Erol toy İmparator

Page 1


Yaz Yayınları Yazan : EROL TOY Yayıniayan : Cengiz Özgün

Kapak i lis�ra syonu : Erkal Yavi

Copyright Yaz Yayınları / Erol Toy

Adres : Mollafenari Sk. Kavlak işhanı, No: 27-3441 O Cağaloğlu-isı. Tel : 0.2ı 2. 5ı 3 22 86 Tel. Fax. : 0.2ı 2 5ı 3 98 78 Baskı-Çilt: Umut Matbaacılık San. ve Tic. Ud. Ş�. Tel: 0.2ı 2. 637 0-4 ı ı - 637 09 3-4 Fax: 0.2ı 2. 637 -42 61 Baskı Tarihi : Kasım ı 997


IMPARATOR

Erol Toy



Bakkaldan Çokzade Fehmi'nin olağanüstü serüveni başlıyor

BiR - Fehmi ! . . Fehmi, oğul! . . - Buyur ana!. . - Gece yarıyı geçti, gel yat gayrı . . . - Yatako! Vanyorum a n a. . . Başın ı salladı kad ı n . Dudakları nda bir kıpırtı belirip, yitti ... "Babası huylu," dedi, sessizlikte. Gözlerini bahçeye çevirip, dikildi peı:ıcere boşluğuna. Yüreğinden yürüyen bir sızı , kirpiklerinde kırpış oldu . Daha bir aydınlık gö­ rürmüşçesine, oğluna baktı. Fehmi bir eliyle, erik, kayısı, vişne dallarından sekip domates, biber fidelerinin yeşilinde oyı:ıaşan yeli en­ gellemeye çalı ş ı rken öteki eliyle, işlevini sürdürüyordu. Anasın ı yanıtladıktan sonra, önüne yeni bir bakraç çekti. Pırpırlanan gaz lambasını biraz daha kuytuya ald ı . Başını dikerek, akşamdan beri yaptıklarına bakt ı . 5


"Yetmez," diye söylend i . "Yarı n Angara' n ı n pazarı . Köylü kentli doluşacak. Her bir şey haz ı r olmadı m ı , re­ zillik ç ı kar. Day ı mgil lerde oyalan ı p zaman yiti rmeseydim, çoktar bili rmişti m işi . . . " Bir gülücük gelip oturdu yüzüne. Çekik gözleri , f ı r f ı r döndü peyn i r topakları n ı n üstü nde. Parmakları h ı zlandı b i r ıyıce . . . Lamba yeniden p ı rp ı rl a n ı nca yelin ö n ü n e bir bak­ raç daha koydu . Sarı ışık, hemen altında oturduğu ka­ yıs ı n ı n , yeşiline ağd ı . yaprakların arasında, daha çiçeğini dökmemiş çağlalar balkıdı bahar bahar. Gülücüğü daha bir arttı Fehmi'nin . . " i yi akıl ettim bunu . . . Pazarda, ü ç kuruşa satı lan pey­ nirin okkas ı n ı , başka türlü yüz paraya nice satard ı m ? Ve­ resiye bile versem, al mazlar . . . Yirmi para büyük para ! . . Anamın akl ı n a uysam , çoktan top atard ı m . Uymuyorum da iyi ediyorum . . . Yapı gereçleri satarkan uydum, az daha evı sa tıyordum. Bundan sonra bildiğim gibi yapacağı m . Kaç zamandır yürütüyorum bu işi... Kimse se­ zinlemedi . . . Sezinleyemez de . . . Gece yarıyı geçiyor-muş. Geçsin ... Dilerse sabah olsun. Gerekenden fazlasını ha­ zı rlamadı kça, kirpiğimi kirpiğime vurmam." Kad ı n , iyice işlevine dalan oğlunu uyarmak için, ye­ niden yekindi. Sonra vazgeldi... Biliyordu, oğlu dediğini yapıncaya kıpı rdamaz. Yeniden başını salladı. Ağı r ağı r doğruldu oturduğu yerden. Yer yataklarını düzeltti. Du­ varı n dibine serili olana uzand ı . Sabahleyin erken kal kması, ezanla birlikte dükk�n ı n açılmasını sağlamak üzere, Fehmi'yi uyarması ge­ rekiyordu. Yatağa uzan ıp ince yorganı çenesine değin çektikten sonra, mırıldand ı ; " Rabbim yarın oğlumun yü­ zünü kara çı karma . .." 6


Daha sözcükler, dudaklarında ku rurke n , düzgü n deri n nefesler al maya başlad ı . Fehmi lambaya yak ı n tuttuğu peynir topakları nı dik­ katle gözden geçi riyord u . Evirip çeviriyor, parmakları n ı n aras ı nda ustal ıkla işleyen c ı mbızı uzatıp, çekiyord u . Pey­ niri n içinde, nokta başl ı , i nce ak kurtlar ci rit atıyorlard ı . C ı mbız, nokta başları n ı kavrayı p çektikçe uzuyor. sonra yakalanman ı n acısı ndan kıvran ıyorlard ı . Fehmi, zaman yi­ ritmemek amacıyla, hemen yanı ndaki boş saks ı n ı n içine atıyordu kurtları . Kurttan arındığına kesinlikle inandığı peyni r topağı n ı da, tuzlu suyla yarı ladığı bakraca bı­ rakıyord u . S o n topağ ı da elinde evirip çevirdikten sonra, yerine yerleştirdi. Ayıklayıp, yan yana dizdiklerini, dükkan ka­ p ı s ı n ı n yanına taş ı d ı . Kurtçuklarla yarı lanmış saks ı y ı , hela çukuruna boşaltarak, işledi kten sonra, ellerini y ı kad ı . Ve az önce anas ı n ı n yatt ı ğ ı odaya girip ayakları n ı n ucuna ba­ sarak yatağ ı na uzand ı . Paşa, sararm ı ş parmakları n ı sigarası ndan çekmeden, dolaşıyord u . Gözleri ayaklar ı n ı n ucunda, uykusuzluktan ve yorgunluktan kızarm ı ş damarlarıyle, daha bir belirgindi. Arada bir baş ı n ı kald ırıyor, tarım Okulunun, çal ışma odası haline getirilmiş, müdürlük bürosunun köşelerine ba­ kıyor . . . Sonra, elleri göbeklerinin üstünde bekleşenlere Cil­ d ı rmaksızın dolaşmas ı n ı sürdürüyordu. Ankara Müttisi Rıfat Efendi , Paşa'nın her dolaşımı nda kendi saygınlığı nda bekleyen K ı nacızade Şakir Beyle, Ba­ haratcızade Hasip Beyi süzüyor. Ve her ikisi de, bu­ runların ı kıvı rtıp alı nları n ı karıştı rarak olumsuzluğu be­ lirliyorlard ı . 7


Baharatcızade, bira ara yutkunup ağz ı n ı açt ı . .. Müfti ve Kınacızade'nin sorgulu gözlerle bakması n a kal madan, Paşa önünde diki ldi . Yutkunup midesinde boğmak istedi akl ı ndakini. Ama, Paşa duruşuyla , diretti. Sonunda belli belirsız bir soluk çıktı hasip Beyin ağzından; - Paşam !.. D ikil mekte olan Paşa, bir umudun kulpuna yapışır gibi gülen gözlerle kışkı rtt ı Baharatcızade'yi. - Akl ı n ıza birşey mi geldi? Hasip Bey, yeniden yutkundu. Söyleyeceklerine ken­ disi de inanmazm ış gibi, sözcüklerden önce, kolların ı , omuzlarını aynatarak döktü aklındakini. - i zniniz olursa bişey sunmak diliyorum. - Buyur Hasip Bey... Buyur!.. - Benim bir yağenim var Paşam! Sözcüklerin arasını açarak, yeniden yutkundu Hasip Bey . . . Son anda söyleyeceği nden yeniden vazgeldi. Ses­ sizlik elle tutulacak ölçüde ağı r1aşırken, Paşa'nın soğuk sesi yırtıverdi suskuyu . - Ya!. . Hasip tümden yuttu söyleyeceklerini. O yuttu ya, Kı­ nac zade canlanıvermişti. Daha. "ya"nın titreşimleri sü­ rerken , söze girdi . - Pek açıkgöz bir delikanlıdır efendim. Bir ara yapı gereçleri ticareti yapmıştı. - Şimdi yapmıyor mu? Yeni bir suskuya gerek kalmadı artık. Ba­ haratcızade'nin dili çözülmüştü . - KArın ı az bulduğundan bıraktı efendim. Şimdi bak8


kallık yapıyor. Buyurursan ız, bir kez de ona anlatalım der­ dimizi. Belki bir merhem bulur. Paşa umutsuzluğunu sürdürerek, başı n ı salladı. - Denize düşen yılana sarılır!.. Başvurun, hemen başvurun ı.. Paşa, yeni bir sigara yakarken, üçü birden kapıya yö­ neldiler. Daha, okulu arkada bırakmışlardı ki, Müfti, ikir­ eilikle durdu. -Bulabilir mi aradığımızı? Hasip başını salladı. - Şimdiye hiç kimse bulamad ı . Eğer o da bulamazsa, tümden umudu kesrnek gerek. - Yağenine pek güveniyorsun gibime gelir Hasip Bey . . . K ınacızade, tartışmayı bitiriverdi. - Güven sorunu değil bu Müfti Efendi. Zorunluluk. Başvurmad ığımız yer, uğramad ığımız kapı kalmadı . Eski tanıdıklarından bişeyler yapabilecek bir o var.. . - Eğer bi bulsun istediğimizi, bi bulsun, -diye üs­ teledi Müfti- hem dilediği yerden para verip hem de ced­ dine üç yasin okumazsam, ne olayım. - Bu onur sorunu Müfti Efendi. Birkez Paşa'ya ulan­ maktan kutulalı m , sana bı rakmayız ödemeyi. -diye sür· dürdü sözünü Şakir Bey.- Yeter ki, sabah akşam katınc varıp bulamadık, diyeceğimize, bulduk paşam, buy· ruğunuzdadı r, diyebilelim. Müfti, Baharatcızade'nin omuzunu okşadı . - Oyalanma Hasip Bey, vargit. .. Bi ran önce konuş . . Kaça olur olsun , yeter k i istediğimizi bulsun ... 9


Hasip altın kösteğini gıcırdatarak, saati ni çı kard ı . Çoğu sönmeye yüz tutmuş fenerierin kararttığı sokaklara bakt ı , istasyon alan ı n ı n ortası nda. Sabahleyin erkenden varır, söyleri m . Ta­ sal.a nmay ı n,- dedi. Hasip, saba h ı n alacasında damlad ı dükkana .. Fehmi gözleri n i oğuşturarak, terazisini parlatıyord u . Hasip ye­ ğenini köşeye çekip, biraz fısı ldaşt ı . Sonra cebinden bir tomar para çı kararak: - Göreyim seni, beni utandı rma,- dedi . . . Fehmi, çipil gözlerini döndürerek; - Tasalanma dayı. .. Vargit, istediklerinin akşama hazır olduğu nu ilet. - Akşama mı? Bu akşama m ı ? - Evet . . . Bu akşama . . . - Etme Fehmi. Ben bunu diyecek olursam, tefe kor çalarlar sonra ben i . - Olmayacak i ş e o l u r dedim mi b e n h i ç day ı ? - Demedi n , demedin y a bu başka. - Nesı başkaymış? - Askeri sivili, eşrafı avamı uğraş ıyor bunca zamand ı r. Hiç biri bulamad ı . - Ben buluru m . Vargit, ilet dediğimi. . . - Ben gine akşam ı bekliyeyim ha yeğen! - Sen bilirsi n . Belki akşam ı bile bul maz. - Göreyim seni ... Göreyim ki, becerdin mi gayrı benden aferini kurtard ı n . Fehmi hemen eğilip öptü dayıs ı n ı n elini. Dükkanı n arka kapısını açarak, anasına seslendi o ç ı kar çı kmaz. lO


- Ana, ana, gel biraz oturuver, ded i . Kad ı n , başörtüsünü çenesinin çevresinde dü­ ğümleyerek söylene söylene gi rdi dükk a na Terazinin arkasına, p ara çekmecesinin yanına kö­ süldü. Yanık yüzünü sokağ ı paylaşma kavgası ndaki satıcı lara çevirerek. - Ben başedebi l i r miyim?- diye sord u . - Başedersi n . . . - Ya edeme z sem? - Kapat dükkanı ana ... - Allah korusun . Neden? - Daha büyük i ş aldım da ondan . - Peki peki . .. Oyalanma hadi . . . Dükkandan fişek gibi çıkararak, Kale yokuşuna sa rdı . Anas ı , bir pazarcılara bakt ı , bir yiten oğlunun dükkan ı ndaki boşluğuna. Sonra, o dönünceye kimsenin gel memesi ni dileyerek, duaya çöktü . . . Fehmi, Kale'yi dolanarak Hacettepe aral ığına yöneldi. Ahşap yapıların bel vermiş gölgelerinden sekerek küçük bir alana çıkt ı . Evlerin damlarına göz gezdi rip gırtlağını te­ mizledikten sonra, ellerini ağzı n ı n kenarında bo­ rulaştı rarak var gücüyle bağırmaya başladı . - Duyduk duymad ı k demeyin . . . Sağlam kiremilin ta­ nesine yirmi para veriyorum. Eski, yeni ayı rmak yok . . . Yeter k i sağlam olsun . . . Tepeliler, i l k i n alay edildiği kanısıyla aldı rmadılar. Fehmi, duraksamasız bağırıyordu. Çocuklar toplandı çev­ resine. Kad ı n lar, ak-kara yeldirmeleri ni düğümleyerek ka­ feslerden başların ı uzattılar. Tek tük yaşlılar belirdi sonra . . . ,

.

ll


Çekingen çekingen sokuldular. D iş s iz ağzında süpürge çöpü geveleyen biri , yan verdi gölgeye sığ ı narak; - Delikanlı tı marhanede h a na y mı ku ruyors u n ? diye sormadan edemedi. - Yok emmi, hanayı baş k as ı ku r u y o r muş da, ki re midi bize kalmış. V eri rs e n ta v a n ı nd a k i l eri, s ağ l am ı n ı n tekine yirmi para alırs ı n . - E , bızin tavan n olaca k? - Bahar geldi bahar Havada yağmur da yok . . . B ir ay sonra, çiftini bi paradan al ı r yenilersin fena mı? - Ya aktarma masrafı? - Te k i n e y i rmi p a ra veri yoru m . D i l e rs en .. Alay sa ndık l arı işin ge rçeğ e dönüşmesi ilkin şaşı rtt ı mahalleliyi. Ard ı ndan, sokağın ortası ndaki yıkıldı yıkılacak evi nden ç ı ka n y a ş l ı kadın ilk atağı yaptı . - Beri bak yiğit . . . Çık, be nim tavandakileri i ndir. Fehmi bir kad ı na baktı, bir eve. Kasıldı hemen. Onun k ası ld ı ğ ı n ı gören süpürge çöplü ihtiyar, kadına SÖZ attı . - i y i olacak hastanın doktoru ayağına geli rmiş, Hanife B ac ı .. Danayı satmaktan kurtuldun desene . . Kad ı n , ses çı karmadan y aklaşt ı Fe hmi y e .. . - Hadisene ey oğul!. . i ndi rs ene benim damdakileri. - Herkes kendi indirecek, ben sağlamlığına bakacağı m teyze, - dedi Fehmi. - B u başı mda ben i ndirem e m ki, - yanıtını alınca da: - Kusura ka l ma, indiren al ır parayı . Ben aklarmacı değil, alıcıyım . . '

.. . .

,

.

.

.

'

.

12

.


Yaşl ı kadı n iki yan ına baktı . Mahallenin ele gelecek çocuklarından ikisin i yakalayarak yakardı; - Hadi koçları m . Siz bari i ndirin damdaki kiremitleri . .. Çocuklar ikiletmeyip, sıçradı lar dama. Hemen ard ı ndan. tüm mahallenin damlara t ı rman dı ğ ı görüldü. K ı m ı l k ı m ı l kaynaştı tepe mahallesi. Damlardan kiramitler sıyrıld ı . i ki saat kadar, sövgüler, övgülere ka­ rışt ı . Ve Fehm i , ardard ı n a sıraladığı kağnılara sayıp sayıp yı ğ d ı kiremitleri . Yeterinc e al dığ ı kan ısına varır varmaz da, daha In­ direniere aldı rmasızın, kağnı kervant n ı n başına geçti... Mahalleli, eteğinden tutup önünü kesmeye çalışıyordu. Fehmi; E rke n d avra nsa ydınız. Akl ı n ı z ba şı n ıza yen i mi geldi ," d i ye az arl ı yord u üstelik. Hacıbayram alanına dek ardı ndan gelenler oldu . . . Var sesiyle ağız dolus sövenl er bulundu ... Aldı rmadı Fehmi . . . Kağnılara, ista syon caddesi ni gösterek yokuştan, aşağı inmeye başl adı "

.

Hasip'le Şakir yan yana durmuşlar, önlerinde Rıfat Efendi, gözlerini Ta ş h a n alanına dikerek, bir belirti bek­ liyorlar. Hasip'in tüm diretmelerine karşın, öteki ikisi, Paşa'ya çıkıp kiremillerin bu l unacağ ı n ı bir türlü söyleyemediler. Ola ki, bir aksilik çıkar. Yeni bir utancının ezikliğine dü­ şeriz kaygısı ndan, beklemeyi yeğlediler. Rıfat Efendi, umutsuzluğun verdiği bir alaycılıkla çe­ kiştiriyor Hasip'i. . . 13


- Beri bak Hasip Bey, senin yeğen bi günde bunca kiremidi doğuracak m ı ? - Bulurum, dedi Müfit Efendi . Dediyse, bulur. - Şakir Bey de umutlu. - Akşama, demiş ya efendi m , - diye söze girdi . Şaki r, - Akşama çok var daha. - Sak ı n bu kopuk paraları al ı p kendis; bi dam kur­ mas ı n ? Hasip ayıplayan gözlerle baktı Müfti'ye. - Ö yle şey olmaz .. . Yeğenim dedimse. has bir ye­ ğeni m . Kız kardeşımın oğ!-.ı. - Peki peki . .. Ya Paşa'ya söyleseydik. - Beni dinlemediniz Müftı Efendi , dinlese n iz, söy lememiz gerekliydi. - Pek güveniyorsun . Şakir, yeniden destekledi Hasip'i. - Güvenilir delikan l ı d ı r. - i şi becerse, şimdiye bir haber uçurması gerek-mez miydi, - diye kuşkuyu konuşturdu Müfti. - Ben-ce, bu işin aramızda kalması iyi oldu. Unutal ı m , gitsin . Daha sözünü bitirmemişt i ki, Şaki r, Hasip'in kolunu tuttu. Hasip, kağnı ka rv a n ı n ı n önünde, alay sancakları gibi yürüyen yağenini görünce, takıldı Müfti'ye. - Kiremiller geliyor efendi hazretleri . . . Neyi unu­ tacaksın? Rıfat efendi, inanmaz gözlerle b a ktı istasyon cad­ desi nin başına. Doğruydu söyle n e n ler. Güleç bir yüzle ba­ ş ı n ı çevirdi. -

14


- Bre aman, söyliyelim Paşa'ya . . . Ödüllendirsin bu del i kan l ı y ı . Daha onlar dönmeden , gözcüler haberi iletmiş. Paşa, sevi nçle ceketi n i n düğmeleri n i i l i klerneden aşağı inmişti . Tümü birlikte, öğretmen okulu olarak başlanan ve üç gün sonra ü l kenin kalbi haline gelecek yarı m yap ı n ı n ö n ü n e koşuştu l a r . Kağ n ı alayı durduğunda, onlar da nefes nefese yetişmişlerd i . Paşa, kağ n ı lardaki alacal ı kiremiilere bakarak gü­ lümsedi - Aferin delikanl ı . .. Bizi, tavansız bir meclis açmaktan ku rtard ı n . Teşekkür ederiz. -dedikten sonra, çev­ resindelikere ; -bu çocuğa dikkat edi n , -diye buyurdu. Fehm i , yetişip elini öptü Paşa'nın Yol boyu belleğinde evirip çevirdiği sözcükleri ke­ keledi. - Siz buyurmuşsunuz Paşa m ... Bize yapmak düşer... Paşa sevecen bakışlarıyle bir kez daha cıkşadı Fehmi'yi . Kağ n ı lardaki ki remi l le ri n indirilişine göz a•ırak, binaya girdi . Rıfat Efendi, bir eliyle sakal ı n ı sıvazlarken, ötekiyle sırtını yepeşiedi Fehmi'nin. - Ben hiç u mmadım bu işi becereceğini. Aferin derim sana, aferi n derim ki. . . Şakir, altın dişleri ni belirterek güldü. - Müfti Efendiyi i nandırı ncaya sen geldin Fehmi Efen­ di oğlu m . . . Bak, u nutmadan söyliyeyim , dayı n ı n ve benim yüzümüzü ak çıkardığın gibi , ceddinin ruhunada üç yasin kurtard ı n . - B e n söz verdim m i , yaparım, -dedi Müfti, -Ya­ sinleri yarı n sabah , gitti belleyin. -Sonra Fehmi'ye döndü. -Nasıl becerdin bu işi? . .

.

.

15


Fehmi , ilkin büy ükle rin d en övgü almanı n utan­ cıym ışcasına pabuçları n ı n burnuna baktı. Ağı r ağı r kal­ d ı rd ı kafas ı n ı . Dayıs ı n ı , Şakir'i süzerek yan ıtladı soruyu. - Kiremidin tanesine kırk para veriyorum deyince, herkes dam ı n ı aşağıya indirdi. Müfti ilkin bir irkildi. Sonra gözlerini kırpıştırdı. - Akıl derim buna... Akıl derim ki, cinin aklına gelse şeytanı çarpardı. Aferin oğlum. Başka türlü mümkünü yok, bulunmazdı. Elini uzattı Fehmi'ye, Öptürdükten sonra- paranı hemen verelim aslanım. Karı nı kendin hesapla- dedi.

16


Baharatcızedeler eşrafa yaraşır bir kız yetiştiriyorlar

iKi Ayak başparmağı nda bir acı n ı n zonklamasıyla zıplayıp oturdu yatağı n içinde. Daha gözlerini açmadan yaslığı nı fırlattı ayak ucuna. " Pot" diye bir ses çı kararak yere düştü yastık. Yumuk elleriyle gözlerini oğuşturdu. Kirpiklerini kır­ pıştı rarak, ayd ı n l ı ğ a alışmaya çal ışırken , Ferhunde'nin ya­ tağ ı n yanı ndan doğrulduğunu gördü. Başına geleceği bil­ menin kurnazl ığıyla, yere eğilerek yapmıştı yapacağı n ı . Esnedi . . . Gerindi ard ı ndan . . . Çocukluktan genç kızlığa geçmen i n kütür kütürlüğüyle, ipek geceliğin altından belirdi tüm çizgileri . Ferhunde, se­ vecen gözlerle izledi, boynundan kalçaları na doğru inen titreşim i. - Kalk kız, -dedi. . . -Han ım annem, deminden beri gergeti elinde dola n ı p duruyor, dikiş odası nda . . . Geç kal­ dığını o söylemeden, ben bir koşu çıkıverdim. Ken­ diliğindenmiş gibi, kalk, in . . . 17


Her zaman böyleydi Ferh u nd e . Hep çocuk kalman ı n oyunculuğuyla, yapmad ı ğ ı n ı komazd ı . Uykusu n u n ıçinde sı çrat m ı ş , üstel ik baş ı n a i n ecek yastı ktan ku rtu l m uştu . - Al acağ ı n olsu n . . Beni rahats ız etmeyi gösteri ri m sana. Sokağa çıkar ç ı kmaz Dilieza abiama haber ver­ mezsem, ne olay ı m ... - Ö l ü m ü öp kız, -diye yalıakland ı Ferh u nde. Ö l ü m ü öp söyleme . . .)yle güzel oynuyoruz ki mahalle aras ı nda . . . Bakı m l ı saçlar ı n ı okşJyor, geceliğinin sarkan uçları n ı toplamaya uğraşıyord u . Bi rlıkte büyümüşlerdi Ferh unde ile . . . Saadet, eşraf k ı z ı olman ı n sorumlul ukları n ı b&llesin diye, öğ retmenlere, Fer­ hunde de ev kad ı n ı yetişmen i n yükümüyle, dul eski ha­ layık Dilieza'ya teslim edil m işlerd i . i kisi de kendi yolları nda ilerleyecekler. Baharatçızadelerin yüzünü ak edeceklerdi. Ki mse, b i rine karı l ı ks ı z , öteki ne bilgisiz diyemiyecekti . işte Ferhu nde'ni n ayak parmağ ı n ı m ı ncıklama-sıyla, günün bunal ı m ı başlıyordu. Hemen kalkıp, kahvaltısı n ı et­ meliyd i . Yoksa, annesi gergel oyasına başlar, örneği çı­ karmak için uğraşırd ı . Sessiz bir cezaydı bu . . . Her. gün, sabahleyin başlad ı kları gergeti bir yarış halinde öğlene değin sürdüdü rterdi. Ferhunde kaşla göz arası nda inmişti aşağıya. Saçları n ı fırçalad ı . Geceliğini çıkarıp elbisesini giydi. . . Gecelik ya da sa­ bah l ı kla, ne dikiş odası n a ne haremliğin salonuna in­ dirmezdi annesi . "Alt tabaka kadınları gibi, yatak kı­ yafetiyle evin içinde dolaşılmaz," derdi. Tabakanın ne olduğunu bilmiyordu Saadet. Ama, bir öcü olmal ı yd ı . Hep küçümsenen, hortanan ve korkulan bir şeydi alt tabaka .. . 18


Giyinmiş olarak mutfağa daldı. D i lfeza , çayı n ı , kızartı l m ı ş , yağlanm ı ş çarşı ekmeğini haz ı r etmişti. Hemen dilimin ucundan kemirip çayını yu­ dumlad ı . Yediğini denetlemekle görevliymiş gibi seslendi üzgün üzgün Dilfeza . . . -

Reçe l d e y e küçük ha n ı m

.

- Can ı m istemiyor. - Can boğ azd a n gelir. Ye . . . - Ca n ı m istemiyor, dedim y a . . . - As ı l istemediğin zaman yersen , yağ bağlar. Hadi bakal ım. - Of ... Siz adam ı ç atlat ı rs ı nız vallahi . . . Yemiyeceğim i şte . . . Sanki bu tartışmayı d i nl iy ormuş g i bi annesinin sesi yankılandı mutfakta. - Dilfeza,· Saadet'in reçelini koydun m u ? Şimdi iner kızım . . . - Koydum Hanımanne ... Artı k yemek bir zorunluluk. Şimdi içerde sorar. Yediklerini bir bir anlattırır. Her sabah, hesap vermekten bıktı. Bıktı ya, konuşma olanağı, sağlıyor diye, yine de eğlenceli bulur. Yoksa, başlarını ön­ lerindeki örneğe eğip parmakları nda elmaslı yüzüklerle, suskun, s ı kı ntı l ı , öğlene değin iğne dürtmek daha güç . . . Kahvaliısı bitti. Hemen girişmesi gerek gergefe . . . 19


Bazı günler, dersleri n i anlatt ı r ı r annesi. Arada bir Ma­ damoiselle Nora'ya öykünecek olsa, ilkin belli etmeden gülü mser. Sonra kal ı n , her zaman sürmeli kaşları n ı ça­ tıverir. Öğrenci dediği n , öğretmenine sayg ı duyar. Onunla alay etmez. Alay et miyor ki . . . Saygısı nda d a bir eksilme olmuyor ona öykü n ü nce. Tam tersine, sevgiyle yaklaşmak istiyor. Ama, kime, neden olursa olsun sevgi yasak. Annesi var sevilecek. Ba­ bası var ... Hatta babada bile sevgi değil, korku karı ş ı m ı bir sayg ı söz konusu. Kızlar an nelerini severler. Bunca sevgi yeter de artar, genç kızl ı klarında. Evlendikleri zaman da, çocuklarını severler. Kocaları n ı değil, çocukları n ı . .. Oysa okuduğu romantarda, genç kızlar erkekleri se­ viyorlar. Hele yarım yamatak çözmeye baştadığı Fransız romanlarında. Düpedüz ana-babaları ndan tiksinip, ya­ k ı ş ı kl ı , ge nç ve kibar erkekteri seviyor kadınlar. Hem de uğu rları na ötecekteri derecede . . . K a ç kez iç geçirmişti okurken ... Kaç kez utana utana, bir kelimenin anlamını sor­ d uğ u n da Madamoiseııe Nora'nın anasına göz ucuyta bakıp, aceleyle açıktamasını seyreytemişti. Bir kelimenin kilaptara yazılması ayıp olmuyordu da, anlamının açık­ tanması neden ayıp oluyordu acaba? Çözememişti bunu. Türkçe ya da Fransızca "Aşk sözcüğünü kullanmak ya­ saklı sanki. Hele genç kızlara yasaktan da öte, daha bir yas a kl ı." Gergel işlerken , bunları düşünüyordu. Nedense bugün canı çok sıkılıyor. 20


Belki, akşam okuduğu romanın etkisinde hala . . . Zaten bir türlü ku rtul mak mümkün değil ki . . . Tam yeniden dalacakt ı . Annesi başını kaldırd ı . B u de­ vinimi hiç sessiz yaptığı halde, sanki odan ı n içine bomba düşmüş gibi onu izledi Saadet . . . - D ilfeza, kızım bana b i r s u yolla . . . - Diye içeri ses­ lend i . Mesadet Han ı m . Saadet yeniden baş ı n ı eğdi. Ferhunde'nin şıkırd ı m terlikleriyle elinde bardak ge­ lişini izledi kulaklarında. Tam annesiyle arası nda durdu Ferhunde . . . Mesadet Han ı m , sol eliyle aldığı suyu ağı r ağ ı r içti. Bardağı n dibinde bir parmak s u bı rakarak geri verdi. Evi n içindeki tek ses olarak yankılandı Ferhunde'nin terlikleri. . . Yeniden uzayıp gitti sessizlik. i ğnenin gergin humayin üstünde çıkardığı pıtırtılar kaplad ı dikiş odası nı. Her biri yankılanarak döndü ... Sonra annesi , iğnesini dikine bırakt ı . Onu izledi Saadet. Çünkü baş ı n ı kaldı rm ı ştı. - i stersen biraz Fransızca çalış, - dedi. Öğlenin yaklaştığını bu öneriden anlad ı . Yemekten sonra, edebiyat öğretmenliğinden emekli Nerime Han ı m gelirdi. Her gün, bir saat ders veriyordu. Sonra ud öğretmeni Şahver Han ı m . . . Onun ardından pi­ yano ve Fransızca öğretmeni Madamoiselle Nora ... G ü n böyle bitiyordu. Ve akşam yemekten sonra, odasına çekildiğinde ro­ manlarıyla baş başa kal ıyordu. Çoğu zaman, sokağa ka­ çartıadıysa Ferhunde çöreklenirdi dizinin dibine. "Sesli oku, kız," derdi. "Ben de dinleyeyim . . . Pek güzel şeyler. .. " 21


Eğer sokağa kaçabildiyse. erkenden yatard ı . Bulaşıkları bitirdikten sonra, Dilieza abiayla paylaştığı odaya çıkar hemen uyurdu. Sokağa kaçması da ayrı bir hüner isterdi Ferhunde'nin. Kocaman kız old u n , diye bı­ rakmazlard ı . O pundunu kollar ve Saadet, öğretmenleriyle derse başlad ığı için kendini özgür sayan annesinin dal­ g ı n l ı ğ ı ndan, ya da Dilieza'n ı n yemekleri kaynamaya bı­ rakması ndan yararlan ı rd ı . Öğ retmeniyle ders yapan Sa­ adet'e bir işaret çakar. Hemen sokağ ı n yolunu tutard ı . Yakalan ı rsa dayak yer. Yakalanmazsa, atlattığına se­ vinirdi. "Ben yapamam ," diye geçirdi, Fransızca kitabın ba­ şına çökerken. "Annem beni dövse ölürü m . " Ferhu:ıde, Dilieza' n ı n büyümesi üzerine al ı n m ıştı. Yoksul bir aileden evlat edinilmiş. . . Büyütülüp ev­ lendirilmek üzere yetiştiriliyordu. Saadet'le yaşıtt ı . Ve an­ nesi , yeni birini aramaya başlayacaktı neredeyse. Dilfeza, kocas ı n ı yilirince dönüp gelmişti . Gelmişti ya, artık o'nu gitmiş sayıyordu annesi. Bir türlü girmiyor kafasına bugünkü ders . . . Sabahtan beri içindeki bunal ı m , giderek artıyor. Ne­ redeyse bir karabasana dönüşecek. Keşke yemekten son ra Nerime Hanım geleceğine, Şahver Han ı m gelse . . . Kocas ı n ı n , görevle geldiği Ankara'da ölmesiyle b i r başına kal mış, i stanbullu bir memur karıs ı . Şakrak, şakacı ve her kötü şeyde, bir iyi yan bulup çıkaran insanlardan. Udunu kucağ ına ald ı ğ ı nda, dolg u n , hafif genizden sesiyle bir şar­ kıya başladığında, başka dünyalardan olağanüstü gö­ rünümler yansıtır. Ve i nsan bı kmaz Şahver Hanı mla ol­ maktan . . . Bu yüzden, bir yarış amacıdır o . Kızımız, 22


Şahver H a n ı mdan ud dersi alıyor demek bir övünç kay­ nağ ı d ı r. Çünkü Şahver Han ı m her gün bizde demekti r. Her gün ne eğlen iyoruz, aman ne eğleniyoruz, demektir. Madamoiselle Nora da öyle. Annesine Fransızca öğ­ retmiş. Piyano dersi vermiş. Şimdi sıra kendisinde. Böyle giderse, kızları n ı da o eğitecek . . . Babas ı , h e r yeni v e güzel şeyi öğrenmesini istiyor kı­ z ı n ı n . Baharatcızadeler, iyi yetiştirmiş desi nler için. Ger­ çekten birşeyler öğrenmesi amacıyle değil bu yapı lanlar. Ve Saadet bunu seziyor. Sezdikçe karabasanı artıyor. Yine de bitiyor g ü n . V e akşam gü neşi , büyük bahçenin ağaçlarında oy­ naş ı rken , günün bittiğini sezinliyor Saadet. Demek ma­ damoisel le Nora' n ı n , "Şimdi de piyano çal ışal ı m mat­ mazel ," demesinden bu yana bir saat geçmiş . . . Vişne çiçekleriyle bezen miş dala uzandı . Uzun, tombul parmaklarıyla aranarak, tutu ndu. Sim işlemeli , kadife en­ tarisi geri ldi bedeninde. Gözleri ni bir süre onbir ay gül­ lerinin pembe, al yanaklarında gezdird i . Sonra bakışları n ı kaldırıp yüksek bahçe duvarı n ı delerek ard ı ndakileri gör­ mek özlemiyle tutuştu. Ezbere bildiği görü n ü m , kendiliğinden caniandı göz­ lerinin önünde. Samanpazarı'nda son al ı ş-verişleri ni yapan esnafın kaynaşmas ı . . . Karaoğlan Çarşısı n ı n hayhuyu... Her­ gelemeydanı'n ı n her zaman gübre kokan çamuru. Bir kara yılan gibi rayları n ı uzatm ış yatan istasyon . . . i ncesu de­ resinin sarı sarı akan suyu. Sokak birikintilerinde sıcakla birlikte v ı n g ı rdayan at sineklerinin çirki n bulutları uçuştu gözlerinde. Bahar serinliğiiyle ısianmış toprak, menekşe, 23


yasemin koku larıyla dolu genzi, belleğindeki pis koku larla midesi ni buland ı rd ı . Baş ı n ı çevirdi . . . Bu kez. Bendderesi yöresi n i n y ı k ı n t ı ları belirdi bel­ leğinde. Yüzünü buruştu rd u . Ve Dikmen'deki bağları n ı dü­ şün meye zorladı kendi n i . Bahar gelm işti . i şte . . . Cuma günl erinin doyulmaz şenliği başiard ı yakı nda. Asmaları n yeşil yeşil g ü l ü msediği tepelerde, sal ı ncaklar kurup ip at­ larlard ı , çocukluk gün lerinde olduğu gibi . . . Ya da sokak ka­ çışların ı gizli iş yapman ı n tutkusuyla anlatan Ferhunde'nin yaptığı gibi . . N isan girdi . . Neden, "hazı rlan ı n , b u Cuma sizi bağa götü receğ i m , " demiyor babas ı ? Yoksa An kara kay­ naşmas ı , onların tek eğlenceleri n i de mi elleri nden ala­ cak? i şte o zaman iyice bunal ı r. i yice gömülüp gider ka­ rabasan ı n içine . . . - Pek dalg ı n s ı n ? i rki ldi birden. Ü rkü nlüyle bakı ndı yöresine. Feh m i , ç ı k ı k elmacı k kemiklerini geren sı rıtışıyla kar­ ş ı s ı nda duruyordu. Gözleri küçüklüğünden umulmaz bir balkı mayla tır tır dönüyor, hemen ilgisini çekiyordu kişinin . - Sen misin? - Benim ya, hi ç duy m adın . - Sen de kedi gibi yürümeseydin. - Ne kedisi? Yengem, çok gürültü çıkarıyorsun diye azarladı bile. - Hadi hadi, beni ürkütmak için yaptı n bunu. - Hiç bile d e ğ il. Öy le dalmıştın ki, ses edemedim . Sonra baktım, ayı l acağ ı n yok, söyleodim. i y i yaptı n ... Akşama bizde misiniz? ..

-

24


- Yok . . . Anam erken dön ded i . E rkenden yemek yi­ yel i m , yorgunsu n . - Hadi hadi . . . Otur, bi raz konuşuruz. -Zorlayı p oturt­ tu. -Halam gel m edi mi? - Hayı r ı Kalburabastı yapm ış. Sizin sevdiğinizi bil­ diğinde n , koşturdu beni. - E llerine sağ l ı k . . . Yaseminlerden karneriyesi olan tahta kolluklara otur­ d u lar. Fehm i , Saadet'in gözleri ne baktı uzun uzu n . Kuş­ kuyla sordu: - Pek s ı kkı n görünüyorsu n ? - Ya ! . . N e d e n s ı kkın olay ı m ? - Ne bileyi m , seni h i ç böyle dalg ı n görmedim d e . . . - Matmazel Nora ile takıştık da biraz. Baş ı n ı salladı Feh mi. Nora ad ı geçince, alayl ı alaylı gülümsed i . - H a n i şu Ermeni madaması m ı ? - Bir türlü öğrenemeyeceksin b e Feh mi abi . . . Madama değil o. Matmaze l . .. Senin anlayacağı n kız daha . . . - Hadi git oradan. Anamdan büyük karı . - Doğru, halarndan büyük ama, evlenmemiş. - Yazık, acı d ı m . Dal ı nda kuruyup gitmiş bir meyve desene . . . H ı k, dedi Saadet. Böyleydi Fehmi ağabeyi . Taşı ge­ diğine koymakta üstüne yoktu . Kaç kez babası bile; "öyle cin ki bizim yeğen, adam kızamıyor." dememiş miydi? Bir başkası yan ı nda böyle söz etse, hemen kararırdı Saadet. Ama, Fehmi ağabeyi başkaydı . Başka olduğundan da kı kır kı kır gülmeye başlad ı . Feh m i , Saadet'i güldürmüş olmaktan mutlu, daha bir yayıldı koltuğa. 25


- Yalan m ı ? - Yalan değil ama. Matmazel duymas ı n . O kendini Tanrı'ya adadığı n ı söylüyor. - Anam da babamı bulmasa öyle söylerd i . Deli ko­ kona. - Neden deli oluyormuş? - Kad ı n dediğin, zamanı geldi m i yuva kurmas ı n ı bilmeli. Fan lin !onla, tan tin tunla debeleneceği m diye ka­ ç ı rd ı m ı , sonra böyle tereleili olur işte . . . Saadet yeniden kıkırdad ı . T a m zaman ı nda yetişmişti halas ı n ı n oğl u . Neredeyse, bir karabasan ı n bunal ı m ı na sürüklenecekti . Gel miş, tüm s ı k ı nt ı s ı n ı dağıtıvermişti . - Fehmi abi, ded i . - Efendi m . - S e n i gören de hiç derdi y o k s a n ı r . - Ne derdim olacakmış? Tanrıya şükür, bakkal dükkan ı m ı z tıkı r tıkı r işliyor. Anam sağ, esen . Baş ı m sı­ kışt ı ğ ı nda dağ gibi de bir day ı m var ard ı mda. - Okulu da serdin bir iyice. - Okumak zengin işi Saadet. Bizse, ekmeğimizi taştan ç ı karmak zorundayız. - Babam okuman ı istiyor ama. - Sağolsun day ı m . Anam da istiyor yazık. Ama, bizim gibi adama, idadi öğrenimi çok bile. Niceyse ne memur olabil iriz ne de tüccar. Bakkal dediğin, bir okka pirinçle, yarı m okka yağ ı n ne tuttuğunu bildi mi, yeter. - Hadi hadi, az mı üzüldün bı rakırken. - Geçti . . . Paran ı n ucu tatl ı d ı r demiş eskilerimiz. Biz de tatd ı k gavurun danası gibi. 26


Saadet konuşacak birini bul man ı n sevinciyle sür­ dürüyord u . Feh m i ise, bir an önce evde olmayı istiyordu. i stiyordu ya, dayı kız ı n ı n gülücük gülücük bakışı, her kı­ p ı rdan ı ş ı n ı yerleşmeye dönüştürüyordu . Akşam karanl ı ğ ı bast ı rd ı , bastı racakt ı . Saadet, durmaks ı z ı n söz açıyor. - Az m ı kızm ıştı babam? Bizim soydan bakkal çık­ maz. Bu çocuk, ne yapt ı ğ ı n ı bilmiyor, diye az mı söy­ lenmişti ? Ama bakıyoru m , iyi tuttu rdu n işi. Bugün pazar olduğu halde, malları tüketmiş olmal ı s ı n ki, erken ka­ patmışsın. - Hakkın var. i şler gün günden iyiye gidiyor. - Öyle m i ? Sevi ndim . . . - Ö yJe ı Meclis kuruluyor ya burada, gelen giden çoğaldı . Gelen giden çoğaldı mı da, yiyecek satanları n işi asan gider. - Artık babam da s ı zlan m ı yor. - Sızlan maz , neden sızlansın? Day ı m ı n yüzünü yere getirecek bir iş yapm ıyorum ki. - O okuyup, memur olmanı istiyordu galiba. - Olabilirmiş gibi . . . -Du raklad ı . Bakındı kızın gözlerine. -Kimbilir, olabilirdik belki. .. Olabiliriz . . . Angara ge­ lişirse. - Meclis yararl ı oldu, diyordun ya. - Oldu ki hem ne nas ı l . Anadolulusu, Trakyalısı doldurdu Angara'yı . bunlar yiyecek ister. Giderek, giyecek, oturacak ister. i nan Saadet, Taşhan doldu da, Her­ gelemeydanı 'ndaki , Samanpazarı'ndaki yıkıklar bile müş­ teri buld u . Bu ne demek? Bizim gibi esnafın, pazarcının 27


daha bir iş görmesi , day ı m g ibi toplancıların daha çok al ış-veriş etmesi demek. Ö yle olunca da, bizim me­ murluktan tümden vaz g elmemiz demek - O niye o? - Devlet adam ı n ı n karn ı n ı doyu rmuyor ki . . . Bakkall ı k ç o k d a h a b i r iyi. - Sende bir şey var bug ü n . Pek keyiflisi n . - Keyifliyim Tanrıma şükür. Day ı m ı n sayesinde. Sen de sıkma can ı n ı . S ı k ı l maya değmez. Geçti zaten. E h iyil. Hadi hoşçakal. Yengeme de görünüp gideyi m . Yatsı oluyor. Anam beklemesi n . - Halama selam e t . Ellerinden öperim . - Ederim . Geldiği gibi, ayakları n ı n ucuna basarak döndü Fehm i . Bahçe kapısından eve girdi. Yengesinin elini öptü . Ha­ layı klara takı ldı kaş göz işaretiyle. Mesadet Hanım, ard ı ndan baktı bir süre. "Ablama söy­ lemeli," diye düşündü . "Oğlan ı n zamanı geliyor. Kendisi kanatlanıp uçmadan, kul uçkaya yatman ı n demidir. Yoksa, Bahatçızade yeniden kızar . . . Sonra gözleri parlad ı . Bu kararı verecek olan ko­ casıyd ı . Baharalçızade ailesi nin sürdürücüsü olarak, görev onundu. Anası ndan önce, dayısını uyarmak ge­ rekiyordu. Soylu ama, yoksul bir kız bulup başgöz et­ meliydiler. Yengelik gereği, bir gözden geçirdi mahalle kızları n ı . Eski zenginlerin çoğu , kötülemişti savaş yıl­ larında. Beşyüz, bin yıla dayanan eşraf soyu giderek dö­ külüyordu artık. Kiminin şerecesi Timur dönemine da,

-

,

.

,.

"

28

.


yan ı rd ı bu mahalledekileri n . Kimini nki Selçuklulara. Hacı Bektaş ve Hacı Bayram'ı da unutmamak gerekl i . Şöyle bir gözden geçi rd i . Az a ım ı şt ı Ankara eşraf ı . . . "Bir çırpıda sa­ yıveriyor insan," diye düşündü. Eskiden öyle miydi? Savaş öncesi, her birine konukluğa gidilse, y ı l yetmezdi. Yetmezdi de, d a r ı l a n g ü c enen olurdu araları nda. Şimdi he rgü n toplaşsalar, bir divanhaneyi güç dolduru rlar. i yice kağşay ı p , çözülmeden şu oğlan ın da başını bağlamal ı . Ama, ki minle? işte yanıtlayamadığı b u soru kıvra n ı y ord u akl ı nda. Yan ıtlamal ı ki, Baharatçızade'ye, filancanın kızı , bizim Fehmi için biçilmiş kaftan diyebilsin. Ola ki , madem, sı rasıdır diyorsun, bul birini, der. Ortaya attığı öneriyi ger­ çekleştirmek de ona düşer. Anası, daha belimizi doğ­ rultamadık, babasının borçlarını ödeyemedik ge­ rekçesiyle, savsar. Savsatmadan, çözümiemek elinde. K ı nacızade'nin bir kızı var. Ama, burun kıvırı rlar. Bay­ ramzadeler de . . . Nice soylu ol urs a olsun Fehmi şimdi bir iyice yoksul. Baba borcunu ödemek debelenmesinde. Ha­ yı rlı evlat. Ama, herkes altına bakıyor. Savaş insanları bozdu. Soyun, namusun yerini para ald ı . Öyle alanda, temiz bir esnaf kızı buluvermeli. Hele bir iyi yan ına gelsin Baharatçızade'nin, hele keyifli bir anını yakalasın Fehmi'den yana. Sokuşturuverecekti. O zamana değin de, bulur bir yakışığını kuşkusuz. Saadet, salı narak girdi bahçe kapısından. Mutfakta dalandı bir. Ferhunde'nin yanına sokuldu. - Sezinlemediler mi? - Hayı r . . . Söylemeyeceksin değil mi? - Bana ne? Görselerdi. - Hay sen yaşa kız ... 29


- Anialacaksı n ama. - Helbet... Akşam olsun. Bi uyusunlar aniatı rı m . - Tamam, bekleyeceğim i stersen , sonra da ben sana roman oku rum. -Olur . . i steri m . . . Anası n ı n yan ı n a gitti . Dilfeza, Ferhude'n i n de koşturmalarıyla, sofrayı ha­ zırlam ı ştı . Masan ı n üstü nde her zamanki gibi üç kişilik takı m, iştah açarak dizelenmişti . Baharatçı zade, Meclis soru n u ortaya atı lal ı , zaman ı ayarl ıyamıyordu. Eskiden, akşam ezan ıyla birlikte sofraya otu ru l u rdu. Şimdilerde ise, yats ıyı bul uyordu çok zaman. Bazen de, akşam ezan ı n a yak ı n , m ağazada çal ışanlardan biri geçip beklerneyi n ha­ beri ni iletiyord u . O yüzde n , Ferh unde ile Di lfeza, m utfakta yiyor . . . Eskisi gibi akşam eza n ı oku n u rken , ilk !akmaları n ı alıyorlard ı . Karı sı i l e kızı ise, o gelinceye bekliyorlardı . Ha­ layıklar da beklemek istediler. Onca ayırımı belirleyiverdi Mesadet Han ı m . Onların erken yatıp erken kalkması ge­ rekiyord u . Yemekleri n i de erken yemeliydiler. Dilieza bir süre söylendi. Sonra gecikmeler uzayı nca, Han ı m ı n akl ına övgüler yağdı rd ı . Çocukluğundan bu yana açl ığa dayanamazd ı . Az m ı dayak yemişii Masadet Ha­ n ı mdan. Durmadan birşeyler atıştırıyor, onu bunu ban­ dakl ıyor, diye. Ama, yine de vaz gelmemişti huyundan. Çeyizi çemeniyle evlenip gittikten , kendi evinin kad ı n ı ol­ duktan sonra da öyleydi. Kocas ı n ı savaşta yitirip eli hamur, karn ı aç, yeniden eski efendilerine döndüğünde sofrayı ayı rmışt ı . Baharatçızade, ilkin yadı rgamıştı bu ay­ rı l ı ğ ı , "Hani öteki kızlar nerede?" diye sormuştu. Sonra si­ yasal olayların içine öyle dal m ı ştı ki , evde olup bitenle tüm ilişkisini kopmuştu . ,

.

.

30


Akşam eza n ı okun mak üzere. Bir h aber gelmediğine göre, bugün bekletmeyecek on­ ları . .. Ya da az bekletecek . . . Kı zlar d a h a kendi sofraları n ı kurmam ışlardı . Mesadet H a n ı m , h az ı rl ı k gören Dilieza'ya seslendi . - Baba n ı z gelecek san ı r ı m . i sterseniz, birlikte yi yelim. Dilieza baş ı n ı sallad ı . Ferhunde iki kişilik daha yer ha­ zırlamaya başladı masada . . .

31


Feh mi Efendi Baharatçızadelerin biricik kızı Saadet Hanımla evieniyor

ÜÇ Recep bey, (.} gölgesini dükkanı n içine düşürünce, ba­ şını para çekmecesinden kald ı rd ı Fehmi. Belli belirsiz bir "Buyrun" dedikten sonra irkildi . Paşa'nın elini öperken, bu adam arkası nda duruyordu. Yarı eğilerek selamlad ı . Tuz çuval ı n ı n üstünü eliyle silkeleyerek yer gösterdi. - Buyurun, buyurun oturun efendi m . Bir buyruğunuz mu var? - Burdan geçiyordum da, bir uğrad ı m . - Şeref verdiniz efendim. B i z i bahtiyar ettiniz. Daha Recep Bey otururken, iki sokak aşağısı ndaki kahvehaneye seyirtli . Ocağın başı nda bekleyerek, yap­ tırdığı kahveyi , kendi eliyle koşturup sundu. rJ Recep Peker; o dönemde, Mustafa Kemal'in Kurmay Ku­ rulundan. Sonra Başbakan.

32


Recep Bey, bir yandan kahvesini içiyor, bir yandan Fehmi'yi süzüyordu. Bakı şları ayakları n ı n ucundan saç­ larına, başı ndan ayaklarına gidip gel mekte. O arada, çar­ ş ı l ı , kibrit, tütün almak nedeniyle, giri p çıkıyor dükkana. Daha askere kan ı ksamam ı ş Ankara . . . Ve Mustafa Kemal ad ı n a dayanan herkes, alabildiğine ilginç. Ankaral ı , Feh mi'nin dükkanına bir paşa geldi sözüyle çal­ kalan ıyordu. Recep Bey, paşa olmamasına karşın, girip çıkan ı n beğeni dolu süzmelerinden paşalığa yü­ celtildiğininin bilincinde. Hiç aldı rmıyor. Ficanı yarıladığı zaman, ağır ağır konuşuyordu: - Sağolas ı n . Senin kiremitler, Meclisi mizin üstünü örttü. - Umarı m başka bir noksanı kalmamıştır efendim. - Kuruluş söz konusu olduğunda, noksan olmasın m ümkün m ü ? - Emredin efendim . B e n i m yapabileceğim bişey varsa . . . - Sen eski Ankara'lısın. Ö ğrendiğime göre, idadiyi de bitirmişsin . - Tam değil efendim . . . Babam erken ölünce . . . - Zararı y o k can ı m zararı y o k. . . B e n gene b i r ricada bulunacağı m senden. - Buyrun, emredin efendim. Rica m ı olur? - Okullar ara tatiline girdi. Bize de yazman gerekti. Hem şöyle iki üç kişi değil. Bulabildiğimiz ölçüde . . . On, onbeş, yirmi. . . Düşündüm ki, senin okul arkadaşları n var­ d ı r. Yerlerini bilirsin . - Anlad ı m efendim . O n , onbeş kişi m i , demişlin iz? - Yirmi olsa daha sevinirim. 33


- Ne zaman gerekl i ? - Bu Cuma , bilemed ı n C u martesi gününe deği n _ - Ben hemen t o pları m arkada ş la r ı m ı - Para da vereceğiz_ - Tamam , Cuma günü sizi bulurum. Recep Bey, sevin ç le kalkt ı , çuval ı n üstü nden. Kap ıdan çı karken geri dönd ü . - Eğer b u işi de becerirsen , seni kendime yard ı mcı ede c eği m . - Sağol u n efendi m , --<Jiyerek f ı rladı Fehm i . Ka­ paklanıp ö ptü , Recep Beyi n elini. -Yard ı m etmek gö­ revi miz. Recep Bey g ı der g itmez, anas ı na seslendi. Daha o ç e km ecenin baş ı na g eçerken , okul arkadaşları n ı n ev­ leri n i , dükkan i arı n ı akl ı ndan s ı ralayarak çarşıda, mahalle aralarında dolan maya başlad ı . Yakaladığı arkadaşına, Perşembe öğlesi için dükkana gelmesini, kendisi için önemli bir görevin söz konusu olduğunu söyleyerek, bir başkas ı n ı aramaya koşturuyord u . D a h a akşam olmadan yaptığı hesaba göre, Recep Beyi n istediğini yerine getirmişti. _

Perşembe günü, öğleden sonra, son açılış ha­ zırl ı kları n ı denetleyen Recep Beyin karşısına gelen er to­ pukları n ı vururak selam çakt ı . Kendisini yirmiye yak ı n gencin görmek istediğini bildird i . Recep Bey, kırp ı k bıyıkları n ı okşayarak, odasına yö­ neldi. Ere, hemen g eti ril m a leri buyruğunu verip gön­ dermişti . Çok beklemedi. 34


Feh m i , ard ı nda on dokuz arkadaşı olduğu halde, odayı doldu ruverd i . - Arkadaşları m görüşünüze haz ı rd ı r efendi m , -diye askerce dikildi. Recep Bey, her birine söyl ediği bi rkaç cümleyi yaz­ d ı rı p , h ı zları n ı denetledikten sonra, Fehmi'ye bakt ı . - Aferi n oğl u m . Hepsi d e ateş gibi delikanlılar. Hemen yarı n işe başlayacaklar. Yal n ı z, akl ı ma bişey daha geldi . Sen ne olacaks ı n ? - Ben her zaman buyruğun uzday ı m efendim. - Olmaz. Devlet, kendine görev sunana karşılığını vermelidir. Sen de, yazman kadrosuna alı nacaksın? - Benim dükka n ı m var ... - Zararı yok eviadı m . Dü kkanda işin olmad ı ğ ı zaman gelir , bana ve arkadaşlarına yard ı m edersin. - Madem buyuruyorsunuz. Recep Bey, çocukları üçer, dörder masalara oturtarak, görevlerin i n ne olacağ ı n ı anlatmaya başlad ı . Tam , Baş­ yazman ı n omuzları n ı dürtmesiyle, kürsüde konLşanın sözleri ni yazmaya b.aşlayacakları n ı anlatı rken , M.ızhar Müfit Bey girdi içeri ( l. Bir süre sessiz dinledikten sonra, "Yahu Recep Bey," diye geldiğini belirtti . - Buyur Müfit Bey, -diyerek döndü Recep Bey. Bişey mi var? - Yok . . . Bişey yok . . . Arkadaşlar toplanıp kazan ya­ pal ı m , -dedik. Ne et bulabiliyoruz, ne de ot. . . Çıldırmak işten değil. Recep Bey, Fehmi'nin kıpırdandığını görünce, gü­ lümsedi. (') Mazhar Müfit Kansu: Temsilciler Kurulu Üyesi. Miilletvekili . .. 35


- Fehmi oğlum, Mazhar Ml.ifit Beyin s ı k ı ntısı n ı n bir çaresi var m ı ? F e h m i , başını sal i ayarak ayrı l d ı kitleden. K a p ı ö n ü nde, Mazhar beyin istediklerini bir liste yaparak, çarş ı ya yü­ rüdü. Dükkandaki pirinci, peyniri, zeytini bir g(.izel tartt ı . is­ tenildiğince ayırdıktan sonra, az aşağıdaki Kasap Muh­ sin'e vardı . Kapıdan başını uzatıp: - Muhsin emmi, altmış okka et gerekti, -dedi. Muhsin, söyleneni anlamamış gibi kanlı gözlerini açarak Fehmi'ye baktı. - Hayr'ola Fehmi efendi oğlum, düğün mü var? - Eğer eh dersen, hem de her gün var . . . - Nice e h diyeyim oğulluk. Şimdi beni kessen altmış okka et çıkaramazsın. - Beş oğlak değil mi bunun tabanı emmi? - Oğlağı bul da, taban ını görelim. -- Bulursam? - Bul hele . . . - Tamam. Keser, temizlersin h e m i ? Emeğini koruturum. - Oldu. Oyalanmadı Fehmi. Hal'de, istediğince sebze bu­ lamamıştı. Nasılsa, Cebeci bahçelerine gidecekti. Ordan, beş oğlak bulursaL Bir bugünlük olmazdı ki ! . . Her gün et, ot gerekleri olduğunu söylemişti Mazhar Bey . . . Üstelik gün günden de artacakmış. Üç yüzü bulacakmış mil­ letvekillerinin sayısı. Sonra ordu kurulacakmış. Alpazarı'na varıp bir at kiraladı . 36


Allad ığı gibi sürdü Cebeci i nişine. Bahçecilerle anlaşt ı . Toplad ı ğ ı sebzeyi, hal bedeline yükletti bir yayl ı arabaya. Yarından sonra sabah için, dükkan ı n ı n adresini verdi. Yine toplayıp getirmeleri ni bu­ yurd u . Bahçecilerden , beş semiz oğlak ayı rtt ı . Yayl ı n ı n ar­ d ı n a bağladı onları . Kasap Muhsin'in önüne dayandı . Muhsin, bir çırpıda oğlakları kesip, temizledi. Yayl ı araba, Taşhan'ı n önünde durduğunda, gözlerine inanamıyord u . Mazhar Müfit Bey . . . Salt o değil Yunus Nadi, Adnan ve Celalettin Arif beyler de (•) arabanın ya­ n ı nda d u rup alkışl ıyorlardı Fehmi'yi. Günlerdir, pa­ rasızlı ktan, sonra da gereçsiziikten yarı aç yarı tok gez­ mişlerdi. Şimdi ilk kez, istedi kleri gibi karınların ı doyurabileceklerd i . Taşhan mutfağı n ı n yağlı yağlı yemekler pişirdiği haberi bir anda tüm yabancıların kulağına dolandı . Paşa bile, koca bir yemekhane biçi mine sokulan örtülü avluya geld i , akşam olurken . Tüm milletvekilleri ve görevliler, uzun bir masa n ı n çevresine toplanıp doyunmağa baş­ ladılar. Küçük bakkal dükkan ı n ı n devamlıları arasına Mazhar Müfit de katıldı. Her gün, bir sonraki günün karavanasına göre, elinde bir liste ile geliyor. Listeyi Fehmi'ye bırakarak, rahatl ıyordu. Hasip, gece karanlığı nda eve geldi. Ablasını görünce bakındı yöresine. - Fehmi yok mu? - Gelmedi. - Neden? 37


- Bizim bodrumu depo haline getirecekmiş. Oras ı n ı buras ı n ı onartacakm ış. B e n rahatsı z olmayayım diye, bu­ raya yollad ı . - i şleri geliştirdi desene? - Geliştirdi ki hem de nası l . Dur durak bilmiyor. Hasip, terini silerek yayıldı koltuğa. Gülerek baktı ab­ las ı na. Ağz ı n ı n iki yanından alt ı n dişleri parladı sarı sarı . - Ticaret böyledir abla . . . Bir kez aldı mı adamı dön­ güsüne, bı rakıvermez. Boynunu büktü kad ı n . Anlamad ı ğ ı bişeyle karşı laştı mı hep boynunu bükerdi. Hasip abias ı n ı n davran ı ş ı n ı bil­ diğinden, geliştirdi konuşmas ı n ı . - B ı rak çocuğu istediğini yaps ı n . Ne zaman Fehmi diye el uzatı ldıysa, tümünde yüzümüzü ak çıkardı. Recep Bey olsun, Mazhar Müfit Bey olsu n , öve öve yere koy­ muyorlar. Hatta Paşa Hazretlerinin masasında bile adı geçti. Biri o ol masa, yazman bulamazd ı m , diyor. Biri ondan da önemlisi, ekmek derdindeki milletvekilleriyle bo­ ğuşmak zorunda kal ırd ı m . Paşa, her kezinde gü­ lümseyerek dinliyor yaptıkları n ı . En beğendiği yanı da, bir şeyin yokl uğundan söz edildiği zama n , bulurum falan de­ memesi. Çıkıp gittikten sonra, arananla dönüp gelmesi . Başı nı salladı anas ı . - Bilmez misin yeğenini . . . H e r zaman öyledir. Bişeyi kafasına kodu mu, öldür Allah, sonunu getirir. Ama kar, ama zarar. Sonunu almad ıkça ard ı n ı b ı rakmaz gayrı . Ba­ bası Rahmetli , çekiştiğimiz zamanlar; "Dırlanıp durma han ı m , sana bir oğul bırakıyorum ki , tatar inadıyla ya ölür; ya olur. Sarma bana," derdi. 38


Abla kardeşin söyleşiyi sardırıp gitmelerinden güç­ lenen Mesadet Hanım, söze gi rdi - Sabahtan beri ablamla biz de bunları konuşuyoruz Bey . - Herkes onu k onuşuyor bu günlerde. Geçen gün, yeni gelen milletvekillerinden biri ev aradığını söyledı Şükrü Beyin yan ı nda. (") Şükrü Bey hemen, durma, Feh m i ye başvur, dedi Ardından Celal Bey, (*) bir ya­ san ı n gerekçesini arad ığ ı n ı , söyler söylemez, yine Fehmi'yi bul, deyince, ev araya n ; "Bire Şükrü Bey, hacet çeşmesi mi bu?" Diye sormaz m ı ? Hani gerçekten de hak­ l ıydı adam. Fehmi'yi hacet çeşmesine döndürdüler. - Neyse ki, burdaki durum geçici , -<!edi Mesadet hanım. Hasip: - Hiç de öyleye benzemiyor. Tam tersine, ge­ nişledikçe artıyor gelen giden Meclis egemenliğini ve gü­ cünü isbatlad ıkça da artacak. - Desenize oğlum büsbütün baş alamayacak iş­ lerden, ---{] i ye kuşkulu sordu anası . Hasip, abias ı n ı n eğil ivere n yüzüne baktı bir süre Sonra göbeğini zıplatarak güldü. - Analar, oğlumuzun işleri daha da gelişiyor diye s�ı­ vinir. Bizimki kaygılanmaya başlad ı . - i yi ama bizim oğlan, d a h a pek küçük Fehmi'm - Ü stelik başını bağlamadı k daha, -<liye söze girdi. Mesadet Han ı m . -öğleden beri kafamızı yoruyoruz: .

,

'

...

.

.

. ..

( ' ) Şükrü Saraçoğlu; Milletvekili, Bakan, Başbakan. (') Celal Bayar; Milletvekili, Bakan, Başbakan, Cumhu rbaşka nı .

39


Bir an önce bir çaresine bakmak gerekli bu işin. Ya ba­ ş ı n ı alır gider işleri n arkas ı ndan. Ya d a altı n ı kuşağ ı n a soktuğunleyi n, akara kokara bulaş ı r. Biz ö n c e dav­ ra nmalıyız bana sorarsanız. Hasip kaşları n ı çattı. Kaç zamandı r düşünmesi gereken bir konuda uya­ rılman ı n soğukluğuyla baktı karısına. Sonra, d udakları n ı ablak yüzünde bıçaklaştı ran b i r gevşemeyle konuştu . - Baş tutarsız mı koduk yeğenimizi? Sürekli gö­ zümüz üstü nde değ i l m i ? - A n a yarısı dayı l ı ğ ı n ı ileri b i l e götürd ü n kardeşim . B e n senden hoşnudum. U m arı m yüce Tan rım da hoşnud kal ır bir iyice. Yetimliğini sezdirmedin oğluma. E n küçük bir sı kıntısı olsa, dağ gibi dayım var beni m , diye kası l ı r. Bu güvence bulun maz bir olanaktır. Her bişeyi tam za­ manmda düşüneceğinden de kuşkumuz yok, kaygılanma. Hani bizimki, ana, yenge i kircimi. . . - Hiç dertlenmeyin . H e r şeyin bi zamanı vard ı r. V e d e zaman ı geldiğinde, b i z çözümleriz h e r b i r işi... Mesadet, kocası n ı n kararl ı kararlı bakışı ndan bir şey­ ler sezinledi. Onları n kafası n ı yoran bulmacayı o, çöz­ müştü anlaşılan. Ac,eleyle atıldı. - Bizden gizli mi gelini miz? - Neden gizli olsun ? - Açıklamak sakı ncal ı m ı ? -Dedi bu kez ablası. Kardeşinin herşeyi çözümlediğinden güvenli, heyecanlan ı ­ vermişti . -Bize demiyecek misin? Hasip, iki kad ı n ı n heyecanla kızaran yanakları na tit­ reşen burunları na baktı bir an. Sonra, hazırlanmış sofraya yöneldi. 40


- Hele bir karn ı m ı z ı doyural ı m da . . . -Sonra bakı ndı . - Kız nerde? Ferhu nde koşup haberiedi Saadet'i . Sessiz. salt kaşı kları n ı n , çalallar ı n ı n tabaklarda ç ı ­ kartt ı ğ ı c ı z ı rt ı y ı dinleyerek yemeklerini bitirdiler. Saadet , D ilieza' n ı n pişirdiği kahveleri eliyle sundu . Sonra, i y i ge­ ' celer d ı leyerek, şiş gözlerle, Nerime Hanım'ın önerisi olan Çalıkuşu'nun başına çörekienmek amacıyla, odasır.ıa ka­ pand ı . Hasip, sigaras ı n ı n külü n ü silkeledi. Dalgı n dalg ı n kı­ zının ardı ndan baktı. i ki kadın, soruları nın yanıtsız ka­ lacağı ndan iyice güvenli, kahvelerine yumul muşlardı Hasip, tam u n ulmaya haz ı rlandıkları bir anda, sanki b ı ­ raktığı yerde sürdürüyormuşcasına konuşmaya başlad ı . . - Eniştem pek küçük b ı raktı Fehmi yi Doğru . . . Ama, pek büyük yüklerin altı nda b ı raktı gitti . Rahrrıetlinin ölü­ m ü nden bu yana, elimden geleni yaptım ben. Ne var ki, mayası sağlam oğla n ı n . G ı k demedi onca borca ... Madem babamdır, satıp savıp ödeyelim, yetmezse, bir ömür verdi bize, o ömrü yoluna koyal ı m , dedi. Evladın hasl ığını gös­ terir bu davranış. Baharatçızadeler ve Çokzadelere layık olduğunu kan ıtlar. Sonra, zaman zaman dikilse de, eğitt­ tiği m her şeyi yapmaya uğraştı. Delikanlı ! . . . Elbette bir an önce borç altından sıyrı l ı p , kendi yaşamını kurmak is­ teyecek. Kızılmaz aykırıkları na. Kızm ad ı m ben de . . . Kız­ mad ı m ve de desteğimi hiç eksik etmedim ardı ndan. Mec­ lis açıl ı p Hükümet kurulduktan sonra, Ankara yeni Hükümetin merkezi oldu. Bu gelişme, genişleme demektir. Ayn ı zamanda, iş bilen adamın da geleceğini pariatması demektir. Biz, nice işe dalsak, siyasete bulandığımız için, -

'

41

.

.


bir yan ı m ı z noksan kalacak. Fehmi daha genç. Ü stelik, ken d i n i kısa zamanda sevd i rd i . Şimdi Ankara'da geçerli olan para değil. Yokluktan ... Gençlik ve sevgi . . . Bunların bir adamda toplanması, geleceği n i n seher y ı l ı d ı z ı gibi par­ laması demek. Benim güvenim tam yeğenime. B u nca olu m l u işi hiç bir zaman olumsuza çevi rmez. Kendi elimde doğmuş, kendi eli mde yetişmiş bir yiğit var ortahkta. Et t ı r­ nak gibiyiz. Ana baba bir, can ciğer abiam ı n oğlu . Saadet büyüdü . . . -Durakladı. . . Karısının, abiasın ı n yüzüne bakt ı . Biri yutku nup kararmış, öteki i s e tersine ay g i b i g ü ­ lümsemişti . Karısın ı n p e k gönüllü olmadığın ı sezinledi hemen. Kesmeden sürd ü rdü. -Ta m bir hanımefendi ol­ ması için gereken her şeyi verdim o'na ... Verdik ... Şöyle bir a klım ı kurcalıyorum . Nice bir damat isteri m kızıma? Görg ü l ü , namus lu, yuvasına bağlı ve tuttuğunu koparan biri he mi? Yine bir düşünüyorum akran olacak yiğitleri. Ve Fehmi'den iyisi n ı göremiyorum. Kendi kendime diyorum ki , yakışığı budur. Ve biliyorum ki böylelikle eti tırnaktan ayı rmam ış oluruz. N e var ki, siz anasısınız. Her ikinizin görüşü gözümde kutsaldır. Biz eşraf aileyiz. Ve eşrafta, söz aileyi sürdüreni ndir. Yani bu durumda, ben yetkiliyim karar vermeye. Ama, biz yeni bir girişimde bulunduk. Paşa, sabah akşam, i stediğimizi kendi yaşamımızda da uygulamalıyız, diyor. Bir savaş veriyoruz. Ayı rı msız. Bizim çektiğimizi siz de çekiyorsunuz. O yüzden konuşturun analık hakkı n ı . Bir yadsıman ı z varsa, çekinmeyin . Tartışır, en olumlu kararı buluruz. Yoksa, dediğim gibi, ben, oğ­ luma, kızı mdan iyisi ni bulamad ı m . Kızıma da oğlumdan iyisin i . .. Kahvesin i çalkaladı. 42


S i g a r as ı n d a n deri n bir nefes çekip, telve s i n i yumaşattı , lincanı baş ı n a dıkt i Ferhunde, tepsiyi kapı p fincanları alarak çıktı . O, ka­ p ı y ı çeker çekmez, suskun u n ağ ı rl ığ ı üçünün de başları n ı yere eğd i rdi . Mesadet H a n ı m , daha Saadet'i n sözü geçer geçmez durumu kavramıştı. Hasip'in kaç zamandır kızını uzun uzun süzüşlerine, durmaksızın Fehmi'yi öğüşlerine bir anlam veremiyordu. Şimdi dank etmişti . i lkin, "Kömürcü, el mas'tan anlar mı?" diye düşündü. Sonra giderek, bir ta­ radı yöresin i . Baharatçızadeler, Ankara'nın en zengin eş­ rafları idiler. Altınların ı tutacak, güçlerini kıracak yoktu. Ü stelik eşraf çocuklarının her biri , ötekiyle yarışan birer mirasyedi . . . babası har vurup harman savurmasa, Fehmi de ötekilerden kal ı r değildi. Değildi ya, şimdi yatmış yüz­ lerce borcun altı na, peyni r satıp üstesinden gelmeye ça­ l ı ş ı yordu. B u rdan ötesinde, düşünceleri , olumlu yanları görmeye başladı. "Babas ı n ı n borcu n u , hem de söz borcunu sırt­ l ayan adam, dayı kızına bağlılığını daha bir sağlam sür­ dürür. Ö nemli olan Saadet'i min mutluluğu değil mi? Kime Fehmi'den daha çok çıkışabilir, gerekirse, kimi daha çok korkutabiliriz? Ö yleyse, yakışığı budur. Baharalçızade Hasip, bir kıvılcım görmese tabanca tutsalar böyle bir ka­ rara varmaz. Elbet bir bildiği vard ı r. Ve bu bildiği , kızım için yararlıdır." Beğeniyle başını kaldırdı. Görümcesi, başı yerde, yen­ gesi nin konuşmas ı n ı bekliyord u . Birden atı l ı p olumlu ya da olumsuz yönden etkilemanin kendi zararı na olacağını sezmiş . . . Suskusuyla, karı kocaya vermişti sırasın ı . .

43


Mesadet Han ı m , gülümsed i . - S e n h e r zamarı en iyıyı düşü n ü rsün bey. Madem dengı budur diyorsun , bize sevinmek düşer. Ü stelik, ab­ lama daha bir yakı n olman ı n mutluğunu palaş ı rı z . Fehmi ben i m oğlumsa, Saadet de onun kız ı . Tüm e m eği m iz eli­ mizde kal m ı ş olur. Bizim ikirciklenmemiz de buydu zaten . Oğlana tak ı l a n , k ı z ı isteyen çı kar, diyorduk. F e h m i ' n i n anas ı n ı n yüzü giderek açı lmışt ı . Hasip ab­ lası n ı rı pek sevi ndiği ni g örünce gülüşünü daha bir yayd ı - Benden oğlan almak da, kız koparmak da o denli kolay deği l , deği l mi h a n ı m . Madem siz de kat ı lı yo rs unuz . Gelecek h a ft a da düğünü yapar, bitiririz bu i ş i . Böyle birden olup bitivermesi ü rküttü ka dı n lar ı . Önce abiası atı ldı. - Bunca acelenin ne gereği var? Hele bir derlenip ha­ z ı rlanal ı m . -- Haz ı rl ı ksız mısınız? - Haz ı rl ı ksız değiliz. Tanrıma şükür, elimizden geldiğinice hazı rladık kı z ı mı z ı n gereklerini. Ama, savaş artığı bir kentte bulunuyoruz. Aradığımız pek çok şeyi de bu­ lamıyoruz. Böyle acele etmemizde de bir gerek yok . - Hele hele, - dedi Hasip. Abiası gülüyordu Saadet gibi bir kız ele geçireceğim, delikanlı olarak da, durdurtabileceksiniz öyle mi? Aklına yanarım öyle ava­ nağ ı n ben . Ve de avucunu yalatırım kız diye. Siz ne di­ yorsunuz hatunlar? Biz burda çingene davulu çalmıyoruz. F eh mi nin her arananı a n ı nda bulduğunu belirtiyoruz. Gü­ ve n i n iz yoksa, kendiniz sı narsınız. Ve de gerekli olanı hemen istersiniz. Bu lmazsa, işte biz burdayız. Karar verilmişti . ,

,

'

44

.


Ve kararı Ferhunde, kapının dibinde durarak diniemişii bir g üzelce. Dilieza görüverse, ya oklavayla, ya maşayla kemiklerini sızlatırd ı . Ama, bulaşığa daldığı içi n , se­ zinlememişti. Zaten o da suskudan kuşkulanıp dikilmişti kapının dibine. Hemen seyırtti üst kata. Şırak, diye açtı Saadet'in kapısı n ı . .. - Uyumuyersun değil mi kız, -diye sordu, onu ya­ tağına uzanmış görünce. Son ra kitaba kapaklandığını ayı­ rı nca, gülümsedi, -Sen dertlen , öğretmen Feride'nin kara sevdasıyla. yakı nda kanatlan ı p uçuyorsun. Saadet, bıçak gibi doğruidu. Anlamsız anlamsız baktı Ferhu nde'nin yüzüne. Gözleri kitaba kaydı birden . Sonra, söyleneni kavramışeasma ye­ niden çevirdi yüzünü - Neler z ı rval ıyorsun ? - Zırvalad ı ğ ı m falan yok kız 1 Kulaklarımla duydum. Seni konuşuyorlard ı . Bir de . . Her zaman en tatl ı yerinde keserdi söyleyeceğini. Sa­ adet atıldı . - Konuşurlar konuşurıar, anam, babam, halarn değiller m i ? - B ir d e , -diye üsteledi Ferhunde . . . -Bir d e. . . - Ne bir de'si b e d e l i . . . Söylesene. - Hah ! . . Feride Hanı m ı n gazeteden koparılmış serüvenlerinden baş aldın demek. - Uzatma hadi . Söyle neymiş gevelediğin? - Fehmi ağabeyden konuşuluyordu. i çinin gıcıkland ı ğ ı n ı sezinledi Saadet. Adı n ı Feh­ mi'ninkiyle yan yana görmekten öteydi bu. Art ı k zaman ı n .•

45


geldiğine. ailesinin de inand ı ğ ı n ı n k an ı tları n ı sunuyordu Ferhunde. Fehmi, ayrıca düşünülürdü. Şimdi önemli olan bu iki ad ı n yan yana gel mesindeki nedenleri öğre nmek. Anas ı n ı n her zaman yinelediği bir sözü var. . . "Kimse yü­ züne baktığ ı nda, ne düşündüğünü anlamamal ı . " Ö ylesine yeretm işti ki bu söz, yüzünde ikinci bir deri gibi mas­ keleşmiş d u ygusuzl u k Bir gözelerinin parı ltıları nda belirip yitiyor duygu lar. Ve Ferh u nde, b i ı l i kte büyümüş olman ı n yak ı n l ığ ıyla kan ı n ı n birden kaynadığ ı n ı kulakları n ı n ar­ d ı nda beliren ı l ı k bir dolaş ı m ı n kızarı kl ı ğ ı n ı tüm yüzü ne yaymaya başlad ı ğ ı n ı gö;d ü . Daha çok uzatm ı-yacağı n ı bi­ liyordu. Döküld ü ; - Babam, d e d i k i an nemle h a l a m a , Fehmi'den iyisini Saadet'e, Saadet'ten iyisini Fehmi'ye bulamayız. Daha bir­ çok söylev çekti arna, ben • m akl ı mda kalan bu old u . Se­ vindim k ı z i . . Fehmi ağabeyim , iyi çocuktu r. - Fehmi ağebeyin kötü olduğunu söyleyen mi var şimdi? - Yok . . . Ben iyi olduğunu söylüyorum. - i yi, iyi. . . Ferhu nde, Dil ieza'nın sesiyle z ı plad ı . Onu çağı­ rıyordu. Merdivenleri koşarak inip m utfakta, tabakları sil· meye başlad ı . Saadet, kendisiyle kal ı nca, düşüneeye daldı . "Fehmi ağabey," diye geçirdi ilki n . Sonra düzeltti . "Artı k Fehmi, oluyor. Kendime hiç uzak saymad ı m şim­ diye. Hep yakı n ı m , yanı mdayd ı . Ağabeyim gibi. Alışmak güç olacak. Ama, ben başka bir erkek düşünmedim ki. . . Her zaman düşüncelerimi bıçak gibi kesse bile, erkek ola­ rak bir onu tanıyorum . Kupan ı n penceresi nden , bağa, me.

.

,

46


s i reye giderken gördüklerim de var. Var ya, erkek soluğu denildiğinde duyduğum onunki. Evin i nsanı olmanın alış­ kan l ı ğ ı yla, yanıma sokulabilen. Günlerdir görmüyorum. Ama, bu deli kız birden kanımı başıma çıkardı. Babam de­ diyse olur bu iş. Zaten, yabandan iyi bana kalırsa. Feride bile, çok yakın bir akrabasını, ağabey dediği biri n i sev­ miyar mu? Bizim yazgımız bu. Ne var ki , karasevdalı bir anı dilerdim belleğimde. Olmadıysa, Fehmi ağabey'i n . . . Fehmi'nin şansı b u . . . Ö yle ansızdan gelip söyledi k i . . . Dü­ şüncelerimi toplarnam bile olanaksız. Deli bu kız. Zırdeli. Ve halayık öykülerindaki gibi, görürsünüz kaçar gider bir g ü n ... Ya bakkal çırağına vurulur. Ya sokaktan geçen yo­ ğ u rtçu n u n biri ne. Ve öyle, mutfak elbisesi, takunya ile ar­ dına düşüp gider. Ama n : . Bana ne şimdi başkalarından. Fehmi ağabeyi. . . Fehmi'yi dü?ünmeliyim değil mi? Dü­ şünemiyoru m . Her düşünmek isteyişimde, ya bir ağaç ge­ liyor aklıma. Ya da evi n öteki i n sanları ndan, parçalarından biri . Ç ünkü o da bu evden, bizden ayrılmaz bir bütün. Daha iyi değil mi? Hiç ayrılm amış oluyoruz böylece . . . Ya­ kışıklı mıydı F ehmi Ağabey . . . Bilmem ki ? Yakışıklılığın öl­ çüsü, herkese göre değişirmiş. Madamoiselle Nora, Notr Dam de Paris diye bir romandan söz etmişti. Hügo'nunmuş. Orada bir kontes, deliler gibi kilisenin kam­ bur zangocunu seviyormuş. Ya da kambur zangoç, kon­ lesi. .. Demek ki , onun içi n de yakışıkl ılık kamburlukla bir­ leşiyor. Gönül kimi severse. güzel odur, demezler mi? Derler... Öyleyse evlenirsak gerçekten Fehmi ağabey de yakışıklıdır. " Kıkırdad ı kendi kendine . . . "Daha ben, ağabeyi silip atamıyo ru m . Kendimi alıştırmam güç olacak anlaşılan. .

47


Ama al ıştı rmak zorundayı m . Alıştıracağım da . . . " Yüzü ka­ rard ı birden, "Ya doğru değilse . . . Ferhunde beni al­ datıyorsa ... Yok can ı m . Mümkün değil . Ö nce, böylesi bir yala n ı kıvırmaya aklı ermez. Sonra, elimden çekeceği ol­ du ğ u n u bilir. Hem b u konularda hiç bir genç kız, ötekin i al­ dalmaz. Belli sezgileri olabilir. Sezgilerini söyler. Ama, bu duyduğunu söyl edi ğin e göre. Mutlaka babamlar, aşağıda bu geldiğini sorun u konuşuyorlar. Yoksa hala m temelli gel diğn i b eli rley ip ge ld i ği kapağı bize niye atsın? mutlaka bir bild i ğ i vardı . Bildiği olduğu için de, bize birşey be­ lirtmeden, yerleş i ve rdi Yamandır halam. Ba­ haratçız adele ri n tümü yam a r d ı r. Ama, ben anneme çek­ miş olmal ıyım. Hiç birşey sezinlemedim d oğru s u. Fehmi ağabeyin, yok yere ikide bir bize g e lişl eri m i .. Halamı n se­ ve ce n sevecen süzüşlerim . . Yoksa onların aklında m ı ydı bu- sanmam ... Hiç öylesi davranışını ayırmad ı m Fehmi ağabeyin. On, ya da be ş yı l önce nasılsa yine aynıyd ı . H e p ağabey kardeş kald ık b i z. Y a hep öyle kal ırsak? Ola­ maz . . . Karı kocal ık pe k çok şeyi değiştirir mutlaka. Annem de babamın yakın akrabası sayılır. Eskiden o da ağabey dermiş babama. . . Neler unutuluyor yıllar geçince. Alış­ makla güçlük çekti m, d emişti bir kezinde. Ben de güçlük çekiyorum. D ü ş ü n ce l e rimda bile hep adıyla, ağabeylik yanyana gelip sözcükleşiyor." Kendini zorladı . Yeniden Çalıkuşu'nun, Nerime hanı mca gazeteden ke­ silmiş telrikalarına vermek istedi . Mümkün deği l . . . Akl ı na gelip gelip, Fehmi takılıyor. Kendini alıştırmadan, d ü­ ş ü n celerin d e evirip çevirmeden. pat diye olup bitiverecekti demek her şey... işte, haberi olmuştu. Kimbilir o'na, ne zaman söyleyecekler O zamana değin, al ıştı rs ı n kendini. .

.

.

.•

48


G iderek bir yalışma n ı n soğukluğu na bürünüyor. Annesinin dediğini şimdiden uygulayabilir. Yüzündeki pençe pençe allık yittı . Kulakları zonklamıyor artık. Ra­ hatladı . Kendini bir yabancıymış gibi eleştirebilir şimdi. Böylelikle olayları daha iyi izler. Davranışları n ı daha iyi karşılaştı r ı r . B u konuda ustalaştığı ndan güvenl i . Yüzüne gülü mser bir m aske taktı mı, içinden yanardağ fışkırsa, çevresi sezinleyemez. Sezinleyemeyince de, içtenliğine inan ı rlar. Ö yleyse, durum kesinleşince, kendi içinde yalıştırdığı heyeca n ı n ı hiç kimse görememeli Merdivende ayak sesleri vard ı . Di nledi Saadet. An­ nesi ninkine benziyor. Annesi , hemen anlar heyecan ı n ı . Daha t a m y atışm ı ş sayıl maz Eğer, uyumadığını görürse, durumu anlatmaya kalkışır. Ağz ı n ı aramaya, fikirini öğ­ renmeye çabalar en azından. Ve bilmeden kendi kendini bu işin oluruna inandırdığı n ı seziverir. Sezince de tadı çık­ maz. Görm eli. Büyükleri n , bu konuda nice kıv­ ranacakları n ı , n ice dallan ıp budaklandı racakları n ı . . . Gör­ mali ve eğlenmeli bir iyice. Hemen lambas ı n ı kıstı Alacakaranlıkta, kendini soyunmadan yorganı n altı na attı . Mesadet han ı m , ayakları n ı n ucuna basarak kapasının önünde durdu. Sessizce açtı. Kızı n ı n derin derin ne­ feslenerek uyuduğunu görünce, kapıyı çekip kendi oda­ larına yürüdü. Hemen kalktı Saadet. Soyundu. Geceliğini giyerken, belirmeye başlamış çiz­ gileri üstünde gezdirdi ellerini. Evlenme adayı olduğuna kesinkes inanarak, yatağa girdi yeniden. U yu­ yamayacağı n ı bile bile, gözlerini bir iyice kapadı . .. .

.

.

49


Bakl:aldan Çokzade Fehmi Efendi, tl.ccardan Çokzade Fehmi Bey oluyor

DÖRT Recep Bey, yanı ndaki Şakir ve Hasip Beylerle birlikte dükkandan içeri girdi. Fehmi, elleri göbeğinin üstünde, hafif kamburlaşarak karş ıladı gelenleri . Dük-ka n ı n bir kö­ şesi nde tahta bir masa, iki eski koltuk, bir de kasa vardı artık. Derilamesi ne açılan ve evin tüm badrumunu ma- � ğazalaştı ran bir biçime dönüşmüştü, küçük bakkal dükkanı . Ayrıca bahçede depo yapılmış, peynir tenekelerinin yan ına, tel çivi kutuları , çimento torbaları n ı n yan ına, pirinç çuvalları dizelenmişti . Fehmi'nin dükkanı tam bir pazar gibiydi. 50


Konuklar, düzenlemeye bakmaksızın masan ı n çev­ resine otu rdular. Fehm i , kay natasıyla, Şakir Beyi beri yana, Recep Beyi ise kıtık mi nderli koltuğa oturtt u . Hemen hammal ı koşturarak, kahveleri yetişti rtt i . Recep Bey, kendiliğinden açtı konuşmay ı . - B i z e ç o k h izmet ettin Fehmi Efendi oğlum. B i z de b u hizmetlerin karş ı l ı ğ ı n ı ödemek zamanının geldiğine karar verdik. Gerçi bir ara merkez Konya'ya taşı nacaktı. Yola çıkanlar bile olmuştu . Ama, sonuçta en iyi yerin An­ kara olduğu kararlaştırıldı. Çünkü, çevramizi alan baş­ kal d ı rı dalgası bitti . Şu anda, Yunan denize dökülmek üzere. Ü ç y ı l , göz açıp kapayı ncaya kadar geçti. Paşa, burd a yerleşmeye kararl ı görünür. Paşa'nın burda yer­ leşmesi demek, Ankara'nın bundan sonrası için de bir büyük kent haline gelmesi demektir. Biliyorsun, Ruslara elçilik binas ı n ı n bulun ması nda sen de koşturdun. Şimdi Fransızlar gelecek. Sonra başkaları . .. i şte şimdiye değin koşturman ı n sonuçları da beliriyor. Ankara, kent olacak Fehmi Efendi oğlum. Hem de büyük bir kent. Aniadın m ı ? F e h m i , durmaksızın kahvesini çe kiştirenlere ba­ kıyordu. Gerçekte hiç bir şey anlamamıştı. Anka-ra'n ı n kent olması elbet sevi ndiriciyd i . A l ı ş veriş çoğalacak. Fehmi daha geniş işler yapacaktı. Ama, Recep Bey'in üs­ telemesine gerek yoktu ki . . . Fehmi, olayları izliyor. Da­ yısı ndan edindiği bilgilere göre, bakkall ığın yan ına ye­ niden yapı gereçleri ticareti ni de ekliyordu. Başı n ı sallad ı . - Anlad ı m Efendim. Anlad ı m ya, benim ya­ pabileceğimi pek kavrayamadı m . Deminden beri sırılarak konuşmayı izleyen Şakir Bey, sesli sesli güldü : 51


- Recep Beyefendi, sana bir babalık yapmak ıstiyor oğlum . Paşa'n ı n Ankara'da yerleşmesi kentimizin devlet merkezi olması anlamındad ı r. Öyle olanda, bunun ar­ dından ne gelir? Ne geleceğini de beyefendi buyurdular az ö n ce .... Elçilikler gelir oğlum Fehmi. -Yutkundu. Bir an topariadı sözcükleri . -Sen hiç i stanbul'a gitlin m i ? - Gitmedim bey emmi. . . - Öyleyse bilemezsin . Dayın gitti . . . O aniatsı n sa-na akşam . Şimdi de benden dinle . . . Elçilikler demek, saray örneği yapılar demektir. Her devlet kendini görkemli gös­ termek diler. Bu yüzden de kocaman kocaman yapılar diker. Eh, saray örneği yapı dediğin de bizim kerpiçle olmaz ki. . . Tuğla ister. Kum, kireç, çimento, demir ister. Kerestesi, bilmem nesi ister... Bunlar için de para ister, di­ yeceksin. Devletler gösteriş için zengindir Fehmi. .. Zengin olanda, para kolay verilir. Yeter ki, sen adama yok de­ miyesin. Şimdi kavradı n mı yapabileceğini? Fehmi , küçük gözlerinin tüm parıliısıyla yutkunuyordu. Böyle bir olanak tan ınması olağanüstü bir şeydi. Yalnız, böylesi ne geniş bir gereç deposu için parayı nerden bu­ lacaktı. Tüm sorun buraya gelip çakıl ı nca, yutkunması daha da artt ı . Ne var ki , dayısı Fehmi'nin aklından geçenleri anlamış gibi tamamladı Şakir beyin dediklerini. - Biz sana gelmeden Osmanlı Bankası Müdürü Mösyö Sertran ile görüştOk. Yard ı m edeceğini söyledi. Artı k işlemler konusunda kendin anlaşırsın. Hem zaten ben de, Şakir emmim de sana kefil olacağımızı bildirdik. Fehmi el öpmeyi sıralad ı . 52


Recep Bey kalktı. Kınacızade de ardından . Fehmi, da­ yısıyla başbaşa kalınca, deminden beri akl ı nı kurcalayan soruyu yöneltti . - Neden bu işi bana yaptırıyorsunuz dayı? - Ya da neden Şakir emmim yapmıyor? Diyeceklin değil mi? Anlatay ı m . . . Bu öyle bir koşturmaca ister ki Fehmi, altından kalkması güç olur. Elin giivuruna, şunu şu gün vereceğim, dersin . O gün vermedin mi bir biner ki te­ pene, alıcı kuş örneği canın burnu ndan gelir. Her bir şeyin g ü n ü nde tamam ol ması kolay mı? Bizim esnafı bilirsin . i şini bırakır, ünlü bir hoca a d ı duysa, camiye kapaklanır. B u n ların ardına düşmek, tümüyle uğraşmak, bizim gibi adamlardan geçmiş. Sen gençsin . Yırtıcısın . Recep Bey ve öteki efendiler, ilk günlerin hizmetini sana ödemek is­ tiyorlar. Recep Bey, kendisi önerdi Mösyö Sertran'la ko­ nuşmay ı . - Senin yüzünü kara çıkarmam Dayı. Kaygılanma. - Hiç kaygılanmıyorum . Ama işinin güç olduğunu da unutma. Bu n u n ardında ya çok para kazanmak var ya da iflAs . . . Biz eski tüccarız. Daha doğrusu, böyle büyük işlere alışmamış, büyük esnaflarız. Başımız döner kendi gü­ cümüzden çok yükün altına g i rdik mi? Oysa senin genç­ liğin, ataklığın, iflası bir çırpıda sindirir. Ben elimde va­ rolan bütün parayı vereceği m sana. Osmanlı Bankasından da al. . . Varg it, i stanbul, Eskişehir ... Nice ala­ bilirsen al, gel . . . Korkma . . . Tüm öteki nalburiyelerde, taş çatiasa doğru dürüst bir ev yapılacak gereç güç bulunur. Yani, sen haberlisin. Belki onlar da haberli olsalar, kırıp sarabilirler. Ama, olmadıkianna göre, senden başka satıcı yok demektir. 53


Fehmi ses çı karmadan sayg ıyla dinledi. Sonra baş ı n ı dikerek; - Day ı , --ded i . -Ben Taşhan'a yak ı n bir yerden bir mağaza tutsam olur mu? Hasip, sırtını okşadı Fehmi'nin. Yüzünde beğeni gülümsamesi yayvanlaştı bir iyice. - Biz yadsırs ı n san ı yorduk. Kendi korkumuzmuş meğer. O yüzden üçümüz bir gelip baskı yapmayı kur­ muştuk. Aferin sana oğl u m . Ticaret dediğin bir kumard ı r. Her kumarda olduğu gibi , bu nda iyi oynayan değil, iyi mano tutan kazan ı r. Sen de kumarı n içine öyle dalıyorsun. Ama, manoculuğu u n utma. Bu sana vereceği m son öğüt­ tür. Çünkü başarı rsan, ben senden öğüt alacağ ı m . - Her zaman öğütlerine yapışacağı m dayıc ı ğ ı m . Öyle şey mi olur? Biz daha dünkü çocuğuz. Siz yılların büyük tüccar ı . - Peki peki . . . Akşam bize gelin de, bu başlangıcı bir kutlayal ı m . - Hay hay . . . Haydarpaşa'da trenden, Köprü'de vapurdan inince çevresine bakı ndı . i stanbul'u, dört bir yan ı n ı çevreleyen denizi, Boğaz'ı ilk görmenin şaşkı nlığıyla tüm ayrıntıları belleğine kazıdı . Ankara tüccarı ndan Çokzade Fehmi Bey, adına çıkartılmış geçiş belgeleri, i ngilizler tarafından, daha Gebze istasyonunda onaylanmıştı . Ticaret özgürlüğü ala­ bildiğine genişti . Ne Haydarpaşa'da, ne Köprü'de bir şey sormuşlardı . 54


Fehmi Yenıcami yönünden yü rüyerek, önüne i l k ge­ lene sorusu n u yap ı şt ı rd ı . - Hemşeri m , Perşembe pazarı'na nerden gidilir? Adam birşeyler m ı rıldand ı . Fehmi'nin anlama-d ı ğ ı n ı görünce, omuzları n ı silkeleyip yürüdü. "Kravatl ı , fötrlüdür diye efendiden sayd ı k , bir soru sorduk. Beğenmedi bizi , diye geçiriyordu ki içinden birini daha durdurdu. Daha sorusunu bitirmemişti , bu kez yanıt ald ı . - Yanlış geliyors u n delikanlı. Tam geriye dön. Şu ku­ leye doğru yürü . -Durdu adam. - Okuman yazman var mı? - Az biraz . . . - i yi öyl eyse . . . Doyçe B a n k yazısını sağ omuzunda görüneeye git. Orda durup, sola tam çarket. Karşına gelen sokaklar, Perşembe pazarı'dır . - Sağol hemşerim Hemen geri döndü. Köprüye çıktı. Galata alanının yer yer atl ıtramvay raylarıyla kesilmiş bölümünü geçerek, dar sağ kaldırırnda ilerledi. Yüzü mer­ mer kap l ı , yüksek, taş bir binanın gölgesinde durdu. Sağ o muzbaşına baktığında, adamın dediği bankanın adını okudu. Hemen sola dönüp tam karşıya geçti. Alman postanesin i solunda bırakarak, daldı sokaklara. Sorup durmak istem iyordu burda. Ankara dükkaniarı na ta­ bela merakı n ı n nerden geldiğini anladı bir iyice. i s­ tanbul'da her dükkanın bir tabelası vardı. Bakına bakına bir iki sokak geçti . Unkapa n ı'n a uzanan caddeye çıkarken, köşede aradığı nı buldu. K ı rm ızı üstünde beyaz harflerle Hacı Nuri, Demir Ticarethanesi, yazısını okuyunca kendini "

..

...

55


kutlad ı . Eski bir tan ı d ı k gibi d ü kkandan içeri g i rd i . H i ç du­ raksamasız, küçük masan ı n başı nda kasaya s ı rt ı n ı da­ yayarak oturan, kı sa kesilmiş sakallı adama yürüdü . - Hacı emmi ! B e n sizin eski m üşterilerin izden Çok­ zade Feh m i . . . diye tan ıttı kendisin i . Hacı Nuri b i r süre yüzüne baktı . i nan maz inan maz baş ı n ı sallad ı . - Pek de gençmişsin . . . - E h , yaşlanmaya punt bulamad ı k daha . . . - Hayr ola seni hangi yel attı i stanbul a .. . - i ş Hacı emm i . . . i ş yeli . . . - Ya Pek sevi ndim . . Feh m i , cebi nden küçük b i r defter çıkard ı . Sayfaları n ı karıştırd ı bir süre . . . Sonra bulduğu rakam ı okuyarmuş gibi: '

,

'

. . .

- i ki yüz on iki buçuk kuruş -<:ledi. - Bak bakalı m defteri ne H a c ı e m m i . . S a n a borcum olacakt ı . Hacı , yarı şaşkı n , yarı sevinçli kaş ı n ı n birini kald ı rd ı . - Hey g i d i Fehmi Efendi oğlum. Bu zamanda, borcun alacağ ı n sözü mü olur? Biz onu sileli yılları geçti . - Olur mu emmi. Ticarette borç borçtur, alacak ala­ cak. - i yi ya bu savaş yıllarında senin gibi borçluyu nerden bulal ım? - Buldunuz ya işte. Geldim ya!.. - Sildik oğu l . Savaş öncesi alacakların çoğunu sildik. Madem bu kadar diyorsurı, sağol. Hemen ödedi borcunu. Hacı sevecen sevecen bakt ı . Bir kahve söyled i . . . Otu rdu F ehmi. . . Kahvelerini içtikten sonra sordu Hac ı ; .

56


- Ne var ne yok Ankara'da? - Angara savaşı bitirmeye bakıyor emmi. Bana sorarsan yakında da bitirir. Pek harab olmadı ama, yeni yeni inşaatlar başlad ı . - Şimdi anı msad ı m . Sen nalburiyeden vazgel-diğini yaz m ı ştı n. - Vazgelmiştim . Ama, yeniden başlıyacağ ı m . Eğer bana yard ı m ederseniz. - Yard ı m , nice? - Alacakları m var Hacı emmi. . . E n iyisini, en ucuzunu siz bilirsiniz. Doğru size geldim . Daha Osmanlı Bankasına varacağım . Çekim var. Paraya döndüreceğiim. - Yanına para almadığına iyi etmişsi n . Ne alacaksın? N iye alacaks ı n ? - Kredi m ols a, ç o k alacağım Hacı emmi Yok ! . . - Bunca zaman sonra borcunu ödemeye gelen adamın kredisi vard ı r. D e m i rden yana tasan olması n . Depom buyruğunda . . . - i nşaat demiri var m ı ? - Yıllardır satılmadan du ruyor. Yıkı ntı.dan yapıntıya olanak mı var ki hey oğul. Söyle istediğini. - Depoda ne kadar mal var? - Beş vagon kadar. . . - Gelecek gidecek v a r m ı emmi? - Ne gelecek var ne gidecek Kapattım. H acı Nuri, şaşkınlıkla doğruldu yerinden. Altına aldığı bacağını sallad ı . Tabakasını çıkarıp bir sigara sardı. F ehmi'ye uzattı bağışlama dileyerek. Fehmi, elini kalbinin üstüne bastırarak içmediğini beli rtti. .

.

-

57


- Sana iki b i n l i ra vereceği m e m m i . Kalan ı n ı da üç ay sonra yolları m . Osma n l ı B a n kası ı l e . Razı m ı s ı n ? Hacı N u ri , n e diyeceğ i n i bilemiyord u . Y ı l l ard ı r de­ posunda bekleyen malları satlığına mı sevi n si n ? Yoksa b u de libo z uk genci n , b e ş vagon demiri birden kapatmasına m ı şaşsı n ? Neyleyeceğini bil mezlerin anlams ızlığ ıyla baktı, uzun uzun. - Olur, -ded i . - Olur ya, çok değil mi? - Az emmi . . Az ya, dediği m gibi kredi m yok b u piya sa da - Bi beş vagon da bizim biraderde olacaktı. Hacı Sudi'de ... i stersen bir konuşay ı m . - Fiyatlarda bir değişiklik y o k d e ğ i l mi e m m i ? - Yok. Eskisi gibi. - Konuş. Senin gibiye razı gelirse, onları da alalı m . Sonra doğruldu . - Sen konuşuncaya ben de bankaya varıp geleyi m . Daha yard ı m isteyeceği m senden. - Buyur, buyur oğul . Başımla birlik . . . Çıktı mağazadan. Dört b i n liraya on vagon demir ka­ patm ı ştı . Başlangıç için yeter de artar bile bu. Şimdi s ı ra ötekilerde. Eğer demirde olduğu gibi çimentoyla, camda da Hacı Nuri'nin kefaletini sağlayabilirse, getirdiğinin on katı değerde malla dönebilirdi. Kald ı rı rnda bir iki adı m at­ tıktan sonra, kayg ıyla döndü. - Hacı emmi, bana Osmanlı Bankas ı n ı gösterir misin? Merkezini mi, i stanbul Şubesi ni mi? - Merkezini emmi. Neme gerek, ola ki parası bu­ lunmaya .

...

58


- Şu karşı sokağa g i r . Köşeyi d ö n ü n c e , Osm a n l ı Ban­ kas ı 'yla karş ı l aş ı rs ı n . H ac ı , " Define bulmuş olmalı b u oğlan ," şaşkı nlığıyla baş ı n ı sallarke n , o sokağa dalm ı ştı b ile . H acı Nuri'n i n yard ı mıyla akşama değin istedikleri nin tümünü a l d ı . Vagonları b i rer g ü n aray l a ve Esk i şeh i r ü stü n d e n , i zmir'de Fetosoğluna yol l ay ı n d i ye sıkılayıp, Beyoğlu'na ç ı kt ı . Daha doğrusu mal ald ı ğ ı tüccarlar çıkard ı lar. Tam u m utları n ı kesti kleri bir zamanda H ız ı r gibi yetişen bu al ı­ cıya !elekten bir gece çal d ı rmak istiyorlard ı . Fehmi, gör­ güsünü arttı racağ ı ndan kıvançl ı , düştü ardlarına. Pera caddesindeki gazinaları dolaşarak sabah, ettiler. Beyaz Rusların şark ı ları n ı . Yahudi kızları n ı n dansları n ı . Rum yasmaları n ı n cilveteri n i ayı ramadan sabah oldu. Herkes işinin baş ı n a dönerken, Fehmi yine satıcıların zorlaması üzeri ne Perapalas'ta uykuya dald ı . Uyan ır uyanmaz, Eskişehir'e dönmek için H ay­ darpaşa'ya geçti . Ankara'dan ad ı n ı duyduğu Tatar Seyfullah'ın kiremit tuğla imalathanesine u l aştı bir laytona binerek. Hemen pazarl ığa oturup tüm imalatına alıcı çıktı adamı n . An­ laştılar. Onu ard ı na takarak, i stanbul'dan mal çıkarmak için başvurduğu oyun u anlattı i stasyon müdürüne. Fe­ tosoğlu diye biri n i n bulunmad ı ğ ı n ı . i ngilizleri atiatmak için, konşimentoların bu ada kesileceğini. Ve ona gidecek tüm vagonları n hemen Ankara'ya gönderilmesini istedi. i stasyon müdürü ilkin direndi bir iki. Ama, faturalarla, Recep Beyin mektubunu görünce, oluru bastırd ı . Fehmi, aldığı malların kaç vagon tuttuğu n u bildi rdi adama, not al59


d ı lar. Görevli memu rların t ü m ü n e i leteceğini beli rtt i kten sonra, kiramit ve tuğla için de vagon sağlamas ı n ı is­ teyerek. An kara trenine bindi. Saadet ilk kez kocası ndan ayrı l ı yordu. Hemen hemen g ü nleri yaklaştığ ı ndan , bu yoksunluk büsbütün koydu ona. Yakı nda anne olacaktı . Annesi n i n , halas ı n ı n bebeğini düşün mesini istemelerine karş ı n , üzül mekten kendini ala­ m ıyor. Gizli gizli ağl ıyord u . Fe h m i , doğacak çocuğuna i stanbul'dan b i r koca zam­ bil dolusu armağan getirmişti . Bu arada, fıstıklı Hacı Bekir lokumundan, çeşitli giyim ve süs eşyalarına varı ncaya, önüne geleni de karıs ı , yakınları için doldurmuştu. He­ diyeye boğu l mak, tüm üzüntüleri ni silip götürdü Saadet'in. Ama, yine de tüm i stanbul serüvenini, elbette Beyoğlu dı­ şı ndaki ni, anlattı rmadan rahat bırakmadı kocas ını. i şadamı olman ı n , evi atiatma konusunda nice olanak tan ı d ı ğ ı n ı daha ilk gezisinde anlamıştı Fehmi. Anlamı ştı ya, karısı n ı n baskısı, zaman ayarı ndaki ustalığıyla başa baş gelmişti de denilebili r. Trenlerin pek bilinen gecikmesi olmasa, Beyoğlu gecesini ağzı ndan kaçı rması işten de­ ğild i . Şimdi t ü m i ş , vagonların esenlikle Ankara istasyonuna gel mesini beklerneye kalmıştı . Bir kez sökün etmeye baş­ larsa, verdiği sözleri yerine getirmesi işten değil . Yeter ki, ş u günler ardardına bir geçsin . V e yeter ki , mallar tümüyle Ankara'ya gelsin . . . Geldi d e . . . Artık Fehmi , h e r torba çimentonun, h e r okka çivi nin ve 60


demirin üstüne tüm i stanbul serüveninin bedelini katıyla koyup satabiliyord u . Çünkü, Ord u , Yunan Ordusu'nu önüne katm ı ş alabildiğine koval ıyor. Ankara'nın yeni baş­ kent olduğu giderek kesinleşiyordu. Bu kesinleşme, ya­ bancı kalabal ı ğ ı n ı arttırdıkça, yeni yeni otelieri n temeli atı­ l ı yor. Görevliler, bir arsa kapatıp, ev yapmak için biriktirdikten sonra verilen ayl ıkları n ı Fehmi'ye ya­ tırıyorlard ı . Ama, asıl para Recep Beyin de dediği gibi, El­ çiliklerde vard ı . i şte onlar da sökün etmeye başlamışlard ı . i lk sipariş, Sovyet Elçisi Aralov'dan geldi . Ardından An­ kara Belediyesi, Başkomutan için bir köşk yapiı rma ka­ rarına vard ı . V e b u n u izleyerek, yabancı temsilciler, yer ayrılır ay­ rılmaz bizim isteklerimizi karşıla diye, pey vermeye baş­ ladılar. Bakanlıklar içi n , yapı m hazırlığına girişildL Çünkü C u m h u riyet ilan edilmiş ve Başkent Ankara ol­ muştu ...

61


Fehmi otomobilciliğe el atıyor, Saadet Hanım evden kaçıyor

BEŞ

Fehmi, Taşhan'ın istasyon caddesine doğru olan karşı yakası nda, yeni mağazas ı n ı n temelini attırdığı günün ak­ şamı kıvançla girdi evi ne. Anas ı , küçük kızıyla karşısına, karısı yan ına oturmuştu . Bir süre sessiz yedikten sonra, birden akl ı na gelmiş gibi baş ı n ı çevirdi. - Şu senin Matmazel Nora sağ değil mi hanım? - Sağ . . . Kıza piyano dersi mi verdireceksin? 62


- Hayır. Kendisiyle bir konuşmak mümkün olur mu? - Olur san ı r ı m . Yarı n bana bir uğrar . . . - Saati bel li m i ? - Beşle-altı arası nda boş olacağ ı n ı söylemişti . - iyi . O saatlerde ben evde olurum öyleyse Anası dayanamad ı . Karısı ndan önce atı l d ı . - Yoksa s e n m i piyano dersi alacaks ı n ? - Piyano bizden geçeli h a n i oldu ana. Eğer zamanı varsa. Fransızcamı azıcık ilerleteceğim. Ayrıca, iş ko­ n u şmak istiyorum ben onunla. - Nora'yla ne işi konuşulurmuş ki --diye ucuzladı karısı . - Konuşunca görürsün. Sözü bitird i . i şleri konusu nda hiç açı klama yapmazdı evde·. Babası da öyleyd i . Çırak gelir, Beyim gecikecek, yemeğinizi yiyin, buyurd u , der. Kimse de ne yapıyordun diye soramazdı . B u konuda day ı s ı na çekmişti Fehmi . . . Ankara'nın t ü m yeni bi naları n ı donattı ğ ı n ı başkalarından öğrenmişlerdi. Evin çarkı dönüyordu ya, onlar gerisine karışmazlard ı . Ka­ rıştı rmak istemiyorsa tabii . . . Oysa Fehm i , daha parlak b i r düşünce bulmuşçasın a karısına yeniden döndü. - Senin Fransızcan iyiydi değil mi? - E h , okuyup yazacak kadar. - Bana da şimdilik gerekli olan bu . . . Bazı iş mektupları n ı çevirebilir misi n ? - Bilmem a m a , bir deneyelim istersen. - Deneyeli m. Doymuşçasına sofradan kalktı. .

63

.


Karı s ı n ı n okuma masası olarak da kullan d ı ğ ı konsolun başına çöktü. Hemen , demir, çimento, cam , çivi ve öteki yapı gereçleri ni i steyen mektuplar hazı rlad ı . Yazdıkları n ı uzattı karı s ı na : - Bak bakal ı m , çevirebilecek misin ? - Nereye gidecek bunlar? - Sen hele içindekileri çevir, gideceği yeri öğre neceğim. - i nan ki, hiç birşey anlamıyorum. - Anlamıyacak bişey yok. Bundan sonra, malları kendim geti rteceğim. - Ankara'ya mı? Neyle? - i stanbul'dan neyle getiriyorsam onunla. - Hükümet izin verir mi? Dışardan mal getirmenin izne bağlı olduğunu söylüyordun. - Elin keterelerine veriyor da, bana niye vermesin. Sen hele dene. Bir de Matmazel'e göster. Olduysa, ayrıca uğraşmamıza gerek kalmaz. Olmadıysa bir konuş. Bu tür mektupları yazmak ve okumak için benden ayda kaç para ister? - Olur . . Sanıyorum yapabilirim ben bu işi. - Öyleyse, hiç konuşmana değmez. - Nasıl istersen. . . Saadet d e , kocası gibi hemen kapaklandı yazıların üs­ tüne. Çok yerini bir nefeste çevirdi. Özellikle ticari te­ rimlerde, sözlüğe baktı. Gece yarıyı geçiyerken yaptığı işten, kıvançlı , dürıtü kocasını. - Oldu !.. Fehmi, hiç uyumamış gibi oturdu yatağı n içine. · - Oldu mu? .

64


- Oldu . . . Matmazel'e göstermenin gereği bile yok . . . - Hemen yarı n , gönderilecek yerleri öğreniri m ben. Gerekli izinleri de alırım. - Bir faydası alacaksa, ne iyi . - Faydas ı ? . . Hem ne nasıl olacak! E l i nde evırdi çevirdi bir süre kağıtları. Sonra komedinin üstüne koydu i ncitmekten korkarm ış gibi. Karısının saç­ ları n ı okşadı ince parmaklarıyla. Bir süre karıştı rd ı . Başını parmaklara daha bir bastırd ı . Boynu bir kuğu boynu gibi apak uzand ı . Fehmi, daha bir gerdi parmaklarını. Ağır ağı r çekerek, yastığa bastırd ı başını Saadet'in. Sonra üstüne kapaklandı . . .

Celal Bey, Kınacızade'yi Fehmi'nin yeni mağazasında yakalad ı . Fehmi'ye bir baş selamı verdikten sonra Kı­ nacızade'ye baktı, kırg ı n kırg ı n . - Birader nerelerdesin? Aramadığımız yer kalmadı . - Y a mağazada, y a d a Fehmi Bey oğlumuzun burdayım beyefendi. Bir buyruğunuz mu var? - Paşa sizi akşam yemeği ne çağırıyor. - Hay hay . . . Başüstüne. -Fehmi'yi gösterdi gözleriyle. -Tan ıyorsunuz değil mi? - Tanı maz olur muyum? Geçenlerde konuştuk. Ne oldu Fehmi Efendi? i stediğin izinler verildi değil mi? - Ö rnrünüze bereket Beyefendi. Siz buyruk verdikten öte verilmesin mümkün mü? - Yeni bir iş mi var? -diye sordu Kınacızade. -Bi­ zim hiç haberimiz olmad ı . Celal bey güldü . 65


- Fehmi Efendi, doğrudan ithalata girişiyor. Bi­ lemezsiniz ne sevi n d i m . - i thalat . . . i yi fikir. Nerden akl ı n a geld i b u iş ? Fe h m i boyn u n u büktü. Beyefendi söylediler. i stanbul'da mal kal­ madığı ndan yakı ndığı mda, neden doğrudan ge­ ti rmiyors u n , buyuru nca, ben de hemen kolları sıvad ı m . Sağolsunlar, yakmda i l k parti gelmiş olacak. - Ya pek güzel , -dedi Celal bey . . . Sonra başıyla se-. lamladı oturanları .- Akşama bekliyorlar, u nutmayınız, di­ yerek çıktı. K ı nacızade bir süre ardı ndan baktı Celal Beyin. Sonra baş ı n ı saliayarak Fehmi'ye döndü. - i şte bu da Gazi'nin sevgili kullarından biri . . . Ne zaman sözü geçse ardı ndan, yere indirmez. Avrupa'da oku m u ş pek çok ekonomi palavracı s ı n ı kuyruğu ndan tut­ tuğun leyin yere çalar, der her zaman . Biz ticaret adamıyız ama, ekonomi nedir bilmeyiz. Öğrenmedik. Öğrendiğimiz, alıp satmak. O da üstünden geçim imizi sağlayacak bir kar yeterl i belleyerek. Ama, geçen gün Gazi'nin sofrasında, bu Celal Bey, yine ekonomici diye bilinen biriyle kapıştı . Tanrı m, ne kuralları varmış alu p satmanın bile. Baş ı m döndü oğul. Bilmediğim b i r sürü sözden beynim sulandı inan olsun . Ödüm patlıyor ki , Gazi dönüp benden ha­ kemlik istemesi n. Çünkü, tan ı n mış bir tüccar olarak siz ne dersiniz Şakir Bey, diye soracak olsa, rezil olduğumuzun · resmidir. Neden dersen , adamlar sanı rs ı n ki Çince konuştular. Az biraz biz de biliriz Frenkçeyi. Rahmetli ba­ bam ız, ticaret erbabı olacaks ı n , elinde altın bilezik, kalsı n diyerekten a z çöktürmedi Barakyan Efendinin bilim oca66


ğ ı n a . Ne var ki, kelimelerden frenkçe konuştuklarını an­ l ad ı ğ ı m halde , bağl antılarda ipin ucunu kaçırıyorum . Hem de Tü rkçe konuştukları hald e ! . . Sonunda, liberal eko­ nomin i n , öncelikle birikim gerektirdiğinde uyuştular Ar­ d ı ndan da, birikimi olmayan ülkeleri n , en başta da b i zi m ülkemizin s o ru nlarına geçtiler Gazi , bir birine bakıyor, bir öteki ne. Daha çok da Celal Beyde gözleri . Celal Bey, bi­ riki mi yaratman ı n bir zoru nluk olduğunda direti nce, Kara Kemal'in i tibar ı Milli Bankasıyla, esnaf derneklerini anım­ sad ı m . Ama, kimsenin haddine düşmemiş Gazi'nin ka­ tında i ttihatçıları n sözün ü etmek. Düşmediğinden de sus­ · tum. Çünkü, akl ı m daha bir karışt ı . Karışanda, bı raktım ekonomiciler karara vars ı n . Baktım, sonunda Avrupa'da okumuş olan, Celal Bey ne diyorsa, başını sallayıp, onay­ l ıyor. i yi ki karışmamışın ben, dedim. Zı rvalayıp, Gazi'ye küçük düşecektik. Yani senin anlayacağı n , daha doğrusu benim anlayabildi ğ i m , sononda girişimci yaratmanın en yarart ı yol olduğunda bi rleştiler. Gazi ne diyecek, diye bekledik. Çünkü o her zaman, sofrada bizi birbirimiz e vur­ d u rup, sonunda sorun şudur efendiler, şöyle bir ı ·özüm gereklidir, der, çıkar. Bu kez sesini çıkarm adı. Söy­ lenenlere mi inanmadı? Yoksa inandıkların ı mı söylettirdi, kestiremedim? O yüzden derim ki sana Fehmi Efendi oğlu m . Bu adam ı n yakası nı iyi toparla. Ve de ağzı ndan çı­ kan ı iyi duyup bir iyice belle. Bana öyle gelir ki , tüm ticaret işlemleri , bugün o sofrada ettiği karışık sözlere göre dü­ zenlenecek. Bir kez kendini sevdirdin, akıl öğrendin mi ondan, s ı rt ı n ı yere getirebilecek pehlivan ı n alnını ka­ rışlarım. .

.

-

n7


- Zaten öğreniyorum. i thalat işinin asan gitmesini sağlayan kendileri . - Desene sen bala parmağı n ı çoktan sokmuşsun . - Sayenizde bey emmi. Sizin uyarılarınız, destekleriniz olmasa, parmağımı kıpırdatamam ki, bal bulup da yalanayı m. H afiften doğruldu Şakir Bey . . . - Gideyim. Volum ırak... Beklettik mi kızar Gazi Paşa'mız . . . - Yine Çankaya'ya m ı ? - Pek sevdi o bağ evini. Sanırım oralarda yerleşecek. - Kente pek uzak değil mi? - E h Fehmi Bey oğlum, koskoca Gazi Paşa kentin ortası nda oturup kentlinin ayağına gelecek değil... Elbet kentli , küçüklüğünü bilip ondan yana yönelecek. - Ben bu sözlerin altında birşeyler seziyorum, bey emmi . .. Kentli, koca bir batakl iğı aşıp n ice gidabilirmiş Gaıi Paşamızın ayağına? - Ya Sağlık Bakanlığı tam bataklığın beri ucuna ku­ rulup ja, ardından kuruluverirse sinek yuvası n ı ? - · O zaman çarşı pazarı, evi damıyla avaya iner k i An­ kara'l ı , hem de nasıl. .. - Eh artık arasını bilmem. i ner mi? Bu tepenin ba­ şanda kakılır kalır m ı ? - i ner i n e r... V e d e görürsün, yepyeni b i r kent doğar oralarda. - Görürüz Fehmi Bey oğlum ... Şurda altı-yedi yıldır görmediğimizi mi kaldı ... Caddirniz bizi kutsal efendimizin buyruğunun Tanrı sözü olduğuna inandırmıştı. Biz kut­ sallığını da, buyruğunu da adamın tepesine çaldık, sürdük 68


ü l kede n . Düze n , din diyanet üstüne durur diye bar bar ba­ ğ ı rırd ı hocaları m ı z ı n tü m ü . Biz nerdeyse Cumhuriyetimizi layık diye yazacakt ı k Anayasam ıza. Şimdi de hiç bil­ mediğimiz ekonomi, liberal, kapital, devlet gibi sözlerle. cebelleşmekteyiz. Ve az biraz daha çeneye tutarsan bizi , gecikmekteyiz ki , o Avrupalarda yetişmiş, müderris efen­ dilerin laklaklarından yoksun kalalı m . Ü stelik Gazi Paşa hazretlerinin bakışiarına karşıt olal ı m . Hadi şurdan bir payton çevir bakalı m . Bizi Cebeci, Papazın Bağı üstünden atıversin çağrılandığımız sofraya. Fehmi, yerinden fırladı. Taşhan alanı nda bir pisleyip, bir sineklerini kovan yağır atlarıyla dizelenmiş pay­ tonlardan birini çekiirdi mağazanın önüne. Şakir Beyi yolcu edip içeri gireceği an okul arkadaşı Şürkü'yü gördü . . . El etti . . . Şükrü şaşkı n l ı kla baktı Fehmi'ye . . . Sokakta karşı laşsalar, baş ı n ı çevirecek san ıyordu . Bir­ den çakıldı kaldı yeri nde. Bana mı diye, iki yan ına ba­ kındı. Sonra çal ı m l ı bir bıçkı n selamıyla, hafif eğilerek, hoşnudluğunu belirtti. Fehmi, yüzünde ince bir gülücükle, "Gelsene," dedi. - Gel, bir kahve içeli m . . . Şükrü bir d a h a afalladı . Fehmi, çarşının en tanı nmış tüccarları ndan biri olmuştu. Kendisi ise, gece yaşamının en tan ı n m ı ş kilişlerinden biri. Ve sokakta gören, bu­ laşmasından ü rkerek yol verirken, birden sokak ortası nda çağrılmas ı , yüreğini ı l ıttı . Görsündü işte çarş ı l ı . Koskoca Fehmi, tüccar Fehmi, bir kardeş gibi çağırıyordu o'nu. Görsünler, kendinin nice değerli biri olduğunu an­ lasınlard ı . 69


Hafif kas ı larak yürüdü. Her ad ı m ı nda, bir taş ı değ i l , çarş ı lıdan birinin baş ı n ı çiğniyormuşças ı na yaklaştı mağazaya. Fehmi kap ı n ı n önünde bekliyordu o ' n u . Boyn una sarı l d ı . - Yah u , demek bu ralardan g e l i p geçiyorsun d a , bize bir selam vermeyi çok görüyorsun öyle mi? Gözleri yaşard ı Şükrü n ı n . . . Kirpikleri ni bırbirine vurd u . T ü m Hacı bayram mahallesinin oğullarına örnek gös­ terdiği, okul arkadaş ı , mahalle komşusu Fehmi, herkesin içinde ona sarıl ıyord u . Şimdi ş u rda öl, dese ya da tut birini öldür, neden, demezdi. Bağu l u gözleri ni bir süre arkadaş ı n ı n gözbebeklerinde dinlendird i . - Sen herkesin sevi p sayd ığı b i r adamsı n b e Fehm i . . . Bizim gibi it kopuk takı m ı n ı n ancak zararı o l u r senin gi­ bilere. O yüzden rahats ız etmedim. - O ne biçim söz ... Sen benim arkadaşımsın yahu . . . Hem de sonradan değil, doğma büyüme. Herkes i ç i n kötü olabilirsi n . Kötüsün demiyorum. Kötü olabilirsin. Ama, beni m için hep mahalle komşum , okul arkadaşım Şükrü'sü n . Ne demek zarar. Her zaman beklerim. Gel, bir çaym ı , kahvemi iç. Otural ım, konuşalım. Biz bi daldık iş­ lere, kendimizi unuttuk. - Bizi unutmamışsın ama . . - Unutulur musunuz siz . . . Geç buyur şöyle... Kap ı n ı n ağzı nda bir demir yığ ı n ı n ı n üstünde oturmuş hammala seslendi . -Bak oğlum, Şükrü Bey ne içecek? .. Hammal, sade kahveyi söylemeye giderken, yer gös­ terdi karşısında. Oturttuktan sonra yerine geçip, hafiften sırtını kasaya dayayarak sordu; '

.

70


- Anlat bakal ı m , nerelerdesin ? Ne yapıyorsun? Şükrü utangaç utangaç yere baktı - Valla ı şte bildiğin gibi Fehmiciğ i m . . . Ankara birden kent l eşi n ce g ü nd ü z ü koyup geceleri yaşamaya başladık. O bar sen i n , bu meyhane benim, sürtüyoruz. Elde avuçta ne varsa gitti . . Gerçi , pek yakı nmaya hakkı m ı z yok Tanrı'ya şükür geçi nip gidiyoruz ama, eski görkemin ye­ rinde yeller esiyor. - Bir iş düşünüyor musun? - i ş için sermaye gerekli. . . Bizse sermayenin tümünü kedilere yükledik. Şimdi otomobilcilikte iş var, dediler. Hani bir kamyon al ı p , inşaatlara ku m , kireç taşımakta falan. H atta, sağlam bir kefil gösterene Münir Bey diye bir otomobilci var, ödeyesiye bile veriyor kamyonları . Tam ak­ l ı ma yatmışt ı ki iş baltayı , orda da taşa vurduk. - Kefil soru n uysa bu, ben çözerim . Tasalanma. - Yok ... Başka bir iş . . . - Anlatsana? - Kendi dertlerim izle seni rahatsız etmeyelim. - Şimdi ayıp ettin Şükrü . . . Anialmazsan darıltırsın beni. Şükrü, boş gözlerle çevresine bakı ndı . Hammal ı n ge­ tirdiği kahveden bir yudum içti. Anlatı p anlatma-makta hir an duraksad ı ktan sonra, çözüldü. - Volga Bar'a bi rkaç ay önce bir kız geldi . Beyaz Rus . . . Kontes mentes diyorlar ya, pek kulak asma . . . Adı , Nataşa. . . Soyluluğu yalan olabilir Fehmi'ciğim. Zaten önemli de değil ama, bir boyu, bir yüzü var ki , aniatılası gibi değil. Kaç prenses, kaç çariçe bunun eline su dökmek için, saç saça baş başa döğüşürler. Az önce de söyledim. .

,

.

71


Biz gece kuşu olduğumuzdan , Ankara gecelerine konan her y ı ld ızdan haberimiz var. - Yoksa herşeyi kıza m ı yedi rd i n ? - Olsa yediri rim. Yedirir v e sonunda çarşı alan ı na d i lenciliğe otursam , oh derim. -Son ra birden d u raklad ı . ­ Sıkmıyorum değil mi? - Aniatmanı ben istedim. S ı kmak ne demek. - Peki öyleyse . . . Biliyorsun, bozkı rın ortasnda Meclisin gelmesiyle birden bir tohum canlandı . Biz ne kurt yu­ mağ ı heriflermişiz. Elin yaban ı için açılan meyhaneden, bardan bize ne, diyeceksin . Hakl ı s ı n . . . Ama, bir kez ağz ı n ı bulaştı rmaya gör. Ondan ötesi , onulmaz b i r tiryakilik olu­ yor. -Tam ayılmamışların düşünce karmaşıklığıyla, bir ordan, bir burdan anlatıyord u . Fehmi'nin ilgiyle dinlediğini görünce, b ı raktığı yerden aldı bu kez. . . -Ne diyorduk ... K ı z . . . Kız değil, bir afet bu Fehmiciğim. Doğaüstü bir ya­ ratık. Kara kaşları n ı omuzları n a atıp, adama bir bakışı var. Mitralyözle tarasalar, bir damla kan ı n akmaz. Bilirsin, Meclisten sonra Batı cephesine gittik biz. Belki duy­ muşsundur. Yunan, tam, dalağ ı rn ı n altına kakaladı kur­ şun u . i nan ki , yüreğimin o zaman böyle sızlad ı ğ ı n ı duy­ mad ı m ben. Bakışiarı na tutulduktan sonra, elbette son kal ı ntıları da ayağına serdim. Ama, derdi para değildi. Y .�mpirik Türkçesiyle, güven aradığını belirtmez mi, şa­ şırd ı m kaldı m . Böyle başladı bizim sevda masal ı Feh­ miciğim. Ama, böyle yürümed i . Çünkü, kızın paçası ndan asılan bir biz değiliz. Sürüyle adam var ardı nda. Kimi zen­ gin. Ü stüne yürüyüp ürküttük. Kimi bıçkı n, al takke ver külah cayd ı rd ı k. Ama biri var ki , ne herroya yatı rabildik, ne merroya ... Kumarcın ı n , içkicinin teki . Ne var ki , üstelik pa72


rayı çuvalla taş ıyor adam. i şte bu omotobilci Münir. Ka­ p ı ştı k sonunda. Kaç ı n ı lmazdı bu. Benim yüreğim nice ya­ n ıyorsa, onunki de yan ıyar olmalı ki, biz bir çiçek uzatsak Nataşa'ya, o çelenk sunuyor. Biz ni nemizden kalma bir iğ­ neyi , broş u anam ızın elinden , kolunu koparır gibi alıp ta­ kıy o ruz O k u y u m c ular çarşısını yolluytır. Bir dayan ır bu işe Şükrü , iki dayanır. Sonunda sarı ldım adamı n gırt­ lağ ı na Nataşa araya girmese, toz deceğim. N e var ki, acı­ masız gözlerini bir dikti gö z lerime, elden ayaktan kesildim her zaman olduğu gibi . Kesildim ya, baktım giderek kız Münir Bey'den yana eğdirmekte baş ı n ı . Hani bir kumara otursam , bir çakmak çalsam derken, eldekini de tükettik. Ü stelik anlayacağı n gibi, kamyon işini de yatırdık bir gü­ zelce. Kal d ı k andavall ı kabağ ı gibi o rtalık yerde. Kızın git­ liğine mi yanars ı n ? Babadan kalma evlerin, bağların ve de anamın çeyizliğinin eridiğine mi ? Yoksa, herile is­ tediğin gibi bir şamar atıp, h ı ncını alamadığı na mı? Kahvesiyle birlikte, sözü nü de bitirmişcesine so­ lukland ı . Sanki , mutlaka birine anlatması gerikiyormuş da, anlatı nca tüm içi boşalmış gibi sallanarak masaya da­ yand ı Fehmi, çocukluğundan bu yana, dinlemeyi, anlatmaya yeğlerd i . Yine öyle . . . Dinledi. Hiç sesini çıkarmadan, bo­ şalmas ı n ı bekledi çocukluk arkada şının. Çarşılıyı çar­ ş ı lıdan ço k Ankara'nın tüm gece takım ı n ı yıldıran Şükrü, bir çocuk gibi boynu bükük oturuyordu. - Peki hiç u m ut yok mu? -Diye yarayı daha bir deşti. - Bilmem ki. .. Münir, çekti aldı bardan kı z ı . Cebeci de yaptırdığı bir eve att ı . Sesleyemez duruma gelmeli ki, bir umut belirsin . Bu da olanaksız şimdilik. .

.

.

-

,

,

'

73


- Niye olanaksı z ? - D e d i m y a , a d a m parayı çuvalla taş ıyor. Ku marda karş ı s ı n a otu rmak büyü k h üner i çkide dese n , yı kı p ge· çiyor herkes i . Dayanmak için cebin dolu ol ması gerekl i . - Sen her şeyi satt ı n m ı ? - Bizim ev, anam ı n üstü ne. O n u satmıyor. Pederden ne kald ı ysa, sizlere ömür. - Ya tarla? - Ne tarlası Fehmi? - Sizin bi tarla yok muyd u ? - Ha, ş u Tahi rzadelerin kazığı m ı ? Bataktaki . . . O du· ruyor. - Saımad ı n demek? - A l a n ı bulsam, hemen satarı m. Ama nerde öyle aklı yok , parası çok adam? Kim gider batağı n göbeğinde yer al ı r? - Ne kada rd ı o yer? - Bilmem ama yüz dönüm var san ı rsam . - Tapu kaydı belirli mi? - Niye bunca duruyorsun anlamad ı m ? Yoksa bir ni· yelin mi var? - Aklı yok, parası çok biri , .demedi n mi? i şte ben de öyleyim. - Fehmi, bana iyilik· etmek istiyorsun . Ama değmez . Batağı alıp, sonra söveceğine, vazgel bu iyilikten . - Yahu, şimdi a l şunu, şu i ş i yap, desem , bilirim, is· temezsin . Dur hele akl ı m ı karıştırma. Yalnız bir koşulum var. - Bunun ötekinden ayı r ı m ı yok ki , -<liye sözünü kesti .

74


Şükrü.- Ha demişsi n .

batağa

alıcı olm u ş s u n

,

ha

al

ş u n u , şu işi yap,

H e l e d i n l e b e n i . A n kara büyüyecek. B i r g ü n batak da kuru r. Bakars ı n aldığı mdan fazlasına satarım. Sen bek­ leyemezsi n o zaman ı . Şimdi kab u l ediyor m u s u n ko­ şulumu? - Sen b e n i m kötülüğümü ister misin? i stemezsin . Söyle, kabülüm . . . - Senin batakl ığa ü ç b i n lira vereceğim. - Ü ç bin m i ? -Yerinden f ı rlamıştı Şükrü -Sen akl ı n ı mı kaçırdın? - Yahu dinlesene beni . Bunun iki biniyle dört kamyon alacaks ı n . Geri kalanıyla kumar mı oynarsın, Rus kız ı n ı m ı oynatırs ı n , karışmam. Kamyonlar, benim ta­ şımac ı l ı ğ ı m ı yapacak. Aydan aya hesap göreceğiz. Boş komam. Ama, boş kaldığında, başka işler de yapabilirsin . Oldu m u ? Şükrü , s ö z sağnağ ı n ı n altında sırılsıklam olmuşças ı na titriyor, debeleniyordu. K ı rk yıl düşünse akl ına gel­ meyecek bir olanak gerçekleşmişti. Fehmi'nin nice şa­ kadan uzak biri olduğunu bil mese, alay ediyor, diyecek. Ama, bakışları kararl ı . Başına devlet kuşu konmuş gibi. . . Dört kamyon . . . Ü stüne üstlük bin lira da para . . . Olası değil. Hem de liranı n ard ı ndan tabanca çekildiği bir za­ manda. Yine de baş ı n ı dikti . - Biliyoru m , benim için yapıyorsun . Ama, orası üç bin lira etmez ... Kendi kendine zarara girmen doğru değil. - Şimdi sen dediğimi yap. Kazan ... Ben zarar eder­ sem, pişman l ı ğ ı m ı ödersin. Oldu mu? Yeniden düşüneeye vardı Şükrü . Adamı n babası olsa,

75


böyle ıyilıği yapmaz. Ama. sarıki iyilik değilmiş, bir alış­ verişmiş gibi kıvançla pey sürdüğüne göre yadsıyamaz. Bakarsın pişman olur yarına kal ı rsa. Bakars ı n is­ temezlenir. Ve ki mse de almaz o yeri . Nataşa'yı düşündü bir an . Gözlerinin balkı ması nda eli­ nin ayağ ı n ı n kesil mesini geçi rdi belleğinden. Kurşun ya­ rası n ı n izini okşayışları, ü rpertti bedenini. Yar ı m Tü rk­ çesinın tatl ı , sevecen sözcükleri delandı burun direğinde. Sızlattı .. - Sen bilirsin kardeşim, -<.ledi. -Sen böyle uygun görüyorsan, dediğin gibi olsun. - Ö yleyse, sabahleyin ben kamyonları alırım. Madem adamla takıştınız, senin gitmen yakışık almaz. Sonra ta­ puya uğrarız. Dönüşte her işlem bitmiş olur. Tamam m ı ? - Nasıl buyurursan. - Bu gecelik olsun, yat dinlen. Yarın erkenden IşIerimiz var, un utma. Sonra ne yaparsan özgürsün . An­ laştık m ı ? - S e n istedikten sonra . . - Hadi gidelim . . . Y a n yana, Samanpazarı n a doğru yürüdüler. ,

,

.

.

'

Otomobil Ticaretinin, Marmara ve i ç Anadolu Bölgesi müdürü, masan ı n üstündeki mektuba bir kez daha baktı. Altı nda imza olmadığı için, hemen buruş;urup çöp se­ petine atıyordu ki, okumaya karar verdi. "Sayın Sayım," diye başlıyordu mektup. Kı rışıkl ıkları düzelterek okumayı sürdürdü.

76


"Şirketinizin Ankara temsi lcisi Münir Bey, adınızı kö­ tüye ç ıkarmaktadır. Halk arasında dolaşan söylentilere göre, şirketiniz, kamyon ve o tomobi l paraların ı peşin al­ d ı ğ ı h a l de, m all arı teslim etmemekle suçlanmaktadır. Bendeniz, daha önceden almış bulunduğum bir oto­ mobilden çok memnun kal ıp şirketinize bağlandığım için, durumu size bildirmeyi bir görev sayd ı m . Ayrıca, kendi ça­ pı mda yaptığım bir inceleme gösterdi ki , Münir Bey, aşı rı kumara ve içkiye düşkün olduğu gibi kadı nlarla düşüp kalkmayı da pek sevmektedir. Bunca kötü alışkanlığı bir arada toplamış bir insan ı n , şirketiniz için nice tehlikeler yaratacağı , ayrıca bel i rtitm e y e cek ölçüde açıktır. Sizi uyarmayı görev sayan bu iyi müşterinize hak ver­ mek için, durumu inan ı l ı r adamları n ızdan biriyle araş­ tırmanız yetecektir. Saygılarımla" Mektupta i mza olmad ı ğ ı gibi , tarih de yoktu . Müdür yüzünü buruşturdu. i ık kez karşıtaşıyordu böyle bir durumla. Bölge acenteliğini elde etmek isteyenler, gelir, oradaki adamları n ı çekiştirirlerd i . Buna kanıksamı ştı . Ama, hiç bir şey istemeyen, ya da kimliğini gizleyen biriyle ilk kez kar­ şılaşıyordu. Yeniden buruşturdu mektubu. Çöp sepetine attı . . . " N e adamlar var. Gel, durumu açıkla bize. Sözlerin doğruysa, denetiçi gönderip, saptayal ı m . Sonra da is­ tediğin neyse, oturup konuşal ım, değil mi? Ama adam, 77


birşey istemiyor Doğ u l u l a r genellikle imza kullanmayı sevmez. Ya gerçekten salt müşteri miz olduğu için ya­ zı yorsa?" Midesi bulanm ı ştı Müdür'ü n . Mektubu yeniden çıkarıp açtı . Görmeyen gözleri ni bir süre Li stünde gezdirdi. Kelimelerden, yaz ı l ı ştan bir i p ucu ele geçirmek amacıyla, tersten , yüzden .baktı her birine. Düzgün bir dille kaleme al ı n m ıştı. Yazıdan kimin olduğu n u çı karmak da olanaks ı zd ı . Hafif !itrek kocaman harflerle, gözüne gözüne bat ıyor. Cahil biri yaz m ı ş gibi , Cahil biri, böylesin e düı.gü n bir anlatımı beceremez ki. . . Kocamış zenginlerden birı olabilir. Kimbilir neye kızd ı ? Ya yedek pa rçası , y a bır ıstediği zaman ı nda yapılmamış olmal ı ... Bu kez iyiden iyiy n yı rtarak çöp sepetine attı par­ çaları n ı . Akl ı ndan silmPk için kal ı n yaprak sigarası n ı ıs­ lattı. Kibriti gezdiri rken ,elinde olmas ı z ı n çöp sepetine eğil­ di. Sonra vazgeldi . Ü ç gündür, masan ı n üstünde duruyordu Ankara'dan gelen bu mektup. Ve üç gündür, ezberlemişti içinde yazanları . En sonunda bugün işlemsiz atmaya karar verdikten sonra da içini yakıyordu. Saatine baktı. . . Tam öğle ... i ngiliz alışkanl ığıyla kalktı koltuğundan. Beyoğlu'na ku­ lübe yöneldi. Yemeğini yiyip konyakla kahvesini içtikten sonra, Pe­ rapalas'ta arkadaşlarıyla buluştu . Yukarı , büyük salona çıkıp bildrdo oynadılar. .

.

78


Saat alafranga on altıya gelirken, memurların o otu­ ruyor diye bi raz daha fazla çal ı şmas ı n ı sağlamak ama­ c ıy l a, Şi rkete yöneldi. Tam koltuğuna oturmuştu ki yazmanı eli nde bir mek­ tupla yan ı n a sokuld u . - Ticari mektuplar işlerndeler efend i m . Bu size geldiği için saklad ı m . Müdür, daha i l k bakışta Ankara damgas ı n ı okudu. - Yine mi, -d iyerek mektubu ald ı , Zarfı dikkatle yırttı. B u kez tarih vard ı . -i yi, hiç olmazsa bir şeyi akletmiş. Altı n a bakt ı . i mza yoktu . . . Bir solukla okudu , kısacık mektubu. "Say ı n bay ı m , S i z i uyarıyoru m . Dün temsilci niz Münir Bey, kumarda iki bin l i ra yitirmiş. Mektup elinize geçip siz davran ı n c aya bunu ç ı karmak için kimbilir daha nice yitirir. i yi bir müşteri olarak benden bildi rmesi . Karar yüce kişiliğinizindir. Selamlar" "Daha içten bir mektup," diye düşündü Müdür. Saatine bakt ı . On yediye geliyor. Tam çay saati. "Allah kahretsin. Tam zamanında keyfimi kaçırd ı ." Zile bastı . Giren yazmana, hemen Ticaret Müdürünü göndermesin i istedi . Ticaret müdürü, gitmeye hazırlanmış olmalı. Kapıdan girerken çeketin i düğmeledi. Hemen iki büklüm selam durdu. Müdür, bir süre dalg ı n yüzüne baktı adamı n . Sonra birden bire sord u : - Ankara temsilci miz M ü n i r Bey nasıl bir adam ? - Çok iyidir efendim. - Ya . . . 79


- Birden işler iyice artt ı . Sipariş üstüne sipariş veriyor. Orda tüm öteki firmaları vurduk. Son ay içinde, altı kam­ yon, üç binek otomobili, sattı . . . - Geçen ayda iyiydi değil mi? - Evet efendim, Buna yakındı. - Anlamıyorum... Anlamıyorum neden taktılar bu adama, - dedi ilkin. Sonra baş ı n ı dikerek, - Bana he­ sapları getirir misin? - diye tamamladı sözlerini.

80


Ticaret Müdürü, Muhaseleye koyup, Ankara he­ sapları n ı çıkartt ı . Geri dündüğünde, eski güvenli durumunu kazanmaya çabal ı yordu. Hesapları Müdür'ün önüne koydu. Müdür bakar bakmaz başını kaldı rd ı . - Geçen ayın hesapları kapan mamış. - Bendeniz de şimdi gördüm efendi m . M ü d ü r yeniden z i l e basarak, muhasebeciyi çağırtlı. Muhasebeci ellerini oğuşturarak geldi. Dikilip buyruğunu bekledi Müdür' ü n . Adam, parmağ ıyla hesapları gös­ tererek ; - Ay başı nda bana bildirdini mi bu durumu? -<liye sordu. - Bildirdik efendim. Genel listede olacak. Şimdi su­ nay ı m . Koşa rak geti rdiği v e Müdür'ün onayını taşıyan genel listede de d u ru m ayn ı yd ı . Ve bu ay gönderilen motorlu araçların da parası gelmemişti henüz. Müdür baş ı n ı kaş ı d ı . Parmaklarıyla masanın üstünde bir süre trampet çal d ı . Sonra kararlı bir yüzle, me­ murlarına baktı. - Hemen haz ı rlan ı n ız. Bu akşam treniyle Ankara'ya gidiniz. Durumu inceleyip, alacağı m ız karar için ilk ilişkileri kurmayı unutmay ı n ız. i ki müdür de başlarıyla selamladılar Başmüdürü. Ev­ lerine haber verip yola çı kmak için koşuştu lar. Saadet, elinden tuttuğu büyük kızı, kucağı nda küçük kızıyla, kan-ter içinde babas ı n ı n evine daldı . Masadet Hanı m komşudayd ı . Dilfeza, gözlerinin yumruk yumruk 81


şiş, yanakları n ı n yol yol yaş olduğunu görür görmez, koşup han ı m ı na haber verd i . Yaşlandıkça şişmanlayan Mesadet Han ı m , alı al, moru mor yuvarla n ı r gibi g eldi Tek k ı z ı n ı n h ı çkı rıklar içinde di­ vana kapan m ı ş olduğunu görünce, Saadet'in o m uzuna kapan ı p , ağlamaya ba :> lad ı Ana-kız, h ı çk ı r l kları , çocukları n bağ ı rt ı s ı n a kar ı ş ı ncaya dek a ğ l ad ı lar. Kendini . k toplayan Mesadet Han ı m old u . - Ne o l d u kızım? 1\ e var? - i stemiyorum ann8. Babama söyle çözü mlesin bu işi. - Neyi istemiyorsun :=ehmi'yi mi? - Evet. Onu . . . D i kildi kald ı kad ı n . Küç J k k ı z , bağ ı rt ı n ı n armağan ı n ı alıyordu, memeye kavuş m u ş Büyük k ı z ise, elleriyle göz­ leri n i siliyor, yine de i nci gibi yaşlar döküyord u . Saadet, bi r yandan bebeği emziriyor. Öte yandan put­ laşan anasına bakıyor. Donuk sessizliği bir süre daha be­ beği n emiş şapırtısı tokmakladı ktan sonra, ağz ı n ı açabildi. Mesadet Han ı m ; .

.

,

.

.

- P e k güzel geçiniyord·muz. N'oldu birden bire? Kad ı n sorunu mu? Saadet yeniden başlad ı anas ı n ı n sorusu üzerine. Me­ sade! Han ı m , "Kahrolası ," diye düşünd ü . "Yılan gibi , sez­ dirmeden nasıl da becerdi bu işi. Bilmiyor m u ki, Ba­ haratçızade'yi çileden çıkarabilecek tek davranış bu olur. Şu yavrunun haline bak. Perişan olmuş. Ben de bunun acıs ı n ı yanı n a kor, seni kap ı mda aç köpek gibi mı­ zı klatmazsam." 82


Kendi kendine karara varıp topariand ı . - A ç açı k kal mad ı n ya kızım. Sen Baharatçızadeleri n kızısı n . i şte ev, işte anan baban . Neler çektim ben seni yetiştirmek için. Bir değerini bilmez, iki çocuğunla üstüne karı sevsin diye miydi bunca uğraş ı m . Kalk, otur. .. B ı rak yağan s ı n köpek . . . Saadet, annesi konuştukça, daha çok ağl ıyordu. H ıç­ k ı rı kları dinse, belki konuşup, biraz rahatlar . . . Ama, ken­ dini tutarnıyar ki. . . Akşam karanlığı çökmek üzereyken, Halası sökün etti. Mesadet H a n ı m , daha çok çalındı görümeesini gö­ rende. Kal ın, sürmeli kaşları n ı iyice gererek, çıkıştı : - Bak abla, şu yavrucağı n haline bak. - Ne etse hakl ı Mesadet... Onca dil döktüm , beni de dinlemiyor. - Hasip ona söz dinietmesini bilir. - Ah nerde . . . O yüzden geldim ya ben de . . . -Sarıldı Saadet'e. - Etme güzel kızım. Kendini böyle koyuverme. Hele baban gelsin. Bulur bir çaresini. Saadet, ne annesi nin ne halasının dediklerine al­ dırmaks ı z ı n ağl ı yord u . i yice boşanmış, bebeği birinin, ço­ cuğu ötekinin kapması ndan rahat, alabildiğine hıç­ kı rıyordu. Hasip, ağlayışlardan şaşkın kapıdan girdi. Şöyle bir göz att ı . Durumu beğenmediğini belirten bir kaş çatışla ortaya sordu: - Ne oluyor? M esadet Hanım, hiç bişey bilmediği için salt omuz­ ları n ı silkti, kaş göz işaretiyle, kendince çözdüğünü san­ dığı durumu anlatmaya çalıştı. Hasip, karısının dav­ ranı şları nı yorumlayarak, yeniden sordu; ·

83


- Ne oluyor yahu ? Söze yasak m ı koydunuz? Ablası, doğruldu birden: - i ki gündür yalvarıyor yavrum . Yapma Fehmi , diyor. Yuvamız dağ ı l ı r. Perişan oluruz. Dinletemiyor. Din­ lemeyince tak etti ikimize de. Geldik ki, kulağ ı n ı bir burup, day ı lığı n ı , babal ığını öne koyarak, kararından caydı rası n . - i yi hoş ya, kararı söylemediniz b i r türlü. - Otomobilcilik yapacakmış, --<:liye açıkladı ablası .Yapanın durumu ortada değilmiş gibi. Koca i stanbul'lu Münir Bey beceremeyip ser sefil olduktan sonra, şimdiye otomobile binmemiş Fehmi nice olur, bir düşün Hasip. Düşün ve de önüne geç bu işin. Hasip, otomobilcilik sözünü duyar duymaz ikir­ ciklenmişti . Hele Münir Bey olayı ndan sonra. Adam gün­ düz kumarhanede, gece meyhanede tüketiyordu ömrünü. Sonunda Şirket denetçi gönderip, delterini dürme kararı ald ı . Şimdi bu işe Fehmi bulaşırsa, aynı korkular onun için söz konusu. Birden gelen büyük para, azdırır adamı . Az­ d ı rı r ya, sakalı kaptı rması da doğru değil. Ablas ı , karısı, kızı gözlerini dikmişler, yüzünü inceliyorlar. Biliyorlar ki , Hasip'in vereceği karar, durumu çözecek. Hasip de bunu bildiğinden, yukarıdan aldı sorunu; - Kadı nlar ne zamandır erkeklerin yapacağı işlerde söz sahibi oldular? Ü ç kad ı n da birbirinin yüzüne bakarak bir yanıt ara­ dılar. Bulamıyı nca, söze abiası başladı yine; - Söz değil ki bizimki. Durumun kötülüğünü aniatma çabası . - Yuvam tehlikede babacığım, --<:liye söze girdi Sa­ adet. - Çocuk hakl ı , Otomobilcilik de neyin nesi oluyor? 84


- Yakış ı r mı bize, --<liye tamamlad ı Mesadet. i çten içe hak veriyordu onlara Baharatçızade ... Otomobilcilik ancak, şöyle böyle insanların yapabileceği bir işti . Onlar gibi tan ı nmış tüccarlar, böylesi pis işlere el bulaştı rmamal ıydılar. Ama, yine de direnmeden edemedi. - Durun hele baka l ı m . Hemen bayrakları açmayın. Bir aniayıp d i nl eyelim, neyin nesidir. - Anlamas ı , dinlemesi yok baba. O bu işten vaz­ gelmedikçe, ben burdan kıpırdamam, --<liye katıldı Sa­ adet. - O ne demek? Unutma kızım burası benim evim. Hasip'in kestirip atması , i rkiltti kad ınları . Umutsuzluk, acı l ı bakışiara dönüştü. Hiç sessiz başların ı eğdiler. Hasip, suskuyu beğenmedi. Sürdürdü sözünü. - Şimdiye hepimizden açı kgöz olduğunu gösterdi. Sizi bulamay ı nca bu raya gelir. Oturup bir konuşal ı m . Belki hak vereceğiz. Benim de yüreğime kuşku girdi . Bil­ mediğimiz, duymadığımız bir iş. Ama, kendine göre sağ­ lam tutanakları varsa, niye önüne geçe lim? Hasip, akl ı konuşturuyordu. Konuştur.uyordu ya duy­ gunun alabildiğine taşkı nlaştırdığı üç kadını yatıştıracağı yerde, kışkı rtıyordu sözleri . Masadet yarı boğuk, yarı tiz bir sesle, çıkıştı kocasına; - Kendin de söylüyorsun , otomobilcilik iyi değil, Bey ... Tutarnakları nice sağlam olursa olsun, yavrucuğumun şu hale girmesi bile her şeyden önemlidir. - Ben de söyledim kaç kez Hasip ... Nasıl bakarsın dayı nın, öteki büyüklerinin yüzüne? B ı rak şu otomobilci parçası n ı demezler mi? Dinietebilen beri gelsin . Zavallı 85


Saadet'im, iki gündür iki gözü i ki çeşme yalvarıyor. Taş olsa i nsan ı n yüreği , erir. Bizim oğlanda tıs yok . . . Eskiden böyle değildi Birimizin gözü n ü nemli görecek olsa, yö­ remizde dönerd i . i şi geliştikçe yüreği mi sertleşiyor, nedir, kişinin? Şimdi, aldı rmaz oldu bu nca göz yaşları na . . . Kesi n b i r şey söylemiyor. Kad ı nları d i nlemekle ye­ tiniyordu Hasip. Olası değildi Kendisi ne sormadan böyle önemli bir karara varması, m ümkün değildi. Değildi ya, madem bir kez koymuş kafası na, hiç olmadı gerekçesini iyi tutmalıydı. Birden akl ı na geldi ki, epeydir Fehmi'nin yaptığı işlerden hep sonra haberi oluyord u . Çok zaman Şakir Bey, kendinden önce öğreniyordu olup biteni. Bunda bir sakı nca da görmüyord u , hakças ı ! . . Fehmi tuttuğu işi yü rütüyor. Daha b i r gelişerek, hep yüzleri n i ak ediyordu. Kendisi ise, iş görmekten yorulmuş, elindeki işleri bile Fehmi'ye aktarma n ı n yolların ı arıyord u . i çin i ç i n bun u düşü n ünce, sessizliği d a h a bir artt ı . Ve sessizliğin ortasına, "Buraya gelirken b i r haber ver­ mek yok mu?" Diye, Fehmi daldı . Kad ı nları n , özellikle de Mesadet'in saidı rmasına olanak vermeden, atıldı Hasip. - Hele gel bakalı m Fehmi, seninle bir konuşal ı m . - Buyrun, konuşal ı m . Birlikte bahçeye çıktılar. Kameriyelerden birine oturdular. Dilfeza, dört dönüp yoğunlaşan yas havasına al­ d ı rmaksızın, kahvelerini koşturuyord u . . . Hasip, kocaman bir yudumu ağzı nda yayarak, sözü açt ı . - Saadet p e k gücenmiş sana. - Haksız dayı. - Haksız m ı ? .

,

.

86


- E vet - Benim gönlüm de ondan yana ama. - Eğer b uyururs anız bu işten vazgeliri m . Ama, beni dinlediğinizde hak vereceğinizden güvenliyim Güvenli ol­ masam , önceden gelir d üşüncanizi öğrenird i m . V e anlatmaya ba ş lad ı Feh mi. M ü n i r Bey i n i y i ce işrete dal ı p satt ı ğ ı kamyon paraları n ı da kumarda yitirdiğinden başlayarak, şi rket denetimcilerinin durumu sapıamasına deği n . Sonra ordan al ıp, Hükümetin yol yap ı m ı na hız ve­ receğinin anlaş ı ld ı ğ ı n ı . Tüm ülke olmasa bile, Ankara'n ı n başkentliğe yaraş ı r b i r kent haline getirile c eği . V e bun u n otomobil ticaretine büyük bir gele c ek sağlad ı ğ ı n ı bal­ Iandıra baliand ı ra anlatt ı Asl ı nda, başka ülkelerde bu işin ciddi , en temiz i ş lerden say ı l d ı ğ ı n ı . . . Ne var ki, bi rkaç kendini bil mezsi n , işin ad ı n ı pislediği n i bir b i r açı klad ı . Sözlerini bitirirken, üstelik ken­ disi anlamad ı ğ ı için işin başı nda olmayacağı n ı bir anlayanı bulup görevlendi receğini de söyleyince, yumuşadı Hasip. . . Fehmi'nin tutkusu sarmıştı o n u . Yapacağı i ş i kesinTikle benimsedikten sonra ticarethanesinin biraz daha gelişmesi m uştusunu gördü. Yeni adam, yeni adamlar, işin bü­ yümesini gösterir. Esnaflı ktan tüccarl ığa, tüccarl ıktan büyük iş adamlığına geçiş demektir bu. Kimin ki dükkanı nda fazla adam çalışır. Hem de baş ı n ı kaşıyacak zaman bulamamacasına çalışır, en çok işi o çıkarır, demez miydi babası ? Öyleyse, Fehmi de hakl ıdır bu işte. Yeter ki, dikkatli olsun . - Sonra başına b i r iş açılmas ı n oğlum? - Hiç bir iş açılmaz. Denetim yalnız benden gelm eyecek. Gavur boş durmuyor dayı. Ü stelik adamı n gö­ zünün yaşı na bakmıyorlar. Nice atıverdiler Münir Beyi so­ kağa? .

,

.

'

,

.

,

87


- Benim dediğim de b u . - Kaygılanmayı n . Ö yle bir adam buldum k i o iş içı n , tam biçilmiş kaftan. - Sen bilirsin . Hadi gireli m . Tasalan m ı ştır bizimkiler. Girdiler. Daha sofran ı n başına oturuken, gülümsedi Hasip. - Abla, sen de Saadet de boşuna kaygılan-mışs ı n ız. Fehmi bana anlattı işi . Hak verdim. B ı rakın çocuğu yo­ lu nda yürüsün. Hem bundan sonra, ikide bir eteğine ya­ pıştığı n ı z ı duymayayım. Duyarsam. Yüzü m haramdı r size. Hasip desteği n en güçlüsün ü vermişti Fehmi'ye ... Ar­ d ı ndan, ilk acentelik için gerekli parayı vermekte de di­ renmedi . Böylelikle peşin çal ışma olanağ ı n ı bulacaktı ilk yı llar için Yemekten sonra uyuyan büyük kızı kucakladı Anası , bebeğe yap ı ş m ı ştı zaten. Saadet koluna girdi kocas ı n ı n . ·

Ertesı gün, hesap almaya gelen Şükrü'yü b i r kıyıya çekti. - Nasıl gidiyor işler? - Kaymak, Fehmi'ciğim. Sayende biz de adam sıras ına girdik. -Sonra göz kırptı .- Girdik ve de Nataşa Han ı m ı kaptığ ı m ı z gibi mutluluğa erdik. Tanrı senden raz ı olsun. Karşılaştığı m ı zdan beri öyle h ızlı çal ıştı k i feleğin çark ı . Ben içindeyken, . dolabı n nice döndüğünü an­ layamad ı m . - Eğer elde ettiklerini b i r kıyıya koyarsan anlarsın. - Oho, onlar çoktan uçtu. Bundan sonrası için belki. . . Ama, nasıl çekiverdim b i r gecede Münir Beyin iki binini. . . 88


- i yi kumarc ı s ı n . Ama, duyduğuma göre, iyi ku­ marcılar hep yitirirlermiş. - Ö yledir. Ö yledir ya, ben uslandı m . Sayma artık beni. - Sevindim ... Bir sıkışıklığın olursa gelmekten çe­ kinme. - Bunca akıl öğrettin. Yine de sıkışırsam, yu! olsun bana. Hadi kal sağlıcakla . . . O eski , b ı ç k ı n yürüyüşle ç ı k ı p gitti Şükrü. Fehmi bir süre ard ı ndan bakt ı . Sonra hemen yandaki, Zorlu Kar­ deşler mağazası n ı n tezgahıarına el etti . Genç tezgahtar, çevresine bakınarak işini bıraktı . Bir çırpıda Fehmi'nin mağazasına girdi. Fehmi ayakta kar­ şıladı geleni. - Gel bakal ı m Rober Şalom Efendi. Otur, -<liye yer gösterdi. Rober elleri n i dizlerinin arasına kıstırarak oturdu. Fehmi soluklan masına bı rakmadan söze başlad ı . - Bak kardeşi m . M ü n i r Beyin başına gelenleri bi­ liyors u n . Şirket bana vermek istiyor acenteliği. Epeyce za­ mandır burda komşuyuz. Senin nasıl çal ışkan , değerli ve bilgili bir insan olduğunu biliyorum. Bir tek söz istiyorum senden . Ona göre ya olur, diyeceğim şirkete, ya olmaz. Eğer benimle çal ışmayı kabul edersen, orda aldığının iki kat ı n ı ve bir de y ı l l ı k otomobil gelirinden binde bir veririm. Olmaz dersen ben de bu defteri kapatır, bildiğim işi sür­ dürürü m . Rober, başı önünde dinliyordu. Bir süre sessizliğe asıl ı kal d ı gözleri . - Durumu bildirmem gerekl i . Verime birini buluncaya değin, işimi sürdürmeliyim. 89


- Tamam. Teşekkür ederi m . Hemen bildir. Ben de ancak alı rı m acenteliği . - Anlaşt ı k efendi m . Kalktı g e n ç tezgahtar. F e h m i de. . . Geçirdi kapı ya değin . M asas ı n ı n baş ı n a oturarak, "Hakimiyeti Mill iye" ga­ zetesine vereceği ilanı hazı rlamaya başladı . Şirket, kendi açıklamas ı n ı b ı rakm ıştı zaten. Alt alta çı kmal ıydı ki, bir anlam taş ı s ı n. Ö nce, şi rketin ilan ı n a bakt ı . "Ankara acentemiz M ü n i r B e y ile ilişkilerimiz ke­ · silmiştir. Bu açıklama ç ı ktıktan itibaren. üçüncü kişiler açı­ sı ndan hiç bir sorumluluğumuz olmad ı ğ ı n ı bildiririz," di­ yord u . "Lord kamyon, binek otomobil v e yedek parçaları bun­ dan böyle Çokzade Fehmi ticarethanesinde satı lacakt ı r," sözl eri n i yazd ı . Beğenmedi. Yeni bir kağ ıda; "Çokzade Fehmi Ticarethanesinin yeni bir hizmeti . Lord motorlu taşıt araçlar ı n ı n Ankara acenteliği de lirmamıza verilmiştir. i l­ gililere duyuru l u r," cümleleri daha hoşuna gitti. Koliuğunun arkas ına dayanarak, iki açı klamayı bir­ birinin devam ıymış gibi okudu .

Şaki r Bey, terini silerek oturdu yaz ı haneye. Çevresine bakı narak soruşturd u . - Patren y o k mu? Fehmi, ellerini kurulamadan kapıdan gird i . Han ı n için­ deki helaya gitmişti . Şakir Beyi görünce seyirtti. 90


- Vay bey emmi ı Uzun zamandı r uğramıyordunuz? - Kaçmaktan kovalamaya zaman m ı ayırabiliyorduk ki. .. D elirmiş bu adamlar. - Hayı rd ı r? - Tutturmuşlar bir banka sözü, yanlarına varılmıyor. Yahu biz anlamayız, diyoruz dinleyen yok. Hele sen şu pay senetlerinden bir kısmı n ı al, diyorlar. Param yok, di­ yorsun, b u kez de olduğunda vereceksin diyorlar. 1\ıe ya­ pacağı m ı ben de şaş ı rd ı m . - Ne bankası? K i m diyor? - Öyle ya,sen burda kurmuşsun tezgah ı n ı , tıkır tıkır yürütüyorsun. Hiç bir şeyden haberin yok değil mi? - Siz haberlerneyince nereden olacak? - Hakl ı s ı n ! Bu yaştan sonra, bizim kaşığımızda da posta tatarl ı ğ ı ç ı ktı . Kocuyoruz Fehmi ... Çenemiz iyice düştü art ı k . - Aman b e y em mi. . . D a h a d u r u n bakalı m . - D u rması falan yok. S e n i n ekonomici Celal Bey, Gazi'yle el ele verip bir banka kuruyor. Geçen gün sofrada bizi de orfak yazdı lar. Bir türlü söz dinletemedik. Gazi ner­ deyse m ü h rü müzü tabanca zoruyla bastı racakt ı . - Gazi ne buyurmuştur, i y i buyurmuştur demez mi­ siniz her zaman. - Ama oğul, bu kez bu, para işi. Bankacılık kim, biz kim . . . Zaten gavur bilmese söyler mi? - Y i n e başlad ı n ı z bilmece gibi konuşmaya. Kim söy­ ler mi? - Osmanlı Bankas ı n ı n !renk müdürleri . Siz bırakın bankac ı l ı ğ ı bize, hesaba akl ı n ı z ermez, demişler. Vay sen misin b u n u söyleyen. Gazi'nin kulağına gider gitmez, 91


durun hele, buyu rmuş. Ban kacıl ı k nasıl olurmuş, ben gös· tereyi m . Hint Müslümanları n ı n yolladığı ndan arta kalan iki yüzelli bini çekmiş mi Osmanlı Bankas ı ndan? Celal Beyin eline tutuşturup göster hünerini demiş mi sana? Oneağızı m da, yolunacak kaz görüp bizi sürmüş Gazi Paşam ı z ı n sol· ras ı na? Gel çık şimdi işin içinden . . . - Bir bankamız ol ması kötü değil k i . . . - Değil ama, beceremez batırırsak paraları , uçacak olan da az değil. Arsacılık, zahirecilik durup dururken, pa­ rayla oynamak bize mi düştü? - Bi r zamanlar ben de öyle diyordum da, kes sesi n i otu r. Aramızda Gazi Paşa var, demiyor muydunuz? - Anlad ı k anladık. Zaten yirmi binlik sözün altına yatıp geldik. Şimdi bir de sen binme tepemize. Celal Bey seni ça­ ğ ı rıyor. Konuşacakları varm ış. - Başüstü ne bey emmi. Hemen varayı m . Hammal , söylemeden koşturmuştu Şakir Beyin kah­ vesin i . O içineeye bekledi. Sonra kıpırdanınca, birlikte kalk­ tı. Celal Bey, kırık dökük b i r maun masanın başında otu­ ruyordu. Yer yer yıpranmış derileriyle, sırılan iki koltuk vardı masas ı n ı n önünde. Fişler, uzun kağıtlar arasına eğdiği ba­ ş ı n ı n aklaşmaya yüz tutmuş saçları görünüyordu. Bağa gözlükleri , fişleri n üstünde ışıltılar saçıyordu sanki. Masanın önünde birinin durduğunu sezince başını kal­ dırd ı . Dolgun yanağında dilini içten vurulmuş bir yumruk gibi dolaştırdı. Yeri nden hafif doğrularak, buyur etti . - Şakir Bey mi haber verdi? 92


- Evet efendim. Hemen koştum . Yeni bir banka kur­ duğunuzu öğrendim. Kutlayayı m , dedim . - Her şeyde kendimiz olmalıyız . . . Banka ticaretin can damarıdır. Can damarı m ı z ı yabancılara teslim ederek ya­ şayamay ız Çünkü bünyeye gerekli kan ı n akm ası nda onlar söz sahibidirler . - Benim ne gibi hizmeti m olur efendim? - Biz size h izmet edeceğiz Fehmi Bey. i stiyoruz ki, bankamızın gelişmesiyle birlikte tüccarımız da ilerlesin. Bu yüzden, tüm olanakları mızı sizin gibi işbilir kişilerin hiz­ metine vereceğiz . .,...... Her zaman buyruğunuıda olduğumu bilmenizi is­ terim. Celal Bey, kalemi elinden bıraktı. Geniş koltuğun ardına yasiand ı . Arada bir sağa sola döndürerek daldı bir an . . . Gelecek günlerin gelişmesini düşünüyordu. "Kurduğu banka, ülke ekonomisinin belkemiği olacakt ı . Elinde öy­ lesine o lanaklar vardı ki . . . Bir kez, bankan ı n en büyük pay sahibi, ülkenin kurtarıcısı, Cumhuriyetin kurucusuydu ... ü s­ telik Ankara'da meyvelenen ilk çiçekti bu. Şimdiye değin Osmanlı Bankas ı n ı n yaptığı işleri büyük ölçüde elinden ala­ bilirdi. Devlet organları , daha kuruluş tamamlanır ta­ mamlanmaz, iş görüşmeye başlamışlardı. Daha doğrusu, bankanın kuruluşu bu sabah yapılmış, akşamına kasası dolmuştu. Hükümet çıkardığı bir bildiri ile, bölgelerinde i ş Bankası varken , başka banka ile ilişkiyi yasaklamıştı . Hemen birkaç gün sonra i stanbul'a gidecekti. i stanbul'da bir şube daha açacak. Ordan Bursa ve i zrnir şubelerinin ku­ rulmasına girişecekti. .

,

93


Böylesıne yoğu n işler aras ı nda, güvenilir adam bulup biriken paraların onlar arac ı l ı ğ ı yl a işe dönüşmes i n i sağ­ layacakt ı . Güvenilir adam da, öylesine azd ı ki . . . Ankara'da i ş yapma yeteneği olan b i r Fehmi ç ı km ı şt ı . Ö tekiler ü ç beş kuruşluk karı , hemen Keçiören yanlarında arsaya yatırıp zarar etmişlerdi. Çünkü meclisteki leri n ço­ ğunluğu, Ankara'da ev bulamayı nca, Keçiören'e ta­ ş ı n m ışlard ı . San ı l d ı ki, An kara o yönde büyüyecek. i l k günleri n , en k ı s a arı düzgün yoluna sahip b u l u n m a üs­ tünlüğü nden başka bir şey değildi bu. Ankara tam ters yönde. Çankaya tepelerin e doğru gelişmeye başlamıştı . . Fehmi, artık adı S ı hhiye olan batakl ı ğ ı n hemen ortalarında bi r tarla almakla, nice uzak görüşlü ve güvenilir adam ol­ dugunu isbatlam ışt ı . Ne var ki, bir bankaya, bir tek müşteri yetmezdi. Yeni yeni atı lgan tüccarlar bulmak gerekli. Bun­ lara kred i verip yapacakları işleri göstermek, kaç ı n ı l maz bir ödevdi." Türkiye'nin dört bir yan ı nda vurulan her kazma, satılan her malda kendi parmağ ı n ı n işaretini gördü Celal Bey ... K ıvançla gülü msedi. "Yapmak istediği buydu işte. Mustafa Kemal, siyasal mimar ise o da ekonomik kurucu olmak is­ tiyordu. Biliyor, bu savaş .sonrasının siyasal yapısında, gözlerini çok yücelere dikti. Ama, sofra tartışmaları ndan tüm olayları n çalkan ı ısı içinde, ittihatçı olduğu halde hep parçayı sıyı rması ndan anladı ki , Gazi'nin ona gereksinimi vard ır Ekonomi bilen tek kişi olmanın üstünlüğüyle, ge­ lecek ellerinin arası n a bırakılmaktadı r. Güvenin ve be­ ğenisinin en büyük onuru değil midir bu bankanın kurulma ödevini yükümlenmek Arkadaşları şaştılar ona. i skan ba­ kanl ığını bırakıp bir bankanı n -hem de onları n gözünde .

.

94


batmaya koşullu bır bankanın- baş ı n a geçmek, budalal ı ktı . Oysa banka n ı n ne olduğunu iyi bilir Celal ! . . Bursa Osmanlı Bankas ı nda yazman olarak çal ı ş ı rkenden çok iyi bilir. Tüm B u rsa' n ı n saygı yarı ş ı na ç ı kt ı ğ ı anlı şanl ı tüccarları n , ipek i malatç ı ları n ı n , bir küçük banka memuru önünde·nasıl takla atııkiarına çok tanık olmuştur. Askerler ve öteki siyasetçiler, ne b i lirler ekonomiyi? Hele hele bankacı l ı ğ ı ? ' Bil­ mediklerinden şaştılar, anlamadılar. Ama, şu · kuruluş dö­ nemini bir atlats ı n . Devlet gücünün para denilen sihirli ya­ n ı n ı eline geçi rsin , o zaman anlarlar. Anlar ve hak veri rler. Celal , tümü müzden akı llıymış derler. Bunu dedi rimenin yolu da, güvenine b ı rakılan paraların başdöndürücü bir artış h ı z ı n a ulaşmasından geçer. Yoksa tüm istekleri nin üs­ tünden bir sü nger geçmek zoru nda. Bu banka işi biterse, Celal de biter. Yeşeri rse, en güçlü söz sahiplerinden biri olur." Öyle kıvançl ı baktığı bir kısa an içinde geçirdiği dü­ şüncelerle sevecenleşti. - Ben i stanbul'a gideceğim. Bir şube açmak için. Benimle gel meye ne dersi n ? - H a y h a y efendi m . - Yolda u z u n uzun konuşuruz. - Buyrukları n ı z ı dinlemek beni mutlu kılar. - Ne zaman yola ç ı kabi liriz? - Size bağ l ı . .. - Bu Cuma iyi m i ? - Elbette . . . Kalkıyordu ki, oturtt u Celal B e y . . . - Kahve söylemedik. 95


- Ne önemi var efendim. Sizi gördüm, kutlad ı m ve de kultand ı m ya, yeter. - Olmaz. Bir kahvemizi iç . . . Yüzüğüyle m asan ı n üstü ne vurdu. Yeni a l ı n d ı ğ ı üstünden akan giysinden belli odacı se­ yitti . B u ryuğu bir asker gibi alıp, topukları n ı n üstünde geri döndü. Ve koşarak gittiği gibi kahveler eli nde döndü . Celal Bey, kahvesini sessiz içiyord u . Bu sessizlikte, Fehmi'nin gelişmesi ni düşünüyor. Yap­ cakları işbirliğinin, başarı l ı olacağına güven duyuyord u . Akl ına Kara Kemal geldi . . . "Şimdi nerelerdeyse yapmak istediklerinin uygulamaya girdiğini bilse, kimbilir n e düşünür? Asl ında ikimiz de aynı durumdayız. O i zmir Suikast ı n ı n sorumlularından olarak aranıyor. Yakalanırsa, yaşam ı söz konusu. Ben bir olayın içine girdim ki, başaramazsam, tüm geleceği m gitti gider. Kişinin düşüncelerinde benzerlik olunca ya­ şamı nda, yazg ıs ı nda da benzerlik oluyor. Onun yıllar önce yaptığı denemeyi, ben yeniliyoru m . Siyasal yandan değil, ekonomik yandan bir oluşumun temellerini atmaya çalaşıyorum. Ama. öyle bir kurtlar sofrası açıyorum ki, en küçük sendelemede, beni yerler. Tıpkı, bir sürçmede onun yenmesi gibi. .. Fehmi boş lincanı tabağına bırakt ı . Ayağa kalktı. Celal Bey, gitmekte olduğunu görüp hafif kıpırdand ı . - Cuma treniyle gidiyoruz değil mi beyefendi? - Evet... Cuma treniyle gidiyoruz. - Ben hazırlığımı yapayım. - Ben de çocuğu göndereyim yerlerimizi ayırts ı n . - Başüstüne efendim . . . .

"

96


O gider gitmez, rakamlara, fişlere daldı yeniden . Sonra , eski kesinliğiyle anlayamadığı n ı görerek, dü­ şüncelereni sürdürd ü . "Ne v a r ki , b e n ondan daha b i r i lerde başlıyorum. Bir­ kez bağ ı ms ı zl ı ğ ı n ı yeni kazanmış bir ülkenin bağrı ndayız biz. Çökmek üzere olan bir imaparatorluğu n değil . O, es­ nafı uluscu l u kla örgütleyip birşeyler yapmak istiyordu. Biz tüccar yaratacağ ı z . Hem de Kara Kemal'den çok üstün olanaklarla. Çünkü onun döneminde alabildiğine bir lö­ vanten ve yabancı rekabeti söz konusu idi. Biz ise, sa­ hipsiz toprakları ekip biçeceğiz . . . Bu nedenle, ya­ şamı m ı z ı n benzer yanları olmayacak. Onun direnci ve üstten alması yaşam ı n ı tehlikeye attı . Benim uysal ve ye­ ri mi bilen davran ı ş ı m , geleceği ellerime bırakt ı . Ka­ çabilseydi belki paçası nı kurtarı rd ı . Ama sanmıyorum. Ye­ nilginin yal n ı zl ı ğ ı n ı bil miyor o. Bilmediğinden, sığı nacak çok yer bulurum san ıyor. Yan ıldığ ı n ı anladığında iş işten geçmiş olur. Demirci beni kovaladığında, durumum ay­ nıyd ı . Bir ayrımla ki benim Demirci'ye söz geçirecek dost­ ları m vard ı . Kara Kemal ise. bundan yoksun ... Her neyse. işte o n u n yapamad ı ğ ı n ı yapacağı m ben. Türkiye'de, ül­ kesine yararlı kapitalistler yetiştireceğim. Madem, kapital ve o kapitali yatırıma dönüştürecek kapitalist olmadan kal­ kınmak mümkün değildir. Biz de mümkün olduğunu, ya­ ratıcıl ı ğ ı m ı z ı n tüm gücüyle isbatlarız." Rahatlamışt ı . Yürüyüp gelen b i r i ş i d a h a büyük olanaklarla sür­ dürmenin güvencesine arişince yeniden aydınlanı-vermişti baş ı . Memurlar teker teker giderken , o hesapları n içine daldı. Ortakların, ilk pay sözün ü tutanlarla tutmayanları n ı 97


bir yana ay ı rd ı . Bu akş a m , yeniden l i steyi Gazi'ye gös­ termesi gerekiyord u . G ö rs ü n k i , baskı yaps ı n adamlara. Yoks a . hiç biri öde mez borc u n u . G özleri ı ş ı ldadı yeniden. " B e n i m düşündüğü m ü bilseler, kalpakl a rı n ı havaya ata­ rak koşarlar ilk pay ı yatı rmaya. Ama, n e rden bilsinler? Gazi'ye bile söylemedim b u n u . Hele i l k kuruluşu tamaml ayı p kara ge çire l i m O karı dağ ıtacağ ı m ıza, sermayenin öden­ meyen böl ü m lerini k a rşı l ar ı z. Böylelikle, ilk yat ı rd ı klarıyla, büyük pay sahibi olu rl a r. Ama, söylemek g e re k bunu. Kara geçtiğ i m i z zaman , kend i l e ri kap ı m ı z ı aşındı rır, payları m ı z ı yat ı ral ı m y a da ortak olal ı m , diye. Onların kuşkusu, b u işin yürümeyeceğinden. Yü rüyeceğini, devlet desteğiyle her işin mümkün o l d uğu n u bir isba tl a y alı m ... i rki ldi b i rd e n . B a k ı n d ı iyice boşal m ı ş handan bozma bankasına. M e m u rl a r, akşam karanl ı ğ ı na kalmadan çıkıp gitmişlerdi. Bir odac ı , eli nde kibritle lambas ı n ı yakmak içi n kalmış. Ka­ pının önü nde bekliyor girme cesaretinden yoksun. i şaret etti . . . Delikan l ı , koşarak yaktı lambası n ı . Kapıyı çekip , ç ı kt ı . Y i n e eskiden olduğu gibi , kap ı n ı n camı nda gölgesini b ı ­ rakarak, tam önünde beklerneye başlad ı . " i smet Paşa' n ı n payları n ı unuttuk," diye geçirdi. "Bu akşam pay senedini vermeliyiz." Kasayı açtı . . . Muhasebe müdürünün açığa imza edip bı raktığı . pay makbuzları ndan birini ald ı . .. Yirmi bin liral ı k pay ı n , ilk beş bin l i rası n ı ald ı ğ ı n ı bildiren rakamları yazarak, kendisi de im­ zalad ı . Katiayıp cebine koydu ktan sonra, eliyle üstünden ok.

"

"

98


şad ı . Hemen ard ı ndan Gazi ' n i n hesab ı ndan beş bin liral ı k b i r aktarma yapıp makbuzunu hazırlad ı . M asayı tı klatt ı . K a p ı açı l ı p odac ı n ı n başı görününce: - Oğlum bir payton , ----d e di. . . - Hazır efendim . . .

99


Fehmi, Zorlu

Kardeşlerle,

ilginç bir ortaklık düzeni kuruyor

ALTI

Rober, üstün ü değişmeden yan ı n a g i rdi. Fehmi, olu msuz bir istekle karş ılaşma n ı n ikir­ ciklenmesiyle, yüzüne bakt ı . Bunca zamandı r yan ında ça­ l ışıyord u . Ama ilk kez böyle değişmeden yan ı n a giriyordu Rober. Bir iş olabilirdi bunda. Tam da otomobilciliği iyice oturtluğu s ı rada. Gözlerini k ı rp ı ştırd ı . Soran bakışları, Şalom'un beynine çivilenerek orda ge­ çer "eri çekip almak i steğiyle tutuştu. Rober, çok bek­ letr ı eden, çıkard ı ağzındaki baklay ı . . - Akşam eve döndüğümde, eski patronları mdan mek­ tup aldım. Sezinlememiş miydi o? i şte, akl ı na gelen başına ge­ l iyordu. Bir zaman o ayarım ıştı memurları n ı . Şimdi geri alıyordu. Yapabileceği zam oran ı n ı geçirdi aklı ndan. Şimdi aldığının iki katı n ı bile verse az gelirdi. Tek başına tüm otomobil işlerini çeviriyor. Ayrıca bildiği üç dille, ithalat ke­ siminin de yönetimini elinde tutuyordu. Gerçi, daha geçen ay, kendiliğinden bir zam yapm ıştı . Ama. bu küçük bir miktard ı . Eğer sıkışırsa, maaş ı n ı bir kat daha arttı rmak ka1 00


rarıyla, gerisi ni bekledi sözün . Gelmeyince sord u ; - B işey mi istiyorlar? - Onlara göre öyle . . . - Sana göre? - Aniatacağ ı m beyefendiciğim . Bizim otomobil şirketinin i stanbul temsilciliği de boşalmış. Adam ölmüş, ka­ rısıyla, bir küçük kızı ndan başka da kimse yokmuş sa­ n ı rsam. Geçici olarak, Zakir Bey ad ı nda birine vermişler. Ama, pek memnun değillermiş. Diyorlar ki bana; istersen, sen alabilirsin burdaki acenteliği. Biz gerekli yard ı m ı ya­ parız. Seninle de ortak oluruz. Ortaklığı geçirdi akl ı ndan. O yapamazdı bunu. Yok baştan yapm ı ştı . Genel ge­ l i rden belli bir oranı vermek ortaklı k değil mi! Şimdi Zorlu Kardeşler de uyandılar. Belki biraz fazlası n ı verecekler. Hele işin sonunu bir getirsin. - i yi bi r öneri . N e düşündün? - Düşündüm ki, bu bizim için bulunmaz bir haberdir. Nasılsa i stanbul'da bir şube açacağ ız ... Bir bölümü de oto­ mobil işini yürütür. - Şube açacağız evet. Ama, yürülebilirler mi? Senin gibi biri olmad ı kça, nasıl güven duyarım? - i stanbul'da adam çok beyefendiciğim. Buluruz. Di­ lerseniz ben de deneti m görevini yerine getirir1m. - Dilerseniz ne demek? Biliyorsun ki, otomobil işine karışm ıyoru m ben . Şu işin nasıl olacağ ı n ı bir anlat ba­ kal ı m . - Bence, Zakir Bey'i bu işten kaydı rmanı n yolu, ölen temsicinin karısıyla bir o rtakl ı k kurmaktır. Bell i bir pay ve­ rilir şimdilik. i lerde işler gelişince, sermaye artırılıp pay düıoı


şülür. Ama ellerine g eçen bugü nden fazla olacağ ı için, ses çıkaramaz kad ı n . - Bence ayn ı i ş i Zakir Beyle yapsak, daha kolay olmaz m ı ? - Yabancı şi rketler, kolay temsilci değiştirmezler efen­ dim. Değişti rmeyince de, Zaki r Beye aklı onlar vermeden biz uygulayal ı m deri m . Belli k i b u akl ı , eski patronları vermiş. Rober tutup bunu uygulamayı öneriyor. Demek ki, kolay kopamayacak kendisinden. Gözlerini k ; rp ı şt ı rd ı . Sevi nmişti. - Peki ... i ste rsen sen hemen yola çık. Durumu bir ko­ laçan et. Eğer mü mkünse, katar işi. San ı r ı m bu akşam tren olacak. Noterden bir vekaletname çı karal ı m . Ge­ rekeni yap, -diyerek hemen ayakland ı . Akl ı n a geleni uy­ gu laması gerekiyord u . -Noter'e ben giderim. Eğer ha­ zırl ı ğ ın uzun sürecekse, şimdiden başlayabilirsin. - Hiç uzun sürmez efendim. Hemen yola çıkabilirim. - Bekarsın da ondan ... - Her şeyin s ı rası var değil mi efendim? - Sırası geldi artık Rober. Şu işi de çözümleyelim de, seni de bir sıraya sakal ı m. - Sağolun efendim . Kendisi gitti notere. Yaptırdığı vekaletnameyi getirip uzattı Rober'e . . . Rober ald ı . Fehmi koltuğuna oturunca, belli etmeden okudu. Yüzünde tan ı mlanamaz bir sevincin ışıltısıyla masaya geldi. - Teşekkür ederim beyefendi. Güveninize layık ol­ maya çal ışacağı m ..

.

1 02


- Bu çal ı şman ı n karş ı l ı ğ ı Rober. Daha baş­ langıcı nday ız işin. - E rken diyordum ben de . . . - Hiç değil. . . B i z genciz daha. Beklemek yerine çal ışmayı yeğliyoruz. Daha hakkettiğini veremiyoru m . Ama, vereceği mden kuşkulanma . - B i l iyorum efendi m . Çok iyi biliyoru m . Teşekkü r ede­ ri m . Rober, vekaletnamede yazan genel temsilciliği ve firma m üdürlüğü u nvaniarı n ı aklı ndan geçırerek, yerine döndü. Fehmi bir süre ard ı ndan bakt ı . "Ne garip . . . Sanki yan ı m a gelirken çekişe çekişe pa­ zarl ı k eden o değil. Sanki , anamdan emdiğimi burnumdan getirip, az daha işten vazgelmeme neden olacak adam gitti. Ve sanki öl desem, ölecek . . . Neden acaba bu? O gözlerindeki bağ l ı l ı k parı ltı s ı , nerden geliyor? Kimse benim çipil gözüme, sarı kaşlarıma bayılarak böyle bir tutum tak ı n maz. Ü steli k karş ı ma geldiğinde benden güç­ lüydü. Pekala Beyfendi ben gidiyorum. i stanbul, acental ığı yapacağı m , diyebilird i . Derse de haksız olmazdı . Oto­ mobileilikle çok iş var. Bu işi en iyi bilenlerden biri de ken­ d i s i . Demedi. Tam tersine, işi beni m almamı sağlayacak fikirler verd i . Neden ?" Baş ı n ı sallad ı . i l k kez düşünüyordu bu konular üstüne. Ve ilk kez güçlükle karş ı laşıyordu. Çözmek istediğini tam çözememenin rahats ı z l ı ğ ıyle kıpırdand ı . "Gidip sorsam m ı nedenini? Olmaz . . . Bunu kendim çözmeliyim ben. Eğer çözebi l i rsem , başarı n ı n gizini ya­ kaladım demektir. Adam, beni m yanı mda memurluğu, tüc103


carl ığa neden yeğled i ? Girişim yeteneği olmad ı ğ ı ndan mı? Hay ı r . . . Kaç kez gö rd ü m ki , Zorlu kardeşlerin büyüğü gelip uğraştığ ı halde, devlet siparişlerin i n tümünü kapl ı . Sonra d a sağ lam b i r anlaşmaya bağlad ı k, oldu bitti . Or­ daki g i r i şim yeteneği ve ustalığı bir kişi nin başarısı için ye­ terlidir Güçsüzlük m ü ? Sanmam . . . i şte öneri . . . Eski pat­ ronları her türlü desteğ i gösterecekleri n i söyl üyorlar. Ö yleyse ne? Çözmem gereken soru bu. Neden böylesine bağlandı bana? Böylesine yaman bir delikani ıyı kopmayacak sağ­ lamlıkta ke ndime bağlay ı ş ı m ı n nedenini i ncelemeliyi m. i n­ celemeli ve iplik iplik açıp bundan son raki davran ışları m ı d a b u n a göre düzenleme liyim. Rober'in i l k gelişinden bu yana gelişen olayları a n ı m­ sad ı tek tek . . . Gelişmenin h ı z ı , düşündüğünden bile başdöndürü­ cülüğüyle nefes nefese bırakıyordu onu. Bir araştırd ı . i nce ince eledi i lişkilerini. Ve birden gülümsed i . Özellikle vekalet olayı ndan sonraki davranışıyla bağdaştırı nca olanları , çözüverdi. "Vermesini bileceksin Fehmi" dedi. "Hem de is­ temeden. i şle bağlantı kuracaks ı n . Geliştiğini, yan ı nda ça­ l ışan senden önce bilir. Çünkü her zamankinden çok yo­ rul ır uştur. Sen ondan erken davrandı n m ı , bağlan ır. Belki akl ı ı .dan geçiriyordu Rober. Beni m en yetkili adamım ol­ mayı istemesin olmaz. Ben , ondan önce davrandı m . Hem müdür yapt ı m , hem de vekil . Onun uzun zaman için dü­ şündüğü n ü , ayağ ı n ı n altına seriverdim. Zam istemeden, zam yapt ı m . i şte tüm soru n bu . . . Kendi ni , ondan iyi düşündüğün havas ı n ı verdin mi, ge.

-

"

1 04


risi kendiliğinden geliyor. B u ndan sonrası için ders olsun bu bana. Hammaldan, müdüre yan ıında bir kişi de ça­ l ı şsa, bin kişi de, hiç ayrıl madan bunu uygulamalıyım. i nsan isteğini tutku haline çevirmenin gizi burda. Çok şey öğrendim , Rober'den . . . Ama bu öğrendiğm tümüne bedel. Hele soru nu çözümleyip dönsün i stanbul'dan . . . Bilirim b e n yapacağ ı m ı . A z önce akl ı mdan geçirdiğim zamm ı , dayay ıvere­ ceğ i m . Kazaneıma ortak olduğu sezgisini başka türlü yer­ leşti remem yüreğ i n i n derinine. Ve bir kez de yerleştirdim mi, ben bile söküp atarnam gayri . . . Hay sen çok yaşa Rober . . . Asıl teşekkür etmesi gereken biri varsa, o d a benim yahu . . . "

Kan ter içinde girdi mağazadan. Ü st katta kendisi için yapt ı rd ı ğ ı bü roya çı kmadan Rober'e uğrad ı . Şimdi Rober, kendisinin eski yerinde oturuyordu. Patrenunu görünce hemen ayağa kalkt ı . B i r el işaretiyle oturttu ktan sonra. Koltuğa yerleşti . Mendilini ç ı karı p terlerini sildi. - Soğuk bişey içerdim doğrusu, ---<:t edi . Rober, yüzüne baktı. Patronun ardı sıra seğirtip gelmiş hammala işaret etti . - Bize iki çay söyle . . . - Soğuk bişey, demişti m . Sevecen likle baktı Rober'e yeniden sildi leri n i . . . - Teriisiniz beyefendiciği m . - Depoları n durumu nası l ? - Buyruğunuz üzeri ne say ı m ları n ı yaptırd ı m . Tümünü masanı z ı n üstüne b ı rakt ı rd ı m . lOS


- Bu arada ezberlemişsindir. Ne var ne yok? - Akl ı mda kald ı ğ ı n a ,;ıöre, fena değiliz. Hemen hemen dolu her kalem. - Ö yleyse . olan ı n iki katı sipariş vermemiz gerekiyor. Her kalemden vereceğiz. Şimdi Bayı n d ı rl ı k Baka n l ı ğ ı ndan geliyoru m . Elimizdekiler salt Ankara' n ı n isteği n i kar­ ş ı lamaz. Onuncu yıla büyük bir şantiye olarak gireceğiz. H e r türlü gereci sağlayacağıma söz verd i m . Anlaşmayı i mzalad ık. Kızı lay binası n ı n hemen üstüne bakanl ı klar ku­ rulacak. Ayrıca demiryolu geliştirilecek. Demiryolları için gerekli olanı i stanbul'da bı raktı ral ı m . Döviz işlemlerine hemen girişilsi n . i ş Bankası bizim krediyi arttı racak m ı ? Konuştun m u ? - Konuştum . Artt ı racak. Ayrıca Zi raat Bankası d a kredi vereceği n i söylüyor. Osmanlı Bankas ı , işlemlerin bir bölümünü onlara yaptırırsak, altında kal mayacağ ı n ı be­ lı rtt i . - Verdiği ölçüde orayla çalışal ı m . Öteki habe rler d e i y i . Bu işleri görüp seninle b i r i stanbul'a gidel i m . - Akşama tamam d ı r efendim. - i yi . . . Akşam treniyle gidelim öyleyse. Elbette evden bir engel yoksa. - Rica ederim efendim. Karım gerçe.kten yard ı mcı oluyor bana. - Memnunsun değil mi? - Çok memnunum. Hanı mefendi, sizin otomobilcilik olayını anlatmışlar, sağolsunlar. Bir de kı nam ışlar ken­ dileri n ı . Şimdi bunu söyleyip avunuyor. Madem beyefendi, bunca yıldır hoşnud kılmış hanımefendiyi, diyor. Bu­ yurduğu herşeyi yapmanda bir sakınca yok. Ben sı1 06


k ı / d ı kça, g i diyorum hanı me-fendiye. Öyle hoş bir insan ki ,zaman ı n akıp gidişini sezinlemiyorum bile. - Tüh unuttu m . Akl ı mda ne var, ne var, deyip du­ ruyord u m . Bakan l ı kları n yap ı m ı başlandığı nda, bizim ar­ san ı n değeri kat kat artacak. Orayı bir parsellettireli m . Yol üstü ne gelecek arsalardan b i rine bir aparlman yaptıralım da, tümümüz ayn ı yerde otural ı m . O zaman , hanı mları n durumu biraz daha kolaylaş ı r. - Siz buyurduktan sonra. - Bu işle de ilgi/eniver bugün. - Hay hay ... - i stekleri Ticaret Bakan l ı ğ ı na ne zaman gönderebil i rs i n ? - Liste hazı r nasılsa beyefendiciğim. Ü ç kopya yaz­ d ı rm ı ştı m . Dilerseniz, yazıyı yazı p hemen gönderirim . - Tamam. Ben bir saat sonra, bakanın yan ı nda ola­ cağı m . Hali/'i gönder. A k ı l l ı oğland ı r. Dilekçeyi getirdiği zaman, bana bir telefon ets i n . - B i r buyruğunuz o l u p olmad ı ğ ı n ı sorsun değil m i efendi m ? - Evet ki , iş çabuk yürüsün . - An l ı yoru m . - Çünkü kulağ ı ma b a z ı şeyler çal ind ı . Palazlanmış bir iki i stanbul, Angara tüccarı , fiyat kırmak istiyorlarm ış. Mümkün değil bu, ama bir kez için yapabilirler. Çünkü önemli olan bakaniıkiara girmek. Bunu öğrendi/er. Bir kez­ l i k zarar, sürekli sağ ı rn ı n geliriyle haydi haydi giderilir. Sa­ nayi plan ı n ı n tüm haz ı rl ı kları bitti , diyorlard ı . Eğer bitmişsel - Bitmiş efendim, -diye sözü nü kesti Rober. - Ba­ kanlar Kurulu bu hafta kararlaşlirip yürürlüğe sokacakmış. 1 07


- Kimden öğrendin? - Plan işinde çalışan bir dosttan, sözetmiştim . - Şu Rus M usevisi m i ? - Evet . . . Uzaktan bizim akraba olduğu içi n . - i yi. . . O zaman, isteği üç katına çıkaral ı m . D ı ştaki satıcıları m ı z bize kredi açar m ı ? - Şimdiye h i ç istemedik. Ama, on y ı l a yakın b i r sü­ redir, karş ı l ı kl ı iş yapı yoruz. Sanırım açarlar. Dilerseniz birer mektup yaz ı p soralı m . - Hayır. i stanbul'a bugün gitmeyelim. - Siz bilirsiniz. - Durumu yeniden gözden geçirmemiz gerek. bizim eli mizde tuttuğumuz, mallara büyük ölçüde gereksinim olacak. Rakipleri miz belirmeye başlad ı . Tüm istekleri tek baş ı m ı za karşılamak için fiat m ı kı rmal ıyız? Yoksa ithalat tekel ini ele geçirip rekabet edenlerimi bast ı rmalıyız? Hangi yol daha iyi ? - Mal geti rmekte büyük yararı m ı z var beyefendi . Ne olursa olsun istek arttıkça kendiliğinden pahal ı lanacak. Ancak ikinci yolu da denemek yararl ı d ı r. Mal tekelini eli­ mizde tutarsak, satıcı biz oluruz. Satıcı biz olunca da, di­ lediğimiz yerden almak zoru n-dadı rlar. - Ama, bu tür alış verişte kaçaklar olabilir. Öyle bir yolunu bulmayız ki , kaçak olmamalı . - Haki ısınız. Biri daha mal depo edebilir. O zaman pi­ yasada da rekabetle karışlaşmamız işten değil. Bunun ça­ resi acentelik edinmekti r beyefendi. O zaman, tü münün denetimi elinıizde olur. Bunun için de firmalarla konuşup anlaşmak gerekiyordu. 1 08


- Bu yüzden , i stanbul gazisini erteledim. Şimdi iki yol var ö n ü müzde. Bir karar almak zorundayız. Ya, satıcı ola­ cağ ı z , her türlü rekabete açık bir biçimde. Ya acente kurup tekelleşeceğiz. Acenteliği n sakı nca-ları var m ı ? - Yarar var beyefendiciğim . Bizden başkası mal ge­ tiremez. San ı r ı m böylesi için izin almak daha da kolaydı r. -Düşündü bir an Rober.- Izin almak bile gerekmiyor ya­ saya göre. Çünkü acentelik tek yanl ı bir işlemdir. Salt, ithalat s ı rası nda izin almak yeterl i . Ben acentelik almanı n uygun olduğu görüşündeyi m. - Kesin değil mi görüşün? - Kesin efendi m. - Öyleyse, i stanbul'a ben yal n ı z giderim. Sen , hemen i ki pasaport çı kart. - i ki mi? Neden? - Gezin uzun sürebilir. Karı n ı biz nasıl oyalıyal ım hay Rober? B i rl i kte gideceksiniz. Hem ne zamandır izin yap­ mad ı n ı z . Hiç acele etmeyin. Doyasıya gezin Avrupa'yı da, Amerika'yı da. Konuş adamlarla. Anlat durumu. Ve bize olanak sağlamalar ı n ı iste. - Başüstüne beyefendi . Çalışırı m . - Ne zaman yola ç ı kabilirsin? - Ne zaman buyurursan ız. - Siparişleri m gittiğinde, arda olmanda çok yarar var. - Olur efendim. i zin ç ı kar çıkmaz, bendeniz de yola çıkarını. Saatin e baktı Fehmi. Kalkt ı , yerinden. Rober hemen dilekçayi yazmaya durdu. Yukarı odası na çıktı . Kasadan Bayındırlık Bakan ı n ı n pek sevdiğini söylediği altı n işlemeli ! 09


şimendöfer saatlerinder. birini ald ı . Sonr::ı aşağ ıya inip Rober'e : - Ben bakanl ı ğa gidiyoru m , -dedi . Rober, yazıyı bitirmek üzereydi. B aş ı n ı sallamakla ye­ tindi. Patran ç ı kar çı kmaz, H alil'i çağ ı rd ı . Söylenenleri ak­ tarı p , listelerle dilekçeyi &iıne !uluşturdu. Halil, bakanlığa doğru koşarken, kendısi de bankaları dolaşmak üzere ç ı ktı . Roza, kıvırc ı k kahverengi saçları n ı !aramak, yuzunu silmek için aynan ı n ka rşısına geçtiğinde gördü pasaportu. Bir anlamı olmal ı yd ı bun u n . Buraya b ı rakıp bir neden uydurarak odaya önce gir­ mesini sağlad ığına göre, mutlaka bir nedeni olmalıyd ı . Bir­ kez elini uzatt ı . Sonra yasak birşeye dokunmuş gibi çekti. Bakındı yöresine. Rober her an girebilirdi. Ama, gizli bir­ şey olsa, koymazdı konsolun üstüne. Saadet'in sözleri caniandı kulağ ı nda. "Otomobil işi dışı nda ben hiç karışmad ı m kocamı n iş­ lerine. Gördüm ki , mayası başkad ır. i şinden başka şey düşünmemektedir. Sald ı m yakas ı n ı . Akşam baş ı n ı din­ leyebileceği bir mutluluk yuvası yapmaya çal ı ştım hep evi mi. San ıyorum başard ı m da. Ki mse Fehmi'nin bir aykırı davrand ığını görmedi şimdiye. Göreceklerini de san­ mıyorum. Bir budalal ık ettim. Belki de o budalal ı ğ ı n ya­ rarın ı gördüm. Sanıyorum o da anladı en küçük aykı rılıkta beni yitireceği n i . Ö nem vermiyor olabilir. En azı ndan, kendi yuvas ı n ı n tad ı n ı bulamayacağ ı n ı da çok iyi bilir. Bizim ödevi miz kız ı m , kad ı n olarak erkeğe bu güvenceyi vermektir. i nan olsun kaç kez ceplerinden şuraya buraya ı ıo


kağıtlar düşer. Nedir, neyin nesidir, diye bakmam bile. Toplar, kendisi ne veririm. O da rahattır her zaman. Ben de. Kişi rahat ı n ı kendisi yapar. Mızmızland ı , dırd ı rlandı m ı , sonunu hazırlam ı ş olur. Bunca yıldı r izlemeye çalıştım koca m ı . Hatta bir ara mektupları n ı n çoğunu ben yazdım. Görd ü m ki , baş ı n ı kaşıyacak zamanı olmad ı . Seninkininse hiç olmaz. Kendisi böyle çal ı şan adam, yan ı ndakilere ne yapar, düşün. O yüzden fazla kuşkucu olma. S ı kıldığın zaman atla gel bize. i ki söz eder, dağıtırız sıkıntı m ı z ı ." Açıp baksa m ı ? " Rober bunu buraya bakması için koymuş olmal ı . Bu masa kendisinin. Bilmeden bir iş yapmaz. Acaba deniyor mu? Olabilir. Erkek dediğ i n , en yakı n ı , karıs ı nı bile de­ m eye tutar zaman zaman. Kendi güvenilmezliğinden gelir bu. Ya da kendine güven-sizliğinden. Olsun. Neme gerek. Açız bakmaya-cağı m . Sabırlı olan kazan ı r. Gelsin, ne demek istiyorsa, kendi ağzıyla söylesin." Yüzünün boyaları n ı sildi. i nce derisinde gezdirdi ellerini Yumuşacık, parlaktı. Gözlerinin kıyısında, ağz ı n ı n genişlediği yerlerde çizgiler aradı . Besbelli o çizgileri görmek için uzun yıllar bek­ lernesi gerekti . Parlak gözleriyle aynadaki Roza'yı süzdü. K ıvandı kendinden. Elbisesini çıkarıp, geceliğini giydi. Saçı na yumuşak !ırçayla birkaç kez dokundu. Rober kapıdan girdi. Yan gözle kocası n ı süzerek, pasaportu uzattı. - Konsolun üstü nde b ı rakm ışsın . - Açıp bakası n, diye. ·

lll


- Yolculuğa mı çıkıyorsun ? - Çıkm ıyorum , ç ı k ı yoruz Aceleyle açtı pasaportu. i ki kişilik olduğ u n u , kendi ad ı­ nın yaz ı l m ı ş buJ unduğunu görünce z ı playıp sarı l d ı ko­ cası na. - Can ı m ... Can ı m benim ... Nereye gidiyoruz? - Hemen hemen bir dünya turuna desem , olur. - i zin mi? - Biraz o, biraz iş. Patran gönderiyor. - Yani bir balayı çıktı bize. Ne iyi adam şu Fehmi Bey . . . Kucakladı karısı n ı . Ağı r ağ ı r yatağı n üstüne bıraktı. Roza, geceliğinin bükülüp bacakları n ı açmasına al­ d ı rmadan, öylece yattı. Kıpı rtısız. Ama, baş ı n ı röb­ döşambrı n ı çıkarmaya uğraşan kocasına çevirip du­ dakları n ı hafif ıslatarak ... Rober, ellerinde i nce bir titreme. Güçlükle çı kard ı üstündeki ni. Belinden yukarısı çıplak, ayağ ı nda pijama ile karısının yan ına uzanırken , yi­ neliyordu. - Büyük adam Roza . . . Çok büyük adam . . . Roza duymuyordu söylenenleri . Dudaklarında ince ıs­ lakl ık. Gözlerinde istekli parıltıyla öyle yatıyor. Sofya'dan başlayarak Avrupa kenteirini düşünüyordu. Rober, elini uzatıp belini kavradı . "Ah Viyana," diye düşündü Roza . . . "Babamı n anlata anlata bitiremediği katedralleri. Geniş caddeleri. Müzik, müzik sokakları , alanları ... Pencereleri , kapıları, bacaları ." Hafifçe kendine çekip, dudaklarından öptü Rober. "Ah Paris," diye düşündü Roza . . . .

1 12


Göğüslerinin üstünde Rober'in sert, ac ı masız par­ makları n ı sezinleyince, Paris Eyfel'i, Metrosu , Sen'iyle bir döndü akl ı nda. Sonra N otr Dam'ın Kulesi Eyfel'e deyip, bir kıvılcı m ç ı kard ı . Ard ı ndan üstlerine Sen akt ı . Daha bir ço­ ğaltt ı ateşi . D udakları ndaki ağ ı r bas ı n ç . alabildiğine çağiayıp ı sıttı Roza'yı . . . Kolları sarıldı görmezleye Rober'e, sonra en­ sesinde kenetlenircesi n e s ı k ı l d ı . T e k beden ol maya sald ı ran ikilem, elierin de­ viniminden ayakları n , belin devi nimine dönüştü. Ve Roza, bu kez göğüslerin i ezen şeyi n Rober'in göğsü olduğunu sezip önce bir ı kı ltı ç ı kard ı ağzı ndan ... Gözleri kayd ı . Yu­ mulmak özlemiyle. Yumdu . . . Sonra daha bir açarak bakt ı . Kocas ı n ı n alnı nda boncuklanan terleri gördü i ri i r i . Ellerini a l n ı ndan geçi rip , saçlarıyla oynad ı . Ayd ı nlan ıvermişti Rober'in yüzü. Sarı ldı iyice. Sonra elini uzatt ı k kalçalarına doğru . . . Ve gözlerini iyice yumdu . . . Olanı biteni içinde duymak isteğinin ağı rlığıyla açmadı bir daha . . . Ta uyuyuncaya değin . . . Fehmi, masa n ı n üstüne serdi Rober'in mektubunu. Aceleyle okumaya başlad ı . "Beyefendiciğim ! . . i ki gündür Paris'teyim. B i z i m şirketin Ortadoğu bü­ rosuna uğrad ı m . Otomobilcil er toplanmışlar burda. Bizi ta­ n ı d ı lar. Çok memnun oldukları n ı söylediler. Biz aldıktan beri Ankara'n ı n da, i stanbul'un da satış ı n ı n çok artması 1 13


tümünü sevi ndirrniş. Otu rduk, Ticaret Müdürüyle u z u n uzun konuştuk. O da yahudi olduğu içi n , anlaşmam ı z kolay oldu. Bize, pek çok öneri getirdi. Lord şirketi salt otomobi lcilikle uğraş m ı yormuş. Demi r-çel i kten, saat ya­ p ı m ı n a değin çeşitli işlere el atm ış. Otomobilciliğin tüm Türkiye temsilciliğini istedi m . Bunun şimdilik değil hiç bir zaman mümkün olmad ı g ı n ı bildirdi. Ancak genel tem­ silcilik yeri ne, ikinci eli verebilirlermiş. Ben bunu da ka­ bullendi m . Genel perak.mdecisi biz olacağ ız. Hemen hemen tek satıcı demektir bu. Ayrıca, öteki işlerin acen­ teliği boşmuş. Saydı . Size ;lişikte bir liste gönderiyoru m . Bize yararı var, yararnazı var. A m a b e n derim k i , tümünü alal ı m . Böylelikle şirketin güve:nilir acentesi olal ı m . Ayrıca kredi sorununa da değindik. Bir ödeme ga­ rantisi sağlarsak, o işin kolay olduğ u n u söylüyor. Ö yle güç bir şey değil miş ödeme garantisi. Herhangi bir banka, bir mektup yaz ıyormuş. Asl ı nda bunu da genel merkezlerinin isteği üzerine yap ıyorlarm ış. Yoksa, bize sözle bile aça­ bilirlermiş. Niteki m , ilk parti için böyle bir istekte bu­ lunmuyorlar. Bu arada, yine o müdür sayesinde, A merikan Ticaret Ataşesi ile görüştük. Müdür, bi;.:i bir öğle yemeğinde bu­ luşturd u . Bizimle iş yapmaya çok istekli oldukları n ı . Ü ç dört büyük firm a n ı n , acenteliğini alabileceğini belirtti. On­ ları n listesi de ilişikte . . . B e n önsöz olarak, olumlu karşılad ı m . Ama, içime d e b i r kuşku gird i . Acaba sizin verdiğiniz yetkileri aşt ı m m ı , diye: adamdan izin isteyip, size sormaya karar verdim. Ayı n ondördünde bir akşam yemeğinde buluşacağız. O güne değin bana buyruğunuzu iletebilirseniz se1 14


vindiri rsiniz. Roza, yengeme mektup yazıyor. Kızlar için her ma­ ğazadan bir i ki şey ald ı . Her birinin birer koca valizi oldu . B ilmem beğenecekler mi?" Birden akl ı n a geldi. "Hay deli yahudi," diye düşündü. "Bugün ay ı n on ikisi . Mektup sekiz günde gelmiş. Adam yetki sorununu mek­ tupla mı yazar?" Hemen bir kağıt çekti önüne. Zarftan adresine bakarak bir telgraf haz ı rlad ı . "Tam yetkilisin stop. Kararın ka­ rarım d ı r stop. Gözlerinden öperim stop." - Halil. .. -Çocuğun seyirtip gelmesine baktı. Uzattı telgrafı . -Tez şunu çek. Rober'in selamı var . . . H a l i l f ı rlayıp gittikten sonra, yeniden eğildi mektuba. "Size de bir iki şey aldı k ama, istedikleriniz olabilir. Bu­ rada ucuzluk varm ış. Eğer istedikleriniz varsa, lütfen bil­ d i riniz. Yan ı m ı zdaki para yetecek. i kimiz de çok selam edip saygıyla ellerinizden öperiz. Oğlunuz Rober Şalom" Oğlunuz, sözcüğüne takıldı bir süre. Gülümsedi. . . Bir oğlu olmamışt ı . Ve gerçekten aileleşmişlerdi Roberle ... Bir oğlu olsa, daha m ı çok severd i ? Kendi çocuğunun durumu başka. Haylaz olabilirdi,it kopuk olabilirdi. Ama, biliyordu ki, daha çok severdi . Kızları n ı nasıl seviyor? Birden büyük kız ı n ı özlediği n i sezinledi. Fransız kız kolejinde yat ı l ı okuyordu. Ve ancak tatilden tatile birlikte olabiliyorlard ı . Saadet, küçüğü Amerikan ko­ lejine vereceğini söylemişti . i ki kızı da, daha küçücükten l l5


elinden kaçacak. Burnunun direği s ı zladı birden . Sezinlemeden elini ma­ saya vurd u . i smail koştu. Elleri , göbeğinin üstünde dikildi an­ nacına. Başı n ı kald ırı nca, afallad ı ilkin. Çağ ı rd ı ğ ı n ı bilmiyor. Ama. geldiğine göre çağırmış olmal ı . - Oğ l u m , g i t C u m a akşam ı için iki kişilik i stanbul bileti al , --dediği ni duyd u . Yutku nup, vazgeçti m diyene, i smail aşağ ı f ı rlamışt ı . -Hay Allah, --dedi sesli sesli. Bakı ndı yöresine duyan var m ı diye. Olmadığına güven getirince, yeniden gülü msedi. "Kocamaya m ı baş­ l ıyorum , ned i r? Söyledi klerimi düşünmez oldum . "

1 16


Fehmi Bey bir oğlu doğunca memurlarına ikramiye veriyor

YEDi Araban ı n Ulus alan ı n a doğru tı rmand ı ğ ı n ı oturduğu yerden gördü. Çağ ı rmam ı ştı . Evden bı rşey istiyorlar an­ laşılan. Ya da . . . Düşüncesini tamamlayamadı . T ü m mağazadakilerin ayağa kalktıkları n ı görünce, ken­ disi d e onl ara uyd u . Daha o büronun kapısına yö­ nelmemişti ki, anası daldı içeri. - Mahir'im geldi Fehmi. .. Mahir'im geldi. .. Kimselere b ı rakmad ı m . Muştuyu kendim getirdim. Kızım bi oğlan verdi sonunda bana. - Ana dur. Toplan biraz. - Toplanması var m ı ? Biz Saadet'le, yıllardır bu g ü n ü n özlemiyle tutuştuk oğul. Sen de . . . Belli etmedin. i yi koca olduğunu ispatladı n . Ama seziyorduk. K ızdır. Bir gün gelir, çeker kocas ı n ı n yan ı na gider. Sen geeeni gün­ düzün ü kalıp, artt ı rd ı kça artı rıyorsun varl ı ğ ı n ı . Bir oğlan olup sen senden geçende bunların ucundan tumadı mı vazgel. . . Belki düşünmedin bunları . Ama, biz iki kad ı n , sabah akşam düşünüyorduk. Şimdi geldi umudumuz. M u ştular olsu n , derim sana. Muştular olsun ki. .. 1 17


Daha i l k keli melerden a n la m ı şt ı d u r u m u . Hemen ana­ s ı n ı n kol u n a g i rmiş, merdıvenlerden i n d i rd i kten s o n ra, o konuşmas ı n ı sürd ü rürken arabaya sokmuştu . K e n d i si d e yan ı n a otu rarak, Benddaresi yönünü gösterd i . Şöför arabay ı sürdü. Belediye'nin oraya varı nca, omuzunu dürttü Fehmi. Araba zınk diye d u rdu. Hemen atladı kaldı rı ma. Ö nüne ilk gelen kuyumcuya dalarak, üstü deri kapl ı , içi kadife bir ku­ tu nun içine konulmuş balkıyan pı rlanta yüzüğü gösterdi. - Şunu ... Kuyumcu ellerini oğuşturdu. Boynunu büktü. - O çok eski bir parça beyefendi. Satılı k değil. - Şunu sarı n , dedim . - Ama beyefendi, değeri ç o k yüksek . . . - Parayı s e n mi vereceksin yah u ! . . S a r !. . Kuyumcu isteksiz i steksiz sard ı kutuyu. Fehmi elini ceplerine attı . Bir süredir para taş ı m ı yordu. Hemen kart ı n ı çıkard ı . Ü stüne kartı getirene yukarıdaki parayı veriniz yazd ı . Adam ı n yüzüne baktı. - Nedir fiat ı ? - O n sekiz bin lira. Karta rakam ve yazıyla on sekiz bin yazıp, imzalad ı . Uzattı adama. - Çocuklardan birini mağazaya gönder, aldır, Dedikten sonra kutuya uzandı . Kuyumcu ikirciklenerek bakıyordu. Kartın üstünde Çokzade Fehmi, adı n ı görünce birden değişti tutumu. Yer­ lere değin eğilerek, kartı kapt ı . 1 18


- Acelesi yok beyefendi. Yeter ki , sizin müşteri lerimiz aras ı n a girdiğinizi görel i m . Yeter ki dükkan ı m ıza onur ver­ m i ş olunuz. Hiç acelesi yok . . . - Benim var bi rader. Hesabı m ı bilmek isterim. Hemen aldırınız. Ç ı kt ı dükkandan . Arabaya bindiğinleyi n , evi n yol unu işaretled i . Anası yeniden konuşmaya başlad ı . - U m utları mız gerçekleşti sonunda. Beklemenin ödü­ l ü n ü aldı m . Gayrı benim de bir oğlan torunum var. To­ runlar çok seviliyer Fehmi'm. K ı z oğlan ayı rmad ı m hem de . . . Ne var ki , dayın kız bı raktı gitti. Baban da oğlan ola­ rak bi seni. Kuruyacak, diyordum. Baharatçızadelerin de, Çokzadelerin de kökü ku ruyacak. K ı ran girmiş gibi. Birden nice canlandım. Kapıdan nice çıktı ğ ı m ı sana nice gel­ diğimi bil miyoru m . Telefon melelon sözü ettiler. Dinler miyim . Ben varı rım, dedim. Ocağımızın alazı gelmiş. Sözü mü olur? Eve gelmişlerdi. Hemen karısı n ı n yan ı n a girdi. Kuyumcudan aldığını uzatt ı , alnı ndan öperken. Kundaklanı p anas ı n ı n kokusuyla neleslenen oğluna bakt ı . Belinden beynine bir ı l ı rn ı n ağı r ağır yürüdüğünü se­ zinledi. Damağı kurumuş, gözlerinde halil bir buğu be­ lirmişti. Saadet, kuluyu açıp da içindekini görünce hıçrıkla ç ı ğ l ı k arası nda bir ses çıkard ı . - H i ç unutmazs ı n armağan ı m ı . . . Ama, b u tümünden güzel. Teşekkü r ederi m . Çok teşekkür ederim. - Kusura kal ma, daha iyisini seçmek isterdim. Ana­ m ı n telaşı ndan ne ettiğimi bilemedim. Bunca yıldır iş1 19


yerime hiç uğram a m ı ştı . Mağaza ald ı m , dönüp bakmad ı . Orayı yıktı rıp, daha büyük b i r yer yapt ı rd ı m , neresidir, diye sormad ı . B i rden annacı mda görünce, sang ı bengi oldum. Ö d ü m yarı ld ı . Konuşur konuşmaz da seyi rtti m. - Bu, bu çok güzel b i rşey . . . - Sen güzeli seversin Saadet. Güzel , senin için a l ı şkan l ı k . Ben pek bilmem nedir, ne değ i l d i r . Ama, b i rden gö­ züme çarpt ı . Belki sana geleceğinden haberliyd i . - i sted iğin zaman öyle tatlı konuşurs u n ki. . . Daha konuşacaklard ı . Anası g i rdi içeri. - Bu kız yorg u n . Daha şimdi bir çocuk doğ u rdu . Ü s­ tel i k oğlan uyuyor. Hadi baka l ı m . Bi okşa da işinin baş ı n a dön. D a h a b i r büyüt çark ı , d a h a bir a rt ı r v a rl ı ğ ı n ı . Mal ı n ı n bekçisi geldi . H a d i . . . Karı s ı n a baktı g ü l ü mseyerek. Başı ard ı nda kapıdan ç ı kt ı Apartman ı n merdivenlerinden i nerke n , üç koca çiçek sepeti nin g i rdiğini görd ü . Duraklayı p üstlerine şöyle bir bakt ı . Biri Rober'den, öteki Roza'dan ve üçüncüsü de öteki işçilerdendi. Gözlerindeki buğulanma yeniden belirip yitti. . Mağazadan içeri yeniden girdiğinde, gülerek kar­ ş ı lad ılar onu. Doğru Rober'in bürosu na gitti. Muhasebeciyi çağ ı rtt ı . Yapılan ı n altı nda kalmamak için şöyle bir dü­ şündü. Muhasabeci gelir gelmez; - Herkese birer maaş i kramiye ver, -ded i . Rober, sözünü kesereesine atı ldı. - Beyefendiciğim sonra alışkanlık haline gelmesinden korkarı m . - Alışkanlığı sonra düşünürüz. Bugün bir oğlum oldu .

.

1 20


yahu . . . Hem de akşam olmadan ver H üsamettin Bey . . . Hadi . . . H üsametti n Bey, kal ı n gözlükleri n i n ard ı ndan sulanmış gözlerle bakıyor. i nce uzun parmaklarıyla baş ı n ı kaşı rken, bir eliyle bol pantol onunu çekişti riyordu .. - Herkese m i ? Bugün mü? Hım h!m sesiyle soruyor soruyor. Duruşuyla Rober i n yad s ı m a s ı n a katıldı ğ ı n ı belli ediyord u . - Evet herkese v e bugün, ---<l e di Fehmi . - i stanbul da mı alacak? - i stanbul'dakiler benim memurum değil mi? Elbette alacak . . . - S i z bilirsiniz efendim, --<l iye çalkanarak ç ı ktı Hü­ samettin Bey . - i stanbul'a telefonla yazdı r, sen de yukarı gel , Rober, -diyerek bürosu na yürüdü . Rober, i stanbul işini de Hüsamettin'e aktararak, yukarı ç ı ktı . Karş ı l ıklı oturdular. - Plan bizim işimize yaradı Çocuklara birer maaş ik­ ramiye verilmesini neden yads ı d ı n . - Beyefendi, m e m u r h a l i n i bilirsiniz. Şimdi b u para her birimize gökten inmiş gibi gelecek. Belli bir sevinç ya­ ratacak. Ya gelecek yıl vermezsek? - Neden vermeyelim. Ben her yıl verilmesini dü­ şünerek söyledim zaten Si z bilirsi niz. Ama, hesapları n ı bir yapsaydı k. - Bunlar bizim adamları m ı z Rober. Onlar söz konusu olduğunda hesap durur. Elbirliğiyle çal ışıyoruz. i ş ge­ nişled i kçe, yükü n ü birlikte çekiyoruz. '

.

.

-

121


- Evet ama beyefe n d i , s ı k ı ş ı k dönemler gelebi l i r. O zaman verdiğimiz ikramiye, bize gerekli olabi l ı r . - E ğ e r ikramiyeyi y ı l ı n başı ndan vereceğimizi bilir ona göre davra n ı rsak, hiç birşey olmaz. Bunu ayarlamak da sana düşüyor. - Fabrikal ar bitmek üzere. Çark ayn ı h ı zl a dönecek mi bakal ı m ? - Fabrikalar bir k e z biti nce, kuruldukları kentlerde ge­ lişme başlayacak. Bir dalgad ı r bu. Bir kez belirdi m i , yürür gider. Gazi, sanayii artt ı rd ı kça, ticaret genişler. Fabri kalar işletmeye açı l d ı ktan sonra karayolu gerekeceği n i sen söy­ led i n . Kentler birbirine bağlanacak ki , ü retilen satı labils i n . Böyle olu nca, b i z i m alan daha bir büyüyecek demekti r. B i r i stanbul, Ankara yeterli mi? Bence büroları çağaltmak ge­ rekiyor. - i zmir'de de bir temsilcilik açsak fena ol maz efen­ dim. - Tamam . Ne o l d u Mobil i şi? Karayolu demek mo­ torlu taşıt aracı demektir. Onun kan ı d a benzin . Tem· silciliği alman ı n tam zaman ı . � Bugün yeniden görüşeceğiz. San ıyorum , bize ve­ recekler. - Aman bu işi kaçı rmayal ı m . Belki şimdi emekliyecek. Ama, ilerisi ayd ı n l ı k. - Bendeniz de öyle görüyorum . Bir seyvar. Bu sa­ nayileşme furyası nda, bazı küçük girişi mlerde bulu nsak iyi olmaz m ı , diye düşündüm. - Girişimin küçüğü olmaz Rober. Hem biz sanayici değ i l , tüccarız. i şimiz alıp satmak. Konuştum bunu ben . Hem de Ekonomi Bakanıyla. Bilirsin beni sever. Küçük 1 22


ü nitede bir girişim bile, bizim varl ığımızı al ıp götürürmüş. i ş Bankas ı , Paşabahçe fabrikası n ı ku rarken, bayağ ı güç­ l üğe uğramış. Bir kez büyük işlerin devlet tarafı ndan ya­ p ı l ması n ı istiyormuş i smet Paşa. i kincisi , yatırım, büyük para i stiyormuş. Böyle olunca, güçleşiyor iş. Eğer, cam ithalat ı n a yasak koydurup, peşi n satışa geçmesek, ya size kredi veremeyecektik, ya da yeni ortaklar almak zo­ runda kalacaktık, dedi Celal Bey. Böylesi bir işte bizim ya­ ğ ı m ı z aş pişirmez daha. Biz cam işinin i stanbul ve Ankara dağ ıtı m ı n ı alabi lir . . . Eğer bu arada i zmir'de de büroyu aça­ bilirsek. Yeter de artar bile . . . - Kurulan fabrikaları n dağıt ı m ı n ı alamaz mıyız? - Çoğu kumaş fabrikası . Biz anlamayız. Ama, biri var ki, şimdiden kapalmam ı z gerek. - Demir Çeliğin tek satıcı l ı ğ ı n ı bu hafta içinde alı­ yoruz efendim. - Nasıl çözümledin bu işi? - Genel Müdürle anlaştım. Prim fonunu biraz art ı rmamız gerekiyor. - Şi mdi anlad ı m ikramiyeye neden karşı çıktı ğ ı n ı . Çi­ mento işini de ben çözümledim. Seni nki gibi. Asl ı nda buy­ ruğu yukardan çıkarttı m . Ama, zorluk göstermeye yeltendi adam. Kadromuz çok genişleyecek. Kazanmak için ka­ zandı rmak zorundayız, biliyorsun . Kazandıracağız biz de. Ne var ki, işi sağlama bağlayı ncaya, direnmek gerekiyor. i stanbul'da bir apartman istedi adam. Bir eve li! olduk. - Kaç yıllık anlaşma karş ı l ı ğ ı ? - Beş . . . - i yi. . . Sonra h i ç vermesek d e olur. B i r kez beş yıl kendimize bağladı k m ı fabrikaların üretimini. Ondan sonra 123


ken d i s i satmaya kalkı şsa beceremez. - Benim düşündüğüm de bu . . . Bir tek sorun var. Pa­

rayı peşin yatı rmak gerekiyor. - i şte bu kötü. Yeni krediler bulmam ı z ge rekecek de­ senize . . . - Evet. Ama, ayl ı k ödeme biçimine dönüştürebile­ ceğiz sanıyoru m . - Ç o k i y i beyefendi. B e n de pazarl ı ğ ı m ı böyle yü­ rüteyim. Saadet, baş ı n ı kocas ı n ı n omuzuna yaslad ı . N efeslenir gibi geğirip ağzında bira n ı n ekşiliğini duyunca, sarıldı ko­ luna. Başı dönüyor, kendini bulutları n üstü nde san ı yord u . Boğazda, Rumları n işlettiği bir gazi n o d a oturmuşlard ı . i kisi de yönlerini denize vererek, dalgaların naz l ı nazlı yal­ palanmas ı n ı , takaları n fener ışığı nda bir koca gölge ha­ l i nde geçişini seyreylemişlerd i . Saadet, başı n ı n döndüğ ü n ü sezinleyi nce kalkmak is­ ted i . Sokağa ç ı kar çıkmaz, dar, boğaz yol u n u n ten­ hal ı ğ ı nda yü rü meyi düşledi. Sesi ni çı karmad ı Fehm i . Karı sı n ı , yüklenir g i b i tutarak, yürümeye başladı lar. Tarabya'dan E m i rgan'a doğru ilerliyorlardı . Şoför patron u n yürüdüğü n ü görünce arabayı çal ı şt ı rm ı ş bir kaç metre arkalarından izliyord u . i stanbul'un kör elektrik fe­ nerleri kendi çevrelerini bile aydı nlatamad ı-ğı ndan ka­ ran l ı k egemenliğini leke leke bastırıyord u . Bir süre salt adımları n ı n ve arkalarından g e l e n ara­ baları n ı n sesini dinledikten sonra: - Her gelişirnde daha çok seviyorum i stanbul'u 1 24


dedi Saadet. -Gerçekten b i r düş kent burası . Annem, ba­ bamla evlendiklerinde balay ı n ı burda geçirmişler. Anlata anlata bitiremezdi . Şimdi görüp tan ı d ı kça hak veriyorum . B i z i m i ncesu ya da Bendderelerimiz nice cıl ız, nice zavall ı kal ıyor Boğaz ı n yan ında. Ya Ankara' m ı z ı n , küçüklüğü. B u ­ ran ı n bir mahallesi , b i z i m ordan büyüktür bana kal ı rsa. Yeni yolları m ı z , yeni binaları m ı z var, evet. Ama Boğaz kı­ yısı ndaki bir yalıya, bunların tümünü değişmem ben . - Gene antikac ı l ı ğ ı n mı uyan d ı ? - Bu n u soracağ ı n ı b i l e b i l e söylüyorum. Antika, kull a n ı l ı r olduğunda güzeldir benim içi n . Hani oğlumuz doğ­ duğunda ald ı ğ ı n yüzük vard ı ya, onun gibi ... Bak, şu kar­ ş ı daki yal ı n ı n güzelliğine, ı ş ı kları n ı da yaktığı zaman , h ı d rellez gecesinin fener alay ı gibi görünüyor. Kimbilir orda oturanlar ne mutl udurlar? - Mutluluk oturduğu yerle ölçülmez kişinin. Biz burda yürüyoruz. Ama, ben kendi m i mutlu sayıyorum . Bir ya­ l ı m ız yok i stanbul'da. Eğer i stiyorsan, yarı n olur. - Benim için masrafa girme. - O ne demek? Her yaptığ ı m ı senin için, çocuklarım için yap ı yorum ben. Zaten tutturdun, kolejde okutacağ ım, diye. i yi de ett i n . K ı namak için söylemi-yorum . Ben güç a l ı rd ı m bu kararı . Ayrılmak güç geldiğinden. Ama. en iyi okullarda okuyup en fazla bilgiyi derlemeleri gerek. Senin Fransızca bilgin olmasa ben ithalalç ı lığa başlayamazdım. Çocukl arımı-zın dil öğrenmesi ne iyi Ne var ki, sen de benim ölçümde daya n ı ksızsın Tez özlüyorsun. Dilersen, yarın bir ev alayım burdan. Okul zaman ı buraya yerleşiriz. Tatil lerde Ankara'ya gideriz. - i şine engel olmaz m ı ? .

.

1 25


- i şim öylesine büyüdü ki Saadet. Artık ben bile engel olamam. - Doğrusu isteri m bunu. Çocuklarıma yakı n oluru m . Hiç olmadı haftada bir geli rler. Doyas ıya severi m . Ne var ki korkuyoru m . Tüm yaşam ı n ı n yollarda geçmesi ür­ kütüyor beni . Yoru luyorsu n . - i ş ada m ı işini izleyen kişidir. B i r Ankara'ya çakı l ı p kalsayd ı m , doğru senin söylediğin. i stanbul'daki işler An­ kara'daki nin beş kat ı n a varıyor nerdeyse. Memurları m iyi d i r ben i m . YetişkindiL Ama, başlarında bulunmak gerek. O yüzden gidip gelmem eksik değil. Eskiden i stanbul'a geliyordum. Şimdi ankara'ya gideri m . Saadet, mutlulukla s ı ktı kocas ı n ı n kol u n u . Baş ı n ı ye­ niden koydu omuzuna. - Artık gidel i m , dedi. Biran önce otel im ize gidel i m . H e m e n araban ı n kap ı s ı n ı açtı Feh mi. ­

Şakir Bey, ağ ı r ağır mağazadan içeri girdi. Doğru Rober'in odasına yöneldi. Yukarı işaret ederek. - Burada m ı ? -Diye sordu. - Bu sabah geldiler efendim. Buyurunuz ... - Merdiven ç ıkmak bana yasak. Bir zahmet haber ver de, buraya kadar gelsi n . Rober, bir koşu t ı rmandı merdiven i . Feh mi h e m e n indi. Boynuna sarıldı Şakir'in . Ellerini öptü. - Sabahleyin uğrad ı m . Henüz gel memişsi niz. Ben de size gelecektim . - M ağazadan söylediler. Pek sevindim . i şlere dalar, akşam ı bulur, diye ben geldim. - Zahmet buyurdunuz. Size doktor göndermiştim. Geldi mi? 1 26


- Yahu Fehmi efendi oğlu m . Bu para ne baktan şey­ miş. Hele görmemişin elinde. Dostları düşman yaptı kan l ı b ı çakl ı , düşmanları da dost ki, kuzu sarması . Benim akl ı m ermedi bu işe. Bir s e n kald ı n eskilerden . Eski sevgisini esirgemeyen . En yakı n arkadaşları mız bile dişlerini g ı ­ c ı rdat ı r o l d u y a n y a n a geldiği mizde. Ney � iş, i ş Bankası kuru l u rken onlara haber vermemişiz. Nah, sen tanıksın ki , b i z kaçacak delik arad ı k ortak olmamak içi n . Şimdi kara geçti ya, geçmez, kuru l maz olas ı . . . - Ne oldu b e y emmi? Bildiğimiz, banka bize büyük hizmetler ediyor. - Ediyor etmesine, ediyor da bizi de birbirimize so­ kuyor d u rmadan . Biz savaş arkadaşları , cumhuriyetçiler. i n a n ki bir kıyıda rastlamayal ı rri birbirimize. Ya g ı rtlaklar, ya da sırt ı ndan b ı çaklarız . - Hiç bi rşey anlayamad ı m . B e n i m kulağ ı m deliktir ama . . . - Bu kulak i ş i değ i l . i çten içe yürüyen b i r kurt. Gazi h asta oğl u m . Hem de bir iyice hasta. Bizim bankacı grubu da tüccarla el ele verip, bu hastalığı daha da azdırma yo­ l u nda. D iyeceksin ki , herkes öte dünyaya gider. Ya da d a h a pek genç, atlat ı r . Yok . . . Ben sanmıyorum. Gidiciliği salt beden olsa iyi. Bana öyle gelir ki, az biraz kalaya da s ıçrad ı . Neden dersen ; bir gece boyu, bin yaygarayı din­ leyip, iyisini kötüsü nü ayıklayan adam , şimdi öyle değil. i yi de kötü de, ötekinden önce seyirtip vardı mı yanı na tam a m . Bizimkiler tutturmuş, bira fabrikası n ı banka kursun diye, i smet, olmaz, diyor. Olmazı da şurdan ; bira tekelin d a l ı n a giriyormuş. Ve de planda bu işi devlet yapacak. de­ n i liyormuş. Tatd ı gavurun danas ı , demiş eskiler. Tatdı ya, 1 27


gayrı durmaz. Bizimkiler de öyle . Fabrikayı iş Bankası ku­ rarsa, bu kez, tüccar taytas ı ndan da adam alaca k m ı ş ş i r­ kete. Bu kulağ ı n a g itti ya bir y ı lda yat ı rd ı ğ ı ndan fazla para kazanma heveslileri n i n , tümü üşüşmüş baş ı n a Gazi ' n i n . i steriz de i steriz. E ngel ieyenin de kel lesini i steriz, d i y e tut­ turmuşlar. Bana da sordu Gazi . . . Sen hem tüccars ı n . Hem i ş Bankas ı nda ben i m ortağ ı ms ı n , ded i . N e dersi n ? i ş Ban­ kas ı , birayla ş ı rayla uğraşacağ ı n a planda olmayan fab­ rikalar kursun. Zaten amac ı m ı z bu değil miydi, dedi m. Aman bire Fehmi Bey oğlum. Demez olayd ı m ... Masa n ı n yöresindekiler b i r hörlediler üstüme. Nerdeyse kan ı m ı içe­ cekler. Kimi alttan vurdu, kimi üstten. Bereket vers i n eş­ rafl ı ğ ı m ı z An karal ı l ı ğ ı m ı z var. Doğru bildiğini savunma ünümüz var. Yoksa, Çankaya yokuş u n u n baş ı n a getirip yuvarlayıverecek-lerdi beni aşağ ı . . . Fehmi, Şaki r'in söyledikleri n i içer gibi d i nliyord u . Alış­ m ı şt ı artık. Şakir Bey gelir, bir sürü söz eder gider. Fehmi, bunları sonradan akl ı nda evi re çevi re, kendisi için gerekli yol u n hangisi olduğunu çözerd i . Bu yöntemi iyi tut­ turmuşt u . Çok zama n , bunu nice yapt ı n , diye sorardı Şakir. Siz söylemiştiniz yapmamı , deyince de, ben şimdi d uyuyorum. Nice söylemişim diye bir şaşard ı . . . Şimdi y i n e öyle . . . Asl ı nda, Gazi'nin hastalığı çal ı n mıştı kulağ ı na. Ama, böylesi d u rumları bilmiyord u . Öyleyse ka­ pışma çok yakı ndı r. Çankaya çevresi nde. Ve üsteli k ya devlet başa, ya kuzgun leşe gidecektir. Öyle olanda ortal ı k karı ş ı r. Karı ş ı kl ı k ise, ticaret için bula n ı k sudur. Bulan ı k suda bal ı k avlanmayacağ ına göre, beklemesi n i bilmek ge­ reki r. Dereler aks ı n , sular durulsun ki, bal ı klar o rtaya ç ı k­ sın. 1 28


Şakir, Fehmi'nin düşürıdüklerinden habersiz, sür­ dü rüyor. - Ellerinden güç kurtuldum. Eskiden olsa, Gazi, ben­ den yana çı kard ı . Bakt ı m , iyice doldurmuşlar ki , öfkeli öfkeli , i smet Paşa duymal ıydı seni, ded i . . . Benim d e tepem atmış niye atm ı şsa, i smet Paşa' n ı n sofras ında olsam ya da ken­ d i leri burda oisa, duyarl a rd ı , dedim. Bir köpürsün Gazi . . Sonra birden durulsun, kalbinı kırmad ı m değil mi, diye çocuk avutur gibi avutmaya otursun. Şaştım kald ı m . Var bir i ş bunda, ded i m . Bana yollad ı ğ ı n doktora anlattım bir bir. H astal ı k beyefendi, ded i . Bu hastal ı ğ ı n ilerlediğini gösterir. Ama, benim bildiğim Gazi, bu ilerlemenin yönünü baş­ kaları na çevi ri r göreceks i n . N efes nefeseydi . Du raklad ı . Terini sildi b i r iyice. Kah­ veyle biriıkte geti rilmiş sudan bir iki yudum ald ı . - Bunları b a n a niye a nlatıyorsun, diyeceksin. Adam bi­ rine anlatmal ı . Hele ucundan kıyından da olsa, az biraz po­ litikaya bulaşm ışsa, çall ar y ı rt ı l ı r. Bugünlerde Ankara'da her önüne gelenle konuşulası değ i l . Bir sen kaldı n güvenilir ola­ rak. Fehmi kalk ı p elini öptü yeniden. Yeri nde kıpırdand ı ğ ı n ı görünce, koluna girdi. K e n d i arabasına bindirdi kapıdan çı­ karıp. Döndüğünde Rober'i çal ışıyor buldu. Yerini boşaltmaya uğraşl ı ğ ı n ı görünce eliyle oturttu. Kendisi masan ı n önündeki koltuklardan birine yerleşti . - Çok dikkatli olal ı m Rober -dedi. -Depoları n tümü, her zaman dolu dursun . i stersen birkaç depo daha al ınsı n . Mal yığ . . .

1 29


Fehmi istanbul'da ismet Paşa'nın, Ankara'da Celal Bayar' ı n e ll e rini öpüyor

SEKiZ Heybeliada iskelesinde i nenler pek azd ı . ellerinde fi­ lelerle, yokuşa sarmaları n ı bekledi yolcuları n . Sahil yö­ nünde bir iki gidip geldi sonra, ağ ı r ağ ı r çamlığa doğru tır­ manmaya başlad ı . Köşeyi dönünce arkas ı n a bakt ı . Ada, yal n ı zl ı ğ ı n ı sürdürüyord u . Fehmi d e ! . . Paşa'n ı n evi nin ö n ü n e gelince, merdivenleri tı rmandı . Tokmağı kaldı rı p yavaş yavaş vurd u . Kapıyı açap şıpıdık terl i kli kad ına, kart ı n ı uzatt ı . Kapı aral ık bırakılarak, bir dakika kadar bekletildi. Hemen ard ı ndan buyur edilip salona a l ı nd ı . Paşa oku­ makta olduğu kitabı önündeki komodine kapatıvermişti . Ayakta karşıladı Fehmi'yi. Öpmesi için elini verdi. - Hiç beklemiyordum. - Beklemeniz gerekirdi Paşam. Biz, varlığımızı size borçluyuz. Her zaman buyruğunuıda olduk. Bundan sonra da olacağımızı bildirmeyi ödev sayd ı m . 1 30


i smet Paşa, gözlerini kırpışt ı rd ı . Dudakları n ı n ucundaki al ı ş ı l m ı ş fotoğraf gülümsernesi yeri ni içtenliğe b ı rakt ı . Belli belirsiz bir burun çekmesiyle , sevi ncini yutku ndu. O kısa an sonu nda, yine eski i smet Paşa olarak, hafifçe eğildi . - Ne içersin iz? - Rahats ı z etmiyeyim Paşam. Bir buyruğunuz var m ı diye gelmişti m . - Hiç bir ricam y o k F e h m i B e y . . . Hiç bir ricam yok. Celal Beye gitiniz m i ? - Henüz gitmed i m . i stanbul'da olduğum i ç i n gidemedim. - Gitmelisiniz. - Madem buyu ruyorsu nuz. Kahveler söylenmeden geldi. Karş ı l ı kl ı içerken, söy­ leşiye dald ı l ar. Adan ı n sessizliğinden, i stanbul un gü­ zelliğinden. Havaların kararsızlığından. Paşa, söylev verir gibi anlatıyor . . . Fehmi, s ı k ı niıyı dağıtmak çabasıyla dik­ katle dinler görü n üyordu. Oysa konuşan da, dinleyen de başka şeyler düşünüyord u . Paşa, görevden ayrılma yal n ı zl ı ğ ı n ı n yıkıntıs ı ı ı ı ya­ şıyord u . Birden çekilivermişti çevresi ndekiler. Eliannden tutup , bir yerlere getirdiği kişiler, göze görünmemek için si­ niyorlardı . Devleti kendisiyle bütün-leştirmenin ağı rlığını d uyuyordu şimdi. Kurtuluş Savaşı günlerinin kavgalı ama içte n , her an silahları n çekilebileceği, ama omuz omuza dayan ışmas ı n ı düşünüyord u . KiA'ller ası lmış, kimler hain say ı l ı p kurşuna dizilmiş. Kimler sürülmüştü ! Ve, kalanların o i çten bağışlayışı, o birlikte davranman ı n rahatl ığı ege­ men olmuştu her zaman . Bu iş için şu ol mazsa, olmaz, de­ nilirdi. Nice bir zaman , n ice yanlış harcanmış olmalı ki , '

131


şimdi birden bire yal n ı z l ı ğ ı n ac ı s ı n-da b ı rak ı l ı veriyor. Olası m ı bu? Y ı l lar boyu hükümet başka n l ı ğ ı eden bir insan, bir günde böylesine atı l ı veri r m i ? Kaç gün v a r ki, sütçüden, boyacıdan başkası çalmadı kapıs ı n ı . Ortada göründüğünde, halk belki eski al ı ş­ kanl ı ğ ı n ı n etkisiyle alkışlıyor. Selamlıyor, sevgi gös­ terisinde bulunuyor ona. N e var ki, bir geçmiş olsuna, bir nas ı l s ı n ıza gelen yok. Hemen hemen salt kendisiyle ol­ duğu günleri n değişimsiz zamanı nda, birden b ı çak gibi gi­ riveriyor araya Feh mi ... Ve onun gelişiyle bir u m ut kı­ p ı rdanıyor içinde Paşa' n ı n "Acaba" diyor. "Acaba, eski gücümü kazanabil i r miyim yeniden? Ve kurt ulabilir miyim yal n ızl ı ğ ı mdan? Bu bir u m ut benim için. Fehmi'nin gel­ mesi. Biri arad ı diyebilirim. Ya aramayanlar!.. Onları n da arama s ı rası gelir bir g ü n . Ya da ben ararı m onları ... " Fehmi ise; "Hemen Bayar'a gidip gitmediğimi sord u . Belki içten i ç e k i n l i o n a . i yi ettim d e gitmediğimi söyledim. Gitmediği mdendi bu . Gitsem, anlard ı . Gideceğ i m ama. i ki­ mi<. de biliyoruz bunu. Hem ayrıca Celal Bey bana daha yakı r . Bugü nümün ard ı nd a olanlardan biri . i ş Bankas ı n ı n deshği olmasa, bu nca acenteliği e l e geçi remezdim ben . Ve ülkeye giren mal ı n hemen yarı s ı ndan çoğ u , bana ko­ misyon yazmazd ı . i smet Paşa çok iyi bilir bu n u . Bil­ diğinden soruyor olmal ı . Ve üstünlüğü elinde tutuyor. Şimdi ben onun isteği üzerine Celal Bey'e gitmiş ola­ cağ ı m . Kendi kendini avutuyor bu. Kendini yine o eski gü nlerin i smet Paşası san ıyor. Oysa, biz tüccarlar iyi bi­ liriz. Bir kez köprünün altından geçen su geri dönmez. Bunların tutkuları, yitirdiklerini yeniden kazanmak. Sev­ diğini yitirmiş aşıkların umudu gibi . Belki bu romantik yan1 32


lan olmasa polıtıkacı olamazlar. Hem düşleyecekler. Daha iyisi n i , daha yücesini ki, bişey çı karabilsinler. Daha doğ­ rusu ayakta kalabilsinler. Öyleyse onlara , geleceğin güzel olacağ ı n ı söylemek gereklidir. Biz, akşam olu nca ka­ samıza giren paraya bakarı z . Belki çok kuruyuz, gözünü kı rpmadan en yak ı n l arı n ı idam sehpas ı n a götüren bun­ ların kuruluğu yan ı nda bile. Belki de daha çok kazanmak tutkumuzla, daha güçlü olmak tutkulan arası ndaki bağıdır bizi b i rbiri mize yaklaşt ı ra n . i flas etsem , ben de böyle olu­ rum. Öyle iyi anl ıyorum ki, onun yalnızl ı ğ ı n ı . i çimde duy­ muşcas ı na. Belki yaşad ığ ı mdan. Babam ı n ölümü borç yı­ ğ ı n ı n ı omuzlarıma yıkıp beni ezdiği zamandan kalan bir d uygu belki . . . Arkadaşlarım beni görünce nasıl görmezden gelip ya­ kalan ı rsa uzaklaşmak isterlerd i . Sanı rlardı ki , onlardan yard ı m isteyeceği m . San ı rlardı ki, yükümün ucundan tutun diyeceğim. Oysa şimdi. . . D e mek ki , insanlara sen yard ı m edeceks i n . H i ç b i r zama n , yard ı m isteyebilir duygusunu uyandı rmayacaks ı n . i şte koskoca i smet Paşa . . . Yardım is­ teyebilir diye, en yak ı nları uzaklaşm ış. Bir sürgün gibi, bu­ raya bir başı na kapanmış. i yi ettim geldiğime. Görmem yararl ı old u . Kimseye acı mamayı öğrendim burda. Ken­ dime bile. Bizim durumumuz o ki , acı man ı n yeri yok. Acı n­ m a durumuna girdin mi, yoksun . Biliyorsun. Bir bitkinliği görmek yararl ı oldu bana . i stanbul'a her gelişirnde geleceğim." - Celal Beyefendi'ye iletmek istediğiniz birşey var m ı Paşam ? -dedi içtenlikle. - Başarmaya çalışmas ı n ı diliyorum . Esenlikler di­ liyorum . Görevin i n güçlüğü n ü biliyor. Değerine gü­ veniyorum . Selamları m ı söyleyiniz, gerekiyorsa. ·

1 33


Yeniden gözleri ni k ı rp ı ş t ı rd ı . "Sak ı n b u n u Bayar gön­ dermiş olmas ı n ? G it öğren bakal ı m , i smet Paşa ne dü­ şünüyor, demesi n . B i l i r Bayar' ı . . . Her zaman, göz önünde bulunmas ı n ı bilen usta bir kamilacı olduğunu da ... Be­ cerikliliğini de ... O nedenle, kuşku l a n ı vermişti. Ne iyi etti de hiç açı k vermedi . Vermez . . . Politikan ı n kişide b ı rakt ı ğ ı bir kird i r içtensizlik. Bili nçalt ı nda sürekli bir kuşku n u n zem­ bereğini kend ileri ku rdular onlar. Şimdi çekmek zo­ rundalar. - Eğer buraya geldiğimi bil melerini istemiyorsanız, sö­ zünü etmem Paşam. Yok iletmek istediğiniz bişey varsa, sakı ncasız bildirebi l i rsiniz. - Ben daha çok sizi düşünmüştü m . - B e n de düşünmdüm. Bu raya geldiğim i ç i n kötü kişi olabi lirim. Ama, bir ödevi yeri ne getirdiğim içi n , doğru yap­ tığı ma güven iyoru m . G üven çok işin üstesinden gelir, bu­ yurmuştunuz bir konuşman ı zda. Benimki de o . . . Eğer izin veri rseniz, i stanbul'a geldikçe, sizi rahatsı z etmeyi borç sa­ yıyoru m . - B e n de Ankara'ya geleceğim. Şimdilik dinieniyorum Fehmi Bey . . . Anlam ıştı Feh mi. Paşa, buraya geldiğinin bilinmesini is­ temiyordu. Kalktı elini öptü yeniden. - Bana izin Paşam. Buraya geldiğimi kimseye söy­ lemiyeceğim. Yine uyardı n ı z ben i . Sağolunuz. Şimdilik iz­ ninizi dilerim. - Geldiğiniz için teşekkür ederim Fehmi Bey, Güle güle gidiniz. Kendisi geçirdi Paşa ... Kapıya değin ard ı ndan geldi. Fehmi, kapıdan çıkarken, belli etmeden iki yanı n a bakındı. "

1 34


Paşa görmüştü b u n u . Büyük bir rahatl ı k duyarak döndü koltuğuna . " Demek ki , o da çeki niyer gelmeye. Ama, ge­ liyor yine. Sevi ndim . . Bir arayan ç ı ktı . Görevli , denetçi ola­ rak değ i l . Dost olarak gelm i ş. Oturdu koltuğuna. Almanca kitabı ald ı . B i r süre tek ke­ lime okuyamadan, bir harfi n kıvrı mına takı lmış gibi, daldı . Ö zel Kalem Müdürü , önüne düşerek yol gösterd i . i ki yanı deriyle kapl ı , y u muşac ı k m a un kapıyı , d ı şa doğru çekti . Sonra, iç kap ıyı t ı klatt ı . Alman dökümü pirinç tok­ mağı aşağ ıya doğru bastırıp, kap ıyı açt ı . Eli tokmakta, yol verdi Fehmi'ye . Celal Bey, Başbakanl ı ğ ı n yüksek arkal ı kl ı , i nce oy­ malarla beze nmiş koliuğunda oturuyordu. Ö nü ndeki ko­ caman maun masa, bankadaki gibi dağ ı n ı kt ı . Fehmi'yi gö­ rünce, her zaman yapt ı ğ ı gibi yekindi. Bu davranışı i nsanda doğrul uyormuş duygusunu verird i . Fehmi koşup e l i n i öptü . . . - Hayırlı uğurlu olsun Beyefendi. Geeiklim özür di­ leri m . i stanbul'dayd ı m . Hemen koştum ama, biliyorsunuz yol uzu n . - Ö zür gerekmez Fehmi Bey . . . Eski dostlar aras ı nda özür gerekmez . i stanbul'daki işler nasıl? - Sayesinizde iyidir efendi m . Diyebilirim ki, Büro ge­ reçlerinin büyük çoğ u n l u ğ u n u , bizim acentesi bu­ l u nduğumuz firmalar veriyor. Yapı gereçlerinde de, ilk yar­ d ı m ı nızdan bu yana durumumuz iyi . Planımızı uygulamaya koyduğunuzdan beri büyük bir gelişme için­ deyiz . Her yere yetişrnek güçleşiyor. - Yetişrnek gerek Fehmi Bey. Hükümet yürütme or135


gan ı d ı r . Ama, yürütmenin ayakları sizlersiniz. H e r yere ye­ tişmek ancak sizin çabaları nızla mümkün olacak. - Her zaman buyruğun uıda olduğumu, san ı rı m söy­ lemek gerekmez beyefendi . Ben herşeyimi size borç­ luyu m . Zaman ı nda uyarı ları n ı z , öneri l eriniıle iş yapt ı m . Hükü meti miz, sizi kazand ı . A m a ne yaz ı k ki , b e n her zaman başvurmak olanağ ı ndan yoksun kal d ı m . - H i ç de böyle düşünmeyiniz. Tümümüz b i r gem i n i n içinde, bir yöne gidiyoruz. K i m i m i z kaptan köşkünde ola­ biliriz. Kimimiz alt kamarada. Ama, yönümüz ayn ı . Bu yüz­ den, ne zaman baş ı n ı z s ı k ı ş ı rsa, bana gelmekte öz­ gürsünüz. Başbakan , kıvançla baktı Fehmi'ye. "Ben yan ı l mam", dedi kendi kendine. "Olacak oğlan, pisliğinden bellidir. Daha i l k görüşte gözüm tutmuştu bu çocuğ u . Şimdi at­ t ı ğ ı m maya n ı n tuttuğunu görüyorum . Tam istediğim gibi bir tüccar odu. Bak, i smet Paşa'yı gördüğü n ü bile söy­ lemiyor i çten bir yokl amayd ı demek ki . .. Bana anlatması gereken bir şey olsa söyler. Sıkışt ı rsam mı biraz . Dur, de­ niyeyim Baş ı n ı kald ı rd ı . -- Bu kez uzu nca m ı kald ı n i stanbul'da? - Uzunca kald ı m efendim. - Hiç ada yan ı n a gitlin mi? - "Vay can ı n a !" Diye düşündü Fehm i . "Ben kimseyi görmedim. Ama, onlar beni görmüşler demek. Vay ca­ n ı na!" Bili nçaltı nd a şaşkı nlığı sürerken, çabuk çabuk ya­ n ıtlad ı . - Gittim efendim . . . Yanıtı hoşun a gitti Başbakan'ın. "Açık yürekli. Sanım .

."

1 36


doğrulan ıyar davranışıyla. i smet Paşayla pek ilişkisi ol­ madı bunun. Salt sayg ı s ı n ı n sorumluluğu oraya götüren, demek ki. . . Ona bunu yapt ı ğ ı n a göre, bana daha bağlı ol­ m al ı . . '' Gözlükleri n i n alt ı ndan hiç bir zaman ne düşündüğünü belli etmeyen koyu bakışları n ı dikti yüzüne. Ada yaln ı z ı iyi değil mi? - i yi efendim . . . - Gitliğin i ç i n teşekkür ederim Fehmi Bey . . . B e n d e isterdim gitmeyi. N e yazık ki mümkün değil. Vetayı severim ben. Daha bir sevd i m seni . Unutulmak hoş değil. . . Yeniden "Vay canı na," diye düşündü, "bunlar bir­ birleri nden amma ürküyorlar. Bizim rakiplerden ürk­ tüğümüz gibi . Öyle ya, politika da ticaret gibi. Vurmad ı n m ı , vurulursun Acı d ı n m ı , acınacak durumda olursun. Pe­ kişti öğrendiği m . " - Sağolunuz efe n d i m . Düşündüm ki , b i r borçtur. Kır ı l m azsı n ı z . - Ne demek. Tersine sevindim. Gerçekten sevi ndim. Kalktı . . . E l i n i öptü Bayar' ı n . . Ç ı ktı Başbakanl ı ktan. " i smet Paşa'da geleceğini görüyor olmal ı . Öyle bir yer ki devlet kapı s ı , merdive n i n tepesinde olmak dıına bir teh­ likel i . Çekiveriyorlar birgün altı nda n . Ve sen paldı r küldü r gidiyorsun. G itliği n zaman da k ı rı ğ ı n ı onaracak kimse bu­ lamıyorsun . Bizim iş gibi. i flas etsem bir gün. Benim ola­ cağ ı m da o. Rober'le buluşmal ıyım hemen. i flas teh­ likesini tümden silip atmalıyım işimden. Sağlam-

.

.

137


laşmal ı y ı m . Sağlam : m ya . . . Gavur ;.i rketleri bizimkiler gibi değ i l . Bi rkez ada m ı m ı zd ı r dediler m i ; ağz ı n l a kuş tutsan değişti rmiyorlar. Bi rkez acentelikleri kapt ı k biz. Tü rkiye'ye kalemden karbon kağ ı d ı n a , demirden çimentoya, kapı tok­ mağ ı ndan raptiyeye ne gi rse, komisyonumuz yaz ı l ıyor. Bu yüzden güvencedeyiz. B i r zamanlar beni ü rküten ihale işleri de yoluna g i rd i . Müteahhitler gereçleri ni benden a l m a k zorundalar. Ken­ dileri geti rseler bile, bana komisyon ödüyorlar Niye ön­ ceden para yat ı rmaya girişsinler? Ki mse öylesine budala olamaz. Ama, yine de bir sağlam güvenceye sahip bu­ lunmal ı y ı m . Firmada bir olumsuzluk meydana gelirse, za­ rarı bana gelmemeli Rober aras ı n taras ı n biri n i . .. Bulsun bu işl eri becerebileni. Ondan sonrası kolay. Ya da ben kendi;n bulmalıyı m . Ama, ilkin konuşay ı m Rober'le." Araba, mağaza n ı n önünde d u rdu. Rober bekliyord u . Doğru odas ı n a çıktılar. Oturur oturmaz, anlattı düşündüklerin i . Datıa sözü nü bitirmeden , Rober girişti ; - Zorlu Kardeşler, sizinle konuşmak istiyorlar Be­ yefendiciğim. Büyükleri burda. San ı yorum bu konuşma, bazı şeyleri çözecek. Benden arac ı l ı k istediler. Ka­ bullendim . Surdaki işleri bize devredip, oradakileri n ba­ zı ların ı almak istiyorlar. i kinci el olarak. Bir tür ortakl ı k da diyebili riz buna. Dan ı ş ı kl ı d o ğüş de . . . D ilerseniz birkez ko· nuşunuz. Sonra ne yapmak gerektiğine karar veriniz. Çözüm kendiliğinden geliyordu sanki. Gözleri parladı Fehmi'ni n . 1 38


- Sen yarar görüyor musun? -Diye sord u . - Görmesem , haberini;: ol mazdı böyle bir istekten efendi m . - Onu demek istemedi m . Elbette ineelemeni yap­ m ı ş s ı n d ı r. benim görüşmemin ayrı bir yararı olur mu, di­ yoru m ? G ö n l ü n ü alıvermişti Rober'in. Kıvandı patronunun b u güveni nden. - Ö zellikle sizin görüşmenizde yarar var efendim. Eski patraniarım olduğu ndan, pazarl ı k s ı rası nda rahatsız olabilirm. Oysa, ikinci elliği pahalıya verip burayı ucuza devralmak, pek güç değil. Eski bir firmadı r Zorlu Kar­ deşler. Dededen \oruna uzan ır. Ticaret konusunda uzun deneyi mleri vard ı r. Bir yakı nlaşma n ı n , ortakl ığa uza­ nabilecek bir işbirliğinin gerçekleşmesinde duygusall ı ğ ı n yeri yoktur. - Anlad ı m Rober. G.örüşelim . . . - i kinci elliği ni vereceğimiz kalemleri iyi saptama!ıyız. Böylelikle, işgücümüz çok artar. Depo yeteneğimiz şim­ dikinin bi rkaç katına ç ı kar. Acenteliğin acenteliği biçimine dönüştürürüz bu işi. - Evet. Hakkı n var. Böylelikle, hem al ıcı, hem satıcı olmaktan ç ı karız. Daha büyük işlerin ardına düşebiliriz. - Onların elinde de bazı firmalar var. Böylelikle, sağ­ lam bir işbirliğine gidilebilirse biz de onları nkinin ikinci eli oluruz. - Sen bana başka şeyler de söylemek istiyor gibisin. - Geçen gün bir kitap okudum efendim. Amerika'da şirketleşmenin sonuçları n ı anlatıyordu. Bizde daha şir1 39


ketleşme yok. Amerika ve Avrupa'da ise alabildiğine ge­ l işmiş bir durumda. Şöyle bir tablo gözüme i l ışti . Ana ş i r­ ket, malı üretiyor. Sonra b u n u , tüm payı kendisinin olan bir şirkete devredi p , dağ ıtı m ı n ı yapt ı rıyor. B u genel da­ ğıtıcıdan da, üçüncü el olarak küçük küçük toplancı ş i r­ ketlere aktarıyor. Ama, bu toplancı şi rketler de, ana şi r­ ketin kurduğu firmalar oluyor. B u ralardan, perakendecilere gidiyor artık. Ö yle bir tablo yapmışl a rd ı ki , ilk bakışta kan dolaşımı san ıyor kişi . - Bunu biz yapabilir miyiz? - Çok uzun boyl u i ncelemek gerekir efendim. Bilen birini bulup, iyice anlamak gerekli. Bir yerde küçük bir yan­ lış, dolaşımı n tümünü sakatlayabilir. Tıpkı , bünyede ol­ duğu gibi - Sen bu konu üstünde düşün . Ben de düşüneceğim. Şimdi şu senin eksi patronlarla konuşa l ı m bakalı m . - Öğle yemeğinde birlikte olabileceğinizi söylemiştim . -Saatine bakt ı . -Ö ğle de o l m a k üzere. Yadsırsanız, haber vermem g erekiyord u . Karpiç'te bekleyecek sizi . - Birlikte gidel i m . Ç ı ktılar mağazadan. Karpiç, hemen biraz i lerde, kar­ şı ları ndayd ı . i lya Zorl u , üç kişilik b i r m asa hazı rlatmış, onları bek­ liyord u . Yan yana gird i kleri n i görünce, ayağa kalkıp say­ gıyla karşılad ı . Y e r gösterdi , hafif neml i , tombul eliyle. - Ne zamandı r yüce kişiliğinizle tanışmak istiyord u m . Fakat sizin g i b i büyük işadam ı n ı istediği zaman bulmak, mümkün olmuyor. Sağolsun Mösyö Şalom, bu onuru ba­ ğışlad ı lar bana. 1 40


- Aman efe ndi m , -dedi Fehmi. -Siz ço k takdir et­ t iği m b ir i ş adam ı s ı n ı z. H e r zaman görüşmenin y a ra r ı n a i n a n ı r ı m . Ne var ki, T Jr� iy e çapında iş yapmanın zor­ l u kları n ı b i liyoruz. i nsan belli bir yerde, belli bir süre ka­ l a m ı yor. - Dünya çap ı nda demek istiyorsunuz. Çok hakl ı s ı n ız. Rober, daha i l k cümlelerden pazarl ı ğ ı n çetın geçeceğini anlamışt ı . K ı vançla s ı rıtt ı . iki patron da açık ve r mi y orla r . "Dikkatle izler.ıeliyi m , " diye düşündü. "iki zeka n ı n çar­ p ışmas ı olacak bu tart ı ş m a . Ne var ki bi zi m ki güçl ü . Daha baştan kozl a r elinde. Eski patran bunu biliyor. Bildiği içi n , pohpohlayarak yumuşatma n u m a rası nda. D u r bakal ı m Rober, neler göreceğ i z . " Başı n ı eğd i . Kul akları n ı dört açıp, gözleri ni yemeğine dikmişçes i n e ikisini de gözlemeye başlad ı . - D ü nya o d e n l i b üyük k ı Mösyö Zorlu. - Büyüklüğü kavra mak, b üjü kl erin işidir Fehmi Bey Biz iş ada m ı ile , tüccarı ayı rmas ı n ı biliriz. Kendimizin de hangi dilimde bulunduğu ndan haberimiz vard ı r. - T ü m ü m üz d i l i m i m izi atlama kavgası ndayız. Ül­ kemizin çal ı şana gerekisi n i m i var. Noksanları mızı ta­ mamlamak, görevimiz olmal ı . Benim bir kural ı m vardır Mösyö Açı k olmak, sağlam olmaktır, derim. "Bra•Jo", dedi , içinden Rober. "Bizimki bir adım attı ." - Açıkl ığı sağlam l ı k sağlar, --diye yanıtladı i ıya. Vay eski kurt, çelik bir kalkan gibi karşılıyor bizimkinin saldırısı n ı " , diye düşündü Rober, "Tam sandığım gibi. Güreş k ı ran k ı rana olacak. " - Anlaşmamızın kolay olacağını sanmıyorum, --dedi Fehmi . . . ·

..

...

"

141


"ilerliyor bakal ı m nerden vu racak?" düşü ncesiyle, göz­ lerini k ı rp ıştı rdı Rober_ - Görüşme anlaşman ı n başlangı c ı d ı r. Görür görmez, hayranl ı ğ ı m daha çok a rtt ı . -dedi 1/ya . . . Sonra garsoıiu çağı rd ı . -Bak oğl u m , bize beyaz şarap geti r. lzgarayla iyi gider, -diye buyurd u . "Savd ı yine. Ç o k kurnaz. Belli k i usta cambaz. Bunca y ı l l ı k deneyi mim olmasa, bizimkini yer, derdim. Ye­ nilmeyecek ölçüde de g Üçlü. ikidir kurtarı yor p3ças ı n ı . bı­ rakmaz bizimki . Şimdi döKülecek. Eğer bu kez de sa­ vabilirse ilya, büyük adam deri m . Savamaz da kıskaca girerse, sakal ı kapt: rd ı demektir." - Benim ticaret yaşa m ı m yenidiL Daha yenice de­ l i ka n l ı l ığa erişti Fakat, büyük bir pazarı n bas ı nc ı , fidanken çınar ol mayı gerektird i . Siz, kökünü çok sağlam bir top­ rağa dayarn ış büyük bir firması n ız. Öğreneceğim çok şey­ ler olduğunu bil iyoru m . Her öğrenmenin bir karş ı l ı ğ ı var­ d ı r. Ben ödemeye hazı rı m . "işte bunu atlatamazs ı n eski kurt," diye geçirdi, Rober. "Şimdi burnundan yakaland ı n . Karın ucunu gösterdi Feh mi. işi uzatman ı n zararına olduğunu da. Açı kça mey­ dan okudu sana . Genci m , ama, güçlüyüm diyor_ Yaş­ I ı s ı n ız ama, gücünüzü yitirme olasıl ı ğ ı vard ı r. Kararı ben veririm, diyor. Sen bohçanı aç baka l ı m . Eğer beğenirsem mal ı n ı , al ı r ı m . Beğenmezsem, yand ı ğ ı n gündür." Garson , tepsinin içinde ızgaraları . Kovada buğulanmış beyaz şarabı getirdi. Açıp, bir yudum sundu ilya'ya. Hemen yudumlad ı , ağzı nda gezdirdi. Damağına koklattı şarabı . Başıyla beğendiğini belirti nce, bardakiara boca etti , garson. Ayakları n ı n ucuna basarak uzaklaştı masayı donattı ktan sonra. 1 42


ilya bardağ ı n ı kald ı rd ı . - Toprağ ı n ı z ç o k veri mli Fehmi Bey Sağlaml ı ğ ı n ı z o verimden geliyor. Değerli elemanları mız, ikinci el olman ı n , d e p o güçlüğünü ortadan kald ı rd ı ğ ı n ı , u l a ş ı m kolayl ığı sağ­ ladığ ı n ı saptadı lar. Tek kuşkuları , dolaş ı m ı n kesintisiz yü­ rümemesinden. Onlara, dolaş ı m ı güvence altına ala­ bilecek tek firman ı n sizinki olduğunu söyledim. Elbette, yol unuzun üstündeki engeller kaldı r ı l ı rsa. Bizim usta mü­ hendislerimiz vard ı r. Her türlü engeli kolayl ıkla te­ mizleyiveri rler. Bu nları hizmetinize vermek istiyoruz. Sizin de az önce buyurduğunuz gibi, herşeyin bir bedeli vard ı r. "Ha şöyle," diyerek bir koca yudum aldı Rober "Pe­ settin sonunda. Son saldırıyı aynı ustalıkla kar­ ş ı layamayı nca, pazarl ığa oturmak zorunda kaldı n . Al­ dand ı n Mösyö le Patron . . . Bizimkinin asıl alanı arasıdır. Ben n iye kaç ı n d ı m sizi çok iyi bilmekle birlikte? Onun us­ tal ı ğ ı n ı bildiği mden. Haydi bakal ı m orda kazı kla da, al­ n ı ndan öpeyim seni. Söz, hiç karışmayacağ ı m söze. Des­ tek olmayacağ ı m bizimki ne." - H ü kümet şimdiye değin siparişleri n çoğunu bana verd i . Fiat kontrolunu sıkı yaptığı ndan bana güvenleri son­ suzdur. Anlaşırsak, doğrudan fedakarl ığa girmesi gereken ben olacağ ım. Üstelik bir ikilemin içinde kalacağım. Top­ tan siparişleri çok zaman kısa dönemlerde istiyorlar. Ko­ misyonumdan fedakarl ı k etmeyi düşünürüm. Ne var ki, h ü kümet isteklerinde ayrı bir pay göze batabilir. - Bölünme olursa, hesaplama güçlükleri doğar. Özel girişimler için ayırım olmaz. Biz ağı r sanayi ürünlerini tem­ sil ediyoruz. Pay birden büyüyor. Zaman zaman satış güç­ l ü kleriyle karşılaştığımız doğru . Ama, anlaşırsak, bunların ...

1 43


ortadan kalkacağ ı da doğru . O zaman ayı r ı m s ı z b i r pay kararına varı lmal ı , derim ben. "Vış ana m . Zorlu Kardeşler çok s ı k ı ş m ı ş olmal ı . Tüm kartları n ı b i rden açıverd i . Ben patro n u n yerinde olsam, hemen elimi uzat ı r ı m . " - Hükümet g i rişimleri n i n siparişlerinden s ö z etmed i m . Salt hükü met siparışlerini al ı yoru m . Gerisi dediği n i z gibi. - Ya makina ithali için ald ı ğ ı n ı z izin? - Devretmanin güç olacağ ı n ı sanm ıyorum . "Tamam," diye geçirdi ağzı ndaki lokmayı yutarken Rober. "Şimdi anlaş ı l ı yor durum. Brava be patro n . i yi kıs­ t ı rd ı n bunları . Fabrikaların gereçleri n i Ameri ka'dan ge­ tirtmeye kal k ı şt ı ğ ı n zaman, del i rd i n d iy o rd u m . Bu nca ta­ şıtma fazla l ı ğ ıyla. Zorlu Kardeşler, senin tozunu atar. Hiç gerek yoktu. B ı rak, onu d a Zorlular sats ı n . Oysa senin dü­ şündüğün oyun daha u stac a imiş. ilya efendinin, bu­ ralarda sürtmesi ve de, tüm firmas ı n ı olduğu gibi senin buyruğuna vermesi içinmiş. Nasılsa taşıtma giderlerini hü­ kümet ödemeyecek mi, demiştin . Meğer bunun kar­ ş ı l ı ğ ı nda Zorlu Kardeşlerin iflası da yazılıymış ha . . . Onca mal ellerinde y ı ğ ı l ı p kaldı m ı ? Üstelik bir kez Alman ma­ kinaları yerine, Amerikan makinaları girdi mi fabrikalara, bunları n suyu tümden kesilecek. iyi akıl be . . . Gitti Zorlu Kardeşler. Bundan öte, Çokzade firmas ı n ı n şamar oğ­ lan ı d ı rlar artık. Ne var ki , anlaşmayı iyi haz ı rlamak gerekl i . Bunlar, alttan güreşmekte çok ustadı rlar. Bükemedikleri bileği tam öperlerken, ısı rıveri rler de . . . i lya bardağı n ı kaldı rd ı . Çal ımla dakundurdu Fehmi'nin bardağı na. - Anlaşt ı k Fehmi bey . . . Onurunuza . . . "

1 44


- Teşekkü r ede ri m Çok sevindım . . - Ben b i r taslak haz ı rlar gönderırım size - Olur . . . Haftaya i stanbul'a geleceg i m . O ı d a bitiri rız bu i ş i . - Bekleri z . Sevi n i riz . . . Feh m i , çalal ı na bat ı rd ı g ı b i r lokma ekmegi t a b a g ı n d a gezd i rd i . Sonra Rober'e i ş ar e t ederek, kalkt ı . - Bugün geldim Mösyö Z o rl u . Uğrarnam gereken yerler var. Bana izin verirsiniz de ğ i l m i ? - Rica ederim . . . Y a n yana kalktılar Karpiç'ten. Mağazaya girerken, yan verdi Fehmi. - Nas ı l d ı ? - Ta m bir düello Beyefendiciğim. - Begendin yani? - Hası m ı n ı z yerdeyd i , beğenil mez mi? - i y i . Şimdi de şu kan dolaş ı m ı n ı çözümleyecek birini bulal ı m bakal ı m . - Arıyay ı m m ı ? - i ş i iyi bilen biri olsu n . Memurlar arasına bak. Politikacı istemem. - i stemez misiniz? - Hayır. Güvence arı yan, bilgi satandan daha iyidir. - Anlad ı m . Kendi odası n a yürüdü Rober. "Bir şeyler oldu. Kanal değiştiriyoruz. Demek ki , ge­ n i şlemede yeni elemanlar gerekli . Suyun başını tutmak is­ tiyoruz. Zorlulardan kuşkulu mu? Uyarsa mıydım? Değ­ mez. Nası lsa anlaşmayı bana gösterecek. Şimdilik Ticaret .

1 45


Bakanlığı ndan b i r i n i bulal ı m .. Tama m . Suphi'yi patran al­ d ı rm ı ştı işe ... K ı rmaz bizi. . . B i liyorsa anlatır. B i l miyorsa, bilen birini bulur." Koltuğuna oturur oturmaz, teletona sarı l d ı . Suphi'yi bulu nca konuşmaya başlad ı . - Suphi Bey. B e n Rober Şalom . . . - Buyrun beyefe ndi. Bir buyruğun u z m u var? - Rica ederi m . Özledim sizi kardeşi m . Bu akşam birlikte bir yemek yesek. - Hay hay. - Karpiç iyi m i ? - Oraya hep kodam�.nlar gidiyor. Yenişehir'de güzel bir lokanta aç ı l d ı . Akşamlaı : da servis yapı yor. Ben orayı yeğlerd i m . - Tamam . . . Kaçta buluşuyoruz? - Kaçta isterseniz. - Alatu rka bir, iyi mi? - Hay hay . . . Kapattı telefon u . Ellerini oğuşturd u . Sonra Roza'ya te­ lefon etti . Akşam yemeğe beklememesini, Patran'un is­ tanbul'dan geldiğini söyledi.

1 46


Çokzade Fehmi, ikinci Dünya Savaşından, çok zengin o larak çıkıyor

DOKUZ Bir h ı çkırık uzay ı p geldi istanbul'dan Ankara'ya. Gazi, ölmüştü. Haberi n kesi n l i kl e açıklandığı ikinci gün ise ismet Paşa Cumhurbaşkanı seçilmişti . Bayar, h a l a Başbakan . Hemen istifası n ı sunmasına karş ı n , görevini sürdürüyor. Ve Fehmi, önceden ald ığı izinle, Çankaya yokuşunu tı rmanıyor arabası nda. Görevliler, buyruk gereğince, büyük bir sayg ıyla, konuk salonuna götürüyorlar onu. Cumhurbaşkanı ken­ disini beklemektedir. Koşup, sayg ı ödevini yeri ne geti rdikten sonra, gü­ lümsüyor Paşa. - Ankara'ya geleceğimi söylemiştim. Çankaya'ya değil. . . - Sizden daha layı ğı yoktu da ondan Paşam. - N as ı l s ı n ? işlerin nas ı l ? - Sayenizde, her zamanki g i b i iyidir Paşam . . . Bu kez, i nce kadehlerle li kör sundular. Görevliler gidinceye, bir susku ası l ı kaldı koca sa­ landa. Sonra Paşa, özelliğni hiç değiştirmeyen konuşmasıyla, dağ ı ttı suskuyu . 1 47


- Çok kötü bir dönemde görev yüklendim Fehmi . . . Avrupa birbiri n i n g ı rtlağ ı n a sarı ldı sarılacak, Gazi erken gitti . l ş ı ğ ı m ı z olarak baş ı m ı zda bulu n m a l ı yd ı . Bir savaşı n arefesinde olduğumuzu biliyord u . içmeyecekti böylesi ne. Oldu bir kez ... H itler, ülkesi ni kalkı n d ı rd ı . Ama, savaş bu kalkınmaya ne ekler, bilin mez. H erkes korku nç silahianma içinde. Biz ise yar ı m b ı raktı ğ ı m ı z işleri tamamlayacağ ı z . Umarım başarı rız. - Devleti mizin başı nda siz olduktan sonra ba­ şarı lmayacak iş yoktur efendim . . . Bana bi rbuyruğu n uz var mı? - Teşekkü r ederi m . Gel mesen çağ ı racakt ı m s e n i . . . - Gelmernek olur m u ? - Binicilğe merakl ı olduğunu duydu m . - Sonradan bir merak efendi m . işlerden baş alabildikçe, söyle bir dolanıyoru m . - Ben ç o k severim biniciliği. Yarı n bana eşlik eder misin? - Buyruğunuz başı m üstüne . . . Sevi nçle indi Çankaya'dan . . . Yeni hükümeti n üyeleri arasında Recep B e y de vardı . . . Mağazasına çıkarken, bakanlığın önünden geçiyordu na­ s ılsa, uğrad ı . - O, Fehmi efendi oğlu m . Kutlamaya m ı geldin? - Her zamanki gibi buyruğunuzda olduğumu bildirmeye efendim . - işleri iyice geliştirmişsin. Say ı n Cumhurbaşka-nımız da pek seviyor seni. - Siz yol gösterdi niz, bendeniz yürüdüm efendim. 1 48


- Bir s ı kıntı o l u rsa, bana gel meyı u n utma. Hoşnudu m senden. Hiç boşl amad ı n ben i . - Aman efendim. B i r oğul babası n a nice davra n ı rsa, size sayg ı m oncad ı r. - Bilirim bilirim Fehmi Sağci. Arkadaşları ndan Bakan olanlar da vard ı . Tümünü do­ l aştı . G ü n ü n ü kutlama gezisiyle geçirmişti . Yeniden mağazaya ç ı kmad ı . Doğru eve gidip soyu ndu. Cumhurbaşkanı onurları n en büyüğünü veriyordu ona. Sabahleyin erken kalkması gerekiyord u . Saat altıda hazır olmalıydı ki , verilen onuru paylaşabi lsi n . Anas ı n ı n , yüksün meden hazı rlad ı ğ ı sofraya . oturdu. Karn ı n ı bir güzel doyurduktan sonra yı kan ı p , yatt ı . ___

__

Rober, karş ı s ı nda oturmuş,söylediklerini not alıyordu. - Hemen istanbul'a atlayacaks ı n . ilk uçağa bilet aldı r. T ü m olanakları zorlayarak, mal sipariş et Ordan izmir'e geç. Ayn ı malları bir kez de ardan iste. Ankara'n ı n is­ tediğini ben yaptı r ı r ı m . Sonra Zorlulara söyle. Satış ko­ nusunda acele etmesinler. Pazarı mümkün olduğunca da­ raltsı n lar. Depolar ağz ı n a değin dolu olmal ı . Özellikle, Ankara ve izmir'den her türlü mal sat ı ş ı n ı durdur. Salt is­ tanbul dağ ıtı m yapacak. Ankara ve izmir yedekle kalacak. Rober, baş ı n ı kald ı rd ı . Buyruğu bitti mi diye baktı pat­ ron u n a . Bitmişti . F ı rladı yeri nden. Not aldığı defteri , gezi çantası n a koyup şapkası n ı ald ı . Buyruğuna verilen ara­ baya atladığı nleyi n , havaalan ı n ı n yol unu tuttu . . . O gittikten hemen sonra, telefonu açtı Fehmi. 1 49


Santralcısına, Suphi Beyi bulup, kendisine bağ­ lamas ı n ı buyurd u . Daha reseptörü yerine koymadan ı ş ı k yand ı . Ald ı . . . - Suphi Bey ! . . - Buyru n ! . . - Ben Fehmi. . . Bana kadar gel ir misin? - Hay hay efendim . . . Telefonu kapattı ktan sonra, yeniden açt ı . Bu kez başka bir ad verip onunla da aynı şekilde konuştuktan sonra beklerneye başlad ı . Suphi beyin yeri yakı n . Naci'ninki i s e uzakt ı . Hemen davransalar, biri giderken , öteki gelirdi. Suph i , gelmişti bile. Yer gösterip, kahve söyledikten sonra, eğildi masanın üstünden. - Savaş söylentileri var. Ne gibi hazırl ı klar öneri rsiniz bize? - Savaş, bizim gibi ithalalçı bir ülke için sıkı ntı de­ mekti r beyefend i . Mal deposu önerilebi lir. Ancak, depolar ne kadar büyük olursa olsu n , tükenmek zorundad ı rlar. Ben bunun yerine, mal ı n akı m ı n ı . sağlayacak bir yol bu­ lunmas ı n ı öneriri m . - Nası l ? - Eğer b i z de savaşa girersek, savaşa girdiğimiz dostlardan mal akı m ı sürer. Ama girmezsek, durum biraz karışık. Çünkü kimin dost, kimin düşman olacağı belli olmaz. Bu durumda, mal akımını sürdürmek ola­ naksızlaşır. Ne var ki, yine de akımın sürmesi savaşanlar için bile bir zorunluluktur ... Böyle olunca, istekte bulunmak ·

1 50


h akkı n ı ele geçirmek gereklidir. U luslararası ticaret ku­ rallarına göre, düşman bile olsalar, taahhüt edilmiş sa­ tışlar yeri ne geti rilecektir. O zaman, olayları iyi izlemek gerekiyor. Savaş kaçı n ı l maz hale geldiğinde, mümkün ol­ duğu ölçüde büyük parti siparişler vermek yeri nde olur. - Teşekkü r ederi m . Büyük ticaret işlerine çok iyi akıl erdi riyorsun. Çok iyi yetiştin . Yerinden memnunsun değil mi? - Sizin desteğ i n i z olmasa, bir gün durulmaz. Ama, yard ı mları n ı z , m e m n u n olmamı sağl ıyor. - Bu bilgilerin i iyice derinleştir Suph i . .. Seni boşuna vermedim Ticaret Bakanlığına. Orda olmak, su başı nda bulunmak demektir. Her şeyin , içyüzün ü öğrenmek, in­ sana parlak b i r gelecek h az ı rlar. Şirketler ve uluslararası piyasa işlemleri konusunda yetiştir kendin i . Sıkılma. Seni bir kardeşim olarak biliyoru m . Ve üstelik arada bir aldığın ufak tefek armağanlar, bana yaptığ ı n yard ı m ı n çok al­ tı nda. Ne var ki , şimdi sen devlet memurusun . Devlet me­ muru da göze batmamal ı . Bilmem anlatabiliyor muyum? - Beyefen d i , okuldan çıktığımdan beri , elinizi sır­ tı mdan ayı rmad ı n ı z . Bugün bulunduğum yer de sizin yar­ d ı m ı n ız sonucu , yar ı n bulunacağım yer de. Bu bakımdan siz bana kardeşlik o n u ru veriyorsanız ben bundan ancak ' kıvanç duyarı m . - Bu arada yurt dışına gitmende bir yarar olur mu? - Ordan izlemekte yarar var elbette. Pazarlama diye yeni bir uygulama içinde Amerikal ı lar. Bunu da incelemek istiyordum . - Oldu. B e n bizim firmalardan birine yazar, b i r davet ç ı kartırım senin için . 151


- Teşekkür ederim efendim . . . Konuşman ı n bittiğini anlamıştı S u p h i . Kalktı , elini öper­ cesine s ı kt ı Feh mi'nin. Odac ı s ı Suphi'nin finca n ı n ı kal d ı r m ı şt ı ki, Naci g i rd i . - Bizını Lord kumpanyas ı , yetişecek elemanlar arıyor. -diye konuşmaya başlad ı daha oturmad a n . -Birden seni n motorcu olduğun akl ı ma geldi. Bir süre gidip, ora­ l a rda kurs görmeye ne dersin? - Buna gerek görüyorsa n ı z , mutl u l u k duyarı m . - Bence yararl ı o l u r . Sizin motorculuğunuz eskidi r. Her gün yeni bir model çıkıyor. Yeni bir motor biçimi do­ ğuyor. Bunları öğren mekte zarar olacağ ı n ı sanmam. - Ne zaman gidebilirim beyefendi? - istersen , bu ayı n sonunda. - Demek onca yak ı n . - Elbette. Yal n ı z a y sonuna değ i n , o köhne maki naları n değişmesi işini çözü mle. Sen gittikten sonra, m ı z m ı z ı n biri gelebilir. Üstelik benim yeni yeni insanlarla uğraşmaya zama n ı m yok. - Anlad ı m beyefendi . Hemen gidip, haz ı rl ı ğ ı m ı yapay ı m . - Ol u r . . . O gider gitmez, telefonla istanbul'u isted i . Saati ne bakarak, Rober'i n yolda old u ğ u n u düşündü. O varı ncaya, telefonu ancak verirlerd i . Öğle yemeği için ç ı k­ maya haz ı rl a n ı yordu ki, odacısı Sezai Bey ad ı nda, yaşl ı ca birinin kendisi n i arad ı ğ ı n ı haberledi. Hemen kalkt ı . Kapı n ı n önünde beklemekte olan Sezai Beyi n kol u n a girerek, karpiç'e doğru yürüdü . ; 1 52


- Çok zahmet etti niz. B uyru n , hem bir yemek yeriz, hem de istediğimiz gibi konuşuruz dedi. E mekli öğretmen Sezai Bey, Karpiç'in önünden çok geçmişti . i l k kez içeri giriyord u . Ayak bileklerine dolanan y u muşak hal ı l ara basamaktan korkarak, acemiliğini belirte belirte yürüdü. Garsonları n , birbiri n i itekleyerek karşı lama çabas ı ndan , büsbütün şaşı rarak duraklad ı . Fehmi hiç al­ d ı rmad a n , kol una girdiği i htiyar ı , adeta sü rükleyerek, dip­ teki masalardan birine yürüyord u . Oturunca, d e r i n bir nefes al ıverdi adam. Şaşkı n l ı ktan kurtulmak amacıyla, otu rur otu rmaz konuşmaya başlad ı ; - Mektubunuzu al ı r almaz, hemen seyirttim. Size karşı çok borçluyu m . Yeğenim Şükrü'ye ettiğiniz iyilikleri u n utamam. Babas ı olsa n ı z , bu ncas ı n ı yapmazd ı n ı z . Nan­ kör, yine de değeri nizi bil medi . Ölünün ard ı ndan ko­ n uşmak doğru deği l . Ama, bilmenizde yarar var be­ yefen d i . Fehm i , adam ı n boşal mas ı n ı bekliyordu. O l a n bitenden hiç haberli değilmiş gibi, soluksuz dinliyor. Sözü nün bir yerinde d u raklamas ı n ı gözlüyordu . Duraklar duraklamaz; - Ne yeriz, -diye sord u . - Ne buyurursan ız. Fehmi omuzbaşlarına d i kilen garsona yemekleri ıs­ marlad ı ktan sonra i htiyara döndü : - Neyi bilmemde yarar var? Aniat ı n lütfen. - Sizin yap ı ğ ı n ı z tüm iyilikler, dillere destan oldu. Batakl ı ktakı tarlas ı n ı n karş ı l ı ğ ı nda, dört kamyon sahibi yap­ t ı n ı z . Kendi işinizde çal ışt ı r ı p nerdeyse kendi paran ızla kamyonların paras ı n ı ç ı kartt ı n ı z . Ama, güya siz ona yedek parça vermemişsiniz. Kamyonları ndan biri kaza yap1 53


l ı ğ ı nda, yard ı m etmemişsiniz. Bu nca geliri çarçu r eden adama, yine de son bir iyilik ettiniz. Her şeyi tükendiğinde, bir kamyon daha verdiniz. Ne var ki, sarhoş sarhoş şo­ förlüğe kalkışı nca, kaç ı n ı l maz son meydana geldi. Karısı çocu kları dökü lüp kald ı . Bir baba gibi e l i n izi uzatt ı n ız . Oğlan l iseyi bitirdi bu y ı l . Bakt ı m , mektubunuz geldi. Hemen koştu m . Ben dedesi say ı l ı r ı m . Ama, siz babadan bile ilerisiniz Bir buyruğunuz varsa, öncelikle onu yeri ne getirmemiz gerekli. Okuması n ı isterdim ama siz bizden iyisini bilirsiniz. Garson yemekleri b ı rakı ncaya bekled i . O çekilir çe­ kilmez, konuştu Fehmi. Geçen gün yengesine karnesini göstermeye gel­ diğinde görd ü m . Kocaman delikan l ı olmuş küçük Fehmi. Şükrü benim arkadaş ı m d ı . Amcası say ı l ırım. Hakkımda ne demiş olu rsa olsu n . Ben başladığım bir işi bitiririm. Karnesi pek güzel. . . Zeki , akı l l ı ve güçlü bir delikan l ı . El­ bette okumas ı n ı isteri m . Benim sizi çağı rmaktaki amacım başka. Siz eğiti mcisi niz Ayrı l madan önce, Ankara Milli Eğitim Müdürülüğünü yaptı nız. Fehmi gibi olan çocuk çok­ tur. istiyorum ki , sizin yönettiğiniz bir dernek kuralım. Yok­ sul ama, geleceği parlak belli oranda çocukları seçelim. Yazık olmaları nı önleyelim. Ben eğitim işlerinden hiç an­ lamam. Ne zaman desteklemek gerektiğini, bilemem. i l­ kokuldan m ı , l iseden mi seçilmesi gerekli, ayı ramam. Kaç çocuk için kaç para ister, nasıl bir yer nice yard ı m gerekir uğraşamam. Bir arsam var. Oraya bir bina yapal ı m . Seç­ tiğimiz çocukları orda barı ndıral ı m , derseniz. Ona göre davranırız. Yok, ailelerine her ay belli bir yard ı mda bu­ lunal ı m , derseniz. Öyle yaparız. sizden ricam bu sorunları .

-

.

1 54


düşünüp kes i n sonuçlar ı n ı bana bildirmenizdir. istiyorum ki , yetişsinler. Sonra, gereki rse, onları şirketieri rnde işe al ı r ı m . Ş i mdiden hiç bir koşul öne sürmüyoru m . Artık ge­ risi size ka l m ı ş . . . Sezai Bey kendinden geçmiş. Göz yaşları n ı silmeyi u n utarak, dinl iyordu Fehmi'yi . Y ı l lar boyu süren eği­ timciliğinde, böyle bir olanak eline geçmemişti . i lk-okulu biti rd i kten sonra, sırtına u rgan ı vurup hammallığa giden, orta oku l u bitirdikten sonra, devl et kap ısı nda küçük bir hiz­ m et kapabil mek içi n g ü n lerce yalvarıp yakaran yoksul ço­ cukları n ı düşündükçe, döğ ü nüyord u . Şimdi acısı n ı n bir bölümünü dindirecek bir ilaç gibi kulağ ı ndan yüreğine ini­ yar Fehmi'nin sözleri . Konuşmas ı n ı bilirdiğini sezinlemedi. Onun gözünde, artık okutulamıyacağ ı n ı öğrenince ağlıyan bebeler can­ lan ıyord u . Okumayı seven , ama olanaksızlıkların en­ gellediği çocuklar. Bir masal perisi nin doku nmasıyla is­ teklerine kavuşrnuşlar Türküler söyleyerek önü nden geçiyorlard ı . Fehmi'nin sustuğunu anlayı nca, omuzları n ı tilreterek dikild i . - Başüstün e beyefendi, --dedi . - E n k ı s a zamanda, gerekli tüm bilgileri toplar sunarım size. - Sizin ayl ı ğ ı n ı z da içinde olmak üzere şimdilik yılda elli bin lira ayı rabiliri m . Elli bin lira . . . B u n u n l a kaç çocuğu okula kavuşturabileceğini he­ sapladı Sezai bey. Sandalyeden düşüyordu. Hemen to­ parlan d ı . - Raporumu bu miktara göre mi hazı rlamal ıyı m? .

1 55


- Evet lütfen . . . - Ne zaman istiyors u n u z b eyefendi? - Hafta sonuna değin olur mu? - Hay hay efendim . . Çal ı ş ı r ı m . - Şöyle bir ilk taslak da o l s a o l u r . S o n ra d u r u m a göre, gerisi ni ayarlarız. Mutl u l u ktan uçuyordu Sezai Bey . . . Emekli maaşı geçi m i n e yetse kendisi düşünmüştü b u n u . Savaş y ı lları geride kal m ı ştı . Ama, öze l l i kle savaş sonras ı nda salt babası yurt uğruna öldüğü için oku­ yamayan çocu kları düşündükçe . . . F e h m i ' n i n mektubunu a l ı nca da "art ı k küçük F e h m i 'ye yard ı m ı kestiğ i n i söy­ lemek için çağ ı rıyor," diye düşünm üştü . O yüzden Şü krü'yü kötü leyerek konuşmaya girmiş. Yard ı m ı n sür­ dürülmesi ni rica edebil m e k içi n , sözü uzatt ı kça uzatm ışt ı . Çocuk okumak istiyordu. Emekli maaşı i s e , o n a yar­ d ı m etmeye elverişli değildi. Olsa hiç sakı n maz, yard ı m ı başı nda paralans ı n , derd i . H e l e . Şükrü'nü n a n ­ lattıklarından sonra. Ne var ki , diyemezdi b u n u . Di­ yemediği için de, ol mayacak biçimde konuştu ya . . . Şimdi ise, gençlik düşleri n i n gerçekleştiğini görüyordu. Paranı n.gücü bu işte. Hiç bir zaman önem vermediği, kü­ çümsediği para, kişiyi mutlu kılabiliyor. Kendisi gibi ya­ şam ı n ı tüketmiş birini de, belki yaşamadan ölecek olan başkaları n ı da ... Bir anda uzatılıveren bir olanak, yaşama sevi ncini çoktan yitirm i ş , Sezai Beye eski dikliğini ka­ zand ı rıveriyor. Lokantadan çıkıp Samanpazarı yokuşu na sard ı ğ ı nda, elindeki basto n u n fazla geldiğini gördü. Oysa, bi raz önce yokuşu i nerken hiç de öyle değildi. "Kişi n i n bir amacı n ı n olmas ı , ona güç verir", diye geçirdi içinden. Eve 1 56


gider gitmez, bastonu atacakt ı . Eğer bir şeye tutu nmak gerekiyorsa, bundan sonra on u n çocukları olacakt ı . On­ l ara tutun u r . . . Fehmi mağazaya döndüğünde, santral istanbul'u yeni bağlıyord u . Rober, kendisi ç ı ktı telefona. işi çözümlediğini bi raz sonra izmir'e gideceğ i n i söyleyi nce: - Zorlu'lara söyle , elleri ndeki çöpler birkaç güne değin toplanacak. - Anlad ı m , -dedi Rober. iıetirim - Bir zahmet ilya yarı n bu raya gelsin . Konuşacakları mız var. - Hay hay . . . Başka buyruğunuz? - Ricam yok. Teşekkür ederim. -

.

,

H avaal a n ı n a arabası n ı gönderip aldı rdı iıya'y ı . Gelir gelmez de, kendisi binip, Çiftlik lokantasına çektirdi. Köşede, herkesten uzak bir masaya oturdular. Görüp duydukları n ı a nlattı bir bir ortağına. Kendisinden hiç bir yorum kalmaks ı z ı n , ilya' n ı n konuşmas ı n ı bekledi. - Rober'in davranışına bir anlam verememiştik. Şimdi anlıyoru m , -diye ağı r ağ ı r söylendi ilya. -Yahudilere bunca baskıdan sonra, bir yerden bir şeyin patlak ve­ receği kesindi. Demek savaş yakın . Bizim hazırl ı k gör­ memiz gerikl i . Suptıi Beyin dedikleri doğru. Yalnız depo etmek yeterli olmaz. Birkaç koldan taramalıyız. Avrupa ve Amerika'y ı . . . Akımı sağlayacak yolların tümünü de­ nemeliyiz. Benim bir akrabam var Finlandiya'da . . . Biri de Paris'te . . . ikisi de tüccar. Onlara yazayım. Hangi yandan getirtebilirsek, işimize yarar. Çok pahalı olacak yaln ız. Bu pahalılığa alıcı bulabilir miyiz? Onu da hesaplamamız ge -

1 57


reklidir. Bence şimdilik depoları iyice doldu rup kilitiemek en akıll ıca iş. Eli mizdeki kırık dökükler bitineeye mal sür­ meyiz piyasaya. isteklerimiz gelirse, azbiraz veririz. Sonra yine kesip, isteği bekleriz. Özellikle motorlu taşıt araç­ ları n ı n tü münü kaldı rsak iyi olur. Bizdekileri de başka acentelerdekileri de alıp depolamal ıyız. Hem de hiç kim­ seye sezdirmeden, Malum ya, böyle zamanda hü­ kümetlerin ilk işi ulaş ı m araçlarına el koymaktır. Sizin ana firmalar, istekleri görü nce ne diyecek bakal ı m . - Bizim mallar gelir. Yal n ı z s e n i n de söylediğin gibi uzun süre saklamam ı z güç olur. Öncelikle acentelerdeki malları satış göstermemiz gerekiyor. Belirli, beli rsiz isim­ lere fatura etmeliyiz. Sonra depolara kald ırmalıyız. Bir ara benim akl ı ma. yan ı m ı zdaki adamlar geldi . Sonra açı kgöz bir müfettiş, bordroya bir göz atarsa, diye düşündüm. Ya­ bancı lara da güvenilmez. - Kayıt işlemi ol masa, sendekileri benimkilere, ben­ dekileri seninkilere satardık. Ama. kayıt zoru n luluğu bunu önler. Sonra adamlardan nas ı l alıp kayıt değiştireceğiz? - Şimdi anlad ı m bizim Suphi'nin şirketleşrnek gerekli deyişinin nedeni. Rober de söylemişti . Kan dolaşı m ı gibi birşey. Çözüyoru m . . . Yeni şirketler ku racağ ız. Pe­ rakendeci şirketler. Bunlar bizden alacak. Birbirine dev­ redecek. Sonra geri çekeceğiz. Kağıt üstünde do­ laştı racağ ız araçları . Depodan da çıkarmayacağ ız. Öteki mall ar için zaten sorun yok. - Tamam Fehmi bey . . . Bu en geçerli yol . Şirketlerde biz görün mesek de olur. Görünsek de. Ayrı yerlerde, ayrı adlarla kurduk mu, birbirine yapacakları aktarmadan kimse kuşkulanmaz. Suradakini oradaki salmış deriz. Or­ dakini burdaki . . . O zaman işin içinden çıkmak güçleşir. 1 58


- Bir başka sorun daha var. - Nedir? - Dün akşam yemeğinde Bas ı n Yayın Genel Müdürünü görd ü m . Gazetelere tarafsızlık şarkıları söy­ l eteceklermiş. Benim edindiğim fikre göre de, Paşa sa­ vaşa girmez. O zaman halk bir sürü şeyi sezinl eyemez. Benim askerlerim var, bir buyruğuma bakar filan di­ yordu n ! . . - Yine de diyorum . . . Var . . . Çünkü maki nalarını ben veriyorum . Harflerini çok zaman veresiye ben veriyoru m . istersem ç ı kartırım gazeteleri n i , istersem çeker a l ı r ı m bo­ nosu ödenmemiş makineyi de, hurufat kutuları n ı da, ba­ tırırı m . - O zaman d u rumu ayarlamak gerekli . N e olursa olsun biz savaştan güçlü çı kmal ıyız. Askerlerini ikiye bölüp bir büyük manevra yapt ı r . . . Biri bi yanı tutmal ı , biri bi yan ı bunları n . Ama çoğunl uğunun birleştiği nokta, savaş kışkırtıcılığı olmal ı . O zaman paniğe kapılır i nsanlar. Biz de bundan yararlan ı r, güçleniriz. Tamam m ı ? - Anlad ı m F e h m i Beyciğim . S i z çok i y i dü­ şünmüşsünüz. Gazete patronları n ı n tümü bana borçludur. Hele savaş başlarsa, var olmak için tümü popomu yalar. Gider gitmez söyleyeceğim çocuklara. Benden habersiz, gazete bölümünden çöp çıkmayacak. Biraz da deposunu artırd ı k m ı , tümü avucumuza düştü demektir. Dikkat, silah omuza diye bir komut çektim mi, gerisi kendiliğinden gelir. Zaten bu gazeteci milleti hiç birbiri ni çekemez. Biri birkez griye ak dedi m i , öteki kara diye tutturur. Bir kapışırlar, sa­ n ı rs ı n kıyamet y ı k ı l ıyar da altında kalacağ ız. Senden, başla işareti n i a l ı r almaz, ben bir ısl ı k çaları m . Ahmet 1 59


E m i n Amerika diye tuttu rur hemen. O böyle yap ı nca, eski düşman ı Yunus Nad i , ittihatç ı l ı ğ ı n da h ı zıyla Alman diye, bağ ı rır. Donanma davası ndan arta kalm ı ş bi rkaç k ı l kuyruk da R u sya dedi mi, seyreyle şenliği sen ... Tasan olması n bu konuda . . . ilya biraderi n , herşeyi yoluna b i r kor, he­ riflerin ruhu bile duymaz. - Tüm hazırlı kları m ı z ı bu konuşmamız çerçevesinde yürütüyoruz şimdi değil m i ? Sizin şirketin kredi durumu nas ı l ? - iyi . . . istediğimizi getirecek kadar. B i z kredi kul­ lanmayı pek sevmeyiz. - Kullanacağız. H atta salt biz değil , kuracağ ı m ı z ş i r­ ketler de kullanacak. - iyi olur. Şirketlerin sözleşmelerini ben haz ı rlalayı m mı? - Hayır. Suphi'ye haz ı rlat ı r ı m ben. Sana d a gön­ deri rim. Mümkün olduğunca çok olmal ı . izledikçe ka­ rışmalı iş. - Elbette ! . . Kuşkun mu var? iştahla yediler yemekierin i . i lya, geldiği gibi, doğru havaalan ı n a gitti . Fehmi rahatlayarak, koltuğuna oturup yapacağ ı işlerin bir listesini haz ı rlamaya koyuldu.

1 60


Çok şirketi, yabancıtarla ortak oluyor

ON - Size önemli bir öneri getirdim Beyefendi --<liyerek oturdu banka Genel Müdürünün karşısına, -Umarım be­ ğenirsiniz. M üdür, ayakta karşı ladı Fehmi'yi. Elini sıkıp oturt­ tuktan sonra; - Rica ederim tad ı n ı bozmayınız. Baştan aniatın ız, ­ dedi. ,...- Biliyorsunuz. sizin de isteğiniz üzeri ne kendim gi­ deyim , dedim . Mektupla olmuyor bu iş. Gerçi kendim öl­ çüsünde yetkili Rober de iki kez gitti ama. Benim git­ memde yarar var. diye düşünmüştük. Attadık uçağa. Beğenecekleri armağanları da valizlere doldurup çıktık yola. i lkin Roma'da mala verdik. Ardı ndan Paris'te bir gün kalacaksınız dediler. Akşamı geçirmek gerekiyormuş Sa­ bahleyin . gün doğarken bindik uçağa. Daha gün dö­ nüşünü tamamlamadan New-York havaalanındaydık. Hiç 161


oya l a n m a d r k . Doğru bizim Lord fabrikaları n ı n b u l u nduğu kente varmak için yeni bir uçağa atlayı p havalandı k. Daha önce söz etmiş miydim bil miyoru m . Bizim Naci , orda öğ­ renimdeyken Ticaret Müdürüyle bir iyice dostlu k kurmuş. Yaz ışmalar sonucu bize büyük patronla konuşma ola­ nağı n ı sağlamrşt r . O yüzden hiç bir yerde oya­ lanamryoruz. Çünkü bu adamlar öylesine meşgul oluyorlar ki, bir buluşmayı kaçrrd r n mr iki yri sonra falan ancak ye­ niden s ı ra gel iyor. Çal ı ş ı yor efendim adamlar. Gece gün­ düz çal ışıyorlar.. Neyse, biz hemen Ticaret Müdürüne haber verdik. Aman bir sevgi gösterisi, bir sayg ı . Şaş ı p kal d ı k . Otelimiz ayr rt ı l m r ş , Ticaret Müdürü h e m e n bize b i r şölen verd i . Rober'i zaten tanıyor. Ş i m d i benim b i r elimi bırakı p, ötekini sıkıyor. Ülkemizde demokrasi de­ nemesin i n başlaması ndan nice sevindiklerini anlatıyor. Adamlar dünyan ı n öteki ucunda, b ayağ ı bizimle il­ gileniyorlar. Göğsüm kabardı beyefendi . Başmüdür'ün odac ı s ı , gümüş tepside kahvelerini, ge­ tirdi. O görevini yapıp dönünceye, beklediler. Başmüdür, gözlerinde özlemli bir parı ltıyla, kışkı rtt ı Fehmi'yi: - Sonra? .. - Büyük patran bizi ertesi gü n kabul edecekti . Akşamdan Rober'le tüm hazı rl ığımızı yaptı k. Raporlar dü­ zenledik. Surdaki genel temsilcileri öldükten sonra, oğluna oynanan oyunları başı ndan sonuna tefri'ka eyledik, ari­ lattık. Yeni kurulan bir banka patronunu, nice kumara alış­ tı np bir şi rket kurdurarak, payları n ı yavaş y avaş ele ge­ çirdiğini anlattık. Sizin verdiğiniz belgelerin daha burdayken i ngilizcesini yazdırıp yan ı m ıza al mıştı k. Onları yeniden gözden geçirip esasl ı eir dosya yaptık. Gö1 62


zümüze uy ku g i rm e d i . Düşünün beyefendiciğim. Koskoca Lort f a brik a s ı n ı n tek sahibiyle konuşacaktık. Ben sabaha değin döndüm durdum yatağı mda. Sabah olur olmaz, se­ yi rtt i k. Tam zaman ı nda bizi odasına aldılar. Büyük patron, ikimize de b i rer güzel pura verdi. Bir garson, viski bar­ dakları mızı uzatt ı . Otu rduk . . . Başlad ı k anlatmaya . . . Patron hiç ses çı karmadan bizi dinliyor. Yüzünde tek kıl kı­ p ı rdamıyor. Olumlu mu karşıl ıyor söylediklerimizi . olum­ suz m u hiç birşey anlamak mümkün değil, Rober takır takır anlattı olanları : Genel dağıtım işini bizim yük­ lendiğimizden bu yana satışların nice artt ı ğ ı n ı . Genel da­ ğılı m ı n elimize nas ı l geçtiğini. Daha Ankara'dan baş­ l ayarak anlattı. Şimdi tek dileğimiz vard ı . Ortadoğu temsilciliği yine o şirkette kalsı n . Yeter ki salt Türkiye genel temsilciliğini bize versinler. .. Ne yazık ki, adamlar Nuh, diyorlar. Ardı ndan Nebi demiyorlar. O şirketten memnunmuşlar. i şlemlerinde bir yolsuzluk görmemişler. Bizden de memnun oldukları için, kardeş kardeş ge­ çinmeliymişiz. Ü stelik şimdi ülkemizde demokra�.ı ku­ ruluyormuş. Demokrasi demek, bizim egemenliÇ :mizin perçinlenmesi demekmiş. Elbette dikkat edersek. Yoksa elimizden kaçırırmışız. Birbirimize destek olup arka çı­ kacağı m ı z yerde, kuyumuzu kazarsaymışız, hiç iyi olmaz. Bundan Ruslar ya da uşakları yararlanırlarmış. Bir diskur geçti ariarn bize. Ağzımız açık kaldı. Hiç bir sonuç ala­ mıyacağ ı mızı kesinleyince, izin isteyip ardan ayrıldık. Başladık temsilci olduğumuz öteki şirketleri dolaşmaya. Her bir şirket bir kentte. Vardık elektrik şirketinin mer­ kezine. Orda işleri konuşuyoruz. Genel Müdür çağırtmış. Hemen yanına çıkartt ı lar. i lgilendi. Yılda bir nice elektrik 1 63


tüketi minde bulunduğumuzu, ü retim miktarı m ı z ı , nicesinin ışık, nicesinin enerji olarak kullan ıldığını sordu ince ince. Biz, her yıl sattığımız ampul miktarından fazlas ı n ı bil­ miyoruz. Rober bana bakt ı . Ben Rober'in yüzünde bir rakam arad ı m . Adam güldü. Düğmeye bast ı . Gelen bir kıza Türkiye dosyası n ı getirmesini buyurju_ Getirdiler. Açt ı . . . Takır takır rakam saymaya başlad ı . i lk kez se­ çimlerden geçip yeni seçimlere gidildiği için, gelecek on ve yirmi yıl içindeki gereksinimi mizi bile rakam rakam söy­ ledi. Bu gelişmeler burada bir elektrik ampülü ve ufak tefek gereçleri yapacak bir fabrikanın varl ı ğ ı n ı ge­ rektiriyormuş. i thalfltta n daha karl ı ve daha verimli olur­ muş. Eğer ben istiyor, bir büyük bankayı da ortak ede­ biliyorsaym ı ş ı m , hemen şi rketi n kurulmasına razı olacaklarmış. Düşünebiliyor musunuz beyefen-diciğim. Fabrika kurmam ızı istiyorlar bizden. Akl ıma siz geldiniz. Dedim ki, Beyefendi beni kırmaz. Birkez anlatırsam nice karl ı bir işe girişeceğimizi anlar. Proje taslaklarıyla, üretim ve tü �eti m cedvelleri , Amerikal ı ların önerdiği ortakl ık oran­ ları F .ober'de. Türkçeye çevirtip sunulacak size. - Cumhuriyetten bu yana ilk kez bir yabancı şirketle ortakl ı k kuracağız Fehmi Bey, -diye ağaya kalktı Baş­ müdür. -Bendeniz hemen olur, derim. Ne var ki, Hü­ kümet buna izin verir mi? - i zin alması benden. Elektrik şirketi müdürünün de­ diğine bakı lırsa, koşa koşa verirmiş. Hükümet Amerika'ya şirin görünmek zorundaymış. Çünkü biz bir öncülüğün de öncülüğünü yapacakmışız. - Haklısınız. i şin bu yönünü düşünmemiştim . Hemen yönetim kurulunu toplayal ı m . Mösyö Şalom, dosyayı 1 64


doğru bana göndersi n . En geç bir hafta içinde size ce­ vabı m ı b i l d iri ri m - Sizin düşü ncenizi öğrenebilir miyim beyefendi? - Sormaya bile gerek yok efendim. Sizden daha heyecanl ıyı m . Böyle bir işte bankam ızı yeğlediğiniz için de ayrıca teşekkür ederim . - Bankam ızı evet. . . B i z birlikte doğup büyüdük ban­ kamızla. Bir başkasına g idemezdim zaten . . . - Sağolu n . . . Çantas ı n ı açtı. B i r küçük a m a zarif paketi masan ın üs­ tüne b ı raktı . - Sizin için almıştım . Umarım beğeni rsiniz. - Niçin zahmet ettiniz efendim. Çok teşekkür ederim. Unutmay ı n ı z , haftaya cevabımız hazır. Hem de olumlu olacağı n a şimdiden inanabilirsiniz. - Teşekkür ederi m . Sizden bu sözü istiyordum. Şimdi hemen yazarım Ameri kal ılara. M ağazaya döndüğünde Rober Mli!. belgeleri çe­ virtmekle uğraşıyordu. Durumu anlattı. Hemen Amerika'ya bildirmesini isteyerek, odası ndan çıktı. i stanbul'u arattı rdı telefonla. Sonra Naci'yi çağı rtt ı . Gelir gelmez karşısına oturtup; - Amerika'da elektrik üzeri ne de çalışmıştın değil mi� diye sord u . - Çalı ştı m beyefendi. - i yi ! . . Ne zaman ayrılabilirsin işinden? - N e zaman buyurursan ız. - i stanbul'a yerleşmek aykırı gelmez değil mi sana? - Siz öyle istiyorsanız! .

165


- Öyleyse haz ı rl ı kl ı bekle. Haberimi al ı r al maz is­ tanbu l'a gideceksi n . Orda, u l aş ı m olanakları yeterl i , enerji kaynakları elverışli bir fabrika y e r i s eçeceksi n . Ame­ rikal ı l arla ortak bir ampul fabri kas ı kuruyoruz. Asıl yönetim onlarda olacak. Büyük deneyimleri, olağanüstü ye­ tenekleri var işletmeci lik konusu nda. H e pi miz i n ö ğre n c e ği ölçüde hem d e . . . Bu nedenle, sen şimdilik Türk Müdür olarak işe başlayacaks ı n . Kısa zamanda gerekli bilgiyi edi neceğinden, kuşku m yok . Şimdiye değin devlet ka­ pı sınd a zaten çok şey öğrendin. Buna yeni aşamalar ka­ tacaks ı n . i le rid e daha büyük işlerde kullanacağız. - Ben devlet kapısına sayenizde girdim efendi m . Bu­ lunduğum yere getiren de, öğrendiğim bilgiyi sağlayan da sizin eksilmeyen desteğinizdir. Şimdiye nas ı l buy­ ruğunuıda oldumsa, bundan öte daha bir çok uyup te­ şekkürümü ödemeye çal ışacağ ı m . - Sağci. . . Böyle diyeceği nden güvenliydim. Rober an­ laşman ı hazı rlayacaktı. i mzala ! . . i lk maaş ı n ı al ! . . Ve biz­ den haber bekle . . . -Durakladı bir an. Nacl'nin m ut­ luluktan kıvanan gözleri n i n derinliklerine bakt ı . Sonra ; Ayrı lmak için zamana gerekisini m var m ı ? - Var ama, önemli değil. .. i dare edilebilir. - i yi ! . . N aci söyleşinin bittiğini aniayarak doğruldu. Bundan ötesini nasılsa Rober'le çözümlerdi. . . Rober, anlaşmayı i mzalatıp Nacl'yi savdı ktan son-ra F eh m i n in odas ı n a gird i . B i r süre bakıştı lar. Fehmi'nin gözleri kırpışıyor, se­ vincini derinlikleri nde boğma kaygısıyla büzülüyord u . .

·

'

1 66


Rober, eski alışkanlığ ıyla içinden geçenlerı anladı pat­ ron u n u n . A nlaş ı l d ı ğ ı n ı sezen Fehmi daha çok uzatmad ı suskuy u . - i yi oldu, değil mi? -Diye sordu . . . - Çok i y i oldu. - Bizim küçük Feh mi'yi yan ına verirız. Elektrik mühendisliğinde okumas ı , iyi raslantı . Hem öğrendiğini uy­ gular, hem bilgisi ni gelişti rir. - Desteğinizia okumuş, pek çok değerli eleman ımız var beyefendiciğim. - Hemen bizim kadrolara geçirmek olmaz. Ö ğrenim dönemini kendimizde geçirtecek ölçüde güçlü değiliz. Kimbil i r, belki ilerde o da olur. Şimdilik yetişeniere yardım edel i m . Yetişsinler bir iyice. Sonra gerekirse, çeker alırız. - Her zamanki gibi, -<Jiye gülümsedi Rober. Sonra bir bulutianma belirdi yüzünde. -Suphi'yi kızağa almışlar, -<Jiye sürd ü rd ü . -Bi raz önce haberim oldu. Fehmi, şaşkı n şaşkı n baktı Rober'in yüzüne. Bir kısa an sürd ü duraklamas ı . Teletona uzandı hemen. - Y a ! . . -Diyerek kaldırd ı almacı. -Kızım bana Suphi Beyi bağla, -buyruğunu verdikten sonra ka­ pat ı rken , -pişman olurlar, -<Jedi. Rober'i n bir şey söylemesi ne kalmadan bağaniantı sağlanmıştı. Açtı telefonu ; - Alo ! . . Suphi sen misin? -Dedikten sonra k<ir­ şısı ndaki nin konuşmasına olanak b ı rakmadan sürdürdü; - Şimdi duydum. Ve çok sevindim. Hemen ayrıl oradan. Arabam ı yolluyorum. Doğru bu raya gel. -Yine yanıtlama zamanı bırakmadan kapattıktan sonra Rober'e baktı . Bir yard ı mcı istemeye çekiniyordun. i şte sana güvenilir bir adam. 1 67


Ş aşı rma s ı rası Rober'e gel mişti. içt e n bir gü­ l ü msemeyle ayd ı nlandı ablak yüzü. Dilini kal ı n du­ d a k la r ı nd a g ezd i rd i y a l a n ı rc ası n a ; - Suphi'ye ben y a rd ı mcı olurum efendim. - Ö yle şey yok. Burda biz varız ilkin. Sen ve be n . Ç ü n kü herşey bizim elleri mizle kurulup, geli şti . Sonrakiler, hep sonrakilerdir. Nasıl benim yapacağ ı m ı sen yaparsan ço k zaman, arada bir senin yapacağı n ı da ben yaparı m . S u p h i haberini verirken , aklı ndaki bu değil miyd i ? - Be yete n di ciği m --dedi Rober. Sonra sayıklar gibi yin ele d i . -Beyefendiciği m . Bunca yıldır yan ı n ızday ı m . B u n c a şe y öğrendim sizden . T a m artık, h e r şeyi öğrendim dediğimde yepyeni bir aşamayla gözlerimi ka­ maşt ı rıyorsunuz. Doğru akl ımdaki buydu. Ama, devlet ka­ p ı s ı nda bunca hizmet etmiş, bunca büyük görevler y ap­ m ı ş bir ar ka d aş ı m ızı onurlandı rmak isterdim ben. - Ben de onu rla n d ı r ıy o ru m . Sana yardımcı ve­ riyorum . - Ama ! . . Bir el devinimiyle susturdu R o be r ' i . .. Sözünü kesip sür­ dürdü . . . - Ama'sı falan yok . .. Herkes biliyor ki, Çok şirketi der,ıek Fehmi Çok, demek olduğu ölçüde, Rober Şalom, d e m ektir. i st e rse n sor S u p hi 'y e. Senin yardımcın ol mayı en yüce ödevlere d eğ i şir mi, değişmez mi? Ne san ıyorsun sen . i şiyle böylesine bütünleşmiş bir dostumu, yetiştirdiği biriyle d eğişi r miyim ben? Sen her zaman bur firman ı n simgesisin. Ç ünkü hiç kimse senin ölçünde sahip çıkamaz işe. Sahip çıkamayanda da yerini alamaz benim gö­ zümde. Alamayacaktır. 1 68


- Ben bundan kuşkulan madı m ki hiç bir zaman. - Ö yl eyse, bizim ara m ı zda oyun da gerekmez. Herkes yeri n i bilir, yükümlü l ü ğ ü n ü n derecesini öğrenirse, an­ laşmak daha bir kolay olur. - N as ı l buyurursan ız. - Başkalarına buyururum belki. Senden rica ede ri m . - Öyleyse bendeniz anlaşmayı h az ırl ayıp im z a n ı za sunayı m . - Hayır. Hazı rla v e i m zal a . - Bu ke z ben rica ediyoru m efendim. Y ard ı mc ı m sizin i mzanızla g e l me li . . Pek i . ,

.

-

..

Suphi kap ıdan girerken karşı ladı Rober. Sarıldı. Oda­ sına götü rd ü . Bir özel anlaşma yazarak uzattı. Parmağını rakam yerine koyarak; - Buras ı n ı boş bı raktı m . Kendiniz doldurun -diye gösterd i . Suphi başını olmaz anlamı nda sallad ı . - B e n size yard ı m etmekten mutlu olurum. Yar­ d ı m c ı n ı z ı n ücretini de siz kararlaştırırsınız. Ağzımı açıp tek kelime söylemem, -ded i . Rober, koluna a l d ı Suphi'yi. Birlikte Fehmi'nin odasına çıktı lar. Ona boş rakam yerini göstererek uzattı an­ laşmay ı . - Beyefendiciğim, bendeniz karar veremedim. Suphi Bey de bişey söylemediler. i ş size kaldı , -dedi. .. Fehmi, anlaşmayı aldı eline. Ü çret bölümüne on bin, prim bölümüne de elli bin yazıp Rober'e uzatt ı ; - i yi m i ? 1 69


- Prim az efend i m , ---<J e di Rober. Fehmi , elli bini çizip, yetmiş bin yazdı Fabrikan ı n açı l ışıyla iktidar degişikligini birlikte kut­ lad ı l ar. Celal Bey, Cumhurbaşka n ı ol muştu . i smet Paşa ise muhalefetin önderi. . . Yeni hükü met progra m ı n ı sunarken , başbaka n ı n ağ­ z ı ndan her mahallede bir milyoner yaratacağ ı n ı açıklad ı . Suph i , elinde b i r raporla, odasına girdi. Raporu , ması n ı n üstüne bıraktı . Pencereden Mar­ mara'ya, Boğaz'a bakmakta olan Fehmi'yi uyardı öksürek. Fabrika daha ü retime geçmeden, şirketleri n merkezi i s­ tanbul'a alınmı ştı . Fehmi, karısına bir Boğaz gecesinde verdiği sözü tut­ muş. Tam istediği gibi bir yal ı bulup almıştı. Şimdi Saadet, Bağazı n sularında dinlendiriyordu gözlerini. Rapora bir göz attı Fehm i . . . Savaşı n mensucat sa­ nayi ine nice gereksi nim olduğunu ortaya çıkardığı ndan başlayıp demokrasi denemesinin sat ı n alma gücünde meydana geti receği artışlardan söz ederek bir kumaş fab­ rikası kurmas ı n ı öneriyordu. Raporun altı nda da Suphi'nin i mzası vard ı . - Nerden akl ına geldi bu? - Pamuk stokları n ı düşünüyordum. Sümerbank' ı n yaptırdığı bir i ncelerneyi a n ı msad ı m . B i r kopyası da ben­ deydi . Ald ım yeniden okudum . M ısır pamuğu piyasaya gi­ reli , bizim ihraç olanakları mız azalmıştı . Bunu iç tüketime yöneltmek gereği üzerinde duruluyordu daha o zaman. Yard ı mcı olmamız gerektiği geldi akl ı ma. 1 70


- B u n u bu hattaki toplantıda konuşalım. U n utturma. - Başüstüne . Sayg ıyla ç ı ktı Suphi . . . Yazılanlar akl ına yakın geliyord u . Ama, b i r kez daha okuyup düşünmek istiyord u . Kapaklandı raporun üstüne. Büyük bir kombina kurmal ıydı. Madem bir ucundan baş­ lamıştı fabrikacı lığa. Sürdürmeliydi. Amerikal ı lar, elektrik ü nitesinin geliştirilmesini is­ tiyorlardı . Bir de bakı rın ucuzluğ•mdan iştahlan ıp kablo sa­ nayiine bir girişim yapılması ndan söz etmişlerdi. Hep o Amerikalı müdürün baş ının altı ndan çıkıyordu bunlar. Ama, akia yakı n d ı . .. Bir kez daha yinelerse , hiç yadsı masız kabulleneceti . Ampul fabrikasının sonucunu görmek istemişti geçen kez ... Şimdi görüyordu. Ve adam­ lar Amerika'dayken ne dedilerse gerçekleşiyordu. Daha kapıdan girerken karşılad ı kocası n ı Saadet H a n ı m . . . Büyük bir sevgi sevinciyle elini tuttu . Ağı r ağ ı r odaları na çıkard ı . Oturtt u . B i r çocuk gibi başı n ı göğsüne yasi adı . - Bak Fehmi , -<le�i . . . -Hiç kaygıya kapılma. Bir m uştu vereceğim sana. Bugün neden erken gelmeni is­ tediğimi açıklayacağı m . . . Fehmi şaşkınl ı kla baktı karısına. H i ç böyle görmemişti . Bir helecan ı n kıpır kıpırlığıyla yerinde duramıyor. Ellerini nereye kayacağı n ı bilmiyord u . Sözlerinin tutarsızlığ ı, sa­ bı rsızlı ğ ı n ı büsbütün artırd ı . - Beni kaygılandırmak m ı istiyorsun? Çabuk söyle . . . - Bugün, belki kaynana, kaynata olmanı n i l k adı mını atacağız. . .

171


- Ne -n e diye f ı rladı yerinden Fehmi. Karı s ı n ı n bas­ tırmasıyla otururken, --öyle ya, kız neredeyse otuzuna gi­ recekti. Zamanı d ı r, -dedi. . . - B e n oğlan ı görd ü m , -diye yalıştırıcı b i r sesle m ı ­ rıldandı karısı. -Pek kibar, p e k temiz bir çocuk. Dok­ tormuş üstelik. Görürsen senin de beğeneceği n i um­ duğumdan, bugün yine gelmesini istedim. N'olursun sini rlenme. Bir sert davranışta bulunup çocuğun kalbini kı rma . . . - D u r yahu . . . D u r hele . . . Nedir bu hazan yaprağı gibi titremeler. K ı r ı l ı p dökülmeler. Yoksa sen mi gelin ola­ ca k s ı n ? - Ben olmayacağ ı m . . . A m a kızım olacak. i lk büyük şölenim bu benim. Çok görme. - Çok gördüğüm falan yok. Ama, öyle bir kap­ tırmışsın ki kendini. . . - Kız seviyor Çokzade Fehmi Bey . . . Sevilecek b i r de­ likanlı gerçekten. Gençlik günlerim olsa, ben de vu­ rulurdum. - Hoppala ... Biz ne halt ederdik o zama n ? - Derdinize yanard ı n ı z beyefendi. Derdinize yanardınız ki, Ermeni kilisesinin mumları hiç kalsın ya­ n ı nda . . . - Bakıyerum gençlik anıları canlanınca yatıştın bir­ denbire . Ben seni kaptırı r mıydım ele. -Birden sarıldı ka­ rısı na. -Biliyor musun Saadet... Hiç değişmedin o za­ mandan beri. Hep taze kalmayı bildin. Hep aynı çekiciliğini sürdürdün. Eve koşmak bir mutluluk oldu benim içi n . Eğer bir başarım varsa yaşamda , bunu sana borçluyum canım . . ..

.

1 72


Saadet kocas ı n ı n ağzı ndan ilk kez duyuyordu bu söz­ l eri . Gelir, giderdi. Bir şeyi gerektiği için yapar san ı rd ı . Otuz yıl geçmişti aradan . K ı rk beş yaşı ndaydı şimdi Saadet. Ve büyük kız ı , yirmibeşine değin direnmişti ev­ lenmemekte. Hala sevi tü rküsü söyleyebiliyordu kocası . Sarı l d ı . T ü m gücüyle sıktı erkeğini. - Kendim mutlu olmasaydı m , sana verebilir miydim? Anımsar mısın, hep içimde yaradır o gün . . . - Hangi g ü n ? - S e n otomobilcilik yapcaks ı n diye babamı n evine kaçmıştım. - Çocukluklu o ... - Sevgiydi. . . Belki anladı n , belki anlamad ı n . Seni elimden kaçı racağ ı mdan öyle korkuyordum ki, her deliliği yapabilirdi m. - Anam ı n kışkırıması da vardı. - Nerden bilirdik ordan buraya geli neceğini ? - Gelindi ama. - Gelindi. . . O yaniışı yaptığı mdan öyle utanıyorum ki şimdi ? - Utanma . . . Yanlış değildi davranışın. Kim olsa öyle yapard ı . Adam, teker meker gitmişti. Ve ben alıyordum işi Haklıyd ı n ız. - Ondan m ı hiç kızmad ı n bana. - Hayır, seni kı rmaktan korktuğumdan ; Saadet, silkindi. Doğruldu. Derin bir iç çekişiyle, ne­ feslenme karışımı bir soluklanmanı n ardı nda; - Allah Allah, n'oldu bize kuzum diye sordu. - Galiba biraz fazla sevindik, -dedi Fehmi. -Bir .

1 73


damat sahı bi olman ı n c oşkusuna kapt ı rd ı k kendimizi. Ya da tam tersine, kaynana kay nata olmakla, ya ş am def­ teri nden silinip atı l mad ı ğ ı m ı zı isbatla m aya kalkıştık. - Sanırım i kinci görüş daha doğru . . . N eyse hadi ba­ kal ım. Bunca cilve yeter. Haz ı rlan Çokzade Fehmi Bey. Az sonra damat adayır'ız, elinizi öp meye gelecek. - Ben hazırım can ı m . Asıl o h azırlans ı n . Kafamı kız­ d ı rı rsa ! .. - Sakı n ha, -diye atı ld ı Saadet. -K ız ölür kay­ gısı ndan. - Pek ipeki anl ad ık. Sız ana kız, işi biti rmişsiniz. Bi­ zimki bir g ö ster mel ik zaten. R o lüm ü zü oynar, perdemizi kapatırız. Oldu mu? - Deli misi n ? Sen i n olur demediğine ben olur, der miyim? Yal n ı z kızın tutkun olduğunu bilmeni istedim. Yoksa delikaniıyı b e ğ e n eceği nde n kuşk u m olsa, çoktan çaresine bakar, senı rahatsız eimezdim . - .Sağolas ı n . Bu desteğin olmasa, kimbilir ne ya­ pardım ben? - Oras ı n ı bilmem artık. Sen kendin düşü n . Saatine bakt ı . -Eyvah geç kalıyoru z. Hadi kalk çabuk, üstünü de­ ğiştir, --<liye itekledi kocas ı n ı .

1 74


Fehml Çok, yeni fabrikalar kuruyor

ONBiR Ampul fabrikası birkaç yıllık ü retimini peşin olarak sat­ m ıştı . Müdürler toplantıs ı , Beyoğlu'ndaki h a nın denize bakan odaları ndan birinde yapılıyordu. Fehmi, masanın ba­ ş ı n a oturmuş, Rober'i karşısına, Suphi ile Naci'yi de iki ya­ n ı n a almıştı. Yazma n ı n ı n güzel bir dosya içine yerleştirdiği rapor önünde duruyordu. Elini, dosyanın üstüne koyduktan sonra; - Sabahleyin size birer tane verilmiş olmalı - diye Rober'le Naci'nin yüzüne bakt ı . Onayladıkları n ı görünce, ­ Ne diyorsunuz? - sorusunu yöneltti. Rober, kendi dosyası n ı açt ı . Temiz bir kağıda aldığı not­ ları gözucuyla okuyarak, konuşmaya başlad ı . - Suphi Beyi kutlamak gerek beyefendiciğim. Tam za­ manı nda uyardı bizi . Benim edindiğm izienimler de Suphi beyi doğruluyor. Pamuk özellikle Mısır rekabeti karşısı nda, güç durumda. Ancak gözden kaçınlmaması gereken bir 1 75


durum var. H ükümette özellikle tarı m ürünlerine ve ti­ carete bakan bakanlı klarda pamuk yetiştiricileri etki n . Bu etk i n lik fiat yüksekliğine neden olabilir. i h racat oran ı nda düşme pek yok. Ne var ki artma da yok. Hükümet prog­ ram ı , tarımda makineleşmeye yöneldiği i ç in ü reti m ar­ tacak. Bu artık b i zi m işimi ze yarar. Fiat farkl ı l ı klan do­ ğ arsa, ne y a p ac a ğ ı m ı z ı kararlaştı rmak kayd ıyle, ben fabrikanı n kurulmas ı n ı isterim. - Ben de Mösyö Rober'e kat ı l ı n m , - dedi Naci . Daha patronu yüzüne bakmadan. Suphi, önerisinin beğenilmesinden hoşnut, gözlerini patrenuna dik mi şt i . Fehmi, tümünü dinlendikten sonra, eliyle dosyayı, açıp kapadı . - Karar verilmiştir baylar. Hemen davranalım. Ö nce ana şirkette bir ünite olarak başlatalım bu işi. Sorıra, yeni bir şirket haline getiririz. Bu kez kendinize de bir pay ayı­ racaksın ız. Benimki nden, yüzde onunu aranızda pay­ laşacaksınız. Hanı mefendi ve çocuklarınki değişmeyecek. i şin sorumluluğunu Suphi yüklenecek. Ancak şimdiden uyarıyorum sizi. Pamuğun depo dayan ıklılığını iyi sap­ tayın. Fiat dalgalanmaları nı depo ile karşılamalıyız. i lk yıl için alabildiğine asılin piyasaya. Pamuk fiatı arts ı n ... Rober'e döndü göz kırparak. - Yedi eylül de­ valüasyonunda yaptığımızı anlat arkadaşlara. Ku­ laklan nda olsun. Ayn ı planı uygulayacak. Hatta bir adı m daha ileri gideceğiz. Fiatları n yükselişi, üreti mi alabildiğine artı racak. Ertesi yıl, piyasadan çekilirsek, �emen hemen eski düzeye düşürebiliriz. Ondan sonra aynaması güç· leşir. ,

1 76


Toplantı gündemi nin son maddesi ıdi mensucat fab­ rikas ı . Her biri kendi sorumluluğu ndaki işlerin ve ge­ lecekteki gelişmelerin bir özetini yapıp alı nacak kararları sunmuştu zaten. Fehmi ayağa kalktı . Ötekiler ayakta uğur­ Iad ı lar. O çıkar çı kmaz, iki müdür gözlerıni Rober'e diktiler. Rober, patronunun sözü nü ettiği olayı öğrenmek is­ tediklerini anlad ı . Ağ ı r ağ ı r konuşmaya başlad ı . - Savaş bitmişti baylar. B i z depo ettiğimiz mallarla, savaş süresince durumu kurtarmıştık. Bizden araç ve gereç alanlar, gerçi eskisine göre, ek para ödemişlerdi. Ama, istediklerini de alabilmi-şlerdi . Biliyorsunuz öyle dö­ nemlerde adam, ödediğine aeğil , bulabildiğine bakar. Bu nedenle, çok para ödediği halde, dua edenleri gördüm ben. Uzatmayal ı m , savaşı n yükü fiatları n üstüne epeyce bi n m işti 1 946'1arda. Ü stelik istekler, devlet hazinesindeki birikimi inanı lmaz ölçüde sağlıyordu. Biz patronla, fabrika işi için Ameri ka'ya gitmiştik. Ticaret Müdürü, yaptığımız bir konuşma sırası nda para birimimizin yüksek tu­ tulduğundan, Amerikan delarına göre belli bir bi­ rimleştirilmeye gidilmezse, karşılıklı anlaşmaların güç yü­ rüyeceğinden söz etti . Çünkü, savaş sonrası nın ünlü Marshall plan ı gereğince bize yardım etmek istiyorlardı . i s­ tiyorlardı ya, bu para sorunu canların ı sıkıyordu. Bunun için de hükümetlerarası bazı ilişkiler olduğundan söz etti. Bizim patron, Amerikal ı n ı n sözlerini çevirdiğim zaman, sessizce dinledi. Sonra otele döndüğümüzde, "Hazır gel­ mişken, transferini dönünce yaptı rmak üzere alabildiğimiz malı kapatalım," dedi . i lkin bir şey anlamamıştım. Sonra 177


bizim paran ı n değeri d ü ş e rse, e l i m izdeki m a l l a r ı n değeri çok artar. Yal n ı z bu arada döviz akları m ı n ı sağl a m a m ı z gerek. O da bizim içi n sorun değ i l . Bir kez, izni ç ı kard ı k , bankalar arac ı l ı ğ ı yla, Merkez Ban kas ı ndan aktarma yaz ı s ı n ı a l d ı k m ı , ister ödesin s o n ra banka, ister gecikt i rsi n . Zararı n ı kendi si çek e rdi Uzatm a y a l ı m Tüm firmaları dolaştık. Eski müşteri , tek ye tk i l i a ce n t el eri o l d � ğ u m u z içi n , Siparişlerin hemen yola çı kar ı l acağı sözü n ü ald ı <. Bir kez mal geldikten sonra, ötesi daha bir kolay çözümlen kıvancıyla ü l kemize döndük. Pat­ ran , fabrika için i ş Banı'.asıyd ı , Sanayi Bakanl ı ğıydı do­ laşırken, ben de döviz akla rı m ı n ı sağlad ı m . Kolay oldu san­ mayı n . Banka n ı n desteğ;, Merkez Bankası ndaki arka­ daşları mızın koşuşması olmasa, güçlüklerle kar­ şı laşabilirdik. Aktarı rn ı n yap ı : d ı ğ ı n ı bildirdiler bize. Hem de belli orandaki döviz birikimini azaltmak pahasına çö­ zümlediklerini söylediler. Bu arada mallar gümrüğe gelmiş. Hemen çekilip, depolara aktarı l m ı şt ı . Patron, bir sayım so­ runu çıkarıp, bir kaç ay için her tür satışı durdurd u . Onun ye­ rine başka firmaları n ve acenteleri n ellerindeki malları çe­ kiyordu durmadan. Nasılsa şirketler arası nda açı k hesap çal ışıyorduk. Tüm otomobil acentelerinin, radyo, buzdolabı ve öteki ithal malları acenteleri ıin ellerinde nice mal varsa, kapatıp bizi m satış mağazaları n ı n depolarına aktarıyoruz. Hiç bekletmek yok . . . On beş gün içinde biz bu işleri bitirdik. On altı ncı günün sabah ı , h ü kü meti n gece yarıs ı para de­ ğerini yarıs ı oranı nda düşürdüğünü öğrendik. Ve öteki acen­ telere, kendilerinden yüz liraya ald ı ğ ı m ı z kendi malları n ı hemen ertesi g ü n i k i y ü z liraya devrettik. Kararnamenin açıkladığı günün akşamı salt öteki acentelerden ka, Pattığ ı m ı z mal ı n bedelinin yüz, satışı n ı durdurduğumuz ve .

.

r,

1 78


eski değer üstünden geti rip yeni duruma göre eti­ ketiediğimiz mal ı n değeri n i n ise yetmiş milyon l i ra ol­ duğunu söylersem, durum daha bir açıkl ı k kazanır. Ama bitmed i . Ayrıca Demir Çel i k Fabrikas ı n ı n bir y ı l l ı k üreti mini eski fiattan kapatm ıştık. Yeni fi attan sattık. Bilirsiniz ölü sezon u genellikle ağustosa rasiatan fabrika, eylülden tem­ m u z sonuna mal satar. Çimento fabrikaları n ı n tek salıcısı da biz olduğu muzdan . Bu nları da eklerseniz, bir yedi eylül devalüasyonu, bize iki yüz elli milyon l i ra kazandırd ı . Burda küçük b i r sorun yatıyor. B i z piyasaya girdiğimiz zaman, hep as ı l ı rcas ı na gireriz. Ası l ı nca, piyasa gerilir. Bu gerginliği nerde durdu racağ ı m ı za karar vermek önemli. Suphi Beyden ricam, hemen pamuğun depo süresini iyi saptayacak elemaniafla konuşmas ı d ı r. Bunu bir öğ­ renelim. Kendimiz kullanmasak bile piyasa dal­ galanmalarından, iki yıl fabrikaya sokacağı m ız mal ı be­ davaya geti ririz. Ben ayrıca salt pamuklu dokumayla kalmamızı da istemem. Yünlü dokumaya da el atmalıyız. Ö yle sanıyorum ki, makineleri, yard ı m anlaşması içinden uzun sürede ödenmek üzere alabiliriz. Gerisini de siz çö­ zümleyeceksiniz. Suphi de Naci gibi sevecenlikle bakıyordu Rober'e. Yı l­ lard ı r. patronla aynı havayı paylaşmış. Hemen hemen ya­ pılan her işte düşü ncesin i , emeğini harcamıştı . Bunun kar­ ş ı l ı ğ ı nda çok şey öğrenmişti . Ve öğrendiklerini uygulamakla hiç duraksam ıyordu. Tam bir iş adamı ol­ m uştu Rober. Ve onlara da örnek olmayı sürdüyordu. Hem de her zaman bir şey öğretiyormuşcasına değil. Tam tersine öğreniyormuş-casına davranarak. Kendini sanki onlardan daha alt düzeyde biriymiş gibi gös1 79


termesini bilerek. Oysa, biliyorlard ı . Rober. patronun gö­ zünde her zaman onlara üstündü. Rober de biliyordu bunu. Ama hiç bir zaman bunu kullanmaz. Tam tersine, patronun gözünde onları desteklemek için elinden geleni yapard ı . Ö rneğin şu fabrika sorun u . Suphi gözlerini kırpıştırd r . Ö n ündeki dosyas ı n ı üstünde parmağıyla belirsiz çizgiler çekerken, düşünü-yordu. Ge­ çenlerde konuşurlarken, birden Sümerbankta çal ıştığ ı n ı , mensucat konusunda çok şey öğrenmiş olabileceğini be­ lirterek, şaka yollu, "ister misin bizim patronu da kumaş fabrikatörü yap, çık" demişti. Aslı nda Robe'in yönetme biçimi buydu. Şu sorunu bir inceleyeli m , bir düşünelim demezdi hiç bir zaman. Ö ncü durumuna girm ezdi öncü olduğu halde. Ama, bir yerini getirir, şaka yollu belirtiverirdi ilgisini çeken bir işi. Suphi de böyle başlamışt ı . i lkin bir kapırtı belirmişti içinde Sonra giderek durulup, kocaman bir mensucat fabrikası haline gel mişti. Hemen oturup bir rapor düzenlemiş, hafta başında Rober'e vermişti. Rober, birden ayağa kalkıp boynuna sarıldıktan sonra. "Böyle bir şey hiç aklıma gelmezdi. Çok ilginç, bunu hemen patrona vermelisin, herşeyden ilk haberi olsun , ister," diyerek ard ı ndan itmişti . Oysa S uphi, o n u n bu ko­ nuda epeyce kafa yorduğunu biliyordu. Çoktan kafası nda ölçüp biçmişti bu işi . Karl ı l ığına kesinkes i narımıştı ki, bir kez de incelenmesini işliyor-du . Yoksa, silip atardı kafasından. Rober, işini bitirmişlerin kıvancıyla, dosyalarını top­ lamış, kalkıyordu. ·

ı so


Suphi f ı rladı yerinden. Elini tuttu . . . - Size çok şey borçluyum mösyö. Çok şey öğrendim sizden , - dedi. - As ı l biz öğreniyoruz. Suphi bey . . . Şirkete yeni ufuklar gösteriyorsunuz. Böyle giderse işlerimiz öylesine ço­ ğalacak ki , birbiri mizi övmek için bile zaman ı m ı z kal­ mayacak. Ü çü birlikte kendi odalarına gitmek için kapıya yönelmişti ki, patronun yazmanı önlerine geçti . - Beyefendi akşam yemeğini kendisiyle yi9ip yi­ yemiyeceğinizi soruyorlar, - dedi - Eğer kabul edi­ yorsanız, aşağıda arabası nda bekliyorlar. N aci ve Suphi hiç ses çı karmadan doğru aşağıya yo ­ neldiler. Rober: - Benim gelemiyeceğimi söyleyin lütfen. Çok önemli bir randevum var, - dedi. Öteki ler arabaya binip durumu bildirdiler. Fehmi buyruğunu verip arabayı yürüttü . Boğaz yoluna girdiklerinde, cebinden takvimini çıkard ı . Kendi nailarına bakarken , gülümsed i . Arabadan i n e r inmez, telefona yürüdü. Numaraları çevirdikten sonra bekledi bir süre. Karşıdan ses gelince: - Kiminle görüşüyoru m ? Dinledi . . . Sonra. yanıtı beğenmişçesine. - Ben Fehmi Çok, - ded i . - Mösyö Şalom yer ayırtt ı mı sizde? .. Güzel . . . Hemen masaları na bir buket koy­ durun. Ü stüne "nice yıllara" yazılsın. Sonra da tüm hesabı, bana gönderirsiniz. Hesabı istediği zaman. benim ken­ dilerine bir davetim olduğunu söyleyiniz. Tamam mı? '·

181


Telefonu kapatt ı . O s ı rada, arkadaşları ayakta bekliyor. Garsonlar yer göstermek için oldukları yerde fotoğrafiaş m ı ş bu­ lunuyorlard ı . Masaya oturdu. Ötekiler de oturur oturmaz, davran ı ş ı n ı n nedenini açık­ lad ı . - Bugün Roza'nın yaş günüydü. B o ş bulundu m . Ama nerde kutladıkları n ı biliyordum. Bir sürpriz yaptı m . Ba­ kal ı m beğenecekler mi? Saadet, daha kap ıdan girer girmez; "Oturma," dedi . . . - Annem de, çocuklar da k ı z a gittiler. B e n seni bel­ kedim. - Neden bekledin? Bir telefon etsen, oraya gelirdim. - Hayır. Bekledi m. Özellikle bekledim. Bilmiyorum neden? Birden sana çok gereksinim duyduğumu se­ zinledim . i stedim ki, bir an başbaşa kalal ı m . Gücünü du­ yay ı m yan ı mda. Paylaşmadan. - Saadet, ne var can ı m ? Kıza kötü bir şey mi oldu? - Hayır. Tam tersine. San ırım sabaha karşı iyi bir şey olacak. -Yoksa, dede mi oluyorum? - Ben de anneanne!.. i şte bu yüzden bekledim seni. Birden kocamışlığ ı m ı , yıkılmışlığ ı m ı duyuverdim içimde. Fehmim gelsi n dedim. Yıkılmadığı m ız ı , her şeyin bit­ mediğini söylesin . - Kocas ı n ı n güldüğünü görünce alınd ı . - G ü l m e. . . Gülünç olduğumu biliyorum zaten. Bu yüzden kaçtım çocukları mdan. Onların yanında söylesem bunları, kimbilir nice alaya al ı rlar beni. 1 82


E llerinden tuttu karısı n ı n . Geniş, Bağaz ı n sularına doğru uzan ı p giden salona sürükledi yanı nca. Denize bakan kolluklara otu rdular. E llerini ellerinden çekmeden , s ı kt ı bir iyice. - Her insan zaman zaman tükenmişliğini duyar. Nice alay ederlermiş sen i n l e . Gözlerini patlat ı r ı m , hele öyle bir şeye kal kışsı nlar. Alay değildi benim gülmem. Birden öyle sevi mli oluvermişli n ki , y ı llar öncesine gitti akl ı m . Hani, day ı m nişan ı m ı z ı kararlaştı rd ı ktan sonra, erik ağac ı n ı n al­ t ı ndaki ana değin ... E l ierin ellerimdeydi yine şimdi olduğu gibi . Ve yüzün aynı yüzdü . . . Fehmi ağabey, diyordu n . Hemen ard ı ndan da, utanarak s a n a ağabey, de­ memeliyim artık. Resmen nişanl ıyız diyordun. Bir kelime söylüyor sonra bunu düzeltmek için çabalıyordun. Gül­ mem onayd ı inan - Demek unutmad ı n o günü? - Seninle geçen gün lerimin hiç birini unutmadım. Mutlu insan, kolay u n utur derler, ne yanlış. Tam tersine, öyle kaz ı n ı yar ki belleği ne, her bir şey. Bazen bir sekiş, bir burun büküş, caniadı nveriyor anılan. - Ben her zaman heyecanlı oldum galiba. Sen de her zaman yatıştırd ı n beni. - Heyecan güzel şey. Bundan yakınmadı m hiç. Çünkü sana çok yakışıyor. - Demek kaygı m boşuna. - Tersine sevi nmen gerek. Heyecan ı n ı hiç yitirmiyorsun. Torun sahibi olduğun halde, hep o erik ağa­ c ı n ı n altındaki küçük kız olmayı başarabiliyorsun. Yıl­ lard ı r, yuvama bağ l ı l ı ğ ı m ı sağiad ı n benim. Mutluluğumu bir an önce evime gelmekte buldum. ,

,

.

'

1 83


- Ve ben de seni beklemekte. Gel mediğ i n . geciktiğin zamanlar biliyorum ki, haber vermeni bile engelleyecek önemli bir işin var. Ve hep uyan ı k gördünse beni, bunca yıl sonra sana bu sözleri söyletebiirnek için. - Ben senden hep hoşnudum Saadet. Mutluluğumu işimde. bir de sende buldum. Şimdi en küçüğü kolej i bi­ tiren çocuklar ı m , en az şirketleri m ölçüsünde geleceğe uzand ı ğ ı m ı isbatlayan torunum var . . . - Daha yok . . . Olacak . . . - Bence oldu . . . K ı z ı m ı n hamileliğini duyduğum-dan beri oldu. - Hakl ı s ı n ... Rahatlad ı m artık. Rahat rahat gidebiliriz. - Yok, otu ral ı m biraz daha. i stersen , haber geldiğinde doğru hastaneye gideriz. - Olmaz . . . Baş ı nda bulunmak istedim . Damat, i n­ gı ltere'ye gidecekti doğum için. Razı olmad ı m . Seni bı­ rakıp gidemezd i m , salt benim içi n doğum burda oluyor. Şimdi çocuğumun başı nda bulun mazsam , bağ ışiamam kendi m i . Hadi acele et. .. - i yi bakarlar değil mi kıza? Hastaneyi gidip gördün mü? , - G ördüm .. Odas ı n ı ayı rtt ı m . Kaç gündür bekliyorlar. Yine de bi rkaç gün önce yatı rmaya gönlüm razı olmad ı . H e m kocas ı doktor. Başı nda bulunuyor. - Doğru ... O bizden iyi bilir ne yapılması gerektiğini. - Ama, kişi kendi çocuğu söz konusu olduğunda beceriksizleşir. Bizim bulunmamız gerek. Yine öyle el ele kalkt ılar. Uşak önl eri nden seyi rtip kapıyı açt ı . Şoför, arabayı köşkün merdivenleri ne yanaştırm ı ş , şapkası kucağ ına bekliyordu. Bindiler . . . 1 84


Kolejin Müdürü, elinde Mahi r'in karnesiyle girdi. Yazman, patronun buyruğu gereği nce bekletme-den içeri ald ı . Yer gösterdi Fehmi . . . - Zah meti niz için teşekkü r ederi m. - Rica ederi m efendi m . Beni kabul buyurmak zahmeti nde bulunan sizsi niz. - Sizinle Mahir'in d u rumunu görüşmek istiyorum. - Buyurunuz . . . Söze neresinden başiayacağı n ı bilemiyord u . Her yıl babas ı n ı n okula yaptığı yard ı mlarla örtmüştü haşarılığını Mahir. Derslerde olağan bir çocuğun notları n ı alıyordu. Ama, öğre n m enlere davranışı, arka-daşlarıyla kavgaları yüzü nden. okuldan ç ı karılabilirdi. Hem de bir kez değil bir­ kaç kez. B u n u bildiği için adamı n rahatsız oluruşuna al­ dı rmaks ı z ı n bekliyord u . Sonunda kararl ı bir biçimde ko­ nuştu . - Kolej bitliğine göre, daha üst bir okula gitmesi ge­ rekir. Sizden bir ricam var. Ö nemli olan, benim gerçeği bil­ mem. Siz, yıllard ı r izliyorsunuz oğlumu. Her zaman söy­ lediğiniz doğruland ı . Bu nedenle sizden akıl istiyorum. Neyi önerirseniz onu yapacağı ma güveniniz. Müdür, Feh m i'den daha iyi bir durumda değildi. Kurnaz veli, çocuğun sorumluluğunu sırtına yıkıver-mişti. Kaç yıl­ d ı r, elde ettiği yard ı mlar, ona belli bir sorumluluk yük­ l üyordu gerçekten. Ama. şimdi çocuk o-kulu bitirmiş, ken­ disiyle ilişkisi kalmamışt ı . Ne v a r ki , b i r şeyler söylemesi gerekiyordu. 1 85


Boş gözlerle görkemli çal ışma odas ı n ı gözden geçird i . Yutku nup öksürdüğü halde, boğuk b i r sesle başla-d r . - Beyefendi, Mahir tek oğul olman ı n aşı rı d u yarl ı ğ ı nda. - Sözlerini seçmeye a l ı ş m ı ş olanları n ra­ hatlamasına erdi birden. Sürd ü rd ü ; - Ü stelik gerçek-ten tehli keli bir dönemin içinde. Çocukl u ktan deli-kanl ı l ığa geçiş sürecidir bu yaş/ar. Psikolojik olarak davran ışları ay­ kırı , sinirleri sürekli ayaktad ır. Daha bu dönemi atiat m ı ş değil. Anladığı ma, d a h a doğrusu Mahir'in bana söy­ lediklerine göre ko/eji bitirince Avrupa'da bir okula gön­ derecekmişsiniz. Ben derim ki, şimdilik bunu erte/eyiniz. Burda bir okula veriniz. Yine bir koleje. Şu dönemi at­ /ats ı n . Rahat/atsı n . Delikanl ı-l ı ğ ı n ağ ı rl ı ğ ı na ersin. Özel­ l ikle Avrupa okulları disipline çok önem verirler. Korkarı m , okul yarı m kal ı r. B i r kez de ara verildi m i , yeniden baş­ lamak güçleşir. - Yani şimdilik Avrupa'da oku mas ı n ı sakı nca/ ı bu­ lunuyorsunuz. - Evet şimdilik. Burda, siz nice uzaktan izleseniz, ba­ şı nda olacaksınız. Bi selam ı n ız, çok şeyi çözmeye yeterl i . Oysa Avrupa'da ayn ı etkinliği sürdürseniz bile, k i bence mümkündür, daha çok zararı olur Mahir'e. - Anlad ı m Müdür bey ... Çok teşekkür ederim . De­ lişmenliğini burda geçirsin. Arada bir gider. Gezer, dolaşır gelir. Böylelikle , frenlenmesi daha kolay olur. - Tam bunları söylemek istedim efendim. - Sağolun uz. - Müdür konuşmas ı n ı n bittiğini anlad ı . Ama, kalkarnadı yerinden. Fehmi Bey randevu istediği nde, özellikle gelmeyi dü1 86


şünen kendisi olmuştu . Yapt ı rmaya kalkıştığı tiyatronun masrafları birden art ı nca, yöneti m kurulu işi savsamaya başlam ı ştı . Düşünüyordu ki, Fehmi Çok, onun biliri l mesini sağlayabi lir. N e var ki , kurnaz iş adam ı , sözü istediği gibi ağzından a l m ı ş , bir limon gibi bı rakıvermişti ortal ıkta. Şimdi yeniden söze başlamak, yeniden eski h ı z ı n ı kazanıp yar­ d ı m dilemek, güç olacakt ı . Oysa, bi raz desteklese Fehmi, bu yıl diplama töreni n i arda yaptı rabilirdi. Gerekirse, dip­ lomaları biraz geç verme karş ı l ı ğ ı nda da olsa . . . Söyleyemiyordu b i r türlü akl ı ndan geçi rdikleri n i . Ağ ı r ağı r k ı p ı rdan d ı . Gitmeye davra n ı r gibi doğruldu. Fehm i , karş ı s ı ndakini yeterince üzmüş olman ı n keyfiyle, gülümsedi. - Mahir, bir tiyatro salonuna başladı ğı n ı zı, bitmesinin az kald ı ğ ı n ı söylemişti. Eğer, biterse, ben de bir şiir oku­ yacağ ı m , diye de çağrı lam ıştı törene. Bitti mi? Derin bir nefes aldı müdür. Yarı kalkm ışken , küt diye oturdu. - N e yazı k ki , bilirernedik efendim. Fiatları n başlayışa göre çok artması yüzünden gereçleri için ayı rdığımız para tükenince! . . O gereçlerin büyük çoğu nluğunun Fehmi'nin şir­ ketlerince satıl d ı ğ ı n ı bilmiyordu adam. Bilmediği bir başka şey de, fiatların istek artt ı kça arttığıyd ı . Feh mi böyle söy­ leyip duraklayan adama baktı bir süre. Gülümsemesini sür­ dürerek: - Biz sürekli bir şantiye gibiyiz. Belki, istediğiniz ge­ reçler bizde bulunur. Neden, ne kadar gerektiğini listeleyip gönderir misiniz? 1 87


Müdür, sevincin aceleciliğiyle, ceplerini karıştı rd ı . Yarı buruşmuş, bir listeyi çıkarıp, uzatı rken utangaç utangaç gülümsedi. - Yanı mda olacaktı beyefendi. Her zaman bizi mle öy­ lesine ilgilendiniz ki, utanıyorum isiemekten ama . . . - Zararı yok efendi m . Madem Mahir de b i r şiir oku­ yacak, ödeşmiş sayıl ı rız. Hem siz müdür kaldı ğ ı n ı z sürece sıkıl mayı nız. Oğluma ettiğiniz iyilikler kolay ödenmez. Di­ renmeniz, yard ı m ların ız olmasa doğru dürüst okuyamazdı . Eğer sizi üzecek, herhangi b i r şey olursa lütfen çe­ kin meyiniz. Eli mden geleni yapmak, benim için bir borçtur. Müdür bu kez, sayg ı n ı n ezilmişliğiyle doğruldu. Zile bastı Fehmi . . . Daha adam çı kmadan giren yazmana listeyi uzatt ı . - Bunları hemen koleje göndersinler. Faturası n ı da yard ı m fonuna kessinler. - Başüstüne efendi m . . . - Sağolunuz Beyefendi. Bu iyiliğinizi unutmaya-cağı m . - Asıl borçlu olan biziz. Müdürler kurulunun toplant ı s ı nda sandalye sayısı ka­ barmıştı. Yeni yeni kişiler vardı çevresinde. Yine masanı n ba­ ş ı nda, Fehmi, öteki başında Rober oturuyorlard ı . Ama, aralarında salt Suphi ile Naci yerleşmiyordu artık. San­ dalye sayısı, sekize çıkarı l m ı şt ı . Fehm i , t e k t ü k müdürlerin raporları n ı dinliyordu. i lk söz, her zaman olduğu gibi Rober'e verilmişti . 1 88


Rober, şimdi şi rketler arası ndaki mali dengenin so­ ru mlusu, tüm para işlemleri n i n topland ığı tek yetkili idi . - Duru m eski h ı zıyla yürümüyor efendim, - diye söze girdi . - Döviz sıkı ntısı , isteklerimizin zamanı nda kar­ ş ı lanmas ı n ı engelliyor. Her geçen gün yeni yeni istek ka­ lemleriyle karşılaşıyoruz. Kredilerimiz yerinde olduğu, çok zaman da biz, Merkez Bankasına istenilen parayı ya­ tırdığımız halde, aktarma gecikme-lerinden, zamanı nda mal geti rtemiyoruz. Büro Araçları fabrikamızı planlarken, ilk yılda kara geçmesini sağlayacak tedbirlerin tümünü al­ m ıştık. Ne yazık ki, depoda karl ı görünmemize karşın, sa­ tışlar istenilen oranda olmad ı ğ ı ndan , sürekli bir işletme gi­ deriyle karş ı karşıyayız. Dövizsizlik nedeniyle, ithal yasakları ndan söz ediliyor. Bunların tedbirini zamanı nda almak zorundayız. i thalatın yasaklanması salt bi zim kan damarı mızı kurutmaz. Çalışmakta olan bunca araç ve ge­ recin , durması sonucunu doğrur. Mensucat fabrikamız çok verimli. Büro gereçleri için şimdiden ithal yasağ ını sağ­ ladık. Daha fabrika çalışmaya başlamadan üretimi satıldı. i thalatta küçük kalemler onca önemli değil. Ama, özellikle taşıma ve tarı m araçlarından basınç fazla. Hemen hemen istediğimizin dörtte birine izin veriyorlar. Kota derdi, ba­ şımızın üstünde bir demokles kılıcı gibi. Para duru-mumuz sağlam. i ş durumumuz şirketlerin birbirini zincirtamesi ne­ deniyle, şim d il ik rahat. Ama, gelecekten kuşkuluyum ben . Tez za m an d a kesin tedbirler alma-lıyız. Rober, elineki notları önüne koyarak sustu. Fehmi, Suphi'ye işaret etti . - Gelir v e Kurumlar vergileriyle, Gider vergisinde yeni ayarlamalar söz konusu. - diye söze başladı Suphi. 1 89


Biz b u n l a r ı n tedb i n n i baştan a l m ıştık. Çok Ticarete bağ l ı a m a , birbiri n i n müşterisi olan zi ncirleme şi rketlerle k a r d a ­ ğ ı t ı m ı hemen hemen s ı l ı ra i nd i rgendiğinden, vergiler ba­ k ı m ı ndan bir sak ı n cam ı z yok. Tek soru n . gider verg i s i n i n getireceği yüktür. B u n d a da, arkadaş l a r ı n bel i rttiğine göre, soru mluluk satıc ı n ı n , yükü m l ü l ü k a l ı c ı n ı n olacak. Zaten böylesi doğrudur. i lk tasanda yükümlülüğü de satıcıya yüklüyorlar. Bereket akl ı başı nda vergicil er var. Konuştuk. Sonra mecl isteki arkadaşlarla tartıştık, tart ı ş ı l ması n ı sağ­ lad ı k . Ş i mdilik ondan yana kuşku muz yok. Fabrikalar ko­ nusunda say ı n Rober'in dediklerine ekieyecek bir şeyim yok. Ö zellikle Büro araçları fabri kamız için bir pazarlama düşün meliyiz. Çünkü bu araçl ar, psikolojik a l ı ş kan l ı kları n duvarıyla karş ı laşt ı . Tahtaya a l ı ş m ı ş adamlar. Çeliğin ve yapay deri n i n rahatl ı ğ ı ndan h abersiı:di rler. Bunu an­ latmal ıyız. Bir kısa an, sessiı:liğin bulutuna gird i herkes. Eğitim derneğinin desteğiyle Amerika'da okumuş ve iş­ letmecilik diplomasıyla döndüğü içi n , kısa ı:amanda devlet işletmelerinde genel müdürlüğe yüksel miş. Çok Şirketi n e girdiğinden, büyük müdürler arası n a karışmış o l a n Osman kıpırdand ı . Fehmi göı:leri ni dikti bu geneacik adama. Büro Araçları fabrikas ı n ı n baş ı n a geçirmişti, birbir süre denedi kten sonra. Artık, ektiği tohumları n bir mey­ velenmekte olduğunu görmekten mutlu, masas ı nda ilk kez söı: isteme direncinden kıvançlı işaret eni. - Osman Beyin söyleyecekleri var sanırsam. Osman, büyük bir saygıyla ayağa kalki ı . - Efendi m . . . Biı: işletmecilik okurken, öı:ellikle rakl arn ı n önemini anlatı rlard ı . Yurda döndüğümden beri , 1 90


gazetelerde banka reklamları ndan başka bir şey gör­ medi m . Büyük şi rketler, bir eleman a l ı rken ilan veriyorlar. Bir de, kotadan malları ç ı k ı nca, satıcılarına topl uça haber vermek i ç i n . Oysa selam asıl tü keticiye gitmel i . Suphi Ağabey i m i n , buyurduğu psikolojik duvarın bombadı man edil mesi ancak böyle mümkün olur. Yeni bir ses yankıland ı . Fehmi'nin kulağ ı nda. Yabancı gazetelerdeki , boy boy reklamları düşündü bir. Hak verdi. Kendisi de saatini onlara bakarak almam ı ş mıydı? Başka konuşacak var m ı , diye bak ı n d ı . Herkes gözlerini ken­ disine dikmiş, bekliyordu . . . - O s m a n B e y i n söylediği i l g i n ç bir konu . B u n u de­ rinlemesine i nceleyelim. Ben i m asıl akl ı m ı kurcalayan , ko­ talar konusunda uğrad ı ğ ı m ı z güçlük. Bizim zincirleme şir­ ketlerim i z , bu şi rketleri n dünya kadar acenteleri , bayileri var. Bunların tümü de Ticaret Odasına kayıtl ı . Bizimle bir de bankal a r boy ölçüşebil i r. Genel Müdürleriyle ko­ nuşursak, kotaları hazı rlayan Ticaret Odas ı' n ın yönetimi eli mize geçer. Bu soru nu Rober çözümleyecek. Reklam soru n u n u ise bir dahaki toplantıya hazı r istiyorum Osman . Şimdilik toplat ı m ı z burda bitiyor. Büro araçları fab­ rikası ndan memnun olmadığ ı n ı belirtmeye gerek yok sa­ n ı r ı m . Gidebilirsiniz. Müdürler tüm ü birden kalktı lar. Fehmi'nin her zaman en küçük davran ışlarından aklı ndan geçenleri sezen Rober ve Suphi, özellikle ağı rdan aldılar. Ötekiler çıktıkları halde otu rdular yerleri nde. Fehm i üçünün başbaşa kald ı ğ ı n ı görünce, dalgm­ l ı ğ ı ndan sıyrıld ı . 191


- Bu reklam işi benim akl ı m a yattı. Gazeteleri bir kez buna al ıştı msak, baskı gücü olarak kullanabiliriz. Bir kez yaşama olanaklarını ele almamız. dilediğimiz ölçüde kullanmamız için yeterlidir. Aferi n Osman'a. i yi akıl etti. - Şimdi anı msad ı m , ben de bu konuda bir kitap ola­ cak, - dedi Rober. - Hem de, burda. Bir dakika ge­ tireyi m . Salonun dibindeki kitap v e broşürlerle dopdulu kü­ tüphaneye yaklaştı. Kal ın alt dudağ ı n ı sarkıtarak aramaya başlad ı . Acentesi bulundukları ana firmaların , çeşitli ko­ nular hakkında çıkardığı broşü rlere bir göz atar, sonra bu­ raya istif ettirirdi. Bu bir türlü vazgeçe-mediği tutkusuydu Rober'in. O nedenle de, herhangi bir konuda sıkıştığı zaman şaşılacak ölçüde güçlü belleğine burda o konuda bir kitap ya da broşür olduğu geliverird i . Ordan aldığı bil­ gileri , hemen kendi ölçülerinde küçültür. Yepyeni ama, sağlam bir model ortaya çıkarırd ı . Sonunda aradığını buldu. i ngilizce okuyup, Türkçe söyleyerek, işin can damarını ortaya koyuverdi. - Gazeteler, ancak reklAmların gelişmesiyle sa­ nayileşirler. Sanayileşlikleri anda da reklAm, kağ ıt, maki ne ve öteki araçlar öneminde yer alır. Ç ünkü gazetseiyi de, patronu da besleyen ana madde haline gelir. Bordrolar ona göre düzenlenir. Borçlanmalar hep buna dayanı r. Öyle olduğunda, reklamın kesilmesi korkusu, herşeyin üs­ tüne çıkar. Kendini tümüyle reklama dayamış bir bası n , ..

1 92


reklam verenin tüm istekleri ni yerine getirmek zorunda kal ır. Yoksa yaşayamaz . . . Çünkü gazete sanayii öyle bir dald ı r ki , sürümü arttıkça, zararı artar. Elbette reklamları olmazsa . . . Fehmi gülümsedi. i ki müdür de yüzüne baktılar. - Akl ıma bir şey geldi de . . . Biz bu oyunu i lya ile bir kez daha oynamıştık. Savaş yıllarında. O zaman reklam hiç yoktu ama, i lya'nı n büyük gücü vard ı . Şimdi öyle değil. Gazeteler, banka reklamları nın daha doğrusu bankaların artışıyla, birikim sağlayabildiler. Birikim bağımsızlık de­ mektir. Artık eski gücü yok i lya'nın. Ama Rober'in oku­ dukları n ı gerçekleştirirsek, bizim olcak. Osman'ın sözleri bu yüzden ilgi mi çekti . Çünkü böyle giderse gazeteler bize gerekecek. Ticaret Odaları n ı n yönetimini en kısa za­ manda ele geçi rmeliyiz. B u bizim için kaçınılmaz. Hem kendi kalemleri mizi , hem rakiplerimizinkini denetlemek, ancak bu yolla mümkündür. Suphi , patronunun susmasını bekledi. Sustuğunu be­ lirten yutkunmasını görünce; - Beni Büro Araçları Fabrikası düşündürüyor. i lk elde, ü relilenin elden çıkarı lması gerekli . Reklam etkisini geç gösterir. Bizim elimizde durmadan mal yığılıyor. Diyorum ki, bunları , hiç olmazsa y ı ğ ı lanları Devlete satmak için bir formü l bulsak. Rober parmağ ı n ı şıklatt ı . - Malzeme Ofisinin d e bizimki gibi bir fabrika ku­ racağ ı n ı öğrendik. 1 93


- Bunu hemen engellemeliyiz, - dedi Fehmi. i lya'yla konuş Rober. Preslerin tek temsilcisi o n lar. i thal etmesinler. Mümkün olduğu nca savsas ı nlar. Bu arada sen de Malzeme Ofisiyle ilişki kur Suphi. Bize ortak ol­ sunlar ... Yüzde onbeşe ne dersi niz? - Yirmi sizi n olsu n , - dedi Rober. - Suphi onbeşe değ i n pazarl ı k ets i n . - Bu işleri tez kotarı n , sizlerle, b i r Amerika yapacağı z diye toplantıyı kapattı Fehm i .

1 94


Fehmi Çok, Türkiye konusunda bilirkişi oluyor.

ONiKi Washington'da, otelin barınd a oturmuşlar, bir ya ıdan patronları n ı n gelmesini beklerken, bir yandan çene dö­ vüyorlardı . - Neden doğru buraya geldiğimizi anlayamadım. dedi Rober. - Her zaman, geldiğimizde. şirketlerin mer­ kezlerini dolaşı r, ticaret müdürleri , patronlarla konuşurduk. Onların çoğu da New-york'ta. - Ben çözemedim işini gizini. Sanırım patran bizi bir sürprizle karşılaştı racak. - Şi mdiye değin, önceden hazı rlardı bizi sürprize. 1 95


- Demek ki, bu kez haz ı rlamıyacak. - Yoksa, sezdiğin bir şeyler mi var? - Sezgim olsa, sizden gizler miyim? Bana öyle geliyor ki , önceden bize söylerneyeceği denli önemli bir şey, kar­ şılaşacağımız sürpriz. - Hakl ısın. Yoksa çoktan tartışmış, nas ı l bir tutum ta­ kı nacağımızı kararlaştırmış olurduk. Wisky'lerini yudumladı lar. Masalar ı n ı n üstüne bardaklarla birlikte getirilip bı­ rakılmış çerezlerinden birer tutam alarak ağızlarına attı lar. Bekleyişin s ı k ı ntısı kıpırtı oldu bedenlerinde. Fehmi ilk kez onları bilinmezlerle başbaşa bırakıyordu. Kendi kendilerine çözümleyecekleri bir gizin baskısıyla ye­ niden diktiler bardakları n ı . - Neredeyse ben sarhoş ol maya başlayacağı m , dedi Rober. - Ben de . . . Nedendir bilmem, içimden içmek isteği ka­ barıyor. - Beklemekten. Ne olacağını bilmeden beklemeye alışrr 1mışız biz. Yıllard ı r yapacağımızın sonucun u ön­ ceden görmek yeteneğine ulaştığımızdan, sıkılıyoruz. Eğer biraz daha gelmezse patron, ben odasına da­ yanacağ ım. - Hani haksız da sayılmayız. Onca yol tep sen. Gel buraya. Bir otelin barında çöreklen. Akşam değil üstelik. Daha öğleyede zaman var. Fehmi, yan ı başları nda bitti. - Sekiettim çocuklar. Bağ ışlay ı n . Hadi gidiyoruz. dedi.

1 96


i kisi de yüzüne bakıp, bir anlam çıkarmak istediler. Bir şey anlatmak istemediği zamanlardaki donuk gü­ l ümsemesin i görünce, boyu nların ı büktüler. Şi mdi sorsalar da bir yanıt alamazlar. Otelin önünde hazır bekleyen taksilerden birine bin­ diler. Araba yürü r yürümez, gizini açıkladı Fehmi . - Türkiye Masasından Mister Co mme r çağı rtt ı be ni. Yard ı mcılarımla birlikte. Ö nemli şeyler söylenecek olmalı . ikinizin d e i n gi l i zeesi çok iyi . Aman dikkatle dinleyin adamı . Hatta ezberleyin, söylediklerini. Sonra başbaş a kaldığımızda, bir güzel yorumlarız. i zlenmekten çe­ kindiğim için, buraya değin hiç bir şey söylemedim. Rahatladılar. Patronları, onlardan bir şey giz l emed i ği gibi, k e nd i s i ne en yakın kişiler olarak tutma alışkanlığını sürdürüyordu demek. Araba , Fehmi'nin verdiği yazılı adres üzerine, küçücük maun kapıl ı bir bina n ı n önünde durdu . Fehmi, kapının önündeki ü n i fo rm al ı kişiye bir kart uzattı. Adam inceledi kartı . Hemen kapıyı açtı. O arada kapının üstündeki pirinç levhada, kulüp yazdığını gördüler. Am a ne kulübü ol­ duğunu çözerneden içeri girdiler. Kart el değiştirmişti. Bu kez önlerine düşen garson onları lüks döşenmiş bir odaya götürdü. Masanın başı nda, iki ki ş i otu ruyord u Gelenleri görünce, ayağa kalktılar. Fehmi, gözlüklü, orta boylu, sarışı n adamın elini sıktı. Commer, Rober ve S u ph i yl e tanışlıktan sonra, arkadaşını tanıttı. Mister Forter olarak. Hemen sandalyelere dağıldılar. ,

.

'

1 97


Commer, kapıya hafiften bir göz atarak, söze başlad ı . - Geldiğinize sevi ndim Mister Çok . . . Randevu ları n ıza gösterdiğiniz di kkat, her batı l ı işadam ı n ı n titizliğini is­ batl ı yor. O nedenle rahat konuşman ı n kıvanc ı n ı du­ yuyoru m . Ankara'da konuşmuşluk sizi nle. Ben raporumu verdikten sonra , hükümeti miz, özellikle krediler üstünde oynamağa başlad ı . Ç ü n kü biliyorsunuz, M i ster Menderes, tarı msal alt yapı yatı rımları n ı n h ı z ı n ı kesmeyi yadsıdı. Krediler üzerindeki oynama, birden döviz b i rikimleri n izi tü­ ketti . Bunun kaç ı n ı lmaz sonucu olarak, bir ölçüde darl ı k geld i . Sizin depoları n ı z doldu . A m a , başka bir y o l u de­ nem ekte yarar var. Ola ki , inad ı n ı sürdürür hükümetiniz. O zaman, büyük ölçüde darl ı k başlayacakt ı r. Baş ı mıza çok geldiği için biliyoruz. B u n u n tedbirine şimdiden girişrnek gereklidir. Nasıl olacağ ı n ı arkadaşı m çok iyi bilir. Ticaret Baka n l ı ğ ı nda, böylesi durumları çözümlemenin uzmanı olarak yetişmiştir. Yard ı mcılarınızın da bulunması iyi. Ya­ p ı lacak işleri birlikte tartış ı rız. Çiçek vazosunun dibinde küçükcük bir düğme vard ı . Bastı Commer. Anı nda kapı açıld ı . Onları buraya getiren garson girdi hemen. Tepsinin üstünde, buğulu bir viski şişesi küçük gümüş tabaklarda ayıklanm ı ş çerezler vard ı . Bir k ı sa an içinde masan ı n üstünü donatarak aynı ses­ siılikle çıktı. Bu kez Forter konuşmaya başlad ı ; - Yasak duvarı nı aşman ı n en kolay yolu, bizim mo­ zaik planı dediğimiz, birleştirme yoludur. Diyelim ki, kam­ yon ithal etmek istiyorsunuz ve hükü metiniz getirme yo­ lunu tıkarnış. Ne yaparsınız? Hemen akl ı n ıza geleni ,

1 98


söyleyeyim . G ü m rü k duvarlarında gedikler açarsı nız. Ö zel likle azgelişmiş ü l ke tüccarı , kaçakçıl ığa kayıverir. Bu riskli bir iştir. G ümrük kapısı ndan, her zaman de­ ğişebilecek hükümetlere değin uzanan bir alt ı n zinciri ge­ rekti rir. Yine gümrü k duvarları delme anlam ı na gelecek başka bir yol vard ı r. Biz buna montaj diyoruz. Yan i , sizin kamyonu yapacağı m , diye ortaya çıkmanız. Elbette ya­ pacak değilsiniz. Parçaları burdan gidecek. Siz arda bun­ ları birleştirip, kamyon yapacaks ı n ı z . Bunun için bir geniş alan, bir büyük depo yeterlidir. Elbette biraz da işbilir iş çiyle, birkaç mühendis . . . Hiç bir hükü met yedek parça it· hali � i engelleyemez. E ngellediği zaman kendi araçlar ı n ı n d u rmas ı n ı buyurmuş o l u r . Surdaki fi rmaları nızla iyice ko­ nuşunuz. Bız ülkeniz için çıkar yolun bu olduğuğunu an­ l att ı k . Sağlam anlaşmalar i mzalayı n ız. Hatta gerekirse, borçlan malara giri n i z . Sonrası kendiğinden gelir. Ne var ki, bunun güçlükleri n i göze almak gerekl i . Ö nce hü­ kü meti nizi bu düşüneeye yatı rmal ı s ı n ız. Bunun yolu ka­ muoyundan geçer. Sonra işçi sorunlarına hazı rlanmal ı . .. Daha sonra da pazar konusunu ele almal ısınız. Anlatılanları olduğu gibi kavrayamamışlard ı . Ama, özel­ likle Suphi ile Rober, maki n an ı n işleyişini anlamışlard ı . Forter sözünü bitirir bitirmez, göz kı rptı Commer. - Biz burada basına kamuoyunun yaratılması aracı olarak bakarız, - dedi. Fehmi de ayn ı biçimde yanıtladı adamı . - Biz de . . . Yeniden düğmeye bastı Commer. . . Garson b u kez, b i r servis masası n ı sürerek geldi. 1 99


Masan ı n üstündeki çerezler, yerini yemekiere b ı rakt ı . Wisky şişesi d e , şaraplara . . . Suphi, yemek sırasında, Fehmi'den gözle i z i n alarak, akl ına gelen bir soruyu yöneltmeden duramad ı . - An l adığı m doğ ruysa, hükümetiniz, hükü metimizden pek memnun değil . - Kalıcı o la n ti c ari ili şkile rdir Hükümetler gelir gider ­ diye çok politik bir yanı t verdi C o m m e r. . Suphi, soru n u n aydı nlandığından güvenli d eği l d i . Biraz daha aç maya u ğraşac akt ı . Fehmi, küçük pa rmağ ı n ı n bir işaretiyle, susturdu onu. Commer, Ankara, i stanb ul anıları na gömülmüştü. Biraz önceki adam gitmiş, gezi düşünde bir emekli gezg in ge­ livermişti yerine. Arada bir yarı m Türkçesiyle şakalar ya­ parak, sürekli konuşuyordu. .

.

Rober, Suphi, i lya ve Os ma n , Fehmi'nin masasının çevresinde toplanmışlardı. Fehmi başını kaldırd ı . - Şimdi d u ru m aydınlık. Rober, ilya'yla birlikte malları depoda eriteceksin. ilya, Osman'ın da yardımıyla, Basın sorununu çözümleyeceksiniz. Söz tutmayan olursa, olacağını sanmam. ilya eski dostudur onların. Yö­ netmesini bilir. Olmaz ya olursa, - reklamları kul­ lanırsınız. Suphi sen, Naci'yi yanına al. Bir dizi montaj ataiyeleri için yer bakın. O pek iyi biliyor yer seçmesini. Şimdilik işleriniz bu. Ha, bir de ötekilerin elindekileri top­ lamak var. O işi ilya üstüne alsın. Ardında da, benim de­ poları kilitlediğimi yayın. Tümünü toplamak m üm kü n o l­ m azsa elbette. Kırkaltı'dan kulaklarına küpedir. Yeni bir devalüasyon, sanırlar. 200


Suphi, birden atıldı. - Neden olmasın? Darl ı ğ ı n ardından devalüasyon gel­ diğine göre ... Rober aniatmıştı 46'yı. . Hemen hemen ko­ şullar ayn ı değil m iyd i? - Fehmi ilk kez şaşkınlıkl a baktı Su p h i'ye. - Bir duyduğu n mu va r? - Commer anılarını anlatırken, zorlayacakları nı da, zorlamak gerektiğini de belirtti . Nasıl zorlayabilirler bizi. Biri politik. Tamam ... Ama asıl zorlama ekonomiktir. Böy­ lelikle bizden alacağı ucuzlar, satacağı pahalılan ır. Ü stelik kredi faizleri de yükselmiş o lu r . - Bakın bu doğru, - dedi Fehmi. - Öyleyse, işi daha ciddi tutacağız. 46'dan iki kat ı mız olarak çıktık biz. Madem dışardan bir zorlama gelecek. Biz de içeriden zor­ lar, daha da güçlü çıkarız bu işten. Savsamak yok. Ace­ lesiz ve s ı z ı lt ı s ız çözümlemaliyiz her şeyi. ilya, depo ki­ litlemesi sözü kalacak. Tersine mallar bize akacak. i şi eskisi - Anladım Beyefendiciğim, - dedi ilya . . . gibi sıkı tutacağız . .

'

-

Başbakan, gazetelerin manşetlerini okudukça bu­ ruşturup, buruşturup yere çalıyordu. Hemen tümü söz­ leşmiş gibi yoklar listesi halinde çıkıyor. Günlerdir, yedek parça yok, gaz yok, benzin yok, lastik yok diye ba­ ğırıyorlar. Her gün bir yok bulup, manşete çıkarmakta büyük hüner sahibi her biri. Ticaret Bakanını çağırttı acele. Bakan kapıdan girerken, gazeteleri gösterdi. - Biz devlet gereklerinden kısıp, bu ithalAlçı takımına döviz ayırmadık mı? 20 1


- Ayı rd ı k beyefendi. - Peki, her zamankinden az m ı mal getirtti ler? - Hayır efendim. G ü m rü k l isteleri ne göre geti rttikleri ma! ayn ı . Gerçi küçük bir fiat artışı söz konusu ama, ge­ tirilen mal ayn ı . - Bir günde satıp bitirdiler mi ellerindekileri . - Bunları n tümü karaborsacı Beyefendi. - Ya ... Ben onlara gösteririm . Bana Muhterem'le, Mıg ı rdıç'ı bulup hemen gelmelerini sağlay ı n , - ded i , me­ gafonunun düğmesine basarak. Sonra Bakana. - Gös­ teri rim onlara karaborsacılığı , - diye sürdürd ü . Özel Kalem Müdürü kapıyı tıklatıp, buyruğunun yerine geti rildiğini söylerken, kapıdan f ı rlad ı . Başbakan , topukları n ı n üstün e basa basa dolan ı yor. Kendi kendine düşünüyord u . "Alacağ ı n ı z olsun sizin Enf­ lasyonu bağ ı rtısı n ı , devalüasyon'la kapattı rmak is­ tiyorsunuz. Yabancı ülkelerin baskısına, siz de ka­ tıi ıyorsunuz. Bunun altı nda ne gibi bir oyun hazılad ı ğ ı n ı z ı bilmiyorum. A m a karaborsacığı horlatmak i stiyorsunuz öyle mi? Bir kararnameyle yü rürlüğe kayabi leceği m Milli Korunma Kanununya yakanıza nas ı l yapışılırmış gö­ rürsünüz siz. Hem bununla yeti nirsem, bana da Menderes demes i n ler. Yaptı ğ ı n ı z iş fitil fitil burnunuzdan getirmek, boynuma borç olsun. Kredinin hatırına, bunca yumuşak olmamalıyd ı m . Ameri kai riara karş ı . Ne var ki, bir kez sa­ kah kaptırdım onlara açıktan meydan okuyamam . Ama, biz tüccar özetileri, Her birinizi, kuyruğunuzdan tuttuğum gibi sallayıp yere çalm as ı n ı bilirim ben." Daha çok düşünmesine gerek kalmad ı . 202


Muhterem, ard ı na taktığı M ı g ı rd ı ç'la, Ö zel Kalem Mü­ dürü n ü n açtığı kapıdan gird i . Menderes, hemen masasına oturdu. Konuklarına karş ı s ı nd a yer gösterdikten sonra, ortaya sordu. - Ortal ı kta bir karaborsa sözü dolaşıyor, ne dersiniz? - Doğru derim efendim, - diye atıldı Mıgırdıç. -Peki ilk ağızda bunu önlemenin çaresini bulabi l i r miyiz? - Elbette bulunabilir. Ü zeri nde düşünmek gerekli , diye yanıtlad ı . - E n ·çok eksiği çekilen m a l ı Hükümet olarak ithal edi­ veririz, - diye daha kesin konuştu M uhterem. - Ben daha çabuk bir çözü m istiyorum. Daha kolay ol­ mal ı bu. Biz Hükü met olarak ithalata kalkışsak, hemen ödeme isteyebilirler. Biliyorsunuz, döviz birikimlerimizi ka­ raborsacılara kapt ı rdık. Ü stelik en çok eksiği çekilen malı bizim saptamamız uzun sürer. - Bence e n çok aranan lastiktir efendim. Arabalar, so­ kakta kal d ı , - diye yolu gösterdi Mıgırdıç ... Tüccar kafası n ı çal ıştı rmaya başlamıştı . Mu hterem'e göz kırptı belli etmeden . M uhterem, bıyık altı ndan bir küçük gülücükle, anlad ı ğ ı n ı gösterdi. - Bendenize kal ı rsa, gümrükçülerin hafif bir göz yu­ muşuyla, çözümlenir bu efendi m . - Nasıl? - Siz bana b ı rakı nız. Yak ı n zamanda lastikle donatırı m ortalığı . . . - Sonra aranan her şeyi sağlarız b u yol tutarsa, dedi M u hterem. 203


- Peki Araşt ı r r n . Olup olmayacağ ını bildirin bana, diye i k i s i n e d e y ol verdi Men d e re s Ben şimdi Gümrük Bakanına telefon ed i p , size kolayl ı k göstermesini is­ teyeceğim. Başbakanl ı ktan çıkan iki ahbap, hemen Bulvarpalas'ı n barrna tünediler. Mıgırdıç, Muhterem'in ağızını açık bı­ rakan bir formül bulmuştu. - Bak Muhteremciğim, - diye söze başladı . Senin bir matbaan var. Bunu yenileme kararı alıyorsun. Ve benden, yeni bir makina istiyorsun. Bir koca gemi tutar bu. Tutmaz ya tuttururuz ... Küçük bir makine getiririz. Koca geminin ambarlarını da Çekosla-vakya'dan lastikle doldururuz. Sonra gemiyi senin matbaa diye boşaltırız. Lastiklerin da­ ğıtı m ı n ı kurduracağımız bir kaç paravan şirketle yaptırırız. Küçük makina senin olur, lastikler de benim. Üstelik, öte­ kilerden çok ucuza satacağımız için, biraz gözlerini kor­ kutur biraz piyasayı açarsak, bundan sonrası için iyi bir ti­ caret kaynağı yaratırız. - Peki döviz aklarım ı n ı nası sağlayacaksın? - diye sormaktan kendini alamadı Muhterem. - Orasını bana bırak. Oradaki akrabalarım, bedava yollayacaklar. Yahu, bizim onlarla takas anlaşmamız var. Burdan mal göndereceğim onlara. Üzüm, pamuk gibi. Tamam mı? - Tamam ... - Hadi gel, önce Gümrük Bakanına gidelim. Ardından notere, rolatilin anlaşmasını yapalım. On beş gün sonra da, lAstikleri satarız. ...

.-

204


"Ben o Ermeni'ye de, onun patranuna da sorarı m ." diye dalandı odası nda Fehmi. Birden piyasada lastik bol­ laşıvermişti. Bir bununla kalacağı n ı akl ı kesse, hiç sesini çıkarmayacakt ı . Ne var ki, yıl bir kez açıldı mı, ardı geliyor artık . . . En kısa zamanda engellenmezse yand ı . "Bakın bakal ı m bunun acısı nice çıkar. Fehmi, tezgahının bozulmasını hoş karşılar m ı ?" Dala n ı rken kapıya varmış. Açtı . .. - Kızım tez bana Suphi Beyi çağır, - diye buyurdu. "Ben bu oyunun nice oynand ı ğ ı n ı öğrenirim. Hem de en kısa zamanda. Öğrendikten sonra da kızgın saça düş­ müş akrep gibi zıplatırım tümünüzü." Suphi , girdi . .. - Hemen Ankara'ya atla. Şu senin Bakanl ık-lardaki dostlarınla bir konuş. Bu lastik işinin iç yüzünü öğren. Ge­ rekirse , belge elde etmeye çal ı ş . . . Bilgileri bir iyice derle. Sonra i lya' n ı n güverci nleriyle uçurtmak kolay olsun. - Başüstüne efendim . . . Döndü gitti Suphi. Köprü'de, Divanyolu'nda, Kordonboyu, Kemeraltında, Kızı lay ve Ulus'ta, çarş ıda, pazarda gazete satan çocuklar hemen hemen ayn ı cümleyi bağı rarak koşuyorlard ı . - Yazıyooor! . . Gü mrük kaçakçılığı yazıyoor! . . - Hükümet büyüklerinin karıştığı kaçakçılığını yazıyooor! . . - Seksen beş milyon lastiğin nasıl kaçırı .l dığını ya­ zıyooo ! . . 205


Ve Başbakan'ın Özel Kalem Müdürü , titreyerek top­ lay ı p saklamak istiyordu gazeteleri . Başbakan henüz kalk­ mamış olmalı . Evi nin önünde, arabas ı n ı n içinde bekliyor. Bir yandan, bang ı r bangı r, lastik öyküsü yazışiarına ba­ kıyordu. Başbakan bunu görürse akşama değin yan ı n a varıl mazdı artık. Hükümet başka n ı n ı n yan ı nda bulunman ı n yararları ya­ n ı nda zararları da vard ı . Bu olay, beyefendinin sinirlerini bir bozdu mu akşama değin , ası l ona kök söktürürdü. O gelsin, der bağı rır. Bu gelsin dedikten sonra, niye geeikti diye haşlard ı . Böyle günler olmasa Özel Kalem Mü­ dürlüğüne seçilmiş olmanın kıvancı n ı sürdürecek. Ne var ki böyle günler giderek sıkışıyor. Bir iki habere aceleyle gözalt ı . Tümü lastik kaçakçılığı üzerindeydi. Usta bas ı n , hiç bir yasal yolla suçlanmayacak kelime oyunlarına başvu rmuştu. Öyle bir polis öyküsü ya­ ratı yorlardı ki , sorun Başbakana dayan ıyordu. Beyefendi, bir bakışta anlar iğnenin ucu nereye varıyor. Ve akşama değin haşlama başiardı artık. Hiç olmazsa, Başbakanlığa varı ncaya kadar gözü gör­ mesin düşüncesiyle, gazeteleri saklamaya uğraşıyordu ki, Başbakan h ı ş ı m gibi geldi. Kapının açılmas ı n ı bek­ lemeden, yüzünden düşen bin parça arabaya bindi. - Derhal bana Muhterem'i bul. Acele gelsi n , - dedi. .. Başbakanl ık arabası n ı n i çişleri Bakanl ığına bağlı tel­ sizinden, Muhterem'i aradı Özel Kalem Müdürü, Be­ yefendinin buyruğunu iletti . Muhterem'in !itrek, "Başüstüne, hemen" i n i Başbakan bile duydu. 206


i kisi birlikte girdiler odadan içeri . Başbakan, öfkeyle baktı yüzüne. - i stifan ı şimdi kabul etmem. Arası biraz soğumal ı . . . - Ç o k ürkmüş olmal ılar beyefendi. Asl ı nda uydurdukları peri masal ı . Ama, ard ı n ı n gelmesinden ür­ küyorlar. - Ben de o yüzden istifanı kabul edip seni aslanın ağ­ z ı n a atm ı yorum. Gensoruya iyi hazırlan. Ö zellikle bizim g ruptan gelmemesin i sağlay ı n . - Hay hay efendim . . . Fakat dinmiyordu sağnak. Gazeteler yayl ı m ateşin i sürdürüyor. Muhalefet önerge üstüne önerge veriyordu. L3stiklerin boy boy resimleri ba­ s ı l ı yor. Yepyeni yolsuzluk hikayeleri ortaya atılıyordu. Kimi gazete lastiklerin kolay yıprandığı ndan söz ederken, ki­ misi, kaçakçılık yapanların korunduğu söyl�ntileriyle, or­ tal ı k kızıştı rı -yord u . Başbakan b u n a cevap vermek zorundaydı . . . Bir öğleden sonra, Bakanlar Kurulunu, gizlice toplatıya çağ ı rd ı . Yaz sıcağ ı n ı n , t ü m soğutma araçlarını susturduğu bir dört Ağustos akşamında, karar alınıp açıklanmıştı. Yeni bir devalüasyon . . . Ve ardı ndan bir karar daha. Banka kre­ dilerinin dondurulması ve ithalat teminatları n ı n yüzde iki yüze değin çıkarılmas ı . .. Fehmi ellerini oğuşturdu radyoyu dinlerken. Hemen arkası ndan Milli Korunma Kanununun yü­ rürlüğe sokulduğunu duyunca, biraz yüzünü buruşturdu. Ve Rober'i çağı rdı odasına. - Beyefendi çok öfkelenmiş olmal ı . Milli Korunma Ka­ nununu yürürlüğe sokuyor. . . 207


- Biz buna çoktan hazırl ıklıydık efendim. Mallar, şirketlerimiz arası nda dolaştı . - Yeni fiatiara da uyduruldu mu? - Evet. . . - Peki. Teşekkür ederim . T a m zama n ı nda ayarlamışsı n ız. Şimdi öbür girişimiere başlayabilirsiniz. Bı­ rakalım, bir kaç gün bu kararları n yankıları sürs ü n . Biz bir bayiler toplantısı yapalı m . Burda yeni kararlarımızı açık­ layalım. Toplantı gazetecilere açık olsun. Otelimizin mut­ fağına da haber verilsin, söylediklerimizin yankısı iyi ol­ mal ı . - Olur efendim. Ben kendim uğraşacağı m . Tarih konusunda bir buyruğunuz var ın ı ? - Madem sen uğraşacaksı n , ayarlars ı n nasılsa . . . - Teşekkür ederim . Başka . . . - Şimdilik b u kadar . . . Gerisini sonra düşünürüz. Hele bir toplantıyı yapal ı m . . . i zleyeceğimiz yolu kesinkes ka­ rarlaştıralımda . . . Şimdilik olaylar bizim istediğimiz biçimde akmaya başlad ı . Daha çabuk gelişmeler de olabilir. Ha­ zırl ı klı bulunmalıyız. - Başüstüne . . . Rober çıktı ktan sonra, düşünmeye başlad ı Fehmi. i kidir gavurların her dediği çıkıyor. Adamlar bizim ül­ kemizi bizden iyi tan ıyorlar. Bunun bir gizi olmal ı . Ve ben bu gizi çözmeliyim. Atı l ı mları mı ona göre düzenlernem ge­ rekli . Bilgileri nerden geliyor? Ayn ı yollardan geçtikleri için mi? Başka geçen ülkeleri izledikleri için mi? Yoksa, olay­ ları düzenleyen kendileri oldukları ndan m ı ? Bir düzenleme yeterli değil. Başka bilgiler olmal ı . Ve bu bilgileri edin­ menin yolunu bulmal ı . Kaç yıl sonra olacağı , kaç yıl ön208


ceden bilmek, büyük bir hüner. Adamları n falcılıkla falan da ilgileri yok: Hep rakamla konuşuyorlar. Giz rakamlarda ol­ mal ı . Ama, ben bunu nasıl çözeceğim? Rober biliyor mu acaba? Bilse anlatırdı bana. Belki sormadığı mdan anlatmad ı . Mutlaka öğrenmek, bilmek yükümünde sezinliyorum ken­ dimi. Bu gizi öğrenmeden , olmaz. Lastik işinde atladık. Salt gidip sormakla değil, kandiğilinden de haber uçuracak adamlar edinmeliyim. Devlet dairelerinin derinliklerinde neler olup bitiyor, bir bir öğrenmeliyim. Bundan sonra, kıran kırana bir boğuşma başlayacak anlaşılan. Hükümet, aldığı bu kararlarla, tehdit ediyor bizi. "Daha çok beklemek anlamsız" Megafonun düğmesine bastı. - Kızım, Suphi Bey gelsin . . . " B u i ş i çözse çözse o çözer. Kaça patiayacağını d a en iyi o bilir. Çoğu eski arkadaşı . Ve yarın güvencesinden yok­ sun. Bir ikisini yüksek ücretle bize çeklik mi ötekiler bülbül kesilir. Bunun yolunu da Suphi bilir .. . Kapıyı tıklatarak girdi Suphi. . . - Ankara'da olup bitenlerden geç haberimiz oluyor Suphi. .. Bu iş için birini görevlendirsak mi? - Bendeniz de bunu düşündüm efendim. Bizim Kamil'i harcayacak bakanı , diyorlard ı . Ankara'ya yerleşti çocuk. Eğer bize alacak olursak, çevresi çok geniştir. Hemen hemen yöneticilerin çoğu arkadaşıdır. - Oldu . . . Bu iş açıktan olmamalı ... Bir o bilsin bir biz . . . E mekliliği kurtardıysa daha iyi. B i r d e dilerse pek ya­ kınlarına söylesin. "

209


- Anlad ı m efendim . . . Öğleden sonra, A n kara'ya gider çözümlerim bun u . - Siz haberleşirsiniz. - Elbette . . . - Bi r d e Osma n , işletme pan ı gibi sözler ettiydi . . . Bunu açıklayan b i r rapor haz ı rlans ı n bana. Ya d a ha­ zı rlats ı n ... - Söyleri m . . . - Haz ı r gitmişke n , şu montaj i ş i n i n tüm işlemlerini d e çözümleyebilir misin? - Hemen harekete geçeyi m mi efendim? - Evet. . . Arası n ı soğutmayalı m . Ola ki bize karşı bir tedbi re kal kışırlar. Elimizd 3kiyle g i rişir, ard ı n ı da kam­ panyayla getiririz. - Anlaşmalar hazır. Bir izinleri alı n acak. - Hiç bir şeyden haberimiz yokmu ş gibi davransak daha iyi olur. - Haki ı s ı n ı z efendim. Öyleyse ben bir iki gün ka­ lacağ ı m orda. - Dilediğince kalabilirsin . Biz burda bir toplantı ya­ pacağ ız. Sen orda hazırlıkları tamamla. Toplantıyla birlikte bindirirsin. - Anladım efendim . . .

210


Fehmi Çok, para toplamakla yeni yeni yollar buluyor.

ONÜÇ Rober, elinde döviz isteyen dosyalarta, suratı bir karış asık, kapıdan girdi. Fehmi yüzüne bakar bakmaz, hoşnutsuzlukla kı­ pırdandı . Daha çok bakietmedi patrenunu Rober; - U n u , şekeri , yağı hazırladık. Kazanı bile bulduk. Ne yazık ki, iş ateşe geldiğinde zınk diye kald ık ... Bankalar 4 Ağustos kararları n ı ileri sürüyorlar. Krediler dondurulduğu için, hammadde isteklerimizin ithalatı n ı sağlayacak kre­ dilerden yoksun kaldık. Buyruğunuz üzerine de211


valüasyondan kazandıklarımız, yatırımların gelişmesi ne harcandığ ı için elimizde para da yok. Bankalara gü­ venmekle yanıldık. Hiç olmazsa, Büro Araçları fab­ rikamızın devletten alacağını alabilseydik. O da mümkün olmadı . . . Fehmi, bir a n düşüneeye dald ı . Sonra, umutsuz bir biçimde daldı. - Peki Rober, - dedi, - Birkez de ben yoklayayı m . . . iyi olur efendim. Rober çıktıktan sonra, kendi kendine; "Ya can­ damarımızı kesmeye uğraşıyorlar ... Ya da elle geçirmeye. Ellerinde ya işte ! . . Şimdi kredileri alamaz, döviz aklarımını yapamazsak, elimizdekileri kullanmak zorunda kalacağız. Bu önemli değil. Bizim hazırlığımız var. iyi de bittiğinde ne yapacağız? Tüm sorun bu ... Kota ç ı ktı . . . Paraların bu ay sonuna değin yalı n lması gerek. Az bir şey değil ki. .. Yirmi milyona yakın . . . öteki kotayı kapatıp istediğimizi getirtti k. Depoları çözmek için zorluyor Hükümet. Çözeceğiz. Ama, onların istediğ i hızla deği. He r şeyin zamanı var. Ve bunu biz saptamalıyız. Yoksa, altı aylık bir boşluk doğacak. Bu da bizim tüm depoları çöz­ mekten öte eritmemiz de mek. Acenteler ve bayiler sıkışktırıyor. Mal isteyenler ço· ğaldı . Bunları cevaplamak gerekli. En kısa sarnanda, is· tekleri karşılamadık m ı , rakiplerimiz kapar müşterileri . Tamam. Hükü meti n istediği de bu. Ağ ırlı ğ ı n ı karşıtlarımız yanında kullanıyor. Bunun önüne geçernedik mi, bizimle boğuşmayı kolay sanırlar. Bir kez sandı lar mı, artık h e r yandan sıkışırız. -

..

2 12


Şükrü ne anıatmıştı bir söyleşimizde? Kabada-yılıkta tüm sorun birkez yaralanmamaktır. Bir; çıktı, ceketinde bir çizik yaptı mı, gayri hapı yuttun, demektir. Çünkü her bıç­ k ı n , bıçağ ı n ı sende sınamak ister. Birinden kurtulursun, bi­ rinden yersin böğrüne oluklunun sivri ucunu. Ö lür ya da sakat kalıp sürünürsün ... Aslında bu boğuşma da, ka­ badayılık göreneğinden ayrı l ı r değil. Her ikisinde de pa­ çayı kaptırmıyacaksı n . Birkez kaptırdın, biri senden üste geldi mi, tümü birden saldırır. Tam kan kokusu almış, kurt­ lar gibi. Öyleyse. bu kolayı atiaimamız gerek. Döviz aklarımı bile yapılmasa, Merkez Bankasının is­ tediği teminatı yatırmalıyız. Asıl söz konusu olan da o ... Kota hakkımızı yilirdik mi, bir daha giremeyiz. Ticaret Odasını bizim yönelttiğimizi aniayıp yetkiyi bakanlığa ak­ tardı kurnazlar. Ve tam sıkıştırdıklarını sanıyorlar. Haklı lar da . . . Tam sıkıştırdılar . . . Ve çaresiz bıraktılar bizi . . . " Birden gözleri parlad ı . . . "Dur bakalım . . . Çareyi bulduk sanıyorum." Düğmeye bastı . - Kızım, bana Mösyö Şalom'u çağır .. . Ellerini oğuşturarak bekledi. " Rober, bir gün birşeyden söz etmişti . Tam aklımda değil. .. Ama, bir mektuptu sanıyoru m . Bayilerdan birine gelmiş bir mektup. . . " Rober kapıdan gird i . Patronunun yüzü nü apaydınlık gö­ rünce. c a re n i n b u l u n d u Çı u n d :ı. rı çı i.J ve n l • . k 1 v a n o ·

- Be n i b u y u r m u ş s u n u z ''

213


- Gel gel Rober . . . Denize düşen yılana sarı l ı r. San ı rı m bir yol bulduk. Hani bana bir mektuptan söz etmiştin . Bir bayi, sıradan m ı radan söz ediyormuş. Rober birden z ıplad ı . - Anı msad ı m beyefendiciği m . Bir dakika izin veriniz. Mektubu birlikte inceleyeli m . - Megafonun düğmesine bastı . - Şeniz Han ı m , otomobil grubundan bayileri n gelen dosyas ı n ı hemen bana getirsinler. Çok aceledir ... - Par­ mağ ı n ı şaklatt ı . - Mektup şimdi akl ı mda. Ama tamamı n ı bir göreli m . Gözlerini denize daldı rdı Rober. Gelip geçen gemilere baktı bir süre. Feh m i , mektubu geliştiriyordu kafası nda. i şe yararl ık öl­ çülerini hesapl ıyordu durmadan. Yarayabilirdi. .. Bir fikir, güçlünün elinde her zaman işe yaramıştır. Çekmecesinden iki yaprak sigara ç ı kard ı . Birini Rober'e uzatt ı . Ucu nu ıslatıp yakması n ı bekled i . Belli ki Rober de aynı şeyleri düşünüyor. Mektubu daha iyi bildiğinden. işe yararl ı l ı ğ ı ndan kuşkusu giderek azalmakta. Kal ı n alt du­ dağı böyle sarktı mı, u mutland ı demekti r. Ve Rober umut­ lan ı rsa, yaptğı iş çılgı nca gelmez ona . . . Kapı açı ldı. Yazışma memuru, koliuğunun altı nda kal ı n bir klasörle sayg ı l ı bir sessizliği çiğnedi. Dosyayı Rober'e uzatıp ayn ı sessizlik ç ı ktı . Rober, bir anlık karı ştı rmadan sonra, eliyle koymuş gibi buldu mektubu. Ç ı kard ı klasörden. Boğaz ı n ı açmak için hafifçe öksürerek okumaya başlad ı . - Efendi m , kaç gündür yok satıyoruz. Bugün ü ç kişi geldi . Yakı nda kamyonların geleceğini söylediğimde, otur214


d u lar. Biz tarlaları m ı z ı sat ı p kamyon almak için bi ri kti rdik. Her gün b i r harcama ile karşı laşıp ucundan kıyısı ndan yi­ yoruz. Paraları size b ı rakal ı m . Kamyonlar geldiğinde, hemen birini verirsiniz dediler. Böylelikle, ilk kamyonu alma hakk ı n ı istiyorlar. Sizden bu konuda buyruk olmadığı i çi n , kesi n bir cevap veremedim. Ama diren meleri kar­ şısı nda yadsımayıp paraları n ı değişik alacaklı lar hesab ına yazd ırıp kullanmamak üzere kasanın bir kıyısına koydum. Bu olay duyulmuş olmal ı , bir kişi daha geldi. Para verip kamyona yaz ı l ı n ıyormuş ded i . Yalanlamak zorunda kal­ d ı m . Eğer kesin bir tari h vermem mümkünse bize ayı­ racağ ı n ı z kontenjan ı n parası n ı şimdiden toplayıp gön­ dermek işten değildir. Saygıları m ı sunar, buyruğunuzu beklerim ... - Baş ı n ı kaldı rd ı Rober. - Mektup bu efen­ dim. - Hay budala, - dedi Fehmi . . . - Asıl tarihini bil­ di rmek gerekli . Bu bir olanak bize. Hemen kaba bir hesap yapal ı m . Bizim ü retim gücümüz ne? Şimdilik yı lda bin kamyon mu? Bir y ı l l ı ğ ı böyle satsak, yetmiş milyon eder. Yarı s ı n ı satsak otuz beş, dörtte birini.satsak, yirmi milyonu bir anda toplarız. Ü stelik faizsiz. B unun karşılığı nda bir borcumuz olur. Kamyonları dediğimiz fiattan teslim etmek, Eğer bunu sağlam bir reklamla her yere duyurabilirsek, belki fazlası n ı bile elde ederiz. Ve bizi kıstırmak istedikleri kapandan, sıyrı l ı r ç ı karız. Hemen bir kampanya ha­ z ı rayal ı m . Kamyon isteklileri yarı s ı n ı peşin yatırsınlar. i s­ teyen tamam ı n ı yatı rabilir. Bu taktirde, onlara biraz öncelik verilir. Acenteler ve bayiler, paraları hemen merkeze ak­ tars ı n lar. Böylelikle kalem kalem yatı ralı m kota teminatın ı . Boşluk gördüğün b i r y e r var m ı ? 215


- Bendeniz de bunları düşünmüştüm efendim. Tam buyurduğunuz gibi davranalı m. - Fiat onayını hemen alın Sanayi Bakanlığı'ndan. Sonradan başımıza iş çıkmasın. Bayilere yazıyı gönderin. Ellerine geçtiği gün ilanlar çıksın gazetelerde. - Başüstüne. Rober dosya kolunda mektubu incitmekten kor· karmışçasına bir okşayı şla, işe biran önce koyulmak için fırladı. Toplantı salonundaki masa büyümüş, sandalyelerin sa· yısı onbeşi bulmuştu . Bu genel toplantıda kullanılan ma­ sayd ı . Özelinde yine üç kişi egemendi. Bir de okulundan zaman bulursa Mahir . . . Özellikle onun bulunmasını sağ­ lamak için özel toplantıların günü Mahir'in okuluna göre ayarlanıyordu. Artı k, kolejin, yüksek bölümünü bitirip Av· rupa'ya gidecek olgunluğa erişmişti. Burda deneyimler edinmeliydi ki, okuyacağı iş yönetimi okulunda, başarılı olabilsin. Bugünkü toplantı genel olduğundan, müdürlerin tümü sandalyelerine oturmuşlar, her biri kendi işyerinin ra­ porunu sunuyordu. Büro araçlarının müdürü, parmağını kaldırd ı . Fehmi hemen söz verdi. - Sornun ve civata sıkıntısı başgösterdi beyefendi. Eli­ mizde bir yıllık stokumuz va r. Bu kotadan biraz ye­ deklemek için başvurulmas ı n ı istedik merkezden. Ne yazık ki , isteğimiz yeri ne gel medi Üstelik kör topal, d ı ­ şardan da a l ı c ı bulmaya başlad ı ü retı mimiz. Bu, artı rmayı gerekti rebilir. O zaman elimizdekiler bir yıl bile yetmez. Nedenini araştırdığı m ı zda bazı kişileri n , yerl i bir somun ve .

216


civata fabrikası kurmak için , harekete geçtikleri ve ithalat yasağı koydurduklarını öğrendik. Fabrikaya başvuralım, dedik. Daha kurulma hazırlıkları içinde oldukları nı, ancak. gelecek y ı l ı n martı nda üretime geçebileceklerini söy­ lediler. Rober'e baktı Fehmi. . . - Anlaşıldı. Not edilsin . . . Sonra? - Müdürlerinden ses gelmeyince, Rober'e işaret etti, - Buyrun Mösyö Şalom. Rober, alışkaniiğı üzere, göz ucuyla notlarına bakarak konuşmaya başladı . - Yarısını peşin alarak üretime geçer geçmez kamyon satma kampanyamız çok başarılı geçti. Üç kolayı ra­ hatlıkla atiatacak para topladığımız gibi ilk kamyonları tes­ lim etmemiz. bize daha çok güven sağladı. Geçen yıldan bu yana. üç yıllık üretimimizi kapsayacak satışları peşin yaptık. Hem de. bu yıldan başlayarak, teslimde fiat de­ ğişikliği olabileceğini de kabul ettirerek. Şimdi elimizde, salt gelecek ü retim karşılığı toplanmış. yüz milyondan fazla bir fon var. Bu parayı yine elektrikli ya da benzinli araç ve gereçlere yatırmayı düşünüyoruz. Bu konuda her birinize ödev düşüyor arkadaşlar. Hemen fabrikaların ve şirketlerin pazarlama servislerini harekete geçirin. Kendi dalınııda satış yeteneği yüksek malları saptatın. Bunların yapı labilirlik durumları n ı kararlaştı rarak, en kısa zamanda bize bildirin. Müdürler. sözün bittiği düşüncesiyle Fehmi'ye baktı lar. Bazen toplar, kendi düşüncelerini söylerdi. Bazen de, Şalom'un susmasıyla, dosyası n ı kapat ı p , bilirirdi top­ lantıy ı . Feh m i , dosyas ı n ı açık tutuyord u . Hiç biri k ı ­ pırdamadan bakmayı sürdürdüler. 217


- Ben i m akl ı m a güzel bir fıkir geld i . Araşt ı rma ve pa­ zarlama soru n u n u dağ ıtmayal ı m . B a kı n 27 Mayı sta darbe oldu. Bizimle uğraşanlar gitt i . Yeri ne yeni bir h ü kümet geldi. Ticaret Odaları eski görevleri ni yeniden devra l d ı lar. Biz bu h ü kümeti desteklediğimizi kamuoyu önünde açık­ l ad ı k. Yine de, kotadan silinen eşyan ı n niteliğini öğ­ renmekte geci ktik. Bence merkezde , bir i nceleme, araş­ tı rma ve pazarlama bürosu kural ı m . Sizin şi rketlerden birer kişi gelsin . Hangi şi rketi n , ne uzman ı vereceği n i Suphi saptas ı n . Bu büro, herşeyden zaman n ı nda haberli ol acağ ı gibi, yapacağ ı m ı z yatırımların yönünü de sap­ tas ı n . Yan i , maden 27 Mayıs, baş ı m ıza pl anlama diye bir yenilik çı kard ı . Biz de buna ayak uydurup, kendi planiamamazı yapal ı m . Ayrı ca, bu planı i nceleyip yö­ nümüzü bir iyice kesinleyel i m . Açı kça söylemek gerekirse, biz de medaya uymal ı y ı z . Uymad ı k m ı , ayakta d u rmamız güçleşir. Şimdilik burda b ı rakal ı m toplantıyı. Ar­ kadaşları mız, çal ışmaya ba Ş i ası nlar. Doğru dürüst ra­ porlarla, kesi n bilgilere sahip olal ı m . O zaman karar ve­ ririz. Müdürler, iki büyük müdürü içerde bırakıp çıktılar. Onlar gider gitmez, Suphi'ye baktı Fehmi. - Büro Araçları müdürünün sözünü ettiği civata işini kurcalad ı n m ı ? - Evet efedim, - diyerek dosyas ı n ı açtı Suphi. - i ki yüksek mühendis, karıları n ı ortak ederek, bir limited şi rket kurmuşlar. Planlamadan, hem kredi hem de ithalat ya­ sağını sağlam ışlar. Gidip, fabrikayı da gördüm. Martt a n önce ü retime geçer sanıyoru m . Sermayeleri küçük ama, iş sağlam. Hele ithal yasağ ı n ı da koydurdukları na göre, bir yı lda aldı kları krediyi bile amorti edip kara geçerler. 218


- i şi elektrikli ve petrollü araç gereçlere kay­ d ı racağ ı m ı za göre, bunları n en büyük müşterisi biz ola­ cağ ı z . O rtakl ı k önerelim. Sonra egemen oluruz. Bu işi sen üstüne al. Git konuş adamlarla . . . Ayn ı haklarla, yüzde el­ libirini iste . . . i lk yatı rım öneri leriyle birlikte, bunların da ce­ vab ı n ı onbeş gün sonra konuşal ı m . . . - Hay hay efendim . . . Ben merkezde kuracağımız bü­ ron u n başına, planlamadan birini almak isterdim. - i şbilen birini al ı rsı n . - Teşekkür ederim. Suphi, civata fabrikas ı n ı n kuruluş haz ı rl ı kları na dalmış olan, Mühendis Raif Beyin koluna girdi . - Bakıyorum işler iyice ilerlemiş. - Uğraş ıyoruz beyefendi . Bana kal ı rsa, yılba-şı nda üretime geçeriz. - Ben de böyle düşünüyorum . . . Bizim patron, girişim yeteneğ i nizi pek beğendi. Biliyorsunuz, en büyük müş­ teri niz biziz . . . Ö nceden gelip konuşmad ı ğ ı n ı z içi n , biraz k ı rg ı n . Ama, girişim yeteneği olan kişilere yardım etmek gerekir, diye çabuk u n unu kırg ı n l ı ğ ı n ı . Size benim ara­ c ı l ığımla bir önerisi var. Raif, şaşkı n l ı kla baktı Suphi'nin yüzüne. Böyle bir ilgiyi hiç beklememişlerdi. Ö neriden söz edildiğine göre, ortağ ı n ı n bulunması ge­ rekirdi. - Bir dakika beyefendi , - dedi . - Cavit'i de çağıral ım da öyle konuşalı m . - Hay h a y. . . Torna ve preslerin kurulmasıyla uğraşan Cavit'i çağırdı bağı rarak. 2 19


- Beyefendi, Fehmi Çok Beyin , genel Müdürüdür. Sayın Çok'un, bize bir önerisi olduğundan söz etti ler. Senin de bulunman, birlikte konuşmamız gerekli, diye dü­ şündüm. - Buyrun Beyefendi, - dedi Cavit. - Patronum, girişiminizin daha geniş, ülke g e reksinimini tam karşılayacak ölçüde tutulmasını istiyor. Bu nedenle, kurulwşunuza yatırım yapmayı düşünüyor. Ba­ şınıza bir devlet kuşu konsun buyurdular. - işimizle ilgilenmeniz bizi mutlu kıldı efendim, - dedi Raif... - Ama, bizim bir katkıya gereksinimimiz yok. - Kuruluş için yeterli krediyi aldık. Üretim için ge­ rekecek hammaddenin parasını yatırdık, - diye ta­ mamladı ortağının sözünü Cavit, - üstelik, ithal yasağını da çıkardığımız için, herhangi bir yard ı m arama gereğimiz kalmadı . Ama, beyefendi madem bu ilgiyi gösterdi. Ge­ rektiğinde kendilerine başvurma izni verirlerse, seviniriz. - Çok karl ı bir yatırım yaptığımıza inanıyoruz efendim. Bunun için de tüm hazırlığımız tamam. - diye ortağına, katıldığ ı n ı belirtti Raif. Suphi, onlar ı hiç duymamış gibi, yeniden aldı sözü. - Şirketimiz sizin fabrika ile çok ilgileniyor Bunun için, yüzde ellibir ortakl ı k katkısında bulunmak dü­ şüncesindeyiz. Daha yatırım halindesiniz. Yarın ne ola­ cağı belli olmaz ... Eğer ortakl ı k önerimizi kabullenirseniz, bize devredeceğiniz paylar için, yazılı değerlerinden faz­ las ı n ı ödemeye hazırız. Cavit, s i n i rl e n m i şt i . Ortağ ı n ı n y ü z ü n e bakt ı . Raif d e k e n d i s ı n d e n kal ı r. d eğ i i . N e var ki kend ı s i n i zorlad ı ğ ı n ı s e · z i n layınce a ğ z ı n ı açmadan y u ktu n d u : -

.

220


- Beyefendi, - dedi Raif. - Sizin bu değer biçilmez önerinizden de anlıyoruz ki, çok verimli bir yatırıma baş­ lamışız. Siz olsanız, böylesine bir kuruluşu başkasına peşkeş çeker misiniz? - Ortaklık önerisinde bulunan Fehmi Çok ise, hiç dü­ şünmezdim baylar, - diye yanıtladı Suphi. - Sizin ye­ rinizde olsam, hemen evet derdim. - Ama bizim yerimizde değilsiniz, - dedi sert sert Cavit. - Şimdilik olacağınızı da sanmam. - Siz yine düşünün. Ben, üç gün sonra uğrarım, sözleriyle birlikte döndü Suphi. .. Bir süre ardından baktılar . . . - Amma kurnaz bunlar d a , - dedi Raif - Karlı işi bu­ lunca, balıklama dalıyorlar. Aklınız nerdeydi. Biz günlerce kala, aylarca ayak patlatmışız şu kuruluşu ortaya çı­ karmak için. Tam çark dönmek üzereyken, biz yiyemedik, al sen sen ye Fehmi Bey der miyiz? - Bizi aptal sanıyorlar. Adlarının büyüklüğü altında hemen ezilivereceğimizden öylesine güvenliler ki, kesin yanıt verdij)imiz halde, düşünmemizi istiyorlar. - Üç gün sonra ne değişecek ki . . . - Kimbilir. Bizi yumuşatacakların ı umuyorlardır. - Umsunlar bakalım ... Suphi, patronunun uzattığı yaprak sigarayı yaktıktan sonra; - ilkin bizim civatacılardan söz edeyim efendim. Bu­ runları pek havada. Sizin üstüste gelişleriniz işimizin gü­ veni oluyor. Tüm yatırımı elimize verip borçlarımızı da ka­ bullenseniz yine ortaklığa razı olmayız, diyorlar. Çok öğüt verdim. Oinlemediler. Bir kez de size sorayım, dedim. 22 1


Bence bunların raz ı edi l mesi olanaks ı z d ı r. Eğer moral güçleri ni yıkabi l i rsek, yaz ı l ı değerin altında da alabiliriz payları n ı . Hem de tü m ü n ü . Bence böyle bir yol , daha ge­ çerli olur. - Ben onları yı kmak istemedi m , - dedi F e h m i . - i ş­ bil i r, görüşü güçlü insanlara her zaman gereksi nimimiz var. Y ı karsak, bir işe yaramazlar. Aramıza katı lsalar, onlar için daha iyi olurdu. Bir kezde ben konuşsayd ı m , di­ yecekti m . Gereksiz olduğunu biliyoru m . Yı kmak için öne­ rin nedir? - Sizden izin almad ı ğ ı m için düşünmedi m . Yal n ı z , planlamadan ald ı kları , ithal yasağ ı belgesi b i l e milyonlar eder. Ne var ki aniaşamad ı k. Rober, gözlerini kırışt ı rd ı . Fehmi hemen yüzüne bakt ı . - Demek i stanbul acenteliğini a l ı ş sistemimiz eskidi. Bir yenisini bulmak zoru ndayız. Ö nce ortak olup sonradan şi rketin tümünü ele geçirme oyun u muzu anlam ış ol­ mal ı d ı r. Artık bu kapana girmiyorlar. - i yi belirtlin Rober, - dedi Fehmi. - Ben de bunu düşündü m . Ve akl ı m a Suphi'nin yıkma önerisini kabul et­ tirmeye çal ışıyordum. San ıyorum planlama, ithal yasağ ı n ı ülke gereksi niminin tamam ı n ı karşı lamak koşuluyla ko­ yuyor. - Bunlarınki fazlas ıyla karşılar efendim, - derken Fehmi'nin bakışları n ı görüp yutkundu Suphi . Çünkü, küçük gözlerin renksiz, donuk bakışları ürkütmüştü onu . . . Feh mi, isteğinin yads ı n m ı ş ol ması ndan kızg ı n çoktan genç girişimcileri batı rmayı kafasına koymuş. O ür­ küntüyle, kesik kesik, - elbette kendi başları na bı­ rakılırsa, - diye tamamladı cümlesi ni. 222


S ı rtı ndan doğru, b ı çak yemi şees i n e i nce b i r sızıyla, soğuk bir terin g ı d ı klanmas ı n ı duydu. Acıdı genç ya­ t ı r ı mc ı l ara. O, y ı kma önerisi n i , onları özgür bı rakmak için öne sürmüştü . Patro n u n u n bakışları n ı birkaç kez böyle görmüştü o . . . S o n kezi nde, ansızdan piyasaya b o l miktarda lastik çı· kıverdiğinde böyle bakıyord u . Ve o işi yapanlar şimdi yap· tıkları n ı n hesab ı n ı ödemiş olarak hasipte yatıyorlard ı . Suphi nin akl ı ndan geçenleri anlad ı Fehmi . . . - i şler kızışmaya başlad ı , - dedi . - Sağlam v e katı olmak zorundayız. Bir sı naileşma medası başladı . Gü· cümüzün yetmeyeceğini anlamak için yı llar ister. Ama yine de bir iki ü retim ünitesi kurulabilir bakarsınız. Yoksa, elin gavuru montaj izni vermez . . . Elektrikli ve p etrollü tüm araç ve gereçleri monte etmemiz için kışkırtmazdı Ame­ rikal ı s ı , Avrupal ı s ı . Demek ki, bir geçiş dönemindeyiz. Bu dönem bitineeye s ı nai işlere Rober bakacak. Mali işlere S up h i . Sonra yine konuşuruz bu görev bölümünü. - Planlama bir koşul koyuyordu efendim, - Diyerek katı katı güldü Rober. - Tamam . . . Bu koşul yerine gelmediği zaman, ithal izni verilecek, demektir bu ... Fabrika yılbaşı nda üretime geçecek. Kota da o günlerde açı klanacak . . . Bayilerim i z, ayn ı gün ellerinde olmak üzere, üreti min iki katını sipariş etsinler, paranın yatırılacağ ı da yazı ları nda belirtsinler. Cevaplar bir elde toplansı n . Y ı lbaşına yakın Büro Araçları peşin para karş ı l ı ğ ı nda, yüklü bir sipariş versin. Ve malı n h e m e n teslimini, üretimin, isteklerinin karşılanmasına bağl ı olduğu bildirilerek hem de. . . E lbette siparişi kar­ şı layamıyacakları n ı ya da ancak iki yıl sonra yerine ge'

'

223


tireceklerini bildirecekler. Yanıtları , hemen plAnlamanı n çayiaklarına sunulsun. Koşul yerine gelmediği için, ithAl kapısı açılacaktır. Üretimlerinin beş yıllık tutarı nı yaz­ dı rıverin kotaya. Resmi Gazete, ellerine geçtiği gün, pay­ ları n ı dilediğin yerden almak, senin ödevin Rober . . . - Başüstüne beyefendi. .. - Sonra Suphi? PlAnlama büromuzdan ne haber? - Yapılan hesaplara göre, ortahaili kesimin satınalma gücünde artış varmış. Bunlar, için elektrikli ev eşyası ya­ pılacak olursa, büyük bir pazar elde etmek mümkünmüş . . . Üstelik, özellikle b u kesimde geniş bir taksitierne olanağı ve alabildiğine patlayan bir pazar niteliği olduğu belirtiliyor. Önerdiklarine göre, buzdolabı, çamaşı r makinası , elektrik süpürgesi gibi araçların geniş bir alıcı kitlesiyle kar­ şılaşılacağı ndan hemen hemen güvenliler. Ayrıca çamaşır makinası ve buzdolapları n ı n kent dışı tüketiciye ulaşması için petrolle çalışması gerektiğine de dikkat çekiyorlar. Böylelikle, yapılan pazarlama hesaplarında, beş yıl sonra, yıllık yirmi bin ünitelik üretimi emecek yetenek görülüyor. Eğer bu proje uygun bulunacak olursa, ayrıntıları nın sap­ ıanacağı ve böylelikle Büro Araçları fabrikasındaki yeni preslerin kullanılması zamanının artacağı da hesapların ı n arasında . . . - Çok ilginç, - dedi Fehmi, - i l k ağızda bu işleri Büro Araçlarına yaptıral ı m . . . Tutarsa, birden sermayeyi büyütür, efisin payı n ı küçültürüz. Genel müdürün emekli olması yakın. Kendisine sağlam bir güvence verilirse, bu işi kısa zamanda çözümiemek mümkün olur. Bana tez, bu işin ayrı ntıları nı saptası nlar. Kesin rakamlar isterim. Rober'e bakıyordu konuşurken, 224


Rober, patronunun sözü biter bitmez, atı ldı ; - Efend i m , izin verirseniz Suphi Bey, pl�ınlama bü­ ros u n u alsı n . . . Ordaki gençlerle iyice kaynaştı . Şimdi bir yenilik, i ki rciliklendirilebilir onları. Hesap adamları ikir­ ciliklenirse tam çal ı şamazlar. - Pekı, - dedi Fehmi . . . - Planlama sende kal ıyor. i l k saçı kald ı ran vinç, makinenin ağz ı na verdi . . . Vincin düğmesine Raif'in karısı bas m ı ştı . Makinenin düğmesine Cavit'in karısı dokundu . Makina çal ı şmaya başlayınca, öbür uçtan sornun büyüklüğünde kesilip delinmiş birkaç pulu avucuna aldı Cavit. Şaklata iak yazı haneye yöneldi. Masa n ı n çevresinde toplan ı p buzlu şampanyayı pat­ l atarak başarıları n ı kutlad ılar. Soğuk içki , yayvan bar­ daklarda lal lal gülümsüyordu. i l k yudumları n ı aldı klarında, bisiklete b i n m i ş postac ı , bir sürü mektupla, bir de resmi gazete b ı rakıp gidiyorken , kolu ndan tuttu Raif. - Dur dostu m . . Bugün bizim bayram ımız var. Al bir kadeh de sen, - ded i . Postac ı bahşiş yerine içki gelmesinden şaşkın b i r di­ kişte içti şampanyay ı . .. Soğuk, mayhoş, içki, gı rtlağı nda köpük köpu k tad b ı rakı rke n , yeniden bisikletine atladı . Cavit, mektupları eliyle itti. - Yine siparişler yağ ıyar olmal ı . Fabrikan ı n iki y ı l l ı k ü retim i n i saltık. E n s o n g e l e n sipariş b i z e ortakl ı k öneren Fehmi Beyindi. i ki yıl beklerse, isteğini yerine ge­ tireceğimizi, çok geciktiğini bildirdik. Bu da onun onuruna olsun? Karl ı işe ortak çı kmak nas ı l olu rmuş görsünler, ­ diye kadeh i n i kald ı rd ı . Raif yapt ıkları işten kıvan Ç i ı , gazeteyi eline ald ı ; 225


- A, kota açıklan m ı ş . . . Bak ı n akl ıma ne geldi. B u n u ve eski Resmi Gazeteyi çerçeveletip asal ı m . Yurt eko­ nomisine katkı m ı z ı n belgesi olsun. Resmi Gazeteyi açt ı . . . Art ı k ezbere bildiği kendi bö­ l ü m lerinin numaras ı n ı arad ı bakt ı . Sarard ı ilkin, kade h i n içi ndeki şampanya titrernekten köpü rd ü . Taşarak yere akt ı . Fabrika, dönen matkapları n , vuran presleri n hızıyla dönmeye başlad ı . Cavit, ortağ ı n ı n durumundan, kuşkulanarak gazeteyi kapl ı . Birden kadehini yere çald ı . Sonra yumru kları n ı sıktı. Gazete kırış kırış olmuştu elleri n i n aras ı nda. - Tüh Allah kahretsin, - ded i . - Bunu hiç d ü­ şünmemiştik . . .

Rober, bitkin b i r d u ru mda kapı s ı ndan giren i k i ortağı ayakta buyur etti. Yer gösterdi. Hemen yaprak sigara sundu. - Buyursun lar. Sizi bekliyorduk. . . - Beklersiniz elbet, - dedi Cavit . . . - Geleceğimizi biliyordunuz. - Biz önce Suphi Beye uğramıştık. - Mali işlere ben bakarı m . - Tan ıştığım ıza sevindik. - As ıl ben sevi ndim baylar ... Sizin gibi genç iki girişimciyle tan ışmak as ıl bana onur verdi. Buyrunuz rahat edi niz. i şimiz uzun sürebi lir. - Suphi Bey bize ortakl ıktan söz etmişlerdi. - Evet haberi m var. Ö nemli bir girişimde bulundunuz. Hatta öğrendiğimize göre, iki y ı l l ı k üreti mi de şi mdiden satmışsı n ı z . 226


- Saltık. Ama, salt sözde bizimki, - dedi y ı kı l ı r­ cas ı n a Raif. - Neyse önemli değ i l . Fabrika çal ı ş maya başlad ıysa , bu kez gerçeğe çı kar. - Pek sanm ıyoruz. Çünkü kolaya bizim beş yıllık ür6timimizi baliaiayacak oranda ithal kalemi konmuş. Bu bizi yı kar, - diye konuşmaya girdi Cavit. - Can ı m herşeyin bir çaresi vard ı r . Bizden istediğiniz ne? Raif, tüm kozları eline almış Rober'in kıvanarak bak­ t ığ ı n ı görd ü . Umutsuz bir boğuklukla ağ ız yoklad ı . - Acaba fikriniz eskisi gibi mi? - Fikirler tez unutulur Baylar ... i stediğinizi lütfen açı k söyleyiniz. Cavit, arkadaş ı na b ı rakmadı bu kez . - Ortakl ı k öneri n izi kabul ediyoru z efendim. - Ü stü nden çok zaman geçti . Biz istedik ki , genç girişimciler yeşersin. Bu sert rekabet ortamında daycınmak güçtür. Onların yeteneğiyle, bizim deneyimlerimz bir­ leşsin . Ne var ki, bunu anlatmak için, köprülerin al�ı ndan çok suları n akması gerekti . Artık bu durumda, eski öne­ rimiz bizi bağlam ıyor. - Sizin bir öneriniz var m ı , - dedi Cavit, umutsuz umutsuz . . . Rober, ağz ı ndan çıkacakları içmeye hazır iki yıkılmış i nsana bakt ı . Elini masan ı n üstünde oynattı . Hafif çillerle kaplı tombul parmakları kıpırdandı ağı r ağır. Bir yaprak sigara yakarak, dumanların arasından ?ir şey çı karmak istercesine düşüneeye daldı . Sonra, ioam kararı okuyan bir yargıç soğukluğuyla; 227


- Var baylar. Yüzde otuzia t ü m payları n ı z ı bize ve­ rirseniz. sizi bu dertten kurtarı rız. Düşünme yeteneklerini alm ıştı bekleme sürec ı . Borç , harç aldı kları n ı bile kurtara m ıyordu önerileri . Ne var ki, tümden batmakla, kurtard ı ğ ı na ş ükretmek aras ında bir se­ çime koşuluydular. Birbirlerine bakmadan, başları n ı öne eğdiler. Hakları ndan verilen karara uyuyor, boyunları n ı ipe uzatıyorlard ı . i kisi a y n ı anda; - Kabul , - dediler. Rober, iç telefondan bir nu mara çevirerek, şirketler M ü ­ dürü'nü çağ ı rd ı . - Belki içinizden niye yüzde otuz da, daha a z y a d a çok değil diye geçiriyorsunuzdur. Siz gençler her şeyde bir neden ara rs ı n ı z . i yi de edersiniz. Sinirlen mezseniz, açıkı:-ıyay ı m . Eğer, sermayenin tümünü yat ı rm a m ı ş ol­ sayd ı n z , bunu güç alırd ı n ı z . Madem ki , gerçekten iyi ni­ yetle : arıld ı n ız bu işe, hiç olmazsa borçları n ı z ı öde­ melisi ı .iz. Arkadaşları n ı zdan aldı kları n ı z , tam bizden alacağ ı n ı z kadar tutuyor. Batman ı z ı , iyice batman ı z ı is­ temiyoruz. Gençsiniz. Bilginiz var . . . Yeniden çal ı ş ı r, bir iş kurars ı n ız. Ama dikkat ediniz, bir daha ortakl ı k önerilerini yads ı madan bir iyice düşününüz. - Doğru hesaplamışsınız, - dedi Raif. - Özel borç­ ları m ı z tam vereceğiniz ölçüde tutuyor. Ama bir yıld ı r ver­ diğimiz emek, bağlad ı ğ ı m ız umut. - Ticaret budur zaten Bay ı m , - diye yanıtlad ı . Rober - Emek, güçlünün karı n ı art ı rı r. Güçsüzün ise zararı n ı . . . Şirketler Müdürü kapıyı vu rarak girmişti. 228


Durumu iki cümleyle anlattı ona Rober . . . i şiemleri yap­ mak üzere , ard ı n a takıld ılar adam ı n . Onlar kapıdan çı­ karke n , ithalat servisini arad ı Rober. Yan ıt gelince; - i thalat teminatları n ı n son günü yarı n mıyd ı ? Evet . . . Tamam . . . Anlad ı m . . . Yarı n , cıvata v e sornun için teminat yatı rmayı n ı z . - Dinledi bir an. - i thalat hakkımız ya­ nacak m ı ? Yan s ı n efendim . . . Biz de bunu istiyoruz zaten , sornu n ve civata üreten bir fabrikam ı z varken, kendi ken­ dimizle mi rekabet edeceğiz, mal ithal edip de, - diye ka­ patt ı . Yaprak sigarasından koyu koyu bi rkaç duman çekip, halka halka savurd u . Ticaret müdürünün telefonunu açı p ; - Sornun ve civata fabrikasına sipariş veren ba­ yilerimize bildir. Siparişleri geri alsınlar. Öteki siparişler karşıland ı ktan sonra. durumu bir denetle. Fabrikaya hemen el koyu n . Şi rketler Müdürüyle durumu saptayıp, bana bildiri n . Telefonu kapattı . . . Yeniden açtı . . . - Beyefendiciğim, civata fabrikası işi tamam . Yüzde otuzia bizim oldu. Tam buyurduğunuz gibi. .. Kandilerin biraz güç toplarlar, ama toplarlar . . . i kisi de pek genç . . .

229


Fehmi Çok, oğluyla uyuşmazlığa düşüyor.

ONDÖRT - Bu oğlan ı n kulağ ı n ı bük Fehmi, - dedi Saadet. Fehm i , yan ıbaşına uzanm ı ş karısına baktı dirseğinin üstünde n . Her zaman oğlun u n koruyucu meleği olan anas ı , birden değişmiş miydi? Çakmak çakmak göz­ lerinden, kızg ı nl ı ğ ı n ı hemen anlad ı . Yatıştı rmak gereksinimiyle; - Olur ... Sabahleyin konuşurum, - dedi . - Konuş . . . Ve anlat ki ona, o kız bize yaramaz. - Yarar yaramaz, oğlan beğeniyorsa? - Şimdiye değin, beğenisinden yakınmad ı m sana oğlumun. Ama, hiç birinin ciddi olmad ı ğ ı n ı görüyordum. Bu kez, öyle değil durum. Kızı kararlı gördüm ben. 230


- B ı rak çocuğu yahu . B i raz gönlü n ü eğles i n . - Bundan öncekiler hep e ğ l e n cey d i A m a bu başka. Daha ilk görüşte, kararl ı l ı ğ ı n ı anlad ı m . Eğer k ı sa zamanda çaresine bakmazsa n , ateş ba cayı saracak. - Nas ı lsa bir gün evlenmeyecek mi? - Evle necek elbet. Ama ben evimin içinde düşman istemem. - Evlerini ayı rı rız. - Beni yokuşa sürmek istiyorsun , - diye kalkıp, yatağ ı n içine oturdu Saadet. Fehm i , çaresiılikle doğruldu. Karı s ı n ı n bu kararl ı tu­ tumuna ilk kez rastlıyord u . Belli ki , onaylamad ığı birşeyler olmuş. Daha doğrusu göz yumamıyacağı ölçüde büyük bir serüven yaşamakta oğl u . i şin asl ı n ı öğrenmek isteğiyle, uykusunu dağıttı. - Anlat hele, - dedi, - Seni hiç böyle görmemiştim. - Gtirmezdin. Şimdiye kendi dengiyle eğleniyordu. Her konuda deneyim sahibi olmas ı n ı istediğini biliyorum. Yine bil iyoru m ki, bizim çevremizden bir kız, biz is­ temiyorsak, oğlumuza yapışıp kalmaz. Ne var ki, durum teh likeli . Nerde, nas ı l tanıştıkları n ı bil miyoru m. Öğ­ renemedim. Neyi n nesidir o da belirsiz. Ama, telefonun ucunda onun sesini duydu mu, yel yemiş kuru yaprağa dönüyor bizim oğlan . Sana derim ki Çokzade Fehmi, bir delikanl ı bu duruma düştü m ü , ondan hayır gelmez. :�il­ mediğim tan ı madığım, üstelik beni ucuzlayan bir kızı gelin olarak bağrı ma basarnam ben. - Seni ucuziamak m ı , ne haddine? - Biraz öğüt vereyi m, dedim, oğlan ı n olmadığı bir sırada. Biz, bu vars ı l l ı ğ ı n nice elde edildiğini iyi biliriz, dedi .

23 1


pat diye. Afal l a m ı ş ı m . Baş ı m a balyoz vurulduğunu san­ d ı m . Nerden bilirm işsin ya, diye sord u m . Kitaplar apaç ı k yaz ıyor demez m i ? Ne diyeceğimi bilemez d u r u m a düş­ t�m. Böyle konuşmak sana ne kazand ı r ı r, ded i m . Ben ka­ zanmak için uğramıyoru m . U ğ raşsam, ı stedi ğ i m i elde ederd i m , dedi ç ı kt ı . Feh m i , içinden "Aferi n . Yaman bir k ı z m ı ş . Keşke öy­ lesiyle eviense oğlu m . " diye geçird i . D ı ş ı ndan d a ; - B a k edepsize . . . Sonra, - dedi . - D u r bakal ı m , dedi m . N e di r bildiği. B i r soruştu ray ı m . Biraz deşeyi m . Hanı mefendi, d e d i . . . B e n , ne sizi nle i l ­ giliyim ne de varl ı ğ ı n ı zla Binlerce insan ı n gözyaşı pa­ h a s ı n a elde edi lmiş hiç bir şey i stemem. Oğ l u n uzdan hoş land ı m . Bak terbiyesize bak . . . San ı r ı m o da benden hoşla n ı yor. Ama, bu size yağ çekmemi gerektirmez. i s­ teri m ki, kararı n ı bağ ı ms ı z versi n . Karş ı ç ı ktığında, herşeyi b ı rakabilsi n . Ancak o zaman eşit koşullar altı nda ko­ nuşabiliriz. Yoksa sizin ve babas ı n ı n makinalaştırd ığı bir zavall ı ancak oyuncak olur benim için... Kimsin sen, nesi n ? Demişim, elimde ol mayarak. Bir insan, ha­ n ı mefendi, dedi edepsiz. Solcu bir insan . . . Fehmi ne demek solculuk? Evi mize değin giren bu edepsizliğin sonu nereye varır? Hemen çare bulmal ısın bu işe. Hemen kul&ğ ı n ı bükmalisin Mahir'in. Yoksa böyle yırtık kızlar, deli de l u işler işletip, baş ı m ı za dert açarlar. Birden pirelenivermişti Feh m i . Kıvanarak dinlediği öy­ künün sonuna doğru , birden dağ ı l ıvermişti dalg ı n l ı ğ ı . Tüm dikkatiyle dinlemeye başlad ı karısı n ı . Solculuk sözünü duyar duymaz, irkildi. Biraz daha deşmek amacıyla; .

­

232


- Ki m i n nesi olduğunu öğrenemedim mi? - Ne k ı z b i r şey söyl edi , ne oğlan ı n ağzı ndan bir kel i m e alabildi m . B i r arkadaşı m , diyor. Şimdiye değin öğ­ renernediğ i m , belkı bundan sonra da öğrenemiyeceğim ne varsa, tu m ü n ü biliyor. Ü steli k güzel de . . . Ben ' bu işin al­ tından bir köt ü l ü k seziyoru m . Zaten gazeteler dağ ta ş ba­ ğ ı rı p duruyorlar. i smet Paşa'n ı n bile solcu olduğunu ya­ zıyorlar. Ama, o bunlar gibi varl ı k düşmanı değildir. Ya bizim tek oğlumuz, geleceğimizin tek güvencesi de bu saçmal ı kiara kap ı l ı rsa ne yaparız? Feh m i , yalıştı rmaya çal ı ştı karı s ı n ı . - - B e n yarı n öğrenitim neyin nesi olduğunu. Oğlanı uzun zamandır boşlad ık. Toplantılara bile gelmez oldu. Yeni bir sevgili bulmuştur. biraz koltuk kovaltalım, de­ mişti m . Demek, durum tehlikeli. Biz onun, yönetim ye­ teneğini gelişti rmesini isterke n , koşullanmış düşü nce sa­ hipleriyle düşüp kalkmaya başlamış. Suphi'nin adamlarından hemen öğreniriz durumun derecesini . Belki o, raporu n u hazırlam ış, benim istememi bile bekliyordur. Tasalanma sen . Her şeyin çaresini buluruz. - Senden bu güvenceyi aldı m . i şi üstüne aldığını d uy dum ya, rahatlad ı m artık Daha so n kelimelerinde uyuyup kaldı karısı . Ne var ki, kendisin i n uykusu kaçm ıştı . Belli etmeden yatağı ndan kalktı . S ı rt ı n a robdöşambrın ı , ayakları na terliklerini geçirdi. Kal ı n Bünya n · halılarıyla döşeli odası nda durakladı bir an. Sonra kapıyı açı p salona oturdu. Mahir'in odasına doğru yürürken vazgeçip geri döndü. Koltuğu n birine oturdu.

-

.

233


Uşak, o oturur otu rmaz, usulcac ı k kap ıyı açtı . Ö nüne gelip eğildi. - Bir buyruğunuz var m ı efendim? - Küçükbey evde mi? - Henüz gelmediler. - Ya peki . .. Bana bir su getir. Uşak, buyruğu bir anda yerine getirdi. Suyunu içtikten sonra, bardağı uzat ı rken ; - Sen git yat, - dedi. - Başka bir isteğim yok. Mahir'e kapıyı ben açarı m . - Küçük bey bu akşam gelmeyeceklerini söylediler efe n d i m . - Ya ! peki . . . Oturup kaldı yerinde. "Uzun zamandır çocukları mla ilgilenemedim." diye dü­ şündü . "Ama zoru nluydum buna. Askerlerin satt ığı ndan bizim oran ı m ı zda, solculuk da yararlandı. Devlet kesimine ağ ı rl ı k tan ıyacak bir Anayasa yapmaları n ı , son anda güç­ lükle önledik. Daha doğrusu, ancak delikler açtı rabildik. Şimdi bu deliklerden yararlanarak, işleri sağlama bağ­ tamak gerekli . Yalancı sahteci bir sınaileşmen i n te­ mellerini atıyoruz. Tökeztemek, solun eline büsbütü n koz verir. i şçi hakları , bilmem ne hakları diye maddeler yaz­ d ı lar Anayasa'ya. Dengesizliğin bir örneği ç ı ktı ortaya. Kim sesini çok duyurursa, denge ondan yana basıyor. Biz bu arada i srnet Paşa' n ı n ard ı na sığınıp bir sivilleştirrne kavgasına girdik. Başard ı k da sonunda. Şimdi bunun eko­ nomik düzeydeki yerleşmesini de tam yapmal ıyız. Bu da örgütlenme işidir. Hele yarı n oğlan ı n durumunu bir an­ layal ı m . Olmazsa atarız bir Avrupa kentine. Ordaki kızlar, bizimkinin akl ı n ı tümden başı ndan alıp satıverirler. 234


Tam zaman ı nda uyard ı Saadet ben i . Yarı n , Suphi v e Rober'le, genel durumu bir gözden ge­ çirmeliyi m . Ondan sonra alacağ ı m ı z kararları bir bir sap­ tarız . . . B i raz rahatlamıştı . Bir karara varman ı n yorgunluğuyla, gözleri kapanmaya başlad ı . Hemen kalkıp, karı s ı n ı uyandı rmadan yatağına attı kendi n i . Hemen hemen adayı b i r baştan ötekine kaplayacak ge­ nişlikteki yumuşacık yatak, sevgilisini kucaklayan bir met­ res ı l ı kl ı ğ ı y i a, yutuverdi Fehmi'yi . "

Suphi'ye baktı Fehmi ; - Senin kuşlar epeydir ötmüyor? - Ötmesini istemediniz de ondan efendi m . . . - D e m e k birşeyler var. - Evet. . . Özellikle Mahir Bey için . . . - Ya ! . . Neymiş? - Son g ü nlerde, i şçi Partili bir kızla görünmeye başlamış. Küçük bir araştı rma yaptım. i nsan olarak de­ nilebi lecek hiç bir şey yok. Yoksul bir aileden geliyor. Temiz, d ürüst, okumuş. Gençlerin ölçülerine göre güzel. . . - N e demek gençlerin ölçüleri? - Biz eski i nsanlarız efendim. Kadın dediğin etti butlu olmal ı . Şimdikilerse dal gibi. .. O yüzden, kendi ölçümüzü kullanmak istemedim. Gözleri parladı Fehmi'nin: i nce dudaktan, bir bıçak kes­ ki nliğiyle gerildi. Çıkık elmacık kemiklerinde bir iki zonk­ lama pembeleşip yitti . 235


- Y a ' . Demek güzel . . . Başka ? - Ü stel i k zekı , bi rkaç d i l bilir kultürlü bir k ı z m ı ş . Eğer fiki rlerindeki sap ı k l ı K olmasa, bizi m için zor raslan ı r bir gel i n , d erdi m . N e var ki , o güzel kafan ı n içi , varl ı k düş­ m a n l ı ğ ıyla dol u . Bu yüzden de partisin ı n en güvenilir üye­ l e rı ndenmiş. Herhangi bir i z bulamad ı m . Ama, s a n ı yo ru m i lışki kurmas ı n ı partiden ö nerdiler. Varl ı kların temeli ko­ nusunda bir i nceleme yaptığı ndan söz ediliyor Yok can ı m , - dedi Feh m i . - Parti n i n böyle bir öneride bu­ lunacağ ı n ı sanmam. Başka n ı n ı tan ı r ı m . Paşa toru n ud u r. Hem de yüksek ödevlerde b u l u n m u ş bir paşa n ı n !oru n u . Çoluk çocuğu n incelemesine önem vermeyecek ölçüde bilir bu işleri . - Yan ı labilirim efend i m , - diye sürd ü rdü Suph i . Benimki bir varsay ı m . Ama, ilişkileri n i n , yararl ı olacağ ı n ı san m ıyoru m . Mah i r Beyi n , çok içip, çok konuştuğu ndan söz ediliyor Biliyorsunuz dörtlü toplantı lara katıl ıyor. Yeni bir dönemin eşiğindeyiz. Pek çok karl ı projenin pe­ şindeyiz . Büyük küçük rakiplerle boğuşmak zo­ runluluğumuz var. Böyle bir ortamda, en üst düyezde açı­ lacak bir gedik bize zararl ı olabilir. Bir an netesiendi Suphi. .. Rober'e baktı Fehmi. Rober, anlatı lanları deminden beri onaylar bir biçimde dinliyord u . Belli ki , bunlar aralarında daha önce ka­ rarlaştırılmış. Sormasa da bir şey önerecekleri besbelli. i şaret etti . - Bendenize kal ı rsa , uzunca bir gaziye gönderelim Mahir Bey'i, - dedi Rober. - Hem de yalnız gitmesini sağlayarak. ..

.

.

236


- Mü m k ü n m ü ? - S u p h i ' n i n kuşları m ü m k ü n olduğunu söyl üyor. Ayrıca, bizim de dostları m ı z var. Istemezse, kimse rahatsız edemez. - Peki ben Mahir'le konuşuru m . Sonra? i kisi de rahatlam ı şlard ı . G ö z ucuyla m ü d ünerine bakt ı . S u p h i , konuşmas ı n ı sürd ü rd ü ; - B ü ro Araçiarı fabrikası . i l k k e z kara geçti. Buzdolabı ü nitesi birden silip sCıpürdii eski zararları. Hemen öteki ev araçları n ı n ü reti mine geçildi. Deneme çal ışmaları bitti . Bu arada, küçük motorlu araçlar da yapabileceğimiz ortaya ç ı ktı . Bunların denemesine başlanacak izniniz olursa. Büyük bir yat ı r ı m haline dünüşmekle fabrikam ız. Planlama büromuzdakı rıençler. cizelııkle traktör, kamyon ve m otorlu araçlar mont1p içırı, lastik sanayiine el at­ m a m ı z ı istiyorlar. D e m i r Ç e l i k ' i n en yetkil i salıcısı biziz. O yandan korku muz oyk. Ya! n ı z planlamada yeni bir Demir Çelik fabrikası ndan söz ediliyormuş. Eğer başarılı olursa, ithalat olanakları m ı z kısı labilir. Ya oraya ortak olmalı ya da tek sat ı c ı i ı ğ ı ele geçi rmeiiyiz diyorıar. Ayrıca plan ha­ z ı rl ı kları ndan anlaş ı l d ı ğ ı na \JÖrto büyük yapı işlemlerine girişilecekmiş. Ö n ü m üzdef;i beş y ı l içinde, çimento, demir ve kum fiatlarında yarıdan fazla bir artışın söz konusu ol­ duğu san ı l ı yor. An kara'daki şi rket i n , tüm fabrikaları n üre­ timini şimdiden ve şimdiki fiatlarla kapatmasında büyük yarar bulunduğunu bildi rildi. Turizme öncelik ta­ n ı nacakm ı ş . Elverişli bi rkaç kıyı n ı n kapat ı l ması da öneriler . arası nda. Kendi fabrikaları m ı z ı n gereksinimi içi n , bir dökü m fabrikas ı kurulnıal ı . Ben araşt ı rd ı m . Böyle kuruluş 237


halinde bir fabrika var. Ortaklardan bi ri trafik kazas ı nda ölmüş. Öteki l e r de işten anlamad ı kları içi n , yatı rı m ı n yarı m kal ması söz kon usu. Bu raya el atabilirsek, karl ı ç ı karız. Yutkundu Suphi ... Rober'e bakt ı . B u n u bekliyormuş gibi , arkadaş ı n ı n b ı raktığ ı yerden sürd ü rdü Rober. - Döküm !abri kas ı ortaklarıyla i l k i l ışkileri kurd u m . Payl arı n ı saımakla fazla nazl ı davranacaklar ı n ı sanmam. H atta anlad ı ğ ı m ölçüde, yat ı rd ı kları n ı ku rtarsalar ken­ di lerini mutlu sayac a k ! ar . S ı nai Kal kınma Bankası iş sav­ sandı ğ ı içi n , yat ı r ı m kredisini kesmiş . . . - Kesmiş m ı ? - Diye sordu Feh m i . - B a n a so r muşlard ı . As ı l işten anlayan ortağ ı n ölümüyle , başaramayacakl a r r n ı söyledim . Ondan sonra kes­ tiler, - diye sürdürdü Rober. - Hemen ardı ndan da ilişki kurdum . Aktarmaya hazı rlar. Dilerseniz bi raz kar ve­ rebiliriz. Civata işi, yeterince korkutlu çevreyi. Bunda bir okşamaya gitsek, fena olmaz. - Tamam. i stedi ğ i n gibi biti rebilirsin . Başka . . . - Para durumumuz i y i . Krediler açıld ı . Ayrıca, peşi n siparişler yepyeni bir fon yaratt ı . Ev eşyaları ü n itemiz, ge­ lecek yıl başı ndan başlayarak, geniş üretime geçecek. Peşin fonlardan biraz aktararak, orda taksite girebilirsak yayg ı n bir pazar ele geçiririz. Gerçekten övün ülecek bir örgütlenme içindeyiz. Hemen hemen her kasabada bir ba­ yimiz, yetkili satıc ı m ı z var. Taksit olanağ ı n ı da verirsek bunlara, büyük çapta iş yapabilirler. - Bir bayi yetmez . . . Ben örgütlenmede rekabetin ya­ rarına inanırım. Değişik dallarda, değişik yetkili satıcı lar •

238


olmal ı . Anayasa, söz hakk ı n ı alabildiğine genişletti . Bizim ıçin, güç alı ş ı l acak bir genişlik bu. Bayilerimiz kasaba ve köylerde, işbil i r, akıl d an ı ş ı l ı r kişiler haline getirilmel i . Ge­ rektiğinde, d ilediğimiz yönde kullanabilmeliyiz onları . Bu nedenle, yeniden ar;ıa sa ğ lam bir örgütlenmeye gitmel iyiz. Suphi sen iyi bil irsin bu işleri. B i r gözden geçir. Dağıtım şi rketlerine bağlı bölgeler haline geti r bayil i ğ i . Dağıtım şir­ ketleri n i ayı rmıştık. Kimilerinde bizi m şirketler, kimi üre­ tilen ve mallarda Zorlu Kardeşleri kullanıyoruz. B"unlar te­ pede nice bir elde birleşiyorsa, köydeki satıcı da öyle bir bağla acentesinin buyr u ğu n da olmal ı . Özellikle taksitierne yapal ı m . Bağışlama yok. Şimdiye değin iyi ç alışmamış s a, yeri ne başkas ı n ı hazı rlamak gerekliydi zaten . San ırım bunu yapt ı n . Bölge acentesi olan dağıtım şirketlerimizin müdürleri n i toplay ı n . Mümkün olduğunca, siyasal ba­ k ı mdan b i rbirine ters bayilar seçsinler. Kasabalarda kolay giderilemez siyasal terslikler. Biz eriteceğiz B ı rakı n sonra birbirleriyle kapışs ı n lar Eğitip, salt karı n buyruğuna almayı bilmiyorsak bir şey yapamayız. Gerekirse, ben de yard ı m ederim size. Çimento fabrikaları n ı n üreti mini ka­ pat ı n . Orda, peşin fonları kullanalı m. Taksitçiliğe girmeden senet vadelerinde uzatma sağlayalı m . Bayilerimiz ilk eği­ timden geçip örgütlenme tamam olduğunda, başka bir dü­ şüncem var. Siz şimdiden yoklamalarla, yaygınlaştı rı n bu düşüncey i . Bizim tüccar olarak birleşmemiz gerekli . - B e n de buna değinmek istiyordum efendim. - dedi Suphi . . . - Şimdi Anayasaya i şçi hakları konuldu. Birkaç yıla değ i n grev yasası da çı kar. Meclisteki arkadaşlarımız engellernede bulunacaklar. Ama, sürgit yapamazlar bunu. . .

.

.

,

239


Şimdi kör topal giden sendi kac ı l ı k birden alevlenecek. i l k h ı z . p e k çok şeyi süpü rüp götürebilir . B i r delika n l ı geldi Amerika'd a n . Hemen bizde işe başlattı k. Sosyal i l i şkiler uzmanlığı yap m ı ş . Ö ngörüşü yam a n . B u konuda b i r rapor hazı rlad ı . Size s u n mak istiyord u m . - Ver, - dedi Feh m i . Hemen dosyası ndan ç ı karıp uzattı Suphi . . . Mahir sallanarak salona girdi. Babas ı n ı bir koltuğu n üsWnde uyuklar görü nce, içi bur­ kuld u . Bi raz kendi n i toplamak için direndi. Fehmi gözlerini açm ı şt ı . B i r süre tan ı m az tan ı m az bakt ı . Sonra, yanı ndaki kolduğu gösterdi. . . - Gel oğlum otur . . . Mahir, içi nden gelen b i r diren meyle, saliand ı . Şimdi ko­ nuşmak istemiyordu babasıyla. Ama Fehmi'nin sevecen, yum uşak sesi yen ileni nce, duramad ı . Gidip yan ı n a oturdu. - Buyur baba ... Beni mi bekledin? - Ben sabahları erken gidiyorum oğlum . Seni rahatsız etmek istemedim . Haber bırakt ı m ama, rastlaşmadık. Haklısın dersleri n , arkadaşları n var. Seni çok erken işe koştum. Bir sürü bölgede toplantılara katılmak zorunda kald ı n. Gözlerini kırpıştı rarak, oğlunun hafif kan l ı gözleri ne, iç­ kiden iyice sarkmı ş yüzüne bakt ı . i kisi de yalan olduğun u biliyorlard ı bu sözleri n . Ama, ikisi de bunlarla avun mayı yeğl iyorlard ı . Mahir baş ı n ı eğmiş dinliyordu .

240


- Düşündüm ki, - diye sürdürdü Fehmi. - i yi bir din­ lenmeyi haketti n . Yal n ı z , iş adam ı n ı n dinlenmesi yine işle olur. Benim vekil i m olarak bi çıkıp dolaşman gerekiyor. Son zamanlarda kendimi iyi hissetmiyorum. i şlerin tümü senin baş ı n a kalabilir. i ç ilişkilerde iki büyük öğretmenin, iki vazgeçi l mez yard ı mc ı l ı var. Rober ve Suph i , tam ye­ tiştiler. Bugün şi rketimiz neye sahipse, tümünün doğup büyümesi ell e rin de oldu. D iyebilirim ki işleri benden iyi yö­ netiyorlar. Ve ben de karışmıyoru m . i ki yeni fabrika kurup sekiz kalem üretime geçme kararı aldığımızı geçen gün duyd u m . K a rarl ar ı n altı nda, benim yerime senin imzan ı görünce, bilemezsin ne ço k sevindi m . Ama, salt al ıp sat­ mak, üretip monte etmekle o lmuyor bu işler. Asıl önemlisi dış i lişkil erdir. Ve bu ilişkilerde, onların bile bilmedikleri pek çok şey konuşulur, kararlaştırı l ı r. Milano, Berlin, Bonn, Paris, New-York'la Tokyo'da yeni yeni anlaşmalar yapmam ı z gerekiyor. i stiyo rum ki, bunların tartışmaları nda bulunup anlaşmaları sen i mzalayas ı n . Dostlarımızın, ana firmaları m ı z ı n , karşıları nda genç, işbilir bir patran gör­ meleri hem onları , hem beni mutlu kılar. Toplantı tarihleri aras ında, onar, onbeşer günlük zaman aral ıkları var. Bun­ larda da, dinlenmiş olursun. Hemen yarın yola çıkman ge­ rekiyor. Önceden buluşabilsek, haber verecektim. Olmad ı . Program ve gerekli bilgiler, odanda ... Masanı n üstünde h az ı r seni bekliyor . . . Tek başına gideceksin. Hiç yar­ d ı m c ı n yok . . . Beni sevindireceğinden kuşkulanımıyorum. Şimdi yat. Uşak tembihli. Seni uçağı na yetiştirecekler. - Yarı n olmaz baba, - dedi Mahir. Kendi sesinden ürkerek boş gözlerle salona baktı . - Yarın gidemem, ­ diye sürdürdü yine de . . . 24 1


Fehmi, " i lk direniş başlad ı . Acaba zamans ı z m ı dav­ rand ı m , '" diye d ü ş ü n d ü . "Bekliyordum bunu. Ama, bu nca sert değil. Zararı yok, kan d ı rabilirim belki . Denemekle yarar var." - Yarın yola ç ıkmazsan , M ilane'da çözümlememiz ge­ rekli montaj işi yatar. Ser i n gideceğ inden güvenli olduğum içn i , ben hazırl ı k yapmaı n ı ştım. Sonra Bonn'a geçmek için zaman ı n var. istersen git, dön . . . - Hayır baba. Görmem gereken kişiler var. Onlarla ko­ nuşup haber vermeden ol maz. Gülümsedi Fehmi. . . Sırt nı okşadı oğlunun. Hareketini olabileceğince yumuşatarak, omuzuna vurdu. - Anlıyoru m . . . Onlarla d a kendin konuşmak zo­ rundasın. Ben senin yerine konuşay ı m desem. - Oğ­ lunun sertleşiveren yüzüne bakt ı . Gülerek tamamladı sö­ zünü. - Büsbütün o!maz. Çünkü anana, babamla haber göndersem, her halde beni vururdu. Öyle de geç geldin ki, şimdi git desem, olanaksız san ı r ı m ... Ne yapacağ ız? Mahir, ta yüreğinin derinliklerinde bir çelişkinin be­ lirdiğini sezinledi. Tam bir ikelernin içinde kal m ıştı . Yıl­ lard ı r aşılanan sorumluluk duygusuyla tutkusu çalışıyordu. Uşak, birkez söylemişti babas ı n ı n arad ığı n ı . Ald ı rmamıştı . Yarı n gitmezse, kendi kararın ı bozacak bir davranış için­ deydi. Saatine bakt ı . Saba h ı n dördüne geliyordu. Ger­ çekten olanaksız Sevinç'i gidip görmesi. Hiç habersiz çekip gitmesi ise, tümden mümkü nsüz. Fehmi , oğlunun içindeki kıpırtıyı, yüzündeki likten an­ lad ı . Şakakları kıpır kıpır zonkluyor ... Boyun damarları kib­ rit kibrit şişiyordu. "Biraz daha yüklensem," diye geçirdi. "Biraz daha yük242


lensem, yat ı r ı r ı m b u işe onu. Ama, çok zorlam ış olurum." Yeniden yüzüne bakt ı oğl u n u n . - Şu dosyayı getirsene bana. - Geti reyim, - diyerek kalktı Mahir. Çok düşünmek, saliant ı s ı n ı gidermişti . - Olur . . . Getireyim . . . Birkaç dakika sonra yüzünü y ı kamış, ceketini çıkarı p gömleği nin yakaları n ı açm ış, elinde babas ı n ı n sözü nü et­ tiği dosyayla geri döndü. Dosyayı uzatıp yine yan ı na otu rdu . Fehmi , dalg ı n dalg ı n , buluşma listesine baktı. Uçak bi­ l etini eline alıp, evirdi, çevirdi. Sonra, birden ; - B a k dosyaya b i r göz artığ ı m ı z iyi oldu . Roma'daki toplantı yarı n akşam 1 9 .30'da . . . Yemeğe davetlisin. Bir yarım saat gecikmek, zarar vermez. Sana sabah uça­ ğ ı ndan bilet a l ı n m ı ş . Bunu değiştirmeliyiz. Bırak yansın. Öğleden sonraki uçakla gitsen olur mu? Mahir, bir elindeki bilete baktı babasının. Bir yüzüdeki sevecen anlama . . . Baş ı n ı sallad ı elinde olmaksızın. içindeki işin mutlaka yapı l ması gerekliliğini haykıran sorumluluk ağı r basmıştı . - Olur baba . . . Öğleye değin ben de özel işlerimi çö­ zümlemiş olurum. - Sanıyorum 1 6.30'da bir Air France var ... Onunla gi­ dersen , tam zaman ı nda arda olursun. - Evet... Onunla gideyim . . . - Tamam oğlum . . . Havaalanı nda hazır olacak biletin. Ben d e o rda olacağı m ... - Mahir'in yeniden sertleştiğini görerek, aldırışsız sürdürdü sözünü. - Konuşmamız gerek. - Eliyle dosyaya vurdu . Buraya yazılmayanları -

243


bilmelisin. Şimdi dinlen. - Yeniden yumuşadağ ı n ı se­ zinleyince : - Eğer işin erken biterse, bana şi rkete telefon et. Bir yerde buluşal ı m . Bir iki lokma bi rşey yer, ko­ nuşuruz. Olmaz m ı ? - Olur baba . . . - Hadi şimdilik iyi uykular yavru m . Seninle öğünüyorum . . Mahir'i, koltuğun üstünde yığılmış bırakarak, odasına çekildi .

Saat 1 1 .00'de Suphi elinde bir tükenmez kalemle girdi patronunun yan ına. Kapıyı açı k bırakmı ştı. Kalemi ma­ san ı n üstüne koyup, hemen çıkt ı . Fehmi, kalemin düğmesine basıp üstüne eğildi dik­ katle. - Senden ayrı ldıktan sonra tuttular, - dedi temiz, tok bir kız sesi . - Suçun neymiş? - Söylediklerine göre bildiri dağıtmak. - Bildiri dağıtmak suç değil ki. .. - Polis bilmez bunu. Toplayı p getirdi . - Oysa seninle konuşmam gerekti. - Yakı nda çıkarı m. O zaman konuşuruz. - Benim bugün Roma'ya gitmem gerek. Ordan da başka yerlere. ÜÇ ay sü recek iş gezisi . - Anlaşıld ı , babanı daha zengin edeceksin. - ilk kez bişey istedi benden. Adam gibi oturup konuştu . Ona kalsa, bu sabah gitmem gerekiyordu. Di­ rendim . . . - Sahi mi? 244


- Evet. Gitmem dedim . Bunun üzerine, öğleden son­ raki uçağa bırakt ı . Dedi m ya, ilk kez bi rşey istiyor. Kı­ ramad ı m . . . - Biliyor musun Mahir, küçümsüyordum babanı ben . Ama ne ka"dar güçlü olduğunu şimdi kavradım. - Anlamad ı m . - Sabah ı n dördünden beri düşünüyorum. Neden senden ayrı l ı r ayrıl maz yakalad ı lar? N iye dün ya da bu sabah değil diye? Büyük bir oyunun , bir küçük parçası bu . . . Baban benden korkuyor Mahir . . Çok korkuyor. . . Yüzünü buruşturdu Fehmi . "Akıllı bu kız," dedi. "Suphi haklı." Mahir, kesik kesik gülüyordu . Kulak verdi yeniden. - Yok canım. Babam seni tan ı mıyor bile. - Tanı yor. Ve inan ki korkuyor ... Bak anlatayım biraz. Sen birden yurt dışına gidiyorsun. Ya peki ben de ge lirsem . - Zaten ben de senden bunu isternek için direndim. Bugün akşama değin zaman koparmam bu yüzden. Dost­ larım var. iki saatte pasaport alırız. Olmadı, sen arkadan gelirsin . . . Gelirsin değil mi? Zamanım bol olacak. Beş altı toplantıya katılacağım, doğru. Ama, sonra ... - Gelebilir miyim? - Niye gelemiyesin? Para işiyse sıkma canını. Benim ödeneğim bol. .. - Bir an susku egemen oldu. Teyp cı­ z ı rdad ı . Fehmi elini uzatıyordu ki, Mahir tehişla sürdürdü. - Biliyorum. Benim kirli paramı istemezsin . Senin böyle bir olanağın yok. .. Ama, kirli olmayan param da var benim. Harçlıklarımdan ayı rmıştım. i nan kimse bilmiyor bunu. Çocukluğumdan beri epey birikti. Ordan alırız. Di­ lersen sonra ödersin ... ,

.

..

­

.

.

-

,

245


- Çocuksun sen, - diye güldü kız sesi. - Harç­ l ı ğ ı ndan ayı rmak temizler mi o paray ı ? Hep çocuk ka­ lacaks ı n . Belki baban da senin gibi çocuktu r. Ve kan tut­ kusuyla eziyordur onune çı !(an ı . . . Hani kedilerin kuyruğunu çeker, köpeklere tekme atar ya çocuklar. Öyle . . . - Sen şimdi b ı rak onu. Sonra tartışırız. Bize karşı hep iyi oldu babam. San ı r ı m sana karşı da olur . . . - Gördük iyiliğini. B e n gelemem. istesem de ge­ lemem. - Neden ? - Şu ndan ki, şimdi dava açacaklar hakkı mda. San ı r ı m hem de ağ ı r cezada. O zaman, s e n i n dostların değil , kimse bana pasaport veremez. Yaman adam baban. - B ı rak babam ı . . . Sen çıkamazsan , ben de git­ miyorum . . . Hemen şimdi telefon edeceğim babama vaz­ geldiğimi bildireceğim . . . Sert sert parmakları n ı masaya vurdu Fehmi. . . Öfkelendiğinde böyle yapard ı . A m a , b u n u n öfke işareti olduğunu bir karı sı bilirdi. Bir de Rober'le Suphi . . . " K ı z yaman , " diye geçi rdi aklı ndan. "Asl ı nda aynı ha­ murdan ız biz. Birbirimizi iyi anlarız. Ve iyi boğuşurduk doğrusu. Ne yaz ı k ki , onun yiti receği bir şeyi yok. Ben oğ­ lumu yiti rebilirim. Ya da varl ı ğ ı m ı n geleceğini." Eski tepkisizliğini takındı yeniden . - Bunu yaparsan , hiç görüşemeyiz birbiri mizle ... - Neden ? - Baban tezgAhı i y i kurmuş olmal ı . Beni tutuklarlar. Bilmem bilir misin , tutuklularla ancak soyadı eş olanlar ko­ nuşabilir. 246


- Soyad ı m ı z ı eş yaparız. - Ya bildiri dağıtmay ı , propagandaya çevirip, y ed i buçuk y ı l tı kariarsa beni i çe ri ? - Bek l e ri m . - Ben, sen dönünceye beklemeyi yeğleri m . Hem de özgürlüğe kavuşmuş olarak. - Anlamad ı m . - Gitmel isi n . Sen gidersen, beni bırakırlar . . . - D ü ş kuruyorsun . . . - Tam tersine düşten uyanıyorum. - Kesin mi kararı n ? - Evet . . . - Peki öyleyse, gidiyoru m . . . Ama, ü ç a y sonra, buraday ı m . Ve seninleyim . . . - Baka l ı m ü ç a y s o n ra neler . . . - Birden kal ı n b i r ses girdi araya - Mah i r Bey, özür dilerim. Görüşme bitti. Kızın sesi de sürdü bir an. Yeniden dinlesem, aniarım sonunu, dedi. Ama öğreneceğini öğrenmişti. Düğmeye basarak, geri aldı bandı . Sonra iki kez basıp, sildi baştan sona. Ardına dayandı . . . "Çok şey biliyor," diye düşündü. "Hemen hemen benim yaşamım boyunca öğrendi klerimi biliyor. Düşman ol­ m asayd ı , ne iyi bir dost olurdu. Ben iteklerdim oğlumu. Ka­ fasız, salt çocuk büyütmeyi en büyük ödev sayan bir karısı olacağı na, böyle dişe diş, söze söz çekişebilen biri olsaydı , kimbilir nasıl deldururdu benim yerimi oğlum . . . Yazık. . . Böylelerinin düşmanı m ı z olması çok yazık. Hep o sol­ cuların işleri bunlar. Bağn ma değin girdiler ... Oğlumu bana düşman ederlerse şaşmam . . . Yoksa bizim kuşakla bitiyor m u , h ı rs ı n ı gelişmeye yöneltecek i nsanlar? Yok canı m . . . .

.

.

.

247


Dünyan ı n kaç bucak olduğunu bılmeyen bir karışç ı k kız, öfkesini üstüne vurdurd u diye, kuşkuya kap ı l m a ... Daha önümüzde ne günler var ... Şimdi oğlan gidiyor ya ... Oğ­ lanla kızın aras ı na uzunca bir ayrıl ı k giriyor ya . . . B u bile yeterli . Telefon çal d ı . A l d ı kulakl ı ğ ı . . . - Beyefendi, M a h i r B e y telefondalar efendim. - Ver kızı m, - Alo ! Buyur oğlum ... - Baba, sizinle hemen buluşmam gerekli. - Tabii . . . Nerdesin? - Sirkeci'de . . . - Tamam. Konyal ı'ya g i r beni bekle. Geliyorum . . .

248


işçiler grev yapıyor. Fehmi Çok, tedbir alıyor.

ONBEŞ

Sipahi Kulübünün manejinde, epeyce dolaştı . Atı n ı n üstünde, istanbul'a doğmakta olan güneşi sey­ reyledi. Yeni döngüler, atlamalarla atların ı n bağlandığı taviaya yöneldi. Yetiştirici , dizginine yapıştı atın. Bir elini uzattı. Tutunarak indi Fehmi ... - Prens iyi hayvan Salih Bey, - dedi, - Yormuyor . . . - Güçlü d e efendim, - diyen Salih, hayvan ın sağrısı n ı , yüzünü okşad ı . i ngiliz atı , kuru kafası n ı çevirdi binicisinden yana, Fehmi, bunu bekliyormuş gibi , sakarı n ı okşadı hayvan ı n. Yetiştiricinin göstermeden uzattığı şekeri ağzına soktu. At, ağzından şeker tad ı n ı duyar duymaz, elini yaladı bi­ nicisinin. Seyisler üstüne örtüsünü örtüp dolaştırmaya gi­ derlerken, Salih Barok'u çekti tavladan . Seyis hazırlaren, kamçıs ı n ı çizmesine vurdu Fehmi. ,

249


- Nası l , biniciiiğim fena değil değil m i ? - Çocukken ata bindiğiniz belli efend i m . O dönemin alışkanl ı ğ ı hiç bir zaman unutulmaz. - Öyle oluyor. .. Baba m ı n bir al atı vardı hiç u nut­ mam . . . Bir gözü körd ü . Belki engel atiarnayı o zam andan öğrendim. Yel gibi giderdi kafi r. Eski Angara'n ı n bağ yol­ larında, bir salard ı m onu. Deyme keyfine . . . Ne var ki, tek gözlü olduğu içi n , arada bir bağ yol larına sapıverirdi. Hem de hiç haber vermeden. O yüzden kene gibi yapışırd ı m üstüne. - Kör atı yönetmek çok güçtür beyefendi. - Çocukluk işte. Rahmetli babam da söylerdi. Kim dinler. Anacı ğ ı m , kaç kez başıma geçmişti . Bu at, yel gibi git­ mekteyken, fırt diye dönüveriyor. Üstünde Fehmi. . . Benim yüreğim ağzıma geliyor, diye . . . Satmaya bir türlü kı­ yamazd ı . Tayken almış. Galiba kafayı çektiği bir gün, gö­ zünün çıkmasına neden olmuş. Anlatmazdı . Ama, biz bi­ lirdik bunu. - Çok iyi insanmış babanız beyefendi. - iyiydi rahmetli. . . Çok erken gitti . .. Seyis, eyeri vurmuş, atı haz ı rlamışt ı . Fehmi tam bineceği s ı rada, garson koşarak geldi. . . :_ Beyefendi sizi telefondan istiyorlar. - Telefondan' m ı ? Bu saatte mi? - Mösyö Şalom arıyor. Mutlaka görüşmesi gerekliymiş. - Hem de Rober arıyor, Allah Allah ... Geliyorum . . . Yürüdü . . . Kulaklığı eline ald ı . - Efendim Rober . . . 250


- Beyefend i , hemen görüşmemiz gerekiyor. Rahatsız ettim ama, durum önemli. . . - Geliyoru m . Nerdesin sen? - Şi rkette . . . - Peki. . . Telefonu kapatt ı . Binici giysilerini çıkarıp değişti . Hemen arabası na at­ lad ı . Yetiştirici Sal i h , araban ı n önünde bekliyordu. Kapıyı açmı ş hafif eğil mişti . - Artık Barok'u yarın deneriz. - Başüstüne Beyefend i . .. Araba, Sipahi Kulüpten koptu . . . Şi rket merkezinde durdu. Fehmi, kapıcı n ı n şaşkın başıkları nı topuklarında sü­ rükleyerek asansöre bindi . Odas ına girdiğinde, müdürlerin kendisini beklemekte olduğunu gördü. Sabah ı n yedisi olmam ı ştı daha. Hemen hemen tüm müdürleri masan ı n yöresinde yerlerini almışlard ı . Hatta daha geniş bir toplantı düzenlemişti . Rober. Müdürlerin ar­ kası nda, başka müdürler ayakta dikilmişlerdi. Selam vererek gird i . Yeri n e oturdu. Ortada dosya falan göremeyince yüzlerine baktı. Tü­ münde, korkunun, heyecan ı n doruklaşmış donukluğunu sezince, düşündü . Şirket batsa, bunların yüzleri ancak böyle olurdu. Gözlerin i kırpıştı rd ı . Rober, toplantının nedenini açıklamak istercesine söze girdi. 25 1


- Kablo Fabrikası nda yeni bir olay var efendim. Birlikte konuşup kararlaştı rmam ı z gerekli . izin verirseniz anlatay ı m . Baş ı n ı salladı Fehmi. Gözlerini Kablo Fabrikas ı n ı n müdürüne dikti . - Dün akşam, ikinci vardiya ile son vardiya birl eşip Müdür'e ülti matom vermişler. Araları ndan seçtikleri dokuz kişi ki , bunlar arası nda pirinci vardiyadan da temsilciler var­ mış, bugün akşama değin ücretlerine zam yap ı l mazsa, g reve gideceklerini söylemişler. Hemen konuşup yönümüzü çizmemiz gerekli . Çeşitli fabrikaları mızdaki işçi sayısı ikibini buluyor. Bir sıçrarsa bu dalga, sara halinde yay ı l ı r. Yeniden baş ı n ı salladı Fehmi, Rober, yutkunup sustu . - Dokuz kişi mi bu olayı yaratan ? - Fabrika Müdürüne bakıyordu. - Fazla oldukları n ı sanıyoruz efendim. - San ıyar musunuz? - Hayır . . . Otuz sekiz kişiyi buluyor. Bunlar sendikaya girmişler. Ötekileri de peşlerinden sürüklemişler. Bir pat­ lama biçimine büründü iş . . . - Peki anlaşıldı . . . O otuz sekiz kişiyi derhal kovun . . . - Ötekiler grev yapabilirler efendim. - Yapsınlar canı m efendi m . Kovun ... Olaylardan bizi hemen haberli kılın. Öteki fabrikalar tetikte dursun . Ge­ lişecek her şeyi anı nda öğrenmek istiyorum . Mösyö Şalom'la ilişkiniz hiç kesilmesin. Başını eğdi. Müdürler, biran önce görevlerinin başına ulaşmak ça­ basıyla acele acele çıktılar. Üçü başbaşa kal ınca, ikircikli konuştu Rober: - Dediklerini yapıp biraz yatıştırsaydı k . . . ·

252


- Bak R o be r - dedi Fehmi. - Suphi'nin sözünü ettiği delikanl ı vard ı hani, Sosyal i lişkiler uzman ı . Ben onunla ko­ nuştum uzun uzu n _ Anlattı bana. i şçi i lişkilerinde iki yol var­ m ı ş . Ya uzlaşma ki, yeni ye ni uzlaşmaları doğururmuş. Ya da ilk patlamayı ezme . . . Amerika'da, yapay patlamalar ya­ ratırmış patro nla r. Salt işçileri ezmek, uzlaşmayı zorlamak içi n . Biz bunları yapmaya zaman ayı ramad ı k. Şimdi ken­ diliği nden patlama noktasına gelmiş işçi . Üstelik yasa da yok ortal ı kta. Anayasa'ya dayanarak yapacaklar ne ya­ pacaklarsa. - Birden durak\ad ı . Sonra iç teletona uzandı . - Bana çabuk Kablo Fabrikasıy\a, stoklar müdürünü bağ­ l ay ı n , - dedi . Bekledi bir an. - Alo, elimizdeki kablo stoku isteklere ne kadar yeter? iyi. . . - Kapattı . . . Yeşil ışık ya­ n ı nca yeniden ald ı , - Alo! Kimsin? Ben Fehmi. .. Fehmi Çok ... Müdürünüze söyleyin , dediklerimi stokları taşıtmadan yapması n . . . Evet... Şimdi gelir neredeyse - Kapattı. - Bu da oldu . . Ne diyorduk? Biz de yard ı mcı oluruz işçinin pat­ lamasına. Hem ezeriz onları , hem korku salı p yasanın is­ tediğimiz gibi ve biran önce çı kmasını sağlarız. Basına haber sızdırın. iyi organize edilsin her şey ... Anladınız mı yapmak istediğimi? ikisi de hayranl ı kla, patronlarına baktılar. Delikani ıyı gö­ reve almışlar, ama olup biteni öğrenmek akı llarına gel­ memişti . Fehmi öyle duraklad ı klarını görünce, güldü . . . - Delikanlıdan dinlediklerimi, b i r d e dostlarımıza doğ­ rulattım . iyi incelem i ş konusunu. Ben böylesine severim. Rober, bu işte yardımcın ol olacak. Personel Müdürü yapın onu ... Organizasyonu iyi denetleyin. Becerirse, ileride çok işi mize yarar . Suphi sen de Valiyle bir konuş arkadaşı n ol,

.

253


duğunu söyl üyord u n . Emniyet Müdürünü ayarlay ı n . Eğer patiarsa bu iş, sendikaları n elini kol u n u baştan bağlarız. Ama, delikan l ı n ı n dediğine göre, yine de uzlaşmak zo­ ru nluymuş. Çünkü Fert Fab rika s ı n d a onlanlara biz da­ yanamayız. Ö neririm siz de bir d i nleyin o n u . Yararla­ n ı rsızın. Baskı öyle ağ ı rmış ki Fort'ta . . . Sonunda, işçiler y ı kıp, kı rmak noktasına gelmişler. Onlar makinaları n ı ken­ dileri yapı yor. Biz öyle değiliz. Hiç bir zaman o noktaya gö­ türmeyeceğiz işi . Neyse, delikanl ı bunu bir çözümlesin ba­ kal ı m da, gerisini birlikte düşünürüz. Üstlerinden bir yük kalkmı şcasına rahatladı lar. Telefonlar işlemeye başlamıştı bile. Hemen her yerden anında haberler geliyor. Öteki fab­ rikaların müdürleri , durumu dikkatle izlediklerini bil­ diriyorlard ı . Kablo Fabrikası n ı n müdürü telefon etti. Saat onbeşe değin düşünmek için izin istediğini. Bu arada depoyu bo­ şaltmaya başlad ı ğ ı n ı bildirdi. Suphi, yöneticileri görmek için arabasına binip gitti . Rober odas ı na giderken, kolundan tuttu Feh mi. .. - Benim odaya gidelim. Söyleyel i m . Suphi de oraya gelsin. Delikanl ı da. . . Birlikte izleyelim olayları . Tü­ mümüzün öğreneceği çok şey var. . . - Başüstüne Beyefendiciğim. Gazeteler, yepyeni bir haber kaynağı bulmuş olmanın sevinciyle, bang ı r bangı rdılar. Hemen hemen sözcük de­ ğişikliğiyle verdikleri haber ayn ıyd ı . "Kablo Fabrikası nda otuz sekiz işçi atıldı." "Kanunsuz grev yapmaya çalı şanlar, işlerinden oldular." 254


"işçileri temsil ettiğini ileri süren kendini bil mezler, ha­ kettikleri cezayı ald ılar. "Grev yasas ı n ı n çıkmas ı n ı beklemeden, greve kalkışan işçiler i şte çıkarı ldı ." "Kablo işçileri , öncülük yapıyor; Ücretlerine · zam ya­ p ı l mazsa, grev yapacakları n ı bildiren temsilciler, işten atıl­ d ı ." Haberler ve yorumlar birbirini izliyordu . Kimi işçileri kış­ kırtıyor. Kimi, yaptıkları nın yanlış olduğunu. Hemen uyuş­ maya gidip, arkadaşları n ı n işe al ı nmasına çal ışmaları nı öneriyord u . F e h m i elinde gazeteler, şi rket merkezine geldi. . . Yol bo­ yunca, başl ıklara bir göz atmışt ı . Sonra reklam sayfalarında önceden verilmiş gibi , kablo reklamları nı gördü. Merkeze gelip odas ına çıktığı nda, Suphi, Rober ve yeni Personel Müdürü Hai Cık'u bekler buldu. Rober, bir durum özeti yaptı ; - işçiler g reve gittiler efendim. Stoklar tümüyle elimizde kullanı l ı r biçimde. Birden siparişler artt ı . Hemen hemen eri­ meye yüz tuttu . Satışı durdural ı m m ı ? - Hayır. Karşılay ı n siparişleri . Sen d e n e var n e yok Suphi? - Her türlü yıkım varsayı m ı n ı önleyecekler. Emniyet Müdürü, belki grevi de kırarız, dedi. - iyi. .. Bekleyelim . . . Odaları na dağıldılar. Az sonra Rober, elinde bir mektupla geldi. - Kötü bir haber beyefendi. Çimento isteklerimiz geri çevrildi. - Geri mi çevrildi ? Nasıl? 255


- Genel Müdür, buyruğu, ismet Paşa'dan çıkartm ış . - Ya ! - ikinci b i r kötü haber daha var . . - Nedir? - i l hami Soysal adında bir gazeteci olayı öğrenmiş. Haber yap ı p yazmış. Hem de ad ı m ızı vererek. Bereket, patronu habere el koymuş. Haberi bize gönderecek. Biz de karşılğı n ı ödeyeceğiz bunun. - iyi - istersek gazeteciyi d e atacak. Ama, b e n razı olmad ı m . Sırası değil, diye düşündüm . Bilmem haksız m ıyı m? - Değilsin . Şimdilik yeni dertler açmal ıyım baş ı mıza. Gazeteler, özel görevlileriyle izliyorlar olay ı . Her biri, kendi tutumuna göre veriyor haberleri. "Kablo Fabrikası işçileri , istekleri yeri ne getirilinceye ve arkadaşları işe al ı n ı ncaya greve başladı lar." "Polis, greveilere sald ı rd ı . Üç kişi yaralandı , bir polisin başı yarıldı." "Grevciler çoluk çocuklarıyla fabrika kapısı nda nöbet tutuyorlar." Boy boy resimler. Kocaman kocaman harflerle, özel, genel haberler . . . V e işleyen telefonlar . . . Rober, gelip gidiyor .. - Beyefendi, işçiler, Kablo greveilerini desteklemek için yard ı m kampanyası açıyorlar. - B ı rakın açsınlar. . . - Beyefendi, aralarında para toplamaya başladı-lar. - iyi yapıyorlar . . . ..

.

...

.

256


- Beyefendi , po li s e direnmişler. Yaralananlar olmuş .. . - Bakın bu iyi . Polis, öç al maya kal karsa , daha da iyi .. . - Beyefendi, çoluk ç oc u k direnişe geçmişler. Polis'in g e rile di ği bildiri liyor. - Hükümeti n h aberi var m ı ? - Başbakan yard ı mcısı istanbul'a gelmiş. Olaya el koyup tarafları uzlaştı rmaya çal ışacakm ış. Fehmi k ı p ı rdand ı ye ri n de . - Tamam. B i rinci raundu kazandık. Suphi arabulucu gibi davransı n . Fabri ka müdürü diretsin. Onur sorunu yap­ s ı n bunu. - Başüstüne . . . - ikinci döneme giriyoruz. Gazetelerde yeni m anşetler; " Başbakan yard ı mcısı , sorunu kotarmaya, çal ıştıkları nı söylediler." "Dün il Merk e zi n de , altı saat süren bir toplantı yapıldı." - işçiler polisi, polis işçileri suçluyor." "Çal ışma Bakan ı , grev yasas ının öncelikle ko­ nuşuluncağ ı n ı açıklad ı . " "işçiler aralarında topladı kları yiyecek gereçlerini v e pa­ rayı greveilere dağıttılar." "Sendika önderleri, yasan ın gecikmesini kınadı lar." Tüm montaj ve ü retim ünitelerinin sahipleri korkunun tit­ reyişiyle, sarsıldılar. Öteki fabrikalardaki işçiler de kı­ p ı rdanmaya başlad ı lar. Çoğunluğu uzlaşma yolunu seçip bayram ikramiyesi örtüsü altı nda, işçilere para verdiler. Rober bu haberleri de iletti patronuna. Fehmi, ellerini oğuşturd u : 257


- Şimdi tü m ü n ü toplay ı n bir araya. Bu korku , onları bir­ leşti rir. Hemen b i r kurum meydana geti re l i m . Salt patronları istiyorum Rober ... Ü ç g ü n daha ayakta tutal ı m bu konuyu. Ve üç gün sonrası i ç i n , beni m tü m ü n ü toplantıya çağ ı rd ı ğ ı m ı bildirin. Ufaklarla işimiz yok. - Başüstü ne efendim. Toplantı n ı n yeri n i düşündünüz mü? - Evet. Boğaz'daki o restaurant'ı kapat ı n . - Anlad ı m efendim . . . - Temsilci istemediğimi beli rtmeyi u n u t ma . - Başüstü ne beyefendi. - Şu bizim delika n i ı y ı bana gönderin b a k a l ı m Haluk, masa n ı n tam karş ı s ı nda ayakta d u rd u . - Gel bakal ı m . Bu grev i ş i n i i y i çözül medik. Ş i m d i , üçün­ cü bölüme geçel i m . Ü ç gün daha konuyu ayakta tutup uz­ laşma buyruğ unu vereceğim Müdür'e ... Amerikal ı müdür, ço kt an raz ı . Bizimki tutuyor işi. Ortakları m ı z , bu konuda pek cesur değiller san ı r ı m . - Yabancı oldukları ndan çekiniyorlar. - Neyse bunları bı rakal ı m . Biz patronlarla anlaşmal ıyız. Yapacakları m ı z ı kararlaştı ral ı m . Edindiğim bilgiler senin kestirmelerini doğruluyor. Tüm ü korku içinde. San ı r ı m , çağ­ rıma uyacaklar. - Ben özellikle sizin başında bulunacağ ı m ı z bir kurul dü­ şündüm. Bunun görünür adı Ekonomik i nceleme Kurulu, olabilir. Asıl önemli olan, görünmeyen niteliğidir. An­ latm ışt ı m size. Amerika'da bir Özel Görüşme Komisyonu ol­ duğunu. Ve Amerikan sosyal , ekonomik ve siyasal po­ li t ikas ı n ı , o komisyonun üyelerinin düzenlediğini. .

258


- Benim niyeti m de bunu kurmak. Ne var ki , ara­ m ı zdaki rekabeti u n utmamak gerek. - Rekabet dayan ışmaya engel değildir. Genel planda, özellikle bu söylediklerimda birleşebilir. i ş alan ı nda re­ kabet sürdürü l ü r. -Korkarlar benden . San ı rlar ki , onları bir tuzağ ı n içine itiyoru m . - Ne var k i , işçilerden v e onları n politik davran ışı ndan daha çok korkarlar: - Biz de bunu kullanacağ ı z . U marı m , başarı rız. Gazino' n u n , garsonları n ı nöbetçi diktiği kap ıdan kuş uçurtulmuyor. Feh m i , kap ı n ı n ağzında, konuklar ı n ı kar­ ş ı l ıyor. Ve çağrı lanlar sona erince, işaret veriyor. Dış kapı kapanıp sokaktaki ı ş ı klar s ö nd ü rülüyo r . iki garso n , gelebilecek müşterileri , yer olmadığı ge­ rekçesiyle geri çevirmek amacıyla kap ı n ı n dışı nda bek­ liyorlar. Boğaz soğuğu, içleri n e işliyor. Beyaz ceketlerinde oynaşıyor Mart yeli. Ama, içerdeki müşteriler, işlerini bitirip gidinceye, burda beklemekle koşullanmışlar. Şef �:arson akı l eder, arada değiştirirse onları , ne mutlu. Fehmi, tüm salonu kaplayan "U" biçimindeki bir ma­ san ı n başına geçiyor. ilk servisler çoktan yapılmış. Ko­ nukları n ı süzüyor. - Baylar, - diye başlıyor. - Bizim bir araya gel­ memiz için, bazı olaylarla karşılaşmamız gerekiyormuş. S ı k ı nt ı l ı bir durumday ı z . Ama, eğer burdan umduğum so­ nuçları alarak ayı rl ı rsak bu sıkıntı ları kıvançla anım­ sayacağ ı m . - Kadehini kal-d ı rd ı . - Şimdi, onurunuza içi­ yoru m . Hoşgeldiniz. 259


Aralarında adı çevresinde masallar uydurulan, işa­ dam ı n ı i l k kez görenler vard ı . Olaylar konusunda ne gibi değerlendi rmeler yapacağ ı n ı merakla bekleye n , eski ta­ n ı ş l a rı vard ı . Ve kendileri n i , başarı n ı n çizgisini aş ma k üzere saya n , raki p l er vard ı . . T ü m ü , gözlerini Feh m i y e d i kmi şler, kon u ş mas ı n ı bekliyorlard ı . Ç o k be kle tmed i ; - Ben size baz ı olaylar analatacağ ı m . Sonra dü­ şünmek ve karar vermek için belli b i r zaman ayı racağız. Bir olayla karşılaştı k. Atlatılacaktı r. Zararsız atlatılması için de her türlü ön korunmaya başvu rulmuştur. Ancak, bu olay bize ders olmal ı d ı r. işçiler birlik olmaya baş­ lamı şlard ı r. Daha da sıkışacaktır birlikleri . Ve her birimiz, buna benzer patlamalarla karşı karşıyayız. Tek tek olursa patlamalar önemli değil. Devletin polisi vard ır, jandarması vard ı r. Yasaların d ışına çıkıld ı ğ ı nda, çıkanları n hakkında gelir. Ne var ki, şu anda işçiler Anayasa'ya da­ yan m aktad ı rlar. Eğer Anayasaya dayanmayı sürdürür ve de !Omü birden eyleme geçerse ! . . S ızlerini kesip, h e r birinin yüzüne baktı , etkisini an­ lamr K isterce. Kimi "Tanrı korusun" diyordu. Kimi, "Yıkar geçer her bi­ şeyi bunlar. Rusya'dan beter olur . . . " Hemen hemen tümünün yüreğine korku sald ı ğ ı ndan güvenl i , konuştu . - O zaman, engellemek, korkarım ki , devlet güçlerinin de elinden gelmeye. Üstelik, şimdi ismet Paşa' n ı n ba­ şı nda bulunduğu Atatürk'ün partisine bile solcuyuz de­ dirtebiliyor bu güç. Küçük, cılız da olsa, bir solcu partiyi yaşatabiliyor. Baş ı m ıza geleceklere d ikkati çekeri m . iş.

260

'


çilerin birleşmesi , daya n ı şmas ı , örgütlenmesi güçtür. Ne olsa, her biri bir ekmek kapısı bulmuş, köydeki yaşam ına göre uygarl ı ğ ı n ucundan kıyısından da olsa tad ı n ı almıştır. Cahil oldukları için, birlik anlayışına varmaları zaman ister. Biz öyle değiliz. Olamayız. Birleşmemiz, temel konularda birlikte davranmam ı z gerekir. Örneğin, vergiler sorununda. Yeni grev yasası sorununda . . . Hükümeti n tutu mu ve bize sağlayacağı destek konusunda. Dış ticaretin uy­ gulanmas ı nda. Sanayil eşmenin korunmasında. Yani ar­ kadaşları m , açık söylemek gerekirse, birleşip kuzuyu bo­ ğal ı m . Sonra, hangi parçayı hangimizin yiyeceğine karar vereli m . Ya da bunun için döğüşeli m . Ama, kuzuyu elde edemezsek düş için döğüşü rüz ki , bizlere yaraşmaz bu. B ı rakal ı m düş için elinde bir şey bulunmayan lar döğüşsün . Biliyoru m , önerileri m , h e m e n evden denilecek şeyler de­ ğildir. Her birinizin oturup düşünmesi , yarar ı n ı zararı nı he­ saplaması gereklidir. Eğer böyle bir birleşmeye yandaş çı­ karsanız, iki ay sonra, bug ü n , bu saatte burda toplanal ım. Gelmeyeni, bizim d üşüncemizde olmadığı için kınamayız. Yok kesin karş ı s ı ndaysanız, şimdi söylemenizde bir sa­ kı nca yoktur. Yal n ı z bir ricam olacak arkadaşlar. Surdaki her şeyi, yal n ı z biz bileceğiz. Ve bir örgütlenmenin ge­ reğine inanıyorsak, yal n ı z biz kuracağ ız. Ayrıca alt, yan ör­ gütlerimiz olacakt ı r. Benim sözünü ettiğim, o örgütlerin de nasıl davranacağı n ı kararlaştı racak yetkide bir birliktir. Biri , suskunluktan yararlanarak, kesik kesik m ı rıldand ı . - Bana kal ı rsa, bir gizli birlikten söz ediyor Fehmi Bey . . . Fehmi hemen duydu söyleneni. - Evet arkadaşlar. . . Bir gizli · birlikten söz ediyorum. 26 1


Bunun açık bir y a n ı olacak elbette. Bina kiralamak, bir takı m gösterişli toplantılar yapmak gibi . As ı l ödevi bizim toplantı ve kararları m ı z ı örtrnek olacak b u n l arı n . Hacı bey hemen baş ı n ı sallad ı . . Kade h ı n i mas ı n ı n üstü nde evirip çevird i kten sonra; - Ben y ı l lard ı r Fehmi Beyi örnek ald ı m . Tanrıma şü­ kürler olsun ki, örneğimin izinden gidip b aşard ı m . Şimdi deri m ki , dedikleri çok bir doğrudur. Sizin buraları yine bir bakı ma, polisin, jandarman ı n sözü n ü g eçi rd i ği bir yer­ lerd i r. Bizim güney ise, bi rkez k ı z ı ş ı rsa, yandığ ı m ı z ı n resmi. B e n oyalanmayal ı m , ve de zaman yitirmeyel i m , deri m . Düşü necek olanlar d a , karar verecek bulu nanlar d a burda. Patron ları m ı za götüreli m , ne derler diyecek k i ş i y o k aram ızda. Kural ı m F e h m i Beyi n d e d iğin i . Kendisinden d e rica edeli m , başka n l ı ğ ı n ı als ı n . Ne k i bu y u ru r , yeri ne ge­ tireli m , olsun bits i n . Hacıbey'in konuşmas ı n ı gülerek dinledi F e h m i . . . Sözünü bitirir bitirmez : - Ben d e herkese, Hacıbey'i örnek ald ı ğ ı m ı söylerdim. Kendisine teşekkür ederim. Önemli olan başkanl ık değil. Buyurdukları gibi, sağlam karar almak. Tez davranmaktır. Ben dediğimde direniyorum. i ki ay sonra, buraya gel­ meyen, birlik düşüncesine katılmıyor, demektir . . . Şimdilik unutal ı m bunu arkadaşlar . . . Yalnız lütfen not ediniz tari h i . .. Benim söylediklerim buydu. Gerisini gelecek top­ lantı mızda konuşuruz. Kadehler dikildi. Hava birden değişti . Fehmi'nin işareti üzerine, kapı ları kapayıp, mutfakta bi­ rikmiş olan garsonlar, ellerinde yeni yiyecek ve içeceklerle sökün ettiler. 262


Fehmi Çok, Hükümete kafa tutuyor.

ONALTI istanbul Ticaret Odas ı salonları nda bir büyük toplantı var. Odan ı n üyeleri , bakanlarla söyleşi içindeler. Her bakan, kendi bakan l ı ğ ı n ı n yapmayı düşündüğü konularda bilgi veriyor. Ve bakan l ı ğ ı n a ilişkin görüşleri dinliyor. Genellikle, Hükümetin oda üyelerine destek ve yar­ d ı m ı ndan söz ediliyor. Plan uygulamas ı n ı n karma eko­ nomi düzeninde her iki yana eşit olanaklar sağ­ layacağı ndan ... Eşit olanakları n . daha çok oda üyeiHri yararı na olduğundan, söz ediliyor. Maliye Bakanı dertli . Hükümet bunca geniş hoşgörü içinde davran ı rken, amansız bir vergi kaçakç ı l ığ ı n ı n alıp yürümesinden ya­ kı n ı yor. Verginin dargelirliler diye bilinen ücretli kit­ lesinde n , santi mine değin a l ı n masına karş ı n , tüccar ve sa­ nayicilerin hep zarar göstermesi , eşitlik ilkesini bozuyor. 263


Üstelik, kamu tasarrufları n ı n , kendi yarariarına iş­ leyeceğini bile bile vergi kaçı rmaları çileden çı karm ı ş Ma­ liye Bakan ı n ı . Kaçakç ı l ı ğ ı n ne yaralar açt ı ğ ı n ı uzun uzun anlatıyor. Oda üyeleri , hamurdanmaya başlad ı lar. N e demek istiyor bu adam? Gelmiş karş ı ları na, tü m ü n ü suçlayan bir ha­ vada , veryan s ı n ediyor. H ükümet, kendi dayanaklarından habersiz mi? Yoksa h abersiz olan salt bu bakan mı? Eğer, bunun görüşünde olanlar ağ ı r basacaklarsa, yakı n m a eyleme dö­ nüşebilir. Onlar, vergi kaçı rarak, sigorta primleri n i öde­ meyerek sağladı kları birikimleri yatı rıma dönüştürme ça­ bas ı ndalar. Şimdi bir baka n , bundan ötürü onları suçlamaya kalkarsa, Hükü metin tutumundan kuş­ kulan mak gerekir. Fehmi' n i n , en ön sı rada, tam baka n ı n karşısı nda ge­ l ecek biçiminde sessiz oturmas ı , tümünü kıpırtısız bı­ rakıyor. Bekliyorlar . . . Ve bekl edikl eri n i bil iyor Feh m i . . . Daha önceden, bugünkü toplantıya katı lacak ba­ kanların ki mliklerini ve özgeçmişleri n i rapor halinde sun­ muşlar. Maliye Bakan ı , şi mdiye deği n , hiç bir ç ı kar il iş­ kis'ne bulaşmamış. Salt okumak ve devletin çeşitli kaL'emelerinde görev yapmaktan öte silik bir kişiliği olan bir bilgi n . Baka n l ı kta, yeni dönemin kargaşas ı ndan ya­ rarlanan solcu gençlerin h azırlad ı ğ ı bilgilerle donatılmış bir rakam adam ı . Rakamları n göstergesi n i , sosyal iliş­ kileriyle hiç düşü n m üyor bel li ki . . . Bakan dediğin bi raz po­ litik niteliği olmal ı . Olmadı m ı , eli ndeki rakamları böyle ko­ nuşturur işte . . . 264


Kitlenin homurtusu, giderek bakan ı n konuşmas ı n ı bas­ t ı racak . . Zaten bitirmek üzere bakan . V e ard ı ndan karş ı l ı kl ı söy­ leşi başlayacak. Feh m i , bir yandan yatıştı rmak, bir yandan kışkı rlmak amacıyla, kendini hazırl ı yor. Vergi cezası , adam ı n ocağ ı na incir diker. Böyle bir ba­ kan ı n elinde de olursa, büsbütün güçleşir sorunlar. Çünkü, hangi yöne saldı rsan ız, bir duvarla karşılşırsınız. Bunun bilincinde Fehmi . Ve bir harekete girişmeyi ku­ ruyor. ismet Paşa, bunu özellikle göndermiş olmal ı . Destek arıyor. A m a desteğini, eski alışkanlığı üzere, korkutma üstüne kurmak istiyor. Bakın durumunuzu bi­ liyoruz. Bunu açı klamakta bir sakı nca görmüyoruz. Bizden desteğinizi esirgerseniz baş ı n ıza gelecekleri düşünün demek istiyor. Fehmi'nin anlaması yetmez mi? Kaç yıldır tan ı r o ismet Paşa'yı . . . Bir şeyi a n ı msatmak istemese, böyle bir bakan yollar m ı onları n toplantısına? Hem de özellikle, yükün ağ ı r ı n ı yükler mi adama? Yüklemez . . . Kimi nerde nasıl kullanacağ ı n ı çok iyi bilir. Bildiğinden de, bu adam ı gön­ dermiş işte. Gerilernek mi gerek, ilerlemek mi? Tüm sorun bu . . . ismet Paşa desteği kendi biçiminde arıyor. Onlar da kendi koşullarıyla vermel iler . . . Hemen hemen, burda neler olacağ ı n ı baştan kes­ tirmişti o. Toplantıdan önce yaptı kları özel söyleşide, hangi bakan ı n neler diyebileceği ni açıklam ı ştı. 265


Önderliğinde kurulan birlik, i l k kavgas ı n ı vermeli. Bu kavgadan güçlü çı karlarsa, kuruluşun nice yararl ı ol­ duğunu öteki arkadaşları da anlar . . . işte güçlerini isbatlama olanağ ı önlerine geld i . ismet Paşa'ya desteklerini b e l l i koşu llar öne sürerek, verirler. Bir kez bunu başard ı lar m ı , gerisi kendiliğinden gelir artık. Hükümetler, onların desteğini almaks ı z ı n iş yapmaya g i rişmezler. Eğer girişiderse H ü kü met ola­ m ıyacakları n ı bilirler. Madem korkuyla geliyorlar. Korkuyla gitmek gerekli. . . Bakan, sözlerini bitirdi. Fehmi de i l k deneme için kararı n ı vermişti . Oda yöneticisi: - Say ı n Baka n ı n konuşması konusunda soru sormak ya da düşüncesini belirtmek isteyen sayın üyelerimiz var m ı ? - dedi. Parmaklar kalkt ı . .. Yönetici, ilk s ı rayı Fehmi'ye verd i . Feh m i : - Sayın Bakan, konuşmas ı n ı n iskeleti ni b i z i suçlamak üzere kurmuş. - Derin bir soluk çıktı salondan. - Biz, bu ülkenin insanları olarak, gecesini gündüzüne kalıp yeni yeni yatırımlar, yeni yeni iş olanakları ve kalkın maya kat­ kıda bulunmak istiyoruz. Vergi sisteminin çapraşıkl ı ğ ı n ı n doğurduğu güçlüklerle uğraşıyoruz. Para ve kredi dar­ l ı ğ ı n ı n boğaz ı m ıza yapışan bir canavar gibi bizi yok et­ mesinin annac ı n a d i kiliyoruz. işçi istekleri nin durmadan artışı yan ı nda, satı nalma gücünün olanaklarına göre üre­ tim yapma s ı k ı ştırmasıyla uğraş ı yoruz. Elbette vergi ka­ ç ı rmayı hüner sayanlar da vard ı r. Biz bunların dav266


ranışiarı n ı onaylamad ı ğ ı m ı z ı apaçık söyledik. Kı nad ık böy­ leleri n i . Hatta belleğimda kal d ı ğ ı na göre hükü metle elbirliği yapmayı ön e rdik . Verg i kaçakç ı l ı ğ ı n ı alışkanl ı k haline ge­ tiren ü y e l e rim i z i odadan ç ıkaracağımızı açıkl a d ı k . Sanki bunlar yap ı l mamış gibi say ı n Bakanın tümümüzü vergi ka­ çakçı l ığıy l a suçlaması doğrusu şaş ı rttı beni. San ıyorum öteki arkadaşları m ı da . . . Çünkü bir ayırım beklerdim sayın bakandan. Her şey b i r yana salt geçen verg i döneminde onbeş m i lyon lira vergi ödemiş bir yurttaş olarak bunu is­ te m ek hakkı m d ı r sanıyorum . Bakan , gö zl erini k ı s m ı ş dinliyordu. Feh m i , dikdik yüzüne bakıyor. Her kelimesinin bir kur­ şun g ibi bağrına s api a n m as ı n ı istiyordu adam ı n . Ve tu­ tumu ndan a n l ı yo rdu ki , işi istediği noktaya g ötür m ekt edir. Çat ışm a kaçı n ı l m az. Bakan, bu sözlerin altı ndan kalkamaz . . . Politik kişiliği olma d ı ğ ı i ç i n , y a tümünü s uç l ayacak aç ık­ tan. Ya doğrudan Feh mi y e sa ldıra ca k . Zate n g i z li top­ lantılarında, b oy hedefi seçmişlerdi Mal iy e Baka n ı n ı . Tümü konuşman ı n nereye gittiğini bili y orl a r Bildikleri için de, toplantıdan habersiz olanları n, ikirciklikli kı­ p ı rdanmaları n a gülerek bakıyorlar. Ne iyi etmişti de, o bir­ liği k u rd u r muştu Fehmi . . . En büyüklerin, ard ı nda o lduğ u n u kendisiyle aynı ey­ lemin içinde bulunduğunu bilmenin rahatlığıyla söylüyor sözlerini. Bakan ikircikli . . . Böyle bir çıkış beklemi yo rd u. Elinde olmaksızın kıpırdand ı . Ve Feh-mi, sözünü bitiri r bi­ tirmez; - Evet say ı n Çok, - dedi . . . - Belki iyi ni yet li s i niz . Ve buyurduğunuz gibi, kişi olarak en y ü kse k verg iy i ödü.

.

'

..

.

,

267


yorsu nuz. Am<: , benim hesapları ma göre, yine de öde­ meniz gereken i n üçte birini ancak ödüyorsunuz . . . Bir ölüm sessizliği kaplad ı salonu . Sanki Oda'n ı n tüm tan ı n m ı ş kişileriyle, Hükümeti n beş bakanı yoktu da salonda, bir geceya rısı karı n l ı ğ ı n ı n koyu suskusu vard ı . Tüm başlar Fehmi'ye çevril mişti . Fehmi, suskuyu daha çok uzatmad ı . - Hesapları n ı z belki doğrudur. Ama, görüşünüz yan l ı ş say ı n Baka n . Hesapları bu görüş çerçevesinde yaptığ ı n ı z içi n , sonuçları n ı n doğruluğundan kuşkulanmak gerekir. - Sanm ıyorum efendim . . . Bakan diretiyord u . Fehmi içi n i ç i n gülüyord u . i stediği sonucu almışt ı . O d a üyeleri n i n gözleri önünde, Hükümet'le bir meydan savaş ı n ı n tohumları n ı atm ı ştı. Şimdi bi raz daha kışkı rısa baka n ı . i stediğini elde ede­ bilirdi . . . - Yeniden gözden geçirmenizde büyük yarar görüyoru m . Hesapları nızı değil, görüşü nüzü. - Ben hesapları gözden geçirmey i yeğleri m . - Sizin bileceğiniz iş beyefendi. . . Kalktı Bakan. Buncası fazlayd ı . Salonun ortasında yürüyüp ç ı kt ı . O d a üyeleri o giderken söyleniyorlard ı . "Daha so­ racakları mız vard ı ." "Ama n , bir şey öğrenemiyeceği-miz ortada." "Fehmi Beyefendiye teşekkür etmeliyiz. Tü­ mümüzün namusunu savundu." Bu kaynaşma , koalisyon ortağı bakanları n , gözü önün268


de oluyord u . Unutuluvermişlerd i . Ama onlar duru mdan kı­ vançl ı . Olup bitene bakıyorlard ı . Od a n ı n tüm üyeleri F e h m i ' n i n çevresinde topla n m ı ş , ki mi elini öpüyor. Kimi boynu n a sarı l m aya çal ı ş ıyorlard ı . Bakanlar, h i ç ses ç ı k arma d an onları öyle b ı rakıp, sa­ londan ç ı kt ı l a r . Bir koalisyon olan hükümette, Paşa' n ı n Partisini güç d u r u m a düşürecek kozları görmüşlerdi. Olup biteni başkalarına anlatı rlarsa, yeni bir güvence verirler iş adamları na. Hemen Fehmi Çok ile ilişki kurup neler istediğini öğrenmek gerekl i . Herkes onun sözüne bakıyor. Besbelli bu. Kimse Maliye Bakan ı n ı des­ teklemedi . .. Destekler m i ? Maliye Baka n ı , odadan ç ı ktığı gibi , Ankara'n ı n yolunu tutmuştu . Olup biteni, Başbakan'a bildi recek, buyruğunu yerine getirdiğini a n l atac a ktı Öteki bakanlar ise, Fehmi Çok'tan, görüşme isteğinde bulundular. N e var ki, şirket merkezinde, toplantıdan hemen sonra Avrupa'ya gittiği bildirildi. .

i smet Paşa, dikkatle dinledi Maliye Bakanı nı. Tüm anlatt ı kları bitince. sırtını sığazlad ı . - Teşekkür ederi m , - dedi. - Hükümelimize v e par­ timize büyük hizmette bulundunuz .. Şimdi gidiniz. Ça­ l ışmaları n ıza gönül rahatl ığı ile devam ediniz . . . Başbakan onu desteklemişti . . . Bakanl ığına gider gitmez, vergi uzmanların ı eyleme ge­ · çirmek amacıyla . ç ı ktı başbakanlı ktan . . . Paşa ise ellerin i oğuşturuyord u . 269


Yeni b i r koalisyon kurulması gerekiyord u . Ortağ ı n ı n içindeki çekişmeler, alabi ldiğine zayıflat m ı ştı i ktidarı . Ü s­ tel i k , üstüste patlayan askerlerin ç ı k ı ş ı dengeyi bozmuştu . Bu bozukluk giderilmeli. Daha sağlam hükü met etme n i n çareleri aran m a l ı yd ı . "Bizim partiyle öteki küçük partileri b i r ortal ı kta b i r­ leşti rmek gerekl i . Şimdiki o rtağ ı m ı m u halefete itersem , küçük parti ler dehge uns u ru olabilir. Ortağ ı m , mu halefete geçmek istiyor. Orda tutabi l i rsem o n u , y ı p rat ı rı m . Öte­ kilerin i ktidar o l maktan elde edecekl eri güç, taba n ı nda kaymalar yaratabilir. Yeni b i r şaşk ı n l ığa sürükleyebiliriz kitleyi . O zaman , gelecek seçimde yeniden işbaşı nda kal­ mamız işten değildir. Küçükleri yönetmek, büyüğünkinden güçtür. Biliri m . Ama, karş ı l arında denge unsuru olabilecek bir güç görmezlerse, bizi tümden zorlayabilirler. Ver­ meyeceğim ödünl eri isterler. Böyle bir oyun , belki onları tuşa getirir. Maliye Bakan ı n ı n ç ı k ı ş ı işadamiarı n ı kay­ naşt ı r m ı şt ı r. Bunu öteki partin i n bakanları da görd ü . . . Hemen aykı r ı l ı k çı karmaya çalışacaklard ı r. i şadamları n a güvence vermek amacıyla, bize çatacaklard ı r. B e n or­ takl ı ğ ı bozar, yeni bir ortakl ı kta, Maliye Bakan ı n ı har­ carsam , onlardan daha sağlam güvence vermiş oluru m . Çünkü nasılsa iktidara karşı çı kamazlar daha. Elimizdeler. Belli bir pazarl ı kta boyu n eğer, destekleri ni getirirler. Onlar destekleri n i getirdiklerinde de ben yönetimi sürdürü rü m." Başbaka n ı n san ı ları gerçekleşti . . . Fehmi'nin de . . . Bakanlar, onun hemen Avrupa'ya gittiği ni öğrenince, ötekilerle ilişki arad ı lar. Ve böyle hükümet olmaz, dü­ şüncesini kaptıkları gibi, başkanları n ı n yan ı nda aldılar so270


l u ğ u . Başbakandan önce, kendi yönetim kurullarında du­ ru m u sapktay ı p , ortakl ı ktan ayrı l m a kararı n ı sundul ar. Ö zledikleri m u halefete kavuşuyorl ard ı . Askerlerin ç ı k ı şları n ı i smet Paşa'ya ezd i rm işlerdi. Art ı k açık alanda, i stedikleri g i b i davranabi leceklerdi. Yeni b i r ortakl ı k ku rul d u Ve yeni Maliye Bakan ı , her türlü vergi araştı rmas ı n ı durdurd u . .

· Feh m i , kavgası ndan güçlü çı kman ı n yetkisiyle topl ad ı ark adaş l a r ı n ı . Şimdi, Ekonomik Araştı rmalar Kurul u' nun bir koca bi­ nayı ka pl aya n büroları, salonları vard ı . i stanbul'un en lüks otellerinde çeşitli tartı ş m a l ar düzenliyor. Geniş salonunda açık toplantılar yapıyordu. Ama, deniz gören, bir küçük salon vard ı ki , oraya salt üyeler girebiliyorlard ı . Kurulun Müdürü, başka n l ı k ett iğ i odacılara temizletiyor. Do­ laplarına içkiler, çerezler konulup, her zaman ioplantıya haz ı r tutuluyord u . Odacı ları n , müdürden habersiz bu salona girmeleri ya­ sakl ı . Ö zel toplantılar burada yap ı l ı rd ı . Feh mi, öteki büyük patronları d a burada topladıktan sonra; - Birliğimizin ilk başarı s ı n ı gördük arkadaşlar. Bir hü­ kümeti devirdik. Ve bizi h ı rsızlıkla suçlayan bir Maliye Ba­ kanı n ı değiştirtt i k. Bunu iyi ve yerinde kullanmak zo­ runluluktur. Bir s ü re sessiz kalmakta yarar var. Şimdilik başka kuru mlarla uğraşal ı m . Ö rneğin, basın konusundaki düşünceleri mizi öğrenmek isterim . 27 1


T ü m ü Fehmi'nin yüzüne bakıp kal d ı lar. Kurumlar, ku­ ru mlararası il işkiler üzerinde durmamışlard ı . H ü kümet ko­ nusu ndaki davranı şlarıyla b i ran güçleri n i anlam ışlar. Son ra b u gücün korkusuna kap ı l m ı şlard ı . Ama, Fehmi durmaks ı z ı n ilerlemeyi önerince, şaşkı nlaştı lar. Reşat Bey, h ı z l ı bir at ı l ı m ı n önderleri ndendi. K ı sa sürede, ilaç ve seramik sanayiini eli nde toplam ış, bu dalları n tek büyük firması olduğu n u herkese kabul et­ tirmişti. Fehmi'nin sorusuna yanıt gelmeyince, baş ı n ı kald ı rd ı . - B e n i m bu konudaki düşüncelerim şunlar efendim. Kabul etmek gerekir ki, bas ı n , kamuoyu yaratılması nda önemli bir görev yapar. Dağ ı n ı kl ı k , bağ ı msızl ı k ve fikir öz­ gürlüğünü korursa, teh l i keli olabilir. Nitekim , Maliye Ba­ kan ı , olayı nda, bizi kınayanlar, kaçakçı olduğumuzu söy­ leyenler ç ı ktı . Bunları susturmak gerekli. Yalnız, Anayasa fiki r özgürlüğünü alabildiğine geniş tuttu. Susturma n ı n yol­ ları n ı , niteliğini ve sonuçları n ı iyice düşünmemiz gerekli. Fehmi gülerek baktı Reşat Beye . . . - Ç o k doğru buyurdunuz. Bas ı n desteğimiz olmal ı . B enim bu konuda, iyice yetişmiş uzmaniarım var. Şimdiye değin söyledikleri hep gerçekleşti . Salt bu uzmaniaris ye­ tinmedim. Bunu da belirteyim . Avrupa'daki Amerika'daki ortaklarımızia konuştum. Tümünün fikrini aldım. Sizler de konuşun, görüşün . Gelecek toplantıda da bu sorunu çö­ zümleyelim. Hacıbey ötekilere söz bı rakmadan parladı . - Geleceğe bı rakmayal ı m beyefendi. Bence, ayk ı rı kalemleri hemen susturmak gerekli. Patronlara söyleriz. Susturmadılar mı, sat ı n al ı rız gazetelerini ve kovarız ya­ zan ı . Biraz aç kal ı rlarsa, buru nları sürter. .. 272


Reşat Bey, Hac ı B ey'in pratik çözü müne katı l m ad ı . - Fıkir özgürlüğünü örselemek bize de zarar verebilir. H e m i n a n m ı şlar, kolay teslim olmazlar. Ne yapıp edip, Ku­ r u c u Meclisten bir yasa çıkard ı lar. Büyük tazminatlar alı­ yorlarm ı ş kovuldukları nda. Ge-çen g ün gazete pat­ ronlarından biriyle k o n u ş u y o rd u k Bu ndan dertli adam. K ı yt ı rı k, muhab i rlerimi bile kovamaz oldum, diyor. Her bi­ rine yirmibi n , otuzbi n l i ra tazmi n atları n ı da ödersek kor­ karı m bir l e şi rler . Görüyorsunuz, sol önem kazanmaya başladı . Anayasan ı n boşluklarından yararlanan kalemler, işi o yöne döktükçe, g azeteleri rı sürümü arttı . Bir mal ki çok sat ı l ı r, isterse fikir olsun bu, sermayenin yönü ona dö­ nüktür. Bu nedenle, b i z i m başka y ö n te mler bulmamız ge­ rekiyor. Feh m i , Reşat' ı n akl ı n ı konuştu rmas ı ndan sevi nçl i , ye­ niden aldı k on u ş m ay ı . - Ben de Reşat Beyefendiye kat ı l ı rı m . Çok güzel ko­ n u ştular. Gazeteleri sat ı n a l ı p gazeteci kovmak yerine, ga­ zetelerin can damarı n ı eli mize geçirmeyi yeğleri m. Böy­ lelikle bağ ı msız görüşleri altında daha kolay etkilerler kamuoyunu . B u konuda tam hazı rl ı k yapmadan ko­ n uşmayı doğru bulmam. Bundan başka çok önemli bir so­ runla karşı karşıyay ı z . Biliyorsunuz. Planl amadan bu yana, s ı naileşma d iye bir söz tutturuldu. Ü stelik bunun ge­ rekliliğine de i n a n ı yoruz. Sıkıntılar, ticareti engelliyor. Ama, s ı naileşmeda yöntem zorunluluğu var. Biz şimdiye değin , işi temsilcilik olarak aldık. Biraz daha derine ine­ biliriz. Montaj sıçramas ı n ı yapmal ı , bunu geliştirmeliyiz. Avrupa şirketleri çok olumlu öneriler getiriyor. Zaten ço­ ğunlu-ğumuz, çoğunlukl a Avrupa şirketleri n i n temsilcisi. .

273


Bu kon ularda türnümüzün haz ı rl ı ğ ı vard ı r kuşkusuz. Ama, üzeri nde yoğunlaşman ı n zoru n l u k olduğunu kabul eder­ siniz. Hemen tartı şmaya girmek, nasılsa ertelenecek bir toplatıda zaman yitirmek olur. Dilerseniz, bir ayl ı k bir süre tanıyal ı m kendimize. Bu arada, gerekli hesapları yapal ı m . Gelecek toplant ı m ızda, kesin b i r karara varı p bundan son­ raki davra n ı şları m ı z ı s ap tayal ı m . Yepyeni b i r soru nla karşı laşm ı şların boyun eğmesiyle onaylad ılar önerisi ni. B i r ay sonra topla n ı l mak üzere, d a ğ ı ldılar ,

.

Rober ve S up h i yi karş sına oturtup sigara verdi Feh m i . H i ç oyalan madan : S izinle kon uşup kesin bir karara varm a m ız gerekl i , - d e d i . . . - Bir a y sonra i nceleme Kurulu· topl a-nacak. Orda, gelecekti d avranışları m ı z ı saptayaca-ğız. Biz tü­ mü nden h az ı rl ı kl ı olmak zorundayız. Bir yol ayrı mına gel­ dik dayandık. Avrupa, iyice bası nçta. Lort şirketi , işi uza­ tıyor. Oysa Almanlar hemen otobüs montaj ı n ı veriverdiler Adanalı lara. Japonlar minibüste, halyanlar traktörde bize ayn ı kolayl ığı gösterdiler. Ben öyle anlıyorum ki, Amerika bizi gözden ç ı kard ı . Küba olayı ndan sonra, ya Rusları n egemenlik bölgesi nde bı rakt ı . .. Ya mangala maşa arıyor. Daha önce, binek otomobili önerimizi büyük bir tutkuyla karşılamışlard ı . Hem de Merkez ... Sonra , bizi Avrupada'ki ortakl ı klarına aktardılar. i talyanlar, ayn ı konuda Maki na Kimya ile anlaşmak istiyorlarmış. Bizim fikrimizi so­ ruyolar. Biliyorsunuz, Türkiye genel temsilcileri biziz. Ku­ ruldaki arkadaşların çoğ u , genellikle Avrupa sermayesin i n temsilcileri. Gerçi, t a m sayılmazlar. Adam, bir yandan '

,

-

274


Alman otobüsü monte ederken, öte yandan Amerikan ga­ zozu şişeliyor. Ne var ki , Reşat Beyi n i l açları nda ağı rl ı k Avrupada. Mensucatçılar ise. çoktan Avrupa yan ı n ı tu­ tuyorlar. Avrupa sermayesi de gerçekten ağ ız su­ landı racak paylar sun unca, korkarı m , Amerikal ıların bu tu­ tumları na eş olarak, Avrupa yandaşl ığı ağ ı r basacak. bunları saptay ı p gelecekteki siyasal olayları n dü­ zenlenmesine girmemiz gerekl i . Yoksa tirenieri kaçırırız. Amerikalı lar, bize temsilcilik verip çok karl ı yatırımlarda sı­ naileşerek, ortalıklar kurmakla yetindiler. Avrupal ı lar. kamu kuruluşlarına yönelebilir. i talyanları n , Makina Kim­ yaya yönelmesi, bir uyarı olmalı bizim içi n . Tam bir yol ayı­ rı m ı n ı n ağzı ndayız, şu 1 964 y ı l ı n ı n ortasında. Ü stelik gel­ cek yıl seçimler var. Ö rgütlerimiz iyi işliyor. Bu seçimler, bir deney olacak bizim için. Şimdi bana fikirlerinizi söy­ leyin . Tartışal ı m . Ö nce biz bir karara varal ı m ki, toplantıda ötekileri yöneltebilel i m . Rober, başıyla Suphi'yi gösterdi. Onun konuşmas ı n ı istediğini beli rtti. Suphi patronu n u n gözlerine baktı . Konuşmaya başladı , izin aldı ktan sonra. - Ö ncelikle bir genel tahlil yapmal ıyız efendim. Bu­ yurduğunuz gibi, Amerika, bizi Avrupa'ya bağlamak ni­ yeti nde san ı yorum ben de ... Eskiden, istekleri mizde geniş krediler açıyorlard ı . Birden döviz aklar ımından sözetmeye başladı lar. San ı yoru m , Vietnam savaş ı n ı n yükünü sezinler oldular. Petrol şirketleri , ülkemizde açtıkları kuyuları kö­ reltiyorlar .. Bunlar bir biri ktirim isteği olabileceği gibi, bir gözden ç ı karma da olabilir. Bir deneme yapı labilir durumu ayd ı n l ı k görmek için. Biz, hemen hemen yüz yabancı şir275


ket i n temsilcisiyiz. Son zamanlard a , Avrupa ş i rketleri n i n işlerinde b ü y ü k bir ağ ı rl ı k sezd i m b e n . Ü stelik b u ­ yurduğunuz g b i , binek otomobili yap ı m ı nda, i ngiliz v e Alman'ların çoğunlukta bulunduğu şi rketlerini gösterdiler bize. Anlaşmaları yaptık. Daha ö n c e , yerl i marka koy­ mam ı za izin vermiyorlard ı . Avrupa şi rketleri hemen razı oldular buna. Ü stelik montaj ı n ana maddesi ni hep ken­ d i l erinden almak kaydiyle, salt ken d i firmamız ad ı n a monte etmemizi de kabullendiler. B i z Amerikal ılardan ko­ pamad ı ğ ı m ı z için otobüs montaj ı n ı kapt ı rd ı k . Minibüs işin­ de de az daha atlayacaktık. Bereket Japonlar, acenteleri olduğumuz için ilk bize açtılar düşü nceleri n i . Mahir Beyin de çabaları ve katkısı oldu bu işte ... Ü stelik, mensucat ba­ k ı m ı ndan en büyük üreti m ü n itelerinden birine sahibiz. Ve Avrupal ı lar, malları mızı alabi l i rler. Bizim bu konuda Ame­ rika ile rekabetimiz söz konusu olamaz. Avrupa, ham­ maddeyi bizden alıp, pahalı emekle ü rettiği içi n , bizim fi­ atlarımızla başa ç ı kamaz. Daha şimdiden, Ortakpazar ülkeleri, kendi araları nda belli g ü mrük i ndirimleri yap­ m ışl arken bile, bizim fiatları m ı z onları n ki nden ucuz. i kili kazanma olanaklar ı m ı z var, Avrupa ile bütünleşirsek. Ay­ rıca, turizm endüstrisini geliştirebiliriz. Zaten planlama da bu konu üstünde çok duruyor. Epeyce arsa kapattık ön­ ceden. Avrupal ı l arı , Amerikal ı lardan daha kolay çekeriz, ülkemize. Şimdiden salt Almanya'da elli bin işçi miz var. Avrupa'da yüz bini geçtiği söyl en iyor. On yıl sonra bu ra­ kam ı n bir milyon olmasından söz edil iyor. Bu durum da, Avrupa yararına bir etki olanağ ı d ı r. Birikimler, Hü­ kümetimiz üzeri ndeki Avrupa baskıs ı n ı artt ı racaktır. Bizim işçiler genellikle, kendi yiyeceklerine alıştıkları içi n , ge276


lecekte büyük bir pazar meydana geti receklerdir. Yine et­ kili bir duru m l a karşı karşıyay ı z . . . Siz Amerika' n ı n Küba olayı ndan sonra bizi bı rakmaya niyetli olduğundan kuş­ kul uysa n ı z , Avrupa'ya yasl anmam ı z gereki r. Bir yanda N ato bir yanda Cente ve askeri yard ı m gerçekleriyle bizi bağlamışken, kolay kolay Rusya'ya yönelemeyeceğimizi iyi bilir. Ü stelik nası lsa, Av ; upa da bizim sı naileşmemizi is­ temez. Yine montaila yeti nmemizden yana olur. Ancak, tam anlamıyla Rusya'ya dayanan bir kapalı ekonomiye gi­ resek ağ ı r sanayie yönelebiliriz biz. Ya da bağ ı msız bile olsa, tam devletçi bir kapal ı ekonomi ile . . . Her ikisi de dev­ rimsiz olmaz... Bunca güç çatışması arasında kısa dö­ nemde bir devrim de olmaz. En solcu parti bile, par­ lamento yan l ı s ı . Demokratik bir güç olma çabası nda. Ü stelik i şçi Partisinin i ktidar olma olası l ı ğ ı hiç yalı. ... Biraz i smet Paşa'yı k ı p ı rdattılar o kadar. i ki askeri ayaklanma, bast ı r ı l d ı iki yıl içinde. Bundan sonra, yenilerinin olması da düşünülemez. Ancak, sekiz on yıl sonra, belki yeni kı­ p ı rdanışlar olur. D u rumu iyi saptarsak, onları n da hak­ kı ndan geliriz. O zaman, önümüzdeki yol ayı rımı Amerika ve Avrupa aras ı nda bir seçi m yapmakta toplanıyor. Bence hemen genel ciromuz içinde Avrupa'nın payr ile Ame­ rika' n ı n pay ı n ı ç ı kartmal ıyız. Bunun gelecek on yıl içindeki gelişmeleri n i hesapiayıp ona göre bir karara varmalıyız ki sonuçları n ı düzenleyebilelim. Yoksa siyasal bir seçim, bizi yan ı ltalbilir. Rober'e baktı Fehmi ... Rober, hiç sesin i çıkarmadan ikisini de dinlemişti . Pat­ ronun kendisine baktığ ı n ı görünce, yaprak sigarası ndan derin bir nefes aldı . 277


- Suphi hakl ı efen d i m , - dedi. - Ö nce ekonomik se­ çimi m izi yapmal ıyız. O konuşurken , ben ciromuzu şöyle bir tarad ı m akl ı mda. Biz otuz kalem A merika n , yetmiş kalem Avrupa ve Japonya m al ı n ı n temsilcisiyiz . Montajla birlikte, temsilcilik olanakları kısıtlanıyor. Meğer ki , montaj ı salt bizim şi rketlerin mallarıyla yaps ı n l ar. Ö rneğin , Alman şi rketi, otobüs montaj ı n ı yapt ı rı nca, otobüslerden gelen prim azal d ı . Bunun karşı l ı ğ ı nda, Almanların temsilcisi n i n , b i z i m m i nibüsler yüzünden temsilcilik p r i m i hemen hemen kal m ad ı . Şimdi bir de binek otomobili montaj ı başlı yor. Hayd i , ister Avrupa şirketleri olsun , isterse merkez Lort montaj ı n ı biz yapacağ ı mızdan, bir şey yitirmeyeceğiz. Ama, biliyorsunuz, montajla birlikte ithal yasağı başlıyor. Salt bu bile, büyük ölçüde piri mlerimizi düşürebilir. Gerçi, yabancı şi rketler, hammadeyle yap ı l m as ı n ı , ayn ı fiata ve­ riyorlar. Ama yasak, primleri yine de sarsabilir. Tem­ silcilikten elde ettiklerimizi bir hesaplarsak, şimdiye değin Amerikan malları n ı n , birim değerleri yüksek olduğundan, otuz kalem, öteki yetmiş kaleme bedeldi. Şöyle ki, Alman büro araçları n ı n beş kaleminin bir yıllık cirosunu Amerikan arabalar ı n ı n bir ayl ı k ci rosu karş ılayıveriyordu. Ne var ki, şimdi minibüste J aponlarla, binek arabası ndan da Av­ rupada'ki Amerikan şirketleriyle anlaştı k. Salt bu iki kalem, Amerikan ortakl ığı ne kadar olursa olsun , yönetim Av­ rupal ı larda olduğuna göre, tüm ciromuzun dörtt e üçünü meydana getiriverecek. Şimdilik, yı lda dörtyüz milyon lira ciro ediyoruz. Bir kamyon montaj ı nda Amerikalllara da­ yan ı yor olacağız, birim değeri bakı m ı ndan. Keşke otobüs montaj ı n ı kaçı rmasayd ı k. Kaçtı bir kez ... Çünkü efendi m , b i r otobüs, bugünkü fiatlarıyla, üçyüzelli b i n lira. Bir kam278


yon ise, yetmiş bin_ Adamlar bi r otobüs sattıklarında, bizim beş kamyon satmam ı z g erekl i . Birim değeri nin yük­ sekliği böyle bir h ı z kazand ı rı veriyor. Ö nümüzdeki on yıl içinde ciromuz bir milyar lirayı çok aşar. Ben beş y ılda hedef görüyo rum bu rakam ı . E l bette bi nek arabaları , mi­ nibüs montaj ı n ı n da katkı sıyla. O zaman, birden genel ciro içindeki Amerikan malları n ı n oran ı , yüzde yirmi, hatta ona düşebilir. Rakamsal bir değerlendirme yapacak olur­ sak, yüzde doksan Avrupa'ya dayan d ı k zaten . Şimdi i laı­ yanları n önerisi var. Bizim yerli arabadan sonra bunlarla ortak olabiliriz. Ard ı ndan, bir sorun daha var. Ordu Yar­ d ı mlaşma. Fransızlardan öneri al m ı ş . Bunun engellemesi gerek. Sizi n , Ord u Yard ı mlaşma n ı n yönetim kuruluna girip ağ ı rl ı ğ ı n ı z l a pazarl ı ğ ı savsatmanız, er� azından mümkün olduğunca uzatman ı z bir zorunluluk. Amerikalılar, bizi çok sallad ılar. Ancak, 67'1erde üretime geçebiliriz. O da çok sıkı bir çal ı ş m ayla. Ordu Yard ı mlaşmanın elinde büyük paralar var. B u n u otomotiv endüstrisine yatırd ı ğ ı nda kısa zamanda ü reti me geçebi lir. Çünkü Fransızlar da acele ediyorlarm ı ş . Böyle bir çatışma ortası ndayız. i lkin se­ çimimizi yapal ı m . Sonra siyasal etkenler üstü nde dururuz. Fehmi, müdürlerinin durumu apayd ı n l r k gösterme­ sinden, b i rbi ri ni tamamlar konuşmalarından kıvançlı be­ ğeniyle bakt ı . - Öyleyse Avrupa sermayesi ne dayanmak konusunda oy kullan ı yorsunuz? - Bence doğrusu budur, - dedi Rober. Suph i ; - Bence de, - diye atı ld ı . 2 79


- Ş i m d i de . b u n u n gelecekteki siyasal sonuçları n ı bir d ü ş ü neli m . Yeniden Suphi 'ye bakt ı . - S i z i n buyurduğunuza göre, Amerika bizi gözden ç ı ­ kard ıysa, boşu boşu na yap ı ş ı yoruz demektir. Nasılsa as­ kersel bakı mdan bağ ı m l ı y ı z . Ne var ki , s i l keleyip atıveren Am erika, bir gün askersel bakımdan d a aynı oyu n u oynar. Bir yere dayanmak zoru n l u l u ğ u , bizi Avrupa' n ı n yan ı n a iti­ yor. H ü k ü m etler de bu gereği anlarlar. i l k Ortak Pazar'a giri l mesi nde kesi nlikle ç ı kar gördüğüm üze göre. zor­ lamalıyız i smet Paşa'y ı . .. Yal n ı z bir iç zorlama yeterli de­ ğ i l d i r, onu isted iğimiz yere getirebilmek içi n . D i rencini en iyi siz b i l i rsiniz efendi m . D i renci ni k ı rma n ı n m ü mkünsüz olduğunu da ... Bir d_eneme yapar, bir d ı ş baskı yaratırız. Ben i m akl ı m a , Kı �i s soru n u geliyor. Bas ı n bu konuyu alevlendirir. O arada, i ngilizler adada bir karı ş ı k l ı k çı­ karırsa, i smet Paşa eyleme geçirilebilir. Amerika bu ey­ leme izin vermez. Y u n anistan kanal ıyla, Ada'yı Or­ tadoğu'ya, daha doğrusu i srail'e üs haline getirmek istiyor. Ve bizim yat ı r ı m istekleri mizi savsarken , i s rail'de üsteli k montaj değ i l , düpedüz motor fabrikası kuruyor. Bu d a gös­ teriyor ki , i srai l'in kesi n yerleşmesi ve tutunmasında gö­ rüyor, petrol geleceğ i n i . Bizi b ı rakmas ı nda bunun etkisi de olabilir. Her neyse, Amerika i smet Paşa'ya karş ı ç ı kı nca, Avrupa'ya yanaşacakt ı r. Bunun bedel i de Ortakpazar an­ laşmas ı n ı i mzalaması olacaktır. Ne var ki, Amerika bunu yan ı na komaz i smet Paşa' n ı n . Düşürür o ' n u . Ve i smet Paşa' n ı n yeri ne gelecek, Amerika ile anlaşmak zoru nda kalacağ ından. Ortakpazar anlaşması savsanabilir. Ame­ rika Rusya yakı niaşmas ı gerçekleşirse, belki o zaman 280


kolay olur bizim Avrupa yan ı n a geçmemiz. Ama. ol mazsa, nas ı l karşı ç ı kı l ı r, bunu bilemiyorum ben . . Rober, kendil iği nden girdi söze. - Bence de, durum bu n oktada karı ş ı k . Gerçekten i smet Paşa ile Amerika'yı karş ı karşıya geti rmek öylesine güç değiL Ondan sonrası nda ne yapabiliriz? Bunu çöz­ mek gerekli . i smet Paşa, kendi partisinin gücüyle iktidar olsa, sorun yok. Ne yapar eder, direnir ve kazanır. Şimdi türlü gibi b i r o rtakl ı ğ ı n başı nda bulunuyor. Ü stelik, mu­ halefette de, gerçekten güçlü bir rakibi var. Burda sap­ tayacağ ı m ı z karar, bana öyle gel i r ki , seçimlerdeki tu­ t u m u m uzu d a etkileyecek. Hangi partiyi tutacağ ız? Bu seçi mler, bizim için en büyük deney olacak. Bizim ör­ gütlen-memiz tamam. Buyruğunuz üzeri ne, hemen hemen köylere değin g i rdik. Temsilcilerimiz, sizin bir işaretinize bakıyorlar. Hangi parti nin desteklenmesini istiyorsan ız, tüm ağ ı rl ı kları n ı o yöne verecekler. Taksiiçiliğin bunda büyük yararı ol uyor. Midelerinden bağlad ık, bu­ y u rduğunuz gibi. Bu nedenle, ilk işimiz gelecek olan ı n ye­ niden Amerika'ya dönmesini ö nlemek zorundayız. i şlerin b i r noktada düğümlenmesi harekete geçirdi Fehmi'yL .. i ki Müdürü de, kendi düşünceleri n i , daha bir geniş ve sağlam yorumluyorlard ı . Y ı llard ı r en sakl ı gizleri birlikte çözmüş olman ı n al ışkan l ı ğ ıyla, patronları n ı n aklı ndan ge­ çenleri, ı ş ı ğ ı n altına tutup, ayd ı nlatıyorlard ı . Düşünceleri n i , m ikroskoptan seyreder g i b i geliyor onlar konuşurken. Düğüm noktas ı n a geldiler işte . . Hafifçe baş ı n ı kaldı rd ı . - Ç o k önemli bir noktaya parmak bastınız. i smet 28 1


Paşa'yı d ü ş ü r ü p , yerine kendi adamları n ı geti recekti r. Amerika . Kimi getireb i l i r? Bizim bunda katk ı m ı z ne ola­ bilir? Bunları sonra araştırırız. U n utmay ı n , örgütle n memiz tama olduğuna göre, bizim d e pazarl ı k gücümüz var. B u n u bir ölçüde i smet Paşa'ya bile söktü rdüğümüze göre, karşısı ndakilere haydi haydi söktürürüz. Madem sorunu d ı ş baskıdan aldık, d ı ş baskıdan sürdürel i m . Bizim ş i m­ dilik, üç y ı l l ı k boş zaman ı m ı z var. Yani, kendimizin Ame­ rika'dan Avrupa'ya dönebilmemiz için bir zaman gerekl i . Bu üç y ı l içinde Avrupa'daki işçilerimizin sayı s ı , ikiyüz bini bulur. Bunların biriki mleri, parasal birikimi b ı rak ı n ı z , yoğ u n e m e k birikimi nedeniyle, tehdit aracı o l m a birikimleri, epeyce güçlü olur. Bir Avrupa hükü meti , işçilerimizi geri gönderiyorum dese, bizimkileri n paçası tutuşur. Ayrıca, bir anlaşman ı n ard ı ndan kredi gelir. Yard ı m gelir. Biz Av­ rupal ı ortakları m ı z ı , baskı yapmaya hazı rlarsak, hü­ kümetl eri n baskı s ı n ı da haz ı rlam ı ş oluruz. Buyurduğunuz gibi seçim gücünü de pazarl ı k masas ı n a otu rttu k m u , ağ ı r­ l ı ğ ı m ı z çoğal ı r . i smet Paşa'n ı n yeri ne gelecek d e , politik ve askersel oyalamalarla yeli n mek zorunda kal ı r. Ben, de­ diğimiz gibi Ordu Yard ı mlaşman ı n yöneti m kuruluna gi­ receği m . Savsayacağ ı m ama, tüm gücümle Frans ı z şir­ ketiyle anlaşmas ı n ı da savunacağ ı m . Böylel ikle, askerlerin yüzünü de, Amerikadan Avrupa'ya döndürme olanağı buluruz belki . Pek u m utlu değilim bundan. Ama, düşünmelerini sağlasak, Hükümet üstündeki baskı ları n ı azaltı rız. Şimdi durum b u . S ı ralıyorum kararlarım ı z ı . Ö n­ celikle, Kıbrıs çıban ı n ı deşip i smet Paşa' n ı n Ortakpazar'a girmesi ni sağlayacağ ı z . Ondan sonra Avrupa malları n ı n montaj ı na h ı z vereceğiz. B unun iÇin kamuoyu oluş­ turu l masına çal ışacağız. Ve biz hazırlıkları m ı z ı bilirineeye ..

282


Ordu Yard ı mlaşman ı n , Fransızlarla anlaşmas ı n ı en­ gelleyip sonra kesinl ikle bunu sağlayacağ ız. Tamam m ı ? - i smet Paşa' n ı n rakibi ve gelecek Hükümetin başı kim olacak? B u n u saptamadı k, - dedi Suph i . - Yoksa bir düşündüğün mü var? - Evet. . . Benim bir arkadaşı m vard ı . Amerika'da birlikte bulunduk . . . Birlikte öğrendik politikanın inceliklerin i . B u arkadaş, şimdi üna muhalefet partisinin gözde ki­ şilerinden. Bir ara başkan yard ı mc ı l ı ğ ı da yaptı. Ne var ki , askerlerin bir çıkışında, b ı raktı yard ı mc ı l ı ğ ı . . . - Ta n ı d ı m , - dedi Rober. . . - Bizden . . . F e h m i , gözlerini kırptı. . . Kendisi girmemişti Mason locasına. A m a , i k i büyük mü­ d ü rü de, gözde üyelerindend i . . . Rober, bizden diye atı­ l ı nca, b aş ı n ı eğdi . . . - Partinin başı ndan Paşa'yı düşürtebilirsek, o n u ge­ çiririz. - Paşa Hükü met kurmak istemiyormuş. Gençlere ola­ nak tan ıyal ı m , diyormu:;; . Ö nderlik bize yeter. Doğruysa tabii - dedi Suphi. . . - O o , s i z bayağı arkadaşsı n ı z sanıyorum. - Biraderliğe ben ald ırmıştı m efendim, - dedi gülümseyerek. - Biz böyle gönül işlerine bı rakamayız işimizi. Kesine almak zorundayız. Sen şimdiden bir konuş, yokla. Özel­ likle d ı ş ilişkiler konusunda ağı z ı n ı ara bakalı m . - Aramaya gerek yok. Amerikancıd ı r. . . - i yi iyi . . . Her hangi b i r durumda, bizim yararımız olur. Başka u nuttuğum nokta kaldı m ı ? Kal m a m ı ştı . . . Kararları n ı uygulamak üzere, toplantıya son verdiler. 283


Fehmi Çok, Hükümeti düşürüyor

ON YEDi Bir büyük gazete n i n , tan ı n m ı ş bir yazarı , birden Kıbrıs üzeri ne bir seri yazı haz ı rl ad ı . Gazete, yazıyı öteki ga­ zetelerde, radyoda duyurdu uzun uzun. Günlerce, rek­ l a m ı n ı yaptı . Hemen ard ı ndan bir başka gazete, bu kez bir röportaj ı n reklam ı na girişti . Başbakan, büyük gazete n i n , yazı serisini okudu. Ar­ d ı ndan bir luryan ı n başlaması üzerine, gizli güvenlik ör­ gütüne, Ada'dan rapor vermesi ni buyurd u . Verilen ra­ pord a , Rum kesi minde, her zamanki olağan koşulların d ı ş ı nda bir şey görülmediği bildiriliyordu. K ı brıs, Ati na, Londra ve Washi ngton temsilci likleri nden bilgi istedi . Londra temsilciliği, Shell şi rketi n i n , yeni petrol alanları arama izni istemeye hazı rla n d ı ğ ı ndan başka bilgi vermed i . Öteki temsilcilikler i s e , olağan üstü hiç b i r şey gör­ mediklerini bildirdiler . . . 284


Birden yoğunlaştı K ıbrıs yayı n ı . Gazetelerde başyazılar yay ı n l a n ı yor, hükümetin ilgisizl iğine saldı ranlar bulu nduğu gibi, kararl ı l ı ğ ı n ı savun u nlar da çıkıyordu. ismet Paşa, ga­ zeteleri izliyor. Olay ı n ard ı ndaki ni öğrenmek istiyor. Ama bir türlü kesin bir bilgiye sahip alamıyordu. Derken iş Mec­ l ise s ıçrad ı . M i l l etvekilleri, soru önergesi üstüne soru öner­ gesi su nuyorlard ı . K ı brıs haberlerinin yan ı nda, Shell kuyuları ndan petrol ç ı kt ı ğ ı haberleri de yer aldı bir süre. Sonra Almanya' n ı n yeniden işçi isteğinde bulunduğu, Avrupa' n ı n bizim için bir kredi kuru m u hazırl ı ğ ı nda olduğu . . . Ve kıyıları m ı z ı n Av­ rupa turizm şi rketlerince kapışılacağı haberleriyle dolup taşmaya başlad ı . Kıbrıs hep taze tutul uyor. H8p kanayan bir yara gibi gösteri liyordu. Başbakan s ı radan bir okuyucu durumuna gel mişti bir­ den. Haberleri izliyor. Kendince bir anlam vermeye ça­ l ışıyord u . Gizli örgüt, her sord Ü ğu soruya, olağanüstü bir­ şey olmad ı ğ ı yan ıtını veriyordu. Petrol Dairesi, i ngiliz Şi rketinin, yeni araştırma alanı is­ teğini kabul etti . K ı sa bir süre sonra, yeni kuyuları n açıl­ d ı ğ ı haberi ve röportajları gazetelerde boy gösterdi. Hemen ard ı ndan, gizli örgüt, Rumları n Noel'de bir şey ya­ pabileceklerinden kuşkulandı ğ ı n ı bildirdi. Ve birden Noel geldi . . . Rumları n , Türk kesimine geçip, ordaki gözlemci güçten subaylar ve eşleri olmak üzere, pek çok Türk'ü öldürdüğü haberleri ile geldi üstelik . . . Başbakan, hemen Güvenlik kurulunu toplantıya ça­ ğ ı rd ı . 285


Ortak partilerin kurul üyesi bakanları , Genelkurmayla birlikte. hemen eyleme geçilmesini savu nuyorlard ı . i smet Paşa, di retti. Güvenlik Kurulunda Başbakana karş ı sert ç ı ­ k ı ş l a r oldu. Diretiyordu i smet Paşa . . . Bu i ş i n n iye buraya vard ı ğ ı n ı bir türlü çözememişti. Bu ansız baskı n ı n nereye varacağ ı n ı da bilemiyord u . Bil mediği hiç bir işe gi rmezdi o ... Ama, Güvenlik Kuru l u , oybirliğiyle di retiyord u . Hemen eyleme geçip, Kıbrıs'ı işgal etmek gerektiğinde bir­ leşmişlerdi. Hava Kuvvetleri komutan ı , çoktan uçağ ı n a at­ lamış, Kıbrıs' ı n havadan bombalanma haz ı rl ı ğ ı na gi­ rişmişti . Güvenlik Kurulu toplantıları sürerke n , Deniz Kuvvetleri , tüm ç ı karma işlemlerini bitirmiş, askerler, i skenderu n'da bekl erneye başlamışt ı . Bir türlü Başbakan'dan buyruk gel­ miyordu. Sonunda, Güvenlik Kurulunun baskıs ı n a da­ yanamayan Başbakan, oybirliğiyle varılan kara ra ; - Peki bir deneyel i m , - diyerek kat ı l m ı şt ı . T ü m b u gürültü içinde, b i r tek i şçi Partisi. K ı brıs bizim soru numuz değil, diye y ı rt ı n m ış. Eskiden beri geliştirdiği tezini apaç ı k ortaya koymuştu . Savaş ı n boşunalığı ya­ n ı nda. Amerika'n ı n engel olacağ ı n ı da bel irtmişti, bir K ı b­ rıs olay ı n a . . . G azeteler, b u bildiriyi hemen geri çevi rdiler. i çlerinden baz ı ları , gizli güvenlik örgütüne gönderdiler. Ola ki , böyle bir zamanda bozgunculuk eden bu parti kapat ı l ı rd ı . Uçaklar harekete geçti ler. i kinci kez uçmak için alana döndüklerinde, Amerikan petrol şi rketi nin benzin ver­ mekten �açındığı haberi geldi. Hemen Shell ve Türkiye Petrolleri , gerekli benzini yetişti rdiler. 286


Güvenlik Kurulu, büyük bir yenginin haz ı rl ı ğ ı ndayd ı . . Başbakan'ı acele gören Amerikan Büyükelçisi , Başkan Johnson'un bir mektubunu veri p, hemen elçiliğe döndü . . . V e mektubu alan Başbakan, toplantı halindeki Güvenlik Kuru l u n a geldi . Mektup okunmaya başladı ktan sonra, a z önceki se­ vincin yeri ni büyük bir düş kırıkl ı ğ ı ve susku kapla d ı . Ç ü n k ü , Başkan Johnson, diplomatik dile hiç ya­ k ı şmayacak keli melerle, ordunun eli ndeki savaş araç .. -e gereçlerin i n kendilerinin olduğunu ve bunu onları n izin ver­ mediği bir amaçta kullanamayacağ ı m ızı , her şeye karşın kullanmaya kalkışı rsak Kıbrıs karasuları nda görev yapan Altıncı Filo' n u n , çatı şmaya haz ı r beklediğini bildiriyordu. Oybi rliğiyle, savaş kararı alan üyeler susmuşlar, be­ yazlaşan yüzlerle, i smet Paşa'ya bakıyorlard ı . i smet Paşa, onuruna i ndirilmiş darbenin basıncı altında ezilmiş gibi büzüldü biran . Sonra ağ ı r ağ ı r, baş ı n ı kaldırd ı . - Amerika B i rleşik Devletlerine savaş açmamız ge­ rekiyor arkadaşlar, - dedi. .. - Hemen , gemilere askerleri bindirip, eyleme geçmeliyiz . . . i ki g ü n önce savaş ç ı ğ l ı kları alanlar, birden suspus ol­ muşlard ı . Öteki ortak partilerin bakanları , Genelkurmay'ı n temsilcilerine bakıyor. i smet Paşa' n ı n çıkışı n ı n nasıl en­ gelleneceğini düşünüyorlard ı . Genelkurmay Başkanı Sunay, ilk baskı n ı n kaçırıldığı gerekçesiyle, durumu ya­ tıştı rmaya yöneldi. Bakanlar hemen komuta n ı n çevresinde birleşiverdiler. Direnmekle yal n ı z kalan i smet Paşa, savaş kararında d a yal n ı z kald ı . 287


- Karar sizindir, - diyerek kal ktı . . Başbaka n l ı ğ a gelerek, Başkan Joh nson'a cevab ı n ı yaz­ d ı rd ı . Amerikan Elçisini çağ ı rt ı p , gönderd ı . B u mektupta, engellemenin biçimi ve baskı n ı n a ğ ı r l ı ğ ı n ı yeriyor, "Yeni bir d ü nya kurulur, Türkiye de b u rdakı yerini al ı r, " d i yordu . . Gazeteler, Kıbrıs soru n u n u biraz daha kurcalayarak, unutulmaya b ı raktı lar. Birden, Ortakpazar soru n u önald ı . V e i smet Paşa yeni b i r d ünyada yer almak amacıyla, Ortakpazar anlaşmas ı n ı imzalad ı . . . A n a muhalefet partisi başka n ı n ı n ö l ü m ü t a m bu s ı raya rastlad ı . Ve olağanüstü kongre haz ı rl ı ğ ı n a girişilerek, yeni b i r başkan aranmasına başland ı . .. .

Feh m i , yanında Suph i , Amerika'ya uçtu . . . Eski dostu Commer'le buluşmak amacıyla yapıyordu bu geziyi . . . Bul uştular da . Yine yıllar önce buluştukları kulübün, ayn ı oda­ sı ndayd ı lar. Bu kez yal nızdı Commer . . . Ü çü başbaşa otu rdular. Buzlu Wisky'leri geldi . . . Ve daha onlar bir şey demeden , söze girdi kurnaz diplomat. - Bizim her şeyden haberimiz var. i smet Paşa'ya bir alternatif arıyorsunuz. Biz d e arıyoruz. Size güveniriz Fehmi Bey ... Avrupa Sermayesine kayarken, bile, oradaki şirketlerimizi yeğlediniz. Biliyoruz Avrupal ı'lar egemen o şirketlerde. Ama bizim de pay ı m ı z küçümsenmeyecek oranda. Ordu Yard ı mlaşma Kurumundaki direnişierinizi de ..

288


biliyoruz. O nedenle, siz.: ;ıvkırı gelmeyecek bir adı des­ teklemek istiyoruz. Partinin şıı , .:';k i h�. : ' ·.Q · •n. kili kolay çü­ rütülecek biri . Ustelik, önder olarak yeteneklerı sınırl ı . O yüzden konuşmak istedik sizinle. Yeni bir döneme giriliyer dünyada. Biz yeniden barış istiyoruz. Başkan Johnson ge­ l eceğini tehlikeye atarak, bir sonuca ulaşmak dileğinde. Çünkü savaş, rakiplerimizin işine yaramaya başladı . Özel­ likle de Çin'in . Bizim pazarları mıza el atmak istiyorlar. is­ rail, O rtadoğu'daki durumumuzu sarstı. Çin, Afrika, hatta Güney Amerika'ya sızma çareleri arıyor. Bir gerilerneyi durdurmak amacıyla, kendiliğimizden durup hız almak dü­ şüncesindeyiz. i l işkilerde direnme eğilimini konuşmuşluk sizinle yıllar önce. Önalamıyorsak, uymak prensibindeyiz biz. Bu nedenle, aşamanızda sizi desteklemekle yelinelim istiyoruz. Ne var ki, pek çok taahhütlerimiz, bunun kar­ ş ı l ı ğ ı nda pek çok ilişkilerimiz var. NATO'da ortağız . . . CENTO'da öyle . . . Üstelik, Sovyetlerin çevresindeki Özgür zinciri kı rmak istemeyiz. Ne yazık ki, son yı llarda Yu­ nanistan ve sizde hoş olmayan gelişmelerle karşı kar­ şıyayız. Orda solcular, hemen hemen iktidar aday ı . Sizde küçük bir kıpırtı halinde. ilk kez Anayasal bir düzen içinde bulunman ı n kargaşas ı n ı sürdürüyorlar. Solun geçmişi hep böyledir. Bir önderi n ya da bir örgütün kesin disiplini söz konusu oluncaya değin , herkes bildiğini okur. Bildiğini oku­ yunca da, her biri en doğrunun kendi görüşü olduğunu sa­ vunur. Bunlar, kısa zamanda güç kazanıp iktidar alternatifi olmalarını önler. Alabildiğine bölmek için her çareye baş­ vurmalı s ı n ız. Eğer, bu ortamı aşıp kısa zamanda tek fikir çevresinde toplanmaya yönelirlerse, yine biz destek olu­ ruz. Bizim bu konuda denenmiş, pek çok başarı kazanmış . .

289


oyu n ları m ı z vard ı r. Yeniden dağıtmak ve bölmek, birb i riyl e vuruşur hale geti rmek çok zor d eğ i l . Yeter ki, kitleye i n ­ d i rgenmesi n . O zaman bir iç savaş kaç ı n ı l m az olur. Kit­ leye inmeden salt gençler ve küçük bü rokartlar çer­ çevesinde kald ı ğ ı sürece, bir sol u n bulunması sıze de yararl ı . Çünkü, politik görüş diye ortaya att ı kları eleştiril e r, siz i n işinize yarar. i şçi Paıtisi, bizim karşıtı m ı z old u ğ u n u söylüyor. Siz, Av rup a sermayesiyle anlaşıyorsunuz. Bu orılar için y en i bir f o r mü l bulma sü reci demekti r. i k i le ml er disiplinsiz grup lar ı her zaman şaş ı rt ı r. Yine de boş d u r­ mamal ı s ı n ı z . Araları ndaki fikirsel ya da kişisel ayr ı l ıkl arı körü klemelisiniz. Bi zim ordaki adamları mız, bazı ki­ taplarda küçük değişk i l ik le r yapmaktalar. Yayın alan ı nda o nla rı desteklemelisiniz. Bu küçük değişiklikler, ezberciler için güç anl aş ı l ı r atı l ımlar meydana getirir. Ve gerçeği bi­ l e nle ri n sesleri giderek kıs ı l ı r. Hiç bir şeyde zaman ı gel­ meden davranmamak gereklidir. IJU nu siz de çok iyi bi­ l i rsiniz. Av ru p a sermayesiyle işbirliği yapmanızda hiç sakı nca yok. Yal n ı z b i z i m önerdiğimiz ortakl ıkları da ge­ lişti rip , sürdürmel isiniz. U nutmayınız, Adalet Partisi'nin ba­ şına gelecek kişi, yarı n ı n Başbakanıdır. Biz, Amerikalılar, kahramanların salt tarih kitaplarında kalmasını severiz. ik­ tidar koliuğunda oldukları sürece, bizim için kuşkuyla ha­ kılacak kişilerdir. Çünkü bunlar, iktidarı , bir egemenliğin simgesi olarak değil , kendi güçlerinin bir gölgesi olarak gö­ rürler. Öyle olduklarında da uyuşma ortam ı n ı , her an uyuşmazl ı k ortam ına çevirirler. ismet Paşa zaten bir azın­ lık hükümetinin başı nda. Ama, sanıyer ki, tarihsel gücü, seçimlere değin götürür onu. Ve bu güç seçim lerde başarı kazandırır. Hay ı r ! . . Adalet Partisi'nin başına toparlayıcı bir ,

290-


kişi gelmel idir. Az ı n l ı k hükümetini devirmek güç değil . Sonra seçi ml erde Adalet Partisi'ne yüklenildi m i , iktidar akı l l ı bir politikan ı n eline geçer. Oysa, i smet Paşa' n ı n ne yapacağı belli ol maz. Ö zellikle dış ilişkilerde. Çünkü adam kendini hala Lozan'da san ı yor zaman zaman. Olmad ı ğ ı n ı bildiği h a l d e . Fransa' n ı n başına ayn ı nitelikte b i r kah­ raman ı n gelmesi, bizim işierimize çok sekte vurdu. Tüm uluslardan önce Çin'i tan ıyıp ekonomik ilişkilere girmesi , ul uslararası pazarda hemen söz sahibi yaptı onları. Sizin sanayiiniz yok . . . Olacağ ı n ı , hele bizimkilere rekabet ede­ ceğini hiç sanmam. Ama, dış politikanııda Avrupal ılaşma gösterisi içinde bağ ı m l ı bir bağımsızl ı ğ ı sürdürürseniz, biz s izi n kanal ı n ızla Ortadoğu'ya yeniden sızabiliriz. Dediğim bağ ı m l ı bağ ı msızlığı anlad ı n ı z sa n ı yo rum . . . Suphi baş ı n ı sallad ı . - Görüntüde Avrupalı ol acağ ı z . Ürettiklerimizin mar­ kası Avrupalı olacak. Avrupalı lar, sizin karşın ızda tutum takınıyorlar zaman z am a n Yakı nlaşman ın dinamik gücü oluyorlar. Biz şirketlerde Avrupalı bir tutum içind ' bu­ lunurken, p ol i t i k ve askersel anlamda, sizinle işbirliğı için­ de olacağız. Bu görüntü, bir geçmişin zorunluluğu olarak ortaya çıkacak. içerdeki ulusçu cereyanları , alabildiğine körükleyeceğiz. Ortak pazar'la bağları mızı sı klaştı racağız. Ve sonra, bir kargaşa doğarsa, yeniden durum yar­ gı lanması yapacağ ız. - Bir tek koşulu unutmamalısı n ız. i pler hep elinizde ol­ malı ... - Anlad ı m , - dedi Fehmi. . . - Anladım . . Commer, anlaşmaktan mutlu, bacak bacak üstüne attı . .

.

29 1


Piposunu yakı p netesiedi sesli sesli. . . - S i z k i m i d ü şün üyors unu z , - diye baktı gözleri n i n i ç i ne. - Suphi, bir arkadaşı ndan söz etti. Anlaşma n ı n kolay olacağ ı , zeki ve gele c e ği olan birinden. Birlikte eğitim gör­ müşler Amerika'da . . . Arkadaşl ı kları çok eski . .. Hala da sü­ rüyor. Üstelik, biraderlerden . . . Commer gözünü k ı rptı . . . Suphi'ye çevirdi bakışları n ı . - Evet anı msad ı m , - dedi. . . - Ş u bizim Demirel. . . Çok iyi bulmuşsunuz. D estekleyin . B i z de destekleriz . . . Sonra seçim öncesi v e sonrası nda da destekleyin . . . Zeki , çal ışkan, dayanıklı bir gençtir. Pek iyi olur . . . F e h m i istanbul'da i n d i uçaktan. Suphi doğru Ankara'ya geçti. E �ki arkadaşlarıyla konuşup durumu bildirmek ama­ cıyla . . Pe1 • candan karş ıladı o'nu arkadaşı . . . Oturdular baş­ başa, konuştular uzun uzu n . Demirel, işin güçlüğünü bi­ liyordu. Rakibinin gücünü de . . . Partinin kuruluşundan bu önemli görevleride bulunmuş olan rakibi, delegeler üs­ tünde büyük bir etkinin sahibiydi. Etkiyi kı rmak hiç de kolay değildi. ilkin; - Benim adayl ığım,- dedi ilkin. - olsa olsa ilerdeki beceriksizliklerden yararlanmak için söz konusu olabilir. Eksiden beri "Koca Reis" ad ı n ı alabilmiş biriyle, başa çık­ mak, psikolojik olarak ilk elde mü mkün değildir. 292


- Kazanmayı düşünmeyen, - diye atıldı hemen Suph i , - yiti rmeye koşuludur. Öyle şey olmaz. i l k kong­ rede kazanmal ı , başa geçmelisi n . - i yi a m a , Ragıp Paşa pek ansız gitti. Haz ı rl ı ksız ya­ kalandık. B u n a hazırlığı olan Saadettin . . . Haklı olarak da benden çok önde . . . Ben hemen başlasam kampanyaya, ancak gelecek dönemde tanıtı rım kendimi. - Bak kardeşi m , - dedi yine Suphi . - Bu işte bizim kuralları m ı z işleyecek. Sorunu böyle almalıyız. Diyelim ki , kongramizde iki bin delegemiz var. Ve sana binbir oy ge­ rekl i . .. Tamam m ı . Bunu biz temin edeceğiz. Sen fazlası için çalışacaks ı n . - Anlad ı m , - dedi Demirel . . - Bir partinin i ç işlerinde bu nca etkin olduğunuzu sanmam. Bir politik kavgadı r bu . . . - Hiç b i r kavga b i r diğerinden ayrı değildir. Buraya ge­ lirken , yan ı mda getirmedim. Ası l senden l iste isliyorum ben . . . Kong reye gelecek delegelerin listesini. Çok şir­ ketleri n i n tüm ü l kedeki temsi lcilerinin ve bayilerin tutarı dörtbini geçti. . .. Bunların en az bin tanesi sizin delegeniz olabilir. Kesin adları akl ı mda değil. Kongreleri iyi izlet. De­ l egeleri öğren ve acele bize bildir. Yetiştiremediğimize bu­ raya gelip söyleriz. Ayrıca basın var. En bağımsız ka­ lemler bile, Sadettin Beye seni yeğlerler. Bir de bizim dostlarımızı düşün. Tümü sana çalışacaklar. Bunların et­ kisi bile olmasa oy açısından yeterli sayın var. Ancak yine de bu dar zaman içinde üstünlüklerini değerlendirecek yo­ ğunlukla bir kamuoyu oluşturur. Hele bir de seçilir, se­ çilmez, i smet Paşa'yı devirdin mi? Kamuoyu doğrulamış olur. - Seçimlerde nasılsa bizim parti kazanır. O zamanı beklemek daha iyi değil mi? 293


- Tam tersi ne, seçim güvencesi i smet Paşa n ı n dev­ ri l me si y l e m ü m kü n . Ç ü n k ü , G ü rsel'in durumu bel l i değ i l . . . Seçi m öncesinde bunu anlamal ı , kampanyayı o n a göre d i: z en l e m eliyiz Anlıyorum . . . - dedi D e m i re l . Şi m diye değ i n k ong res i n i yap m ı ş illerin listesi yan ı ndayd ı . Ç ı karı p uza t tı . . . Burda dokuz yüze yakı n delege var. San ıyoru m , bin al­ tıyüzü bulacak sonuçta. -Suphi h ı zla bir göz attı delegeler l istesine. - Bunları n altıyüz eliiye yak ı n ı sen i n . - Benim m i ? - Evet. . . Çünkü bunlar bizim bayiler . . . Gerisini de hemen bildir. Ben bu listeyi alabilir miyi m ? - Elbette. B e n b i r tane d a h a ediniri m . - Tamam. . . Şi mdiden kutları m kardeşim . Listeleri, yakın b i riyle yolla . . - Kardeşimle yolları m . - Oldu . . . Hoşçakal ı n . . . .

-

­

.

Commar'in Ankara'ya atad ı ğ ı n ı bildiren gazeteler, hemen ardı ndan yeni bir efsanenin ü retimine girdiler. Kö­ yünde çobanl ı k yapan, bir yoksul çocuğunun, parti baş­ kanlığına adayl ığıydı efsanenin temel öğesi. Bir yandan, köylü çocuğunun geçmişi Kaloğlan masalları na taş çı­ kartacak, Devletkuşu özlemleri n i gıcıklayacak bir biçimde dile getirilirken , öte yandan, tanışma toplantısı nda, eli ce­ bindekı Amerikan elçisiyle yak ı n ilişkilerinden söz edi­ liyordu. E n büyüğünden, en küçüğüne gazeteler tüm say­ faları n ı ona ayı rıyor. Efsane üstüne efsane anlatılıyordu. 294


"Koca Reis" y ı l lard ı r birlikte kavga verdiği ar­ kadaşlarından oluşan delegeler çoğunluğunda n g ü ve n l i kampa n yan ı n gücüne bakıyor. Hemşehrisi, g ö klere çı­ karı l ı rken , kendisinin yeril mesi , giderek sinirlerini bo­ zuyord u . Olası değil bu . O koskoca bir partinin tüm yet­ kilerini elinde toplad ığı halde, bası n ı n bu tutumu, yüreğini çürütüyordu. Anlaş ı l ıyordu ki , egemen güçler kendisini is­ temiyor. Ö zellikle, büyük tüccarlar, ona güvenmiyorlardı. Hemen yakı n arkadaşları n ı eyleme geçirdi. i stanbul, Ankara, i zmir odaları n ı n yetkil ilerine güvence verdi. Tümü baş salladı lar. Ama, ne olur dediler, ne olmaz Gelen yanıtları n tümü, b i z tüccar y a da sanayiciyiz. Po­ litikaya karışmayız, oluyordu. "Koca Reis" o gruptan onay alam ı yaca ğ ı n ı anlad ı . Hemen delegeler arası nda araş­ tı rmaya g i rd i . En yakı n dostları ellerinden tutup partici yaptığı kişilerdi delegelerin çoğu . Bundan hiç kuşkusu yoktu . Ama, başında bulunduğu kongrelerde, eleyerek seçtiği delegelerin bile, birden yön değiştirdiğini gö­ rüyord u . Tam görmüyordu belki, seziyordu. Bir günde nasıl tutum değiştirir bu i nsanlar? Bil mese, tanı masa, güvenmese, delege olmazlar. Buna karş ı n nasıl olur da, böylesine aldanmaca içinde olur ? Ya, 1 946'1arda, gençlik örgütleri nde birlikte eylemde bulunduğu kişiler var aralarında. Ya Demokrat Parti'nin iı{­ tidarı döneminde, birlikte davrandığı ayn ı düşünceni n ortak kavgas ı n ı verdiği kişiler. V e onları, kuruluşu dö­ neminde Adalet Partisi'nde toplayan kendisi. Ragı p Paşa, kime dayanarak parti ku rabilirdi? Evet bir kitle var. Ama, kitleyi kandı rmak öylesine kolay m ı ? "Koca Reis" ve ar,

..

...

295


kadaşları değil midir o kitlenin , Adalet Partisi'ne yö­ nelmesini sağlayan? Bilinmiyen soruların aras ı nda bocal ı yor. Bocalad ı kça sinirl eri bozuluyor. Ve eli ndeki bir belgeyi açıklayı veriyor . . . Bu Demirel'in mason olduğunu göstermektedir. Hemen yeni bir kampanya başlıyor. Belgenin doğruluğu, sahteliği üstünde tartışmalar alıp yürüyor. Oysa, "Koca Reis," De­ mirel'in hem kentlisi, hem okul arkadaşı d ı r. Birbirl eri ni çok iyi bilmektedirler. Daha partiye onu getirirken, başkanlığa hazı rlanmas ı n ı söylemiştir. Sonra yine onun etkisiyle, ken­ dini haz ı rlamıştır. Ne var ki , daha güçlü bir rakibi önleme oyu n u olduğunu, sonradan anlamıştı r "Koca Reis." Kongrenin toplandığı gün, Demirel elinde tuttuğu bir küçük pusulaya baktı... Buna göre kampanya başarıl ı geçti . . . Kongreye katılan bin beşyüz delegenin, sekizyüz kı rkaltısı Demirel'e oy verecektir. Bir başka belge ise, Demirel'in mason olmad ı ğ ı n ı açık­ lamaktadır. K ı ran kırana güreş, başladığı gibi biter. Karş ı l ı klı söylevler, birbirini suçlamalara varmadan, se­ çimler sona erer. Ve Demirel, sekizyüz kı rküç oyla başkan olur. Suphi kendisini kutlarken; - Özür dilerim, - der. - O üç oyun sahibi, bir küçük tr<.!lik kazası nedeniyle, hastaneye yattıklarından ge­ lemediler. Demirel, ödevi alıp, ilk kutlamalar" sona erer ermez, ey­ leme geçti . . . Mecliste, oylarıyla çoğunluğu oluşturup, söz­ leriyle ismet Paşa'nın azınlık hükümetini destekleyen parti 296


başkanlarıyla, yoğun bir söyleşi kampanyas ı n ı açtı . Amac ı , bütçe sırasında hükümeti düşürmek yepyeni bir koal isyon oluşturmaktı . Parti başkanları , ilkin kuşkusuyla baktılar Demirel'e . . . Siyasal yaşamın tepesine bir çığ gibi düşen bu genç adam, ne yapmak isti yordu? O, tek is­ teğinin ısmet Paşa'ya ve partisine seçim kazandırmamak oludğunu savundu. Eğer seçimlere, onun iktidarı nda gi­ dilirse, h ı nc ı n ı yanlarına kom ıyacağ ı n ı işliyordu. Öyle ya, o, tam Amerika gezisindeyken, düşürmemişler miydi o'nu. Ve bilmiyorlar mıydı ki , i smet Paşa bekler ve mutlaka acı­ s ı n ı çıkartır. Öyleyse, iktidar olma gücünü elinden almak gerekliydi. Diledikleri oranda sandayle vermeye hazırd ı Demirel. .. Yeter ki , anlaşmaya varıp hükümeti düşürsünler . . . Ayn ı mirası n paylaşıcı ları olduğu savı ı:ıdaki partiler, De­ mirel'in sağlam mantığı karşısı nda birleşiyorlard ı . i smet Paşa, oluşumu kuşkusuyla izliyor. Birleşme ger­ çekleşirse, i ktidarı n elden gittiği inancına alışmaya ça­ l ı şıyord u . D•mad ı n ı n hazı rladığı ve bir gazeteci ar­ kadaşı n a sordurduğu bir soruyu yanıtlarken, tehdide götürdü işi. - Paşam muhalefet partilerinin bütçeye kırmızı oy ve­ recekleri söyleniyor. Bütçe geçmezse sizin tutumunuz ne olacak? - Bütçe geçmezse giderim . . . Birleşenlerde b i r çözülme belirdi . Oysa Demirel, ellerini oğuşturuyordu. Tümü biliyorlardı ki, i smet Paşa, kendi ki­ şiliği üstünde oynamaktadı r. O tarihe büyük bir önder ola­ rak geçme hevesindedir. Bu nedenle, hem tehdit ediyor onları , hem de güvence veriyor. 297


Böyle bir güvence bir daha ele geçmez . . . Yeni b i r dolaş ı m turyası a l ı p yürüyor. Ve gazeteler, Demirel'in her yaptığ ı n • , olduğu ndan çok daha büyük göstererek, sunuyorlar kamuoyuna. . . So­ nunda, bütçe geliyor. Ve kırmızı oylar, i smet Paşa'yı ye­ niyor . . . i p kopmuştur. i smet Paşa, sözünde duran kahramanları n acıklı is­ teksizliğiyle, Başkan Gürsel'e, Başbakanlığı bı raktığ ı n ı bil­ dirmeye gidiyor. ÇanKaya, hemen Demirel'i çağı rıp, du­ rumu konuşuyor. Paşa' n ı n elini öpen Demirel, yeni bir hükümet kurmanın yararları n ı anlatıyor, Gürsel'e ... Ve ta­ rafsız bir Başbakan'ın çevresinde Halk Partisiz bir ko­ alisyonun, demokratik gelenekle, daha sağlam bir biçimde bağdaşacağ ı n ı isbatl ı yor. Bağı msız Başbakan adayı da haz ı rd ı r. Eski Senato Başkan ı , Suat Hayri Ü rgüp'lü ... Pazarl ıklar önceden kolarıldığı için , san ıldığı gibi gök kubbe yıkılm ıyor. Hükümet kurulup güvenoyu alarak iş­ baş ı n a geçiyor. Artık tüm hazırlıkların seçimlere yönelmesi ka­ çınıl mazd ı r.

298


Fehmi Ç o k arkadaşlarıyla bunalıma çare arıyor

ONSEKiZ Telefon sesi tatlı tatlı çald ı . Kulakl ı ğ ı al d ı F e h m i . - Buyru n , - dedi . . . - Fehmi. .. Ah Fehmi, eve �adar gelir misin? Birden kuşkulandı Fehmi . . . Karısı kolay heyecanlanmazdı ... Anası aklına geldi o an. Yoksa ... Kısa bir duraklama geçird i . Karısı, hala "gelir misin?" diyordu. Birden karar verdi. Sözü uzatmanın gereği yok. Böylesine çağı rd ı ğ ı na göre, nasılsa gidecek. Bir an önce evde olmak gerekli. - Tabii, - dedi. . . - Hemen geliyorum. H ızla çıktı kapıdan. Yürürken, "Kızım ben eve gi­ diyoru m . Durumu Rober'e bildir," dedi. . O inineeye araba kapıda haz ı rd ı . Atladı . . . Yol boyunca, h e p anası dikildi gözlerinin önüne. Sü­ rüklediği yı lları hesapladı . Tatlı sert kavgaları n ı . Özellikle .

299


babas ı öldükten sonra, birb i rlerine sarı l ışları n ı . "Gayrı ben i m babam da kocam da sensin Fehmi m , " deyişi geldi gözünün önüne. O gencecik kad ı n ı n , d i renişleri cap­ can l ıydı daha. "Day ı s ı az mı söylemişti evl e n mesi n i . Hep baş ı n ı ol u ms u z anlamda sall ıyor. Oğl u m var, diyord u . Benim mutluluğum onunkiyle başlayıp, bitecek. Her işi nde yard ı m etmişti ona . . . Karı s ı n ı yal n ı z komamış. Yeğenine hep ana gibi davranm ışt ı . Dayısı n ı n ve yengesinin ölüm günlerini anımsadı birden. Anası başları nda, sarıı mıştı Sa­ adet'e ... Kızım, di y ord u . Kocan var... Ben var ı m , halan . . . Baba yarı s ı . . . Sana gelin gibi d eği l , kız ı m gibi davrand ı m sanı y o ru m Kusurum varsa bağı şla. V e söyle bu ndan son­ rası nda istediğin gibi davranay ı m . Fehmim, iyi ye­ tiştirilmiştir. Kı rmaz seni, bilirim. Ama kırarsa beni ana ola­ rak de ğil kaynana olarak b u l u n annacında. işte, ananı n ö l ü s ü başında konuşuyorum. B i r g ü n ondan hoşnud ol­ mad ı ğ ı n ı anlarsam, kıyameti yıkarı m . . . " Nedense anas ını düşündükçe, çocukluğu, gençliği ak­ lına g e li yor h e p . . . Arabanın yumuşak koltuğunda, eski günlere dalı p yil­ miş ... Evden bağa gidişleri . Cuma günlerinin renkli kır ge­ zileri. Anasımn hazırladığı kaç çeşit olduğu bilinmez ye­ meklerle, i ncesu deresinin başındaki oyunları . Akranları, mahalle komşuları . Mahalle okulunun hasırları üstünde diz çöküşü. Başındaki al lesi kapan Şükrü'nün, hocadan dayak yemesi... Bin anı, bir kısa anın içinde nasıl gelip geçiyor. Bir göz açı p kapayıncaya, bir yaşamı nasıl kavrayıveri-yor insan . . Fren sarsıntısından kendine gelip hemen indi. .

,

.

300


K ıpa daha önüne gelmeden, açıld ı . Y aş l ı yüzüyle, ba­ ş ı n ı e ğdi u ş ak . Daha b ir inandı anası n ı n öldüğüne Saadet, salonun gerisinde karşıladı kocas ı n ı . Elinden t uttu hemen. Oh he men geldi n . Kız fena, - dedi. .. De ği şi klik şaşı rtt ı F eh mi yi. Anasının ölümüne öy­ lesi ne alışm ı ştı ki, bu değ ışik durum. d üşü n celerini sür­ dürmesini en g e ll e m edi . Anas ; n ı n yüzü gözlerinin önünde bir kaç adı m attı . Sonra birden kızları oynaştı, göz be­ beklerinde. - Hangisi , - dedi y ü rü rk en hangisi? - Küçük, - dedi S a a de t - Bisikletten düşmüş. Bacağ ı çok kötü. Bakarnı yer im.an. Doktor çağ ı rm a d ı n m ı ? - Çağ ı rdı k. Am a , hemen ameliyat edilmesi gerektiğini söyled i . Seni ç ağırd ı m . - D a h a bakı lmadı m ı ? - Biraz uyuşturucu verdi . Halarn h e m e n bir kırıkçıya götürülmesini istiyor. Doktor, güvensiz gibi geldi bana. Hemen Avrupa'ya at çocuğumu. Bir yerine birşey olursa, kendimi hiç bağ ışl am am. Olur. . . Gidebilir miymiş? - Öyle bir yolculuk için hazırlarım, dedi doktor ... - Hemen hazırlans ı n . . . Kızı n ı n yanına gelmişlerdi. Bencuk bencuk terl i y or sararmış yüzüyle bir kızdan çok, bir bebeğe benziyordu. Çöktü başına bir an ... Göz­ lerinde hafif bir buğulanmayla, yüzünü okşadı kızının. Hemen, teletona sarılarak, Şirketi arad ı . ..

...

-

,

'

..

. -

.

-

,

30 1


- Rober, - dedi ses gelir gelmez. - H e rnen bilet al­ d ı r ı n Londra içi n . Ü ç kişilik. Kız ayağ ı n ı k ı r m ı ş . Hemen git­ memiz gere kli Saati n i bildir bana. Yeniden otu rdu . Bir sigara ç ı kardı cebinden. Ağz ı na götürd ü . Sonra yakmaktan vazgelip, bast ı rd ı tablaya. Sıkı ntı l ı zamanlarda sigaraya saldırırd ı .. Ama, kızı yaral ı yatıyordu. Başı nda içemeyeceği akl ına geldi. Anas ı , torununun ayak ucuna çöreklenmiş, hiç ses çıkar-madan oturuyordu. Telefon çaldığı nda zıpladı!ar. Rober arıyordu. - Hemen uçak yokmuş be yefendi B i rini kiraladı m . i s­ tediğ i niz an uçuşa haz ı r bekliyor. Havaalanında, Saffet B e y i gö rec eksini z . - Te ş e kkür ederim Rober . . . Çok teşekkür ederim . . . Doktora baktı . . Hazır, diye baş ı n : s a l layın c a; - Pasaportunuz var mı doktor, - diye sordu. - Var efendi m , h enü z sü resi dolm am ıştı . . . - Öyleyse birlikte gidiyoruz . . . - Eve b i r haber gerekli._, - Verirler doktor . . . Kızımın başı ndan ayrılmayın lütfen . . . - Ama, karım efendim - Pasaportu var m ı ? - Benimkine kayıtlı . - Öyleyse söyleyin efendim, birlikte gidiyoru z. Doktor hemen teletona seyirtti . .

.

.

.._

Kulübün geniş odası nda, oturmuş konuşuyorlardı. Her302


kes buzdolabından içkisini kendisi alıyor. Çerezini kendi !aşıyord u , her koltuğun kıyısına yerleştirilmiş sehpaları n üstüne. Bu odaya görevlilerin girmesi yasakl ı . M ü d ü r temizliği nı yapıp, buzdolabı n a içkilerden noksan olanları koydu ktan sonra kilitli tutard ı . Burası tüm büyük patrenlar için kutsal bir oda sayılıyordu. " i çerde toplan ırlar, bazen sabahlara değin ko­ nuşurlard ı . Bu konuşmaları n gizli kalmasını istiyorlardı ki böyle davranıyorlard ı . Doğrusu az iş yapıp iyi para alı­ yordu müdür. Birinin gereksiz merakı yüzünden işinden olamazdı . Fehmi, onu oraya yerleşiirirken söylemişti bunu. Buradan kovuldun mu, ölmelisin . Çünkü , hiç bir yerde iş b u la m az s ı n. Doğruydu da ... B ı rakı nız bu parayı, bir kez kovulup da kara listeye alındı m ı , bir daha hiç bir yerde i ş bulamazdı . Nerden bi­ lecekler, kim bilecek denemek gerekli. Birinin fabrikasında grev yapan onca işçiyi listeye alıp, süründürdüklerine göre, kendisini haydi haydi bilirler . . . Kaçına rica etmemiş m iydi , komşus u Rıza için? Hem de baştan söyleyerek. Nereye gittiyse işe alınmamış. Grev başlatıcısı diye atıl­ dığı ndan . Artık va zg e ld i . . . Bin pişman yaptığından. Ço­ luğu çocuğu aç. Bizimkinin uzaktan akrabası da olur. Ben kat i li m . Alın bir işe, demişti. Baş sallamışlardı tümü. Sonra öteki toplantıda, ya da yazman i a rı na telefon ettirip ol­ muyor, listeye geçmiş, dememişler miydi? Bunca b ü yü k adam, tek tek bunca çok kişiyle böyle uğraşabildiklerine göre . . . Eski kapıcıyı b u n u n için atm ı ştı zaten. Birgün, içerde toplantı varken, b aş ı nı kapıya kaykılmış 303


bulmuştu. Ses geçmez bu kapı lardan. Daha bina satı n alındığında, b u odan ı n dışarı ses vermemesi içi h e r tür düzen tutulmuştu. Duvarlar elden geçmiş, kapılar iki yan­ dan deri ve ses geçirmez ge reç l erl e sıvanmıştı . Korkusu yoktu bundan ... Ama, alışkanl ı k haline gelir dinlemek ... Ve bir kez aklına koydu mu kişi, ne yapar eder, y olunu bulur. Bir kapıcının kafas ı , içerde konuşulanları alabilir mi? Bunların tümü ayrı sorunlar. . . Surdaki adam merakl ı ol­ mayacak. Kendini tutacak en azından. Hemen tutup ku­ lağından kapının önüne koyuverdi. Adam, akşam uykusuz kalıp yorgunluktan öyle durduğunu söylüyordu. Olsun . . . Dünyanın parası veriliyor ona. istanbul'da h i ç b i r kapıcı onun aldığını almıyor. Yaptığı ne ayda, iki ayda bir toplantı olduğunda, kapının önünde durmak. Kimsenin bir ters davranışta bulunup oraya yaklaşmamasını sağlamak. Bir bunun yorgunluğu mu olurmuş? Şimdi, sabahtan akşama çalışsın bir yerde de, aklı ba­ şına gelsin." Güvenilir birini buluncaya, kendisi bekliyor kapının ağ­ zı nda . . . Tumü gelmişler. Fehmi'yi bekliyorlar. O da geldi mi, sandaylesini atıp oturabilir. Hemen hemen öğleden beri ayakta. Dizleri sızlıyor. "Hemen bir kapıcı bulmalı ... Güvenilir birini. Yoksa, altı ay önceki gibi gece gündüz toplanmaya başlarlarsa, yandığının resmidir. Tez günde' ölüp yiter. Adamlar parayı sakınmıyorlar. Ama, güvenilir birini nerden bulacak? Bu dönemde güvenilir kişi öylesine az ki. .. " Birden aklına geldi . . . "Fehmi'nin merkezinin kapıcısı, emekli olacağı ndan söz 304


ediyordu. O tan ı r patronu nu y ı llardır. Merakl ı olmamak ge­ rektiğini bilir. Ü stelik burdakileri de tanır. Tümü kaç kez gidip akıl danışm ıştı r patronundan. Meraklanmaz. Orda öğrenmiştir. Bir konuşmalı onunla. Emekliliğini koparsın. Gelsin burda çal ışsı n daha çok parayla, hem emeklilik sa­ y ı l ı r burdaki iş . . . Birden dikildi . . . . Asker gibi topuklarını birbirine çarparak se lama durdu . Fehmi, ana kapıdan girmişti . Hemen açtı toplantı salonunun kapı sı n ı . i çerdekiler ayağa kalktılar. B i r bunu gördü Müdür. Bir d e tokmak elinde, beliyle kapıya dayanmışken, Fehmi'nin geçişini. Ayağ ı n ı kap ı n ı n içine atar atmaz, örtüp çekildi. Fehmi, el sıkıştı dostlarıyla. Tam başta, kendisi için hazırlanmış bir koltuğa yürüdü. O otu runcaya beklediler. Kadehini kaldırdı. .. Tavanın gizli yerlerinden yayı lan ışık, salonu gündüz aydınl ığıyla !;>e­ ziyor. Sürekli çal ışan havalandı rma gereçleri, hep belli bir s ıcakl ı kta tutuyord u . - Başarı mıza içmek istiyorum arkadaşlar. Ka­ rarlaştırdığımız herşeyi, elbirliğiyle uyguladı k ve başardık. Tümünüzün anlayışlı davranışı beni sevindirdi. Bizi bu­ dala sanani arı iyi atlattık. Bundan sonrası için çok daha çetin bir döneme girdiğimizi belirtmekte yarar var sa­ n ıyoru m . Artık Ortakpazar'ın aday üyesiyiz. i smet Paşa gitti. Ve şimdi çok daha yayg ın bir uygulama alanıyla karşı karşıyayız. . . Ben iki şey önereceğim. Birine şimdi karar vereceğiz, birine gelecek toplantımızda. Elbette, aklınıza uygun gelir. Araştı rmalarınız, beni haklı gösterirse. Se­ çimler için karar almalıyız. Çok yaklaştık. Bir de asıl bize "

305


i l işkin olanı , karara varmakta da güç olan ı , bölgeleri pay­ laşma soru n u . B i rbırimizin alan ı n a g i rip, zayıflat· mamal ı y ı z . Her b i ri m i z kendisi i çi n b i r geniş alan çizs i n . Çakışan veya çelişenleri burda ayı klayal ı m . E lbette kal ı n hatla r içinde. V e tümür:ıüz hakkı m ı za raz ı gelel im . . . Böyle yapmazsak, bu dönerıeci aş a bi l e c e ğ i m i zi san m ı yorum ben ... Son pişmanl ı k fa· da vermez, demiş atalar ı mız. Piş­ man l ı ğ a yer yok bizim r'uru mumuzda olanlar için. Ya ön görüp, uygulamak zorundayız bazı şeyleri. Ya da y ı k ı l ı rız. Ve yıkı ntı m ı z ı n g ümbürtüsü öylesine büyük olur ki, herşeyi yitiririz. Kısa, kesin bakışlarla sC. "!dü Kurul üyelerini. Tüm ü n ü n sırtı ndan baş ı ı a bir ürpertinin sıvaşt ı ğ ı n ı gördü. Gülümsemesi, çenesinin seyrimasinde yitti . i stediği yere gelmişti. Sürdürdü sözün ü bıraktığı yerden. - Bu ge l ecek toplantıda görüşülüp, ka rara varılacak bir durum. i lkin seçimlerdeki tutu mu muzu saptayıp uy­ gulaman ı n sonuçları n ı bir görelim. Ası l soruna sonra de­ ğiniriz. Baş ı n ı kaldı rd ı . Dim--Jik sord u : - Hangi partiyi destekleyeceğiz? Bir m ı rı ltı doland ı . Reşat Bey, kabarık saçları n ı daha b i r kabartan bir boyun devinimiyle, dikildi . Tüm gözler üstünde birleşiverd i . - Bir sözü müz var bizi m . Bir adamı tutup, bir parti nin başına getirdik. Bu kolay üstesinden gelinecek bir iş değil . Belli faturaları mız olacak. B u isteklerin yerine gelmesi, h ü ­ kümet gücü ister. Bu gücü vermeliyiz. Tümümüz birlikte, Adalet Partisi'nin iktidara gelmesini sağlamal ıyız. Değişik ­

-

306


partileri tutabiliriz. Görüşlerımiz ilerd e , ya da geride ola­ bilir. Bunlar ayrı şeyler. Biz burada bir işin gereğini tar­ tışıyoruz. Ö rneğ i n , Beyefendi Halk Partilidir . . . - Par­ mağıyla Fehmi'yi gösterd i . - San ı r ı m öyle kalacaktır. Ama, ald ı ğ ı m ı z karar için nasıl çal ıştı ğ ı n ı gördük. De· mirel'in başkan olmasında en büyük katkıyı kendileri sağ­ lad ı lar. Bu örnekle eylemi sürdürmemiz gerekli . D i y e lim ki, yeni bir koa l i syon geld i . Değişik düşünceni n insanlarını her zaman bir arada toplamaya bizim bile gücümüz yet­ mez. Bir kez oldu o . . . Seçi mlere değin sürdürürler bu or­ t a kl ığı . . . Ama, ben san mıyorum ki , dört y ı l l ı k bir dönem içi n , ayn ı uysal l ı ğ ı göstersinler. O zaman, hükü met bu­ na l ı m l arı kaç ı n ı l maz olur arkadaşlar. Ve bu kaçı n ı l mazl ık bizi sarsar. Piyasa dalgalanlarından en kolay etkilenenler olduğu muza göre , durum bu. Hem yaptı ğ ı mız b i r i şi yık­ mak söz konusu olabil i r. Bilmem, benim düşüneerne karşıt olan var m ı ? R eş at ı n sözü n ü biti rmesi, mensucalçı gruptan bir iki­ sinin kıpırdanmas ı n a neden oldu . Özellikle, demir çelik iş­ lerindeki Naşit Bey, baş ı n ı sallad ı . Fehmi, ilkin Naşit'e söz verdi. N aşit, mensucat ve oto montajcıları ndan bir bölümüyle yeni katılıyordu bu toplantıya. izmir'deki işyerinden, Reşat Beyin arkadaşı bir boya fabrikası nın sahibi tarafından su­ nulmuş. Öteki üyelerin onayıyla katılmıştı Kurula ... Artık genişleyen büyük yatırı mcılar grubuna baktı Fehmi. .. "Hemen hemen tümü burdalar. Yıllard ı r adı n ı duyup, ne olduğunu öğrenemedikleri her şeyi öğrenecekler. Ancak, kesin başarı göstermemiş, bü· yümeye, atıl ı ma hazır kişiler gelebilir buraya Bu n l a rı n .

'

.

307


tümü denenmiş . Rakipleri karşısında direnmiş ve onları yoketmişler. Her birini konuştursa, kendi yaşam öyküsün ü n küçük ya da büyük, bir bölümünü di nliyormuş gibi olur. Bu ne­ denle, sevgiyle baktı tümüne ... Birleşmenin gücüyle, kendi müdürleri düzeyinde görüyord u , her birini. Ne var ki , atıl­ ganlıkları ndan ötürü seviyor, eşit kişilermiş gibi dav­ ra n ıy o rdu . " "Ben onları n tümünün yapt ı ğ ı ciroyu yaparım," diye ge­ çirdi içinden . "Yi ne de, onlarla bir bütün olduğumda, daha güçlüyüm. Hiç birini yı kmayı istemem. Ne var ki , aykı rı davranı rlarsa, koşuluyum buna ... Ardıma dönüp bakma, yüreği m i n sesi ni dinleme zam a n ı n ı çoktan geçirdim . . . " Naşit, yadsıyordu Reşat'ı . . . - Neden Adalet Pa rt isini destekleyelim. Aynı ko­ şullarla ismet Paşa i l e anlaşmak daha sağlam bir iş değil mi? Çünkü ismet Paşa, bence devlet adamı olarak tü­ münden daha güçlü. Bir kez ağıriğı var. Her yana karşı . . . B u ağırlığı ile, bizim daha büyük atılımlar geçirmemizi sağ­ lamaz m ı ? Herkes sıvanır Demirel'e ... Ülkemizin alış­ kanlıklarıyla ters bir kez . . . On günde kişi önder olur mu? Oldu ... Evet, daha bizim bulunmadığımız zamanlar, sayın üyelerin isteği ve desteğiyle. .. Söylemek istediğim bu değil. Hangimiz şirketlerimizden birinin başına de­ nenmemiş birini getiririz? Denenmişle anlaşmak, düş­ manlığın bizim üstümüzden kalkmasını sağlar. Örneğin, Demirel'i Amerikalıların bulup getirdiği söyleniyor. Sundaki gerçek payı, anladığım ölçüde, yüzde elli. Geri kalan payın bizim olduğu öğrenilir ergeç . . . insanlara bunca bu­ dala gözüyle bakamayız. O zaman Demirel, bize dönecek 308


düşman l ı ğ ı engel leyebilir mi? Ö ncelikle bu sorunların ya­ n ıtlanması gerekli . Hacıbey, gülerek baktı Naşit'e . . . Fehmi ses ç ı kartmad ı . . . - Pek güzel konuştun oğul. - dedi Hacıbey. - Belli ki , siyaseti iyi biliyorsun . i şi zor yan ı ndan alıyorsun yalnız. Aferin . . . Zor, iyidir. Başard ı ğ ı nda kutlamaya değer. Bizimki öyle değ i l . .. Per perişan olmamız gerekli i smet Paşa'yı seçtirmek içi n . Bir el işaretiyle ol maz bu. Karşısında ne alı­ rız i smet Paşa'dan ... i ki baldırı çıplak kulağ ı n ı n yanına so­ kulup, böyle böyle dedi mi, haydi devletçilik diye tutturur. Yapabilir mi, yapamaz mı orası ayrı iş . . . Ne var ki, bizi uğ­ raşt ı rır. Oh, ne güzel . .. Hem herili seçti rmek için uğraş. Hem onu hizaya getirmek içi n . Yok, ben bu işte yokum . . . H a z ı r hizaya gelip, gözümüzün içine bakanlar varken. Başlad ı ğ ı gibi sustu Hacıbey . . . H e p öyle yapard ı . Söz verilmeden konuşur. Birden bi­ tiverirdi sözü . . . Mensucatçıları n en büyüklerinden biri, bir büyük bankan ı n da patronu idi. . . Çok zaman aldırmazlardı konuşmaları na. Ama, ne karar alınırsa burda, hiç dışına çı kmadan uygulard ı ... Bu yanı da, tüm eskiler arasında büyük sevgi toplamas ı n ı sağlamıştı . Hacıbey bu kurulun, duygu yan ıyd ı . Bilimsel hesaplara girildiğinde, "Bana b i r kopya verin. Onunla oğullar uğraşıyor," derdi. Ama, kararları n arasında bir küçük boşluk olsa, duygusuyla hemen bulup çıkarır, "Hele dinleyin biyol şöyle olmayacak mıydı?" diye söze gi­ riverirdi. Böyle kaç kararı bozdurup, daha sağlamını al­ d ı rmıştı onlara. O yüzden tartışmanın ortalık yerine pat diye girmesinden yeniler tedirgin olurken , eskiler saygıyla dinlediler. 309


O sözünü bitirince, Fehmi a l d ı . . . - Sıze şunu söyleyeyim Naşit Bey . . i smet Paşa dos­ tumdur ben i m . Hem de salt ben i m değ i l , ai lece gö­ rüştüğümüz kişidir. Sayg t m t z ve sevg i mizi b i l ir. Bundan da öte, burada alı nacak kararl ara, d ü n ü rü bile uymak zo-, rundad t r. Düşününüz . . . Duyguya yer veremeyiz burda. B i z i ş adam t y t z . i şi n gerekti ğ i n i yaparız . Hacı beyi n b u ­ yurdukları gibi , ismet Paşa, ticareti arsa kapatmaktan öte b i l m ez. Buyurduğunuz gibi, devlet a d am t d t r . Ve devlet gö­ rev l i s i y l e çal ı şmaya alışmışt t r. Ağ ı r l ı ğ ı ndan söz ettiniz. Hiç . yadsı mas ı z b e l i rtme k gerekli ki, tari hten gelen bir ağ ı rl ı ğ ı vard ı r. Hem bize, hem kitleye, hem yabancı lara karş ı . Şimdi siz, ağ ırlığı olan birini mi istersiniz, yoksa bizim ağ ı rl ığ ı m ı z ı çekerneyecek birini mi? Amerika karşısı nda haydi hayli direnir. Seçtirmek güç. Ama, biz istersek, o güçlüğün de altından kalkarız. Kuşkunuz olmas ı n . Şurda aybi lincine sahip, yarı m mi lyon kişi ya ç ı kar ya çı kmaz ül­ kemizde. Bunlar da ne iktidar ne muhalefet olmakta ağı r l ı k değil. Öteki ler bize bakarlar. Bizim parmağ ı m ız, i nanç­ ları n a fazla aykırı gelmernek kaydiyle ne yana dönerse, oyları n ı oraya veri rler. işte bizim siyasal ağ ı rl ı ğ ı m ı z bur­ dan gelir. ismet Paşa için bunlar iki nci derecede şeylerdir. O san ı r ki , her şey salt kendi ağ ı rl ığ ı ndan gelir. Ve denge unsuru olarak görü r kendi n i . Daha açı k · söylemek ge­ rekirse, ol dediği olan, öl dediği ölen son Sultan olarak bilir. Öyle bilmeyi sürdürsün . Bizim amacımız, sizin de söylediğiniz gibi gelişmektir. Bu gelişmeye kim hizmet ederse, onunla birliğimiz. Bakı n ı z hizmet, dedim. Kim­ seden hakemlik istemiyoruz biz. E n iyi hakem kendimiziz. Şimdi izniniz olursa, soruları n ıza geliyorum. Ş i r310


kelleri m i z i n baş ı n a denen madik adam geçi rir miyiz, di­ yorsu n u z . Geçirmeyiz. Meğer ki , o şi rket paravan olsun . ipler bizim elimizde bulunsun . . . Anlaştık m ı ? Şimdi han­ giniz kalkar aday adayl ı ğ ı n ı koyup, Başbakan olmak ister? B u birinci soru n uz u n yanıtı . . . i kincisi daha güç ama, ak­ l ı m ı n erdiğince yan ıtlamaya çal ışayım . . . insanlar elbet gö­ recekler Demirel'in ard ı nda hangi gücün olduğunu. Ve el­ bette düşmanl ı kları oraya yönelecek? Ne san ıyorsunuz? Hep böyle el bebek, gül bebek mi tutacaklar bizi ? Bunca varl ığa kolay sahip olduksa bile, kolay koruyacağ ımızı sa­ n ıyorsak, ilk budal ı l ığ ı biz yapıyoruz demektir. Bunu gör­ meleri için nice zaman ister? Beş yıl m ı , alt ı ya da dört yıl mı? Dört yılda biz burda m ı kal ı rız? ilerlemeyecek, ken­ d i mizi daha da sağlama almayacak mıyız? Ve baktık, bu görüş erken oluşmakta, biz de yard ı m ederiz biraz . . . işte alanları m ı z ı bölmeliyiz, dediğimde, o günlerin hazı rlığını yapmal ıyız demek istedim. E rken konuşuyoruz bunları . Ama, iyi old u . Konuşal ı m , ayd ı nlanal ı m ki , neye neden karar vardiğimizi bilelim. Sosyal gelişmelerde bir denge vardı r, Naşit Bey. Tıpkı ekonomik büyümeda olduğu gibi. . . Siz y ü z milyonluk bir pazarda, üçyüz milyonluk üretim ya­ parsan ız ne olur? Hacıbey her zamanki aceleciliğiyle atıldı. - i kiyüz milyo n zarar edip, batar. Hem de borçları bile ödeyemeyip, ard ı ndan bir kaç bankayı da birlikte batırı r. N aşit. gülmüştü . Tümü güldüler . . . Yeniden söyleşi havası egemen oldu . . . Fehmi'ye baktılar. O konuştukça, yeni yeni şeyler öğ­ renmenin kıvancı ndaydılar. 31 1


- işte, - dedi Fehmi. - Sosyal gelişmelerde böyle dir. Toplumun kald ı ramayacağ ı bir yoğu n l uğa g i rdiniz m i , yıkı l ı rs ı n ız. Belli k i sizi işçi Partisi ' n i n gümbürtüsü ü r­ kütmüş. Evet, ayd ı nlar orda . . . Orda olmaları gerekl i , ka­ faları bakı m ı ndan. Ama, bir geçmişi yok işçi Partisi ' n i n . P i ş e , p i ş e d ayak yiye yiye, a c ı çeke çeke, i nsanları de­ neye deneye büyümüşlüğü yok. Anayasa n ı n verdiği hak­ ları kullanmak sevdas ı ndaki bi r kaç delikanl ı ile, ayd ı n l ı k iddiası ndaki rom antik kişi ler bunlar. Meyhaneden ya da iki işçiyi topla9ı p , üç ü niversite genciyle söylev vermenin, devlet yönetmeye yeteceğini sanan hayalciler. B ı rakı n ı z bu seçi mlerde kurtları n ı döksünler. S eçtirip, seçtirmemek de bizim eli mizde. Ulusal art ı k sistemini, başka bir sis­ temle değiştird i n mi, iki milletvekilini zor sokar onca ayd ı n . . . işte bu da dengeyi bozar. .. Alanlarda bağ ı n ş ça­ ğ ı rışla boşalan topluluk, öfkenin sancısıyla başka yollar aramaya başlar. Bu, yüz milyonluk pazarda, üçyüz mil­ yonl uk üreti m demekti r. Çünkü gizliliğin gücü büyüktür. Ya da kişiler öyle san ı r. Düşünün ki , en h ı z l ı gidenler genç­ lerdir. Çünkü bi l i rsiniz, o dönem , bir kızın gülücülüğü ne bir yaşamın sunulduğu yaşlardır. işte ikinci sorunuzun yanıtı da bu ... ismet Paşa engin deneyimiyle, bunları tam ön­ leyemezse bile, dengenin fazla bozulmas ı n ı engeller. S ı ­ kıştı rmayı h ızland ı m bil meden. V e bu sıkı şma, patlamayı daha kısa bir sürece indirger. Biz bundan kaçı nmak içi n , sizin deyiminizle söylüyorum, gemiyi bir acemi kaplana b ı ­ rakmayı daha çıkar y o l bulduk . . . Naşit, baş ı n ı eğmişti . Duydukları , kitaplarda okuduklarından bile ileriydi. izmir'de alay ederlerdi o'nunla öteki sanayiciler. "Solcu bir . 312


kapitalist" derlerdi . . . Dil bilir, üniversite bitirdikten sonraki okumaları ndan sosyal soru nları herkesten daha iyi çö­ zümler sanıyordu kendi n i . Üstelik, Fehmi'nin çok az oku­ duğu n u , küçük yaştan beri çal ı şma sonucu , böylesine kar­ m aşık sorunlara akl ı n ı n ermeyeceğini san ı rd ı . . . Şimdi duydukları , kendi okudukları ndan da, bildiklerinden de çok öte. Üstelik, ezberden söylüyor adam. Gözlerinden hayranl ı ğ ı n ışıltısını balkıta balkıta baktı Fehmi'ye . . . O, aldı rışsız içkisini yudumluyor. Adalet Partisine des­ tek kararı n ı bekliyord u , tüm sorunları yan ıtlam ı ş olman ı n rahatl ı ğ ı yla. Hacıbey yeniden girdi söze . . . - B u gençler, bizi köh n e buluyor olmal ılar Fehmi Be­ yefendi . . . Elimizde diplomamız yok diye, baş ı m ı zda ak­ l ı m ı z da yok san ıyorlar. Biz buraya dövüşe dövüşe geldik oğu l . Dövüş okulları n e n bir büyüğüdür bilir misi n? Öyle ithal kotas ı n a bakı p, ben de şunu yaparsam, bi yasak koy­ d u rur, paraları vururu m . Babam ı n parasına, bankaları n kredisini kattım m ı , ertesi y ı l milyoner olurum, demedik hiç bir zaman. Diyemezdik de ya . . . Her kuruşun başı nda, kö­ pekler gibi nöbet bekledik. Bizi kazıklayacağı n ı an­ lad ı ğ ı m ı z adam ı , önceden biz kazıkladık ki feleğini şa­ ş ı rm ı şcasına. Kimi felç oldu bunların, kimi tahtalı köyü boyladı tümden. Böyle öğrendik nice kazanı l ı r, nice ko­ run u r kazanılan. Siz ister beğenin bizim akılları , ister be­ ğenmeyi n . Diplama yerin e para konuştururum ben. işte bu Fehmi Beyefendi tümümüzü ağzına baktı racak bunca şeyi biliyorsa, ağız ı n ı değil gözün ü açtığından. Dostları var akı l l ı uslu . . . Memurları var ki , her biri , kendi dal ı n ı n pro­ fesörü olmuş . . . Bunca çok adamın içinde birinden bir laf 313


kapsa adam , oturdu mu böyle kon uş u r. O i ş ç i Parti s i n i n o k u r yazar adamları , b i z i e l i m i z e verileni sökemez san ı r. N ey i e y e Jim oğul biz okumayı yazmay ı . Okur yazar adama parayı bastı rd ı n m ı , k ı rk y ı lda öğrenemeyeceğini hap yapıp, önüne koyuverd i kten öte - Sustu . T o pl u l uğ a bakt ı . Tam vazgeçi ldiğini san ı p , kı p ı rdan maya başlad ı kları s ı rada, sürdürüverdi sözü nü. - Şimdi k ararı m ı z kararsa size bir şey anlatayı m . Durum ayd ı nlan m ıştı . Zaten çoğu , sonuca hazırlıkl ı yd ı . Geçen toplantıdan be­ liren gündem, bu noktaya varacaktı besbelli. Onaylad ılar Hacı bey'i . .. Fehmi'ye baktı izin a l ı rcasına. Fehmi kadehini onuruna kald ı rd ı . Hemen kendisine bir bardak meyve suyu dolduran Hacıbey, kald ı rıp içti. - işte bu ayd ı n mıdır, kitap yalamış cinsi midir, on­ lardan bizim ora uşakları vard ı r. Ha bakın yaranlar, bizim oradan yaz ı c ı l ı ğ ı çok güçlü insanlar ç ı kar alimallah ... Hani kaleminden kan damlar, derl e r işte öyle ... Bunl ardan bi­ riyle bir gün karş ı laşt ı k ... Babası ahbab ı m d ı . Hepsinin ba­ baları ahbab ı m d ı r ya . . . Uzatmayal ı m . Bu benim oğlanları n dediğine göre pek bir ünlüymüş. Her yazd ığı bizim ku­ maşlar gibi satıl ıyormuş. Başka memleketlerde bile a l ı n ı p okunuyormuş. Uzatmayal ı m , dedi ki bana, H a c ı e m m i okumuyorsun. B a k , bak, bak. . . Hakl ı s ı n o ğ u l , dedim . Babam, seninki gibi akı l l ı olmad ı ğ ı ndan, beni okutmadı . Ben d e okuyamıyoru m . Sen neler yazıyorsun bakal ı m . . . Filancay ı , dedi. . . E , o benim eski arkadaşları mdandır. Şunu da yazdı n mı? Aa . . . dedi. . . Başka, dedim ... Bizim fi­ lanca ağayı yazd ı m , dedi . O da benim ahbabımdır. Birgün ...

3 14

..


şöyle bir iş etm iştik, dedim . Onu da yazd ı n m ı ? Yine a'a deyi nce oğu l , dedim , sen onca yazı p benim bildiğimi yine de yazamayı nca, ben okusam ne olur sen i , okumasam ne olur. .. işte bu ayd ı n , mayd ı n dedikleriniz budur. i ki satır yaz ı nca, hemen dünyayı yeniden kuracakları n ı sanı rlar. Oysa yaşamak ve de yenmektir önemli olan . Sen enseni tokata uzat, sonra da n ice dayak yedim diye yaz. Kim okur, kim dinler bire oğul lar . . . Hacıbeyin tatl ı söyleşisi, bitince yeniden kararlarının uygulanması üzerine konuşmaya başladılar. Örgütlenme konusunda bilgi verdi Reşat. Demirel'in getirilişini anlattı Fehmi. .. Ayn ı duzeni ülke çapı nda ve birlik hali nde uy­ gulamak kararıyla dağ ı l d ı lar. Bir sonraki toplantı , seçim er­ tesindeyd i . Ve her biri kendi alanı n ı n en geniş sı n ı rlarıyla gelecekti .

315


Fehmi Çok, dünya gezisi ne çıkıyor.

ON DOKUZ Yine karş ı l ıkl ı oturdular. Rober, kayg ı l ı bakıyord u . Suphi ise, Rober'in ba­ kışlarından baz ı olumsuzlukları sezmiş, kıpı rdanıyor. Baş ı n ı salladı Fehm i . - işçiler k ı p ı rdanıyor Beyefendiciğim, - d e d i Rober. - Ben hiç memnun değili m gidişten. Biliyorsunuz. Büro Araçları Fabrikamız çok gelişti . işçi sayısı ikibini buluyor. Daha, grev yasası çıktığında işçi başına beşbin lira verip sendilaşmaları n ı engellemiştik. Aradan üç yıla yakın bir süre geçti. Yeniden bir kıpırdanma var. Salt onlarda değil . .. San ı rı m i şçi Partisinin ektiği tohumlar yeşeriyor. Solda belli bir atı l ı m var gibi gel iyor bana. Bayağ ı ör­ gütçülüğe al ı ş ı r bir tutum içindeler. Bunun işçilere yan­ sı ması kötü olur. Biz her zaman azı n l ı kl a savaşabiliriz. Bunun yolları n ı iyi biliriz. Ama çoğunluk savaşa girdi mi, kuralları nı kendi saptar. işçilerin arda k ı p ı rdanmas ı , öte­ ki leri hemen etkileyecektir. Bir furya ile karşı laşmamız 316


i şten

d e ğil O zaman, b üyü k bir fon ayı rmamız g e re kli. Otomobil fabrikası ya k ı n d a ü retime geçecek. Seçimler is­ tediğimiz gibi sonuçland ı . Pl a n d a bizim yararı mıza sap­ Iı rmaiar başlad ı . Ya kı nda, t e şvi k u y gul a mas ı na gi­ rişil e c e kmiş . Bir konserve fa bri kası kestird i m be n . Ü reti c i n i n ayağı nda kurulmuş. N e yazık ki, pek i y i iş­ lemiyor. Oraya el ata rsak, kısa zamanda ih racat ya­ pabiliriz. Fakat öncelikle işçi sorununu çözmemiz gerekli. i şverenler Sendikası bizi sert kavgaya çağ ı rıyor. Ben ka­ t ı l m ı y oru m çağrılarına. Tam işler yolunda giderken yeni yeni dertler açmayı sevmiyorum. Bilirsiniz, ben derdi hiç sevmed i m . Fehmi, Suphi'e bakt ı . . . Rober'in karamsarl ı ğ ı n ı giderecek bir d üşüncesi var mı diye . . Ses gel meyince, o n u onayladığını anladı. - Peki , - dedi. - i şçileri yalıştı ral ım bukez. Belli bir fonu ayırı n . Hatta ilk anda kavga çıkarmayın. işverenler Sendikas ı n ı n önerilerine ben de katılm ıyorum. Çünkü , otomontaj ı n ı geciktirir, bir işçi kavgası . Bundan da, Ordu Yardı mlaşma kazan ı r. Dediğimiz çıkt ı . Bizden hızlı ça­ l ışıyorlar. i yi ki, o zaman ı kazanmışız. Şimdi yitirirsek, pi­ yasa rekabetinde eşit koşullara sahip oluruz. Oysa, ben önce piyasayı tutup sonra hem i talyanlarla ortak ol­ duğumuzun, hem onları n , Ordu Yardımlaşma, Fransız or­ taklığını n dağıtıcılığını almak istiyorum. Böylelikle, sa­ tışları dilediğimiz gibi ayarlama olanağını ele geçiririz. O nedenle, bir yoklay ı n . Sendika gerçekten çoğunluğu ka­ zandıysa zaman yitirmeden, pazarlık masası na oturun. Yalnız işi ağı rdan alın. Oto montajı tamamlayıncaya .

.

317


değ i n . O n d a n sonra , bizım istedi ğ i m i z yerden i m z a l ad ı l a r anlaşmayı n e a l a . . . i m za l a m az-larsa, kavgaya g i rişiri z . - Anlad ı m efend i m , - dedi S u p h i . . . - Yı p ratac a ğ ı z ta rt ı ş ma l a r ı . - Yıpratacak ve çü rüteceks i n i z . - Başüstü ne efendi m . - Başka Rober. Seni kayg ı l a nd ı ran neyd i ? H a , işçi Partisi. Mecliste bir g rup kurmas ı , üste l i k işbi l i r kişilerden oluşan bir grup kurması kayg ıland ı rd ı sen i . Suphi söy­ lemedi mi? Seçi mler yaklaşt ı ğ ı nda, bu iş çözümlenecek. i şçi Partisi bir daha grup ku ramıycak. K u ramayı nca da, sandalye kavgası fiki r kavgas ı n a dönüşüp belki d e bö­ l ü n ecek. Zaten eti ne butu ne ı Bir d e böl ü n ü rse, o sorun çözümlenmiş olacak. - Bendeniz de ondan sonras ı ndan endişeleniyorum ya efend i m . -- Diye sürdürdü R ober. - Şu son yı lların olayları , beni de okumaya zorlad ı . Rusya'yı inceledim . . . Yeraltına itilince, birden değişivermiş durum. Benim kor­ kum bu . . . Suphi dayanamadı . Yıllarca okumaya ara verip yeniden başlayı nca, akl ı bulanı r kişinin. Her okuduğunu gerçek sanmaya başlar. Bunun eski bir düşünce olduğunu bilmiyor. Daha yeni ki­ taplar okuması gerekli. Çağımız değişti. Yeralt ı n ı n bile ça­ resini buluyor artık. Fehmi'nin kendisine bakmasına kalmadan, kay­ gısızl ı kla yanıtladı Rober'i. - Korkmayın. Öyle bir durumda eziveririz. Rober, kendi içinden, "konuşmal ıyız bunu. Belli ki, Suphi çok şey biliyor," diye geçirirdi. "Bildiklerini öğ318


ı·e n m e m gerek. Siyasal yanına hiç bakmadı m eskıden beri . Suphi eski ve büyük bir devlet memuru olarak, bu ko­ nuda patronun en büyük yard ı mcısı kesildi. Ben salt bil­ diği m , gördüğümle, çözüm arad ı m . Beyefendi'nin an­ latt ı ğ ı n a göre bunların Hacıbey'i de be.ı o!dum. Kısa zamanda yetiştirmeliyim kendim i . O sosyal i lişkileı< uzman ı m ı rıe , ondan bi raz da ben yararlanmal ı y ı m . Sonra oku­ inal ı yurt d ı ş ı n a gittiği mda bi lenleri di nlemeliyim . Ordaki müdürler d ünya olayları n ı nasıl biliyorlar. Bilirler elbet ço­ ğunun altında parmakları var da ondan . . . Ne demiş Rockfeller, Eisenhower'e? "Şah , elçimize da­ n ı şmadan, hükü mette değişiklik yapamıyor." demiş. Elçi ki m i n ? Amerikan devletin i n , Rockafeller, nerden bilir, el­ çiye ne dan ışıldığ ı n ı ? i ran' ı ele geçi ren odur da, ardan . . . D e m e k salt o l a n ı bilmek h ü n e r değil. istemediğini ön­ lemektir aslolan. Nasıl önleyeceksin , nereye gi­ debileceğini baştan kestirip eylemleri ona göre dü­ zenleyerek. işte Suphi'nin dediği bu olmal ı . Her yerde adamiarım ı z var. Her şeyden önce biz haber alıyoruz. Ve her şey bizim istediğimiz gibi gidiyor. Bunu böyle yapmak zorundayı z . Yoksa , biter işimiz." Fehm i . başka bir işle ilgiliymiş gibi duruyor. Sanki din­ Iemiyor Müdürlerini. Onları n sözleri bitince; - Ana hatlarla bir alan bölünmesi yaptık. Herkes kendi dalı nda ilerleyecek. Böylesi iyi ol d u Ama küçük firmaların nereye el atacağ ı n ı bilemiyoruz . Biz üretimi kısıtl ı tuttukça onları n geliştirmesi söz konusu olabilir. Örgütlenmeyi biraz daha geliştirmeliyiz. Ola ki, karl ı yollar bulabilirfer .

.

319


Bunları biz uygulayal ı m . "Hiç kafas ı durmuyor b u adam ı n , " diye düşündü Suphi. . . "Asl ı nda beni m düşünüp önüne haz ı r geti rmem gereken şeylerde bile, benden önce davranıyor. Ger­ çekten büyük bir yönetici bu. Olmasa bizleri bu nca za­ mandır, buraya getiremezd i . E lbette, d ı ş koşu llar ve kat­ kılar önemli. Ama, bunun hiç mi katkısı yok . . . Olmaz olur m u ? Kaç kişiymişler i l k başladı klarında. Kiminin netesi ke­ silmiş. Kimi tökezlanmiş gitmiş. Bir tek bu... Hiç du­ raksamadan, buraya gelmiş. Şimdi bir imparator gibi yü­ celerden buyruk veriyor. Hem yal n ı z kendilerine değil. . . Tüm ekonomi ortamı na . . . Sanayicisi , tüccarıyla, tümü Hükümetlerin değil, bunun ağz ı na bakıyor. Ama, tü­ mümüzden dinç ve sağlam ... Doğrusu iyi seçtim ben ya­ nı m ı . Böyle b i r insanla çal ışmak, herkesin becerebUeceği i ş değil . . Onun vekilieri olarak a y n ı korku karışımı saygı da bize duyuluyor. Özellikle, Rober'le bana. Dışarıda sa­ n ı l ıyor ki, Fehmi Çok'u, Fehmi Çok yapan biziz. Oysa, bizi biz yapan odur. Bir tahtı ravellidir bu. Tam orta direği de o. Bir benden yana ağdırır oyunu yerine göre. Bir Rober'den yana. Sürekli bir dostluk ve yarışı aramıza koyan odur. Ve bizi dilediğince kullandığı gibi, bizi m dilediğimizce kul­ lanmam ızı sağlayan. Devlet dairesinde kalsaydı m . Hatta Süleyman g i b i bir de Başbakan olsayd ı m bunu öğrenemez, şu andaki tadı alamazdı m ben. Çünkü o bile, yönetilendir. Biz burda, özellikle üçümüz olduğunda, yö­ neteniz. Her şeyi ve herkesi . Zaman zaman kendi ül320


kemizin d ı ş ı n a ç ı kar gücümüz. Ortakları m ı z ı n bizden akıl d a n ıştı ğ ı , yard ı m istediği olur. Ama, ş u n u yine de ka­ bullenmek gerekli ki , borcumuzun binde biri etmez bu. Patronu yetiştiren onlar. Bizi de . . . Ve altımıza hem bu taht­ ları , hem de buyurma olanakları n ı veren, hep ortaklarımız. Ya da asıl patronları m ı z . Neden başkaları na vermiyorlar da, bize veriyorlar? i şte, bu adamdaki cevheri gördüklerinden. "Asıl sorunu atmal ı şimdi ortaya." - Hemen o örgütlenmeye girişiriz efendim, - dedi Suphi. - Ben diyorum ki, Ankara'da temellerini atm ış bu­ lunduğunuz eğiti m işine daha bir h ı zl a sarı lsak. Fon­ larımız, durmaksızın i mam Hatip Okulları için çal ışıyor. Camilere, din görevlilerine yard ı m ediyoruz. Sizin iftar sof­ raları nız, dillere destan oluyormuş. Ama, bunlar yeterli değ i l . Biz kamuoyuna, toplumdan aldığımızı veriyor gö­ rünebilme\iyiz. Ben o işin geliştirilmesini, ordan yetişecek yoksul çocukları n , ileride büyük işletmeciler olmasını dü­ şündüm. Hatta gerekirse, buna öbür Kurul üyeleri de ka­ tılabilirler. O zaman büyük bir örgüt kurulur. Nasıl ki, o nü­ veden yetişenler, bugün size yaşamlarını borçludurlar. Bizim fabrikaları mızı n , işletmelerimizin müdürlerinin ço­ ğunluğu ordan yetişmiş delikanlılar. Bunları n yanında, devlet dairelerinde üst kademe yöneticisi olmuş kaç kişi var. Bunlara, sizin bir iş istediğinizi söylediğimde, olmazı olduruyorlar. Maliyeden , Petrol işlerine değin, hep bizim küçük eğitim örgütümüzden yetişmiş insanlar görevde. . . B u nları görünce daha da genişletmek gerektiğine inancı artıyor insanı n . - Doğru . bunun araştırmaları nı yapın. Ne ister, bizim 32 1


katk ı m ı z ne o l u r? Hemen karara varal ı m . Şimdilık önü­ m üzde bir durgun dönem var. Siyasal bakımdan diyorum . B u n u i y i değerlendirelim. iş h ı z ı n ı aldı bir kez. Çark kendi kendine dönecek ölçüde güçl ü kuruldu sizin çabaları n ı z sonucu. Ben diyorum ki . şöyle sırayla. biraz dinlen e l i m . Önce kimden başlayacağ ı m ı za siz karar veri n . Birer dünya turu yapal ı m . iş için değil ama, Salt gezmek ıçin. Yılları n , yorgunluğunu atal ı m üstü m üzden. - Önce siz başlayı n , - diye atı ldı Rober. - En çok siz yoruldunuz. - Ve siz dinlenmelisiniz ilkin, - dedi Suphi . . . Fehmi baş ı n ı eğdi . . . - Peki . . . Madem siz buyu ruyorsunuz. Yarından baş­ layarak, beni yok say ı n . Gezideyim . . . Nereye gittiğimi söy­ lemeyeceğim. Böylelikle, beni arama olanağ ı n ı z bu­ lunmaz. Arayacağı n ı z ı sanm ıyoru m ya . . . Çünkü bugün nereye vard ıksa, sizi n omuzları nızda yücelip geldi her şey . . . Bu çizgiyi daha ileri götürecek her atı l ı m ı da benden iyi yapars ı n ı z . Biliyor musunuz, kendimi gerçekten yorgun sezinlemeye başlad ı m deminden beri ... Sizin her şeyi ben­ den iyi yapacağın ıza güvendiğimi açıklayı nca mı böyle oldum, dersiniz? Birden her işini bilirmiş birine dö­ nüverdim. Ne korkunç boşluk . . . Yok yok. Ben şimdi dünya gezimi düşünüyorum . Düşüneceğim. Yeni bir amacım var. Gitmediğim yerlere gideceğim , görmediğim şeyleri gö­ receğim. Hadi hoşçakalın . . . Kalktı . Onları öyle oturur bı rakıp çıktı. Arabasına binip, evine giderken, düşünmeden ede­ medi. ..

322


"Kupkuru bir adam gibi görmeye başlad ı m kendi mi. Bir toparlanay ı m . Yeni tehlikeler, yeni dönemeçler söz ko­ nusu. Bir iyice dinlen meliyim ki , yeniden girebileyim s a­ vaşa. Bunun içi n , çoluk çocuğu to pl ayı p geziye çıkmakta yarar v a r. Saadet, bana aile sorumu nedir hiç d uy urm ad ı . Çocukları n her dertlerin i çözdü. Çözemediğinde bana başvurdu ki , çözüm yolu çoktan görünmüştü. Hatta ço­ cukları da bı raksam . . . Salt şöyle karı - koca, ikimiz çık­ sak . . . " Durmadan fikir değiştirmenin kıvancıyla, bakı ndı yö­ resine . . . Alışmadığı yeni bir duygu bu. ilk kez kuşkulanıyor. Bir öyle düşünüyor, bir böyle . . . Oysa, her şeyi gerektiği ölçüde düşünüp gerektiği gibi değerlendi rmeye a l ı ş mış. O dümdüzlük içinde, şimdi de­ ğişik fikirlere kaptı n nca kendini, rahatlıyor sa nki . Kararl ı adam olmak ne güçmüş. Sinirlerinin gev­ şediğ i n i , daha şimdiden, bin h ayal i n ardı nda kapıp ko­ yuverdiğini sezinliyor. Gülümsüyor kendi kendin e> . Gü­ lümseme, tam soförün dikiz aynası ndan baktığı t·ir ana rastl ıyor. Adam, afallayarak, geriliyor. Arab a da sağa sola yalpalıyor bir iki. Toparian ıyor hemen. Patronunun gül­ düğünü ilk kez görmenin şaşkınlığı, neredeyse bir kaza çı­ karacaktı . Fehmi, ne olup bittiğini duymuyor bile. Yüzünde ayn ı gülümseme, kararsızlığın tadını sür­ düyor. Ö nce nereye gidelim? " i şte bir soru ki, gel çık i ş i n içinden. Paris mi, Viyana m ı , yoksa başka bir yer mi? Doğudan mı, başlayalım ge­ ziya, batıdan m ı ? 323


Buna karar veri rsek, hangi kente gidel i m ? Hangi araçla gidel i m ? Düşü ndükçe kıvancı artıyor. Kararsızl ı kta bocal adı kça, daha bir keyitleniyor. Bir boşal ı m gibi . . . Ve sonunda, kendi kararsızl ığ ı n a biri ninki n i , karıs ı n ı n ki n i de eklemek için ba­ ş ı n ı kaldırıyor." - Daha gel medik mi oğl u m ? - Geldik efendim . . . Gelmişler. Araba h e r zamanki gibi köşkün mermer mer­ divenine yanaşmış. Yaşl ı uşak, kapıyı açm ış. Bekliyorlar. Ama o öyle daim ı ş ki bir türlü arabadan inmiyor . . . Hemen indi. . . Salonu n kapısında bekliyordu karı s ı , h e r zaman olduğu gibi. - Haydi Saadet, - dedi. - Haz ı rlan ... Uzunca bir izin kopardı m Rober'le Suphi'den ... Hemen yarın dünya ge­ zisine çıkıyoruz. ilk nereden başlayal ı m söyle? - Londra, - dedi Saadet. - Hem kızım, hem büyük torun Jm orda .. . - Tamam . . . Sabaha değin hazırlan. Sonra karışmam, - diye yanıtladı Fehmi. .. Bir delikanl ı gibi sakerek çıktı i ki basamak merdiveni. Saadet ard ı ndan baktı bir süre. Böyle sürpriziere alışkın olman ı n ağı rl ı ğ ı yla, baş ı n ı sal­ lad ı . Tam bir tatilden dönmenin keyfiyle, müdürlerini ar­ mağanlara boğdu . Karş ı l ı klı oturduklarında; - Size bir muştum var, - dedi. - Bilin bakal ı m nedir? 324


i kisi ilkin birbi rleri ne, sonra Fehmi'nin yüzüne baktılar. - Bilemediniz, değil m i , - diye sürdürdü. - Yeni pa­ zarlar buldum. Araplar bizden , soğutucu , Almanlar men­ sucat istiyorlar. Yal n ı z gü mrük indirimi tan ımad ı kları için fi­ atları m ız biraz yüksek geliyor. Bunun çaresini bulmak gerekl i . Rober, Suphi'nin yüzüne bakt ı . Suphi, i l k akl ı n a geleni bi raz evi rip çevirdi. Sonra yut­ kunarak; - Hükümetten pri m isteriz, dedi. - Tarım ü rünlerinde, d ı ş piyasa fiatları n ı ayarlamak amacıyla pri m veriyorlar. i hracat primi. Bizim için niye vermesinler? - Öyle ya isternek önemlidir, - dedi Fehmi . . . - Öy­ leyse, hemen satış müdürlerini gönderelim. Ben söi ver­ d i m . Fiat teklifleriyle, geli rler, konuşursunuz, dedim. O arada, prim oran ı n ı sen öğren. Yeni bir olanak açabiliriz böylelikle. Özellikle Ortadoğu'ya girebilirsek; piyasa tu­ tarız. Amerikal ı ları n umudu gerçekleşecek sanırım. israil kavgası sürdüğüne göre, bizim mallar tutunabilir Arap pa­ zarlarında. O zaman, salt askersel durumla yetinmezler. Ekonomik ilişkileri daha da geliştirmeye zorlar bu tutum . Şirketlerinin çoğunun temsilcisi b i z olduğumuza göre, montaj işini de biz yaparız. Hemen hemen iç pazar ora­ n ı nda d ı ş pazar kazanabiliriz önümüzdeki on yı lda. Rc;ıber geziden yeni yeni iş olanaklarıyla dönen pat­ ranuna sevgiyle baktı. - Bir de iş düşünmeyecektiniz . . . iş, sizin yaşamınız olmuş beyefendiciğim . Siz gittikten sonra Suphi'yle ko­ nuştuk bunu. Bekliyorduk. Yeni yeni montaj işleriyle dö­ neceksiniz diyorduk. Ama, dışa açılmak, çok daha güzel 325


bi r öneri bizim için. Düşününüz, malları m ı z d ı ş pi­ yasalarda aranıyor. O zaman , biz de dış ül kelerde acen­ telikler açıp, işler çeviri riz. Bizden daha geri olan ülkelerin durumunda söz sahibi oluruz. Ve hükümelimize siyasal açıdan da yard ı m ederiz. - Ne yard ı m ı , - dedi Fehmi O ülkelere karşı nice davranması gerektiğini öğütleriz. Rockafeller'in , Ei­ senhower'e yaptığı gibi. . . Ve salt kendi ülke mizde değil değişik ülkelerde bizim dediğimiz olur. Ülkemiz değil ül­ kelerimiz olur açıkças ı . . . Bu yeni olanak bunu getiriyor bize. Almanya'ya mensucat gönderip göbek bağ ı m ı z ı sağ­ lamlaştırırız. Arap pazarlarına girerek, bunu bir ege­ menliğe dönüştürürüz. O zaman içerde kimse bileğimizi bükemez. Tam tersine, bizim acentelerimizi elde etmek amacıyla, çırp ı n ı rlar. Bunu da rakipierimize karşı koz ola­ rak kullan ı rız. - Rakib[miz var m ı bizim Beyefendi? - dedi Rober. - Olabilir. Her zaman olabilir. Bugün yok belki . Ama, tek tek ald ı ğ ı m ı z zaman var da . . . Mensucatta tek değiliz. Soğutucuda tek değiliz, hatta bir yıl sonra otomobilde tek değiliz. Hadi birini ortakl ıkle bize bağladık. Ötekinin lastik fabri kalarımızia üreti mini kısıtlama olanağ ına sahip olduk, diyelim. Ama, pek çok dalda ister istemez rakiplerle kar­ şı laşacağız. Şimdilik bunları biz örgütlediğimiz, en bü­ yükleri olduğumuz için elimizdeler. Yarı n giderek güç­ lendiklerini sezinleyip bağ ı msızl ık isteyebilirler. O zamana hazı rlanal ı m . derim ben. işte bu pazarlar. o zaman ın bi­ rikimini sağlayacak. - Hep tetikte olmak, - dedi Su ph i. - Hep daha son­ ran ı n hazırlıklarıyle uğraşmak . . . Ve sizi hep böyle görmek. ne mutluluk . . . -

326


- Söyledi ya Rober . . . Bu benim yaşamı m . Bununla var; m ben . Öyle oldu m . Her şeyi bunun için yapıyorum. iç­ meyi. Bir yere gidip eğlenmeyi . Sabahları erken kalkıp ata binmeyi . Size açı klamada bir sakı nca yok çocuklar . . . Bazen kendi kendime soruyorum. Ben neyi m? Koskoca bir çarkı n dönmesine koşullanmış bir robot mu, yoksa gönlünün dilediğince yaşama olanakları nı elde etmiş m utlu bir insan m ı ? i nan ı r m ı s ı n ız, ikircikleniyorum ya­ n ıtlamakta. Bana öyle geliyor ki , ekonomik kal k ı n ma or­ tam ı nda bir kobay ı m , ben . Seçilmiş ve tüm duyuları bir yöne şartlanm ı ş bir kobay. . . i nanmazsın ız, karım, gelinim, kızım ve çocukları mla, tam bir turi st kafilesi gibiydik. Her­ kes bir yerde oturuyor. G üzelliğin tad ı n ı çıkamcasına derin derin nefesler alıyord u . Ben, acaba ne yapabi lir? Daha ne yapmak gerekir, diye düşünmekten yo­ ruluyord u m . Gözüm hiç rırkada olmad ı . işlerin istenilen aşamaya varacağı ndan, çarkın bensiz de döneceğinden hiç kuşkum olmad ı . . . - Sizsiz dönmez b u çark beyefendiciğim , - dedi Rober. - Bunu siliniz akl ı nızdan. - Güveniniz bizim için onurları n en büyüğü zaten efen­ d i m, - diye tamamladı Suphi. - Övgünüzü haketmedik daha . . . - S i z ne sanıyorsunuz? - Diye sözü kaptı Fehmi. Hiç bu söylediklerime deymeseydiniz, burda benim en ya­ kı n ı mda bulunur muydunuz? Kuralları birlikte kurup işlettik biz. Kaç kez, kaç kişilere. Kendinize işlemeyeceğinden bunca güvenli miydiniz yoksa? Güvenmeyin ... Dedim ya, çark ı n h ızla dönmesinden sorumluyum ben. Ve bunun içi n , gerekirse kendimi bile harcarı m . Harcamadı m m ı , 327


harcamad ı k m ı , kendimizi? Kaç parçaya bölü ndük. Şir­ ketlerdeki işlerin çoğundan haberimiz olmuyor. Ana h at­ larıyla biliyoruz her şeyi doğru. Bir de R ober'in o şaşmaz dikkati , eskimez belleğiyle rakam rakam sayab i l i riz olup bıteni. Ama, eskisi gibi alacağ ı m ı z adamı şöyle karş ı m ıza çekip, bir söyleşide bulunabiliyor muyuz? Bu iş için sürü sepet Personel Müdürü var. Fabrika Müdürü, Şirket Mü­ dürü var. Can ı m ı z ı n çektiği zaman, birini kulağı ndan tutup atabiliyor muyuz? Hay ı r ... illa ki bu işi de başkaları yapacak. Neymiş efendim, ben patronum, siz büyük mü­ dürler. Böyle işlere kalkışmamız, yakışık almazmış. Daha ne be . . . Kendimizi harcamak değil mi bu. B u nca insanı n sorumluluğunu yüklen s ı rtına, ama üzerlerinde yetkin ol­ mas ı n . Sen ne yapars ı n efendi? Hani eski Anadolu öy­ küsünde olduğu gibi merdiven, diyesim geliyor. Niçin? Hü­ kümetleri n birini indirip birini çı karmak için ... Olası m ı ? Biz iş adam ı mıyız yoksa Ali Osman saltanat ı n ı devralmış garip Keloğlan mı? Suphi günler önce akl ı ndan geçirdikleri n i anı msadı bir. Sarkık yanaklarında bir all ı k pariayıp söndü . - Siz b i r imparatorsunuz beyefendi, - dedi. - Evet. . . Belki Abdülhamit.. . Amerikalılardan , almanlardan buyruk al ı p burdakilere buyruk veren ve pun­ dıınu bulduğu zaman, üstündekilere de, altındakilere de kazık atan bir imparator. Neyliyeyim , buna koşuluyuz. K ı rkbeş yıldır sürükleyip getirdik. Yaşadı kça da gö­ türeceğiz. Bu duruma göre, siz de beni m kara vezirlerim oluyorsunuz. - Zaten lakabımız o Beyefendiciğim, - dedi Rober. - Ben birinci Karavezir, Suphi i kinci. 328


- Evet . . . Ş i md i hemen eyleme geçeli m . - Dedi F e h m i . - i lkın şu ihracat prim i sorununu çözümleyel i m . B u nun için s e n i n A n kara' ya gitmen gerekiyor mu? Suphi'ye bakarak sormuştu . Baş sallayı nca, - Peki . Öy­ l eyse, şimdılik Rober'e p e k iş yok. Hayd, bakal ım sen d e R o z a y ı a l ı p d i lerse n ç ocuk l ar ı d a ard ı n a t a ka rak , b i r d o l a ş. Sonra da S u p h i ayn ı şekilde dinlenir. Yeni döneme. üçümüz d e ese n l i k içi n d e gireriz. Sa � ırım bunun çok ya­ rarı ol a c a k . R o b er i n y ads ı m ası n a b ı rak mad ı . Suphi, Ankara'ya gitmek için odadan çıkmışt ı . Rober, kös kös dönünce arkası nd a n bağ ı rd ı ; - Masraflar şir'ketten olacak. Sakın elini cebine atma, kavga ederiz. Elleri n i oğuşt u rd u so n ra Daha bir bağlamıştı müdürlerini. Sorusunu kendi ken­ dine y inele d i "Sahi b e n neyim ? Seçilmiş biri mi? Elli yıla yaklaşan bir süreç içinde, hiç duraksamak-sızın çalışan bir makinadan fark ı m ne benim? Köhnemedim, seziyorum bunu. içimde her an yeniden başiayabiime isteği y anıp tu­ tuştu hep. Belki beni m itici gücüm bu. Ya da romantik yan ı m ... Başlayabilir miyim? Hani nerde bir damı örtecek kiremit bulunmayan Bozkı r Ankara'sı ? Nerde, acentelik için namuslu kişiler arayan büyük şirketler? Şimdi, ka­ pan ı n elinde kal ıyor diş macu nundan çamaşır tozuna her­ şey . . . Ve yerli markanın, Tanzimat dönemi gibi tukaka ol­ duğu bir zamanda, biz bunun kavgasın ı veriyoruz. Montajlarımıza yerli marka vurabiirnek için dökmediğimiz yüz suyu kalmıyor. Adamları n zayıf yanını yakalayıp Arap pazarın ı öne sürmesek bunda da başanya ulaşamazdık. .

'

..

'

.

.

329


S o n ra giderek, Ortakpazar' ı neden s a y ı p h ü k ü m etleri dü­ ş ü rü yo r uz . Ortakpazar a n l a ş m a s ı n ı i mzalaya n , Yunan H ü ­ kü m eti de, bizimki gibi d ü şt ü . H e m de a y n ı zamanda. Pa­ paendreu da bir kahra m a n d ı Yunanl ı l a r ı n gözünde. i s ın et Paşa gibi gitti o d a . . . Demek ki . a y n ı e yl e m d e bl' l u nduğumuz Yunan işadamları da var. T an ı ş m ak gerek. Yoksa bu eylemiere itiliyor muyuz biz? Kendiliğimizden mi aday oluyoruz? Bitmek bilmeyen bir soru yumağ ı . Ne var ki , her davran ı ş ı m ı z bize para getiriyor. Sonuç parayla öl­ çülürse karl ı ç ı kan biziz. Öyleyse, dibini araştı rmak anlamsız. Ne dedi Sup h i ? Bir i m paratorsunuz. Ben n e dedi m ? Abdül hamit gibi. . . Gerçekten farkı m ı z yok. Patronları - m ı z ı n istemediğini de­ vi riyoruz. Çoğunluk da bizi patron san ıyor. Bu i kilemden kendi m iz ad ı na bir prim alıyoruz. Tümü bu. Olsun . . . Ba­ ş ı ndan raz ı geldim ben bu işe . . . Parti kodamanları, hü­ kümet üyeleri, s ı rt ı m ı s ığazlayıp, koş Fehmi, dedikleri zaman koştum . O zaman onlar bana buyuruyorlard ı . Ş i m d i ben onlara buyuruyoru m . Neden? Onlar geçip gitti. Ben gelip, yeşerdim, büyüdüm ve egemen oldum. Geçip gitmemenin yolu, benim izimden geçer. Daha hızlı koşmam gerek bundan sonra. Koşarı m . Elimde öyle bir örgüt var ki, Türkiye'nin her yanı nda her istediğimi hemen yaptı rabiliri m . Topları m , ağz ı ın ı n içine bakanları . Böyle böyle deri m . Herkes kendi gücünün belli bir oranı n ı bana borçlu olduğunu biliyor. Güçsüzlüğünün belli oranı n ı bildiği gibi. . . "

Suphi, Ankara'dan geldiğinde, hemen yanı n a ç ı kt ı . - ihracat primi çözümlendi efendim. ilk partinin gön330


derilişinde büyük törenler yapılması n ı istiyorlar. Ben en­ gelledi m . Bunlar örnek · mal dedim. Arkası ke­ silmemecesi ne siparişler gelsin . ondan sonra . . . Yeni bir olanak bulmanın sevincinde Demirel. .. Bu arada karayolu taş ı m ac ı l ı ğ ı n ı geliştirmek için başkoşul saydığımız Boğaz Köprüsü girişimine hazırlanmakta. Tam istediğimiz gibi ve zamanda. Hemen, Japon, i ngiliz ve Alman şirketleriyle iliş­ ki kurmam ı z ı istedi . Zaten temsilcisi biziz bu konuda iş ya­ panları n. Üç milyar liral ık bir yatırım söz konusu. Tümünü bizim şirketleri n almasını sağlamal ıyız. Böylelikle, iyi bir komisyon düşecek payımıza. Ben hemen buyruğu verdim. Temsilcisi olduğumuz şirketlerin, hazırl ıklı olmaları n ı sağ­ layacaklar. Salt yakında büyük projenin haberini ile­ leeeğimizi bildirdim. Bu arada önemli bir sorun var. De­ mirel, Ruslarla yapılan ticaret anlaşmasının özellikle sınai yatırımların ı işletmek istiyor. Bir büyük gübre fabrikası ile, rafineri konusunda gizti görüşmeler yapıyorlarmış. Kültür anlaşmas ı n ı erteleyecek. Ama, bunlara öncelik vererek, yeni iş alanları açmaktan söz etti . Ben de bu davranışı n iyi olacağ ı n ı , Amerikancı l ı k konusunun yeni bir şaşı rtmacaya gireceğini söyledim. Çünkü konuşurken , sizin gözden çı­ karma sözleriniz aklıma geldi. Ayrıca, yeni bir vergi ha­ zırlığı içinde oldukların ı öğrendim. Bu başka yerden. Yal­ n ı z bizden kamuoyu oluşturmam ızı istiyorlar. Sanırım, düzenlenecek yasa ile yatırımcılar hemen hemen vergi vermeyecek. Hem de büyük yatırımcılar. Çeşitli iade di­ limleri getiriyorlarm ış. Teşvik tedbirlerinden tutunuz, ithalata prime değin ... Yani Beyefendi, izmir iktisat kong­ resinde alı nan kararlar, elli yıl sonra yürürlüğe girecek. Ben, siz h az ı rlığı yapı n desteklemesi bizden, dedim, ta33 1


n ı d ığ ı m uzmanlara . . . Bu bize büyük olan aklar geti rir. Zin­ cirleme şirketlerle, zaten karı eritiyoruz. B i r de bu in­ dirimler gelirse, faizsiz yeni kredi ler elde ettik demektir. Ayr ı ca Ticaret yasası nda değişiklik yap ı l ı p holding olanağı getiriliyor. Vakıflar yeniden geliştirilerek, vergi gös­ tergesinden düşülecek . . . i ktidardan düşürülme küs­ kü nl üğü içindeki Halk Partisi nin zaman zaman işçi Par­ tisi n i n kuyruğuna !akı lması güçlükler doğuruyor. Orda, bir eyleme girişmemiz ve bir operasyon yapmamız fena ol­ m ayacak san ı rı m . Böylelikle, Demirel'e rahatlama olanağı vereceğiz. Çünkü, ismet Paşa, gençleri iş baş ı n a geti rmek istiyormuş. Biliyorsunuz, bunların başı nda da Ecevit ge ­ l iyor. Çalışma Baka n ı iken hazırlad ı ğ ı iş yasası n ı sü­ rüncemede bı raktırmasak, başı m ıza bin türlü dert g e ­ l ecekti. Neyse, şimdi istediğimiz gibi b i r iş yasası ç ı kartırız. Bilmem Partinin içyüzünü bilir misiniz? Herkes pusuda, i smet Paşa'dan sonrasını bekler. Bir sonra, kolay kolay olmaz. Ama, beklerler. Halk Partilerinin alış­ kanlığıdır bu. Buyurduğunuz gibi , tümü son sultan ı n ve­ liahtlarıdır. Sanıyorum i smet Paşa, i şçi Partisinin ge­ lişmesini önlemenin yolunu Ecevit gibi gençleri işbaşına getirmekte görüyor. Çünkü kitlesinin kaymakta olduğunu anladı. Oraya bir el atmanı n zamanı çoktan geldi. Bana öyle gelir ki, Ecevit'le, Feyzioğlu,ikbal için çok şey ya­ pabilirler. Bunlardan birinden biriyle, gençler takı m ı n ı ça­ lıştırmak gereklidir. Sizin seçiminize kalmış bir iş. Eyleme geçmeden her şeyin hazırlanmasını istersiniz. Geliriken üstünde düşündüm . Gençlerden kapışabilecekler ara­ s ı nda, benim gözüm bu ikisini tuttu. Belki sizin bir bil­ diğiniz vardır ... Hemen eyleme geçmekte yarar var. Ö nü332


müzde kongreleri var. Bir oldu bittiyle karş ı laşmayalı m . Fehmi, baş ı n ı eğmiş, dinliyordu. Suphi susunca, yüzüne bakt ı . Kendisinden karar bek­ lediğini görü nce, gülümsedi. - Sen hangisini kapıştı rmak istersin? - Bence Feyzi oğlu daha iyidir. E ri m , bilirsiniz, yele göre davra n ı r. Üstelik çabuk yıpranabilecek hataları var. H e m de sezgileri kör. Menderes'in gideceği zaman onunla olmuştur. ismet Paşa'nın gideceği zaman onunla. Fey­ zioğlu önder olmak içi n , h erkesı çiğneyip geçmeye, her güçlü yelden yana ol maya ha z ı r Jl.•na yel yaratmasını bilir. Üstelik öteki ne göre zekıdır. Öğrendiğini i y i beller. ismet Paşa' n ı n yanı nda uzun süre kald ı . Tekbaşına bir koca i ktidara kök söktürdüğü dönemler oldu. Ben, ay­ r ı l ı ğ ı n baş ı n ı ona çektirmeyi yeğierim. Çünkü, çıkarı nı iyi bilir. Ç ı karı n ı iyi bilen kiş:yle an:aşmak kolaydır, dersiniz her zaman. Öteki dediğim gibi, fı rsat kaçırmakta bir eşi daha bulun mayacak kişilerdendir. Ben güvenemem böy­ lesi ne. Ç ü nkü nerde tökezlayeceği belli değil. - iyi değerlendirdin Suphi . . . Bunu bir başımıza biz yapmalıyız_ Toplayalı m Kurulu, orda kararlaştıralım. Gençler için ismeı Paşa'y ı , ayrı l ı k için de Feyzioğlu'nu kul­ lanalı m . Seçi m sıras ı nda da tüm ağı rlığımızı Demirel'e verip işçi Partisiyle, Halk Partisi'ni zayıflatabilirsek, ba­ şarıl ı bir deneyim geçirmiş oluruz. Bölünme belli oranda zayıflatır Halk Partisini. Ama, aynı zamanda işçi Partisi'ne oy veren ı l ı m i l lar Ecevit tutkusuyla Halk Partisine dö­ nerler. B u dönüşüm, işçi ve köylülerle i lişki kurmasından korktuğum işçi Partisi'nde kavgayı kızıştırır. Sabırsız ka­ nallar doğar. Bunların ne yapacağı , kavgayı nereye değin .

333


götü receği pek belii ol maz şimdıden. Beklemek gerek. Halk Partisi ise bölünmeyle, Demirel'in ekmeğ i n e yağ sürer. Sen konuş Feyzioğlu'yla . Gerekirse çıtlat Demirel'in iktidara nasıl geldiği n i . Biz Kurul olarak karar ald ı ktan sonra dünürünü salarız ismet Paşa' n ı n üstü ne. O genç kanadı desteklerse, Paşa da o y ö ne döner. Bizim iliş­ kilerimizi biliyor. Gerekirse, ben d e bir söyleşi s ı rasında çıtlatırım. Suphi, düşündük!eri n i n gerçekleşma yolunda ol­ ması ndan kıvanarak baktı patronuna. - Anlad ı m efendi m . - dedi. - Önemli olan Paşa' n ı n gençlere yas i anma çaba ş ı yla birlikte, H a l k Partisi'ni sos­ yalistleşmeye başl ad ı g ı n ı yaymak ve ortada oyları ür­ kütmektedir. Bunu becerebilir, üstüne oynad ı ğ ı m ı z at sa­ n ı s ı n ı verebilirsek. kan düşmanı bile olsalar, pek çok Halk Partili, Feyzioğlu'nı n bayrağı altı nda toplanı r. iyi bir saldı rı ustası o l an Feyzioğlu, kısa zamanda derler, toparlar on­ ları . - Yedekle adam kalmasını da sağlamalıyız, - dedi Fehmi. - Her zaman öyle yapm ıyor muyuz efendim, - diye yan ıtladı aceleyle Suphi. - Benim asıl üstünde durmak istediğim, Adalet Partisi . . . - Adalet Partisi'ne ne olmuş? - Çıkacak yasa ve kararları biliyorsunuz. Böyle olanda, Adalet Partisi'nin asıl temeli olan esnafın kopması ka­ çınılmazdır. Çünkü iki yandan birden yüklenilecek üzer­ leri ne. Biz montajla ya da fabrikasyon üretimiyle işlerini bitiriyor, öte yandan da yepyeni bir esnaf tipi yaratıyoruz. Herkese pay vermemiz mümkün değil. Ancak acen334


telerimizle yü rütürüz pay sorununu. Esnaf bunu hemen sezi nler. Hele arkalarında uzun bir particilik deneyi mi de olduğundan, kopar Adalet Partisi'nden. Hemen se­ çimlerden sonrası için bunun h azı rl ı ğ ı n ı yapmal ıyız. Daha 27 Mayıs sonrası nda sizin ve Reşat Beyin , Beyar'ı sı­ kı ntıya düşü rmeyecek olanaklar sağladığınız akl ıma geldi. O bir eski borcun karş ı l ığıydı, diye sözünü kesti Fehmi. - Kull a nmayı hiç düşünmemiştim . - Anlıyoru m efendi m . N i c e bağl ı olduğunuzu bilirim. N e var ki , şimdi düşünmek gerek. Esnafı ancak Bayar top­ layabilir. Ya da ondan destek alanlar Eğ er 69 se­ çimlerinden önce onları n siyasal davranışları nı kısıtlayan Anayasa maddesi değiştirilirseL - Hep Anayasa - diy e atıldı yeniden Fehmi. - Afe­ rin veletlere. Bizi iyi uyutmuşlar. Sezinleyinceye elimizi ko­ lumuzu bağlamak için her şeyi düzenlemişler. Ama, bir gün kozlar bizim elimize geçerse. O zaman, gösteririm on­ lara güvendi kleri dağ nice y ı kı l ı r. - Birden gerektiğinden fazla konuştuğunu san ı p yutkundu. Sonra Suphiyle baş­ başa olduğunu görünce gülümsedi. - Evet, Anayasa de­ ğişikliği diyorduk. Paşa olur demeden, ordu olur demez. Biz kuru l olarak Paşa yı yatıral ı m bu işe. Hem de mümkün olursa, gençler kanal ıyla. Dostları mız da orduyu kan­ d ı rsı nlar. Bir oldu bitti gibi çıkartıverelim. - Yalnız bunu Demirel'in pek isteyeceğini sanmam. - Öyle ya adam kendi altını koparmak ister mi? Öyleyse, bir umut biçi mine dünüştürürüz bu işi. Af çı­ karıyormuş havası verilir. Böylelikle, her an çıkabilir or­ tamı yaratılır. - Evet efendim söylemek istediğim buydu. Böyle bir -

-

.

,

'

335


durum olursa seçi mden önce, sonraki bölünmenin siyasal yemini elimizde tutarız. Eğer planı onayl ıyorsanız. hemen davranılmal ı . Yoksa, zaman ı yetmez. - Elbette o n ayl ıyo ru m . Hemen topları m Kurulu , i ş bö­ l ü m ü yaparız. Sen de öteki işlemleri ayarlars ı n . - Ben Feyzioğluy'la, tam buyurduğunuz gibi ko­ nuştum. - Biran duraklad ı Feh mi'nin yüzüne baktı kay­ gıyla. Beğenen g özl eri n i gözbebeklerinde duyuncaya bekledi. Sonra gözlerini k ı rp ı şt ı ra rak, Ne acımasız o l u ­ yor bazı i nsanlar. Tutkularıyla tüm dünyayı tutuşturmaya nice teşne oluyorlar? Şaşı yoru m . Üste l i k , tem el d e sağ la m bir d aya n akl a rı da yo k . . . Hani olsa hak vereceği m . - Temelsiz tutku tehlikelidir. Dikkat edelim Fey.­ zioğlu'na. Zaten bunlara ailecek güven olmaz. Ama her dö ne md e d e ge re kl ili kl eri n i kabul ettirirler. Dedesin i damat Ferit kullanmış, bunu da bi z kullanal ı m . Ne var ki, yarı n bize de kazık alabilir. Oynamadığı yer yoktur. Ha­ z ı rl ı kları n ı buna göre yap. Kuruldakilerin seninle ilişkisini sağları m. - Buyurduğunuz doğru efendim. Ne var ki, bize zeki çalışkan biri gerekli. Ondan iyisini bulmak güç . . . - Ku rul üyelerinin tutumları n ı da iyi izleyelim. Bazıları , verdiğimiz kararlara uymayabilirler. Hele seçim sırasında. Siyasal beğenilerine kapılabilirler. Dikkat etmeliyiz. Bu seçim , bizim için büyük bir deneyim olacak. Ondan son­ rası için gerekli bir deneyim . B ütünlüğümüzü sağ­ lamlaştırabildikse, daha büyük işlere girişeceğiz. Yoksa, tek başı mıza davranmak zorunda kal ırız. - Bu da büyük güçlükler getirir efendim. - Evet... Büyük güçlükler getirir. Ama, zorunlu olunca pislik bile yenir., ,

-

336


- Başarı l ı bir deneyim olacağ ından kuşkum yok. iz­ n i niz olursa, üstüme aldı klarım ı uygula-yayım . . . - Ben de . . . Hemen telefon edeyim Kurul Müdürüne. Toparlası n . . . Rober v e Suphi ' yi karşısına otu rtt u ktan sonra me­ gofonun düğmesine bastı . - Kızı m , bana Halük Beyi göndarin , - diyerek mü­ dürlerinin yüzüne bakt ı . - Demek seçimlerden sonra bazı değişiklikler oldu. i pierin tümünü ele geçirdiğimiz sa­ n ı s ıyla, alttan alta bizim alanları mıza el atı lmaya başlandı öyle mi? - Ne yazık ki öyle beyef e ndiciğim , - dedi Rober. Seçimi istediğimiz gibi bilirineeye herkes canla başla ça­ l ıştı . Sonra bir dağ ı n ıklı k geldi ortama. El attığımız bazı iş­ lerin çoktan uygula n m aya girdiğini gördük. Bunun bir ça­ resine bakmal ı . Yoksa, kendi aramızda başlar kargaşa . . . - Kurul üyesi oldukları halde pek çok kişi , solun eleş­ tirilerinden yararl a n ı p karl ı yatırımlara girişmeye baş­ ladı lar. Sanayicilik oyunu oynuyorlar açı kças ı . Ve bir güç olarak belirmek istiyorlar karşımızda - dedi Suphi, - Tü­ münü yeniden topariayı p kesin alan saptaması na sokacak büyük bir olay gerekli . - Adalet Partisi'ni bölme zamanı gelmedi mi? - Diye sordu Rober. --'- Ondan da büyük bir olay gerekli, - diye atıldı Suphi. - Nasılsa planlanmış bir işin yürütülmesi o . . . Bir sürpriz olmalı . . . Kapı vuruldu . . . Fehmi gülerek baktı kapıdan girene. 337


- i şte sürprizi hazı rlayacak o l a n , - dedi Hal ük'a yer göstererek. - Gel bakal ı m . Otur . . . - Otu rduktan sonra gözl e ri n i n içine bakt ı . - Sen bana, büyük işçi ey­ lemlerinden söz etmişti n , - dedi . - H a n i Amerika'da bazı patronların raki pleri n i s i n d i rrnek için kullan d ı ğ ı ey­ leml erden. Bir kez dah<ı an lat bakal ı m şunu . . . Haluk yutku ndu ilki r , . Ü stü ne dikilen bakışlardan ra­ hats ız olarak k ı p ı rd.a:ıo 1 . Sonra giderek açılan bir sesle, konuşmaya başlad ı . - Rekabet alan ı d ar -:ı l d ı ğ ı n d a ; karş ı firmayı b i r s ü re susturmak gerekir efendır.ı. O zaman büyük greviere gi­ rişi l i r . Rakip firmada yap ı l a n grev d e s t e k l eni r . Eğer sen­ dika c ı l arı sarıysa ve b aşt a n ayarl a n m ı şsa, grev finanse edi l i r, c e p l er i doldurulur. Ve uyuşmazl ık, karşı !irmayı yı­ kacak ölçüye vard ı rı l ı r. Yok, send ikac ı l a rı sat ı n almak mü mkün olmazsa. Yani gerçek sendikacılarla kar­ şılaş ı l ı rsa, bu kez araları ndaki rekabetten ve zay ı f nok­ taları na vurmak yolundan yararlan ı larak, eyleme geçirtilir. - Bir dakika, - dedi Feh m i . - Şimdilik sarı sendikacı yaralma m ı z mümkün değil. iki nci noktay ı anlat bize. Ve istanbul 'da bir büyük eylemin n ıtelikleri ni söyle. - Başüstüne efendim. ör.ıeğin istanbul'da işçi Par­ tisi'ne bağlı sendikalar egemen. Özellikle sanayi alan­ larında söz sahibi onlar. Buyurduğunuz gibi bir siyasal fonksiyonları da olduğundan , şimdilik sarılaşıı rmak müm­ kün deği l . Oysa Türk - iş'in durumu başka. Kuruldu­ ğundan beri bir örgüt olarak işliyor. istanbul'da egemen olan sendikalar, ülkenin öteki kesimlerinde güçsüz ... Biz bunu kullanabiliriz, bir eyleme kararl ıysak. - Sı rayla anlat, - dedi Fehmi. - Karıştı rmadan . . . ·

338


- Biliyorsu n u z bizim işimiz geniş efendi m . Bu nedenle, pek çok sendikacı tan ıyoru m . Bunların bazıları Türk - iş'in uzlaşmac ı l ı ğ ı nda, bazı ları Disk'in sertliğinde, Uz­ laşmacılar, Disk'in direnişi nin işçilere sağladığı ola­ naklardan korkuyorl ar. işçi , günlük yaşamına bakar. Disk üyesi sendika, bu yaşamı düzeltti m i , hemen kaydı n ı oraya yaptırır. Zaten öyle oluyor. Ve sanayi bölgelerinde, Disk üyesi sendikalar giderek güçleniyor. Eğer Disk yasal yoldan frenlenmezse, korkarı m Türk - iş salt görkemli bir kabuktan ibaret kal ır. Bunu Türk - iş'çiler de biliyor ve dertleniyorlar. Dertlerine çare buluruz. Bir yasa ile, ülkenin her yerinde temsil yeteneği bulun mayan sendikai�.Oan sözleşme yetkisini al ı r, biraz da Türk - iş yanına ağı r­ l ı ğ ı mızı korsak, Disk'in işi biter. Kaba hatlarıyla böyle bir d u ru m , Disk'in sinirlenmenise ve bir büyük eylem dü­ zenlemesine neden olur. Biz de işçilerin davranışına biraz göz yumarsak, herkesi hatta hazı rlayanları bile ürkütecek bir eylem patlak verir. - Anlaşı l d ı . H az ı rl ığa giriş, - dedi . Fehmi. - Rober sana gerekli fonu ayırır. Suphi de, istediğin yardımda bu­ lunur. Mümkün olduğunca büyük bir eylem istiyorum. Mümkün olduğunca ü rkütücü. Ama salt ü rkütücü ... - Emredersiniz efendim. Anladım. Gürültüsü çok ola­ cak. Ama tehlikesiz bir sona ulaşacak buyurduğunuz gibi. .. - Evet. .. Göreyi m seni . . . Haluk çıkı ncaya bekledi. Suphi'ye baktı ardı ndan. - Peki. . . Bu çözümlendi. Sen ne yaptın Ankara'da . . . - Buyurduğunuzu efendim. H e r şey hazır. Kopuşu hızland ı rmak için, uğraşmaya bile gerek yok diyeceğim 339


neredeyse. Ancak, Demirel zaman zaman güç durumda kalacak. U mduğu muzdan da zeki çıkt ı . Kendini bizi mle bütünlerneyi iyi becerdi. Bu nedenle işler istediğimiz öl­ çüde karışacak. Ama, sonunda kurulacak. Demirel'e karşı ç ı kanların çoğunluğu bizim yelimizle uçuyor. Onları ye­ niden yuvaya döndürmek işten değil . Kopuş güçlü ol­ mamal ı . Olursa, salt Demirel'i amaçlamış duruma düşeriz. Oysa, siz memnun olduğunuzu söylemiştiniz. Bu yüzden, belki bütçesi geçmeyecek. Ve belki ayrılacak Baş­ bakanl ı ktan. Ama eski kadrosuyla yerinde kalacak. Bu umutsuzluğu körükleyecek. Öyle istemişsiniz. Haluk Beyin az önce anlattığı olay gerçekleştiğinde de, sol daha bir ağırl ı k kazan ı p alabildiğine güçlenecek. Demirel'in hü­ kümet etmekteki güçlüğü, solu n yaygarasıyla u m ut­ suzluğu arttırd ı m ı , yer altındaki kıpırdanmalar, yer üstüne çı kacak. Madem dostları mız, kesin kıpırdanma ol­ madığı ndan, ilişkide güçlük çekiyorlar. Biz bu u mutsuzluk ortamıyla onlara aradı kları ışığı sağlayacağız. Ondan son­ 'tası kendiliğinen gelir. Rober, anlamsız anlamsız bakıyordu. Suphi sözünü bitirince, Fehmi'den önce kıpırdanıp, söze girdi. - Anlayamad ı m . Demirel'in düşüşü mü kıpırtıyı ar­ tıracak, kal ışı m ı ? - Kal ışı artı racak Rober, - dedi Fehmi. - Kıpırtı su yüzüne çı kacak görmesini bilen gö-zler için. Giderse De­ mirel , Anayasal yolun geçerliği ortaya çıkacak. O zaman, solun önüne hiç bir şey geçemez. Kışkırtmasıyla, hü­ kümet devirdiği san ısına kapıldı m ı solcular, artık en­ gellenmez bir güce erişirler. Bir kez iktidara bazı savların ı 340


kabul ettirmeye bağ l ı d ı r her şey. Ve bir kez başladı mı bu , ard ı çorap söküğü gibi ge l i r. isıemek kolaydır bilirsi n . Y a p m a k g ü ç . . . Gökteki a y ı isterler çıplak içi n . V e ve­ remeyen suçlu olur. Hükümet, çıplağ ı n payı n ı artırırsa, bizden kısmak zorunda. Kısarsa, biz yeterince ge­ lişemeyiz. Oysa, Demirel Anayasal yoldan bir türlü dü­ şürülemezse, yasadışı yollardan düşürülme olanağı ara­ n ı r. Bu da bizim gibi ülkede ordudan geçer. Orduda zaten bazı gelişmeler var. Daha doğrusu, 27 Mayıs sürüp gel­ mekte. Ama, yeraltı nda yürüyor bu gelişim. Su yüzüne çı­ karman ı n yol u , umutsuzluğu beslemektedir. Suphi bunu ayarlad ı . Hükümetimiz, düşüyorm uş gibi olup ayakta ka­ l acak. Ve ondan sonra şenlik başlayacak. Ne var ki , bi­ zimkileri ürkütüp tümünü kümese sokmamız gerek. Ancak o zaman , sonraki olayların hakkından gelebiliriz. - Anlad ı m Beyefen(liciğim - dedi Rober. - Şimdi an­ l ad ı m . - Öyleyse, b e n birkaç Kurul üyesine söyleyeceğim i lerdeki durumu. Ötekilerin haberi olmaması için de her tür engeli kuracağı m .

34 1


Fehim Çok, alacaklara dizigin vurup yön veriyor.

YiRMi R eşat,ötekileri n gelmesini beklerken gezı nıyor. Arada bir koliuğunda rahat rahat oturmakta olan Feh m i ' n i n önüne gelerek durakl ıyord u . Bardağ ı ndan kocaman b i r yurd u m aldıktan sonra, t a m yan ı ndaki koltuğa oturdu. - Bir ara yüreğimin ağz ı m a geldiğini sezinledim Ağa­ bey, - dedi . - Sanki y ı l l a rd ı r emek verip yaratt ı ğ ı m ı z her şeyin birden bastı ran önlenemez sele kap ı l ı p gittiği ni gör­ d ü m . Seli bilirsiniz. Köyl ü n ü n h ayvan ı n ı , hasad ı n ı , çok zaman da evini yorgan ı n ı önüne kal ı p sürükleyiverir. Ko­ caman kayaları bir yaprak gibi önüne kalıp, yuvarlaya yu­ varlaya tuz buz eder ... Sand ı m ki , kurduğumuz her şey böyle olacak. Ve yerine, i nce, güleryüzlü, tertemiz bir kum kalacak. . . 1 6 Hazi ran günüydü. Karşıdaki eve yeni ta­ ş ı n m ıştık. Sabahleyi n , iş yerime gelmek için ha­ z ı rlanıyord u m . Bir gümbürtünün Kartal Maltepe'sinde şa­ fağ ı dövdüğünü duyd u m . Ne oluyor demeye kalmadan, sokağı n baş ı nda belirdiler. Bağırıp çağ ı rıyor. Binierin ağ­ zı ndan çıkan bir söz kargaşası , dev sol uğu gibi kaplıyordu her yan ı . Ben, balkondan bakıyorum . Geldikçe büyüyor. Ard ı tükenmek bilmiyor. Hemen telefona koştum . Bizim iş­ yerlerinin ardan Alibeyköy - Eyüp taraflarında da ayn ı seli n akmaya başlad ı ğ ı n ı gördüm. işte o zaman her şeyin bittiğini anlad ı m . Bu sel , üç yandan sı kıştırırsa istanbul'u 342


nefes alamay ı z , ded i m . Kulaklarımda sizin sözleriniz yan­ k ı l a n ıyor. Bir denemeye girmemiz gerek. i şçi lerin tam gücü nedir? Ö rgütsel davran ışları nereye varabilecektir, anlamal ı y ı z . Madem bir bölük sendika, yeni sözleşme ta­ sarı s ı n a karş ı ç ı kıyor. Bir an önce yasalaşiı n p görmeliyiz nice davranacaklar? Ki , ondan sonra ne yapacağı mıza karar verel i m , d iyordunuz. Orda olup görmenizi isterdim. Yüzbini aşm ıştı üç saat içinde toplananlar_ Hem salt karşı ç ı kan sendika üyeleri deği l . Onaylayan , isteyen sendika üyeleri d e . . . Kitaplarda okudum ben . i şçi dayan ışması n ı n korku nç b i r bi r şey olduğunu bilirdi m . Ama, görmedikçe i n a n m ı yor insan. Nasıl çabuk toparlanıyorlar. Nasıl kor­ kunç bir güç haline geliveriyorlar. Peygamberlerine hak verd i m . Gerçekten bir araya geldiklerinde dü n yan ı n en büyük gücü onlar. Bereket Asker'in hemen işe karışmas ı , yatışt ı rd ı . B i r de önderleri n i n , bizimki ni aşan şaşkınlığı, bi­ linçli bir eyleme dön üş rn e kt e n alakodu . Sonra, Valinin orda tutu lan teyp bandları n ı dinledim. Eylemi başlatan ön­ derin en az bizim ölçümüzde korktuğunu kulaklarımla duy­ d u m . Jandarma Genel Komutanı 'na ya l va r ı yorl ar ıdı. Şü k ­ rettim kendi kendime. Sizin gibi bi r önderleri yo k . O g üc ü elinize geçirmiş olsan ız. Ankara yoluna bir çıkarsınız, ne hükü met b ı rakı rd ı nız,ne de istediğiniz koşulları ger­ çekleştirmedikçe ye ni bir hükümetin kurulmasına izin ve­ rirdiniz. O zaman biraz rahatladı m . Çünkü, gördüm Ağa­ bey . . . Gözlerimle gördüm ki, asker pek fazla yu muş a k davran ıyor. Ezmek yerine kışkı rtır bir hava içi n de bu­ lunuyord u . B u bizim sonumuz olabilirdi. Olmadı . . 01madıysa sizin yüce dehan ızın düzenlediği ardı ardına sı­ ralanı n tedbirler sayesinde olmad ı . Şimdi, karşımızdaki gücün ne o l duğun u bi l iyoru z . Size bir şey söyleyeyim mi, şu Haziran gününü yaşamım sürdükçe unutamam ben . .

343


Hemen topl an ı p karar almam ı z iyi olacak diye dü­ şün üyord u m . Haberi niz geldi. Herkesten önce koştum . Görd ü m k i s i z burdas ı n ı z . D a h a b i r kıvand ı m . . . Artık, kesin bir plan yapmam ız gerekl i . E l b i rliğiyle, bu gücü k ı rmak ve sol u n onları bilinçli hamle geti rmes i n i önlemek zorundayız. Gazetelerde yazılan bi rkaç yaz ı , alanlarda söyl ene n bir­ kaç s ö y l ev bir kitleyi böyle balyozlaştırırsa, beş ya da o n y ı l s ü recek bir örgütlenme ve eğitim bizi toz eder. Bi­ l iyorum , hemen kuşkulanacak bir şey yok. Bir provada pe k çok eksiklikler olur. O l m ad ı ğ ı n ı düşü nüyorum ben . Ve t ü y leri m i n diken diken olmas ı n ı e ng el leye m i y oru m bir türl ü . Tü m ü m ü z saiıa bakıyoruz. Ne buyurursan, yapmaya, b e n kendi ad ı m a s ö z veriyoru m . Sanıyorum öteki arkadaşlar da aynı kararla geliyorlar. Biz birlik olduğumuzda, çok ş e y i çöz ü mledik. Ezmek gerek bunları. Ayd ı nlarla işçilerin iliş­ kilerini kesmeliyiz. Belli ki tüm uğraşlarımıza karş ı n , bir öl­ çüde yaklaştılar birbirleri ne. Bir de bildiklerini öğretirlerse, baş ı m ıza g e le ceği düşünemiyorum ben. Fehmi, h iç ses çıkarmadan dinliyordu. Ne yapılacağı n ı bir bir düşünmüştü . Ayrıca, dünyan ı n çeşitli yerlerindeki deneyimlerden yararlanmak içi n , ana şirketlerin görevlileriyle konuşmuştu . E n sonu nda, Ame­ rikan elçisi Commar'le yaptığı görüşmeden sonra, iyice pariarnıştı belleğindeki düşünceler. Bugün burda onların kararı nı almak için toplanıyorlardı. Eğer başarırlarsa, uzun bir süre, rahat ederlerdi. Reşat sözünü bilirdiğinde başını salladı . - Haklısın . . . Kaygı lanacak ölçüde genişlemiş sol dü­ şünce. Aydınlar hiç önemli değil. K ı rk milyona varan bir toplulukta, üç beşyüz kişinin sözü olmaz. Tutar tıkarsın bunları deliğe, susturursun. Uzunca bir süre kesilir sol dü,

­

344


şünce . . . Yüz y ı l d ı r yapı lan bu zaten ülkemizde. Osmanlı Sosyalist Kulübünden bu yana, birkaç yıl izin verip sus­ turuvermişler. Böylelikle, on onbeş yıllık dönemlerde rahat etmişler. Ard ı ndan s ı k ı ntı lar başlayıp ikilem gerektiğinde yeniden izin verip yeniden toplama geliyor. Ne var ki, bu kez öyle kolay olacağ ı n ı sanmıyorum . Kesin bir bozgun ü retmek zoru n l u gibi geliyor bana. Çünkü, ilk kez do­ kunul mazl ı k kazandı fikir. Ceza düzenine ağ ı rlaştırılarak konulan Mussolini yasaları bile işlemez oldu. Bir Anayasa var biraz düşünenin elinde. Ve sekiz yıldır bu Anayasaya s ı ğ ı n a n , dilediğini söylüyor. Böylesi bir aydı nlığa alış­ mayan y arg ıçl a r, karşıianna gelen davalarda şaşkına dö­ nüyorlar. Nerden bakariarsa baks ı n lar, fikri söyleyen Ana­ yasal bir hakkı kullanmış. O zaman , örnek olmak üzere işleti len ceza kurumu geriye tep i yo r Oturup b i r iyice ko­ nuşma l ı y ı z . Sağlam bir plan yapıp uzun sürede uy­ g u l a may a sokarak, susturmalıyız solu. Yoksa, dedi ğ i n doğru , i şçi le rl e köylüleri solcu yapm al arı nı bırak, oy bi­ lincine sahip kılarlarsa, işimiz bitiktir. Evet güçlüyüz . . . B u n u kimse yadsıyamaz. Dayanağımız güçlü ol­ duğundan. Hükümetler, bizim dediğimizi yapmak zo­ rundalar. Çünkü, kendi d aya n ak lar ı olarak gördükleri ya­ bancı ülkelerin baş koşulu bizim i s tedi ği miz i n yapı lmas ı . Ası l dayanağı n b i z olduğumuzu bilyorlar. Ama, yığı nlar bil­ mez bunu. ilk kez kendi oyuyla iktidar düşerse, üçüncüde, eşit hak sahibi olarak dikilirler annacı mıza. O zaman ya­ şayamayız. B ı rakın sol düşüncenin egemenliğini, devletçi bir hükümet gelse, bunca gücümüze karşın biraz kapalı ekor'ıomiye dönüşse, tozumuz kendiliğindeı\ atılır. Devlet gücün ü ard ı m ı za al madan bir şey yapamayız. Hala en büyük alıcı m ı z devlet. .

345


Reşat, yeni bir yud u m ald ı . - B e n d e bu n u n içi n , geci kmeyel i m , d i yoru m . Fran­ sa'da öğrenci eyl em leri var. Bizde büyük bir işçi eyl e m i ge­ lişti. Ö ğrenciler F ra n s ı z öğrencileri n i izled i l er. Böyle bir kargaşa orta m ı nda çoğ u m u z pa n i kleyip düşü nce ye­ teneği miz yiti rdik. - Yok can ı m ... Her zaman biz onlardan i lerdeyiz. Var­ sayd ı ğ ı m ı z olaylar gerçekleşti . Kendi yaratı ğ ı m ı zdan kork­ mamam ı z gereki r. Yoksa, gelecek gü nlerin güçlüğü, büs­ bütün çözer bizi . Ben denemeyi başarıyla geçird i ğ i m i z kan ı s ı nday ı m . - Elbette. B e n de b u n u d ü ş ü n üyoru m . Ama, S i z s i z ol­ mazd ı . Ancak sizin gibi b üyü k bir adam üstesinden ge­ leb i l i rd i bunları n . Bu ndan son ras ı n ı daha gü ç görüyorum ben . - B i rleşirsek hiç g üç değ i l . Tüm hüner, ipl eri e lim iz d e t u tm akt ı r - Sizi n güçlü ellerinizde . . . Kalktı yerinden Reşat Kendi elleriyle doldurduğu içkiyi sundu Fe h m i ye . Dudakları n ı ısiatacak ölçüde bir küçük yudum aldı teşekkür anlamı na. Sonra yanı ndaki sehpan ı n üstüne bı raktı bardağı Fehmi. Gülümseyerek baktı . Reş at'a. Kapı ardı ardına açılmaya başlad ı . Fehm i , h e r gelenin yüzünde, h e r şeyi b i r anda yitirme kuşkusunun dehşetini görerek eğleniyordu. "Bir büyük olayda her şeyi bırakıp kaçar bunlar. Nice korkaklarla iş yapıyormuşuz ... Devlet elini s ı rt ı na dayayı p itekle rse iyi. Bir değişik yandan, bir değişik eylem gelişiverdi mi ka­ çacak delik ara. Bir de bizim alan1arım ıza el atıyorlard ı . El birliği edip seçimleri dilediğimiz biçimde geçirdik diye, bize sıvanmaya debeleniyorlard ı . Durun bakalım çaylaklar. .. .

'

346


Biz b uraya elli y ı lda geldik_ Adı m adı m , santim santim. D ü n hükümet yard ı m ıyla bir atölye kurup, bugün mal ı is­ tediğin yerden satarak zengin oldun diye, Fehmi Çok'u da m ı altedersi n sanmaya başlad ı n ? i şte sonun budur i _ _ Ş i m d i desem k i şu rada siz? Tümünüzün varl ı ğ ı n ı bir­ leşti riyor, başına da ben geçiyoru m . Her biriniz müd ü rlerim olarak görev yapacaks ı n ı n z Teslim edecek sağlam bir el bullduk diye, poponuzu b ı rakı r gidersiniz. Neymiş efendim, işçiler bi rleşiverm iş. biz can değil miyiz? Kellemizi her an aslan ı n ağz ı n a sokup çıkarı rken, bir tit­ rese düşüncemiz, kimbilir nice tekerlanirdik şimdiye . . . Biz Beyoğlu'nun göbeğinde, odam ı zda olayları ad ı m ad ı m iz­ leyip düzenleme uğraş ındayken, bunlar ilk buldukları uçakla ilkin i stanbul, sonra da yurt d ışına taş ı n ıyorlard ı . H e r neyse . . . Tümü geldi , Yerl eşt i . Korkuları n ı kullan ıp is­ tediğim yere getirmeli, alan saplamas ı n ı yaptırdıktan sonra gelişecek olaylara tam ortakl ıkları n ı elde etmeliyim." Kap ıdan giren, gülümsemesini görünce, korkusundan sıyrı l ı yordu sanki . K ı p ı rdandı ğ ı nda ise, soluksuz beklediler. Yaşl ı l ı ktan yer yer lekelanmiş ince parmakları nı yu­ muşak koltuğun kanraları nda gezdirerek, hafif a ma gü­ venl i bir sesle konuşmaya başladı . - S o n toplant ı m ı zdan b u yana epey olay atlattık. Al­ d ı ğ ı m ı z kararlar tümüyle uygulandı . Ve büyük ölçüde ba­ şarı kazandık. Hesapla olmayan işçi Eylemi bile, bir dö­ nemlik sıkı Y.önetimle kazasız atlatıld ı . Şimdi önümüz daha bir karanl ı k. Ya da birleşir, kesin bir tutum takınırsak daha bir ayd ı nlık. Ama, güç . . . Güçlüğü her yanla birden savaşmak zorunluluğundan geliyor. Gördük ki, sol işçilere de köylülere de el atmayı başarm ış. işçi Partisinde, ı l ı ml ı ___

347


orta tabaka oyları azal ı rken , işçi ve köylü oylarında artma olmuş. Daha cılız. Ama bir kez el attı m ı , bir kez birliğe dö­ nüştürd ü mü durumu, neler olacağ ı n ı anlatmaya gerek yok. Olayları n içinden geliyoruz. Görd ü k ... Öyleyse, ilkin her birimizin yat ı r ı m alanları n ı peşin olarak saptamal ı y ı z . Ebette kaba hatlarıya. Zaman s ı z bir büyüme bizi karş ı kar­ ş ı ya getirebi lir. Ve bundan sol yararl a n ı r. Eğer alan ko­ nusunda içtenlikli bir anlaşmaya var ı rsak, solun ezai­ mesinde de birlikte eyleme geçebiliriz. çünkü olaylar birbirinden s�yutlanamaz. Hem birbiri m izle, hem solla uğ­ raşamayız. Şimdi seçmek zorundayız. Alanların sap­ tanmas ı n ı kabulleniyor muyuz? Tümünden onay alınacaya, gözlerinin t ü m gücüyle baktı tek tek . . . istediğini elde edince, sürdürd ü konuşmas ı n ı , b ı raktığı yerden. - Olayların gelişmesi gösterdi ki, şimdiye değin yap­ t ı kları m ı z yeterli değil . S ı çramalara uygun davranmal ıyız. Daha açı kças ı , bazı s ıçramaları biz yaratmalıyız. Ben, hemen hemen işçi eyleminden, köylüleri n tutumuna değin meydana gelen her davranışı inceletti m . Avrupal ı , Ame­ rikal ı dostlar ı m ı zla konuştum uzun boylu. Anayasa boş­ lukları n ı , baş ı m ıza ne gibi dertler sard ı ğ ı n ı anlatmaya gerek yok. Onlar bile biliyorlar bunu. Gençler ekonomik bakı mdan sorumsuz oldukları gibi , yaşamsal bakı m ı ndan da sorumsuzdurlar. Bir kızın gül ücüğü için ölüme gidilen çağd ı r gençlik . . O nedenle, öğrendikleri her şeyi eyleme dönOştürme, işçileri köylüleri kışkı rtma yolunda kul­ lanmaktan sakınrnazlar. Sıkışı rlarsa, işi döğüşe de dö­ kebilirler. işte şimdi bu yolun ayırı m ı ndayız. işçileri ya­ tıştı rmak için yasanın ç ı kması n i engellemeliyiz. Köylüleri .

348


susturmak amacıyla da, geniş bir kredi kampanyasıyle bir­ l i kte, Tarı m Reformu sözünü ağz ı m ızdan düşürmememiz gerekir. B unları , yetkili organları m ı z aracılığ ıyla kamuya duyurmal ı y ı z . Odalar ve kurduğumuz çeşitli örgütler vergi düzenl emesi nden, reforma değin her şey konusunda yük­ sek sesle konuşmal ı . Gereki rse, biz de konuşuruz. Böye bir ol uştu rma, gen_çlerin eyl emini h ı zland ırır. Biliyorsunuz, üniversite öğretmenlerinin çoğunluğu bizim düş­ manları m ı z . Kendileriyle konuşursak, bir bölüğü, kar­ şılan ması zaten olanaksız olan öğrenci isteklerinin yan ı n ı tutar. Bir bölümü de bu y a n tutuşun gerçekliğini is­ patlamak amacıyla, tam karşısına geçer. Kimlerin nereyi tutacağı n ı bir komisyon kararlaştırs ı n . Elimizde yeterince bilgi var. Böyle bir kargaşa ortamı , gerçekten öğrenci yan­ l ı s ı ;rofesör ve öğretim görevlilerini de şaşırtır. Kendilerini güçlü sanıp kışkı rımayı artırırl ar. aöylelikle tam bir kar­ gaşa yarat ı r ı z . Kargaşa meydana geldi mi pek çok şeyi silip süpürür. Ordu içinde kıpırdanmalar var. Bunu bil­ meyen kal mad ı . Ameri kal ı dostları mız, bir küçük punt bek­ l iyorlar. Bunu ele geçirdikleri anda bizim düşüncemizin egemen olmas ı n ı sağlayacaklar. Çünkü öğrenildiğine göre, Sunay, bir dönem daha işbaşı nda kalmak için des­ tek bulabil i rse, Meclisi kapa:-nak da içinde olmak üzere her formüle razı imiş. O desteğini bizden değil, daha çok ordudan arayacak. Öyle olunca, ordu içindeki kıpırtı bö­ lünüp kızışacak. işte bu kızışma, olayları n kışkı rtmasıyla aleviendi mi, bir "müdahale" kaç ı n ı l maz olur. O zaman, Demirel'i vermek zorundayız. K ısa bir süre için ama, sonra iş istediğimiz noktaya gilince, yeniden güçlenidirir, hatta gerekirse demokrasi kahraman ı yapıp iktidara ge­ tiririz. Şimdi önemli olan , kaba hatlarıyla belirlediğim bu 349


plan konusunda, t ü m ü m ü z bi rleşiyor muyuz. bırleşmiyar muyuz? Bunu beli rleyel i m . Yeni b i r susku kapladı salonun h e r yan ı n ı . Herkes birbirine b akt ı i z m i r grubundan Sait d a l g a l ı saçları n ı kabarttı . Çevresinde dolanan suskuyu fiskeliyormuşças ı n a k ı s ı k bir sesle; - N eden kışkırtma yolu seçiyoruz? Demirel'i Meclis yoluyla düşürmek daha iyi değil mi? O zaman , ipler hep bizim eli mizde olmaz m ı ? - Diye sordu . . . - Çok güzel b i r soru , - dedi Fehm i .- eğer .o y o l solu ezmek için yeterli .o lsayd ı , daha geçtiğimiz Şubat so­ nunda çözümlenmiş .olurdu. Ama Meclis yol u , yasal yol­ dur. Yasal yolla da solu sustu rman ı n olanağı yoktur. 01m ayanda seçim hakkı m ı z kalm ıyor demektir. Sanmayı nız ki sol un i ktidar olmas ı ndan korkuyoruz? Hay ı r ! . . Sol yasal yoldan ancak e l l i yı lda iktidara gelir. Ama, ya güçlendiği zaman yasal yoldan ç ı karsa? Ya ipleri elimizden ka­ ç ı r ı rsak? Şimdi eğer ordu içinde yandaşları m ı z ağ ı rl ı k ka­ zan ı rsa, biz güçlüyüz. Ya onlar bizden güçlü olurlar, bir kez de iktidara gelirlerse? Kredileri keser d ı ş ticareti dev­ letleştiremezler? Ortağ ı m ız olan yabancı firmaları ulu­ sallaştırı rlarsa, bizim değirmenin suyu nerden gelir? Üs­ telik, sizin de anlad ı ğ ı n ı z kadarıyla, Amerika'n ı n bizi b ı raktığı ya da Rusları n etki alan ı nda bağımsız kalmam ı z ı istediği bir dönemde .olursa bunlar? Altından nice kal­ karız? Şimdi yol yakınken, karara varmak, uygulamak ve geleceğin yolları n ı en azından ı l ı m l ı bir solla karşı lamak zorundayız. Çünkü dış dünyadaki gelişmeler bizimle ba­ ğımlı değil . Amerikan firmaları , Rusya ya da Çin'e yatırım olanağı b u ldular m ı , yüz Türkiye'yi bı rakmaya razı gelirler. .

,

350


A l a n g e n i ş kar bızimkilere oranla çok daha fazla. Ü stelik, bizden de aka n ı kesecek değiller. Onlar bı raksa biz bı­ rakamay ı z . O zaman , daha b i r haz ı rl ı kl ı olmamı z gerek . Kimsede soru sorma cesareti kalmamışt ı . Öyle ba­ kıyorlard ı yüzüne. Adana g rubundan Sabit dayanamad ı . - B ağ ı şl ay ı n . Babam, konuştuğunuz tıer şeyi ak­ tarmazdı . Bu d ı ş dünya sorununu kavrayamadı m . Bi raz açıklar m ı s ı n ız ? Fehmi, soruyu bekliyormuşçası na gülümsedi. - Rah metli Hacıbey, çok d e ğ erl i bir dost çok büyük bir işad a m ı idi. Kendisine her zaman sayg ı duyduk. Açı k­ lamas ı n ı istediğin şeyi de çok konuştuk. Bir kez daha an­ latmakta yarar var. Biliyorsunuz, Vietnam savaşı , pek çok şeyi ortaya ç ı kard ı . Hiç bir güç, sürekli bir savaşa d a­ yan a m ıyor. Üstelik yeni v e b üyü k b i r d ev ç ı kt ı ortaya. Ameri ka'yl a , Rusya' n ı n ikinci Dü nya Savaşı sonrası nda düzenledikleri etki bölgelerine zorla giren bir dev. Vietnam savaşı bu yüzden böylesine uzad ı . Ve Amerikan işa­ damları. Rusya v e Çi n'de yat ı rma yöneldiler. De Gaulle'ün Çin'le kurduğu ilişkiler Fransızların, Avrupa önderi ol­ mas ı n ı sağlad ı . Ortakpazar gelişmesi, bir yerde, Amerika ile yarışma haline girdi. işte bu sürtüşme, Amerika'nın Asya'da candarmalı ktan vazgeçip ekonomik ilişkiler yo­ l uyla davranması na neden oldu. Bu durumda, etki alan­ ları n ı n yeniden düzenlenmesi kaçınılmaz. Amerika'n ı n gü­ cünü azalttığı içi n . Rusya, Ortakpazar'ın güçlenmesini ister. Üstelik, kapitalist dünya ile bir çatışma halinde, sa­ vaşacağı bir ala n ı n olmas ı n ı da ister. Sizin anlayacağınız biz Amerika alanı ndan çıkarız belki . Ama tam anlamıyla Rusya' n ı n etki alan ına da girmeyiz. Ortakpazara üye al­ mam ı z ı n da Rusya açıs ı ndan kendi alan ına girmekten ,

..

351


pek ayr ı m ı ol masa gerek. O n eden l e , bizim erken dav­ ran m a m ı z zoru n l u . Güçlü ya d a iktidar alternatifi olacak bir sol, bu dengeyi bozabilir. Bizi, Avrupa etki alanından R usya'ya kayd r rabi l i r. O zaman, dev letçili k kesi nlikle i şle r : Oysa, hem Amerika yan l ı s ı , hem Orta k p az arc ı i ktidarlar gereklidir bize. Rusya annacı nda durabi l m emizin başka yolu yok. Ancak o zaman, ku rulacak ticari ilişkilerin de parsas ı n ı biz toplarrz. Bilmem durum ayd ı nlandı m r ? Sabit baş ı n ı sallayı nc a , sürdürdü sözünü Fehmi. - Ö yleyse, şimdi p la n r m r z r konuşal ı m . Biliyorsunuz, Ortakpazar üyesi ülkelerin çoğunda, solculuk iktidarda. Ama, hi ç biri Rusya yan r l r s r değil. O r l r ml ı l ı kta bir sola, biz de bir şey diyemeyiz. Yoksa, Amerika, tüm umutları n ı Yu­ nanistan ve i srai l'e bağlar, Ortadoğu için . Ne var ki, bu i ki s i nin de iş yapması güç oralarda. Biz Müslümanl ıktan ve Ortakpazar üyesi olarak bağ ı msızl ı ktan yararlanarak, tam bir tampon görevi yapabiliriz. Hem de iki yanlı işleyen bir tampon. Biliyorsunuz Avrupa, iç pazarlarında da dı­ şarda da Japon rekabetinden y r lıyor. Bu nedenle onlara karşı gümrük duvarları n ı yükseltiyor. Oysa nası l-sa en­ düstrileşemiyeceğimiz düşüncesiyle bize daha aday üyey­ ken büyük olanaklar tanıyor. Araplara nasıl Amerikan ve Avrupa malların ı monte edip satacaksak, Avrupa'ya da ayn ı biçimde Japon malı satabiliriz. Bu yüzden gelecek konusunda kesin kararlı olmal ıyız. O zaman oyun sürgit bizim kuralları mızia işler. Elbette hazırlık yaparsak. Bence haz ı rlığımız da şölme olmal ı ; - Yeni bir yadsı ma arar gibi haklı üyeleri n gözlerine. Tümü tertemiz bakışlarla herşeyi kabullanmiş gibi dinliyord u . Solu kesinlikle ezmeliyiz. Bunun için de yasal yoldan saptırmalıyız. Öğrenciler, üni­ versitede bir takı m değişiklikler istiyorlar. Düşünen her in352


san ı n , düşü ncesi n i belirlemesi v az geç i lmez bir haktır. A n ayasaya göre böyle b u . Düşü nceyi yo k edemeyiz. Söy­ leyeni yiliririz ne v a r k i . Bir süre olsun y ı l g ı n l ı k üret ir, eaş­ kuyu p ı st ı rı r ı z . B u n u n yol u , acımas ı z l ı ktan geçer. Hemen bi r g izl i örgut k u r m a l ı y ı z Bu örgüt gençlik arası nda grup­ laşmalar yaratmal ı oluşan grupları kışkı rimal ı ve işi ist em yö n ü nde n , ey l e m yönüne sa p t ı rm al ı . Sonra ordu i çi n d e ki g eli ş me l e r izlenme l i . Özellikle yetkililerle sağlam düşünce bağları kurulmal ı . B u n u Demirel sağlar. Kargaşa bir kez başlarsa, b u n u n suçunu baş k a l a rına atmak i şt en değ i l . O zaman, yetkililer, pek p e k Demirel'i isterler bizden . Eğer güçlü o l u rsak yeniden gü çle n d i r mek olanağ ı n a sahibiz de­ m ekti r. Veririz . . . Yan i , oyun yapamad ı ğ ı n ı süngüye yap­ t ı r ı r ı z . D e m i rel. bir kısa an gider. Sonra, d a ha g ü çlü olarak gelırbı Ancak dediğim gibi alternatifini haz ı rlamamız gerek. Kim olabilir,? D e m i re l i n ka rş ı t ı ? Fe yzioğlu olamaz. G örece ksi n ı z biz ordu an nacı nda Demirel'i verip solu ez­ di rı rken , i kt i d ara geçip düdüğünü öttürmek için, bizi sa­ tanların başı nda gelir Feyzioğlu. Türkeş ise, ancak biz ke­ sinlikle desteklersek i ktidara gelebilir. Çünkü Hitler'i Krupp, Mussol i ni'yi Fiat' ı n Agne lil leri iktidara geti rmiştir. Oysa, Ortakpazardaki ortaklarımız, yeni bir serüvene göz yummazlar. Yunanistan ör neği ortada . . . iktidara Albaylar gelip, solu susturu nca, söküp atıverdiler Avrupa Kon­ seyinden. Biz böyl e bir duruma dayanamayız. O yüzden, bir baskı n yapmamız gerek. Demirel sonras ı nda, Avrupa Konseyinden. Biz böyle bir duruma dayanamayız. O yüz­ den, bir baskın yapmamız gerek. Demirel sonrasında, Av­ rupa'ya hoş görünecek bir hükümet kurulmas ı n ı sağ- . lamalıyız. Adı solcuya çıkmış bir kadro olmal ı bu. Ezme işlemini onların kararı ile uygulamaya geçirmeliyiz. Sonra, .

'

.

353


onları devi rmek bir hafta s ü rmez.Bu iş le r i becerecek adam olarak Erim'i seçerim ben olsa m . D e m i rel kar­ ş ı s ı nda kim kald ı ş i m d i ? Paşa diyeceks i n i z ? Değil .. Paşa yeniden i ktidara gelemeyecek oranda yaşl ı . Ecevit'e par­ mak kald ı rı yor musunuz? - Bekledi Tümü başları n ı eğip o naylad ılar. Belli ki haz ı r l ı k l ı Feh m i . Onayları toplarm ı ş g ı b i birkaç saniye sustu. i çkisinden b i r yudu m d a h a ald ı . - Evet . . . Duygusal v e çel işkili olduğundan, ç o k i ş i mize yarar. Yal nız iyi uzmanlarla çal ı ş ı yor. Bu bizim zara r ı m ıza olabilir. Ama daha iyisini bulamayız. Hele olayları o nok­ taya götü rel i m , bir kez kardeş kavgası n ı önlemek ama­ cıyla, orduyu kısa süreli egemen kılal ı m , ard ı ken­ d i l i ğ i nden gelir. i lk anda ezdirmeiiyiz solu . Sonra hukuk düzeyine i ndirgeti riz. Yoksa Ortakpazar ü l keleri karşı çı­ karlar. Onlar karş ı çıkı nca, ayd ı nlar insancıl bul­ dukları ndan bir, yaman-ma özlemi nde oldukları halde Amerika'dan koplukları için iki , Avrupa türküsü çağı rmaya başlarlar. Bu da bizim işimize gelir. Zaten işimizin büyük oran ı n ı Avrupa'ya çevi rmişiz. Bütünleşrnek bize kar sağ­ lar. Kargaşa içi n , bas ı n gerekli bize. Bankalarla da top­ lantı yapıp reklamları bir elde toplamak zorunlu. Reşat Bey bu işi iyi biliyor. Zaman zaman desteklenecek kar­ gaşa zaman zaman karşı çıkılacak. Reklamlar buna göre ayarlanacak. Yazarlarla ilişki kurmayalım. Patrenlar bize yeter de artar bile. Tamam m ı ? Bardağ ı n ı kavradı . . . Tek tek tokuşturdu üyelerle. Bar­ dağ ı n çıkardığı sesler, zincirleme bir onayı sürüklüyordu. Reşat, ilkin eline sarı l d ı . Sonra boynuna; - Böylesine bir düzenlemeyi ·ancak siz yapabilirdiniz, - dedi. - Tümümüz ad ı n a teşekkür ederim . . . Ben buyruğunuzdayım. Ve ne istiryorsan ı z yapmaya hazırım. .

354


- U n utmay ı n dostlarıi'Jl, - dedi Fehmi. - Ne ya­ pıyorsam asıl kendim için yapıyoru m . Siz de kendiniz için . Deneyi mlerime değer vermenizden ötürü ası l ben te­ şekkür ederi m . Karı s ı n ı , süslenmiş buldu. Salonun ağzında, nedenıni araşt ı ran bakışlarla süzünce: - U n uttu n mu, - dedi Saadet.- Bugün Reşat Bey­ lerin partisine gidecektik. Unutturmamam için kaç kez uyardı n beni . B e n u n ut kan o lm aya başlad ı m galiba, Saadet. Ger­ çekt e n akl ı mdan çıkmış. Neyse ki zamanında geldim eve Hemen hazı rlan ır, i nerim - diye yanıtlad ı . Yukarı çıkt ı . . . Yeniden traş oldu, elektrikli makinayla. Losyon sürdü. Gömleğ i , elbisesini hazırlanm ı şt ı . Kendine bir kravat seçi p bağ lad ı . Bu arada, yüzünün kırı-şıklıklarına gözü i li şti . El­ macık kemiklerinin çıkıkl ı ğ ı de ris ini geriyord ll . Ama ge r dan ı , a ğz ı n ı n kıyıl ar ı iyice bü z ü lm üşt ü . Bir an yorgun gözlerle baktı kendisine. Sonra dikilip aşağıya yürüdü. Saadet, kapı nın önünde bekliyordu o'nu . . Hemen koluna girdi ka r ı s ı n ı n . Merdiveni birlikte indiler . . . Kendi mo n tajı bir araba çekilmişti merdivenin başına . . . ilk arabasıydı bu. Tüm isteklere direnmiş, karıs ı na armağan etmişti. Bu armağan ı n ı n onu, bu yaştan sonra, şöförlük a§renmeye it­ tiğini biliyord u . Şöförü göremeyince, ehliyeti aldığını an­ ladı. Yine de soran gözlerle baktı karıs ına. Saadet; - Armağanına layık olduğumu ispatlamak istiyorum. Şöföre izin verdim. Bugünkü şöförünüz benim beyefendi, -

­

.

-

355


- dedi . araban ı n kapıs ı n ı açıp buyur ederek. F e h m i , kap ıyı kapattı. U nutulan bir ödevi yeri n e geti rircesine kol u ndan tuttu karı s ı n ı n . Şoförü yeri n i n kap ı s ı n ı açı p oturtt u . Sonra ö nden dolaş ı p yan kapı y ı açarak, oturd u . - - E h liyeti parayla a l m ı ş ol mayas ı n ? - El bette parayla ald ı m . B edavası m ü m k ü n m ü ? - Dur öyleyse b e n ineyim . N e o l u r ne olmaz. Karı m ı da indireyim . Acemi şoförün kazasına kurban gitmek is­ temeyiz. - Oho ... Benim yüzüm ü görmediler ehliyet veri rke n . A m a okuluna gittim b e n b u n u n beyefendi. Her türlü ara­ bay ı v ı z ı r vızır kulland ı m . - Şimdi anlaşıldı onartma faturaları n ı n neden birden bire böyle artt ı ğ ı . - Bak domuza, gelip f i t mi soktu sana? Oysa bana, bizi m aleiyelerde tamir ediliyor hamımefendiciğ i m , kork­ madan sürebi lirsi niz, diyord u . Hiç yadsıma istemem, ko­ vac<.� q ı m bu şoförü Fehmi. Kı rı-koca kahkahalalr atarak ilerlediler. Gerçekten iyi kulla ı ı yordu arabayı Saadet . . . Boğaz yoluna çıktıklarında, torununun arabas ı n ı seçti karısı. Hemen yol değiştirip ar­ d ı n a düştü . . . Fehmi, yolun değiştiğini görünce, bakı ndı. Saadet başıyla önde giden arabayı gösterd i . - Bizim F e h m i mi o ? -Diye sordu Fehmi. - Evet . . . Dur bakalı m nereye gidiyor? - Yahu, son model spor arabayı, bizimkiyle izlemek mümkün mü? - Boğaz yolunda olunca, kağnıyla bile izlemek müm­ kün. 356


- Aşkolsun . . . - Darı l ma . . . Arabalar fena değil. Yabancıya d e ğişmem ... Kimse de değışmez. - Zaten değişemezler. Yabancı araba girmiyar ki ülkeye . . . Toru n , doğru gidiyordu. i stinye üstlerinde, tepeye tı rmanmaya başlad ı . B i r ara, yan ı nda bir kız olduğunu gördüler. Uzun saçl ı , sarışı n b i r genç kız. Tepelere t ı rman ı p ağaçları n aras ; nda Bağazı görecek bir yere gelince araban ı n ışı kları söndü . . . Saadetde torununu izledi . . . Boğaz, ayakları n ı n altı nda, kopkoyu mavilere bal ı k ç ı k a n firuze b i r ı rmak gibi ışı! ı ş ı ! akıyordu. Karşıda Çam­ l ıca tepeleri, laciverde bezenmiş, sokak lam-balarının hafif sarı ı ş ı klarıyla gökyüzünü yere indirmişti. E l i n i uzattı Fehmi . . Karı s ı n ı n vola n ı n üstünde d u ran hafif egzamalı tombul elini yakalad ı bir kumru anacı gibi. Sık.tı i nce par­ maklarıyla. - Bizim hiç böyle gençliğimiz olmadı Saadet. . - i m rendin m i ? - i mrenmemek elde m i ? Yan yana olamadık e n güzel g ü nleri mizde. Bir büyük ailenin kuralları içinde, ancak ya­ tağ ı m ızda başbaşayd ık. Orda da çocuklar ağl ıyor, sen ikide bir kalkmak zorunda kal ıyordun . Tepelerden böyle bir görünüşle yı kanabilmek için, bugünün olanakları na sahip olmamız gerekti Bizim evierden baksak ya da çıkıp Kale'den seyretmeye kalkı şsak, ya veletler ard ı m ıza ta­ kılırd ı . Ya da Bendderesinin pisliğiyle yüzümüzü bu­ ruşturmak zorunda kal ı rdık. Oysa bak . . . On sekizini yeni 357


doldurdu Feh mi . . . Yan ı nda taptaze bir kız, altında son model araba ... Ve karş ı s ı nda dünyan ı n en güzel gö­ rünüşü . . . Mutl u l u k budur bence. Salt burda netesien meyi yete rli sayarı m . Bir de bu olanaklar oldu mu, yazg ı ma. dua ederi m gece gündüz. - Dertlandin yine. Keşke gel meseyd i k . . . - Yok gelmek iyi oldu. Bundan sonra s ı k s ı k gelelim bu raya. Gençleri düşünüyoru m . Ben Fehmi'nin ya­ şı ndayken, Meclise yiyecek, bakaniı kiara inşaat gereçleri yetiştirmek için geeem i gündüzüme katıyord u m . Oysa, o, dünyada yaşamak ad ı n a ne varsa yapabiliyor. B u n u sağ­ lamak da bir yerde mutluluk. H atta bilincinde olursa kişi , daha büyük mutl uluk. B i rden gençliğimi özledim . Seni öz­ ledim açı kçası . . . Uzandı . . . Y ı l lard ı r görmediği b i r ışıltıyla bakan karısı n ı n gözlerine daldı yakından. Bağazda yıkanmış, yıldızlardan ışık­ l a n m ı ş gibiydi bakışları Saadet'i n : .. Yaklaştı . . . B i rden du­ dakları n ı n içinde bakı m l ı ama, sertliği giderilememiş, pör­ süklüğünde canl ı l ı ğ ı n ı yine de koruyan dudakların ı l ı kl ı ğ ı n ı sezi nledi. i rkilmeden öptü karıs ı n ı . Giderek hoşlandı b i l e . . . Baş ı n ı çektiğinde, elleri titriyordu Sadet'i n . . . - Adam, -<ied i , eski günlerde olduğu gibi.- Ada m , b e n bu arabayı n i c e kullan ı r ı m şimdi? - Kullanacaks ı n Hatu n , - dedi o da eski günlerdeki gibi . - Yoksa gidip, Fehmi'yi çağ ı rmak zorunda kal ı r ı m ki , rezil oruruz . . - Aman s u s deli ; -<iedi.- Dur bi raz yatışay ı m , gi­ deriz . . . Suphi, i l k kez elinde notlarla oturdu karşısına. 358


Rober'in alışkan ' ı ğ ı n ı kazanmaya başlam ıştı o da . " B i z üçü m ü z , birbirimize çok benzedik," diye düşündü Fehmi . . "Belki yaşlanmaya başlaman ı n etkis i . Allah'tan �i . işlerın çoğunu gençlere b ı rakt ı k artık. Biz yukarı dan, karar orga n ı olarak yürütüyoruz. 'Y oksa dayanamazd ık . . Rober gözl ük kullanma y a başl amışt ı . B i r g ö z att ı müdürlerine . . . i kisi de göbeklenmişler, ağırlaşmışlard ı . Suphi daha genç olduğundan, gözlüğe başlamadı henüz. Kendisi kul­ lan ıyor. Ama, ikisine göre, dal gibi sayıl ı r. Bir dirhem yağ ı , b i r tutam göbeği yok. H atta midesi bile dümdüz. . Biraz oturdular . . . Mahir göründü. Bekledikleri gelmiş gibi kıpırdandılar. i ki müdürün arasına konulmuş üçüncü koltuğa, tam ba­ bası n ı n karş ı s ı na oturd u . Artıf: başlayabilirlerd i . Suphi , notları na b i r g ö z attı . Fel"> m i , başlamas ı n ı işaret edince, öksürdü; - Eferıd i m , Kurulda ald ı ğ ı m ı z kararlar tam bir uy­ gulama yolunda. Demirel tek başına iktidara geld i . Hemen h ı zlandırd ı n bizim istediğimiz işleri. Personel Yasası n ı n bi raz d a h a ertelenip memurları n ellerine toptan para geç­ mesini ayarladı . Planlamayı , uslu çocuk haline getirip teş­ vik pri mleri n i , ihracat ve ithalat vergisinden indirimler;n ha­ z ı rlanması n ı sağlad ı . Yatırımlar için ayırdığı ve özeLikle büyük yatırmlara tan ı d ı ğ ı öncelik nedeniyle, savımız tam tuttu . Eski rakibinin baş ı çektiği bir gurup, kopmak üzere. Kopuşun h ı zlanması nda, bir tek Bayar'ın rolü olacak. Buy­ ruğ u n u bekliyorlar bir yere dayanabilmek için. Hatta, Mec­ lis Başkan ı n ı n önderliğinde kuracakları partinin tüzüğü bile haz ı r. Reşat Bey, Bayar'la konuşacak. Biliyorsunuz, . .

.

.

359

"


amca der o'na . . . Babas ı n ı n esk i dostu . Hala en yak ı n ar­ kadaşı i çtikleri cıyrı gitmezmiş. i ttihatçı l ı kt a . Ku�ay-ı Mi !­ l iyecılikte beraberlermiş. Sonra particilik serüvenleri nde de. . . Her zaman söylersiniz. Bayar' ı n desteği olmasa bunca kısa zamanda gelişemezd i , diye. San ı r ı m kan­ d ı racak Bayar' ı . Ve onay ı n ı alacak. Ondan sonra, Demire; Zayıflam ı ş görünecek. Kendisiyle konuşuldu ... Tüm ça­ bas ı n ı , ordunun başı ndakileri Anayasa'n ı n suçluluğuna inandırmaya harcayacak. Gizli örgüt bir i ki eylemde bu­ lundu. Amerika l ı lar burda da i mdad ı m ı za yetiştiler. Com­ mer, olayı kendisi başlatt ı . Ö zellikle gençleri kışkı rlmak için, Ortadoğu Ü n iversitesine, törensel bir gezide bulundu. Arabas ı n ı yaktılar. Yakanların arası nda, orda öğreti m gö­ revlisi olarak bulunan bir eski tan ı d ı ğ m ı z da var . . Mahir'e baktı belli belirsiz. K ı p ı rdandı Mahir. Sarardı biraz. D işlerini s ı k ı p bekled i . Sürdürdü Suphi. - Mahir Beyi n eski arkadaşı da tutukland ı . Bu olay gelişecek. Bir başka yard ı m Mobil'den geldi. i rak elçiliğinin görevlileri, gençlere eğitim görmeleri için yard ı m ediyor. Ve onlar da birbiri ar­ d ı n a kaçak olarak El Feti h örgütlerine gidiyorlar. Bunun et­ kileri yakında görülür. Ç ü n kü şimdiye değin bir iki ufak ey­ lemde bulundu bizim ortak gizli örgüt. Her kezi nde de başar1 l ı old u . Ö ldürülen gençleri n , gerici örgütler ta­ rafı r.:ıan vurulduğu san ı l ıyor. Yani anlayacağı n ız, Arne­ rike ' n ı n Kamboçya sald ırıs ı n ı başlatmak için uyguladığı ve baş3rı kazand ığı metod bizde de başarı l ı olmak üzere. Gençler, i şçi Partisinden koptular. Eylemin moda ol m ası, yakı nda birbirlerinden de koparacaktır onları . . Yeter ki , bir kez bir yerden bir şey patlak versi n . Ö rgütümüz hazır. i l k fikir çatışmalarından sonra, b i r i k i vurucu davra n ışta bu­ l u n acak. Hele şu El Feth'e gidenler geri gelsin de ... Kendi 360


aralarında örgütl enme için biraz zaman kazansınlar, diye bekliyormuş Ameri kalı şef\eri . . . Bu arada yay ı n p iyasası h ı zland ı . Doğa n Avc ı oğ l u , i l han Selçuk, i lhami Soysal , Altan Ö ymen gib, t a n ı n m ı ş gazeteci ve yazarlar, bir dergi ç ı karı yorlar. Madanoğlu ve Cemal Reşit Eyüboğlu ' nun desteğıy'. 8 . Yak ı n d a sol ucun bir k anad ı da, ayl ık derg i de ayr ı l ığ<ı g ı de ;; ek san ıyoru m . Çünkü araları hda fikir ça­ tışması başl am ı ş . Mihri Belli ile gençler ge­ çinemiyorlarm ı ş . Ve Kıvılc ı ml ı , gençleri tut uy o rmu ş . O bö­ l ü n m e de g e rç e k leşi rse, ard ı ndan yenilerini get i r ir . Sözünü ettiğim guruba ise etkide bulun mak güç. Biliyorsu nuz, Av­ cı oğ l u yazd ı ğ ı bir kitapla, ord u üstünde epeyce etki alanı sağ l ad ı . i l h a n Selçuk ve i lh ami Soysal da solun önde gelen kalemleri . Bunların etkisi çok o l abi l ir . Yeni yeni çap­ ra ş ı kl ı kl ar getirebil i rler. Ben ö zelli kle bu gurup üzerinde çok d u ruyorum . Çünkü, tan ı n m ı ş olmal a rı, tehlikelerini ar­ tı rı yor. Ö tekiler ve gençler, nasılsa kendilerini tan ıtmak, kabul etiirmek i ç ı n zamana gere ksin i rle r . Olsa olsa, genç su b a ylar üstü nde etki n olurlar. Ki, bizim ordu yay a sı nda bunun ö nemi yoktur. Ama bu gurup doğrudan yetkili su­ bayları etkiler. Üsteli k bir ef sa ne k a h ra m anı gibi sevilen Madanoğlu'nu da� aralarına aldıkiarı na g öre, amaçları da bu zaten. F e h m i , S up h i ' n i n sustuğu nu g ör ün ce. Rober'e ba ktı . Rober, sesini çıkarmadan, d i nlemeyi yeğliyordu. Hala bu çapraşı k sorunları n üstesinden gelememişti. Yanlış bir söz etmektense, etmemeyi ye ğl iyo rd u . Kaç yıl vardı ki, politik sorunlar sö;: konusu o ld uğunda susuyordu. Bu susuş, onun ticari ve mali konulardaki gözünü daha bir ar­ tırmıştı . Konu yine politik olunca sesini çıkarmad ı . Mahir, babasının kendisine baktığını sezinleyince ür­ perdi. 36 1


Çoğunlukla bu toplan t ı l ardan kaç ı n ı rd ı . Ö zellikle o se­ rüvenden bu yana daha bir çekingen olmuştu . Babası kaç kez diretmişti gelmesi içi n . Çok sıkışt ı ğ ı nd a yurtd ı ş ı na s ı ­ vı şarak kat ı i mamayı sağlamışt 1 . A m a . bu k e z mümkün de­ ğildi kaçması . Daha Suphi, eski tan ıdık dediği nde, durumu kav­ ramı ştı . Sevinç'in hızla gelişmesi, gözleri n i n önü. ;de can­ land ı . Apar tapar gittiği Dü nya turundan döndüğünde, ara­ m ı ştı onu. Aramış ve bulmuştu sonunda. Düşünceleri geriye gitti . Güçlükle yakalayı p , Champs - Elysee'de bir lokantaya girm işlerd i . Görülmekten korkuyordu i kisi d e . . . Sevi nç Mahir gittikten sonra, salıverilişini anlatt ı . Ama, bir kez damgalan man ı n sonuçları n ı da. En l<üçük olay ol­ duğunda, onu içeri al ıyorlar, günlerce sorguya çe­ kiyorlard ı . "Sana söyleyeceğimden de korkuyorlardı ne­ dense" demişti. "Sana yak ı n bul uyorum kendi mi. Kata m ı n çok uzak ol­ duğunu bile bile. Ters yollarda koşan iki atletiz biz. ama, düşün meden edemiyoru m . Kendi kendi me hep ba­ ğ ı şlad ı m sen i . Haberi yok. E n azından gücü yok, olanı en­ gellemek içi n , dedi m . Ama, yine başıma dikildiklerinde kızmadan edemedim. Bağ ı şla ... Haksızd ı m bilyoru m . Birgün bakt ı m . Amerika'dan b i r burs önerisi geldi. Pa­ saport verilmeyeceğinden öylesine güvenliydim ki, ka­ bullendim. Bir günde ald ı m pasaportumu. Gitmed i m Ame­ rika'ya tabii . . . Amerika diye Fransa'ya geldi m . Burda doktora yap ıyoru m . B u rsu böyle kullanacağ ı m ı kesi nlikle bildiri nce, razı oldular. Bir de bakıyorum sen burdasın. Nasıl buldun beni?" - Sen demez miyd i n arayan bulur, diye. i stan-bul'dan 362


b i r kız arkadaşı n dan ald ı m adresin i . . Ne çok seviyorlar sen i . Ara m a , ded i . Yaz istersen başka adla. Senin yü­ zünden, baş ı na gelmedik kalmad ı . Benim de di y e ya­ n ıtlad ı m , oncı. i nanmadı . . Deli gibi seni arad ı ğ ı m ı se­ z i n l e m i şti babarn . Hemen izlemeye başlad ı lar beni . Bir sürü iş yapt ı m . atı aıtı nı sonunda tümünü. Efendi efendi otu rdum. Nişanlan maktan söz ettiler. ses çıkarmad ı m . Onlar, bir k ı z sarari arsa baş ı ma, u nuturur.ı san ıyorlard ı . Belki ilişkil eri salt ete dayand ığı için. Benim suskum, se­ vindirdi tümünü. Yoksa kuduruyordum. Seni bir an önce görmek istiyordum. Kişi isteyince nasıl sabırlı oluyor Se­ vinç. Nasıl dayandım yeri n i bildiğ;m halde. Sonunda kuş­ kuları azald ı ya da bir türlü gitmediği için izlemeye kara verdiler. Bon n'da bir anlaşma vard ı . Rober'i yan ı ma katıp birlikte gönderdi ler. Allem kallem, patronun oğluna ken­ dimi çağrılattım. i ki g ü n çiftliklerinde av yapmak için . Rober dönmek zorundaydı . B e n i bırakt ı . Sonra Paris'e gelmenin daha iyi olacağ ı n ı söyleyip bir öğle yemeğiyle atlatt ı m . Onlar bizi çiftl ikte beklerken, sana koştum . At­ ladılar. Buluştuğumuzu bilmiyorlar. Gülü msemişti Sevinç. Acıl ı acıl ı bakm ıştı Mahir'e ... - Belki bilmiyorlar. Öğrenecekler. Ben gözaltı ndayım. Bitmeyen bir gözaltı nda. Seninle olmamdan korkuyorlar. San ırım evlensek, bunca çekinmezler. O zaman dav­ ran ı şiarı m daha bir gözaltında olur. Ama, biliyorsun bu ko­ nudaki düşüncelerimi. Kendimi yadsı mam gerekli. Ya­ pamam bunu. Bu düşüncelerle, Fehmi Çok'un gelini olursam, hergün ölürü m . E n iyisi, ayrı lmamız bizim. Bir daha buluşmamamız. Çünkü, dayanarnıyorum seni gö­ rünce. 363


-- Asıl dayanamayan ben:ın_ Sevıyorum sen i . Kimseyi sevmiyeceğim ölçüde. Bir mesleğ i m var ben i m . Keserim şi rketle ilişkilerimi Gideriz bir başka ü l keye Çok dostları m var. Nerede olsa geçi niriz. Bak sen de ekmeğini ka­ za n ı yors u n ? - Ne kadar sürer bu heyecan Mahir? Bir g ü n yi­ tirdikleri n i akl ına geti ri rsen, yaşam ı m ı z cehennem o l u r bil­ miyor musu n ? - i ngiltere Kral ı taht ı n ı nas ı l b ı rakt ı ? - B ı rak bu romantizmi. B ı rakmasa, b ı raktı racaklard ı dz, o n a an. Dal budak sal m ı şt ı , dedi-kod u . Tahtı korumak için bı raktı asl ı nda. Bunu bir aşk masal ı olarak yut­ turuyorlar bize. Seni nki öyle değil. Tek oğulsun. Tüm umutları sana bağlan m ı ş . Sen bı raksan, onlar b ı rakırlar m ı ? Yüz firma n ı n temsilcisiyiz, diyord u n . Bunlar yer­ yüzüne dağ ı l m ı şlar. Dü nyayı bunlar yönetiyor. Nereye gi­ debi l i riz onl ardan habersiz? Biliyorum için parçalanıyor. Benim de parçalanıyor. Ama ayrılmak en iyisi . Çünkü, biz düşman ız birb i ri mize Düşman olmak zorundayız. Ben seni n salon arkadaşların gibi, s ı rt ı mda Balmain varken, solculuk cavcavı yapamam. i nand ı ğ ı m bir davan ı n kav­ gasını veriyorum . Ve sen köstek olursun bana. Dönünce iş bulabilirsem,sen hemen öğreni rsin. Dilersen gelirsin bana. Bir yoksul evine, bir kahve içmeyi canı n çektiğinde. Oturur konuşuruz o güzel günleri. Ama, bundan ötesini is­ teme. Hak vermemek elde değildi. O seçimini baştan yapmıştı . Sevinç şimdi bunun acısını çıkartıyor. Suphi'nin sözleri bitmek üzere. Tam kavrayamıyor, söylediklerini. Bir tek şey döneniyor kafası nda. O, bu oyuna gelmez. Neden tutukladılar acaba? .

.

,

364


" Ö gren meliyi m . Yoksa, a k r l brle bir yerde , yeniliyor mu?" Dogru dürüst dinlemernişti kr, yanrtlas r n . Sussa, Rober gibi .. Direnerek bakıyor babas ı . Son cümleyi düşündü bir an. Ordan sürdürmesi gerekryordu madem . Ordu üze­ rindeki etki nige tak r l d r akl r . - Bizim ord u n u n , disipl i n v e üste uymak bakı mı ndan say ı l r ordulard an biri old•J ğu kesin. Günlerce başlarına ge­ çece k bir orgeneral aradr klarr n r ka ç 27 mayrsçr'dan duy­ muşumdur. Sonunda, G ü rscl'e nasıl yapışt ı klarını bil­ meyen yok. Şimdi değişti mi durum? Sanmıyoru m . Ayn r biçimde davranacakl ard r r > ı ı r k . p r rt . olursa. Yine bir ko­ m utan arayacaklard ır. Kor." 'Y a n l a r Suphi Amca'n ı n dediği gibi Demirel tarafı ndan suçu An ayasa'da bulur hale ge­ tiri l i r . Amerikal ılar da görüşl erini desteklerlerse, kolay kolay başarı l ı b i r k ı ı" rd a m a ol acağ r '1 r sanmam . Belki bir komutan bulacakları d ı r . Ama komutan , karşı yanda ola­ cakt ı r. Kendi başlarına eyleme geçme bilncine ula­ ş ı ncaya, ord u n u n kes r n durumu budur. Kıpırtıyı ha­ z ı rlayanları temizlerseniz, tam tersi düşüncedekiler egemen olur. B u n lar da, ilk günlerin teröründe özgür ka­ l ı rlar.--Sonra, baba m ı n hakkı var. Avrupa, kolay kolay sü­ rekli bir teröre b ı rakma;: bizi. Amerika yardımı kesmez. Ama, bu, bugünkü ekonomik koşullarda pek büyük bir önem taş ı mıyor. i şçilerin Avrupa'da olmas ı , büyük bir teh­ dit arac ı . Avrupa konseyi bizi üyelikten atarsa, biz de topu atarız. Çünkü, şirketler ister istemez, ortakl ı kta çekingen davranacaklardır. Daha doğrusu, buna zorunludurlar. Bir damarı mııda kan eksilse, bizim salt o parçamız gitmez. Felç oluruz. Felç olduk mu da, nice ezersak ezelim, sol yeniden hortlar. Hem de bu kez çile çekmiş olanlar hortlar 365


ki , h i ç g öz u m ü z ü n yaş ı na bakmazlar. B i z i m b i r i k i m l e r i m i z sürekli bir terörü destekleyecek ölçüde b ü y ü m e � Avrupa Konseyi Yunanistan'ı attığı nda, bir Onasis ç ı kt ı . 400 mil­ yon dolar yard ı m yapt ı . Ard ı ndan N iyarkos, onunla re­ kabete girişti . Bir çırp ıda bir milyar dolara yak ı n yatı rımla karşı l aşı ve rdi i e r Bizim hiç birimizin g ü c ü buna y et m e z Yetmeyince. d ışardaki o rta k ları m ı z ı n dediğine uymai(, baskı b aş l ad ığ ı n da çark e d i p dernokı·asiyr: dön mek zo­ rundayız. O zaman, ö!cn ölür, kalan sesinı keser di­ yeceksi niz. Bence yanlış bir varsay ı m bu. Bu kez çok adam k ı y ı l acak. Tümünü yok e demeyeceğimi ze g ö re, daha bir bilenmiş, daha bir ö g re nrniş olarak kurtulacak çok kişi . Ü stel ik kesin düşmanl ı ğ ı körüklemiş ol acağ ız. Bi­ lecekler ki karş i la r ı nd a biz varız . Apaçık çı kacağız bu ke z . Yeni yeni p i yo nla r süremeyiz. Şah . diyoruz siz i n a n ­ lay acağ ı n ı z. Mat o l u rsa k . çok kötü. ilk ağı z d a olacağ ı m ı za ben de inanmı y or u m . Ama terör kimini yıldırır, kimini biler. Bilenenler, yılanlardan daha etkin olurlar. Çünkü top­ lumların kahramanlara gereksinimi vard ı r. Bu kez sus­ kunun süreceğini sanm ıyoru m . Sanmad ı ğ ı m için de, ön­ ceden haberim olsa. bu tertipiere g ı rişmek yerine, demokratik yoldan çözümün bizim için daha iyi olduğunu önerirdim. Belki güç ama tüm gücümüzle çal ışırsak, Halk Partisinin i �tidarını sağlama olanağ ı n ı n araştırılması ak­ lıma daha yak ı n gelirdi. Şimdi aldığımız yerden sürüp gö­ türmekteyiz işi . -Duraklad ı . . . Dudakları nı yaladı diliyle. Başta Rober, Suphi ve babası . şaşkı n l ı kla bakıyorlard ı . Mahir babas ı n ı n gözlerindeki şaşkınlğığın giderek be­ ğeniye dönüşmesinden kıvan d ı . Önem vermemişlerdi ona. Hep katlanılması zorunlu veliaht prens işlemi yap­ mışlard ı . iık kez olayları kavrayış ve yorumuyla tümünün .

.

,

366


şaşkı n l ı ğ ı n ı sağ l ı yor. Uygulamada çalışıyorlar ama, ayn ı düşünceyi sürdürmek hoşları na gidiyor. Sürdürdü o da.­ Siz ilkel yolu seçmişsiniz. Ezmek, bilediğinde pişman ol­ mazs ı n ı z u marı m . B u n u n sonuçlarına da haz ı rl ı k l ı olmak gerek. Sonuna değin ezmeniz mümkün ol madğ ı na, Av­ rupa' n ı n hemen işe karışacağı n a göre, ondan sonrasını nas ı l çözümleyeceğiz? Bilenmiş olarak çıkanlarla nasıl başedeceğiz? Diyeli m ki , Demirel'i düşürüp askerleri ya da onları n ortak beğenisine sunacağımız birini gğetirdik. Son u na değin askersel yöneti mi sürdüremezsiniz ki. .. Bit­ tiğinde ne olacak? Bır tek koz var elinizde. Söy­ letmezsiniz. Ya söyleyecekle r i bir yer bulurlarsa? Ya, kitap yazar yayınlarlarsa? Siz de çok iyi bilirsiniz ki, fikir ön­ lemek mümkün değildir. Ve hiç bir zaman, fikri yasalarla k ı sıtlanamamıştır. Ü steli k hep aykırı o lmuştur kı­ sıtlamal ara. Cezalandı rı l m ı şt ı r iikri söyleyenler. Ama fikir, egemenliğini yürütmüştür. Fransız devriminin temelinde yatanları n tümü, ezilmek, susturulmak istenmişlerdir. Ga­ zetelerden kov u lm u ş , iş bulma olanakları yok edilmiştir. Ama, Volter in mektupları na bir sürü para verildiğini bi­ liy o r u z bugün. Sonra b u n l a rla kitap bastırdığını ve dü­ şüncesi ni yayd ı ğ ı n ı da bili yoruz. Bu durumda, gelecekten korkuyorum ben. Şimdi sorumluluğu ortakları mızia pay­ laşıp üstümüze aldık. Sonuna değin götürmek zo­ rundayız. Başlamış işi d u rd u rma k mümün değildir. i stesek de durduramayız artık. Y ü rü yecek bu. O zaman , özellikle Madanoğlu Avcıoğlu grubuna dikkat etmeliyiz. Askeri ele geçirirlerse, silah geri teper. Sırtüstü giden biz o l u ru z Fehmi şimdiye değin hep donuk durmuştu oğluna . Mü­ dürlerinin yanı nda, onlara daha çok değer verdiğini gös­ termekten sakınmamıştı. Hep onları kutlamıştı. i l k kez ye­ rinden d oğru ld u . S a rıldı , oğluna. Öpt ü . '

-

.

367


- Kendini ıyı yetiştirmişsi n oğl u m . . Seni dinlerken, Amerikal ı , Avrupal ı ortakları m ı z ı n , e n büyük müdürlerinı d i nliyerum sand ı m . Ö ylesine ayd ı n l ı k yoru mlar yapt ı n ki, beni bile şaşı rttı n . Dedikleri n doğru . Hemen o gruba bırini sokal ı m . Tezden ç ı ğ ı rı ndan çıkars ı n ı ş ı . S u p tı i çözümler bunu. Gizli örgütle yakı n ilişkileri olan dostları var. Sonra haberlere göre davra n ı rı z . Dediğin doğru . çark bir kez döndü. Durdurmak elimizde değ i l . Gidebilidiği nce gi­ deceğiz. Ve başarmak zorunda olduğumuzu bi leceğiz. Bir kez durum gerçekleşir, varsay ı miarı m ı z tutarsa, hemen eyleme geçmel i , hükümeti kısa zamanda ele geçirmeliyiz. Ondan ötesi yerleşme döne,nir. i tamamlamak olacakt ı r ki, buna ayak uyd u ran kal ı r. Cyduramayan gider. Yal n ı z ben bir şeyi merak etti m . Hiç s�rnezdik şimdiye bunca bilgiyi nerden edindin? Mahir bekliyordu bu soruyu . Güldü . . . Öteki ler de güldüler. Bir tek Rober, sevgi ve içtenlikle s ı rtı n ı yapeşledi . Hiç anlamadığı bir h ızla aniatmıştı Mahir. Ama durumu iyi kavrad ı ğ ı n ı , seziyordu. Bu konularda sez­ gisi yan ıl maz Rober'in. Ş i mdiye bilgi yeri ne sezgiyle yü­ rütmedi mi işini zate n ? Suph i , tümden şaşkı n l ı k içindeydi. Mahir'in gülüşü, bir sinir boşal ı m ı gibi geldi tümüne Hava ı s ı n d ı . - Solcularla d ü ş ü p kalktım b i r zama n . Hani o eski öykü . Kişinin merakı artıyor. Ondan son ra oturdum oku­ dum. Okudukça olayların gizini daha iyi anlad ı m . De­ rinleştirdim okumay ı . Sonra bizim şirketin , ya da baba m ı n gelişmesi ni i nceled i m . Bildiklerimle okudukları m ı ça­ kıştı n nca, durum ortaya çıkıverdi. 368


- Bundan sonra, toplantı ların çoğunluğunu sen Yö­ neteceksin , - dedi Fehmi. - Hemen sana başkan y ar­ d ı mc ı l ı ğ ı verilsin. Yürüt bakal ı m kendi bildiğince. - Yak baba, - dedi Mahi r.- Bu işi başlayan bilirsin . Benim düşüneerne aykı r ı yapılacaklar. Aykı rı olan ı da uygulamak dü nyan ı n en güç işidir. - Ben yard ı m ederi m size, -dedi Suphi. .. - Ben de, -diye atıldı Rober. - Ol maz, -dedi Mahir, - Berı bu işte yokum. Fehmi baş ı n ı saliayarak kararını onayladı . - Yakında işler daha b i r kızışacak. Sen bir dünya !u­ runa ne dersin? - i y i olur baba. Karım ne zamandır istiyor böyle bir ge­ ziyi. Böylelikle ben bulaşmam ış olurum. - Tamam. i stediğin zaman yola çı kabilirsi n . Gör bak eskiler ilkel ama ne güzel temizleyecekler her şeyi. - Umarı m ... Dilerim demek daha doğru . . .

Elinde bir şampanya şişesiyle çald ı Sevinç'in kapısını. Akşam uğrun uğrun Ankara üstüne inmekteydi. Mahir, gözaltında olup olmadığını iyice denetlemiş. Ol­ madığına g üvenin ce gelme cesaretin bulmuştu . Aparımana arabasıyla gelmedi. Bir dolmuşa binerek tam önünde indi. Çevreyi yeniden kolaçan ettikten sonra zile bastı. Sevinç açtı kapıyı. Mahir'i görünce, saliandı olduğu yerde. Yasiandı ka­ pının kıyısına. - Beni içeri almayacak m ı s ı n ? - Tabii. . . Gel . . . Birden şaşı rd ı m d a . . . Gel, kocamla tanışırsın. 369


G i rdi M a tM . . . G e n ç . zayıf, gözlük l ü zeki bakı şl ı , bi r adam l a t a n ı şt ı rd ı M a h i ( - Ersu n , M a h ı r . . . mahi r e s k ı bi r a r ka d aşı md ı r. Kocas ı h i ç ses ç ı a mıadan elini s ı k ı p y e r gösterd i . Mahir, s ı k ı ntıyla uzattı şamı;arıya şi ş es i n i - Ç ı kt ı ğ n ı duyd u m . K•Jtlayai ı m , d e d i m . S e v i nç, sevinerek ald ı . A ç ma s ı içi n kocası n a uzatırke n : - Kusura bak m a z s ı a rtık. Bizim şampanya bardağ m ı z yok. - Aman ne i yi . .. Kocarı beni tanıyor san ı r ı m . - Evet, - dedi E rs u n . - A nlattı arkada�l ı q ı n ız ı . . . - Öyleyse daha rahat olabiliri m . Commer olayında cıd ı n geçti . Sonra bırakıld ı ğ ı ı-. ı duyd u m . Senden ç ok ş ey öğre ndim Sevi nç. ÇözemediÇ i m bir şey va rd ı . Hem çı­ kı ş ı n ı kutlamak, hem o n u öğrenmek istiyoru m Bir i ş ç ı ­ karıp Ankara'ya salt b u n u n için g eldim Sen bu oyuna nas ı l geldin açıklar m ı s ı n ? Neden tutuklandııı? - Herilin arabas ı n ı n yakılması na karş ı ç ıktığ ı m için . . - Tamam ı . . B u n u varsay m ı şt ı m ben de . . . Demek yan ı l m am ı şt ı m Kadehini kald ı rd ı . Bir a n . alınan kararları açıklamak g e çti içinden . Sonra yol ların kesinlikle ayrı lnığ ı n ı görmenin kırıkl ı ğ ı yla vazg eçd i . Kadeh lerini tokuştu rdular. -Çıkışına. Ve benim yanılrnamama, -dedi Mahir. -Teşekkür ederim ... - Teşekkür ederiz, -diye sürdürdü Ersun . . . Gelişi niz beni sevindirdi. .

,

,

-

.

.

.

.

'

370


- Asıl sizi tan ı mak beni sevindird i . Ne iyi dost olur­ duk. Neyse ben i m gitmem gerek. Peşime adam sa­ l ı n m adan belli yerlerde olmal ı y ı m . -Tam kapıdan ç:­ karke n , d u raklad ı . - Dikkkatli olu n , - dedi . . . -Çok d ikkatli olun . . - i ş d i kkati aşt ı , - yanıtladı onu Sevinç . . - Artık h ı zl a n d ı her şey . . . Durdurmak olanaksız. - Ne kötü .. . .

Derin bir sol uk aldı Fehmi Gözlerini kendine dikmiş olanlara baktı tek tek. . . Kas ı m sonunun ciğerleri sıziatan serinliğine karş ı n , içe­ risi bahar ı l ı klığı ndayd ı . Buzlu içkisini ilk kez sonuna değin d i kti . Böyle içtiğini görmemiş Kurul üyeleri şaşkı n l ı kla bak­ t ı lalr. - Tü m ü müze geçmiş olsun, --<ledi.- Büyük bir kaza atlatt ı k . Geçen h afta hemen hemen başlam ış ani bir darbe d u rduruldu . Ordu içinde, büyük bir kaynaşmanın sonucu böylelikle geleceğe b ı rakı ldı . Şimdi umutlar, büt­ çede Demirel'in düşürülmesine ertelendi. Dostları mızla ani ilişkiler kurdum. Yapt ı ğ ı m ı z hesaplar, salt durdurmayla yetinmemeyi gerektiriyor. Madem bir kez su yüzüne ç ı ktı duru m . Attık, dişe diş bir kavga sürecektir. Bu gelişmeler karşısında oturup beklemek olmaz. Tam tersine, ne yapıp edip, ordunun eyleme geçmesini sağlamalıyız. Bütçede giderse Demirel, demokrasi heveslileri koz kazanır. Ve­ uzar iş. Oysa bir an önce bitirmek zorundayız. Şimdi, De­ mirel'e yard ı m etmeliyiz. Yerinde kalabilsin ki, özellikle ko­ m utanları ortak etsin sorumluluğuna. Bütçede paçayı kurtarırsa, ertelenen ve ertelendiği için gücünden çok şey yitiren darbe, kaçınılmaz olur. Bunu neden sayarak. ezeriz


solu. Yoksa, gerçekten zor olacak yeniden uğuraşmak . . Hemen bunun hazırlığına girişelim. Başlarını salladılar. Her biri yapılmış işbölümüne göre, yeniden görev al­ manın heyecan ıyla, yaptıkların ı n hesabı n ı vermeye baş­ ladılar. Reşat, basın işlerine baktığı ndan, ilkin o başladı . - Daha önceden konuştuğumuz birkaç dergi, birkaç yazar dışı nda, tüm basın, salt bizim istediklerimizi yazıyor. Ö rneğin, kargaşa eylemlerini zaman zaman destekliyor. Olay olarak büyüterek veriyor. Ama, makalelerde, ayıp­ l ıyor, kın ıyorlar hatta. Kimi de tam bir karşı kışkırtma ey­ lemi içinde. Basın, tam anlamıyla elimizde. Bir tek, Cum­ huriyete söz geçiremiyoruz şimdilik. Adamlarımız var. Zaman zaman yararlanıyoruz bunlardan. Ama, ne yazık ki , ası l işe yarar kadrosu , bizim pundumuzu kollayın cin­ sinden. Reklamları nı kestik. Satışı öylesine düzeldi ki, zarar etmekten kurtuldu. Oturmuş bir gazete olması , bizi uğraştı rıyor. Akşam, iki-üç yazarı dışında, sağcı bir ga­ zete oldu. Onları ada gibi bıraktık. Milliyet eskiden beri tu­ tumunu iyi ayarlamış bulunuyor. Tercüman ve Hürriyet zaten istediğimiz gibi sürdürüyorlar yayınları n ı . Bir tek, V eb yayınlarının özellikle. de G ünaydın'ın zamansız sa­ vaşa girmesi başımıza çok dert açtı. Bunda Demirel'in çevresindeki uzman denen birkaç budalanın da rolü var. Adam, özür dilemişken, ailesinin onurunu neden sayıp dava açtığı bir yana, Simavi'nin gözdesi i ngiliz kızını apar topar sınır dışına atınca, kaçınılmaz bir kavga başladı. Artık araya da giremedik. i ster istemez sürecek bu kan davası . Ve bütçeden sonraki bir darbeyi bekleyeceğiz. Şimdi Kasım darbesini atlattık ya . . . Bundan sonrasına gö372


zümüzü açmamız gerekiLYine sürprizle karşılaşmayalım. Ve karşı laşırsak, Bizim sürprizimiz onları nkini bastırs ı n . O zaman hazı rlayacağ ı m ı z sürprizi kararlaştırmamız. gerekir. -dedi Sabit. . .- Kas ı m ı n son günlerindeyiz. Büt­ çeye üç ay var. Ondan sonrası ne olur? Şimdiden bilirsek, kendimizi ona göre hazırlarız. - Uzun zamandır, söze hiç karışmayan , Tahir Kas elini saçlarında gazdirerek konuşmaya hazırl andı . Kısa süre önce, küçük kardeşi rehin tutularak, epeyce para ödemek zorunda bırakılmıştı. Bunun heyecanı n ı üs­ tünden atamamış gibi , zaman zaman el kol haraketlerinde bulunarak, söze girdi. - Bir an önce hazırlamalıyız ne hazırlayacaksak. Ya­ pılan işte bizim de parmağı m ız olduğu için, kendimi suç­ l ad ı m daha çok. Bu nedenle, ses çıkarmadan verdim pa­ rayı . Hem de, çocukların salt para için bu işe kalkıştı kları n ı , bir rekabeti n sonucunda soygunculuğa sı­ vandı kların ı bile bile. Oysa çok iyi biliyordum ki, ilk ey­ lemleridir bu. Ve vermiyoru m , desem , belki tabancalarını b ı rakıp gidecekleri . Ne var ki, bizimki de ilk heyecand ı . Verdik . . . Artık, g ü ç , kapıya dayandı . Tez zamanda güçlü bir eyleme girişrnek bir zorunluluk oldu. Çat kapı, tü­ mümüzün evine girebilirler. Bunlar amatör. . . Ama pro­ fesyoneller de türeyebilir. O zaman, işin içinden çı­ kamayız. Ben, öncelikle, kendimizi güvence altına almayı öneririm. Çünkü, her istediklerini elde ederlerse, önce bize duyulan güven zedelenir. Sonra, devletin güvenlik güç­ lerinin etkisi azalı r. - Evet,-dedi Naşit. .. - Tahi r Beyin hakkı var. Onların fidye olayı duyulduğundan beri, elde tabanca oturuyoruz. Buna bir son vermek zorunlu. -

373


Fehmi, t ü m ü n ü n a y n ı istekte bi rleştiğini g ö r ü n c e kı­ p ı rdand ı . Susmaları n ı bekled i kten sonra yanıtlad ı ; - Bana üç-beş a y d a h a iz i n veri n arkadaşlar . . . O za­ mana değ i n kayg ı l a nd ı ğ ı n ı z ç o k şey çözü m l e n m i ş olacak. Ondan sonra da açık bir biçimde durumumuzu saptamak gerekecek zaten . Olmaz m ı ? B i r bildiği olmalıydı Fehm i ' n i n . Tümünün bilmemesi gereken bir bildiği. . . Şimdiye değin h e r dediği çıkmamış m ı yd ı ? Çıkm ışt ı . . . Ö yleyse b ı ra ks ı n l a r yakas ı n ı , uygulas ı n bildiğ i ni . Buraya değin g et i re n , ve bir süpriz darbenin ertelenmesini sağ­ layan adam, nas ı lsa sözünde d u rur.

374


Bazan silah geri teper YiRMi BiR Rober ve Mahir, yeni anlaşmalar için Avrupa'ya git­ mişlerd i . Suphi'yle karş ı l ıklı otu rdular. Kısa bir d u raklamadan sonra bitenleri anlatmaya baş­ l a d ı Suphi . . . - Tam düşündüğünüz gibi oldu efendim. Bütçe sı­ ras ı n d a desteğimiz işe yarayı p Demirel'i işbaşı nda b ı rakt ı . Bu Kas ı m d i renmesine girişen askerlerin çileden çık­ masına yetti. Kamuoyu da demokratik yoldan Demirel'in gideceğinden kuşkuya düştü . Hemen eyleme geçmek is­ tediler. Tepenin kararı ndan habersiz Dokuz Mart günü bir atı l ı m yaptılar. Gürler, son bir erteleme isteyince, gök baş­ ları na yıkıld ı . Hemen eyleme geçen tepe, karar alanları n tümünü tutuklayıp, Gürler'i n de onayıyla, emekliye ayı­ rıverd i . Ancak, başlam ış bir eylemi durdurmaya neden sa­ yarak Demirel'i de düşürdüler. -Duraklad ı . Yüzüne baktı patronu n u n . Onayı n ı alı nca sürdürdü.- Siz burda ol­ mad ı ğ ı n ı z için ayrıntılarıyla anlatıyorum . Bildiğiniz, ka­ rarlaşt ı rd ı ğ ı n ı z şeyleri . Evet.. Ama ayrı ntı ları bilesiniz ki, geleceği kararlaştırmakta yard ı m ı olsun .. - Teşekkür ederim . Ayrı ntılarıyla sürdür, - dedi Fehmi. 375


- Demirel gitti kten sonra, Erim'in Başbaka n l ı ğ ı ger­ çekl eşti . Tam dediğim gibi ç ı ktı Erim. i lkin plan uygulamak amacıyla, gençleri i ş baş ı n a geti rd i . Sıkıyönetim kararı n ı onlara aldırd ı k . V e askerler, b i r balyoz gibi indiler kar­ gaşa n ı n tepesine. Karşı gu ruptan kurtu lmuş olman ı n h ı ­ z ı y l a , tam düşündüğümüz g i b i bir temizliğe giriştiler. N e v a r ki, ezmek için yeterli d e ğ i l d i bu. Gençlerin bir atak yapması gerekiyord u . Gizli örgütün kışkırtmasıyle o da oldu. i srail Başkansolasunu kaç ı rd ı lar. Artık, kıyı m ı n ikinci aşamasına girilebi l i rdi . Hemen tan ı n m ı ş kişileri topariad ı S ı kıyönetim . Avrupa o saat işe karışt ı . Bunun üzerine, baskı azalt ı l ı p usta bir manevrayla hukuka indirgendi duru m . Şimdi 1 960'da olduğu gibi , uzayacak yar­ g ı lamaları n ne sonuç vereceği belli değil . .. Öte yandan ka­ binedeki gençler kendilerince bize salidı rmaya ha­ zırlan ıyorlar. Avrupa bütünleşmesin i engellemek amacıyla, eyleme geçti ler. Yakı nda kokusu çı kar. Bence Eri m'in de ödevi bitti, bu gençlerin de ... Karar sizin , ama erken davranmak kaç ı n ı lmaz. Fehmi baş ı n ı sallad ı . Gözlerini kırpıştırd ı . - Analad ı m . . . Hemen arakadaşları toplantıya ça­ ğ ı rayı m . Artık ortaya çı kmak zaman ı geldi. Bizim kurulu daha da genişleterek, biri işadamları Derneği haline ge­ tirelim. Bundan sonraki programımızı kamuoyuna açık­ layal ı m ki, herkes alacağı tutum u önceden bilsi n . An­ laşılan çok adam tutukland ı . Ve Mahir hakl ı çıktı. i lkel yol , bizi bir an önce açığa çı kmaya zorlad ı . Olsun Şimdi Gürler, bu satışın karş ı l ı ğ ı n ı isteyecek. Yeniden direnme olanakları arayacak. Ama, bir kez altı n ı temizleyen za­ yıftır. Biz bu zayıfl ı ktan yararlanacağ ız. Demirel'i yeniden güçlendireceğiz. Gençleri , ard ı ndan Erim'i harcarsak ve •..

376


bu i şte Demire\'i kullanırsak, güçlenir. Bu arada senin u nuttuğun bir şey var. Halk Partisi. . . Erim olayı yeniden böldü ve zayıflattı partiyi . Orda da kesin bir tutu m söz ko­ nusu. Eğer Erim'in Başbakanlığı sı rası nda, i smet Paşa'yı iyice yı pratabilirsek, Mahir'in önerisine dönebiliriz gibi ge­ liyor bana. Nası lsa, bi rkaç kişiyi asmak isteyecek askerler. Sonra bir af olayı yarattırırız. Ecevit bunun başını çekerse ortal ık bulan ı r. E rim'e de, Feyzioğlu'na da güvenmedim ben. Sürekli Hükümet ortaklığı yaptı rabilrisek, Fey­ zioğluda iyice yıpran ı r. Halk Partisinden kopanları da onunla bi rleştirirsek, Evevit iyice güçlenir. Bu arada i şçi Partisini kapatıp Halk Partisinin, profesör eskisinin Milli N izarn' ı n ı kapattırıp, Demokrat Partinin tabanı n ı sı­ kıştı rırsak, Ecevit'in gücü daha da artar. Böylelikle de­ mokratik bir denge kurulur. Seçimlerde Halk Partisi iktidar alternatifi olarak bir gelişme gösterirse, uzunca bir süre umutları üstü nde toplayacağ ı ndan, biz son an­ laşmaları m ı z ı gerçekleştirmek olanağ ı n ı buluruz. Bir on Ortakpazar'la sıkı bir işbirliğine gi­ y ı l l ı k zamanda, rebilirsek, büyümemiz, yerleşik bir gelişmeye dönüşebilir. Ondan sonra, kıpırdanış ve davranışları demokratik gö­ rünüme kaydı rmak kolaylaşır Şimdi bu on yıllık dönem için , sıkı tedbirler almak gerekli . Ben de Mahir'in görüşüne katılıyoru m . Sıkı tedbirler, biler i nsanları. Demokratik umut ol mazsa darbe eğilimleri alevlenir. Ama, işte demokratik umudu yaratıyoruz. Şimdi 73 seçimlerinde, bunun ger­ çekleşmesi için çal ışmal ıyız Ecevit'in alabildiğine güç­ lenmesi, bize karşıt düşüncenin yaygınlaşmasını getirse bile gelecek bakı mı ndan bir zorunluluk Ü stelik bu dü­ şünce demokratik akım içinde oldukça, bizim direnme gü­ cümüzle çarpışacak demektir. Belki ilerde, bir sosyalist .

.

.

377


p a rt i n i n k u r u l m a s ı n a i z ı n verd i rerek, Ecevıt'ı y e n i d e n z cı ­ y ı f l a t ı r. bizim �es ı n i ktidar ı m ı z ı per çı n l e r i z G e rçi ö n ü ­ müzde beş y ı l ı ç i n d e b u n a o i r ge rek s i n i m o l aceığ ı n ı s a n ­ m a m . Y ı n e d e . t e d b i r tedbirlerd i r De h e ! e ba ka l ı m ; Ş i n ı ci ı bu görüşü , Kurul top l a n t ı s ı n a g ö t ü r ü r s e m . . i ş a d a m l a r ı Derneğ i n i kurdurdu ktan s o n r a , a ç ı kt a n t u t u m ta�ı n ı l m as ı n ı sağlarsam iyi o l u r m u ?

-Tam benim d ü ş ü n d ü kl e ri m gibi , efendı m . - i yi öyleyse . . . B i z i m başedemediğimiz, özellikle ordu içinden gelecek direnmelerdir. Bir kapal ı kutu o l m as ı n ı n sonucu b u . Yoksa, aç ı k olsa, bu kez olduğu gibi ip bizim e l i m izde olsa, kolay çöz ü m l eriz. Bundan sonrası için dik­ katl i o l m a l ı y ı z . Ç ü n kü y e n i l g i n i n ezi kfiği içı ndeki g u ruplar, ani bir çıkış yapab i l i rler. Şimdi gelel i m , Gürler'i n d u r­ m u n a . . . Bir seçi m yapmak zorundayız. O m u , Demirel m i ? - E lbette Demirel efend i m . Bizim d a h a 1 965'de ha­ z ı rlad ı ğ ı m ı z plan ı n gerçekleşmesi için bu nca çaba har­ cad ı . Ü stelik kendisiyle düzeni bütü nleşti rmeyi başard ı . Doğrusu ummad ı ğ ı m ı z ölçüde beceri kti ç ı kt ı . Ü stelik buyur gibi güçlendi recek olursak o'nu, zaten seçi m i m izi yap­ tığ ı m ı z içi n . Böyle olmayacak m ı ? O zaman kendi altı n ı kendisi zayıflatm ı ş . . . E n güçlü dayanaklarım, devleti n e n yüce yeri için harcamış zayıf bıri n i seçmek anlamsız o l u r bence. - Tamam ı . . i şte bundan sonraki tutu mumuz bu. S ı ­ kıyönetim altı nda işçi eylemleri zayıflar. Bir de Anayasa'yı istediğimiz gibi değişiirtlik mi, gelecekte rahat davranma olanakları n ı tümden ele geçi ririz. Zaten , Mahir'le, Rober bunun anlaşmalar ı n ı i mzalamak için Avrupa'dalar. - Ben mi çağ ı rayı m Kurul üyeleri ni toplantıya? - Hayı r. Her zamanki gibi Kurul Müdürü çağ ı rs ı n . 378


Hemen topl a n ı p , açığa çıkal ı m . Ben kendımızı güçlü gö­ rüyoru m a rt ı k . Açı ktan kavgaya gi rebılecek kadar güçlü hem d e L . - Nasıl isterseniz efendi m . - Yoksa b i r yadsı mam m ı var? - Hay ı r L . Bizim açı m ı zdan değ ı l . Ama bütün olarak öylesine güçlendiğimizi pek sanmıyoru m . - Bir g ü ç l ü , t ü m ü n ü sürkler S u p h ı . . . B i z güçlüyüz y a . . - Bu n u düşünmemiştim . Haki ı s ı n ı z efendim . . Fehmi, Suphi'nin kalkmaya hazı rlandı ğ ı n ı görünce, eliyle otur işareti yaptı . Kurul Müdürüne telalan edıp üye­ leri n toplantıya çağrı lmas ı n ı buyurd u . Telefonu kapattı ktan sonra; - Bu öğlen boşum. Yemeği birlikte yiyeli m sözün yoksa . . - Yok efendim. Buyuruğu nuzdayım . . . - Teşekkür ederim. Suphi kalkt ı . O kapıdan çıkarken, yeniden telefon çaldı . . . Açtı . . . H ı çkırık g i b i b i r ses yankılandı kulağı nda. - Baba ... Baba siz misiniz? - Benim kızım. Ne var? Güçlükle geliyordu ses. Kesik ve ağlamakl ı . Birden ikirciklendi Fehm i . . . Telefonun içinde uzayan sessizliğe öfkelendi hemen . Sallad ı kulaklığı. Sonra ye­ niden yapıştırdı kulağ ı na . . - Baba, Fehmi, -dedi güçlükle büyük kızı .- Fehmi baba ! . . Konuşmayı yeni mi öğreniyor bu? Söylese ya n e old­ ğunu? .

379


Yutkundu. Yarı boğuk bir sesle, yineledi. - Fehmi'ye ne olmuş kız ı m ? - Baba yaral ı . . . Ağı r yaral ı . . . Belki de . . . Belki de . . . O h Tanrım . . . - D u r şimdi geliyorum . Ne yaptığ ı n ı bilmeden yerinden fırlad ı . Bir koşu koridoru geçti . Memurları , şaşkı n l ı kl a baktılar ard ı ndan. Hiç böyle görmemişierdi patronları nı. .. Suphi, birden gelişen deviniyle yerinden z ı plad ı . Doğru patronun odasına koştu. Bulamayı nca, yazma n ı n göz­ leri ne baktı soru dolu. Genç kız, belirsiz bir yüzle; - Büyük kızı telefon ettiler efendim . Hemen koştular Beyefendi . . . Suphi, olmusuz b i r şey olduğunu anlayarak, ardı nca seyi rtt i . Arabayı hızla kızı n ı n evine çekmesini söyledikten sonra, düşüneeye daldı Feh m i . . . i lk oğlan torunuydu. Fehm i . . . Ve damad ı n ı n direnmesi sonucu koyyudurmuştu ad ı n ı . Şimdi yirmi yaşına geliyordu. Yıllar n e çabuk ge­ çiyor . . . Geçen yaz, i ngiltere'de altan düşüp b i r kaburga ke­ miğini kırdığında görüşmüşlerdi. Fransa'da yüksek öğ­ renim görüyor. Bazen iş, bazen dinlence için Avrupa'yı do­ laşıyordu. Kazayı duyar duymaz Londra'ya hastaneye yetişmişti . i lk ameliyatları geçirip dinlenmeye girdiğinde uzun uzun kon uşmuşlardı. Şimdi anımısıyor o zamanki yüzünü. Uzun ipek gibi saçların ı omuzlarına değin dökmüş, pırıl pırıl gözlerini gözlerine dikerek: 380


- Galiba ilk kez bu denli uzun başbaşayız, - dede demişti . - işler bırakmıyor ki oğlum . . . • Şimdi b u yanıtın nice soğuk olduğunu düşünüyordu. N e olduğunu bilmeden h ızla giderken neden hep o gün gözünün önüne geliyor? Galiba o günden sonra pek görmediği için. Kişi nice dağı lıyor? Nice dallanıp budaklanıyor? Geniş bir ailenin başkanı olmak çok zaman mutluluktur. Her zaman mutluluktur. Ama, çok zaman da yüzlerini gö­ remezsiniz aile kişilerinin. işte yine Lonra'daki o özel klinik geldi gözlerinin ör1Une. "Fehmi uzun saçları nı kabarta kabarta konuşuyor. Tam karşısına gelecek biçimde oturmuş. D ediği gibi . . . iık kez bunca uzun bir süre birlikte olu­ yorlar. Ve ilk kez derinlemesine konuşuyorlar. Gençler ne çok şey biliyor. Mahir, nice şaşırtmıştı onu bir özel toplantıda. Tarunu daha bir şaşı rtıyor. Onun bir yaşam boyu vuruşa vuruşa öğrendiklerini, bu geneacik çocuk su gibi biliyor. "Kitaplar, dede, - diyor. . . - Kitaplar h e r şeyi yazıyor. Öğrenmesini bilen, onlardan her şeyi alabilir." Ve anlatıyor dedesinin konuşmasını önleyerek; Öyle şeyler ki, egemenliğini pekiştirrnek isteyen her gücün , neden ilkin kitaplara saldırıp sonra yine kitaplana kendin savunmaya uğraşlığını belleğinin derinliklerinde kavrıyor Fehmi. Bu uzun konuşmanı n sonunda, kendi yaşamını an­ lattığını anımsıyor. Baştan başlayarak. 38 1


R ı kmaz b ı :· s a o ı rla cı ı n ı ayen to r u n u n u n g ö z l e rı n i n içi n e bakarak: - 'r' aşam guçiü o l m as ı n ı b i l e n i n d i r oğl u m . B e n hep g üçlü o i d u m ve hep kazan d ı m , - dıye bağla m ı şt ı söz­ leri n i . - Hep kaza n d ı m . . . K ı z ı Ka p ı n ı n ö n ü n d e beı<.l ı yo rd u o'nu . . D a h a arabadan i n e r ı n m ez kucağ ı n a atı l d ı . - Baba Feh m i m . . T e k u m u d u m b e n i m . . . B a b a çok kötD . . B e l l eği y i n e gerilere gitti . . . K ı z ı n ı n i l k yürüyüşleri, i l k konuşmaları geidı akl ı n a . Nerden öğre n m i ş.se öğre n m i ş. , beğenmediği b ı r şeyle kar­ ş ı l a ş ı nca böyle derdi. "Baba çok kötü ı . . Kaç yaş ı ndayd ı o z a m a n ? i ki m i ? Yoksa d a h a m ı küçük? Sardı iy i c e Saçl a rı n ı koklad ı . Sonra b ird e n ırkildi. Belli bel ı rsi z ağ arm ı ş t l kı z ı n ı n saçları. Onları görmese, bunca zama n ı n geçtığ i n i sezi nlemeyecek. Herşey öylesine d ü n gibi k i . i çi nde b i r ezi l meyle yeniden kokladı saçları n ı . Okşad ı bir süre dalgın dalg ı n . Suphi yetişmişti arkası ndan. O zaman biraz topariadı kendini kız ı . - Hastanedeler. Ben s i z bekledim, --diyebıldi. .. - Ne olmuş? - Vurmuşlar. . . - Vurmuşlar m ı ? Kimler? - Askerler . . . Suriye s ı n ı rı ndan gizlice girmek istemiş. Dikildi kald ı Fehmi. . . Klinikte yattığı günlere döndü yeniden. .

..

382


Kabarık sa-;larıyla yatağ ı n y a n ı nda oturan tof'J n u bel ı rd ı gözleri n i n önünde. l<'. endi n i , kendi özyaşam ı n ı anlatı rken g örd ü bir yabancı g ib i Gözieri ca:nlaşt ı . O laylar ı � i ce b i r tutkuy l a , nice bir g ü çle anlatt ı ğ ı n ı a rı m sa d ı ye ni den yaş ı yo rca s ı n a K ı z ı yaş l ı g c z l e rl e , hasta n e n i n y o l u n u g ös t e r i r k en , Suphi'nin yard ı m ı y ı 2 güç bind' arabaya. i çinden bir şeylerin k ı r ı l d ı ğ ı n ı d u y u y : rd u B i r b c ş l uğu n bellcğini, yaşam ı n ı , a"ılattıkiarı n:n ve tut · kular ı n ı n tüm ü n ü , ağı r b a s ı n c ı altında silıp �:ipüı·duğ�nü g b r ü r gibiyd i . K�.;rduğu im p arat o r : u ğ u n , çat ı r ç:;: ı r saı ­ lanmasıydı içindeki kı r;kl ,k. Ö yle b.r şey ol ırı ad ı ğ ı n ı bıliyor. Y i rıe de k ı r ı kl ı ğ ; n , boşluğun baskısı nda kcıiaklarırıo zorık­ l atan çat ı rt ı s ı n ı engel leyenı iyordu. Kendi sözlerinin dev bir çan gibi yankıiarı d ı ğ ı n ı duydu. " H ep ka z and ı m oğlum ... Hep kazand ı m ... Hep ka­ zand ı m . . . " Cümlenin sonundaki, yunıuşacık, söylenirkan yutuluvereceknıiş gibi belli beli rsi z olan "nı" harfı , çanı n tokrnıağı gıbi vuruyordu başına. Ve gümbürtüyü engellemek için d e r i n derin nefes al ı yor. Bir türlü beceremiyord u . Araba i lerl iyo r olmal ı . O d ünyayla ilişkisini kesmiş, dimdik oturuyor. Sars ı ntısız. kıp ı rtıs ı z . . . Kuru l , şirket, şirkete bağlı şirketler. Saygıyla ayağa kal­ kan insanl ar. Buyruğunu hemen ye;- i ııe getirmek isteyen yetkil i ler Herkes, h er şey bir bir kır ı l ı p yitiyor. ·

..

·

,

.

.

,

-

.

383


Bir derin suskun u n dibinden, bir kad ı n ı n kesik h ı ç­ kırı kları beliriyor yavaş yavaş . . . Ve hıçkı rıklar giderek söz­ cük haline geliyor. Bir denizin dibinden dalgalana dal­ galana çıkan harfler, birbiri ard ı n a dizilerak bir anlamda bi rleşiyorlar . . . - Hep kazanm ışsı n ı z , dede . . . Anlattı kları n ızdan bu an­ laşıl ıyor. Güçlü olduğunuzdan kazanm ı şsı nız. Ya insanlar . sizden daha güçlü olursa . . . Ya bir kez yitirirseniz? Ve daha bir dalgalanıyar sözcükler . . . Torununun kabarık sarış ı n başı nda tel tel ayrışıyor. Ve hemen ardından, i nce, kemikli yüzünde birer ölü kurdu gibi kıvrı l ı p bükülüyor her ses . . . Yeni ve daha büyük b i r çan ı n tokmağı vuruyor b u kez beyninin en duygulu bölümünde. - Ya bir kez yitirirseniz ... Ya bir kez yitirirseniz ... Ya bir kez yitirirseniz? SON

384



Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.