacirlerin hududa yakın yerlere iskan ettirildiği iddiası ve Rusya’nın bu meyandaki protestosu dolayısıyla Van ve Muş’a muhacir naklinden vaz geçilmesi. Rusya’nın Sohum Kasabası’nda başgösteren kolera dolayısıyla Batum Limanı’nda uygulanan karantina tedbirleri. Tarih: 23/R /1282 (Hicrî) 15/09/1865 (Miladî) Dosya No:713 Gömlek No:46 Fon Kodu: MVL Nusret Paşa memuriyetiyle Sivas eyaletine sevk olunacak beş yüz hanelik Çeçen muhacirlerin vürudlarıyla beraber mevcud olan hanelerin iskan olunacağı bildirilmişken münferiden iskanı kabul etmedikleri cihetle yapılan hanelerin boş kalarak harap olacağı, bunların gezerek yer beğenmeleri bir çok zorlukları beraberinde getireceği, irade-i seniyye çıkıncaya kadar üçer-beşer hane halinde köylere taksim edilmeyi de kabul etmedikleri ve ne Çerkesler ne de ahali içinde oturmayacaklarını beyan ettiklerinden ne yapılmak lazım geldiğinin acele bildirilmesi. (2. Anadolu)

115 YİTİK KULE /

Tarih: 03/R/1282 (Hicri) 26/08/1865 (Miladî) Dosya No:289 Gömlek No:16 Fon Kodu: HR.TO..


Tarih: 25/R /1282 (Hicrî) 17/09/1865 (Miladî) Dosya No:341 Gömlek No:94 Fon Kodu: A.}MKT.MHM. Beşyüz Çeçen hanesinin Sivas Eyaleti’nde iskanı. Tarih: 05/Ca/1282 (Hicrî) 26 /09/1865 (Miladî) Dosya No:1051 Gömlek No:6 Fon Kodu: MVL Nusret Paşa’nın Çeçen Kabilesi memuriyet-i iskaniyesinde vuku bulan harekatı ve bu babda bazı ifadat. (1. Erzurum) Tarih: 11/Ca/1282 (Hicrî) 02 /10 /1865 (Miladî) Dosya No:343 Gömlek No:6/1 Fon Kodu: A.}MKT.MHM. Muhacir Çeçen ailelerin iskanı. Tarih: 19/Ca/1282 (Hicrî) 10/10 /1865 (Miladî) Dosya No:714 Gömlek No:52 Fon Kodu: MVL İskan için Kürdistan’a gönderilen Çeçen muhacirlerinin yaklaşan kış dolayısıyla müsafereten komşu vilayetler dahil ahaliye taksimi, tayinatları ve öküz tahsisatları, hanelerinin inşası ve sair bazı hususlarda istizan. Kürdistan’da inşasına ruhsat istenilen kışla hususunun maliyet, emniyet, cesamet ve benzeri açılardan iyice tahkik olunarak neticenin bildirilmesi. (2. Anadolu) Tarih: 10/C /1282 (Hicrî) 31 /10 /1865 (Miladî) Dosya No:344 Gömlek No:94 Fon Kodu: A.}MKT.MHM.

YİTİK KULE /

116

Gerekli tedbirlerin alınarak Erzurum, Hasankale ve Muş’a yerleştirilen Çeçen muhacirlere yönelik Kürt sadırılarının önlendiği; bölgede bazı yeni düzenlemelerde bulunan Nusret Paşa’dan ahali ve memurların memnun olduğu. Tarih: 12/C /1282 (Hicrî) 02 /11 /1865 (Miladî) Dosya No:542 Gömlek No:24325 Fon Kodu: İ..MVL. Erzurum’da bulunan Çeçen muhacirlerinden Tuti’nin katiline dair. Tarih: 02/B /1282 (Hicrî) 21 /11 /1865 (Miladî) Dosya No:1051 Gömlek No:11 Fon Kodu: MVL Muş ve Erzurum havalisinde bulunan Çeçen kabilesi muhacirlerinin harekat-ı şekavetkaranelerde bulundukları ve Muş ovasında kain Sebkavi Kilisesi Karabaşı Bogos Efendi’yi katl eyledikleri ve Muş civarında Çanlı Kilisesi’ne ziyaret için gelmiş olan bir nefer Rusyalı Hristiyanı Rusya’ya hicret için tahrik eylediği. (1. Erzurum)

Tarih: 23/B /1282 (Hicrî) 12 /12 /1865 (Miladî) Dosya No:715 Gömlek No:112 Fon Kodu: MVL Siird’e sevk edilmiş iken oraları beğenmedikleri için dağılan Çeçen muhacirlerinin mevcut kış şartlarında iadeleri halinde perişan olacakları düşünülerek daha sonra gönderileceklere mahsuben Sivas’ta iskan edilmelerinin yerinde görüldüğü. (2. Anadolu) Tarih: 24/B /1282 (Hicrî) 13 /12 /1865 (Miladî) Dosya No:715 Gömlek No:118 Fon Kodu: MVL İskan için Urfa’ya gönderilmelerine rağmen firar edip tekrar Sivas’a gelen ikinci grup Çeçen muhacirlerinin, sonraki firarların önüne geçilmek için, mahallerine iade ve iskanları. (2. Anadolu)

Tarih: 14/Ş /1282 (Hicrî) 02 /01 /1866 (Miladî) Dosya No:1051 Gömlek No:20 Fon Kodu: MVL Muş ahalisi mezruatına isal-i dest-i hasar eden Çeçenlerin indifa-ı mazarratları zımnında karakol tayin olunup, sakatlanmış olan muhacirinden Mikail nam kimesneye maaş tahsisi. (1. Erzurum)


Tarih: 21/L /1282 (Hicrî) 09 /03 /1866 (Miladî) Dosya No:350 Gömlek No:42 Fon Kodu: A.}MKT.MHM. Harput’ta inşası lüzumlu olan kışla ile Kürdistan Eyaleti’ne gönderilen Çeçen muhacirlerin iskanı için yapılacak hanelerin süratle ve tasarruf kuralına riayet edilerek inşasına ihtimam gösterilmesi. Tarih: 08/Za/1282 (Hicrî) 17 /03 /1866 (Miladî) Dosya No:719 Gömlek No:19 Fon Kodu: MVL Ankara Memalu kazasının Sahanlı karyesinden Hacı Mustafa’ya Çeçen Aşireti Müdürü Mustafa’nın müdahalesinin men edilmesi. (3. Anadolu) Tarih: 12/Za/1282 (Hicrî) 29 /03 /1866 (Miladî) Dosya No:1051 Gömlek No:57 Fon Kodu: MVL Sevk-i Muhacir Memuriyeti ile mukaddemce Muş’dan Kürdistan eyaleti canibine gönderilen Miralay Ahmed Bey’in iskan memuriyetinde ibkası ve Çeçen muhacirlerinin suret-i iskanları ve yapılacak eczahaneye ve bulundurulacak tabib ve teferruatı. (1. Erzurum) Tarih: 29/Z /1282 (Hicrî) 15 /05 /1866 (Miladî) Dosya No: 71 (ve 150) Gömlek No:107 (ve 51) Fon Kodu: DH. Ahmed Cavid Bey; 1282 Muş doğumlu, Çeçenzade Hacı Hasan Paşa torunlarından Evkafı Hümayun Nezareti Mektubçusu Nazif Bey’in oğlu bk. 150/51 (ve bknz.71/107) Tarih: 29/Z /1282 (Hicrî) 15 /05 /1866 (Miladî) Dosya No:549 Gömlek No:38199 Fon Kodu: İ..DH..

Tarih: 07/M /1283 (Hicrî) 22 /05 /1866 (Miladî) Dosya No:356 Gömlek No:31 Fon Kodu: A.}MKT.MHM. Erzurum’da bulunan muhacirlerin, Diyarbakır havalisinde Resülayn ve Cud adlı mahallere yerleştirilen Çeçen muhacirlere yakın yerlere iskanı hususunda lazım gelen gayretin gösterilmesi. Tarih: 23/M /1283 (Hicrî) 07 /06 /1866 (Miladî) Dosya No:357 Gömlek No:81 Fon Kodu: A.}MKT.MHM. Kürdistan Eyaleti’ndeki Çeçen muhacirlerin çocuklarında görülen çiçek ve sıtma hastalıklarının defi için görevlendirilecek tabibin masraflarının Hazine’den karşılanacağı. Tarih: 15/Ra/1283 (Hicrî) 28 /07 /1866 (Miladî) Dosya No:1052 Gömlek No:27 Fon Kodu: MVL Çeçen muhacirlerinin münasib mahallere suret-i iskanları. (1. Erzurum) Tarih: 23/Ra/1283 (Hicrî) 05 /08 /1866 (Miladî) Dosya No:722 Gömlek No:24 Fon Kodu: MVL Misafir olarak Karahisar ve Akdağ kazalarına yerleştirilmiş olan Çeçen muhacirlerinden Kerim Bey refakatiyle gelmiş olan 120 hanenin iskanları. (4. Anadolu) Tarih: 10/R /1283 (Hicrî) 22 /08 /1866 (Miladî) Dosya No:504 Gömlek No:133 Fon Kodu: MVL Muhacirin-i Çeçen Vekili Mehmed Efendi’nin kabilesinin iskan oluncaya değin tayinat verilmesini havi emirname yazılması. (8. İstida) 07/Ca / 1283 (Hicri) 17/9/1866 (Miladî) Dosya No:508 Gömlek No:62 Fon Kodu: HR.TDD.

117 YİTİK KULE /

Erzurum, Muş, Diyarbekir ve Cud taraflarında iskan olunan Çeçen muhacirlerin durumu.


Çeçen mollalarının isimleri. Kunta Hacının biraderi Mansur başkanlığında; Gunşamasoko Hacı Tarko, Abdulsalim Tsontgrayi, Kornoy Talib, Talib, Cantemir Canbek bey, Taunmirza oğlu Elmirza (fransızca belgede.; Elmirza oğlu Soltmirza), Lota Abubekir, Şağu ciy, Mirzasulta oğlu Elmirza, Elyas Arsengiray, Ediş Betsioh, Hasu Canhat, Hamzahan Dononi, Salama Mumsi, Bağa Suri/ Csuri “ bknz. Ali Bolat, age, s.75.”

Tarih: 25/Ca/1283 (Hicrî) 05 /10 /1866 (Miladî) Dosya No:504 Gömlek No:132 Fon Kodu: MVL Çeçen Kabilesi ümerasından Mehmed Bey’in taallukatıyla Aziziye dahilinde iskanına müsaade olunması talebi. (8. İstida) Tarih: 03/B /1283 (Hicrî) 11 /11 /1866 (Miladî) Dosya No:877 Gömlek No:56 Fon Kodu: MVL Çeçen kabilesinden ve tarikat-ı aliyyeden olup Rusya’da sürgün bulunan onaltı nüfusun Devlet-i Aliyye’ye kabul edilmeleri. (2. Dersaadet) Tarih: 04/B /1283 (Hicrî) 12 /11 /1866 (Miladî) Dosya No:367 Gömlek No:87 Fon Kodu: A.} MKT.MHM. Çeçen muhacirlerinin muhafaza ve diğer işleri için istihdam olunan muvazzaf askerlerin, Mardin sancağı emvalinden muhavvel maaşlarının tesviyesi lüzumu.

YİTİK KULE /

118

Tarih: 21/B /1283 (Hicrî) 29 /11 /1866 (Miladî) Dosya No:369 Gömlek No:14 Fon Kodu: A.}MKT.MHM. Erzincan sancağında iskan olunan Çerkez, Çeçen ve Lezgi kabilelerinden misafireten mukim olan ve oradan gelen-geçen muhacirlerin tayınat paraları ve sair masrafları. Tarih: 05/Ş /1283 (Hicrî) 13 /12 /1866 (Miladî) Dosya No:370 Gömlek No:21 Fon Kodu: A.}MKT.MHM. Çeçen muhacirlerinin muhafazasına memur asakir-i muvazzafanın hususi emir olmadıkça maaşları ödenmeyeceği ve bazı tasarruf tedbirli harcamalar. Tarih: 09/Ş /1283 (Hicrî) 17 /12 /1866 (Miladî) Dosya No:729 Gömlek No:21 Fon Kodu: MVL Çeçen Kabilesi ümerasından olup Dersaadet’e gelmiş olan Musa Bey’in suret-i iskanına dair. (5. Anadolu) Tarih: 29/L /1283 (Hicrî) 06/03 /1867 (Miladî) Dosya No:34 Gömlek No:1398 Fon Kodu: İ..MMS. Sivas’da iskan olunan Çeçen Kabilesi Reisi Musa Bey’in askerlik mesleğine alınması. Tarih: 05/Za/1283 (Hicrî) 11 /03 /1867 (Miladî) Dosya No:376 Gömlek No:53 Fon Kodu: A.}MKT.MHM. Osmanlı Devleti’ne sığınmış olan Çeçen Kabile Reisi Musa Bey’e mirlivalık rütbesi verilerek Dördüncü Ordu erkânına dahil edilmesi. Tarih: 12/Ra/1284 (Hicrî) 07/ 07 /1867 (Miladî) Dosya No:737 Gömlek No:91 Fon Kodu: MVL Harem-i Hümayun çamaşır ustası taallukatından ve Çeçen kabilesinden İzmid Kuzuluk’ta vefat eden Mustafa yetimlerinin bu tarafa celbi hakkında Muhacirin İdaresi’nin müzekkiresi ile Adapazarı Meclisi


Tarih: 04/R /1284 (Hicrî) 05/08 /1867 (Miladî) Dosya No:388 Gömlek No:24 Fon Kodu: A.}MKT.MHM. Sivas’ta bulunan Çeçen muhacirlerinin, iskân edildikleri yerlere müfreze kuvvetiyle döndürüldükleri ve bu yüzden Kars redif taburunun sevkine gerek kalmadığı. Tarih: 11/R /1284 (Hicrî) 12 /08 /1867 (Miladî) Dosya No:388 Gömlek No:53 Fon Kodu: A.}MKT.MHM. Sivas’ta bulunan Çeçen muhacirleri iskâna razı olduklarından asker sevketmeye gerek olmadığı ve istedikleri Resülayn adlı mahalde iskânları için gereğinin icra edilmesi. Tarih: 19/R /1284 (Hicrî) 20/08/1867 (Miladî) Dosya No:389 Gömlek No:4 Fon Kodu: A.}MKT.MHM. Kafkasya tarafından gelen Çeçen muhacirlerinin Rumeli taraflarına iskânı. Tarih: 02/Ca/1284 (Hicrî) 01/09/1867 (Miladî) Dosya No:1053 Gömlek No:28 Fon Kodu: MVL Sivas’dan Şiran, Tercan ve Kelkit kazalarına nakl ve iskan ettirilmiş olan Çeçen muhacirlerin yine Sivas’a nakilleri. (1.Erzurum) Tarih: 09/Ca /1284 (Hicrî) 09/09/1867 (Miladî) Dosya No:1047 Gömlek No:75 Fon Kodu: MVL Sivas’da henüz iskanları icra olunmayan Çeçen muhacirlerinin Resülayn’da iskanları. (1. Telgraf)

Resülayn ve Habur etrafındaki münbit arazinin imarına ve Çeçenler hakkında bazı ifadelere dair Diyarbekir’da mukim İngiltere konsolosunun tahriratı. (6. Anadolu) Tarih: 06/B /1284 (Hicrî) 03/11 /1867 (Miladî) Dosya No:549 Gömlek No:62 Fon Kodu: MVL Tabib Nofodos’un Diyarbakır dahilinde meskun Çeçen muhacirlerinin tebabet hizmetinde bulunduğu müddetin maaş ve harcırahı hakkında arzuhal verdiği. (16. İstida) Tarih: 26/B /1285 (Hicrî) 12/11/1868 (Miladî) Dosya No:426 Gömlek No:54 Fon Kodu: A.}MKT.MHM. Re’sülayn’da bulunan Çeçen muhacirlerinden Battal ve Şeyh Abdağlof’un aileleri ile birlikte Rusya’ya geri gitmek arzusunda olduğu, nasihata rağmen caymaz giderlerse nakil, iaşe ve iskan masraflarının kendilerinden alınacağı. Tarih: 29/Z /1287 (Hicrî) 22/03/1871 (Miladî) Dosya No:152 Gömlek No:305 Fon Kodu: DH.SAİDd... Avni Mirza Bey; 1287 Kafkasya doğumlu, Nasır-ı hoy kabilesinden Müvesvest Bey’in oğlu. Tarih: 25/Za/1289 (Hicrî) 24/01/1873 (Miladî) Dosya No:446 Gömlek No:11 Fon Kodu: A.}MKT.MHM. Re’sü’l-ayn’de meskun Çeçen muhacirleri reislerinden olup Zor Sancağı Seyyar Tabur ağalığında müstahdem Şemhal Bey’e Mecidiye nişanı verilmesi. Tarih: 26/M/1291(Hicri) 15/03/1874 (Miladî) Dosya No:8 Gömlek No:5 Fon Kodu: ZB.

119 YİTİK KULE /

Tarih: 29/Ca/1284 (Hicrî) 28/09/1867 (Miladî) Dosya No:739 Gömlek No:50 Fon Kodu: MVL


Dağıstan’dan gelen ve Çeçen taifesinden olan bir şahsın hastalığından bahisle tayinat talebi. Tarih: 25/B /1294 (Hicrî) 05/08/1877 (Miladî) Dosya No:35 Gömlek No:1765 Fon Kodu: İ..ŞD.. Zor kıtasında arap eşkiyaya karşı emniyeti sağlamak için elli nefer Çeçen atlısının muvakkaten istihdamı. Hama ve Selamiye mevkilerinde yeteri kadar asker bulundurulması. Tarih: 08/Ca/1299 (Hicrî) 20/03/1882 (Miladî) Dosya No:2213 Gömlek No:48 Fon Kodu: ŞD. Re’sü’l-Ayn kazasında meskun Çeçen muhacirine tavizen verilen zahire maddesi. (Haleb 1) Tarih: 08/Ca/1299 (Hicrî) 20/03/1882 (Miladî) Dosya No:2215 Gömlek No:49 Fon Kodu: ŞD. Re’sü’l-Ayn kazası sakinlerinden ve Çeçen kabilesi ümerasından Arazi (?) Bey’in esna-yı muharebede parmağı sakatlanmasından dolayı mükafatlandırılması. (Haleb 1) Tarih: 14.8.1303. (Hicri) 18/5/1886 (Miladî) Dosya No:243 Gömlek No:15 Fon Kodu: HR.TO.. Çeçen muhacirlerinin Resülayn ve Viranşehir’de iskan olunmaması hakkında Diyarbakır’da mukim İngiltere konsolosunun sefarete tahriratı. Tarih: 01/Ra/1305 (Hicrî) 17/11/1887 (Miladî) Dosya No:1064 Gömlek No:83435 Fon Kodu: İ.DH. YİTİK KULE /

120

Elbistan kazasında teşkil olunan atik-i muhcirine ait köy adları. Tarih: 10/Ca/1305 (Hicrî) 24/01/1888 (Miladî) Dosya No:1480 Gömlek No:14 Fon Kodu: DH.MKT. Elbistan dahilinde Çerkes ve Rumeli muhacirlerinin iskanıyla kurulan oniki köyün Sayacak, Kamışcık, Çardak, Korkmaz, Deveboynu, Kargabükü, Poskoflu, Kuşyaka, Tepebaşı, Taykendi, Böğet ve Yazıkilise olarak adlandırılması. Tarih: 24/Ş /1305 (Hicrî) 06/05/1888 (Miladî) Dosya No:1506 Gömlek No:63 Fon Kodu: DH.MKT. Sivas’ın Aziziye kazasına iskan edilen Çeçen Muhacirlere tohumluk zahire ve çift hayvanı hususunda yardım yapılıp yapılmaması. Tarih: 13/M /1306 (Hicrî) 19/09/1888 (Miladî) Dosya No:1544 Gömlek No:100 Fon Kodu: DH.MKT. Rusya’ya tabi Kafkasya müslümanlarından ve Çeçenlerin İnguş kabilesinden olup Osmanlı topraklarına hicret etmek isteyenlere izin verildiği. Tarih: 16/M /1306 (Hicrî) 22/09/1888 (Miladî) Dosya No:1545 Gömlek No:82 Fon Kodu: DH.MKT. Kafkasya muhacirlerinden olup Sivas’a tabi Çiftlik, Berani ve Kızılhane isimli mahallerde iskan olunan Çeçenlere ziraat alet ve edevatı verilmediği gibi tayinatları da kesilerek biçtikleri otlardan da öşür taleb olunduğuna dair Sultan tarafından şikayette bulunulduğu. Tarih: 19/M /1306 (Hicrî) 25/09/1888 (Miladî) Dosya No:1547 Gömlek No:15 Fon Kodu: DH.MKT. Çeçen eşkiyasının baskısından şikayeti havi Mardin’in Göllü karyesi muhtar ve ihtiyar heyeti tarafından çekilen


telgrafların gereğinin yapılması. Tarih: 23/M /1306 (Hicrî) 29/09/1888 (Miladî) Dosya No:1548 Gömlek No:45 Fon Kodu: DH.MKT. Resülayn kazasında bulunan Çeçen eşkiyanın yakalanması için Deyr-i Zor Mutasarrıflığı’nca tedbir alınması gerektiği. Tarih: 19/S /1306 (Hicrî) 25/10/1888 (Miladî) Dosya No:1557 Gömlek No:115 Fon Kodu: DH.MKT. Çeçen şakilerin tecavüzlerinin engellenmesi için Zor Mutasarrıflığı’nca gerekli tedbirlerin alındığı, Diyarbekir hududuna gelmeleri durumunda Mardin’den takip olunmaları. Tarih: 25/S /1306 (Hicrî) 31/10/1888 (Miladî) Dosya No:1560 Gömlek No:31 Fon Kodu: DH.MKT. Resülayn’daki Çeçen eşkıyasının Mardin civarında yaptığı tecavüzlerin men’i için Zor Mutasarrıflığı’nca bir tedbir alınmadığından bahseden ve eşkıyanın ne şekilde ele geçirileceğini havi telgrafların Dahiliye Nezareti’ne takdimi. Tarih: 14/Ra/1306 (Hicrî) 18/11 /1888 (Miladî) Dosya No:1565 Gömlek No:82 Fon Kodu: DH.MKT. Mardin’de Çeçen eşkıyası hakkındaki şikayetin tazyikattan ibaret olduğu.

Vlademir isimli Rus Vapuru ile Dersaadet’e gönderilen Kafkas muhacirlerin Adana vilayetinde iskanlarının temin edilmesi. Tarih: 29 /R /1306 (Hicrî) 02 /01/1889 (Miladî) Dosya No:1581 Gömlek No:24 Fon Kodu: DH.MKT. Vladimir adlı Rus vapuru ile Sivastopol’dan gelen Çerkez muhacirlerinin Adana’da iskan edilerek, gelecek olan Tatar ve Kafkasya muhacirleri için ise Konya ve Ankara’da iskan mahalli tayin edildiği. Tarih: 29/C /1306 (Hicrî) 31/01/1889 (Miladî) Dosya No:1600 Gömlek No:22 Fon Kodu: DH.MKT. Hala iskan olunmamaktan şikayetçi Bağdad’taki umum Çeçen muhacirini Vekili İbrahim’in arzuhalinin, malumat ve mütalaa alınmak üzre gönderildiği. Tarih: 29/C /1306 (Hicrî) 31/01/1889 (Miladî) Dosya No:37 Gömlek No:135 Fon Kodu: Y..MTV. Eski Hılle Mutasarrıfı Salih’in mağdur edildiği şikayeti (29.6.1306). Bahriye Silah-endaz Taburu Sağ Kolağası Neşet Efendi’nin maaşlı olarak Paris’e gönderilmesinin Miralay Mehmed tarafından talep edilmesi (25.6.1306). Kendilerine matbaa ve para yardımı yapılan Hizmet Gazetesi Sahib-i İmtiyazı Mehmed Şerif ve arkadaşlarının İzmir’den gönderdikleri telgraf (19.6.1306). Ankara Meclisi Katibi Ali Abduh’un maaşına zam yapılması talebi (19.6.1306). Bağdad’daki Çeçen muhacirlerinin arazi ihsan edilmesi talebleri (8.6.1306). Searle ve çocuklarının sahibi oldukları Sanayi-i Nefise Madalyası’nı çaldırdıklarını beyanla Londra’dan gönderdikleri yazı (26.6.1306). Tarih: 07/B /1306 (Hicri) 09/03 /1889 (Miladî) Dosya No:1602 Gömlek No:98 Fon Kodu: DH.MKT. Bağdad, Musul, Zor, Diyarbakır havalisinde Şammar Aşireti, Çeçen ve Karapapak eşkiyası ve diğer aşiretler

121 YİTİK KULE /

Tarih: 14/ R /1306 (Hicrî) 18/12/1888 (Miladî) Dosya No:1576 Gömlek No:18 Fon Kodu: DH.MKT.


eşkiyasının çalıp soydukları hayvan ve eşyanın geri alınması, adı geçenlerin tedibi ve asayişin tesisi için tedbir alınması. Tarih: 16/B /1306 (Hicrî) 18/03/1889 (Miladî) Dosya No:1606 Gömlek No:26 Fon Kodu: DH.MKT. Resulayn kazasındaki Çeçen muhacirlerinin Mardin sancağına olan tecavüzlerinin men’i hususunun ahalisi ekseriyetle Ermeni olan Telermen karyesinde müdürlük teşkilini gerektirmeyeceği, eşkiyanın tedibinin zaptiye kuvvetlerinin vazifesi olduğunun bildirildiği. Tarih: 25/N /1306 (Hicrî) 25/05/1889 (Miladî) Dosya No:1624 Gömlek No:124 Fon Kodu: DH.MKT. Şemerlilerin elinde bulunan gasb malların istirdadı maksadı ile hazırlanacak askeri kuvvete, Mardin’deki Çeçen ve Karapapak muhacirlerinden de bir miktar şahıs kaydedilerek jandarma kıyafeti ile istihdam edilmeleri. Tarih: 30/ Z /1306 (Hicrî) 27/08/1889 (Miladî) Dosya No:1651 Gömlek No:130 Fon Kodu: DH.MKT. Resülayn’da sakin Çeçen muhacirlerinden Bağdad’a celb ile zaptiyelikte istihdam edilip yabancı kaydolunan şahıslar hakkında gerekli muamelelerin yapılması Tarih: 14/ M /1307 (Hicrî) 10/09/1889 (Miladî) Dosya No:1655 Gömlek No:53 Fon Kodu: DH.MKT.

YİTİK KULE /

122

Diyarbekir Vilayeti’nce, yağmalanmış malların geri alınması amacıyla çöl taraflarına gönderilen askerler görevlerini tamamlayarak geri dönmek üzere olduklarından Çeçen ve Karakalpak asker tahririne ihtiyaç kalmadığı. Tarih: 13/R /1307 (Hicrî) 07/12/1889 (Miladî) Dosya No:1679 Gömlek No:87 Fon Kodu: DH.MKT. Çeçen eşkıyasının Mardin’in Sarı ve Bacirin nam Süryani karyelerini basıp katliamda bulunduklarını bildiren Mardin Süryani-i Kadim Patriği Vasil Saint Pepri’nin iddiasının asılsız olduğu anlaşıldığından ihracı talebi. Tarih: 13/R /1307 (Hicrî) 07/12/1889 (Miladî) Dosya No:1679 Gömlek No:107 Fon Kodu: DH.MKT. Bağdad’a hicret eden Çeçen muhacirlerin ziraat yapmak üzere Horasan kazasının köylerinde iskan edilmeleri. Tarih: 05/B /1307 (Hicrî) 25/02/1890 (Miladî) Dosya No:33 Gömlek No:29 Fon Kodu: Y..EE.. Kafkasya’da Kuban’dan hicret edecek 24 bin Kazak muhacirinin aileleriyle birlikte Konya, Ankara ve Adana vilayetlerinde iskânlarına dair Tarih: 13/B /1307 (Hicrî) 05/03/1890 (Miladî) Dosya No:1705 Gömlek No:65 Fon Kodu: DH.MKT. Resulayn kazasında meskun Çeçen kabilelerinin, civarda bulunan ahaliye yaptıkları tecavüzlerin önüne geçmek maksadıyla mahalli beylerden Müteza Ali Bey’in Yenişehir nahiyesine müdür olarak tayin edilmesi. Tarih: 25/B /1307 (Hicrî) 17/03/1890 (Miladî) Dosya No:1708 Gömlek No:99 Fon Kodu: DH.MKT. Urfa aşiretlerinini hayvanlarını gasbeden Resulayn kazasının Şeyh Beni bölgesindeki Çeçenlerle Behce, Bikara ve Advan aşiretlerinden bazılarının cezalandırılarak ellerindeki mağsubatın geri alınıp sahiblerine iadesinin biran önce sağlanması gerektiği, aksi takdirde malları çalınan aşiretlerin intikam için harekete geçmesinin önlenemeyeceği.


Tarih: 26/B /1307 (Hicrî) 18/03/1890(Miladî) Dosya No:2541 Gömlek No:7 Fon Kodu: ŞD. 85 tarihinde Bağdad’da hicret eden ve ifa-yı hizmete yetersiz bulunan Çeçen muhacirleri tevattun edilmek üzere Horasan dahilinde itası istenilen arazi-i emiriye. (Dersaadet 10) Tarih: 11/ L /1307 (Hicrî) 31/05/1890 (Miladî) Dosya No:1727 Gömlek No:109 Fon Kodu: DH.MKT. Resülayn kazasında sakin Çeçen eşkiyasının tecavüzlerinin ve şekayetlerinin önlenmesi için, kaza-i mezkurun bağlı olduğu Zor sancağından irtibatının kesilip Mardin Sancağı’na bağlanması Tarih: 20/L /1307 (Hicrî) 09 /06/1890 (Miladî) Dosya No:1730 Gömlek No:2 Fon Kodu: DH.MKT. Kafkasya muhacirlerinin iskanı için Maraş livasının nerelerinde müsait arazi olduğunun bildirilmesi. Tarih: 12/M /1308 (Hicrî) 28/08/1890 (Miladî) Dosya No:1755 Gömlek No:134 Fon Kodu: DH.MKT. Malatya Jandarma Taburu Süvari Birinci Bölüğü Mülazım-ı Sanisi Ahmed Efendi ile Çavuş Çeçen Ahmed’e Mecidi Nişanı ve Onuncu Belediye Dairesi Muhasebecisi Murad Efendi’nin rütbe ile taltifleri. Tarih: 15/S /1308 (Hicrî) 30/09/1890 (Miladî) Dosya No:1765 Gömlek No:119 Fon Kodu: DH.MKT.

Tarih: 22/Ra/1308 (Hicrî) 05/11/1890 (Miladî) Dosya No:1778 Gömlek No:59 Fon Kodu: DH.MKT. Resülayn kazasına iskan edilen Çeçen muhacirlerin sağlıksız bulunması nedeniyle başka bir mahalle nakilleri gerektiği. Tarih: 29/B /1308 (Hicrî) 10/03/1891 (Miladî) Dosya No:1216 Gömlek No:95242 Fon Kodu: İ..DH.. Bağdad vilayetinde iskanları icra olunan Çeçen muhacirlerinden açıkta kalanlara Erzake nam arazinin itası. Tarih: 04/N /1308 (Hicrî) 13/04/1891 (Miladî) --Dosya No:1828 Gömlek No:36 Fon Kodu: DH.MKT. Adana’ya gönderilen Kafkasya muhacirlerinin Cebel-i Bereket sancağında iskan edilmeleri. Tarih: 25/N /1308 (Hicrî) 04/05/1891 (Miladî) --Dosya No:1831 Gömlek No:59 Fon Kodu: DH.MKT. Müsafereten İsparta’da bulunan Kafkas muhacirlerinin Konya ve Adana vilayetlerinde iskan edilmeleri. Tarih: 07/L /1308 (Hicrî) 16/05/1891 (Miladî) Dosya No:1832 Gömlek No:118 Fon Kodu: DH.MKT. Kafkas muhacirlerinin Cebel-i Bereket Sancağı’nda yasak olmayan arazilerde iskan edilmelerinin Adana Vilayeti’ne tebliğ olunduğu. Tarih: 26/L /1308 (Hicrî) 04/06/1891 (Miladî) Dosya No:1839 Gömlek No:14 Fon Kodu: DH.MKT. Adana’ya iskan için gönderilen Kafkasya muhacirlerinin taleb ettikleri hane bedeliyle çift hayvanı esmanının tesviyesine mezuniyet istenildiğinden, gereğinin beyanı.

123 YİTİK KULE /

Kendilerini yakalamak isteyen askeri kuvvete karşı silah kullanarak kaçan ve Resülayn’da Çeçen eşkıyasından İslam Bey’e sığınan Mardinli Ahmi İsa ve Abdi Muin’in ve İslam Bey’in yakalanmalarının istendiği.


Tarih: 03/Za/1308 (Hicrî) 10/06/1891 (Miladî) Dosya No:65 Gömlek No:9 Fon Kodu: MV. Adana vilayetine iskan edilmek üzere gönderilen Kafkasya muhacirlerine arazi verileceği, muhtaç olanların ortakçılıkla geçimlerini sağlayacakları. Tarih: 11/Za/1308 (Hicrî) 18/06/1891 (Miladî) Dosya No:248 Gömlek No:25 Fon Kodu: Y..A...HUS. Trablusgarb’da ikamete memur Kozanlı Ahmed Paşa’nın affedildiği ve Çeçen Ermenileri tarafından elde edilerek bir fesad çıkarmaya çalıştığı hakkındaki haber üzerine vaki tebligat neticesinde, bahsedilen kişinin hâlâ Trablusgarb’da bulunduğunun bildirildiği. Tarih: 20/Za/1308 (Hicrî) 27/06/1891 (Miladî) Dosya No:1845 Gömlek No:4 Fon Kodu: DH.MKT. Adana dahilinde iskan olunacak Kafkasya muhacirlerinin muhtacinden oldukları belirtilerek onlara çiftçilik için öküz ve dut verilmesi, hiç olmazsa iki haneye bir çift öküz verilmesi yönündeki teklifin, sözkonusu muhacirlerin sadece iskan için yeterli mikdarda arazi tahsisi talebiyle oralara göç ettikleri, ortakçılık yaparak maişetlerini temin edebilecekleri, onlara çift hayvanı itası muvafık-ı emsal ve maslahat olamayacağı gerekçesiyle reddolunduğu. Tarih: 03/Z /1308 (Hicrî) 10 /07/1891 (Miladî) Dosya No:1848 Gömlek No:114 Fon Kodu: DH.MKT.

YİTİK KULE /

124

Adana’ya sevk olunan Kafkas muhacirlerinin muhtarlarına verilecek tayinat bedelinin nereden karşılanacağının bildirilmesi. Tarih: 21/ Z /1308 (Hicrî) 28/07/1891 (Miladî) Dosya No:1853 Gömlek No:35 Fon Kodu: DH.MKT. Resülayn Kazası’ndaki Çeçenlerin tecavüzlerinin men’i için Zor Sancağı’ndan ayrılarak Diyarbekir’e ilhakı lüzumu bildirildiğinden gereğinin Sadaret’ten istendiği. Tarih: 07/M /1309 (Hicrî) 13 /08/1891 (Miladî) Dosya No:1858 Gömlek No:65 Fon Kodu: DH.MKT. Taltif edilen Mamuretülaziz Vilayeti jandarma alayına Malatya taburunun piyade bölüğü mülazım-ı evveli Ahmed Efendi ile tabur çavuşlarından Çeçen Ahmed’in nişan beratlarının gönderildiği. Tarih: 15/R /1309 (Hicri) 18/11/1891 (Miladî) Dosya No:1890 Gömlek No:91 Fon Kodu: DH.MKT. Şemir Kaymakamı Şeyh Faris’in kardeşinin oğlu Ali bin Abdürrezzak’ın Musul havalisine saldırarak ahalinin hayvanlarını gasbetmeye kalkıştığı ve Resülayn’daki Çeçen muhacirlerinin de şekavete başladıkları bildirildiğinden bunların zulümlerinin önlenmesi için gereğinin yapılması. Tarih: 17/Ca/1309 (Hicrî) 19/12/1891 (Miladî) Dosya No:1903 Gömlek No:12 Fon Kodu: DH.MKT. Beşinci Ordu lahm müteahhidinin koyun getirmek için Diyarbakır’a gönderdiği adamlarına hücum ederek paşa ve mallarını gasbeden Muş çeçenlerinden sekiz kişinin yakalanması. Tarih: 16/C /1309 (Hicrî) 17/01/1892 (Miladî) Dosya No:1912 Gömlek No:47 Fon Kodu: DH.MKT. Adana’ya yerleşmeleri gerekirken Karaman’a gelen Kafkas muhacirlerinin burada inşa olunacak hanelere yerleştirilmelerinin kararlaştırıldığı.


Tarih: 08/Ş /1309 (Hicrî) 29/02/1892 (Miladî) Dosya No:1929 Gömlek No:115 Fon Kodu: DH.MKT. Kafkasya’dan gelip Adana’ya yerleşen muhacirler oranın havasına alışmadıklarından Sivas’ın Aziziye ilçesinde ve köylerinde misafir olarak bulundukları daha da düçar olmamaları için biran evvel iskan edilmeleri gerektiğinden gereğinin yapılmasının Sivas Valiliği’nden istenmesi. Tarih: 11/ Ş /1309 (Hicrî) 11/03/1892 (Miladî) Dosya No:1931 Gömlek No:105 Fon Kodu: DH.MKT. Adana’ya gelen Kafkasya muhacirleri için harcanan paraya dair irade istihsali. Tarih: 05/L /1309 (Hicrî) 03/05/1892 (Miladî) Dosya No:1943 Gömlek No:98 Fon Kodu: DH.MKT. Erzurum’dan koyun çalmak üzere Suriye’den Siverek kazasına gelerek para ve mal gasbeden Çeçen eşkiyasının yakalandığı. Tarih: 14/ L /1309 (Hicrî) 12/05/1892 (Miladî) Dosya No:1948 Gömlek No:9 Fon Kodu: DH.MKT. Adana Vilayeti dahilinde iskan edilen Kafkasya muhacirleri için yapılan masrafların musaddak defterleriyle beraber gönderilmeleri. Tarih: 27/L /1309 (Hicrî) 25/05/1892 (Miladî) Dosya No:1952 Gömlek No:120 Fon Kodu: DH.MKT.

Tarih: 29/Z /1309 (Hicrî) 25/07/1892 (Miladî) Dosya No:1976 Gömlek No:116 Fon Kodu: DH.MKT. Adana Vilayeti’ne gönderildikleri halde barınamadıkları için Aziziye kazasına gelmiş olan Kafkasya muhacirlerinin Mesudiye ve Viranşehir nahiyelerinde topluca iskanları. Tarih: 06/ C /1310 (Hicrî) 26/12/1892 (Miladî) Dosya No:2035 Gömlek No:42 Fon Kodu: DH.MKT. Çerkes muhacirlerinden Mirza’nın Biga’da sahip olduğu Sultançiftliği arazisine, Kafkas muhacirleri tarafından yapılan müdahaleye engel olmanın mümkün olmadığı. Tarih: 09/L /1310 (Hicrî) 26/04/1893 (Miladî) Dosya No:74 Gömlek No:83 Fon Kodu: MV. Diyarbakır vilayeti dahilinde Resülayn kasabası ve kurasında yerlesmiş Çeçen muhacirlerinden asayişe zarar verenlerin hane olarak Mamuretülaziz vilayetine usulüne uygun olarak gönderilmelerinin Diyarbakır ve Mamuretülaziz vilayetlerine tebliği. Tarih: 17/L /1310 (Hicrî) 04/05/1893 (Miladî) Dosya No:193 Gömlek No:14467 Fon Kodu: BEO Diyarbakir dahilinde Resülayn kasaba ve kurasında mutavattın yüz hane Çeçen muhacirinin, asayişi ihlal eden davranışları nedeniyle asayişe zarar veremeyecek şekilde birer hane olarak Mamuretülaziz dahilinde münasib mahallere sevkleri. (Dahiliye; 54) Tarih: 14/ Za /1310 (Hicrî) 30/05/1893 (Miladî) Dosya No:52 Gömlek No:36 Fon Kodu: DH.MKT. Biga’ya gönderilen Kafkasya muhacirlerinden Oskelnofzade Goymirza’nın münasib bir yerde iskan edilmesi.

125 YİTİK KULE /

Resülayn kasaba ve köylerine yerleşmiş olan Çeçenlerin şekavetde bulundukları ve Resülayn da şekavete müsait olduğundan buradan kaldırılıp münasip bir mahalle nakl ve iskan edilmeleri.


Tarih: 09/ L /1311 (Hicrî) 06/04/1894 (Miladî) Dosya No:224 Gömlek No:80 Fon Kodu: DH.MKT. Biga’da iskan edilen Kafkasya muhacirlerinden Oskanofzade Goymoze’nin kendisine verilen araziye inşaat yapmasına müsaade olunmadığı şikayeti üzerine gerekenin ifası isteği. Tarih: 19/Z /1311 (Hicrî) 23/06/1894 (Miladî) Dosya No:36 Gömlek No:82 Fon Kodu: Y..PRK.BŞK. Çeçen, Gazze, Şemr ve Ebu Kumeys Aşiretlerinin milli aşireti’ne karşı olan saldırılarının önlenmesi için tedbir alınması. Tarih: 19/N /1312 (Hicrî) 16/03/1895 (Miladî) Dosya No:41 Gömlek No:36 Fon Kodu: DH.MKT. Diyarbakır dahilinde Resulayn kasabası dahilinde meskun Çeçen muhacirlerinden fenalıkları görülenlerin diğer bir mahalle sevklerine karar verildiği, bunlardan Mamuratülaziz Vilayeti’ne sürülüp suçsuz olduğundan bahisle affını isteyen İslam nam şahsın talebi uygun görülmediğinden Resulayn’a iadesinin mümkün olmadığı. Tarih: 28/N /1312 (Hicrî) 25/03/1895 (Miladî) Dosya No:589 Gömlek No:44156 Fon Kodu: BEO Mamuretülaziz’e tebid edilmiş olan Çeçen İslam Ağa’ya yevmiye tahsisi. (Dahiliye) Tarih: 11/Ra/1313 (Hicrî) 01/09/1895 (Miladî) Dosya No:421 Gömlek No:60 Fon Kodu: DH.MKT.

YİTİK KULE /

126

Mamuretülaziz’den firar eden Çeçen muhacirlerinden İslam Bey’in teminat altına alınarak Mardin’de ikametinin sağlanmasının uygun olacağı. Tarih: 22/Ra/1313 (Hicrî) 12 /09/1895 (Miladî) Dosya No:427 Gömlek No:37 Fon Kodu: DH.MKT. Kafkasya muhacirininden olup, zaruret halinden bahisle bir hizmette istihdamına dair Guymerze imzasıyla verilen arzuhalin, gereğinin icrası için Zabtiye Nezareti’ne irsali. Tarih: 26/Ra/1313 (Hicrî) 16/09/1895 (Miladî) Dosya No:429 Gömlek No:15 Fon Kodu: DH.MKT. Resülayn kazasındaki Çeçenlerin uygunsuz davranışlarının engellenmesi amacıyla memur edilen alaybeyinin görev yerine gitmediği, bu arada söz konusu Çeçenlerin uygunsuz hareketlerinin devam ettiğiyle ilgili Zor Mutasarrıflığı’ndan gönderilen telgrafın Seraskeri’ye takdimi. Tarih: 29/Ra/1313 (Hicrî) 19 /09/1895 (Miladî) Dosya No:430 Gömlek No:23 Fon Kodu: DH.MKT. Mardin Meclis-i İdaresi sabık azasından İlyas Efendi’nin mahdumlarına saldırıp hayvan ve eşyalarını gasb eden Resülayn’da sakin Çeçenler hakkında gerekli kanuni muamelenin yapılmasıyla, tecavüzlerinin önlenmesi. Tarih: 02/Ca/1314 (Hicrî) 09/09/1896 (Miladî) Dosya No:18 Gömlek No:13 Fon Kodu: DH.TMIK.M.. Maraş sancağının Elbistan kazasıyla Göksun nahiyesine iskan edilen Kafkasya muhacirlerine Zeytun Ermenileri tarafından şekavette bulunulduğundan, bu yerlerde ne kadar muhacir olduğu ve muhacirlerin iskan edildiği köyler ve civarında iskana müsait boş arazi olup olmadığının bildirilmesi. Tarih: 14/B /1314 (Hicrî) 19/12/1896 (Miladî) Dosya No:25 Gömlek No:8 Fon Kodu: DH.TMIK.M.. Bitlis’te derdest edilen Çeçen eşkıyasından birinin vefat ettiği.


Tarih: 15/B /1314 (Hicrî) 20/12/1896 (Miladî) Dosya No:25 Gömlek No:16 Fon Kodu: DH.TMIK.M.. Genç sancağı dahilinde derdest edilen dört Çeçen eşkıyasından birinin öldüğü. Tarih: 14/L /1314 (Hicrî) 18/03/1897 (Miladî) Dosya No:1875 Gömlek No:23 Fon Kodu: ŞD. Haleb dahilinde Resülayn’da meskun olub Muş sancağına geçerek birtakım fazayiha ictisar etmekte olan Çeçen Denizli (?) muhacirlerinin mahalline iadesi lüzumunun beyanı. (Van 1) Tarih: 16/B /1315 (Hicrî) 11/12/1897 (Miladî) Dosya No:45 Gömlek No:12 Fon Kodu: DH.TMIK.M.. Resülayn kazasının asayişini bozan Çeçen rüesasıyla Eğizbeyter Han’ın yakalanarak merkeze getirildiği, gasb ettiklerinin geri alınması için tahkikata başlandığı. Tarih: 06/Ş /1315 (Hicrî) 31/12/1897 (Miladî) Dosya No:46 Gömlek No:69 Fon Kodu: DH.TMIK.M.. Telerman karyesinde Çeçen Eşkiyasından tahsil olunan koyun ve kısrakların bildirilmesi. Tarih: 07/N /1315 (Hicrî) 30/01/1898 (Miladî) Dosya No:48 Gömlek No:25 Fon Kodu: DH.TMIK.M.. Katl maddesinden dolayı kürek cezasına mahkum olup firarda bulunan Resülayn sakinlerinden Çeçen Mehmed Rıza ile arkadaşı Kör Halis’in, Diyarbakır’ın Yenişehir nahiyesinde saklandıklarının tesbit edildiği.

Resülayn kasabasında mutavattun Çeçen muhacirlerinden olup fenalıkları zuhur eden edenlerden Mamuretülaziz vilayetine gönderilenlerin muhafazalarına dikkat edilmesine dair. (Dahiliye) Tarih: 29/Za/1315 (Hicrî) 21/04/1898 (Miladî) Dosya No:51 Gömlek No:76 Fon Kodu: DH.TMIK.M.. Karışıklık sırasında Çeçen Muhacirleri tarafından Resulayn’a kaçırılan kısrakların ele geçirilerek sahiblerine teslim edildiği. Tarih: 28/M /1316 (Hicrî) 18/07/1898 (Miladî) Dosya No:400 Gömlek No:52 Fon Kodu: MF.MKT. Haleb Vilayeti tarafından Aşiret Mektebi’ne kayıtlarının yapılması istenen Halebli Harakizade Sami, Necmeddin ve Hamit efendilerle, Çeçen Aşireti zadeganından Yakub Efendi bin Resul’den yalnızca Halebli Harakizade Sami’nin Aşiret Mektebi’ne kabul edildiği. Tarih: 28/C /1317 (Hicrî) 03/11/1899 (Miladî) Dosya No:2265 Gömlek No:21 Fon Kodu: DH.MKT. Malatya jandarma taburu mülazımlarından Cemal Bey, Polis Memuru Abdullah Efendi, Komiser Seyyid Efendi, Jandarma Çeçen Ahmed Çavuş ve Ahmed Onbaşı’nın taltiflerine izin verilmesi talebi. Tarih: 03/N /1317 (Hicrî) 05/01/1900 (Miladî) Dosya No:1371 Gömlek No:1317/N-35 Fon Kodu: İ..DH.. Oskanofzade Gonymerze Efendi’nin Selanik Vilayeti maiyyetinde istihdamı. Tarih: 08/N /1317 (Hicrî) 10 /01 /1900 (Miladî) Dosya No:1429 Gömlek No:107157 Fon Kodu: BEO,

127 YİTİK KULE /

Tarih: 15/Za/1315 (Hicrî) 07/04/1898 (Miladî) Dosya No:1105 Gömlek No:82816 Fon Kodu: BEO


Oskanofzade Gavimirze Efendi’nin Selanik vilayeti maiyetinde istihdamı. (Dahiliye; 107157), Tarih: 30/Za/1317 (Hicrî) 01/04/1900 (Miladî) Dosya No:2326 Gömlek No:32 Fon Kodu: DH.MKT. Adana’nın Dikilitaş karyesine gelerek yerleşen Çeçenlerin eşyalarıyla mahsul ve hayvanlarına zarar verdiklerine dair karye ahalisinin şikayetleri üzerine durumun tahkikiyle gereğinin yapılması. Tarih: 27/L /1317 (Hicrî) 28/02/1900 (Miladî) Dosya No:2311 Gömlek No:128 Fon Kodu: DH.MKT. Padişahın atiyye-i seniyyesi ile Kafkas muhacirlerinden Oskanofzade Gaymirza Efendi’nin Haleb Vilayeti maiyetine tayin edildiği. Tarih: 27/L /1317 (Hicrî) 28/02/1900 (Miladî) Dosya No:2311 Gömlek No:69 Fon Kodu: DH.MKT. Uskanofzade Guymerze Efendi’nin Selanik Vilayeti maiyetinde istihdamıyla maaş muamelelerinin yapılması., Tarih: 01/Za/1317 (Hicrî) 03/03/1900 (Miladî) Dosya No:1450 Gömlek No:108683 Fon Kodu: BEO Selanik Vilayeti maiyyetinde istihdam edilecek Oskanofzade Goymerze Efendi’ye verilecek maaşın bütçeye ilaveten tesviyesi. (Maliye; 107157) Tarih: 12/Za/1317 (Hicrî) 14/03/1900 (Miladî) Dosya No:2318 Gömlek No:42 Fon Kodu: DH.MKT.

YİTİK KULE /

128

Selanik vali maiyyetinden Haleb’e nakledilen Oskanofzade Goiyerze Efendi’nin harcırahının Dahiliye tahsisatına mahsuben vezneye gönderilmesi. Tarih: 09/Z /1317 (Hicrî) 01/04/1900 (Miladî) Dosya No:1470 Gömlek No:110201 Fon Kodu: BEO Selanik Vilayeti maiyyetinden müstahdem Oskanofzade Goymirze’ye tahsis olunacak maaş. (Maliye, Dahiliye; 107157) Tarih: 21/M /1318 (Hicrî) 21/05/1900 (Miladî) Dosya No:2347 Gömlek No:95 Fon Kodu: DH.MKT. Adana’nın Dikilitaş köyüne yerleşen Çeçenlerle ilgili şikayetin tahkiki. Tarih: 01/Ra/1318 (Hicrî) 29/06/1900 (Miladî) Dosya No:2366 Gömlek No:71 Fon Kodu: DH.MKT. Haleb’e tayin olunan Selanik Vilayeti Maiyyet Memuru Oskanof Guymerze Efendi’ye verilecek maaşın Dahiliye tahsisatına mahsuben havalenamelerinin istendiği., Tarih: 04/B /1318 (Hicrî) 28/10/1900 (Miladî) Dosya No:510 Gömlek No:35 Fon Kodu: A.}MKT.MHM. Rusya’dan hicret edecek otuzbin hane Çeçen kabilesi. Tarih: 21/Ş /1318 (Hicrî) 14/12/1900 (Miladî) Dosya No:85 Gömlek No:1318/Ş-53 Fon Kodu: İ..HUS. Kafkasya ahalisinden ve Çeçen taifesinden dört hanede on iki nüfusun müteallikatı nezdinde iskanları. Tarih: 16/N /1318 (Hicrî) 07/01/1901 (Miladî) Dosya No:2444 Gömlek No:105 Fon Kodu: DH.MKT.


Askerden firar eden Çeçen Mahmud'un telgrafhaneyi muhasara ettiği haberinin aslı olmadığı ve mezkur da yakalanmaya çalışıldığı. Tarih: 22/Za/1318 (Hicrî) 13/03/1901 (Miladî) Dosya No:212 Gömlek No:99 Fon Kodu: Y..MTV. Sivas'dan Kayseriye'ye gönderilen Çeçen muhacirlerinin Suriye'de ikamet etmek istediklerine dair Muhacirin-i İslamiye Komisyonu'nun arzı. Tarih: 21/Z /1318 (Hicrî) 11/04/1901 (Miladî) Dosya No:87 Gömlek No:1318/Z-35 Fon Kodu: İ..HUS. Kafkasya'dan ve Çeçen cihetinden Memalik-i Şahane'ye muhaceret arzusunda bulunacak ahali-i İslamiye'nin bulundukları mahalden hareketlerinden evvel Rusya memuriyeti tarafından Devlet-i aliyye şehbenderlerine malumat verilmesi zımmında Rusya Hükümeti'ne tebligat ifasıyla bunun usul ittihazı. Tarih: 26/M /1319 (Hicrî) 15/05/1901 (Miladî) Dosya No:513 Gömlek No:19 Fon Kodu: A.}MKT.MHM. Suriye'ye gönderilen Çeçen muhacirlerinin nakliye masrafları. Tarih: 04/S /1319 (Hicrî) 23/05/1901 (Miladî) Dosya No:559 Gömlek No:48 Fon Kodu: MF.MKT. Avni Mirza adlı şahsın Maraş Rüşdiyesi Riyaziye Muallimliği'ne tayini dolayısıyla maaşının ödenmesi talebi üzerine kayıtlarda başka isimde biri bulunduğu anlaşıldığından bu şahıs ve Avni Mirza hakkında Haleb Maarif Müdüriyeti'nden bilgi istendiği.

İskan için Konya'ya giden Çeçen muhacirlerinin Şam'a gitmek istediklerine dair Muhacirin-i İslamiye Komisyonu birinci azasının tahriratı. Tarih: 08/R /1319 (Hicrî) 17/07/1901 (Miladî) Dosya No:514 Gömlek No:25 Fon Kodu: A.}MKT.MHM. Konya'ya yerleştirilen Çeçen ve Bulgaristan muhacirlerinin iaşe ve iskan masraflarının ödenmesi. Tarih: 08/Ca/1319 (Hicrî) 15/08/1901 (Miladî) Dosya No:514 Gömlek No:32 Fon Kodu: A.}MKT.MHM. Muş'a gelen beş hane Çeçen muhacirin kabul ve iskanları. Tarih: 20/C /1319 (Hicrî) 04/10/1901 (Miladî) Dosya No:111 Gömlek No:26 Fon Kodu: DH.TMIK.M.. Ayntab'dan Diyarbekir'e çıkarılan kervanı soyanların Resülayn Çeçenleri değil, Milli aşiretine mülhak urban ya da bu aşiretin himayesinde bulunan Resülaynlı Çeçen Hüseyin Bey'in oğlu ve yeğenleri olabileceği. Tarih: 05/B /1319 (Hicrî) 18/10/1901 (Miladî) Dosya No:421 Gömlek No:18 Fon Kodu: Y..A...HUS. Rusya'dan gelen Çeçen ve Kırım muhacirleri. Tarih: 21/B /1319 (Hicrî) 03/11/1865 (Miladî) Dosya No:1469 Gömlek No:28 Fon Kodu: ŞD. Mamuretülaziz'e teb'id edilmiş olan Çeçen İslam Ağa'ya yevmiye tahsisi. (Diyarbakır 3) Tarih: 20/N /1319 (Hicrî) 31/12/1901 (Miladî) Dosya No:2572 Gömlek No:57 Fon Kodu: DH.MKT.

129 YİTİK KULE /

Tarih: 23/S /1319 (Hicrî) 11/06/1901 (Miladî) Dosya No:216 Gömlek No:58 Fon Kodu: Y..MTV.


Hastalığnın tedavisi için Dersaadet'e gitmek isteyen Halep Vilayeti maiyet memuru Avni Mirza Bey'e izin verilmediği. Tarih: 24/L /1319 (Hicrî) 03/02/1902 (Miladî) Dosya No:2583 Gömlek No:49 Fon Kodu: DH.MKT. Ereğli'de Çeçen muhacirler için inşa edilen köye Burhaniye adı verilmesi. Tarih: 29/Za/1319 (Hicrî) 09/03/1902 (Miladî) Dosya No:517 Gömlek No:21 Fon Kodu: A.}MKT.MHM. Konya'nın Ereğli kazasında iskan olunan Çeçen muhacirler için teşkil edilen köye verilecek isim hakkında. (Belge tarihi Za.30) Tarih: 27/Z /1319 (Hicrî) 06/04/1902 (Miladî) Dosya No:471 Gömlek No:47 Fon Kodu: DH.MKT. Konya-Ereğli'nin Armağanlı mevkiinde iskan ettirilen Çeçen muhacirlerinin teşkil ettikleri karyeye Burhaniye isminin verildiği. Tarih: 27/Z /1319 (Hicrî) 06/04/1902 (Miladî) Dosya No:121 Gömlek No:37 Fon Kodu: DH.TMIK.M.. Mardin'e tabi Telarman karyesine etraftaki aşiretlerle Resülayn Çeçenlerinin gelerek ahaliyi tehdit ettikleri bildirildiğinden, Çeçenlerin hemen geri aldırılması emri.

YİTİK KULE /

130

Tarih: 29/M /1320 (Hicrî) 08/05/1902 (Miladî) Dosya No:517 Gömlek No:42 Fon Kodu: A.}MKT.MHM. Kafkas ahalisinden ve Çeçen taifesinden olup Muş'a gelen muhacirlerin kabulleri. Tarih: 27/B /1320 (Hicrî) 30/10/1902 (Miladî) Dosya No:520 Gömlek No:24 Fon Kodu: A.}MKT.MHM. Muş'da iskan edilen Çeçen muhacirlerinin masraflarına dair. Tarih: 19/Za/1320 (Hicrî) 11/02/1903 (Miladî) Dosya No:521 Gömlek No:15 Fon Kodu: A.}MKT.MHM. Rusya'dan Muş'a gelen Çeçen muhacirlerin iskan masraflarına dair. Tarih: 19/Z /1320 (Hicrî) 19/03/1903 (Miladî) Dosya No:53 Gömlek No:1320//Z-13 Fon Kodu: İ..ML.. Konya Beyşehir'de iskan edilen Çeçen muhacirlerinin ziraatlerini temin için istimlak edilen arazi hakkında. Tarih: 25/Z /1320 (Hicrî) 25/03/1903 (Miladî) Dosya No:521 Gömlek No:32 Fon Kodu: A.}MKT.MHM. Konya'daki Çeçen muhacirleri için satın alınan arazinin bedeline dair. Tarih: 05/S /1321 (Hicrî) 03/05/1903 (Miladî) Dosya No:1409 Gömlek No:1321/S-06 Fon Kodu: İ..DH.. Beyşehir kasabasında iskan edilen Çeçen muhacirlerinin teşkil ettikleri mahallenin padişahın ismiyle tevsimi. Tarih: 07/S /1321 (Hicrî) 05/05/1903 (Miladî) Dosya No:2060 Gömlek No:154474 Fon Kodu: BEO Resülayn kazasındaki Çeçenlerin nereye kaldırılacağı ve ne kadar masraf gerektiğinin bildirilmesi.


Tarih: 09/S /1321 (Hicrî) 07/05/1903 (Miladî) Dosya No:522 Gömlek No:17 Fon Kodu: A.}MKT.MHM. Beyşehir'de Çeçen muhacirlerden teşkil edilen köye verilecek isme ve iskan masraflarına dair. Tarih: 29/R /1321 (Hicrî) 25/07/1903 (Miladî) Dosya No:149 Gömlek No:14 Fon Kodu: DH.TMIK.M.. , Milli Aşireti İbrahim Paşa'ya ilhak eden Şammar aşiretinin Amo fırkasının Şarabi aşiretinden gasb ettiği deve ve sığırların geri alınmasında hizmetleri olan Resülayn Meclisi azasından Ahmed Ağa ile Çeçen muhacirlerinden Arslan Bey'in dördüncü dereceden Mecidi nişanı ile taltifleri. Tarih: 29/C /1321 (Hicrî) 22/09/1903(Miladî) Dosya No:767 Gömlek No:22 Fon Kodu: DH.MKT. Kangal kazasının Çiftlikviran köyünde sakin Karapapak Kabilesi ile Çeçenler arasındaki katil hadisesini tahkik için karye-i mezkureye giden ve Karapapaklar tarafından muhasaraya alınan Kangal kazası kaymakamının kurtarılması için gerekenin ifası. Tarih: 29/C /1321 (Hicrî) 22/09/1903 (Miladî) Dosya No:2174 Gömlek No:163025 Fon Kodu: BEO Karapapak kabilesinden Hafif Süvari Alayı yüzbaşısı Eyüp Ağa ile mahdumunun Çeçenler tarafından katl ve mahall-i vakaya izam olunan kaza kaymakamının Papaklar tarafından tehdit ile saklandığı hanenin taht-ı muhasaya alındığı ve bunun Mihrali'nin tertibat-ı hainanesi bulunduğu ve merkumun oğullarıyla birlikte idareten Yemen'e gönderilmesi hakkında. (Dahiliye; 163025)

Kangal kazasının Aziziye hududunda vaki Çiftlikviran karyesinde sakin Karapapak kabilesinden Hafif Süvari Alayı Yüzbaşısı Eyüb Ağa ile mahdumunun mezkur karyedeki Çeçenler tarafından öldürülmesi üzerine icra olunan tahkikat. (Sivas; 163181) Tarih: 11/B /1321 (Hicrî) 03/11/1903 (Miladî) Dosya No:2183 Gömlek No:163654 Fon Kodu: BEO Kangal'da vaki Çiftlikviran karyesinde sakin Yüzbaşı Eyüb Ağa ile mahdumunun Çeçenler tarafından katli, Mihrali'nin tertibatı olduğundan hakında muamele-i lazımenin icrası. (Sivas, Dahiliye; 163177) Tarih: 22/B /1321 (Hicrî) 14/11/1903 (Miladî) Dosya No:33 Gömlek No:60 Fon Kodu: Y..PRK.ZB.. Rumeli, Çeçen ve Kırım muhacirlerinin iskanı. Tarih: 16/Za/1321 (Hicrî) 03/02/1904 (Miladî) Dosya No:817 Gömlek No:52 Fon Kodu: DH.MKT. Tohumluk ve yemeklik zahireye muhtaç olan Çeçen ve Rumeli muhacirlerine zahire ita olunmak üzere Ankara Vilayeti'nce belirtilen meblağın sarfına izin verilmesi. Tarih: 21/Za/1321 (Hicrî) 08/02/1904 (Miladî) Dosya No:524 Gömlek No:21 Fon Kodu: A.}MKT.MHM. Ankara'daki Çeçen ve Rumeli muhacirlerine verilecek zahire bedeline dair. Tarih: 17/Z /1321 (Hicrî) 05/03/1904 (Miladî) Dosya No:57 Gömlek No:1321//Z-09 Fon Kodu: İ..ML.. Ankara'da iskan edilen Çeçen Muhacirleri'ne zahire verilerek bedelinin mal sandığından ödenmesi.

131 YİTİK KULE /

Tarih: 02/B /1321 (Hicrî) 24/09/1903 (Miladî) Dosya No:2176 Gömlek No:163177 Fon Kodu: BEO


Tarih: 08/M /1322 (Hicrî) 17/03/1904 (Miladî) Dosya No:405 Gömlek No:11 Fon Kodu: ŞD. Beyşehir'de iskanları takarrur eden Çeçen? muhacirleri için inşa olunacak haneler hakkında Muhacirin Komisyonu'nun tezkiresi. (Maliye 15) Tarih: 09/M /1322 (Hicrî) 18/03/1904 (Miladî) Dosya No:2603 Gömlek No:46 Fon Kodu: DH.MKT. Çeçen ve Rumeli muhacirlerine zahire vermek için gerekli para hakkında Sadaret'e yazılan yazının cevabının Ankara Valiliği'ne bildirilmesi. Tarih: 04/S /1322 (Hicrî) 20/04/1904 (Miladî) Dosya No:524 Gömlek No:39 Fon Kodu: A.}MKT.MHM. Suriye'ye gönderilen Çeçen ve Çerkes muhacirlerin iskan masraflarının karşılanması. Tarih: 13/S /1322 (Hicrî) 29/04/1904 (Miladî) Dosya No:846 Gömlek No:38 Fon Kodu: DH.MKT. Resülayn kazası ahalisini soyanların takibi ve mallarının geri alınması hususunda gayretleri görülen Kaza Meclis-i İdaresi azasından Zer Ahmed Ağa ile Çeçen muteberanından Arslan Bey'in taltiflerinin istendiği. Tarih: 03/C /1322 (Hicrî) 15/08/1904 (Miladî) Dosya No:525 Gömlek No:22 Fon Kodu: A.}MKT.MHM. Akdağ madeni kazasındaki Çeçen muhacirlerinin masraflarının karşılanması.

YİTİK KULE /

132

Tarih: 24/C /1322 (Hicrî) 05/09/1904 (Miladî) Dosya No:886 Gömlek No:30 Fon Kodu: DH.MKT. Yaveran-ı Hazret-i Şehriyari'den Ferik Sadık El-Müeyyed Paşa'nın Çeçenistan'a gidiş-dönüşü için Dahiliye Tahsisatı'ndan harcırah verilmesi. Tarih: 12/B /1322 (Hicrî) 22/09/1904 (Miladî) Dosya No:891 Gömlek No:37 Fon Kodu: DH.MKT. Ferik Sadık El-Müeyyed Paşa'nın maiyetinde Çeçenistan'a gidip-gelen Binbaşı Talib Efendi'ye harcırah verilemeyeceği. Tarih: 13/Ş /1323 (Hicrî) 13/10/1905 (Miladî) Dosya No:1016 Gömlek No:26 Fon Kodu: DH.MKT. Konya'nın Ereğli kasabasına tabi Osmaniye karyesindeki Tatarlar ile Beyşehri civarında yerleşen Çerkes ve Çeçen muhacirler arasında meydana gelen hastalığın sebebi olan Beyşehri Gölü bataklıklarının kurutulup kurutulamayacağı ve muhacirlerin başka mahallere naklinin mümkün olup olmayacağı. Tarih: 19/Ş /1323 (Hicrî) 19/10 /1905 (Miladî) Dosya No:1018 Gömlek No:34 Fon Kodu: DH.MKT. Niğde yoluyla Ereğli'ye gelmekte olan Bağdad postasını Bulgurluk civarında soyarak gasb etmek isteyen iki Çeçen muhacirin jandarmalar tarafından yakalandığı. Tarih: 14/Ts /1322 (Hicrî) 14/11/1905 (Miladî) Dosya No:70 Gömlek No:106 Fon Kodu: DH.ŞFR. Urfaya gelen Çerkes ve Çeçen muhacirler. Tarih: 10/L /1323 (Hicrî) 08/12/1905 (Miladî) Dosya No:1030 Gömlek No:36 Fon Kodu: DH.MKT.


Resulayn kazasında Cubur ve Şemr aşiretlerinin Şerabi aşiretinden gasb ettiği hayvanların geri alınarak sahibine verilmesinde hizmeti geçen Resülayn'daki Çeçen muhacirlerinden Abdi Bey'in iftihar madalyası ile taltifi teklifi. Tarih: 24/M /1324 (Hicrî) 20/03/1906 (Miladî) Dosya No:28 Gömlek No:2715 Fon Kodu: Y..EE..KP.. Yapılan takibat ve tahkikat neticesinde Şaki Çeçen Hamid'in Bergama'da değil kıyafet değiştirip İzmir'de bulunduğunun anlaşılması üzerine yataklık eden iki kişiyle yakalanıp muhâfaza altında izamları için gereken memurlara emir ve irâde buyurulması. Tarih: 26/Ş /1324 (Hicrî) 15/10/1906 (Miladî) Dosya No:959 Gömlek No:49 Fon Kodu: MF.MKT. Fizan ahalisinden Nur Ali oğlu Gıyaseddin'in Darülmuallimin'e, Tiflis vilayeti Nuho kasabası ahalisinden Hacı Abdurrahman Beyzade Abdülkerim'in Hukuk Mektebi'ne ve Kafkas ahalisinden Mirza'nın da Mercan Mekteb-i İdadisi'ne kabulü., Tarih: 30 (?) / Z /1324 (Hicrî) 14/02/1907 (Miladî) Dosya No:1146 Gömlek No:72 Fon Kodu: DH.MKT. Rusya'dan seyahat pasaportuyla Hüdavendigar'a gelerek muhacir sıfatıyla kabul edilmeleri için müracaat ettikleri halde sonradan bundan vazgeçerek memleketlerine gitmek üzere Bursa Rus Konsolosluğu vasıtasıyla pasaportlarını talep eden Kafkasyalı Mirza, Batoka, Batni ve Edvişe'nin pasaportlarının Muhacirin İdaresi'ne tevdii.

Dağistan ahalisinden ve Çeçen fırkasından olup daha önce Suriye gelmiş olan muhacirlere verilmek üzere urbandan alınan araziye karşılık mahlulattan arazi verilmesine ve teferruatına dair. Tarih: 06/R /1324 (Hicrî) 30 /05/1906 (Miladî) Dosya No:529 Gömlek No:36 Fon Kodu:A.}MKT.MHM. Suriye'deki Dağistan ahalisinin Çeçen muhacirlerine arazi verilmesi. Tarih: 08/R /1325 (Hicrî) 13/05/1907 (Miladî) Dosya No:530 Gömlek No:32 Fon Kodu: A.}MKT.MHM. Salt kazasında iskan edilen Çeçen ve Lezgi muhacirlerinin mal ve canlarına kasteden Araplar hakkında tedbir almayan kaza kaymakamının görevden alınması. Tarih: 05/Ca/1325 (Hicrî) 16/06/1907 (Miladî) Dosya No:3078 Gömlek No:230842 Fon Kodu: BEO Çeçen Çerkes muhacirlerinin tecavüzat ve sairesine hükümet-i mahalliye tarafından müsamaha edilmekte olduğundan şikayeti havi Nablus'tan çekilen telgrafın tercümesi. (Suriye) Tarih: 29/B /1325 (Hicrî) 07/09/1907 (Miladî) Dosya No:1197 Gömlek No:23 Fon Kodu: DH.MKT. Beyşehir kazasında iskan olunan Çeçen muhacirlerinden Receb oğlu İbrahim'in Darülaceze'ye kabulüne nizamname ahkamının musait olmadığı. Tarih: 20/N /1325 (Hicri) 27/09/1907 (Miladî) Dosya No:332 Gömlek No:47 Fon Kodu: ZB. Adana'da haftada üç kez olarak dini, ilmi ve siyasi "Kafkasya" adlı bir gazete neşrine ruhsat isteyen Öskanof

133 YİTİK KULE /

Tarih: 04/R /1324 (Hicrî) 28/05/1906 (Miladî) Dosya No:17 Gömlek No:1324/R-01 Fon Kodu: İ..DFE.


Beğzade Avni Mirza hakkında yapılan soruşturmanın temiz çıktığı. Tarih: 22/L /1325 (Hicrî) 28/11/1907 (Miladî) Dosya No:1213 Gömlek No:55 Fon Kodu: DH.MKT. Yozgatlı Çeçenoğlu Ahmed Beyzade Abdülkadir Derviş Bey'in hizmetlerine binaen mükafat olarak tahsis edilmiş olup vefatı sebebi ile kaydı silinen meblağın Abdülkadir Derviş Bey'in müteveffa oğlunun eşi Asiye Hanım'a sadaka olarak tahsis edilmesi talebi. Tarih: 11/M /1326 (Hicrî) 14/02/1908 (Miladî) Dosya No:3249 Gömlek No:243635 Fon Kodu: BEO Milli Aşireti'ne kaçak silah getirmekte olan Çeçen muhacirlerin derdestleri. (Arabistan; 243635) Tarih: 14/M /1326 (Hicrî) 17/02/1908 (Miladî) Dosya No:3251 Gömlek No:243767 Fon Kodu: BEO Çeçen muhacirleri tarafından kaçırılmakta olan tüfeklerin men-i imrarı ve mütecasirlerin derdesti. (Arabistan) Tarih: 17/M /1326 (Hicrî) 20/02/1908 (Miladî) Dosya No:3253 Gömlek No:243946 Fon Kodu: BEO Çeçen muhacirlerinin esliha-i memnuayı Selimiye arazisinden geçirdikleri. (Arabistan; 243635) Tarih: 12/S /1326 (Hicrî) 16/03/1908 (Miladî) Dosya No:3270 Gömlek No:245205 Fon Kodu: BEO

YİTİK KULE /

134

Aneze meşayihinden Garo'nun Çeçenlerden derdest ettiği tüfekleri nezdinde alıkoyduğunun bildirildiği. (Haleb; 243635) Tarih: 22/S /1326 (Hicrî) 26/03/1908 (Miladî) Dosya No:3277 Gömlek No:245773 Fon Kodu: BEO Gazze meşayihinden İbn Hedib'in Çeçenlerden aldığı esliha yüz tüfekten ibaret olup efrad-ı aşair nezdinde bulunan mezkur eslihanın toplanıp teslimi ve aşair nezdinde fazla esliha bulunduğu tahakkuk ederse tamamen istirdad edileceği. (Harbiye; 243635) Tarih: 24/L /1326 (Hicrî) 19/11/1908 (Miladî) Dosya No:2664 Gömlek No:15 Fon Kodu: DH.MKT. Maraş'ın Andırın nahiyesindeki Kargaçayırı'nda iskanlarını isteyen Kafkasya muhacirlerinin hangi tarihte nasıl geldikleri, pasaportlarının veya başka resmi evraklarını olup olmadığı, mezkur mahalde iskanlarına elverişli arazi olduğu takdirde iskanları için ne kadar para gerektiği ve muhacirin tahsisatında ne miktar akçe bulunduğunun Haleb Valiliği'nce bildirilmesi. Tarih:16/Z /1326 (Hicrî) 09/01/1909 (Miladî) Dosya No:2703 Gömlek No:7 Fon Kodu: DH.MKT. Mağduriyetinden bahisle bir kaymakamlığa tayini talebinde bulunan Münbic Kaymakam Vekili Avni Mirza Efendi'nin tercüme-i hal kaydına rastlanamadığı. Tarih: 13/Ra/1327 (Hicrî) 04/04/1909 (Miladî) Dosya No:2785 Gömlek No:98 Fon Kodu: DH.MKT. Vilayet maiyetlerinde çalıştığından bahisle bir kaymakamlık görevi isteyen Kafkasyalı Oskanof Beyzade Avni Mirza'nın mülkiye mezunu olmadığından kaymakamlıkla görevlendirilemeyeceği, Adana Vilayetince uygun bir yerde istihdamı için gereğinin yapılması. Tarih: 14/Ra/1327 (Hicrî) 05/04/1909 (Miladî) Dosya No:2787 Gömlek No:14 Fon Kodu: DH.MKT.


Tarih: 21/Ra/1327 (Hicrî) 12/04/1909 (Miladî) Dosya No:2793 Gömlek No:94 Fon Kodu: DH.MKT. Oskanof Beyzade Avni Mirza'nın, Adana'da Kafkasya adıyla bir gazete neşretmek için ruhsat talebinde bulunduğu. Tarih: 26/Ra/1327 (Hicrî) 17/04/1909 (Miladî) Dosya No:3535 Gömlek No:265103 Fon Kodu: BEO Maraş'tan gelen Avni Mirza Efendi ile Cezair-i Bahr-i Sefid'den gelen Abdülmecid ve Konya'dan gelen Mabeyn-i Hümayun Şifre katiblerinden Hüseyin Vehbi efendilerin birikmiş maaşlarının tesviyesi. (Maliye) Tarih: 27/Ra/1327 (Hicrî) 18/04/1909 (Miladî) Dosya No:2796 Gömlek No:7 Fon Kodu: DH.MKT. Adana'da Kafkasya isminde Arapça, Farsça ve Fransızca bir gazete çıkarmak için ruhsat talep eden Maraş'ın Göksun kazası nüfusuna kayıtlı Oskanof Beyzade Avni Mirza hakkında tahkikat yapılması gerektiği. Tarih: 05/R /1327 (Hicrî) 26/04/1909 (Miladî) Dosya No:2797 Gömlek No:45 Fon Kodu: DH.MKT. Avşar ve Çeçen eşkıyasının tecavüzünün meni için Haçin'e sevk olunacak askerin Bulgurlu-Adana yoluyla gönderilmesi halinde daha çabuk varacakları. Tarih: 06/R /1327 (Hicrî) 27/04/1909 (Miladî) Dosya No:40 Gömlek No:59 Fon Kodu: Y..EE.. Çeçen muhacirlerinin iskânı memuriyetiyle Tuna'ya gönderilen Nusret Paşa ile Vali

OSKANOFZADE AVNİ MİRZA HAKKINDA

Kafkasya’dan Osmanlı devletine göç eden tarihi

şahsiyetlerimizden birisi de ülkemize birçok yararlılık göstermiş Oskanofzade Avni Mirza Bey’dir. Bu tanınması ve hatırlanması gereken tarihi şahsiyetimiz; 1861 yılında Kafkasya’da doğmuştur. Babasının adı Müvesvest’dir. Nasır-ı Hoy kabilesindendir. Çok üst düzey bir eğitim almış, birçok dile vakıf bir entelektüel olarak yetişmiştir. Alman İmparatoru ve Prusya kralı II. Wilhelm (27.01.1859-4.6.1941) ile sınıf arkadaşıdır. Ayrıca kişisel dostluğu da bulunmaktadır. Almanya’nın en eski ve köklü üniversitelerinden Bonn Üniversitesi mezunudur. Kafkasya’da bulunduğu sırada birtakım faaliyetlerinden dolayı binbaşı rütbesindeyken Rus hükümetince tutuklanmış, o günün şartlarında zor ve çetin mücadelelerle tek başına Osmanlı devletine göç etmiştir. Belgelere göre ilk defa Çanakkale Biga’ya iskan edilmiştir. Eğitimi, entelektüel birikimi Osmanlı Devleti'nde de birçok resmi görevde çalışmasına neden olmuş, Selanik’ten Halep’e kadar birçok ilimizde hizmet vermiştir. Batı ve doğunun birçok dilini akıcı olarak konuşan ve yazan Avni 135 Mirza Bey edebi ve siyasi birçok konu ile ilgilenmiş, ülkemize faydalı birçok faaliyeti olmuştur. Kahramanmaraş’ın Göksun ilçesi Çardak nüfusuna kaydolmuş, Çardak’lı Hanife Hanım ile evlenmiştir. Çardaklı Hacı Gazi’nin kız kardeşi olan Hanife hanımdan iki kızı olmuştur. Büyük kızı Kevser Hanım (Kuja) küçük kızı ise Kezban hanım (1901-1996)dır. Kezban hanım Çardaklı çeçenlerden Hacı Murat Özdil (1882-1944) ile evlenmiştir. Bu iki kardeş babaları olmadığı için dayıları Hacı Gazi’nin himayesinde büyümüşlerdir. Oskanofzade Avni Mirza Bey’in Kezban Özdil’den olan torunları Şevket ve Mahmut Özdil beylerdir. Çardakta Goymırza veya Goymırz olarak tanınır. Oskanofzade Avni Mirza Bey I. Dünya savaşında Tebriz Alayında cihat etmiş, birçok Kafkas savaşında bulunmuştur. Tebriz alayında Çeçen ve Çerkezlerden kurulmuş gönüllü bir alayın komutanlığını yapmıştır. Daha sonra akıbetinin ne olduğu nerede ve ne zaman öldüğü kesin olarak bilinmemektedir. (kaynak; Ömer Erdoğan-12.02.2011) Muhtemelen Kafkas cephesinde şehit olmuş olabilir. Osmanlı kayıtlarında günümüze en yakın kayıtlı belgenin Kafkas cephesinde olması ölüm zamanı ve yerinin bu dönemde olabileceğini düşündürmektedir. (Tarih: H. 12/N /1333 (M. 25.07.1915) Bu tarihten sonra hiçbir belgede adı geçmemektedir. YİTİK KULE /

Memuriyetinin ilgasıyla maaşı kesilen Maraş maiyet memuru Avni Mirza'nın Halep Vilayeti menfiler tahsisatında maaşının kayıtlı olmasına nazaran gerekli muamelenin ona göre icrasının gerektiği.

EMİN ALTUNBAY


Mithat Paşa'nın aralarında vuku bulan husumetin Meclis-i Vala'da görülen davası ile ilgili Mahmut Celaleddin Paşa'nın mazbata müsveddesi. Tarih: 12/R /1327 (Hicrî) 03/05/1909 (Miladî) Dosya No:2800 Gömlek No:44 Fon Kodu: DH.MKT. Bir yıl önce iskan için Ayn-ı Zerka kasabasına gönderildikleri halde henüz arazi tahsisi ve tayinat yapılmadığından şikayet eden Kafkasya ahalisinden Çeçen Kabilesi muhacirleri vekili Hoca Enes'in arzuhalinin gereği için gönderildiği. Tarih: 03/Ca/1327 (Hicrî) 23/05/1909 (Miladî) --Dosya No:2822 Gömlek No:30 Fon Kodu: DH.MKT. Maraş Mutasarrıflığı maiyetinde müstahdem iken memuriyetinin ilgası üzerine açıkta kalan Avni Mirza'nın kaymakamlık talebinin reddiyle münasip bir memuriyette istihdamı. Tarih: 19/Ca/1327 (Hicrî) 08/06/1909 (Miladî) Dosya No:2836 Gömlek No:77 Fon Kodu: DH.MKT. Dağıstan'ın Ağiş Batı karyesinden ve Çeçen Kabilesi'nden pasaportsuz Dersaadet'e gelerek ikamet için Bursa'ya gönderilen Heban bin Battal'ın hüviyetinin tahkik edilerek kabulüne mani bir hali olup olmadığının bildirilmesi. Tarih: 23/Ca/1327 (Hicrî) 12/06/1909 (Miladî) Dosya No:2841 Gömlek No:26 Fon Kodu: DH.MKT.

YİTİK KULE /

136

Kendisine izin verildiği takdirde Zor livası ve civarında üç sene zarfında aşiretlerin tamamını iskan ve bütün menfaatlerini temin edeceğinden bahisle bu hususlara memur edilmeyi isteyen Resülayn kazası ahalisinden ve Çeçen Kabilesi ümerasından Şema Beyzade Hasan Bey hakkında Zor sancağından mütalaa talep edildiği. Tarih: 26/Ca/1327 (Hicrî) 15/06/1909 (Miladî) Dosya No:2844 Gömlek No:53 Fon Kodu: DH.MKT. Bir kadın ile Çeçen Mehmed'i katletmesinden dolayı idama mahkumen Adana Hapishanesi'nde tutuklu iken firar eden Arab Mahmud'un Kıbrıs'ta bulunamadığı. Tarih: 30/Ca/1327 (Hicrî) 19/06/1909 (Miladî) Dosya No:2849 Gömlek No:16 Fon Kodu: DH.MKT. Edirne vilayetinde bir nahiye müdürlüğüne tayinini isteyen Avni Mirza'nın arzuhali konusunda gereğinin yapılması. Tarih: 19/C /1327 (Hicrî) 08/07/1909 (Miladî) Dosya No:2870 Gömlek No:50 Fon Kodu: DH.MKT. Adana'da Kafkasya adıyla gazete neşri istidasında bulunan Avni Mirza Bey hakkında yazılan tahrirata vilayetçe cevap verilmesi gerektiği. Tarih: 10/B /1327 (Hicrî) 28/07/1909 (Miladî) Dosya No:3606 Gömlek No:270442 Fon Kodu: BEO Adana'nın Sugediği Mahallesi'nden Çeçen oğlu Ali bin Osman'ı katleden Arab Mahmud'un idamı ve rüfekasının on beşer sene müddetle küreğe konulması. (Adliye) Tarih: 28/Ş /1327 (Hicrî) 14/09/1909 (Miladî) Dosya No:8/-2 Gömlek No:56 Fon Kodu: DH.MUİ. Sis Nahiyesi Müdürlüğü'ne Avni Mirza Bey'in tayini.


Tarih: 15/N /1327 (Hicrî) 30/09/1909 (Miladî) Dosya No:14/-1 Gömlek No:88 Fon Kodu: DH.MUİ. Ödemiş Kaymakamlığı'na Burhaneddin, Bergama Kaymakamlığı'na Mirza ve Gazze Kaymakamlığı'nada Arif Beylerin tayini. Tarih: 29/R /1329 (Hicrî) 29/04/1911 (Miladî) Dosya No:19 Gömlek No:18 Fon Kodu: DH.H... Fotoğrafı gönderilen şahsın on sene önce Kerbela Jandarma Taburu'nda neferken istifa ederek Dağıstan'a giden Çeçen taifesinden Topal İsmail adındaki adama benzediği onu tanıyan bazı şahıslar tarafından ifade edildiğine dair Bağdad vilayetinden alınan yazının incelendiği. Tarih: 06/L /1329 (Hicrî) 10/11/1911 (Miladî) Dosya No:44 Gömlek No:24 Fon Kodu: DH.MTV. Re'sülayn'a yerleştirilen Çeçenlerin ihtiyaç içinde bulunmalarından dolayı Ayan Meclisi azası Ahmed Muhtar Paşa'dan yardım talepleri. Tarih: 17/B /1330 (Hicrî) 02/07/1912 (Miladî) Dosya No:32 Gömlek No:2 Fon Kodu: DH.H... Viranşehir'de Çeçen muhacirlere verilen araziye müdahale olunmamasını isteyen Şeyh Mehmed imzasıyla Meclis-i Ayan Riyaseti'ne verilen istida Tarih: 22/Ey/1330 (Hicrî) 12/09/1912 (Miladî) Dosya No:443 Gömlek No:38 Fon Kodu: DH.ŞFR.

Tarih: 29/Za/1331 (Hicrî) 30/10/1913 (Miladî) Dosya No:15 Gömlek No:61 Fon Kodu: DH.H... Bingöl dağlarında çalınan koyunların izinin köylerine geldiği ve hırsız olduklarına dair bir şahit ve emare olmadığı halde köy ahalisinin haklarında örfi muamele yapılan ve koyunlarının müsadere edildiğinden bahisle mağduriyetlerinin önlenmesi için Tepeköylü Çeçen Azi imzalı telgraf. Tarih: 04/C /1332 (Hicrî) 30/04/1914 (Miladî) Dosya No:70 Gömlek No:26 Fon Kodu: DH.EUM.EMN. Resulayn'da Çeçenlerin jandarma koğuşlarına hücumları ile meydana gelen müsademede bir jandarmanın öldüğü, üçünün de yaralandığı ve saldırganların yakalanması için gerekli tebligatda bulunulduğu. Tarih: 27/C /1332 (Hicrî) 23/05/1914 (Miladî) Dosya No:74 Gömlek No:11 Fon Kodu: DH.EUM.EMN. Zor Mutasarrıflığı'na bağlı Resülayn kazası Çeçen ahalisinin jandarma tabur komutanı hakkındaki şikâyetlerinin hakikat olmadığının mutasarrıflıkça bildirilmesi. Tarih: 17/B /1332 (Hicrî) 11/06/1914 (Miladî) Dosya No:79 Gömlek No:22 Fon Kodu: DH.EUM.EMN. Resülayn kazasının Subaşı karyesinde Çeçenler ile jandarma efradı arasında meydana gelen olaylara ait Umum Jandarma Kumandanlığı'nca gönderilen tezkirenin sureti. Tarih: 23/Tn/1332 (Hicri) 15/08/1914 (Miladî) Dosya No:539 Gömlek No:61 Fon Kodu: DH.ŞFR. Maraş'a gelen Çerkes ve Çeçen muhacirlerinin mikdarına dair. (Maraş)

137 YİTİK KULE /

Resülayn Çeçenleriyle jandarma arasında vukua gelen hadiseye dair Zor Mutasarrıfı'nın telgrafı. (Zor)


Tarih: 23/Tn/1332 (Hicri) 15/08/1914 (Miladî) Dosya No:539 Gömlek No:59 Fon Kodu: DH.ŞFR. Ayıntab livasında mevcud Çerkes ve Çeçen muhacirlerinin mikdarı ve bunların Meskete ve Hanasar veya Erengez kazalarıyla ve o kazalara merbut nahiyelerde iskanlarının muvafık olduğu. (Haleb) Tarih: 12/N /1333 (Hicrî) 24/07/1915 (Miladî) Dosya No:9 Gömlek No:26 Fon Kodu: DH.UMVM Beyrut Safita Kazası Muhasebe-i Hususiye Memuru iken gönüllü olarak harbe iştirak eden Mirza Avni Bey'in birikmiş maaşlarının ödenmesi. Tarih: 02/Ke/1333 (Hicri) 11/09/1915 (Miladî) Dosya No:572 Gömlek No:98 Fon Kodu: DH.ŞFR. Aziziyeli Çeçen Ali namında birinin başına topladığı eşirra ile Elbistan havalisinde dolaşmakta olan Hasan Bey'e ve Ali namlarındaki şaki çeteleriyle ilgili malumat. (Sivas) Tarih: 02/Ma/1334 (Hicri) 10/11/1915 (Miladî) Dosya No:575 Gömlek No:7 Fon Kodu: DH.ŞFR. Aziziyeli Çeçen Mut Ali adlı kişinin avenesiyle Sarız ve Haçin civarında yapmış olduğu şekavete dair. (Canik) Tarih: 21/R /1334 (Hicrî) 26/02/1916 (Miladî) Dosya No:21 Gömlek No:68 Fon Kodu: DH.EUM.5.Şb Kendisini Çeçen prensi olarak tanıtan Kamil Arslan adındaki şahsın Rusya Sefareti ile ilişkisi olduğundan önce Bursa'ya, sonra İzmid'e sürüldüğü. YİTİK KULE /

138

Tarih: 20/Ağustos/1334 (Hicrî) 22/06/1916 (Miladî) Dosya No:328-9 Gömlek No:916 Çardaklı Müderris Hafız İbrahim Efendinin tayin yazısı. (Maraş Mutasarrıflığı) Tarih: 06/Tn/1334 (Hicri) 07/07/1916 (Miladî) Dosya No:594 Gömlek No:116 Fon Kodu: DH.ŞFR. Çeçenler'in ihracıyla muhacirin misillü çölde arazi tefriki ile tohumluk ve çift hayvanatı ifasına ve karye teşkiline dair Diyarbakır vilayeti telgrafı. (Diyarbekir) Tarih: 10/M /1335 (Hicrî) 06/11/1916 (Miladî) Dosya No:69 Gömlek No:209 Fon Kodu: DH.ŞFR. Aşayir ve Muhacirin Müdüriyeti'nden "Mamuretülaziz Vilayeti'yle bilmuhabere, orada mevcut Çerkes ve Çeçen mültecilerinin celbi ve liva dahilinde iskanları mütemennadır" şeklinde Urfa Mutasarrıflığı'na çekilen telgraf. Tarih: 01/S /1335 (Hicrî) 27/11/1916 (Miladî) Dosya No:70 Gömlek No:104 Fon Kodu: DH.ŞFR. Urfa'ya gelen Çeçenlerle Çerkeslerin Antep'de iskanları kararlaştırıldığından, Halep'te nerelerde ve ne kadar Çerkes bulunduğu, boş hane miktarının ve bu husustaki mütalaanın bildirilmesine dair, Aşayir ve Muhacirin Müdüriyeti'nden Halep Vilayeti'ne çekilen telgraf. Tarih: 01/S /1335 (Hicrî) 27/11/1916 (Miladî) Dosya No:70 Gömlek No:106 Fon Kodu: DH.ŞFR. Urfa'ya gelen Çeçenlerle Çerkeslerin Maraş'da iskanları kararlaştırıldığından Maraş'ta nerelerde ve ne kadar Çerkes bulunduğunun, boş hane miktarının ve bu husustaki mütalaanın bildirilmesine dair, Aşayir ve Muhacirin Müdüriyeti'nden Maraş Mutasarrıflığı'na çekilen telgraf.


Tarih: 21/S /1335 (Hicrî) 17/12/1916 (Miladî) Dosya No:71 Gömlek No:15 Fon Kodu: DH.ŞFR. Çeçen ve Çerkes mültecilerin, Urfa ve Maraş'da iskanlarına dair Urfa Mutasarrıflığı'na çekilen telgraf. Tarih: 21/S /1335 (Hicrî) 17/12/1916 (Miladî) Dosya No:71 Gömlek No:18 Fon Kodu: DH.ŞFR. Mültecilerin sevk ve iskanlarında çekilmekte olan müşkilat sebebiyle, Çeçen ve Çerkesler mültecilerin daha önce yerleşmiş oldukları yerlerde bırakılmaları hususunun icab edenlere tebliğine dair Elaziz ve Diyarbakır Vilyetlerine çekilen telgraf. Tarih: 02/Ra/1335 (Hicrî) 27/12/1916 (Miladî) Dosya No:26 Gömlek No:9 Fon Kodu: DH.İ.UM.EK. Mardin'e bağlı Telermin karyesi'nde iskan olunan Çeçen mültecilerinin ihtiyaçları olan tohumluklarının teminine dair Ticaret ve Ziraat Nezareti'ne tezkire. Tarih: 14/Ra/1335 (Hicrî) 08/01/1917 (Miladî) Dosya No:105 Gömlek No:34 Fon Kodu: DH.İ.UM.EK. Mardin'in Telermen karyesine yerleştirilen Çeçen muhacirlerinin tohumluk ihtiyacının karşılanması. Tarih: 25/C /1335 (Hicrî) 18/04/1917 (Miladî) Dosya No:1500 Gömlek No:12 Fon Kodu: ŞD. Çeçen muhacirlarinden Mardin'de misafir jandarma mülazımlığından mütekaid Aradeli Süleyman Efendi'nin, Arade Karyesi Çiftliği ve teferruatının gasb edildiğine dair telgrafı. (Diyarbakır 4)

Çardak'da bulunmasına lüzum gösterilen telgraf merkezinin açılışının ertelemesine dair Maraş Mutasarrıflığı'na çekilen telgraf. Tarih: 27/N /1335 (Hicrî) 18/07/1917 (Miladî) Dosya No:78 Gömlek No:153 Fon Kodu: DH.ŞFR. Çardak'a hat çekilmesinin mümkün olmadığına dair Maraş Mutasarrıflığı'na çekilen telgraf. Tarih: 25/Ey/1335 (Hicrî) 15/08/1917 (Miladî) Dosya No:638 Gömlek No:112 Fon Kodu: DH.ŞFR. Beyşehir eşrafından Akif ve Belediye Reisi Şükrü Efendi'nin Konya'ya geldiğine, Çeçen muhacirlerinden ve İttihad ve Terakki murahhaslarından Süleyman Efendi ile Beyşehir Süvari Alayı kumandanının bizzat köyleri dolaşarak bomba ve silah tevzi etmek teşebbüsünde bulunduğuna, Sultaniye yaylalarında esliha ve bomba ile mücehhez bir takım çetelerin görüldüğüne ve eşkiyanın hayyen veya meyyiten derdestleri için tebligat-ı lazime icra edildiğine dair Konya valisinin telgrafı. (Konya) Tarih: 20/S /1336 (Hicrî) 05/12/1917 (Miladî) Dosya No:82 Gömlek No:56 Fon Kodu: DH.ŞFR. Aziziyeli Çeçen Mot Ali ile birleşip icra-yı şekavet ve fesada hazırlanan Çapar Hamza, Göksunlu Hozo, Hasan Beşe ve İsa namlarındaki çete ve şakilerin takibat icrasıyla, tenkillerine dair Emniyet-i Umûmiye Müdüriyeti'nden Konya ve Adana vilayetleriyle, Canik, Kayseri, Niğde ve Maraş mutasarrıflıklarına çekilen telgraf. Tarih: 09/Ra/1336 (Hicrî) 14/12/1917 (Miladî) Dosya No:52 Gömlek No:33 Fon Kodu: DH.EUM.6.Şb Adana vilayetinde önemli çetelerden Çeçen Mut Ali Çetesi'nin iki önemli elemanının Ceyhan'ın Elmalı Gölü'nde öldürüldükleri.

139 YİTİK KULE /

Tarih: 16/Ş /1335 (Hicrî) 07/07/1917 (Miladî) Dosya No:77 Gömlek No:54 Fon Kodu: DH.ŞFR.


Tarih: 18/R /1336 (Hicrî) 01/01/1918 (Miladî) Dosya No:83 Gömlek No:196 Fon Kodu: DH.ŞFR. Çeçen Ali namındaki Çerkes'in Konya'ya gidip gitmediğinin ve gitmiş ise kimlerle görüştüğünün tahkik ve inbasına dair Şifre Kalemi'nden Konya Valisi Muammer Bey'e çekilen telgraf. Tarih: 19/Ş /1336 (Hicrî) 30/05/1918 (Miladî) Dosya No:38 Gömlek No:13 Fon Kodu: DH.EUM.6.Şb Eskişehir, Kütahya, Maraş, Adana, Kale-i Sultaniye, Karasi, Karahisar ve Konya'da bulunan Tahtacı, Çeçen ismi verilen yörüklerin durum ve yaşantıları hakkında rapor tanzim edilmesi. Tarih: 16/Z /1336 (Hicrî) 22/09/1918 (Miladî) Dosya No:91 Gömlek No:197 Fon Kodu: DH.ŞFR. Çeçen mültecilerinin iskanları için yeni bir köy inşasına dair Aşair ve Muhacirin Müdüriyet-i Umumiyesi'nden Diyarbakır Vilayeti'ne çekilen telgraf. Tarih: 18/Z /1336 (Hicrî) 24/09/1918 (Miladî) Dosya No:48 Gömlek No:56 Fon Kodu: DH.KMS. Çeçen Süleyman Efendi'ye mecidi nişan verilmesi Tarih: 31/12/1918 (Miladî) Dosya No:7 Gömlek No:42 Fon Kodu: YB.(21)

YİTİK KULE /

140

Dağıstan ve Çeçenistan delegelerinin Trabzon'a gelişi ve Trabzon'a yönelen Resul zâde'nin Türk delegelerden istekleri. (Gürcistan Tarih Arşivi, no:1818-2-179; Rusça) a.g.y.tt Tarih: 05/Za/1337 (Hicrî) 02/08/1919 (Miladî) Dosya No:17 Gömlek No:44 Fon Kodu: DH.EUM.AYŞ. Ezine'nin Saya karyesine silahlı beş kişinin gelerek İmam Hafız Hüseyin Efendi'yi darb ve cerh ederek eşya ve ziynetlerini gasbettikleri ve şakilerin Arap aşiretlerinden Halil oğlu Koca ibrahim ile Çeçen Türkmenleri'nden Cafer ve avanesi oldukları ve yakalanmalarına çalışıldığı. Tarih: 29/Za/1337 (Hicrî) 26/08/1919 (Miladî) Dosya No:19/-08 Gömlek No:1//42 Fon Kodu:DH.İ.UM Beyşehir eşraf ve muteberanının gerek kendisi, gerek Çeçenler aleyhinde iftira yaptıkları iddiasıyla bu iftiranın tahkik edilmesi için Beyşehir'den Çeçen Süleyman Sırrı imzasıyla çekilen telgrafın araştırılması hakkında Umur-ı Mülkiye Heyet-i Teftişiye Müdüriyeti'ne müzekkire. Tarih: 03/Z /1337 (Hicrî) 30/08/1919 (Miladî) Dosya No:53/-3 Gömlek No:2 Fon Kodu: DH.KMS. Beyşehir 7. Süvari Alay Kumandanı ile Çeçen muhacirlerinden Süleyman Efendi'nin ahaliye silah dağıttığına dair ihbarın doğru olmadığı. Tarih: 21/Z /1337 (Hicrî) 17/09/1919 (Miladî) Dosya No:22 Gömlek No:14 Fon Kodu: DH.EUM.AYŞ. Yol kesmek ve sair suçlardan zanlı Mardin'in Reşik köyünden şaki Çeçen b. Mehmed ve rüfekasının, Taşlı aşiretinden Mecid ve biraderlerine saldırdığının haber alınması üzerine, olay mahalline gönderilen müfreze ile şakiler arasında çıkan müsademede iki şakinin yaralandığı diğer şakilerin de silahlarıyla birlikte ele geçirildiğinin Diyarbakır Valiliği'nden bildirilmesi.

Emin ALTUNBAY - SONGÜL DENGE - MUKTEDİR İLHAN - MURAT ÖZDİL - EROL YILDIR


Fotoğraf : Abdürrezak ÖZDİL/ Çardak ‘ta kış - Şubat 1987 “Binbaşı yolu” / Kaynak : Murat ÖZDİL

141 YİTİK KULE /

BİR ZAMANLAR ÇEÇEN KÖYLERİNDE

1990’lı yılların başına kadar henüz Afşin-Göksun anayolu yapılmamıştı bu sebeple de tüm araçlar yolcu otobüsleri Çardak’ın içinden geçerdi. Yol, kış aylarındaki zor koşulları bir yana bırakırsak, şu anda orta yaşlılarımızın da rahatlıkla hatırlayacağı özel anlara türlü olaylara sahne olurdu. Köyden geçerek Elbistan, Afşin, Göksun yönlerine giden yolcu otobüsleri yaz kış fark etmez bu yolda, tarife ve kalkış saatlerinin biraz değişmesi, yanlış veya aynı kişilere aynı koltukların verilmesi, bağajlar için istenen fazla ücretler gibi çeşitli etkenlerle Çardak’lılar ile otobüs sürücü ve muavinleri arasında bazan sonu kavgayla biten sıkıntılı süreçler yaşanırdı. Bu durumlarda, kadın erkek farketmez köylülerin sıradışı dik başlılığı, haksızlık karşısında sıfır derece sabırlı oluşları, sadece kendilerini değil otobüsteki diğer yolcuları da gözleyip kollama adetleri, yolcularına kurnazlıkla türlü hileler yapan bazı şoför ve yardımcılarının bazen hak ettiklerini düşünmeden edemediğimiz “pataklanmalarına”da yol açardı. Ancak sonunda her şey düzeltilir otobüsler yoluna koyulurlardı. Otobüslerdeki Elbistanlı, Afşinli veya türlü yörelerden binmiş yolcular için ise sıkıcı uzun yolculuklarının sonunda veya başında en azından Çardak’tan geçerken durum oldukça eğlenceli ve şaşkınlık dolu anlara dönüşürdü. İşte bu anlarda; Yol kenarına sıralanmış beyaz sıvalı iki katlı evlerin temiz, çiçekli balkonları, yola sarkan meyve ağaçlarıyla dolu bahçelerin güzelliğini seyredenleri mi desek !, Ya da yolda, şakacı ve bıçkın delikanlılarla göçmeden kaçmadan birlikte dolaşan güzel kıyafetleriyle kendilerine güvenli genç kızlara, ak sakallı ihtiyarlarla ayaküstü sohbet eden ak tülbentli kadınlara şaşkınlıkla bakanları mı desek bilemeyiz, ama daha sonradan tanıştığımız bu yolculardan öğrendiğimiz kadarıyla; O anlarda; “Burası nasıl bir köy böyle! Kim bu insanlar ? Türkiye mi?” demekten kendilerini alamazlar, Çardak’tan geçip gidene kadar yüzlerini cama yaslar etraflarında adeta gözlerinin önünden kaybolmasını hiç istemedikleri bu Çeçen köyünü gıpta ile doya doya seyrederlermiş .


HALK BİLİMİ

ESKİ DÜĞÜN ADETLERİMİZDE..

YİTİK KULE /

142

Ç

eçen düğünleri 1970-ı975 li yıllara kadar şimdiki, akrobatik hareketlerin Çeçen dansı sanıldığı, göçlü-kaçlı, kotlu streçli dejenere olmuş gürültülü müziklerle yapılan eğlencelerden çok farklı idi.. Herşeyden önce düğün eğlencelerimizde yaşlılar düğünlerin eğlence kısmına da katılırlardı. Bu durum düğünün eğlence ve seyirlik kısmında herkesin kendine, davranışlarına ve çevreyle olan ilişkilerine de bir tür otokontrol etkisi yaratarak çekidüzen vermelerine yol açardı. Şimdilerde 50’li yaştakiler dahi türlü kuruntular ve çekincelerle oyun halkalarına girmekten çekinir oldular. Daha da önceki yıllarda düğünlerimizde “Deçikpandur”lar çalınır, “illi”ler söylenirdi. Çardak’ta “Lula” nın söylediği illileri tüm çevre köylerinden dinlemeye gelirlermiş. Yine “Hacbi” çok güzel illi söylerken kardeşi “Cahanbi” ise usta bir deçikpandur müzisyeni idi. Çardak’ta o zamanlarda “Vaci” de düğünlerde ustalıkla deçikpandur çalanlar arasında idi.

Deçikpandur yerini zamanla “Hasibe” ve “Zülfiye” ablaların ustalıkla çaldığı mızıkalara bıraktı. Mızıkalar da çok farklı bir düğün eğlence ortamı oluşturuyordu. Şimdilerde “Metin”, “İsmail ve İbrahim”, “Murat”, “Albek” ve daha nice gençlerimiz tarafından ustalıkla çalınan akardiyonlarda o eski tadları bulmak ne yazık ki pek mümkün değil. Bir zamanlar düğünlerimizde ilk önce en yaşlılar oyuna başlarlardı. Daha sonra sırasıyla orta yaşlılar ve gençler oyun oynarlardı. Çok daha küçük yeni yetmeler ancak gündüz düğünlerinde kendilerine sıra bulabilirlerdi. Yaşlıların oyunları başlı başına bir gösteri mahiyetinde idi. Her birinin kendine ait bir oyun tarzı, ritmi ve müziği vardı. Zekeriya (Ünal) emminin “Zabbari”sini kim unutabilir? Hatırladığım kadarıyla eski çeçen düğünlerimizde el çırpma çok olmazdı. Daha çok “Eeçiş/ Thurug” denilen tahtalar birbirine vurularak tempo tutulurdu. İşte o tempolarda “Hors tah” / “Tuh tuh” / “Da Havz” nidaları ta dağlara kadar ulaşırdı. Ah.. O eski düğünler nerede şimdi? Hepsi artık birer mazi ve hatıra oldular.

muhammed akdoğan


HALK BİLİMİ

eçen toplumunda nesilden nesle uygulanmakta olan düğün geleneklerinin en önemli özelliği en ince ayrıntının dahi gözden kaçırılmadan büyük bir titizlikle gerçekleştiriliyor olmasıdır. Uzun tarihsel yolculuğu esnasında küçük birtakım olağan değişikliklere uğramış olsa da söz konusu adetler, çağdaş Çeçen toplumunda varlıklarını büyük ölçüde korumuştur. Genel olarak Çeçen düğünleri oldukça demokratik şartlar altında gerçekleşirken hiç kimse kızını istemediği bir şahıs ile zorla evlendirmez. Kız çocuklarına büyük değer verilir ve bir ömür yaşayacağı eş seçimlerine aile efradındaki tüm erkekler tarafından saygı gösterilir. Gelin alma; Damadın genç ve yaşlı yakınlarından oluşan konvoy, kararlaştırılan günde gelini almak için baba evine gider. Bir din görevlisi gelinin babasına düğüne rızası olup olmadığını sorar. Babasının ardından din görevlisi aynı soruyu geline de kadın şahitler huzurunda sorar. Bu kadın şahitler genelde evli ve yaşlı hanımlar arasından seçilir. Daha sonra

din görevlisi aynı konuşmayı damat ve yakınları ile de yapar. Gelinin anne ve babası düğün törenine katılmaz ve kendi evlerinde mütevazi bir şekilde kutlamaları kabul ederler. Çünkü kızlarının düğünü onlar için oldukça üzüntülü bir durumdur. Damat düğün esnasında ortalıkta görünmez. Kendisi için ayrılmış özel bir odada bekler ve arkadaşları ile birlikte burada eğlenir. Çağdaş Çeçen toplumunda düğünler artık restoran veya özel düğün salonlarında yapılmakta ve 3 gün 3 gece sürmektedir. Törenin ilk günü genel olarak restoranda geçirilmektedir. 3 gün 3 gece süren düğün töreninin ayrılmaz unsurları ise donatılan ziyafet masaları ve çok kısa aralar verilen geleneksel halk dansları gösterileridir. Tüm düğün töreni boyunca gelin, kendisi için hazırlanmış olan özel köşede oturur ve düzenli aralıklarla yanına gelen yeni akrabaları ile tanışır. Gelin ile birlikte ancak kendisine müsaade edilen akrabalar, yakınlar ve kayınvalidesi oturabilir.

KAHİR AKDENİZ

143 YİTİK KULE /

Ç

Resim: B.N.KALMANOV, “Gelinlik Provası”, 1956

DÜĞÜN ADETLERİMİZE DAİR...


köylerimiz

ÇEÇEN AYVALI (GÜNGÖREN) ANADOLU’NUN BAĞRINDA SAKLI BİR ÇEÇEN KÖYÜ

Günümüzde, resmi kaynaklara Güngören

YİTİK KULE /

144

olarak kayıtlı olan Ayvalı Çeçen, Yozgat’ın Sorgun ilçesine bağlı küçük bir Çeçen köyüdür. Köy, Sorgun’un kuzeybatısında Akdağmadeni yönünde dağlık bir konumda kurulmuştur. Köyün ilk kurucuları 1895 yılında Çeçenya’nın Şatoy bölgesinden gelen Cilkhoy, Varanduoy ve Vaşandaruoy boylarına mensup 30-35 kişidir. Resmi kayıtlardan Çeçenya (Kafkasya) doğumlu ilk gelen bu kişilerin birçoğunun isimleri tespit edilmektedir. Buna göre günümüzde soyadları ERCİYAS olan ailenin büyükleri: Durmek oğlu Mumam (d.1858) ve eşi Menak kızı Murade (d.1873), Mumam kızı Fatimet (d.1894), Altimur kızı Durmek (d.1834), Ebdik kızı Aşo (d.1890) / Soyadları MUĞLA ve EDİSAN olan ailenin büyükleri; Ali Mirza oğlu Musa (d.1849) ve eşi İsa kızı Raziye (d.1858), Basrı kızı Habibe (d.1859), Musa oğlu Malsık (d.1884)- Vişhan (d.1889)- Veysel (d.1889) ve Musa kızı Mücekkile ve Rabia (d.1891) / Soyadları ERDEMİR olan ailenin büyükleri: Altimur oğulları Aytimur (d.1887) - Benik (d.1892)-Dide (d.1891) ve Aşo (d.1893) / Soyadları YILDIRIM olan ailelerin büyükleri; Ali oğlu Cube (d.1838), Cube oğulları Ali (d.1886), Abdullah (d.1888), İstanbul (d.1893), Kurga kızı Muce (d.1854), Necib kızı Zenu (d.1864) Cube kızları Senuhe (d.1891) ve Zahidet (d.1894) / Ali oğlu Burse (d.1838) Burse oğulları Hamza (d.1872) Yusuf (d.1874) Burse kızı Setubet (d.1878), Bedirbaha kızı Bani (d.1878), Musa kızı Zahidet (d.1874)/ Soyadları ERCAN olan ailelerin büyükleri: Tuç oğlu Ömer

(d.1849) ve hanımı Elki kızı Şahdudu (d.1849), Ömer oğulları Çağu (d.1885), Kebake (d.1889), Ersunak (d.1891), Şamilhan (d.1898), Ömer kızları Hunta (d.1886), Firdese (d.1890) ve Taka (d.1884). Bu insanların ailelerinin büyük bir bölümünü geride bırakarak Çeçenya’dan neden ayrıldıklarını bugün kimse bilmiyor. Bilinenlere göre 7 hanelik bu küçük grup Osmanlı-Rus savaşlarının devam ettiği o yıllarda önce Batum’a ve deniz yoluyla Trabzon üzerinden İstanbul’a gelmişler. Yetkilierin yerleşmeleri için İstanbul civarında gösterdikleri yerleri kendi yaşadıkları ülkelerine benzemediği için kabul etmeyerek (daha önceki yıllarda gelen Çeçen ailelerin de peşlerinden izlerini sürerek) önce Engürü (Ankara) ye oradan Bozok yaylası ve Yozgat’a gelmişler. Bir süre Yozgat’ta bulunduktan sonra yollarına devam ederek bugünkü köylerinin bulunduğu o zamanın ormanlık ve yüksek yaylasına ulaşmışlar. Yüksekçe bir tepenin üzerine çıkarak bölgeyi inceleyen aile büyüklerinin en yaşlısı Mahmutbi, Çeçenyayı andıran bu çamlık dağlık bölgeyi görerek artık yaşayabilecekleri köylerini buraya kurabileceklerine karar vermiş. (Günümüzde köyün yakınındaki bu tepeye MAHMUGO deniliyor ve çok saygı duyulup seviliyor. Ama kuruluş yıllarındaki ormanlar artık bölgede resmi ve kaçak kesimler sebebiyle tamamen yok olmuşlar) Daha sonra aileler birbirleriyle dayanışma içerisinde BELKHİ’ler yaparak evlerini kurmuşlar.

BAHRİ YILDIRIM & NİHAT ERCAN & EROL ERCAN & FERİT ŞAMİL ERCAN


Güngören Köyünün günümüzdeki genel görünüşü Çeçenlerin büyük önem verdiği “MAHMUGO” tepesi ( YANDA) Fotoğraflar: Erol ERCAN / 2017

Köyün ilk kuruluşundan itibaren gençleri hep savaşlara katılırlar.. İlk yıllarda Rus cephesinde, daha sonra Kazım Karabekir Paşanın komutasında Doğu cephesinde Kurtuluş Savaşına katılırlar. Bir çoğu geri dönmez. Böylece köyün zaten az olan nüfusu da bir türlü artmaz. Kurtuluş savaşı ve sonrasında köyde yetişen Çolak Ömer, Osman usta, Kör Celil, Fettah Çavuş ve Çarkesen Ömer gibi şahsiyetleri araştırılması gereken kişiliklerdir. Yine “Kaside-i Çeçeniyya”nın yazarı Musa oğlu Mahmut Mansur Movsar Edisan (1894-1948) bu köyün ileri gelen şahsiyetleridir. Cumhuriyet döneminde ise köyde okul olmamasına rağmen çocuklar yakın köylere okumaya giderek eğitimlerini yaparlar. Bu nedenle köyde devlet kademesinde çalışan birçok insan yetişmiştir. Okuma yazma oranının çok yüksek olması, doğal olarak istihdamın köy dışına kayması nedeniyle nüfus açısından bir türlü büyüyemeyen Güngören, artık sadece baba topraklarına ziyaretlerin yapıldığı bir yazlık yayla ortamına dönüşmüştür. Köyün gençleri daha çok büyük illerde ve ingiltere gibi Avrupa ülkelerinde yaşamaktadır. Zamanla, arazileri başka yere göç eden kişilerden satın alan komşu köylerden gelen ailelerin de yerleştiği Güngören’de günümüzde sadece sekiz Çeçen ailesi yaşamaktadır.

145 YİTİK KULE /

Birlikte çalışmış, birlikte yemiş, birlikte eğlenmişler. Yöredeki Alevi Türkmen köyleri ve bölge halkı bu insanları çok sevmişler. Çalışkan, kültür ve geleneklerine bağlı bu bilgili ve temiz insanları gıpta ile takip edip yaşadıkları köye “Küçük İstanbul” demişler. Aynı zamanda gözünü budaktan da esirgemeyen kavgadan kaçmayan mert ve cesur insanlarmış. O kadar ki başka köylerde ufak çocuklara yaramazlık yapınca anneleri “Çecenler geliyor der” ağlayan çocuk hemen susarmış. Köyde yetişen gençler öncelikle Kızıldon, Bozkurt, Canabdal vb gibi yakın Çeçen köylerinden, bir bölümü de Türk Köylerinden evlilikler yapmışlar. Düğünlerde yakın tarihlere kadar mızıkalı düğünler yapılır ve bu düğünlerde Çeçen adetlerine uyulurmuş.Yemek kültürleri mısır unundan ekmekler (ufak olan micirik, büyük olan siskil) ve Gılniş yapiyorlarmıs. Buğday unundan ise patesli Kurdzunus ve Cırdingiş yapıyorlarmış. Uzun kış günlerini geçirmek üzere etlerden “YÖH” denilen sucuklar ve meyvelerden türlü sucuklar, pestiller yapılıyormuş. Köyde tüm aileler ortak bir yaşam kültürü oluşturarak dönemin zorlu yıllarına birlikte gögüs germişler. Köy meydanında büyük baş hayvanlar kesildikten sonra SAĞA adetine göre ailelere eşit olarak paylaştırılıyormuş.


Âmantu Āmantu billahi va malāikatihi va kutubihi va rusulihi va’l-yavmil āxiri va bi’l-qhadäri xayrihi va šarrihi minallāhi tajāla va’l-bajsu bajda’l-mavti.

As îma dilli, so doggux tiyši: Cu siylaxh xillavolču Dēlax, va iz caj xilarax, Cuni malikaxa a Cuni žaynax a, Cuna ielčirčiexa a, Qhiemat de xirg xilarax a. Cuni qhadärixi a laam šie ka-raxh bolššā xilarca, Dikie a, Va vuo a, Cu läqi xillavolču Délier xila-raxa a, Dien a dälla vay ghovtturug xi-laraxa a Väš massuo a diellačul ţäxha.

Äšhadu an lāilāha illallah va äšhadu anna Muxhammadan jabduhu va rusulihi.

YİTİK KULE /

146

Çeçencesi : MOHMAD MANSUR MOVSAR


KASİDE-İ ÇEÇENİYYE ŞEYH KUNTA HACI NAZIMLARI

Moxhmad Movsar EDİSAN (d. Çeçenya 1894 / ö.1948 -Yozgat/Ayvalı) Çeçenya’dan gelerek Yozgat ili Sorgun

ilçesine bağlı Ayvalı köyüne yerleşmiş Vaşandaruoy taybinden bir aileye mensuptur. Arapça harfleriyle Çeçence olarak kaside ve ilmihal kitapları yazmıştır. Bu eserlerinden en önemlisi “Kaside- Çeçeniyye”dir. Şarkışla’nın Bozkurt köyünden Kanbolad zāde Yunus Efendi’ye ithafen 1919 veya 1922 yılında kaleme alındığı sanılan el yazması, orjinalinin Rahmetli Tarık Cemal Kutlu tarafından (Refik Özdemir vasıtasıyla) temin edilerek Türkçeye aktarılması ile gün yüzüne çıkmıştır. Eserin orjinalinin sahiplerine ulaştırıldıktan sonra yanarak yok olduğu söylenmektedir. Eserine “Acaba bu benim emeklerim heves ile okunarak bellenecek mi, yoksa rafta toz toprak içinde boş mu yatacak? Şüpheli olduğum için burada biraz düşündüm” diye yazan Mohmad Movsar’ı ve onun eserini gün ışığına çıkararak Tükçeleştiren ve “Çeçen Direniş Tarihi” adlı eserinde yer veren Tarık Cemal Kutlu’yu rahmet ve şükranla yad ediyoruz. Allah onlardan razı olsun.

Qâna koşaxh nâqhuost viyci Surtan thay thiexh hotta viyci

/ Yarın kabrimizde yoldaş / Sırat köprüsünde hemdaş

147

Cu maxhşeriexh xhavza viyci Şayx Kunta şâ veliyullah!

/ Mahşer günü cana candaş / Şeyh Kuntadır veliyullah

/ Allah Allah hem illallah

/ Muhammeddir Resûlallah / Benim ustam biavnillah / Şeyh Kuntadır veliyullah

İ tiexkaça laqie pepnaş Xilla tav şeşe cunca tiexkaş Cünca yiegna loxu xhännaş Şayx Kunta şa veliyullah!

/ / / /

Ulu gürgenler salınır Hem ormanlar da titreşir O (zikrile) salınırken Şeyh Kuntadır veliyullah

YİTİK KULE /

1.

Thariqhat du siylaxh derig Jabdulqhâdir Geylaninig Vay ustaz vu i mubârig Şayx Kunta şâ veliyullah!

/ / / /

Yüce olan o tarikat Abdulkadir Geylaninin O mübarek mürşidimiz Şeyh Kuntadır veliyullah

Xhüoga qoyquş vu har Mansur İbni Musa xilda maghfur Xhüoga qayqa vuqa mazhbur Şayx Kunta hay veliyullah!

/ / / /

Seni çağırır bu Mansur Merhum Musa’nın oğludur Seni zikretmeye mecbur Şeyh Kunta ey veliyullah!

Şiekõ dôcuş şâ veli vu Dalla vezna voqqu şayx vu Txuna vezna txañ ustaz vu Şayx Kunta şâ veliyullah!

/ / / /

Şeksiz şüphesiz velîdir Hakk’ın sevdiği bir şeyhtir Habibimiz, ustamızdır Şeyh Kuntadır veliyullah

Xiyli xhüoga qeyqi murdaş Dêli charax ielçi xöttuş İelçan charax xhañ che xittuoş Şayx Kunta hay veliyullah!

/ / / /

Seni anar nice mürit Allah, nebi hürmetiyle Adın çağrılır nebiyle Şeyh Kunta ey veliyullah!

Şay ustazi ustaz vuqa Şie keramet zâhir doluş Dieghastançuoxh caj vu iqa Şayx Kunta şâ veliyullah!

/ Kerameti zâhir olan / Mürşidinden olur alan / Dağıstan’da bir tek olan / Şeyh Kuntadır veliyullah

İy Ertana Korta xhulbieş Gulbiella iy kegiy murdaş Xhüoga qojquş daim bielxuoş Şayx Kunta hay veliyullah!

/ / / /

ErtanKorta doldu taştı Toplanan birçok mürit ile Seni anarak ağlaştı Şeyh Kunta ey veliyullah!

Xho xiyşiyna laqie kortuoş Xho liella iy loxu xhannaş Yiykaş lätta xhüoga qeyquoş Şayx Kunta hay veliyullah!

/ / / /

Dolaştığın tepelerde Gezindiğin ormanlarda Seni anar da çağıldar Şeyh Kunta ey veliyullah!

So qüollanirg vu Xhaqh Allah Muxhammad vu Rasulallah Sañ din İslâm dînullah Sañ imam vu Kelamullah!

/ / / /

Allah Allah hem illallah

Muxhammad vu Rasulallah Sañ ustaz vu bi-javnillah Şayx Kunta şâ veliyullah!

Şâ qhutbul evliya’ viyci Dêli siylaxh veli’ viyci Kegiyçu murdi delil viyci Şayx Kunta şâ veliyullah!

Beni yaratan Hakk Allah Muhammeddir Resûlallah Dinim İslâm, Allah dini İmamımdır Kelâmullah!

/ O bir kutbu’levliyadır / Allah’ın has velisidir. / Müritlerin mürşididir / Şeyh Kuntadır veliyullah

MOHMAD MANSUR MOVSAR


/ / / /

Gaybına vâkıf Allah’ın Sırrını mübarek kılsın Bizlere de mürşid olan Şeyh Kunta’dır veliyullah!

Xiyla bâla jevşinarag Şie zikarca tiexkarag Hem âqariy delxiynarag Şayx Kunta vu veliyullah!

/ / / /

Nice belalara maruz Zikirleriyle salınan Yaban hayvanlar ağlatan Şeyh Kunta’dır veliyullah!

Kierastanuo lecna vignêr Vorh dôghun khelçu völlinêr Dôghu dôcuş niej yillinêr Şayx Kunta vu veliyullah!

/ / / /

Rus Hristos tutukladı Yedi kat hücreye attı Anahatarsız kilit açtı Şeyh Kunta’dır veliyullah!

Cu järzhaçu nabaxtie çuoxh Sa gur bôcuş buodanaşkaxh Nur dössina sierluo yinêr Şayx Kunta vu veliyullah!

/ / / /

O karanlık zindanlarda Göz seçemez siyahlıkta Işıklar saçtı nûruyla Şeyh Kunta’dır veliyullah!

Vaxhyu’l-ilham dussuş voluş Kierastanõ märşa vôcuş Xhukma säcna älla jiyra Şayx Kunta vu veliyullah!

/ / / /

Vayih ilhamları inen Küfrün elinde tutsak iken Takdire rıza gösteren Şeyh Kunta’dır veliyullah!

Şie laam şie karaxh boluş Âra vâla şie nicqh boluş, Yôzu du har älla jiynêr Şayx Kunta vu veliyullah!

148 Resim Çeçen ressam Lema ABAEV / “Zikir” (detay)

YİTİK KULE /

Dâla qhaylie şiecanyerig Qhaddasahu sırrul’l-jaziz Vayna ustaz hüottanarig Şayx Kunta vu veliyullah!

İj Ertana Korta büolxu Xhüox qhestina murdaş büolxu Xhañ cxha ghiyla murid vüolxu Şayx Kunta hay veliyullah!

/ O Ertana Korta ağlar / Hicrinle müritler ağlar / Bir garip müridin inler / Şeyh Kunta ey veliyullah!

Vuola vuola hay txan Xhäzhi Orcax vâla siylaxh veli Xho vôcuçuoxh txo du ghiyli Şayx Kunta hay veliyullah!

/ / / /

Yetiş yetiş bizim Haci İmdada gel ulu veli Yokluğunla garip kaldık Şeyh Kunta ey veliyullah!

Xhañ thariqhat ghielluş lätta Xhañ vedijat dicdieş lätta Orcax qia Xhäzhi Kunta Şayx Kunta hay veliyullah!

/ / / /

Tarikatın zayıflıyor Vedian nisyan oluyor İmdada gel Kunta Haci Şeyh Kunta ey veliyullah!

Xhañ cxha yêsa murid visna Nâxax murdiex xhüox qhestina Koşaxh qia qu Mansurna Şayx Kunta hay veliyullah!

/ Bir âsi müridin kaldı / Sen halk ve müritlerden ayrı / Yetiş Mansur’un kabrine / Şeyh Kunta ey veliyullah!

/ / / /

Kendi takdiri elinde Çıkmak mümkünken gücüyle Boyun eğdi kaderine Şeyh Kunta’dır veliyullah!

Vezçu Dêli emru siecna Dêli yôzu xhukma siecna Şâ rêza vu bôxuş jiynêr Şayx Kunta vu veliyullah!

/ / / /

Boyun eğdi Hakk emrine Rıza gösterdi takdire “Razıyım ben bu halime” Şeyh Kunta’dır veliyullah!

İ bâlanaş jiyjşanarig Buodanaşkaxh tiexkanarig Şâ şayxaşca xiyşanarig Şayx Kunta vu veliyullah!

/ / / /

Çok belâlara katlanan Karanlıklarda salınan Şeyhler ile meclis kuran Şeyh Kunta’dır veliyullah!

Dünie tesna êxart eşnier Niysi nieqhaş vayna disner Dünie thiexh vâxara xecnier Şayx Kunta vu veliyullah!

/ / / /

Yaşarken ahret peşinde Daldık onla Hakk yoluna Sağlığında terki dünya Eden Kunta veliyullah!

Har yazdinarg vu i Mansur İbn Mûsa Dêli maghfur Cunca xila Dêli şie nur Yesîrennâxire’l-umur

/ / / /

Bunu yazan o Mansurdur Merhum Mûsa’nın oğludur Onla ola Nûr’un nûru Her işimiz âsan ola! 13 Kânûn-i sâni 339 Ayvalı

Koşaxh münkir nekir xir du / Kabirlerde Münkir Nekir Cu maxhşeriexh xhiesap xir du / Mahşer günü heasp olur Surtan thay sov dutqhu xir / Sırat köprüsü inc’olur Şayx Kunta hay veliyullah! / Şeyh Kunta ey veliyullah!

2.

Jabdulqhâdir Geylaninig Thariqhat şa darzhiynarig Vayna delil hüottanarig Şayx Kunta hay veliyullah!

Vay ustaz viyci Kunta Xhäzhi / Mürşidimiz Kunta Hacı Şâ vuqa şayx vu cu Dêli veli / Bir şeyhtir Allah velisi Muridiy murşid Şayx Kunta Xhäzhi / Müritler mürşidi Kunta Hacı Txo die axh irşad Mubârak Xhäzhi / İrşad eyle bizi Mübarek Hacı

/ / / /

Abdulkadir Geylani’nin Tarikatinin nâşiri Bize de o delil olan Şeyh Kunta ey veliyullah!

(Türkçeye çev. Tarık Cemal KUTLU)


/ / / /

İllallah illallah daim illallah Muhammeddir Habiballah Elçimizdir Nebiyullah Şeyh Kunta Hacı veliyullah

İllallah viyci Zhallallah Dêli ielçi / Allah cellecelalehu illallah Vay ustaz vu viyci şa Nebiyullah / Kendi Muhammed Allah elçisi Şayx Kunta Xhäzhi vu veliyullah / Mürşidimiz Şeyh Kunta Hacı Şâ vuqu şayx vu hem Dêli veli / Kendisi şeyh hem Allah velisi İllallah daim şâ caj vu Dêli / İllallah daima birdir Allah Vaj Muxhammad vu şie Xhabibullah / Muhammedimiz de Hakk’ın habibi Şayx Kunta Xhäzhi cu Dêli veli / Şeyh Kunta Hacı da Rabb’ın velisi Sañ ustaz vu iz şâ veliyullah / Benim de mürşidim Allah velisi

Cu järzhaçu koşaxh huñ diyr tiexh ôxu? / Karanlık mezarda biz ne yaparız? Munkir Nekirie huñ êr tiexh ôxu? / Münkir’e Nekir’e cevap ne olur? Txo jêsi duqa ja Rabbi Dêli / Ya İlahi birer âsi kuluz biz Qhaxietam bielaxh hay siylaxh Dêli / Mağfiret sendendir ya Rab ya Rahim!

Çevirenin notu:

“Defterin 140. sayfasından sonra gelen bir varak kopmuştur. Manzumenin tamam olup olmadığını bilmiyoruz. Moxhmad Mansur Movsar merhum bu iki manzumenin dışında bir de Türkçe nazım yazmıştır. Şiirde şekil, ritim ve dil güzelliğine bakılmaksızın doğrudan doğruya Şeyh Kunta Hacı’ya duyulan sevgi öne geçmiştir” TCK

ÜSTADIMA VE ŞEYHİME

Vay qüollanirg vu siylaxh Dêli / Bizi yaratandır o yüce Allah Vay fayxamar vu Muxhammad nabî / Elçimizdir Muhammed Nebiyullah Şayximdir şayxim Şayx Kunta Xhäzhi / Şeyhimdir şeyhimdir Şeyh Kunta Hacı Maxhşarixh xhüoca xiñ siylaxh Xhäzhi / Mahşerde seninle olayım şeyhim

Üstadım üstad Şeyh Kunta Hacı Müridim, irşad eyledi beni İstemem artık ben ondan gayrı Başka bir üstad, severim onu.

Har Mansur ma vu şâ sov thex jêsi / İşte bu Mansur da fazlaca âsi Qhaxietam bie vu Xho siylaxh Dêli / Sensin merhametli ey ulu Rabbım Şapayat dâ vu Xhañ xhomsar ielçi / Şefaatkânıdır o aziz elçin Orcax qia voo Şayx Kunta Xhäzha / Yetiş imdadıma ey Kunta Hacı

Şeyhini seven müriddir mes’ud Şeyhine âşıklardandır Mansur Geceli gündüzlü ağlarım ma’hud Şeyhimden şerbet içdim ben mesrur

Qhaxietam bielaxh ja Raxhman Dêli / Merhamet sendendir ya Rahman Allah Raxhmaner-Raxhîm Xho viyci Dêli / Hiç senin emrinden çıkar mı nebi Xhañ emir dôcuş xhozhur vac ielçi / Erhamarrahiminsin ulu Allah Xhañ furbo dôcuş qöur vac Xhäzh / İzinin olmadan yetişmez Hacı

Şekerdir tatlı hem baldan leziz Şerbet ki içtim şeyhimden aziz Ol demden berü benimle şeyhim Gösterir bana ... (mürekkep dağılmış, okunamadı)

Şafajat diexha Muxhammad nabi / Şefaat sendendir Muhammed nebi Xhüox Dâla vina txañ siylaxh ielçi / Seni bize Rabbım gönderdi elçi Orcax qialaxh Şayx Kunta Xhäzhi / Medet senden olur ya Kunta Hacı Txan ustaz xho vu hay siyla veli / Sensin rehberimiz ey ulu veli

Şeyhimdir şeyhim Şeyh Kunta Hacı Müridim irşad eyledi beni İstemem ben artık ondan gayrı Başka bir üstad severim onu.

İllallah Allah illallah Dêli Geçdiexha txûna ya Allah Dêli Şafajat dâ vu Muxhammad ielçi Orcax qia vo Şayx Kunta Xhäzhi

Kabrimde bana yoldaşım şeyhim Mahşer yerinde şefiim şeyhim Sıratta beni sen geçir şeyhim Cenneti âlaya Sal beni şeyhim

/ İllallah Allah illallah ya Allah / Bağışla bizleri ya Aziz Allah / Şefaat sâhibi Muhammed nebi / Yetiş imdadıma ey Kunta Haci

İllallah Dêli ya Allah Dêli / İllallah Allah illallah ya Allah Xho vôcurg qiñ vac hay siylaxh Dêli / Yegâne var olan sensin ya Rabbi Muxhammad Mustafa vu txañ ielçi / Muhammed Mustafa bizim elçimiz Txan ustaz Xhäzhi vu Dêli veli / Mürşidimiz Kunta, Allah velisi

Musa oğlu Moxhmad Movsar

Burada verdiğimiz nazımlar Tarık Cemal KUTLU’nun “ÇEÇEN DİRENİŞ TARİHİ “ adlı eserinin “ekler-1” bölümünde 529 - 536 . sayfalarında da yer almaktadır. bknz. Çeçen DirenişTarihi, Anka Yayınları :74, Tarih:5, İstanbul 2005 / İSBN 975-9044-04-8

149 YİTİK KULE /

İllallah illallah daim illallah Muxhammad viyci şa Xhabiballah Vay ielçi viyci şâ Nebiyullah Şayx Kunta Xhäzhi vu veliyullah


YİTİK KULE /

150

İslam Tasavvufunun en önemli kollarından olan “ Kadirîlik” genellikle en müsamahakâr ve en çok yaygın tarikatlardan birisi olarak kabul edilir. Dini ve politik fanatizme karşı olmak, topluma hizmet etmek, zühd ve tevazu sahibi olmak gibi vasıflarla temayüz etmiş bulunan bu tarikat Sünni anlayıştan da hiç uzaklaşmamıştır. Her kabul gördüğü toplumda farklı bir özellik arz etmekle birlikte, genel olarak bu tarikatın kurucusu Abdulkadir Geylani sert bir ibadet ve “evrâd” sisteminden uzak durulmasını öğütlemiştir. Bu sebeple Kadirîyye, insanlara tesir etmede delile ve ikna edici sözlere dayanarak, öncelikle Kitap ve sünnete bağlı kalır. İntisab edenlerinden öncelikle tövbe etmelerini, dünya nimetlerine fazla istek ve arzu duymamalarını ister.


ÖNDERLER

ŞEYH KUNTA HACI ÇEÇEN HALKININ BARIŞ İMAMI

Kunta, fakirlik içinde geçen çocukluğunda bir eğitim almamıştır. Ümmidir. Ancak çevresinde her zaman dürüst hayat biçimiyle, dindarlığı, ahlakıyla ve çalışkanlığıyla tanınır. Çeçenceden başka bir dil bilmemektedir. Adalet duygusu, yalnızlığa meyili ve yaşı için alışılmadık bir analitik zekâ gibi istisnai özelliklere sahiptir. Kunta’nın bu özellikleri Çeçenya’daki önemli Nakşibendî şeyhlerinden biri olan Taşu Hacı ve Zandaklı Gazi Hacı gibi liderlerin de dikkatini çeker. Onunla yakından ilgilenirler, sufi öğretileri aktarırlar. (Daha sonraki yıllarda Taşu Hacı, Gazi Hacı ve Kunta Hacı “Biz bir ağaç gövdesinin üç dalıyız” diyerek aralarındaki bu bağı ortaya koyacaklardır) Babasının da Taşu Hacı’nın bir müridi olması kendini dine yöneltmesinde büyük etken olur.

ÇOCUKLUĞU Daha sonra tanınacağı adıyla Şeyh Kunta Hacı, işte böyle bir savaş ortamının tam içinde, 1830’lu yıllarda, İçkerya’nın Gudermes yakınlarındaki “Мелча-Хи” (İstisu) denilen bir köyde fakir bir ailenin çocuğu olarak doğmuştu. Babası “Kişi”, Çeçenlerin Gukhoy taybına mensuptu. Bazı kaynaklarda rastlanan ve gerçekte, babasının “Kişi” adının Kumukça olmasından yola çıkarak aile kökeninin de Kumuk olduğunu düşünen Alexandre Bennigsen’in iddiası daha sonra geçerliliğini yitirmiştir. Kunta 7 yaşına geldiğinde babası Kişi, annesi “Hedi”, kardeşi “Movsar” ve kızkardeşi “Hapta” ile birlikte ailece Miçik nehri kenarında kurulmuş ve kendisinin daha sonraki yıllarda vaizlik yapacağı Elishan Yurt köyüne yerleşirler.

İLK HAC YOLCULUĞU 18 yaşında iken babası ile birlikte 1848 yılında Mekke’ye hacca giderler. Bu hac sonunda gerçekle rivayetlerin iç içe olacağı Kunta Hacının hayat hikayesi de şekillenmeye başlayacaktır. Tahmini bilgilere göre bu hac vazifesini yerine getirdikten sonra, 1849 yılında dönüş yolu üzerindeki Bağdat’ta Kadirî tarikatının kurucusu Şeyh Abdülkadir Geylani’nin türbesini ziyaret eder. Burada türbede uykuya daldığı bir esnada Abdülkadir Geylani’den “hal” yoluyla icazet alıp Kadiri tarikatına kabul edilir. O yıllarda Kadiri tarikatı tüm Müslüman coğrafyasına yayılmıştır. Kendisi de Çeçenya’ya Kadirî Tarikatını kurmakla görevlendirilmiş bir Mürşid-i Kamil derecesine erişerek döner.

EROL YILDIR

151 YİTİK KULE /

ZAMAN 19.yüzyılın ortalarında Çeçenya’da işgalci Rus ordularına karşı, son yirmi yılını İmam Şamil’in komutasında geçirdikleri ve yüzyıllardır devam eden kanlı savaşların sonucunda Çeçenler yorgun düşmüş, nüfuslarının büyük bir kısmını kaybetmiş büyük bir ümitsizlik ve yılgınlık içine düşmüşlerdi. Yüzyıllardır yıkılıp yakılan küçük ülkelerinde sadece varlıklarını koruyabilmek için canla başla mücadele etmişlerdi. Dönemin en büyük orduları, eğitimli komutanları, askerleri ve gelişmiş silahları karşısında Şamilin Gazavat bayrağı altında verdikleri destansı mücadelelere rağmen her gün daha da yenilenen güçleriyle işgalci düşman ülkelerinden atılamamıştı.


KADİRİ ŞEYHİ KUNTA HACI Böylece intisap ettiği Kadirî tarikatını Çeçenya’da aktif hale getirmek amacıyla 1850 yılından itibaren köyü Elishanyurt’ta vaazlerine başlar. O artık yirmili yaşlarda “Şeyh Kunta Hacı” olarak tüm ülkede tanınmaya başlamıştır. Bu arada ilk evliliğini Çeçenlerin “mayra/yiğit” dedikleri büyük kahraman Taymin Biybolat’ın kızı Janseri ile yapmıştır. (Bu evliliğinden Subri adında bir kızı, Digib adında bir oğlu olmuştur. Daha sonraki yıllarda ikinci evliliğini “Sieda” ile yapacak ve ondan da Mahmi, Hızır, Abdul-Movla isimlerinde üç oğlu, Asiet adında da bir kızı olacaktır)

YİTİK KULE /

152

RİVAYETLER Kunta Hacı hakkında, halk arasında çoğu Müslüman halklarda da olduğu gibi tipik efsanevi anlatılanlara göre; O daha ana karnındayken bile annesinin kötü konuşmasını engellemek için onun dilini tutmaktaymış. O yeni doğmuş bir bebek olarak geceleri asla ağlamamış ve onun beşiğine baktıklarında bebeğin Kadirî zikir usulünde sağa ve sola başını çevirdiğini görürlermiş. Diğer bir rivayet de diğer büyük şeyhler tarafından Kunta Hacının seçilmiş biri olarak beklendiğine dairdir. Kunta Hacı’nın babası “Kişi” gün batımında bir kayanın üstünde dua ederken kayaya yaklaşırken yabancı birisinin adeta gaibden bir sesle “As-salamu 'alaykum o kutsanmış oğlun babası!” dediğini duyar. Babası, “o ve babasının” kim olduklarını yabancıy sorar. Ama yabancı söylemek istemez. Kişi, gelecek oğlu hakkında daha çok söylemesini rica eder ve yabancı kim olduğunu bilemesine izin verir.. O Hızır’dır. Kunta Hacı’nın çocukluğunda, Taşu Hacı’nın Kişi’ye “Senin oğlun Tanrı tarafından insanlara, hayvanlara ve tüm dünyaya gönderilen mükemmel bir veli olacak” dediği de anlatılanlar arasındadır. GAZAVATA KARŞI FARKLI BİR SÖYLEM Şeyh Kunta Hacı, Çeçenya’ya dönüşünden sonra vaazlarına başlamıştır ama anlattıkları diğer hocaların özellikle “Gazavat Dönemi” öğretilerinin doğrultusunda değildir. Büyük lider İmam Şamil’in halkı daima işgalci Rus Ordularıyla savaşmaya çağıran ve onlara cenneti müjdeleyen cihat öğretilerine karşı Şeyh Kunta Hacı, önceliği “Cihad-ı ekber” denilen nefs mücadelesine vermekte, halka Şamilin yolunun bir yıkım olduğu, yaptığı mücadelenin tüm destansı

güzelliğine rağmen başarısız olacağı çünkü Rusların savaşı kazanmasının artık kaçınılmaz olduğu, devam etmenin Çeçen Halkının sonunu getireceğine dair o güne kadar bir din adamından hiç duyulmamış fikirleri vaaz etmektedir. Onun bu Gazavata karşı ve silahı bırakma çağrıları, büyük bir mücadele döneminin ardından bitap düşmüş ve kurtuluş umudunu neredeyse yitirmiş Çeçen halkına içine düştükleri bu çıkmazdan bir çıkış yolu olarak görülmeye başlamıştır. Aynı zamanda, Şamil’in idaresindeki Gazavat döneminde (içerisinde pagan kalıntılar barındırdığına inandığı için bidat olarak reddedilen) kadim Çeçen adetlerini ortadan kaldırmaya yönelik emirlerine karşı o güne kadar suskun olan ve hoşnutsuzluk içinde yaşayan Çeçen halkı için Kunta Hacı’nın bu söylemleri “farklı bir İslami görüş” olarak büyük ilgi çekmeye başlar. Kunta Hacı, kendi akraba ve takipçilerine Allah'a dua etmelerini ve içlerindeki imani gücü dışarı vuracakları zikir halkaları kurmalarını da istemektedir. Böylece Kadiri anlayışına intisab edenlerin sayısı hızla artar, onun oluşturduğu yüksek ritimle yapılan vecdi zikir halkaları adeta hızlı ve ritmik Çeçen dansları ile birleşerek tüm ülke de yayılmaya başlar. İMAM ŞAMİLİN TEPKİSİ Bu gelişmeler karşısında İmam Şamil ve onun yönettiği imamet makamı, dini bir rakip olarak ortaya çıkan Kunta Hacı’nın öğretilerini ve Kadiriliği yasaklarlar. Kunta Hacı’nın askeri direnci kırması için Ruslar tarafından yetiştirilmiş bir ajan olacağına dair söylentiler yayılmaya çalışılsa da gözleri önünde büyüyen henüz yirmili yaşlardaki bu imam kakındaki iddialara halk pek inanmaz. Yıllardır sürdürülen mücadelede ilk kez karşılaşılan ve gittikleri yolun umutsuzluğunu kendilerine haykıran bu aykırı fikirlerle baş edemeyen Şamil ve İmamet makamı ise sonunda Kunta Hacı’yı ve onun en yakın takipçilerini (aslında bir sürgün olarak) ülkeden uzaklaştırır ve 1859 yılında ikinci kez hacca gönderirler. GAZAVATIN SONU Çeçenler 25 yıl boyunca sadık bir şekilde Gazavat çağrısını ve İmam Şamil’i izlemişlerdi. Gazavat, zaferin gelmesi için Çeçenleri yaşayan son ferde kadar Ruslarla savaşmaya çağırıyordu. Ancak sonunda zafer yerine savaşların ağır askeri ve ekonomik yükü omuzlarına binmişti. Korkunç düşman ve zamanın en güçlü savaş araçları, bir yandan da Şamil’in şeri-


KUNTA HACI ZAMANI İmam Şamil’in teslim olmasıyla, Kunta Hacı’nın Rus yönetimi ile savaşmanın başarıya ulaşmayacağı yönündeki vaazları halkın gözünde doğrulanır. Kunta Hacı böylelikle Çeçen halkı tarafından İmamet ve Şamil’in kaderine dair kehanetleri tamamen gerçekleşen “bir Hacı, bir vaiz, bir evliya” olarak görülür. Böylece 1861 yılında Mekke’deki hac yolculuğundan dönen Kunta Hacı, Çeçen halkı arasında daha büyük bir kabul görür. Din adamlığını meslek haline getirmeyen (ki o bir fıçı yapım ustasıdır) gündelik kazancını işinden sağlayan bu 31 yaşındaki genç lider, eski müridlerini tekrar yanında toplanmaya başlar ve dini faaliyetlerini aktif hale getirir. Aralarında kadınlrın da olduğu takipçilerinin sayısı gözle görülür şekilde artar. Savaşlardan ve maruz kaldıkları zorluklardan dolayı yorulan kalplerde ve akıllardaki sese uygun barışçıl konuşmaları tüm Çeçenya ve İnguşetya’ya yayılır. Çeçenler yıllarca süren destansı savaşlar sonuçlandığında sadece maddi değil, korkunç insan kayıplarına uğramış ve binlerce gencin sakat kaldığı fiziksel bir yıkıma da uğramışlardı. Sayıları 400.000 lerden 120.000 lere kadar düşmüş (bu sayılar tahminidir) önemli ölçüde azalmıştı. Bu or-

tamda silahı bırakan Çeçen halkının yeni aileler kurmaları çok büyük bir anlam taşıyordu. Ancak birçok genç sakatlandığı veya yoksul kaldığı için “özgür ruhlu” Çeçen genç kızları onlarla evlenmeye yanaşmıyorlardı. İşte tam bu ortamda tüm ülkeyi dolaşmakta olan Kunta Hacı devreye girerek genç kızlara, o beğenmedikleri gençlerin vatan yolunda “Gazi” olup sakat ve yoksul kaldıklarını, onları hor görmenin günah ve anlamsız olduğunu vaazlarında dile getirir. Böylece Şeyh Kunta Hacı bu dönemde çok başarılı topluluk oluşturdu. Çeçenlerin geleceği konusunda duyduğu endişeleri, savaş karşıtı vaazlarının halk tarafından mucize olarak algılanması gibi etkenlerle Kadirilik toplumsal bir hareket halini aldı. Kunta Hacının Zindana Atılmadan Önce Çeçenlere Söylediği Son Sözleri “Kardeşlerim! Biz sistematik direniş felaketi yüzünden azalıyoruz. Çar iktidarı artık kesinlikle topraklarımızda güçlüdür. Kurtulmamız için Türkiye’den ordunun geleceği, Türk Sultanının Rusların boyunduruğu altından kurtuluşumuzu sağlayacağı haberlerine inanmayın. Bu doğru değil, çünkü Sultan diğer Arap yöneticileri gibi kendi halkının da sömürücüsüdür. Buna inanın ben her şeyi kendi gözlerimle gördüm.” “ Bundan sonraki topyekûn direniş Allah’ın iktidarına uygun değildir. Eğer emrederlerse kiliseye gidiniz, zira o sadece binadır, biz sadece bedenen değil ruhumuzla da Müslümanlız. Eğer sizi “haç”ı taşımaya zorlarlarsa taşıyınız, çünkü o sadece bir demir parçasıdır. Ama! Eğer eşlerinizin ırzına namusuna göz dikilmişse, sizin dilinizi, kültürünüzü, adetlerinizi unutmaya zorlanırsanız AYAĞA KALKIN VE ÖLÜMÜNE KADAR SAVAŞIN”.

Kadirî tarikatının Çeçenya’daki dinî törenleri daha sonradan “Zikirizm” olarak adlandırıldı. Zikiristler hep savaşın karşısında oldular. Savaş-feodalleri düzeninin, hükümetin ve Rusların Kafkasya ordusunun karşısına ellerinde silahla çıkmak istemediler. Kunta Hacı, Çeçen halkına eşitlik prensibini ilan etti. Bu kez onlar Allah önünde eşitti. Şeyh Kunta Hacı söylemlerinde açıkça şiddeti ve direniş türü askerî eylemleri manevî yönden reddetti, barışa çağrı yapıp, karşılıklı

153 YİTİK KULE /

atının baskısı, imamlığı temsil eden naib ve resmi din adamlarının soygunu halk kitlelerini dayanılmaz ve içinden çıkılmaz bir durumda ve zorunda bırakmıştı. Çeçenleri mücadeleye çağıran İmam Şamil’in gazavatı savaştan yorulmuş bu halka umutlu bir perspektif sağlamıyordu. Çeçenler arasında yavaş yavaş güçlü Rus İmparatorluğu ile savaşın bir geleceğinin olmadığı anlaşılmaya ve savaş karşıtı görüşler dile getirilmeye başlamıştı. Bu yıllarda birçok Çeçen ailesi peş peşe silahı bırakarak Ruslara bağlılıklarını ilan ederler. Sonunda, Şamil‘de 26 Ağustos 1859 tarihinde 20 yıldır süren Gazavata son vererek Gunib’de Ruslara teslim olur. Şamilin bu teslimiyetine karşı olan silah arkadaşı (ve son nefesine kadar mücadele eden) ünlü Çeçen kahramanı Abrek “Tekköz” Boysâghar’ın Şamil teslim olmaya giderken arkasından “Şamil.. Şamil.. Ey koca imam.. Dön bir yüzünü göreyim..!” diye haykırdığı ama “Şamilin geri dönmeden esarete yürüdüğünü, çünkü Çeçenlerin asla arkadan vurmayacağını, yüzünü Abreğe dönerse alnına bir kurşun yiyeceğini çok iyi bildiği” halâ anlatılan rivayetler arasındadır.


YİTİK KULE /

154

yardımı, sabırı, kardeşliği, öksüz, dul ve yoksullara yardımı, çalışmanın gerekliliğini, dua ve tarikat ile birliği, kötü huyların üstesinden gelmeyi, lüks hayatın gereksizliğini, ahlakî değerlerin önemini ortaya koydu. Kur’an’da sözü edildiği gibi dünya da Müslüman olan olmayan farklı halkların da olduğunun altını çizdi. Kunta Hacı’ya göre onlar birbirlerini hor görmemeli ve mahkûm etmemeliydiler. YENİ BİR DÜZEN Kadiriler bu prensipleri kendi aralarında toplumsal hayata naklettiler, farklı halklara ve tanrıya gerçekten inananları dinlerine saygıya davet ettiler. Bu söylemleri etrafında birleşerek savaştan uzak duran Çeçenler kısa zamanda mevcut Rus yönetimi dışında kendi iç düzenini oluşturdu. Bölge halkı naip ve şeyhlere, naip ve şeyhlerde Şeyh Kunta Hacı’ya tabi oldular. Çeçenistan’a sekiz naip ve çok sayıda “aksakallı” tayin edildi. Çeçenistan coğrafi özellikler göz önünde tutularak sekiz yönetim bölgesine ayrıldı. Bölgelerin başına naibler, aulların başına ise “aksakallılar” tayin edildi. Kayıtlara göre Avtur, Argun, Urus-Martan, Açhoy-Martan olmak üzere Çeçenistan dört naibliğe ayrıldı. Şeyh müritlerini zikirin kutsal ritüellerini izlemeye, şeriata göre hareket etmeye, dünyevi meselelere katılmadan sadece Allah’a hizmet etmeye, ahlaki gelişmeye ve Allah’ın merhametini ararken sadece dua üzerine yoğunlaşmaya çağırdı. Kunta Hacı’nın sadece İslam’a bağlı olanların değil aynı zamanda diğer dinlere de toleranslı olunması noktasındaki beyanatları sadece Çeçen halkına değil eski kadim inanışlara uygun olarak yaşayan kardeş İnguş halkına da çekici geldi ve onları birlik beraberliğe yöneltti. HURAFELER Bu arada, “Şeyh uçmaz, ama müridi uçururmuş” sözünü anlatırcasına Kunta Hacı’nın söylemediği ve fikirlerine taban tabana zıt olan ve barışçıl olmayan bir anlama sahip olan farklı yorumlar ve hakkındaki mucizevi bazı rivayetler, cahil vekillerinin aracılığıyla Çeçen aullarına yayıldı. Kendi zamanında, ortaya çıkan bu söylentiler eğitimsiz, ümmi halk kitleleri için gerçek düşüncelerinden daha hararetle dinlenilen bir özellik kazanır. 1863 yılıyla birlikte yeni öğreti çeçen halkının ruhunda var olan savaşçı karakterin de etkisiyle bir anda tamamen farklı bir yapıya dönüşerek açıkça sömürge iktidarının karşısına çıkmaya başlar.

RUSLARIN TEPKİSİ Şamilin teslim olmasından sonra kendi düzenini oluşturan Rus yönetimi başlangıçta, Kunta Hacının barışçıl fikirlerini ve vaazlarını çarlık politikası için faydalı görmüşler ayrıca sayıca az olmalarını dikkate alarak pek önemsememiş müsamahakâr davranmışlardır. Ancak onun hızla etki alanını büyüten söylemlerini yakından inceleyince bunun Çeçenlerin yeniden kuvvet toplamalarını ve manevi anlamda moral kazanacakları bir yapıda olduğunu anlamakta gecikmediler. Daha sonra Kunta Hacı taraftarlarının sayısının hızla artması ve daha sık toplanmaları, bölgeye 8 naip atanması yoluyla Çeçenlerin kendi iç yönetimlerini oluşturmaları Rus yönetiminde büyük hoşnutsuzluğa ve korkuya sebep oldu. Ancak önceki tecrübelerinden Çeçenlerin asla zorla yola getirilemeyen “duygusal” bir halk olduklarını çok iyi öğrenmişlerdi. Onları ancak fitne ile içten yıkabilirlerdi. FİTNE Böylece Kunta Hacıya karşı aralarında Molla Abdülkadir Hordaev, Mustafa Abdulaev, İdik İslamov, Mahmud Barşigov gibi din adamlarının olduğu resmi Çeçen ruhban sınıfı oluşturulur. Çeçen halkını değil Kafkasya’daki Rus yönetimini destekleyen ve işbirlikçi din adamları vaazları yoluyla Kadiri öğretisini eleştirip, farklı din adamlarını toplayıp İslam düşüncesi hakkında sohbetler düzenlediler. Bu sohbetlerde uydurma rivayetlerde söz edilen “Allah ile Kunta Hacı’nın dolaysız teması”nın imkânsız olduğunu, onun bir sahtekar olduğunu iddia ettiler. Kunta Hacı bu iddiaları duyunca asla hiçbir şekilde böyle bir şey söylemediğini ve olamayacağını açıkça beyan eder. Çeçenlerin bir bölümü Molla Abülkadir’in ve onun yanındakilerin vsözlerine inanarak bu vaazları, sadece camilerde değil halkın çokça birlikte bulunduğu her ortamda dile getirirler. Resmi ruhani sınıf bu yolla dinleyicilere kendi görüşlerini kabul ettirmeye başlar. Çeçenler arasında ortaya çıkan anlaşmazlıklar ve bunun sonucunda Kadiri hareket gözle görülür biçimde zayıflamıştır. Bu dönemde bölgede Rus ve Kozak askerlerinin gizli ölümleri de başlamıştır. Durumdan şüphelenen Dönemin Rus Generali Loris-Melikov, Çeçenler’den bir alay toplamayı ve olası bir isyan durumunda bölgedeki askeri orduların personel sayısını arttırmayı teklif eder. Çünkü Melikov’a göre Kadiriler zikirleriyle, pek çok açıdan Gazavata yakın bir yönelim içine girmişlerdir ve Çeçen halkının uyuyan güçlerini fanatik bir şekilde uyandırmak için sadece


TUTUKLAMA Terek valisinin emriyle 3 Ocak 1864 günü büyük bir tehlike olarak gördükleri Kunta Hacı, kardeşi Movsar’ı ve belli başlı tarikat üyelerinden bazılarını tutuklayarak ve Grozniy hapishanesine atarlar. Bu olay üzerine Kunta Hacı’nın serbest bırakılması için hemen hemen tüm Çeçenya’dan Kadşiriler Şali’ye akın etmeye başlarlar. Topluluk birkaç kez Şeyh Kunta Hacı ve kardeşi Movsar’ın serbest bırakılmasını Ruslardan rica ederler. Ruslar iki üç gün topluluğu oyalarlar. Ama üçüncü gün kesin olarak bu istekleri geri çevrilir. 18 Ocak günü, Resmi ruhani sınıfın da etkisiyle silahsız bir şekilde toplanılarak ve tutuklananların salıverilmesi ricasıyla kaleye gitmeye kararı alırlar. Daha önce Şamilin yanında Ruslarla savaşmış olan eski savaşçılar bu planın yanlış olduğunu söylemelerine rağmen topluluğun fikrini değiştiremezler. ŞALİ KATLİAMI /HANÇER SAVAŞI Bu sırada Ruslar, stratejik mevkilere askerlerini yerleştirerek garnizonlarını güçlendirmişlerdir. 18 Ocak 1864’te, Şali’de Çeçenya’nın birçok bölgesinden gelen ve aralarında ünlü kahraman Abrek Vara’nın da bulunduğu 3000’den fazla kadın erkek karışık insan toplanmıştır. Topluluk sadece bellerinde taşıdıkları kamalar olduğu halde silahsız olarak zikirler ve dualar ederek (şeyhlerinin kerametine ve Allahın yardımına güvenerek kendilerine kurşun işlemeyeceğine inandırılmışlardır) Rus taburlarına doğru ilerlemeye başlarlar. Ruslar önce kalabalığa misket toplarıyla ateş açarlar ve yaylım ateşine başlarlar, kalabalığa dalan kazak süvarileri toplu bir kıyım gerçekleştirler. Tarihe “Şali Katliamı veya Hançer savaşı” olarak geçen bu olayda aralarında kadınlarında olduğu 200 (bir rivayete göre de 400) kişi can verir. Abrek Vara ve ünlü derviş Mjäçig (M’äçig) kurtulanlar arasındadır. Şali’deki kanlı savaştan sonra tüm Çeçenya’da zikir yasaklanır. Hareketin 18 lideri Rusya’nın derinliklerine Sibirya’ya sürülürler.

SON Şeyh Kunta Hacı daha sonra özel bir konvoy ile Vladikavkaz üzerinden Novoçerkassk’a gönderildiler. Kadiri hareketin lideri Şeyh Kunta Hacı süresiz olarak yerleştirildiği Novgorod şehrinin Ustyuzhna kasabasında 37 yaşında 19 Mayıs 1867’de hakkın rahmetine kavuşur. Annesi Heda da aynı yıl Çeçenya’da ölmüştür. Çeçenler oğluna hürmeten Heda’ya Ertana köyünde bir türbe yaparlar. (Ertana Viedan’da, daha önce Ertanan kuorta veya Ertanan-thie diye anılan ve bâtıl inançlar döneminde kutsal bilinen yerdir. Heda için yapılan bu türbe, müslümanlar ve meraklılar tarafından kutsal bir ziyaret yeri olarak hala dolup boşalmaktadır.) GÖÇ ve SOY Sonraki yıllarda 3000 Çeçen ailesi Osmanlı İmparatorluğuna türlü söylenti ve teşviklerle göç ettirilir. Bunların arasında Kunta Hacı’nın kardeşi Movsar, eşi Sieda ve kızı Asiet de bulunmaktaydı. Osmanlı arşivlerinde 17 Eylül 1866 yılında Kunta Hacınının kardeşi Movsar’ın ve bir grup din adamının Anadoluya ulaştıkları kayıtlıdır. Movsar daha sonraki yıllarını Ceyhan Anavarza’da geçirir ve burada vefaat eder. 2010 yılında Çeçenya Cumhuriyetinden gelen bir heyet tarafından kendisine bir anıtmezar yaptırılmıştır. Kunta Hacının kız kardeşleri Xhapta, Çeçenlerin Ersanuoy boyuna mensup Timursuolta ile evlendi. Kunta Hacı’nin kızı Subri ise Çeçenya’da, Çeçenlerin Mâkazhuo boyundan olan Ahtıhan’la evlendi. Bunlar, Osmanlı Devleti’ne hicret eyledikten sonra şimdiki Göksun ilçesine bağlı Çardak mahallesine yerleştiler. Ahtıhanla Subri’nin evliliğinden Nurbi (ö.1990)adı verilen bir oğul, Nuriğaz adı verilen bir de kız dünyaya geldi. Bu aile, Ahtıhan soyadını aldı. Sultan kızı Sebila ile evlenen Nurbi’nin, Ramo (Ramazan), Yılmaz, Ata, Nevruz, Saime, Sebiha, Sabriye adı verilen çocukları doğdu. Ahtıhan ile Subri evliliğinden olan Nurighaz (Nuriye), Kilisli Nuri (Güreş) Yarbay ile evlendi ve Doğan, Orhan, Jale dünyaya geldi. Doğan Güreş daha sonra Türk Silahlı Kuvvetlerinin Genelkurmay Başkanı (19901994) oldu. Kunta Hacı’nin kızı Subri’den olan nesli, Nurbi ve Nurighaz’dan doğan çocuklarla devam etmektedir. Adı geçen Nuri Yarbay, eşi Nuriye (Nurighaz) ölünce, ikinci evliliğini de yine bir Çeçen kızı olan Selihat’la yapmıştır.

155 YİTİK KULE /

en uygun zamanı bekliyorlardı. Böylelikle Ruslar için Kunta Hacının dünya görüşünü benimseyen ve zikirle yaşayan taraftarları, Şamil’in savaşarak ölen müritlerinden daha tehlikeli olduğu anlaşılmıştır. Rus yetkilileri için Kunta Hacı; söylemi barışçıl olsa da Allah’a hizmet eden fanatik, suçlu, fesatçı ve politik bir suçludur. Rus idareciler stratejik noktalara ve Çeçenya’nın ekonomik ve politik merkezi olan Şali köyüne askeri birlikleri yerleştirirler.


KUNTA HACI ÖĞRETİLERİNDEN SEÇMELER •

YİTİK KULE /

156

Savaş Allah’ın isteğine uygun değildir, kendi kardeşliği arasında tüm inananların kendi kaderlerini Allah’a vermeleri gerekmektedir. Savaş vahşettir. Eğer düşman sizin inanç ve şerefinizi elinizden zorla almıyorsa savaşı hatırlatan her şeyden uzak durun. Düşman bu güce karşı tutunamaz erken veya geç yenilgisini itiraf eder. Savaş vahşiliktir. Eğer düşman senin inanç ve şerefini almaya gelmediyse savaşı hatırlatan her şeyden uzaklaş. • Silahınız tüfek değil, kama değil bir tespihtir. Bu silah (tesbih) bütün tiranlar karşısında güçsüzdür çünkü hiç biri yüce Allah’tan güçlü değildir. Silah taşımayın. Ondan uzak durun. Silah size şiddeti hatırlatır ve sizi tarikattan uzaklaştırır. Silahın gücü- tarikatın yoluna sadık kalan insanın ruh gücüyle karşılaştırılamaz. Her silah- güvensizliğin simgesidir, her şeyi yaratan Allah gerektiği zaman yardıma gelir. Bununla beraber, şeytan sürekli olarak hançer ve tüfeğe sarılmanızı ister. Siz şeytanın kurbanı olursunuz. • Senin gücün akıl, sabır ve adalettir. Düşman bu güç karşısında tutunamaz ve erken veya geç yenilgiyi kabul eder. Eğer siz inancınızın yolundan ayrılmazsanız hiç kimse siz veya sizin gerçeğinizi yenemez. • İktidar ile tartışmayın, onun kendisinin yerine geçmeye gayret etmeyin. Her iktidar Allah’tandır. Hangi iktidarın nerede ve hangi amaçla kurulacağı Allah tarafından daha iyi görülür. İktidarın Allah karşısında vereceği açıklaması vardır. İktidarın görünürdeki saygınlığına aldanmayın. • Dünyevi hazlardan hiç kimse daha mutlu olmadı. Dünyevi hayat tuzlu su gibidir, ondan ne kadar içersen o kadar susuzluk artar. • Allah’ı kendi içinde ara. Ancak kendi ruhlarımızda onu bulduğumuzda, o bize ses verir ve tarikatımıza hayır duası verir. • Kötülüğe kötülük ile cevap vermeyin, çünkü bu daha çok kötülüğe neden olur. Her kötülük her şeyi yaratan Allah’a karşıdır. Allah’ın isteği zalimleri merhametli erdemle cezalandırmaktır. Senin yolun açık, sağlam ve adil olduğunda zalim ve zorba olmak daha zordur. Onlar Allah’ın sizin yanınızda olduğu gerçeğini hissettiklerinde buna dayanamazlar. Onlar Allah’a ve tarikatınıza karşı dayanamazlar. Zaman size çalışır çünkü o adalete çalışır. • Eğer tüm hayatın boyunca ruhun İslam ile sağlamlaştırılmışsa, bu Allah’ın, tarikatın yoludur. • Peygamber, üstat ve onların aracılığıyla Allah’a ulaşmak için kalplerinizi temiz tutun. Eğer kalbin temizlenmezse, eğer kalbin Allah aşkıyla yanmazsa

bilginlik ve eğitim sana azdır. Allah akılla kavranılmaz, onu sadece kalbinle hissedebilirsin. • Her zaman her yerde, nerde oldunuz olmadınız Allah hakkında ne yaptınız ne yapmadınız hatırlayın. Her şeyi Allah adına Allah için yapınız. İnsanın temel görevi budur. • Allah’ın adında gerçekleşen hiçbir şey iz bırakmadan ortadan kaybolmaz. • Duaya daha çok zaman harcayın. Dualar stepleri dirilten yaz yağmurları gibi ruhlarımızı temizler. Dualar köprüdür. • Her Müslüman ölçülü ve alçakgönüllüdür. Alçakgönüllülük ve ölçülü olmak tarikata açılan kapının anahtarıdır. • Bizim yerel kanunumuz şeriattır. Şeriat-Tarikat-Hakikat- İşte gerçek sufiler için yol gösterici yıldızlar bunlardır. Onlar yoldan çıkmaya izin vermezler, yolunu sapıtmış ve şüphecilere yoluna girmesine izin vermezler. Bu sınanmış yoldur. Bu yolda ruhumuz Allah’ın adını sık sık tekrar ederek zikir ile sağlamlaştırılmalıdır. Tarikatta ruhunuzu rahatlatın. Huzurlu ruh Allah’a yakınlaşır, bu sonsuz sevinç ve mutluluktur. • Aydınlanmış, eğitim ve bilim yerel sürecin gelişim yasaları şeriat, tarikat, hakikati tercih edenler için zorunlu olmalıdır. • Dünyevi hayatta bir parça altın bir parça toprak aynı fiyat eder. Dünyevi kayıplar hakkında üzülmeyin, Dünyevi kazançlara sevinmeyin. Değer verilmesi gereken tek zenginlikHer şeyi yaratan Allah’ın isteğine uygun ve sadık yolu seçen insanların ruhlarıdır. Dünyevi hayat ölümlü ve zahiridir. • Kalbinde öfkeyi durduran, kötülüğü bağışlayan, ağızlarında Allah’ın adıyla yaşayan, yolu sapmışlar için dua eden, tarikatın yolundadır. • İslam ve Allah’a sevginin bir işareti gibi sarığı şan ve görünüş olsun diye giymeyin. Sarığı başınıza bağlamak için acele etmeyin, ilk önce kalbinize bağlayın. • Kutsal insan bilginliği ile övünmez, her zaman ve her şeyde alçakgönüllüdür. Önemsizler gömleğe bürünerek, sakal bırakarak, aynı olanlar arasında ayrışmaya çalışıyorlar. Bu ikiyüzlüler, Kur’an’da daha büyük günahkârlar olarak adlandırılırlar. • Dini bütün kişilerin ağzından asla kötü kelime gelmeyecek, gülümseme onun temiz yüzünü aydınlatacaktır. • Yalan çirkinliktir. Yalan dinleyenler de çirkindir. Eğer Allah’ın isteğine uygun inançları yoksa sadece yalanı değil aynı zamanda şüpheli durumları tasvip etmek de yasaktır. • Tüm Müslümanlar kardeştir. Üstatların hepsine, İslam’daki öğretilerin hepsine saygı duyun, hiçbir düşünceyi hor görmeyin, düşman olmayın. Gerçeğe çok yol götürür, ancak temelde bu yollar birleşmelidir.


taviz de olmalı bunların hepsi bizi birleştirir ve itibarımızı korur. • Çalışkan olunuz. En ağır işlerden korkmayınız. Kendi emeğiyle yaşamayan insan başkasının emeği ile yaşar bu günahtır çünkü bu haksızlıktır. • Öfkelenmeyin. Duadan duaya geçen sürede sinirli olmayın. Sizi üzen insanı affedin ve o bunun karşısında utanacaktır. Allah sabrınızı ödüllendirecek ve günahlarınızdan sizi arındıracak. • İftiradan vazgeçiniz. Kalbinizi kıskançlıktan arındırınız. • Bizim (Çeçenlerin) adet ve huyumuz binlerce yılda meydana geldi ve gelişti. Bu yüzden onlar İslam’a bu kadar yakın olmuşlardır. Biz onları mukaddesi korur gibi korumalıyız, hiç kimsenin onları bayağılaştırmasına izin vermemeliyiz. • Size gelen her hak edilmemiş hakaret, herhangi bir iftira veya adaletsizlik eğer buna her şeyi yaratan Allah’ın adıyla katlanırsanız sizi yüceltecektir. İnsanları prens ve köle, yerli ve yabancı diye ayırmayın çünkü tüm Müslümanların eşit olduğu Kuran’da yazılıdır. • Eğer mürit Allah’a ne kadar yakın olacağını bilmek istiyorsa kendi kalbini dinlemelidir. Eğer kalp kıskançlık, garez, kibire yeniliyorsa, Allah, peygamber ve üstattan uzak olduğunu bilir. Eğer kalp insanlara merhamet ile dolmuşsa ve düşmanlık ve kıskançlıktan arınmışsa, o onun konumundan yüksek ve zenginlikte olandan Allah’a yakın olduğunu bilir. • Mürit tüm insanlara davranışlarında saygılı olmalı, kendi kardeşi saymalı ve onu savunmalıdır. • Hayvanlara davranış insanlara olandan çok daha dikkatli olmalıdır, zira o hiçbir şeyden haberdar değildir. Bahçeye giren hayvanlara beddua etmeyiniz. Onu özenle dışarı çıkarmak gerek, zira o kişinin görevi ihmali üzerine oraya uğradı. Hayvanlar üzerinde alay etmek, işkence etmek ağır günahtır. Suçsuz böcek, kuş ve tüm canlıları öldürmek günahtır. • Her ağaca, her çalıya, her ot çöpe saygılı davranmak gerekir. Onları sevmek ve onlara iyi dostlar gibi davranmak gerekir. En eski günah, meyve veren ağacı, nehir yakınındaki bir ağacı, yol kenarındaki bir ağacı, gölge veren bir ağacı kesmektir. Müritler her yerde ağaç dikmelidir ve büyüyene kadar onlarla ilgilenmelidir. Su, Allah tarafından yaratılmış her şeyden daha kutsaldır. En eski günah- suyu kirletmektir. İçmek için kullanılan pınar ve nehir suyunda yıkanmak, kirli eşyaları yıkamak, yüzmek yasaktır. Suya çöp atmak, nehirlerin yatağını gereksiz yere değiştirmek yasaktır.

Seçilmiş Temel Kaynakça : V. H. AKAEV- M. M. KERİMOV., İslam v Çeçne ( traditsii i sovremennost), Grozniy, 2006. / Aytek KUNDUKH., Kafkasya Müridizmi (Gazavat Tarihi), Haz. T. C. Kutlu, İstanbul, 1987. / Didem ÇATALKILIÇ., Müridizmin Pasif Direniş Örneği Olarak Kunta Hacı, (Danışman Doç. Dr. Abdullah Temizkan), Eğe Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Basılmamış Yüksek Lisans Tezi, İzmir 2013. / Tarık Cemal KUTLU, Çeçen Direniş Tarihi, Anka Yay., Ankara, 2005. / Said Hamzat, NUNUEV., Jivitelnıy Duh İslam, Moskva, 2000 / Y.Z. AHKMADOV, “Religious BrotherHoods in Chechnya, Kunta-Hadjı and The Kunta Hadjısts The Kunta-Hadji Chechen Religious Movement” / Alexandre BENNİGSEN, “The Qadiriyah ( Kunta Hajji ) Tariqah in North-East Caucasus 1850-1987”, Islamic Culture, Vol. LXII, No. 2-3, April-July 1988 / Moshe GAMMER, “The Qadiriyya İn The Northern Caucasus”, Journal of the History of Sufism (eds. Th. Zarcone, E. Işın, A. Buehler) İstanbul, 2000,1-2, ss.277280. / Anna ZELKİNA , “Some Aspect of the Teaching of Kunta Hajji– on the basis manuscript by Abd al Salâm written in 1862 AD”, Journal of the History of Sufism, İstanbul, 2000.

157 YİTİK KULE /

• Başkasının hakkının size geçmemesi için Allah’a dua edin. Eğer Allah’ı sevmek istiyorsanız adaleti seveceksiniz. • Kendinize ne istiyorsanız, kardeşinize de aynı şeyi isteyin. Diğerlerine göre daha zengin, daha yüksek, daha güçlü olmaya çalışmayın. Allah size ne verirse fakirlerle paylaşın. Zenginlikte sizi birileri kıskanacak dikkat edin. Bilgelik, adalet ve cömertliğe imrenin. Kötülüğü sevgi ve iyilikle yenin. Cimriliği cömertlikle yenin. Hainliği samimiyetle yenin. Yanlışlığı inançla yenin. Merhametli, alçakgönüllü, bağışlamaya hazır olun. Yetim, hasta, yoksul, güçsüzlüğe karşı merhametli olacaksınız. • Hz. Muhammed, Allah’ın duası ve selamıyla, her şeyi yaratan Allah’ın en değerli hediye olduğunu söyledi. Allah’a sunulacak en güzel hediye sizde var olanın birazını ihtiyacı olanlara verdiğiniz küçük bir parçadır. Açlık, sefalet, soğukluk ve küçük düşürülme durumunda kardeşlerinizden hiç birini bırakmayın. • Her ekmek kırıntısına saygı gösterin değerini bilin. Ne de olsa kuş ve karıncanın karnını doyurabilirsiniz. Siz ruhunuzu kurtarıyorsunuz, her şeyi yaratan Allah, ondan başka hiç kimse en küçük canlıları bile yaratamaz. • Büyük yaratıcı tarafından yaratılan dünyayı sevin ve var gücünüzle sakının, ona bakın renklendirin, donatın. Aşırılıklardan kaçının, zira aşırılık, gereklilikten farklıdır, sınır bilmez. • Diğerlerinde olmayanı istemek diğerlerinin evinin ölçüsüyle veya eşyalarının görkemi ile ayrılmayı istemek ayıp ve günahtır. Çok hayvana sahip olmak ve bunu açlık çekenlerle paylaşmamak günah ve utançtır. Her gün elbiselerini değiştirmek ve uzun süre yırtık elbiselerle gezenlerin önünden kibirle geçmek günah ve utançtır. Pahalı ve güzel ayakkabılarla yalın ayaklıların yanında durmak utanç ve günahtır. • Fazla yemek yemek, fazla uyku, fazla kıyafet, fazla konut her şeyi yaratan Allah’a bizi yakınlaştırmaz uzaklaştırır. • Dünyevi saygıya yönelmeyin. Dünyevi saygı yanılsamadır. Siz eşitler arasında eşit olduğunuz için sevinin ve gururlanın. Eğer daha fazla bilir ve daha fazlasına sahip olursanız vermek için acele edin, zira siz bunu vermezseniz bu yok olacaktır. Sizin verdiğiniz size geri dönecek ve mahşer gününde sizin şahidiniz olacaktır. • Kadına tavır, yaşlılara saygı, ailede saygı, misafire özel saygı, kolektif yardımlaşma ve toplumsal çalışma, dertte ve bayramda birlik, maharet, merhamet ve


DEĞERLERİMİZ

ADNAN ÖZTÜRK AKADEMİSYEN BİR RESSAMIMIZ

S

YİTİK KULE /

158

anatçı ve akademisyen Adnan Öztürk 1960 yılında Sivas'ta doğmuştur. Aslen İnguş (Galgay) ların Tsoriyn kolundan Nesirgoy taybına mensup bir aileye mensuptur. 1983 yılında lisans eğitimini Ankara Üniversitesi Diş Hekimliği Fakültesi'nde tamamlamış ve aynı yıl Ağız Diş Çene Hastalıkları ve Cerrahisi Anabilim Dalı’nda Doktora programına başlamıştır. 1987 yılında Doktora programını tamamlayan Öztürk, 1989 yılında Doçent, 1996 yılında Profesör olmuştur. 1997-2004 yılları arasında Selçuk Üniversitesi Diş Hekimliği Fakültesi'nde Dekan olarak görev yapan sanatçı, 2008 yılında Ankara Üniversitesi Diş Hekimliği Fakültesi’nde Öğretim Üyesi olarak çalışmaya başlar. 2010--2013 yılları arasında Ankara Üniversitesi Diş Hekimliği Fakültesi Dekanı olarak çalışan Prof.Dr. Adnan Öztürk 2015 yılında Sakarya Üniversitesi Diş Hekimliği Fakültesi’ne kurucu dekan olarak atanır. 2015 yılında dekanlıktan kendi isteği ile ayrılır. Bir süre Ankara Üniversitesinde çalıştıktan sonra halen çalıştığı Erciyes Üniversitesi Diş Hekimliği Fakültesine Dekan olarak atanmıştır.

Küçük yaşlardan itibaren ilgi alanına giren sanatsal çalışmalarını 1999-2004 yıllarında Konya’da Prof. Orhan Cebrailoğlu Sanat Atölyesi'nde yağlı boya ve desen eğitimi alarak sürdürdü. Bugüne kadar 20 den fazla kişisel sergi açan ve 15 karma sergiye katılan sanatçı çalışmalarına halen Ankara'da bulunan atölyesinde devam etmektedir Resimlerinde optik değerlere sıkı sıkıya bağlı, dış dünyaya ait olan ışığın renklerin peşinden koşan sanatçı aynı zamanda doğa betimlemelerini yakalayıp anlık konuları ele alır. Öztürk’ün tablolarında çiçekli tarlalarda o güzel gözleriyle uysalca size bakan bir atla yada yelelerini rüzgara teslim etmiş hırçın bir yılkı atıyla karşılaşırsınız. Öztürk, atlarla bağını Kafkasya kökenli oluşu, genleri ve öz kültürüyle

açıklar ve ekler: “ İnsanın içinde ne varsa resmine o yansıyor. Doğa genel temalarım arasında ön sıralarda yer alıyor. Doğayı, hayvanları çok seviyorum. Çok sevdiğim bir şeyin resmini yaparken adeta kendimden geçiyorum ve o resim bittiğinde istediğim gibi olursa, çok zevk alıyorum”

YİTİK KULE


Prof.Dr. Adnan Öztürk’ün yağlı boya resimlerinden bazı örnekler.

YİTİK KULE /

159

Sanatçımıza daha nice sanat ve güzelliklerle dolu bir gelecek diliyoruz.


şiir

SUSKUN İlk değil bu bir kadimin karlı günde yükselmekte -dibe vurmanın aksinetavan yapma geleneği varlığında yokluğunda bir lirizm tanımı zor tükenişler bir sürgünden diğerine öze dair en cılız iz silinmekte kaçıncıdır bana yol göründü yine

Desen: EROL YILDIR

YİTİK KULE /

160

Dostlar dostlar nasıl taşınsın bu acı her rüzgarın ardı sıra yinelenen ters koşmalar birbirine kızgınlıklar kırgınlıklar kıyımlar Daymoxk düşmedi de düştü sel yerinde düştü Vaynakh birbirine Kaç gecedir Terek biraz daha durgun bir yıldız daha düşmekte gözükara bir savaşçı kalıcı barışa dair son hamleyi olağan eceller ile yatağında ölümleri düşünmekte Oysa oysa biz kuzeniz bilmiyorlar oysa dağlılık coşkusu işlemiş genlerimize yorgun dağlar yankılanır hayran hayran dize gelmeyişimize bu işlerin yarını var yarını var!?

ŞAHİN SAYILGAN (kuŞinSan 130315-17)


ETNOĞRAFYA

ÇEÇEN GİYİM KÜLTÜRÜ TANIM, TARİF, TARİH ve GENEL BİR BAKIŞ

yatay ve atlamalı olarak örülen iplerin sıkıştırılması ile elde edilen kumaşların keşfi de giysilerin beğenilere göre değişen sınırsız çeşitlilikte ve şekillerde üretilmesine imkan vermişti. Zamanla örgü ve dokumanın gelişimi toplumların ekonomik göstergeleri haline dönüştüğünde kullanılan meta ve kumaş kaliteleri de buna bağlı olarak gelişim göstermişti. Örneğin buna göre “ipekli kumaşlar” pahalı malzemeler olduğundan ancak çok varlıklı kişilerin giysilerinde kullanılmaktaydı. Giysilerde kullanılan malzeme ve biçim anlayışı toplumların üretim gücünün seviyesine, sosyal yapılarına da bağlı olarak gelişim gösterdiğinden kıyafetler mesleklere, ekonomik seviyelere, sosyal statülere göre değişen farklı şekillerde ve işlevlerde üretilmeye başlamıştı. Toplumların giysi üretimlerinde, yaşadıkları ülkelerin iklim, coğrafi ve kültürel özelliklerini esas aldıkları, işlevsel açıdan kolaylık sağlayan toptan ve ortak malzemeleri kullanması ise milli giysi türlerinin ortaya çıkmasına sebep olmuştu. Giysilerde milli endişelerle, benzer tarzlarda dikilen kıyafetlerde ise sosyal statü, meslek vb gibi farklılıkları ortaya koyan en belirgin gösterge gerçekte ilk çağlardan itibaren kıyafetlerin ayrılmaz parçası olan süsleme ve aksesuarlardı. Erkeklerde silahlar, kadınlarda ise takı türü süslemeler kıyafetleri tamamlayan unsurlar olarak büyük bir çeşitlilik ve gelişim göstermişti. Toplumlar içinde yaşadıkları zamanın getirdiği şartlara bağlı olarak, ticaret, komşuluk, savaşlar din birliği ve hatta evlilikler gibi sosyo kültürel ilişkide bulundukları farklı toplumların da kılık ve kıyafetlerinden etkilenerek biçimsel yönden beğenilerini de değiştirebilmekteydi.

EROL YILDIR

161 YİTİK KULE /

A

dına giysi veya kıyafet dediğimiz bedensel örtü kültürü ilk insanla birlikte çağlar öncesinden şekillenmeye başlamıştır. Yeme, barınma ve üreme gibi temel davranışların paralelinde “örtünme”, çeşitli ihtiyaçlar, beğeni, duygu ve düşünceler eşliğinde toplumdan topluma değişen kültürel bir yapı içerisinde gelişim göstermiştir. Temel olarak, bir insanın bedenini (veya bazı uzuvlarını) çepeçevre kaplayan, şekillendirilmiş bir tür eşya olan giysilerin ilk kullanımı, iklim ve hava şartlarına karşı korunma, edep duygusu ile cinsel organların örtünmesi, büyü veya her tür sosyal statü göstergesi olarak gerçekleşmiş olmalıdır. Buna göre ilk insanların giysileri, eğer soğuk bir iklimde yaşıyorlarsa avladıkları hayvanların post ve derilerinden, sıcak bölgelerde yaşıyorlar ise çeşitli bitkilerin yaprak ve liflerinden yaptıkları eşyalardan oluşuyordu. İklim ve mevsim farklılıkları, değişik sıcaklıklar veya nem gibi tabiat şartları vücudun çeşitli yerlerinin korunup kapatılarak kıyafetlerin biçimsel farklılıklarda yapılmasına da sebep olmaktaydı. Yine kıyafetlerdeki biçimsel farklılıklar beğeni ve kişisel imkanlara göre de şekillenmekteydi. Hayvan derileri ve postlarıyla başlayan ilk tekstil ürünleri daha sonra yün liflerinin birbirine sıkıca kenetlenmesi ile oluşan “keçeleşmiş” metalar ile gelişim göstermişti. Örgü ve dokumanın henüz icat edilmediği çağlardaki ilk giysiler aynı malzemelerle yapıldığından benzer biçimlerde üretilmekteydi. Bugünkü anlamıyla, hayvansal ve bitkisel liflerin iplik haline getirilerek örülüp dokunması ile elde edilen çeşitli kumaş türleri daha sonradan keşfedilmişti. Temelde, bir tezgah üzerinde dikey sıralanmış ip sırasına


YİTİK KULE /

162

Çeçen kıyafetleri toplumsal yapının bir yansıması olarak tarihsel ve etnografik bir süreç sonunda oluşmuş, birçok toplumdan farklı olarak sade ve işlevsel bir görünüme ve yapıya kavuşmuştu. Ancak, günlük yaşamdaki sadelik ve gösterişsiz bu giysiler, toplantı, cenaze, şölen ve düğün gibi topluca bulunulan ortamlar için daha özenli hale getiriliyordu. Çeçencede günümüzde erkek kıyafetleri için kullanılan “Çoa” (: İçine girilen) kelimesi ilk dönemlerde erkek kadın ayrımı olmadan tüm kıyafetleri kapsıyor ve “giysi”genel anlamında kullanılıyordu. Çeçen giysilerinde erkek kıyafetleri çeşitli silahlardan oluşan aksesuarlarla görüntü zenginliğine kavuşurken, kadın giysileri üzeri motiflerle süslenip ve takılarla gösterişli bir görüntüye bürünüyordu. Çeçenlerde kıyafet ve giysi çeşitleri konusuna girmeden önce bazı temel saptamalara dikkat çekmek gerekir. Çeçen kıyafetleri aynı ve yakın coğrafyalarda yaşayan tüm Kafkas halklarının da benimsediği genel biçimsel hatlarda ve şekillerde ancak daha sade bir görünümde üretiliyordu. Özellikle erkek kıyafetleri olan göğsünde barutluk (:Gaziri) olan Çeçenlerin “Çoa” dediği (bknz. Faruk Kutlu’nun ilgili bölümdeki etimolojik saptaması), bilimsel literatürde ise “Çerkeska” genel adıyla tanınan klasik kıyafetler tüm Kafkasya halkları tarafından ortak bir beğeni ile sembol bir giysi olarak kullanılmaktaydı Rusların ilk kez tahminen XIX. Yüzyılda Kabardey çerkeslerinde görerek “Çerkeska” dedikleri bu kıyafete, Çerkesler “Tsey”, Osetler “Çukhisa” derken Gürcüler “Çokha-Çukha” ve “Akhalukhi” olarak adlandırıyorlardı. Rus etnoloğu E.N.Studenetskaya muhtemeldir ki; “Çoa”nın Çeçence anlamını tam olarak tespit etmediğinden, bu kelimenin Çeçen ve Osetlere Gürcülerin kullandığı şekliyle “Çokha” kelimesinden geçmiş olduğu iddiasını kitabında ifade ederken yanılıyordu. Ayrıca Çoa kelimesi ile Çuha (:TDK Sözlüğünde “Çuha” kelimesi karşılığının Farsça kökenli “ÇÜHA” dan geldiğini ve “tüysüz, ince, sık dokunmuş kumaş” olarak yazıldığını burada belirtelim) kelimesi arasında benzetme yoluyla illiyet bağı kuran, ki aralarında Çeçen araştırmacılar da bulunan bazı yazarlar da bu yanılgıya düşmüşlerdi. Yine bu kıyafetin ısrarla Gürcülere ait olduğunu iddia eden ve “çoa” kelimesinin de Çeçenlerce Gürcülerden alındığını söyleyen Gürcü araştırmacı Prof. Dr. Roland Topçişvili de aynı yanılgı içerisine düşmektedir.

Klasik Çeçen kıyafeti : Fotoğraf 1919 yılında Maraşta çekilmiştir. Dr. Stanley E. Kerr / Amerika


halk bilimi

ÇOA GELENEKSEL ERKEK KIYAFETİ ÇOA HAKKINDA ETİMOLOJİK SAPTAMALAR / FARUK KUTLU lanılan ‘çoa’ kelimesi iki kelimeden oluşur. Ço+A yı oluşturan bu iki kelimeden ÇO = “İç, içi, içeri, içerisi” anlamına gelirken sonda yer alan keskin okunuşlu tek harften oluşan A ise “olmak, bulunmak, durmak, yaşamak”. gibi anlamlar ifade eden genellemelerde kullanılır. Buna göre ; ÇO+A = “İçinde olmak”, “içinde durmak”, “içinde bulunmak” gibi bir anlam bütünlüğü şeklinde tanımanabilir. “İç “kelimesiyle ilgili örneklere devam edersek: Buradaki ‘o’ sesi ‘oa’ şekline yakın söylenir: -Çoh, çoah, çah: İçinde -Çoh a (çoh+a): İçinde duruyor/ Çoh= İçinde + a=duruyor - Çoh a mettig bu (Çoh+a+mettig+bu): İçinde duracak yer var/ Çoh= İçinde + a=duracak + mettig=yer + bu=var. -Ça hün çoh a (Ça+hün+çoh+a) : Ayı ormanda (orman içinde) duruyor / Ça=Ayı + hün=orman + çoh=içinde + a=duruyor.

Bu kıyafetin İlk çıkış kaynağının genel

olarak Kafkasya coğrafyası olduğuna günümüze ulaşan kaynaklarda yer alan fotoğraf ve gravür gibi etnoğrafik malzemelerden yola çıkarak kesin bir hükümle ifade edebiliriz. Bu kıyafetle bölgede yaşayan ve tanışan tüm toplumlar -ki buna sadece Çerkes, Çeçen-İnguş, Oset, Karaçay, Dağıstanlılar ve Gürcüler değil Kazak ve Kumuk toplulukları ile Azeriler de dahildirbüyük bir beğeni ile benimsemiş sahiplenmişlerdir.

-Ço loz (Ço+loz) : İçi ağrıyor/ Ço loz (Ço+loz). Ço=iç +loz=ağrıyor. -Çu ha, çüy ha, çüyh. (Çu+ha) : İçeriye / Çu=içeriye + ha=ye,ya -Çu ha val. (Çu+ha+val) : İçeri gel / Çu=içeri+ha = ye,ya + val=gel -Çu vei (çu+vei): İçeri geldi / Çu= içeri + vei=geldi. -Çu vaxan (çu+vaxan) : İçeri gitmiş / Çu= içeri + vaxan=gitmiş - Tse çoh aş vu. (Tse+çoh+aş+vu): Evin içinde duruyor / Tse=ev + çoh=içinde + aş=duruyor + vu=şahıs (bay) - Mux a şu? (Mux+a+şu): Nasıl oluyorsunuz? /Mux=nasıl + a=oluyor + şu=sizler Ço kelimesi insanın kendi içini, bağırsak ve karın bölgesini tanımlar. “İç” ile ilgili bütün kelimeler ‘Ç’ sesiyle başlar, devamına ‘o, a, u, ü’ sesleri eklenir. Tüm bu örnekler “ÇOA” kelimesinin; “içine girilen” genel anlamıyla tüm kıyafet ve giysileri tanımlayan Öz Çeçence olduğunu kanıtlamaktadır.

Böylece kıyafeti kullanan hemen her toplum, özellikle de şekil itibariyle kendi milli kıyafeti olduğu yönünde adeta tukuya varan bir hassasiyet göstererek bu giysiyi sahiplenmişlerdir. Kıyafetin çok tartışmalı olan “ilk kez kimler tarafından kullanıldığı ya da hangi topluma ait olduğu”nu ise net olarak tespit etmek mevcut bilgilerle mümkün görünmemektedir. Gerçekte böyle bir köken arayışı da bu kadar beğenilmiş ve benimsenmiş bir kıyafet için abes bir çaba olacaktır.

EROL YILDIR

163 YİTİK KULE /

Çeçencede erkek giysisi anlamında kul-


Bu, gereksiz ve bir anlamda da şovence çaba yerine öncelikle kıyafetin ortak özelliklerini tespit edip buna göre klasik şekline geliş sürecini araştırmak daha doğru ve bilimsel bir yaklaşım olacaktır. Genel olarak bilimsel kaynaklarda Çerkeska adıyla bilinen Çoa’nın en karakteristik ve belirleyici yönü göğüste yer alan ve kaburga hizasından her iki koltuk altına doğru yan yana çeşitli sayılarda yerleştirilen barutluk veya fişek cepleridir. Çeçence karşılığı “Gazır” olan olan bu fişeklikler bilimsel literatüre de (Rusların Greben ve Terek kazakları aracılığı ile Çeçenlerden aldıkları anlaşılmaktadır) aynı adla “Gazır, Hazır” olarak geçmiştir. Defalarca doldurularak pratik bir yöntemle kullanılan bu fişeklikler, Çeçence adı “Gaz” olan “keçi”lerin kemiklerinden yapıldığı için “gazır” olarak adlandırılmıştır. (bknz. Faruk Kutlu’nun aşağıdaki ilgili yazısı)

BUSTAMAŞ / GAZİR- GAZİRİ / FARUK KUTLU

İ

YİTİK KULE /

164

lk barutluklar (:Bustamaş), keçi (:Gaza) kemiklerinden yapılıyor ve bir miktar barut ve kurşun çekirdeği ile doldurularak kullanılıyordu. Daha sonra bu barutluklar giysilere gögüse çapraz olarak kuşakla asılan ceplere yerleştirilmiş ve Çeçence “Gaziri” adını almıştı. “Gaziri”, dolma tüfeklerde kullanılan hazır barut ve kurşun çekirdeği ölçüsüdür. Aynı boy keçi kemikleri bir araya getirilerek aynı ölçüde barut ve kurşun çekirdeği ilave edilmiştir. Böylece tüfeklerinde kullandıkları patlayıcıya bir standart getirmişlerdi. Bir anlamda bugün kullanılan hazır fişeklerin ilkel versiyonudur diyebiliriz. Ancak gaziri fişek gibi tüfeğin içinde yer almaz. Gaziri içinde bulunan barut ve kurşun çekirdeği tüfeğin namlusundan içeri boşaltılıp, tekrar göğüsteki yerini alır. Gaziriler atılmazdı çünkü bir sonraki kullanım için yeniden doldurulmak üzere saklanırdı. İlk önce bunlar kuşakla göğüs hizasında asılıyken daha sonra ÇOA’ya kemiklerin konacağı yanyana dizili cepler ilave edilmiştir. Daha pratik kullanımı için gazirlara kapaklar ilave dilmiştir. Kapak üzerine gümüş işlemeli süslemeler yapılmış, bazı giysilerde zincirle giysiye tutturulmuştur. Çeçenler keçi kemiklerinden yaptıkları bu ölçü kabına GAZİR (keçiden) ismini vermişler. GAZ+İR (Gaz=Keçi + ir= den, dan) Keçiden. GAZ+İR+İ (Gaz= Keçi + ir= den, dan + i=o, ya da çoğul olarak kullanılabilir.) Gaziri= Keçiden o, keçiden olanlar. Gaziri, gaziriy= Keçiler. Gaziri ve gaziriy kelimeleri bugün “keçi” kelimesinin çoğulu olarak kullanılmaktadır. Çerkeslerin de “Bğagustal’e” veya “Gazırey” dedikleri bu fişeklikler henüz kurşunun olmadığı dönemlerde elle doldurulan silahların hızlı bir şekilde kullanımını sağlamak üzere bir gelişim göstermişti. Bu tür kemik fişekler, henüz “harbi” nin olmadığı tüfek ve dolma tabacalarda (:Garç) tek atımlık bir kullanım için her seferinde yeniden dolduruluyordu. Bu doldurumlarda hataya yer olmayan bir ustalık gerekiyor, kemik fişekliğin içine sırasıyla önce kurşun misket (:Çaççam) konuyor, daha sonra bir parça çaput, gereken miktarda barut ve onun üzerine de ateşleyici çaput yerleştiriliyordu. Silahı kullanan kişi bu fişeği yerinden çıkararak sert ve

seri bir şekilde namludan içeri boşaltığında kurşun en üste kalacak şekilde silah ateşe hazır hale geliyordu. Çoanın ön göğüs kısmının sağ ve sol yanında eşit sayıda (bu sayı kıyafeti kullanan kişinin göğüs kafesinin genişliğine göre değişiyordu) gazırları yerleştirmek için cepler yer alıyordu. Gazırların ayrıca kemik, boynuz, şimşir, gümüş, pirinç veya bronzdan yapılmış kapakları da bulunuyordu. Bu kapaklar kullanım sırasında kaybolmaması için ince bir zincirle kıyafetteki bir tokaya bağlanıyorlardı. Çeçenlerin uzun savaş yılları boyunca karşılaştıkları yaralanmaların yerinde tedavisi için gazırların bazılarına ilaç , küçük iğneler ve cımbız vb gibi basit ameliyat aletlerini de yerleştirdikleri bilinmektedir.


GAZIRLARIN İLK KULLANIMI Tek atımlı namludan dolma çakmak tertibatlı silahların ilk kez 17.yy'da ortaya çıktığı düşünülürse çoalarda gazırların ilk kez 1650 li yıllardan itibaren

oluşmaya başladığını ve klasik görünümüne kavuştuğunu da ileri sürebiliriz. Gazırların kıyafetin üzerine dikilmesi ile birlikte tüm Kafkasya halkları arasında hızlı bir şekilde yayıldığı kaynaklarda belirtilmektedir. Bölge toplumlarının savaş ve baskınlara dayalı hayat biçimi içinde o dönemin silahlarının kullanımına yaptığı pratik katkısı, bu harekete elverişli ve estetik görünümlü kıyafeti bir anda popüler hale getirmişti. 1800 lü yıllara gelindiğinde fonksiyonel kullanımlı bir savaşçı elbisesi olarak farklı farklı kültürlere sahip olmalarına rağmen tüm Kafkas halklarının adeta ortak ve temel erkek kıyafeti olmuştu. Başlangıçta Gürcü ve Çerkes topluluklarında sadece feodal ailelerin giydiği Çoalar, Çeçenlerde feodal sınıflar oluşmadığı için toplumun tüm kesimlerince giyiliyordu. Zamanla Gürcü ve Çerkeslerdeki sıradan insanların da kıyafeti benimsemesi üzerine feodallerin kendi kıyafetleri üzerinde yaptığı abartılı süsleme, çizgiler ve farklılıklar Çeçen ileri gelenlerinin kıyafetlerinde hiç yoktu. Hatta daha sade ve gösterişsiz yapılıyordu. Bu nedenle çoalar Çeçenler için herhangi bir statü göstergesi değildi. Toplumun tüm erkekleri bu sadeliğe ve gösterişten uzak giyim tarzına önem veriyordu. Buna karşılık Çeçen Çoalarının belki de en gösterişli yanı üzerine takılan silah ve teçhizatlarda belirginleşiyordu. 1900’lü yılların başlarında silah teknolojisindeki korkunç gelişim neticesinde ateşli silahların değişimi ve barutluklara ihtiyaç kalmaması gazırların kıyafetteki pratik önemini de yitirmişti. Ancak yine de gazırlar dekoratif niteliği ve adet savaşcı erkekliğin sembolü olarak kıyafetlerde sadece bir süs unsuru olarak yerini korumuştur.

165 YİTİK KULE /

Çeçenlerde “Çoa” türü erkek kıyafetlerinin üzerine “Gazır” takılmadan önceki genel görünümünün, yine benzer şekilde omuzlardan itibaren vücudu kaplayan, önden yakasız üçgen açıklıkta, yırtmaçlı ve etekli olması gerekir. Ateşli silahların kullanılmasıyla gelişen bugünkü klasik görünümünün aksine önceki dönemlerde kıyafetin muhtemel sade halini bele takılan kemer (:Düohka) ile kama (:Şalt) ve yine boyundan asılan kılıç (:Gurda) başlıca temel aksesuar olarak tamamlıyordu. Bu iki aksesuar kıyafetin gazırla buluşmasından sonra da terk edilmemiştir. O dönemlerde Savaş sırasında ise bu sade kıyafetin üzerine hafif bir metal örme gömlek zırh (:Gıağ) bunun üstüne ise göğsü koruyan metal göğüslük zırh (:Barzak) kuşanılıyordu. Sadak(:Gura), yay (:Pxou) ve ok (:Iad) omuza asılırken, bu yaygın ortaçağ kıyafetini elde kalkan (:Turs) ile mızrak (:Berduk ) ve başı koruyan bir tolga-miğfer (:Suram) tamamlıyordu. Çeçenlerin ilk zamanlardan itibaren “Giysi” karşılığı kullandıkları Çoa kelimesinin gazırların kıyafetin üzerine monte edilmesiyle daha spesifik olarak sadece bu kıyafet için kullanılmaya başladığını düşünmek yanlış olmaz. Keçi kemiklerinden yapılan ilk gazırların çoa üzerine dikilmeden önce boyuna çapraz asılarak kullanıldığı blinmektedir.


İŞ

RAF ÖN TA

ARAF ÖN T

İŞ ÖN DİK

ÖN D İK

Ş DİKİ YAN

YAN D İKİŞ

DİKİŞ

ARKA DİK İŞ

166

ARKA

YİTİK KULE /

KOL / YEN

SIRT / ANA KATLAMA

Gazırlar ayrıca dikilir

ÇOA


SİLG (KAPİTONE ) KUMAŞLAR Kış aylarında giyilmek üzere dikilen Çoaların bu ön yüz ve astardan oluşan iki kumaşı arasına ince bir tabaka olarak yün veya pamuk doldurulur “kapitone” dikişle sabitlenirdi. Ayrıca kışlık başka tür giysiler için de kullanılan bu tür kapitone dikişli çift kat kumaşlara Çeçenler genel olarak “SİLGA” adını veriyorlardı. Her türlü kıyafette kullanılan bu tür dikişli kumaşlar hem eskimiş kumaşların yeniden değerlendirilerek tasarruf edilmesine hem de işlevselliği açısından yakın zamanlara kadar kullanılmıştı.

ÇOALARIN GENEL BİÇİMSEL ÖZELLİKLERİ Çeçenlerde çoa belden yukarısı vücuda oturacak şekilde, belden aşağı uzanan alt eteklik olarak bir bütün olarak tasarlanmıştır. Kıyafeti giyen kişilerin beğenilerine göre şekillenen bir takım farklılıklar olmasına karşılı genel olarak bazı biçimsel özellikleri tespit etmek mümkün olabilmektedir. Buna göre; Çoanın gögüsten bele doğru uzanan öndeki üçgen yakasız açıklığı üç veya dört düğme ile göbek üzerinde birleştirilirdi. Etek kısmı ise diğer toplumların benzer kıyafetlerine göre dizden aşağıda daha uzun olarak tasarlanmıştı. Eteklerin genellikle iki yanında veya arka tarafında ata binme sırasında eteğin eyere takılmasını önleyen 10-15 cm uzunluğunda yırtmaçlar bulunurdu. Çoanın dikilmesi sırasında bel arkasına gelen iki adet büzgü çıkıntı bulunur. Bu çıkıntılar kemer takıldığında alt tarafta kalarak, özellikle savaş ve çarpışmalarda vücudun hareketleri sırasında kemerin ve silahların yukarı sıyrılmasını önleyen pratik bir çözümdü. Çoanın kolları da rahat hareket edecek şekilde geniş ve el uzunluğunu bir karış fazladan geçecek şekilde dikilmekteydi. Genel bir saptama yapacak olursak, çoalar görünümlerinden daha çok işlevsel açıdan hareketleri kısıtlamayacak şekilde tasarlanmıştır.

167 YİTİK KULE /

Çeçenlerde çoa, giyecek kişinin ölçülerine göre kadınların elde yer tezgahında dokudukları yünlü “Çuha” kumaşlardan dokunurdu. Bu kumaşlar genellikle siyah, kahverengi, koyu yeşil, toprak renkleri, bordo ve bu renklerin tonlarından oluşurdu. Kök boyalarla renklendirilen kumaşlar arasında özel törenler için dikilecek çoalar için beyaz tonlar da bulunmaktaydı. Kıyafetlerin içine astar olarak kumaşın rengiyle uyumlu bir renkte ikinci bir kumaş dikilirdi. Çoanın kolları günlük kullanım sırasında dirseğe kadar iç astar dışa gelecek şekilde kıvrılarak katlanıyordu.


Çoa’nın içinde ve beraberinde giyilen diğer kıyafetler GOVTAL / VETAN KOUÇH

YİTİK KULE /

168

Çeçen erkekleri “çoa” larının içine boyun kısmı önden düğmeli, kısa “hakimyaka”lı uzun kollu “GOVTAL” denilen etek-gömlekleri giyerlerdi. Rusların “Beşmet” adını verdiği bu tunik tarzındaki gömlekler diz kapağının bir karış üzerine kadar uzanırdı. Bazı “govtal”lar özellikle yaz aylarında çoa olmadan da kemerle giyilebiliyordu. Govtal etek-gömlekler ketenle yapıldığında “VETAN KOUÇH” denilmekte idi. Gerçekte Çeçencede her tür gömlek karşılığı da “KOUÇH” kelimesini kullanılmaktadır. Bu gömlekler, sadece “baştan geçirilerek” giyilecek şekilde, önleri boğazdan göğüs hizasına kadar düğmeli olarak yırtmaçlı tasarlanmıştı. Gömleklerde Yaka ve kol yenlerine takılan “NÜYD” denilen düğmeleri ve “TÜDÜRG” denilen ilikleri elde ip işleme dokuması ile ya gögüs kısmına bir veya iki adet cep dikiliyordu.Kıyafeti giyecek kişilerin istek ve imkanına göre farklı kumaşların kullanıldığı “govtal” ların çoa ile uyumlu bir renkte olmasına özen gösterilirdi. Ancak siyah, gri veya beyaz renkler de sıklıkla tercih edilirdi. Yazlık ve kışlık olmak üzere farklı kumaşlarla yapılan kuoç’lar, soğuk havalarda giyilmek üzere üretildiğinde “SİLGA” denilen kapitone olarak yapılmaktaydı.

ÇUHULAYUHU BEDARŞ Çeçen kıyafet kültüründe içe giyilen tüm çamaşırlara “ÇUHULAYUHU BEDAR” denilmiştir. Bu kıyafetlerin en önemli parçasını “XEÇA” veya “HIĞÇ” denilen don oluşturur. Genellikle beyaz ya da gri renkte, pamuklu kumaştan dikilir. Günümüzde kullanıldığından farklı olarak daha bol ve uzun olan bu kıyafetin üzerine “ŞHALBAR” denilen bir tür pantolon giyilir. Şalbarlar, muhtemelen Farsça “shrovar”dan Türkçeye geçen ve Türkiye’de “şalvar” olarak bilinen geniş, önden ve arkadan büzgülü kıyafetle sadece isim benzerliğine sahiptir. Çeçenlerde bu pantolonun şekli, süvari kıyafetine uygun olarak Kafkasya'daki diğer toplumlarda da görülen şekliyle belden bağlamalı, dizden aşağısı dar ve her iki ayak bileğinden düğmeli olarak tasarlanmıştır.

PÂSATAŞ Çeçen erkek kıyafetlerinden önemli unsurlardan bir tanesi de deriden, keçeden veya yün dokumadan yapılan türlü şekillerdeki “PÂSAT” denilen çorap ve tozluklardı. Anlaşıldığı kadarıyla atalarımız Daymohktan ayrıldıkları yıllarda, çok eski tarihlerden beri kullandıkları tozluk tarzı çizme yerine geçen ve dize kadar uzanan uzun çorapları kullanmayı terk etmeye başlamışlardı. Ancak “THIRGHAN PÂSAT” denilen yün çorap geleneği yakın zamanlara kadar varlığını sürdürmüştür. Çoraplar ayakkabıların içlerine rahatça giyilecek şekilde ve kısa konçlu olarak üretilmişlerdir.


VERTA Çeçen erkek kıyafetleri arasında, diğer kafkas toplumlarının “Burka” veya “Yamçı” adını verdikleri “VERTA” denilen keçeden üretilen giysiler önemli bir yer tutar. Tüylü ve düz olarak iki türde ve korunma amaçlı olarak yapılan bir giysidir. Her tür hava koşullarında çoa’ların üzerine tamamlayıcı olarak giyilen “vert”ler, Türkiye’deki “Çoban Kepenekleri”ne benzer bir şekilde yapılmıştır ve tüm Kafkasya’da halen yaygın olarak kullanılmaktadır. Bir pelerin şeklinde boyundan aşağı tüm vücudu içine alacak şekilde yere kadar uzanan bu giysi, ata binildiğinde de atın sağrısını kaplayacak genişliğe sahiptir.

KETAR BEKX

KUY Çeçenler, başa giyilen tüm giysi türlerini genel anlamda “KUY” olarak adlandırmışlardır. Gerçekte, Çeçenler toplum içine çıkarken mutlaka bir şapka takma geleneğine sahip olduklarından tarih boyunca “KUY KETAR” ana grubu içerisine giren farklı türlerde başlıklar kullanmışlardır. Buna göre “KXOLXAZAN KUY” kuzu derisinden yapılan ve klasik Kafkas erkek kıyafetlerinde tamamlayıcı bir unsur olan “kalpak”a verilen isimdir. Gündelik hayatta kullanılan kalpaklar ile ritüel ve tören ortamlarında kullanılan farklı kalpak çeşitleri bulunur. Yine yaşlıların giydikleri kalpaklarla gençlerin giydikleri biçimsel farklılıklara sahiptir. Çeçenlerde hacc ibadetini yerine getiren kişilerin kalpaklarına beyaz veya yeşil bir kumaşı kuşak halinde sarma adeti hala yaşatılmaktadır. Günümüzde Çeçenya’da bazı kadiri tarikatı mensuplarınca bu kalpakların beyaz renkte olanları gösterge olarak kullanılmaktadır. “KXAKXAN KUY” ise koyun veya keçi derisinden yapılan bir tür tüylü kalpak çeşididir. Daha çok gençler ve çocuklar tarafından kullanır. Başka bir şapka türü de muhtemelen keçe’den ve çeşitli “dilimli kavuk” şekillerinde yapılan “MANGAL KUY” dü. Ancak yapımı ve kullanımı kalpakların yaygınlaşmasıyla günümüzde terk edilmiştir. Bunlar dışında takke şeklinde olan ve parlak kadife kumaştan yapılan “TES” denilen başlıklar günlük hayatta hala yaygın olarak kullanılmaktadır. Kardeş toplum İnguşlarda “XODA” ve “YEGA” denilen takke tipleri de kullanılıyordu.

169 YİTİK KULE /

Çeçen giyim kültüründe dokuma ve keçe malzeme dışında çeşitli hayvanların postlarından yapılan farklı tarzlarda kıyafetler de karşımıza çıkmaktadır. Bu tür kürklü kıyafetlere genel anlamda “KETAR BEKX” adı verilmekteydi. Kürklü giyecekler arasında “kolsuz yelek”, “gocuk” ve “palto” tarzı kıyafetler çoğunluktaydı. Genellikle koyu derisinden yapılan ve kürklü kısmı içeri doğru gelecek şekilde tasarlanmış bu kıyafetler soğuğa karşı oldukça işlevseldi. Kadın, erkek ve çocuklar için farklı şekillerde yapılan ketar bekx’ler arasında “Kapşonlu- başlıklı gocuklar” da bulunuyordu.


BAŞLAKX / PALÇAKX

YİTİK KULE /

170

Geleneksel Çeçen erkek giysilerinin karakteristik parçalarından birisi ise kalpakların üzerine geçirilerek soğuk ve yağıştan korunmak için kullanılan “BAŞLAKX” veya “PALÇAKX” denilen yün örgüsü atkı başlıklardı. Bu giysi işlevselliği kadar görsel açıdan oluşturduğu görüntüsü ile de yaygın olarak kullanılarak günümüze kadar ulaşmıştır. Genel olarak kalpağın üzerine geçirilen sivri uçlu bir başlığa bağlı, gerektiğinde yüzü ve boyunu koruyarak kapatmak için tasarlamış iki uzun atkı koldan oluşmaktadır. Çoğunlukla beyaz ve siyah yün iplikle dokunmaktadır. Etrafına çepeçevre “Çimçırg” denilen örme şeritler dikilen ve sivri tepeliğine örgü püskül takılan bu başlıklar, eski kaynaklardan anlaşıldığına göre çok eski bir tarihsel geçmişe sahiptir. Savaş ve çatışma sırasında yaralanmalarda ve kırıklarda sargı olarak kullanılan başlıklar erkek kıyafetinin de en işlevsel aksesuarlarından birisiydi. Başlık, kalpağın üzerine geçirilerek kullanılmadığı durumlarda üzerinde yer alan örgü bağlarla boyuna tutturulur ve kıyafet sırta doğru geriye atılırdı. Çeçenler kıyafetin iki uzun atkı kolunu kendilerine has bir tarzda göğüsten çapraz geçirerek sırttan kemerlerine tuttururlardı. Böylece uzaktan bakanlar başlığın bağlanış şeklinden giyenlerin Çeçen süvariler olduğunu anlarlardı.

Başlakx bağlama tarzını gösteren desenler : Faruk KUTLU Başlakx kullanan atlı desen (üstte) : Teodor HORŞHAYLT Başlığın orjinal katlanmış haldeki ölçülü çizimi : Erol YILDIR


MEAÇİŞ Çeçenlerde ayakkabı anlamında genel manada “MEAÇİŞ” (: ayakkabılar) kelimesi kullanılır. Bu kavramla birlikte kullanım alanlarına göre farklı tür ve teknikle yapılmış ayakkabılar için de çeşitli adlandırmalar yapılmıştır. Buna göre : TERXAŞ : Deri malzemeden yapılan tüm ayakkabılara verilen genel bir isimdir. PEZAGAŞ : Çarık şeklinde üretilen ayakkabı türleridir. Kadın erkek tüm yetişkinler için üretine bu çarıklar günlük hayatta en sık kullanılan ayakkabı türü idi. Özellikle tören ve düğünlerde giyilmek üzere yapılan sahtiyan deri Pezag’ların üzerine aplike “bustum”lar işleniyordu. Bu tür motifli türlerin günlük hayatta giyilmesi ise pek hoş karşılanmazdı. NE1ARİ MEAÇİŞ: Bir tür tahta ayakkabıdır. Kavak gibi yumuşak ağaçlardan yapılır, ayağı vurmaması için içine kuru ot konularak giyilirmiş. POŞMAKX: Üzeri deriden ama tabanı ahşaptan yapılan bir ayakkabı türüdür. K1ARXAŞ / TUDARKXAŞ : Yumuşak sahtiyan deriden altı ve arkası dik-

19. yüzyıla ait muhtemelen Kafkasya’da yapılmış, aplike işlemeli motifli deri ayakkabı “PEZAG” ve üzerinde işleme “Bustum.” K.Maraş Müzesinde Envanter No: 4.3.82 ile kayıtlıdır. Kaynaklarda Rasim Apaydın tarafından Göksun’dan alınarak müzeye satılmış olduğu yazmaktadır. Müze Aşivinde 1986 yılında E.YILDIR tarafından tespit edilmiştir. SERGİLEME DIŞIDIR.

işili olarak yapılan bir tür çarık cinsidir. T1ARSİGAN

171

Aşağıdaki fotoğraf : 19.yüzyıla ait günlük yaşamda kullanılan ahşap tabanlı deri ayakkabı. Ayağı vurmaması için tabanına kuru ot konularak giyilmekte idi.

YİTİK KULE /

MEAÇA K1ARX: Bir tür tüylü deri ayakkabıdır. KHULÇHİ: Bir çeşit dağ ayakkabısıdır. MÂXISEŞ: Çeçenlerin çok eski çağlardan beri kullandığı çizme türü ayakkabıdır. ETKA/ ETK’: Kısa kıvrık uçlu bot tarzında bir tür çizmedir.KALOŞ / LAKLONŞ: Kundura tipi tüm ayakkabılara verilen isimdir. Çeçenlerde deri işçiliği ülkenin hayvancılık ekonomisine bağlı olarak çok ileri bir düzeye erişmişti. Ayakkabı yapımında uzmanlaşmış zanaatkarların çoğu Galanchoj, Shatoy, Itum-Kali, NozhaiYurt gibi bölgelerde yaşıyordu. Ayakkabı yapımında yabani hayvanlar da dahil olmak üzere boğa, inek ve manda derisi kullanılırken, giyecek yapımında keçi, buzağı ve at derisinden yararlanılıyordu. Yine, koyun derisi hafif ve kışlık ayakkabıların yapımında sıkça kullanılan malzemelerin başında geliyordu. Bunların dışında Çeçen kadınları ev içinde giyilmek üzere erkek ve kadınlar için keçeden yapılan ayakkabılar da üretmekteydiler. Kıyafet için kullanılacak derilerin tabaklanmasında “yulaf ve tuz”, “”saf tuz” ve “tuz ve un” olmak üzere üç farklı karışım kullanılmaktaydı. Sığır derisinden sonra en çok koyun derisi işleniyordu. Deriler etten soyulduktan sonra yukarıda belirtilen karışımlarla ovuluyor, sonra iki hafta dinlendiriliyor, daha sonra da kurutularak diğer tabaklama işlemlerine başlanıyordu.


MEAŞA / Çeçenlerde Kumaş ve BİÇKİ İşlemleri Bazı kaynaklara ve yaşlıların anlatımlarına Eğer boyanan malzeme kumaş ise kuruduğunda düz

YİTİK KULE /

172

göre Atavatandan getirilen bir teknikle 1950’lı yıllara kadar Türkiye’de erkek ve kadın elbiselerinde kullanılan yünlü kumaşlar kadınlar tarafından el tezgahlarında dokunuyordu. Çeçenler bu ev yapımı yünlü kumaşlara “MEAŞA” adını vermişlerdi. Aile fertleri için yün işleme ve giysilik kumaş dokuması aynı zamanda ekonomik açıdan bir kazanç kapısı da oluşturuyordu. Geleneksel yöntemlerle yapılan bu üretimlere genç kızlar çocukluk yaşından itibaren başlamaktaydı. Dokumayla ilgili tüm işlemlere, evdeki yaşlı kadınların yardımı ve gözetiminde önce iplik olarak eğrilecek yünün temizlenmesiyle başlanıyordu. Güneşli bir havada yünler varsa bir nehir suyunda veya çeşme başında yıkanıyor, kurutuluyor ve temizlenerek eğrilmeye hazırlanıyordu. Bu tür işlemlerde ev kadınları komşu ve akrabaların da yardımıyla “Belkhi” yardımlaşması oluşturuyorlardı. Çeçenler, yapılan işin türüne bağlı olarak “verta”, “isting” lik ham keçe, çeşitli kçe eşyalar ve ince kumaş keçe yapma sürecinde “verta datosh bolu belkhi” ,“Verta dyullush boly belkhi” veya “Istang dyullush bolu belkhi” dedikleri bu tür belhiler yapmakta idiler. Dokuma için eğrilene yünlerden kalın ve ince olmak üzere iki çeşit “TEAY” denilen iplikler yapılırdı. İnce ipler, giysilik yünlü kumaşların dokunmasında, daha kalın iplikler, çanta, çuval, heybe (KHURDJİN) ve çorap gibi eşyaların yapımında kullanılırdı. Ahşap yer tezgahlarında yün ipliklerle dokunan yünlü kumaşlar haricinde Çeçenya’da iken ketenden (VİETA / GİYETA) dokunan “Keten” kumaşların da kullanıldığı kaynaklarda belirtilmektedir. Yün iplerin boyanması sırasında açık-gri renklerin yaygın olarak tercih ediliyordu. Bazen beyaz iplikler siyah veya açık gri renklerle birlikte yeniden farklı renkler için de kullanılıyordu. Renklendirmede fındık, defne, yabani elma ağacı, meşe ağacı kabuğu, kızılağaç, ceviz gibi ağaçların kök ve yapraklarından boyar madde olarak yararlanılıyordu. Çeçenler yünlü kumaşları çoğu durumda doğal renkler kullanarak siyah, koyu gri ve sıkça mavi renklerle boyuyordu. Nadiren de ara renkler için yapay boyalarda kullanıyorlardı. Boyanan malzemeler, bir ip üzerine asılarak kurutuluyordu.

olması için uçlarına ağırlık bağlanarak gerginleştirilerek asılıyordu. Kumaş boyaması ve renklerin sabitlenmesi oldukça ayrıntılı bir işlem süreci sonucunda oluşmaktaydı. 9. yüzyılın son çeyreğine kadar Çeçenlerde kıyafet satın alma yerine karşılığında iş gücü ve mal takası sistemi yaygındı. Çeçen kadınlarının çoğu erkeklerin yaptığı ticari işlerde de oldukça başarılıydı. Deri kıyafetleri ve ayakkabıları Çeçen kadınları ustalıkla yapabiliyordu. Dokuma ve deri işlemeciliğinde yapılan tüm üretimler öncelikle aielenin kendi ihtiyaçlarını karşılamaya yönelikti. Ortalama bir ailenin 10-15 üyesi ve bazen daha da fazla ferdi vardı. Her aile bireyinin dış, iç ve iş kıyafetleri için gereken kumaşı karşılamak için malzemenin israf edilmeden kesilip biçilmesi işlemleri büyük bir öneme sahipti. Kumaş ve derilerin kesilip biçilmesi anında, işin yapıldığı mekana birilerinin girmesi ve çıkmalarına da müsade edilmezdi. Aksi takdirde kumaşın heba olacağına inanılıyordu. Kesilen kumaş ve derilerin hiçbir parçası bu nedenle ziyan edilmez mutlaka başka bir giysi için kullanılırdı. Kesme işlemlerini öncelikle deneyimli ev kadınları yapmakta idi. Ancak bazı kıyafetlere ait kesim işlerinde erkeklerin yardımı da gerekmekteydi. Çeçen kadınları tüm ev işlerinin arasında bu tür işleri de öğrenerek terzilikte uzmanlaşıyorlardı. Ancak çoa ve gabili gibi temel kıyafetleri biçmek ve dikmek için ayrı bir ustalık gerekiyordu. Her köyde bu iki kıyafeti yapabilen ustalıkta (ve böylece geniş bir müşteriye sahip) birkaç kadın da mutlaka bulunurdu. Giysi kesimleri özel kalıplar olmaksızın yapılırdı. Deneyimli bir terzi, ihtiyaç sahibini ölçülerini bakarak tahmin eder ve ona göre hemen ne kadar malzemenin gerekli olduğunu belirleyebilirdi. Kesimden önce terzilik yapacak kişi müşterisine dualar ederek işine başlardı. Evli bir kadın için ailesinin iyiliği, evlenmemiş bir kız için iyi koca ve hayırlı evlatlar, bir dul için ise yeni bir aile ve mutlu bir yaşam dilenirdi. Çeçenler bu tümü elle yapılan kesip biçme işlerine “TOYGUNA” adını vermişlerdi. 20. Yüz yıl başlarında kıyafetlerde fabrika üretiminin ortaya çıkışı ile önceki giysilerin geleneksel dikiş yöntemleri zamanla unutularak, sadece kapalı ekonomi içinde bazı usta kadınların yapabildiği işlemlere dönüşmüştü.

YİTİK KULE / Lechi Garsaev ‘den yararlanılarak / Waynakhonline


halk bilimi

GABİLİ GELENEKSEL KADIN KIYAFETİ

genç kız ve gelinlerin giysileri çok daha renkli, motifli ve süslü idi. Özellikle dağlık bölgelerde yaşayan Çeçen kadın kıyafetleri çoğunlukla kendi dokuyup diktikleri yünlü kumaşlardan oluşuyordu ve yoksul aileler kıyafetlerini eskiyip yıpranana kadar kullanıyorlardı. Çeçenya’da buğday yetiştirilen ovalık bölgelerinde yaşayan, Grozniy ve Terek kıyıları çevresinde ticaretle uğraşan zenginleşmiş aileler ise daha iyi hayat şartlarına sahiptiler ve çeşitli yollardan pahalı şallar, ipek kumaşlar, çok sayıda takı ve ayakkabı alabiliyorlardı. Öyle ki bu bölgelerde yaşayan kadınlar daha 14. ve 16. yüzyıllar arasında diğer ülkelerden gelen tüccarlardan pahalı kıyafetler satın almanın ve ipek pantolon giymenin zevkine varmışlardı. Kadınlar 12 yaşından itibaren farklı modellerde yapılan GABİLİ’ler giymeye başlıyorlardı. Bir gabili, erkek kıyafetleri “Çoa” da olduğu gibi belde daralan ve altta genişleyen yekpare giysi şeklinde yapıldığı gibi üstte cepken ve altta etek olmak üzere iki kısmından da oluşabiliyordu. Giysinin en belirgin unsurlarından birisi de kol yenlerinin dirsekten itibaren bileklere doğru uzayarak genişlemesi idi. Giyside yuvarlak bir yaka ve 10 cm uzunluğunda düğmeli bir içten torbalı bir de cep bulunuyordu.

YİTİK KULE / Lechi Garsaev ‘den yararlanılarak / Waynakhonline

173 YİTİK KULE /

G

ünümüze kalan etnografik malzeme ve fotoğraflardan edinilen bilgilere dayanarak Çeçen kadınlarının giyimleri ve kıyafet çeşitlerinin diğer Kafkas toplumlarına göre daha sade ve daha az gösterişli olduğunu ileri sürmek mümkündür. Çeçen ve genelde tüm Vaynah kadınlarının ilk dönemlerde “Çoa” olarak, daha sonra ise bu ismin sadece erkek kıyafetleri karşılığı kullanılmaya başlamasıyla “GABİLİ” olarak adlandırılan kıyafetleri günlük hayatın içerisinde pratik olarak kullanıma uygun olarak tasarlanıyordu. Bu nedenle örneğin kadın kıyafetlerinin üzerinde ve kol yenlerinde diğer toplumların sınıfsal ayrım ve farklılığının göstergesi olarak yapılan motifli ağır işlemeler Çeçen kadın giysilerinde hemen hiç yoktur ya da bu süslemeler çok daha sadedir. Genel anlamıyla Çeçen kadınlar aile ihtiyaçları için kumaş dokuma ve elbise yapma süreci içerisinde sade ve kullanışlı ev yapımı yünlü malzemelerden basit kıyafetler veya kıyafetler giyiyorlardı. Çeçen kadın kıyafetleri, toplumda feodal farklılıklar olmadığı için genel sadeliğe sahip olmasına karşılık, aile içindeki yaş ve konuma göre net bir şekilde farklı çizgilerle belirlenirdi. Buna göre evdeki yaşlı kadınlar koyu renkli düz hatlar sahip kıyafetleri seçerken,


MUDARGAŞ Gabilinin gögüs üzerine denk gelen üçgen kısmına kıyafete bağlı olarak, bazen de kıyafetin içerisine yaka ve belden bağlanarak bir tür döşlük / üst önlük gibi giyilen “MUDARGAŞ” adlı parça, bu kıyafetin başlıca ve karakteristik görünümünü oluşturuyordu. Mudarga, 16 veya 14 çift metal düğme toka kullanılarak yapılıyordu.

YİTİK KULE /

174

Yaşlı kadınlarımız bugün bile bu tür giysileri giyerler. Elbiselerde kullanılan kumaşların rengi kırmızı, turuncu, beyaz, sarı veya kahverengi olabildiği gibi çoğu zaman ellerindeki imkanlara göre olanla yetiniliyordu. Düğün kıyafetleri veya tören amaçlı diğer kıyafetler ise genelde açık renklerdeki kumaşlardan dikilmekteydi. Çeçen adetlerinde uzun süreli yas tutma ve aile içindeki ölümlerden sonra hayattan elini ayağını çekerek içine kapanma pek makbul sayılmadığı için oğlu veya eşi vefat eden kadınlar içlerindeki acıyı, kıyafetlerinde daha çok koyu renkleri seçerek, parlak ve canlı renklilerden uzak durarak yaşıyorlardı. Çeçen kadınları bir gelenek olarak özel günlerde ve törenler için üzeri bustumlarla süslenmiş zarif bir kıyafet de dikiyorlardı. Çeçen kadınları iş yaparken herhangi bir özel kıyafet değiştirmez günlük kıyafetlerini giyerlerdi. Kadınlarının sonbahar ve kış aylarında giydikleri elbiseler daha kalın ve yünlü kumaşlardan yapılıyor, kıyafetlerde astar olarak yeşil, mavi veya kahverengi bez kullanılıyordu. Ufak değişiklikler dışında erkek kıyafetlerine benzeyen “GOVTAL”lar, “SİLGA” denilen bir tür kapitone edilmiş teknikle dikiliyor ve ince bir pamuk tabakasıyla dolduruluyordu. Boy olarak gabili'den biraz daha kısaydı. Gabili ve Govtal dışında Çeçen kadınlarının farklı türdeki kıyafetlerini ise şöylece sıralamak mümkündür.

KOUCH

Genç kızlar 12 yaşından itibaren gelinlik çağına kadar veya evlendikten sonra da yeni gelin olarak bu ince ve zarif kıyafeti giyiyorlardı. Gabililerde neredeyse yere ulaşan eteğin üst kısmı astarlıydı. Varlıklı aileler kızlarının gabilisini kadife, brokar ve bezden dikiyor veya diktiriyorlardı. Bununla birlikte, çoğunlukla Çeçen aileierinde saten ve renkli yünlü kumaşlardan gabili’ler yapılıyordu. Yaşlı kadınlar ise bu giysiyi giymiyorlar, evde ya da dışarı çıktıklarında düz kesilmiş bir yelek ve altına da rahat bir entari-etekten oluşan bir kıyafet giyiyorlardı.

Çeçencede “KOUCH” genel olarak gömlek-etek anlamında kullanılıyordu. Keten kumaştan yapılan ve “VETAN KOUCH” denilen belden bağlamalı, bazıları diz altına kadar, bazıları ise yere kadar uzanan farklı türdeki etekler her yaştaki kadının giysi çeşidi arasında idi. 19. yüzyılın başında, eteklerin uzunluğu dizlere kadar kısaltıp kollar dirseklerde kesilmişti. Bir çeşit tunik tarzı kıyafet olan “CHURPA KOUCH” omuzdan ayak bileğine kadar uzanan pileli geniş etekli bir kıyafetti. Düz uzun kollu, göğüs üzerinde kanatlı yuvarlak, düğmeli bir yakası vardı. İlk dönemlerde Çeçence “NÜYDA”, İnguşca “CHOPİLG” denilen bu düğmeler kordon şeritlerden örülürken daha sonraları metal düğmelerle değiştirilmişti. Günümüzde kullanılan düz dikimli entarilere benzeyen “TULEPA KOUCH” ise en yaygın etek türü olarak kullanılıyordu.


KHAKKHAN KETAR / SADYOKHDİİRUG / BELKHİOLURG KHAKKHAN KETAR koyun derisinden yapılan kışlık kıyafet, bele kadar uzanan önden açık bir tür ceketti. Bu ceketin kolsuz olan ve kenarları kürklü olarak yelek şeklinde dikilen başka bir türüne ise “SADYOKHDİİRUG” adını vermişlerdi. 20. yüzyılın başlarında ortaya çıkan bu kolsuz yelek türü 1944 Sibirya sürgününe kadar yaygın olarak kullanılmıştı. Bu kürklü yeleğin önden düğmeli kollu bir tür kısa palto şeklinde olanı ise “BELKHİOLURG” adındaki kıyafetti. Önden gümüş ve bakır düğmeli, kalçayı örtecek uzunlukta astarlı bir ceket şeklinde tasarlanmıştı. Bileklere kadar ulaşan uzun kolları vardı. Yaka ve kol manşetleri kürklü olan kıyafetin üzerinde renkli ipek ipliklerle “TİKMİNİŞ” işlemeler yapılıyordu. Elbisenin ön etek uçlarına üçgen köşeli “KLİNZH” denilen hasır örgü bustumlar işleniyordu. Kesim ve dikimi oldukça zor olan bu kışlık kıyafeti herkes kolayca yapamıyordu.

ÇUHULAYUHU BEDARŞ

KHALKHA ULLURG / TLOLG Çeçen kadınlarının kullandığı bir elbise de önlük tarzındaki “KHALKHA ULLURG” du. İnguşların “TLOLG” adını verdiği, farklı şekillerde yapılan bu giysiyi tüm kadınlar günlük hayatta kemer şeklinde bele tutturularak kullanıyorlardı.19. yüzyılın sonu ve 20. yüzyılın başlarında Çeçen kadınları arasında yaygınlaşmaya başlayan başka bir tür önlük “LAKKHE KHADİİNA” adı verilen kıyafetti.

175 YİTİK KULE /

Çeçen kıyafet kültüründe içe giyilen tüm çamaşırlara “ÇUHULAYUHU BEDAR” deniliyor, bu kıyafetlerin en önemli parçasını ise “KXEÇA” veya “HIĞÇ” denilen don oluşturuyordu. Çeçen kadınları geniş pantolon altında “YUPKHA” denilen kumaş etekli başka bir iç çamaşırı daha giyiyorlardı. Kelimenin kendisi, bu giysinin 20. yüzyılın başlarından önce olmadığını gösteriyor. Bu giysi, genişliği yaklaşık 2 cm olan dikişli bir kemer ile bağlanan geniş bir etekten oluşuyordu. Genç kızlarda göğüs hatlarının belirgin şekilde görünmesi toplum içinde uygunsuz sayıldığından yün veya pamuklu bir dizi bezden oluşan ve omuzdan askılı sol taraftan düğmeli 25 cm genişliğinde bir çeşit korse de kullanıyorlardı. 14 yaş arasındaki kızlar (bazen 12 yaşına kadar inebiliyordu) evlenebilir kızlar olarak görülüyordu ve mücevher, küpeler, boncuklar ve yüzükler giyiyordu ve yeni malzemelerden kıyafetler giyiyorlardı.


Margoşvili’den alınmıştır.

YİTİK KULE /

176 Çeşitli kaynaklardan derlenmiş Çeçen Kadın Kıyafetleri Studenstkaya’dan alınmıştır.


CHUKHTA / KÖRTLİ

Yararlanılan Kaynaklar: Halit Yıldır ‘ın görüşleri / Cankat Devrim ‘in yazıları / Dr. Lechi Garsaev, “Vainakh Kadınlarının Elbiseleri (19. Yüzyılın Sonları, 20. Yüzyılın Sonları). waynakhonline.com / Y.N.Studenstkaya., Odejda narodov Severnogo Kafkaza XVIII-XX.vv, Nauka, Moskva 1989 / Leyla Yusupovna Margoşvili., Odejda, Kotoraya ne Podlejit İzmeneniya Modi, Metsinereva, Tibilisi 1992.

CHUKHTA

177 YİTİK KULE /

Çeçen kadınları genellikle saç örgülerini iki belik halinde yapıyorlar tek olarak örmüyorlardı. Eski bir inanışa göre; “Tek yapılan örgünün kadının ailesindeki erkeklerin veya sevdiğinin öleceğine, tek başına yaşlanacağına inanılıyordu.” Bu hurafe nedeniyle bu saç stili babası yaşayan veya bir erkek kardeş sahibi olan kadınlar için yasaklanmıştı. İslam öncesinde genç kadınlar, saçlarını örmeden geriye atar; yaşlı kadınlar ise iki parçaya ayırarak “MESASH” belik olarak bir parça beze bağlarlardı. Bazen de saç uçlarına çok renkli boncuklar ve delikli metal paralar takıyorlardı. Bu boncuklar sadece bir cazibe olarak değil, kalın ve uzun örgülü kadınları kem gözlere ve nazara karşı bir tılsım olarak koruduğuna inanılırdı. Antik dönemlerden beri “CHUKHTA” denilen bir tür saç torbası da evli ve yaşlı Çeçen kadınları tarafından kullanılıyordu. Kadınların uzun saç örgülerini boncuklarla süslü uçlarından toplayarak alına kadar içine alacak şekilde yapılan bu torbalar tepede başa bağlanıyordu. Bu saç torbaları 15. Yüzyıldan itibaren Müslüman olan genç kızlar tarafından da kullanılmaya başlamıştı. Saç stilleri ve “chukhta” dışında, Çeçen kadınları “KÖRTLİ” denilen başörtülerine de büyük önem veriyorlardı. Yaşlı kadınlar gabili’lerini “KYEDA BOLU KÖRTLİ” (büyük bir şal), ÇAKAKH YOLU MİERGYA KÖRTLİ”, “SHERA KÖRTLİ” (beyaz ipek şal) veya “YOVLAK” (Tülbent) ile tamamlıyorlardı. Aynı zamanda toplumsal açıdan bir kadının kutsal saflığının sembolü olan başörtüsü çok çeşitli ve farklı renklerde yapılıyordu. Çeçenya'nın dağlık bölgelerindeki genç kızlar uzun şal veya eşarp yerine gündelik hayatta çapraz bir şekilde üçgen bağlanmış küçük bir eşarp kullanıyorlardı. Evli ve yaşlı kadınlar ise sadece tören ve özel günlerde bu tür uzun şal ve eşarpları kullanıyordu. Evli kadınlar bu eşarp altına şaçlarını içine topladıkları bir anlamda “Chukhta” yerine geçen siyah bandaj bağlıyorlardı. Yine varlıklı kadınların başörtüleri daha az varlıklı olanların başörtülerinden, biçimi ve pratik kullanımı açısından aynı olsa da, ipek ve desenli şalları ile belirgin farklılıklara sahipti. Her kadın, şalının rengini ve tarzını kendisi seçerken yaşına uygun olarak hareket ediyordu. Böylece, yaşlı kadınlar şallarında siyah, mavi, kahverengi, sarı ve açık mavi renklerle tercih ederken, gençler beyaz, kırmızı, sarı ve açık mavi renkleri tercih ediyorlardı. Buna ek olarak, daha genç kızlar desensiz ipek ve desenli şalları ve düz ipek şalları tercih ederdi. Çeçen kadınları, diğer Kafkas halklarında görülen fes şeklindeki “KUY” şapkaları ise erken dönemlerde terk etmişlerdi. Ancak İnguş genç kızları tarafından ve gelin kıyafeti içinde bu tür başlılıklar varlığını kısmen sürdürmüştü.


EL SANATLARI

DÖHKA ÇEÇEN ERKEK KEMERLERİ HAKKINDA..

YİTİK KULE /

178

Ç

eçen erkek kıyafetleri “Çoa”ların tamamlayıcısı ve ayrılmaz bir parçası olarak kullanılan ve “Döhka” denilen bel kemerleri sadece işlevsel açıdan değil aynı zamanda birtakım sembolik anlamlar içermesi bakımından da dikkatle incelenmesi gereken eşyalar arasındadır. Deriden yapılan bu kemerlerin ortalama uzunluğu isteğe bağlı olarak değişiklik gösterse de genellikle 130 ila 150 cm civarında ve 2 cm eninde olur. Çeçen erkek kemerlerinin sadece kıyafetin beli tutan işlevselliği yanında üzerine farklı amaçlar için monte edilen başka parçaları da bulunur. Bu parçaların Çeçence olan karşılıkları bu tür kemerlerin halkımızın kullanımı açısından çok eski bir geçmişe dayandığının da kanıtıdır. Döhka’ların üzerine tutturulan tüm metal parçalar genellikle gümüşten yapılırdı. Bu parçalar hem maden olarak hem de işlemeleri ve işçilikleri açısından büyük bir değere sahiptir. Bu nedenle deri kısmı eskiyen kemerlerin üzerindeki

metal veya gümüş parçalar sökülerek yeni kemerlere monte edilirler. Eski dönemlerde deri üzerindeki bu gümüş metallerin bazı takas ticaretinde para karşılığı kullanıldığı bilinmektedir. Döhka’ları oluşturan temel parçaları, ne amaçla kullanıldıklarını ve taşıdıkları sembolik anlamları bazı büyüklerimden ve 1970’li yıllarda Ankara’da Kafkas ekibinde hocamız olan Elbruz Gaytaoğlu’ndan öğrendiğim kadarıyla bu vesileyle anlatmak isterim. TOKA / K1EGA : Çeçence “KIEGA” denilen ve kemerin en temel parçalarından birisi olan bu parça metal olarak tasarlanmıştır. Çengelli olursa “MJARA” adını alırdı. HALKA / MAX : Kemer üzerine tokanın yanına takılan bu metal parçaya Çeçencede “MAX” adı verilir. Görevi kemer ucunun uzunluğunu ilmek işlevi görerek

HALİT YILDIR


SARKIK ŞERİTLER / UHK : Kemer tokasının her iki yanında bazen üçer bazen da dörder tane aşağı doğru sarkan ve kemerle aynı deriden yapılan şeritlerdir. Çeçence “UHK” denilene ve genellikle bir karıştan daha uzun olan şeritler çeşitli taşıma görevi için kemere tutturulmuşlardır. Taşınılan kutucukların boyutuna ve ağırlığına göre bazen iki bazen üç şerit kemere tutturulurdu. Aynı zamanda bu şeritler özelde Çeçen, genelde tüm kafkas kemerlerinin en görsel ve özgün parçaları olmuşlardır. YAĞDANLIK / KÖÇALLA : Kemerlere sarkan şeritler aracılığıyla tutturulan kutucuklardan en önemlisi silahların temizlenmesi sırasında gereken yağın taşındığı yağdanlıktı. Çeçence “KÖÇALLA” denilen bu kutular sadece ateşli silahlar için değil kama, kılıç ve yay gibi tüm teçhizat için de kullanılıyordu. Genellikle diğer metal parçalar gibi gümüşten yapılıyorlardı. YEDEK KUTUSU / MOT : Kemerlerde ikinci bir yedek kutu daha bulunurdu ki buna Çeçenler “MOT” adın vermişlerdi. Bu kutuda ise çakmak taşı, kömür, küçük yağlı çaput parçaları vb gibi malzemeler konulurdu.

METAL UÇLAR / METTANAŞ : Kemerlerin uçlarına ve sarkık şeritlerinin uç kısımlarına metal uçlar monte edilir. Tüm bu uçlara Çeçence “METTAN” adı verilir. Kemerlerde bu tür metal uçların kullanımı da oldukça eski bir geçmişe dayanır. Bu uçların ilk ve asli görevi kama ve kılıç gibi kullanan kişinin yanında taşıdığı kesici silahları keskinleştirmekte kullanılmasıydı. Başlangıçta bileyi taşlarının tutturulduğu bu şeritlere daha sonraki dönemlerde görüntü açısından da bir güzellik unsuru olan bu tür işlemeli metal uçlar takılmaya başlamıştı. Bu metal uçların diğer temel görevi uçlarındaki kutucukları tutmasıdır. Kemerin ucuna takılan metal yumuşak derinin tokadan rahatlıkla geçmesine yardımcı olurken, kemerden aşağı doğru sarkan uçlardaki metaller ağırlık yaparak sarkık deri şeritlerin düz durmasını da sağlarlar. SÜS DÜĞMELERİ / JAKH : Kemer gövdesine belirli aralıklarla takılan ve Çeçence “JAKH” denilen süslü metal düğmeler ay, yıldız ve çiçek gibi temel rozetlerden oluşarak görüntü güzelliği oluştururken aynı zamanda kemer gövdesine sarkık şeritlerin takılmasını ve tutturulmasını da sağlarlar. Kemerlerin kullanımı sırasında Çeçen adetlerine göre; Bele bağlandıktan sonra geri kalan uç asla önden aşağıya doğru sarkıtılmaz, kemerin sol tarafına veya kamayı tutmak üzere sarılırdı. Yeni yetme çocukluktan itibaren kıyafetlerin tamamlayıcısı olarak mutlaka kullanılır, kemer takılmadan toplum içine çıkılmazdı.

179 YİTİK KULE /

ayarlamaktır. Her kemerde bulunmayan bu parça kamanın daha sabit olarak belde taşınmasına da yardımcı olur. Kemerin tokadan sonra artan ucunun aşağıya doğru uçkur şeklinde sarkıtılması Çeçenlerde ayıp sayıldığı için bu parça sonradan tüm kemerlerde kullanılmaya başlamıştır.


sözlü tarih / anı

“İSTİNG” “İSTİNG” İSBN 978 -605-84401-1-1

BİR KİTABIN HİKAYESİ

B

YİTİK KULE /

180

azen bir kitabın yazım süreci ve basımı, tıpkı bir insan gibi maceralarla dolu çeşitli oluşum evreleri geçirerek kendi çapında bir “var” olabilme mücadelesine sahne olabiliyor. Mütevaziliği bir kenara bırakarak söylememiz gerekirse, 1865’li yıllarda Daymohk’tan ayrılışımızdan günümüze kadar geçen 150 yılı aşkın bir süre içinde Çeçen kültür değerleri hakkında üretilmiş en önemli eserlerin başında gelen “İSTİNG/Çeçen-İnguş Halkının Keçe Sanatı” adlı kitabımız da işte böyle bir mücadele sonucu basılarak var olabildi. Bu noktada müsaadenize sığınarak kitabımızın oluşum sürecini bir tür anı notları halinde anlatacağım. Çocukluğum, babamın memuriyeti dolayısıyla kendi akrabalarım ve köyümden çok uzaklarda geçtiğinden Çeçen asıllı olduğumu bilmem dışında kültürel değerler, özellikle de “Çeçen Keçeleri” hakkında hiçbir bilgiye sahip değildim. Ta ki 1985 yılına kadar. O yıl Ankara Gazi Üniversitesinde Resim ve Sanat Tarihi alanında Yüksek Lisans eğitimime devam ediyordum. Kendime, üzerinde araştırma yapacak tez konuları araştırıyordum. Bir gün Cebeci’deki evime orta okul ve yatılı Öğretmen lisesi yıllarından yakın arkadaşım rahmetli Medet Ünlü (inşallah şehit) geldi. Gerçekte sevgili Medet, benim kültürümüz hakkında çalışmamı çok arzuluyordu.

Bu nedenle tez konusu olarak İsting’leri araştırmamı tavsiye etti. Böylesi renkli bir el sanatının varlığı hakkında hiçbir kaynakta bilgiye rastlamamıştım, şaşırmıştım ve konu çok ilgimi çekmişti. Bu ilk bilgiyi Ankara’da yaşayan başka akrabalarımla da konuştuğumda, bana bu keçelerin “eskiden yapıldığını ve birbirinin aynı örnekler olduğu”nu söylemeleri dışında bir yardımları olmadı. Ancak merakımı gidermek için o yaz köyde öncelikle yakın akrabalarımın evlerinde bulunan örnekleri tespit ederek kataloglama çalışmalarına başladım. Daha sonra rahmetli arkadaşım Necdet Berkhan, Abdulkadir Türk, akrabam Yalçın Özden, amca ve kuzenlerimin yardımlarıyla Çardak, Küçüksu (Behlöyl), Sisne ve Göksun merkezde ev ev dolaşarak keçe örneklerinin slide (renkli dia) ve fotoğraflarını çektim. Çalışmalarım ilerledikçe söylenenlerin aksine bu evlerde asılı ata-nine yadigarı isting örneklerinin birbirlerine benzer olmalarına karşılık her birinin farklı renklerden ve motiflerden oluştuğunu şaşkınlıkla tespit ettim. Derleme süreci daha sonra Türkiye’de diğer şehir ve köylerde de devam ederek aralıklarla yıllarca devam edecekti. Bu arada İsting’ler hakkında yüksek lisans tezi hazırlama fikrimi hocalarıma bir türlü kabul

EROL YILDIR


sahiplerinin duygusal ve kişisel yaklaşımları eklenince ancak azimli ve tutkulu merak sonucu aşılabilecek zorlu bir araştırma süreci gerçekleşiyordu. Her keçe için ayrı ayrı, kim tarafından, hangi tarihte yapıldığı, kimin evinde hangi tarihte tespit edildiği, boyutları, kompozisyon ve teknik özellikleri gibi bilgilerin yer aldığı bir gözlem fişi hazırlıyordum. Gördüğüm tüm örnekleri (o yıllarda şimdiki gibi kayıt ve bilgisayar çizim imkanı olmadığından) yurt dışına gönderek “tab” ettirdiğim slide ve fotoğraflardan yararlanarak karşılaştırıyor, orijinal renklerine sadık kalarak guaş boya ile çizimlerini yaparak katalogluyordum. Örnekler çoğaldıkça merakım bir tutku halini almaya başlamıştı. Tüm bu çabalarım sadece Çeçen köylerinde değil çevrede bulunan Kafkas kökenli özellikle de Avar (Marulaal) köylerinde de devam etti. Bu köylerde yapılan ve çeçen keçeleriyle benzer özellikler taşıyan orijinal örnekleri de toparlayarak “Anadolu’da Üretilen Kafkas Keçe Sanatı” konusu etrafında çeşitli dergilerde makalelerim yayınlanmaya başladı. Çalışmalarım 1994 yılında bir kitap haline gelmiş bulunmaktaydı. Ben de o yıllarda Bakanlığın Hukuk Danışmanı da olan sevgili hocamız Prof.Dr. Anıl Çeçen’in yardımıyla TC.Kültür Bakanlığı Yayınlar dairesine kitabın yayınlanması için başvurarak bir örneğini bıraktım. Araya askerlik dönemim girdi. 1996 başında askerden döndüğümde iki yıl geçme-

181 YİTİK KULE /

ettirememiştim. Bana, hiç ilgi alanıma girmediği halde “Kahramanmaraş Yöresi Türk İşleme Sanatı” adlı tez çalışmasını vermişlerdi. Ancak hiçbir çaba karşılıksız kalmıyor, her araştırma ve çalışmanın mutlaka bir getirisi de oluyor. Ben de bu tez çalışması için öğrendiğim araştırma metodolojisini, paralelinde kendi merakımı gidermek üzere yaptığım İsting araştırmalarına da uyguluyordum. İsting kataloğunu oluşturma süreci ise gerçekte çok zor ve maddi külfetli yüksek bir çaba gerektiriyordu. Öncelikle farklı köy ve kasabalarda bulunan örneklere ulaşmak için o zamanlarda pek kolay olmayan bir şekilde araç kiralamak gerekiyordu. Konaklama ve ulaşım ise gerçekte çok masraf gerektiren bir durumdu. Gittiğimiz köylerde ise insanlara ayrıca yaptığımız çalışmanın amacını konunun önemini anlatarak akıllarındaki farklı şüpheleri gidermek oldukça zorlu bir çaba gerektiriyordu. Ayrıca bu örneklerin asılı olduğu odalara özellikle evin hanımları türlü nedenlerle girmemi istemiyorlardı. Girdiğim odalarda ise duvara asılı keçelerin fotoğraflarını çekebilmem mekanın genellikle karanlık ve dar olmasından dolayı pek verimli olmuyordu. Örneklerin tespiti için en uygun yol olan keçeyi açık havaya çıkararak çekim yapmama ise birkaç aile dışında kimse izin vermemişti. Odalarda zorunlu olarak yapılan detay çekimleri gerçek renklerin ve motiflerin bütün olarak tespitini bir hayli zorlaştırıyordu. Bu tür zorluklara bir de keçe


YİTİK KULE /

182

sine rağmen bakanlıktan hala bir yanıt alamamıştım. Bakanlıkta çalışan bir öğrencimin kişisel çabasıyla yapılan bir araştırmada kitabın yayın incelemesi yapılmadan sümen altında unutulduğu (!?) ortaya çıktı. Kitabı tekrar elden geçirerek basım için yeniden başvurduğumda ise çok geçmeden olumsuz yanıt aldım. Kitabımın iadesinde, gönderilen inceleme raporunda haklı olduğunu gördüğüm bazı biçim ve teknik kritikler yanında “eserde Türkçe olmayan çok kelimenin yer aldığı”, “Katalogda verilen örneklerin birbirine çok benzediği gibi” gerekçeler de yer alıyordu. Verilen mesajı almıştım.. ! Daha sonraki dönemlerde Kültür Bakanlığına ve hiçbir resmi kuruma bir daha yeni bir başvuru yapmadım. Bu arada inceleme raporunda yapılan eleştirileri göz önüne alarak teknik konular doğrultusunda kitabı yeniden elden geçirdim. Çok benzeyen örnekleri ayıklayarak başlangıçta 130 olan örnek sayısını 100 e düşürdüm. “Freehand” programında kitabı yayına hazır hale getirerek uygun bir yayıncı beklemeye başladım. Bu bekleyiş, beraberinde büyük bir yılgınlığı da ortaya çıkarmasına karşılık, arkadaş ve dostların yardımıyla sonuçsuz kalan birkaç sponsor arayışı ve baskı denemesiyle yıllarca devam etti. Bu arada kitabın yayımı için Çeçenya’daki Çeçen Kültür Bakanına ve ilgili yetkililerine başvuruma da olumlu bir yanıt alamamıştım. Üstelik bu çabamdan dolayı türlü suçlamalarla karşılaştığımın da bilinmesini isterim. 2015 yılı başında, kitabın yayımı için yaşadıklarımı ilk başından beri yakından takip eden sevgili Selman Beştoy’un yoğun çabalarıyla bu ümitsiz bekleyiş bir anda son buldu. Arkadaşımın bulduğu bazı sponsorların desteğiyle, kitabı yeni düzeltmelerle tekrar kurgulayarak İstanbul’da o yıl kurulan Kafkas İnguş Derneğinin ilk yayını olarak kaliteli bir şekilde 1250 adet bastırdık. Sonuçta, İsting Sanatı’nın artık bilinmezliğin eşiğinden alınarak en azından literatürde kendisine yer bulup, bilgi alemine aktarılmış olması, kitabımızın yayımı için gösterilen ve yıllara yayılan tüm çabaların yorgunluğunu da ortadan kaldırmıştı..


AVAR KÖYLERİNDE TESPİT EDİLMİŞ ÇEÇEN TARZINDA ÜRETİLMİŞ BAZI İSTİNG ÖRNEKLERİ

Keçeler üzerine yaptığımız araştırmaları sadece Çeçen yerleşimlerinde değil, bu yerleşimlere oldukça yakın olan Avar (Maarulal) köylerinde de yapmış ve 20 adet civarında (Avarca BURTİNA denilen ) keçe örneği tespit etmiştik. Bu keçelerin bazıları ya Çeçenlerle yapılan evlilikler ve kurulan akrabalık ilişkileri sonucunda Çeçen gelinleri tarafından getirilmiş ya da Çeçen kayınvalidelerce o köylerde üretilmişti. Gerçekte Avarlar da usta bir keçe üretici toplumdur. Ancak, Dağıstan’da üretilen keçelerle Türkiye’de üretilenler keçeler özellikle motiflerin biçimi açısından birbirlerine hiç benzemezler. Kireçköy ve Ortatepe Avar köylerinde tespit ettiğimiz tüm keçeler Çeçen Keçeleriyle aynı biçimsel özelliklere sahiptirler. Burada “ilk kez sunduğumuz” aşağıda yer alan örnekler İSTİNG kitabımızda yer vermediğimiz, bu tür Çeçen tarzında yapılmış keçelerdir.

1

2

YİTİK KULE /

183

3

4

1

Göksun, Kireç Köyü/ Harun Yıldız’a aittir/ 1962 yılında Naciye Yıldız tarafından yapılmıştır / 175 x 300 cm boyutlarındadır / 27.07.1988 tarihindeki saha araştırmalarında tespit edilmiştir.

2

Göksun merkez / Haci Polat’a aittir/ 1962 yılında Haci Polat tarafından yapılmıştır / 140 x 240 cm boyutlarındadır/ 28.07.1988 tarihindeki saha araştırmalarında tespit edilmiştir.

3

Göksun, Kireç Köyü/ Hayrullah Canbulat’a aittir / 1963 yılında Kadriye Canbulat, Havva ve Kelimet YILDIZ tarafından yapılmıştır. 175 x 300 cm boyutlarındadır. 27.07.1988 tarihindeki saha araştırmalarında tespit edilmiştir. Göksun, Kireç Köyü/ Salih Canbulat’a aittir/ 1957 yılında Hatice Polat tarafından yapılmıştır. 162 x 262 cm boyutlarındadır. 27.07.1988 tarihindeki saha araştırmalarında tespit edilmiştir.


EL SANATLARI

ŞELH İSTİNG

İKİZ İSTİNG KARDEŞLİĞİ Çeçen

kadınları İsting üretimi sırasında bazı ilginç ve pratik uygulamalar da yapmaktaydı. Buna göre; iki farklı renkteki keçe üzerine çizdikleri “aynı bustumu” dişili erkekli olarak yer değiştirerek aynı anda iki keçe yapıyorlardı. Genelde merkezi ana kompozisyonda yaptıkları bu değişimi, bazı durumlarda keçeyi çepeçevre kuşatan “KERT” adı verilen çeşitli kalınlıklardaki bordürlerde de uyguluyorlardı.

Böylece birbirleriyle bustum aynılığı ama karşılıklı renk değişimi olan iki ayrı keçe, aynı anda pratik bir şekilde üretilmiş oluyordu. Anneler, bu tür “Şelh İsting” leri genellikle evden ayrılırken çocuklarına hatıra olarak vermek üzere üretiyorlardı. Çeçen istinglerinde sıkça uygulanan bu yöntem, gerçekte bustumların özel ve kişisel anlamlara sahip olmasından kaynaklanıyor, bu sayede çocuklar aynı motiflerin yer aldığı keçelere sahip oluyorlardı.

Burada verdiğimiz ikiz keçeler (Şelh isting) 1990 yılında Halit Yıldır tarafından yapılan örneklerdir ve sanatçının Fethiye’deki özel koleksiyonundadır.

YİTİK KULE /

184


EL SANATLARI SERGİSİ

İSTİNGİ YAŞATMAK TÜRKİYE’de ÇEÇEN KEÇESİNİ YENİDEN ÜRETENLER

HALİT YILDIR

185 YİTİK KULE /

Yanlış hatırlamıyorsam 1985 yılı idi. Çardak’ta el sanatımızın mevcut örneklerini 70 x 100 cm gibi rahmetli Kesire (Polat) ninemin annesinden kendisküçük boyutlarda yeniden üretmeye başladık. Aynı ine kalmış eski bir isting’i tamir edişini hayranlıkzamanda keçe aplikelerle süslediğimiz deri çantalar la izliyordum. Ninem, istingi tamamen söktükten da ürettiğimiz çalışmalar arasında yer alıyordu. sonra bazı güve yemiş yerleri örerek kapatmış, 1991 yılı başında tüm üretimlerimizden zamanla kirlenip beyazlığını kaybetmiş çimçırg şeritseçtiğimiz deri çanta ve isting’leri yeniden kamuoyuleri yıkayarak keçenin tüm parçalarını onarıyordu. na tanıtmak amacıyla sergilemeye karar verdik. O yaşlı elleriyle istingi Böylece, o yıllaroluşturan bustumda Konya’da Selçuk BİR İSTİNG SERGİSİ ÜZERİNE ları ve kertleri orijinal Üniversitesi öğretim bir yöntemle yeniden üyesi olan ve istingler çift taraftan dikerek üzerine araştırmalar onarmasının nedeni yapan kuzenim Erol bu keçeyi kıymetini biYıldır’ın da Dia gösterili leceğimden emin oldbir söyleşi ile katıldığı uğu için bana hediye proğramla Adana Saetmek istemesinden bancı Kültür Merkezkaynaklanıyordu. inde Türkiye’deki ilk Ninemin keçeyi İsting Sergisini açtık. onarımı sırasında bana Oldukça ilgi gören keçe öğrettiği otantik dikiş sergisini daha sonra yöntemi ve motifleme Ankara Sıhhiye’de bubilgisi daha sonra lunan Kafkas Kültür içimde bu istinglerden Derneği salonunda da yeniden üretme arzusu tekrarladık. İstingler ve isteği uyandırdı. üzerine yaptığımız sergi ve tanıtım çalışmaları TRT Çukurova Radyosunda Böylece 1998 yılında Resim Öğretmeni olarak yaptığımız söyleşi ile devam etti. görev yaptığım Adana’da, Kafkas Derneğinden KaDaha sonra kuzenim Erol Yıldır ile ilk kez gitbardey arkadaşım Göksal Kandemir hanımla birliktiğimiz Çeçenya’da bu el sanatımızı Çeçen bilim inte küçük bir atölye kurarak ilk girişimlere başladık. sanlarına anlatma fırsatı da yakaladık. Grozniy TV ‘de Öncelikle istingin temel malzemesi olan işlenmemiş yaptığımız söyleşilerle bu tanıtım çalışmaları devam keçeleri Ankara Samanpazarı atölyelerinden temin etti.. ettik. Renklendirmede kullanacağımız doğal boyŞimdi, aradan geçen yılların ardından o sergiaları ise Kadirli Karatepe’de (şimdiki adıyla Kızyuye vesile olan Kesire ninemi rahmetle ve minnetle suflu köyü) kurulan boya atölyelerinden aldıktan anıyorum. sonra o yıllarda artık tamamen unutulmuş olan


YİTİK KULE /

186

EKSPRES Gazetesi / 24 Şubat 1991 -Pazar-/ sayfa: 4


İSTİNGİ YAŞATAN USTALAR

ZEYNEP AKDOĞAN

Son yıllarda Türkiye’de yaşayan Çeçenlerin İsting (keçe) üretimini yeniden canlandırmaya yönelik bazı girişimlerde bulundukları gözlemlenmektedir. Bu ustalarımızdan ilki Göksun Çardak’ta yaşayan ve keçe üretimini yeniden canlandıran Remziye Yıldır(73)’dır. Aldığı küçük destek kredisiyle bu işe başlamıştır. Halen sipariş usulü İsting ütretimine devam etmektedir. Yapmış olduğu çalışmaları hak-

kında son yıllarda yerel basında da çeşitli haberler çıkmaktadır. Keçe üretimini yeniden başlatan ikinci ustamız ise Ankara’da yaşayan Çardak kökenli Zeynep Akdoğan (67) dır. Kendisine ait terzi atölyesinde deneme mahiyetinde özgün keçe örnekleri yapmaktadır. İki ustamız da talep halinde keçe üretimine devam etmeyi düşünmektedirler.

Remziye Yıldır’ın yaptığı keçe örnekleri

Zeynep Akdoğan’ın yaptığı keçe örnekleri

187 YİTİK KULE /

REMZİYE YILDIR


el sanatları

BUSTUMUŞ ÇEÇEN MOTİFLERİ ÜZERİNE ANALİZ VE TASARIMLAR

YİTİK KULE /

188

İnsanlar tabiatta karşılaştıkları, duyu organlarınca algıladıkları nesneleri veya zihinlerinde hayal gücü ile tasarladıkları imgeleri çok çeşitli yollardan bir takım biçimsel şekillere dökerek görünür ve duyulur hale getirirler. Bu, söylenmek istenileni çarpıcı bir anlatımla veya kişisel betimlemeyle biçimlendirme yolları genel anlamda adına el sanatı dediğimiz bir süreci de ortaya çıkarır. İlk çağlardan günümüze temel bir davranış şekli olarak gelişen ve “sanatsal bir yaratım” sürecinde oluşan üretimlerin kendi yaşam çevresinde uygulanmasıyla insan hayatına, düşüncelerine türlü anlamlar katan ve onu güzelleştiren çok çeşitli tarzlar, uygulama alanları ve araçlar oluşmuştur. El Sanatlarının aynı zamanda toplumdan topluma değişim gösteren türlü yollarından birisi de herhangi bir zemin veya yüzey üzerinde, çoğu zaman tekrarlanarak bir bezeme oluşturan adına motif dediğimiz biçimsel-süsleyici görsel öğelerdir. Çoğunlukla anonim bir şekilde oluşan, toplumların kabul ve beğenilerine göre şekillenen motifler aynı zamanda toplumdan topluma farklılık gösteren biçimsel bir yapıya da sahiptir. Her şeyden önce içinde yaşanılan coğrafya, tabiat, görsel çevre, mitoloji, sosyal hayat şekilleri, türlü inanç şekilleri gibi kültürel değerler motiflerin oluşumunu besleyen temel kaynaklardır. Motifleri biçimsel bir yapıya ka-

vuşturan bu temel kaynakların her toplum için değişken olması bu farklılığın da başlıca nedenini oluşturur. Diğer bir deyişle yaşanılan coğrafyanın farklılığı ve bu temelde oluşan kültürel oluşumlar motiflerin özgün bir yapıya kavuşarak toplumsal bir kimliğe ya da aidiyet içeren biçimsel simgelere dönüşmesinin de başlıca nedenidir. Çeçenlerin “BUSTUM” dedikleri motifleri bu oluşum nedenlerini de göz önünde bulundurarak analiz ettiğimizde bazı temel biçimsel öğelere sahip olduğunu görürüz. Buna göre öncelikle bustumların tabiat ve görsel çevreden esinlenerek oluşturulduğu gözlemlenir. Doğal çevrede yaşayan bitki ve hayvanların gözlemlenmesi sonucu betimlenen stilize edilmiş dallar, kuşlar, geyik ve boğa boynuzları, anlamı çoktan unutulmuş olan mitolojik simge ve piktogramlar bustumların başlıca konularını oluşturur. Bakıldığında kendisine ait özgün ve farklı biçimsel bir tarzı olan bustumların nerede ise tamamı “simetrik” çeşitlemelerle yapılmıştır. İlkel çağlardan itibaren sıkça karşımıza çıkan simetrik anlayışın bu denli yaygın olarak kullanılması, motiflerin çizimi sırasında şekillendirmenin “katlama” tekniği ile yapılmış olmasından kaynaklandığı düşünülebilir.

EROL YILDIR


Özellikle istinglerde kullanılan Çeçen bustumları, örneklerine daha çok Dağıstan’da rastladığımız arabesk ve değişken kalınlıktaki grift çizgilerden farklı olarak, motifin kendi içerisinde bir bütün olacak şekilde aynı kalınlığa sahiptir. Çeçen halkının süslemeden daha ziyade işlevselliğe önem vererek ortaya koydukları bu biçimsel farklılık, bilinen tarihleri boyunca en azından yüzyıllara dayanan yaşadıkları savaş ve sürgünlerle refaha eremeden kesintiye uğrayan, dayanışma içerisindeki klan ve ailelerin birbirlerine çok benzeyen, refah düzeyini bir türlü oluşturamadıkları “adeta diken üzerinde savunma halinde bekleyerek” geçen zorlu yaşam koşullarının sonucunda oluşmuş olmalıdır. Çeçen motiflerinin, bir anlamda fazla incelikli olmayan “kaba” diyebileceğimiz şekilleriyle, yapım kolaylığı açısından da tercih edilerek, toplumsal bir beğeni ile yaygınlaşmış birbirlerine benzer çeşitlemelerden olmasının başlıca nedenini de, bu zorlu yaşam koşullarına bağlayabiliriz.

BUSTUMUN PEŞİNDEN KOŞMAK..!

189 YİTİK KULE /

Günümüzde Çeçen kültürü ve sanatı üzerine yeterince yapılmış araştırma ve yayın olmadığı için bu topluma ait ulaşılabilen tüm kaynakların ve tali denilebilecek bütün dokümanların dikkatlice incelenilerek (adeta iğne ile kuyu kazılarak) analiz edilmesi ve sonuçlarının ortaya konulması büyük bir önem ve önceliğe sahiptir. Aslında günümüz dünyasının teknolojik gelişmeleri sonucunda oluşan sanal ortamlar ve paylaşımlar, bu tür materyallerin elde edilmesini kolaylaştırmakta ve araştırmacılara sınırsız imkanlar sunabilmektedir. Burada vereceğimiz birkaç analiz bu konuda yapılacak çalışmaların oluşumuna bir örnek teşkil edebillir. İlk çalışma, 1944 yılında yaşanan büyük sürgün sonucu muhtemelen Kazakistan’da yaşamak zorunda kalan Gazikov ailesine ait bir fotoğraftan elde edilmiştir. Buna göre Rüstem YAKHİKHANOV’a ait sanal bir ortamda tespit edilen ve 1951-52 yıllarında çekildiği belirtilen basılı bir kaynakta yer alan fotoğrafın fonundaki “isting” motifi yeniden kültür dünyasına kazandırılmıştır. Motifin fotoğraf içindeki eğik ekseni bilgisayar ortamında yeniden düzenlenerek simetrik özelliğinden de yararlanılarak çizilmiş ve tahmini olarak renklendirilmiştir. Böylece Sürgün yıllarına ait istinai bir örnek yeniden görsel hale getirilerek konuya ilgi duyanların dikkatine sunulmuştur.


YİTİK KULE /

190

İkinci çalışmamız yine sanal bir ortamdan yararlanılarak oluşturulmuştur. Ramzan AMPUKAEV‘e ait 03.01.2015 tarihli bir Facebook gönderisinde, Alihan DABAEV’in Varşova’daki ofisinde 2002 yılında çekilen bir fotoğrafın fonunda yer alan ve alt yazısında Çeçenya’daki köyü olan Çeçenaul’dan getirildiği belirtilen bir isting renk ve biçim olarak aslına sadık kalınarak yeniden çizilmiştir. Böylece herhangi bir kaynakta yer almayan bu eser sanal ortamın yardımıyla konuyla ilgili araştuırmacıların dikkatine sunulmuştur. Bu tür, tali kaynakların incelenmesi sonucunda yeniden elde edilen motiflere dair sonuncu çalışmamız çok eski bir fotoğraftan elde ettiğimiz istisnai bir örnektir. Çalışmamıza konu olan doküman Doç.Dr. Oğuz KUTLU’nun kişisel albümünden alınan ve tahmini olarak 1955 yılına ait Çardak’ta çekilmiş bir fotoğraftır. Fotoğrafta bir evin balkonunda ön planda kucaklarında birisi (Şaziye KUTLU) bebek, diğeri küçük bir kız çocuğu tutan iki genç kadın görülmektedir. Fotoğrafın bizim için en önem taşıyan ayrıntısı ise dikkatlice bakıldığında annesinin kucağında balkon korkuluğu üzerinde ayakta duran kız çocuğunun başının üzerinde görülen şekildir. Buna göre evin balkona açılan penceresinin üzerine eski bir çeçen dekarasyon geleneği olarak o yıllarda çeşitli motiflerin (bustumuş) hala çizildiği görülmektedir. Sadece bir yarısı görülen motifin diğer yarısı ile birlikte çizimi tahmini renkleriyle fotoğrafta (küçük resim) ilgilerin dikkatine ilk kez sunulmaktadır. Bilindiği üzere, yakın zamanlara kadar eski bir adet olarak Çeçen evlerinde (özellikle beyaz sıvalı duvarlardaki pencere çevresine) bu tür motifler süsleme olarak yapılmaktaydı.


191 YİTİK KULE /

Bu sayfada verdiğimiz İsting çizimleri de farklı basılı olmayan kaynaklardan derlenerek değerlendirilmiş el sanatı örnekleri arasındadır Yan tarafta çizimlerini verdiğimiz örneklerden birincisi; Çeçenya’dan 1890’lı yıllarda Ürdün’e götürülmüş eski bir isting örneğidir. Bir şans sonucu elimize ulaşan eski ve silik bir fotoğraftan alınmıştır. Çizim tonal değerlerine bakılarak tahmini olarak renklendirilmiştirİkinci ve üçüncü örnekler ise, yine sanal ortamlardan alıp derlediğimiz bazı fotoğraflardan yararlanılarak yeniden çizilmiş ve orjinal renklerine bağlı kalınmıştır. Çeçen-İnguş Hakının son iki yüz yıl içinde yaşadığı travmatik olaylar nedeniyle el sanatlarının yeterince gelişme ve ilerleme gösteremeden sadece kısıtlı imkanlarla varlığını sürdürdüğünü ileri sürmek mümkündür. Özellikle Çeçenya’da yaşayan ana kitlenin 1944'de yaşadığı Sibirya sürgünü sırasında bir çok kültürel değerini de yitirmiş olması, günümüze bu tür el sanatlarının çok az ulaşmasının başlıca nedenini oluşturur. Bu açıdan bakıldığında konumuzu oluşturan Çeçen Bustumları da bir anlamda yitik el sanatı motiflerimizdir. Bu değerlerin üzerinde çalışılarak tekrar bilgi dünyasına kazandırılıp layık oldukları önemin insanlarımıza hatırlatılması, geçmişte yaşanan büyük yıkımların sonucunda oluşan kültürel yaraların sarılması yönünde de bir küçük çaba sayılabilir.


BİR BUSTUM TASARLAMAK Çeçen bustumlarının biçimsel anlamda genel özelliklerinin başıda “köşeli hatların” hemen hiç olmayışı gelir. Nerede ise tamamının kıvrık ve yumuşak hatlı simetrik çeşitlemelerle yapılmış olmaları” çizimin tasarımı açısından büyük bir kolaylık oluşturur. Gerçekte tüm Kafkas toplumlarının da motiflerinde de temel bir eğilim olan bu durum, motif tasarlayan kişilerin tercihinden kaynaklanarak çok çeşitli türleri olan simetrik biçimlere dönüşür. Motiflerde sıkça “aynalı” ve “dörtlü” simetri çeşitlemeleri kullanılmıştır. AYNALI SİMETRİ: İnsanlığın ilk çağlarından beri, görsel beğenide “bir uyumluluk anlayışının ve arayışının” sonucu olarak ilk keşfedilen ve sıkça kullanılan simetri örneğidir. Buna göre; herhangi bir biçim

YİTİK KULE /

192

Herhangi bir şekilin biçimsel değişime uğramadan sadece yönü değiştirilerek çoğaltılması “aynalı” simetrinin temel görünümünü oluşturur. Tüm dünyada el sanatlarının tekrara dayalı çoğaltılmış motif düzenlerinin de temelidir. Aynı zamanda bu simetri ile şekiller bir bütünün parçası olarak aynı eksen üzerinde birleşmiş ve iki yöne dönük olarak sonsuz sayıda tasarlanabilmektedir. (altta ve yandaki örneklerde olduğu gibi)

DÖRTLÜ SİMETRİ : Dörtlü simetri diğer simetri çeşitlerine göre daha komplike bir yapıdadır. Dört farklı yöne uzanan “aynı biçimin” merkezde veya göbekte birleşmesiyle oluşturulur. Bu tür motifler (bustumuş) genellikle, ortadan dörde katlanmış bir kalıbın üzerine önce çizilip, sonra kesilerek kalıbın açılmasıyla oluşturulur. Dörtlü katman kalıp üzerine çizim yapan kişinin becerisine bağlı olarak sonsuz sayıda motif çeşitlemesi ortaya çıkabilmektedir. Yapılışının basitliğine karşın çizimde hatları oluşturan dal, çiçek, yaprak, boynuz vb gibi

Halk kültürü çalışmaları sonucu elde edilen ve aynalı simetri kullanılarak yapılmış kafkas kadın giysilerinde kullanılmış çeşitli motif örnekleri. (Kaynak; E. Yıldır / Doğu Akdeniz Bölgesi saha araştırmaları / 2004)


Mitolojik semboller halindeki motifler tek tanrılı dine geçişle birlikte eski mana ve önemini yitirerek görsel bir beğeni sonucu yapılan süsleme unsurlarına dönüşmüştür. Tarih öncesinden günümüze bu saydığımız ortak özellikleri koruyarak ulaşan Çeçen motifleri bazı kültürel etkileşimlerle konularını daha çeşitli hale getirmiştir. Örnek verecek olursak 8.yy’dan 18.yy.’a uzanan bin yıllık İslamlaşma süreci ile birlikte hilal-yıldız motifi daha yaygın olarak kullanılmaya başlamıştır. Motiflerin renklendirilmesinde kontrast (zıt) renkler bir arada kullanılarak yüzeylere canlı ve dikkat çekici bir anlatım kazandırılmıştır. ..... Burada, tüm bu anlatım ve tasniflerin ışığında Çeçen motiflerini -tıpkı eskilerin yaptığı şekildebir anlamda sonsuz sayıda rastlantısal sonuçlara ulaşmayı da göze alarak yeniden tasarladığımız çalışmaların ortaya çıkan sonuçlarından yaptığımız bir seçmeyi toplumsal beğenilerimize sunuyoruz. Ümid ediyoruz ki; bu katalogda verilen yeniden oluşturulmuş birçok motif genel anlamıyla “Çeçen Bustumları” tasnifi içinde rahatlıkla değerlendirilebilecektir. (TASARIMLAR : Doç. Erol YILDIR / İstanbul 2014)

TASARLANMIŞ BUSTUM ÖRNEKLERİ

193 YİTİK KULE /

biçimsel öğelerin bir bütünü oluşturacak şekilde tasarlanması gerekir. Bu tasarım ise toplumsal beğeniler sonucunda şekillenecektir. Diğer bir ifade ile tasarlanan motifler aynı zamanda toplumdan topluma farklılık gösteren biçimsel ayrıntılara sahip olacaktır. Genel anlamıyla motif üretimi ya da motif çeşitleri toplumların biçimsel beğenilerine göre değişen bir çeşitliliğe sahip olacaktır. Simetrik çeşitlemelerden oluşan Çeçen motiflerinin temel çıkış noktası bir çok toplumda olduğu gibi tabiat ve görsel çevredir. Bunun sonucu bazı özellikler bütün motiflerde görsel çevreden edinilen izlenimler ortak noktalar olarak karşımıza çıkar. Bazı motifler hayvan, bazı motifler bitki, bazı motifler ise insan simgeleri halinde ve daha çok nonfigüratif anlayışla yapılmıştır. Özellikle hayvan boynuzlarından esinlenerek yapılmış motiflerdeki biçimsel anlayış veya çeşitli simetrik sipirallerden oluşan yayğın çeşitlemeli çizimlerin ilkel dönemlerden kaldığı anlaşılmaktadır. Günümüzde yapılış amaçları tamamen unutulmuş ama bir alışkanlık olarak çizilen biçimsel öğelerde bir çok tabiat olayı çeşitli anlamlarla yüklü mitolojik semboller halinde motiflere dönüştürülmüştür.


YİTİK KULE /

194


YİTİK KULE /

195


YİTİK KULE /

196


YİTİK KULE /

197


YİTİK KULE /

198


YİTİK KULE /

199


YİTİK KULE /

200


YİTİK KULE /

201


YİTİK KULE /

202


YİTİK KULE /

203


YİTİK KULE /

204


YİTİK KULE /

205


YİTİK KULE /

206


YİTİK KULE /

207

Burada verilen Çeçen motiflerinin kullanımı serbesttir. Herhangi bir telife tabi değildir.


TEŞEKKÜR / BARKALLA K

adim kültürlerin yok olmasına karşı yapılması gereken birçok şey var. Yaşam mücadelesi uğraşısında, hızla akıp giden zaman içinde, boş anlarımıza sığdıracağımız küçük çabalarla bir çok güzel ve insani değeri kayıt altına almamızın mümkün olacağına inanıyorum. Sadece sözle olmuyor yazmak ta gerekiyor.. Bu noktada hayallerimizin peşine düşmekten başka, içimizdeki ince sızıyı bir nebze de olsa dindirmenin çaresi yok gibi.. Kültürel çalışmalar sıkça dile getirdiğimiz şekliyle ancak “Basılı hale geldiğinde” bir toplumun en önemli kalıcı tanıtım belgelerini oluştururlar. Kimseyi hedef almayan incitmeyen sadece bu halkın tanıtımına bir küçük ışık tutacak, geleceğe umut verecek bir anıt dergiyi bir kültür projesi halinde meydana getirebilmek için yazımına başladığımız ve toplam 5 sayıdan oluşacak YİTİK KULE / Çeçen Kültür Yıllığının üçüncü sayısını da yayınlamış bulunuyoruz. Çabalayarak, tutku ile severek, başta sevgili kuzenlerim Faruk KUTLU, Halit YILDIR olmak üzere birkaç gönül insanın desteğinde hazırlanan ve bu basıma maddi katkıda bulunan Sevgili arkadaşlarım Hayrettin Güler ve Muktedir İlhan’a buradan sonsuz teşekkürlerimi sunuyorum. Dél rez hiyla.




Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.