1 Kasım’da Kobanê için ayağa kalk K
atliamcı IŞİD çetesine karşı dünya halkları bir kez daha ayağa kalkıyor. Latin Amerika’dan Avrupa’ya, Avustralya’dan Asya’ya binlerce aydın, yazar ve filozof Kobanê için küresel düzeyde seferberlik çağrısı yaptı. 1 Kasım’da milyonlar, Kobane için özgürlük isteyecek. Kobanê’ye yardım koridoru açılması ve IŞİD’e verilen desteğin kesilmesini isteyen Kobanê Dayanışması, 31 Ekim’de İstanbul’dan Suruç’a giderek direnişe destek sunacaklarını duyurdu. S. 4
HABERDE OBJEKTİF • YORUMDA DEVRİMCİ
• YIL: 2 • 31 Ekim 2014 • 145 •
• FİYATI: 1 TL • www.atilimhaber.org
500 haftadır bitmeyen adalet arayışı
Katilsiniz Yalancısınız Yıkılacaksınız
Madenler, inşaatlar, tersaneler ne çok işçiye mezar oldu. Soma’da 301, Torunlar’da 10, Ermenek’te 18, Zonguldak ve daha niceleri... Daha fazla kar ve kapitalist saltanatları için katlettiler. İşçilerin haklarını gasp ettiler, öldüklerinde arkalarında timsah gözyaşı döktüler. Bir de üzerine ‘Bu işin fıtratında ölüm var’ dediler. Hiçbir işçinin katilinden hesap sormadılar çünkü katliama ortaklar. Cumhuriyetiniz, kan, gözyaşı, GÜNDEM • s. 2
“ABD işbirlikçisi Kürtler” yaygarası
zulüm ve işkence üzerinden geldi 91. yılına. Ölümle, yalanla, katliamla, sömürüyle geldiniz. Ama böyle gitmeyecek. Bu devran hep böyle dönmeyecek. Katlettiğiniz, yok saydığınız, canlarıyla para kasalarınızı doldurduğunuz kömür karasına bulanmış yüzler, nasırlı eller karanlığınızı yok edecek, aydınlık geleceği inşa edecek. Gezi’den Kobanê’ye, Soma’dan Ermenek’e katilsiniz. İktidarınız yalan. Yıkılacaksınız.
BÜYÜTEÇ • s. 14
AKP Hükümetinin Kobanê türbülansı
GÜNCEL • s. 19
500 haftadır gelmeyen evlatlar, dinmeyen öfke, vazgeçilmeyen arayış. Ama ille de adalet mücadelesi. Cumartesi Anneleri 500. kez Galatasaray’daydı. Acılarına ve mücadelelerine ortak olan binler hep birlikte, sessizce haykırdılar: “Kemiklerimizi bulana, faillerini yargılayana kadar mücadele edeceğiz.” S. 12-13
Paramaz Kızılbaş anmaları sürüyor Kobanê’de IŞİD çetesine karşı savaşırken şehit düşen MLKP savaşçısı Suphi Nejat Ağırnaslı (Paramaz Kızılbaş) için çok sayıda kentte anmalar düzenlendi. Dersim ve İstanbul’da taziye çadırları kurulurken, anma etkinliklerinde Ağırnaslı’nın mücadele hayatına dikkat çekildi, “O Serkan Tosun’un ayak izlerine basarak Kobanê’ye gitti” denildi. S. 18 Suphi Nejat Ağırnaslı: Öfke umut hakikat
2
atılım
31 Ekim 2014
GÜNDEM
“ABD işbirlikçisi Kürtler” yaygarası Kürtler, kendilerine akıl satanlardan öğüt verenlerden kurtulamıyor. Rejim tehdit ediyor, ABD kendine mecbur etmeyi önceliyor, emekçi solun kimi kesimleri ültimatom verip yaftalıyor. Her durumda Kürtler savunmaya itilirken olan biteni açıklamaya dahası arınmaya davet ediliyor. Ne devletin, ne ABD’nin, ne bahsedeceğimiz solun Kürtlerle eşit ilişki kurma derdi var. ABD’ye göre Kürtler, Mesih bekleyen biçareler. Devlete göre, potansiyel düşman. Solun kimi bileşenlerine göre ise kandırılabilir aptallardır Kürtler. Odağa, bahsedilen solu alalım. Kobanê vesilesiyle Kürtlere hakaretin bini bir para. Masa başından kime, nasıl devrimcilik yapılacağı, hatta nasıl savaşılacağı yazılıyor. Kürtler savaşsa bir dert savaşmasa başka bir dert.Ya milliyetçi oluyorlar ya işbirlikçi. Genel olarak Rojava, özelde Kobanê için adeta kılını kıpırdatmayanlar şimdilerde Kürtleri onların etkin örgütlenmesi olan PYD’yi, ABD işbirlikçisi ilan etmekle meşguller. Ukalalık, utanmazlık ve kendini bilmezlik gırtlağa kadar çıkmış vaziyette. Türk milliyetçiliği, sol söylemle gizlenirken Kürt karşıtlığı onları birleştiriyor. Her gün birkaç feda eylemiyle Kobanê’nin savunulduğu bir zaman aralığında yazılıp söylenenler, solun kendi içinde de arınması gerektiğinin, düzenin kirinin pasının buraya da siraVaryos Yayıncılık adına İmtiyaz Sahibi ve Yazıişleri Müdürü: Mehmet Ali Genç Yönetim Yeri: Aksaray Mah. Çakırağa Camii Sk. Birlik Apt. No:8/10 Aksaray/İSTANBUL Tel-Faks: (0212) 529 06 75
e-mail: atilimgazetesi@gmail.com Yayın Türü: Yaygın Süreli Atılım Avrupa Temsilciliği: V.i.s.d.p: K. Çal Postfach 900235, 60442 Frankfurt avrupaatilim@hotmail.com İngiltere: Ali Akgül atilimuk@hotmail.com Tel: 00447956078533 İsviçre: S. Göl, isvicre_atilim@hotmail.com Fransa: Cemal Öztürk, 45 Rue Lavoisier, 77000 Melun -Paris fransaatilim@hotmail.com Belçika: Rışto Tunç +32484825434 atilimbelcika@hotmail.com Hesap No: Postaçeki: Songül Akbay 1600206 Türkiye Abonelik: 100 TL (1 yıl) Basıldığı Yer: Gün Matbaacılık Adres: Sefaköy Telsizler Mevki Beşyol Mah. Akasya Sok. No: 23/6 Küçükçekmece/İST. Tel: (0212) 580 63 75
yet ettiğini gösterir. Devrimcilik, öncelikle ve esas olarak kalbin, hislerin dönüşmesi ise, yüreği ağzında takip edilmesinden daha doğal hiçbir şeyin olmadığı, fiilen katılmak için bütün şartların zorlanması gereken Kobanê direnişi ekseninde ABD işbirlikçiliği lafları etmek, aklın ölümü ve vicdanın nasırlaşmasıdır. Dört bir yandan kuşatılan Kobanê, bu aklı evvel solcuların ateşine de maruz kalıyor. Kürtler, özelde de Kürt özgürlük hareketi ABD işbirlikçisiymiş. Kürt siyasal hareketine hemen her konuda eleştiri getirebilir. Ancak bu hareket, dünden bugüne ne egemenler dünyasının işbirlikçisi oldu ne de milliyetçi. Dün Suriye’deki imkanları kullanırken, ‘Esad’çı’ değillerdi, bugün ABD’nin IŞİD bombardımanı onları rahatlatıyor diye de ABD’ci değiller. ABD’cilik karalamasının gürültüsü boştur. Hayır, Lenin’in zırhlı trenle Rusya’ya gelişinden söz açmaya gerek yok. Bu çevreler onu, Mao’nun dâhice Çin’de geliştirdiği askeri politikayı bilmiyor değiller. Kendileri tartışmak istemiyor, kanaat bildiriyor. Kendi biçareliklerini, başarısızlıklarını ve dibe vuruşlarını saklamaya çalışanların yaptığı su katılmamış sinizmdir. Demagojiye battıkça batmaları, yalana ve karalamaya dayalı “vuruş”lara yönelmeleri siyasi değil adli bir sıradanlıkla meşgul olduklarını gösteriyor. PKK merkezli siyasal ve toplumsal
organizasyon, literatürde “yarı devletçi” örgütlenme olarak geçer. Artık bir parti veya örgüt olmanın dışına çıkmışlardır. Bir dergi bürosundan, ortasından ikiye ayrılmış bir parti merkezinde ya da Kürtlerin CHP refleksiyle davranmamasına kızıp klavye radikalliğine soyunan doğurganlıktan uzak bir yasal çevrelerde tuzu kuru atıp tutmalar, bahsettiğimiz sinizmin bir salgın haline dönüşme potansiyelini gösteriyor. IŞİD’in kuşattığı Kobanê’ye saldırılar başladığında ABD’nin (‘koalisyon’daki emperyalistlerin) hava saldırılarını son ana dek geciktireceğini, buradaki amacın, tıpkı Şengal’deki gibi Kürtlerin psikolojisini dağıtmak, onları kendilerine mecbur etmek olduğunu belirttik. Olaylar bizi doğruladı. Kuzey’de ve Rojava’da kendisine sempati duyulmayan ABD buraya nüfuz etmeyi, o saflarda gedik açmayı umdu. ABD’yi harekete geçmeye mecbur eden YPG/YPJ’nin IŞİD’e karşı destansı direnişi ve bu direncin uluslararası toplumda yarattığı yaygın sempati oldu. Başka türlü olabilir mi ki?! Emperyalist bir gücün bunu andıran kar yarar hesabından öte nedenlerle halklar için harekete geçmesi aptalları bile aldatamayacak boş ajitasyondur. Devletlere hak olan Kürt hareketine de haktır. Başka devletlerle görüşme, diplomatik girişimde bulunma ve onları kullanma amacı doğrultusunda imkanlarını değerlendirme, var olma savaşı veren Kürtlerin de hakkıdır. Stalin, Mao, Ho Şi Min ve diğerleri nasıl diplomasi yaptılarsa Kürtler de yaparlar, yapacaklardır.
Politikada esas olan, herkesle görüşmek, kimsenin egemenliği altına girmemektir. Emperyalistleri kullanabiliyorsanız da kullanırsınız, eğer büyük, yaygın bir siyasal toplumsal organizasyona dönüşmüşseniz. Gücünüz, kimsenin size karşı ilgisiz kalmasına izin vermez. Kürdistan sathında milyonları örgütlediyseniz, Şengal’de halkı katliamdan kurtarıyorsanız, Kobanê’de Stalingrad direnişini hayata geçiriyorsanız, sizi ‘terör listeleri’ne alanlar, liderinizi tutsak edip rejime teslim edenler bile mecburen onun iradesini tanır. Şu anda olan budur. Emperyalistler aynı emperyalistlerdir. “Dünyanın değiştiği” saçmalıkları boş. Kürt hareketi nasıl dün ‘Esad’çı’ değildiyse ve bugün ‘Esad düşmanı’ olmayı ve kendine buradan tanımlamayı reddediyorsa, karşı olduğu ABD ile görüşmeyi halkın mücadelesi yararına buluyor ve görüşüyordur. Kazançlı çıkan, uluslararası meşruluğunu artıran, köşeye sıkıştırma çabalarını bu hamleyle boşa çıkaran bizzat Kürt hareketidir. Kürtler bütün Kürdistan sathında direnirken, kendi toplumsal modellerini hayata geçirmeye çalışıyorlar. Kimsenin ahkam kesmesine ihtiyaçları yok. Akıl küpü olanlar, o aklı Türkiye’deki mücadele yararına kullanmalılar. Kürtlerin boynuna asılmaya çalışılan işbirlikçilik yaftası onları Kürtler karşısında adeta ‘devlet’leştiriyor. Kendileri bilir. Ne var olma savaşında varlardı, ne Kürtlerin haklarını siyasal güvenceye alma mücadelesinde. Sırça köşklerde siyaset yapmak kumda oynamaya benzer. Ne o tür bir siyasetin ömrü vardır, ne o mantıkla çatılan sinik argümanların...
Marksist Teori’nin yeni sayısı çıktı ◗ İSTANBUL Varyos Yayınları’ndan çıkan Marksist Teori Dergisi’nin 12. sayısı çıktı. Marksist Teori Dergisi’nin Eylül-Ekim sayısının dosya konusu Rojava devrimi. Dosya içerisinde, “Rojavayê Kurdistanê’de devrim” başlıklı yazıda, Rojava devriminin güncelliği ele alınıyor. Devrimci Partiler ve Örgütler Koordinasyonu (ICOR) heyetinin 27 Mayıs-2 Haziran tarihleri arasında gerçekleştirdiği Rojava ziyareti sırasında, temsilcilerin gözlemleri ve MLKP savaşçılarıyla yapılan görüşmelerden oluşan yazı da yer alıyor. Deniz Serkan’ın imzasıyla, “Recanstruccion Comunista/İspanya İşçi Sınıfı ve Ulusal Kurtuluş Hareketleri Ortak Paydada Buluşuyor” yazısı ve Kemal Stafa’nın Kızıl Eylem Hırvatistan’la yaptığı röportaj yer alıyor.
Toprak Akarsu’nun kaleme aldığı, “Devrimin Önderliğinin Kuruluşuna Giriş ya da Birlik Devrimi” başlıklı yazıda “Birlik devriminin”, 20 yılda ulaştığı teori, program, strateji, örgütsel yapılanmada elde ettiği gelişim düzeyi ele alınıyor. Yücel Yıldırım’ın imzasıyla yer alan “Musul Sadece Musul Değildir” yazı ile IŞİD gerçeğini ve bundan hareketle Irak, Suriye somutunda genelde ise Ortadoğu bütünlüğünde toplumsal, kültürel, dinsel, mezhepsel, siyasal askeri, çelişki ve çatışmaların gelişim seyrine dair geniş bir perspektif yazısı yer alıyor. Ayrıca, ESP’nin düzenlediği “1. Kürdistan Konferans Sonuç Bildirgesi” de dergide yer alan yazılar içerisinde.
31 Ekim 2014
●
HABER
atılım 3
●
Kobanê direniyor Katliamcı IŞİD çetesinin kuşatma altında tuttuğu Kobanê’de tarihi direniş bir buçuk ayı geride bıraktı. YPG, YPJ ve MLKP savaşçılarının direnişi karşısında ilerleyemeyen çeteler, kent dışından havan topu atışları yaparken, bombalı araçlarla saldırı girişimlerinde bulundu. Rakka ve Til Ebyad’tan getirilen takviye güçler ve ağır silahlarla batı, doğu ve güney cephelerinde saldırılarını sürdüren çeteler ile YPG güçleri arasında şiddetli çatışmalar aralıksız devam etti. Kentin kenar mahallelerinde de çatışmalar yaşanırken, YPG güçleri yüzlerce IŞİD militanını öldürdü. Kobanê’nin yanı sıra Serêkaniyê yakınlarında da çatışmalar devam etti.
Gezi ruhu Suruç sınırında nöbette ◗ ALP ALTINÖRS Suruç köylerinde ve merkezinde geçirdiğimiz üç gün bana Gezi günlerini anımsattı. Sadece sınır köyleri Mahser ve Mîzanter’de kurulan komün yaşamı nedeniyle ya da ülkenin pek çok yerinden gençler sınır köylerine çadırlar kurdukları için değil. Aynı zamanda hükümete karşı vakur, kararlı ve inatçı bir halk mücadelesi olduğu için de. Kürdistan’ın birçok kentinden gelen halktan insanlar, Suruç sınırında IŞİD çetelerinin lojistiğini kesen birer kayaya dönüşmüş durumda. Suruç, bugün 60 bin Kobanêli ağırlıyor. Bunun sadece 6 bini devlete ait AFAD çadırında. 8 bin 600’ü belediyeye ait çadırlarda. Geriye kalanlar ise halkın evlerinde, camilerde, köylerde, belediyenin ulaştırdığı yardımlarla yaşıyor. Başbakan Davutoğlu’nun sıkça böbürlenerek yinelediği “180 bin Kobanêli’ye biz bakıyoruz” sözünün yalandan ibaret olduğunu bu rakamlar ortaya koyuyor zaten. Suruç Dayanışma Koordinasyonu, müthiş bir kaosun içinde yardım dağıtımlarına düzen getirmeye çalışıyor. @ kobanidayanisma twitter hesabından ihtiyaçları anlık olarak paylaşacaklar. Takip listenizde olsun. Bugün için en acil ihtiyacın çadırkentlerde, yardım dağıtımında, depoda ve bilgisayara veri girişinde çalışacak gönüllü aktivistler olduğunu belirtiyorlar. Özellikle Gezi gençliğini Suruç’a, Kobanêli savaş sürgünleriyle dayanışmaya çağırıyorlar. Gezdiğimiz çadırkentlerin önce isimleri bizi çarptı: Arîn Mîrxan, Rojava ve Suphi Nejat Ağırnaslı çadırkentleri. IŞİD kuşatması öncesinde Kobanê, Suriye’nin pek çok bölgesinden Kürtlerin sığınağı
olmuş, nüfusu 400 bine kadar çıkmış. Ancak şimdi aklı ve yüreği Kobanê’de kendisi çadırkentlerde yaşayan bir nüfus var. Çadırkent yönetiminden arkadaşlar, Kobanê’deki demokratik özyönetim modelini çadırkentlere de taşıdıklarını ve halk meclislerini oluşturduklarını söylüyorlar. Özellikle Kürtçe bilen gönüllü çalışanlara ihtiyaç var, ki çadırkentler aynı zamanda Rojava devriminin sürdüğü birer kitle çalışması alanı. Arîn Mîrxan kampının çocukları, bizleri “Bijî Berxwedana Kobanê” sloganlarıyla karşılıyorlar. Ellerinde zafer işaretleri, gözlerinde umut var. Bir çadır da çocuklar için okul olarak düzenlenmiş. Eğitim-Sen ve belediye işbirliğinde burada Kürtçe anadilinde eğitim veriliyor. Gönüllü öğretmenler ve Kobanê’de öğretmenlik yapanlarla birlikte çalışıyor. Hemen her gün Kobanêli şehitlerin cenazeleri Suruç’tan uğurlanıyor. Devlet hastanesinden yola çıkan cenaze kortejleri, YPG ve YPJ’li yiğitlere son görevlerini yapıyorlar. 6 Ekim’den bu yana, Kobanê’de cenaze töreni yapılamadığı için şehitler Suruç’ta gömülüyor. Geçici istirahatgâhlarında, Kobanê’nin özgürleşmesini bekliyorlar. Kobanê kurtulduğunda onlar da geri dönecekler. Suruç mezarlığında böyle onlarca mezar taşı var. Sınır nöbetleri jandarmanın köyleri zorla boşaltması neticesinde iki köye daralmış: Mızanter ve Mahser. Sınıra 2 kilometre mesafedeki bu köylerden çatışma sesleri çok net duyulabiliyor. Ama tepeler halka kapatıldığı için çıplak gözle eskisi kadar izlenemiyor. Bu iki köyde tam bir komün hayatı yaşanıyor. Paranın geçersiz olduğu bu yaşamda yemekler
ortak yapılıp ortak yeniyor. Çay, her daim demli vaziyette semaverlerde bekliyor. Nöbetler düzenlenerek halk kendi güvenliğini alıyor. Hakkari (Colemerg), Viranşehir, Batman, Cizre gibi bölgelerden gelenler kendi çadırlarını kurmuşlar. Her akşam halk toplantısı ve anma yapılıyor. Biz de, 24 Ekim akşamı Berîtan’ın anmasına katılma şansını bulduk. Berîtan’da simgeleşen özgür kadın çizgisinin bugün IŞİD’e kök söktüren YPJ savaşçılarında ve Arîn Mîrxan’da ifadesini bulduğu anlatıldı. Bugüne kadar pek çok çeteciyi yakalayan halk yeni çete geçişlerine karşı uyanık. Halk müthiş politik ve her türlü gelişmeyi anlık takip ediyor. Sınır köyleri, sürekli siyaset tartışan bir arı kovanı gibi. Üzerine en çok tartışılan konu “Peşmergenin geçişi”. Barzani’nin Serekaniye direnişi sırasında da desteğe gelmediği anımsatılıyor. Yine de halkın gönlünden geçen, tıpkı HPG’nin çıkarsız ve beklentisiz biçimde Maxmur ve Şengal’i savunmaya koşması gibi, Peşmergenin de Kobanê’ye yardıma koşması. Karanlık çöktüğünde herkes sınırın öte yanına kulak kesiliyor. IŞİD’in attığı her havan yürekleri hoplatıyor. Bulunduğumuz süre boyunca, IŞİD havan, top ve tank kullanarak sürekli şehri bombaladı. 24-25 Ekim’de görebildiğim kadarıyla koalisyon uçakları toplam üç kez IŞİD’i bombaladı. Halkta, ABD bombalamasının göstermelik olduğu inancı var. ABD ve NATO’nun yaptığı başkaca hava saldırılarıyla kıyaslıyorlar. En şiddetli çatışmalar 24 Ekim Cuma gecesi yaşandı. IŞİD üç koldan şehre bütün gücüyle yüklendi. Top patlamaları ve ağır makineli sesleri sabaha kadar sus-
madı. Bu gece hiçbir uçak bombalaması da olmadı. Neticede, IŞİD anlamlı bir ilerleme katedemedi. Çatışmalar daha çok Doğu cephesinde yaşanıyor. Batı cephesinde IŞİD şehirden atılmış durumda. YPG, şehrin 8 kilometre ilerisindeki Telsiz tepesine kadar olan bölgeyi denetime almış, siperlerini kazmış, bayraklarını dalgalandırıyor. Güney cephesinde de durum sabitlenmiş görünüyor. Ancak Doğu cephesinde IŞİD hala şehrin içinde ve göğüs göğüse çatışma yaşanıyor. Çeteler Doğu’dan saldırarak Mürşitpınar’ı ele geçirmeye çalışıyor. IŞİD çeteleri sürekli Tel Abyad, Rakka ve Cerablus’tan takviye alıyor. Ancak insan kaynaklarının tükenmeye başladığına dair veriler de var. Örneğin artık cepheye 15-16 yaşında çocuklar sürülüyor. IŞİD için cenazelerin de bir önemi yok anlaşılan, zira anlatımlara göre yüzlerce cenazesini Kobanê sokaklarına terk etmiş durumda. Suruç, direnişin bir parçası olarak rolünü oynamaya devam ediyor. Buraya özellikle Batı’dan gelen her insan, hem kendisi değişiyor, hem de halkın algısını değiştiriyor. Tıpkı Kobanê siperlerinde Türk, Kürt ve Arap gençlerin omuz omuza çarpışması gibi, Suruç’ta da her halktan gençler Rojava için gönüllü çalışmaya, sınır nöbetine geliyor.
4
atılım
●
GÜNCEL
●
31 Ekim 2014
1 Kasım’da Kobanê için ayağa kalk Nobel Barış Ödülü sahipleri ve filozofların da aralarında olduğu binlerce kişinin çağrısı ile 1 Kasım “Dünya Kobanê Günü” ilan edildi. ◗ HABER MERKEZİ Katliamcı IŞİD çetesine karşı dünya halkları bir kez daha ayağa kalkıyor. Dünya Kobanê Günü ilan edilen 1 Kasım’da milyonlar, Kobane için özgürlük isteyecek. Latin Amerika’dan Avrupa’ya, Avustralya’dan Asya’ya, aralarında Noam Chomsky, Adolfo Perez Esquivel ve Desmond Tutu’nun da olduğu yazarlar, sanatçılar, akademisyenler, filozoflar, tarihçiler, gazeteciler ve parlamenterler IŞİD saldırılarına karşı Kobanê için küresel düzeyde seferberlik çağrısında
bulundu. İnsanlığı, Kobanê için ayağa kalkmaya çağırdı. Çağrıcılar, uluslararası koalisyonun görevlerini yerine getirmediğini, başta Türkiye olmak üzere koalisyonun bir çok üyesinin IŞİD’e askeri ve finansal destek verdiğini belirtti. “Eğer uluslararası toplum demokrasinin Ortadoğu’da kök salmasını istiyorsa Kobanê’de Kürtlerin direnişini desteklemeli” denilen çağrıda, “Küresel aktörlere şu büyük mesajı vermenin zamanı geldi: Başka bir politika mümkündür” denildi.
Kobanê Dayanışması: 1 Kasım’da Suruç’tayız ◗ İSTANBUL Kobanê Dayanışması, Kobanê’ye yardım koridoru açılması ve IŞİD’e verilen desteğin kesilmesi talebiyle Taksim Tünel’den Galatasaray’a yürüyüş gerçekleştirdi. Yüzlerce kişi, “IŞİD’e desteğe son. Kobanê’ye yardım koridoru aç” yazılı pankart açtı, “Kobanê onurdur savunacağız” sloganları ile yürüyüş yaptı. Yürüyüş sonunda açıklama yapan Hıdır Doğan, emperyalistler ve gerici bölge devletlerinin yaratıp büyüttüğü IŞİD çetelerine karşı Kobanê’de direnişinin sür-
düğünü söyledi. İki günde düşmesi planlanan Kobanê’nin, IŞİD ve arkasındaki güçler için yenilgiye dönüştüğünü kaydeden Doğan, AKP Hükümetinin direniş ve dayanışmayı karalamaya çalıştığını söyledi. Doğan, AKP’nin savaş politikalarını teşhir etmeye ve sokaklara çıkarak Kobanê’ye destek vermeye devam edeceklerini vurguladı. Doğan, 1 Kasım’da tüm kentlerde sokaklarda olacaklarını ve 31 Ekim’de İstanbul’dan Suruç’a giderek direnişe destek vereceklerini duyurdu.
Ezilenlerin Sosyalist Partisi (ESP) Kürdistan ve Avrupa Ezilen Göçmenler Konfederasyonu (AvEG-Kon), IŞİD kuşatması altındaki Kobanê için 1 Kasım günü yapılacak uluslararası dayanışma eylemine destek çağrısında bulundu. Halkların Demokratik Kongresi (HDK), Halkların Demokratik Partisi (HDP), Demokratik Bölgeler Partisi (DBP) ve Demokratik Toplum Kongresi (DTK) da ortak açıklama yaparak, 1 Kasım Dünya Kobanê Günü sokağa çıkmaya çağırdı. SINIRDA İNSAN ZİNCİRİ İstanbul’da Kobanê için etkinlik yapan aydın ve sanatçılar, Suruç sınırına giderek insan zinciri oluşturdu. Aralarında Murathan Mungan, İlkay Akkaya ve Aslı Erdoğan’ın da olduğu aydın ve sanatçılar, Suruç’ta HDP milletvekilleri ile bir araya geldi. Suruç’ta kurulan Arin Mirxan Mülteci Kampı’nı ziyaret eden aydınlar, sınır hattı boyunca nöbet eylemi yapılan Mehser ve Misyenter köylerine giderek incelemelerde bulundu. Aydınlar, sınırda el ele tutuşarak IŞİD çetesine yönelik desteğe son verilmesini istedi.
AKP-IŞİD işbirliği yine belgelendi ◗ HABER MERKEZİ AKP Hükümetinin IŞİD çetesini verdiği destek sınırda bir kez daha belgelendi. Dicle Haber Ajansı’nın (DİHA) Zorava Tepesi yamacında çektiği fotoğraf ve görüntülerde 5 çete üyesi, Kobanêlilerin arabalarını bıraktığı Türkiye sınırına geliyor. Buradaki eşyaları yakan çeteler, işlerine yarayan
malzemeleri arabalara yükleyip Siftêk Köyü’ne götürüyor. Sınırın sıfır noktasına gelen 2 çete üyesi de, 2 zırhlı araçtan inen 7 askerle görüşüyor. Yarım saat süren görüşmenin ardından eli silahlı IŞİD militanları, gülerek ve el sallayarak Kobane’ye doğru yürüyor. Görüntüler kamuoyunda tepkiyle karşılanırken, HDP Grup
Başkan Vekili İdris Baluken, sınırda çekilen görüntüleri Meclis gündemine taşıdı. Baluken, Başbakan Ahmet Davutoğlu’na verdiği soru önergesinde; sınırda IŞİD çeteleri ile görüşen askerlerin kim olduğunu, neler görüşüldüğünü ve görüşme talimatının kim tarafından verildiğinin açıklanmasını istedi.
Müslim’den Erdoğan’a yanıt ◗ HABER MERKEZİ PYD Eşbaşkanı Salih Müslim, Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın “PKK eşittir PYD” şeklindeki sözlerine yanıt verdi. Müslim, “Bu açıkça gösteriyor ki, Kürt kazanımlarının karşısında, Kürt halkının kimliğine karşı duruyor. Demokratik Suriye kurmak istiyoruz. Şimdi bunlara karşı çıkıyor. Çünkü Suriye’de bir Kürt kimliği kazanılacak. Buna karşı çıkmak için çeşitli bahaneler arıyor. Biz bunu reddediyoruz. Kendisi de gerçekleri biliyor” dedi. Müslim, Erdoğan’ın Özgür Suriye Ordusu’nun (ÖSO) da Kobanê’ye gideceği yönündeki sözleri hakkında ise “ÖSO’nun içindeki bazı gruplar zaten YPG ile birlikte Kobanê’de savaşıyor” dedi. Kobanê’nin düşmesi gibi bir ihtimal olmadığını kaydeden Müslim, “Kobanê düşmeyecek. Kobanê zafere gidiyor” dedi.
31 Ekim 2014
●
GÜNCEL
●
atılım 5
Duhok anlaşması ne anlama geliyor? Bu dönem ikili unsur içeriyor. Birincisi; Rojava’nın statüsünün Güney tarafından resmen kabul edilmesinden hareketle ileride Kürt Ulusal Birliğine giden yolda somut adımların atılmış olmasıdır. İkincisi ise; genel olarak PYD’nin askeri ve siyasi hegemonyasında verilen ulusal mücadelede Rojava yönetimine ve askeri yapısına KDP’nin resmen müdahil ve ortak olmasıdır. ◗ AYHAN YENER IŞİD’in Kobanê saldırıları sonrası, Kürdistan’daki Kürt partileri bir araya gelerek ulusal birliğin turnusolu haline gelen Kobanê’yi savunma konusunda bir takım adımlar attılar. Bu adımın en somut olanı ise Güney Kürdistan’ın Duhok kentinde 9 gün süren toplantı ve sonrasında yapılan Duhok anlaşmasıdır. Anlaşmanın kamuoyuna yansıyan biçimiyle esasını oluşturan üç madde var. Ortak yönetim, ortak askeri güç ve siyasi birlik başlıkları altında varılan anlaşmanın Rojava bakımından ne ifade ettiği çok önemli bir yerde duruyor. Rojava Özerkliği ilan edildiğinden bugüne 3 yıl geçti. Bugüne kadar bu konuda herhangi bir adım atmayan KDP başta olmak üzere diğer Kürt partileri, bugün bu anlaşma üzerinde nasıl birleştiler? 22 Ekim günü açıklanan Duhok anlaşması için 9 gün süren toplantıya, PYD ile Suriye Kürtleri Ulusal Meclisi (ENKS), Tevgera Civaka Demokratîk (Demokratik Toplum Hareketi TEV-DEM) ve Rojava Kürdistanı Halk Kongresi (EGRK) katıldı. Anlaşmaya göre; gruplar arasında bir siyasi karar mekanizması kurulacak. 30 kişiden oluşacak bu kurulda 12’si TEV-DEM, 12’si ENKS’den olmak üzere toplam 24 üye seçilirken, 6 üyenin bu 24 kişi tarafından belirleneceği açıklandı. Taraflar arasındaki ortak güç konusunun ise önümüzdeki dönemde şekilleneceği belirtildi. Duhok Anlaşması, bir dönemin ürünü olarak Rojava’ya koşullar tarafından dayatılmış, Rojava’nın hem konjonktürel
hem de güncel sorunlardan dolayı imzaladığı bir anlaşmadır. İçerik olarak belirtilen maddelere bakılınca özellikle Ortak Yönetim başlığı Rojava’nın düne kadar olan kendi öz yönetimini diğer güçlerle paylaşmak, daha doğru bir ifadeyle Rojava devrimini sadece kendi dar ulusalcı bakış açılarına göre örgütlemeye çalışan güçlerden, IŞİD savunmasında destek almak için uzlaşmaya razı olmak anlamına geliyor. Rojava devriminin ilk günlerinde PYD bir yandan El Nusra çeteleriyle boğuşurken, diğer yandan Suriye’de kurulan KDP güdümlü örgütler ile de savaşmak zorunda bırakılmıştı. Hatta KDP, Rojava ile olan sınıra geçişleri engellemek için hendek bile kazmıştı. Oysa aynı zamanlarda Güneyde Kürt ulusal birliği üzerine konferanslar düzenleniyor, bölgedeki Kürt örgütler bir takım tartışmalar yapıyorlardı. Kürt Ulusal birliğini oluşturmak üzerine yapılan tüm
Güney Kürdistan hükümetinin kararıyla Hewler’den hava yoluyla Kobanê’ye gönderilen peşmerge konvoyu, Suruç’ta. Karayoluyla gelen konvoy ise Habur Sınır Kapısı’ndan Şırnak’a giriş yaptı. Konvoyun Suruç’a ulaşmasının ardından Peşmergelerin Kobanê’ye hareket edecek.
önerilere PKK’nin bölgede nüfuz kazanmaması ve etkin güç olmaması üzerine kurulu dar ulusalcı politikayla yaklaşan KDP ve Barzani her türlü engeli çıkararak kötürüm hale getirmişti. Şimdi, yeni bir dönem başlıyor. Bu yeni dönem ikili unsur içeriyor. Birincisi; Rojava’nın statüsünün Güney tarafından resmen kabul edilmesinden hareketle ileride Kürt Ulusal Birliğine giden yolda somut adımların atılmış olmasıdır. İkincisi ise; genel olarak PYD’nin askeri ve siyasi hegemonyasında verilen ulusal mücadelede Rojava yönetimine ve askeri yapısına KDP’nin resmen müdahil ve ortak olmasıdır. Yani, iktidarın paylaşılması anlamına gelecek bir ortaklaşma. Bu iki unsur, birincisinde Kürt halkının Ortadoğu’da birleşik gücünün yaratılması ve etkin bölge gücü olması bakımından önemlidir. İkincisinde ise KDP’nin uzlaşmacı, işbirlikçi siyasetinin Rojava’da da etkin hale gelmesi tehlikesidir. Anlaşma kararlarında “şimdiye kadarki ortak savunma alanlarında var olan Kürt ulusal güçlerinin varlığını devam ettirmesi” ifadesi, esasen PKK’nin Şengal ve Kandil bölgelerindeki varlığının kabul edilmesi ve devam etmesi anlamına geliyor. Anlaşmanın çerçevesinden hareketle aynı zamanda da Güney Kürdistan’da faaliyet yürüten ve Güney yönetimi tarafından dönem dönem yasaklanarak, siyasi engellerle karşılaşan, üyeleri tutuklanan PÇDK’nin tanınması demektir. Bu gerçekleşir mi ileride göreceğiz. Kürt ulusal mücadelesinin bütün evrelerinde en büyük eksikliğin ve Kürtlerin kaderinin birleşik mücadeleden yoksunluk olduğunu teslim etmek gerekir. 20. yüzyıldan devralınan yenilgiler ve kırımlar ile sömürgeciliğe karşı her parçada yalnız kalan Kürt siyasi güçlerinin bugün birlik eksenli görüşmeler yapma-
sı ve somut bazı adımlar atması, günün ihtiyacını karşılayan bir yerde duruyor. Özellikle ilk defa kendi özgücüyle Rojava gibi bir devrimin gerçekleşmiş olması ve diğer parçalardaki Kürt siyasi güçlerinin bu devrimi sahiplenmesi tarihsel bir öneme sahiptir. Süreç itibariyle Kobanê savunmasına son aşamada dahil olan ve ABD’nin havadan koridor açmasında rol alan Güney yönetiminin, yine Türkiye aracılığıyla Kobanê’ye peşmerge ve silah gönderme kararı almış olması özellikle Barzani kliği açısından stratejik bir karardır. Bu stratejide Rojava kantonlarını tanımak şarta bağlanmış ve bu şart, yönetimi paylaşmak olarak belirlenmiştir. Duhok anlaşmasından önce sözü edilen fakat bir türlü harekete geçilmeyen peşmerge kuvveti desteği, anlaşma sonrası somutlaşmıştır. Her ne kadar ulusal birlik yönünde atılmış bir adım olsa da Duhok anlaşması, esas olarak Rojava yönetiminde ortaklaşmak olarak tarif edilebilir. Rojava’yı askeri olarak savunma karşılığı yönetimde ortaklaşma zorunluluğu ile yüz yüze olan PYD’nin, bunu taktiksel olarak ele almış olması muhtemeldir. Ancak askeri ve siyasi olarak Rojava’nın tümünde kendini var eden KDP’nin ister seçimler yoluyla isterse zoraki, Rojava’da oluşacak etkisinin kırılması zor olacaktır. Rojava’yı, Güney Kürdistan’a endeksli siyaset yürütme ve şu anki haliyle bölge halklarına model olma özelliğini sekteye uğratma riski ile yüzyüze getiren bir anlaşma olarak da görülebilecek Duhok anlaşması, ciddi tehlikeler de barındırmaktadır. Kürt halkının tüm parçalardaki birliğini esas alan bir anlaşma yapılırsa, örgütlenmesi ve hayata geçirilmesi için çaba sarf edilerek özgürlükçü bir Kürt ulusal birliği inşa edilirse, Duhok anlaşması, beyan edilen niyetlere uygun bir anlaşma olabilir. PYD ve PKK, bu anlamda, KDP’nin Rojava’yı Türkiye’nin kabul edilebilirliği seviyesine indirgeme siyasetine karşı uyanık olması ve Kobanê savunması ekseninde yapılan işbirliği ve ortaklaşmanın Rojava devrimini sekteye uğratacak, kendi özgünlüğünden ve özgürlükçü yapısından uzaklaştıracak pratiklere anında müdahale etmesi gerekmektedir. Kobanê’nin kurtarılması bugün en acil görevdir. Bu görevi alan diğer Kürt siyasi güçleriyle ortaklaşma umut vericidir. Fakat sürecin riskleri ve tehlikeleri hesaba katılmalıdır.
6
atılım
●
HABER
31 Ekim 2014
●
Kobanê’deki MLKP’liler:
‘Kobanê düştü’ hayali suya düştü Kobanê’de direniş mevzilerinde bulunan MLKP savaşçıları Eylem Deniz ve Seydo Azad, “Kobanê düştü” diyenlerin hayallerinin suya düştüğünü belirtti, “Emperyalist politikalar bizim irademize çarptı. IŞİD’i istedikleri kadar desteklesinler, geçiş yok” dedi. Komünist savaşçılar, Serkan Tosun ve Suphi Nejat Ağırnaslı’nın izinde olduklarını belirtti. ◗ KOBANÊ Rojava Kürdistanı Cizîrê Kantonu’ndan devrimi savunmak için Kobanê’deki direniş mevzilerine gelen MLKP savaşçılarından Eylem Deniz ve Seydo Azad, Rojava’da ölümsüzleşen MLKP savaşçıları Serkan Tosun (Yılmaz) ile Suphi Nejat Ağırnaslı’nın (Paramaz Kızılbaş) izinde yürüdüklerini belirtti, “Rojava devrimi, bizim devrimimizdir” dedi. “Kader bağımız var” diyen Deniz, komünistlerin dünyanın neresinde olursa olsun ezilenlerin yanında olmak gibi bir görevi olduğunu belirtti. YPJ saflarında savaşan Deniz şöyle konuştu: “Rojava’ya gelerek böylesi bir direnişe katılmanın böylesi bir önemi var. Aynı zamanda komünistlerin nerede bir ezilen varsa onun yanında yer almak gibi bir görevi olduğunu biliyoruz. Dünyanın neresinde olursa olsun işçi ve emekçilerin yanındayız. MLKP olarak, bu yönde 20 yıllık bir mücadelemiz de var. Bizim esas aldığımız parola budur. Tüm ezilenlerin ve sömürülenlerin yanında yer almak. Rojava’nın bizim için önemi de budur. Aynı zamanda Rojava’ya yönelik ciddi bir saldırı var. Emperyalistlerin besleyip büyüttüğü çeteler şu anda Rojava’da. Özellikle de Kobanê’ye yönelik ciddi saldırılar söz konusu. Burada Kobanê’yi savunmak hem Rojava’yı savunmak hem de özgür geleceği savunmaktır. Yani, Kobanê eşittir Kürt halkı da değil. Kobanê sadece Kobanêlileri de ilgilendirmiyor. Tüm Ortadoğu’nun kaderini belirleyecek direnişlerden biridir. Kobanê’de olmak gerçekten olmazsa olmazdı. Eğer gerçekten komünistsek, devrimciysek bizim burada
olmamız gerekiyordu. Aslında bunun dışında vicdanı olan herkesin burada olması gerekir.” Rojava devriminin bir kadın devrimi olduğunu dile getiren Deniz, “Rojava devrimi ile birlikte kadınlar ön plana çıktı. Kadınlar sokağa çıktı ve eline silah alarak savaşmaya başladı. Bir bu yanı var bir de bu savaşı kadınlar sürüklüyor. En ön mevzilerdeler, şehit düşüyorlar, komutanlık yapıyorlar ve müthiş bir irade sergiliyorlar. Keza şehit Arîn’in fedai eylemini biliyoruz. Bizim için semboldü ve örnek alınması gereken bir pratikti” dedi. MLKP savaşçısı Eylem Deniz, “Ben bu devrimi hem kadın devrimi olarak hem de kendi şahsi devrimim olarak da görüyorum. Ciddi katkıları da oldu” dedi.
‘DAHA NE BEKLİYORSUNUZ?’ Türkiye sol hareketlerinden bazılarının hala Rojava’yı devrim olarak adlandırmadıklarını belirten Deniz, Türkiye’de şovenizmin etkisinde olan bazı grupların eskiden de olduğunu ve şimdi de var olmaya devam ettiğini söyledi. Deniz, “Bu devrime, devrim demek için daha ne bekliyorsunuz? Bir devrimde olması gereken iki husus vardır. Ezen ve ezilen. Türkiye devrimci hareketinin şovenizmin etkisinde kalma gibi bir problemi var. Şovenizmin etkisi yoğundur. Devrimci kişilik için şu bir paroladır: Devrimcinin görevi devrim yapmaktır. Nerede ezilen varsa da orada olmak gerekiyor. Bu açıdan baktığımızda Kobanê ve Rojava öyle bir durumda. Bu tartışmaları artık
bir tarafa bırakmak gerekir. Çünkü bunların zamanı geçti artık. Çünkü var olan bir irade ve direniş var ve bu direnişi selamlamak, desteklemek ve bu iradeye katılmak gerekiyor. Biz de onun için Rojava’dayız. Devrimcilerin buraya gelmesi gerekiyor. Gelemiyorlarsa da destek vermeleri gerekiyor. Ama aslolan gelip katılmaktır. Eğer hala devrim olduğuna inanmıyorlarsa gelip görsünler” diye kaydetti. MLKP savaşçısı Seydo Azad da, Serkan Tosun ve Suphi Nejat Ağırnaslı şahsında tüm Rojava şehitlerini selamladı, “Bu devrimi ayakta tutan şehitlerimizdir. Arîn Mîrkan işaret fişeğini zaten yaktı. Bizler de buradaki YPG/ YPJ ve MLKP savaşçıları olarak bu yolda ilerlemeye devam edeceğiz” dedi. ‘DEVRİM KİTAPLARDA YAZILDIĞI GİBİ DEĞİL’ Türkiye devrimci hareketinin Rojava devrimine sahip çıkması gerektiğini kaydeden Azad, şöyle konuştu: “Türkiye devrimci kamuoyuna şu çağrıyı yapmak gerekiyor: Kobanê devrimine sahip çıkmak için illa ki devrimci olmak gerekmiyor. Vicdan sahibi herkesin IŞİD vahşetine, katliamlarına karşı burada olmaları gerektiğini belirtmek gerekiyor. Onları buraya çağırıyoruz. Buraya sadece savaşçı gerekmiyor. Kobanê’ye her türlü destek gerekiyor. Doktoruna, hemşiresine ve araç tamirinden silah tamirine kadar anlayan herkese ihtiyaç var. Kobanê’de Rojava devriminde herkese iş var. Türkiye devrimci kamuoyuna çağrım şudur: Gelin görün, devrimi uzaktan değil dokunarak hissedin. Buraya geldiklerinde devrimlerin kitaplarda yazıldığı gibi olma-
dığını öğrenecekler. Özgürlük ve sosyalizmden yana olan herkesi Rojava’ya çağırıyoruz.” Şu ana kadar Ortadoğu’da YPG’nin dışında hiçbir gücün IŞİD çetelerinin karşısında duramadığını belirten Azad, “IŞİD çetelerinin karşısında tek direnen YPG/YPJ güçleri oldu. YPG’nin artık Ortadoğu’da bir güç olduğunu söylemek gerekiyor. YPG, kendi gücüyle oluşmuş bir güç. Ama IŞİD, emperyalist birçok devletin destek verdiği bir örgüt” dedi. AKP Hükümeti’nin IŞİD çetesine verdiği desteğin kanıtlarıyla ortada olduğunu söyleyen MLKP savaşçısı Seydo Azad, “Kürtlerin kendi topraklarında kurdukları bir yönetim TC’nin işine gelmiyor. Özgürlüğünü ve hakkını isteyen bir halk var burada. Türkiye’nin IŞİD’i desteklemesinin en önemli nedeni de bu halkın özgürlüğünü bastırma politikasıdır” diye kaydetti. Seydo Azad son olarak şunları söyledi: “Bizler burada sadece Kürtlerin savunmasını yapmıyoruz. Arapların, Türkmenlerin, Süryanilerin ve Hristiyanların da savunmasını yapıyoruz. Gelin, devrimi görün, dokunun, hissedin.” Eylem Deniz ise “’Kobanê düştü’ diyenlerin hayalleri burada suya düştü. Onların emperyalist politikaları bizim irademize çarpmış durumda ve ilerleyemiyorlar. IŞİD çetelerini istedikleri kadar desteklesinler, ‘geçiş yok’ diyoruz ve izin vermeyeceğiz. YPJ savaşçısı bir MLKP’li olarak, Serkan ve Suphi yoldaşın izindeyiz, gerekirse burada şehit düşeceğiz ama buradayız ve gitmiyoruz” diye konuştu. (Ersin Çaksu-Abdurrahman Gök)
31 Ekim 2014
●
HABER
●
Gezi avukatlarından ‘İç Güvenlik Reformu’ yorumladı
Yeni Türkiye: Polis Devleti AKP Hükümeti yeni yargı paketi ile polis devletine doğru bir adım daha atıyor. Yasanın Meclis’ten geçmesi halinde polislerin yargılanması tamamen imkansız hale gelecek. Gezi direnişi esnasında öldürülen Ethem Sarısülük ve Abdullah Cömert davalarının avukatları “İç Güvenlik Reformu” adı altında hazırlanan yasayı değerlendirdi. ◗ HABER MERKEZİ AKP’nin üstünlük sağladığı HSYK seçimlerinden sonra peş peşe birçok davada polislere ve AKP yandaşlarına yönelik cezasızlık örnekleri yaşanmaya başladı. 17 Aralık yolsuzluk, Adana’daki MİT tırları ile Torun Center’da 10 işçinin ölümüne ilişkin soruşturmalar takipsizlikle kapatıldı. Gezi davalarında da cezasızlık politikası işletiliyor. Ali İsmail Korkmaz davasında polisin şiddetine dair deliller açıkken şimdi de polisin Hüseyin Ergin’in saldırı anını gören güvenlik kamerası görüntülerini nasıl sildirdiği ortaya çıktı. Buna rağmen sanık polis için halen tutuklama kararı çıkmış değil. Ethem Sarısülük davasında polis Ahmet Şahbaz hakkında yerel mahkeme düşük bir ceza verdi. Önceki deneyimlere bakarak bu cezanın ertelenme durumu çok uzak değil.
Abdullah Cömert davasında da tablo farklı değil. Cömert’in ölümüne neden olan gaz fişeğini atan polis Ahmet Kuş’un tutuksuz yargılandığı dava, Hatay’dan Balıkesir’e alındı. AKP’nin Meclis’e sunduğu ve kısa süre sonra yasalaşması planlanan yeni yargı paketi, fiilen ödüllendirilen polislerin elini daha da güçlendirecek. Gezi davaları örneğinde görüldüğü gibi yeni polis katliamlarının artması uzak bir ihtimal olmayacak. ‘İNSAN HAKLARI İHLALLERİ ARTACAK’ Ethem Sarısülük davasının avukatı Kazım Bayraktar, Türkiye’nin Gezi’deki halk hareketinden itibaren yeni bir sürece girdiğini belirterek, AKP’nin fiilen halka karşı suç işlemek için polisi teşvik ettiğine vurgu yaptı. AKP’nin polis, asker ve yargının halk üzerinde daha
Gümüştaş: Yeni infazlar ve tutuklama yasası Ezilenlerin Hukuk Bürosu’ndan avukat Özlem Gümüştaş, “İç Güvenlik Reformu”nun kabul edilmesi halinde demokratik hak ve özgürlüklerin baskı altında tutulacağını dile getirdi. Gümüştaş, yeni yasanın polise verilen yetkileri düzenleyen Polis Vazife ve Selahiyatları Kanunu’nu da genişleteceğini belirtti, “Sınırsız yaralamalar ve ölümler yetmiyormuş gibi polisin ateş etme yetkisi de genişletiliyor. Üstelik herhangi bir dur ikazında bulunmaksızın” dedi. Gümüştaş, toplumsal olaylarda polis şiddetine karşı havai fişek, mo-
lotof ve taş atma gibi kendini koruma biçimlerininde tutuklama kararlarının kolaylaşacağını dile getirdi. Gümüştaş, “Oysa ki bu biçimler sokak çarpışmalarında polisin terörüne karşı kendini savunma, koruma yöntemleridir. Sokak eylemlerinin yaygın ve kitlesel oluşu, yasa koyucuyu böylesine ağır tedbirler almaya yöneltmiş gözüküyor” dedi. Yeni yasa ile birlikte yeni ölümler, sokak infazları ve özellikle tutuklamaların yaygınlaşabileceğine dikkat çeken Gümüştaş, demokratik kamuoyu bu yasaya tepki vermeye ve karşı çıkmaya çağırdı.
fazla baskı uygulamasının önünü açtığını belirten Bayraktar, “Şimdi bu politikayı yasal hale getirmek istiyorlar. Polisin elini rahatlatmak için bu tür suçlar işlediğinde, insan hakları ihlallerinden yargılanmaması aksine teşvik edilmesi için yasa paketi hazırlıyorlar” dedi. Yasal düzenleme ile fiilen uygulanan ancak suç teşkil eden polis eylemlerinin yasal hale getirilmek istendiğini vurgulayan Bayraktar, şöyle konuştu: “Bugüne kadar hep polis halka karşı suçlar işledi. Bu suçlardan polisi kurtarmak, yaptırımı olabildiğince düşürmek amacındalar. Bundan sonra, polisin, haklarını kullanan toplumsal kesimlere karşı suç işlemesi daha kolaylaşacak” dedi. Bayraktar, polislerin sokak ortasında daha rahat insan öldürebileceğini belirterek, “Gezi davaları yeni yargı paketi sonrası daha çok etkilenecek.
atılım 7 Yeni yargı paketi alt komisyondan geçti ◗ HABER MERKEZİ Kamuoyunda “yeni yargı paketi” olarak anılan Hakimler ve Savcılar Kanunu ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi, bazı değişiklikler yapılarak TBMM Adalet Alt Komisyonu’ndan geçirildi. Paketin özünü oluşturan, özellikle hak ve özgürlükler alanında ciddi saldırılar içeren düzenlemeler aynen kabul edildi. Buna göre “makul şüphe” halinde üst ve yer araması, avukatların soruşturma dosyalarına erişiminin kısıtlanması, adli yıl açılış töreninin kaldırılması, “anayasal düzene ve bu düzenin işleyişine karşı suç” olarak tanımlanan siyasi eylemlerde teknik takip yapılması ve mal varlığına el konulması gibi düzenlemeler olduğu gibi kaldı.
Bu kadar geniş yetkiye sahip polisin, hakim ve savcılar üzerindeki tahakkümü artabilecek” dedi. ‘TOTALİTER DEVLETE DOĞRU’ Abdullah Cömert davasının avukatı Hatice Can ise daha çok devlet görevlilerinin yargılandığı işkence, gözaltında ölüm, yargısız infaz gibi dosyalarda cezasızlık pratiği olduğunu vurguladı. “Gezi pratiğinde, polis düşmanca hislerle tazyikli su, gaz bombasıyla yaralamalar, ölümler gerçekleştirmişti” diye hatırlatan Can, siyasi otoritenin bunu meşrulaştırdığını kaydetti. Abdullah Cömert davasında “olası kast” ile öldürmekten yargılanmasına rağmen polis Ahmet Kuş’un tutuklanmadığına işaret eden Can, “İdari pratik böyleyken yeni yargı paketi ile yargısal pratiğin de buna doğru gitmesi vicdanları sızlatıyor” dedi. (Metin Kürekçi/ETHA)
Abdullah Cömert davası 4 Kasım’da ◗ ANTAKYA Gezi direnişi sürecinde Antakya’nın Armutlu Mahallesi’nde 3 Haziran 2013 tarihinde polisin attığı gaz bombasıyla başından vurularak öldürülen Abdullah Cömert davası, 4 Kasım’da başlıyor. Uzun süren soruşturma sonunda polis Ahmet Kuş hakkında “olası kasıtla insan öldürmek” suçundan Hatay 2. Ağır Ceza Mahkemesi’nde dava açılmış ancak sanığın başvurusu üzerine dava Balıkesir 2. Ağır Ceza Mahkemesi’ne alınmıştı.
Ailenin avukatı Hatice Can’ın verdiği bilgiye göre, sanık polis Kuş, 4 Kasım’da duruşmaya gelmeyecek, yeni görev yeri olan Mersin’de Ağır Ceza Mahkemesi’nde SEGBİS sistemi ile sorgusu yapılacak. Balıkesir 2. Ağır Ceza Mahkemesi’nin bu kararına itiraz eden Avukat Can, davanın, kamuoyunun dikkatinden kaçırılmak için önce Balıkesir’e alındığını hatırlattı, “Şimdi de sanık duruşma salonuna getirilmeyerek, kamuoyunun dikkatinden kaçırılmaktadır” dedi.
8
atılım
●
SERBEST KÜRSÜ
GÜNCEL
fehmi çapan
AKP’nin çetelerle dansı Kobanê’yi kendi sorunu olarak bilen halklar, AKP iktidarının IŞİD çetesini destekleyen, himaye eden ve yeni bir Kürt katliamına davetiye çıkaran politikasına karşı örgütlü bir güç olarak, bir nehir deryası oluşturarak sokaklara çıktı. Yüz binler Kobane’nin düşmesine sessiz kalmayacaklarını; yüreğinin Kürt ve ezilen başka halklarla attığını serhildanlarla gösterdi. İktidara, sokakların gücüyle yanıt verdi. Gelişen kitle hareketinin baskısıyla ezilen AKP iktidarı, geçmişte olduğu gibi polis ve asker güçlerinin dışında kontrgerilla çetelerini silahlandırarak sokaklara saldı. Bıçakları, palaları, pompalı tüfekleri ve tabancalarıyla sokaklarda terör estiren ırkçı-mezhepçi faşist çeteler onlarca insanı katlederek, yaralayarak cani yüzünü gösterdi. Paramiliter bu güçler, demokrat, yurtsever, devrimci parti ve kurumlara ait yerleri ve araçları kundaklayarak halk hareketinin karşısında konumlandı. Devletin çetelerle dansı yeni değildi. Devlet, cumhuriyetin kuruluşundan günümüze hemen her dönem kontrgerilla faaliyetlerine başvurdu. Ancak 70’li ve 90’lı yıllar, çapının ve düzeyinin daha büyük olduğu yıllardı. 70’li yıllarda özellikle de ikinci yarısından itibaren kitle hareketindeki gelişme süreklileşti. Ezilenler hızla devrimci saflara akarken devrimci hareketin gelişmesi, büyümesi hem batıda hem de Kürdistan’da gelişti. Mücadelenin yükselmesi, iktidarın yönteme mekanizmasının tıkanmasına, yönetme krizinin derinleşmesine yol açtı. Devrimci kitle hareketinin gelişmesini polis, jandarma zoruyla durduramayan sömürgeci-faşist iktidar kontrgerillayı örgütledi. Paramiliter güç olarak MHP ve
Ülkü Ocaklarını eğiterek, silahlandırarak devrimci kitle hareketine karşı etkin bir güç olarak sokaklara saldı. Faşist çeteler tarafından katliamlar dinmek bilmedi. ‘77 1 Mayıs’ı, kontrgerillanın en planlı katliamıydı. Bunu başkaları izledi. Çete, ezilenler arasında Alevi-Sünni mezhep ayrımını körükleyerek gerici iç savaş provaları yaptı. Maraş ve Çorum katliamları gibi. Böylece, devrimci hareketi ve kitle hareketini tasfiye edecek, iktidarın yeniden tahkimini sağlayacak 12 Eylül darbesinin önü açıldı. 80’li yıllar boyunca kendini tahkim eden iktidar, dönemin sonuna doğru ekonomik krizin içine girdi. ‘90’ın başından itibaren de yönetememe krizinin içine yuvarlandı. 90’lı yıllar, devletin kontrgerilla faaliyetlerine ağırlık verdiği yıllar oldu. Dönemin başında PKK önderliğinde gerilla mücadelesi Kuzey Kürdistan’ın her tarafına yayılırken, kentleri de kapsayacak kitle mücadelesiyle gelişti. Batıda işçi ve emekçi hareketi gelişirken devrimci hareket canlandı. İki cephedeki gelişme eşitsiz -Batı’daki zayıf- olsa da çakışması, sömürgeci faşist iktidarın yönetememe krizini derinleştirdi. Bu nedenle, Kuzey Kürdistan’da Kürt özgürlük hareketini, Batıda da devrimci hareketi tasfiye etmenin yolu olarak kontrgerilla faaliyetlerini örgütlemekte gördü. Kuzey Kürdistan’da kırsal kesimde ordu ve jitem yoluyla terörü ve katliamları, kentlerde Hizbullah yoluyla vahşet uyguladı. Batıda ise resmi ve sivil çeteler tarafından kontgerilla faaliyetleri organize edildi. Kontrgerilla çeteleri gözaltında kayıplara, sokaklarda ve evlerde yargısız infazlara başvurarak kitleleri terörize eden cinayet ve katli-
31 Ekim 2014
●
amları süreklileştirdi. Bir dizi gerici iç savaş aracını devreye sokarak Alevi-Sünni, Kürt-Türk çatışmasını halklar arasında tertiplendi. Sivas ve Gazi gibi devletin suçüstü yakalandığı katliamların yanı sıra Kuzey Kürdistan’da ordunun yanında Hizbullah ve JİTEM gibi kontrgerilla çeteleri sokakları ve dağ başlarını kan gölüne çevirdi. 90’lı yıllar boyunca sömürgeci faşist iktidar çeteler aracılığıyla kontrgerilla faaliyetleriyle iktidarını sürdürdü. Artık Hizbullah’a ihtiyaç kalmadığındaysa aynı iktidar tarafından tasfiye edildi. Bugün kitle hareketinin gelişmesi karşısında kontrgerilla çeteleri yine göreve çağrıldı. AKP iktidarı Hizbullah’ın hapishanelerdeki tüm yönetici kadrolarını ideolojik yakınlıktan ve siyasal desteğini almak için bırakmıştı. Gezi ayaklanmasıyla birlikte ezilenler sokaklara dökülüp sokakların gücüyle konuşmaya başladıklarında iktidar çetelerini sokağa sürdü. İzmir, Eskişehir gibi bazı kentlerde polislerle birlikte eli sopalı çeteler ortaya çıktı. Resmi güçlerin katliamlarının yanında bu çeteler, Ali İsmail Korkmaz’ı döverek katletti. Eli sopalılar henüz organize olmasalar da bu ilk adımlarıydı. Dönemin başbakanı Erdoğan, sokağa çıkan milyonlara karşı “bende yüzde 50’yi sokağa dökerim” diyerek, çeteleri sokaklara salacaklarının işaretlerini vermişti. İktidarla klikler arası çelişki keskinleşince devlet krizi ayyuka çıktı.Yönetememe krizi içindeki AKP iktidarının çetelere ihtiyacı belirgin bir hal aldı. Erdoğan, polis içindeki Fethullahçı kadroları tasfiye ederken danışmanı Mehmet Ağar’dı. Eski kadroların önemli bölümü kilit noktalarda göreve dönerken, bu kadroların uzmanlık alanı olan çetelerle faaliyet de sokaklarda büyümeye başladı. Sokak ve statlardaki taraftar gruplarının gösterilerini etkisizleştirmek için 1453 Kartallar çetesini kurdular. Berkin Elvan’ın uğurlamasına saldıran aynı
çeteydi. Ölen Burak Can Karamanoğlu da çetenin silahlı elemanıydı... Kuzey Kürdistan’da eskinin Hizbullah’ı HÜDA PAR, Kürt yurtseverlere saldırılarda tekrar görünmeye ve yer yer siyasi cinayetler işlemeye başladı. 30 Mart seçimlerinde HDP’nin gelişmesini ve başarılı olmasını engellemek için faşist çeteler, Ege’de ve Karadeniz’de bazı örgütlerine ve faaliyetlerine saldırılar düzenledi... Suriyeli sığınmacıların bulunduğu birçok kentte Ağustos ayında organize olarak ‘Suriyelileri istemiyoruz!’ sloganlarıyla saldırılar ve linç provaları sergilendi. Bu durum, ırkçı-mezhepçi faşist çetelerin sokaklarda ve kitleler üzerinde ne kadar etkili ve organize olabileceklerini ölçme faaliyetleriydi. Kontrgerilla faaliyeti bir devlet geleneği; cumhuriyet tarihi koyunca devlet ihtiyaç duydukça faaliyetlerine ağırlık, duymadıkça ara verdi. Sömürgeci faşist iktidarın kendini özellikle de kontrgerilla yöntemleriyle tahkim etmesinin devrimciler ve ezilenler bakımından faturası ağır olacaktır. Bu duruma izin vermemek için politik mücadeleyi ve örgütlenmeyi daha fazla geliştirmeliyiz. Çetelerin sokaklarda egemen hale gelmemesi için mücadeleyi yükseltmek zorundayız. Örgütlenmemizi coğrafyanın her tarafına yaymaya ağırlık vermek, mütemadiyen ezilen kesimlerin örgütlenmesini önemsemek, gerici çelişkileri etkisizleştirmenin bir yolu olacaktır. Mahallelerde savunmaya dayalı örgütlenmeler oluşturarak eylem ve etkinliklerde de meşru savunma gücü olarak işlevlendirmek mümkündür. Çetelerin yerlerini, mekanlarını saptayarak teşhir, tecrit ve etkisizleştirmek de devrimci faaliyetin bir parçası olmalıdır. Geçmişte yaşanmış mücadele deneyimleriyle bugünün ihtiyaçlarını birleştirip saldırıları püskürtebilir, devrim yürüyüşümüzü güçlendirebiliriz.
Validebağ’da ayak oyunları ◗ İSTANBUL Validebağ Korusu, AKP’li Üsküdar Belediyesi tarafından talana açıldı. Cami inşaatı gerekçesiyle alana sokulan iş makineleri onlarca ağacı söktü, yeşillik alanı şantiyeye çevirdi. Hukuksuz çalışmalar halkın büyük tepkisini topladı. Validebağ Korusu Gönüllüleri’nin çağrısıyla günler süren bir direniş başladı. Polis ablukası altında ve sık sık saldırılara maruz kalarak devam eden direniş esnasında, mahkemenin verdiği yürütme durdurma kararına rağmen
inşaat devam etti. Bu arada AKP’li Üsküdar Belediyesi’nin parsel numaralarını değiştirerek, mahkeme kararını bypass ettiği ortaya çıktı. Konuya ilişkin ETHA’ya konuşan Validebağ Korusu Gönüllüleri’nden Güler Güncan, belediyenin inşaatı sürdürmek için hile yaptığını aktardı. Güncan, “Kapı gibi yürütmeyi durdurma kararımıza rağmen, belediye kurnazlıkla bu alanın parsel numaralarını değiştirmek suretiyle elimizdeki yürütmeyi durdurma kararını reddedi-
yor. Bu alan, normalde belediyeye terk edilmiş yeşil alan olarak gözüküyor. Validebağ Korusu’nun hemen dibindeki bir alandır ve yaklaşık bir dönüm, 800 metrekare bir alandır. Bu alan bir anda yeşil alan statüsünden dini alan statüsüne çevrildi. Site sakinleri olarak bilirkişi raporu aldık, alanın camiye uygun olmadığı belirtildi. Uzun uğraşlar sonucu yürütmeyi durdurma kararı aldırdık” dedi. Yürütmeyi durdurma kararında ilgili alanın parsel numaraları yer aldığını belirten Güncan, “Ancak
belediye bu inşaat çalışmasını başlattıktan sonra ayak oyunlarıyla parsel numaralarını değiştirdi ve elimizdeki yürütmeyi durdurma kararını sanki başka bir alana aitmiş gibi göstererek inşaat çalışmaları-
nı devam ettirdi” dedi. AKP’li belediye, inşaatı polis ve zabıta zoruyla sürdürürken, Validebağ Korusu Gönüllüleri hukuksuzluk sona erene kadar gece gündüz nöbete devam edeceklerini açıkladı.
31 Ekim 2014
●
POLEMİK
●
atılım 9
Durum devrimcidir ◗ TAHİR LAÇİN Hayko Bağdat, 15 Ekim 2014 tarihli Taraf Gazetesi’ndeki köşesinde; “HDP zararlı çıktı” başlığı altında Kobanê ayaklanmasına dair bir değerlendirme yazısı yayınladı. Hayko Bağdat’In değerlendirmesini önemsedik. Çünkü benzer değerlendirmeler ve çıkarsamalar yapan epey geniş bir çevre var. Hayko Bağdat şöyle yazıyor. “HDP’nin Türkiyelileşme projesi, sokak olaylarının bıraktığı izler sebebiyle uzun süreliğine imkansız hale geldi. Demirtaş’ın cumhurbaşkanlığı seçimlerinde elde ettiği yeni oylar hızla eski sahiplerine döndü. Oluşturulmaya çalışılan yeni sol muhalefet tekrar Kürt hareketinin mevcut potansiyeline hapsoldu. 2015 seçimlerine barajı zorlayarak girmeyi ve bağımsız aday kontenjanına kıyasla AKP’den 3040 milletvekili kapmayı hedefleyen Kürt hareketinin bu hayalini gerçekleştirmesi artık pek mümkün görünmüyor” Öncellikle belirtmeliyiz ki “HDP’nin Türkiyelileşme”si eğer Kürt ulusal sorununu geriye itmek, diğer özgürlük taleplerini öne çıkarmak olarak anlaşılıyor ve böyle “proje”lendiriliyorsa, bunun çıkmaz bir yol olduğunu peşinen söyleyelim. Biz “Türkiyelileşme”yi Kürt ulusumuzun özgürlük talebi ile Batı’daki işçi emekçi ezilenlerin özgürlük taleplerinin bu talepler için ortak mücadele yürütmeyi anlıyoruz. Bugün bu ortak mücadelenin gereği, zorunluluğu daha da artmıştır. Dolayısıyla, bu ortaklaşmanın (Hayko Bağdat, ona “Türkiyelileşme” diyor) “imkansız hale geldiği”ni söylemek, mevcut olguların görülmemesi ya da reddi anlamına geliyor. AKP iktidarı, söz söyleme, örgütlenme, eylem hakkına toplumsal muhalefetin her biçimine karşı fütursuz bir saldırı içinde. İşçilerin ve emekçilerin hak aramasına, örgütlenmesine, eylem yapmasına, pervasızca saldırıyor. Daha kapsamlı saldırılar için hazırlanıyor. İnanç özgürlüğünü hiçe saydığı gibi tek mezhep hakimiyetini diğer inanç ve mezheplerin zapturapt altına alınarak asimile edilmesi için saldırganlığını genişletiyor, güncelleştiriyor. Kadınlara, gençlere, kısaca toplumun ezici kesimine karşı tam bir diktatörlük uyguluyor. Neticede bu durum, özgürlüğünü isteyen ve bunun için ayakta olan Kürt özgürlük hareketi ile Batı’nın işçi emekçi ezilenlerin özgürlük talebi ve bunun için savaşım gerçeği ortak savaşımı zayıflatmıyor, aksine güçlendiriyor. Keza, Kobanê, Rojava devrimine sahip çıkmanın anlamı darlaştırılarak, Kürt halkımızın ulusal istemlerinin kazanılmasına indirgenemez. Rojava, Kobanê devrim gerçeği de bu değil. Rojava devriminin kadınların, inançların, ulusal ve
Hayko Bağdat, Kobanê ayaklanması ile “AKP, kendisinden nefret eden Kemalist kesimlerle ‘bölücülüğe karşı’ bir cephede saf tutabilir hale geldi. Kürt düşmanlığı zirve yaptı” diyor. Bunun sınıflar, ezen ve ezilenler savaşımının kaçınılmaz bir sonucu olduğunu biliyoruz. Devrim, karşı devrimi birleştirir. İşbirlikçi tekelci sermayenin faşist ve gerici partilerinin, kuvvetlerinin, devrimci bir ayaklanmaya, devrime karşı birleşmesi, bütün devrimlerde görülen bir durumdur. ulusal toplulukların, işçilerin ve emekçilerin özgürlüğü olduğu, halkların emperyalistlere ve işbirlikçilerine karşı kardeşleşmesi ve özgürleşmesi olduğu daha çok tartışılacak ve görülecektir. Emperyalistlerin, işbirlikçi gerici rejimlerin, faşist Türk burjuva devletinin en büyük korkusu da bu gerçeğin ezilen ve sömürülen tarafından görülmesi ve sahiplenilmesi değil midir? Hayko Bağdat, Kobanê ayaklanması ile “AKP, kendisinden nefret eden Kemalist kesimlerle ‘bölücülüğe karşı’ bir cephede saf tutabilir hale geldi. Kürt düşmanlığı zirve yaptı” diyor. Bunun sınıflar, ezen ve ezilenler savaşımının kaçınılmaz bir sonucu olduğunu biliyoruz. Devrim, karşı devrimi birleştirir. İşbirlikçi tekelci sermayenin faşist ve gerici partilerinin, kuvvetlerinin, devrimci bir ayaklanmaya, devrime karşı birleşmesi, bütün devrimlerde görülen bir durumdur. Devrimci olana karşı büyük bir düşmanlık sergilemeleri de bu bağlamda görülebilir. Ergenekoncularla AKP arasındaki flört yeni değil. Gülen Cemaati ile girişilen iç kavgada AKP Ergenekoncularla “Barış” süreci başlatmış, bu konuda yol aldıkları da görülüyor. MHP’nin “sol” kanadı olarak da tanımlanabilecek, açıkça kontra bir partiye dönüşmüş Perinçeklerin partisi vd’lerin Kürt ve devrimci, sosyalistlere düşmanlığı yeni bir durum değil. Hayko Bağdat’ın da belirttiği gibi, HDP’nin çağrısı Kuzey Kürdistan’da Türkiye’de ve dünyada hatırı sayılır bir karşılık bulmuşsa bunun somut bir anlamı yok mu? Kobanê’ye sahip çıkmada Batı’da devrimci ilerici demokratik kamuoyunun parti ve güçlerinin (HDP- HDK’de yer almayan Halkevleri, ÖDP, hatta CHP’nin bir kesimi) dünden farklı daha aktif oldukları bir gerçek değil mi? Hayko Bağdat; “Kolluk kuvvetlerine, mevcut olanlar yetmezmiş gibi daha acı-
masız, yetkiler verilmesinin yolu açıldı. ‘Vatan hainlerine karşı tedbir almak’ sloganıyla, AKP kendisine muhalif olan tüm kesimlere karşı antidemokratik yeni düzenlemeler icat etmenin zeminini oluşturdu” diyor. Tam da bu yazılanlar, AKP’nin-devletin, devrimden özgürlük için ayaklananlardan nasıl korktuğunun bir göstergesi değil mi? Egemenler, ezilen ve sömürülenleri mevcut yasalarla ve örgütlerle yönetemiyor ve iktidarını büyük tehlikede görüyorsa yeni saldırı yasalarını vb. devreye sokarlar. Sıkıyönetime, olağanüstü hale başvururlar. Bunlar yeterli olmazsa, 12 Mart, 12 Eylül’de olduğu gibi çıplak askeri faşist darbeye başvururlar. Kobanê ayaklanmasına “sokağa çıkma yasağı” ile sıkıyönetimle (Kürt kentleriyle sınırlı da olsa) yanıt verdiler. Şimdi, yeni saldırı yasaları ile devrimci gelişmenin toplumsal muhalefetin önünü almak istiyorlar. Bu anlamda, bugün görev büyük mücadelelerle kazanılmış halklara sahip çıkmak, karşı devrimci saldırıya karşı ortak savaşımı büyütmektir. AKP ve iktidar bu saldırılarla kendini bir süre daha var edebilir. Ancak tüm veriler (ekonomik, iç ve dış siyasi olgular) çelişkilerin daha da derinleşeceğini, toplumsal muhalefetin büyüyeceğini gösteriyor. İşte önemi olan, bu toplumsal muhalefete Kobanê, Rojava’nın yolunda yürümeyi göstermektir. Keza, Kürt halkımızın, sömürgeci devletin sürekli oyalama, aşağılama ve çeşitli biçimlerdeki saldırılarına, Kobanê’ye yaklaşımı ile daha da pervasızlaşan egemen ulus şovenizmi, kibrine karşı büyük bir öfkeyle isyan etmiştir. Ortaya çıkan bu büyük kitlelerin o büyük öfkesinin anlaşılabilir (ama meşru olmayan) kimi sonuçlarının bu gerçeklik üzerinden değerlendirmek doğru olandır. Hayko Bağdat; “‘Bir daha sokağa çıkanı vururuz’ söylemi, Doğu’da barışa olan
inancı azalttı, eski devletin gönderdiği selam alındı” diyor. Bütün bu verilerde mevcut devletin AKP’nin Kürt ulusal sorununu (burjuva çözüm kapsamında da olsa) “çözme” yeteneği gösteremeyeceğini daha güçlü bilince çıkararak savaşımı büyütmeye hizmet edeceği açıktır. Dolayısıyla, korkulması gereken bu bilinç ve savaşım kararlılığı değil, bekleme ve çürümedir. HDP ve tüm ilerici, devrimci sosyalist güçler, Kobanê ayaklanmasının anlamını, önemini tüm çarpıtma ve büyük yalanlara karşın etkin şekilde sahiplenmelidirler. Bir adım bile geri çekilmeden, mevzileri, kazanımları korumak için seferber olmalıdırlar. Rojava Kobanê devrimi, Kürt’ün olduğu kadar Türk’ün, Arap’ın vd. ulus ve ulusal topluluklarındır. Kadının, işçinin, gencin, ezilen inançların, mezheplerin devrimidir. Kısaca, her ezilen ve sömürülen, Kobanê Rojava devrimi benim devrimim demelidir. Bu gerçeği ezilen ve sömürülenlere taşıma görevi HDP, HDK ve tüm devrimci, ilerici, sosyalist güçlerindir. İçeride olduğu gibi bölgede ve dışarıda tüm gelişmeler, AKP ve sömürgeci faşist Türk burjuva devletinin aleyhinedir. Eski bir söylemle, durum gayet devrimcidir! Yerel seçimlerde “barışı zorlamak, 30-40 milletvekili daha kazanmak” bu devrimci gelişmenin yanında lafı bile edilmez, edilmemelidir. Parlamento ve seçimler ile sınırlanmış bir bakış açısı, halklarımızı ne özgürlüğe ne de kurtuluşa götürür. Hayko Bağdat’ın yaklaşımı ve çıkarsamalarındaki temel sorun da bu bakış açısındadır. Son olarak şunu da ekleyelim. HDP haklı ve meşru mücadele çizgisinde yürüdüğü durumda bu coşku ve kararlılıkla barajı da geçer, daha fazla milletvekili de çıkarır. Yeter ki Hayko Bağdat ve aynı yaklaşımı gösterenler buna inansın.
10
atılım
●
YOL
EMEK
kanber saygılı
İşçiler ölüyor, onar onar, yüzer yüzer Ne yapmalı? Maden işçisi 18 kardeşimiz, binlerce ton suyun bastığı ocağın karanlık dehlizlerinde hala. Kendilerini bu kara ölüm çukuruna mahkum edenler tarafından “kurtarılmayı” bekliyorlar! Bekliyorlar mı acaba? Zaman, onların yaşama tutunabilecek kadar yakınlarında mı hala? Bakan Yıldız “inşallah” diyor! *** Bu, üçüncü su baskını. Maden ocağının sahibi Has Şekerler şirketi patronu Saffet Uyar’ın kuzeni olan ve şirket adına açıklama yapan Şahin Uyar, madendeki üçüncü su baskını için “kaçınılmaz” diyor. Ne de olsa ölüm, madenciliğin “fıtrat”ında var . Uyar, “Siz yolda giderken ne zaman trafik kazası yapacağınızı tahmin edebiliyor musunuz? Bu da öyle bir şey” diyerek, tam bir Erdoğanvari açıklamada bulunuyor. Ne de olsa AKP familyasın-
danlar. Saffet Uyar, tıpkı 301 işçinin katili Soma maden sahibi ve 10 işçiyi bile bile ölüme gönderen Torun inşaatın sahibi gibi AKP’li. Özcesi, patron ve hükümet cephesinden söylenenler daha önce söylenenlerin tıpkısı. Sadece mekânlar değişik hepsi o kadar. Yarın öldürdükleri kardeşlerimizi bir de şehitlik mertebesine yükseltirler. Onlar için gerisi teferruat. Yeni bir toplu işçi katliamlara kadar, devran nasılsa döner diye düşünüyorlar. *** Çalışma koşullarının işçilerin yaşamı bakımından mayınlı tarladan farksız olduğu herkesin malumu. Yaşadığımız coğrafyada her gün ortalama dört işçiyle seri iş cinayeti, her ay yüzü aşkın işçi ölümüyle toplu katliam, üç ayda bir ise Soma yaşanıyor. Benzetmede hiç bir
DİSK ICF işçilerini ziyaret etti ◗ ESKİŞEHİR DİSK Yönetim Kurulu üyeleri, Birleşik Metal-İş Sendikası üyesi oldukları, işten atılan ve direnişte olan ICF Isı Cihazları Fabrikası işçilerini ziyaret etti. 28 Ekim’de yapılan ziyarette konuşan DİSK Genel Başkanı Kani Beko, işçilerin sendikaya üye olmasının anayasal bir hak olduğunu belirtti, işten çıkartmanın ise yasalara aykırı olduğunu kaydetti. İşçilerin işten atılmasını “sosyal cinayet” olarak tanımlayan Beko, “İşverenlere bu sosyal cinayetleri işleme cesaretini veren hükümetin çıkardığı yasalardır. 6356 Sayılı yasada yer alan çifte baraj, yetkinin bakanlıktan alınması ve yetki itirazları, işverenlere bu gibi yasadışı, insanlık dışı uygulamalar için cesaret vermektedir” diye konuştu. Beko, Türkiye’de her yüz işçiden sadece 5’inin toplu sözleşme hakkından faydalandığına dikkat çekti, “Bu kara tablonun en büyük sorumlusu işverenlere sosyal cinayet işleme cesareti veren yasaları çıkaranlardır” dedi. İşçilerin derhal işe alınmasını isteyen Beko, “Arkadaşlarımız işbaşı yapana kadar mücadeleye devam edeceğiz. Bedeli ne olursa olsun bu onurlu mücadelenin sonuna kadar yanında olacağız. Bu işçi kardeşlerimizin hakkını yedirtmeyeceğiz” dedi.
31 Ekim 2014
●
abartı yok. Adeta, düşük yoğunluklu savaş bilançosudur bu. AKP Hükümeti ise, taşın dahi yüzünü kızartacak açıklamalara yenilerini ekleyerek işçileri ve emekçi halktan insanlarımızı ti’ye almaya devam ediyor. AKP kurmayları, bu baştan ayağa ukalalık kokan açıklamalarda bulunma, patronları bu kadar aleni koruyup kollama gücünü nereden alıyor acaba? İşçilerin ödediği aidatların üzerine oturup konformist, rezilce bir yaşam süren; toplu işçi ölümlerinde bile kıytırık bazı açıklamalarla durumu geçiştiren sendikacı bozuntusu bürokratlar AKP den az mı günahkârlar. Bunlar böyle davranmasa, AKP Hükümeti ve patronlar bu kadar rahat olabilir mi? Çalışma Bakanı hiçbir şey olmamış gibi o koltukta bu kadar rahat oturabilir mi? Evet, AKP Hükümetinin bu kadar pervasızlaştıran, işçileri kandırmada bu kadar ustalaşmış sınıf ihanetçisi sendika ağalarının tutumudur aynı zamanda. DİSK, KESK, TTB, TMOB ve emekten yana siyasal kuvvetlerin çabalarını dışta tutarsak, diğer konfederasyonları ikiye katlayan TÜRK-İş ne yapar, HAK-İş ne yapar.
Tersanelerde iki yüze yakın arkadaşımızın iş cinayetlerinde yaşamını yitirmesi karşısında tek bir basın metni dahi yazmayan Dok Gemi-İş gibi “sermaye kafalı” sendikalar olduğu müddetçe AKP, AKP gibi davranmaya devam edecektir. Dolayısıyla, işçilerin ve emekçi kitlelerin hedef menzilinde AKP Hükümeti kadar, işçi hareketi içinde sermayenin ajanlığını üstlenen sendika ağaları da olmalıdır. Onlar da o koltuklarda rahat olmamalı. *** Sendikamız Limter-İş’in tersanelere de iş cinayetlerine karşı yürütmüş olduğu yaşam hakkı mücadelemizin 2008 grevleriyle büyük bir kazanıma dönüştüğü herkesin malumudur. Kaldı ki Limter-İş sendikası bu durum değişikliğini her türlü olanaksızlığa rağmen gerçekleştirdi. Madenlerden, inşaatlardan, tersanelerden, vb. akan işçi kanı üzerinden kapitalist düzeni sürdürmeye ve iktidarını ayakta tutmaya çalışan bu zihniyete, tepeden tırnağa işçi ve emekçi düşmanı bu hükümete karşı yapılması gereken bellidir; üretimi durdurmak, mücadeleyi sokaklara, meydanlara taşımak ve direnişi büyütmek.
Direnişteki işçiler şimdi de sokakta kalacak ◗ İSTANBUL İnşaat-İş Sendikası üyesi işçiler, PTT ek binasının yenileme çalışmaları sırasında harcadıkları emeğin karşılığı ödenmediği için 13 Kasım’dan bu yana, Sirkeci Postanesi önünde direnişte. Hafta içi mesai saatlerinde direnişlerini sürdüren işçilerin, tek istediği alacaklarının ödenmesi. ETHA’ya konuşan işçilerden 43 yaşındaki Ahmet Batuk, çocuklarına daha güzel bir yaşam sunabilmek için Ağrı’dan İstanbul’a gelmiş. İnşaat işlerinde çalışarak 7 nüfuslu ailesinin geçimini sağlayan Batuk, “Tek isteğimiz, PTT hakkımız olan alacaklarımızı vermedi. Versin ki, ben de ailemin yanına gidebileyim” dedi. ‘YER BULAMAZSAK PTT’NİN ÖNÜNDE YATACAĞIZ’ Seslerini duyurabilmek
için fayans kırma eylemi yaptıklarını hatırlatan Batuk, “Eylemin ardından gözaltına alınmıştık. Serbest bırakıldıktan sonra gece çalıştığımız PTT ek hizmet binasına geldik. Ancak gördük ki, kapılar kilitlenmiş. Sokakta kalmıştık. Sonra bir yardımseverin boş bir dükkanında kalmaya başladık. İki yer yatağının bulunduğu 10 metrekarelik bir alan burası. Ancak o dükkanı da boşaltmamız gerekiyor artık. Eğer kalacak bir yer bulamazsak, PTT binasının önünde kalacağız” diye konuştu. 43 yaşındaki Şahin Karaçelik de yıllardır inşaatlarda çalışıyor. Birçok kez çalıştığı yerlerde hep ölüm tehlikesi yaşadığını anlatan Karaçelik, “Her sabah işe giderken, akşam eve dönüp dönemeyeceğimi bilmiyorum aslında” diyerek, inşaatlarda iş güvenliği önlemleri alınma-
dığı için var olan tehlikeye dikkat çekti. Bugüne kadar sendikalı olmadığını hatırlatan Karaçelik, “Herkes sendikalaşmalı. Teksen sesini kimse duymaz, ama birlikten kuvvet doğar” diye konuştu. İki bayramdır evine gidemediğini aktaran Karaçelik, PTT’nin kuruluş yıl dönümünün
olduğu gün kızının da doğum günü olduğunu hatırlattı, “PTT yöneticileri kutlamada eğlenirken, benim ailem aç ve susuz” dedi. Karaçelik, “Biz sadece emeğimizin karşılığını istiyoruz. Ya emeğimizin karşılığını verirler ya da canımızı alırlar” diye konuştu. (Nur Yüce/ETHA)
31 Ekim 2014
●
KADIN
ÖZGÜR KADIN
Partinin 20. yılında kadın devrimi 20. yılımızı geride bırakırken, tarihe iz bırakan başarılara imza attık. 20 yıllık mücadelemize kadın devrimini muştuladık. Cins bilincimizi iktidar bilincimizle pekiştirdik. Bu 20 yıllık tarihte komünist kadınların emekleri var. Komünist kadınlar, birçok cephede mücadele etmek zorunda kaldılar. 20 yıllık zaman tünelinde yolculuğa çıktığımızda kadınların siyasetin merkezine adım adım yürüyüşüne tanıklık ediyoruz. Bir kadın partisi olduğunu ilan eden komünist öncü, 20 yıllık savaş tarihinden aldığı güç ve kadın iradesi ile ilerliyor, Gezi’den Rojava’ya kadın direnişi ve kadın devrimine güç katıyor. Birlik devriminden aldığı mayayı, birleşik kadın devrimi ile ortaklaştırıyor. Kendini kadın partisi olarak tarif eden ve kadın özgürlük mücadelesinde öncü olma iddiası ile yola çıkan komünist parti, buna uygun bir mücadele hattı çiziyor. Kadın özgürlük mücadelesinde devletin ve erkek egemen sistemin saldırılarını
her defasında kadın direnişi ve kadın atılımı ile yanıtlayan komünist kadınlar aynı zamanda 20 yıllık kadın mücadele tarihini de geride bıraktı. 90’lı yıllarda yükselen devrimci mücadele ve öncü partinin çıkışı, devletin gözaltında kaybetme saldırıları ile yok edilmeye çalışıldı. Fakat komünist öncü, bu saldırıları Gözaltında Kayıplar Kurultayı ile boşa düşürdü. Kayıplar mücadelesi ve Cumartesi Anneleri’nin devlete geri adım attırarak Hasan Ocak yoldaşın bedeninin bulunması yeni bir düzey ve iradenin göstergesi oldu. Devrimci, yurtsever, komünist kadınları gözaltında taciz ve tecavüz işkencesi ile iradesizleştirmek ve kadını erkek egemen namus anlayışında çözmek için yapılan işkenceleri, Gözaltında Taciz ve Tecavüz Kurultayı ile boşa çıkaran ve tecavüz silahını devletin elinde patlatan komünist kadınlar, kadın özgürlük mücadelesine yeni bir direniş mevzisi kazandırdı ve öncü olduklarını pratikle de göstermiş oldu. Komünist kadınlar, erkek egemen
●
sistemin kendini ev emekçisi kadınların sömürüsü üzerinden tekrar tekrar var etmesine karşı emekçi kadınları devrim ve sosyalizm mücadelesinde örgütleyerek ve Emekçi Kadın Kurultayları düzenleyerek, erkek egemen kapitalist sisteme karşı kadın özgürlük mücadelesini yükselterek ilerledi. Toplumsal devrimin kadın devrimi ile birlikte olacağını savunan, kadın önderleşmesi ve kadın komutanlaşması ile mücadelenin her alanında irade ve özne olan komünist kadınlar, kadınların devrimci mücadelede yedek olarak görüldüğü ve erkek egemen sistemin kadının geleneksel rollerini pekiştirdiği dönemde Yasemin yoldaşın şehadeti ile Şengül’den Yasemin’e kadın komutanlaşmasının devam ettiğini gösterdi. Komünist kadın öncünün 20. yıl kutlaması kadınların isyanı ve devrim mücadelesini büyüttüğü ve Rojava’da kadın devrimini inşa ettiği sürece denk geldi. Bu bir tesadüf değil. AKP’nin kadın bedeni üzerinden yürüttüğü politikalara karşı Gezi direnişinde en önde yer alan ve Rojava’daki kadın devrimi inşa eden, Şengal’de, Kobanê’de IŞID çetesine karşı savaşan kadınların omuz başında, aynı siperlerde dövüşen kadınlar, 20 yıllık
atılım 11 komünist mücadele geleneğinin ve kadınların birleşik devriminin öncüsü olma görevini yerine getiriyor. Tüm dünyanın ve kadınların gözünü Ortadoğu’da savaşan kadınlara çevirdiği, kadınların öfke ve isyanı kuşanıp sokaklara çıktığı bu dönemde 20. savaş yılını kutlayan komünist kadınlar; kadınları isyanı, direnişi, kadın komutanlaşmasını, kadın önderleşmesini ve birleşik kadın mücadelesini büyütmeye çağırıyor. Şimdi, o çağrıya Yasemin olup Arîn olup yanıt verme zamanı. Haziran günlerinin isyan dolu sesi ile Rojava devriminin ateşi, biz kadınlara yeni başlangıçlar yapmalı, kadın özgürlük mücadelesi için daha fazla öne çıkmalı ve erkek egemen sistemle güçlü kopuşlar örgütlemeliyiz. 20. yıl çağrısını cins bilinciyle kuşanmanın, geleneksel roller ve düzen içi bağlardan koparak isyan, devrim ve sosyalizm mücadelesi ile yanıtlamalı. Haydi kadınlar! 20. yılında umudu, isyanı ve partiyi büyütmeye… Kadın devrimini büyütmek için örgütlülüğü yükseltmeye ve kadın dayanışmasını güçlendirmeye… Kendimizi yeniden yeniden yıkıp kurmaya!
Reyhaneh Jabbari idam edildi ◗ HABER MERKEZİ İran rejiminin kadın düşmanlığı, kendisine tecavüz eden erkeği öldüren Reyhaneh Jabbari’nin idam edilmesiyle bir kez daha tescillendi. 2007 yılında yaşanan olay sonrasında iddialar araştırılmadan idam cezasına çarptırılan Jabbari için dünya kamuoyunda gösterilen tepkiler de sonuç vermedi. Jabbari, 25 Ekim günü idam edildi. 26 yaşındaki Reyhaneh Jabbari, 2007 yılında İstihbarat Bakanlığı’nın eski bir çalışanı olan Murteza Abdolali Sarbandi’yi öldürdüğü gerekçesiyle tutuklanmıştı. Jabbari ifadesinde, Sarbandi’yi sırtından bir kez bıçakladığını kabul etse de, tecavüz girişimine maruz kaldığını ve Sarbandi’nin öldüğü sırada evde bir başkasının daha olduğunu vurguladı. Uluslararası Af Örgütü’ne göre, mahkeme bu iddiaları yeterince araştırmadı; Jabbari iki yıllık bir yargı sürecinin ardından idam cezasına çarptırıldı. Yargılama sürecinde iki aylığına hücre cezasına çarptırılan genç kadın, bu süre boyunca avukatı ve ailesiyle de görüştürülmedi. ‘DÜNYA BİZİ SEVMEDİ, KADERİMİ İSTEMİYORUM’ Jabbari, idam edilmeden önce annesine bir mektup gönderdi. Kendi-
sine yönetilen suçlamaları reddeden Jabbari’nin mektubu, erkek egemenliği altında yaşayan kadınların karşı karşıya kaldığı zulmün özeti niteliğinde. Jabbari annesine şöyle seslendi: “Dünya bana yaşamak için 19 yıl verdi. O uğursuz gecede ölmeliydim. Bedenim şehrin bir köşesine atılmalı ve birkaç gün sonra polis beni teşhis etmen için seni tecavüze uğradığımı da orada öğreneceğin adli tıp doktorunun ofisine götürmeliydi. Biz onların gücü ve servetine sahip olmadığımız için, katilim asla bulunamayacaktı. Hayatına utanç ve ızdırapla devam
kimse bana destek olmadı. Güzelliğimin son işareti saçlarımı kazıdığımda 11 gün hücre cezasıyla ödüllendirildim. İyi kalpli annem, sevgili Sholeh, canımdan daha çok sevdiğim, toprağın altında çürümek istemiyorum. Gözlerimin, genç kalbimin toza dönüşmesini istemiyorum. Ben asılır asılmaz bunu ayarlamanı; kalbimin, böbreğimin, gözlerimin, kemiklerimin, vücudumdan ne nakledilebilirse onları ihtiyacı olanlara hediye etmeni istiyorum. Organlarımı alanların ismimi bilmesini, bana bir buket çiçek almalarını hatta benim için dua etmelerini bile istemiyorum. ARŞİV Şunu çok içten söylüyorum, gelip yas tutarak acı çekeceğin bir mezar istemiyorum. Benim için siyahlar giymeni istemiyorum. Zor günlerimi unutmak için elinden geleni yap. Rüzgar beni alıp götürsün. Dünya bizi sevmedi. Kaderimi istemiyorum. Ve şimdi ölümü kucaklayarak buna bir edecek, birkaç yıl sonra da bu ızdırap son veriyorum. Çünkü Allah’ın seni öldürecekti. mahkemesinden, beni sorgulayanlar...İçime sevgisini ektiğin bu ülke dan ben davacı olacağım. Hakimden; beni hiçbir zaman istemedi, beni sor- beni taciz etmekten geri durmayan gulayanların hakaretleri yüzünden ağ- Yüksek Mahkeme’nin hakimlerinden larken, en adi sözlerini dinlerken hiç davacı olacağım...”
12
atılım
●
GÜNCEL
●
500 haftadır bitmeyen adalet arayışı 500 haftadır gelmeyen evlatlar, dinmeyen öfke, vazgeçilmeyen arayış... Ama ille de adalet mücadelesi. Cumartesi Anneleri 500. kez Galatasaray’daydı. Acılarına ve mücadelelerine ortak olan binlerle birlikte, sessizce haykırdılar: “Kemiklerimizi bulana, faillerini yargılayana kadar mücadele edeceğiz” ◗ İSTANBUL 500 haftadır dinmeyen acılar, 500 haftadır gelmeyen çocuklar, 500 haftadır bitmeyen arayış... 500 haftadır bitmeyen bekleyiş... Galatasaray Meydanı, bu hafta Cumartesi Anneleri’nin 500. eylemine ev sahipliği yaptı. Acılarla dolu bu haftaki buluşma, diğer haftalardan farklıydı. Bu haftaki oturma eylemi hazırlıkları her zamankinden erken başladı. Kayıp yakınları saat 10.00’da alana gelerek, yere serdikleri büyük siyah bezin üzerine kayıpların fotoğraflarını ve kırmızı karanfilleri dizdi; itina ile. Eylemin başlamasına saatler kala binlerle doldu Galatasaray Meydanı. Yere serilen kartonların üzerine kayıp yakınları oturdu, etraflarına da destek için gelenler, acılarına ortak olanlar. 500. hafta çağrısına, Hrant Dink’in eşi Rakel Dink, Berkin Elvan’ın annesi Gülsüm Elvan, Abdullah Cömert’in ağabeyi Zafer Cömert, Hasan Ferit Gedik’in ailesi, HDP Eş Genel Başkanı Figen Yüksekdağ, ESP Genel Başkanı Sultan Ulusoy, Bağımsız Milletvekili Leyla Zana, DİSK Genel Sekreteri Arzu Çerkezoğlu, Limter-İş Genel Başkanı Kanber Saygılı, Sevim Belli, Akın Birdal, Pınar Aydınlar, Ferhat Tunç, Grup Vardiya, Yasemin Göksu’nun da aralarında olduğu
onlarca aydın, yazar, sanatçı ve siyasetçi destek verdi. Cumartesi eylemlerinden çektikleri fotoğraflardan hazırladıkları sergiyle, Tünel Meydanı’nda toplanan AFSAD üyeleri, Galatasaray’a yürüdü. HDK, HDP ve ESP üyeleri Tünel’den Galatasaray’a yürüdü. “Kaybedenler kaybedecek” pankartı arkasında, kayıpların fotoğraflarının olduğu fotoğraf ve flamalarla yürüyen ESP üyeleri, “Katil devlet hesap verecek”, “Anaların öfkesi katilleri boğacak”, “Hasan Ocak yaşıyor, komutana bin selam” sloganlarını attı. 500. haftada söz alan kayıp yakınları, yıllardır biriken öfkelerini dile getirdi, adalet diye haykırdı. Konuşmalar sırasında duygulu anlar yaşandı, kayıp yakınları adalet mücadelesini sürdüreceklerini kaydetti. Destek için gelenler ise bu mücadelede onları hiç yalnız bırakmayacaklarını vurguladı. 500. haftanın metnini İkbal
Eren okudu, Fehmi Tosun ve diğer kayıplar teslim edilinceye ve onların katilleri hesap verinceye kadar, onları arayacaklarını, faillerin peşini bırakmayacaklarını söyledi. Açıklamanın ardından, kayıp yakınları ellerindeki fotoğrafları havaya kaldırdı, mücadeleyi sürdürme sözü verdi. Galatasaray’a destek için gelenler de ellerindeki karanfilleri kayıpların fotoğraflarının üzerine bırakarak alandan ayrıldı. Arjantin’de diktatörlük yıllarında yaşanan gözaltında kayıplara karşı verdikleri mücadele ile tanınan Plaza De Mayo Anneleri, 500. Galatasaray buluşmasına bir mesaj gönderdi. Arjantinli anneler, “Onları çok seviyoruz. Mücadeleyi sürdürmeliler, elbette bir şey elde edecekler. Onları hayranlıkla izliyoruz. Sonunda adalet, adaletsizliğin saltanatını elinden alacak. Hafıza, hakikat ve adalet önemli olan bunlardır. Tekrarlıyoruz onları çok seviyoruz” diye belirtti.
31 Ekim 2014
‘Bize yaşattığınız acının hesabını verene kadar...’ Hasan Ocak’ın annesi Emine Ocak: Galatasaray Meydanı’nda ilk o oturmaya başladı.CumartesiAnneleri’nin kurucularından. Emine Ocak, başlattığı mücadelenin bugüne gelmesinden duyduğu onur ve iç rahatlığıyla geldi meydana. Gözlerinde acı ve öfke... İlle de Hasan’ı ve diğer kayıplara duyduğu hasret. Emine Ocak, yarım yamalak Türkçesiyle desteğe gelen herkesi, “Kardeşlerim, arkadaşlarım hoş geldiniz, başım üstüne geldiniz” diye selamladı. Yıllarca bu meydanda saçlarından sürüklenerek gözaltına alındıklarını, işkence gördüklerini anlatan Emine Ocak, “Hasan’ımın fotoğrafıyla burada oturdum. O’nu bulmak için Ankara’ya Başbakan’a gittim” dedi, gelen herkese teşekkür ederek bitirdi birkaç cümlelik konuşmasını. Fehmi Tosun’un eşi Hanım Tosun: Yine Galatasaray’dayız. 20 yıl önce burada oturmaya başladığımızda doğan çocuklarımız, bugün 20 yaşında. Bugüne kadar yakanıza yapıştık, bundan sonra da yapışacağız, bize yaşattığınız acının hesabını verene kadar bırakmayacağız. Kenan Bilgin’in ağabeyi İrfan Bilgin: Bize sağ vermeyeceklerini biliyorduk. Çünkü onlar, devlet tarafından planlı bir cinayetle öldürüldü. 20 yıldır bu devletin yüz karası bu meydan için ne diyeceksiniz? Cemil Kırbayır’ın ağabeyi Mikail Kırbayır: Bu insanlar, insanlık için verdikleri mücadele nedeniyle kaybedildi. Devletin verdiği emirle öldürüldüler. Onlar, düşünceleri yaşam bulsun diye ölümü kucakladılar, paylarına düşen ölümü değil. Murat Yıldız’ın annesi Hanife Yıldız: Benim yaptığımı hiçbir ana yapmadı. Yıllardır bu vicdanla yaşıyorum. Oğlumla suçumuzu kabul ettik, karakola gittik. Adalet var sandık. Ama olmadığını gördük. Soruyorum şimdi, adalete güvenmenin sonu bu mu olmalıydı? Ben bunun hesabını hangi devletten soracağım? Kasım Alpsoy’un kızı Gülbahar Alpsoy: “Bugüne kadar adalet istedik ama biliyoruz adaleti ancak biz getiririz.
31 Ekim 2014
●
GÜNCEL
atılım 13
●
Toraman’ın idealleri ideallerimizdir ESP ve SGD üyeleri, 23 yıl önce Kocamustapaşa’da kaçırılarak kaybedilen Hüseyin Toraman’ı andı. “İdealleri ideallerimizdir” diyen sosyalistler, Toraman’ın kaçırıldığı yere karanfiller bıraktı. ◗ İSTANBUL Ezilenlerin Sosyalist Partisi (ESP) İstanbul İl Örgütü ile Sosyalist Gençlik Derneği (SGD), 23 yıl önce gözaltına alınarak kaybedilen Hüseyin Toraman’ı andı. Toraman’ın, Kocamustafapaşa’da kaçırıldığı yerde yapılan anmaya, ICAD Türkiye Temsilcisi Ayşe Yılmaz ve Toraman dosyası avukatlarından Gülseren Yoleri, ESP İl Başkanı Çiçek Otlu, SGDF Başkanı İlke Başak Baydar ile ÖTSP’den İsmet Yurtsever de katıldı. Toraman’ın kaldığı evin camlarına resimleri ve karanfiller konuldu. Burada açıklama yapan ESP Esenler İlçe Başkanı Cemil Yıldız, Hüseyin Toraman’ın
kaçırılma öyküsünü anlattı. Tanıklara, delillere rağmen Toraman’ın gözaltına alınmasının bugüne kadar inkar edildiğini kaydeden Yıldız, “23 yıldır Hüseyin’in bilinen failleri korundu. Gözaltında kaybedilen bedeni, ailesinden ve biz yoldaşlarından gizlendi” dedi. Yıldız, Toraman’ın kaybedilmesinden, başında Mehmet Ağar’ın bulunduğu İstanbul Emniyeti ve Orhan Kaya’nın başında bulunduğu Gebze Emniyeti’nin, Mesut Yılmaz ve Süleyman Demirel’in başbakanlığını yaptıkları 48. ve 49. hükumetler ile dönemin MGK Genel Sekreteri Fikri Nezihi Çakır’ı sorumlu tuttuklarını söyledi. “Bugün halen, biz kayıplarımızı bula-
bilmek için demokrasi talep ederken, hükümet Türkiye’yi yeni insanlık suçlarının önünü açacak polis rejimine örgütlüyor” diyen Yıldız, bunun kendilerini durduramayacağını belirtti. Yıldız, “Hüseyin Toraman’ın idealleri ideallerimizdir” di-
Adana’da yapılan oturma eyleminde, Cumartesi Anneleri’nin mücadelesi selamlanırken, hükümete, “Ailelerin taleplerini karşıla” çağrısı yapıldı.
Cumartesi Anneleri’ne Avrupa’dan destek “Kayıplar bulunsun, sorumlular yargılansın” sloganıyla 500 haftadır Galatasaray’da oturma eylemi yapan Cumartesi Anneleri’ne Avrupa’daki ezilenlerden de destek geldi, çok sayıda kentte oturma eylemi yapıldı. Almanya’nın Berlin, Köln, Stuttgart ve Hamburg, İsviçre’nin Zürih ve Bern, Avusturya’nın Viyana ve Linz, İngiltere’nin başkenti Londra ile İsveç’in Stockholm kentlerinde etkinlikler düzenlendi.
yerek, açıklamayı sonlandırdı. “Hüseyin Toraman ölümsüzdür”, “Kaybedenler kaybedecek” sloganlarının atıldığı eylem, Toraman’ın kaçırıldığı yere resimlerinin ve karanfillerin bırakılmasının ardından sona erdi.
Eskişehir’de düzenlenen destek eyleminde, hükümetin çıkartmak istediği “İç Güvenlik Yasası” da protesto edildi
Sarıgazi’de kayıplar için oturma eylemi yapan ESP’liler, herkesi 500. hafta eylemine çağırdı, “Kayıp yakınlarının sesine ses katalım” dedi. Eylemde konuşan gözaltında kaybedilen Murat Yıldız’ın annesi Hanife Yıldız, “Düşünebiliyor musunuz, bir ana devlete sağ verdiği evladının ölüsünü istiyor. Bizim de bir mezarımız, çiçek bırakacak yerimiz olsun” diye konuştu.
İHD İzmir Şubesi, Konak’ta Cumartesi eyleminin 500. haftası için eylem yaptı, Fehmi Tosun’un akıbetinin açıklanmasını istedi.
Diyarbakır ve Batman’da 298. hafta ◗ DİYARBAKIR/BATMAN Cumartesi Anneleri’nin mücadelesi 500. haftasını geride bırakırken, Fırat’ın öte yakasında kayıp yakınları Diyarbakır ve Batman’da 298. haftada adalet mücadelelerini sürdürdü. Diyarbakır’da İHD Şubesi ve kayıp yakınları, Koşuyolu Parkı Yaşam Hakkı Anıtı önünde bir kez daha oturma eylemi yaptı. Eyleme, İHD Şube Başkanı Raci Bilici, KESK Şubeler Platformu Dönem Sözcüsü ve Tüm BelSen Şube Eşbaşkanı Gülay Tekin Kuzu, Diyarbakır Büyükşehir Belediye Eşbaşkanı Gültan Kışanak da katıldı. Yapılan konuşmaların ardından, Diyarbakır
Kulp İlçesi’ne bağlı Alacaya Köyü’nde katledildikten sonra toplu mezara gömülen 11 Kürt köylüsünden Behçet Tutuş’un oğlu Harun Tutuş, katledilenlerin hikayesini anlattı. Batman’da da kayıp yakınları ve İHD üyeleri 298. eylemlerine Yılmaz Güney Parkı önünde devam etti. Kayıp yakınları ve insan hakları savunucuları, Adana’da öldürülen Kürt basın emekçisi Kadri Bağdu’yu da andı, oturma eylemi yaptı. İHD Şube Başkanı Mehmet Bağatır yaptığı açıklamada, 500 haftadır adalet arayışlarını sürdüren Cumartesi Anneleri’nin mücadelesini selamladı.
14
atılım
●
BÜYÜTEÇ
●
31 Ekim 2014
AKP Hükümetinin Kobanê türbülansı Hükümetin ilk ciddi kriz anında “süreci bitirebiliriz” imasında bulunması ve tersinden HDP’nin “gerekirse hükümete rağmen barış sürecini sahiplenmeye devam edeceğiz” açıklaması bir kez daha göstermiştir ki; barış sürecinin esas sahibi hükümet değildir. Bu süreç, ilk anından itibaren Başmüzakereci Öcalan’ın iradesi ve yönlendiriciliğiyle şekillenmiştir. ◗ ALP ALTINÖRS AKP Hükümetinin Suriye politikası tümüyle çökmüş durumda. O kadar ki, suni teneffüsle bile hayata döndürülemiyor. Irak’ta Maliki hükümetinin, Suriye’de ise Esad hükümetinin, zalimlik ve zorbalıklarından dolayı değil, esasta tümüyle mezhepsel nedenlerle çökertilmeye çalışılması, son 3 yıldır Ortadoğu’da Türk dış politikasının belkemiğini oluşturuyor. Bu amaçla, Suriye’de Müslüman Kardeşler ve Özgür Suriye Ordusu ile başlayıp El Nusra ve IŞİD gibi El Kaide uzantılarına varıncaya dek her türlü silahlı cihatçı unsur desteklendi. Dışişleri’ndeki o ünlü toplantıda Hakan Fidan’ın verdiği rakama bakılırsa, 2 bin TIR dolusu silah gönderildi. Hatay, çete yapılanmaları için bir lojistik merkeze dönüştürüldü ve Suriye’deki mezhepsel çatışma bu yolla Hatay’a taşındı. Ancak üç yıllık savaş neticesinde Esad rejiminin düşmeyeceği kesinleşti ve Haziran seçimlerinde Beşar Esad’ın yeniden Cumhurbaşkanı seçilmesinin ardından emperyalist Batı da bu gerçeği ağır biçimde kabullenmeye başladı. (Ki, bu seçimlerde Beşar Esad 15 milyon 845 bin 575 Suriyeli seçmenden 10 milyon 319 bin 723’ünün oyunu aldı -%65. Eğer Erdoğan’ın öne sürdüğü üzere ‘sandık tek meşruiyet kaynağı’ ise Esad’ın toplumsal desteği Erdoğan’dan da fazla demektir.) Irak’ta ise, Nuri el Maliki rejimine karşı Arap-Sünni aşiretlerin El Kaide etrafında birleşen hareketleri desteklendi. Bu hareketler Başbakan yardımcısı Tarık el Haşimi’yle bağlantılıydı. Maliki hükümeti Haşimi’yi bizdeki Ergenekon operasyonu benzeri bir hamleyle tutuklamaya yöneldi. Haşimi kaçarak Türkiye’ye sığındı. O günden bu yana da Türkiye’nin himayesi altında, Irak El Kaidesini ve türevlerini siyaseten desteklemeye devam ediyor. (Haşimi, IŞİD’in Musul’u ele geçirmesini de Arap-Sünnilerin bir “halk ayaklanması” olarak nitelemişti.) Şii inancı, Saddam Hüseyin döneminde dışlanan ve ezilen bir inançtı. Saddam’ın Şii düşmanlığı İran’la savaşı döneminde derinleşti ve devlet siyaseti haline geldi. ABD işgalinin ardından ise Şii mollaları egemen güç konumuna geçti. Bu kez tersinden, Şii egemen katmanları, devlete tümüyle el koyarak Sünni egemenlerini devletten dışladılar. Saddam döneminin hâkim İran-Şii düş-
manlığı bu koşullarda “Irak İslam Devleti” adlı çetenin ortaya çıkışında yeniden vücut buldu. Irak İslam Devleti, ABD işgaline karşı direnişin büyük bedeller ödeyerek ama ABD’ye de ağır darbeler vurarak zayıfladığı, mezhep çelişkisinin öne çıktığı bir dönemde gelişti. 2005-’06 yılları Irak’ı kan gölüne çeviren Şii-Sünni iç savaşına tanıklık etti. ABD işgaline karşı direniş perspektifi giderek zayıfladı ve geri plana düştü. Cihatçı unsurlar, ABD işgaliyle kurulan Maliki hükümetine karşı mücadeleyi “Şiilere karşı mücadele” olarak tanımladılar. Batılı şeytanları kovmak için yapılması gereken; sapkın Şiileri öldürmekti! Böylece Şii mahallelerini, Şii türbe ve camilerini bombalamaya, halktan binlerce insanı katletmeye başladılar. Irak, her an her yerde patlayan bir araba bombasının yüzlerce insanın hayatını alabileceği bir vahşet diyarı haline geldi. Irak İslam Devleti, faaliyetlerini önce Musul çevresinde, sonra ise Suriye sınırının ötesinde yoğunlaştırdı. İsmini değiştirerek Irak Şam İslam Devleti adını aldı. 2013’te, halen karanlık bir biçimde Bağdat Ebu Gureyb Hapishanesini basarak 1200 civarında cihatçıyı serbest bıraktı. Bu baskın, 2014 Temmuzunda Musul’u ele geçirmesine giden yolu da açmış oldu. ABD de (İran’la açık bağları nedeniyle) Maliki rejiminden rahatsız olduğu için, bu Selefi köktendinci grubun gelişmesinden hoşnuttu. Nitekim, Musul işgalinin ardından Maliki devrilene kadar da kılını kıpırdatmadı. IŞİD, en azından son birkaç aya kadar ABD’yle hiçbir çatışma yaşamadı. ABD IŞİD’i, Maliki ve Esad’da kurtulmanın bir manivelası olarak düşünüyor ve destekliyordu. Bu destekte Türkiye ile irade birliği içindeydiler. AKP Hükümeti, bölge politikasını
Fas’tan Irak’a kadar uzanan bir “Müslüman Kardeşler kuşağı” yaratmaya endekslemişti. En azından Arap devrimlerinin ilk aşamasında (2011-’12) ABD de bu projeye destek veriyordu. Arap devrimleri İhvan partileri tarafından gemlenip geriletilince bu kez ABD Mısır darbesiyle yeni bir konsepti devreye soktu. Bu çerçevede, Esad’la da ABD arasında adı konulmamış bir yakınlaşma başladı. AKP Hükümeti bu bölgesel fotoğrafı göremedi. Görmek istemedi. Neticede ABD’yle fiilen karşı karşıya geldiği bir duruma sürüklendi. Kuşkusuz bu, AKP’nin ABD karşıtı olmasından ileri gelmiyordu. Kendi özgün gerici politikalarının ABD tarafından desteklenmemesiyle ilgiliydi. TÜRKİYE’DE MÜZAKERE ROJAVA’DA SAVAŞ Rojava’da halk meclisleri yönetimi, ilan edilişinden itibaren AKP’nin bu genel siyaseti içinde giderek önem kazanan bir boyut oldu. AKP Hükümeti, Rojava Kürtlerinin özyönetimlerini asla sindirmedi. Rojava Devrimini yok etmek için, mezhepçi politikasında kullandığı cihatçı unsurları Rojava’ya yöneltti. Nihayetinde ÖSO, El Nusra, IŞİD vb. unsurlar Arap milliyetçisi yapılardı. Erdoğan ve AKP’nin bir yandan “barış sürecini” yürütürken, diğer yandan tümüyle Türk milliyetçiliğini esas aldıklarını gösteren bir turnusol kağıdı oldu Rojava. Kürt ulusal önderi Abdullah Öcalan’ın HPG’ye yaptığı “sınır dışına çekilme” çağrısının alt metnindeki unsurlardan birisi de hiç kuşkusuz Rojava Devrimine soluk borusu açmaktı. Kürt hareketi aynı anda iki cephede birden savaşmak yerine, Rojava’daki toplumsal inşaya yönelecekti. AKP Hükümeti ise
tersinden, Kuzey’de çift taraflı ateşkes pozisyonuna gerilerken, savaşı gayrıresmi metodlarla Rojava’da yoğunlaştırdı. Bu çelişki, alttan alta bütün süreç boyunca devam etti ve 6 Ekim gecesi barış sürecini ağır bir bunalıma sürükledi. Her ne kadar AKP’nin resmi ağızları Kobanê ile “çözüm sürecinin” ayrı şeyler olduğunu söyleseler de gerçekte bu ikisi arasında hep kopmaz bir bağ olmuştu. Kürt hareketinin karınca adımıyla ilerleyen süreci inatla devam ettirmesinin ardındaki faktörlerden birisi hiç kuşkusuz Rojava’daki kazanımlardı. AKP Musul’u alarak büyük bir güce ulaşan ve Suriye’deki cihatçı unsurları kendisine biat ettiren IŞİD’in Kobanê’yi düşüreceğini hesap etmişti. Nihayetinde bu bir düzenli ordu savaşıydı ve askeri bakımdan kıyaslanmaz bir üstünlüğe sahip IŞİD’in kuşatılmış küçük bir kasabayı ele geçirmesi kaçınılmazdı! Kobanê’nin üç yanı IŞİD çetelerince kuşatılmıştı, destek alamıyordu, manevra imkanı yoktu. IŞİD’in elinde tanklar ve toplar vardı ve bu silahlarla kuşatmayı aylarca sürdürebilirdi. Rakka, Cerablus, Tel Abyad gibi IŞİD üslerinden sınırsız mühimmat ve eleman desteği alabilirdi. Ama bütün bu hesaplar, 6 Ekim gecesinden itibaren bozuldu. O gece, Kobanê’nin yarıdan fazlası IŞİD’in eline geçti. IŞİD bugüne değin hiçbir şehirde aktif direnişle karşılaşmamıştı. IŞİD’in kapısından içeri girdiği bütün kentler korkuyla boşalmış ve hayalet kentlere dönüşmüştü. YPG’nin kenti ölümüne savunacağını ilan etmesi her şeyi değiştirdi. Kürdistan başta gelmek üzere Türkiye ve dünyada ayağa kalkan milyonlar da şehrin düşmesine barikat oldular. AKP bir kez daha Kürt özgürlük hareketiyle ilgili hesaplarını basit matematikle yapamayacağını gördü. Zira burada devreye devrimci irade ve kitlelerin aktif katılımı girdi ve hükümetin hesapları alt üst oldu. (Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın röportajında 2 kere 2’nin kaç ettiğini karıştırması sadece bir dil sürçmesi değildi! Hakikaten de 2 kere 2 hem 4 eder, hem de etmez!) 6-8 EKİM DİRENİŞLERİNİN SONUÇLARI 6-8 Ekim direnişleri, iki önemli sonuca yol açtı. Birincisi, bu direnişlerde özellikle Kürdistan’da görülmedik ölçüde bir kitle katılımı yaşandı. Aslında, 6 Ekim gecesi, Gezi olaylarının bir halk isyanına dönüştüğü 31 Mayıs gecesinin bir
31 Ekim 2014 benzeriydi. Bıçak gelmiş boğaza dayanmıştı. Kobanê’nin düşmesi ihtimalini bir felaket duygusuyla karşılayan yüz binler sokaklara akmıştı. AKP’nin Kobanê’nin düşmesi için elinden geleni yaptığını gören, sezen, anlayan milyonların öfke patlamasıydı. Gerçekte bu akışı ne bir çağrı başlatabilir, ne de herhangi bir güç durdurabilirdi. Batı’da da Gezi kitlelerinin bir bölümünün Kürtlerle birlikte sokağa çıktığı görüldü. Aslında, Kobanê direnişleri, 2013 Haziran’ından bu yana hep aranan ama bir türlü ulaşılamayan bir muhalif cephenin sokaklarda belirişiydi. Gezi kitleleriyle Kürt halk kitlelerinin bu birleşmesi, Kobanê direnişlerinin ilk önemli sonucuydu. İkincisi ise, Kürtlerin dünya genelinde ayağa kalkışının Kobanê’deki güç dengelerini değiştirmesiydi. Bir yanda uluslararası kamuoyunun baskısı, diğer yanda Türkiye’de gelişen halk direnişlerinin yaratacağı sonuçlardan duyduğu çekince, ABD’yi, Musul’da hediye edilen silahlarıyla donanmış IŞİD’i bombalamaya mecbur bıraktı. Bombardımanlar, IŞİD’in kimi ağır silahlarını imha etmenin yanı sıra, hareket kabiliyetini de daralttı. 6-8 Ekim olaylarının üçüncü önemli sonucu ise, Güney Kürdistan Federe Hükümetini sıkıştırması ve adım atmaya zorlamasıydı. Aralarında AKP tabanının ve Barzani yanlılarının da olduğu milyonlarca Kürt’ün sokağa dökülmesi, Kobanê’nin bütün Kürtleri ilgilendiren bir ulusal mesele olduğunu tartışmasız biçimde netleştirdi. 6-8 Ekim serhildanı, Kürdistan Bölgesel Parlamentosu’nun Rojava Kantonları’nı tanımasına ve ABD’nin açtığı hava koridoru vasıtasıyla Kobanê’ye silah yardımı yapmasına giden yolu açtı. Bu yolda gerçekleşen Duhok Anlaşması ile; bugüne değin ENKS partilerinin de sisteme dâhil olmasıyla Rojava Kantonları güçlendi. 6-8 Ekim olayları, AKP’nin ciddi bir kriz anında ülkeyi yönetme yeteneğini nasıl yitirdiğini sergiledi. Zayıflığı ortaya çıktı. 3 şehirde ve 25 ilçede sokağa çıkma yasağı ilan ederek orduyu göreve çağırdılar. İç savaş taktiklerini devreye koyarak, Diyarbakır, Batman ve Mardin’de Hizbullah’ı halkın üzerine saldırttılar. Kurtulan’da korucuları, İstanbul Esenyurt’ta ülkücü faşistleri, Adana’da doğrudan IŞİD çeteleşmelerini halka silah çekerken gördük. Iğdır’da Azerilerin, Esenyurt’ta Romanları Kürtlerin üzerine saldırtıldığına şahit olduk. Halktan onlarca insan katledildi. Kontrgerilla, hükümetin eliyle sahneye sürüldü. İç Savaş Bakanı Efkan Ala, “misliyle karşılık verilecek” dedi. ÖCALAN’IN DARBE UYARISI Öcalan’ın darbe uyarısı bu koşullar içinde anlaşılmalıdır. 27 Mayıs öncesinde Menderes orduyu tümüyle ha-
●
BÜYÜTEÇ
kimiyeti altına aldığını düşünüyordu. Genelkurmay Başkanı Erdelhun’u bizzat atamıştı. Tahkikat Komisyonlarıyla ülkede bir sıkıyönetim rejimi kurmaya yönelmişti. Öğrenci gösterileri patlak verdiğinde, İstanbul ve Ankara’da sıkıyönetim ilan etmekte tereddüt etmedi. Ancak gerçekte bu sıkıyönetimler darbecilerin adım adım iktidara yürümesini sağladı. Mısır’da da Mursi, “geri çağırma hakkı” talebiyle sokaklara dökülen halkı bastırmak için sıkıyönetim ilan etmişti. O da Genelkurmay Başkanı Sisi’yi kendisi atamıştı. Orduyu kendi hakimiyetinde zannediyordu. Halkını ezmek üzere orduyu şehirlere sürdü. Kısa bir süre sonra aynı ordu onu devirerek yönetime el koydu. Dolayısıyla, AKP’nin bizzat kendi eliyle koca koca kentleri orduya teslim ettiği koşullarda darbe ihtimalinin akıllara gelmemesi şaşırtıcı olurdu. Öcalan’ın müdahalesi, bu yöndeki gidişatı durdurdu, ama Kobanê için yapılan dayanışma eylemleri sürdü. Herhalde bu kontrgerilla stratejisinin en belirgin olayı, Bingöl’de gerçekleşen karanlık suikast ve ardından yapılan yargısız infazdı. Başbakan Davutoğlu ve Erdoğan, Genç ilçesinde infaz edilen 4 Kürt’ün Bingöl suikastının failleri olduğu gerekçesiyle “cezalandırıldıklarını” ilan ettiler. Oysa taranan araç, Bingöl merkeze hiç girmemişti. Erzurum bölgesinden Lice’ye seyir halindeydi. Muhtemelen bu iki olay birbirine denk getirilmişti. HPG, Bingöl suikastıyla ilgilerinin bulunmadığını açıkladı. HDP, Bingöl olayının üzerine gitti. Hazırladığı Meclis Araştırma Komisyonu önergesi AKP ve MHP’nin oylarıyla reddedildi. Gelinen aşamada Bingöl’de bir kontrgerilla tertibinin yaşandığı aşağı yukarı netleşti. Ne var ki, burada belli bir konjonktürün ötesinde mücadelede “mızrağın sivri ucu” yine AKP Hükümetine yönelik olacaktır. Zira, Delil Karakoçan’ın da çok yerinde olarak belirttiği üzere; “Bu
●
ülkede ‘darbe tehdidi’ de ‘AKP tehdidi’ de vardır. İlki, bir ‘olasılık’, ikincisi ‘gerçekliktir’”. KOBANÊ KAZANIRKEN AKP KAYBEDİYOR AKP Hükümetinin oyalama ve zamana yayma taktiği ile Kobanê’yi IŞİD’e teslim etme siyaseti, Federe Kürdistan’dan Kobanê’ye (hava koridoruyla) ulaştırılan silah yardımı ile iflas etti. Aslında Rojava Kantonları bu silah yardımına Türkiye’nin koridor açmasını istemişlerdi. Ankara bu konuda adım atmamakta diretti. CB Erdoğan, “Kobani düştü, düşecek” söylemiyle IŞİD’e desteğini açıktan ifade etti. Silah koridorunun ABD tarafından hava yoluyla açılması gündeme geldiğinde ise Erdoğan “PYD bizim için terör örgütüdür” açıklamasıyla bunu engellemeye çalıştı. Ama başaramadı, zira artık Kobanê direnişi bir dünya meselesi haline gelmişti ve Türkiye’nin dışında bu yardımın ulaştırılmasına karşı çıkan hiçbir ülke kalmamıştı. Direniş kendi koridorunu açtı. Ertesi sabah silahların Kobanê’ye ulaştığının açıklanmasıyla birlikte, Erdoğan’ın ve AKP Hükümetinin uluslararası alanda ne kadar yalnızlaştığı açık ve çıplak hale geldi. Bu, öyle pek “değerli” bir yalnızlık da sayılmazdı! Nihayetinde, Kobanê Kuşatması’nda belirleyici dönüm noktası olan olaya, yani Kürdistan Bölgesi’ne ait ağır silahların karadan açılan bir koridordan ulaştırılmasına AKP bu koşullarda mecbur kaldı. AKP Hükümeti bu durumdan sıyrılmak için müzakere adımlarını hızlandıracağı yönünde vaatlerde bulundu. Ne var ki, sekretarya vaadi tutulmadığı gibi, Sayın Öcalan’ın “Başmüzakereci” sıfatını tartışmaya açan yaklaşımlar sergilendi. Dahası hükümet sözcüsü Bülent Arınç’ın ağzından “çözüm sürecine mecbur ve mahkum değiliz” sözleri döküldü. Hükümet ilk kez süreci bitirme imasında bulundu. AKP’nin infazlar zincirine
atılım 15
Kars Kağızman’da 3 HPG’linin yargısız biçimde infaz edilmesi eklendi. Polise infaz yetkisi veren bir yasa Meclis’e getirildi. Davutoğlu “çocuk demeden vuracağız” açıklamasını yaptı. Arınç “Polisin elini kolunu tutamayız” dedi. Bütün süreci toparladığımızda, AKP’nin Rojava Kantonlarını boğma ve Kobanê’yi düşürme amacıyla cihatçı çetelere verdiği desteğin nihayetinde dönüp kendisini vurduğunu tespit edebiliriz. YPG direnişi, AKP’nin de maskesini düşürmüş, bütün dünyanın lanetlediği IŞİD’le yan yana duran bir hükümet olarak teşhir olmuştur. Kobanê düşürülemediği ve olağanüstü bir direniş sergilediği için başta HDP gelmek üzere, Kobanê için seferber olan bütün demokrasi güçleri bu süreçten kazanımla çıkmıştır. Havuz medyasının başta Eş Genel Başkanımız Sayın Demirtaş gelmek üzere HDP’ye yönelik yüksek sesli saldırganlığı aslında kaybedenlerin ümitsiz bağırışlarından ibarettir. Bir kez daha görülmüştür ki, HDP’nin rotası, AKP’nin takdirine bağlı değildir. Müzakere sürecini yürütüyor olmak, mücadelenin öznesi olmaya engel değildir. AKP’nin politikalarına karşı durmak barışı kararlıca savunmakla çelişmez, aksine AKP’nin barışı araçsallaştıran yaklaşımının yenilgisi için bu zorunludur. Gerçek bir barışın koşulları AKP’yle el ele vererek değil, onun muhafazakâr milliyetçi zihniyetine karşı, bütün demokrasi güçleriyle birlikte mücadele ederek sağlanabilir. Hükümetin ilk ciddi kriz anında “süreci bitirebiliriz” imasında bulunması ve tersinden HDP’nin “gerekirse hükümete rağmen barış sürecini sahiplenmeye devam edeceğiz” açıklaması bir kez daha göstermiştir ki; barış sürecinin esas sahibi hükümet değildir. Bu süreç, ilk anından itibaren Başmüzakereci Öcalan’ın iradesi ve yönlendiriciliğiyle şekillenmiştir. Sahibi ise hükümetten çok daha önce halklarımızdır. Zira barış, öncelikle halklarımızın talebi ve ihtiyacıdır.
16
atılım
●
TARİH BİLİNCİ
●
31 Ekim 2014
Cumhuriyetin alacakaranlığından ilanına bir bakış Cumhuriyetin ilanı halkçı ilerici yanı taşımıyorduysa, bugün de böyle bir özellik taşımıyor. 91 yıl içinde değişen tek şey gerici egemen klikler arasında iktidarın salınmasıydı. Saltanat ve hilafetin kaldırılması yeni tipte bir burjuva devletin kurulması vb. adımlar ilerlemeyi ifade etse de, bunlar cumhuriyetin ilanından önce ulusal mücadele sürüyorken temelleri atılan adımlardır. ◗ AYDIN AKYÜZ İktidar hırsıyla gözü dönmüş Tayyip Erdoğan yıllarca başkanlık sistemine geçmek için uğraştı. Bu kadarı az gelmiş olmalı ki, bu yolla iktidarı, AKP üst yönetiminde ve şefleri/reisleri Erdoğan’da yoğunlaştırarak, Meclisin ve bürokrasinin kimi engellemelerinden kurtulmak istiyorlar. Mecliste anayasayı değiştirecek çoğunluğa ulaşamayınca, 12 Eylül Anayasası’nın cumhurbaşkanına tanıdığı sınırsız yetkilerle idare etmek zorunda kaldılar. Cumhurbaşkanının artık seçimle belirleniyor olmasını da dayanak yaparak fiili ‘yarı başkanlık’ ya da ‘partili cumhurbaşkanlığı’na geçmeye çalışıyorlar. Askeri denetleyici, frenleyici mekanizmaların olmadığı bu koşullarda gerçekte yapılmak istenen, başkanlık ya da yarı başkanlık sistemiyle bir alakası yok, bu sistemin adı olsa olsa Tayyip Erdoğan ve AKP diktatörlüğü olur. Sanıldığının aksine bu coğrafyada, yürütmenin de cumhurbaşkanının elinde olduğu sınırsız yetkili cumhurbaşkanlığı uygulamaları yeni yaşanmıyor. Mustafa Kemal ve İsmet İnönü, cumhurbaşkanlıkları döneminde meclis ve hükümet üzerinde sınırsız yetkiye sahiptiler. M. Kemal ve İnönü’nün ‘Milli şef ’liğine nazire yaparcasına ‘Milli şef ’liğe bu sefer özenen ise Erdoğan. Bugün Erdoğan’ın yakalandığı iktidar hastalığına zamanında M. Kemal de yakalanmıştı. Tarih yine tekerrür ediyormuş gibi görünüyor. 1920’lerde yaşanan trajedi sekansı, yaşanmakta olan ise komedi sekansı olsa gerek. Biz, cumhuriyetin ilanına odaklanacağız. Cumhuriyetin ilanı ile cumhurbaşkanlığı kurumu arasında doğuş koşullarından gelen güçlü bir ilişki vardır. İLERİCİ KÜLTÜR VE DİNAMİKLERİN TASFİYESİ Yeni Türk devleti, ulusal mücadele içinde kuruldu. Sultan’dan bağımsız Büyük Millet Meclisi’nin (BMM) toplanması, saltanatın kaldırılması, 1921
Anayasası’nın kabulü vb. adımlar Osmanlı Devleti’nden kopuşu simgeleyen önemli ilerlemelerdir. Böylece, yeni tipte bir burjuva devletin temelleri atılmıştır. 1921 Anayasası görece burjuva demokratik yanlar taşımıştır. İlk meclis seçimle belirlenmemiştir, üçte ikisi kadarını Müdaafa-i Hukuk Cemiyeti’nin atadığı, kalanını da dağıtılan Meclis-i Mebusan üyelerinin bir kısmının katılımıyla oluşturulmuştur. Görece heterojen bir yapıya sahiptir üyeleri arasında sınırlı sayıda da olsa burjuva demokratlar bulunmaktadır. Cumhuriyetin ilanını önceleyen süreçte güçlü bir devrimci demokratik halk hareketinden bahsetmemiz mümkün değil. Devrimci, ilerici, kültür ve dinamiklerin daha gelişkin olduğu ulusların ayrılarak devletler kurması, Anadolu, Trakya ve Kuzey Kürdistan’da yaşayan Ermeni ve Rumların soykırım, katliam sürgün ve mübadelelere maruz bırakılması ve yeni rejimin antidemokratik yarı askeri karakteriyle de birleşerek bu coğrafyayı devrimci ilerici kültür ve örgütlenme bakımından çoraklaştırdı. Varolan ve yeni ortaya çıkan devrimci ilerici ve halkçı örgütlenmeler ve gruplaşmalar, daha Türk ulusal savaşı sürerken M. Kemal ve ekibi tarafından tasfiye edilmeye başlandı. Başta Şefik Hüsnü’nün reformcu ve sosyal şoven TKP’si olmak üzere kimi iddiasız ilerici güçler de durumun değişmesini sağlayamamışlardır. Savaşın bitiminde gündeme gelen Cumhuriyetin ilanı, M. Kemal’in iktidar tekelini güçlendirmekten başka bir anlam taşımıyordu. Önündeki ilk engel meclisteki muhalif ikinci gruptu, tasfiye hareketi de oradan başladı. Anayasaya göre meclisin feshi için üçte ikilik bir çoğunluk zorunlu iken bir nevi ‘darbe yaparak’ salt çoğunlukla fesih kararı alındı. 1923 Nisan’ında erken genel seçime gidildi. Gerçek bir seçimden bahsetmek mümkün değil. İki dereceli bir seçim sistemi yürürlükteydi. Demokrasi bi-
linci, kültürü ve oy kullanma alışkanlığı olmayan halk, çoğunlukla kimi ne için seçtiğinden habersiz, ağaların, beylerin, şeyhlerin, jandarmanın ve yerel devlet yöneticilerin yönlendirmeleriyle, kimi durumda tehdit ve baskılarıyla oy kullanıyorlardı. Müdafaa-i Hukuk Grubu dışında bir partinin seçime girmesi yasaktı. Müslüman olmayanların aday olması ya da oy kullanmasından söz etmek ihanetle özdeşti. Mebus adaylarını tek tek M. Kemal belirliyordu, en fazlasından ekibinden bir kaç kişiden yardım alıyordu. Bağımsız aday olmak isteyenler, jandarma zoruyla ‘ikna’ edilerek vazgeçiriliyorlardı. Bunun tek istisnası Gümüşhane’den bağımsız aday olan Zeki (Kadirbeyoğlu) Bey’dir. Onu da, jandarma ile meydana gelen çatışmaların isyana dönüşmesi korkusuyla kabul etmek zorunda kalıyorlar. Bazı Kürdistan kentlerinde ise bu tiyatroya da gerek görmediler. Kente hiç ayak basmamış kişiler Ankara’dan atanarak belirlendi. 1923 seçimleriyle M. Kemal ikinci grubunun muhalefetinden kurtulmuştu. Ancak yine de işleri yolunda gitmedi. CUMHURİYETİN İLANI BİR ÇEŞİT DARBEYDİ Lozan Anlaşması sürecinden başlayan tartışmalar, Müdafaa-i Hukuk Grubu’nda yarılmaya yol açtı. Grup içindeki oligarjik yönetime güvensizlik ve tepki gelişti. İktidar için rekabetin de bunda payı oldu. ‘Başkumandanlık’ yetkilerinin M. Kemal’de toplanmasının istenmesinden rahatsız olan yeni bir muhalefet ortaya çıktı. Mustafa Kemal, yeni muhaliflerin etkisini kırmak kendi konumunu güçlendirmek için bir sistem değişikliği arayışındaydı. Mevcut sistemde Meclisin hükümet üzerindeki etkisi güçlüydü. Cumhuriyetin ilanından önce başbakan ve bakanlar ayrı ayrı Mecliste seçilerek belirleniyordu. Bu da, Meclisin sıklıkla M. Kemal’in planlarını bozması sonucunu doğruyordu. Cumhuriyetin ilanı, M. Kemal
için bu problemlerin çözümü olarak bunu tamamen pragramatik amaçlarla gündeme geldi. Planını adım adım uygulamaya koydu. İlk olarak Viyana’da yayınlanan bir gazeteye verdiği mülakatta, rejimlerinin cumhuriyet olduğunu ve gelecekte de öyle kalmaya devam edeceğini söyledi. Bu açıklama, cumhuriyet tartışmalarını alevlendirdi. Bu tartışmalar devam ederken hükümetin ve meclisin kendisine danışmadan kimi Meclis içi düzenleme ve atama yanında, M. Kemal hükümetin istifasını isteyerek yapay bir kriz yarattı. Hükümet bu baskıya direnmeyerek 27 Ekim’de istifa etti. Meclis, hükümetin görevini devam ettirmesinden yanaydı. Hükümet istifasında ısrarlı olunca, süreç tıkandı. Muhalefetin ağır toplarının şehir dışında olması fırsatını da gözeten M. Kemal, akşam yemeğinde yedi arkadaşıyla bir gün sonra cumhuriyetin ilan edilmesi gerektiğini paylaştı. Hemen o akşam İsmet İnönü ile anayasada yapılması gereken değişiklikleri formüle edip kaleme aldılar. 29 Ekim’de senaryosu önceden yazıldığı belli olan tiyatro sergilendi. Hükümet ‘krizini’ aşamayan ‘faniler’ bir çözüm bulsun diye ‘kurtarıcılarını/edebi şef ’lerini meclis kürsüsüne davet ettiler. O da tiyatronun hakkını vererek, gerilim biraz daha artsın ilgi ‘sahnede’ toplansın diye; “Bana bir saat kadar müsaade buyurun. Bulacağım suret-i haklı arz ederim” diyerek tiyatronun birinci perdesini kapattı. Öğleden sonra bu krizin çözümünün cumhuriyeti ilan etmekten geçtiğini söyleyerek, önceki gece İsmet İnönü ile birlikte kaleme aldıkları Anayasa değişiklik önerisini sunarak ikinci perdeyi açtı. Bütün öneriler “mutabakatla” kabul edilerek, hem cumhuriyet ilan edildi, hem de ilk cumhurbaşkanı seçildi. Mustafa Kemal amacına ulaşmıştı. Hem Meclisin ve hükümetin üzerinde bir statüye kavuşmuş oldu, hem de başbakanı cumhurbaşkanı atar, hükümetin diğer üyelerini de başbakan belirlerler kuralı getirilerek hükümet üzerindeki cum-
31 Ekim 2014 hurbaşkanı olarak etkisini güçlendirdi. Meclisin hükümet üzerindeki etkisini başbakanın oluşturduğu kabineye güvenoyu vermekle sınırlamış oldu. Cumhuriyetin ilanı halk hareketinin ürünü önceden etraflıca düşünülmüş geniş biçimde tartışılmış, halkın onayına sunulmuş, demokratik ve halkçı bir proje değildi. Aksine, kamuoyundan halktan ve hatta Meclisin muhalif kanadından gizli biçimde ilan edilen bir darbeydi. M. Kemal için cumhuriyetin özsel olarak ne olup olmadığı hiç önemli değildi, onun için önemli olan bu yolun kısa ve uzun vadede rakiplerini etkisiz kılacak, iktidarı şahsında yoğunlaştıracak bir yol almasıydı. Gerici bir dayatma ve hileden ibaretti, İsmet İnönü’nün ifadesiyle “oldu bitti”ydi. M. Kemal’in gözettiği bir diğer nokta ise muhalif mebusların tamamına yakınının şehir dışında olmasıydı. 285 üyeli TBMM’nin ancak 158’i o gün Mecliste hazır bulunabildi. Cumhuriyetin ittifakla kabul edildiği ve ilk cumhurbaşkanını aynı şekilde seçildiği aldatmacası, bu gerçekler gözardı edilerek söylenmektedir. Bir diğer aldatmaca ise Anayasa değişikliği için gerekli üçte ikilik çoğunluk oluşmamasına rağmen bu değişikliklerin yapılmasıdır. Gerçekte anayasada değişiklik yapılırken yeni bir aldatmacayla anayasanın bazı maddelerinin açıklığa kavuşturulması adı altında bu değişiklikler yapılmıştır. Yani; anayasa değişikliği yapılmadı, açık olmayan kimi bölümleri açık hale getirildi, denmek isteniyor. Madem cumhuriyet 29 Ekim’de kurulmadı sadece açıklığa kavuşturuldu. O zaman 91 yıldır bu şaşaalı kutlamalar neyin nesi? Yoksa bu bir darbe kutlaması mı? Benzer hileler o günden bugüne yapılmaya devam ediliyor. AKP’nin sene başında HYSK, yargı ve yargıtayla ilgili yaptığı değişikliklerle ilgili kullandığı söyleme ne kadar benziyor. 91 yılda zihniyetin hiç de değişmediğini gösteriyor.
●
TARİH BİLİNCİ
●
atılım 17 Müslüman olmayanlar, üzerindeki baskı ve asimilasyon da aynı şekilde devam etti. Bunların yanı sıra, TC halk için jandarmanın dipçiği ve katliamı, sürgün zorla alınan vergi ve angarya çalıştırılmaktan başka bir anlam taşımadı. 91 yıl içinde bu durum ne kadar değiştiyse Erdoğan’ın fiili ‘başkanlığı’ da o kadar ilerlemedir.
CUMHURDAN HABERSİZ CUMHURİYET Cumhuriyetin ilanını kamuoyu ve halkın öğrenme biçimi ayrı bir trajikomik durumdur. Ankara’da olmasına rağmen cumhuriyet kararından haberi olmayan Meclis ikinci başkanı ve muhalefetin önderlerinden Rauf (Orbay) Bey, ancak 29 Ekim gece geç saatlerde yapılan 101 pare top atışıyla öğreniyor. Muhalefetin bir diğer önderlerinden Kazım Karabekir, Trabzon’da ancak 30 Ekim öğleden sonra haberdar oluyor. Telgrafla bilgilendirilenler dışında toplum esas olarak 30 Ekim öğleden sonra gazetelerden öğreniyor cumhuriyetin ilanını. İstanbul’da ise 29 Ekim akşamı gelen telgraf, yerel devlet yöneticilerini şaşkınlığa uğratıyor. Ancak sabaha doğru saat üçten sonra durumu idrak edip top atışları yapıldı. İşgal güçleri daha 25 gün önce İstanbul’u terk etmişken yapılan top atışları halkı korku ve paniğe sürükledi. İnsanlar uykularından fırlayarak işgal ve savaşın yeniden başladığını sanarak telaşa kapıldı. Kimi zenginler bu panik ve korku ortamında bavullarını hazırlayıp şehri terk etmeye hazırlandı. Halkın ilanını korku ve panik içinde öğrendiği cumhuriyetin halkçı olması mümkün mü?
Nasıl ki cumhuriyetin ilanı halkçı ilerici yan taşımıyorduysa bugün de böyle bir özellik taşımıyor. 91 yıl içinde değişen tek şey, gerici egemen klikler arasında iktidarın salınmasıydı. Saltanat ve hilafetin kaldırılması yeni tipte bir burjuva devletin kurulması vb. adımlar ilerlemeyi ifade etse de bunlar cumhuriyetin ilanından önce ulusal mücadele sürüyorken temelleri atılan adımlardır. Milli burjuvazinin güdüklüğü, yarı feodal iktisat ve toplumsal ilişkilerin gücü, M. Kemal ve arkadaşlarında simgeleşen milli burjuva önderliğin antidemokratik ve halkçı olmayan karakterine kaba materyalist ve pozitivist yaklaşımları devrimci demokratik halk hareketinin zayıflığı asgari bir burjuva demokrasisine geçişin önündeki temel engellerdi. Ulusal mücadele yıllarında, halkçı devrimci ve demokratik dinamiklerin basıncıyla atılan kimi ileri adımlar cumhuriyetin ilanıyla törpülenmeye başlanmıştır. Cumhuriyetin ilanıyla iktidarını sağlamlaştıran M. Kemal ve CHP, yarı askeri karakterdeki tek parti diktatörlüğünü inşa ettiler. Kürt ulusunun ve diğer ulusal toplulukların inkarı ve asimilasyonu siyaseti baskı zulüm ve katliamlar pahasına bugüne kadar sürdürüldü. Aleviler, Ezidiler ve
MİLLİ ŞEFLİĞE ÖZENEN ERDOĞAN Yeni bir “oldu bitti”yle karşı karşıyayız. Cumhurbaşkanı Erdoğan, ilk siyasi krizde yüksek perdeden konuşmalarıyla yeniden racon kesmeye, hükümete ve muhaliflerine ayar vermeye başladı. Yetmedi, başbakanlık konutuna ani baskınlarla teftişe çıktı. M. Kemal ve İnönü’nün cumhurbaşkanlıklarında olduğu gibi hem devlet başkanlığı, hem de hükümet başkanlığını fiilen üzerine almaya çalışıyor. Son bir iki aylık ısınma turundan sonra cumhuriyetin ilanın yıl dönümünde yeni bir balkon konuşmasıyla durumun adını koymaya hazırlanıyor. Başbakanlık için yapılan binaya kimi hükümet üyelerinde rahatsızlık yaratmayı göze alarak el koydu. 29 Ekim’de cumhurbaşkanlığı köşkü olarak “Ak Saray”ın açılışına yaparak “yeni Türkiye” safsatasına sembolik bir mana kazandırmaya çalışıyor. Ancak bütün bu illüzyonlar, fiili durumlar işe yaramayacak. Alacakaranlık çöktü bir kere TC’nin üzerine, faydası yok hiçbir şeyin. Çünkü “sabahın bir sahibi var”, yeni bir güne ezilenlerin iktidarıyla uyanacağız. Yararlanılan kaynaklar: Cumhurdan Habersiz Cumhuriyetin İlanı, Mehmet Ö. Alkan, Toplumsal Tarih Türkiye’nin Toplumsal Maddi Gerçeği ve Devrimci Stratejisi, A. Can Öteki Tarihi II, Ayşe Hür Modernleşen Türkiye Tarihi, Erik Jan Zürcher
Dersim’de şehitlik nedeniyle OHAL uygulandı ◗ DERSİM Dersim bölgesinde yaşamını yitiren gerillaların mezarlarının bulunduğu Doktor Baran ve Zilan Şehitliği’nin açılışı engellenmek istendi. Pülümür’de yapılmak istenen açılış nedeniyle kentte iki gün boyunca olağanüstü hal uygulandı. Karayolları trafiğe kapatıldı, yaygın biçimde kimlik kontrolü yapıldı. Kent merkezi zırhlı araçlarla ablukaya alındı. Valilik, Başbakan ve İçişleri Bakanı’nın talimatıyla açılışa kesinlikle izin verilme-
yeceğini açıkladı. HDP Milletvekili Demir Çelik, devlet engelini protesto ederken, “Bugüne kadar devlet baskısına boyun eğmedik. Bundan sonra da eğmeyeceğiz” dedi. Aileler ve siyasi partiler, şehitlik açılışının engellenmesine karşı iki gün boyunca protesto etti. Kent merkezinde eyleme başlayan Dersim halkı, şehitlik açılışına izin verilinceye çarşıda toplanarak hayatı durdurdu. İki gün süren protestoların ardından, Doktor Baran ve Besê Şehitliği’nin açılışı
gerçekleştirildi. Şehitlikte, 99 PKK ve 5 TKPML gerillası ile 1938 Dersim katliamında yaşamını yitirenlerin mezarı yer aldı. Açılış etkinliğine çatışmalarda ya-
şamını yitiren gerillaların aileleri ile kitle örgütü ve siyasi parti temsilcileri katıldı. Yapılan saygı duruşunun ardından aileler, mezarlıklara karanfil bıraktı.
18
atılım
●
HABER
31 Ekim 2014
●
Paramaz Kızılbaş anmaları sürüyor Kobanê’de ölümsüzleşen MLKP savaşçısı Suphi Nejat Ağırnaslı (Paramaz Kızılbaş) için çok sayıda kentte anmalar düzenlendi. ◗ HABER MERKEZİ Kobanê’de IŞİD çetesine karşı savaşırken şehit düşen MLKP savaşçısı Suphi Nejat Ağırnaslı (Paramaz Kızılbaş) için anmalar düzenlendi. Kocaeli’de ESP ve SGD üyeleri, Ağırnaslı için Eğitim-Sen Şubesi’nde anma düzenledi. Anmaya, ESP Genel Başkanı Sultan Ulusoy ile Ağırnaslı’nın yakın arkadaşı Ozan Horoz ile çok sayıda kurum temsilcisi de katıldı. Saygı duruşu yapılan anmada liseli gençlerin gerçekleştirdiği performansın yanı sıra sinevizyon gösterimi yapıldı, Ağırnaslı’nın son mektubu okundu. Anmada söz alan ESP Genel Başkanı Sultan Ulusoy, “Serkan Tosun’un ayak izlerine basarak yürüyen Paramaz sadece Kobanê’nin değil Ortadoğu’nun şehididir” dedi. Ağırnaslı’nın yakın arkadaşı Ozan Horoz ise “Onunla bir dönem aynı evde kaldım. Aynı barikatlarda omuz omuza olmaktan, arkadaşı, yoldaşı olmaktan onur duyuyorum” dedi. Anmaya katılanlar, Ağırnaslı için hazırlanan anı defterına duygu ve düşüncelerini yazdı.
ANKARA
SAMSUN
anılarını paylaştığı anma, şiirlerle sona erdi.
PARAMAZ’IN YOLUNDAYIZ
sim Belediyesi Eşbaşkanları Nurhayat Altun ve Mehmet Ali Bul ile yüzlerce kişi ziyaret etti. Ziyaretçiler tarafından mesajlar yazılan anı defterinin Ağırnaslı ailesine gönderileceği belirtildi. Ağırnaslı için günlerdir taziye çadırı kurulan İstanbul 1 Mayıs
DERSİM
TAZİYE ÇADIRLARI AÇILDI Dersim’de MLKP savaşçısı Ağırnaslı için taziye çadırı açıldı. Seyid Rıza Meydanı’nda üç gün boyunca açık kalan çadırı HDP Milletvekili Demir Çelik, Der-
Paramaz Avrupa’da anıldı
MLKP savaşçısı Suphi Nejat Ağırnaslı (Paramaz Kızılbaş), Fransa ve İngiltere’de de anıldı. Londra’da GİK-DER lokalinde gerçekleştirilen anmada Ağırnaslı’nın yaşamı anlatıldı, sinevizyon gösterimi yapıldı. Ağırnaslı’nın “Her yürek devrimci bir hücredir” diyerek bitirdiği mektubun okunduğu anmada, MLKP’nin “Şan olsun Paramaz Kızılbaşlara” başlıklı bildirisi de okundu. Anmada, Britanya Kürt Halk Meclisi, Maoist Komünist Parti, Roj Kadın Meclisi ve Partizan taraftarları adına da konuşmalar yapıldı, mesajlar okundu. Paris’te ise ACTİT lokalinde gerçekleşen anma etkinliğinde, Ağırnaslı’nın mücadele hayatına dikkat çekilen konuşmalar yapıldı, MLKP ve YPG’nin yaptığı açıklamalar okundu. Etkinlik, sinevizyon gösterimiyle sona erdi.
Kilis şehitleri mezarları başında anıldı
KOCAELİ
Mahallesi’nde anma düzenlendi. ESP üyeleri, Kobanê’de ölümsüzleşen Ağırnaslı ile Serêkanîyê’de şehit düşen Serkan Tosun şahsında Rojava şehitlerini anma etkinliği gerçekleştirdi. Anmada yapılan konuşmada, Ağırnaslı ve Tosun’un açtığı yoldan mücadeleyi büyütme çağrısı yapıldı. Ağırnaslı’nın arkadaşı Süleyman Tatar’ın
Suphi Nejat Ağırnaslı için İstanbul’un Arnavutköy İlçesi’nde HDP binasında anma düzenlendi. Anmada konuşan HDK İlçe Yürütme Kurulu üyesi Mevlüt Aykoç, Rojava’da kurulan yeni yaşam modelinin emperyalistler ve bölgenin gerici devletlerini rahatsız ettiğini kaydetti, “Bu nedenle saldırıyorlar” dedi. ESP üyesi Ali Haydar Keleş de, Ağırnaslı’nın Türkiye devrimci hareketine bir mesaj verdiğini söyledi, “Hayata ve mücadeleye her zaman eleştirel yaklaşan, arayış içinde olan bir yoldaşımızdı” diye konuştu. Ankara’da ise ESP İl Örgütü tarafından Tüm Bel-Sen binasında anma düzenlendi. ESP İl Başkanı Fadime Çelebi yaptığı konuşmada, “Paramaz yoldaşın bize bıraktığı kızıl bayrağı taşımamız, tarihi sorumluluğumuzdur” dedi. Anmada çok sayıda kurum temsilcisi de söz alarak Ağırnaslı’yı andı. Ağırnaslı için Malatya, Samsun ve Hopa’da da anmalar düzenlendi.
“Haydi gidelim dostum haksızlıkların öcünü almaya yıldızlar parlasın üstümüze yenemezsek ölürüz ne çıkar!” E. Che Guevara Serkan Tosun, Suphi Nejat Ağırnaslı’ydı adları. Che’nin şiirsel devrim çağrısının en estetik yanıtı ve ölümsüz anıtı oldular. Devrime koştular, devrim kavgasında yıldızlaştılar. İsyanın alnında sonsuza dek ışıyacak Suphi Nejat’ın, Arîn Mîrxan’ın gülüşleri. And olsun ki devrim kavgasında yaşatılacak adları, düşleri. Suphi Nejat ve Arîn Mîrxan şahsında Kobanê’de devrim ve vatan savunmasında ölümsüzleşen tüm kahraman savaşçıların anısı önünde saygıyla eğiliyoruz. Suphi Nejat Ağırnaslı ölümsüzdür! Daima bizimlesiniz, daima sizinleyiz!
Tüm Cezaevlerindeki MLKP dava tutukluları adına Muhabbet Kurt ve Hasan Polat ◗ İSTANBUL Kilis’te 1992 yılında pusuya düşürülerek katledilen Hasan Çiçek, Müslüm Akyol ve Saim Bozkurt mezarları başında anıldı. Ezilenlerin Sosyalist Partisi üyeleri, Koşuyolu durağında buluşarak, Çiçek’in mezarının bulunduğu Karacaahmet Mezarlığı’na yürüyüş gerçekleştirdi. “Kilis şehitleri ölümsüzdür” yazılı pankart açılan anmada konuşan Ölümsüzlerin ve Tutsakların Sesi Platformu sözcüsü Münevver
İltemur, 1990’lı yıllarda yüzlerini dağlara dönen 6 devrimcinin irade ve kararlılığına vurgu yaptı. “Onları dağlara, özgür alanlara götüren şey devrime olan inançlarıydı” diyen İltemur, Kobanê’de savaşanlar gibi Kilis şehitlerinin de mücadelenin en ön cephesinde yer aldığını söyledi. ESP’liler ‘96 Ölüm Orucu şehidi Hüseyin Demircioğlu’nun mezarını da ziyaret etti. Kilis’te ölümsüzleşen Müslüm Akyol ve Saim Bozkurt da Gazi
Mezarlığı’nda anıldı. ESP üyeleri ve Akyol ailesi, mezarlık girişinde buluşarak “6’lar ölümsüzdür. Kızıl bayrağı dalgalanıyor” yazılı pankart açtı. Rojava’da ölümsüzleşen MLKP savaşçısı Serkan Tosun’un babası Niyazi Tosun’un da katıldığı anmada, kızıl bayraklarla Akyol ve Bozkurt’un mezarına yürüyüş yapıldı. Anmada sık sık “Kilis şehitleri kavgamızda yaşıyor” ve “Altılar yaşıyor, komünistler savaşıyor” sloganları atıldı.
31 Ekim 2014
●
PARAMAZ
atılım 19
●
Suphi Nejat Ağırnaslı: Öfke umut hakikat Suphi Nejat’ın mektubunda geçen “hakikat arayışçılığı” yeni bir dünya tahayyülünün ve buna eşlik eden “hayal gücünün iktidarını” öngörür. Hakikat arayışçılığı bundan kaynaklı önemlidir. Oluş halinde olana, olmamış ama hayal edilene ve edilecek olana dair bir arayış. Bu arayışın tükendiği yerde, tıkanmanın olacağına dair olan gönderme. Suphi Nejat’ın, hayatında cisimleşen arayış Kobanê’dir. ◗ OZAN HOROZ Bir dönem aynı evi, hayatı, masayı, barikatı paylaşmış bir yoldaşı olarak onu yazmak gerçekten çok zor. Birçok farklı mecrada, yayında üzerine sayfalarca yazı yazıldı, yazılmaya da devam edecek gibi. Nejat, her geçen gün yokluğu daha derinden hissedilecek bir yoldaşımız, dostumuzdu. Bunun birkaç nedeni var. Çünkü, ona çarpan, dokunan, okuyanların algı dünyalarını yapı söküme uğratan usta bir yapıcıydı. Kıymeti bu yüzden her geçen gün daha da anlaşılacak olan eyleminin vurucu gücü ve temelde komünist etiğin nasıl örüleceğine dair yaptığı, eyleminde cisimleşen duruşu; hayal, fikir ve eylem dünyamızı, soru sorma düzeyimizi derinden sarsacak bir etkiye sahip. Bu da, yokluğunu her geçen gün daha yakıcı hale getirecektir. Bu yan tartışmaya açık olmayan, ilksel olan yandır bizler için. İlk olarak Nejat’ın yüzüne tanık olundu, sonra akademik “başarılarına’’ daha sonra birçok yoldaşını ve kamuoyunu derinden sarsan mektubundaki sözlerine… Mektubunda en çok öne çıkan taraf sıradanlık vurgusu. Bu onun fikir dünyasının aslında kısa bir özeti gibi algılanmalı. Yalnız bu vurgu, kısa olduğu kadar altını ören eylemiyle birlikte bir bedenin nasıl bir manifestoya dönüşebileceğine dair de bir gönderme taşıyor. Bizler, dostları ve yoldaşlarının hayatında yarattığı temel yarılmada bu vurgunun altını dolduruş şekliyle başlıyor. Bizlerin hayatlarında yarattığı yarılma, hem akademinin, hem de bir bütün komünist hareketlerin kendilerine sorular sormaya başlamasına sebebiyet vermek içindi. Kobanê, Türkiye solunun neresinden geçer, Kobanê bizim neremizden geçer, her şeyin bu kadar şeyleştiği ve büyüdüğü bir dünyada çocuk kalma istediği ve bu cümlenin sonundaki hayal gücü vurgusu ne anlam ifade ediyor?
NEJAT HAKİKAT ARAYIŞÇISIDIR 8 yıllık dostluğumuzun, mesaimizin ve onun hayatına tanıklıklarım üzerinden bu kavramların altını doldurmaya çalışmak ve aslında Nejat’ı sizlerle konuşturmaya çalışmak gayreti içerisinde olacağım. Nejat’ın yazdıkları, bu anlamda ona dair tanıklıkların belki de yaşayan en canlı örnekleridir. Yazı dilinde olmazsa olmazlarından birisi her metninin istisnasız bir soru ile başlaması. Bu soru ve arayış onun eylemini yönlendiren bir pusula işlevi görüyordu. Diyalektik bir ilişkiye atıfta bulunmanın dışında bu tarz, devrimci ve sol hareketin, Marksizmle ilişkileniş tarzına ve Marksizmin yöntemine ilişkin kavrayışına dair esaslı bir eleştiriyi de içinde barındırıyor. Hazır cevaplar ve bu hazır cevapları besleyen komünist ve toplumsal muhalefet hareketlerinin eyleme istenci, onun yazılarındaki temel karşıtlık ve sola dair temel eleştirilerinden birisidir. O, her yazısında sıkıntı gördüğü bir yanı, karşısında canlı kanlı bir kişi varmış gibi tartışır-tartıştırırdı. Bu, metinlerinin dilindeki zenginliği de temelde besleyen en önemli yanlardan birisiydi. Mevcut kalıplaşmış kadro ve parti modelleri üzerinden ve bir bütün reel politikaya dair “öğretilmiş eylemciliğin-eylemin’’ kalıpları dışarısına çıkarak, yeni bir kitle hareketi ve kadro hareketi yaratmanın peşinde koşuyordu. İşte tam bu noktada “Her yürek devrimci bir hücredir, hayal gücü iktidara’’ sözü anlam kazanmaya başlar. Toplumsal formasyonu ve kapitalist üretim ilişkilerine içkin olan, “Büyük Kapatılma’’ ve distopyaları doğrulayan, dar pratikçi edimlerin dışında; çocuk kalma gayreti ve buna eşlik eden fikirsel zenginlik çerçevesinde Nejat’ı anlamlandırmak ve anlamak daha doğru olacaktır. Günlük hayat ve pratikle ilişkisi içerisindeki geçimsizlikleri bundandır. Çünkü Nejat, bir hakikat arayışçısıdır. Günlük
ilişkilerde idareci değildir, biri hakkındaki düşüncelerini direkt karşı tarafa müdanasız şekilde söylemesi bu komünist etiğin gereğidir. Tıpkı Kobanê örneğinde olduğu gibi. Bu anlamda Nejat’ın Kobanê pratiği, bir komünist etiğe davet ve bu meseleyle ilişkisini sadece dergi köşelerinde destek vererek geçiştiren ama bir sonraki sayfasında İspanya iç savaşındaki Enternasyonal Tugaylar’dan dem vuranlara pratik, eylemli yanıttır. Mektubunda vurguladığı haliyle ‘hakikat arayışçılığı’ vurgusu, insanların anlam dünyasında ve açıklamalarında bahsedildiği haliyle yanlış ifade ediliyor. Bu yüzden bu durumu açmakta fayda var. Gerçek ve hakikat arayışçılığını kategorik olarak ayıran temel yan; gerçek, epistemolojinin ve bilme edimlerinin kendisine dair bir gönderme taşırken; hakikat arayışçılığı, yeni olana ve yeni kırılma, alt üst oluş süreçlerinin eyleminin ve toplumsal formlarına dair bir gönderme taşır. Gerçek bilgi-bilmek ve hakikat arayışçılığı arasındaki o ince ve temel fark, bilginin üretim merkezlerine ve bu bilgiyi finanse eden tekellerin algı dünyasına dair söylenebilecek her şeyin, kapitalizmin ve onun savunucularının iz düşümleriyle dolu olduğu muğlak bir alandır. Bu yüzden, Nejat’a göre komünistler hakikat arayışçılarıdır. Özetle: Suphi Nejat’ın mektubunda geçen; “hakikat arayışçılığı” yeni bir dünya tahayyülünün ve buna eşlik eden ve “hayal gücünün iktidarını” öngörür. Hakikat arayışçılığı bundan kaynaklı önemlidir. Oluş halinde olana, olmamış ama hayal edilene ve edilecek olana dair bir arayış. Bu arayışın tükendiği yerde, tıkanmanın olacağına dair olan gönderme. Suphi Nejat’ın, hayatında cisimleşen arayış Kobanê’dir. Bir hayalin peşinden gitme ve bunu çok isteyerek, modern dünyanın Nejat’ı kodladığı bütün vasıfları paramparça ederek ve devrimci
bir yerden kurma edimiyle yapmak. Bunu, o mektubun kısa özetinde bahsedildiği şekliyle bir tercih de bulunacak kafa ve bilinç düzeyiyle yapmak. Diyalektiğin öbür tarafına geçerek yapmak yani. Nejat’ın fikir dünyasının ve eylemini oluşturan temel yan, kapitalizmi bir iç savaş toplumu olarak öngörmesinden kaynaklanmaktadır. Yine mektubunda bahsettiği sıradan bir genç olarak, sıradan çelişkileri bireysel olduğu kadar toplumsal çelişkilerdir. Yani kapitalizme dair, ona içkin olan çelişkilerdir. Bu çelişkileri derinleştirmek ve toplumsal kopuş ve kırılmaları yaratacak olan “sıradan emekçi insanların hayatını büyüleyecek, sıradan kahramanlar çıkaracak büyük bir çıkışın tohumlarını, hakikat arayışçılığının öncü ve artçı örgütünü yaratmanız dileğiyle” biten mektubun son bölümünde rafine olan durumdur. Bu aynı zamanda komünist etik, hakikat arayışçılığına yaptığı göndermelerin dışında konunun muhataplarına bir bütün davet ve gönderme de taşımaktadır. MEMUR ZİHNİYETLİ DEVRİMCİLİĞİ DÖNÜŞTÜRME Eylemini ören güçlü paradigmalar ve paradigmaları diyalektiğin en altın yasalarından birisi sayılan çatışma temelinde dizayn eden ve yeni bir soruyla bitiriş yapan bir arayışçılık, onun
yazı işiyle kurduğu devrimci disiplinin görüngüleridir. Emeğe yabancılaşma ekseninde ele alınması gereken memur zihniyetli devrimciliği dönüştürecek olan soru sorma ve bu sorulardan çıkacak olan zıtlıklara, antagonizmalara bir gönderme ve her aşamasında kendini katma söz konusudur. Bu da, devrimci eylemini ören altın yasadır. Hem eyleminde hem de bu eylemi ören pratik edimlerindeki sıradanlık vurgusu ve sıradan emekçileri büyülemek meselesi; “Kiraz Mevsiminin Şarabi Eşkiyası Olmak Varken” başlıklı yazısında vücut bulan durumdur. Piyasanın, “eski solcuların” romantizmle suçladıkları bizleri, gerçeklik ve rasyonellik davetine hayal gücü ve yeni bir anlamlar dünyası kurmak için yola düşüşün ve hayal gücüne davetin yazısıdır, Suphi Nejat’ın kaleminden dökülenler. Suphi Nejat Ağırnaslı, bizlere, dostlarına, yoldaşlarına koskocaman bir soru bıraktı. Ve bu soruyu kendi hikayesinde hiçbir soru işaretine mahal vermeyecek şekilde yaptı. Kendi hikayesinin, sıradanlığını ve ulvi olmayan yanını beraberine katarak, büyük bir anlatının, hikayenin ve düşün içerisine kattı. Geriye bu hayatı, gündelikte hiç ciddiye almayan yanı ve dünyanın bütün meselelerini kendi sırtında taşır gibi yüklendiği öfkesi, umudu ve hakikat arayışçılığı bizlere kaldı.
20
atılım
●
PARAMAZ
●
31 Ekim 2014
Arkadaşım, yoldaşım Nejat Suphi’ye
Aşk olsun sana, ama aşk olsun O, bu yol haritasını çizdi ve teslim etti geride kalanlara. Enternasyonalizm ve dayanışma sözcüklerini dilinden düşürmeyen Sol’a ne demeliydi peki! Dört koldan sarılmış artık ve artık varlık yokluk mücadelesi veren mazlum bir halkın yükselen çığlık sesine kulaklarını kabartmaktan öte ileri bir tavır sergileyemeyen Türkiye soluna isyankar bir yanıttı, Suphi yoldaşın Kobanê’ye koşuşu. ◗ ERDENER DEMİREL Yurdundan sürülmüş muhacirlerdik. Yabani ellerde büyüdük. Kimileri “Alamancı” koymuştu adımızı, birileri de “Auslaender”… Yüreği ezilenlerden taraf atan ve Deniz Gezmişlerin avukatlığını da yapan saygıdeğer bir dedenin torunuydun. Ben ise kulağıma Kürtçe klanlar fısıldayan bir dedenin torunu… Senin ataların Konya’dan benimkiler ise Dersim’dendi. Bizimkiler dağlıydı, sizinkiler ise ovalı… Dün gibi hatırlıyorum, kendimizi hiçbir zaman ait hissetmediğimiz, eskilerin “acı vatan” dediği Almanya’daki ilk karşılaşma ve tanışmamızı. Türkiye’deki zindanlardan ölüm haberleri geliyordu, kızıl bantlarını kuşanmışlardı devrimci tutsaklar. Memleketimiz yangın yeriydi. Bu yangını ta yüreğinde hisseden bir avuç insan da mültecileşmenin yüceltildiği ve yılgınlığın kol gezdiği yurt dışında, Türkiye ve Kuzey Kürdistan zindanlarında bedenlerini ölüme yatıran alev soluklu direnişçilerin sesine ses katmaya çalışıyordu. Bu amaçla, bir destek ve duyarlılık açlık grevi eylemi düzenlenmişti. Bir köşede tek başına oturan sen çarpmıştın gözüme. Çok gençtin(k) o vakit. Ne bir devlet ne de etrafında birilerinin telkini olmaksızın koşup geldiğini ve hiç tereddütsüz destek amaçlı açlık grevine katılmaya karar verdiğini öğrendiğimde çok etkilenmiştim. İçimizi ısıtan çay ve sohbet ile sabahladığımız o gece dün gibi aklımda. Sen aslında nasıl bir yol yürüyeceğini ve bu yolun seni 21. yüzyılın Stalingrad’ına dönüşen destansı Kobanê direnişine ve oradan da şimdi bağdaş kurup oturduğun yıldızlara ulaştıracağını anlatmıştın. Biliyor musun, ne kadar gururlu olsam da yüreğime söz geçiremiyorum. Serkan Tosun yoldaş hücre arkadaşımdı. Zindanda şehadet haberi almak, hele hele tanıyıp bildiğin, bir sürü anılar paylaştığın yoldaşlarının vurulup şehit düştüğünü öğrenmek!... Biz devrimciler ne güzel insanlarız be yoldaş! Tanıyıp bildiğimiz yoldaşlarımızın tökezlemelerine, düzene savrulmalarına, “benden bu kadar” diyerek çekip gitmelerine, tıpkı senin gibi şehadet şerbetini yudumlamalarına da dayanamayız. İçimiz parçalanır, canımız yanar. Üstelik her iki halin de devrimciliğin doğasında olduğunu bilmemize
rağmen. Ama bilmek yetmiyor be Suphi yoldaş! Kaç zamandır destansı Kobanê direnişi ile yatıp kalkıyoruz bu köhne zindanda. Nazi Almanya’sı ile Sovyetler Birliği arasındaki savaşın en kanlı merhalelerinin yaşandığı günlerde zindanda olan Nazım Hikmet de, “kafese kapatılmış aslanlar gibiyiz. Böğürüyoruz…” demiş. Geçenlerde mektup yollayan bir yoldaş ise, “Rüyalarımız bile Kobanê…” diye yazmış. Doğru söylüyor vallaha… Kan ve barutla sınanan Rojava devriminin kalbi ve aynı zamanda 21. yüzyılın Stalingrad’ı Kobanê’deki direniş ve bu direnişin tetiklediği tüm Kürdistan, Türkiye metropollerine yayılan serhildan! Nasıl da coşkulanmıştık. Ekim diyorduk. Devrimler ayıdır. Sovyetler’de, Çin’de yaşamıştık. Ekimin ürünü Stalingrad’ın direniş ruhu şimdi Kobanê’de yayılıyor dalga dalga! Yenilmez korkunç IŞİD’e kök söktürüyor(du) güneşin çocukları. Zindan duvarları Kobanê’den yayılan coşkuya, heyecana ve mutluluğa tanık oluyordu. Hatta bazen kendimizi direk cephedeymiş gibi hissediyorduk. Ama sonra gerçeğe dönüyor, sorular soruyorduk kimileyin kendi kendimize, kimileyin birbirimize. Biliyorduk, haberlerini alıyorduk, bir şekilde duyuyorduk. 20. yılını kutlayan Marksist Leninist komünistler de vardı Rojava’da, Rojava’nın kalbi bugünün Stalingrad’ı Kobanê’de. Merak etmemek elde değildi; Serkanlarımız, Yaseminlerimiz hangi siperlerde çatışıyorlardır şimdi acaba? Yüreğimiz ağzıma geliyordu. Kabullenmesek de biliyorduk, alçak düşmanın kıyıcı silahlarından kusulan bombalar ve kurşunlar bize de değecekti elbette. Akabinde bir haber düştü ajanslara: “Paramaz Kızılbaş kod adlı MLKP savaşçısı…” Bütün tanıdığım, bildiğim, çoktandır haber alamadığım yoldaşlarım tek tek canlandı, hücreme doluştu. Hangisiydi acaba? Ne yalan söyleyeyim can yoldaşın, sen hiç gelmedin aklıma. Kızma, darılma. Selamını alıyordum çok yakın zamana kadar. Partinin çağrısına hemen uyup İstanbul’dan koparak Kobanê’yi savunmaya gittiğini nereden bilebilirdim. Keşke vedalaşsaydın. Alacağın olsun!... İstanbul’da karşılaşmamızı da hatırlıyorum. Yine bir eylemdeydi. Çok zaman
olmuştu görüşmeyeli, fakat haberi almıştım. Sen de düşlerinin peşine koşmaya kavganın şehrine gelmiştin. Koşullar nedeniyle doyasıya hasret gideremedik, oysa konuşulacak ne kadar çok şey vardı. Şimdi ne kadar kızıyorum kendime; çünkü bir daha karşılaşamadık. Ben tutsak düştüm, mektuplarla sürdü yarenliğimiz. Benimle gurur duyduğunu yazmıştın ilk mektubunda; asıl gururu sen yaşattın bana-bize. “Hayalgücü iktidara” demişsin, geride bıraktığın mektubunda. Hayallerimizi gerçekleştirmede geride bıraktın beni… Şimdi sevgili Suphi Nejat yoldaşım, müsaadenle sıradaki satırlarda seni yoldaşlara, devrimcilere, bilip tanımayanlara anlatmak istiyorum. Aslında eyleminle anlattın kendini, mesajını verdin milyonlara söze ne hacet. Ama olsun… Taziye çadırında şöyle yazıyordu: “Alevi değildi Kızılbaş oldu, Ermeni değildi Paramaz oldu, Kürt değildi Kobanê’de ölümsüzleşti.” Nejat yoldaş, hiç abartısız doğal liderlik vasıflarına sahip birisiydi. Almanya’da lise öğrencisiyken bu yanıyla dikkat çekiyordu. Almanya’nın Duisburg kentinde, mevcut içerisinde nitelikli sayılabilecek bir lise (Gymnasium), şehir yönetimi tarafından yabancı göçmen öğrencilerin aşırı yığılmasına uğrayıp öğrenci profili değiştiği ve öğrencilerin sol siyasal çizgiye mensup olmaları gerekçesiyle kapatılmak istendi. Bunun üzerine bir öğrenci direnişi filizlendi. Daha o yaşlarda Nejat yoldaş kendi iradesiyle yatay geçişini bu liseye yaptırdı ve çok kısa sürede öne çıktı. Liseli öğrenci gençliğin önderi konumuna ulaştı. Okulda başlayan direniş kentteki diğer liselere de sıçradı. Öyle ki sayısı binleri bulan öğrenci gençlik eylemleri gerçekleşti ve yerel hükümet geri adım atmak zorunda kaldı. Kapatılmak istenen o lise hala faaliyette mi bilmiyorum, şayet faaliyetteyse Nejat’ın payı büyüktür. Türkiye’nin seçkin üniversitelerinden biri olan Boğaziçi’nde öğrencilik hayatını sürdürürken de liderlik vasıflarıyla öne çıktı. Boğaziçi Üniversitesi’nde kendisinden söz edilmeye başlaması, sosyalist gençlik önderi olarak sivrilmesi fazla zaman almadı. Orta sınıf gençler diye tabir edilen Boğaziçi öğrencilerini örgütleyip Tuzla Tersane işçilerinin grev eylemle-
rine destek amaçlı taşıyan öncülerden biriydi Nejat yoldaş. Haber kanallarında, Tuzla tersane işçilerine ajitasyon konuşmaları yaparken izlediğimiz, gördüğümüz o genç Paramaz yoldaştı. O’nun sınıf kiniyle dolu gözlerine yeniden ve yeniden bakmalı. Yıllar önce yaptığımız sohbetlerden, tartışmalardan da iyi hatırlarım, sınıfçı yanı çok kuvvetliydi. İnsanların nitelikleri dostları kadar düşmanlarının kendisine karşı tutumuyla da belirlenir. Tam da bu nedenle Nejat, düşmanlarının da nefretini fazlasıyla hak etmiş birisiydi. Politik pratiği ve Kürt mücadelesiyle yakından ilgilenmesi nedeniyle devletin kaçırma, şantaj ve tehditle yıldırma girişimleriyle yüz yüze kaldı. Suphi Nejat yoldaş okuyan, araştıran ve Marksizm’in teorik-politik ve pratik meselelerine kafa yoran biriydi. Aklının ermeye ve iradesinin şekillenmeye başladığı andan itibaren sürekli arayış içinde oldu. Hatta öyle ki bir keresinde bu arayışları, onun var olan ideolojik-politik akımların, platformların ve organizasyonların alternatifi bir oluşumun öncülüğünü yapma cesaretini kuşanmaya kadar götürdü. O bir sosyolog ya da araştırmacı-yazar olabilirdi. Bedel ödemekten sakınan, devrimci mücadele arenasının dışında tribünlerde kavgayı seyreden, ama devrimci harekete akıl vermeyi meslek edinen “teorisyenler”den de olabilirdi. Gerekli vasıflar fazlasıyla mevcuttu Suphi yoldaşta. Ama O, piyasada yığınla bulunan (enflasyonunu gördüğümüz) küçük burjuva aydın heveslilerinden değildi. Paramaz yoldaşın kitabında “Her yürek devrimci bir hücredir” yazıyordu. Burjuva basının satılık yazarları ve hayatları, “ben” ile sınırlı zavallılar şaşkınlık içerisindeler. Üç dil bilen, Boğaziçi mezu-
31 Ekim 2014 nu, genç, orta sınıf sayılabilecek bir aileden gelen, Almanya’ da oturum hakkı olan biri neden Kobanê’ye gider? Tükenmişlik sendromuna kapılmış yığınla solcu da şaşkındır kimbilir. İşçi sınıfının ve ezilenlerin davasına beyniyle ve yüreğiyle sarsılmaz bir inanç taşıyan, sahip olabileceği parlak hayatı elinin tersiyle itip, mütevazı bir yaşam seren Suphi yoldaşın son eylemi mesajlar yüklüdür, dosta da düşmana da. Avrupalı mültecileşmeye de bir sözü vardı Suphi yoldaşın: Kavganın sıcaklığından uzak diyarlarda kendinizi kurtarmak çözüm değildir! Paramaz yoldaşın, Almanya’dan Türkiye buradan Kürdistan’a yaptığı yolculuk devrimin yol haritasıdır. O, bu yol haritasını çizdi ve teslim etti geride kalanlara. Enternasyonalizm ve dayanışma sözcüklerini dilinden düşürmeyen Sol’a ne demeliydi peki! Dört koldan sarılmış artık ve artık varlık yokluk mücadelesi veren mazlum bir halkın yükselen çığlık sesine kulaklarını kabartmaktan öte ileri bir tavır sergileyemeyen Türkiye soluna isyankar bir yanıttı, Suphi yoldaşın Kobanê’ye koşuşu. Devrimci hareket saflarında her kayıp zamansız ve büyüktür. Ancak Nejat yoldaşın kaybı her anlamda gerçekten büyük bir kayıptır. Zira hepimiz de teslim etmeliyiz ki, devrimci hareketin bütün bölükleriyle nitelikli militan ve kadro sıkıntısı yaşamaktadır. Nitelikli kadro ve militan devrimci hareketin tarihinde hiç bu kadar yakıcı olmamıştır. Nejat yoldaş, kesinlikle potansiyelinin ve verili niteliklerinin bilincinde olan birisiydi. Ancak O’nun en temel karakterlerinden birisi olan mütevazı kişiliği, kendisini korumacı ve sakınmacı olma anlayışı ve pratiklerinden uzak kılmıştır. Nejat yoldaşın potansiyel ve niteliklerinden hayli geri oldukları halde kibrinden ve kaprislerinden geçilmeyen, kendini bulunmaz Hint kumaşı sanan bütün partili ve partisiz yoldaşlar Nejat’ı mutlaka örnek almalı, kendilerine ders çıkartmalıdırlar. Hem Suphi Nejat’ı anlatan, hem de yüreği ezilenlerden yana atan fakat ne yapacağına bir türlü karar veremeyen ya da sınırlandırılmış devrimcilikten kopup bir türlü parti çağrısına yanıt olmakta ikirciklik yaşayan; ezcümle hepimize ve herkese çok net mesajlar ilettiğini düşündüğüm şu dizelerle noktalamak istiyorum. Canı cehenneme rahat uyuyanın/Kapısını örtenin perdesini çekenin/Yüreği yalnız kendiyle dolu olanın/Duvarları ancak çarpınca görenin/Canı cehenneme başkasının yangınıyla/Evini ısıtıp yemeğini pişirenin./ Bahçesine dek gelen alevleri/Şehrayin sanan aptalın/Canı cehenneme, camlarında/Parçalanmış cesetler uçarken/Bir iğdiş incelikle çiçekleri sulayanın./Mutfakla yatak odası arasında/Çarşılarla gövdesi bencillik hırsı/ Yılgınlıkla yenilgisi arasında/Dünyayı tüketenin canı cehenneme. Şengal’de, Cizîre’de, Kobanê’de yükselen ezilenlerin çığlık sesi karşısında selam olsun, bizi sessizlik utancına ortak etmeyen partiye ve savaşçılarına!
●
SERBEST KÜRSÜ
atılım 21
●
SERBEST KÜRSÜ
mesut çeki
Devrin ve devrimin insanları Her devrin insanları vardır. O zaman dilimine, o tarihi an’a rengini veren insanlar. Yanıbaşlarında barbarlık kol gezerken, insani değerler ayaklar altında çiğnenirken; yalnızca kendileri için değil dünyanın bütün ezilenleri adına direnen insanlar. Adına “kavga” dediğimiz, “direniş” ve “destan” dediğimiz dağ gibi kavramlara onlar can verirler. Düne kadar köyünde, bağında bahçesinde, atölyede, sokaklarda olağan bir hayat sürerlerken birden dünyanın sorumluluğu omuzlarına yükleniverir. Yerellik ile evrensellik, kişisel olanla toplumsal olan, ulusal/kültürel değerler ve ilerici insanlık değerleri iç içe geçer. Böylesi bir devrin insanları kendilerini varlık ile yokluğun, yaşam ve ölümün ortasında buluverirler. Yalınlığın verdiği bilgelikle, hızla olağanüstü bir yaşamı örgütlerler. Evet, Kobanê’den bahsediyoruz. Emperyal politikalarını, gerici bölgesel çıkarlarını, hegemonik güç gösterilerinin odaklandığı ve düğümlendiği şehirden. Ortadoğu bataklığında ezilen halklar için bir vahaya dönüşen Rojava devriminin kalbinden bahsediyoruz. IŞİD barbarlığının 15 Eylül’deki ölümcül kuşatması ve saldırısı ardından yapılan seferberlik çağrısına yanıt verin insanlar, o kalbin nasıl attığını bize bir kez daha gösterdi. 16 yaşındaki Derweş Mıha tek kolu olmasa da kocaman bir yüreğe sahiptir. IŞİD’e karşı savaşmak üzere YPG karargahına koşar, başvuru yapar. Yaşı küçük olduğunda kabul edilmez. Karar karşısında gözleri dolar. Fakat pes etmeyen yaman bir gençtir. Hiçbir koşulda Kobanê’yi terk etmeyeceğini söyler. Cephede savaşanlara yardımcı olmak için “dört elle” çalışmaya koyulur. Heval Xebat iki eli bilekten aşağı ol-
mamasına rağmen cephedeki yerini alır. “Savaş sadece silah ya da ellerle verilmez ki” diyerek, savaşta en önemli silahın inanç ve irade olduğunu hatırlatır. Brusk’un fotoğrafını belki de görmüşsünüzdür. Üzerinde kamuflajlı üniforması, boyunda puşisi... İki kolunu havaya kaldırmış. Sol elinde keleş, sağ eli bilekten kesik. Ne avucu var ne de parmakları. Ama biz Brusk hevalin gözlerinin taa içinin gülmesinden anlarız; olmayan parmaklarla nasıl zafer işareti yapıldığını. Kobanê sokaklarının neden yenilmez olduğunu! Salih Kandil, 30 Temmuz’da batı cephesinde yaralanmış, bir gözünü kaybetmiştir. Fakat 15 Eylül’deki büyük bir saldırıyı duyar duymaz yeniden YPG saflarındaki yerini almıştır. Bu kez iki oğlunu, Deniz ve Sinan’ı da yanında getirmiştir. Bir baba ve oğulları onur ve özgürlük mücadelesi için tereddütsüzce İstanbul’dan Kobanê’ye koşmuştur. 53 yaşındaki Hecî Faruk da bir babadır. Kızının ön cephede kendisinin de arka cephede yer aldığını dile getirir. Daha önce lafzı edilemeyecek, hayali bile kurulamayacak bir gerçekliktir bu! Nasıl olur da kadının ikinci cins dahi sayılmadığı dinsel ve toplumsal kölelik zincirlerinin kördüğüm olduğu bir coğrafyada kadınlar elde silah savaşır! Hatta babalarının ilerisinde ön cephede. Ama Hecî Faruk’un da dediği gibi gerçektir. Kürdistan’da özgürlük hareketi değiştirmiştir. Hemê Osê’de bu gerçekliğe işaret eder: “Kızım doçka kullanıyor. Benim de keleşim var. Kızım benim komutanımdır” Analar da Kabonê savunmasının bir parçasıdır. Geceyarılarına kadar YPG ve YPJ savaşçılarına yemek hazırlarlar. Hemî de Sêxon’nun sözleri, Kobanê’de siville-
rin ve kadınların kalmadığı propagandası yapanlara tokat gibidir. “Bizler buradayız hiçbir yere gitmedik, gitmeyeceğiz de. Burası bizim ülkemiz. Kahramanlarımız burada savaşırken, akşama kadar cephede direnirken bizler nasıl bırakıp gideriz” Kadınların direnişteki yerlerini en iyi yansıtanlardan biri de Halk Meclisi Eşbaşkanı Ayşe Efendi’dir: “Kimse bizim pes edip kırılacağımızı düşünmesin. Biz kadınlar, gerekirse başımızdaki tülbentle ayaklarımızı bağlar yine de mevzilerimizi terk etmeyiz. Anneler olarak tankların altında kalırız ama topraklarımızı terk etmeyiz” Kobanê’li doktorlar da cephe gerisinde ölümle yaşam acıyla sevinç arasında büyük bir mücadelenin parçasıdırlar. Sınırlı imkanlarla yaralı yoldaşlarını tedavi etmenin yanı sıra kimileri ellerine bağlamalarını alıp türkü ve marş söylerler. Çünkü bilirler ki bir savaşta en etkili ilaç moraldir. Ayşe Efendi’nin tekil bir örnek olmadığını özellikle hatırlatmalıyız. Kobanê köylüleri, emekçileri gençleri gibi başbakan da dahil kanton yöneticileri de devrimin ve direnişin itici gücü PYD’nin eşbaşkanı da silah kuşanmışlardır. Kobanê’deki 7’den 70’e çiftçiden başbakana örgütlenmiş bir halk gerçekliğidir. Ortak üretip birlikte paylaşanlar devrimin ve insanlığın kazanımlarını da omuz omuza savunmaktadırlar. Kobanê’de her an’ı bir ömür gibi yaşanan şimdiki devrin insanlarının hikayeleri derya deniz. Anlatmakla bitiremeyiz. Ancak anımsadığımız birkaç örnekte bile Rojava devriminin yarattığı toplumsal yapıyı ve yeni insan kuşağını görebiliriz. IŞİD barbarlarının ölümcül kuşatmaya ve bütün güçleriyle yüklenmelerine rağmen başarı sağlamamalarına akıl sır erdirememeleri; “Dünyanın bütün stratejik akılları”nın bir türlü çözemediği Kobanê direnişinin sırrı işte bu toplumsal yapıda ve yeni insan kuşağında devrimin insanlarında gizlidir. Bu yapının ve kuşağın belki de en masum temsilcisi heval Naim’dir. Namı diğer “Kobanê’nin delisi”dir. 2004’te Qamışlı serhildanı zamanında Baas rejiminin katliamından sağ kurtulmuştur. Aylarca gördüğü işkencelerden dolayı akli dengesini yitirmiştir. Fakat 24 saatini YPG’lilerin yanında geçirir. “Biji berxwedana YPG/YPJ” sloganını atmaktan vazgeçmez. “Naim burada ölecek ama toprağını bırakmayacak” sözlerini dilinden, keleşini de elinden düşürmez. Hodri meydan! Haydi bakalım, gericiliğin yoz artıklarından ve damarlarından petrol akan muktedirlerden kırk tane “akıllı” gelsin de bir tanecik delimizi teslim alsın..!
22
atılım
●
HABER
●
31 Ekim 2014
KGÖ: 20. yılımızda Paramazların izindeyiz 20. kuruluş yıl dönümü dolayısıyla açıklama yapan Komünist Gençlik Örgütü (KGÖ) Merkez Komitesi, gençliğe örgütlenme, Gezi’nin isyankar genç ruhu ile Kürt gençliğinin serhildan ruhunu birleştirme çağrısında bulundu. ◗ HABER MERKEZİ Marksist Leninist Komünist Parti’nin (MLKP) gençlik örgütlenmesi Komünist Gençlik Örgütü (KGÖ) Merkez Komitesi, kuruluş yıl dönümünde açıklama yaptı. Türkiye ve Kürdistan halk gençliğine çağrıda bulunan Komünist Gençlik Örgütü Merkez Komitesi, “Partimiz MLKP ve O’nun yıldızı KGÖ’müz 20. savaş yılında” diye belirtti.
nin yol gösterdiği KGÖ, genç kadınların örgütüdür. KGÖ, genç kadınlar arasındaki çalışmalarıyla, tarihinde ortaya koyduğu kadın milis eylemleriyle, yetiştirdiği genç kadın savaşçılarıyla, Şengül Boran ve Yasemin Çiftçi gibi örnek kadın prototiplerle, kadın aklı ve gücünü açığa çıkarma ve erkek egemen zihniyetin bütün görüngüleriyle savaşma iradesiyle yürüdü ve yürümeye devam edecek.”
‘SAVAŞ SİPERLERİNİN EN ÖNÜNDE’ Kuruluş yıl dönümü 25 Ekim 1994 olan KGÖ’nün, “Kampüslerden liselere, emekçi mahallelerindeki barikatlardan 4-5 Şubat atılımına, YÖK protestolarından NATO çarpışmalarına, Roboski için adalet çığlığından Gezi Ayaklanması’na hep en önde” olarak tanındığı belirtilen açıklamada şöyle denildi: “Nerede militan bir mücadele varsa, komünist gençlik olarak orada çarpışan olduk. Şengül Boran’ı, Özgür Evrim Göçen’i, Erkut Direkçi’yi, Aynur Karaman’ı, Özgür Kaya ve Fulya Taşdelen’i, Yasemin Çiftçi’yi ölümsüzlüğe uğurladık. Yüzlerce genç militanımız, faşizmin işkencehanelerinden ve zindanlarından geçti. Ama asla boyun eğmedik faşizmin önünde. Şehitlerimizden öğrendik, güç aldık. Zindanları, faşist diktatörlüğe karşı daha güçlü kavgalara tutuşmak için birer okula çevirdik. Ateş altında geçen bu tarih, daima ileri yürümenin tarihi oldu. Her sendelememizden, yürüyüşümüzü daha bir güçlendirerek sürdürme iradesiyle çıktık. Daha fazla çelikleştik. Her militanımız daha fazla sorumluluk almak için bir adım öne çıktı. Savaş kurmayımız MLKP’nin genç yapıcıları olarak hep savaş siperlerinin en önünde olduk.”
“PARTİMİZ MLKP ROJAVA DEVRİMİ’NİN İÇİNDEDİR” KGÖ açıklamasında Kürdistan ve Ortadoğu coğrafyasında kritik günlerden geçildiği vurgulandı, Kürdistan’ın asi gençliğine çağrı yapılarak; “Emperyalistlerin ve AKP iktidarının destekleyip büyüttüğü eli kanlı IŞİD çetesi, Rojava devrimine, devrimin kazanımlarını yok etmek için var gücüyle saldırıyor. Bugün Rojava’da YPG/YPJ ve MLKP’nin gösterdiği direniş, bütün bir Ortadoğu’nun kaderini belirleyecek bir direniştir. Serkan Tosunların, Arin Mirkanların, Paramaz Kızılbaşların yarattığı değer bizlere, Türkiye ve Kürdistan gençliğine yol göstermektedir. Sade ve pürüzsüz bir yaşam, düzen içi rezil bir hayatı elinin tersiyle itmek ve feda ruhuyla savaşabilmek... İsimleri, komünist gençler için bir savaş parolasıdır artık. Bilmekteyiz ki, Rojava Ortadoğu’nun geleceğidir. Rojava’da boy veren devrim, demokratik ve sosyalist Ortadoğu federasyonunun tohumudur. Partimiz MLKP ve onun genç savaşçıları Rojava Devrimi’nin içindedir. Çünkü, Rojava bizim devrimimizdir. Çünkü, MLKP Kürdistani bir güçtür” denildi. Kuzey Kürdistan’da yürütülen büyük direniş sonucu AKP iktidarının, PKK lideri Abdullah Öcalan’ı muhatap alarak masaya oturmak zorunda kaldığı belirtilen açıklamada şöyle denildi: “Bu, her şeyden önce binlerce Kürt gencinin eşsiz direnişinin eseridir. Yaklaşık 40 yıldır yüzünü dağlara dönen Kürt gençliğinin yarattığı kahramanlıkların sonucudur bu tablo. Fakat eli kanlı AKP iktidarı, masaya oturmasına rağmen, oyalama ve bekletme koridorunda çürütme taktiği izlemektedir. Kürt sorununun düzen içi burjuva çözümüne dair bile esaslı bir adım atmaya yanaşmamaktadır. Anadilde eğitim gibi temel bir insani hakkı bile çok görmektedir Kürt
‘TAKSİM KOMÜNÜ KOMÜNİST TOPLUMUN BİR MİNYATÜRÜ’ Gezi’nin genç ruhuna çağrıda bulunan KGÖ MK’sı şu ifadeleri kullandı: “90 kuşağı apolitiktir, bu gençlikten bir şey çıkmaz’ diyenlere, ‘80 darbesiyle, gerici faşist eğitim sistemi ve YÖK postalıyla istediği tipte gençliği yarattığını sananlara en güzel cevabı sen verdin! Üstelik bir ayaklanmayla ve her anlamda bütün bilindik algıları tuzla buz ederek... Dindar nesil yetiştireceğini söyleyen AKP iktidarına güçlü bir yanıttı bu aynı zamanda. 90 yıllık faşist Türk burjuva devlet
tarihinin gördüğü en görkemli ayaklanmanın yapıtaşı oldun. Sokaklar; mizahla politikanın, barikat savaşlarıyla yaratıcılığın, taraftar grupları, sanatçılar, LGBTİ’lerle sosyalistlerin, devrimcilerin buluştuğu rengarenk alanlara döndü. Dayanışmanın ve paylaşmanın eşsiz güzelliklerini yarattın. Taksim Komünü’yle, gelecek komünist toplumumuzun bir minyatürünü sergiledin. Faşist diktatörlük ve onun polisi, Ali İsmail’i, Ahmet’i, Abdocan’ı, Ethem’i, Mehmet’i, Berkin’i, Medeni’yi ve Ferhat’ı, bu büyük direnişte aramızdan aldı. Yüzlerce gazimiz oldu. Yüzlerce tutsak verdik. Sosyalistlere ve Gezi’nin simgesi Çarşı’ya müebbet hapisten dava açtılar. KGÖ, bu adaletsizlik ve haksızlıklara karşı mücadelede ön saflarda çarpıştı. İstanbul’da, Ankara’da, İzmir’de ve daha onlarca kentte, üniversitelerde, liselerde, meydanlarda ayaklanmanın bileşeni oldu.” Gezi Ayaklanması’na neden olan hiçbir sorunun çözülmediğine vurgu yapılan açıklamada, “AKP iktidarı yaşamın her alanına bütün fütursuzluğuyla saldırıyor. Üniversiteler ve liseler hala zapturapt altında. Eğitim sistemi her geçen gün daha fazla içinden çıkılmaz bir kördüğüme doğru götürülüyor. Alevi gençliğimiz zorunlu din dersi uygulamasıyla Sünnileştirilmeye çalışılmakta, birçok genç arkadaşımız zorla imam hatip liselerine yazdırılmaktadır. Bu politikalara
karşı mücadele yürüten yüzlerce öğrenci halen tutuklu veya hükümlüdür. Özerk-demokratik üniversite, bilimsel, parasız ve anadilde eğitim isteyen öğrenci arkadaşlarımız yüzlerce yılları bulan cezalar alırken, Gezi şehitlerimizin ve gazilerimizin katilleri doğru dürüst yargılanmamıştır. ÖGB, polis ve soruşturma terörü üniversitelerde sürüyor. Keza, liselerde polis idare ve faşistlerin işbirliğiyle demokratik lise mücadelesi engellenmek isteniyor” diye belirtildi. ‘GENÇ KADINLARIN GÜCÜNDEN KORKUYORLAR’ Komünist Gençlik Örgütü 20. yılında genç kadınlara şöyle seslendi: “Her gün bir kadının daha katledildiği haberiyle uyanıyoruz. Coğrafyamızda büyük bir kadın kırımı yaşanıyor. Kapitalist erkek egemen düzenin bütün mekanizmaları ise kadın katili erkekleri koruma, aklama yolundan yürüyor. Bu yolla erkekleri koruyarak, aslında erkek egemenliğinin sürekliliğini sağlıyor. Kadınların gücünden, özellikle de bilinci değişime daha açık olan genç kadınların gücünden korkuyorlar. Kadınlar sadece katledilmiyor, sokakta, okulda, ulaşım araçlarında, yurtlarda, işyerlerinde tacize, tecavüze, fiziksel ve psikolojik şiddete uğruyor. Üniversite ve liselerde giyimlerine, kaldıkları yurt ve evlerde ise giriş-çıkış saatlerine karışılıyor. MLKP’nin kadın devrimi perspektifi-
31 Ekim 2014 gençlerine. İmralı’da görüşmeler yaparken Roboski’de katliam, Rojava’da IŞİD saldırılarını örgütlemektedir. Kürt sorununun gerçek çözümü ancak Türkiye ve Kürdistan gençliğinin ve halklarının birleşik mücadelesinden ve direnişinden geçmektedir. Gezi’nin isyankar genç ruhuyla, yüzünü dağlara dönen asi Kürt gençliğinin serhildan ruhu birleşmelidir. Kuzey Kürdistan’ın yolu Rojava’nın yolu olmalıdır.” ‘GENÇLİK ASLA ZAPTURAPT ALTINA ALINAMAZ’ Açıklamanın sonunda lise ve üniversite öğrencilerine seslenen KGÖ MK’sı şu ifadeleri kullandı: “Dünya kapitalizmi bir varoluş krizi içinde. Dünyanın her yerinden gençliğin ayak sesleri yükseliyor. Geleceksizlik, gençlik kitlelerinin ortak sorunu. Kapitalizmin ne insanlığa ne de gençliğe vadedeceği hiçbir şey kalmadı. Yerkürenin her yerinde gençlik kitleleri giderek daha fazla sistemden kopuşmaya ve sistemle çarpışmaya başlıyor. Ve bu, bugün hiç olmadığı kadar egemenleri korkutuyor. Bundandır, Meksika’da ayağa kalkan gençliği kirli yöntemlerle katlediyorlar. Bundandır, coğrafyamızda gençliğe polis-yargı-soruşturma terörü ayyuka çıkıyor. Ama nafile! Gençlik asla zapturapt altına alınamaz! Gün, faşist diktatörlüğe ve emperyalist kapitalizme karşı sosyalizm bayrağını yükseltme günüdür! Gün, partimiz MLKP saflarında Rojava Devrimi’ni savunma günüdür! Gün, genç gücümüzü KGÖ’de tek yumruk olarak birleştirme günüdür. Yoldaşlar; Partimiz MLKP’nin yol göstericiliğindeki Komünist Gençlik Örgütümüz, 20. savaş yılına daha güçlü giriyor. Her genç komünist, kendi sınırlarını aşma ve kendini daha büyük bir sorumlulukla örgütleme göreviyle karşı karşıyadır. Devrimi örgütleyen bir partinin genç militanları olarak kendimizi mücadelenin ihtiyaçlarına göre konumlandırma, niteliğimizi yükseltme, savaş gücümüzü daha da büyütme göreviyle karşı karşıyayız. 20. yılda genç komünistler mücadelenin her alanında bir adım öne çıkmalıdır. Gençliğin gücünü faşist diktatörlüğe karşı örgütlemeye! 20. yılında şan olsun MLKP’ye, şan olsun KGÖ’ye!”
●
HABER
atılım 23
●
KGÖ milislerinden eylem MLKP/KGÖ milisleri, İstanbul’da eylem yaptı, kuruluşlarının 20. yılını kutladı. Komünist gençler ayrıca, Kobanê’de ölümsüzleşen MLKP savaşçısı Suphi Nejat Ağırnaslı’yı (Paramaz Kızılbaş) andı, Kobanê direnişini selamladı. ◗ İSTANBUL Ataşehir’e bağlı 1 Mayıs Mahallesi’nde MLKP/KGÖ milisleri gerçekleştirdikleri eylemle, kuruluşlarının 20. yılını kutladı. Komünist gençler ayrıca Kobanê’de ölümsüzleşen MLKP savaşçısı Suphi Nejat Ağırnaslı’yı (Paramaz Kızılbaş) andı. Ana caddeyi molotoflarla trafiğe kapatarak yürüyüş yapan KGÖ milisleri, örgütlenme çağrısı yaptı. “20. yılında Paramaz’ın izindeyiz” yazılı pankartın açıldığı eylemde “Özgür, Erkut, Güneş KGÖ’de birleş”, “Partinin yıldızı Komünist Gençlik Örgütü”, “Gençler partiye MLKP’ye”, “Çelikten irade, granitten disiplin, ölümden zafere yaşasın partimiz MLKP” sloganları atıldı. Alkışlarla eylemi destekleyen halka konuşmalar yapan KGÖ’lüler, “Bizler, partimiz MLKP’nin Komünist Gençlik Örgütü milisleri olarak Rojava’dan Şengal’e, Kobanê’ye neredeysek orada şehitlerimize verdiğimiz devrim sözü-
müzü yerine getireceğiz” dedi. Genç kadınları, üniversite ve lise öğrencilerini KGÖ saflarında devrim yürüyüşüne katılmaya davet eden milisler, kuruluşlarının 20. yılını da kutladı. KGÖ milisleri, Rojava devrimi ve Kobanê direnişini MLKP savaşçıları Serkan Tosun ve Paramaz Kızılbaş’ın
izinden yürüyerek sahiplenme çağrısı da yaptı. “Partimiz MLKP ve Komünist Gençlik Örgütü’müzün yılmaz savaşçıları ve milisleri olarak Serkan Tosun ve Paramaz Kızılbaş’ın izinden yürüyeceğiz” diyen milisler, ant içerek eylemi sona erdirdi.
Sokak sokak 20. yıl çağrısı ‘İsyan, devrim, özgürlük’ şiarıyla İstanbul’da düzenlenecek 20. yıl buluşması için hazırlıklar sürüyor. Sosyalistler, semt semt emekçileri etkinliğe davet ediyor. ANKARA
ADANA
◗ HABER MERKEZİ Ezilenlerin Sosyalist Partisi (ESP), “İsyan, devrim, özgürlük. 20. yılda direnenler buluşuyor” şiarıyla 29 Kasım günü İstanbul Bostancı Gösteri Merkezi’nde düzenleyeceği etkinlik için çalışmalarını sürdürüyor. İstanbul’da ESP üyeleri, tüm ilçelerde yaptıkları afişler ve bildiri dağıtımları ile halkı 20. yıl etkinliğine davet etti. Sancaktepe’de ESP üyeleri, işçi duraklarında bildiriler dağıttı. Demokrasi Caddesi’nde de ajitasyon konuşmaları eşliğinde çalışmalarını sürdüren ESP üyeleri, Demokrasi Caddesi’nde
çadır kurdu. Ataşehir’e bağlı 1 Mayıs Mahallesi’nde de çadır açıldı. ESP üyeleri yaptıkları konuşmalarda, AKP Hükümetinin politikalarını teşhir ederek, halkı örgütlenmeye çağırdı. ESP üyeleri, Beyoğlu İstiklal Caddesi ve Galatasaray Meydanı’nda 20. yıla çağrı bildirileri dağıttı, konuşmalar yaptı. Adana’da da çalışmanın startını veren ESP üyeleri, Şakirpaşa Mahallesi’nde afiş astı. Sosyalistler,Ankara’da Kızılay’ı 20. yıl afişleri ile donattı. Çalışmalar, kent merkezlerinin yanı sıra emekçi semtlerinde yoğunlaştı.
İSTANBUL
Soma-Ermenek; kaderleri mi hep ölmek? AKP’li maden patronunun iş güvenliğini maliyet görmesi nedeniyle Ermenek’te 18 işçi göçük altında kaldı. Çalışmalar uzadıkça umutlar azaldı. Patron işçi ölümleri için “kaçınılmaz” derken, AKP’li yetkililer Soma’da tutmadıkları sözleri yinelemekle yetindi. ◗ KARAMAN Ermenek’e bağlı Pamuklu Köyü yakınlarında Has Şekerler Madencilik şirketi tarafından işletilen kömür ocağında göçük altında kalan işçiler kurtarılamadı. Su baskını yaşanan ocaktaki 26 işçiden 8’i kendi çabalarıyla kurtulurken, 18 işçi ölüme terk edildi. Maden Mühendisleri Odası eski Başkanı Mehmet Torun, faciaya ihmaller zincirinin neden olduğunu belirtti, “Özellikle AKP döneminde başlayan sermaye birikiminin ucuz emek üzerinden götürülmesi, bu kazaların bize ‘kader’ olarak dayatılmasına neden oluyor” dedi. 1994-2009 arasında Güneyyurt Belediye Başkanı olan ve 2009 seçimlerinde AKP’den yeniden aday olan Patron Saffet Uyar’ın, Torba Yasa’nın çıkarılmasının ardından madende üretimi bir ay durdurduğu, yeniden işe çağırdığı işçilerin yol ve yemek ücretlerini de gasp ettiği ortaya çıktı.
BAKANLIK KAPATMAMIŞ! Soma’da yaşanan işçi katliamının ardından Haziran ayında Çalışma Bakanlığı’nın yaptığı denetimde, 9 bin lira para cezası kesildiği, eksiklikler tespit edilmesine rağmen madenin kapatıl-
Ermenek’te yaşanan facianın ardından İstanbul’da sokağa çıkan işçi ve emekçiler, faciada sorumluluğu bulunan Enerji ve Çalışma bakanlarını istifaya çağırdı.
madığı ortaya çıktı. Ocaktan sağ kurtulan işçiler, “Bu üçüncü su baskını” diyerek tepkilerini dile getirdi. Patronun öğle yemeğini maden içinde yemeye zorladığını belirten işçiler, “Önlem alınsaydı böyle olmazdı” dedi. Şirket adına açıklama yapan patronun akrabası Şahin Uyar, “İçeride 26 işçi vardı. Sekizi kaçıp kurtuldu. İçeride kalanlar için umudumuz yok denebilir” dedi. Su baskını için “kaçınılmaz” iddiasında bulunan Uyar, “Siz yolda giderken ne zaman trafik kazası yapacağınızı tahmin edebiliyor musunuz? Bu da öyle bir şey” ifadelerini kullanarak, işçi ölümlerinin normal olduğunu savundu. 18 işçinin mahsur kaldığı Ermenek’te, 22 Kasım 2003 tarihinde başka bir maden ocağında grizu patlaması yaşanmış, 10 işçi feci şekilde can vermişti.
YİNE AYNI SÖZLER 18 işçiden ümitlerin
kesildiği
Ermenek’e giden Başbakan Ahmet Davutoğlu ve Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan, resmi rakamlara göre 301 işçinin yaşamını yitirdiği Soma katliamı sonrasında söylediklerinin aynılarını söyledi. Madenci yakınları ile görüşen Başbakan Davutoğlu, idari ve adli soruşturmanın devam ettiğini söyledi, “Kimse sorumluların soruşturmadan azade olacağını düşünmesin, bizzat takipçisi olacağım” dedi. Başbakan, kazadan çıkarılacak sonuçlarla yeni bir yasal düzenlemeye ihtiyaç duyulması halinde konuyu Meclis’e taşıyacaklarını söyledi. Cumhurbaşkanı Erdoğan da, kurtarma çalışmalarının titizlikle yürütüldüğünü savundu, “Ama Soma sonrası getirilen değişiklikleri bazı işverenlerin hazmedemediği anlaşılıyor” dedi. Soma’nın ardından “Bu işin fıtratında ölüm var” sözleriyle tepki toplayan Erdoğan, yemek saatinin mesainin içine kaydırılmasının hak ihlali olduğunu söylemesi dikkat çekti.
‘Köpek kadar değerimiz yok’ 18 işçinin kömür ocağında mahsur kaldığı Karaman’da inceleme yapan AKP’li bakanlar, işçi yakınlarının tepkisiyle karşılaştı. İşçi yakınları Aysel Öztürk ve Fadime Haznedar, bakanlara “bizim köpek kadar değerimiz yok” diyerek isyan etti. Madenlerin işçi ölümleriyle anılmasını istemediklerini söyleyen Haznedar, “Canlarımız gitti, bize hayatı zehir ettiniz. Bakanlar olarak işçiler için ne yaptınız?” diyerek hesap sordu. Ocaktan sağ kurtulan işçiler de Enerji Bakanı Taner Yıldız’a, “Bu üçüncü su baskını, önlem alınsaydı böyle olmazdı. Müfettişler denetim yapsın.Yoksa işveren eksiklikleri giderir ve denetimde bir şey çıkmaz” diyerek tepki gösterdi.
Sorumlular istifa ◗ HABER MERKEZİ Ermenek madeninde mahsur kalan işçilerin kurtarılamaması üzerine KESK ve DİSK’in çağrısıyla Galatasaray Lisesi önünde bir araya gelen emekçiler, AKP Hükümetine tepki gösterdi. Eyleme TTB, TMMOB, HDP ve ESP’nin de aralarında olduğu çok sayıda siyasi parti ve kitle örgütü de katıldı. “Ölüm madencilerin kaderi değildir” pankartı açılan eylemde yapılan açıklamada, Ermenek’te yaşananlardan Çalışma Bakanlığı sorumlu tutuldu, iş cinayetlerinin bir daha yaşanmaması için rödovans ve taşeron çalıştırma sistemlerine son verilmesi istendi.
DİSK’e bağlı Limter-İş Sendikası, facianın ardından iki günlük yas ve iş bırakma çağrısı yaptı. Adana, Kocaeli ve Eskişehir’de sokağa çıkan emek ve demokrasi güçleri de, Ermenek’te yaşananların sorumlusunun taşeron çalışma sistemi olduğuna dikkat çekti, AKP hükümetinden hesap sorma çağrısında bulundu. Ankara Güvenpark’ta “Ermenek İçin İnsanlık Nöbeti” başlatan Halkevleri üyeleri polis saldırısına maruz kaldı. Polis 22 kişiyi gözaltına aldı. İstanbul Sancaktepe’de de ESP üyeleri “TOMA değil, yaşam odası” pankartı astıkları çadırda nöbet başlattı.