Exdergi 2

Page 1

exdergi

exdergi iki / haziran-aÄ&#x;ustos iki bin on bir

1


KULLANMA KILAVUZU MAHİYETİNDE NOT: Bir kapağımız var. Bu o kapağın arkası. Sonra yan yana sayfalarımız... Ki ancak yan yana bakıldıklarında anlarlar bakıldıklarını. PDF görüntüleyicinizin sayfa ayarlarıyla oynamaktan çekinmeyiniz: GÖRÜNÜM > SAYFA GÖRÜNTÜSÜ > İKİLİ > İKİLİ SIRASINDA KAPAK SAYFASINI GÖSTER Dergimizde görülebilen şeyler haricinde sizi başka ülkelere götürebilen görünür görünmez bağlantılar mevcuttur. Tıklanmayı beklerler.

igredxe

İpek Tuna

Ozan Tortop

Ozan Tortop

Ozan Tortop

Ozan Tortop

Elif Yıldız

Nida Kireççi

2 Ozan Tortop

Peri Kazancı

Ege Esin

Ozan Tortop


exdergi sayı II II DERKEN? Bu 2. sayımız. Bir başka sayımızda bu kadar mânâlısı denk gelmeyeceğinden Spartaküs rakamıyla da yazmak istedik. İlk sayımızda “Exdergi, internette bulunan şeylerden seçtiklerini derleyen ve bunların şu anda olduklarından daha fazla izleyiciye ve okura ulaşmalarına destek vermeye çalışan hem “kolektif”, hem de sağda solda gördüğü şeyleri topluyor olduğunu daha iyi anlatacaksa dilin kimyasıyla oynamaktan çekinmeyen başka bir deyişle “kollektif” bir oluşumun ismi.” demiştik. Tekrardır. Ekranda gördüğünüz şey bunun ikincisi. Üç aylık sıklıklarla yayımlanıyor ve ilk hareketi sağlamak adına el veren dostlarıyla başladığı yoluna, dağıtımına katkıda bulunmak isteyen herkesin kendi ağ yerinde kendi sahiplikleriyle bulundurabileceği bir şekilde bedelsiz ve koşulsuz devam ediyor; edecek. İlerleyen zamanda neyin ne olduğunu zaten göreceksiniz. Görmeyebilirsiniz de.

exdergi iki / haziran-ağustos iki bin on bir

3


içindeki...

İKİNÇ!/Ex Instance 7 KISA EN YARARLI, EN YARATICI, EN İNGİLİŞ!8-9 KISA D.I.Y. IS MY ROCK’N ROLL!10 KISA ABECE KOSTİK!11 KISA HUSH, RUSH!12 BLOG YAYILABİLİR İÇERİK VE DEĞER ALIŞVERİŞİ Melih Cılga 13-15 FOTOĞRAF BEŞER SURETİNDE İBLİS ŞAŞAR16-18 SOSYAL RENKLER HERKES İÇİNDİR! 19 ŞİİR YANGIN ÇIKIŞI/Göksel Bekmezci 20-21 BLOG ÇİZGİ ROMAN YAYINLAMAK KOLAY İŞ DEĞİL Koray Löker 22-23 SÖYLEŞİ DAĞIN ETEKLERİNDE GÖRÜLECEK ÇOK ŞEY VAR! İpek Tuna/Uğur Erbaş 24-29 DİJİTAL RESİM DUET/Elif Yıldız 30-31 ÖYKÜ SIRTLAN/Leonora Carrington 32-34 BLOG ABDALIN MALUMU/Ali Riza Esin 35 FOTOĞRAF İSTİKRAR/Nazım Serhat Fırat 36-37 BLOG KÜLTÜREL BULIMIA/Serdar Paktin 38-39 ŞİİR BULUCULAR LOCASI’NA KATILMA ŞARKISI Ursula K. Le Guin 40-41 Haydar DERLEME OSMANLI BASININDA KADIN HAREKETLERİ İpek Tuna 42-46 FOTOĞRAF BİR GECE BİR AYAKKABININ TEKİ Peri Kazancı 47 4


...ler

ŞİİR MASKARANIN OYUNU/gogo aslan 48 İLLÜSTRASYON “2”/Elif Yıldız, Ozan Tortop 50-55 MEMOIR ORTAM ÖKÜZÜ, ZİKZAK 56-57 MÜZİK JAZZY NOTES/Ersin Kurtdal 58-59 ŞİİR İNFİALE TEŞEBBÜS/Güher Gürmen 60-61 SOSYAL BALIĞIN SADECE KUYRUĞU VAR! 62 PROFİL SOKAK ŞAİRİ/Yücel Yarımbatman 64-65 FASİT DAİRE HAZİRANDA DÖNMEK ZOR 66 ANLATI BÜYÜK OYUN/Özgür Uçkan 67-124 SOSYAL MEDYA #15MAYIS #22AGUSTOS 126-129 MİZAH GOOGLE ARAMA MOTORU MÜDÜRLÜĞÜ/Selçuk Erdem 132 BLOG EN ANLAŞILMASI GEREKEN 10 HUSUSLA 22 AĞUSTOS Deniz Tan 133-134 BLOG ÇOCUK PORNOSUNA KARŞI İNTERNETİ FİLTRELEMEK Kaan Doren 136-140 BLOG #22AGUSTOS MEVZUSUNDA GÖZDEN KAÇANLAR Eren Emre Kanal 141 FOTOĞRAF 15 MAYIS YÜRÜYÜŞÜ/Volkan Çelik 142-143 BLOG 1984 VE SANSÜR/Ufuk Özgül 144-145 BLOG BIRAKIN İNTERNET DÜŞMANLIĞINI/Simto Alev 146-148 rHayvanAnsiklopedisindekiGeyigiBaldiziAdrianneyeGoturdu149 SOSYAL ANADOLU’YU VERMEYECEĞİZ MANİFESTO 156-157 Etiketler 160-161 şu şu bu da bu 162 exdergi iki / haziran-ağustos iki bin on bir

5


ATTENZIONE PER FAVORE! Dergimizde yer verilen yazılardan bazıları bloglardan alıntı, “kırpık yazılar”dır ve metinler ilgili yazıların tamamı değildir. Yazıların veya yazı görsellerinin bulunduğu sayfalarda birer “URL” varsa, böylesi yazıların bağlantısı verilen kaynaktan alındığını anlayabilirsiniz. Farklı bölümlerinden kesilmiş ve kısaltılmış bu metin parçalarının aslının birer özeti olmadığı bilinmelidir ve yazarının amaçladığı etkiyi ve etkileşimi sağlayabilmesi, ancak orijinalinden okumakla mümkündür. –––– Yazılardan burada yer verilmiş bölümler seçilirken belirli bir özen gösteriliyor olsa da, bunlar orijinal metinlerin “en iyi / en önemli” paragrafları şeklinde nitelendirilemez; varılabilecek böylesi sonuçlar rastlantı olabilir veya yazı orijinallerinin uzunluklarıyla ilgilidir. Alıntı içeriğimizden daha fazla keyif almak ve/ veya daha fazla fayda sağlamak isterseniz, anlam bütünlüğünün doğru oluşmasını teminen, yazıları orijinal kurgularıyla ve bulundukları ortamlardan okuyunuz. –––– Exdergi’de bulunan yazıların ve diğer içeriklerin alıntılanmış olması, bir hak devri değildir ve kendi kendimizi tabi tuttuğumuz “Creative Commons” şartlarının yazı orijinallerine de uygulanmasını gerektirmez. Bu yalnızca sahiplerinin rızasıyla oluşturduğumuz derlemenin tamamı ve yayın formatımızın bütünüyle ilgilidir; bu durum, Exdergi’yi herhangi bir vasıtayla edinmiş gerçek veya tüzel kişilere, orijinal içerik sahiplerinin izinleri alınmadan kısmen veya tamamen tekrar alıntılama hakkı vermez. –––– Exdergi okumuş olmakla uğrayabileceğiniz maddi veya manevi zararlardan ve hayal kırıklıklarından müessesemiz sorumlu değildir. Taşıt kullanırken Exdergi okumayınız. Okurken değerli eşyalarınıza sahip çıkınız. –––– E-posta adresimizi verdik diye bize olur olmaz şeyler yazmayınız. Olur şeyler yazınız. Yazınız, çiziniz; yapınız işte birşeyler. –Müdüriyet

6

exdergi 24 yaş üstü gençlerimize “abi” diye hitap eden, birbirinden farklı yazılardan cımbızladıklarını dertop edip önünüze koyan, bağımsız ve müstakil e-dergi. Yemeklerden sonra okunması zaruridir. Sayı: 2 Haziran - Ağustos 2011 Çıkabiliyor bazen bakınız. KATKISI BULUNANLAR: Anıl Tortop, Ben Tolman, Boogie, Burak Dönertaş, Dampyr, Deniz Tan, Ege Esin, Elif Yıldız, Erdem Dilbaz, Eren Emre Kanal, Eren Öğrül, Ersin Kurtdal, Florence Waters, Florentina Pakosta, gogo aslan, Göksel Bekmezci, Görkem Keser, Güher Gürmen, Hush, Hüseyin Usta, Hüseyin Bahri Alptekin, İpek Tuna, Jake Blanchard, Kaan Doren, Karga Mecmua, Koray Löker, Leonora Carrington, Melih Cılga, Nazım Serhat Fırat, Nida Kireççi, Ozan Tortop, Özgür Uçkan, Peri Kazancı, Roger Gilbert-Lecomte, Selçuk Erdem, Serdar Paktin, Simto Alev, Ufuk Özgül, Uğur Erbaş, Ursula K. Le Guin, Volkan Çelik, Yücel Yarımbatman İÇERİK YÖNETMENİ: AR DİRETMENİ:

İpek Tuna Ali Riza Esin

in@exdergi.com | exdergi.com twitter.com/exdergi www.facebook.com/exdergi


ön sevişme

İKİNÇ! Ex Instance

Ö

nce sen başla lan sevgili okur! İlkinden ne anladın, onu anlat konuşmadan. Yapabilirsin. Yapabildiğini biliyorum. –––– Bak sevgili okur... Daha doğrusu bakma; oku sevgili okur. Bakıp geçme. Bakılacakla-

rı dahi oku. Gülüp geçme. Oku geç. Oku, öyle geç. Yoksa sayılmaz. Okuya okuya bir hâl ol. Okuya okuya hemhâl ol. Ol ki duyabilesin. Duy ki gülebilesin. Gülüp geçebilesin. Duyarak gülmenin geçiş önceliği var. Başka türlüsü güleni salak gösterebiliyor. ––-– Resimleri bile oku ama bunu yaparken gözlerinin içine bak. Sen de görebilirsin istersen. Görebildiğini biliyorum. ––-– “Bu cümleye erişim engellenmiştir.” Evet evet, böyle daha iyi. –––– Ben ikinciyim. Sonrayım. Senden sonrayım. Sen öncesin. Aslolan sensin. Senden sonra ben. Bu bir döngü, evet. Güzel döngü. Ve ne ediyor biliyor musun toplamda?.. Hiç... Hiç ediyor. İyilik virgül güzellik yani. Toplamak gerekmiyor çünkü. O fasıl başka fasıl. Matematik faslı. Dört işlem. Ve başka işlemler... Hatırlat, yapalım bir ara. Sonra yine döneriz beri tarafa. ––– Böyle işte sevgili okur... Ne halin varsa gör. Oku daha doğrusu. Ne halin varsa. Beğenirsen ne âlâ. Beğenmezsen başka bir açıdan bakmayı dene. Farklı bir açıdan... Tam o açıdan, evet. –––– Peki ben susuyorum, sen devam et aynen... Tamam, benim yazacak yerim yok da ondan. –––– Sen sakın kaybolma ama bak bir yere! Aynen böyle kal. Güzellikle... Sağlıkla... Sağlık güzelliğin sözünü dinler. Dinlediğini biliyorum. BİT.

exdergi iki / haziran-ağustos iki bin on bir

7


EN YARARLI: • Europeana (europeana.eu) – AB desteği ve British Library’den Louvre’a pek çok bağışla birikmiş, haritalardan müziğe 15 milyon nesne bir çatı altında toplanmış. Hitler’in ses kayıtlarından oluşan bir ansiklopedik arşiv de Avusturya ve Alman kütüphanelerince sağlanmış. Bu güzel güne kasvet katmak isteyenler dinlesin! –––– goo.gl/cFNiM

EN YARARLI, YARARL I , EN YARATICI, YARAT ICI , EN İNGİLİŞ! İNGİL İŞ!

•GoogleBooks(books.google.com)–Shakespeare’in tüm eserleri, her sayısıyla Life Magazine, bu liste uzar gider. Oku, oku oku! –––– goo.gl/hUmfE • Moma (moma.org/collection) – Gelmiş geçmiş en kapsamlı modern sanat arşivi. Bünyesinde 34.000 üzerinde görsel barındırmakta; kimisi henüz hiçbir galeride sergilenmemiş bile. Kaçmasın! –––– goo.gl/inGpq • Poetry Foundation (poetryfoundation.org) – Şiirler, makaleler, okumalar ve daha fazlası. Çağdaş Amerikan şairlerinin sesine kulak vermek gerek. Senin için! –––– goo.gl/NMccy • Film Archives (filmarchives-online.eu) – Biraz sıkıcı ama kullanımı kolay, çok dilli bir Avrupa sineması arşivi. Haber panosu takibe değer. Tatilciler, dikkat kamera! –––– goo.gl/Nb6mY

* Bu derleme, Şubat 2011’de telegraph.co.uk’de Florence Waters imzasıyla yayımlanmıştır. Long Live The Queen! ... ... Long Live The Queen! ... ... Long Live The Queen!

8


EN YARATICI:

EN İNGİLİŞ:

• Prado on Google Earth (google.com/prado) – Velazquez’den Goya’ya üç boyutlu fırça darbeleri, merhaba sanat!

• Tate (tate.org.uk) – Sanatçı sesini online da duymak isteyenlerin adresi. Günde birkaç öğün elzem. Gelmişken bakılması gereken bir grup; Bloomsbury Group. –––– goo.gl/BXXNE

• The founding Hospital (threadsoffeeling.com) – Londra’da 1741-1760 arası Foundling hastanesine bırakılan 4.000’den fazla bebekten arda kalanların online sergisi. Hassas bünyelere tavsiye etmiyoruz. • I Remain (digital.lib.lehigh.edu) – Beş yüzyıla yayılan bir dönemden mektupların online sergisi. Orson Welles’ten Bach’a. Geçmişe özlem duyanlara birebir. • Van Gogh’s Letters (vggallery.com/letters) – 902 mektup. Çevirileri de yapılmış, meraklı gözlere hazır. İsteyene piyasaya yeni çıkan mektuplardan oluşan bir Thames and Hudson kitabı da satışta. £450. Cuk. • Donald Judd Library (library.juddfoundation.org) – Sanatçının 13.000 kitabından oluşan online kütüphanesi. Çocukluğunda Ana Britannica’nın tüm ciltlerini okumuş kitapsever/sayar Judd’ın minimal çizgisine serüveni kitaplığından geçiyor, hiç kuşkusuz.

• Yorkshire Film Archive (yfaonline.com) – 1890’lara kadar uzanan bir yelpazede amatör ve profesyonel kısalar, kuzey İngiltere’den absürt sesler, enfes görüntüler. Sheffield tarlalarında koşturmayalım, sakin. –––– goo.gl/xiZpM • Archive of the Now (archiveofthenow.org) – Çağdaş İngiliz şiiri üzerine sesli bir el kitabı. Britanya’nın yaşayan şairlerinin okumalarını derleyen ise Brunel Üniversitesi’nden Andrea Brady. J.H. Prynne’nin sesinden Wieners’ın Cocaine’i. –––– goo.gl/wTSa8 • Archive of Irreverent Miscellanies (digitalmiscellaniesindex.org) – 18. yüzyıl şiirlerinin derlemesi. John Milton’a atfedilmiş “An Extempore upon a Faggot” adında pek imalı bir bölüm de mevcut. Güne şiirle başlamak isteyenler, dinle! ––––

goo.gl/tDjZI • Peel Street Caves (via Nottingham.ac.uk) – 1892’de, önceden bir kum madeni olan 200 metre uzunluğunda bir mağara dönemin ilgi odağı olmuş. Şimdilerde Peel sokağı altında kalan ve “Robin Hood’s Mammoth Cave” adı verilen mağarayı artık dijital ortamda ziyaret etmek mümkün. Sırayı bozmayalım, önce sen! –––– goo.gl/sNQRm

exdergi iki / haziran-ağustos iki bin on bir

9


S MY D. D.II ..Y. Y. IIS ROCK ’N ROLL! ROLL ! ROCK’

A

lternative Press, bağımsız yayınlara destek vermek, küçük çapta da olsa var olmaya çalışan bu yayınlara ilgi çekmek için, bir grup Londralı sanatçının, karikatüristin, yazar ve şairin 2009’un ilk aylarında bir araya gelmesiyle oluşmuş bir platform. Bir yıl gibi kısa bir süre içerisine, farklı ülkelerden katılımcıların da işleriyle oluşmuş Publish You adlı bir kitabı, yerel sanatçıları, oluşumları ve yayınları bir araya getiren Alternative Press Fair gibi pek çok etkinliği ve bir de Londra’nın Community Arts kanalında yayın yapan kendi radyo programlarını sığdırmayı başarmışlar. –––– Mark Pawson, Rich Cowdry, Scott Smith, Gareth Brookes, Jimi Gherkin, Peter Lally, Şaban Kazım ve Edd Baldry gibi isimlerin yer aldığı Publish You, renkli illüstrasyonlarla, şiirlerle dolu 80 sayfalık bir neşriyat. Radyo programları ise sitelerinde arşivleniyor. Geçen sene 28 Kasım’da gerçekleşen fuarda ise karikatür, şiir ve fanzin atölyeleri düzenlendi, 100’ün üzerinde yabancı yayın tanıtıldı ve satıldı. Sınır dışına seslenmek isteyenlere duyurulur! BİT.

www.alternativepress.org.uk

10


İK! ABECE KOST KOSTİK!

J

ake Blanchard Londralı bir illüstratör. İngiltere’nin ilk milli parkı Peak District’te kuşlar ve koyunlar arasında geçen çocukluk sonrası Blanchard, Brighton Üniversite’sinde illüstrasyon okur ve mezuniyetiyle piyasaya atılır. BBC, Nike, The Guardian, Agile Films, Pentagram, Bad Idea Magazine, Relix Magazine ve Granta Magazine için sanatçının çalışmalarına rastladığımız birkaç tanıdık diyebiliriz. Ben Nash, Moon Unit, Cladera Lakes, Charlie Parr & The Black gibi müzisyenlerin albüm kapakları ve konser posterleri de sanatçının hayal gücünden kolaylıkla çıkmakta. –––– 2009’da kendi yayın evini de kuran Blanchard, doğa, evrim, biyoloji, müzik, mitoloji, eski uygarlıklar ve antik

kültürlerle beslediği çalışmalarının yanı sıra diğer sanatçıların işlerini de yayınlıyor. Tor Press, ıslak Londra sokaklarının birinde ikamet eden, yerel fanzinlerin, adını bilenlerin bildiği müzik gruplarının albümlerinin, sayıyla üretilen el işi baskıların satıldığı küçük bir dükkân. –––– Geçen aylarda, her sayısına sırasıyla alfabenin harflerini isim edinen yeni bir fanzin yayınına başlayan Tor Press, projeleriyle de takip etmeye değer bir oluşum. Aralarında Gemma Corell, Bob London, Lizzy Steward gibi isimlerin dikkat çektiği katılımcı illüstratörlerin, harfler üzerinden çağrışım oyunu oynadığı yayınlar sadece 100 kopya olarak basılıyor ve 5£ karşılığı adresinize kadar ulaştırılıyor. A, B, C arşivleneli; Z için beklemedeyiz! BİT.

www.jakeblanchard.co.uk torpress.blogspot.com www.torpress.co.uk

exdergi iki / haziran-ağustos iki bin on bir

11


üyük Britanyalı sanatçı HUSH şu sıralar Hollywood’da yeni sergisi “Twin” ile sahnelerde. Graffiti ve sokak sanatının inceliklerini gözlemlediğimiz çalışmalarının bu sergiye özel konusu ise “ikilik” ya da “karşıtlık”. Her haliyle görülmeye değer bir oyun gözlerimize. HUSH yavaş çekimde çalışırken izle, web sitesi için tıkla! Şuraya! Aşağıya! BİTME!

www.studio-hush.com 12

vimeo.com/23962047

HUSH

HUSH, RUSH! HUSH, B


YAYILABİLİR İÇERİK VE DEĞER ALIŞVERİŞİ Melih Cılga

“Adına ‘hediye ekonomisi’ denilen gayet eski bir ‘sosyal alışveriş’ modelinin yeni bir versiyonuna tanık oluyoruz son yıllarda...”

V

iral yolla yayılması amacıyla üretilen vi-

Örneğin, karşımızdaki insan tarafından içeriğimizin

deolarda, seyircinin içerikteki hikâyeyi “beğenilmesi/‘Like’ edilmesi”, şu sıralar tedavülde nasıl bir çerçevede algıladığını, nasıl bir en çok dolaşan “sosyal ödeme” birimi olarak görübağlam içerisine oturttuğunu ve günde-

lebilir belki de. Tıpkı maddi alışverişlerde olduğu

lik hayatındaki sosyal medya paylaşımlarında onu

gibi sosyal alışverişte de değiş tokuş yapılan şey-

neden ve nasıl kullandığını anlamaya çalışmak, son

lerin (içeriklerin) birbiriyle bağlantılı iki farklı değer

zamanlarda iletişimciler arasında en çok tartışılan

taşıdığını biliyoruz: Kullanım değeri ve mesaj değeri

konulardan biri... –––– İngilizce’de “spreadable

(sembolik değeri). Hem üretici hem de alıcı, baştan

media” denilen yayılabilir medya uygulamalarının

beri bu iki potansiyel değerin farkındadır zaten. Bir

belki de en karakteristik özelliği, mesajın taşıyıcıla-

içeriğe alıcı olmaya niyetlenen (önce kendi adına

rının bizzat insanlar olması ve paylaşımların görü-

kullanıp faydalanmak ve sonra da yayarak çevre-

nür bir maddi karşılık beklentisi olmadan, gönüllü

sine mesaj vermek isteyen) kişi, kullanım ve mesaj

olarak yapılması. Maddi karşılık beklemeden bir

değerlerinin toplamına kendince bir bedel biçer ve

içerik üretmek ya da yaymak için gönüllü emek/za-

içeriğin “takas değeri”ni (exchange value) belirler.

man harcayan insanların oluşturduğu yeni bir “ka-

Alışverişin bedeli de “sosyal ödeme birimleri” üze-

tılımcı kültür”den bahsettiğimiz zaman, haliyle bu

rinden, yani genellikle “Like” tuşuna basılarak öde-

sosyal alışverişin kendi içerisinde yarattığı yeni bir nir... Haliyle, bu “gönüllü sosyal alışveriş” evreninde “değerler sistemi”nden de bahsetmek gerekiyor... sadece klasik “value” kavramıyla yetinmeyip, “kadir –––– Aslında bu noktada, adına “hediye ekonomi-

kıymet bilmek/ilgi göstermeye değer olmak” anla-

si” denilen gayet eski bir “sosyal alışveriş” modeli-

mında “worth” kavramını da hesaba katmak gereki-

nin yeni bir versiyonuna tanık oluyoruz son yıllar-

yor. –––– İçerik yaymanın bir açıdan “altruistic”, bir

da: Gönüllü içerik üretmek ve yaymak kullanıcıya açıdan da “egoist” boyutları olduğunu söyleyebilimaddi bir getiri sağlamasa da, alınıp verilen/değiş

riz: Paylaştığımız içerik (bir anlamda, katılımcı kültür

tokuş edilen bir tür “manevi değer” var karşımızda. havuzuna gönüllü bağışladığımız hediye) bizim kim

melihcilga.blogspot.com exdergi iki / haziran-ağustos iki bin on bir

13


“Alıcı tarafından içeriğe verilen tepki ve sonradan gelen kullanılma biçimi de aynı dünyanın insanları olup olmadığımızı gösterir.”

olduğumuz ve ilgi alanlarımız hakkında bir mesaj verirken, aynı zamanda karşımızdaki insanlar hakkında bizim nasıl bir algıya sahip olduğumuzu da gösterir. Alıcı tarafından içeriğe (hediyeye) verilen tepki ve sonradan gelen kullanılma biçimi de aslında aramızda kuvvetli bir bağ olup olmadığını ve aynı dünyanın insanları olup olmadığımızı gösterir. –––– [Başlık: Garantili klişeler] –––– Peki, bir içeriğin geniş kitlelere yayılmasının sırrı nedir? Örneğin, içinde mizah ve yaratıcı zeka bulunan içeriklerin hızla yayıldığı bilinen bir gerçek. İlginç esprileri ya da komik hikayeleri çevremizdeki insanlarla paylaşmanın aramızdaki bağları güçlendireceğini sezgisel olarak biliriz. Bireyin geçici olarak kendinden uzaklaşmasını ve kendine dışarıdan bakmasını sağladığı için en temel özgürleşme ve rahatlama yollarından biri olan mizah, her zaman iş yapar. –––– Yayılabilir içerikler üretmenin sihirli bir formülü yok tabii, fakat en azından mevcut başarı hikayelerine bakarak bir tür “garantili klişeler” listesi çıkartmak ya da genelgeçer ortak motifleri sıralamak mümkün: Komik ya da beklenmedik hareketler yapan bebekler ve sevimli hayvanlar, her zaman için yayılma potansiyeli taşıyan klişeler. Sevgi, şefkat, hayranlık, acıma, kınama, kıskanma, merak, şaşırma, korku, şok olma gibi farklı seviye ve türlerdeki duygulara hemen tepki vermeye eğilimli bir doğası var insanın. Bazen

14

bu niteliklere sahip olmasa bile, bilerek ya da tesadüfen doğru zamanda doğru yerde ortaya çıkıp “gündeme tam oturmak” da bir yayılma sebebi olabiliyor. –––– Meşhur bir şeyin parodisini yapmak, bir eşya ya da kavramı parçalayıp yeniden birleştirmek, amatörce kolaj ve cut-up’lar yapmak da gayet geçerli bir “yeniden anlamlandırma” yöntemi. Çünkü orijinal bir içeriği parçalayıp değiştirerek yeniden birleştiren insan, onunla kendisi arasında bir aidiyet ilişkisi kurabiliyor, elleriyle bozup yaptığı o kolajı sahiplenmeye başlıyor. Hatırlamakta fayda var: Genel bir kural olarak bir mecrayı anlamlı yapan, taşıdığı mesajı nasıl değiştirdiğidir ve yayılabilir medyada da mesajın taşıyıcıları bizzat insanların ta kendisidir. KES –––– Kuşkusuz, sosyal sorumluluk duygusuna gönderme yapan içeriklerin de yayılma potansiyeli yüksek. Örneğin çevre sorunlarından insan haklarına, ifade özgürlüğünden ayrımcılıkla mücadeleye kadar birçok konuda, özellikle marka mesajlarının yerleştirilmesine uygun (sponsor markanın kurumsal kimliğini çağrıştıracak) içerikler sıkça üretiliyor. –––– Öte yandan, modern hayat her ne kadar birbirinden kopuk atomize bireyler yaratmaya devam etse de, yardımlaşma ve dayanışma kavramları da hala epeyce etkili. Örneğin, fırsat eşitliği açısından bizden daha talihsiz / elverişsiz durumda olan birisiyle karşılaştığımızda, onun sesini duyurmasına


“Yayılabilir içeriğin hangi kullanıcı tarafından hangi bağlam içerisine oturtulduğu, içeriğin başlangıçtaki orijinal halinden daha önemli...”

yardımcı olmak amacıyla bir içeriği yayabiliyoruz. Bu dayanışma deneyimi hem “altruistic” güdülerimizi tatmin ediyor hem de kalabalık içerisinde fark yaratmamızı sağlayarak, dolaylı yoldan ego tatmini işlevi de görüyor. [Eğer bu dayanışma kültürüne tersinden bakacak olursak, buradan biraz problemli bir eğlence anlayışı devşirmek de mümkün: Örneğin TV’de çeşit çeşit insanın katıldığı yetenek(sizlik) yarışmalarının her zaman yüksek rating elde etmesinin de gösterdiği gibi, başkalarının çaresizliğini (ya da felaketini / sosyal yıkılışını) güvenli bir mesafeden seyredip kendimizi kıyaslayarak rahat bir nefes almak da epeyce yaygın biçimde paylaşılan bir sosyal refleks.] –––– [Başlık: Marka iletişimi ve yayılabilir medya] –––– Geçenlerde Slideshare’de rastladığım bir sunumda Norveçli stratejist Helge Tennø, dijital medyada marka konumlandırmasından bahsederken “Kendinizi bir içerik üreticisi olarak değil, bir değer üreticisi olarak görmeye başlayın... Markanızı çalınabilir (stealable) ve yeniden çoğaltılabilir içerikler etrafında oluşturun” diyordu... Sanırım bu noktada hem ‘mash-up’ kültürüne hem de “hediye ekonomisi” kavramına gönderme yaparak, şunu söylemek mümkün: –––– Yayılabilir içeriğin hangi kullanıcı tarafından hangi bağlam içerisine oturtulduğu, içeriğin başlangıçtaki orijinal halinden daha önemli... Yani üretici tarafından başlangıçta içeriğe

yerleştirilmiş olan ana fikrin onu yayanlar tarafından nasıl dönüştürüldüğünü / bozulduğunu, farklı bir anlam taşıyacak ya da farklı bir amaca hizmet edecek biçimde nasıl kullanıldığını, kişiden kişiye aktarılırken nasıl farklı algılandığını / yorumlandığını da hesaba katmak gerekiyor. Çünkü insanlar karşılaştıkları içeriği ve onun içindeki mesajları “sahiplenmedikçe”, kendilerininmiş gibi görüp kendi istedikleri gibi kullanmadıkları sürece, o içeriğin farklı ortamlarda bir “sosyal paylaşım değeri” kazanması ve popüler kültür içerisinde yer alıp yayılması da pek mümkün görünmüyor. –––– Eğer bir genelleme yapacak olursak, yayılabilirliğin ana bileşeni, olabildiğince fazla sayıda farklı sosyal grubun ucundan kıyısından birbiriyle örtüştüğü küçük kesişim bölgelerine seslenebilmek, çoğunluğun hemfikir olacağı geçici ortak noktalar tanımlamak ve farklı beğeniler / farklı beklentiler arasında geçici köprüler oluşturabilmektir, diyebiliriz sanırım... Aslında bu durum, “popüler kültür” dediğimiz şeyin de en temel özelliği. Bir haberin, magazin dedikodusunun ya da bilginin gündelik sohbetlerde “bahsedilmeye değer olması” ve fazla çaba harcamadan herkes tarafından sahiplenmeye / yorumlanmaya uygun olması, onun sosyal alışverişlerimizde bir “takas birimi” (social currency) olarak kullanılması için çoğu zaman yeterli olabiliyor . BİT.

exdergi iki / haziran-ağustos iki bin on bir

15


COL L O ODION DION

FOTOĞRAFLAR: Boogie

boogiephoto.blogspot.com 16


BEŞER SURETİNDE İBLİS ŞAŞAR

T

erimler sözlüğünde Collodion: Fotoğraf camı yapımında ve cerrahlıkta kullanılan, alkolle eter karışımı içinde sıvı durumuna getirilen nitroselüloz, kolodyum. –––– “Zira bu gibi mesailde göz dediği-

miz uzuvlar fotoğrafya makinesinin iki camları olup, kalp ise fotoğraflar ıstılahında “karanlık oda” denilen derûn-vücutta “collodion” eczâ-yı mütehassasıyla tehiyye edilmiş bir safi billurdur.” Ahmet Mithat Efendi, Paris’te Bir Türk, 83. –––– ���� Collodion; ilk kez 1851 yılında Frederic Scott Archer tarafından kullanılmış, fotoğraf literatürüne “wet plate” adıyla geçmiş ve genellikle aluminyum plaka üzerine çeşitli kimyasallarla baskı yoluyla üretilen bir fotoğraf tekniği. –––– Sırp fotoğrafçı Boogie Mayıs ayında Londra’da The Outsiders galerisinde açtığı son sergisine “Demons” adını vermiş. Collodion tekniği ile hazırladığı çalışmaları bir başka dünyadan bizi selamlarken ürpermemek elde değil. Poz verenlerin ruhlarından bir parçayı da yakalayan fotoğraflardan daha çok ürpermek için sözü kendisine bırakalım: –––– “Son zamanlarda wet plate tekniğiyle haşır neşirim ve adeta bir patlama yaşıyorum. Bu çalışmaları stüdyonun bodrum katında –herhalde 50 yıldır temizlenmemiştir– yapıyorum. Bu tip çalışmaları yapmak için için ideal koşullar olduğu söylenemez ama gerçekten ilginç sonuçlar çıkıyor; her fotoğrafta Tanrı’nın eli hissediliyor. İdeal koşulların sağlanmasını beklemekle hiçbir şey için çabalamamak aynı şey.” BİT.

exdergi iki / haziran-ağustos iki bin on bir

17


FOTOĞRAFLAR: Boogie 18


exdergi iki / haziran-aÄ&#x;ustos iki bin on bir

19


YANGIN ÇIKIŞI Göksel Bekmezci

I. yangın buradan çıkıyor baba. birazdan ikimiz de öleceğiz. yaralılar çoktan çeşitli hastanelerde kandırıldı. ölenleri saymazsak şimdilik herkes hayatta. herkes dediğim, büyüyünce çocuk olmayı arzulayan birer kahraman. kahraman dediğim, güneşe tapan belki bir kardanadam. birazdan ikimiz de hüznün birer zerresine dönüşeceğiz. televizyon canlı yayında, melekler basın toplantısında; cehennemin tek muhalefet partisi itfaiyeciler gelemeyecekler yangına. zaten, bir yeri de aramamış komşular, gözyaşlarıyla söndürecekler ateşi bu defa.

DEVA M... 20


II. yangın buradan çıktı baba. az önce ikimiz de öldük. belki bir elektrik kontağından belki de bir çocuğun kibrit sevdasından... kimliğimizi belirlemek için olay yeri inceleme ekibi gelecek birazdan. sessizlikten uyuyamazken sokaklar, yatağında ölü bulunurken hayat, sevdiğim bir yazar olmuşken şimdi birdenbire allah, hep bir acıyla temize çekilirken yalnızlıklarımız, her şeyden habersiz aynanın önündeki plastik bardakta, dargınlığımızdan haberi yok, yüz yüze bakıyor hâlâ diş fırçalarımız. III. bak! trenler sevdiğin şarkıların çalındığı radyo istasyonlarında durmak istiyorlar.. sakın korkma! kimse sağ çıkamazken hayat dediğimiz bu tabiatta içimizde bir tek, ölüm kalacak KES hayatta!

KİTAP: Eski Cesetler (Yitik Ülke Yayınları)

Bİ T.

KES

exdergi iki / haziran-ağustos iki bin on bir

21


22


ÇİZGİ ROMAN YAYINLAMAK KOLAY İŞ DEĞİL... Koray Löker

F

avori çizgi romanlarımın dönmüş olması,

farkında olarak, işin zorluğuna hak vererek de olsa…

bu aralar en çok duyduğum haliyle, eski –––– Her iki kitapta da, çizgi roman gibi alıcısı tanıbaharların olmamasını benim için önem- mı gereği fanatik bir kitleye sunulması ayrıca probsizleştiriyor. Günler uzadı, işten çıktıktan lemli olacak tercihlerle örülmüş çeviriler var. ––––

sonra sahil kenarında yürüyüş yaparken ortalık ay-

Dampyr’de başkalarını vampire çevirebilme gücüne

dınlık olabiliyor. Bir de neredeyse yıllar sonra tekrar sahip kadim yaratıklar elli küsur sayıdır Gecenin Julia ve Dampyr okuyabiliyor olmaktan güzeli ola-

Efendileri diye adlandırılırken bu terimden bir anda

maz… –––– Daha güzeli olamaz, ama daha kötüsü vazgeçilmiş. İtalyancam yok, ama Bonelli Yayınlarıolabiliyormuş. Sağ olsunlar, hem 1001 Roman hem

nın İngilizce sayfasında da Gecenin Efendileri diye

de Oğlak/Maceraperest işi yarı yolda bırakmadılar.

yer alıyor bu yaratıklar. –––– Julia’nın çevirisinde ise

Uzun aradan sonra (...) bu iki güzel çizgi romanın

Whoopi Goldberg’den ilham alınarak tasarlanmış

devamını getirdiler. –––– Çizgi roman alışverişi yap-

olan kıpır kıpır yardımcı karakteri ve kriminoloğu-

tığım sahafın sahibi NTV yayınlarının çizgi roman

muz arasındaki ilişki yeni bir hâl almış. Sizli, bizli ko-

dünyasına girişinin çok büyük olduğunu ama hızlı-

nuşur hale gelmişler. Yine İtalyancasızlıktan muzda-

ca düştüğünü anlatmıştı. Güçlü reklam olanaklarını

rip İngilizce ile kıyaslayınca bir yere varamıyorum,

kullanarak ilk çıkardıkları kitapları on binlerce sat-

zira aslında bir üslûp meselesi bu, İngilizce’de sen

mışlar. Ki bu rakam çizgi olmayan romanlar için de

ya da siz aynı sözcükle ifade edilirken, mesele cüm-

imrenilesi bir ölçek. Ne yazık ki ilk heyecan çabuk

lelerde çözülüyor. Gerçi Julia’nın karakterine isimle

sönmüş ve serinin devam kitapları o kadar çok sat-

ama çoğul hitap etmek yakışıyor. Hani doğruysa da,

mamış. –––– Kitapçıların bir bir kapandığı, neredey-

yanlışsa da güzel bir üslûp denebilir. Fakat bu kadar

se tüm kültür alışverişinin bu alanı sature eden zincir sayıdan sonra aniden bu değişikliği yapmak doğru mağazaların kontrolüne girdiği bir dönemde alt kül-

mu? KES –––– Her iki yayının da bir başka göze çar-

türe yönelik bir çalışmanın çok satması için çok özel pan eksiği, bunca zamandan sonra doyurucu bir önaraçlar gerekli gibi görünüyor. Sosyal medya araç-

sözün yokluğu. Özellikle Julia’yı başka bir yayından

larını kullanmak, satış kanallarını çeşitlendirmek ve

devralsa da kaldığı yerden sürdüren 1001 Roman

çoğaltmak herhalde. KES –––– Dampyr ve Julia’nın

için bu çok iyi olabilirdi. Her iki kitap da yeni çeviri-

yeni sayılarını kutlarken, sevincimin yarım kalması-

ler ve tercihlerle yola çıkmalarının maceralarından

na yol açan bir noktayı da tartışmaya açmak zorun-

bahsedebilirlerdi… –––– Son kertede… Olsun, Mayıs

da hissediyorum kendimi. Yukardaki tüm vaziyetin güzel geldi, çizgili geldi, o da yeter… BİT.

loker.radiobrecht.org exdergi iki / haziran-ağustos iki bin on bir

23


24

ugurerbas.blogspot.com ugurerbas.deviantart.com

Uğur Erbaş

DAĞIN ETEKLERİNDE ETEKLERİNDE G LECEK CEK GÖR ÖRÜLE ÇOK ÇOK ŞEY R!! VAR


SÖYLEŞİ: UĞUR ERBAŞ İpek Tuna

D

erviş Zaim’in Cenneti Beklerken adlı filmindeki efektler, Can Dündar’ın Mustafa belgeselindeki animasyonlar, Can Atilla’nın Cariyeler ve Geceler, Sultanlar Aşkına ve Aşk-ı Hürrem video klipleri, TRT’nin bayram ve ramazan animasyonları ve Reis Çelik’in Mülteci adlı filmindeki görsel efektler... Biraz da olsa hatırladınız mı? Bu çalışmaların hepsi Ankaralı grafik tasarımcı Uğur Erbaş’ın önce zihninden sonra elinden çıkma güzel işler. İpek Tuna: Kısaca kendinizi de tanıtmanızı rica ederken sorayım; bilgisayar grafikleri ile yolunuz nasıl kesişti? –––– Uğur Erbaş: 1977 yılında orta halli bir ailenin ikinci erkek çocuğu olarak Ankara’da dünyaya geldim. Bilgisayarla tanışmam Güzel Sanatlar Fakültesi’nin 3. sınıfına denk gelir. 3 yıl boyunca bütün ödevleri el emeğiyle teslim ettikten sonra büyük kolaylık gibi gelmişti. Sonradan ortaya çıkardığım işleri biraz sentetik bulmaya başladım. Anladım ki bir işi kolay yapmak değil, verdiği etkiymiş önemli olan. Teknoloji bile kendini geliştirirken elle yapılmış hissine daha

fazla yaklaşmaya çalışıyor. –––– İ.T: Sizce Ankaralı olmak, Ankara’da büyümek çalışmalarınızı nasıl etkilemiştir? –––– U.E: Şehirlerin çok önemli olduğunu düşünmüyorum aslında. “Bu iş İstanbul’da yapılır” önermesine de karşıyım. Evden çıkıp trene binip herhangi bir şehre gidebiliyorsanız sorun yok bence. Sonuçta hepsini bir araya getirdiğimiz yer yuvamız. Onun nerede olduğu da çok önemli olmuyor. Yine de Ankara yaşaması daha kolay ve sakin bir şehir olduğu için zamanınızın çoğunu kendinize ayırabiliyorsunuz. Tembellik ve büyük hayaller kurmak da buna dâhil.

exdergi iki / haziran-ağustos iki bin on bir

25


İstanbul’un hızına alışmış biri için yaşanamaz bir yer insanlarda ortak gördüğüm şey; birbirlerinin işlerine olduğunu da kabul ederim. Ankara’nın sarayları, bo- hayran olmaları, bayılmaları ama asla kıskanmamağazı, vapurları, martıları, yalıları, köprüleri olmasa da ları. Bu da belki bizim meslekte tek adam olma gibi bir bozkırın ortasında Cumhuriyet’in temellerinin atıldığı, durumun olmamasından kaynaklanıyordur. Hem Milli Mücadele’nin kalbi, iddiasız, sakin, kendi halinde farklı konularda uzmanlaştığımız için genellikle herkebir şehirdir. Tıpkı insanları gibi. Yani bu yalnızlıktan, bu sin birbirine ihtiyacı oluyor, hem de herkesin kendine bozkırdan büyük fikirler çıkabilir. Arada boşluklara da göre bir tarzı var. Grafik Tasarım ve Digital Arts dergileihtiyacımız var. Sahilde ri sürekli, National Geog“Ankara yaşaması daha kolay ve sakin oturup denizi izlemek her raphic, Toplumsal Tarih ne kadar güzel olsa da, bir şehir olduğu için zamanınızın çoğunu ise genelde takip ettikle“denizi seyretmeden ya- kendinize ayırabiliyorsunuz. Tembellik ve rim. Daha çok yapacaşayamam” diyenlerden ğım işe destek veren kobüyük hayaller kurmak da buna dâhil.” değilim. Gerçekten kendi nularla ilgileniyorum. bozkırınızda kalabiliyorsanız, baktığınız manzara, ol- “Nasıl” yapacağımı, yöntemimi bir şekilde belirliyoduğunuz yer önemini yitirebilir. –––– İ.T: Takip ettiği- rum. Asıl olan “ne” yapacağımı bilmek benim için. Orniz meslektaşlar? Basılı ya da online yayınlar? İlgi taya çıkan çalışmanın zengin olabilmesi için doğru duyduğunuz sanatın diğer kolları ve sanatçılar? odaklanmak ve çok fazla kaynaktan beslenmek gere–––– U.E: Meslektaşları ayıramam çünkü çok fazla kiyor. Üniversitede 5 yıl kadar amatör tiyatroyla uğraşvar. Üstadım, hocam dediklerim, öğrencim olan ama tım, birkaç enstrüman çalmaya çalışıyorum; hepsinin kulağı çoktan geçenler, dostlarım... Aynı işi yapan yaptığım işe destek verdiğini söyleyebilirim. Bir eserin

26


ortaya çıkması için gereken disiplini ve bütünün aslında ince detaylar sayesinde gerçek görünümüne kavuştuğunu anlatıyor bütün sanat dalları. –––– İ.T: Size göre başarıya azmetmiş bir animatör/grafik tasarımcı için hiç unutulmaması gereken en önemli şey nedir? –––– U.E: İşin sonunu görmektir. Aynı bisiklet kullanmak gibi; tekerin dibine değil gideceğimiz yola bakarız. Eğer tasarımcı yapacağı işin bitmiş halini göremiyorsa azapların en büyüğüyle baş başadır. Görebiliyorsa önüne çıkan sorunlar yalnızca bitişe ulaşan adımlara dönüşür. Çözmek zorunda kaldığı sorunlara değil, bütüne odaklanır. Nerede emek harcaması, nerede çok uğraşmadan diğer adıma geçmesi gerektiğini bilmek zorundadır. Aksi halde en büyük zararı kendine verecektir. Bu söylediğim teknik konuyla ilgiliydi. Diğer bir konu da tasarımcının bir iletişimci

olduğunu unutmamasıdır. Kendimiz için yaptığımız işler dışında yaptığımız çalışmalar belli mesajları insanlara aktarmak amaçlıdır. Grafik tasarım sanat değildir ama sanatçılar tarafından yapılır. Grafik sanatçı hedef kitleyi iyi tanımalıdır. Kısaca sözünü dinletebilmelidir. –––– İ.T: Ortak bir çalışma yapmak istediğiniz üç “rüya” kişi/şirket? Bu seçimlerin nedenleri nelerdir? –––– U.E: Genelde seçimlerim projelerin içerikleriyle ortaya çıkıyor. Dolayısıyla hikâyem yoksa seçimim de olmuyor. Bana gelecek hikâyeye göre de değişir. Az önce söylediğim gibi işin sonunu gördüğüm zaman kiminle çalıştığım önemli olmaya başlıyor. Aklıma gelen tek seçim bir senfoni orkestrası olurdu; yaptığım işlerin müziğini orkestradan duymak isterdim. Nedeni ise genelde epik projelerle uğraşmam. Destansı hava ancak 70 kişinin ellinden çıkan müzikle elde edilebilir

exdergi iki / haziran-ağustos iki bin on bir

27


gibi geliyor. Müziğin, prodüksiyon içindeki en önemli karakterlerden biri olduğunu düşünüyorum. Görüntüyle vermeye çalıştığınız hissi tam olarak, eksiksiz aktarmaya yardımcı oluyor. Tabi ki bu durum maliyeti çok fazla yükseltebilir; tek bir klavyeyle yapılan müzik maliyetiyle karşılaştıramayız bile. Belki de bunun için güzel olan zordur. –––– İ.T: Anadolu Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Grafik Bölümü Başkanı Prof. Tevfik Fikret Uçar bir röportajında “Kelimelerle konuşur, kavramlarla anlaşırız. Grafik tasarım, bu kavramların biçimlere dönüşmüş halidir.” diyor. Mistik öğretilerde “Biçim boşluk, boşluk biçimdir.” diye bir önerme var. Şems de, şimdi adını hatırlamadığım bir kitapta yazdığına göre “Nasıl ki çömleği tutan dışındaki biçim değil, içindeki boşluk ise; insanı ayakta tutan da benlik zannı değil, hiçlik bilincidir.” buyurmuş. Kısaca Uğur Erbaş yaptığı işlere de yansıyan kendisini “ben” ve “benlik” kavramları içerisinde nasıl görüyor? Ya da göremiyor? –––– U.E: Eğer

28

anlatacak hikâyem varsa “ben” onu size ileten olurum, sözüm yoksa “boşluk” olurum. Ne zaman bir işe başlasam ilk yaptığım kendimi o konuda doldurmak olur. Taşacak hale geldiğimde iş belirmeye başlar. Ama iş bittikten sonra içimdeki boşluğa tekrar kavuşmam gerekir. Hiçbir şey yapmadığım zamanlardan pişmanlık duymam genelde. Buna da ihtiyacım olduğunu düşünürüm. Grafik tasarım starları olan bir iş değildir. Bize yansıyanları gösteririz, bunu yaparken doğru kelimeleri kullanmaya çalışırız. Az ile çoğu anlatabilenler de başarılı olanlardır. Bir ressam gibi benliğimizi ortaya koymayız. Elimizdeki malzemeyle mesajı iletiriz. Bu nedenle mesleğimi diğer mesleklerden farklı görmüyorum. Yine de ister istemez yaptığımız işlere bizden bir şeyler yansıyor, kendi beğenilerimizi işin içine katıyoruz. –––– İ.T: 2002’de 39. Antalya Altın Portakal 8. Uluslararası Kısa Film Video Yarışması’nda Dünyanın Kapıları ile ve 2004’te Columbia-Tristar 1. Ulusal Kısa Film Video Yarışması’nda Güneş Yolu ile yine


“En İyi Animasyon” ödüllerini, 2006’da ise 43. Antal- rölyefleri ve Karagöz figürleri arasındaki benzerlikleri ya Altın Portakal Film Festivali Ulusal Uzun Metraj araştırdığım dönemlerde, mürekkep kullanarak bu Film Yarışması’nda Cenneti Beklerken için yaptığı- tarzda bir Anadolu manzaraları serisi yapmıştım. nız çalışma ile “En İyi Görsel Efekt” ödülünü aldınız. Bunu linolyum tekniğiyle bastığım ex-librisler izledi. Nerede duruyor bu ödüller? Son yıllarda biraz sessiz Daha sonra bilgisayara geçince aynı tadı korumaya gibisiniz? –––– U.E: Kitaplığımın üst raflarında duru- çalışarak biraz daha geliştirmeye çalıştım. Yine de esyorlar, benim için önemleri çok büyük. Son yıllardaki kileri daha çok seviyorum. Gözler, lekelere hayat verisessizlik mesleki istikrarla ilgili olabilir; bir süredir kü- yor; çıkardığımızda geriye dikkati çeken bir şey kalmıçük çapta işlerle uğraşıyorum, bu da ihtiyacım olan yor. İnsandaki genel eğilim ilk olarak gözlere dikkat boşluğu sağlıyor. Yeni ve büyük projeler için daha faz- etmek. Gözlere bakıp duyguları deşifre edebiliyoruz. la plan yapmaya başladım, belki bunun için süre uza- Utandığımızda göz teması kuramıyoruz. Sevgiliyle samış olabilir. –––– İ.T: Sisifos’u da anmadan geçme- atlerce göz göze kalabiliyorken, bir yabancının size yelim; sizin kayanız şimdilerde tepenin neresinde? uzun uzun bakması kavga sebebi olabiliyor. Görme–––– U.E: Büyük ihtimalle tepenin çevresinde dönüp den inanmıyoruz, ayrılırken “görüşürüz” diyoruz. Gözduruyorum. Zirveye çıkmaktan çok, kayayı yuvarlama ler dünyayı bize anlatıyor, bizi de dünyaya. –––– İ.T: çabasını seviyorum. Zirve demek son demektir gibi ge- Elma mı portakal mı? Çay mı kahve mi? Vampirler mi liyor bana, sonra düşüş. zombiler mi? İllüstrasBu işlerde zirve olmamalı “Zirveye çıkmaktan çok kayayı yuvarlama yon mu animasyon mu? belki de. Tabi ki bu olduBira mı rakı mı? Spiderçabasını seviyorum. Zirve demek son ğu yerde saymak anlademektir gibi geliyor bana, sonra düşüş. man mi Batman mı? İsmına gelmiyor. Burada tanbul mu Ankara mı? Bu işlerde zirve olmamalı belki de.” hedef ve araç birbirine Deniz mi dağ mı? Kırmıkarıştırılmamalı. İnsanlar genelde animasyon ya da zı mı beyaz mı? Geçmiş mi gelecek mi? –––– U.E: film yapmak istediklerini söylüyorlar ama ne için ya- Elma da portakal da yemediğimizde arkamızdan ağpacaklarını bilmiyorlar; konu ikinci planda geliyor. İlk lar. Çay her zaman; çalışırken, dinlenirken, muhabbet akla gelen hedef zirve, takdir görmek, beğenilmek ederken, nargile içerken. Kahve yalnızca Türk kahvesi, olunca ortaya bir şey söylemeyen, hedefi olmayan iş- o da her zaman değil. Vampirlere özenirim; her zaman ler çıkıyor. Dağın eteklerinde görülecek çok şey var. jilet gibi yakışıklı oldukları için. Zombilere benzerim; –––– İ.T: “Çoğunlukla en iyileri üstünde durmadığın yoğun çalıştığım zamanlar kendimi unuttuğum işlerden çıkar. Kaygısız yaklaştığın içindir belki.” de- için. İllüstratör olmayı çok isterdim ama hareket mişsiniz bir yerlerde. Konu 3-D, foto manipülasyon beni cezbetti. Bira da, rakı da ama farklı zamanve ex-libris çalışmalarınız olunca, sade görünümleri larda... Spiderman’ın sakar olması, Batman’ın siyah altında derinine izler taşıyan işler çıkarıyorsunuz di- kıyafeti en güzel yanları. İstanbul; güzel insanlar, güzel yebiliriz. Ex-librislerde kullandığınız o “GÖZ”ler kim- yemekler, güzel hava, güzel manzara. Ankara; yuva. leri/neleri gözetliyor, gözetiyor? –––– U.E: Anadolu Denizden dağa bakmak, dağdan da denize, Olimpos’ta. kökenli bir tarz aslında. 1997 yılında üniversitede, Hitit Kırmızı , beyaz ve lâl. Şimdi. BİT. *Bu röportajın bir kısmı Karga Mecmua’da da yayımlanmıştır. exdergi iki / haziran-ağustos iki bin on bir

29


DİJİTAL RESİM “DUET”: Elif Yıldız 30

illustratorsculptor.blogspot.com


DİNLETİ “The Flower Duet (Lakmé)”

exdergi iki / haziran-ağustos iki bin on bir

31


SIRTLAN

32


SIRTLAN

Leonora Carrington

Son sürrealistlerden Leonora Carrington, 25 Mayıs 2011’de ayrıldı aramızdan. Şimdi öykü zamanı...

“S

osyeteye ilk kez takdim edildiğim za-

verdikleri şeyi de görüyor olmalısın!”

manlarda sık sık Hayvanat Bahçesine

Bir fikrim vardı, gülerek dedim ki; “Neden yerime

gidiyordum. Biliyordum ki genç hanıme- geçmiyorsun?” fendiler için hayvanlar çok daha iyi dost “Birbirimize yeterince benzemiyoruz, yoksa gitmek

olurlar. Bu yüzden de insanlardan kaçıyor ve soluğu istemediğimden değil.” dedi sırtlan, üzgünce. hayvanat bahçesinde alıyordum. “Dinle,” dedim, “gece ışıklarının altında görmek Tanıdığım hayvanlar içinde en sevdiğim genç bir öyle kolay değildir; biraz giyinirsen, kabalığın ara-

dişi sırtlandı. O da beni seviyordu ve gerçekten de sında seni fark etmezler. çok zekiydi bu sırtlan. Ben ona Fransızca öğretiyor“Ve üstelik hemen hemen aynı boydayız. Sen bedum, o da bana kendi dilini. Bu şekilde çok güzel nim tek arkadaşımsın, sana yalvarıyorum...” Bunun geçiyordu saatler. üzerine düşünmeye başladı, biliyordum ki kabul Mayıs ayının ilk günü, annem benim onuruma bir etmek istiyordu. balo düzenlemişti; geceler boyunca sıkılıp duruyor-

dum. Daima balolardan nefret etmişimdir, özellikle de benim onuruma yapılıyorsa. 1934’ün ilk mayısının sabahında, erkenden, sırtlanı ziyaret etmeye gittim. “Ne lanet iş ama!” diye söyledim ona, “Bu gece onuruma verilen baloya gideceğim.” “Şanlısın.” dedi, “Eğer ben gidecek olsaydım mem-

“Tamam, yapacağım.” dedi birden. Günün çok erken saatleriydi, bu yüzden de çok bekçi yoktu ortalıkta. Kafesi çabucak açtım ve birkaç dakika içinde sokaklardaydık. Bir taksi çağırdım, eve vardığımızda herkes yataktaydı. Odamda bu gece giyeceğim elbiseyi aldım. Biraz uzun geldi ve yüksek topuklu ayakkabılarımla yürümek de bir so-

rundu sırtlan için. Ellerini saklamak için bir eldiven nun olurdum buna. Gerçi nasıl dans edilir bilmem, buldum, çünkü benimkilere göre çok kıllıydılar. Güama sohbet etmeyi bilirim yine de.” neş odama vurmaya başladığında, sırtlan odamda “Yiyecek bir sürü şey olacak baloda.” dedim. “Tırlar

yukarı aşağı geziniyor ve dik durmaya çalışıyordu.

dolusu yiyeceğin eve doğru gelişini görmüştüm.”

Annemle de uğraşmak zorunda kaldık, günaydın

“Ve şikâyet ediyorsun,” diye yanıtladı sırtlan nefret-

demek için gelmişti... Sırtlan yatağımın altına sak-

le. “ben günde yalnız bir kez yiyebiliyorum ve bana landıktan sonra kapıyı açtım. “Odanda iğrenç bir

en.wikipedia.org/wiki/Leonora_Carrington exdergi iki / haziran-ağustos iki bin on bir

33


koku var.” dedi annem ve bir pencere açtı. “Gece

bir torban varsa, onu daha sonra yiyebilirim.” dedi.

gelmeden, yeni, kokulu sabunlarımla bir banyo

“Tuvalette zambak çiçeği işlemeli bir torba bula-

alacaksın.”

caksın. İçindeki mendilleri çıkart ve al onu.” Dedik-

“Tamam,” dedim ben de. Fazla kalmadı. Sanıyorum

lerimi yaptı sırtlan. Ve sonra dedi ki : “Şimdi arkanı

ki bu koku onun için çok güçlüydü.

dön ve ne kadar güzel olduğuma bir bak!”

“Kahvaltı için geç kalma.” dedikten sonra, odamdan

Aynanın önünde sırtlan, Mary’nin yüzüyle kendine

ayrıldı annem.

hayran hayran bakıyordu. Yüzün etrafını dikkatle

En büyük problem sırtlanın yüzünü gizlemekteydi.

yemişti, ta ki kendine gerekecek kadar kalana kadar.

Saatler ve saatler boyunca uğraştık; sırtlan bütün “Evet, gerçekten iyi başardın bu işi.” dedim. Geceye fikirlerimi geri çeviriyordu. Sonunda dedi ki; “Sanı- doğru, tamamen giyindiğinde, “Tam gerektiği gibi rım bunun yolunu biliyorum. Bir hizmetçin var mı?” görünüyorum artık. Öyle hissediyorum ki bu geceden büyük bir başarıyla çıkacağım.” dedi sırtlan. Şaşırmış, “Evet.” diye yanıtladım. “Tamamdır, o zaman oldu bu iş. Zile basıp hizmetçiyi çağıracaksın ve geldiğinde üzerine atılacağız ve

Merdivenlerin aşağısından müziği duymaya başladığımızda, “Şimdi git ve anneme yakın durma sakın;

sonra yüzünü soyacağız. Bu gece için onun yüzünü kesinlikle ben olmadığını anlar. Uzak dur ondan, başka kimseyi tanımıyorum zaten. İyi şanslar.” dekendiminkine takacağım.” “Bu akıl kârı değil,” dedim. “yüzünü yitirince kesin ölecektir; biri vücudunu bulur sonra da hapse gireriz.” “Onu yiyecek kadar açım.” diye yanıtladı sırtlan. “Peki ya kemikler?” “Onları da,” dedi. “pekâlâ, kabul ediyor musun?” “Sadece bana onu yüzünü soymadan önce öl-

dim sırtlana. Ayrılırken onu öptüm ama hala üzerinde çok güçlü bir koku vardı. Gece geldi. Günün ağırlığıyla yorgun, bir kitap aldım ve pencerenin kenarında, kendimi dinlenmeye verdim. Hatırlıyorum, Jonathan Swift’den Güliver’in Gezileri’ni okuyordum o zaman. Tersliklerin ilk işareti, yaklaşık bir saat kadar sonra geldi. Kısa çığlıklar atarak pencereden gelen bir

düreceğine söz verirsen; öteki türlü çok acı verir yarasaydı bu. Yarasalardan korkunç derecede çok çünkü.” korkarım ben. Dişlerim zangırdayarak bir sandal“Tamam, bunu yapabilirim.”

yenin ardına saklandım. Kapımdan gelen yüksek

Titreyerek, hizmetçi Mary’yi çağırmak üzere zile bir gürültü, kanat vuruşlarının sesini bastırdığında bastım. Eğer balolardan böylesine nefret etmesey- dizlerim üzerinde zorlukla durabildim. Annem içeri dim yapmazdım bunu. Mary içeri girdiğinde hiçbir

yüzünde kızgın ve solgun bir ifadeyle geldi. “Bu şey

şey görmemek için duvara doğru döndüm. Ve bu odanda dolaşıp çığlıklar atarken… Biz sadece otuişin çabucak halledildiğini söyleyebilirim. Kısa bir rup yedik.” dedi. “Biraz kötü kokuyorum, ha? Evet, çığlık ve son. Sırtlan onu yerken, ben de pencere-

keklerden yemedim.” Sonra da annemin yüzünü

den dışarı bakıyordum. Birkaç dakika sonra; “Daha çıkarttı ve onu da yedi. Bir sıçrayışta pencereden fazla yiyemiyorum; iki ayağı hala duruyor, ama eğer dışarı çıktı ve ortalıktan kayboldu.” BİT.

34


ABDALIN MALUMU Ali Riza Esin

E

fenim, kuarklar malumâliniz. Mamafih,

olanlardır; bununla birlikte tılsım, acayip, üst ve alt

malumatı olmayanlar da olabilir elbet-

kuarklar sadece yüksek enerjili çarpışmalarda olu-

te: –––– “Kuarklar asla yalnız bir şekilde

şabilir. –––– Kuarklar bir araya gelerek hadronlar

bulunmazlar; onlar sadece hadronlar

olarak bilinen bileşik parçacıkları oluştururlar. Bun-

dâhilinde bulunabilirler. Bu sebeple kuarklar hak- ların en kararlı olanları atom çekirdeğinin bileşenlekında bilinenlerin çoğu hadronların gözlenmesi so- ri proton ve nötrondur.” –––– Yani efenim, tüm bu nucunda elde edilmiştir. –––– Çeşni olarak bilinen

malumattan çıkan şey şu ki; atom üstünde sinüs

altı tip kuark bulunmaktadır. Yukarı, aşağı, tılsım,

dalgalarının ne olduğunu bilen bir protonsanız ve

acayip, üst ve alt kuark. –––– Yukarı ve aşağı ku- çizgisel sinyallerdeki faz farklarını bile hissedearklar bütün kuarklar içinde en düşük kütleli olan- biliyorsanız, aynı düzlemdeki hiçbir elektron sizi lardır. Daha ağır kuarklar parçacık bozunması yo- bozmayacaktır. –––– Bozunabiliyorsanız bozabilir luyla hızlıca aşağı ve yukarı kuarka dönüşürler. Bu

de… –––– Hayat, kararsızlıkta karar kılmış parça-

sebeple yukarı ve aşağı kuarklar evrende en yaygın

cıklara zor nitekim. Malumunuz. BİT.

ali.riza.esin.net exdergi iki / haziran-ağustos iki bin on bir

35


FOTOĞRAF “İSTİKRAR”: Nazım Serhat Fırat 36


www.nazimserhatfirat.com twitter.com/fotoakbaba exdergi iki / haziran-aÄ&#x;ustos iki bin on bir

37


KÜLTÜREL BULIMIA Serdar Paktin

B

ulimia nervosa, çoğunlukla ‘manken has- edinebilirsiniz. Zira, ben bu tanımı burada bırakıp, talığı’ olarak bilinir. Yemek yedikten sonra

konuyu bir metafora dönüştürerek bir adım öteye

o yemekleri öğütmeye başlamadan gidip

taşımak istiyorum. –––– Bu bulimik hali şu şekilde

bütün yediklerini kusma hali. Böylelikle tanımlamak isterim; yemeklerin sadece tatlarını al-

kişi, hem yemek yemenin tadına varacak hem de mak ve besin değeri barındıran içeriğini almamak yemeğin muhteva ettiği kilo yapıcı kalorilerden ve hali. Yani, ‘yemeğin tadına varayım ama beslenselülit yapıcı her ne ise onlardan sakınmış olacaktır.

meyeyim’ durumu. –––– Bu durumu, yaşadığımız

–––– Bu fizyolojik durumun en yüzeysel açıklaması dönemde pek çok çerçeveye uyarlayabiliriz. Bu bu şekilde olabilir. Wikipedia’dan daha detaylı bilgi

farkettim.com 38

yüzden, sözünü edeceğim şey: Kültürel Bulimia. Bu


“Bilgileri sadece imajlar ve anlık iletiler olarak hızla tüketip sonra da kusan varlıklara dönüşüyoruz.”

konuda bir araştırma yaptığımda bu terimin iki kez,

süre zarfında bu verilerin sadece estetik ve belki de

gayrıresmi olarak tanımlandığını gördüm. Birincisi,

yüzeysel olarak algılanması ile içinde barındırdığı

“and now, jose?” isimli blogda 2004 yılında geçiyor –ve asıl ulaştırmak istediği– mesaj, anlam, bilgi ve ve ünlü Amerikan modernist ressamlardan Vincent

deneyim ıskalanmış oluyor. KES –––– İşin bir diğer

Desidero’ya atıfta bulunuyor. Çünkü Desidero, bi-

–ve bir o kadar dikkat çekici– kısmı ise, bu kültürel

zim sürekli yeni imajlar görme ve onları hızla tü-

(veya kültürel olmayan) bulimia hali içinde besinler

ketip yeni imajlar görme açlığı duyma halimizden

ve yiyecekler yenilirken o güzel ve leziz tatlarıyla

söz ediyor. Burada Desidero, modern zamanlardaki

beraber kusmuk tadını da beraberinde getiriyorlar

hızlı tüketim ile geçmiş dönemlerdeki mutlak sanat ve bu yüzden insanların haz alma duyguları temearasındaki farka vurgu yapıyor olabilir. Ve bence şu linden sarsılıyor. Yani, bulimik bir insan bir şeyi tüandaki Tumblr neslinin günde milyon tane imaja

ketirken biraz sonra o yediği muhteşem lezzeti çı-

bakıp geçmesi ve hiçbirinin derinine inmemesi –bu

karacağının bilinciyle yemeğini çiğneyeceği için o

arada bunu Tumblr platformunda yazıyor olmam

aldığı lezzetli tat ile aynı anda onun kusulacağı za-

bile yeterince ironik– durumu olarak değerlendiri-

man getireceği tatsızlığı da düşünecektir. –––– Bu

lebilir. Sanata bakayım ama o sanatın içerisindeki da insanların o mutluluk verici tat alma duygularını anlama, duyguya, düşünceye ulaşmayayım. ––––

zıttını da beraber düşünmek zorunda bırakarak te-

İkincisi ise, güzide bir bilgi kaynağımız olan Urban melinden sarsıyor ve insanların aldıkları hazların Dictionary’den 2010 yılında gelmiş: İnsanın gün değerini kaybetmesine neden oluyor. –––– Kısaca, içerisinde obur bir bünye olarak türlü komik vide-

ilk önceleri tat ve haz almak için başlayan bir yöne-

olar izlemesi, meme’ler görmesi ve türlü türlü ko-

liş, bir süre sonra alınan tat ile beraber onun zıttı

mik verilere, bilgilere ulaşıp çok ihtiyaçları olacak-

olan tatsızlığı da beraber getirmeye başlıyor. Bu

mışçasına arkadaşları ve dünyanın geri kalanı ile

tat ve tatsızlık diyalektiği içine girildikten bir süre

paylaşmaları durumu olarak tanımlanmış. Verilen

sonra bu yöneliş, zorunlu bir alışkanlığa dönüşüyor.

örnek cümlede de, “Şu arkadaşımın Facebook say-

Ve kişinin zaten tükettiği şeyin içinde bulunan be-

fasına baksana, paylaştığı komikli resimden ve şa-

sini almadığı gibi ilk başlarda aldığı tadı da yitiriyor

kalı videodan ne kadar kültürel bulimik olduğunu ve bu sonsuza giden tatsız bir sürece dönüşüyor. anlayabilirsin.” KES –––– Kültürel Bulimia: İçinde –––– Bu süreçten tek memnun olan da bu içeriklebulunduğumuz hiç durmayan ve neredeyse sonsuz rin üreticileri oluyor. Ama bizim kültürel bulimiamız iletişim çağında, bütün verileri ve bilgileri sadece bünyesinde üreten ve tüketen bir bütün olunca, imajlar ve anlık iletiler olarak hızla algılayıp, tüke-

bokunda boğulacak bir neslin mimarı olduğumuzu

tip sonra da kusan varlıklara dönüşüyoruz. Fakat bu

görüyoruz. BİT.

exdergi iki / haziran-ağustos iki bin on bir

39


40

Ben Tolman

www.bentolman.com


BULUCULAR LOCASI’NA KATILMA ŞARKISI Ursula K. Le Guin

Tuhaf şeyler getir lütfen. Lütfen yeni şeyler getirerek gel. Çok eski şeylerle dolsun ellerin. Bilmediklerinle dolsun gözlerin. Çölün kumu sağlamlaştırsın ayaklarını. Dağlar olsun adımının aştığı. Parmak izlerin haritan olsun, ve gittiğin yollar kazınsın avucundaki çizgilere. İçine çektiğin havada derin karlar olsun, ve buzun pırıltısı olsun dışarı soluduğun. Tuhaf sözcüklerin şeklini taşısın ağzın. Yemediğin yemeklerin kokusunu duy pişerken. Yabancı bir ırmağın pınarı göbeğin olsun. Evinde gibi olsun ruhun evsiz yerlerde. Dikkatle yürü, gözümüzün bebeği. Özenle yürü, gözümüzün bebeği. Korkusuz yürü, gözümüzün bebeği. Bizimle geri dön, bize geri dön. Hep yuvana geri dön. KES

KES

Bİ T.

www.ursulakleguin.com KİTAP: Hep Yuvaya Dönmek exdergi iki / haziran-ağustos iki bin on bir

41


Hafıza-i beşer nisvan ile malûmdur!*

azakula.tumblr.com 42


OSMANLI BASININDA KADIN HAREKETLERİ İpek Tuna

“Biz ki saçı uzun aklı kısa diye erkeklerin alaylı gülüşlerine hedef olmuş bir taifeyiz. Bunun aksini ispat etmeye çalışacağız. Erkekliği kadınlığa, kadınlığı erkekliğe tercih etmeyerek, çalışmanın doğru yolunda mümkün olduğu kadar ayak direten olacağız.” –Şükûfezar 1886

O

n dokuzuncu yüzyıl başlarında Batılı ka-

seslerinin duyulabilmesi için entelektüel çevrenin

dınlar, sosyal ve siyasal hayat içerisinde

kadın yazarlarının yanı sıra okur mektupları da bu

belirli ve etkin konumlar edinirken, o yıl-

süreçte ihmal edilmemiş.

–––– Basında daha çok

larda buradaki toplumun her kesimini et-

yer alarak ve örgütlenerek “var olduklarını” ta o za-

kilemiş olan devletin yapısal değişimi kadınları da man duyurmaya çalışan kadınlar, özellikle II. Meşkendileri ve çevreleri ile ilgili konular, durumlar, so-

rutiyet ile daha da etkin olmuş, davalarını bir mü-

runlar hakkında düşünmeye, çeşitli çözüm arayışla-

cadeleye dönüştürmüşler. Hepimiz bu noktada

rına yönlendirmiştir. 1869-1920 yılları arasında ba-

birbirimizden utanabiliriz.

–––– [Başlık: Gazete ve

sında kadın izlerine baktığımızda bu yönelmelerin dergilerde Osmanlı kadınlarının izleri]
 –––– Terakki gelişimini gözlemlemek mümkün. Yani aslında hafı-

Gazetesi (1868) - Kadınların mektuplarını kimlikle-

zaya kazılmaya çalışılanın aksine, bu topraklarda

rini gizleyerek yayımlamış. Çok eşliliği sorgulayan,

kadının hareketlenmesi Osmanlı döneminde başlı-

vapurda eşit paraya erkeklerden daha kötü yerler-

yor ve birbirinden farklı düşünce yapısında olsalar de oturmak zorunda kalmaktan şikâyet eden çeşitli da amaçları için birlik olan bu kadınlar tarafından

mektuplar.
 ––––
Terakki-i Mukadderat (1869) - Te-

oldukça da etkili oluyor.

–––– Önceleri erkeklerin rakki gazetesinin 48 sayılık kadınlara özel eki. Okur hazırladığı yayınların kadın sayfaları ve eklerinde mektuplarında bir potansiyel görmüş olsalar gerek. değinilen Osmanlı kadınları, ev, aile, çocuk gibi sı-

Mektupların yanı sıra kadın eğitimi, Batı’daki kadın

nırlı mevzulara konu oluyorlar, kimliklerini açık et-

hareketleri ile ilgili yazılar. ––––

Vakit, Mürebbi-i

meden gönderdikleri mektuplarla yer alıyorlar ga-

Muhadderat ve Ayine dergileri (1875) - Evlilik, anne-

zetelerde, dergilerde. Zamanla kadınların da yazıları lik, çocuk gibi başlıklarda imzasız yazılar. 

–––– Aile yayımlanıyor ve dahası kadrosu sadece kadınlar-

(1880) - Şemseddin Sami tarafından diğerlerinin

dan oluşan dergiler, gazeteler çıkmaya başlıyor. Bu benzeri konularda yazılmış, imzasız basılan yazılar. kadınlar çoğunlukla dönemin aydın, bürokrat ya da

––––

İnsaniyet dergisi (1883) - Yayımcısı Mahmud

zengin ailelerinin evde yetişen iyi eğitim görmüş Celaleddin’in yazıları ve kadın mektupları. Mektepli kızları ve eşleri. Kadınların birlik olabilmesi ve

Kız rumuzlu okur, kadın dergilerinde kadınların

* Bu derlemenin bir kısmı, Mayıs 2011’de Karga Mecmua’da da yayımlanmıştır. exdergi iki / haziran-ağustos iki bin on bir

43


44

yazdığı yazılara öncelik verilmesi gerektiğini talep etmiş bir mektubunda.

–––– Hanımlar Dergisi (1883) - Ev idaresi, edebi metinler, tarih, yabancı dil öğrenmenin gerekliliği üzerine yazılar.

–––– Şükûfezar (1886) - Sahibi kadın olan ve kadrosu tümüyle kadınlardan oluşan ilk dergi. Sahibi Arife gibi diğer kadınlar da babalarının ya da kocalarının adlarını değil sadece kendi adlarını kullanmışlar.

–––– Mürüvvet Dergisi (1888) - Eğitimin gerekliliği, kız okullarının durumları üzerine yazılar. Şair Nigar Bint-i Osman, Şair Leyla gibi ilk şairelerin, diğer ede-

“modern” kalemlerine söz hakkı tanırken, Fatma Aliye Hanım gibi Doğu ve Batı arasına sıkışmış düşünceleri, fikirleri ile hala polemik konusu olan kadınları da daha ilk sayılardan kadrosuna katmış. Kadınların Avrupa ve Amerika’da da Osmanlı’da olduğu gibi erkekler tarafından aşağılandığını, kadınların toplum içinde var olmasının engellendiğini, sanat ve bilim çevrelerine alınmadıklarını dergideki daha ilk yazılarında dile getirmiş Fatma Aliye Hanım. Hasılatının yüzde beşini kimsesiz ya da fakir kızlara çeyiz parası olarak dağıtan derginin imtiyaz sahibi

biyatçı kadınların eserlerine de yer verilmiş.

–––– Parça Bohça (1889) - İki kadının hazırladığı tek sayılık dergi. Ev işleri, çocuk bakımı ve terbiyesi üzerine yazılar ve yemek tarifleri.

–––– Hanımlara Mahsus Gazete (1895) - Dönemin en uzun süreli kadın dergisi, 1908’e kadar toplam 604 sayı olarak çıkmış. İlk sayısından itibaren kadın ve toplum arasındaki bağlantının kuvvetlendirilmesi, kadınların yetiştirilmesi ve yükseltilmesinin gerekliliği vurgulanmış, kadınların her işi yapabileceği savunulmuş. “İyi anne, iyi eş, iyi ev kadını” klişeleri dışında günümüz pek çok kadın dergisinden de ileri olan dergi, kadınlara üstlendikleri bu rollerin yanı sıra onların konumlarını sorgulayan, problemlerinden bahseden mektuplara, metinlere yer vermiş, kadınları yazmaya, araştırmaya yönlendirmiş. Ev işleri, bütçe idaresi, sağlık, çocuk yetiştirme gibi konuları da işlemiş ama feminizm hakkında yayımladığı değerlendirmelere, Avrupa yayın çevrelerinden haberlere, dünya edebiyatından çevirilere ve Osmanlı’da kadın hareketi söylemlerine yer vermesiyle farklı seslerin duyulmasına imkân vermiş sayfalarında. Bir yandan okuyan, yazan, yabancı dil öğrenen, hakkını savunan, erkek dünyasında yerini bulmaya çalışan entelektüel bir kadın kimliği oluşması için dönemin

Mehmet Tahir, eşi Fatma Şadiye Hanım da müdiresi. Kadrosunda Fatma Aliye Hanım ve kardeşi Emine Semiye ile beraber Leyla Saz, Makbule İnan, Münire Hanım, Fatma Fahrünnisa, Fatma Zehra, Gülistan İsmet, Şair Nigar Bint-i Osman, Makbule Leman, Fatma Şadiye, Nezihe Muhittin gibi şaire ve yazarlar varmış. Erkek sesini de kısmamışlar; Ahmet Mithat Efendi, Ahmet Rasim, Mustafa Asım, Sermet Muhtar Alus, Faik Ali, Talat Ali gibi dönemin önde gelen erkek yazarlarını da aralarına almaktan çekinmemişler. Ayrıca kurdukları kütüphane ile şaire ve yazar kadınların yapıtlarının basımını ve satışını da yapmışlar.


–––– Haftalık Malumat Mecmuası (1895) 27 sayı yayımlamış. Ahmet Rasim, Nazif Sururi, Mehmet Cemal gibi yazarların kadınlara ilişkin yazıları ve kadınlardan gelen mektuplar.

–––– Alem-i Nisvan (1906) - Kırım’da Tercüman gazetesinin eki olarak yayımlanmış. Kafkasya’da yaşayan Müslüman kadınların yaşadıkları kötü koşullar hakkında yazılar ve çözüm önerileri.

–––– Artık bütün odunluklarınızdan vazgeçiniz! –––– 1908’de II. Meşrutiyet’in ilanıyla hızla artan kadın dergileri yanı sıra Tanin, Servet-i Fünun, Sabah, Millet gibi günlük gazetelerde de kadınların yazıları sıkça yayınlanmaya başlar. Adım adım gazete ve dergilerde


Osmanlı kadınlarının izlerine devam, zira “kadınlar hatırlar!”* –––– Demet (1908) - Halide Edip, İsmet Hakkı Hanım, Fatma Müzehher gibi kadın yazarlarla beraber dönemin ünlü erkek yazarları da kalem oynatmış bu dergide. Mesleki yelpazenin genişlemesi için kız okullarında fen derslerinin konulması, feminizm gibi konular üzerine tartışmışlar.


–––– Mahasin (1908) - Kasım 1909’a kadar her ayın 25. gününde yayınlanmış. İlk renkli ve resimli kadın dergisi. Kadınlar için düzenlenmiş konferansların metinleri

çalışmalarıyla kararlı bir yol çizen dergi, yayın hayatı boyunca okurlarına erkeklerden zekâ ve yetenek bakımından eksik olmadıklarını işlemiş, ezilmiş kadınlığın erkekler tarafından dayatılan bir yaşam biçimi olduğunu ileri sürmüş ve kadının ekonomik özgürlüğüne kavuşmasıyla toplumda saygın bir yer edineceğini savunmuş. Tüm bunların da yolu “toplumsal inkılaptan bağımsız olmayan bir kadın inkılabı”ndan geçmektedir Kadınlar Dünyası’nda. “Bugünkü hayat yenilik istiyor.” demişler ve bu yeni

“Bizler şu asrın terakkiyatından ne hisse alacağız? Yine o tepile tepile, eğitile eğitile maziye karıştı zannettiğimiz üzüntülerle mahrumiyetlere mi boyun eğeceğiz? Hayır, hayır, artık çok çektik, yetişir. Evet, artık bu yeknesak siyah gölgelerde bu gaflet yüküne, hissiz, mütevekkil katlanmak istemiyoruz.” –İsmet Hakkı Hanım, Demet Dergisi (1908) de yayınlanmış. İmtiyaz sahibi Asaf Muammer, müdürü Mehmet Rauf Bey.


–––– Kadın (1908) - Yedi ay yayınlanan haftalık resimli Selanik dergisi. Batılı kadınların gelişimlerinden haberler, kadınların eğitimi ve toplumsal yaşama katılımı üzerine yazılar. İmtiyaz sahibi İbrahim Bey, müdürü Enis Avni Bey.


–––– Kadın (1911) - Kadın fikirlerini duyurmaya ve kadının gelişimine yönelik yazılar içeren on beş günlük dergi.


–––– Kadınlar Dünyası (1913) 1921’e kadar yayınlanmış dönemin en önemli kadın dergisi. İmtiyaz sahibi Nuriye Ulviye Mevlan, mesul müdürü Emine Seher Ali Hanım. Kadın sesini duyuran, kadının yeni dünyasını tanıtan ve kadınları bu yeni dünyaya çağıran dergi, toplumun farklı kesimlerinden gelen her kadın sesine önem ve yer vermiş. Dergiye sadece kadınlar yazmış yayın süresi boyunca. Kadın-erkek eşitliği üzerine söylemleri ve

hayatta dayanışma ve ortak mücadele ile “Haksızlığı, biçareliği, eşitsizliği kaldırarak ahlak ve vicdanın muhakemesiyle vücuda getirilecek yeni ve insani bir teşkilat” gerekliliğini dile getirmişler. Bu amaçla da Osmanlı kadınlarının hak mücadelesini yürüten Osmanlı Müdafaa-i Hukuk-i Nisvan Cemiyeti’ni kurmuşlar. Hem derginin sahibi hem cemiyetin kurucusu olan Ulviye Mevlan ve diğer yazarlarla beraber kadını üretici olmaya yüreklendirmiş ve kadınlığı bilinçlendirerek üretken kılmayı hedeflemiş. Her iyi yayına olduğu gibi yerli basından fazla ilgi görmemişler, erkekler tarafından alaya alınmışlar, dönemin bürokrat eşleri ve kızları tarafından fazla radikal bulunmuşlar ama yabancı basından destek almışlar. –––– “Kadınlık meselesi bir hak meselesi, hürriyet meselesidir. Kadın asırlardan beri yaşadığı esir hayattan bıkmıştır. Kadının

exdergi iki / haziran-ağustos iki bin on bir

45


kurtuluşu kendi eseri olacaktır. Kadınlar! Erkeklerin güzel sözlerine kanmayın, kurtuluş sizin ellerinizde. Erkekler! Artık bütün odunluklarınızdan vazgeçiniz!” Sözün bittiği yer.

–––– Erkekler Dünyası (1913) - İstanbul müdürü Rıfat Bey. “Yayınımız kadınlığın kıymetini, ilim, fen ve edebin yüceliğini takdir eden aydın Osmanlı gençlerinin eserlerine açıktır.” demişler, zamanında.

–––– Genç Kadın (1918) - On beş günlük mecmua. İmtiyaz sahibi Seyyit Tabir, müdiresi Hatice Refik.

–––– Genç Kadın (1919) - Sosyal ve edebi konulara yer veren onbeş günlük dergi. Beş ay kadar yayınlanmış. İmtiyaz sahibi Karahisarlı Muallim Fuat Şükrü, mesul müdür Süleyman Tevfik Bey ve müdiresi Fatma Fuat Hanım.



–––– Kadınlar Âlemi (1919) - Perşembe günleri çıkan haftalık resimli yayın. Sosyal konular, edebiyat belirli başlıklar. Kadınlar Âlemi, Osmanlı Kadınlar Âlemi ve Hanımlar Âlemi adlarıyla yayınlanmıştır. Müdürü M. Ekrem, başyazarı Feriha Kâmran Hanım. 3. sayıdan itibaren imtiyaz sahibi Naci Bey.



–––– Kadınlık (1914) - Perşembe günleri çıkmış, beş ay yayınlanmış resimli gazete. Mesul müdürü Süleyman Tevfik.

–––– Kadınlık Hayatı (1913) - Mesul müdürü emine Seher Ali. Kadınlar tarafından hazırlanan edebiyat, bilim ve kadınların gelişimine yönelik konularda yazılar içeren kadın gazetesi. Cumartesileri yayınlanmış. 

–––– Musavver Kadın (1911) - Osmanlı hanımlarına mahsus haftalık siyasi, ilmi gazete. Haftalık ve resimli. İmtiyaz sahibi ve müdürü

46

Nizamettin Hasip Bey.

–––– Seyyale (1914) - Genç kızlara yönelik bilim, edebiyat, ahlak, felsefe, gezi başlıkları altında yayın yapan dergi. İmtiyaz sahibi Adile Necati, kurucuları İskender Fahrettin, Profesör H. Cevat ve müdiresi Şekibe Ali.

–––– Siyanet (1914) - Haftalık kadın ve aile gazetesi. Müdiresi Zaime Hayriye Hanım.

–––– Türk Kadını (1918) - Kadınlar için yayınlanan on beş günde bir çıkan yayın. Sahibi ve müdürü Muallim Ahmet Halit.

–––– 1900’lü yılların başlamasıyla bu yayınlarda biçim ve içerik zenginliği göze çarparken, diğer yandan da kadınların daha önceki dönemde aydınlanmaya ve bilgilenmeye yönelmiş iç dünyalarının, bu yıllarda tartışmaya ve sorgulamaya dönüştüğünü görüyoruz. Bu nedenle Cumhuriyet’e kadar yayınlanmış bu dergi ve gazeteler incelendiğinde sadece kadının o tarihlerdeki yerini tespit etmekle, dönemin modası, müziği, yemek kültürü, edebiyat dünyası ve benzeri konularda bilgilenmekle kalmıyoruz; aynı zamanda sonrasında neyin yanlış gittiğini de fark edebiliyoruz inceden. Cumhuriyet’in kurulmasıyla bir anda bu toprakları kaplayan –çok da iyi becerdiğimiz– “geçmişi unutma” hali, haliyle kadınların bu mücadelesinin de en azından bir süreliğine unutulmasına sebep olmuştur. 

Kısaca kadın her dönemde tipik kadın; üretken, çözümleyici, yaratıcı ve yeniliklere açık. Fark ettiğimiz ise erkeğin hali; hâlâ kereste misali. BİT.


“Bir gece bir ayakkabının teki... Yer Bağdat Caddesi, aylardan Haziran, hava sıcak, gençlik başta duman.”

FOTOĞRAF: Peri Kazancı

perikazanciphoto.blogspot.com exdergi iki / haziran-ağustos iki bin on bir

47


MASKARANIN OYUNU gogo aslan

Bir düşte Unutttuğum Çantada varmışsın Dokunmana gerek yok ki bana Bu gece Durduğum yerde Geçiyor zaman Hiç olmamış bir meyve veren Ağaçtan düştüm ben Çocuk değilsem neyim Olsa olsa bi park gezisinde Unutulan Ama mutlu Oynadığı oyundan Yaz kış demeden Aynı parkta kaybolan

KES

KES

Bİ T.

kafandayim.blogspot.com

48


exdergi iki / haziran-aÄ&#x;ustos iki bin on bir

49


“2” K

apağımıza yerleştirebilmek için ikinci sayımıza özel “2” çalışması yapmalarını istedik, buna ehil dostlarımızdan. “Bize bir ‘iki’ yapın.” dedik. “Dilerseniz iki iki... Veya daha çok iki...” –––– Çalışmanın boyutları hariç her konuda serbest bıraktık kendilerini ve sonuçları merakla beklemeye başladık. –––– Nihayetinde ummadığımız ölçüde ilginç, bize göre başarılı ve sevimli ve sizlerle paylaşmaya değebileceğini düşündüğümüz güzellikte pek çok ikimiz olmuş oldu. –––– Buna el veren, hayalgüçlerini ve zamanlarını bizlerle paylaşan, “Aklın yolu bir değil; ‘en azından’ iki!” denilebilecek ölçüde geniş olduğunu bildiğimiz farklılıklar evrenini yeniden gözlemleme şansını sunan tüm dostlarımıza —bu kısa hikâye ne kadar okunursa en az ifadesiyle o kadar— teşekkür ederiz. Yer bulamadığımızdan yer veremediğimiz ikiler için de... Bu ve ilerleyen birkaç sayfada sergilenen “2”ler, işte o “2”lerden bazılarıdır. –––– Güzel ikiler... –––– Bize kapak olan ikiler...

50


“2” Elif Yıldız

illustratorsculptor.blogspot.com exdergi iki / haziran-ağustos iki bin on bir

51


“2(ler)” Ozan Tortop 52


1980 doğumlu Ozan Tortop, Eskişehir A.Ü. Grafik Bölümü mezunu. Sanat yönetmeni ve yazar Ozan Tortop, başka başka güzel şeyler arasında en çok soru sormayı sevdiğini söylüyor. Türkiye’de çeşitli işlerde çalıştıktan sonra oyun tasarımcısı, çizgi filmci ve çizer eşi Anıl Tortop’la birlikte Avustralya’ya taşınan Ozan Tortop, halen bu ülkede yaşıyor ve “hangi_ajans_yayinevi_ve_ cayocaklarina_cv_gonderdim_acaba. rtf” isimli bir dosya üzerindeki çalışmalarını sürdürüyor.

ozantortop.com

exdergi iki / haziran-ağustos iki bin on bir

53


“2” İpek Tuna 54


“2” Elif Yıldız

exdergi iki / haziran-ağustos iki bin on bir

55


MEMOIR MEMOIR* “BİR ZAMANLAR BURALAR HEP...”

Ç

oğu otoriteyi temsil eden (Ne hikmetse!) kimi “dinozorlar” haricinde, günümüzde ortalama bir internet kullanıcısı “blog” denince neden bahsedildiğini anlıyorsa da, Türkiye’deki kullanıcıların büyük bir çoğunluğu internette böyle bir yayımlama biçimi olduğundan 2006-2007 yıllarından başlayarak haberdar oldu. –––– Oysa içerik üreten veya içeriklere katkı sağlayan internet kullanıcılarından, o günlerin popüler forumları gibi çok kullanıcılı ortamlarından başlarını kaldırabilenler, 2000’lerin başlarından itibaren blog yazmaya başlamışlardı bile. –––– Bugün de olduğu gibi genellikle dar kapsamlı birer ilgi grubuna seslenen dönemin blogları uç vermeye, seslerini duyurmaya ve takipçiler, sadık okurlar, izleyenler edinmeye başlamışlardı. Zamanla da Web 2.0 diye bir kavramdan bahsedilir oldu. –––– Günümüzde sıradan kullanıcıya kıyasla internette daha çok vakit geçirenlerden –tek tırnak içinde– blogger diye bir “blog yazan-çizen-resimleyen” kesimden ve

onların izleyenlerinden, takipçilerinden bahsedilebiliyorsa, bunda o günlerin kimi bugün de yayınına devam eden –çift tırnak içinde– ünlü bloglarının yanı sıra, yayınına artık devam etmeyen o dönem gözde bloglarının her birinin de emeği vardır. Ve bütün bunlar bloglar reklamcılar tarafından keşfedilip “Sosyal Medya” başlığı altında paketlenerek önümüze konulmadan, yazmanın veya başka çeşit fikir paylaşımlarının bir “al gülüm ver gülüm” meselesine indirgenmesinden önceydi. –––– Hatırlamak, hatırlatmak istedik. –––– Buna ne dersek diyelim ama “Good old days...” demeyelim dedik ve bir “memoir”de karar kıldık; çünkü bunlar gibi öncü blogların “açtığı yolda, gösterdiği üretkenlikte, hiç durmadan” yürümeye devam eden bloglar hâlâ var ve var olmaya devam edeceğe benziyorlar. –––– Bu sayımızdan itibaren başlıyoruz; “Memoir” adını verdiğimiz bir başlık altında. “Ortam Öküzü” ve “Zikzak” bloglarıyla... DEVAM:

*memoir 1560s, from Anglo-Fr. memorie “note, memorandum, something written to be kept in mind” (early 15c.), from L. memoria (see memory). Meaning “person’s written account of his life” is from 1670s.

56


O

rtam Öküzü bir garip hardcore/punk blog idi —blog demek hafif kalıyor “punk ezine” demek daha doğru olur. 2004-2008 arası yayın yapan melankoly.org Türkiye’den çok İrlanda’da tanınıyordu; yapımcısı Eren Öğrül’ü “İçimizdeki İrlandalılar”a iyi bir örnek olarak gösterebiliriz. Öğrül’ün, Kore’den İspanya’ya dünyanın dört bir yanından “bildiğin” mektup yöntemi ile kendisine ulaşan demo’ları, albümleri değerlendirdiği yazılarını, yerli/yabancı punk gruplarla röportajlarını okuduğumuz, hardcore/punk haberlerini, etkinliklerini takip ettiğimiz Ortam Öküzü 4 yıllık serüvenini tamamladığında, dağarcığında biriktirdiği ansiklopedik bilgileriyle anılarımıza da kazındı. Yayınlandığı merkez Bolu’ya selam olsun; ailecek hayranları olmaya devam ediyoruz. BİT.

...

Z

ikzak, zikzak.blogspot.com adresinde 2003-2009 arası yayın yapmış kişisel bir weblog idi; kime ait olduğunu –hiç merak etmediğimiz kadar da– hiç öğrenemedik. Dönemin ilginç reklamlarından favori bilgisayar oyunlarına, gündelik hayatta yaşanan garipliklerden günlük köşe yazıları hakkında eleştirilere kadar pek çok farklı konuda yazılar içeren Zikzak, her yıl düzenli bir şekilde Eurovision şarkılarını listelemesi ve yerli/yabancı göz dolduran illüstratör/grafik tasarımcı keşifleriyle hafızalardaki yerini koruyor hâlâ. Sahibine özgü sesiyle takip ettiğimiz weblog, 6 yıllık yayınında çizgisini hiç bozmamasıyla da takdiri hak ediyor. BİT.

zikzak.blogspot.com

exdergi iki / haziran-ağustos iki bin on bir

57


Jazzy Jazzy notes

twitter.com/erspek 58


müzik listesi Ersin Kurtdal’ın son zamanlarda en sık dinlediği şarkılar

1. Chega De Saudade (No More Blues) Jane Monheit In The Sun 2. Smash Avishai Cohen Continuo 3. Cheek To Cheek Sara Gazarek Live at the Jazz Bakery 4. My Favorite Things Tierney Sutton Introducing Tierney Sutton 5. Love May Seem Hard Rebekka Bakken I Keep My Cool 6. Eli Eli Sophie Milman Make Someone Happy 7. Raboita Di Rubon Manel Lura Di Korpu Ku Alma 8. Cria Maria Rita Samba Meu 9. Palavras Não Falam Mariana Aydar Peixes, Passaros, Pessoas 10. S d’Imagina Sara Tavares Xinti 11. Three Notes To Say I Love You Vicente Amigo City Of Ideas 12. If Only Mike Stern & Richard Bona Smooth Jazz Cafe 6

Grooveshark Playlist >

exdergi iki / haziran-ağustos iki bin on bir

59


İNF İALE TEŞEBBÜS İNFİALE

İpek Tuna

Güher Güher Gürmen

60


İNFİALE TEŞEBBÜS Güher Gürmen

Sütliman bir volkanın ağzından ulaştın bana Senin sabit iklimin kanun hükmünde bu mevsim Külünü bekleyen bir orman gibi içimden yanan tayfları seyretmeğe daldığım Bu bana doğrulan Bu kör benim gördüğüm söndüğüm şeyler Kainat kafesinde iki kaplan tırnağı Gümüş günün selamında biri beni bekler Senin alnından bir gül aldım dişlerime sardım koparttım Artık suların taşıramaz beni Deliren tüm dişi gözlerin zaman bekçisi olduğu bir arka bahçedeyim ben

KES

KES

Bİ T.

twitter.com/guhergurmen exdergi iki / haziran-ağustos iki bin on bir

61


“...Teknelerin kilometre karelik ağları var, ağlarında kurşunları var, motorları var ama balığın sadece kuyruğu var!”

İzle: www.baliginsadecekuyruguvar.com

Balığın Sadece Kuyruğu Var projesi, Erdek Ocaklar beldesinde 2010 yılında, belde halkının fikir olarak ortaya koyduğu bir suni resif projesi. Ocaklar Belediyesi ile Ege Üniversitesi tarafından hazırlanan yapay resif projesinde son aşamaya gelindi. Bu yıl boyunca suya bırakılacak beton suni resiflerin kalıplarının hazırlanmasından, betonunun karılmasına, betonların kalıplara dökülmesine kadar belde halkının kolektif çabalarıyla ilerleyen bir proje bu. Ocaklar Belediye Başkanı’nın çalışmaları ve E. Ü. Su Altı Araştırmaları Merkezi ve Prof. Dr. Altan Lök’ün bilimsel katkılarıyla proje her geçen gün büyümeye ve ilerlemeye devam etmekte. 30 bin TL’ye mal olacak projede kullanılacak beton resiflerin demiri ve işçiliği belediye, çimentosu ise vatandaşların yardımıyla sağlanıyor. Projeye göre Ocaklar beldesinde hazırlanan ve denize indirilecek 200 beton yapay resif, 300 metre uzunluğundaki bölgenin 20 metre derinliğine ve 20’li gruplar halinde dalgıçlar tarafından yerleştirilecek.

62

Belediye Başkan Yardımcısı Mehmet Hepşik, “Bu çalışma sayesinde Ocaklar Körfezi akvaryum gibi olacak. Ocaklar denizinde trol ile balık avlanamayacak, olta balıkçılığı ve dalış turizmi gelişecek. Yapay resifler karagöz, levrek, barbunya, Tekir, lüfer ve istavrit gibi balıkların emniyetli bir üreme alanı olacak. Balık çeşitleri çoğalacak. Amatör balıkçılarımız da projenin hayata geçirilmesini dört gözle bekliyor.” diyor. Deniz zeminine ve balık yuvalarına zarar veren trol balıkçılığına karşı suni resif projesi başlatan ve kendi el emekleriyle balıklara yuvalar hazırlayan bu insanların yaptıklarına tanıklık etmek amacıyla “Balığın Sadece Kuyruğu Var” isimli kısa bir belgesel film hazırlanmış. Ocaklar’da küçük balıkçılar ve halk, büyük balıkçılara karşı bir mücadele yürütüyor. Büyük balık, küçük balığı yutar... Büyük balıkçı, küçük balıkçıyı yutarsa... Esasında kaybeden kim olur? Ocaklar halkı bu denizi paylaşan hiçbir canlının kaybetmemesi için, hepimiz için, şu anda bir şeyler yapıyor.


www.kargamecmua.org exdergi iki / haziran-aÄ&#x;ustos iki bin on bir

63


64


profil

“SOKAK ŞAİRİ” YÜCEL YARIMBATMAN Bir şiirinde, “beni kimse tanımaz ama herkes hatırlar bir yerden...” diyen şair Yücel Yarımbatman. Sokak şairliği biraz da okurlarını kitaplarıyla birlikte bekliyor olmasından kaynaklanıyor. Ankara’da başlayan bu yol, “aşık olduğu” İstanbul’a, İstiklâl’e kadar uzanmış. “Külleri sana karılmış” isimli bir şiirini paylaşalım istedik; aynen bulduğumuz gibi. ‘Sana yakılan her şiirin Külünde biraz hüzün vardır Ve seni unutmak için baktığım her yalnızlıkta Biraz yüzün..’ Ve her mavinin tuzunda bir sonbahar vardır Mevsimlerden kaçak... Adını her anışımda Susmak isyandır... Dağlarda... ve tayları öksüz, bir çimendir yeşil... ellerinin en uzağında... Tutunmak için sana Gecelerden ayaz kaptım ve tutulmak için sana ellerimi bıraktım... ‘Hayat da her şey gördüğüm bir düştü... Ve hayatımda ki en güzel şey... Yanağındaki gülüştü...’

exdergi iki / haziran-ağustos iki bin on bir

65


“Garage”, Vladimir Kaspé, Mexico City 1948 Fotoğraf: Guillermo Zamora

HAZİRANDA DÖNMEK ZOR

S

uskunluk Sarmalı (Schweigespirale), Elisabeth Noelle Neumann tarafından Almanya’da seçimler öncesi 1984’te ortaya atılmış bir kuram, sosyolojide kullanılan bir terim. Farklı görüşte olan iki taraf arasında söz konusudur; kişiler eğer fikir, inanç, istek ve benzerlerinde azınlıktaysa, bir takım korkulardan dolayı bunları diğerlerinden saklama yoluna giderler, kendilerini topluluklarda yalnızlaştırırlar. Bu korkuların en başında dışlanma korkusu vardır. Herkesin kabul ettiği bir görüşü kabul etmese de etmiş gibi görünür kimi sarmaldakiler. Suskunluk Sarmalı’nda en önemli nokta, bir kişinin sarmaldan çıkabilmesidir. Sarmalı çözmenin bir başka yolu da başka bir sarmal yaratmaktır. İktidarları ancak isyanlar devirir. BİT.

66


BÜYÜK OYUN Özgür Uçkan exdergi iki / haziran-ağustos iki bin on bir

67


Bu hikâye gerçek bir olaydan alınmıştır ama o olay hiç yaşanmamıştır* SALT Beyoğlu, 18 Mayıs 2011 tarihinde bir konuşmaya sahne oldu. Özgür Uçkan, uzun ama derdini iyi anlatan “‘İnsan iyi olanla, mükemmel olanla sadece ciddi olabilir, ama güzel olanla oynar’ Friedrich Schiller” başlıklı bir etkinlikte konuşmacıydı. İçinden “Le Grand Jeu” (Büyük Oyun) geçen, bir küsur saatlik konuşmaydı bu... Şu not etkinliğin Facebook duyuru sayfasından: “‘Şimdi Hüseyin hayatta olsaydı çok matrak olurdu. Bu satırları 29 Nisan 2011 tarihinde, yerel saatle 22.44’te yazıyorum. Sanırım Türkiye’de saat 00.44, dolayısıyla 30 Nisan 2011. Hüseyin burada olsaydı, eminim eğlenirdik... Ne de olsa ‘son devrimin ülkesi’ndeyim (Mısır’ı saymazsak). Konuşmamın çerçevesini Hüseyin ile birlikte yazdığımız ve Kitap-lık’ta yayımladığımız bir yazı üzerine kuracağım: Rimbaud Burcunda Bir ‘Büyük Oyun’... (Kitap-lık Dergisi, S: 26, Mart-Nisan 1997, Yapı Kredi Yayınları, sf. 26-30) Yani size anlatacağım hikâye, ‘oyun teorisi’nin değil, ‘homo ludens’lerin hikâyesi... Size ‘asli olan’ın hikâyesini anlatacağım... 21. yüzyılın son devrimini yapmış bir ülkeden yazıyorum bunları... Boşuna değil. İroninin kıymetini bilin.’ İstanbul Bilgi Üniversitesi ve Yeditepe Üniversitesi’nde ders veren Dr. Özgür Uçkan, Türkiye İhracatçılar Meclisi bilgi ekonomisi danışmanı ve Türkiye Bilişim Vakfı bilgi ve iletişim teknolojileri politikaları danışmanıdır. Çeşitli dergilerde ve internet yayınlarında politika, insan bilimleri, medya, kültür-sanat, enformatik, kent planlaması, ekonomi, internet ve hukuk konularında düzenli olarak makaleleri ve çevirileri yayımlanmaktadır. “E-Devlet, E-Demokrasi ve Türkiye” adlı yayımlanmış bir kitabı bulunmaktadır. Haftalık bilgi teknolojileri dergisi BThaber’de köşe yazarıdır.” Exdergi işte o konuşmanın ses kaydına erişti ve bire bir deşifre ederek tümünü okurlarıyla paylaşmak istedi; farklı fazlı bir zaman-mekân kurgusuyla... Konuşmanın ekseninden hareketle bizim de “Büyük Oyun” ismini verip tekrar hikâye ettiğimiz bu şeyin aslı, işte o hikâyedir ve hikâyenin görünmez kahramanı Özgür Uçkan tarafından yazılmış sayılmalıdır. * Başlığın kendisinin de olayla bir ilgisi yoktur.

68

B


2

BÜYÜK OYUN “İnsan iyi olanla, mükemmel olanla sadece ciddi olabilir, ama güzel olan ile oynar. İnsan, yalnızca oynadığı zaman tam bir insan varlığıdır...” –Friedrich Schiller

exdergi iki / haziran-ağustos iki bin on bir

69


O GÜN yolları “SALT BEYOĞLU” SİNEMA SALONUNdA KESİŞENLERİN çoğu, bir konuşma dinlemek için orada bulunuyorlardı...

G

eldiğiniz için hepinize teşekkür ederim... Konuşmaya başlamadan önce çok kısa bir açıklama yapmak istiyorum...

Hüseyin* oldukça eski bir arkadaşım. 1984’de tanışmıştık. Paris’e okumaya gittiğimde... Master, doktora yaparken... Sınıf arkadaşıydık. O da aynı hocayla felsefe, estetik üzerine tezini yapıyordu. Ondan sonra da uzun süren bir arkadaşlığımız oldu...

* Hüseyin bahri alptekin (M.S. 1957-2007)

ÖZGÜR UÇKAN, BAŞLIĞI SCHILLER’DEN BİR ALINTI OLAN konuşmasına başlamıştı. saat 18-19 suları... Buradaki konuşmayı da onunla birlikte yaptığımız şeylerden hareketle kurdum. Ben tezimi daha çok Frankfurt ekolünden hareketle Kant, Schiller, Oyun Teorisi, Oyun İtisi, Sanat ve Oyun gibi kavramlar üstüne yapıyordum. O da buna çok benzeyen, –ama başka bir yerden bakarak– Sanatla Oyun İlişkisi üzerine çalışıyordu. Tanışmamıza da bu vesile oldu...

70


BÜYÜK OYUN 4 Dolayısıyla konuşmaya biraz oradan başlayıp ondan sonra da birlikte yazdığımız son yazı, Le Grand Jeu (Gerçeküstücülerden ayrılıp 1930’larda Fransa’da ortaya çıkmış bir hareket) ile devam edeceğim. Araya da Hüseyin’le ilgili notlar düşmeye çalışacağım.

“İnsan iyi olanla, mükemmel olanla sadece ciddi olabilir, ama güzel olanla oynar. insan, yalnızca oynadığı zaman tam bir insan varlığıdır...” SCHILLER bunu “İnsanın Estetik Eğitimi Üzerine Mektuplar” adlı kitabında söylüyor. Oldukça ilginç bir alıntı tabii. Yani, iyi olan, mükemmel olan... Bunlar daha çok ahlâkla, akılla, moral felsefeyle, teoriyle, rasyoneliteyle ilgili şeyler; “Bunlarla insan sadece ciddi olabilir ama güzel olanla oynar.” diyor. Güzel olan da burada biraz “özgürlüğü” temsil ediyor.

Bu benim o zaman yazdığım tezimin de başlığıydı... Birlikte, Hüseyin, ben, Yıldırım Arıcı... Bir dergi çıkarıyorduk o sırada. Daha çok Ankara’daki bir ekip tarafından. Biz de Paris’ten destek veriyorduk. Derginin adı “Morköpük”tü. Bugün ancak arşivlerde bulabilirsiniz. Birlikte “Oyun” özel sayısı yapmıştık. Ben de tezimden hareketle bir yazı yazmıştım. Hüseyin de kendi tezini anlatmıştı. Burada anlatacağım şeyler biraz o yazıdan; Hüseyin zaten işin içerisinde...

exdergi iki / haziran-ağustos iki bin on bir

71


Merak etmeyin, çok detayına girmeyeceğim işin çünkü “Kant” lafını gören herkes bir irkilir. Çok korkmayın o anlamda. Fakat kısaca bahsetmem de gerekiyor. İşin ilginç de bir tarafı...

Kant, biliyorsunuz üç tane eleştirisiyle bilinir. Bunlardan bir tanesi “Akıl”; rasyonelitenin eleştirisidir. Diğeri “Anlık” dediğimiz, kavrayışın eleştirisidir. Üçüncüsü de “Yargı Yetisi”nin eleştirisidir. Bu “anlık”, kavrayış, duyularla, duyusal dünyayla ilgili; duyusal dünyayı aklın dışında bir şeyle, algılarınızla bir şekilde kavrarsınız. Akılla da teorisini kurarsınız. Kuramsal ve moral bir felsefe üretirsiniz.

Der ki Kant, “Bunlar arasında giderek derin bir uçurum açılmakta...” Yani anlık ve akıl, kuramsal ve moral felsefe... Dolayısıyla bunların alanı olan doğa ve özgürlük alanları arasında bir uçurum var. Bu uçurumu kapatacak birşey olarak “yargı yetisi”nden bahseder. Ve bu duyumsallık, yargı yetisi sayesinde “estetik hayal gücü”, “estetik imgelem” dediğimiz bir mekanizma vasıtasıyla, onun “amaçsız amaçlılık”, “yasasız yasallık” dediği kategorileri kurar.

72


BÜYÜK OYUN 6 Amaçsız amaçlılık, “güzelin” kategorisidir; yasasız yasallık da “özgürlüğün” kategorisi. Bu bağlamda “Yargı Yetisinin Eleştirisi” Kant felsefesinin en önemli kitaplarından biridir zaten. Burada “Eğer nesneyi ben bir amaçsız amaçlılık içerisinde –saf formunda– algılıyorsam, işte o nesne güzeldir.” der Kant. Bu da öyle bir algılama ki, her türlü ilgi, çıkar, yarar, fayda gibi kavramlardan tamamen bağımsız, nesneyle benim aramda doğrudan bir bağın kurulduğu bir algılama. İşte “güzel” orada ortaya çıkıyor ki, buna da, –yani bu güzelin ortaya çıkışına da– “Hayalgücünün özgür oyunu” adını verir. Bu daha sonra çok sık kullanılmıştır, başka filozoflar tarafından.

exdergi iki / haziran-ağustos iki bin on bir

73


Kant şöyle der. “Hayalgücünün oyunu, öznenin, kendileri özgür olan yasalar altında, nesneyi özgürce deneyimleyebilmesini, –tecrübe edebilmesini– mümkün kılar.” SCHILLER bunu alır ve hem eleştirir hem de geliştirir. Der ki, “Bu çok formel bir tanım. ‘Şeylerle’ doğrudan bir hakikat bağlantısı yok; aşırı derecede teorik. Bunu daha net bir şekle sokmak gerekiyor.” ve İnsanın Estetik Eğitimi Üzerine Mektuplar’ı tamamen bunun üzerine kurar. Ve Kant’ın eleştirisini biraz daha ileriye götürür. Bugün, 2011 yılında, aslında geçtiğimiz son 50 yıldır da devam eden ve sürekli tartıştığımız bir konu var. Doğa, özgürlük... Akıl ve duyu daha çok...

“rasyonelitenin eleştirisi” ve bir ütopya... Bunlar arasında bir tür eşitsiz gelişme var. Buna işte rasyonelitenin eleştirisi diyoruz; mesela Fransız felsefesi Sartre’dan sonra tamamen bunun üstüne kuruldu; bütün Foucault’lar Derrida’lar, Deleuze’lar, Guattari’lar tamamen bunun üstüne kurguladılar ama hepsi aslında HeIdegger’den geldi...

74


BÜYÜK OYUN 8 HeIdegger de Kant’tan ve SCHILLER’den çok ciddi bir biçimde etkilendi, bu rasyonalizmin eleştirisini geliştirirken. Akıl, duyuyu, –algıyı– hissiyatı, egemenliği altına almıştır ve dolayısıyla biz hakikatin sadece bir parçasına sahibiz ve fiziki dünyaya da bu bağlamda fena halde yabancılaşmış durumdayız.

Yani eğer ben hakikatin bir parçasını algılıyorsam, kendimin de bir parçasını algılıyorum demektir; çünkü benim de bir doğam var ve ben de bu hakikate aitim. Bu da benim varlığımda bir bozulma, bir dengesizlik, bir yıkılma, bir kırılma yaratıyor. Bu da beni etik olarak, ahlâki açıdan parçalanmışlığa götürüyor. Ve bu parçalanmışlık ta bana ne sağlıyor? Özgür(süz)lüğümü sağlıyor aslında; bu yüzden özgür değilim.

HeIdegger buna daha sonra şöyle diyecektir –ki HeIdegger için mutlak özgürlük zaten mümkün değildir: “İnsan kendi varlığını ne kadar gerçekleştirirse ancak o kadar özgür olabilir.” ve “Çağın bu gürültülü pazar alanında...” der SCHILLER; “...yararlılıktan başka put tanımaz olmuştur Batılı.” Tabii ki burada SCHILLER’in söylediği herşey Batı kültürüyle ilgili. Ve ortaya şöyle bir fikir atar. “Özgürlüğe ulaşmanın yolu, güzellikten geçmek zorundadır, –estetikten geçmek zorundadır.” Bu estetik yargı yetisini, yani Kant’ın yargı yetisi dediği şeyi merkeze alıp “bu uçurumu nasıl kapatırız”ı düşünmeye başlar ve bir ütopya üretir. Yani bu özgürlüğün duyulur dünyada gerçekleşeceği –yani doğa alanı içerisinde özgür olabileceğimiz ve tamamen kendimizi gerçekleştirebileceğimiz– bir ütopyayı ortaya atar. exdergi iki / haziran-ağustos iki bin on bir

75


Burada, bu ikilik, bu bozulma, bu şeyleşme, yabancılaşma konusunda ilginç bir savı var tabii; eğlence mesela, emekten kopuyor. Bu otomatikman bizi mesela Marx’a götürür. Marx da hemen hemen aynı şeyi söyler. Yani, bu keyif alma duygusu, bir şey yapma, bir şey üretmekten alınan keyif, Kapitalist sistem içerisinde tamamen ayrı bir yere konulmuştur ve emek alınıp satılabilir, metalaşmış, şeyleşmiş bir şeye dönüşmüştür.

Çaba ödülden kopmuştur. İnsan sürekli bir çarkı döndürmektedir ve bu döndürdüğü çarkın uğultusunda kendini tamamen kaybetmiştir. Varlığının uyumunu asla gerçekleştiremeyecektir ve kendi doğasında yatan insanı yapmak yerine, biliminin basit bir örneği haline gelir; uğraşının, mesleğinin, yaptığı işin basit bir kopyasına dönüşür insan –ki işte yaklaşık bir yirmi yıldır da, “The Edge”, “Thırd Culture” falan dediğimiz üçüncü kültür, bilim ve sosyal bilimler, bilim ve sanat arasındaki uçurumu kapatmaya yönelik çabalar tam da aynı şeyi söylemektedir. Bu bağlamda SCHILLER’in söylediği oldukça güncel. Bu tipik bir yabancılaşma tabii ki.

GENÇ DİNLEYİCİLER RAHATSIZ... KONUŞMACI lafı uzattıkça uzatmaktadır. ALTINI BESLEMEK İÇİN BU KADAR DİDİNDİĞİ ŞEY, “BÜYÜK OYUN” NEDİR? HÜSEYİN BAHRİ ALPTEKİN İSMİYLE TÜM BUNLARIN NE İLGİSİ VARDIR? 76


BÜYÜK OYUN 10 Ve hem Kant, hem de SCHILLER şöyle bakar: Akıl, tabii ki bir bilme biçimidir. Algı da öyle. Kavrayış da öyle... Fakat, estetik de öyle. Sanat da bu bilme biçimlerinden biridir ki sanatın bir bilme biçimi olması da 20. yüzyıl sanatını tamamen etkileyecek ve tamamen egemenliği altına alacak çok önemli bir eleştiri boyutunu beraberinde getirir... Dolayısıyla akıl bir bilme biçimi olarak anlığı, kavrayışı, duyuları, algıyı tamamen bağımlılığı altına almıştır; o hakim hale gelmiştir. Bu tersine çevrilmek zorundadır. Yani akıl, duyumsal, duyumsal olan da akılsal hale gelmelidir ve bunu yapacak tek güç, insanın “hayalgücüdür”.

VE KONUşmanın İÇİNDE SANAT BELİRMEYE BAŞLAR. HAYALGÜCÜ DAĞLARI BEKLER; büyük oyun sırasını... Burada sanat tabii ki merkezi bir konuma yerleşiyor. SCHILLER’in özgürlük ütopyasında sanatçının konumu gerçek bir devrimcinin konumuydu. Bir ütopyayı gerçekleştirecek öncü, devrimci güç sanattı SCHILLER için. Sanatçı her zaman çağının biraz üstünde SCHILLER’e göre.

Tabii ki burada Schıller’in sanatı yüceleştirmesi de söz konusu; Kant’tan gelen bir şey. Konusunu çağından alıyor ama çağın ötesinde bir zamana tabi. “Olası ile zorunluyu” bir araya getirebilecek kapasiteye sahip sanatçı ve bunu da “hayalgücünün oyunuyla” yapıyor. Hayalgücüne hakim insan sanatçı. Bunu, güzelliği, tüm duyusal ve tinsel formlarında açığa vurmayı başarıyor bir şekilde. Dolayısıyla uyum ve özgürlüğün koşul olacağı, yasa haline geleceği bu yeni uygarlığın mimarı da sanatçı olacaktı Schıller’e göre.

exdergi iki / haziran-ağustos iki bin on bir

77


özgür uçkan, konuşmasına devam eder... Burada önemli bir teorisi var SCHILLER’in; “İtiler teorisi” –ki bu da daha sonra felsefede çok yankı bulacak bir teori. Materyal iti dediğimiz “Duyusal-iti”; bir de “Form-itisi” var.

Duyusal-iti, kavrayışa bağlı, algıya bağlı. Form-itisi akla bağlı; form vermek, biçimlendirmek, anlamında. Bu karşılıklı olarak dengelenmek zorunda ve birbirlerinden de özgürleştirilmek zorunda.

Bu kültürün görevi zaten. Yani kültürün ikili bir görevi var; bu görevi tam da buna dayanıyor; yani duyusal-itiyle form-itisini bir araya getirmeye... Kültür bu iki itinin bileşiminden oluşuyor çünkü. Bir tanesi bir tanesine baskın çıktığında orada kültür sakatlanıyor. Orada kültür artık yine bir meta haline dönüşebiliyor. Bu Frankfurt okulunun alıp daha sonra çok fazla işleyeceği alanlardan bir tanesi, kültürün metalaşması...

Burada demek ki bir üçüncü bir iti gerekiyor. İşte hayalgücünün itisi... Buna da “Oyun-itisi” diyoruz. E, sanatın temeline oyunu yerleştiriyor ki bu da daha sonra Johan Huızınga tarafından alınıp bu alanın en önemli teorik kitaplarından biri olan“Homo Ludens”in özüne yerleşecektir.

78


BÜYÜK OYUN 12 “Sanat oyun oynamaktır.” Huizinga’ya göre; tıpkı SCHILLER için öyle olduğu gibi. Bu öyle bir oyundur ki ama, hakiki bir oyundur. “Hayat”la ilgili bir oyundur. İnsanı çıkarlarından bağımsızlaştırdığı için, sanatçı oynayarak birtakım üretimlere girer. Bunu para kazanmak, ün kazanmak, şu ya da bunun için yapmaz; hayalgücü bunu ona zorlar. Ve bu oyun sayesinde sanat ortaya çıkar. Hem SCHILLER’in, hem Huizinga’nın hem de daha sonra gelecek birçok teorisyenin söylediği gibi... İşin başından beri de bu böyledir. Yani mağara duvarına yapılan resimden tutun da, işte Antik Yunan’daki heykellere... Bu her zaman böyle olmuştur; sanatçı, hayalgücünün özgür oyunuyla üretim yapan biridir.

Bu oyun-itisi ne yapacaktır: “Mutlak varlıkla oluşu, özdelikle değişimi uzlaştırmaya yönelecektir.” Bu iki itiyi bir araya getirecek, böylece form maddeye, gerçeklik te forma nüfuz edecektir.

Duyusal-itinin nesnesi “yaşam”dır; form-itisininki ise “form”. Oyun-itisinin nesnesi “yaşayan form”dur.

exdergi iki / haziran-ağustos iki bin on bir

79


Bütün o sanat eserlerinde gördüğümüz yaşama hissi –yani her baktığınızda başka birşey algılama, içine çekilme, nüfuz etme, hareket duygusu, formların birlikteliğinden ortaya çıkan hikâyeler, kurgular...

Bütün bunlar aslında işte bu oyun-itisinin nesnesi olan yaşayan formdan gelir. Yani hem algı, hem akıl bir aradadır hayalgücü sayesinde. Böylelikle bir fenomeni aldığımız zaman onun bütün estetik niteliklerini ve –terimin en geniş anlamıyla– güzellik dediğimiz şeyi tasarımlamaya izin veren iti budur.

Çünkü ancak bu ikisi, yani gerçeklikle form, edilginlikle etkinlik birliği insan doğasını tamamlayacak ve özgürlüğü mümkün kılacaktır.

Yani özgürlüğe götüren yol, oyun-itisinin eylemlerinden ve onun nesnesi olan güzellikten geçer –ki bu düşünceden de daha sonra koskoca bir anarşist felsefe ortaya çıkacaktır. Anarşizm ve oyun arasındaki ilişki çok temelli bir ilişkidir. Bunu çok rahatlıkla Dada’ya, hatta daha öncesine kadar...

80


BÜYÜK OYUN 14 götürmek mümkün. Sanatın savaş karşısındaki tavrında da bunu görebiliriz; Dada’daki bütün oyuncul formlarda, işte Duchamp’da, Sürrealizm’de, yani 20. yüzyılın bütün o başkaldıran, ayrıksı sanatında bu düşüncenin izlerini görmek mümkün.

Dolayısıyla bu oyun-itisi yaşam ve formun kendisiyle ve özgürlüğün ortaya çıkışıyla –tezahürüyle– oynar. Yani, güzellikle oynar. Demek ki güzellik, özgürlüğün ortaya çıkışıdır –ki bu da oldukça ilginç bir düşünce...

exdergi iki / haziran-ağustos iki bin on bir

81


Bunu mesela, Bacon’ın Papa Innocento’nun portresine bakarak anlayabilirsiniz. Orada bir canavar görürsünüz; o canavara bakarken hem rahatsız olursunuz, hem düşünürsünüz, hem bir sürü şey geçer aklınızdan. Fakat hiç kimse kalkıp ta Bacon’ın o tablosuna “çirkin” diyemez mesela. Bu bizim güzellik dediğimiz şeyin popüler algıda bambaşka bir şey, sanatta ise bambaşka bir şey olduğu konusunda çok ikna edici bir durumdur.

“velazquez’in Papa 10. ınnocento portresi üstüne çalışma” (francıs bacon, 1953) 82


BÜYÜK OYUN 16 Niçin o çirkin değil, güzeldir? Çünkü orada hakikat vardır da ondan... Orada bir özgürlük duygusu vardır da ondan... Orada çok ciddi bir oyun vardır da ondan.

Halihazırda varolan Papa 10. Innocento’nun asıl portresini alıp, bütün oradaki içyüzünü dışarıya doğru fışkırtmıştır, iktidar fışkırır oradan; oradan engizatör bir bakış fışkırır ve siz bütün bunları tek bir resme bakarak rahatlıkla algılayabilirsiniz ve hayalgücünüz de o resimle oynamaya başlar.

papa 10. ınnocento (dıego Velazquez, 1650) exdergi iki / haziran-ağustos iki bin on bir

83


bacon’ın “velazquez’in Papa 10. ınnocento portresi üstüne çalışma”sının üstüne bir çalışma (untıtled, shuheı kımura, 2011) 84


BÜYÜK OYUN 18 Bunun benim en ciddiye aldığım sanat teorilerinden bir tanesi olduğunu rahatlıkla söyleyebilirim –ki Hüseyin’le de bu konuyu çok konuştuk. Yani Hüseyin’in de yaptığı işlerde genellikle bulmaya çalıştığı şey oydu.

exdergi iki / haziran-ağustos iki bin on bir

85


Mesela, “Ready-made” dediğimiz, işte hazır bulunmuş bir kömür parçası, bir sabun, bir kömür ve sabunun ilişkisi, vs.; bütün bunlar onun zihninde hep bu oyun-itisinin, hayalgücünün oyun duygusunun, madde ve formun birlikteliği ve buradan doğan yeni formlar ve bunun yaşayan bir form haline dönüşmesi gibi fikirler üstüne kuruluydu.

Yani işte sabun kömürü temizler ama kömür aynı zamanda sabunu kirletebilir; sabunun mesela aynı zamanda hem temizlerken hem de kirletmesi çok ilginç bir şeydir... Böylelikle maddenin, algının, kavrayışın, anlığın derinlerine nüfuz edip oradan birtakım özgür duyular, duyusal formlar çıkartıp onlarla oynayarak insanın hayalgücüne oyun etmek, Hüseyin’in sanat anlayışının en temel unsurlarından biri oldu hep zaten.

86


BÜYÜK OYUN 20 Bu özgürlüğe götüren yol, –Schıller’in bu sözünü ettiği ütopya gerçekleşmedi. Böyle bir uygarlık içinde yaşamadığımızı hepimiz gayet net biliyoruz. Fakat, şunu çok rahatlıkla söyleyebiliriz ki, bazı insanlar, birçok insana göre çok daha özgür bu sayede...

Yani sanatçıların büyük bir kısmı. Gerçek sanatçılardan bahsediyorum tabii. Ya da illa sanatçı olmaya da gerek yok. Yani bu hayalgücünün oyunuyla şeyleri kavrayan, zamanı kavrayan, etrafını kavrayan insanlar, genellikle diğerlerine göre daha özgür oldular mı oldular. Dolayısıyla, SchIller’in ütopyasında bir gerçeklik payı var.

“wınter depressıon” (hüseyin bahri alptekin) exdergi iki / haziran-ağustos iki bin on bir

87


Sürrealistler bunu çok işledi. Yani, hayalgücünün oynama özgürlüğü kavramını alıp SCHILLER’in, “Hayalgücü haklarını geri istiyor” gibi sloganlaştırdılar ve çok ciddi bir şekilde işlediler. İşin hoş tarafı, aynı slogan 1968 mayısında Paris’te sokaklarda yazıyordu. SCHILLER’in onca zaman önce gayet komplike bir şekilde açıkladığı bütün bu şeylerden çıkan bir sonuç, –hayalgücünün hakkını geri istemesi– hayalgücünün oynama özgürlüğü, 68 mayısında duvarlara yazılan bir slogana dönüştü.

Buradan diğer bir alana atlayalım ki, tamamen ilişkili.

Şimdi oyunu bu şekilde ele aldığımız zaman, bize hep çok eğlenceli bir şey gibi görünüyor fakat hakikat hem eğlenceli hem de acılı bir şey biliyorsunuz. Yani hakikatin hep acılı olan bir tarafı da var; oyunun da... Yani oyun sadece eğlendiren bir şey değil. Oyun, belli bir hakikate nüfuz etmeyi becerdiğinizde sizi sarsan ve tamamen değiştiren de birşey. Yani bazı hakikatlerin sırrına vakıf olduğunuz zaman bir daha asla aynı insan olamıyorsunuz. Başka biri oluyorsunuz ve özellikle sanatçılar için bu çok geçerli; size sayısız örnek verebilirim ama... Yani, çok rahatlıkla işte, Artaud’dan, Van Gogh’tan...

88


BÜYÜK OYUN 22 ...ve şimdi lecomte’dan bahsedebilirim. Hüseyin’le işte... O kendi tezini yazdı, ben kendi tezimi yazdım. Tabii biz bu konuda çalışmaya devam ettik. Oyun konusunda... Ben oradan bambaşka bir alana geçtim. Oyun teorisi, matematik, ekonomi vs. gibi alanlara daha çok kaydım; o sanat ve oyun üzerinde durmaya devam etti. Fakat tam bu tezleri yazarken keşfettiğimiz, –öyle çünkü Fransa’da olmamıza rağmen, Fransa kaynaklı bir hareket olmasına rağmen oldukça küllenmiş bir hareketti... “Le Grand Jeu” (Büyük Oyun) hareketi. Ve biraz da tesadüfen keşfettik beraber.

Bir gün tanımadığımız bir ressamın retrospektifi vardı: Josef Šíima. Girdik ve “yıkıldık”; çok acayip, muhteşem resimlerdi. Ve sonra onun 1920’lerde, 30’ların sonuna kadar Paris’te işte bu “Büyük Oyun” hareketinin üyesi olduğunu öğrendik. Büyük Oyun’u görünce zaten, iki oyun meraklısı olarak tamamen “dibimiz düşüp” hemen araştırmaya koyulduk. Ne bulduysak topladık.

Şu anda da herhalde, bir tanesi Hüseyin’in dergileriyle burada bulunuyordur, bir tanesi bendedir, bir de 3-5 kişide daha o kadar kapsamlı bir arşiv vardır bu Büyük Oyun üstüne. Sonra bayağı çalıştık, ettik ve Lecomte bizi çok çarptı. Roger Gilbert-Lecomte, hareketin kurucusu. Çek ressam Josef Šİma’yla ben hâlâ çok ilgilenmeye devam ediyorum; en büyük hayallerimden biri hakkında bir kitap yazmak.

exdergi iki / haziran-ağustos iki bin on bir

89


Böyle bir hikâyesi var –ki birlikte yazdığımız son yazı da Büyük Oyun üstüneydi. “Kitap-lık Dergisi”nde yayınlandı; 1997’de. ... Büyük Oyun’un ilk sayısı, böyle bir manifestoyla açılıyor. Yani, demin SCHILLER’le ilgili anlattığım oyun kavramına bir de işin bu tarafını eklemem gerekiyor çünkü Hüseyin’in hayatının oyun olmasıyla ilgili çok fazla fikri vardı ve ona da çok uyan bir bakış: “‘Büyük Oyun’un devası yoktur; tek bir kez oynanır. Biz, hayatımızın her anında oynamak istiyoruz onu. Bir kez daha, ‘kaybeden kazanır’.” Bu da bir motto ve Hüseyin’in de çok kullandığı bir mottoydu.

“Çünkü söz konusu olan, kendini kaybetmektir.”

Burada da doğrudan SCHILLER’e ve hayalgücünün özgür oyununa kapılan sanatçıya dönün, “kendini kaybetmek” budur –yani hakikatin peşinde gittikçe sürekli değişirsiniz ve artık asla aynı insan değilsinizdir. Her zaman sürekli olarak değişmeye koşullarsınız kendinizi. Amacınız budur. Yoksa işte kendinizi bir şablonun içerisine oturtursunuz, orada rahat edersiniz ama işte SCHILLER’in eleştirdiği o ‘varlığının uyumunu kaybetmiş insan’ olursunuz. İşte “kaybeden kazanır” ve “kendini kaybetmek” bu bağlama oturuyor. “Biz kazanmak istiyoruz. Oysa, Büyük Oyun bir şans oyunudur, yani ustalık, daha da iyisi ‘lüûtuf’ oyunu: Tanrı’nın lüûtfu ve jestlerin lüûtfu.”

90


BÜYÜK OYUN 24

Bu Lecomte’un satırları fakat altta gördüğünüz ekip zaten. Büyük Oyun’un kurucu ekibi. tam onaylarıyla yayınlanmış bir manifesto... Ve ekip Le Grand Jeu’yu böyle tanımlıyor. “Biz ne edebi, ne sanatsal, ne felsefi, ne de siyasal bir dergi değiliz. Biz sadece ve sadece asli olanı arıyoruz.” Bizim bütün derdimiz bu.

Ortada gördüğünüz Lecomte. İşte şurada, gördüğünüz Renéville, Delon, Véra MIlanova, MarIane Lams, Daumal, ReIch; bu da Arthur Harfaux’un koleksiyonundan...

Bu da sözünü ettiğim iki yazı... Kitap-lık’ta yayınlanan... Birincisini ben yazdım; ama tabii Hüseyin’den de bayağı destek aldım. İkincisini de Hüseyin’le beraber yazdık.**

** belge bağlantıları sayfa 123’te (56) exdergi iki / haziran-ağustos iki bin on bir

91


Çok kısaca anlatayım. 1921’de Lecomte, ReIms Lisesi’nde öğrenci. Arkadaşları var, sınıf arkadaşları. Roger Vaılland, Meyrat, René Daumal, MInet –PIerre Mınet... Bunlar beraber tam böyle liseli gençlerin de yaptığı gibi, “Phreères Sımplıstes” adıyla, yani “basitlikçi kardeşler” adıyla bir grup kuruyorlar ve o dönem Alfred Jarry’nin patafizik deneyimleri çok ünlü. Dada’nın kuruluşunda da Alfred Jarry’nin patafiziği vardır; ondan sonra mesela, Barthes’ı bile ortaya çıkaran aslında patafiziktir.

Çok matrak bir şeydir patafizik. Yani, patafizik aslında yepyeni bir fiziğin inşaasıdır. Tamamen uydurma bir şeydir ama bu koskoca bir oyundur; herşey tıkır tıkır da işler. Jarry genelde “Kral Ubu” adlı çok hoş kitabıyla tanınır; çok eğlencelidir.

92

Buradaki “basitlik” kavramı yalnız, onlar için çok daha farklı bir şey. Onlar hep “çocukluk” bilgisinden bahseder. Yani, çocukluğu korumak. Paul Klee der ki... “Hakikate en yakın olanlar ya çocuklardır ya delilerdir ya da bu ikisini korumayı bir parça becerebilmiş sanatçılar.” Yani, bunlar hakikate en fazla yakındır.


BÜYÜK OYUN 26 Bu konuda ayrıca şunu da çok rahatlıkla söyleyebilirim. NeuroscIence’a meraklıyım... Sinirbilim falan filan gibi şeylere... Bu doğrudur. Yani çocukluk belli bir aşamada algının çok fazla açık olduğu bir alandır; o algı genellikle işte eğitim-meğitim, falan filan, anne-baba dayağı, şu-bu, cart-curtla kapanır. Ve siz giderek bir toplumsal varlık haline dönüşmeye başlarsınız. Orası kesin.

Delilerde de bu kapanmaz mesela. İşte bazı deliler vardır, sürekli algılamaması gereken şeyleri algıladıkları için rahatsızlık hissederler. Yani o algıyı yönetemedikleri için falan. E, sanatçılarda da bunun böyle olduğu malum. Dolayısıyla bu “basitlik” böyle birşey –çocukluk, hatta tabii; onlar çok daha metafizik bir tarafa doğru götürüp, işi çocukluk öncesi, doğum öncesi gibi yerlere de çekiyorlar. Bu, yetişkin uygarlıkla bağları koparmak –yetişkin uygarlığın bir reddi. İşte, mantık öncesi primitif algı ve sezgi boyutu; demin Kant’ın bahsettiği işte o algı; anlık...Aklın egemenliği altına girmiş anlık dediğimiz şey; buraya gönderen bir şey...

exdergi iki / haziran-ağustos iki bin on bir

93


Ve bu arada deneyim çok önemli bir kavram onlar için; her şeyi denemek zorundalar bunlar. Yani öyle hissediyorlar kendilerini; o algıyı güçlendirmek için. Rımbaud bunların işte o dönemde hayran oldukları sanatçı; şair. İşte, “uzgörü”, “içgörü” gibi... Ölmeyi özlemek... Geçici ölüm duygusu... “Acaba ne ki?” gibi... Yani, “Nasıl bir şey acaba bu?” gibi... Onları denemeye çalışıyorlar.

Bu “bütün duyuların sistematik bozulma” lafı, RImbaud’ya aittir zaten. RImbaud’nun da sürekli bu tip deneyler yaptığını biliyoruz. İşte karbon tetraklorür mesela... Karbon tetraklorür aldığınız zaman geçici ölüm yaşıyorsunuz. Oldukça tehlikeli bir şey. Tamamıyla ölebilirsiniz falan. Eter... İşte bununla beraber kif... Afyon... Esrar... Sonra morfin, eroin falan diye gidiyor zaten. Bu bedenden çıkış, işte, geçici koma hali, benlik bölünmesi falan gibi şeylerle bunlar lise üçüncü sınıfta falan fena halde uğraşıyorlar.

94


BÜYÜK OYUN 28 Bol bol Novalis okuyorlar, Alman romantizmine hayranlar. Ondan sonra Mallarmé çok etkili onlar için, Lautréamont, “Maldoror Şarkıları” falan; bütün bunlar onlar için çok önemli. Tibet... Mısır’ın “Ölüler Kitabı”, Edgar Allan Poe, Hegel, Marx falan derken böyle bir atmosfer içerisinde yetişiyorlar.

Sonra 1926’da Paris’e çıkıyorlar, Reıms’ten. Gerçeküstücülük en moda şey. Acayip... Herkes gerçeküstücü falan... Dada geçmiş tabii. Paris’te de tam o sırada Sacco ve VanzettI’nin idamlarına karşı gösteriler, anarşizm... –bütün bunlarla kaynıyor.

exdergi iki / haziran-ağustos iki bin on bir

95


İki savaş arası Paris zaten kendine özgü bir yer. Çok uçuk-kaçık bir yer. Yani, o dönemde acayip sayıda sanatçı çıktı zaten. Böyle gösterilerle, anarşist gösterilerle kaynıyor. Bütün bunlara katılıyorlar falan. Ve Çek yazar Rıchard Weıner var, oldukça önemli bir yazar; arkadaşı Šİma... İşte bu Josef Šİma, ünlü Çek ressam. Artur Harfaux; bu bir tür “mesen” –yani, parası-pulu var ve böyle genç sanatçıları falan destekliyor; başkaları da var böyle birkaç kişi...

roger gılbert-lecomte (19 yaş) Bunlar, Lecomte’u keşfediyorlar bir şekilde, tanışıyorlar. Lecomte’un fotoğraflarını da gördünüz, oldukça androjin bir tip. Böyle, güzel bayağı. Çok fırtınalı da bir aşk hayatı var; o dedikodulara girmeyeceğim... Ondan sonra işte, HendrIk Cramer... Bu da “Kaptan” lakaplı. Çok manyak bir adam. Acayip efsane var hakkında. Sonra ortadan kayboluyor mesela; öldü mü kaldı mı bilinmiyor. İşte Daumal falan... Vera MIlanova, bunlar... Ve 1928’de artık bütün ekip bir araya gelip bu “Büyük Oyun” hareketini kuruyorlar.

96

Robert Desnos işte o sırada sürrealistlerin ilahı. Çok önemli... Ve sürrealistleri bırakıp bunlara katılıyor. Mesela işte Dessaignes öyle... SaInt-Pol-Roux öyle; la Sernat öyle... İşte, SeIfert, Man Ray mesela ilk iki sayıda Man Ray’in fotoğrafları falan var. İlk sayıları zaten gümbür gümbür çıkıyor.


BÜYÜK OYUN 30 Ve André Breton bundan çok kötü rahatsız oluyor. Yani gerçeküstücülüğü geri plana düşüp bunlar bayağı ön plana çıkmaya başlayınca, katakulli çevirmeye başlıyor. Bunların arasını bozup ortalığı karıştırmak için. Breton’un böyle acayip entrikacı bir şeyi vardır... İşe de yarıyor nitekim. O yüzden sadece üç sayı çıkarabildiler. Arthur Adamov falan filan, onlar bırakıp buna katılıyorlar falan.

İşte Delons, ReIch, Mayo ve bu gördüğünüz üç sayı... Bunlar gerçek kapakları. 1928, 1929 ve 1930 çıkıyor. Ve André Breton’la kavgalar... Micheil Leiris ve Antonin Artaud bunlara gelip katılıyor. Bayağı fırtınalı günler yaşıyorlar. İşte ilk sayı zaten çıkış sayısıydı. İkinci sayı tamamen RImbaud özel sayısı. Ve Dogma-kırımı (Casse-Dogme) adında bir manifesto tonunu da sürdürüyorlar. Yani bu tipik, artık hiç görmeyeceğiniz bir şey, sürrealistlerde de böyleydi, Dada’da da, fütüristlerde de böyleydi, bunlar manifestoyla çıkıp, çok yeni bir şey söyleyip gerçekten, bayağı da etki yaratan önemli akımlar. Artık o tarz sanat akımlarının çıktığını görmüyoruz, biliyorsunuz. Çünkü konjonktür değişti, durum değişti vs.

exdergi iki / haziran-ağustos iki bin on bir

97


Ve kendilerini tamamen anarşist bir pozisyona, –ve politik olarak da gerçeküstücülerden çok daha anarşist bir pozisyona– yerleştiriyorlar ve Büyük Oyun’un tamamen ve sistematik olarak yıkıcı olduğunu söylüyorlar. Ve “deneysel metafizik” diye bir şeyden bahsetmeye çalışıyorlar –matrak olanı, aynı tarihlerde HeIdegger’in kendi kendine deneysel metafizik diye bir şey geliştirmekte olması. Yani bütün bunlar da daha sonra bir araya geliyor; bu da ilginç bir şey tabii.

Ve diyorlar ki işte, “Bu güzelim katliamdan fışkıracak olan, sanılandan çok daha gerçek ve dokunulabilir bir şey olabilir; yürümeye başlayan bir boşluk heykeli, dopdolu ışık kütlesi. Yeni bir ölümcül göz açarak alınları delecek bilinmeyen bir ışık, anlamı ‘hayır!’ olan tek ışık...” Genellikle bu tip... Bu tonda giden manifestolar bunlar...

98


BÜYÜK OYUN 32 Ve dergiyi eş zamanlı olarak Prag’da da yayınlamaya çalışıyorlar ama olmuyor. “RED” çok önemli bir dergi; Çek kültüründe... Hem politik açıdan hem sanatsal açıdan. Karel TeIge’in. Bu bir “Grand Jeu” özel sayısı yayınlıyor. Tam o sırada Lautréamont’un “Maldoror Şarkıları” Çekoslavakya’da sansürlü. Bunlara karşı acayip bir antisansür hareketi başlatıyorlar. Paris maris ve sansürü kaldırıyorlar. Böyle bir takım hareketleri de var.

3. sayı bu sefer tam da şeye odaklanıyor, artık teorinin göbeğine doğru ilerliyor, işte primitif algı mekanizmaları, eski mistik deneyimler, ritüeller; ele alınıp “logos-merkezli” Batı uygarlığı sistematik olarak eleştirilmeye başlanıyor. Tam da, işte, tabii bunda fenomolojinin falan da etkisi var; Husserl’in etkisi var; tıpkı HeIdegger üzerinde olduğu gibi...

Ve, bu Batı uygarlığından “kopuş”, işte “Mitler evreni”, algı, anlık, deneysel metafizik... Nedir, bunlar açıklanıyor ve en önemli figür bu sayıda Gérard de Nerval. İşte, “Gündüzkörü ve Gecegören Nerval”. Bu “Nerval le Nyctalope”u çevirmek için çok uğraştık. Sonunda Hüseyin buldu, bu ikili şeyi. Gündüzkörü ve gecegören... Nyctalope öyle birşey; Nyctalope’un Türkçe karşılığı yok.

exdergi iki / haziran-ağustos iki bin on bir

99


Bu yazı, mesela Daumal’in yazısı, hâlâ Nerval hakkında yazılmış en önemli yazı olarak kabul ediliyor. Yani Nerval için sürekli sempozyumlar falan toplanıyor; hâlâ Daumal’ın adı orada baş köşede yer alıyor. Ve diyor ki orada:

“Ölümden sonra ikizin durumunun bu hayatta şimdiden, kısmen tanınabilmesi, benim için aynı zamanda metafizik bir kesinlik ve bir deneyim olgusu.”

Bu tabii oldukça karanlık bir söylem. Nerval’in şöyle bir inanışı var: Bir, paralel evrenler var; ben varım bir de benim paralelim var. Bu paralel evren de öyle bir evren ki, bu doğum öncesi bir evren aslında. Yani, henüz doğmamış olan bir ikizim var ve bu ikiz benimle birlikte yaşamaya devam ediyor. O ikizden mesajlar alıyorum bazen. Yani, bu uzgörü, işte uçgörü, vs. diye anlattığı şey. Bu bir tür deneyim olgusu; bunu deneyimlemek mümkün. Nasıl mümkün? İşte alırsın karbon tetraklorürü, ikizinle takılırsın... Yani... Böyle bir şey...

gülüşmeler olur... 100


BÜYÜK OYUN 34 gülüşmeler yerini tebessümlere bırakırken... Gülmeyin, çok ciddi birşey... Yani, bu halihazırda, –şunu da rahatlıkla söyleyebilirim– bilimsel olarak bu tip deneyler hâlâ devam ediyor. Yani nöroşirurji mesela... birtakım deneyler var. Kafatasını açıyorlar, belli noktalara dokunduklarında böyle birtakım şeyler duymanız gayet mümkün.

Belli “drug”ların, uyuşturucuların bu duyguyu verdiğini biliyoruz. Mesela işte Chıapas yerlileri, –Zapatistaların bulunduğu bölgedeki yerliler bunlar... Bunların böyle bir ritüeli var. Ölümden önceki ikizle buluşma ritüeli bu; Nerval de bunu boşuna çıkarmıyor zaten. Artaud marto da aynı kafada. Hüseyin de bunlara çok meraklıydı tabii ki. Bol bol Artaud, Tarahumaras bilmemne falan okurdu. Buna da inanırdı. Ben inanıyor muyum inanmıyor muyum sormayın. Öyle bir şey söyleyemem.

Dördüncü sayı basılamıyor. Breton’un içten içe kurduğu entrikalar sonuç veriyor. Ve bunlar dağılıyorlar; her grup gibi... Yıllar sonra bu sayıyı görüyoruz. İşte bir “Collection Compleète” diye tüm sayıları birlikte bir kocaman kitap yayınlanıyor. Dergiler de kalın baya; öyle küçük dergiler değil. Bu taslaklar orada ilk defa... Ta 1977 yılında ortaya çıkıyor.

exdergi iki / haziran-ağustos iki bin on bir

101


Orada da “doğum öncesi”yle “ölüm sonrası” arasındaki ilişkiye odaklanıyorlar. “Morpheus” var... Morpheus mitolojide bir tanrıdır. Uyku tanrısıdır. Morfin falan da ordan gelir. Dolayısıyla Morpheus’un ülkesinde ne olup ne bitiyor, falan... Bir tarafı... Bir tarafı da acayip anarşist. Politik... Tam da savaş ortamı giderek koyulaşmaya başlamış falan... Bir bölüm de bunun üstüne.

Bu hareketi kurduğu sırada Lecomte. Bu da ölmeden az önceki Lecomte. Bütün bu tecrübenin izlerini yüzünde görmeniz çok rahatlıkla mümkün.

Ne yapıyorlar? 1933’te ayrılıyorlar. Savaş kopuyor zaten. Herkes bir tarafa dağılıyor. Lecomte’un şöyle bir de ünü var: “Kahin” diyorlar. Böyle şeyler söylüyor. Diyor ki: “Ben şu tarihte öleceğim.” diyor mesela, o tarihte ölüyor. “Sen” diyor “Şu kadar ünlü bir yazar olacaksın, bilmem ne olacaksın...” falan. Oluyor.

102


BÜYÜK OYUN 36 “Mistik Tetanoz” diye ta 21 yaşında yazdığı bir şiiri var bunun. Tetanoz çok ilginç bir hastalıktır. Antropologlar çok meraklıdır. Çünkü tetanoz insana sanrılar gördürür. Ölmeden önce bambaşka bir aleme gidersiniz. Normal değilsinizdir, falan filan. O hâli yazmış şiirinde ve tetanozdan ölüyor. Neden tetanozdan ölüyor çünkü işte sürekli iğne yapıyor, onu yapıyor, bunu yapıyor; bağımlı artık.

Bir sürü tedaviye giriyor çıkıyor. İşte Laudanum yapıyor. Tam savaş öncesi öyle eroin, morfin falan da yok... Laudanum, oldukça kötü bir kopyası eroinin. Ve bundan, –apselerden falan– tetanoz kapıp ölüyor. 3 gün tam komada kalıyor.

Beş parasız ölüyor. Ve tam öldüğü gün teyzesinden buna 500.000 frank miras kalıyor. Bir de böyle bir şey var. Yani, ölüyor, öldükten bir buçuk saat sonra falan eve avukatlar geliyor; işte miras kaldı diye... Yani... Böyle birşey...

exdergi iki / haziran-ağustos iki bin on bir

103


Daumal bir yıl sonra ölüyor. O da epey madde kullanımından ve tüberkülozdan gidiyor. Falan filan... İkisi de 36 yaşında ölüyor. Bunu da söylüyor Lecomte. “İkimiz de 36 yaşında öleceğiz.” diye; 10 sene öncesinden...

Rımbaud da 37’sinde ölüyor. Bunun etrafında da bir sürü efsane doğuyor. 1971’de Josef Šima öldü. 71’e kadar da Šíima, tek başına –tabii tek başına değil aslında– Arhur Adamov’la beraber bu Büyük Oyun düşüncesini, Büyük Oyun fikrini yaşatmaya devam ediyor. Ve Lecomte’un çok muhteşem bir portresi var, –birazdan göstereceğim– onu yapıyor. Ve şöyle diyor –Šíima’nın sözleri bunlar:

“Gerçek çözülme 1939’da yaşandı. Delon Dunkerque’de öldürüldü (savaşta), Lecomte 1943 sonunda, Daumal 1944’de öldü. 1952’de ben yeniden başlamadan önce, yaklaşık on iki yıl resim yapmayı ve sergilemeyi bıraktım. Allak bullak edici bir yalıtım içinde buldum kendimi o zaman. Tek imkanın şiirsel esin oluduğunun farkına vardım; okültist bir anlamda değil, bir bilme biçimi olarak şiirsel.” Bu da yine... Daha önce söylediğimi hatırlayın yani; sanat bir bilme biçimi, şiir de öyle.

“Krajina s torzem” detay (josef Šíima, 1932) 104

“wınter depressıon” (hüseyin bahri alptekin)


BÜYÜK OYUN 38 “Ve burada, dostlarım hakkındaki bu anılara alınlık olarak, Gérard de Nerval’in Aurélıa’sından şu alıntıyı yapmak istiyorum: ‘Ne olursa olsun, insanın hayal gücünün, bu dünyada ya da diğerlerinde gerçek olmayan hiçbir şeyi icat etmediğine ve böylesine belirgin olarak gördüğüm şeyden kuşku duyamayacağıma inanıyorum.’”

“Statek v Normandii” detay (josef Šíima, 1953) Yani, hayalgücü bir bilme biçimidir; hayalgücü bir şeyi hayal ediyorsa onun mutlaka gerçeklikte bir payı vardır. Yani burada gerçek olmayacak bir şeyi hayal edemeyiz; dolayısıyla belirgin olarak gördüğüm, hayalgücümle gördüğüm hiçbir şeyden de kuşku duymam.

Bu söz konusu portre... Lecomte’un Šiíma tarafından yapılmış portresi. exdergi iki / haziran-ağustos iki bin on bir

105


Ve Novalis’in bu sözü Hüseyin’in çok kullandığı bir sözdü... Lecomte’un da öyle. Šiíma’nın da öyle... Rımbaud da çok kullanırdı:

“Hayat, bir (tür) hastalıktır...” Yani, aslında hayatın hastalık olması şöyle... Demek ki hayat bir hastalıksa, terapiye ihtiyacımız var. Yani, terapi, nerden gelir? İşte oyundan gelir, sanattan gelir, hayalgücünden gelir ve ama aynı zamanda “bir tutku edimidir”. Yani her hastalık gibi de sonuna ulaşır. Yani, bir hastalıktan tamamen iyileşmenin de imkanı yoktur.

“Gerçek hayat, yolculuktadır.” Bu da... Hüseyin çok kullanırdı. Ben de “Klee”nin lafını çok kullanırdım. “Yoldur eser.” diyor Klee. Yani eser, asla bitmiş iş değildir, yolun kendisidir, sürecin kendisidir; o eseri benim yaratırken yaşadığım her şeydir. Eğer bütün bu her şey, o hayati hakikat, oyun, benim eserimde algılanamıyorsa, ortada eser falan yoktur. Yani Klee’nin dediği bu. Rımbaud’nun dediği de... O onu hayata uygulamış. Yani yolculuk içinde olmayan, bir yere vardığın ve durup oturduğun bir hayat, hayat değildir demeye çalışıyor.

Dolayısıyla, bu “kaybeden kazanır” mottosuyla girdikleri bu Büyük Oyun, –devasa oyunda– hep risk alıyor bu insanlar ve buradaki en tutarlı oyuncu, –bu tamamen Hüseyin’in sözleri: “Risk alarak oynayan en tutarlı oyuncu, yarık, uçurumlardan uçurumlara açılan hayatıyla Roger Gılbert-Lecomte oldu. Bir ucu ölüme, diğer ucu ‘hiç değişmeden süregiden, uçsuz bucaksız doğumöncesi stepleri’ne (bu da Lecomte’dan bir alıntı...) bakan trajik hayatı, daha ölmeden ona Verlaıne’in gözde sıfatı ‘lanetli şair’ payesini kazandırdı; ama ‘yokluk’ta yaşayarak ‘asli olan’ı gözeten eseriyle Lecomte, Rımbaud’nun kendisinden sonra geleceğini öngördüğü o ‘dehşetengiz işçiler’den biri olarak nitelendirilmeyi çok daha fazla hak ediyor.”

106


BÜYÜK OYUN 40 Bu doğumöncesi ve ölüm konusunda çok kısa birkaç şey söyleyeceğim. Bu önemli tabii. Mesela Daumal bunun üstüne çok gitti. Lecomte da öyle. Bu, çocukluk bilgisi nereden geliyor, buradan geliyor; aslında... Yani bir doğumöncemiz var; bir tür magma var sanki, o magmanın içinden geliyoruz. Gelirken de o magmadan bir şeyleri yanımızda götürüyoruz ve giderken de o magmanın içine doğru gidiyoruz. Yani, böyle bakmak, o magmayı merak etmek, hakikati merak etmek demek.

Bu yüzden, bazı insanlar –ki oyun bu alanda çok trajik de olabilir tabii– hep risk almak üstüne kurulu. Mesela bir trapezci niye trapez yapar? İşte sadece bizleri eğlendirmek için olmadığından eminim. Başka bir nedeni de olmalı... İşte, bir matador niçin bunu yapar; motosiklet yarışçısının yaptığı nedir? Aslında burada risk, yani bir ölüm riskinden çok daha fazla. Çünkü işte, “yazdığı yazgısı, yazgısı da yazısı...”. Bu, Hüseyin’in çok kullandığı bir laftır. Bu performans sürekli ve her an yaşama karşı duran, yaşamı karşısına, ölümü yanına alan trajik bir yol aslında. Yani, sürekli ölümü yaşayan hayatı bir seçim insanın. Hiçbir zaman hayata teğet geçen bir “gözlem ve deneyim” olmuyor bu.

exdergi iki / haziran-ağustos iki bin on bir

107


“İnsanlık ‘hal’lerini (Bunların hepsi Hüseyin’den...) birer bilme yolu olarak kavramak...” Bu önemli. İnsanlığın bin türlü hali var. İşte, hastalık mesela bu hallerden bir tanesi. Acayip bir neşe, keyif, bu hallerden bir tanesi. Başka bir sürü hal var. Bunları birer bilme yolu olarak kullanabiliriz. Yani, bu hallerin içinden hayata bakıp, bunlarla hayatın farklı, her an anlayamayacağımız taraflarını algılayabiliriz. Çünkü, her hali yaşarken aslında biz değiştiğimiz gibi algılarımız da değişmektedir. Algılarımızı farklı biçimlerde kullanabilir, ondan sonra bunları biriktirip bunlardan sanat yapabiliriz –ki Hüseyin’in hep yaptığı buydu.

Yani, sonuçta sabun ve kömür kullandıysa hayatının belli hallerinde bu sabun ve kömürle çok ciddi bir ilişki yaşamış olduğu içindi; yoksa böyle malzemeye uzaktan bakıp, işte, “Ha, bak bu ikisi birlikte çok güzel gider. Ben bunu alayım da şunu da şunun yanına koyayım. Bak bundan acayip metafor türetirim...” falan diye yaptığı birşey değildi. Yani, işte Berlin’e gitti, orada kömür gördü, böyle paketli kömürler, baskılı üstü bilmem ne... Doğu Alman kültürü falan, işte o kömürü aldı, ondan sonra işte sabun mevzuu, Doğu Almanya, Berlin, Yahudiler, falan derken onun içine giren bir şey; şans, oyun bunun hep içinde. Şimdi burada anlatamayacağım bir sürü yaşanmışlık var, falan filan. Bütün bunlardan türeyen bir şey sonuçta sanat. Yani Hüseyin için sanat her zaman böyle oldu.

108


BÜYÜK OYUN 42 Dolayısıyla bu haller birer “bilme yolu”; çünkü o sıradaki algısı, işte Sipa Press’te çalışırken, işte Paris’te ya da Zanzibar’da bilmem ne yaparkenki algısı da farklı. Yani, dolayısıyla bambaşka bir algı. Ve bunu bir bilme yolu olarak da ben kenara koymak zorundayım diye bakıyor. Yani, bu hayatımı zenginleştiren... Bu, “hakikatin bilgisine açılan ‘deneyim’” aslında; ve her deneyim aslında bir tür “iç deneyim”. Dolayısıyla da her iç deneyimde olduğu gibi, bunun da hayati bir bedeli var. Bedelsiz iç deneyim yok.

İşte Lecomte hep “kendisi”yle, daha doğrusu ancak kendisinden geçerek ulaşabileceği özel bir “hal”le ilgili bir hakikatin peşinde. Tereddütsüz bir etiğin tutarlılığında –ki bu çok önemli, yani böyle bakmak için dünyaya bir etik sahibi olmanız gerekiyor. Sonuçta etik bir duruşunuzun olması gerekiyor –ki işte Hüseyin’in en önem verdiği şeylerden bir tanesi de o etik duruştu zaten. Çünkü o “özel halle ilgili bir hakikatin peşinde”ydi. Bu tereddütsüz etiğin tutarlılığında yaşanabilecek, uçlar arası gerilimin “ideal” dengesinde –ki bu denge her an şaşabilir– bir hayat tarzının beklentisiyle yüklü bir hakikat. Bu da onun sözleri.

exdergi iki / haziran-ağustos iki bin on bir

109


Lecomte’un hedefi, “hayatın ve ölümün kıyısında” nihayet yavaşça unutuluşa gömülebileceği, “hakiki bir ölüm yaşantısı”yla “uçların bilgisi”ne ulaşmak.

le grand jeu (coll. elısabeth vaılland) “Bu, hayattan kaçış ya da hayatı reddediş değil...” diyor Hüseyin. “...her an hassas, uyanık ve hayatın her yüzünü gören, bu yüzden de acı çeken bir ‘hayatı evetlemenin’, yazgıyı kendi elleriyle yazmanın sonucudur.” Yani Heıdegger’in dediği, “Özgürlüğe en yaklaştığınız an, aslında kendinizi en gerçekleştirdiğiniz andır.”

110

İşte, “Hal değişimleriyle oynayarak ve tüm dikkati sınırlara yönelterek, ezeliebedi hale gelinceye dek yaşama-isteğinin akış süresinden yaşantı olarak kaçmak mümkündür.” Biliyorum, oldukça ağır bir alıntı. Hüseyin çevirdi, Lecomte’un.


BÜYÜK OYUN 44 ...Ve bununla kapatacağım. Böylelikle yazgıyı bir “boyun eğme” değil, tam tersine yazının, şairin hayat karşısındaki “ödev duygusu” olarak görüyor. Hayat reddedildiği, karşı durulduğu kadar da yaşanılır oluyor aynı zamanda. Ama çileye, ama görmenin verdiği acıya rağmen. Yaşanan bu çile ve acının bilgisidir hayatı her şeye rağmen yaşanılır kılan, şiirdir. Lecomte’un şiiri kendi hayatından, kendi hayatı kendinden, hayat-içi-ölüm duygusundan kaynaklanır. Coşku bu şiirin hayatla ölüm arasında gidip gelen bir yerindedir. Ölüm bir son-uç değil (ne son ne de uç değil), hayatın nedenidir. Ölümü yaşamak hayatı bilmenin bir başka yoludur.

Lecomte burada, Šiíma’nın kataloğunu yazıyor; Šima’nın sergisinin kataloğu için konuşuyor –ki, Hüseyin’in buna tamamen katıldığını biliyorum. Kendi... Bu kataloğu da biz bir yerden bulduk. Çok değerli. Heheh...

Ve o kataloğu gördüğü zamanki şeyini hatırlıyorum... Yani işte okuduğu, o resimleri gördüğü... Aslında oldukça kötü basılmış bir katalog; yani o dönemin koşullarında falan. İşte, savaş öncesi vs. “İşte bu!” demişti. Yani, “Bu!..” “Bu.” Yani, bunu... Bunu, “Birisi benim hakkımda bunu dediği zaman, ben kendimi iyi hissedeceğim.” demişti. O da şu: ...

KİTAP KAPAĞI DETAY: KALÉIDOSCOPE (josef Šima) exdergi iki / haziran-ağustos iki bin on bir

111


“Rımbaud’nun ya da Nerval’in şiirlerini yazmak için, Chırıco’nun, Masson’un ya da Šíima’nın tablolarını yapmak için, büyük serüveni yaşamış, duyuların derme çatma dekorlarına bıçak darbesini indirmiş olmak, biçimlerin metamorfoza uğradığını, dünyanın uykuda buharlaştığını, halüsinasyonun algıdan farklı olmadığını ve kurala dönüşecek bir sağlık halinin patalojik olduğu söylenen başka hallerin karşısına çıkarılamayacağını bilmek gerek. (...) Kahinlerden başkasına yazmak ya da resmetmek hakkını asla tanımayacağım. Yani, “Devrim vahyi”ni almış olan, kusursuzca ve bilinçli olarak umutsuz insanlardan, yani, kabul etmeyen, her şeyin karşısına dikilmiş ve bir yol aradıklarında, bunu insanın sınırları içinde bulamayacaklarını çok iyi bilen insanlardan başkasına tanımıyorum bu hakkı. Bunlar her zaman bizden olduklarını bileceklerdir. Ve aniden, onlar için Tin’in eli, tuvalleri ya da kağıtları üzerine, dünyaları zora koşan işareti, tılsımı, tanıklığı çizecektir. Bu tekil arayışta sabitlenmiş varlıklara inanıyorum. Ve onların eserleri alev alev yanan patika üzerindeki yol işaretlerinden başka birşey değillerdir. Onlar kılavuzlar: Ne gördüklerine bakarak, yolun neresinde olduklarını biliyorum.”

112


BÜYÜK OYUN 46 Ve alıntı yine Hüseyin’den... Bu... Benim yazımın da son paragrafıydı. Şöyle dedi:

“Birçok yazar, Lecomte’un eseri hakkında, ‘yaşasaydı’ diye başlayan hüzünlü cümleler kurdular.” Tıpkı bugün birçok kişinin Hüseyin hakkında kurduğu gibi... İşte, “Tıpkı Artaud hakkında yazdıkları gibi; ardında, ‘dikkat etseydi’, ‘hayatına çekidüzen verseydi’ tonu yatan cümleler... Oysa, Beckett, Burroughs, Cage ve daha birçok ‘kılavuz’dan beri, ‘Büyük Serüven’in (Büyük Oyun diye okunabilir.) ara-dünyalarında, interzon’larında, ölüm ve hayatın gerilimli uçurumları üzerinde kurulan baş döndürücü mimarilerin, kıvrımlardan oluştuğu biliniyor.” Büyük Oyun’un şeyini hatırlayın... o, Šíİma’nın çizdiği bir logodur ve aslında mükemmel formdur o. En mükemmel form da bir labirenttir her zaman, kıvrımdır. “Orada ‘eser’in hakikati ‘sonuç’uyla değil, hayatıyla, vücuda geldiği ve ‘oluş’a doğru emilip yok olduğu süreçle ölçülüyor. Trajik olan, bu göçebe coğrafyada yaşayıp üretmenin bedeli.”

exdergi iki / haziran-ağustos iki bin on bir

113


Trajik olan bedel. Bu yaşanmışlık değil. O yaşanan şey değil. O yaşanan şey için ödediğiniz bedel, trajik. Bazı toplumlarda bu bedel çok yüksek olabiliyor. Ya da Lecomte’un yaşadığı işte 1. Dünya Savaşı döneminde bu bedel çok yüksek olabiliyor. Başka bir dönemde başka birşey olabilirdi. Yani Hüseyin’in burada Türkiye’de işte belli şeyler içerisinde yaşadığı bedel başka türlü olabilir. Burada trajik olan bedel. Yaşama tarzı değil. Yaşam tarzı değil; hayat değil.

“Trajik olana inanıyorum –asemptot’una (sunuşmazlığa)...” yani bir hiperbolün asla bir araya gelemeyeceği uzlaşma noktasına “ulaşmak isteyen –evet, ‘isteyen’– ve ulaşamayan hiperbolün umutsuz istencine inanıyorum.” diye yazmıştı Lecomte. Ama, bir kez daha, “kaybetmek kazanmaktır”.

Šima’nın Terre-LumIEre’i...

“TERRE LUMIERÉ” (JOSEF Šima, 1965) 114


BÜYÜK OYUN 48 KONUŞMACI DİNLEYiciLERE SAATİ SORAR. ... 7.33? Ha, güzel. Yok, daha bitirmedim, var söyleyeceğim.

Dolayısıyla, sanat, hayat ve hakikat bir araya geldiğinde... Hüseyin hep bunları bir araya getirdiği için koyduğum bir şey...

Burada çok öncelikli birşey var. O da, sanatın bir bilme biçimi olması. İşte, Hüseyin’in de çok meraklı olduğu, benim de çok meraklı olduğum, aranızdan bir çoğunun da çok ilgili olduğunu bildiğim, Joseph Beuys mesela... Fluxus...

exdergi iki / haziran-ağustos iki bin on bir

115


Fluxus da tabii ki bütün bunların üstüne geldi. Yani sonuçta işte Dada, Sürrealizm vs. vs. bütün bunlar. Ve bir taraftan Bauhaus, bir taraftan Frankfurt Ekolü, bir taraftan 2. Dünya Savaşı sonrası yaşanan olaylar, mesela şu laf hep beynime kazınmıştır;

yani “Holocaust’u gören bir ressam, asla başka bir şey yapamaz.” diyor, Adorno.

...Ve, Beuys her zaman sanata bir bilme biçimi olarak baktı; yani sanat şeyleri bilmenin en temel yollarından bir tanesi. Tıpkı Kant, SCHILLER gibi; sonuçta Beuys da Alman ve biliyorsunuz Kant’la, SCHILLER’le, Alman Romantizmi’yle Hegel’le falan büyüyor. Dolayısıyla böyle bakması gayet doğal.

116


BÜYÜK OYUN 50

İşte anlık, kavrayış, algı, akıl ve sanat. Hayalgücü, işte hayalgücünün oyunu vs. Dolayısıyla sanat, bir şeyi bilmek zorunda. Yani sanat öyle şey olsun diye yapılmıyor. Yani, ne bileyim tasarım olsun, şu olsun, şöyle olsun, böyle olsun, dekorasyon olsun, vs. olsun falan diye yapılan bir şey değil. Bir şeyi bilmek istiyorsun da ondan; bir derdin var. Niye insan bir şeyi bilmek ister? Çünkü derdi vardır. Bir şeyi merak eder. Onun için onu yapar. Sanat, –gerçek sanat– her zaman, dolayısıyla Beuys için de, bir bilme biçimi oldu. Bütün bunlardan sonra, bu bilme biçiminde de bir oyuncul taraf var. Ama bu oyun her zaman eğlenceli bir oyun olmayabilir.

“İSPANYol DEVRİMİ” (JOSEF Šima, 1936) exdergi iki / haziran-ağustos iki bin on bir

117


Bir başka çok önemli nokta, –bütün bunlardan türeyen; sanat bir hayat tarzı sonuçta. Yani işte, 8 saat sanat yapamazsın. Yok böyle bir şey. İşte “8 saat sanat yaptım, ondan sonra emekli oldum...” falan, diyemezsin. Bu senin hayat tarzın olmak zorunda. Bir bilme biçimi olarak üstelik. Üstelik, yani bunu bedeller de ödeyerek yapmak zorundasın çünkü her hayat tarzının bir bedeli vardır.

Ödülü de vardır tabii canım, yani sadece bedeli yoktur, ödülleri de vardır. Ama demek ki sanat insanın hayatına nüfuz etmek zorunda ki yine burada SCHILLER’e geri dönüyoruz; ne yapıyorsun, niçin hayat tarzı oluyor, çünkü kendi varlığını gerçekleştirmeye çalışıyorsun da ondan.

118


BÜYÜK OYUN 52 Sanat her zaman bir iç deneyim, aynı zamanda. Çünkü, sen nasıl algılıyorsun etrafındaki şeyleri? Yani kendi algılarınla alıyorsun. Senin birtakım pencerelerin var. Pencerelerin, işte beş duyun bir de varsa işte, altıncı duyun, uzgörün, işte, Lecomte’un dediği alnındaki “Nyctalope” dediği, alnındaki gözün, vs. İşte uzgörü, içgörü vs. Dolayısıyla hayat bütün bunları kapsayan bir sanat aynı zamanda. Hayatın kendisi bir sanat eseri olabilir. Bu lafı da çok sık ederdik... Hüseyin galiba bu başlıkla bir şeyler de yazmıştı diye hatırlıyorum.

Dolayısıyla sanat hayati bir oyun aynı zamanda. Çünkü oyun, niçin oyun? Kant’ı hatırlayın; her türlü ilgiden, çıkardan, yarardan, ondan bundan bağımsız bir eylem oyun. O yüzden çok önemli. Oyun oynadığın zaman... Tamam, kazanmak için oynuyorsun ama o kazanmak oyun içerisinde bir kazanmak. Yani, bana şu şunu sağlar ya da bu bunu sağlar diye oynamıyorsun. Gerçek oyun, oynanmak için oynanıyor aslında. Dolayısıyla bu hayati bir oyun. Eğer, sanat bir oyunsa, sanat bir hayat tarzıysa, sanat bir bilme biçimiyse, bu oyun hayati bir oyun. Dolayısıyla rahatlıkla hayatına da mal olabiliyor.

exdergi iki / haziran-ağustos iki bin on bir

119


Burada yine Beuys’a dönüyoruz. Sanat bir terapi, aynı zamanda. Yani, hayat bir hastalık. Sanat da bunun en önemli terapilerinden bir tanesi. Dolayısıyla sanatsız bir hayat tamamen hasta olduğunu fark etmediğin bir hastalık gibi. Yani, ama aynı zamanda sanatın terapi olması sosyal birşey. Sanat sadece bireysel olarak bir kişiyi tedavi etmiyor. Sanatın en önemli işlevinden bir tanesi –ki hep öyle olmuştur, en başından beri– aslında toplumu tedavi etmektir.

O yüzden mesela işte Klee’nin dediği o işte, “sadece çocuklar, deliler ve sanatçılar hakikate bu kadar yakın olabilir.” derken demek istediği de aslında bu. Yani, bu hakikatten ne kadar uzaksan, ne kadar uzaklaşıyorsan, ne kadar bu hakikatin dışına çıkıyorsan, ne kadar sadece aklının, biliminin, çıkarının, paranın, onun bunun egemenliği altına giriyorsan, o kadar hasta oluyorsun.

120


BÜYÜK OYUN 54 Beuys bunu defalarca dile getirdi. Mesela o, işte Coyote’yle yaptığı konuşma böyle birşeydi. O tamamen tedavi etmek arzusu üstüne kuruluydu. Yani Coyote’ye insanları anlatıyordu. Onun kayıtları internette dolaşıyor. O uzun konuşmanın –Almanca tabii ama– İngilizcesi de var. Hatta altyazılı bile var galiba.

Orada şunu anlatıyor: “İnsanlar şöyle, işte insanlar bunu yaptı, sen bu konuda ne düşünüyorsun?”... “İşte bak, bilmem ne falan...” diye Coyote’yle bunu konuşuyor sürekli. Orada insan toplumunun hastalığından bahsediyor ve Coyote’ye de doktor muamelesi yapıyor aslında –ne gibi bir şeyi önerirsin, yani bu insan hastalığını tedavi etmek için. O bu anlamda terapi. Hüseyin için de mesela sanat her zaman terapatik birşey olmuştur. İkili bir terapi tabii bu; hem kendini terapi etmek anlamında terapi, –terapi de biliyorsunuz, Hüseyin’in çok kullandığı kavramlardan bir tanesidir sanat anlamında– hem de sanatla toplumu tedavi etmeye yönelik bir terapi. Bu bağlamda tam da Fluxus mantığının göbeğine oturan bir yaklaşım.

exdergi iki / haziran-ağustos iki bin on bir

121


Bütün bunlardan dolayı da aslında sanat özgürlük için. Ve sanat özgürlük zaten. Yani, güzellik ve özgürlük arasında bu kadar sağlam bir bağ varsa, sanatla özgürlük arasında da vardır. Sanat hem yaparken zaten özgür olduğun birşey –dolayısıyla özgürlük sanatın asli unsurlarından bir tanesi; özgür değilsen yapamıyorsun– hem de yaptığın zaman etrafına özgürlük veren birşey. Dolayısıyla sanatın özgürlük olması bu anlamda çok önemli ve bu “oyunla” çok doğrudan bağ var. Yani, oyun, özgürlük ve sanat arasında çok ciddi bir ilişki var.

122


BÜYÜK OYUN 56 Ve, bununla da rahatlıkla bitirebilirim. Marına Abromovıc’in de çok sevdiğimiz bir lafı:

“Etiğin olmadığı sanat, kozmetikten ibarettir.” Olmasa da olur. Etik de tüm bunları gerektirir. Bileceksin, yaşayacaksın, oynayacaksın, tedavi edeceksin, görevini yapacaksın ve özgür olacaksın. Yoksa, hikâye. Yani “Para kazanırsın ama başka bir şey kazanamazsın; kozmetikten ibarettir.”

BİT.

Rimbaud Burcunda Bir “Büyük Oyun” - I Roger Gilbert-Lecomte ve “Büyük Oyun” - II/Bir Yoksunluk Krizi Olarak Hayat Büyük Oyun (Le Grand Jeu) - Özgür Uçkan & Hüseyin B. Alptekin exdergi iki / haziran-ağustos iki bin on bir

123


124


exdergi iki / haziran-aÄ&#x;ustos iki bin on bir

125


#22agustos

#TurkeyNetBan

#15mayis

#internetimedokunma @kucukarabalik: sağcı-solcu, dini-dinsiz, genç-yaşlı, öğrenci-öğretmen, işli-işsiz. herkesin erişim özgürlüğü için yürüdüm. #15mayis @edademir: ozgur olma demiyorum, hobi olarak yine ol http://15mayis.tumblr.com/ post/5524489398/15-may-s-2011-internetime-dokunma-yuruyusu @MehmetErsoz: #22agustos’tan sonra; Http:// yerine Tyyp:// @Seyhan: Ben şahsen “dış güçlerin” etkisiyle yürüdüm. May the force be with you! #15mayis #internetimedokunma @kas_mer: Hollanda’nin baskenti ███sterd███ ’dan destek ;) #internetimedokunma #15mayis #turkeynetban @deliadamalibul: #15Mayis #turkeynetban #internetimedokunma Özgürlük ve Demokrasi = Aradığınız kavramlara ulaşılamıyor! http://twitpic.com/4y7f6p @miocaro: Geleneksel medya uzağı göremediği gibi yakını okumaktan da aciz #15mayis #turkeynetban @inhibiteur: İnternet yanığıyım. Mutluyum. #15Mayis twitter.com 126


@volkancelik: “internetime dokunma” eylemi, “teknoloji” haberi değil, Türkiye gündemidir. #turkeynetban #22agustos #15Mayis @cyberrights: 90lı yılların ilk dönem Internet çocukları filtresiz büyüdü de “kötü çocuk” mu oldu? #22agustos #15Mayis @tanrisiva: sınırlı karakter twitter’da olur, sınırsız karaktersizllik sansürcü zihniyette! 15 mayıs’ta yürüyoruz! #internetsansuru #15mayis @UmutOnur: Netti müdâfaa... #turkeynetban #15mayis #22agustos #internetimedokunma @Underd0se: Susma, haykır! Sansüre hayır! #internetimedokunma #22agustos #15mayis #sansuresansur #sansureoyyok http://t.co/8JyE41P @nymph__ : sansürün en kötü tarafı *******dır. #turkeynetban #internetimedokunma #15mayis @yalcinaydin: Blog yazmak, video izlemek, müzik dinlemek, porno izlemek, haktır! http:// bit.ly/ixxrTt #22agustos #15mayis @serseren: Zaman kötü, kolla neti! #internetimedokunma #15mayis #turkeynetban @yagmure: bugun attiginiz her adim yarin kisilacaginiz kapanin anahtari olacak! #15mayis #22agustos #turkeynetban @tugankozan: Yandas Medya’ya Filtre Koy! #internetimedokunma #15mayis @ezgigun: #turkeynetban #internetimedokunma #15mayis ,yapma tayyip net kardeşiyiz! @70milyon: Yürüyom ben ya! #15Mayis @rmncr: İnternete Sehven Giriyoruz! #15Mayis @Qirpi: Özgür internet, özgür yazılım, özgür gelecek! #15mayis #turkeynetban @ustunuzum: #15mayis devlet elini internetten cek! http://yfrog.com/gyqmzcqfj @bircibirci: anlayana sivri sinek saz, anlamayana davul zurma caliyoruz. taksimde. muhtesem seyler oluyor! #22agustos #15Mayis http://t.co/jROHUtw

exdergi iki / haziran-ağustos iki bin on bir

127


@gokkii: George Orwell Dunyası adım adım Türkiye’de..http://t.co/lFFxNdV #internetimedokunma #15mayis #turkeynetban @asligunel: 72 yaşındaki teyzem izmir’deki #15Mayis yürüyüşüne katılmış meğer! şu an öğrendim, pek mutlu ve gururluyum. yürü be teyze! :) @pamukgozde: ay sonu geldi, bi yürüyüş patlatıp filtre yazılımcılarından paraları kapsak mı #15Mayis #22Agustos #TurkeyNetBan #internetimedokunma @bar_filozofu: ne aşağılandık be arkadaş! ne insanlığımız ne de yüzümüz kaldı. 200 kişi olduğumuzu düşünemiyorum, yoksa hepimiz içerdeydik. #15mayis @mehmetik: #adana #15mayis eylemini düzenlemek için 1 defa şirketten avans 2 defa aileden destek 1 defada cepten hüplet yöntemi ile gerçekleştirdik :D @atifyildirim: Allah’tan birisi o yüksek binaya çıkıp kalabalığı görüntülemiş. Yoksa hakikaten 200 kişiydik biz, valla bak! #15Mayis #turkeynetban #Taksim @meliscetin: son açıklama;”’bahar ayları gevşer gönül yayları’ sözünden ötürü güneşli havaya erişimi yasakladık!” #22agustos #internetimedokunma #15mayis @arif_ender: #15mayis hayatımın yeni başlangıç noktası sayılabilecek bir tarihtir... @erdemdilbaz: Hüzeyin Üzmez: “Ben de çocuk paketi kullanıyorum.” #15Mayis #22Agustos @nesilvar: belli bir kesimi pazar günü taksime ancak makarna ve kömür dağıtımı olacak dersek getirebiliriz. #15mayis @burakdonertas: Yürümek iyidir, hazmı kolaylaştırır, kalori harcatır, bacaklara iyi gelir. #15mayis @selinthelioness: Paketlenmek istemiyoruz! #internetimedokunma #15mayis @kedikumu: sansür için yürüyerek 3 ayda 15 kilo verdim. siz de yürüyün. #15mayis @UmutsuzIsKadini: Beni internet sitelerinden koruma devlet. Karısını, sevgilisini, çocukları öldürenden, taciz edenden koru. Sansüre hayır! #15mayis @erentrkmn: isyan et arkadaşım, söz söyleyecek an değil. #15mayis #22agustos #sansur #turkeynetban

128


@amtycl: dükkanın önünü kapatana dur dediğin gibi internetin için yürü #internetimedokunma #15mayis #22Agustos #turkeynetban @Sadist_V: Ahlak bekçilerine ders vermeye Taksim’e #15mayis @TwitDayi: Ver elini Taksim! #turkeynetban #15mayis @neozel: Hava 22° parçalı bulutlu, nem oranı %93 mekan Taksim yürümek için güzel bir gün #internetimedokunma #15mayis #22agustos #turkeynetban @IdilEzgi: “Bu harika havada yapılacak en iyi şey Boğaz’da yürümek” out “Taksim’de yürümek” in! Saat 2’de Taksim’deyiz. #turkeynetban #15mayis @maturella: Kırk yıl düşünsem millimotor pankartı taşıyacağım aklıma gelmezdi. ey sansür sen nelere kadirsin #15mayis @zalambodont: Adriaaan for #22agustos #turkeynetban #15Mayis http://t.co/QFqFRMr @yasarix: Obama: Yes we can! Erdogan: Yes we BAN! http://bit.ly/jqt3oc #turkeynetban #turkey #22Agustos #15Mayis #netimedokunma @tinca: Remember, remember 15th of may! #15mayis #turkeynetban http://twitpic. com/4y5psh @mysilentego: Ashamed of #turkeynetban, proud of the remarkable crowd #Taksim’deyiz who are historicizing #15mayis as a day to remember @dreamypillow: rakiya haydara baldiza internete dokunma #internetimedokunma #SANSUREKARSI #15Mayis http://t.co/vFmOvOu @boyakalemi: Tecavüzcülere dokun, #internetimedokunma ! #15mayis #turkeynetban ! @CizgiOrman: #15mayis İşte bugün halkın en geniş çapta, ülkede yanlış giden şeylere karşı mutlak çözüm istediği gün olarak hatırlanacak #turkeynetban @dreamypillow: renkler kardes sansurculer kalles @dipnottv #internetimedokunma #SANSUREKARSI #15Mayis yfrog.us/nfqp7z @senturkburak: sevgili basın. bunu da yazın! internet hepimizin. #turkeynetban #22agustos #15mayis #netimedokunma ...

exdergi iki / haziran-ağustos iki bin on bir

129


FOTOฤ RAF: Gรถrkem Keser 130

twitter.com/gorkemkeser77 be.net/gorkemkeser


exdergi iki / haziran-aÄ&#x;ustos iki bin on bir

131


132


EN ANLAŞILMASI GEREKEN 10 HUSUSLA 22AĞUSTOS MEVZUATI Deniz Tan

“Filtreleme fişlemeyi kolaylaştıracak.”

A

lan adlarına sansür dediler, 138 kelime yassah dediler. Sonra yok dediler, yanlış anladınız, bilgilendirmeydi o. Tam o geçti dedik, 60’ı aşkın siteden oluşan bir liste gönderildi servis sağlayıcılara, kapa bunları dendi. Baktık ki listede, bebek gayrımenkul, ekşi sözlük gibi isimler… Yuh diyorduk ki, yok kazayla olmuş dendi. –––– Ülkemizde internetin denetimi böyle yapılıyor. “Yanlışlıkla girmiş listeye” diye bir açıklama, açıklamadan sayılabiliyor. Halihazırda 12 bin alan adının yasaklı olduğu, hayır bilinmiyor zira açıklanmıyor bu rakam ama tahmin ediliyor. Bu da takribi 60 bin siteye tekabül ediyor olabilir deniyor. Yani zaten mimliyiz internet yasakları konusunda.

–––– Standart pakette en iyi ihtimalle bugünkü kadar sansür VAR. En iyi ihtimal dedim bak, dikkatini çekerim. Halihazırda filtrelenmiş olduğundan, hazır filtrelenmişine standart diyoruz. Ha ayrıca, o filtrelere bundan sonra ekleme-çıkarma yapmak kolaylaşacak. Bu konuda da, bunca zamandır yanlış uygulamalarıyla ömrümüzü yiyen TİB’e neden güven duymadığımızı da anlamak zor olmasa gerek. KES –––– 09. Proxy, DNS var, deleriz yasağı yanılgısı –––– 22 Ağustos mevzuatı bu işi zorlaştırıyor. Hosting firmalarına diyor ki, arka kapıları yasaklayacaksın yoksa cezanı keserim. Ha arka kapılar, başka yollar elbet yine bulunur ama yeni mevzuat ile “ben youtube’a giriyorum, siz niye gir-

KES ––––Sanki bugüne kadar her şey doğru ya- miyorsunuz” durumunun olmaması sağlanmaya pıldı, sanki BTK “Google’a porno yazıyor bizim çocuklar, sıradan yasaklıyor” demedi de biz güvenmiyoruz, seçim yaklaşıyor ya ajitasyon yapıyoruz. 5651 geçtiğinden beri olan biteni görmüyoruz sanki. –––– Hah işte bu maddeleme de “ajitasyon, çarpıtma bunlar” diyenlere, Yaman Akdeniz, İsmail Hakkı Polat, Başak Purut, Gökhan Ahi gibi internetle ve internet hukuğuyla haşır neşir, hatta bu konularda UZMAN isimlerin konuşmalarından ve okuduklarımdan çok net bir şekilde benim anladıklarımdır. Bir nevi 22 ağustos for Dummies yani. Israrla anlayamanların bilgisine sunarım. –––– 10. Standart pakette sansür yok safsatası

çalışılıyor. –––– 08. Aile başı bir paket –––– Sen diyelim 2 çocuklu bir aileye sahipsin. Çocuklarını yatırdıktan sonra onların girmesini istemediğin bir takım sitelere girebilmek istiyorsun. Yok! Aile paketin varsa, ona mahkumsun. KES –––– 07. Paketler arası yatay geçiş –––– Aile paketini standarta çevirmek istiyorsan, o kadar kolay değil. Başvuru yapacaksın, ben senin bana dikte ettiğin aile olarak yaşamak istemiyorum diyeceksin. Yani fişleme. –––– 06. Filtrelere takılacak şeyler –––– Hangi site hangi filtrede neye göre filtrelenecek belli değil. Hadi bir saniye için pornoyu unutalım. Ekşi sözlük, küfür içerdiğinden muhtemelen aile paketinde

www.maddebagimlisi.com exdergi iki / haziran-ağustos iki bin on bir

133


olamayacak. Neyin neden o pakette olduğu anlaşılamayacak. Keyfi bir şekilde, o site bu filtrede olmasın denilebilecek. Senin çocuğuna uygun olana, sen değil, devlet baba karar verecek. Misal, ateistlik hakkındaki bir site muhtemelen yer alamayacak o pakette, çocuğun şeyini bozar diye. Darwin? Hmmm… KES –––– 05. Yaş grupları –––– Aile paketi 8 yaşında bir çocuğun görebileceği şey ile 17 yaşındakini bir tuttuğundan ve bir tek adet aile paketi sunulduğundan, 8 yaşında “beni leylekler

çocuğunu korumak ister. Her sağlıklı birey çocukların ruh sağlığı bozacak şeyden kaçınılsın ister. Her normal insan çocuk istismarına karşı durur. Bu “ahlaksız” zannedilen Batı ülkelerinde bile böyledir allah sizi inandırsın ki. Akıl ve ruh sağlığı yerinde hiçbir ebeveyn, 7 yaşındaki çocuğunu yanına alıp, gel, porno seyredelim yavrucum demez. –––– Gel gör ki, her porno ya da her müstehcen içerik çocuklarla ilintili demek değildir. Bu bir. İkincisi çocukların bu malzemeyi görmesinin yaratacağı ruh çalkantısını

mi getirdi” sorularıyla boğuşan bir çocukla, 1 sene sonra oy verebilecek olan aynı düzeyde muamele görecek. Tabii bu çocukların aileleri de… Dolayısıyla leyleklerle ilgili siteler filtreye takılırsa şaşırmayacağız. –––– 04. Paket istememe –––– Öyle bir hakkın yok. Birini alacaksın. Standart paket bugünkü işte dersen de değil, açıkladık daha önce. Kaldı ki bugünkü durum zaten berbat, bugünkü duruma sevinecek hale geliyor isek, vay halimize. –––– 03.

gidermek ise amaç, çözüm devlet filtrelemesi değil, her ailenin kendi ihtiyaç ve görüşüne göre seçeceği BİREYSEL filtreleme programlarıdır. Yetişkinlerin müstehcen içeriğe bakabiliyor olması, çocukları ilgilendirmez. KES –––– Bunun dışında, çocuğunun bu malzemeye kazayla (...) değil de sürekli olarak erişememesi ve internette ya da herhangi bir yerde yanlış kişi ve materyellerle karşı karşıya gelmemesini sağlamak, karşı karşıya geldiğinde ise

Fişleme –––– Bir daha, bir daha söylüyorum. Filtreleme fişlemeyi kolaylaştıracak. Kimin hangi pakette olduğu bilinecek. Ahlaklı internete girenler ile ahlaksızlar kolaylıkla ayrılabilecek, isimleriyle bilinecek. –––– 02. Ticari kayıp –––– Hadi ifade

doğru davranmayı bilmesini öğretmek ebeveynin görevidir, devletin değil. –––– Devletin çocukları korumak adına yapması gerekenler ise çok çeşitlidir. Bunların arasında mesela: Çocuk fuhuşuna dur demek, çocuk pornosuyla savaşmak (normal por-

özgürlüğünü, bilgiye erişme hakkımızı, bunlar en birincil haklarımız olduğu halde önemsemiyoruz diyelim, peki ya para? Money talks değil mi? Peki o zaman standartta var olup da aile paketine giremeyen bir takım porno olmayan ticari sitelerin, bu filtreleme yüzünden, ulaşabileceği insan sayısının yani müşterilerinin azalmasıyla uğrayacakları maddi kayıplar? Hmmm… Düşünmemiş miydiniz? düşünün bir o zaman bak. Aa siz sadece porno mu takılacak filtreye sanıyordunuz? KES –––– 01. Çocukları koruma safsatası –––– Her sağlıklı aile

no veya müstehcenlik demiyorum bak), çocuklara edilen tecavüzlerin önüne geçmek, ensest ve tacize karşı yaptırımlar uygulamak, sokak çocukları için programlar geliştirmek, 12 yaşındaki kızların 70 yaşında dedelere satılmasının önüne geçmek, töre cinayetleri konusuna eğilmek, çocuk işçi sorununa el atmak, okula gönderilmeyen çocukların okula gönderilmesini sağlamak, okulu olmayan çocuklara okul vermek, hastanelerde bebeklere makyaj yapılmamasını sağlamak gibi geniş bir yelpazede seyreden pek çok husus vardır. BİT.

134


FOTOĞRAF: Görkem Keser

exdergi iki / haziran-ağustos iki bin on bir

135


Florentina Pakosta

136


ÇOCUK PORNOSUNA KARŞI İNTERNETİ FİLTRELEMEK Kaan Doren

“Her şeyden önce çocuk pornografisini tanımlarken ‘çocuk pornografisi’ diyerek büyük bir yanlışlık yapıyoruz”

A

vrupa Birliği üyesi ülkelerde çocuk por-

dilde bulunmalı. Çünkü karşısında olduğumuz bu

nografisi ile mücadele adı altında interne-

olayın ”pornografi” ile alakası yok. –––– Üstelik bu

ti sansürlemek amacıyla verilen bir öner-

kavram kargaşası yüzünden mevcut olan suçun da

ge var bugünlerde. Önergeyi veren, ağırlığı yeteri kadar vurgulanamıyor. Yani bu tip ma-

Avrupa komisyonu üyesi, İsveç Folkparti üyesi, poli-

teryalleri düzenli olarak tüketenlere bunun “por-

tikacı Cecilia Malmström. –––– Bu önerge verilir ve-

nografinin bir çeşidi’” olmayıp, tüketilenin çocuklara

rilmez Telecomix Twitter üzerinden oldukça etkin tecavüz olduğu sinyali gönderilemiyor. –––– # Albir kampanya başlattı. Önergenin diğer dillere çev-

man polisinin yaptığı istatistiğe göre, tecavüze uğ-

rilmesi için yardım isteyen Telecomix‘in çıkardığı rayan çocukların % 1 i aynı zamanda da bu tecavüz gürültüye Almanya’daki Zensur Ursula kampanyası

anında film veya fotoğraf ile görüntüleniyor. 2008

da eşlik etti. –––– Şimdi bu önergeyi biraz irdeleye-

yılı istatistiklerine göre 150982de 98 gibi bir rakam

lim. –––– # Her şeyden önce çocuk pornografisini var. –––– Bu materyallerin hepsine de internetin tanımlarken ”çocuk pornografisi” diyerek büyük bir

filtrelenilebilir bölümünde rastlamak mümkün de-

yanlışlık yapıyoruz. Çünkü çocuk ve pornografi bu-

ğil. Bir kısmı, mobil telefon görüntüleri, mail, P2P

rada rıza, anlaşma ile yan yana gelen kavramlar de-

gibi daha kapalı komünikasyon araçları ile dağıtılı-

ğil. Oysa ticari ve amatör pornografide bir anlaşma, yor. –––– # Dağıtım yollarından yalnızca biri olan mutabakat söz konusu. Aksi olan durumlarda bu

internette, yine Almanların bizdeki ihbarweb gibi

pornografi değil, tecavüz olarak değerlendirilmeli bir uygulamaları var. Bu sistemde, yine 2008 yılında ki, zaten bu da yetişkinler söz konusu olduğu halde toplanılan 2562 şikâyetin 449’unda illegal materyadahi suç içermekte. –––– O halde bu tarz internette

le rastlandı. –––– Bu bilgilerden sonra şimdi de ço-

olmasını istemediğimiz materyalleri “Çocuklara şid-

cuk istismarına karşı interneti filtrelemeyi öngören

det ya da manipülasyon uygulayarak tecavüz” diye

bu uygulamanın ana hatlarına bakalım. Şimdiki hali

isimlendirmemiz gerek. Evet, biraz uzun oldu ama ile 3 safhadan oluşuyor bu plan. –––– 1. safha: Filtben dilbilimci değilim, daha uygun bir şekli her releme tekniğinin uygulamaya geçirilmesi. Burada

postdijital.com exdergi iki / haziran-ağustos iki bin on bir

137


“Örnekler bize interneti filtrelemenin inefektif bir metot olduğunu ve asıl problemin kaynağına yönelmektense, ıvır-zıvır ile vakit geçirildiğini gösteriyor.” amaç çocuklara tecavüzü içeren video, fotoğraf gibi materyallerin dağıtımının durdurulması. Bunun bir adı da CSAADF (Child Sexual Abuse Anti Distribution Filter). –––– 2. safha: Bu filtreye takılan internet sitelerinin analizi. Sitelerin ticari olup olmadıkları ve identifikasyonu. Daha sonra bu sitelerin bağlı bulundukları servis sunucuları ile irtibata geçerek internetten kaldırmak. –––– 3. safha: Ticari kazanç sağlayanların, dağıtanların, üretenlerin tespiti ve bunların yakalanması. –––– Bu planda en çok göze batan, ancak 3. safhada kriminal bir şebekeye ulaşılabilmesi. Yani çocukları bu tacizden korumak, bulundukları ortamlardan onları daha güvenli ortamlara taşımak bu planda kesinlikle birinci derecede önemli bir madde değil. –––– AB üyesi ülkelerin bu probleme bir çözüm getirmek adına toplanıp bir filtre listesi yaparken, problemin aslı olan internetteki

bu filtreleme? Biraz daha yakından bakalım. –––– CIRCAMP (COSPOL Internet Related Child Abuse Material Project) adlı proje kapsamında çalışan ülkeler Norveç, İngiltere, Danimarka, Belçika, Fransa, İsveç, Malta, Polonya, İrlanda, İtalya, Hollanda, Finlandiya ve İspanya. Bu ülkelerden Norveç’in ‘blocking list’ine takılan sitelerin konuşlandığı ülkeler haritada şöyle görünüyor: KES –––– Burada komik olan, bloklama konusunda gerçekten iyi bir teknolojiye sahip olan ve bunu kullanan Kanada’nın kendisinden o ünlü listeye 79 site girmesi. –––– İngiltere (GB) 54 site ile 8. sırada. Oysa Internet Watch Foundation’ın topladığı bir liste ile oluşturulan Cleanfeed tüm İngiliz ISP’lerinde kullanılıyor. Yine hatırlayacağımız bir rezalet IWF’nin bir Wikipedia maddesini, Scorpions adlı grubun 1978 yılı albümü ”Virgin Killer”in kapağını içerdiği için filtresine kat-

video ve fotoğrafları temizlemeye ilişkin bir çabayı öncelik sırasına koymamaları cidden çok ilginç. –––– E-ticaret ve internetten alışveriş yapabilme teknolojisinin gelişimine paralel olarak çıkan, kredi kartı dolandırıcılığına yönelik ‘pishing’ siteleri, bankaların çabasıyla, tespit edildikten 4 ila 8 saat arası bir zamanda internetten kaldırılabilirken, bahsi edilen çocuk tecavüzü içeren materyaller internette 30

ması. –––– Bir başka örnek Finli güvenlik araştırmacısı Matti Nikki’nin ülkesi Finlandiya’nın filtresine takılması. Matti’nin suçu İsveç ve Finlandiya’nın blok listesini ele geçirip analiz etmesi. Bu analize göre listede yer alan 1047 sitenin yalnızca 37’sinde illegal içerik vardı. –––– Tüm bu örnekler bize interneti filtrelemenin son derece inefektif bir metot olduğunu ve asıl problemin kaynağına yönelmektense,

günden fazla kalabiliyor. Bu size de garip gelmiyor ıvır-zıvır ile vakit geçirildiğini gösteriyor. –––– 1996 mu? (Cambridge Üniversitesi’nin araştırması.) –––– senesinde kullanmaya başladığım internette, özel Kâğıt üzerinde böyleydi, peki pratikte nasıl işliyor hayatımda surf yapma alışkanlığım dışında, diğer

138


“Sonuçta tacizciler ve taciz edilenler yine aynı hayata devam ediyor. Asıl benim midemi bulandıran bu riyakârlık, ‘dostlar alışverişte görsün’cülük.” bloğumda yazacağım kaynakları araştırırken de oldukça cesur bir şekilde her türlü siteye girip çıkıyorum. Bu 14 yıl boyunca, genelgeçer adı ile ”çocuk pornografisi”ne rastlamadığımı çok açıkça ifade etmeliyim. Cecilia Malmström’ün de böyle bir şeye rast geldiğini zannetmiyorum. Kaldı ki bu tarz materyallerin yoğun bir varlığından söz etsek dahi, böyle bir gerçeklik halinde, bu suçu işleyen kriminal profilleri daha da yeraltına itip, izlerini sürmeyi zorlaştırmıyor muyuz? 50 veya 500 kişi ekran önünde tecavüze uğrayan çocuklara bakıp mastürbasyon yapacaksa, yalnızca bunun önüne geçmiş oluyorsun. Ve bunun önüne geçmek için demokratik, özgür toplumdan ödünler veriyorsun. Sonuçta tacizciler ve taciz edilenler yine aynı hayata devam ediyor. Asıl benim midemi bulandıran bu riyakârlık, “dostlar alışverişte görsün”cülük. –––– Yine de tek bir çocuğun bile tacizinin önüne geçilmesi için çok şeylerden feda etmeye hazır olduğumuzu söylemeye gerek yok herhalde. Ancak demokrasi, özgürlük ve özel hayatın kutsallığından ödün vermemiz gerekmiyor. Zaten işin sevindirici tarafı, buna gerek de yok. Great Firewall of China ve benzeri sistemler, demokratik, özgür ve çağdaş toplumların kendilerine biçtikleri deli gömlekleri olmamalı. –––– İnternete erişime blok koyma, çocuk tacizi içeren materyali kaldır, kaldırt… –––– [Başlık: İnternette Çocuk Pornografisini Bloklamak Neden Büyük Bir Fiyasko?] –––– (...) Her

şeyden önce, çocuk pornografisi içerdiği şüphelenilen internet siteleri, uzmanlar tarafından uluslararası olarak çerçevesi belirlenmiş, çocuk pornografisinin tanımını yapan standartlara bakılarak değerlendirilmeli. Söz konusu sitenin gerçekten çocuk pornografisi kategorisinde olduğu kesinleştikten sonra da alınacak en etkili önlem, bu sitenin yayından kaldırılması olmalı. (Türkiye’de bir sitenin filtreye takılması için çocuk pornografisi içermesine gerek yok. Playboy bile sokakta satılıyor ama internette erişime engelli!) Yoksa site ile ilgili bilgileri bir filtreleme listesine yazdıktan sonra o dosyanın bir daha kapağını açmamak ne kadar çözüm olarak kabul edilebilir? –––– Bu konuda çok çarpıcı bir çalışma, Alman AK Zensur (Arbeitskreis gegen InternetSperren und Zensur) adlı inisiyatif grubundan geldi. İçinde İsveç’in de bulunduğu Kuzey Avrupa ülkelerinin ortaklaşa oluşturduğu internet çocuk pornografisi filtresinde adları geçen 167 siteyi mercek altına yatıran AK Zensur’un vardığı sonuçlar gerçekten ibretlik. Bu çalışmayı göz ardı etmek, çocuk pornografisi suçuna ortaklık etmek değilse nedir? Kararı okuyanlara bırakıyorum. –––– * Sansürlenen, filtrelenen, kara listeye alınan 167 sitenin yalnızca 3’ü çocuk pornografisi içeriyor. –––– * İllegal materyal içeren bu üç siteden ikisi, yalnızca Kuzey Ülkeleri’nin ortak filtresinde değil, başka filtrelerde de adı geçen siteler. Hem de 2008’den beri... Yani 2 yıl önce

exdergi iki / haziran-ağustos iki bin on bir

139


“Tüm bu tabloya rağmen resmi kaynaklara sorduğunuzda, interneti filtrelemenin çocuk pornografisine karşı etkili bir yöntem olduğunu duyuyorsunuz. Görüldüğü gibi bu büyük bir yalan. En hafif hali ile aptallık.”

çocuk pornografisi içerdiği tespit edilen bu siteler, yalnızca filtreye konulmakla yetinilmiş. Her ikisi de AK Zensur’un araştırmayı yaptığı tarihte aktif olarak yayınlarını sürdüren siteler. –––– * Çocuk pornografisi içeren bu üç site de konuşlandırıldıkları web sunucularının yöneticileri ve alan adı kaydeden servisler ile yapılan mail trafiği sonucu yarım saat (30 dakika) içinde yayından kaldırıldı. –––– Tüm bu tabloya rağmen resmi kaynaklara sorduğunuzda, interneti filtrelemenin çocuk pornografisine karşı etkili bir yöntem olduğunu duyuyorsunuz. Görüldüğü gibi bu büyük bir yalan. En hafif hali ile aptallık. –––– Listede yer alan bazı sitelerin, bırakın pornografiyi, çıplaklık bile içermediği de raporda belirtiliyor. KES –––– Bu arada yeri gelmişken ve konuyla da ilgiliyken söyleyeyim. Geçtiğimiz günlerde T.C. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, Columbia Üniversitesi’nde yaptığı konuşmada “Türkiye’de internet sansürü yok.” dedi. Bugüne kadar engellenmiş 10 bin sitenin olduğu bir ülkenin cumhurbaşkanı için şüphesiz çok talihsiz bir açıklama. Neresinden tutsanız, elinizde kalır. Bu tip açıklamalar ciddi kredi kaybına yol açıyor. Sonuçta insanları aptal yerine koymuş oluyorsunuz.

140

–––– Allah’ın sopası yok; bu açıklamadan hemen sonra bir milletvekilinin evlilik dışı ilişkisine ait gizli çekimler Vimeo adlı video paylaşım sitesine yüklendiği için siteye erişim engeli geldi. –––– Adını duymadığım, duysam da hangi partiden olduğunu asla bilemeyeceğim ve de özel hayatı ile ilgili gizli görüntülerinin zerre kadar ilgimi çekmediği bir insanla ilgili gereksiz tüm bilgilere Twitter, Facebook, FriendFeed yolu ile gark oldum, diyelim. –––– Oysa bu milletvekili, şikâyetini adalet sistemine yapıp Vimeo’nun erişimine engel koyduracağına, sitenin şikâyet departmanı ile 3 satır yazışma yapsaydı, yukarda AK Zensur örneğinde olduğu gibi; –––– a) Başını kuma gömen devekuşunu taklit edip, çok kolay aşılabilecek bir erişim engelinin sorumlusu olmak yerine videonun kendisini kaldırtabilir, –––– b) Bu videoyu yüzbinlerce insana kendi eliyle reklam yapmaz, –––– c) İsmi ile Google’da yapılan tüm aramaları da bu video ile ilişkilendirecek sonuçları yaratmazdı. –––– Aslında politikacılar internet ile savaşmak yerine onunla dost olsalar, bu işten en kazançlı çıkacak olan yine de kendileri olurdu. Bunu görmemeleri ise yazık ama şaşırtıcı değil.

BİT.


22 AĞUSTOS MEVZUSUNDA GÖZDEN KAÇANLAR Eren Emre Kanal

“Bir kullanıcıya ne kadar çok seçenek verirsen aklı o kadar karışır.”

#

22agustos mevzusunda bence herkesin

Örneğin bir ‘start-up’ınız var ve start-up’ınız bazı

gözden kaçırdığı çok önemli bir nokta var.

büyük şirketlerin çıkarlarına ters düşüyor. #22agus-

Maddeler arasında servis sağlayıcılara tos ile sizin Türk internet tarihinden silinmeniz an öyle bir hak veriliyor ki sadece devletin

meselesi ve bu konuda yapabileceğiniz neredeyse

değil, işletmelerin de sansür yapması inanılmaz ko-

hiçbir şey yok. –––– Bir servis sağlayıcı neden ken-

laylaşıyor. Aşağıdaki iki madde servis sağlayıcıların di paketini yaratmak isteyebilir? –––– 1. Çıkarlarına kendi “güvenli” paketlerini yapmalarına izin veriyor aykırı siteleri daha kolay yasaklayabilmek için. –––– ve bununla kalmayıp kendi kara listelerini yaratma-

2. Farklı paketleri farklı fiyatlardan satmak için. ––––

larına imkân veriyor. –––– “(2) İşletmeciler, güvenli

3. Daha limitli internet paketleri yapıp bunları farklı

internet paketinin yanı sıra, farklı isimler altında farklı

fiyatlardan satıp kâr etmek için. –––– Tasarım dün-

hizmet paketleri sunabilirler. –––– (3) İşletmeciler gü- yasında çok açık bir kural vardır; bir kullanıcıya ne venli internet paketi altındaki kullanıcı profillerindeki kadar çok seçenek verirsen aklı o kadar karışır. Şu an kara listeleri, yerel veya uluslararası kurum/kuruluşla- Türk internetinde: 1. Farklı bağlantı hızları, 2. Farklı rın veri tabanlarını kullanarak genişletebilir ancak be- kotalar, 3. Limitsiz internet gibi hâlihazırda anneleriyaz listeler üzerinde değişiklik yapamazlar.” –––– Yani

mizin kafasını karıştıran paketler var. Bunlara bir de

yarın bir gün, TTnet sadece YouTube paketi, Spor

4 devlet + servis sağlayıcı paketlerini eklediğinizde

Siteleri paketi, Facebook-Hotmail paketi gibi pa-

size gelen müşteriyi kandırmak için inanılmaz bü-

ketlerle gelebilir. En az bunun kadar kötü olan şey

yük bir fırsat geçmiş oluyor elinize. –––– İnsanları

ise, servis sağlayıcılar bunları + devletin paketlerini en çok tedirgin oldukları konularda korkutursanız, farklı fiyatlardan satabilirler. (Evet, bunun ücretsiz her istediğinizi yaptırabilirsiniz. Ailelerimizin yüzde olması ile ilgili bir madde var ama bu maddenin ucu

kaçı standart paketi almak ister, eğer şu cümleleri

açık.) –––– Daha da kötüsü, atıyorum Mü-Yap servis duyarlarsa; “Güvenli aile paketi alırsanız çocuklarısağlayıcılarla bazı anlaşmalar yaparsa, sözleşmele-

nızı katil, gay veya uyuşturucu bağımlısı yapabile-

rine çok rahatlıkla “X video sitesini, Y müzik sitesini

cek her türlü siteden kurtarabileceğiniz gibi, bilgi-

yasaklayın.” gibisinden maddeler koyabilir. Sonuçta sayarınızı porno sitelerden gelecek virüslerden de servis sağlayıcıların da artık kara listeyi genişletme korursunuz. Üstelik güvenli aile paketi standart pahakkı var. –––– Senaryoyu daha da kötüleştireyim. ketten 10 lira daha ucuz!” BİT.

siberkultur.com exdergi iki / haziran-ağustos iki bin on bir

141


FOTOĞRAFLAR: Volkan Çelik

twitter.com/volkancelik 142


exdergi iki / haziran-aÄ&#x;ustos iki bin on bir

143


1984 VE SANSÜR Ufuk Özgül

“Geçmişi kontrol eden, geleceği; şu anı kontrol eden geçmişi kontrol eder”

G

eçtiğimiz sene önemli bir bilim kurulu- birçok şekilde hayatımıza girdiğinin? Gerçekten şunun çalışanlarına yönelik düzenlenen

mantıksal açıklamasını yapabilecek birileri varsa

İletişim Sempozyumu’ndayım. Öğleden seve seve dinlerim, hatta gelsin burada anlatsın. sonraki programı sunmaya başlamadan

Fakat dün bir bugün iki derken, bir iletişim sektörü

önce, kürsüde dünyanın önde gelen halkla ilişki- çalışanı olarak da son derece rahatsız olduğum şeler şirketlerinden birinin Yönetim Kurulu Başkanı kilde, belli başlı popüler araçların kara listeye alınile bir taraftan sunumunun son haline bakıyor, bir mak üzere olduğunu ve yine bir sebeple onlara da taraftan da sohbet ediyoruz. Kendisi iletişim dün- erişimin yasaklanacağını düşünmeye başladım… yasındaki son trendlerle ilgili sunumunda, sosyal –––– George Orwell 1984’ü okuyanlar bilirler. Gemedya dünyasında popüler olan belli başlı örnek orge Orwell 1984’te, Okyanusya ve Avrasya olarak sosyal ağlara yer vermiş. O bölüme sıra geldiğin- kutuplaşan bir dünyada ve zamanda, Okyanusya de soruyor: “YouTube’a değindim ama duydu- denilen ülkedeki insanların tüm hareketlerinin ve ğum kadarıyla Türkiye’de erişim yasakmış, doğru

düşüncelerinin kontrol altına alınmaya çalışıldığı,

mu?”… Gülümsedim, doğru dedim, birçok insanın

bu hareket ve düşünceler üzerinde her türlü etkisi

kendince çözümler üreterek erişim sağladıklarını olabilecek dil, kültür, iletişim organları, vb. araçların ekleyerek. Neden diyerek baktı… Bize anlatılanları bu amaç doğrultusunda yok edildiği ya da değişaktardım aktarmasına da, zaten benim bile bu ül- tirilip kullanıldığı bir devlet düzenini eleştiriliyor. kenin bir vatandaşı olarak anlamadığım şeyleri an- –––– Demokrasi ve özgürlük kavramlarından arınlatabilmem zor oldu… –––– KES Her ne sebeple dırılmış bir dil, insanlar günün 24 saati düzenin en olursa olsun gün be gün farklı iletişim araçlarımı- önemli unsuru tele ekranlar vasıtasıyla izleniyor, zın kısıtlandığının farkında mıyız? Sadece iletişim

yoldan sapanlar buharlaştırılıyor, tarihin gerçekleri

kurmak için değil, belli bir fayda yaratmak için kul- bile saptırılıyor… Her şey kontrol üzerine kurgulanlanılan araçların elimizden alındığının? Bu sansür

mış… KES –––– Başkahraman Winston’ın sır gibi

uygulamalarının sadece internet üzerinden değil, sakladığı günlüğünden: –––– “İnsanlık mirasının

comm101tr.blogspot.com 144


kuşaktan kuşağa aktarılması kişinin sesini duyumsamasıyla değil, aklını ve sağduyusunu koruyabilmesiyle olabiliyordu. Masaya döndü, kalemini mürekkebe batırarak yazmaya koyuldu: –––– Geleceğe, ya da geçmişe; düşüncenin özgür olduğu zamana; insanların birbirlerinden farklı oldukları, yalnız yaşamadıkları, gerçeğin var olduğu ve yapılanın silinemediği bir zamana: –––– Tekdüzelik çağından, yalnızlık ça-

amaçladığı prototipler haline getiriyor. İletişimin en önemli parçası olan geri bildirim yollarının tıkalı olduğu bir sistemde, kayıtsız şartsız gerçeklerin dayatılması ile insanlar, aslolan gerçeklikten ve genel toplum menfaatinden en uzak olacak noktada zaptediliyor ve tepki verebilecekleri tüm ortamlar yok ediliyor. –––– Günümüzde bazı konvansiyonel medya organlarının kitleleri bilgilendirme işlevinden uzaklaşarak,

ğından, çiftdüşün zamanından, Büyük Birader’in çağından selam!” –––– Kitlelerin gündemi algılayışlarının ve verdikleri tepkilerin tarihten getirdikleri gerçeklikler tarafından şekillendirildiğini baz alırsak, geçmişi kontrol etmenin, geleceğin kontrolünde ne gibi bir rolü olduğunu daha iyi anlayabiliriz. Film ve romanda açık bir şekilde propagandası yapılan rejim, en önemli iletişim aracı olan tele ekranları kullanarak sürekli gerçek olup olmadığı belli olmayan savaşlarda kazanılan zaferleri, kahramanlık hikâyelerini yayınlıyor, insanların hayatını 24 saat kontrol altına alarak düşünmeyi bile engelleyecek önlemler alıyor, rejim dışı düşünceleri en ağır ve en hızlı biçimde cezalandırıyor ve sonunda farklı düşünenleri bile kendilerinden ayrıştırarak

çarpıtılan gerçekler ve sanal gündemler ile güven yitirdiğini biliyoruz. Sosyal medyanın yükselişinin bir sebebi bu zaten. İnsanların bilgi alma- iletme konusunda “daha özgür!” olma arayışı… –––– 1984’ün başkahramanı Winston’ın günlüklerini sakladığı günleri yaşamıyoruz tabii ki de. En azından hala bir klavyem ve erişimi yasaklanmamış bir bloğum var… Peki, yarın ne olacak? Her şeyin bir alternatifi var tabii fakat burada konumuz A, B ya da C sitelerinin yasaklanması değil. Üzerine düşündüğümüz, tartışmaya açtığımız; bu erişim yasakları yerine yapılacak başka hiçbir şey yok mu? Açılımlarla dolu bugünlerde, ben de buna cevap bekliyorum. Halen daha bu ülkenin bir vatandaşı olduğumu hatırlatarak… BİT.

exdergi iki / haziran-ağustos iki bin on bir

145


BIRAKIN İNTERNET DÜŞMANLIĞINI Simto Alev

“Bu siyah giyenler kedi keser, kırmızı giyenler Mustafa Keser demek ya da tüm hakemler ‘ibretlik’tir demek gibi bir şey.”

N

e zaman televizyonda bir stüdyo progra- uğradığını iddia edene inanılmaz haklar sunmakmı izlesem, illa ki mevzu internetten de tadır. Ancak bu hakları kullanmadan önce, sözlük geçiyor. Bu yemek tarifi programından ya da internet kullanıcılarının kimler olduğunu siyasi tartışma programlarına kadar ge- bilmek gerekiyor. –––– Ertuğrul Özkök’ün Twitter

niş bir deve tüyü yelpazede sürüp gidiyor. Televiz- macerasını törpülediğim yazımda da belirttim; inyonlarda internetten sözedenlerin olması uzaktan

terneti kullananlar, siz televizyonları, gazeteleri

kulağa hoş gelse de yaklaşınca davulun tokmağı- kullananlar gibi etten kemikten gerçek insanlar ve nın yanlış yerlere vurup birilerini rahatsız ettiğini

birer ‘bireyler’; niyetleri de berberistanda bir ber-

görmemek mümkün değil. –––– Yıllardır süren ber dükkanı açmak değil. –––– Her şeyden önce haberler var(dı): –––– İnternetten tanıştığı adam

interneti kullanan insanlar, sokakta karşınıza çıkan

katili oldu –––– İnternette chat yaparken dolandırıl- insanlar. Siz manavdan elma alırken sırıtarak muz dı –––– İnternette tanıştığı adamla evlendi, her gün

alan adam internette mesela. Ayakkabınızı aldığı-

dayak yiyor –––– İnternette oyun oynayan genç çıl- nız mağazada size “hoş geldiniz” diyen adam da dırınca soda içti –––– Şimdi ise önce Facebook’un

internette, gittiğiniz barda biranıza su katan hıyar

popüler olması, ardından selebritilerin Twitter’ı da orada. Saçınızı kesen berber, çayınızı tazeleyen (Pelin Batu tuvitır diyor) keşfetmesiyle iş çığrın- çaycı, sokakta sizi tanıyıp selam veren adam, tüm dan çıktı. 10 yıldır var olan sözlükler, bu günler- hayranlarınız ve sizden nefret edenler de interde açılan davalarla çok daha popüler. –––– KES nette. İnanmayacaksın ama, sen bile internette(...) ek$i sözlük başta olmak üzere bir çok popüler sin! (...) –––– Bu yüzden internet kullanıcısını ayrı sözlük, avukatların da içinde olduğu moderator bir grup olarak görmekten vazgeçmek gerek. Bu kadrosu ile korunmakta. Bu sebeple de hukuksal siyah giyenler kedi keser, kırmızı giyenler Mustafa olarak suç sayılacak hiçbir bilgi sözlüklerde yer

Keser demek ya da tüm hakemler “ibretlik”tir de-

almamaktadır. Olur da gözden kaçmış bir şeyler

mek gibi bir şey. Olur mu hiç öyle şey? Ben de kal-

varsa da yasalar zaten madur olandan yanadır. Bu- kıp “Tüm gazete yazarları” ile başlayan cümleler gün pekçok sebeple şikayet ettiğimiz 5651 sayılı kursam? Hem televizyonlarda, gazetelerde adımı kanun tamamen site karşıtı bir şekilde hakarete vermeden “internet kullanıcısı”, “sözlük yazarı”

www.simtoalev.com 146


“İnternette yazan her insan ayrı bir lisan ve hiçbir siteyi, grubu, partiyi, tavşanı temsil etmiyorlar.”

diye benden söz ediyorsunuz, değil mi? –––– Bu

–––– Hakaretler, anonimlik hakkı, yasal prosedür,

aşamayı geçtikten sonra “birey” sözcüğüne odaklanalım. İnternette yazan her insan ayrı bir lisan ve hiçbir siteyi, grubu, partiyi, tavşanı temsil etmiyorlar. Bu insanların her birine de dava açma hakkınız var. Yani “youporn.com’da bana hakaret ediyorlar” demek yerine, “xxx18+ kullanıcısı bana hakaret ediyor” deyip o kişiye dava açmak en doğrusu. E adam benim hayranı olduğum Nihat Doğan’a hakaret edip kırmızı çizgiyi geçmiş. Neden beni de suçluyorsun aynı sitedeyiz diye. Bu şeye benziyor bak; Şimdi ben bi kafede oturuyorum, arkadaş var tavla oynuyoruz. 4-3 yeniliyorum ama marsa da yolum var. O sırada 12. numaralı masa Ece Erken hakkında “saf” falan diye densizce konuşuyor. Sonra sen geliyorsun, ben tam mars edecekken tavlayı elime veriyorsun. Olacak şey mi? –––– KES İnternette takma ad kullanımı da bir saklanma güdüsü değil, bir tür kullanım alışkanlığıdır. Facebook bunu bir miktar tersine çevirmiş olsa da anonim kalmayı tercih edenler de var. Saygı duymak gerekiyor. Çünkü meselenin özünde bir görüş bildirimi var. İnternetteki adamın kim olduğunu bilmediğin gibi, mahalle kıraathanesinde Dostoyevski okurken seni söven adamın da kim olduğunu bilmiyorsun. Fark yok, varsa da fiyatıdır.

lahana turşusu işin sadece bir bölümü. Mesela Twitter’da o an yaptığım işi yazmamı saçma bulanlar var. E iyi de şükela kardeşim, sen beğendiğin bir kitabı dostlarınla paylaşmıyor musun? Hiç, bir arkadaşına “ulan ne içmişim dün gece” demiyor musun? Twitter gibi siteler bu işi daha hızlı bir şekilde daha çok arkadaşa ulaşarak yaptırıyor. Paylaşacak daha çok nesnem ve fikrim olması da bir zahmet senin eksikliğin olsun. (...) –––– Yukarıdaki paragrafıma bu internet düşmanlarının cevabını da tahmin ediyorum: “Ben internetten değil, yüzyüze ya da telefonla sadece yakınlarıma paylaşıyorum. Sizin gibi tanımadığım binlerce insana değil.” Tahminim yanlış değilse, cevabım da hazır. –––– Her şeyden önce internet bir iletişim aracı. Duman’dan saymaya başlamayacağım, zaten solisti Kaan için keş dedikoduları var ama biz mektup ile başladık mesela. Sonra telefon girdi hayatımıza, birilerine mektup yazmak yerine ara sıra “bağlatarak” arama fırsatı bulduk. Sonra direkt arayabilir olduk, telefon cebimize girince her ana inebildi arama sıklığı… Devrim diye SMS hizmetini sundular bize. Kimse bana arkadaşlarıma çocukluğumda gördüğüm 3-5 örneği gibi mektup yazmak yerine telefon açıyorum diye kızmadı. Bugün ise

exdergi iki / haziran-ağustos iki bin on bir

147


“Pek çok bilgiye doğrudan internet vasıtası ile erişiyorum. Siz, bilgilerin yanlış olduğunu, kendi bildiğinizin doğru olduğunu düşünseniz de ben gerçekten doğru bilgilere erişebiliyorum.”

aynı kişilere internetten ulaşıyorum diye yargılanabiliyorum. –––– MSN gibi iletişim araçlarının bazılarını, Twitter gibi sosyal ağ sitelerinin onlarcasını farklı amaçlarla aktif olarak kullanıyorum. Listelerinde yüzlerce kişi var. Bunların en az yarısı sıkça yüzyüze ya da telefonla görüştüklerim. Aynı şehirde olduklarımın neredeyse tümü ile en azından bir defa görüştüm ve sesini duymadığım insan sayılıdır. İnternet bu bağlamda (ve balgamda) sadece bir iletişim aracıdır. Siz farklı olduğunu düşünüyorsanız ya da farklı kullanıyorsanız, kusur yine bende değil. Sende de değilse, kesin kadı kızındadır… –––– Ulaşabildiğim diğer binlerce insansa, bilinçli olarak beni takip etmeyi seçenler. Biri beni Twitter’dan eklemişse, yaptıklarım ya da düşündüklerim ilgisini çekiyordur. Zaten televizyoncuları, gazetecileri de kendi mecralarında aynı sebeplerle takip ediyoruz. Madem öyle, biz de köşe yazısı okumayalım (mı?) –––– Üstelik aynı zamanda ben internet sayesinde gerçek bir iş ile para kazanıyorum. Tüm banka işlemlerimi oturduğum yerden yapıyorum. Kazandığım vakitle daha

148

çok okuyabiliyor ya da arkadaşlarımla vakit geçirebiliyorum. Pek çok bilgiye doğrudan internet vasıtası ile erişiyorum. Siz, bilgilerin yanlış olduğunu, kendi bildiğinizin doğru olduğunu düşünseniz de ben gerçekten doğru bilgilere erişebiliyorum. –––– KES Dahası var, sen televizyonda her şeyi konuşamazken, ben şurada bok falan yazsam kimse bir şey demez. Yazdım bile zaten. Senin gazetede yazamayacağın her şeyi aynı şekilde ben burada özgürce yazabilirim. Bu düşünme, düşünüğümü aktarma hakkım da kimseye zarar vermez. Sana bile… –––– Birkaç adam interneti yanlış kullandığı, yanlış yorumladığı ya da birkaç milyon internet kullanıcısından 50’si kendisini beğenmediği için bana adımı kullanmadan hakaret edebilmeleri, her anlamda bana fayda sağlayan bu teknolojiyi faydasız sanmaları, başkaları ile iletişim kurabiliyorum diye beni boş adam ilan etmeleri, kendilerini zaten eskaza milyonlarca kişi izleyebiliyorken beni takip eden 1000 kişiyi çekememesi beni gerçekten rahatsız ediyor. –––– KES Hadi, “öptüm” hepinize! BİT.


haydarhayvanansiklopedisindekigeyigibaldiziadrianneyegoturdu.com

exdergi iki / haziran-aÄ&#x;ustos iki bin on bir

149


FOTOĞRAFLAR: Volkan Çelik 150


exdergi iki / haziran-aÄ&#x;ustos iki bin on bir

151


FOTOĞRAFLAR: Volkan Çelik 152


exdergi iki / haziran-aÄ&#x;ustos iki bin on bir

153


FOTOĞRAFLAR: Volkan Çelik 154


exdergi iki / haziran-aÄ&#x;ustos iki bin on bir

155


ANADOLU’YU VERMEYECEĞİZ! Manifesto ARTIK BİR SEÇİM YAPMAK ZORUNDAYIZ: Ya sı- gibi kavramlar doğanın sömürülmesi için gereknır tanımayan tüketim alışkanlıklarımızı sürdürerek,

çe gösterilemez.
 –––– BU ilkeler doğrultusunda,

doğayla birlikte kendimizi de yok edeceğiz ya da aşağıda sıraladığımız adımların gerçekleşmesi için onunla uyumlu bir yaşamı seçeceğiz. –––– Doğa- harekete geçiyoruz: –––– 1) Doğayı bir meta olanın varoluşuna, binlerce yıldır bu topraklarda ya- rak gören kalkınma modeli terk edilmeli, ‘doğaaşamış olan uygarlıklara, ait olduğumuz topluma

namızın yaşama hakkı’ anayasal güvence altına

ve gelecek nesillere karşı duyduğumuz vicdani so- alınmalıdır. –––– 2) ‘Her insan doğduğu yerde dorumluluğun gereği olarak, biz ikincisini seçiyoruz. yabilmeli’ ilkesinden yola çıkarak, kırsalda yaşayan Doğası ve yaşam alanlarıyla birlikte, yok olma tehli- insanların büyük kentlere göçünü engelleyecek kesiyle karşı karşıya olan bizler şu gerçeklerin altını ve geleneksel yaşam biçimlerimizi destekleyecek çiziyoruz: –––– Doğa kendi başına vardır ve insan

düzenlemeler hayata geçirilmelidir. –––– 3) Kırsal

onun sadece bir parçasıdır.
 –––– Varoluşumuzun

yaşamımızı, kültürel mirasımızı ve biyolojik çeşitli-

yegane kaynağı olan doğanın ‘çevre’ adıyla yaşa- liğimizi tehdit eden, kâr hırsıyla hazırlanmış hidromımızın dışına çıkartılıp ötekileştirilmesi kabul

elektrik santral (HES) ve baraj projelerinin tamamı

edilemez. –––– Doğa canlı bir varlıktır. İnsanlar,

durdurulmalıdır. #Bugüne kadar yapılmış uygula-

şirketler veya devletler doğanın sahibi olamaz,

maların doğal alanlarımız üzerinde yarattığı yıkımı

doğanın kadim dengesini ve işleyişini bozacak

giderecek çalışmalar acilen başlatılmalıdır. –––– 4)

herhangi bir tasarrufta bulunamaz. –––– Doğa

Ormanlarımızın yok olmasının önünü açacak 2B ya-

üzerinde herhangi bir mülkiyet hakkı iddia edi- sal düzenlemeleri derhal geri çekilmeli, ormanların lemez. İnsan doğa içinde yaşayan her canlı gibi

özelleştirilmesine dair hazırlıklar durdurulmalıdır.

geçicidir. *Kendinden sonraki nesillerin ve diğer

–––– 5) Ne koruma alanlarını, ne tarım alanlarını

canlıların da içinde yaşayacağı doğaanayı; onun

ne de canlı yaşamını dikkate alan madencilik faa-

dağlarını, ormanlarını, kıyılarını, derelerini, göl- liyetleri durdurulmalı, bu faaliyetlerin ekosistem lerini sahiplenmesi veya özelleştirmesi, bir mal

üzerindeki etkisi göz ardı edilerek verilmiş tüm ma-

gibi alıp satması asla kabul edilemez. –––– Te- den ruhsatları iptal edilmelidir. –––– 6) Toprakların miz ve sağlıklı doğa ve bunun birinci şartı ola- verimsizleşmesine, temel geçim kaynağı tarım olan rak su, tüm canlıların doğuştan gelen en temel

köylünün yoksullaşmasına ve su kaynaklarının aşı-

hakkıdır. Bu hakkı ihlal edebilecek hiçbir kanun

rı kullanımına neden olan yanlış tarım politikaları

ve uygulama kabul edilemez. –––– Tek başına

terk edilmeli; tüm tarımsal faaliyetlerde doğanın

hiçbir canlının ihtiyacı, doğanın tahrip edilme- dengesini gözetilmeli ve doğru yerde doğru ürün sinin nedeni olamaz. ‘Sürdürülebilir kalkınma’,

ilkesi benimsenmelidir. –––– 7) Tüm canlı yaşamını

‘koruma kullanma dengesi’, ‘üstün kamu yararı‘

tehdit eden hibrit tohumların, GDO’lu ürünlerin ve

vermeyoz.net 156


ANADOLU’YU VERMEYECEĞİZ! üretimde kullanılan her türlü kimyasal maddenin ‘kirleten öder’ mantığı ve uygulaması terk edilmeli, kullanımı durdurulmalıdır. –––– 8) Bizden önce bu

doğaya zarar verenlerin ağır cezalara çarptırılması-

topraklarda yaşamış onlarca uygarlıktan günümüze

nı öngören yasal düzenlemeler hayata geçirilmeli-

miras kalan Hasankeyf gibi nice kültürel zenginli-

dir. –––– 14) Yaptığı yatırımlarla doğanın dengesi-

ğimizi tehdit eden projeler ve uygulamalar derhal ne müdahale eden icracı bir kuruluş niteliğindeki durdurulmalıdır. #Sadece bize değil tüm insanlığa Devlet Su İşleri (DSİ) ile doğayı korumakla yükümlü ait bu değerler itinayla korunmalı, gelecek kuşakla-

Çevre ve Orman Bakanlığı’nı aynı çatı altında birleş-

ra en iyi şekilde aktarılması için gerekli çalışmalar tiren yapı derhal değiştirilmelidir. Çevre ve Orman acilen başlatılmalıdır. –––– 9) Sosyal ve ekolojik Bakanlığı, şirketlerin çıkarlarını savunmak yerine; maliyeti gözardı edilerek planlanan ve şehirlere asli görevi olan, doğayı koruma görevini yerine gedaha büyük göç dalgalarının gelmesine yol açacak

tirmelidir. –––– Kendini doğa ananın sahibi değil

otoyol, köprü ve konut projeleri durdurulmalı, kar-

bir parçası olarak gören bizler : –––– İçinde varol-

bon salınımını azaltacak demiryolu ulaşımı gelişti-

duğumuz doğayı ve onun hassas dengesini tehdit

rilmeli ve yaygınlaştırmalıdır. –––– 10) Var olanlara

eden, yukarıda sıraladığımız ilkeleri ve talepleri

her geçen gün bir yenisi eklenen, doğaya verdikleri karşılamayan, ulusal veya uluslararası yasa, sözleşzarar tartışılmaz termik santraller ve nükleer santral me, antlaşma ve bunların uygulamalarının tümünü yatırımları derhal durdurulmalıdır. –––– 11) Çevre reddediyoruz. Yok olma tehlikesiyle karşı karşıya ve Orman Bakanlığı’nın izniyle, doğayı yok eden olan doğamızın kadim dengesini, sağlıklı ve mutlu şirketler tarafından finanse edilen özel firmalar ta-

bir yaşamın birinci şartı olarak görüyoruz. Varolan

rafından hazırlanan ÇED raporları ve buna izin ve-

idari sistemin, taleplerimizi karşılayacağına dair

ren ÇED Yönetmeliği derhal iptal edilmelidir. Doğa-

inancımız kalmadığından; halk olarak bu gidişe dur

nın hassas dengesi, kamuoyu vicdanı, sivil toplum

diyor, parçası olduğumuz doğaanamızın haklarıyla

kuruluşları ve yerel halkın kanaatinin dikkate alın-

birlikte kendi yaşam hakkımızı savunmak için aya-

madığı hiçbir projeye onay verilmemelidir. –––– ğa kalkıyoruz; –––– Nisan 2011 itibariyle vadiler12) Tüm koruma alanlarını ticari yatırımlara açan

den, köylerden, kasabalardan, şehirlerden yola çı-

Tabiatı ve Biyolojik Çeşitliliği Koruma Kanun Tasarı-

kıyor, Türkiye’nin dört bir yanından 40 gün 40 gece

sı geri çekilmeli, Yenilenebilir Enerji Kanunu derhal yol alacak kervanlar halinde Ankara’ya yürüyoruz. iptal edilmelidir. Varolan koruma alanlarının statü-

Ve taleplerimiz yerine getirilene kadar geri dönmü-

leri güçlendirilmeli; biyolojik çeşitliliği korumak için yoruz. Doğanın hassas dengesini korumanın, insan önemli doğa alanlarına hızla koruma statüsü ka-

olarak vicdani sorumluluğumuz olduğunu düşünü-

zandırılmalıdır. –––– 13) Özel şirketlerin ve kamu nen herkesi bu hareketi desteklemeye çağırıyoruz. kurumlarının doğayı katletmesinin önünü açan –––– ANADOLU’YU VERMEYECEĞİZ!

vimeo.com/vermeyoz exdergi iki / haziran-ağustos iki bin on bir

157


FOTOฤ RAF: Gรถrkem Keser 158


exdergi iki / haziran-aÄ&#x;ustos iki bin on bir

159


1001 Roman-138 kelime-15mayisetik-Europeana-Eurovision-ex1984-2 -II -II. Meşrutiyet libris-Experience Design-Facebook-22agustos-Abdullah Gül abecefanzin-farkettim-Fatma Aliye açılım-Adrianne-Ahmet Mithat Hanım-Félix Guattari-felsefeEfendi-AK Zensur-Alfred Jarryfeminizm-Film Archives-filtrealgı-Ali Riza Esin-Alternative Finlandiya-fişleme-Florentina Press-altruistic-amaçsız Pakosta-Fluxus-Folkparti-formamaçlılık-Anadolu-Anarşizm-and foto manipülasyon-fotoğrafnow, jose_André Masson-André Francis Bacon-Frankfurt EkolüRolland de Renéville-animasyonFriedrich Hegel-Friedrich animatör-Ankara-anlık-Antonin Schiller-Friendfeed-fuhuşArtaud-Arthref-Arthur Adamov- gazete-Gecenin Efendileri-geçmişArthur Harfaux-Arthur Rimbaudgelecek-George Orwell-Gérard de asemptot-Aurélia-Avishai Nerval-gerçeküstücüler-Gey-Gilles Cohen-Avrasya-Avrupa Birliği- Deleuze-gogo aslan-Good old daysayakkabı-azakula-Bağdat CaddesiGoogle Books-Göksel Bekmezcibağımsız yayın-Baldiz-balık-baloGörkem Keser-görsel efektBen Tolman-Benim Günlerim-Bızar grafik tasarımcı-Great Firewall Tıkanması-Bigumigu-Bilökerof China-Grooveshark-Guillermo blog-blogspot-bloklamak-BoluZamora-Güher Gürmen-Güliver’in Bonelli Yayınları-Boogie-boşlukGezileri-güvenli aile-hadronbrainstorm-BTK-bu-Bulimia-Büyük hafıza-hakikat-Hanımlara Mahsus Birader-Büyük Oyun-CambridgeGazete-hardcore-hayalgücü-hayatCan Dündar-Caner Başaran-CasseHaydar-Hayvan-Haziran-hediye Dogme-Cecilia Malmström-Cenneti ekonomisi-Helge Tennø-hemhâlBeklerken-Chiapas yerlileri- Hendrik Cramer-Hep Yuvaya DönmekChirico-CIRCAMP-collodionhmlhsgcn-Holocaust-Homo LudensColumbia-COMM 101-CoyoteHush-Hüseyin Bahri Alptekin-I CSAADF-cut-up-çağrışım-çizgi Remain--Immanuel Kant-Internet roman-çocuk pornografisi-D.I.Y.- Watch Foundation-içgörü-İçimizdeki Dada-değer alışverişi-Demet İrlandalılar-iki-ikilik-ikinciDergisi-demokrasi-Demons-deneysel ikinç-ikiz-illegal-illüstrasyonmetafizik-dergi-Derviş Zaim-Diego illustratorsculptor-infialVelazquez-Digital Arts-Donald İngiltere-insanlık-İnternetime Judd Library-DUET-durumsama-eDokunma!-İpek Tuna-İsmet Hakkı zine-Edmund Husserl-Ege EsinHanım-istikrar-İsveç-italyancaEkşi Sözlük-Elif Yıldız-Elisabeth itiler teorisi-Jacques DerridaNoelle Neumann-emre hanay-Eren Jake Blanchard-Jane Monheit-JazzEmre Kanal-Eren Öğrül-Ersin Johan Huizinga-John Cage-join together-Jonathan Swift-Josef 160 Kurtdal-Eski Cesetler-estetik-


Síma-Joseph Beuys-Julia ve DampyrKaan Dören-kadın hareketleriKadınlar Dünyası-kadınlar hatırlar-kafandayım-kainatkara liste-karbon tetraklorürkardanadam-Karel Teige-Karga Mecmua-Karl Marx-karşıtlıkkatılımcı kültür-kaybedenkazanan-kendini kaybetmek-kırpık yazılar-kısa film-kinkyBTK-Kitaplık dergisi-kolaj-kolodyumKoray Löker-kota-Kral Ubu-kuarkKuzey Ülkeleri-küçük harflerLakmé-Lautréamont-Le Grand Jeu-leke-Leonora Carringtonlike-Lilith-Lura-Madde BağımlısıMaldoror Şarkıları-Man Raymanken-Maria Rita-Mariana Aydar-Mariane Lams-Marina Abromovic-Marka iletişimiMartin Heidegger-maskara-Matti Nikki-mektup-Melih Cılga-memememoir-memoria-memorie-Mexico City-Michel Foucault-Mike Stern-Mistik Tetanoz-Mitler evreni-modernist-MoMa-Money talks-Morfin-Morköpük-MorphéeMorpheus-Münir Özkul-Nazım Serhat Fırat-Nerdworking-Nerval le Nyctalope Neuroscience Nida Kireççi-nisvan-nitroselüloz-NTV Yayınları-Oğlak/MaceraperestOkyanusya-Ortam Öküzü-OsmanlıOyun İtisi-Oyun Teorisi-Ozan Tortop-Özgür Uçkan-özgürlükÖzlem Ceylan-Paris-Patafizik-Paul Klee-Peel Street-Penguen-Peri Kazancı-Phrères Simplistespickmedesign-Pierre Minetpishing-Playboy-Playlist-Poetry

foundation-Polis-porno-Post Dijital-Prado-Publish You-punkrasyonelitenin eleştirisi-Rebekka Bakken-RED-reklam-René DaumalRichard Bona-Robert DesnosRoger Gilbert-Lecomte-Roger Vailland-Roland Barthes-SaintPol-Roux-SALT-Samuel Beckettsanat-Sanat ve Oyun-sansürsansüresansür-Sara Gazarek-Sara Tavares-sarmal-Schweigespiraleselülit-Serdar Paktin-sırtlanSiberKültür-Simto AlevSisifos-social currency-Sophie Milman-sosyal medya-spreadable media-standart paket-Steve Allen-Suskunluk Sarmalı-susmak isyandır-Sürrealizm-sütliman-Şadi Karaşahinoğlu-Şair Nigar Bint-i Osman-şarkı-şehir-şiddet-şuŞükûfezar-Tate-tecavüz-teknolojiTelecomix-Telegraph-terapiTerre-Lumière-teşebbüs-Tevfik Fikret Uçar-Theodor W. AdornoTİB-Tierney Sutton-Tor Presstrend-Tumblr-Twin-Ufuk Özgül-Uğur Erbaş-Urban Dictionary-Ursula K. Le Guin-uzgörü-ütopya-Van GoghVan Gogh’s Letters-Véra Milanovavermeyoz-Vincente Amigo-VimeoVincent Desidero-viral-Virgin Killer-Vladimir Kaspé-Volkan Çelik-vrak!-wet plate-WeblogWhoopi Goldberg-Wikipedia-Wilhelm Reich-William S. BurroughsWinston-worth-yaşayan formyayılabilir içerik-yazgı-yicitYitik Ülke Yayınları-YouTube-Yücel Yarımbatman-Zapatistalar-Zensur Ursula-Zikzak-zine-zirve * on bir 161 exdergi iki / haziran-ağustos iki bin


şu şu bu da bu küçük harfler

exdergi’ye siz de katkıda bulunmak, çalışmalarınızla, etkinliklerinizle katılmak, birşeyleri haber etmek, ilan etmek isterseniz, e-posta adresimiz künyemizdekiyle aynı. şudur:

in@exdergi.com yeri geldikçe öten bir twitter adresimiz ve halim selim bir facebook sayfamız var; adresleri şunlar:

twitter.com/exdergi www.facebook.com/exdergi bir de önceki sayımız ve onun genişletilmiş hâli var. indirmediyseniz:

exdergi 1 exdergi 1,5 bir de exdergi’nin dağıtımına ve tanıtımına katkıda bulunanlar, web sitelerinde, bloglarında yer verenler var; dikkatimizi çekenler:

www.arthref.com basarancaner.blogspot.com www.benimgunlerim.com www.bigumigu.com/haber/2011/03/30/exdergi www.eksisozluk.com/show.asp?t=exdergi emrehanay.com/nettekesif/keyifli-bir-internet-kesfi-exdergi hmlhsgcn.blogspot.com/2011/03/ex-dergi.html loker.radiobrecht.org oktayesgin.wordpress.com/2011/03/05/exdergi-com ozlemceylan.blogspot.com www.yazartikanmasi.com www.yicit.com/2011/03/exdergi-ve-kirpilmis-anlatilarim

162


exdergi iki / haziran-aÄ&#x;ustos iki bin on bir

163


exdergi.com

Exdergi’nin dağıtımı Creative Commons Attribution-NoDerivs 3.0 Unported lisans şartlarına bağlıdır. Exdergi by Exdergi.com is licensed under a Creative Commons Attribution-NoDerivs 3.0 Unported License.

164


Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.