Kobanê direnişi dünyaya yayıldı K
obanê, IŞİD çetelerinin saldırılarına karşı yaklaşık iki aydır direnişte. ‘Düştü düşecek’ denilen Kobanê, tarihi bir direniş yazıyor. YPG/YPJ savaşçıları, Kobanê’yi can fedayla ayakta tutarken, vicdan ve onur direnişi, dünya halklarının bilincini, aklını ve yüreğini sardı. Dünyaca ünlü aydınların girişimiyle ilan edilen 1 Kasım Dünya Kobanê Günü, 5 kıtada 39 ülkede ezilen halklar, Ortadoğu’da açan yeni yaşam filizine eylemiyle su verdi. S. 12-13
HABERDE OBJEKTİF • YORUMDA DEVRİMCİ
• YIL: 2 • 7 Kasım 2014 • 146 •
GÜNDEM • s. 2
Kobanê “zamanın ruhu”, AKP’nin kabusu
Ermenek’te işçilere hala ulaşılamadı Soma’da 301 işçiye mezar olan madenler, Ermenek’te yeni canlar aldı. İş güvenliği önlemi alınmaması nedeniyle cinayetlerin ardı kesilmiyor. Madende su baskını altında kalan 18 işçi için umutlar tükendi. İşçilerin cansız bedenleri bile çıkarılamadı. İşçi ölümlerinin önüne geçilmemesinden hükümeti sorumlu tutan sendikacılar, “İş cinayetleri artık politik bir sorun haline geldi” dedi, acilen İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği Kurulları oluşturulmasını istedi. S. 8-9
alma”lar, “bak kapatırız ha”lar, kontrgerilla aparatı tetikçileri partililerin üzerine salmalar, Erdoğanca bayat “korkutma”lar, Davutoğlunca acemi “efelenme”ler, Arınçça “çok bilmişlik”ler, falanlar filanlar... Biliyoruz, çok korkuyorlar. Ya barışa gelecekler, müzakereye geçecekler, ya da geldikleri gibi gidecekler. Her şeyin bir sonu var, denizin bittiğini görecekler.
SERBEST KÜRSÜ • s. 16
BEKSAV, kuruluşunun 20. yılında yeniden ‘merhaba’ diyor. 4 yıllık aranın ardından, Kadıköy Acıbadem’de bulunan Nazif Paşa Konağı’nda faaliyetlerine yeniden başlayan BEKSAV, çok sayıda atölye ve kurs ile çalışmalarının startını verdi. BEKSAV Yönetim Kurulu Başkanı Kenan Ağbulut, “Umutla, dirençle kaldığımız yerden devam ediyoruz” dedi. S. 17
• FİYATI: 1 TL • www.atilimhaber.org
AKP ateşle oynuyor Ateşle oynuyor AKP ve devlet. Kendini de yakacak bu ateşi, gözü kara bir şekilde körüklüyor. Rojava ve Kobanê’de içine düştüğü açmazdan, başına gelenlerden bir şey öğrenmemişe benziyor. Şimdi de HDP’yi hedef tahtasına yerleştirmiş görünüyor. Yalan, karalama, aşağılama, şantaj, kışkırtma, tehdit, tutuklama, kurşun... Atış serbest! Çözüm sürecini “askıya
BEKSAV yeniden...
HDK kongresine giderken
TARİH BİLİNCİ • s. 18
SKM: Temel görev isyanı büyütmek ESP Sosyalist Kadın Meclisleri (SKM) Sözcüsü Fadime Çelebi, kadın özgürlük mücadelesinde temel görevlerinin Rojava kadın devrimi ve Kobanê direnişi ile iş cinayetinde katledilen ve şiddete uğrayan kadınların öfkesini birleştirmek olduğunu belirtti. Çelebi “Temel görevimiz isyanı büyütmektir” dedi. S. 10 “Geçmişteki geleceğimiz”: Ekim Devrimi
2
atılım
7 Kasım 2014
GÜNDEM
Kobanê “zamanın ruhu”, AKP’nin kabusu Daha dün, 15 Eylül itibariyle, yani bundan elli küsur gün önce Kobanê, karşısındaki cephenin genişliği ve etki çapı göz önüne alındığında, bir anlamda bütün “küresel dünya”ya karşı direnmeye ve savaşmaya başladı... IŞİD denilen karşı devrimci faşist karargah, bu cephe içindekilerin şu ya da bu şekilde kullanmaya, yönlendirmeye çalıştığı mızrak ucundan başka bir şey değildi... Açık ya da gizli, askeri ya da mali, lojistik ya da ideolojik, kararlı ya da temkinli vs. ama kendi hesabına mızrağın sapına el atanlar çoktu... Türkiye’nin konumu ise daha özel bir misyona tekabül ediyordu. AKP devleti, IŞİD mızrağına yapışmakla, onu kendinden bilmekle kalmıyor, ucuna “zehir” sürme çılgınlığına, ölüm kalım meselesine kadar “derin”leştiriyordu işi... Öyle ya da böyle, Kürtler gününü görecekti, Rojava gün yüzü görmeyecekti, Kobanê de nasılsa, ama mutlaka düşürülecekti! *** Ne oldu peki? Mızrak çuvala sığmadı! “Düştü düşecek” denilen Kobanê, tarihin gördüğü en mucizevi halk kahramanlıklarından birini sergileyerek, direnişi zafer yürüyüşüne çevirmeyi başardı. IŞİD mızrağını tutanların elleri, Kobanê direnişin kızgın ateşinden, halklarımızın birleşik öfkesi ve desteğinden, Varyos Yayıncılık adına İmtiyaz Sahibi ve Yazıişleri Müdürü: Mehmet Ali Genç Yönetim Yeri: Aksaray Mah. Çakırağa Camii Sk. Birlik Apt. No:8/10 Aksaray/İSTANBUL Tel-Faks: (0212) 529 06 75
e-mail: atilimgazetesi@gmail.com Yayın Türü: Yaygın Süreli Atılım Avrupa Temsilciliği: V.i.s.d.p: K. Çal Postfach 900235, 60442 Frankfurt avrupaatilim@hotmail.com İngiltere: Ali Akgül atilimuk@hotmail.com Tel: 00447956078533 İsviçre: S. Göl, isvicre_atilim@hotmail.com Fransa: Cemal Öztürk, 45 Rue Lavoisier, 77000 Melun -Paris fransaatilim@hotmail.com Belçika: Rışto Tunç +32484825434 atilimbelcika@hotmail.com Hesap No: Postaçeki: Songül Akbay 1600206 Türkiye Abonelik: 100 TL (1 yıl) Basıldığı Yer: Gün Matbaacılık Adres: Sefaköy Telsizler Mevki Beşyol Mah. Akasya Sok. No: 23/6 Küçükçekmece/İST. Tel: (0212) 580 63 75
dünya ezilenlerinin büyüyen dayanışmasından yanmaya başladı. Mızrakta eli olanlar kaygılandılar, korktular ve şapkalarını önlerine koyup bir daha düşünmeye başladılar... Hesaplarını yeniden gözden geçirdiler. Gönüllü ya da gönülsüz, şu ya da bu tavizi dayatarak, ama ellerini tek tek çekmek zorunda kaldılar o mızraktan... Türkiye ise, IŞİD mızrağının kendisine dönüp batmış olduğunu anlamayacak kadar şuursuzlaşmış bir halde yaşıyor olan biteni... Kendi kanına karışan mızrağın ucundaki zehrin, Kürt düşmanı aklını uyuşturduğundan, geleneksel sömürgeci ırkçı reflekslerini paralize ettiğinden olsa gerek... Baksanıza, Kürt peşmerge ordusu bile, resmi devlet izniyle Türkiye toprakları üzerinden geçip Kobanê’yi savunma savaşına katılmaya gidebilir hale geldi!.. Ey gerçek, sen nelere kadirsin! *** Ve nereye varıldı sonunda?.. Rojava’ya/Kobanê’ye “bu dünyada yer yok” denilirken, “bütün dünya” Kobanê oldu desek yeridir... Dünya Kobanê Günü ilan edilen 1 Kasım’da, 5 kıtada, 39 ülkede, yüzlerce kentte, yüz binlerce insan sokaklara çıktı, meydanlarda toplandı, “yaşasın Kobanê, yaşasın insanlık” diye haykırdı... Kobanê, dünya insanlığı için, ezilenler ve sömürülenler için, küresel em-
peryalist barbarlığın/kapitalist acımasızlığın metalaştırdığı ruhsuz “yaşam” döngüsünden kurtulmak isteyenler için “zamanın ruhu”nu temsil ediyordu... Türkiye ve Kürdistan’da, 57 kentin meydanlarında dalgalandırıldı Kobanê’yle simgeleşen “zamanın ruhu”, onur, özgürlük ve kardeşleşme bayrağı... Aklı kesen gelsin indirmeye çalışsın o bayrağı, layıkıyla cevabını da alır, boyunun ölçüsünü de... Gezi komününden/Haziran ayaklanmasından/barikat savaşlarından akıp gelen zaman Rojava Kantonlarına/özgürlük serhildanlarına/Kobanê enternasyonalizmine doğru ilerledi, ilerliyor... “Zamanın ruhu”, Gezi’den Kobanê’ye ezilenlerin birleşik mücadele ve savaş iradesiyle “tarih”e dönüşüyor... İnsanlık için, insanlık adına, insanlık değerlerinden, erdemlerinden vazgeçmeyenlerin emeğiyle, kan ve ter içinde “yeni bir dünya” kuruluyor... Gücü yeten gelsin çıksın karşısına... Sizin tanklarınız, tomalarınız, emperyalist çıkarlarınız, sömürgeci arzularınız, kontrgerilla aparatlarınız, ırkçıfaşist yasalarınız varsa... Bizim de; Berkin Elvan’dan Aziz Örselendi’ye, Ethem Sarısülük’ten Jinda Ronahi’ye, Marina’dan Jordan Matson’a, Arin Mirkan’dan Suphi Nejat’a savaşan, şehit düşen devrimcilerimiz, yurtseverlerimiz, komünistlerimiz, enternasyonalistlerimiz var on binlerce, yüz binlerce... Halklarımız var milyonlarca... *** Ne yapacaksınız daha? İktidarda kalmak uğruna girmediğiniz pis ilişki, çevirmediğiniz dolap, çıkarmadığınız yasa, söylemediğiniz yalan
kaldı mı?... Polisi “Gestapo”laştıran Hitlerci faşist “kamu güvenliği” yasalarını da çıkardınız adım adım, eli tam serbest artık emniyetçilerin... Heil Tayyip! “Öldürmeyi iyi biliyorsunuz” zaten eskiden beri... Daha dün, 6-8 Ekim olaylarında 40 sivil kişiyi sokaklarda kurşunlayıp katlettiniz, dünyanın gözü önünde... En son HDP yöneticisi Ahmet Karataş’ın canına kastetti, kışkırtma ve teşviklerinizle harekete geçen Ogün Samast’ın yeni versiyonu kontrgerilla tetikçiniz... “İleri demokrasi” komediniz, 10 buçuk saatlik tarihinin en uzun MGK toplantınızın “ışığı” altında nasıl da “sırıtıyor”... Gizli Anayasanız Milli Güvenlik Siyaset Belgesi’nin sayfalarına yeni kara ve karanlık satırlar ekleyip duruyorsunuz da ne oluyor? Meclisinizin, hükümetinizin, kabinenizin göstermelik legal “AK” yüzü, illegal “KARA YÜZ”ünüzün koyu gölgesi altında daha da çirkinleşiyor... Soma, Ermenek, Yalvaç, sizin ve düzeninizin çoktan insanlıktan çıkmış olduğunu kaydediyor tarihe ve vicdanı olan herkesin hafızasına... Madenciye bir “yaşam odası”nı çok görüyorsunuz, kendinize milyar küsur liralık “AK-Saray” kuruyorsunuz... Sizin Allah’nız her yerde mi, sizin olduğunuz yerde mi?.. HDP’yle yatıp HDP’yle kalkıyorsunuz... Baş düşman belleyip, ilan da ettiniz... Açık açık hedef gösteriyorsunuz, kıyıcılara, katliamcılara, linççilere, iplerini tuttuğunuz karanlık faşist aparatlara... Küfürlerinizin, tehditlerinizin, aşağılamalarınızın, karalamalarınızın, yalanlarınızın biri bin para... Biliyoruz; bütün bu yaptıklarınız, korkunuzdan/ korkularınızdan... Abdullah Öcalan’ı “araçsallaştırma”ya, Kandil’i “itibarsızlaştırma”ya yatmanız, çözüm sürecini “askıya alma”, HDP’yi “şeytanlaştırma”, “muhatap almama” ve hatta “kapatma” tehditleri ve yaygaralarınız gecelerden kalan kabuslarınızdan... Gündüz sayıklamalarınızdan... Yok öyle, size bundan sonra bedavaya ekmek keyfi! Deniz bitti! Ya ateşle oynamaktan vazgeçeceksiniz. Ya da o ateşin içinde yanacaksınız. Ya müzakerelere geçecek, barışa geleceksiniz. Ya da geldiğinizden daha gürültülü biçimde gideceksiniz. Ya Kobanê’den elinizi çekecek, Rojava’yı tanıyacaksınız. Ya da Allahınızdan bulacaksınız. Devrim uyandı çoktan, size “iyi uykular!”
7 Kasım 2014
●
HABER
atılım 3
●
Hedef AKP’den, icraat tetikçiden AKP Hükümetinin haftalardır sürdürdüğü savaş dili fiziki saldırıya dönüştü. Ankara’da HDP binasına giden ırkçı saldırgan, HDP PM üyesi Ahmet Karataş’ı boğazını keserek yaraladı. HDP’yi hedef alan saldırı, tepkilerle karşılandı. ◗ ANKARA Başbakan Ahmet Davutoğlu, Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan ve Hükümet Sözcüsü Bülent Arınç’ın, 6-8 Ekim Kobane ile dayanışma eylemeleri sonrasında üst üste HDP’yi hedef gösteren açıklamaları, Ankara’da yaşama geçirildi. Halkların Demokratik Partisi’nin Ankara’da Mithatpaşa Caddesi üzerinde kullandığı parti binasına giden bir saldırgan, HDP Parti Meclisi üyesi Ahmet Karataş’ı boğazı ile vücudunu çeşitli bölgelerinden yaraladı. Parti binasının önü kana bulanırken, ağır yaralı olarak hastaneye kaldırılan Karataş, hayati tehlikeyi atlatmayı başardı. SALDIRI HDP’YE HDP’yi doğrudan hedef alan ırkçıfaşist saldırı, kamuoyunda büyük bir tepkiye neden oldu. Siyasi partiler, sendikalar, kitle örgütleri yaptıkları açıklamalarda, saldırıdan hükümeti
sorumlu tuttu, linç siyasetinden vazgeçme çağrısı yaptı. Saldırıya sert tepki gösteren HDP Merkez Yürütme Kurulu “Ankara’nın göbeğinde gerçekleşen bu saldırı, planlı, organizeli ve örgütlüdür. Açıkça partimiz hedef alınmıştır” diye belirtti. HDP, saldırıyı “günlerdir sür-
dürülen linç kampanyasının sonucu” olarak yorumladı. “Bu karanlık saldırıyı ve arkasındaki odakları, bu saldırıya zemin yaratanları kınıyor ve lanetliyoruz” diye belirten HDP, hedef gösteren açıklamalar yapan AKP Hükümetine “bir an önce saldırıyı aydınlatma” çağrısı yaptı.
‘KARAR MGK’DA ALINDI’ ESP Genel Merkezi de saldırı için “HDP’ye yönelik siyasi linç saldırılarının fiziki saldırılara dönüşmesidir” yorumu yaptı. Cumhurbaşkanı ve Başbakan’ın sürekli HDP’yi hedef gösteren konuşmalar yaptığına dikkat çeken ESP, “Halkların arasında öfke ve düşmanlık yayan propagandaları, tıpkı Gezi direnişinde olduğu gibi, kendine görev çıkaran faşist güruhların saldırılarına zemin hazırlıyor. Milli Güvenlik Kurulu ile Bakanlar Kurulu toplantılarında, anlaşılan bu kararlar çıkmıştır. Alınan kararların ve yürütülen kirli propagandanın sonucu olarak kontra güçler devreye girdi” ifadelerini kullandı. Aralarında Demokratik Bölgeler Partisi DBP, SYKP, EMEP, DİSK ve KESK’in de aralarında bulunduğu çok sayıda siyasi parti ve sendika da açıklamalar yaparak saldırıyı kınadı. Çok sayıda kentte de protesto eylemleri gerçekleştirildi.
Saldırgan tutuklandı ‘Devletten ‘kafanızı ◗ ANKARA HDP PM üyesi Ahmet Karataş’a saldırarak ağır yaralayan saldırgan Emrah Akman, tutuklanarak cezaevine gönderildi. Irkçı saldırganın ilk ifadesi, saldırının hükümetin HDP’yi hedef gösteren açıklamalarının sonucu olarak gerçekleştiğini gözler önüne serdi. “İnsan öldürmeye teşebbüs” suçundan tutuklanan Akman, ifadesinde herhangi bir örgüt bağlantısı olmadığını öne sürdü. Ahmet Karataş’ı tanımadığını belirten saldırgan Akman, “Sadece HDP’li olduğu için öldürme amacıyla bıçakladım” dedi. Akman, şu ifadeyi verdi: “Olayı sokak eylemlerine tepki olarak yaptım. Son dönemde meydana gelen sokak olayları, güvenlik görevlisi vatandaşların arkadan pusu kurularak şehit edilmesi gibi durumlar bende tepki oluşturdu. Bu olayların sona ermesi için yetkililerle konuşmak üzere HDP Genel Merkezi’ne gitmeye karar verdim. Yanıma da daha önceden taşıdığım bıçağı almıştım. HDP Genel Merkezi’nde yetkililer ile konuşup yapılan gösterilerin ve insanların öldürülmesinin yanlış olduğunu
keseriz’ mesajı’
söylemek, bu işlerden vazgeçilmesini ifade etmekti. Bekleme salonunda beklemeye başladım. Sağı solu gözlemledim. Sonrasında da üzerimde taşıdığım bıçak ile mağdura saldırarak vücudunun muhtelif yerlerine birkaç kez vurdum. Sonrasında da oradan ayrıldım. Bu olayı münferiden tek başıma gerçekleştirdim. Bu konuda beni herhangi bir kimse azmettirmemiştir.”
SALDIRIYA HAZIRLANMIŞ Irkçı saldırgan Emrah Akman, bina çevresinde ve içerisinde bir ay boyunca saldırı için incelemelerde bulunduğunu itiraf etti. Saldırganın üzerinden, HDP ile milletvekillerinin çalışmalarını gazetelerden takip edilerek gün gün not edildiği bir defter de çıktı.
◗ ANKARA HDP Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş, HDP’ye yönelik saldırının ertesi günü TBMM’de parlamento muhabirleri ile bir araya geldi, soruları yanıtladı. Saldırının bir provokasyon olmadığını belirten Demirtaş, “Açık planlanmış bir mesajdır. Biz şöyle okuduk, genel merkez olarak kullanılan binada üst düzey bir partilimizin kafasını kesmek istediler. Bu, devletin mesajı. Hrant Dink, Rahip Santoro cinayeti nasıl ki karanlık derin güçler tarafından yapılmadı, aleni bilinen tetikçiler kullanıldıysa bu da devlet mesajı. HDP’ye kafanızı keseriz, koparırız mesajı” dedi. Bu tür saldırıların HDP’ye geri adım attırmayacağını vurgulayan Demirtaş, “Saldırıyla ilgili başka kişilerin de tutuklanacağını düşünmüyoruz, olmayacağını biliyoruz. Muhtemelen bir ulusal kahraman gibi yargılanacak öncekiler gibi” ifadelerini kullandı. Demirtaş, gazetecilerin çözüm sürecinde yaşanan tıkanıklığa ilişken sorusuna da “Öcalan yada hükümet ‘süreç bitti’ demedikçe, karşılıklı irade beyanları devam ettikçe süreç de-
vam eder” dedi. İmralı heyetinin bundan sonra görüşmelerle ilgili kamuoyuna daha kapsamlı bilgilendirme yapacağını belirten Demirtaş, Kobanê’deki gelişmelerin süreci yakından ilgilendirdiğinin altını çizdi. Demirtaş, “Kobanê düşse, IŞİD’in eline geçseydi, Sayın Öcalan ve PKK süreci bitirdiklerini açıklamış olacaklardı. Süreç bitmemişse, hükümet hâlâ bunun arkasındayız diyebiliyorsa, bunu halkın Kobanê’yi sahiplenmesine borçlular. Süreci kurtarmıştır” şeklinde konuştu.
4
atılım
●
GÜNCEL
●
7 Kasım 2014
‘Saldırıyı siyasi iktidar organize etti’ Halkların Demokratik Partisi (HDP) Eş Genel Başkanı Figen Yüksekdağ, Ankara’da yaşanan bıçaklı saldırı ve AKP Hükümeti’nin çözüm sürecine ilişkin tutumunu sert sözlerle eleştirdi. ◗ HABER MERKEZİ Halkların Demokratik Partisi (HDP) Eş Genel Başkanı Figen Yüksekdağ, partisinin TBMM Grup Toplantısında gündeme ilişkin değerlendirmelerde bulundu. Konuşmasına “Güne alçakça saldırıyla başladık” diye başlayan Yüksekdağ, saldırının haftalardır HDP’yi hedef alan saldırıların bir devamı olduğunu kaydetti. Yüksekdağ, “Geliyorum diyen, gelişi ilan edilen saldırıydı. Siyasi linç ve hedef gösterme saldırısından bağımsız değil. Öfkeli bir şahsın saldırısı olarak görmüyoruz” dedi. ‘KİMİN AZMETTİRDİĞİ ÇOK AÇIK’ Yaşananların, HDP’ye yönelik kışkırtıcı dilin yansıması olduğunu söyleyen Yüksekdağ, “Bir aydan beri organize saldırı tezgahlanıyor. Saldırıların organize edildiği merkez, siyasi iktidarın kendisinden başkası değildir. Biz, başka yerde aramıyoruz. AKP ve siyasetin baş sorumlusu olduğunu iddia edenler, bu saldırıya zemin hazırladı” şeklinde konuştu. Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın “Sabrımızı zorlamasınlar, olabilecekleri hayal bile edemiyorum” şeklindeki sözlerini hatırlatan HDP Eş Genel Başkanı Yüksekdağ, “Saldırıyı kimin azmettirdiği, akıl ve vicdan sahibi olanlar için çok açıktır” dedi. HDP’nin Kobanê’yi sahiplenerek demokratik direnişin yanında durduğunu belirten Yüksekdağ şöyle konuştu: “Barış ve çözümün yanında bir dil geliştirmeye çalıştık. Ancak karşımızdaki anlayış bu dilden anlamıyor. Bize ‘siyasi parti gibi davranın’ diyenler, siz önce hükümet gibi davranmayı öğrenin.” HDP’yle uğraşmanın bir devlet görevi haline getirildiğini belirten Yüksekdağ, “Memlekette, madenler işçilerin başına çöküyor, kadınlar ölüyor. İç ve dış siyaset enkaz altında kalıyor. Hükümet gibi davranma sorumluluğunuz bu sorunların çözümünden geçer” ifadelerini kullandı. HDP’nin çözüm sürecinin sonuna kadar arkasında olacağını belirten Yüksekdağ, “HDP, barışı sonuna kadar savunacağını ilan ediyor. Hükümet ne yapıyor, HDP’yi tehdit ediyor. Hükümetin savaş, gerilim ve çözümsüzlük diliyle konuşmaya hakkı yok” diye konuştu. Hükümetin HDP’yi Kobane’ye sahip çıktığı için hedef gösterdiğine
safınızı netleştirin. IŞİD’e ‘terör örgütü’ dediğiniz gün ‘PKK’nin IŞİD’den farkı yok’ diyorsunuz. PYD ile IŞİD’i bir görüyorsunuz. Hz. Hüseyin’in Küfe halkının ihaneti karşısında söylediği bir söz var. Diyor ki Hz. Hüseyin, ‘Onların dili Ali söylese de gözü Muaviye bakar. Sizin de diliniz Kobanê’den söylüyor, ama sizin yüzünüz gözünüz IŞİD’den konuşuyor.” Halkların birleşik mücadele duruşunu sürdüreceklerini kaydeden Yüksekdağ, “Halkımızın kazandığı mevzileri, zalimlere terk etme niyetimiz olmadı, bundan sonra da olmayacak” dedi.
işaret eden Yüksekdağ, “1 Kasım’da da ‘sokağa çıkma’ çağrısı yaptık. 39 ülkede yapıldığı gibi, sayısız kuruluş ve partiyle 57 ilde sokağa çıkıldı. Ne oldu, halkımız tavrını ortaya koydu. Demek ki, şiddet enstrümanlarını devreye koymadığınızda, bu halk barış içinde eylem gerçekleştirmeyi çok iyi biliyor. En başta partimizden ve sokağa çıkan tüm halkımızdan özür dilemeleri gerekiyor. Ancak iktidarın fıtratında yok. ‘Biz yanlış yaptık’ demeyi beceremiyorlar” şeklinde konuştu. ‘KESKİN SİRKE KÜPÜNE ZARAR’ HDP Eş Genel Başkanı Yüksekdağ, Başbakan Davutoğlu’nun HDP ve halkın fiili meşru eylemlerini hedefleyen konuşmalarına devam ettiğine vurgu yaptı, “Keskin sirke küpüne zarar. Bu yaklaşımlar, sizin üzerinde durduğunuz zemini sallamaya devam edecek” dedi. Konuşmasında, Alevilerin Yas-ı
Muharrem Orucu’na devam ettiğini hatırlatan Yüksekdağ, “Kerbela zulmünü, bugün Kobanê’de görüyoruz. Dün Ehl-i Beyt’i kıyımdan geçiren zihniyet, bugün Şengal’de, Kobanê’de, Rabia’da, Rojava’da karşımıza çıktı. Kerbela’nın direniş geleneğine sahip çıkan halkımız, bugün de zalime karşı olma tavrını izliyor. İşte, biz bu yolu izliyoruz” dedi. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın sözlerini hatırlatan Yüksekdağ şöyle konuştu: “Bizim derdimiz Kobanê. Sizin derdiniz neden HDP? Neden Kobanê’yi destekleyen halklar? ‘Kobanê’nin dert edilmediğini, bahane edildiğini’ iddia ediyorlar. O direnişin önemini kararttıkları gibi, saldırıdaki sorumluluklarını karartacaklarını sanıyorlar. Bu sorumluluğu atamazsınız. ‘Suruç’la Kobanê’yi birbirinden ayrı tutmuyoruz’ demeniz, artık bizim için hiçbir şey ifade etmiyor. Eğer Kobanê’deki haklı davayı gerçekten görüyorsanız,
BAŞMÜZAKERECİ ABDULLAH ÖCALAN AKP Hükümetinin çözüm sürecini askıya alan tutumunu eleştiren Yüksekdağ, “Çözüm süreci uzun bir koridorda bekletiliyor” dedi. İki yıldır sürecin geliştirilmesi için büyük çaba gösterildiğini kaydeden Yüksekdağ, “Başta başmüzakereci Sayın Abdullah Öcalan olmak üzere, Kürt halkı, biz de parti olarak katkı sunmaya çalıştık. Hükümet geçiştirdi. Erteleme politikasını otomatiğe bağladı. Somut adımlar atılacağı aşamada, ipe un serme politikasını ortaya koydu” dedi. Yüksekdağ şunları ifade etti: “Kobanê sürecini bir bahane olarak kullanmaya başladılar. Yavuz hırsız misali. ‘Çözüm süreci ayrı Kobanê ayrı’ diyorlar. Siyasi iktidar, manipülasyon ve hilenin ustası olmuş. Çözüm sürecini askıda tutmanın gerekçesi haline getirdiler, Kobanê’yi sahiplenme eylemlerini. Bugün müzakere masasını tartışma konusu yapıyorlar, ‘çözüm sürecine muhtaç değiliz’ diyorlar. İki yıl sonra masayı devirip devirmemenin tartışmasını yapıyorlar. Peki soruyoruz. Niye iki yıl boyunca çözüm sürecinin ekmeğini yediniz, bunun avantajlarını tepe tepe kullandınız?” Hükümete “mert olun sözünüzde durun” diye seslenen Yüksekdağ, “Hükümet müzakere tarafı değil de, müsabaka tarafı gibi davranıyor. Bu süreç sizin ipoteğinizde değil. Barış, halkların barışıdır” dedi. Fiili meşru siyaset tarzını sürdüreceklerini belirten HDP Eş Genel Başkanı, “Biz yola çıkarken hem halka hem hakka emanet olduk. Yeni yaşamı kurma mücadelemize devam edeceğiz. Biz davamıza emanetiz, davamız da bize emanet” ifadelerini kullandı.
7 Kasım 2014
●
ROTA
GÜNCEL
sami özbil
İman tazeleyen faşizm Kişisel, sosyal veya siyasal ilişkilerde taraflar kendi kişisel pozisyonlarını ve değişmezlerini sıklıkla tekrarlamaya başlamışlarsa o ilişkiler tıkanmış demektir. Sıklıkla tekrar, bir dayatmaya dönüşmüşse tıkanma, dağılmaya işaret eder. “Çözüm süreci” adı verilen plan, şu anda devlet bakımından tıkanmadan öte yok hükmündedir. ‘Kamu düzeni’ sakızı çok çiğnendi. Bu ‘tekrar’ manasındaydı. Yerini, aba altında sopa göstermeler aldı. En sonunda devlet bakanı “çözüm süreci”nden değil ama o sürecin asli muhatabından bahsederken di’li geçmiş zaman kipinde konuşarak ‘onların kaybettiğini’ söyledi. Anlamı gayet açık. “Süreç” geldi, Kürtleri, Kürt halkının temsilcilerinden kurtarmaya dayandı. Oy oranını koruma paniğiyle Validebağ Korusu meselelerini dahi mescit konusuna bağlayabilen iktidarın asli sahibinin bütün Kürtleri, iktidarını sürdürmek için bir kaşık suda boğmaya kalkışması bile mümkün. Hiç değilse anda sakil durmaz böyle bir alıcı kuş yırtıcılığı. Son MGK kararları, “legal görünümlü illegal yapılar” vurgusu, Meclise getirilen yasa teklifleri ve bürokrasideki hareketlilik aynı noktada birleşiyor: İktidarın cemaatle çatışması zamana yayılacaktır, ancak ada-
let ve özgürlük için mücadele edenlere dönük tehditler son derece yoğun bir biçimde hayata geçirilmeye hazır halde elde tutulmaktadır. İki yıl önce, önümüzdeki iki yılın oldukça sert ve çatışmalı geçeceğine dönük vurgularımızda işaret edilen zorlu safhalardan biri daha açılmak üzere. İktidar Kürt özgürlük hareketini muhatap saymadan Kürtlerin sorunlarını çözeceğini vaat etme gülünçlüğünün farkında ancak başka çıkar yolu yok. Bütün hazırlıklar tipik bir iç savaşa göre yapılmıştır. Demokratlar, reformcu sosyalistler, devrimci odaklar, özgürlük hareketi ve komünistler “çözüm süreci” denilen ilişki sistematiğindeki konjonktürel kesinti boyunca son derece sert saldırıların muhatabıdırlar. Ana hedef HDP’dir. HDP’den her defasında kendisini kanıtlaması, kınama yayınlaması beklenerek demokratik cephe partisi kriminalize ediliyor. HDP’yi kapatma davasının açılması, belediyeleri tasfiye planı, kadroların yaygın tutuklamalara muhatap olması, dostlarının korkutulmaya çalışması, parti binalarının çetelere hedef gösterilmesi, demokratik eylemlerde yer alanların vurulmasının göze alınması, ik-
atılım 5
●
tidarın masasındadır ve ‘kesinti’ boyunca türlü dozlarda tatbik edilmesi kuvvetle muhtemel. İktidar, kendisinin mutlak kar ile aradan çıkamayacağı her denklemi bütün muhaliflerine cehenneme çevirmeye yemin etmiş gibidir. 90’ları aratmayan manzaraların yayılmasının eli kulağında. Türkiye’deki çelişkiler çok keskin ve sert. Emekçi solun fazlasıyla zayıf, dağınık ve öznelerinin çoğunun iddia yitimine uğramasına rağmen devrim güncel bir meseledir. Üstelik Rojava’dan doğru uç veren bir devrimden bahsediyoruz. Devrimlerin yayılmadan duramamak gibi kötü huyları var. İktidarı iç savaş pozisyonuna iten de bu hakikat. İdeolojik, politik bütün bölücü ve kışkırtıcı maharetini göstermekten geri durmayacaktır. Tahtını sağlama alma paniği de bulaşıcıdır. Tipik bir faşizmin yanı sıra otoriter despotluğun en “renkli” biçimleri deneniyor. İktidar yetkilileri, kah III. Napolyon kılığında karşımıza çıkıyor kah Rasputin. Binbir kılığa daha bürüneceklerini varsayabiliriz. Oy oranını yüzde yetmişe çıkarmaya ant içtikleri görülüyor. Basit bir heves, geçici bir kalkışma değil bu. Şu anda yüzde kırklar bazında gezinen oy oranını, yetmişlere, üstelik 2015 seçiminde yetinebilmenin tek yolu MHP’yi eritmek. MHP’den daha çok MHP argümanlarına sarılacaklar. Türk halkının tarihsel ve güncel açıdan kışkırtmaya
müsait bütün korkularıyla, bütün iştah açıcı tarihsel vaatleriyle oynayacaklar. Ermenek’te madenci oğlunu “Gitti mi benim oğlan” diye sorarak yüreğimizi dağlayan yoksul amcanın acısı, Isparta’da ölen tarım işçilerinin geride kalan ailelerinin yaktığı ağıt, sadece işine yarayacaksa iktidarın gündemi olur, oluyor. Kobanê, Kürdistan’daki halk direnişi ve 90’lara dönüş biçimindeki yeni yasal düzenlemelerin yarattığı öfkeyi perdeleyebilmek için madendeki ve tarımdaki iş cinayetlerini gündemleştirdiler. Madencilere o ruhsatları biz vermediğimize göre Devlet Başkanının madencilere terslenmesinin zerre kadar kıymeti yok. İktidar çok ayaklı bir dönem stratejisi izliyor. Kürtleri emekçi soldan ayırmak, solu reformist- devrimci olarak bölmek, hepsini birbiriyle uğraştırır hale getirmek, dünyalarını küçültmek, iktidarın amaçlarından biri de bu. Tam da bu nedenlerle olabilecek bütün sahalarda, alanlarda ortak demokratik cephe mantığıyla bir araya gelmek, devrimci demokratik bütün kuvvetlere stratejik olarak mevzi kaybettirmek isteyen rejime karşı birleşmek, faşizm karşıtı devrimci demokratik stratejinin başat çağrısıdır. Devrimci sosyalistlerin bu konuda içten kararlılığı ve çabası, Türkiye emekçi ve devrimci solunun hayati bir sorununu görünür kılıyor. Çare, çabanın en zengin biçimlerde hayata geçirilmesidir.
Tehdit etmeyin, tarihimize bakın HDP İmralı Heyeti, çözüm sürecine ilişkin mesajlara sert yanıt verdi; “Baldıran zehri içerim’ diyenler, şimdi baldıran zehri saçıyor” diyerek, hükümeti uyardı. ◗ ANKARA Halkların Demokratik Partisi’nin (HDP) çözüm süreci kapsamında görevlendirdiği İmralı Heyeti, AKP’nin çözüm sürecini askıya alan tutumuna ilişkin basın toplantısı düzenledi. Hükümet cephesinden son haftalarda yapılan açıklamalara dikkat çeken HDP heyeti, AKP’yi uyardı. Heyet adına konuşan HDP İstanbul Milletvekili Sırrı Süreyya Önder, Kobanê direnişine destek amacıyla 6-8 Ekim’de yapılan eylemler nedeniyle her fırsatta HDP’yi hedef gösteren Başbakan Ahmet Davutoğlu’na, “Kobanê olayları, hükümetin tutumundan dolayı yaşandı. Biz, demokratik eylem çağrısı yaptık, bugün olsa yine yaparız” diyerek yanıt verdi.
Davutoğlu’nun “HDP bir parti gibi davranırsa muhataplığımız devam eder” şeklindeki sözlerinin buyurgan, itici ve barışı öncelemeyen ifadelerle dolu olduğunu kaydeden Önder, “Bu dili ve bu yaklaşımları reddediyoruz. HDP’nin neye benzeyeceğini belirlemek kimsenin haddi ve hakkı değil. Bunu aynen böyle iade ediyoruz. Had bildirme sevdası yeni değil. Bu hevese kapılan ilk kişi de Başbakan değil. Bu sevdaya düşen çok egemen gördük ki, hepsi siyaseten yok hükmünde bir akıbetle karşılaşmıştır” dedi. Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın geçmişte çözüm süreci için “Gerekirse baldıran zehri içerim” dediğini hatırlatan Önder, “Şimdi ağzından baldıran zehri saçıyor. Bizim bu tehditle-
re karşı nasıl bir tepki vereceğimizi merak ediyorlarsa, dönüp tarihimize baksınlar. İbretlik direnişler var, birini daha yaparız. Çözüm süreci devam ediyor ve
her şartta devam edecek. Çünkü, Türkiye halkları buna inandı ve güvendi. Bu, hükümeti de bizi de aşacak bir irade olarak ortaya çıktı. Müzakere çerçeve yasası
ve buna bağlı oluşturulan Sayın Öcalan’ın mutabakatı var. Bu mutabakat çerçevesinde müzakere eşliğinde bekliyoruz” diye konuştu.
6
atılım
SERBEST KÜRSÜ
●
HABER
fuat uygur
Rejimin çıkmazı MGK ya da dejavu Son MGK toplantısından yansıyanlar, kimileri için dejavu durumu yarattı. Acaba vesayet rejimi geri mi geliyor? 90’lı yıllara geri mi dönüyoruz? Yine o ünlü bildirilerle mi yönetileceğiz?... On iki yıllık AKP hükümetlerine yanılsamalı gözlerle bakıldığında, son MGK toplantısı da yanlış okunuyor doğal olarak. Nitekim, AKP, hükümetten iktidarlaşma sürecine ilerlediği bütün dönem boyunca, tek bir gün bile devletçi gelenekten sapmadı. AKP, en az öncelleri kadar devletçi bir parti, hatta fazlası var. Toplumsal değişim ihtiyacı ve basıncının iktidara taşıdığı AKP, AB uyum paketleriyle, Kürt halkının kolektif taleplerini bireysel hak kırıntılarıyla oyalayarak bugünlere geldi. Ama, tüm bu süre zarfında, Türkiye ve Kuzey Kürdistan halklarının kalıcılaşmış tek bir sorunu bile çözüme kavuşturulmadı. AKP, muadillerinin sadece sopaya dayanan politikalarına havuç sosu ekleyerek (ve hakkını teslim etmek
gerekirse oyalama taktiğini ustaca uygulayarak) bugünlere geldi. Artık deniz bitti. Dış politikadan Kürt sorununa, ekonomiden eğitime, işçi sınıfının topyekûn sorunlarından özgürlük taleplerine kadar AKP (ve devlet) tamamen tıkanmış durumda. O kadar ki, her fırsatta “sandık demokrasisi”nden, “parlamentonun üstünlüğü”nden dem vuran Tayyip Erdoğan ve yandaşları, lanetledikleri 27 Mayıs darbecilerinin ürünü olan MGK’ya sığınıyorlar. Rejimin gizli anayasası Milli Güvenlik Siyaset Belgesi’ne (Kırmızı Kitap) sığınıyorlar. Demokrasi/özgürlük, sandık demokrasisi/parlamentonun gücü, uyum/yargı paketleri hepsi yalan/palavra. Bu düzenin tek bir karakteri vardır; o da faşizmdir. Ona içeriğini veren de MGK diktatörlüğüdür. Bir kez daha ve net bir şekilde ortaya çıkmıştır ki, Türkiye Cumhuriyeti MGK salonlarından yönetilmekte, Kırmızı Kitap’larla “anayasal sınırları” çizilmekte-
●
dir. AKP’nin yeni anayasa yazımını bunca zaman niçin sürüncemede bıraktığını, Kırmızı Kitap’lardan vazgeçmek istememesinden anlayabiliriz. Bir yanılsamaya meydan vermemek için şunu net olarak vurgulamak gerekir: AKP’nin durumu, denize düşen MGK’ya sarılır meselesi değildir. AKP, tastamam savaş baltalarını toprağın altından çıkarmaktadır. “Ülkemizin güvenliği, halkımızın huzuru ve kamu düzenini” gibi başlayan klişe cümle, toplumsal hafızaya şok etkisi yapmak, korku paranoyasını canlandırmak için özenle seçilmiştir. MGK bildirisinin birinci maddesinden yansıyan, “Milli güvenliğimizi tehdit eden ve kamu düzenini bozan iç ve dış legal görümüm altında illegal faaliyet yürüten paralel yapılanmalar ve illegal oluşumlar”a karşı “kararlılıkla” mücadele yürütüleceği vurgusu, MGK diktatörlüğünün ilk elden hedef alacağı toplumsal güçlere işaret etmektedir. Buradan, “paralel yapılanmalar” tanımlamasından Fethullah Gülen Cemaati anlaşılmasın tek başına. Herkesin algısının buraya odaklanmak istendiği de muhakkak. Nitekim, Başbakan Yardımcısı Numan Kurtulmuş’un “Buna KCK da
7 Kasım 2014 dahil” açıklaması, menzilde Kürt özgürlük hareketi ve toplumsal mücadele güçlerinin olduğunu ele vermektedir. HDP PM Üyesi Ahmet Karataş’ın, hemen MGK toplantısının ardından saldırıya uğramasını da, ilk elden verilen mesaj olarak okumak gerekir. “Terörle çok boyutlu mücadele kapsamında sürdürülen çözüm süreci ele alınmış” ifadesiyle başlayan paragraf, aslında AKP ve devletin Kürt sorununu “çözme” konusundaki kararlılıklarını ortaya koymaktadır. “Çözüm süreci”ni “terörle çok boyutlu mücadele” olarak ele alan devletin sorunu gerçekten çözmek gibi bir niyetinin olmadığı ve olmayacağı aşikâr. AKP, şimdiye kadar biriktirdiği sorunu, MGK şahsında statükocu güçlerle paylaşarak eskiyi canlandırarak aşmak istiyor. Esas dejavu bu işte. Rejimin çıkmazı. Ortadoğu bataklığında çırpınan AKP, Kürt halkının sırtına basarak kurtuluş umuyor. Bu sahne çekileli çok oldu. Kürt halkı rolünü çok iyi oynadı, oynamaya devam ediyor. “Ülkemizin güvenliği” diye başlayan korku duvarları da Gezi’de ayaklar altına alındı.
ÖDAV: Sözde güvenlik özde zulüm paketi
O silahların suikastta kullanılmadığı kesinleşti
◗ İSTANBUL Özgürlükçü Demokrat Avukatlar Grubu (ÖDAV), AKP Hükümeti’nin İç Güvenlik Reformu adı altında yeni hazırladığı yasa tasarısına tepki göstermek amacıyla Çağlayan Adliyesi önünde açıklama yaptı. ÖDAV adına açıklama yapan Avukat İlknur Alcan, “Sözde güvenlik paketi özde kalıcı sıkıyönetim yasa tasarısına asla boyun eğmeyeceğiz. ‘Her türlü vesayete hayır’ iddiası ile iktidara gelen AKP, askeri vesayetin yerine MİT Yasası değişikliği ile istihbarat cumhuriyeti hedefine yönelirken, yeni sözde güvenlik paketi
◗ HABER MERKEZİ Bingöl’de 9 Ekim günü iki polisin öldürüldüğü saldırıyı gerçekleştirdikleri iddiasıyla Bingöl Genç yolunda infaz edilen 3’ü HPG’li 4 kişinin bulunduğu araçta çıkan silahların, saldırıda kullanılmadığı ortaya çıktı. Kobanê eylemleri sonrasında şehir merkezinde incelemelerde bulunan Bingöl Emniyet Müdürü Atalay Türker, İl Emniyet Müdür Yardımcısı Atıf Şahin, Başkomiser Hüseyin Hatipoğlu ve koruma polisi Uğur Adlı, 9 Ekim günü saldırıya uğramış, Şahin ve Hatipoğlu yaşamını yitirmiş, üç kişi de yaralanmıştı. Saldırıdan kısa süre sonra Genç İlçesi yolunda 4 kişi, saldırıyı düzenledikleri iddiasıyla katledilmişti. Diyarbakır Kriminal Polis Laboratuvarı’nda yapılan balistik inceleme sonucu, katledilen HPG’lilerin bulunduğu araçta çıktığı iddia edilen kalaşnikof marka silahların, saldırıda kullanılmadığı kanıtlandı. Başbakan Ahmet Davutoğlu, saldırının hemen ardından, saldırıyı HPG’lilerin düzenlediğini öne sürmüş, “Saldırının failleri konumun-
yasa tasarısı ile tüm temel hakları ortadan kaldıracak bir polis devleti projesini egemen kılmak istemektedir” dedi. Yeni paketin yasalaşması durumunda keyfi ve yargısız infazların artacağına dikkat çeken Alcan, “Polisin ateş etme yetkisinin genişletilmesiyle gözaltında kayıplar ve yargısız infazların tekrar gündemde olacaktır” dedi. Eylemde söz alan Avukat Ercan Kanar, HDP’ye yapılan saldırıyı kınadı, “Bu, iktidarın örgütlediği, tezgahladığı saldırılardır. Bu saldırılara boyun eğmeyeceğiz” dedi.
daki teröristler bir, iki saat içerisinde cezalandırıldı” demişti. İçişleri Bakanı Efkan Ala saldırının ardından, Genç İlçesi’nde 5 kişinin öldürüldüğünü açıklamış, ancak iddia edilen beşinci kişi Erhan Şenyuva’nın cenazesi bulunmamıştı. Şenyuva, günler sonra gözaltına alındı. Olayın ardından 9 kişi gözaltına alındı, 8’i serbest bırakıldı. Tutuklanan Ali Kılıç G. ifadesinde “Çatışmada öldürülen 4 kişiye öncülük yapıyordum. Ne o kişilerin, ne de benim suikast ile hiçbir alakamız yok. Emniyet Müdürü’ne saldırıyı sonradan öğrendim. Öldürülen 4 kişi de Erzurum’dan Diyarbakır kırsalına geçiyordu. Bingöl merkeze gelmeden şehir dışından geçiş yaptık. PKK ‘ye yardım ettiğim doğru, ancak suikastla bir alakamız yok” demişti.
7 Kasım 2014
●
SERBEST KÜRSÜ
atılım 7
●
Ekonomik krizin görüngüleri Kobanê ve AKP’de iç savaş hazırlığı AKP Hükümetinin, mevcudiyetinin devamı ve ekonomik “istikrar” adına, krizi atlatmak adına bütün şiddet araçlarıyla kitleleri bastırmaya çalışacağı çok aşikar. Bu durum, hükümet cephesinden bir iç savaş hazırlığı olarak okunabilir. Yeni iç güvenlik reformu yasa tasarısı ve Babacan’ın açıklamaları bu durumu doğrular nitelikte. ◗ OZAN HOROZ Ekonomi alanında 2008 yılında patlak veren büyük dünya krizi, 2014 yılı itibariyle ekonomi piyasalarını bir daralmanın ve yeni bir krizin eşiğine getirdi. Konjonktürel anlamda genişleyen Çin ekonomisi ve Rusya’nın emperyalistler arasında, gücünü enerji sektörü yatırımlarından alan genişleme durumu; ABD’nin 2003 yılından beri yani, Irak işgalinden bu yana pazar ve pazarlar kaybetmesine yol açtı. 2003 yılı itibariyle dünya para piyasalarının %41’lik kısmını elinde bulunduran ABD şirketleri, 2008 yılında çok ciddi bir mali krizin içerisine girmiş ve ABD, General Motor ve Chrysler’i kurtarmak için milyarlarca doları bulan mali destek hamlesini yapmak zorunda kalmıştı. Bu yıllar içerisinde Irak işgalini bir kurtuluş ve himayeci sömürgeci politikalarının sürdürülebilirliği için bir olmazsa olmaz olarak gören ABD, bölgesel direnişlerin çap ve etki alanı karşısında çaresiz kaldı ve özellikle petrol boru hatlarına yapılan saldırılar özelinde istediği verimliliği elde edemedi. 2008 yılına kadar çok yoğun direniş gösteren Irak coğrafyası, emperyalist devletlerin savaş için ayırdıkları bütçe ve maliyet makasını genişletti. Bu kriz, Avrupa Birliği, özelde bu birliğe bağlı güney ülkelerinin tamamına yayıldı. Bu direnişlerin ilk akla gelenleri, ABD Wall Street, Yunanistan, İspanya, İtalya ve İrlanda’daki sokak hareketi sayılabilir. İlk başta konut kredileri krizi, bankacılık sektörünü vurmaya başladı. Bunun etkisi olarak kamu harcamalarının kesilmesi ve kronik işsizlik rakamlarını yukarılara doğru tırmandırdı. Yunanistan özelinde ve diğer Avrupa ülkelerindeki kemer sıkma “dayatmaları” yüz binlerin sokaklara dökülmesine yol açtı. Tüm bu gelişmelerden, birlik ülkeleri ve ABD kadar olmasa da Türkiye’de ciddi şekilde etkilenmişti. Bu kriz, 2008 yılında TEKEL’in önemli bir kısmının özelleştirilmesine yol açmıştı.
Devamında da özelleştirme ve kamu harcamalarına kısıtlamalar geldi. Başbakan Yardımcısı Ali Babacan, Orta vadeli ekonomik programını 8 Ekim günü açıkladı, 20 Ekim günü de hükümet iç güvenlik yasa tasarısının kapsamını açıkladı. Tüm bu açıklamaların Kobanê ve Rojava gündemiyle çalkalanan ülke gündemiyle ilişkisi nedir veya bu açıklamalar yeni örülecek olan süreçte hükümet için ne anlam ifade ediyor? GÖZDEN KAÇIRILAN TOPLANTININ SÖYLEDİKLERİ Suriye ve Ortadoğu politikaları, Türkiye dış politikasını uluslararası arenada tam bir bataklığa saplanmış durumda. Beşer Esad’ı devirme hamlesi olarak bundan üç yıl önce çeteler ve terör gruplarıyla girilen ilişkiler, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ve AKP Hükümetini sıkıştırmaya devam ediyor. Bunda, Kürt hareketinin şanlı direnişi ve diğer bölge halklarıyla ittifak halinde kurduğu direniş hattı ve özelde Rojava kantonlarında gelişen pratik, dış politikada olduğu gibi Türkiye’de iç politik dengelerini de belirleyen asli unsurlardan birisi olmuş durumda. Sınırın yedi yüz metre ilerisindeki akrabalarına, kardeşlerine yardım ve destek sunmak isteyen, direnişi uluslararası arenada duyurma gayreti içerisindeki milyonlar; günlerce Suruç’ta süren sınır nöbetleri ve 6 Ekim tarihinde başlayan, dört gün süren direniş boyunca Kürdistan illeri ve batıda şehirleri ayağa kaldırdı. Hükümet bu direnişin etkisiyle, karşısına aldığı koca bir halk ve toplumsal muhalefet hareketlerinin güç, etki alanını gördü. Bu direnişin bilançosu, devlet kayıtlarına 36 ölü ve bini aşkın gözaltı olarak geçti. Direnişi bastırabilmek için faşist devlet karakteristiğinin gereği ne ise onu yapmaktan imtina etmeyen bir pratik içerisinde olan AKP Hükümetinin, Kobanê direnişine destek amaçlı yapılan gösteriler esnasında Başbakan
Yardımcısı Ali Babacan ve kabine üyesi bakanlarla yaptığı basın toplantısı gözden kaçtı. Ali Babacan o toplantıda özetle şundan bahsetti: “Küresel büyümeye baktığımızda 2009 krizinden sonra uygulanan politikalar hala istenen sonucu vermiş değil. Büyüme oranları kriz öncesi seviyelerin altında seyretmekte. Bu hafta Washington’da yapılacak G-20 toplantılarında bu konular ele alınacak. Gelişmiş ekonomilerde kriz sonrasında yavaşlama eğilimine girdiği bir trend vardı. Ancak son dönemde bu trend bir miktar olumluya dönmüş durumda. Gelişmiş ekonomilerde ise son dönemde büyüme hızlarında yavaşlama var. Önümüzdeki 10 yıl boyunca gelişmekte olan ülkelerin büyüme oranları geçmiş 10 yılki büyüme hızlarının altında kalacak.” Ayrıca Babacan toplantının devamında, senelik enflasyon hedeflerinin Türkiye için %9,6 seviyesine çıktığından, büyüme rakamlarının %4’den %3,3 seviyesine gerilediğini ve buradan hareketle 2017 yılına kadar olan hedeflerinden bahsetmeye devam etti. Ama Babacan’ın görmezden geldiği bir şeyler var bu planların içerisinde. Kapitalizmin, doğası gereği bir kriz ekonomisi olduğu ve 2008 ekonomik krizinin tarihte başka örnekleriyle karşılaştırılamayacak düzeyde artçı krizlerle yeni ekonomik krizleri doğurduğu. 1929, 1958 ve 1979 dünya ekonomik krizlerinden 2008 krizini ayıran temel fark bu. Bu fark, ezilenler cephesinden bölgesel kalkışma ve direnişlerin örülmesine yol açan temel hat. Bu yüzden Babacan’ın 2017 yılı hedefleri sadece bir oyalama ama bir yandan da bu güçlü krizin içerisinde olacağız diye etrafındaki sermayedarlara önlem alın uyarısı olarak okunmalı. Bu uyarıları patronlar cephesi, yoğun işten çıkarmalar, sendikasızlık dayatma, esnek ve düşük maaş tehdidiyle karşılayacağı çok açık. Hükümet cephesi ise; bu içinde olduğumuz krizli durumu anlık önlemlerle atlatmaya çalışacak gibi duruyor. Bu önlemler ara-
sında 2014 yılı içerisinde “kaynağı bilinmeyen” para girişi 8 milyar doları aşmış durumda. Yine bir diğer kozu özelleştirme hamlesini hızlandırmak olabilir. 2014 yılı içerisinde 10 milyar doları bulan özelleştirme ihalelerinin artarak devam edecek olması bir ihtimal. Bu kapsam dâhilinde elde son kalan enerji sektörü ve termik santrallerin satışı söz konusu olabilir. ALAN DARALIYOR, SALDIRI ARTIYOR Tüm bu gelişmeler toplamında hükümetin hareket alanının daraldığı bir gerçek. Bu, hem bölgesel hem de iç ve dünya dengelerinden bağımsız düşünülemez. Kobanê’de büyüyen direniş ve bu direnişin Türkiye halklarına duygusal ve politik yansımaları, yaklaşan büyük ekonomik krizin etkisiyle birleşmesi durumunda. AKP Hükümetinin süreci çok sert önlemlerle karşılamasına sebebiyet vereceği çok açık. Keza bu tezi destekler nitelikte önümüze koyulan iç güvenlik reformu yasa tasarısı, karşı tarafın niyetlerini okumak bağlamında önemli bir gösterge niteliği taşıyor. Çeşitli yayın organlarında, bazı hukukçu ve akademisyenlerle yapılan mülakatlarda, yasanın AKP cephesinde bir iç savaş hazırlığı olduğu gayet net bir şekilde ortaya konulmakta. Yasanın polis ve mahkemelere getirdiği bazı hakları özetlersek: Avukatların soruşturma dosyalarını ulaşım hakkı zorlaştırılıyor, polisin toplumsal olaylara müdahale yetkisi artırılıyor, keyfi şekilde polise 24 saat gözaltına alma yetkisi verilecek, polise molotof ve havai fişek kullanımı durumunda direkt vurma yetkisi tanınıyor, protestolarda yüzün kapatılması suç kapsamına girecek, sosyal medyaya getirilen kısıtlamalar arttırılacak, dinleme, teknik takip ve soruşturma yetkileri sınırsızlaştırılacak, aramalar kolaylaştırılacak. Tüm bu baskı ve hukuksuzlukların içerisinde, makul şüphe ve gözaltı yetkisi en ilginç olanı. Diyarbakır’da eyleme katılabilme ihtimali gördük-
leri “şüpheli” 28 kişiyi ev baskınları ile gözaltına aldılar. 90’lı yılların resmi devlet aklı ve pratiği hem ekonomi alanında, hem de politik alanda devreye sokulacağına dair göstergeler ortada. Çiller hükümetinin 5 Nisan 1994 kararlarıyla ezilenlerin sırtına yüklediği krizin faturası, bir yandan da Kürdistan coğrafyasında Kürt ezilenlerinin şanlı direnişiyle karşılanıyordu. Verili koşullar bakımından düşünüldüğünde, bir ekonomik krizin kapıda olduğu aşikar ve bu ekonomik krizi tıpkı 90’lı yıllarda olduğu gibi kontragerilla taktikleri ve şovenizm dalgasıyla kırmaya çalışmak dışında alternatif başka bir modeli yok Türk devletinin. Bunun örneklerini Kobanê direnişi ve gösterileri esnasında devreye sokulmak istenen çeteler vasıtasıyla gördük. Buradan hareketle, çıkarılması düşünülen iç güvenlik reformu yasası ve ekonomik veriler bunu doğrular nitelikte. Türkiye ve Ortadoğu’da ezilenler ve toplumsal muhalefet güçleri, 90’lı yıllardan farklı olarak bölgesel anlamda en önemli güç durumunda. Bu güç, bütün Ortadoğu coğrafyasının ve bölge halklarının umudu olabilir. Rojava özelinde gelişen devrim, tarihsel anlamda çok büyük bir fırsattır. Daralan ekonomi ve buna bağlı olarak hükümetin ufalan manevra alanı, batıda da ezilenlerin ve bütün Ortadoğu coğrafyasının birleşik direniş hattının örülmesiyle boşa çıkarılabilir. AKP Hükümeti, mevcudiyetinin devamı için bir iç savaş durumundan kendisini alıkoymayacağı ve ekonomik “istikrar’’ adına, krizi atlatmak adına bütün şiddet araçlarıyla kitleleri bastırmaya çalışacağı çok aşikar. Bu durum, hükümet cephesinden bir iç savaş hazırlığı olarak okunabilir. Yeni iç güvenlik reformu yasa tasarısı ve Babacan’ın açıklamaları bu durumu doğrular nitelikte. Hükümetin yetkili ağızlarından yapılan HDP’ye yönelik sözlü ve fiziki saldırılar, bu yolu örmek için harekete geçişin görüngüleri olarak okunabilir.
8
atılım
●
EMEK
●
7 Kasım 2014
Ermenek’te işçilere hala ulaşılamadı Soma’da 301 işçiye mezar olan madenler yeni canlar aldı. İş güvenliği önlemi alınmaması nedeniyle cinayetlerin ardı kesilmedi. Ermenek’te, su baskınıyla madende mahsur kalan 18 işçi için umutlar tükendi. İşçilerin cansız bedenleri bile çıkarılamadı.
‘İş Güvenliği Kurulları oluşturulmalı’
◗ KARAMAN Karaman’ın Ermenek İlçesi’nde iş güvenliği önlemi alınmaması nedeniyle 18 işçi hala maden içinde. Aileler, maden önünde bekleyişlerini sürdürüyor. Artık umutlar tükendi. Ancak, işçilerin cansız bedenleri bile çıkarılamadı. İşçilerin olduğu tahmin edilen galeriye en yakın yer olan 775 kotuna inen Bilirkişi Heyeti incelemede bulundu. Ermenek Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından açıklanan ön raporda; “Kazanın eski imalat bölgesine yıllar içerisinde birikmiş olan suların zaman içinde basınç eşik değerini aşarak zayıflayan topuktan çalışma alanlarında aniden su baskınına neden olmasından kaynaklı olduğu belirtilmiştir” ifadeleri yer aldı.
Başsavcılık, soruşturma kapsamında şirket yetkilileri hakkında adli kontrol kararı çıkartıldığını hatırlattı. Maden önünde açıklama yapan Enerji Bakanı Taner Yıldız da arama kurtarma çalışmalarının daha ne kadar süreceğiyle ilgili “süre veremeyiz” dedi. Yıldız, “Bin 250, bin 300 metrelik maden ocağının altındaki bütün yapıyı belki de tek tek elden geçirmemiz gerekiyor. Şu anki karşılaştığımız tablo bu” diye konuştu. Zamana ihtiyaç olduğunu belirten Yıldız, “Şu anki geldiğimiz nokta, tahmin ettiğimizin de üzerinde zor bir nokta. Süre veremeyiz. İşimiz kolay değil. Şu anda oradaki su beslenmiyor. 2 bin 500 tonluk su ve çamur var. Şu ana kadar ulaşabildiğimiz kardeşimiz yok” dedi.
İşçiler Çalışma Bakanlığı’nı mühürledi ◗ ANKARA DİSK’e bağlı Enerji-Sen, Limter-İş ve Dev Yapı-İş üyeleri, iş cinayetlerinin sorumlusu olarak gördükleri Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı’nın kapısını mühürledi. İşçiler, can güvenlikleri olmadığını belirterek, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı’nı mühürledi, ardından açıklama yaptı. İşçi ölümleri konusunda gerekli önlemleri almayan bakanlığa tepki gösteren işçiler, yaptıkları konuşmalarda yaşam haklarını savundu. Eylemde konuşan Enerji-Sen Genel Başkanı Ali Duman; Soma, Torun İnşaat ve Ermenek’te yaşanan işçi katliamlarını hatırlattı, “Artık yeter”
dedi. Duman, taşeronlaştırma ve rödovans gibi güvencesiz çalışma ilişkilerine son verilmesi, işçi sağlığı ve iş güvenliği alanında özerk bir kurumsal yapı oluşturulması istedi. Sendikal örgütlenme önündeki engellerin kaldırılması taleplerini yineleyen Duman, işçilerin geleceklerini karartan ölüm düzenine direneceklerini dile getirdi. Eylemin ardından, Limter-İş Sendikası Genel Başkanı Kanber Saygılı, Enerji-Sen Genel Başkanı Ali Duman ve Dev Yapı-İş Genel Başkanı Dursun Açıkbaş’ın da aralarında olduğu 18 işçi, polis tarafından darp edilerek gözaltına alındı.
◗ İSTANBUL Sendikacı Kamil Kartal, Ermenek’te yaşanan maden faciasının, işçi sağlığı ve iş güvenliği önlemleri alınmamasından dolayı yaşandığını vurguladı. Kartal, acilen İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği Kurulları oluşturulmasını istedi. Ermenek’te yaşananlara ilişkin ETHA’ya konuşan sendikacı Kamil Kartal, faciaya ilişkin söyleyecek çok bir şey olmadığını, akıl tutulması yaşandığını söyledi. İşçilerin göz göre göre ölüme gönderildiğini belirten Kartal, “Hiçbir güvenlik önlemi alınmıyor. Daha fazla kar, daha fazla üretim zorlaması yapılıyor. Alınan önlemlerin hepsi göstermelik” diye konuştu. Patronların ne iç hukuktaki güvenlik önlemlerine ne de uluslararası normlara uyduğunu vurgulayan Kartal, özelleştirmeler ve tarımın tasfiye edilmesi ile insanların yoksullaştırıldığını ve madenlerde güvencesiz koşullarda çalışmaya mahkum edildiğini söyledi. İşçilerin
madenlerde 18. yüzyıl koşullarında çalıştırıldığına dikkat çeken Kartal, uygulanmayan yönetmelikler, tüzükler, uluslararası normların kesinlikle uygulanması gerektiğini kaydetti. ‘İŞ GÜVENLİĞİ KURULLARI’ Yönetmeliklerin uygulanması için denetim mekanizmalarının güçlendirilmesi gerektiğinin altını çizen Kartal, “Maden Mühendisleri Odası, sendikalar, işyerlerindeki temsilcilik kadroları, işçilerin kendi içinden seçecekleri güvenlik mevzuatından anlayan, yani bütün işyerlerinde güvenlikçiler vardır. İşletmeyi iyi tanıyan unsurların da içinde yer alabilecekleri bir işçi sağlığı ve iş güvenliği kurulları acilen kurulmalıdır. Bunlar yetkilendirilmelidir” dedi. Büyük maden havzalarında maden sahalarına ilişkin bölgesel havza planlarının mutlaka yapılması gerektiğini vurgulayan sendikacı Kamil Kartal, bunun dışında sendikal örgütlenme önündeki engellerin kaldırılmasını istedi.
7 Kasım 2014
●
EMEK
●
atılım 9
İş cinayetleri politik bir sorundur Tuzla tersanelerinde yaşanan işçi ölümlerinin önüne geçilmesinde önemli bir yerde duran Limter-İş Sendikası’nın Genel Başkanı Kanber Saygılı, “AKP iş cinayetlerine teknik sorun olarak bakıyor, iş cinayetleri artık politik bir sorun haline gelmiştir” dedi. ◗ İSTANBUL Soma’da resmi rakamlara göre 301 işçinin hayatını kaybettiği katliamın ardından madenlerdeki çalışma koşulları gözler önüne serildi. Çalışma koşullarını iyileştirmeyen AKP Hükümetinin işçi ölümlerine karşı önlem almaması nedeniyle bu kez Ermenek yaşandı. Soma katliamının ardından madenlerde çalışma koşullarını düzeltileceği yönündeki sözlerin hiçbiri tutulmadı. Soma’dan sonra kapatılan madenler, iş cinayetinin unutulmaya yüz tutmasının ardından bir bir yeniden açıldı. Hükümet Soma’da denetim yapıldığını belirtirken, diğer madenler denetlenmedi. Peşinden Ermenek’teki facia meydana geldi. İş cinayetlerinin 2008 yılında yoğun olarak yaşandığı Tuzla tersanelerinde, yaşam hakkı grevleri ile işçi ölümlerinin önüne geçilmesinde önemli bir yerde duran DİSK’e bağlı Limter-İş Sendikası’nın Genel Başkanı Kanber Saygılı, ETHA’nın sorularını yanıtladı. ‘AKP ÇÖZÜM BULAMAZ’ İş cinayetlerinde dört kesim olduğunu söyleyen Saygılı, bunları “Birincisi patron, ikincisi hükümet, üçüncüsü işçi ve dördüncüsü de sendikalar cephesi” dedi. AKP Hükümetinin 12 yıllık döneminde 14 bin 455 işçinin hayatını kaybettiğine vurgu yapan Saygılı, her gün ortalama 4 işçinin yaşamını yitirdiğini kaydetti. Her üç ayda yeni bir Soma yaşadıklarını söyleyen Saygılı, AKP’nin iş cinayetlerine çözüm bulmasının mümkün olmadığını söyledi.
Hükümetin işçi ölümlerini teknik bir sorun olarak gördüğünü belirten Saygılı, iş cinayetlerinin politik bir sorun haline geldiğini ifade etti. Sorunun örgütsel, yaşamsal ve insani bir sorun olduğunu kaydeden Saygılı, işçiler, sendikalar, emek ve meslek örgütlerinin sorunun doğal muhatapları olarak çözüme odaklanması gerektiğini belirtti. AKP’nin doğal muhataplarla değil patronlarla birlikte yürüdüğünü vurgulayan Saygılı, “Patronlar, sorunları tespit eden uzmanların ücretlerini ödüyor. Bu durumda sağlıklı bir sonuç alınması mümkün değil” dedi. Emek örgütlerinin hükümetten mütemadiyen çeşitli taleplerde bulunduğunu söyleyen Saygılı, çözüm için Limter-İş’in Tuzla tersanelerinde yaptığı gibi hükümet üzerinde baskı oluşturulması gerekliliğinden bahsetti. Sorunun bir basın açıklaması yaparak çözülmeyeceğinin altını çizen Saygılı
Ermenek’de mahsur kalan 18 işçinin kurtarılamadığı maden faciası Dersim, Malatya ve Samsun’da yapılan eylemlerle protesto edildi.
şunları kaydetti: “Bu iş cinayetleri dünden bugüne, bugünden yarına devam eden bir sorun. Dolayısıyla, bugünden başlayarak adım adım aydınlatma faaliyetleri olmak üzere sadece fabrikalarda değil, işçilerin yaşam alanlarında faaliyet yürütmek gerekiyor. Bu sorunların çözümü için taşeronluğun kaldırılması, iş cinayetlerine sebebiyet veren patronların işçi öldürmekten yargılanması, madenlerin kamulaştırılması, aynı zamanda örgütlenme önündeki engellerin kaldırılması gerekiyor.” AKP’NİN TEDBİRİ ‘ŞİKAYET HATTI’ Başbakan Ahmet Davutoğlu’nun iş cinayetlerini önlemek adına önerdiği şikayet hattını eleştiren Saygılı, “AKP, kendisini bu işten soyutluyor. Bu işte bir sorumlu arıyorlar. ‘Niye bize haber vermediniz. Niye şikayet hattını aramadınız’ gibi absürt, ipe sapa gelmez, asla ve asla derdimize derman olmayacak yöntemlerle uğraşıyor. Bu, tamamen sorumluluğu kendi üzerinden atmaktır. Yani; birinci derecede sorumlu olan hükümet, birinci derecede sorumlu olan patronlar kendi üzerlerinden atarak sorumluluktan kurtulmaya çalışıyorlar” dedi. 2008 yılında tersanelerde yaşanan iş cinayetleri sonrasında “Bu şekilde devam ederse Tuzla Türkiyelileşir” dediklerini hatırlatan Saygılı, “Her taraf Tuzla haline dönüştü. Madenler, inşaatlar, enerji ve tarım işkolları. Böyle bir durum ile karşı karşıyayız” diye konuştu. Limter-İş’in yürüttüğü mücadelenin genelleştirebileceğini dile getiren Saygılı, “Limter-İş açısından da sendikalar açısından da işçilerin yaşam hakkı, vücut bütünlüğü, sağlık hakkı her şeyin üzerinde gelir” diye belirtti.
YAŞAM HAKKI İÇİN MÜCADELE Sendika olarak 16 yıl boyunca tersanelerde yaşam hakkı mücadelesi yürüttüklerini kaydeden Saygılı, “Bunun için üç kişiyle, on kişiyle, yüz kişiyle yürüyüşler yaptık. Aydınlatma faaliyetleri yürüttük, grevler örgütledik. 2008 yılına kadar her iş kazası sonrasında eylem yaptık. Ve sorunu kamuoyunun vicdanı haline dönüştürebildik” şeklinde konuştu. Tersanelerdeki çalışma koşullarında önemli değişiklikler yaşandığını kaydeden Saygılı, “Tersanelerde işçilerin sigortaları yatırılmıyordu, şimdi yatırılıyor ama asgari ücret üzerinden yatırılıyor. Ücretleri vermiyorlardı. Tersane önünde basın açıklamaları yaptık. Ücretler ödenmeye başlandı. Çalışma saatleri çok uzundu, mücadele ile çalışma saatleri 7,5-8 saate indirildi” dedi. Tersanelerde ölümlerin 4 farklı nedeni olduğunu söyleyen Saygılı, “Elektrik çarpması, yüksekten düşme, cisim çarpması veya patlama. Elektrik çarpmasına karşı kauçuk kaplı kablo kullanılmaya başlandı. 2008 öncesi kalas üzerinde çalışma yaptırılıyordu şimdi tamamen etrafı kontrol altına alınmış daha geniş iskeleler üzerinde çalışma yaptırılıyor. Patlama sonucu yaşamını yitiren işçi sayısı o kadar çok fazla ki, şimdi sıcak çalışmanın olduğu yerde önce gaz varsa boşaltılıyor. Fanlar kullanılıyor, gazın boşaltılması için. Ondan sonra iş yapılıyor. Bunları, 2008 yılından önce yapmadıklarından dolayı işçiler yaşamını yitiriyordu. Yapılan bu işler hangi işkolunda olursa olsun risk ortadan kaldırıldığı koşullarda iş cinayetleri yaşanmaz” diye konuştu. ‘CİNAYETLERİ ÖNLEYECEK BİR YAPI OLMALI’ İş cinayeti riskine karşı bir çözümün bulunması gerektiğinin altını çizen Saygılı, kurumlaşmış bir yapının oluşturulmasını önerdi. Saygılı şöyle konuştu: “Yani; risk analizi yapabilecek, kısa, orta ve uzun dönemli risk analizleri yapabilecek kurumlara ihtiyaç var. Bunu patronların, hükümetin, taşeronun vicdanına bırakırsak bu sorunun asla çözülme şansı yoktur. Bu teknik sorun, siyasal sorunun dışında toplumsal bir sorundur. Yaşamsal bir sorundur. İnsani bir sorundur. Bu, bir bütün olarak düşünülüp bu sorunların üzerine gidilmeli.” (Serdal Işık-ETHA)
10
atılım
●
KADIN
7 Kasım 2014
●
Temel görevimiz isyanı büyütmek SKM Sözcüsü Fadime Çelebi, kadın özgürlük mücadelesinde temel görevlerinin Rojava kadın devrimi ve Kobanê direnişi ile Isparta’daki iş cinayetinde katledilen ve şiddete uğrayan kadınların öfkesini birleştirmek olduğunu belirtti, “Temel görevimiz isyanı büyütmektir” dedi. ◗ ANKARA Kadın örgütleri, 25 Kasım Kadına Yönelik Şiddete Karşı Mücadele Haftası’na hazırlanıyor. Bu yılki etkinliklerde, kadın cinayetlerinin yanı sıra Rojava kadın devrimi ve Kobanê direnişine destek mesajları da öne çıkacak. Çalışmalara başlayan ESP Sosyalist Kadın Meclisleri (SKM), “Savaşa ve şiddete karşı kadınlar isyanda” sloganıyla çalışmalarını yürütüyor. SKM sözcüsü Fadime Çelebi, 25 Kasım Kadına Yönelik Mücadele Haftası öncesinde Atılım Gazetesi’nin sorularını yanıtladı. Çelebi, kadınların bu yıl 25 Kasım’a IŞİD vahşetine karşı devam eden Kobanê direnişinin ruhu ile girdiğini belirtti. IŞİD çetelerinin kadınlara yönelik saldırılarının Ortaçağ dönemini aratmadığını vurgulayan Çelebi, “Sadece IŞİD’in katliamları değil, IŞİD’in vahşetine karşı Arîn Mîrkan örneğinde olduğu gibi YPJ savaşçıları büyük bir fedakarlıkla direniyor” dedi. ‘ROJAVA DEVRİMİNİN KAZANIMLARI YANIMIZDA’ 25 Kasım’a Rojava devriminin kazanımları ile de girdiklerinin altını çizen Çelebi, şöyle konuştu: “Rojava devrimi bir kadın devrimidir ve bu devrimin kazanımları artık yanımızda. Öncelikle bu devrimin öznesi kadınlardır. Siperlerden siyasi kurumlara her yerde kadınlar vardır. Ayrıca kadınlar, toplumsal ve siyasal yaşamın her yerinde kendini var ediyor ve kendi varlığını güvenceleyecek mekanizmalar kuruyor. Devrimin inşasında ve savunmasında yer alan tüm kadınları
kakta olmaya devam edeceklerini belirten SKM Sözcüsü Fadime Çelebi, “Kadın cinayeti davalarını takip etmeye devam edeceğiz. Katilleri ve erkek yargıyı teşhir edeceğiz. Şiddete maruz kalan kadınlarla dayanışmayı sürdüreceğiz” diye konuştu. Çelebi, kadın cinayetlerinin önlenebilmesi için daha güçlü bir kadın mücadelesi ve örgütlenmesine ihtiyaç olduğunu belirtti.
bir kez daha selamlıyoruz.” Kobanê direnişinin, Rojava devriminin geleceği açısından tarihi önemde olduğunu kaydeden Çelebi, Kobanê direnişini Batı’da tüm halklara özelikle de emekçi kadınlara taşımak için çeşitli etkinlik ve eylemler gerçekleştirdiklerini anlattı. SKM Sözcüsü Fadime Çelebi, kadın dayanışmasının sınırları aştığına dikkat çekti, “Ev toplantılarından kermeslere kadar çeşitli araçlarla Kobanê’deki kadınların sesi olmaya çalıştık. Maddi destek sunmak amacıyla yardım kampanyaları yürüttük ve bu dayanışmamızı önümüzdeki günlerde de sürdüreceğiz” diye konuştu. Çelebi, kadına yönelik şiddet ve cinayetlerin özellikle AKP Hükümeti döneminde artış gösterdiğini vurguladı, “Günde 5 kadın, eşi, sevgilisi ya da en yakınındaki erkekler tarafından öldürülüyor” dedi. AKP iktidarının toplumsal yaşamı
muhafazakarlaştırmak istediğini ve muhafazakar toplumda kadına evin dışında bir yaşam öngörmediğini anlatan Çelebi, şöyle konuştu: “Hükümet yetkililerinin ‘Kadın kahkaha atmaz’, ‘Hamile kadın sokağa çıkmaz’ gibi açıklamalarını duyduk. Bu söylemler de kadına yönelik şiddetin zeminini hazırlıyor. AKP, toplumu yeniden yapılandırırken özelikle de kadınları toplumsal yaşamdan koparmak istiyor. Kadınlara biçtiği rol; eş ve annedir. Bu rolü kabul etmedik, etmeyeceğiz.” ‘YAŞAM HAKKI İÇİN SOKAKTA OLACAĞIZ’ Kadın cinayeti davalarında ancak kadınların ısrarlı mücadelesiyle katillerin cezalandırıldığına dikkat çeken Çelebi, “Çünkü erkek adalet, hala kadınların öldürülmesini normal görüyor. Bu algıyı da ancak mücadele ederek değiştirebiliriz” dedi. Kadınların yaşam hakkı için so-
‘KADIN ÖZGÜRLÜK MÜCADELESİ DAHA DA YÜKSELECEK’ Önümüzdeki dönemde kadın özgürlük mücadelesinin yükseleceği değerlendirmesinde bulunan Çelebi, “Bizim temel görevimiz de bu isyanı büyütmek olacaktır. Rojava kadın devrimi ve Kobanê direnişi ile Isparta Yalçova’daki iş cinayetinde katledilen ve şiddete uğrayan kadınların öfkesini birleştirmektir” dedi. Kadınların mücadelesinin birleştirilmesinin şart olduğuna dikkat çeken Çelebi, şöyle konuştu: “Daha fazla kar için kadınları öldüren erkek egemen kapitalist sistem ile Ortadoğu’da kadınları katleden erkek egemenliği aynıdır. Bu nedenle, Kobanê’deki kadınların direnişi ile Türkiye’deki kadınların öfkesini birleştirmeliyiz. Bu yıl 25 Kasım’da ‘Savaşa ve şiddete karşı kadınlar isyanda’ şiarıyla alanlarda olacağız. Sosyalist Kadın Meclisleri olarak kadına yönelik şiddete, iş cinayetlerine, tacize, tecavüze, kadın katliamına karşı alanlarda olacağız. Bedenimize, kimliğimize, emeğimize ve kendi devrimimiz olan Rojava kadın devrimine sahip çıkmak için tüm kadınları alanlara çağırıyoruz.”
SKM’lilerden Kobanêli kadınlar için kermes ◗ HABER MERKEZİ ESP/Sosyalist Kadın Meclisleri (SKM) üyeleri, Kobanêli kadınlarla dayanışmak için Mersin Adana ve Mersin’de kermes açtı. Mersin Özgür Çocuk Parkı’nda kermes açan SKM üyeleri, hapishanelerdeki tutsakların yaptıkları kitap ayraçları ve yiyecek sattı. SKM üyeleri, elde ettikleri
geliri, Kobanê’den gelen kadınlara ulaştıracak. Adana’da da Şakirpaşa Mahallesi pazarında kermes düzenlendi. “Kadın dayanışması sınırları aşıyor” diyen kadınlar, hazırladıkları ürünleri Kobanê’li kadınlar için satışa çıkardı. Bir kızı ve oğlu Kobanê’de ölümsüzleşen bir anne, tüm pazar harçlığını gözyaşlarıyla bağışladı.
7 Kasım 2014
●
ÖZGÜR KADIN
KADIN
hatice duman
Kavak dallarındaki yazmalar Kadına yönelik şiddet, kadının köleleşmesinin sürdürülebilmesi bakımından kritik noktada durur. Bundan dolayı da sistematik işleyen bir olgudur. Neredeyse her gün, en az bir kadının katledilmesinin altında da bu gerçekler yatar. Bir anlamda ölüm, her kadının başında sallanan demoklesin kılıcı gibidir. Ancak kadın cinsine ölüm sadece devlet siluetine bürünmüş kocalarından, babalarından, kardeşlerinden gelmiyor. Ataerkil kapitalizmin kadının emeğini azami derecede sömürme eğilimi de kadınları öldürüyor. Hayatın bütün alanlarında nesneleştirilip görünmez kılınan kadının, tek göründüğü alanda işte bu ölüm yollarıdır. İlçesi’nden Konya’nın Alaşehir Isparta’nın Gelendost İlçesi’ne elma toplamaya giden kadınların ömrü, o ölüm yolunda son buldu. Üç beş kuruşluk bir güvenlik önleminin dahi fazla görüldüğü o ölüm yollarında kaçıncı kez devrildi otobüsler, traktörler, kamyonetten bozma minibüsler. Kadınlar evlerine nasıl
sıkı sıkı kapatılıyorsa, ölüm yollarında da aynı zihniyetle tıkıştırılıyorlar otobüslere. Evde emeği yok sayılırken elma bahçelerinin zorlu çalışma koşullarında ücretleri kuşa çevriliyor. Sonra bu yetmezmiş gibi, 15 kişilik bir midibüse 80 kişi bindiriliyorlar. Yoksul ve kadın olmanın sonucu belli; aşırı yükten dolayı freni patlayan otobüs şarampole yuvarlanıyor 17 kadın işçi katlediliyor. Ataerkil kapitalizmin yabancılaşması, bu iş cinayetleriyle birlikte dip boyutlara iniyor. Son on ayda işe gidiş ve dönüş yolunda 101 kadının katledilmesi bu boyuta işaret ediyor. Katledilen 94 tarım işçisinden 64’ü de kadın. Bunlar güncel veriler. Sadece Bursa’da fabrikanın kapısı kilitlendiği için çıkan yangında kül olan kadınlar hala hafızalardadır. İstanbul’da sele kapılan araçta boğulan sekiz kadından geriye kalanlar bilincimize çarpıp duruyor. Sessizliğin arasında çaresizleşen aileler para karşılığı susmayı tercih etmişlerdi bu son olayda.
SKM: Affetmeyeceğiz hesap soracağız ESP Sosyalist Kadın Meclisleri, kapitalizm ve erkek sistemin katlettiği kadınlar ve iş kazalarında katledilen işçi kadınları andı, işçi katliamlarını protesto etti. ◗ İSTANBUL ESP Sosyalist Kadın Meclisleri (SKM), Isparta’da 31 Ekim günü yaşanan iş cinayetinde yaşamını yitiren 17 mevsimlik kadın tarım işçisi için oturma eylemi gerçekleştirdi. Galatasaray Lisesi önünde bir araya gelen sosyalist kadınlar, “Kapitalizm kadınları katletti, affetmiyoruz. Hesap soracağız” yazılı pankartı açtı, oturma eylemi yaptı. SKM adına açıklama yapan Güneş Akan, Ermenek’te yaşanan maden faciasını hatırlatarak, “Maden ocağının çıkışında bekleyen kadınların acısına ortak olmaya çalışırken, bir başka acı hayatımızın ortasına girdi” dedi. Isparta’da 17 kadın mevsimlik tarım
işçisinin feci şekilde yaşamını yitirdiğini hatırlatan Akan, kazanın yine her zamanki gibi kar hırsından kaynaklandığını söyledi. Akan, Kütahya’da makineye sıkışması sonucu yaşamını yitiren İlknur Tahtalı, Bursa’da yakılarak can veren kadın işçiler ve İstanbul’da servis içerisinde boğularak öldürülen kadın işçilerin unutulmadığını ifade etti. “Kapitalizmin kadınlara şiddet ve ölümden başka hiçbir şey vermediğini hep anlatacağız” diyen Akan, açıklamasını “Affetmeyeceğiz, hesap soracağız. Sömürü ve savaş düzenine karşı Rojava devrimleri, Kobanê direnişleri yaratacağız. Sokakları, mevzileri terk edemeyeceğiz. Hayattan hakkımızı alacağız” diyerek bitirdi.
●
Bu ölümlerden çarçabuk “dayıbaşları” sorumlu tutuldu. Hiç bıkmadan, arlanmadan her olay bir günah keçisiyle sümen altı ediliyor. “Dayıbaşı”nı bağlayan ne? Birkaç “ayrıksı ot” değil ki dayıbaşları. Aksine, bu devasa karın esas payını dayıbaşları değil, o elma bahçelerinden saraylar, saltanatlar inşa edenler alıyor. Filii olarak devlet başkanı olan Erdoğan’ın bin odalı sarayını da buna eklememek bir eksiklik olur. Nihayetinde alnımızın teriyle döşediği o saraydan tekrarlayacak kapitalizmin fıtratını ve kadınlara yönelik savaş retoriğini. Böyle bir sömürü zincirinden görgüsüzce yaşamları ve “ahbap-çavuş kapitalizmine” dayanarak yürüyecek kadar bağımlılar. Kadınlar söz konusu olduğunda ise katlanarak elde edilen artı değerin oranı. Zira kadınların ev içinde görünmeyen emeği, elma bahçelerinde çalışan kadınların ücretlerine de yansıyor. Ataerkil kapitalizmin ekonomi politiği kadın emeğini değersizleştirmektedir ya da ucuzlaştırmaktadır. Burjuvaziden dayıbaşına uzanan kapitalist sömürü zincirinde, ataerkillik kadının emeğinin karşılığını kuşa çeviriyor. Evde koca denetiminde susturulan kadın fabrikada, tarlada örgütsüz güvencesiz çalıştırılıyor. Her iki
atılım 11 olgunun arasındaki organik bağ kadının emeğini görünmez kılarken ölümünü görünür kılıyor. Görüldüğü gibi kadınların örgütsüzlüğü, hesap sormaktan uzak mücadelesi ataerkil kapitalistlerin tıkır tıkır işlemesine katkı sunuyor. Bundan dolayı aileler susturuluyor ve yeni kadın katliamlarının bekleyicisi durumuna düşüyoruz. Elbette gösterilen tepkiler gözardı edilemez. Ancak gösterdiğimiz bu tepkiler kadınların katledildiği mekanlardan o kadar uzak ki, sesimizi dahi işitmiyorlar. Bu elitist eylem tarzının sonuçlarını artık görmek durumundayız. Örgütlenmek ve hesap sorucu bir eylem çizgisini geliştirmek için kadınların yaşamlarına sızmak zorundayız. Konformist bir mücadele tarzıyla ataerkilliğin barikatlarını aşmanın imkansızlığı da ortada olduğuna göre bununla cins bilinci geliştirmek de olanaksız gibi görünmektedir. Kadın çığlıklarının ortasında kalan tabutların yanına dahi varamayan bir pratiğin, kölelik zincirlerini kırmaya yetmediği de artık görülmelidir. Belki de işçi kadınların mezarı başına dikilecek olan kavaklara bağlanan yazmaları oradan çözüp başımıza bağlamakla gelişecek cins bilinci.
Eskişehir’de 17 kadın işçi için eylem ◗ ESKİŞEHİR HDK Eskişehir Kadın Meclisi de 5 Kasım günü, Isparta’da yaşamını yitiren kadın tarım işçisi kadınları andı, işçi katliamlarına karşı önlem almayan hükümeti protesto etti. Kadın işçileri temsilen 17 mum yakan kadınlar, oturma eylemi gerçekleştirdi. 17 kadın işçinin yaşamını yitirdiği olayın bir iş cinayeti olduğunun altını çizen HDK Eskişehir Kadın Meclisi, her gün iş cinayetleri yaşanmasına rağmen ilgili bakanların istifayı düşünmediğini belirtti. Hükümetten iş cinayetleri sonrasında gelen “Bu işin fıtratında var” açıklamasına tepki gösteren HDK Eskişehir Kadın Meclisi, açıklamasında şunları kaydetti: “Bizler biliyoruz ki, ne bu ülkede kadın olmanın ne de işçi olmanın fıtratında ölüm yoktur. Kadınları korumaktan aciz yasalar ve kadın cinayetlerine göz yuman hükümet vardır. Patronların kar hırsına kurban edilen, kölelik koşullarında çalışan işçiler vardır. Kadınlar, işçiler, gençler ancak bir araya gelerek, örgütlü mücadele ederek bu cinayetleri de, güvencesiz çalışma koşullarında durduracaktır.”
Samsun’da kadın fanzini dağıtıldı ◗ SAMSUN Samsun Sosyalist Kadın Meclisi üyeleri, Mecidiye Bulvarı’nda “SKM’nin sesi” adıyla hazırladıkları kadın fanzinini dağıttı. “Kadın, yaşam, özgürlük”, “Sensiz bir eksiğiz” şiarlarıyla dağıtılan fanzine kadınlar yoğun ilgi gösterdi. Fanzinde; erkek şiddetine, tacize ve tecavüze uğrayan kadınların yapması gerekenler, kentte yaşanan bir tecavüz davası hakkında bilgi, Kobanê’de direnen kadınlar, kadın sağlığı ve Cumartesi Annelerinin mücadeleleri ele alındı.
12
atılım
Kobanê savunması, IŞİD çetelerinin katliamcı saldırılarına karşı yaklaşık iki aydır direnişte. Emperyalist ve gerici bölge devletleri ile IŞİD’e destek veren AKP Hükümetinin ‘düştü düşecek’ diye dört gözle beklediği Kobanê, tarihi bir direniş yazıyor. YPG/YPJ savaşçıları, Kobanê’yi can fedasıyla ayakta tutarken, vicdan ve onur direnişi, dünya halklarının bilincini, aklını ve yüreğini sardı. Nobel ödüllü ve dünyaca tanınan aydınların girişimiyle ilan edilen 1 Kasım Dünya Kobanê Günü, Amerika’dan Afrika’ya, Afganistan’dan Avustralya’ya kadar geniş bir coğrafyada sahiplenildi. 39 ülkede ezilenler, yeni yaşam çağrısının Ortadoğu’da açan filizine eylemiyle su verdi. Türkiye ve Kuzey Kürdistan’da da HDP’nin yaptığı çağrıya 56 kentte yanıt verildi. 6-8 Ekim günlerinde gerçekleşen isyanın ardından bir kez daha sokakları dolduran yüz binler, “Bijî berxwedana Kobanê” sloganıyla, Rojava devrimini asla yalnız bırakmayacaklarını yineledi. Devrimin geleceği için canını feda eden onlarca savaşçı da unutulmadı, halklar Kobanê şehitlerini yüreğine bastı.
GÜNCEL
7 Kasım 2014
Vicdan dünyayı ●
●
İstanbul, İzmir, Bursa, Malatya ve Maraş gibi çok sayıda ilden Suruç’a giden binlerce kişi, Mehser ve Misaynter köylerindeki sınır direnişçilerine destek verdi. Sınırda insan zinciri oluşturuldu, yüzler Kobanê’ye çevrildi. “Bijî Berxwedana Kobanê” sloganı atılan eylemin ardından Mehser Köyü’nde açılan taziye çadırı ziyaret edildi. Suruç’ta esnaflar kepenk açmadı.
‘Kobanê ile başladık, Kobanê ile başaracağız’
◗ HABER MERKEZİ Kobanê direnişine destek için Koşuyolu Parkı’nda toplanan Amed halkı, IŞİD çetesini lanetleyen sloganlarla İstasyon Meydanı’na yürüdü. IŞİD kuşatması altındaki Kobanê’ye destek sloganları atan on binlerce kişi “Kobanê ile başladık, Kobanê ile başaracağız” yazılı pankart taşıdı. “Bijî Berxwedane Kobanê” sloganı atan binler IŞİD çetesini de lanetledi. Yürüyüş sonunda konuşma yapan DBP İl Eşbaşkanı Zübeyde Zümrüt, 1 Kasım’da sokağa çıkan milyonların kalbinin Kobanê için çarptığını söyledi. Zümrüt, “Çünkü Kobanê insanlık onurunun çarpışmasıdır. YPG ve Kobanê direnişi insanlığın savunmasıdır” diye konuştu. Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın Kobanê ile ilgili konuşmalarını eleştiren Zümrüt, “Kobanê korkusu Erdoğan’ı sarmış. Kobanê ile yatıyor Kobanê ile kalkıyor. Biz, onlardan korkmuyoruz. Tabutlardan korkmuyoruz. Ölümden korksaydık, bugün sokağa
çıkan milyonların kalbi Kobanê ile atmazdı” diye konuştu. Başbakan Ahmet Davutoğlu ve İçişleri Bakanı Efkan Ala’nın Kobanê eylemleri nedeniyle yaptığı açıklamalar Diyarbakır’da boşa düşürüldü. Başbakan’ın valiliklere gönderdiği talimatın ardından, Diyarbakır polis ablukasına alınmış, sabah saatlerinde 7. Kolordu Komutanlığı’ndan çıkan zırhlı askeri araçlar kentin önemli noktalarına yerleştirilmişti. Amed halkının yürüyüş öncesinde “polis saldırmadıkça, çatışma olmaz” şeklindeki tutumu sonrasında on binlerce kişinin katılımıyla görkemli bir yürüyüş gerçekleştirildi. DBP yöneticilerinin uyarıları sonucu polis kitleden uzak durdu. Kürdistan’ın birçok kentinde eylemlerin en kitlesel katılım Van’da gerçekleştirildi. Van Demokrasi Platformu’nun çağrısıyla Sebze Hali yanında toplanan on binlerce kişi, “Kobanê düşmez, devrim bitmez” yazılı pankart taşıdı
Ulusoy: Koridor direnişin kazanımıdır ◗ ERZİNCAN 1 Kasım Dünya Kobanê Günü dolayısıyla Erzincan’da da dayanışma eylemi düzenlendi. Saat Kulesi önünde yapılan eyleme, Ezilenlerin Sosyalist Partisi Genel Başkanı Sultan Ulusoy, ESP Genel Başkan Yardımcısı Fethiye Ok da katıldı. ESP Genel Başkanı Sultan Ulusoy, 1,5 aydır IŞİD saldırısı altında olan Kobanê’de tarihi bir direnişin gösterildiğini söyledi. Emperyalistlerin ve AKP Hükümetinin Kobanê’nin düşmesi için 1,5 ay beklediğini söyleyen Ulusoy “Kobanê’deki direnişle, batıdaki ayaklanmayla, Kürdistan’daki serhildanla birlikte nihayet koridor açıldı. Bu, bizim kazanımımızdır. Bu tamamen halklarımızın kazanımıdır. Bu ne AKP’nin lütfudur, ne ABD’nin lütfudur. Bu, direnişin kazanımıdır” dedi. “Direne direne kazanacağız”, “Yaşasın Kobanê direnişimiz” sloganlarının atıldığı eylemde bileşenler adına Zeynel Gül açıklama yaptı.
Antakyalı Gezi direnişçileri, Kobanê halkına destek vermek için yine sokaklardaydı. Gezi şehidi Ahmet Atakan ile Kobanê şehidi Muhammed Şık’ın fotoğraflarının yan yana taşındığı eylemde, Armutlu’dan Kobanê’ye direnişe bin selam” denildi. Eylemde sloganlar Türkçe, Kürtçe ve Arapça atıldı.
7 Kasım 2014
GÜNCEL
atılım 13
sokağa döktü ●
●
1 Kasım Kobanê Günü dolayısıyla dünyanın dört bir tarafında eylemler düzenlendi. Avrupa’dan Asya’ya kadar onlarca ülkede halklar Kobanê için sokağa çıktı, destek eylemlerine on binlerce kişi katıldı. ◗ HABER MERKEZİ 1 Kasım Kobanê Günü dolayısıyla dünyanın dört bir tarafında eylemler düzenlendi. Avrupa’dan Asya’ya kadar onlarca ülkede halklar Kobanê için sokağa çıktı, destek eylemlerine on binlerce kişi katıldı. İtalya, Fransa, Almanya, İngiltere, İsveç, Yunanistan, Bulgaristan, Hollanda, Almanya, Portekiz, Avusturya, İspanya, Belçika, Çek Cumhuriyeti, İsviçre’de sokağa çıkan binlerce kişi, Kobanê’nin yanında olduklarını düzenledikleri eylemler ile ifade etti. Avusturalya’nın Melbourne ve Sidney kentleri
de Kobanê direnişinin selamlandığı kentler arasında yer aldı. Toplumsal muhalefetin radikal İslamcı çevreler ve NATO baskısı arasında cendereye alındığı Afganistan’nın yedi eyaletinde eş zamanlı eylemler düzenlendi, IŞİD çetesi lanetlendi. Afganistan Dayanışma Partisi’nin (SPA) öncülüğünde gerçekleştirilen eylemler Herat, Farah, Nangarhar, Balkh, Takhar, Nimruz ve Bamyan eyaletlerinde kitlesel geçti. Hindistan’ın altı merkezinde de, Kobanê ile dayanışma ve IŞİD karşıtı mitingler düzenlendi.
İstanbul’da binlerce kişi Kobanê için yürüdü
İstanbul Kobanê Dayanışması’nın çağrısıyla Taksim Tünel’den Galatasaray’a yürüyüş düzenledi. “IŞİD’e desteğe son. Kobanê’ye yardım koridoru açılsın”, “1 Kasım Dünya Kobanê Günü’nde dünya Kobanê için ayakta” yazılı pankartlar taşıyan binlerce kişi “Kobanê’de düşene dövüşene bin selam”, “Bijî Berxwedana Kobanê”, “Kobanê IŞİD’e mezar olacak” ve “Her yer Kobanê her yer direniş” sloganları attı. Yürüyüşe, İstanbul Kobanê Dayanışması bileşenleri bayraklarıyla katılırken eylemde Serekaniye’de yaşamını yitiren MLKP savaşçısı Serkan Tosun ile Kobanê’de yaşamını yitiren MLKP savaşçısı Suphi Nejat Ağırnaslı’nın resimlerinin olduğu flamalar ile IŞİD çetelerine karşı feda eylemi gerçekleştiren Arîn Mîrkan’ın fotoğrafları taşındı.
Kobanê’ye destek açlık grevi sona erdi Kobanê direnişine destek amacıyla Kürt siyasi tutsakların 15 Ekim’de başlattıkları süresiz açlık grevi sona erdi. Tutsaklar, “Kobanê kendi özgücüyle direnmiş ve halkların enternasyonalizminin kalbi olmuştur” dedi. PKK ve PAJK’lı tutsaklar adına açıklama yapan Deniz Kaya, Kobanê’de 48 gündür devam eden direnişle birlikte halklar tarihinde yeni bir sayfa açıldığını belirtti. Her fırsatta Kobanê’nin düşmesini beklediğini ifade eden AKP ve uluslararası güçlerin direniş karşısında boşa çıktığını kaydeden Kaya, “Bilinmelidir ki Kobanê kazanmıştır. Silah yardımı ve peşmergenin Kobanê’ye geçişi, topraklarını ölümüne savunan ve bu uğurda can veren yoldaşlarımızın yarattığı bir sonuçtur” diye belirtti. 15 Ekim’den itibaren uyarı amaçlı başlatılan süresiz dönüşümlü açlık grevi eyleminin sonlandırıldığı belirtilen açıklamada “Fakat bilinmelidir ki; Kürt halkı ve toprakları tehdit altında oldukça her türlü bedeli ödemeye hazırız” ifadelerine yer verildi.
Gazi’de Kobanê için barikatlar kuruldu ◗ İSTANBUL 1 Kasım Dünya Kobanê Günü dolayısıyla Sultangazi Halk İnisiyatifi’nin yaptığı çağrı üzerine Eski Karakol önünde toplanan yüzlerce kişi, İsmetpaşa Caddesi boyunca yürüyüş gerçekleştirdi. “Kobanê ile başladık, Kobanê ile başaracağız” yazılı pankart açılan eylemde “Direnen Kobanê’ye bin selam”, “Kobanê halkı yalnız değildir”, “Yaşasın Kobanê direnişimiz” şeklinde sloganlar
atıldı. Yürüyüşte, Rojava’da IŞİD çetesine karşı savaşırken ölümsüzleşen MLKP savaşçıları Serkan Tosun ve Suphi Nejat Ağırnaslı’nın resimlerinin bulunduğu bayraklar da taşındı. Nalbur Durağı’nda yapılan açıklamanın ardından gençlerin Gazi Karakolu’na doğru yürüyüşe geçmesi üzerine, polis tazyikli su ve gaz bombası ile saldırdı. Polisle gençler arasında başlayan çatışmalar İsmetpa-
şa Caddesi boyunca yayıldı. Gençler, Gazi Hastanesi civarında yollara barikatlar kurdu, polise karşı direnişe geçti. Eylem esnasında cadde üzerine “Yolumuz Paramaz yoldaşların yoludur” yazılı pankart asan MLKP milisleri, “Yaşasın partimiz MLKP”, “Serkan’dan Suphi’ye umut dimdik ayakta” şeklinde sloganlar attı.
14
atılım
●
İZLENİM
●
7 Kasım 2014
Bu halk yenilmez, Kobanê düşmez Akşam kalacak yer ararken, her ev dolu ve araba da soğuk olduğu için okulda bulduk kendimizi. İyi ki de gitmişiz okula. Orada direnişin yarattığı fedakar insanlarla tanıştık, sohbet ettik. Direnişin insanları nasıl da arındırdığını, güzelleştirdiğini gördük. Tam bir komün yaşamı var. Adeta ikinci bir Gezi’yidi, Mehser Köyü. ◗ MÜNEVVER İLTEMUR Taksim’den Pirsus’a (Suruç’a) hareket eden otobüsümüzü umutlu bir heyecan kaplıyor. Daha önce gidip gelenler duygularını, devrime dokunmanın farklılığını anlattıkça heyecanımız da artıyor. Korkunun ve ölümün devrimci irade karşısında nasıl paçavraya dönüştüğünü, kölelik zincirlerini kıran ve devrime koşan bir halkın yenilmezliğini anlatıyor arkadaşlar. Bizler için ayrı bir önemi var elbette... Barbar IŞİD çetelerine karşı devrimi savunurken 5 Ekim’de Miştenur Tepesi’nde ölümsüzleşen Suphi Nejat Ağırnaslı yoldaşın ölümsüzleştiği Kobanê’yi ve Miştenur Tepesi’ni daha yakından görmenin heyecanıdır. Devrime dokunabilmek, hissetmek ve savaşanlarla sınırda da olsa dayanışmada bulunmanın coşkusudur. Emperyalistler/sömürgeciler, Ortadoğu petrolleri ve enerji geçiş yolları üzerinde hegemonya kurmak ve alanlarını genişletmek için mezhepsel ve etnik savaşlarla halkları birbirine kırdırıyor. Ama büyük ve genişletilmiş planları halkların direnişine çarpıyor. Ezilen halklar için büyük bir umut ışığı olan Rojava devrimi ve yüzyılımızın Stalingrad’ı Kobanê direnişi bu planlarını bozduğu için iki aydır faşist IŞİD’in uyguladığı vahşeti seyrettiler. Onlar, halkların kendi kendini yönettiği Rojava Kürdistan’ını zayıf düşürmek ve çizmeyi aşan IŞİD çetelerini hizaya getirmek için umut yaratıp beklediler! Ama kadın ve erkek savaşçıların çelikten iradesiyle Kobanê’nin düşmediğini görünce IŞİD’i bombalamaya başladılar. “Kobanê düştü düşecek” diyen Ankara, direniş karşısında koridoru açmak zorunda kalırken peşmergeler de ağır çekimle Kobanê’ye doğru yola çıktılar. SAVAŞÇILARIYLA GURUR DUYAN KADINLAR Kobanê’de IŞİD barbarlarına karşı savaşan ve kanlarıyla tarihi bir destan yazan, çocuklarını, eşlerini ve evlerini bırakıp sömürgeciler tarafından çizilen sınırda bekleyen kadınlarla konuşuyoruz, binlerin Kobanê ile dayanışma günde tuttuğu nöbet yerinde. İstanbul’dan geldiğimizi ve Serkan’ın, Paramaz’ın yoldaşları olduğumuzu söyleyince coşkuyla karşılayıp anlatmaya başlıyorlar. Öncelikle dikkatimizi çeken, küçük Kobanê’nin büyük destanını ve Rojava kadın devrimini yaratanların haklı gururu oluyor. İstisnasız her ailede cephede savaşan, ölümsüzleşen ve yaralanan evlatlarının
olduğunu öğreniyoruz. 25 gün önce oğlunu kaybeden bir anne, oğlunun şehadetini bir başka kente çalışmaya/okumaya gitmiş gibi rahat ve doğal bir şeklide anlatıyor. Şaşırıyoruz! Kanıksama diyor kimi arkadaşlar. Bir anne, nasıl sıradan bir şeymiş gibi ölüm karşısında bu kadar metanetli olabiliyor? Ama başka kadınlarla konuştuğumuzda hepsinin de aynı ruh halinde olduğunu görüyoruz. Özgürlüğe susamış bir halkın devrimi korumanın bedel gerektiğine olan inancıydı bizi şaşırtan. 1993’de PKK saflarında özgürlük için savaşan oğlunun şehit düştüğünü ve kızının da Kobanê’de yaralandığını söyleyen yaşlı Kürt kadını, kızının şimdi de cephede yaralanan YPG/YPJ savaşçılarına baktığını gururla anlatıyor. Bir başkası, kızının IŞİD faşistlerine karşı savaştığını ve kendisinin de gitmek istediğini ekliyor. Niyazi baba ile tanıştırıp Rojava şehidi Serkan Tosun’u anlatınca, hemen ortak direnişle nasıl da kaynaştıklarını görüyorum. Kobanê düşecek diyenlerin hayallerinin suya düştüğünü anlatan MLKP savaşçısının sözünün ne kadar doğru olduğunu 7’den 70’e atılan sloganlarda görüyoruz. Dört parçada birleşen bir halkı ve çelikleşen iradesini hiç bir gücün yenemeyeceğini orada, sınırda nöbette bekleyenlerin gözlerindeki ışıktan ve yüreklerindeki umutta görüyoruz. Peşmergelerin ağır silahlarla geçişinin başta Kürt halkının serhildanları olmak üzere dünya halklarının direnişi sayesinde olduğunun bilincindeler hepsi de. Bir kez daha, on yıllardır yaratılamayan bilincin savaşla nasıl yaratıldığını hep birlikte görüyoruz. Evet, orada insanlık direniyor. Direnişe omuz vermek devrime omuz vermek, insanlığı savunmaktır. CEPHEYE GİTMEK İÇİN KUMAYA RAZI Kobanê’den Pirsus’a gelenlerle yaptığımız sohbetlerde, Kuzey Kürdistan’a göre kumalığın daha yaygın olduğunu öğreniyoruz. Ve yine büyük şaşkınlıkla kadınların bunu çok doğal karşıladığını da... Şaşkınlığımızı gören genç bir kadın bize, kendisine kuma getiren bir kadını gösteriyor. 60 yaşında bir erkeğin ikinci eşi olan 35 yaşındaki genç kadın, söylenenleri utangaçça doğrulayıp iki çocuğunu gösteriyor ve “büyüyünce silah alıp DAİŞ’e karşı savaşmak istiyorlar!” diyor, göğsünü kabartarak. Başka bir genç kadın, kocası iki küçük çocuğuna bakarsa kendisinin
cepheye savaşmaya gideceğini belirtiyor. Ben ironi olsun diye “kuma getirirse gider misin?” diye sorunca, büyük bir samimiyetle “elbette” diye yanıt veriyor. AYAKLARI ÇIPLAK ZAFER İŞARETİ YAPAN ÇOCUKLAR Akşam kalacak yer ararken, her ev dolu ve araba da soğuk olduğu için okulda bulduk kendimizi. İyi ki de gitmişiz okula. Orada direnişin yarattığı fedakar insanlarla tanıştık, sohbet ettik. Direnişin insanları nasıl da arındırdığını, güzelleştirdiğini gördük. Tam bir komün yaşamı var. Adeta ikinci bir Gezi’yidi Mehser Köyü. Kaldığımız okul Amed Komünü’ne bağlıydı. Cizire ve diğer komünler de var. Geceleri de nöbet tutuyorlar. Biz de dört kadın, iki saat nöbet tuttuk genç bir hevalle birlikte. Sabah 06.30 da battaniyelerimizi Van Barış Anneleri’ne bırakırken odun ateşinde kaynayan çaylarımızı içip mıntıka temizliğine katıldık. TUAD-FED in yaptığı basın açıklamasına katıldıktan sonra yine Urfa’dan ve Van’dan gelen kadınlarla sohbet ettik. Onlarda da aynı coşku ve zafere olan inanç vardı. Çadırkentleri ziyarete gittik. Önce Arin Mirxan Çadırkenti’ndeyiz. İlk dikkatimizi çeken çadırkentin girişindeki berberler oldu. Onlarca berber çocukları traş ediyordu. Güzel bir görüntü. Kampın sorumlularıyla ihtiyaçlar hakkında bilgi aldıktan sonra kampı dolaştık. Okullar dışında hiç bu kadar çocuğu bir arada görmemiştik! Peşimize takılan çocukların ayakları çıplaktı ama yüzlerinde gülücükler ve dillerinde sloganlar eksik olmuyordu. “Bîji berxwedana Kobanê” “Bîji YPG, bîji YPJ” İlçe nüfusu ikiye katlanınca ve devlet “baba” da yardım etmeyip gelen yardımları da vermeyince sıkıntıların yaşanması doğal... Çadırlar kışlık değil ve tek gözlü. Çadırkent tarla üzerine kurulduğu için çakıl taşları dökülse de sokaklarda çamur oluyor. Çadırlarda kalanların sayısı değişiyor. Kimi çadırda 8 kimi çadırda 4 kişi kalıyor. Mayında ayağını kaybeden bir kadın ve kurşunla yaralanmış çadırda yatan hastalar gördük. Onlar da “serkeftin” diyor. Ardından Suphi Nejat Ağırnaslı Çadırkenti’ne gidiyoruz. Eski bir fabrikanın içine kurulduğu için daha iyi sayılır. Yine kalabalık çocuk grubu sarıyor etrafımızı. Çadırkentin sorumlusuna Suphi Nejat’ın yoldaşları olduğumuzu söyle-
yince başlıyor çadırkente adını nasıl verdiklerini anlatmaya. KCK davasında yeni tahliye olan heval, kendisinin önerdiğini söylüyor enternasyonal komünist devrimcinin adını. “Başka şehitler de” var itirazlarına rağmen çoğunluk kabul ediyor. O gün orada bir kadın ikiz doğurdu. Komün yapıp süt aldık. Bir arkadaşımız da ikizler için ahşap beşik aldı. Genç kadın eşi ve kumasıyla çadırda yer yatağında ikizleriyle yatarken gülümsüyordu ikizlerin özgür geleceğine. “Bu kadar çocuk neden yapıyorsunuz” diye soran arkadaşımıza baba, “Öldürülenlerin yerini doldurmak için” dedi. Filistinli Leyla Halit’in “siyonistler öldürdükçe biz kadınlara! ‘doğurun’ diyoruz” sözü aklıma geldi ve vatan işgal altındaysa doğurmak bir çeşit ulusal direniştir! dedim. Çocukların özgür olduğu günler için direniyor abileri, ablaları, babaları ve kuzenleri... Hep çocuk olarak kalmak isterdim demişti ya Nejat yoldaş... Gerçekten çocuk olmak ne güzel Özgür Kobanê de kendi dillerinde okumak gibi. Ve 7’den 70’e herkes aynı şeyi söylüyor: Bîji Kobanê, Bîji YPG/YPJ. Çocukları ve yaşlıları aynı şiarı haykırıyorsa ve ölümü göze almışsa, bir halk asla yenilmez ve Kobanê düşmez! diyerek ayrılıyoruz çadırkentten. Selam olsun; bu görkemli direnişin mimarlarına. Selam olsun; bu direniş destanını tarihe kanlarıyla yazanlara... Selam olsun; cephe gerisinde fedakarca çalışan Kadirlere, Depremlere, Çerçilere.... Ve selam olsun; adlarını çadırkentlere veren, Arîn Mîrkanlara, Paramaz Kızılbaşlara... Aydınlattığınız yolda yürüyor yoldaşlarınız. O büyük günde, yıldızlarla güneşin etrafında çocukların şen kahkahaları arasında omuz omuza güvende duracağız yoldaşlar... Zafer yakındır!
7 Kasım 2014
●
HABER
atılım 15
●
Filistinliler Suruç’ta sınır nöbetinde
Türkiye’de mülteci olarak yaşayan Filistin solu üyesi gençler, Suruç’taki sınır nöbetine destek verdi. Muhanned Saafin ve Zeki Ehmed, “Filistin ve Kürt halkının kaderinin aynı” olduğunu söylerken, Suruç’ta gönüllü olarak çalışacaklarını açıkladı. ◗ URFA İstanbul Kobane Dayanışması içinde yer alan Filistin İçin İsrail’e Boykot Girişimi üyesi Filistinliler Suruç nöbetine katıldı. 1 Kasım günü Suruç’a giden sınır nöbetçileri arasında yer alan Filistin solu üyeleri, Filistin bayrakları taşıdı. Nöbete katılan Filistinlilerden Muhanned Saafin ve Zeki Ehmed, İsrail’in Filistin’e dönük saldırıları ile IŞİD’in Kobanê’ye dönük saldırılarının aynı olduğuna dikkat çekerken, Kobanê’deki zaferin aynı zamanda Filistin ve tüm Ortadoğu’nun zulme karşı zaferi olacağına vurgu yaptı. ANF’ye konuşan Filistinli gençlerden Saafin ve Ehmed, Kobanê ile Filistin’deki
direnişin ortak yönlerine dikkat çekti. Elinde Filistin bayrağı ve puşisiyle Mehser Köyü sınırına gelen Saafin, nöbete katılma amacını “Filistin ve Kürt halkının kaderi aynı” sözleriyle özetledi.
‘SİZİN ZAFERİNİZ BİZİM ZAFERİMİZ, DİRENİŞİNİZ DİRENİŞİMİZDİR’ Filistin halkı gibi Kürt halkının da yaşadığı her yerde zulme maruz kaldığını ifade eden Saafin, Kobanê’deki YPG ve YPJ savaşçılarının direnişinin tarihi bir direniş olduğunu kaydetti ve Kobanê’de kazanılacak zaferin Filistinlilerin de zaferi olacağını söyledi. Kendisinin de bir mülteci olduğunu
Trabzonspor’un şampiyonluk şarkısı sensin ◗ MARDİN Trabzon ve İstanbul’dan “Kardeşimize Gidiyoruz” sloganıyla yola çıkarak Mardin’e giden Trabzonlu bir grup, geçtiğimiz hafta Kobanê’de IŞİD tarafından katledilen Vahap Güven’i mezarı başında andı. Mardin’in Derik İlçesi (Qızıle) Boyaklı Köyü’ne gelen grup önce Güven ailesine taziyede bulundu, ardından Vahap Güven’in mezarını ziyaret etti. Duygulu anların yaşandığı ziyarette grup adına konuşma yapıldı. Konuşmada, Trabzonspor’un 70’lerdeki devrimci ruhuyla futbolda devrim yaparak İstanbul saltanatını yıktığı, bu nedenle de ülkenin her tarafında yüreği ezilenlerden yana atan birçok kişi gibi, Vahap Güven’in Trabzonsporlu olduğu belirtildi. Hayatını emeğiyle kazanan bir işçi olan Güven’in hiçbir örgütlülüğü olmamasına rağmen Kobanê’de yaşanan IŞİD vahşetine daha fazla dayanamayıp, çalıştığı işyerinden ayrıldığı ve tek başına Kobanê’nin
yolunu tuttuğu anlatıldı. Arkadaşları Güven’i şu sözlerle anlattı: “Kobani’de savaşırken bile Bordo-Mavi kaşkolunu boynundan çıkarmayan vicdan timsali renktaşımız, yoldaşımız Vahap Güven, bir ezilen, bir işçi, bir devrimci ve bir Kürt olarak Trabzonsporluluk ruhuna en çok yakışan hayatlardan birini sürmüştür. Bize düşen de onun anısını ve mücadelesini yaşatmaktır. Varsın futbolcular siyah bant takmasın. Varsın kulüp taziye yayınlamasın. Trabzonspor’un şampiyonluk şarkısı sensin!” Facebookta yer alan Devrimci Trabzonsporlular sayfasının da kurucusu olan Trabzonsporlu Vahap Güven, YPG saflarında IŞİD’e karşı savaşmış, 23 Kasım günü ölümsüzleşmişti.
söyleyen Saafin, çetecilerinin saldırılarından dolayı göç etmek zorunda kalan binlerce Kobanêli’nin yaşadığı durumu çok iyi anladığını ve bu nedenle Suruç’ta bulunan Kobanêlilerin yaralarını sarmak için de gönüllü çalışmalarına dahil olacağını belirtti.
Saafin ile birlikte gelen Zeki Ehmed ise Kobanê direnişiyle dayanışmak amacıyla nöbet eylemine geldiğini söyleyerek, direniş nöbetinin yanı sıra ilçe merkezinde Kobanêlilere destek elini uzatmak için Suruç’a geldiklerini kaydetti.
İZLENİM
selma gök
Kobanê sınırında savaşa tanık olmak Dünya Kobanê Günü’nde Suruç’un sınır köyüne geldik. Sanki bir yabancı ülkeye ayak basmış gibiydim. Bizim ailede, Kürdistan’a ilk adımı yeğenim atmıştı. Bir siyasi görüşü bile yoktu. Gerçek bir savaş yaşandığına inanmadan gitmişti Yüksekova’ya. ‘Ben ateş etmem, onlar da bana etmez’ demiş, 20 gün sonra cenazesini almıştık... Suruç’tan, Kobanê’ye sınırı olan köye geçtik. Kalabalık bir kitleyle yürüyüş yaparak, 1 Kasım eylemini gerçekleştirdik. Halkla ilk defa karşı karşıya gelmiş gibi oldum. Yanımdaki arkadaşlar, Kürt oldukları için oradaki halkla diyalog kurabiliyorlar. Ben onları anlamıyordum, onlar da beni. Ama orada olmamızdan ne kadar umutlandıkları gözlerinden belliydi. Anaların hüzünleri gözlerindeydi. Kiminin oğlu, kiminin kızı, kiminin kardeşi ve eşi oradaydı. Dillerini bilmesem de bunu hissediyordum. İlk defa bir savaşa bu kadar yakındım ve yıllardır bitmeyen bir acıyla nasıl iç içe yaşadıklarını ve umutlarını kaybetmediklerini gördüm. Devletin verdiği acıya rağmen, benim Türk olduğumu bile bile kucak açmaları çok değerli ve onurlu bir davranıştı. Bir şeylere dahil olma isteğiyle o akşam gece nöbeti tuttum. Bu nöbetim, yıllardır bizi ayrıştırıp düşmanlaştırmaya çalışanlara kendi cephemden cevabımdır. ‘Ben burada, onların yanındayım. Asıl suçlu ve katil sizsiniz, sizin kurduğunuz sistemdir’ demekti aslında! Mensup olduğum kimlik adına, o halka bu zulmü yapan iktidarı yerinde gördüm. Utan-
cımdan kimliğimi belli etmemeye çalıştım. Ama onlar benim Kürt olmadığımı öğrenince daha sıcak baktılar, daha çok saygı duydular. Kampta, kimi Türk ordusunun yerleştirdiği mayınlardan kimi de IŞİD’çi çetelerin saldırılarından yaralananlar vardı. Çocukların durumu da iç açıcı değildi. Hava soğuktu, çocuklar yalın ayak. İncecik elbiselerle dolaşıyorlardı. Orada bir kez daha düşündüm; yani ben ve ailem, Türk devletinin yürüttüğü savaş politikasının mağduruyduk. Yıllardır kirli savaş olduğunu, yeğenimin katilinin Türk burjuva devleti olduğunu dillendiriyordum. Bu görüşümle o halkı anladığımı düşünüyordum. Aslında durum benim anladığım gibi değilmiş. Acılarını yakından görünce fikrim değişti. Karşımdaki ‘heval’in yakınları savaştaydı. Kendisi yılarca zindanda bedel ödemişti. Halklara duyduğu sevgi ve inanç gözlerinde parlıyordu ve tabi sıcaklığı da. Bir kez daha anladım ki, Kobanê savaşı onların değil, tüm halkların özgürleşme savaşıydı. Kobanê halkını desteklemek ve dayanışmak, tüm halkların insanlık borcuydu. Ben bu fikirlerle eve döner dönmez, orada yaşananları anlattım çevreme ve aileme. Benim gözümle bir kez daha değerlendirdiler. Şimdi onlarda nasıl yardım ederiz düşüncesi oluştu. Sadece okuyup okunanları anlatmak değil, gidip gerçeği yerinde görmek, insanın bakış açısını değiştiriyor. Ve anladım ki, biz birbirimizin acısını görürsek bütünleşiriz, kurtuluşumuzu böyle sağlarız.
16
atılım
●
SERBEST KÜRSÜ
HABER
emin orhan
HDK kongresine giderken Halkların Demokratik Kongresi (HDK) 5. Olağan Genel Kurulu’nu 1516 Kasım’da Ankara’da gerçekleştirecek. HDK, kuruluşundan günümüze kadar olan süreçte politik özgürlük ve demokrasi mücadelesinin geliştirilmesinde önemli roller oynadı. HDK, halklarımızın birleşik bir mücadele mevzisidir. Kürdistan’da sürmekte olan devrimle Batı’daki işçi emekçi hareketinin birliğinin sağlanması ve ortak kanallarda buluşmasıdır. Devrimin birleşik bir eksende sürdürülmesidir. Batı’da devrimci demokrasiyle Kürt özgürlük mücadelesinin birliği olmadan siyasal özgürlüklerin, demokrasinin kazanılması olanaklı değildir. Bu nedenle, Kürt özgürlük hareketinin dışındaki birlik arayışlarının siyasi ufku dar ve sınırlıdır. Dahası önemli ölçüde sosyal şovenizimle maluldür. Kısaca söylersek gerçek hayatta karşılığı yoktur. Eğer faşizme karşı cepheleşmek gerektiği ihtiyaç olarak duyuluyorsa bu, Kürt özgürlük mücadelesiyle Batı’daki devrimci demokrasi güçlerinin birliği temelinde olabilir. Dolaysıyla HDK, halkçı ve demokratik bir cephe ihtiyacını yanıtlayacak gerçek bir hareket olarak görülmelidir. İçinden geçmekte olduğumuz süreç demokratik bir cepheye, yani HDK’ye
olan ihtiyacı ortadan kaldırmadı. Bilakis siyasal, toplumsal çelişki ve çatışkıların düzeyi HDK’ye olan ihtiyacı daha da artırmıştır. HDK, demokrasi ve politik özgürlük isteyen parti, grup ve bireylerin bir araya gelmesi ile kuruldu. Kuruluşundan bir süre sonra HDK güçleri iki seçim süreci içerisinde kendini buldu. HDK, seçimlerde etkin bir rol oynayabilmek için HDP’yi kurdu. Her şey gibi parti de olduğu yerde duramazdı. Kitlelerin ihtiyaç ve beklentileri doğrultusunda kitle partisi biçimini aldı. HDP’nin aldığı yeni biçim ve rol, ister istemez HDK içindeki kuvvetlerin HDP’de yoğunlaşmasına yol açtı. İki seçim süreci nedeniyle HDK önemli ölçüde geri planda kaldı. Bu durum, HDK ile HDP arasındaki ilişkinin muğlaklaştırılmasına ve ayrım noktalarının silikleşmesine yol açtı. Ortaya çıkan bu durum, HDK-HDP ilişkilerinin yeniden tarif edilmesini zorunlu kıldı. HDK bir kongre örgütlenmesidir. Örgütlenme esasını meclisler üzerine geliştirme perspektifine sahiptir. Mahalle, ilçe ve il meclisleri ile toplumsal, sosyal, siyasal yaşamın her alanını kapsar. Meclisler çoğulcu organlardır. Tüm ezilen sınıf, cins ve milliyetleri, kültürleri, inançları ve farklı politik görüşleri, parti, grup ve bireyleri içerir. HDK, ezilen toplumsal ke-
Arap Alevi gençler sorunlarını tartıştı
●
simlerin iç içe geçtiği bir araçtır. HDP, HDK’nin siyasal kolu olarak kuruldu. Kongrede örgütlenmiş kitlelerin talep ve sorunlarını parlamenter mücadele alanına taşımaya çalışır. HDK, HDP’nin toplumsal temelini ve genişletmeyi amaçlar. HDP’de HDK’nin geniş toplumsal kesimlerin siyasi talep ve sorunlarını parlamentoda mücadelesini yürüten bir rol oynar. HDK ile HDP arasındaki rol farklılıkları, her iki platform arasında ayrım çizgilerinin kalınlaştırılmasının ve ayrıştırılmasının ne HDK’ye ne de HDP’ye yararı yoktur. HDK-HDP karşıtlığı üzerine oturmuş formülasyonların geliştirici bir tarafı da yoktur. Bu, HDK’nin geriye doğru çekilmesinden başka bir sonuç vermez. Gerçekte toplumsal ve siyasal alan karşıtlığı gibi görünen şey, özgürlük ve demokrasi mücadelesi için bir olanaktır. HDK’nin temel var oluş biçimi demokrasi mücadelesini yerelleştirmek ve demokrasiyi yerelde kurmaktır. Bu da ancak, halkın yerelde her düzeyde meclislerde örgütlenmesiyle gerçekleştirilebilir. Kısacası HDK, demokrasiyi kurma hareketidir. Halkın, demokrasi güçlerinin, sömürüye ve baskıya karşı kendi öz savunmasını geliştirmenin temel aracıdır. HDK’nin kuruluş sürecinde oluşan meclis veya meclis girişimlerinin bugün iki seçimden sonra dikkat ve ilginin partide yoğunlaştırılmış olması anlaşılır bir durumdur. Zaten iki seçim de, HDKHDP’nin iç içe ve birlikte çalıştığı bir
7 Kasım 2014 süreçti. Çalışmaların seçim komisyonları üzerinden yürütülmüş olması meclislerin görece geriye düşmesine ve daralmasına yol açması kaçınılmazdı. Dolayısıyla, meclislerin yeniden inşası sorunu temel ve tayin edici yerde duruyor. Meclisler olmadan HDK olmayacağı gibi, yerel meclislerin olmadığı bir HDK’de “Güç Birliği Platform”larının ilerisinde bir rol oynamaz. Meclislerin kuruluşu sorunu, sadece meşru mücadelenin geliştirilmesinin değil aynı zamanda HDP’nin geniş toplumsal temele dayandırılması için de gereklidir. HDP’nin tüzüksel organları dışında şimdilik meclisler olmadığına göre, meclislerin oluşturulması HDP’nin gelişimi için de üstünden atlanamayacak bir sorundur. HDP, HDK yerel meclislerine dayandığında toplumsal gücünü artırabilir ve halka dayanan bir harekete dönüşebilir. HDK’nin yeniden örgütlenmesi zorunludur. Mevcut meclis girişmelerinin geliştirilmesi ve halk tabanına dayandırılması için herkese sorumluluk düşüyor. Fakat herkesten önce, HDK içindeki sosyalistlerin sorumluluklarını yerine getirmesi gerekir. HDK, 5. Olagan Kongre’ye giderken sorunları büyük, sorumlulukları da büyüktür. Kongre delegelerinin HDK’yi yeniden yapılandıracak bir irade ortaya koyacağından şüphe etmiyoruz. Hele, Kobanê direnişinin yarattığı güç ve enerji Kongreye ayrı bir enerji katacaktır.
ÖGK’dan 25 Kasım’a çağrı ◗ ANKARA Özgür Genç Kadınlar (ÖGK), Kobanê’de direnen kadınları selamlamak için Ortadoğu Teknik Üniversitesi’nde (ODTÜ) “Direnen kadınlar” başlıklı fotoğraf sergisi açtı. YPJ’li savaşçıların fotoğraflarını sergileyen ÖGK’lılar, 25 Kasım Kadına Yönelik Şiddete Karşı Mücadele Günü’ne ilişkin çalışmaları da başlattı. Genç kadınlar, “Savaşa, kadın katliamına karşı 25 Kasım’da sokaklara” şiarı ile genç kadınları 25 Kasım’da sokaklara çağırdı.
Yunanistan’da 500 okul işgal edildi ◗ ANTAKYA Antakya’da yaşayan Arap Alevi gençler, piknikte bir araya geldi. Seylca (Yaylıca) Köyü’nde piknik düzenleyen gençler, Ortadoğu, Suriye ve Rojava üzerine tartışma yürüttü, örgütlenme sorunlarını ele aldı. Yapılan tartışmalarda Arap-
Alevi Gençlik Meclisleri’nin büyütülmesi kararı alındı. İnkar ve asimilasyona karşı Arap-Alevilerinin dil, kültür, tarih ve geleneklerine dönük çalışmalar yapılması, Arap-Alevi Meclisleri’nin yayını olan Ehlen dergisinin daha çok okura ulaştırılması kararlaştırıldı.
◗ ATİNA Yunanistan’da yeni eğitim yasasına karşı öğrenciler, yaklaşık 500 okulu işgal etti. Öğrenciler, Selanik, Atina, Tripoli, Nafplio, Girit Adası ve Epir’in yanı sıra bir çok şehirde yaklaşık 500 okul içinde eylem başlattı. Sosyal medya üzerinden örgütlenen öğrenciler, eğitim sisteminin iyileştirilmesi için eylemlerin yaygınlaşacağını belirtti. Öte yandan, Yunanistan Eğitim Bakanı Andreas Loverdos, öğrencileri tehdit etti. Loverdos, 17 Kasım 1973’te başlayan öğrenci eylemlerinin Albaylar cuntası tarafından nasıl bastırıldığını anlattı.
7 Kasım 2014
●
HABER
●
atılım 17
Umutla dirençle BEKSAV yeniden BEKSAV, kuruluşunun 20. yılında yeniden ‘merhaba’ diyor. BEKSAV Yönetim Kurulu Başkanı Kenan Ağbulut, “Umutla dirençle kaldığımız yerden devam ediyoruz” dedi. ◗ İSTANBUL Bilim Eğitim Estetik Kültür ve Sanat Araştırmaları Vakfı (BEKSAV) kuruluşunun 20. yılında yine Kadıköy’den ‘merhaba’ diyor. 1995 yılının Ocak ayında, Kadıköy Kırtasiyeci Sokak’ta kurulan BEKSAV, sosyalist bir perspektifle “toplum için sanat, insanlık için bilim, özgürlük için politika” sloganıyla faaliyet yürüttü. Başta müzik, tiyatro, sinema ve edebiyat olmak üzere sanatın değişik alanlarında ürünler veren Vakıf, düzenlediği etkinliklerle geniş kitlelerle buluştu. Bir süredir kapalı olan Vakıf, Kasım ayı itibariyle faaliyetlerine yeniden ve yine Kadıköy’den devam etmeye başladı. Yeni döneme, Kadıköy Acıbadem’de bulunan Nazif Paşa Konağı’nda giren BEKSAV, 1 Kasım 2014 itibariyle çok sayıda atölye ve kurs ile çalışmalarının startını verdi.
‘YENİ BİR KADROYLA BAŞLIYORUZ’ Yeniden kuruluş çalışmalarında rol alan BEKSAV Yönetim Kurulu Başkanı Kenan Ağbulut, yeni dönem planlarına ilişkin sorularımıza yanıt verdi. 4 yıllık bir ara verdiklerini söyleyen Ağbulut, “1995’ten itibaren Kadıköy’de faaliyetlerini sürdüren BEKSAV’ın, 2010 yılında Ankara’ya taşınma süreci oldu. Bu dönemin ardından çalışmalara ara verilmişti. İstanbul’da boşluğu hissediliyordu BEKSAV’ın. Bu dört yıllık süreç ile ilgili bir irade boşluğu da söz konusuydu diyebiliriz. Bir kararlılık ve iradenin yansıması olarak BEKSAV artık İstanbul’da yeniden var olacak. Kültür, sanat ve edebiyat alanında var olan boşluğu doldurabileceğimizi düşünüyoruz. Bu fikirle yeni bir girişimde bulunduk. Yeni yerimizle, yeni bir kadroyla, yeni bir sürece giriyoruz” diye konuştu. Sanatın politikadan ayrı düşünülemeyeceğini belirten Ağbulut, “BEKSAV’ın bir düsturu var ‘toplum için sanat, insanlık için bilim, özgürlük için politika’. Bu başlık, BEKSAV’ın yapı taşlarını, varlığını oluşturan ifadeler. BEKSAV bu bağlamda, sözü sayılan, bilgi olarak görülen bir kültür-sanat merkeziydi. İnsanlara ulaştırdığı üre-
timleri bundan sonra da böyle olacak” şeklinde konuştu.
‘BEKSAV BİR AYDINLANMA MERKEZİ’ BEKSAV’ın tarihçesi hakkında bilgi veren Ağbulut şöyle konuştu: “1995 yılında Kadıköy’de kuruldu. Köklü bir mirasın, sosyalist
birikimin sözcüsü olarak kültür-sanat mecrasında yerini aldı. Bu süre içerisinde birçok üretimde bulundu. Müzik gruplarının konserleri, tiyatro gruplarının oyunları ve sinema atölyesinin hazırladığı filmlerle görünür oldu. Sanat ve Hayat isimli bir dergi çıkardık. Ve bu dergi binlere ulaştı, sözünü söyledi. Kendi aydınlarını ortaya çıkaran bir ürün haline dönüştü Sanat ve Hayat. Aynı zamanda, BEKSAV bünyesindeki kimi politik tartışmalar yayınlandı bu dergiyle. BEKSAV’ın tarihine, atölyelerinde yetiştirdiği sanatçıların portföyüne baktığınızda bir çoğu ödüllü yönetmenler, yazarlar görürsünüz. BEKSAV bir aydınlanma merkezi olarak işlevini sürdürecek. Biz politikanın sanatını yapacağız aslında. Böyle görmek gerek. Mücadelemizi kaldığımız yerden devam ettireceğiz”
SANAT VE HAYAT YENİDEN Atölyelerin devam edeceğini belirten BEKSAV Yönetim Kurulu Başkanı Ağbulut, “Aynı zamanda Sanat ve Hayat dergisi ilk etapta internet üzerinden tekrar yayına başlayacak. Sanat ve Hayat’ın yazarlarının birçoğu devrimci tutsaklardır. Tutsakların o özlenen düşünsel ürünleri, Sanat ve Hayat’ta okurlarıyla buluşacak. Sanat ve Hayat aynı zamanda kendi aydınlarını oluşturma perspektifi de güdecek. Aynı zamanda, içeriği BEKSAV’ın üretimleri üzerinden çıkacak bir dergi olacak Sanat ve Hayat.”
rumsallığına nazaran daha mütevazı bir başlangıç yaptıklarını belirten Ağbulut, “Yeni dönemimizde, Kadıköy Acıbadem Mahallesi’nde bulunan Nazif Paşa Konağı’nda çalışmalarımız sürüyor. Bulunduğumuz yer bir Kadıköy konağı. Büyük bahçesiyle sıcak bir ortam oluşturuldu. Konağı, kültür-sanat etkinliklerimiz ve sosyal aktiviteler için uygun bir mekan haline dönüştürdük. Halkımızı, dostlarımızı BEKSAV’in yeni yerine bekliyoruz” dedi. BEKSAV çalışmalarının yeniden başlamasının büyük bir sempati ile karşılandığını belirten Ağbulut, “BEKSAV’ın yeniden açıldığına dair bilginin duyulması bile olumlu tepkileri beraberinde getirdi” dedi. “Bu zamana kadar neredeydiniz?” tepkisi aldıklarını belirten Ağbulut. “Ama bununla birlikte ‘İyi ki tekrar geldiniz’ ifadeleri de duyuyoruz. Bu, bizi mutlu ediyor ve mücadele azmimizi de büyütüyor. Beklenen kültür-sanat merkezi haline tekrar kavuşacağız” şeklinde konuştu.
MÜTEVAZI BİR BAŞLANGIÇ Yeniden start alan BEKSAV çalışmaları hakkında sorularımızı yanıtlayan Ağbulut, “Vardiya Müzik Grubu’muz çalışmalarını sürdürüyor. Vardiya, önceki yıllarda da BEKSAV’da yerini alan, tanınmış bir müzik grubu. Yeni dönemde, müzisyen dostlarımızın katılımıyla BEKSAV Müzik Topluluğu çalışmalarına başladı. Halihazırda oluşmuş ve çalışmaya başlayan atölyelerimiz var. Ayrıca yeni kursiyerlerle birlikte oluşturmayı hedeflediğimiz atölyeler de olacak. 16:9 ve Getto Sinema Kolektifleri de BEKSAV’ın yeniden kuruluş süreci içinde yer alacak” bilgisini verdi. BEKSAV’ın önceki yıllardaki ku-
AYDINLARLA KİTLELERİN BULUŞMASI Ağbulut yakın dönem çalışmalarına ilişkin ise şöyle konuştu: “Önceki yıllarda yaptığımız salon etkinliklerini sürdüreceğiz. Aydınlarla kitlelerin buluşmasına ortaklık edeceğimiz hızlı bir sürece giriyoruz. Ağbulut, yeni başlangıcın BEKSAV’ın 20. yılına denk geldiğine işaret ederek, “Bu yeni başlangıç, bir kararlılığın, iradenin dışa vurumu demiştim. Tekrar açılış yapmamız, bir araya gelmemiz, moral ve motivasyonumuzu yükselteceğimiz anlamına geliyor. BEKSAV, 20. yılında umutla, dirençle kaldığı yerden devam edecek” diye belirtti.
18
atılım
●
TARİH BİLİNCİ
●
7 Kasım 2014
“Geçmişteki geleceğimiz”
EKİM DEVRİMİ “Elveda proletarya”, “tarihin sonu” “kapitalizmin sonsuzluğu”, “yeni dünya düzeni” safsataları çoktan tarihin çöplüğünde yerlerini aldılar. Kapitalizmin karanlığı yarılırken yeni Ekimler sahne almaya hazırlanıyor. 20. yüzyıl sosyalizminin devasa başarıları yolumuzu aydınlatarak onları aşacak yeni ufuklar gösterdi bize. Şimdi, yeni ufukları fethetmenin zamanı. ◗ HABER MERKEZİ Ekim proleter sosyalist devriminin yıl dönümünü kutladığımız bugünlerde, devrim rüzgarları esiyor dünyanın dört bir yanında. Ortadoğu’dan Latin Amerika’ya Rojava’dan Yunanistan’a devrim dalgaları vuruyor, gerici iktidarların ve kapitalizmin kalelerini. Ekim Devrimi, 20. yüzyılda olduğu gibi 21. yüzyılda da kutup yıldızı gibi yönümüzü bulmamıza yardımcı oluyor. Geleceğimize ışık tutuyor. Ekim proleter sosyalist devrimi, Rusya’da işçi sınıfı ve emekçi köylülüğün onlarca yıllık mücadele deneyimlerinden geçerek 1905 ve 1917 Şubat devrimlerinin dersleriyle donanarak zafere ulaşabildi. Kendiliğinden olmadı bu devrim. Lenin’in önderliğindeki Bolşevik Partisi, bütün bu süreçlerde sınanarak kendisini durmaksızın yenileyerek devrimin partisini ve teorisini inşa ederek, işçi sınıfı ve emekçi köylülükle kopmaz bağlar kurarak Ekim devrimine önderlik yapabildi. Tıpkı günümüzde Rojava devriminin başta Bakur olmak üzere Kürdistan’ın dört parçasında onlarca yıllık devrimci demokratik bir mücadele veren Kürt halkımızın ve ona önderlik eden Kürt özgürlük hareketinin mücadele birikiminin ürünü olması gibi. Ekim proleter sosyalist devrimi, aynı zamanda Bolşevik Parti’nin 20. yüzyılın başında “Ne Yapmalı”yla başlayan ve 1917’de “Nisan Tezleri”yle doruğuna varan devrimin partisinin inşasının ürünüdür. 1917 Şubat devrimi patlak verince ikili iktidar durumu ortaya çıktı. Bu iki iktidar merkezi arasındaki politik, ideolojik ve örgütsel hegemonya mücadelesinde zamanla Sovyetlerde örgütlü işçi asker ve köylülerin bilinç ve örgütlülüğünü geliştirerek, burjuva hükümeti devirebileceğini bununla proletarya diktatörlüğü anlamına geleceğini ilk öngören Lenin oldu. Nasıl ki, Marks Paris Komünü örneğinin ortaya çıkardığı deneyimler ışığında teorisini gözden geçirip yeni katkılarla geliştirdiyse Lenin de Şubat devriminin açığa çıkardığı yeni olgular ışığında teorisini gözden geçirerek yeni katkılarla geliştirerek “Nisan Tezleri”ni formüle etti. Bu tezlerde Rusya gibi geri kapitalist bir ülkede sosyalist devrimin mümkün ve gerekli olduğunu ve derhal yeni devrime hazırlanmak gerek-
yoksulluk, açlık, emekçilerin yaşamını dayanılmaz hale sokmuştu.
KÜLTÜR DEVRİMİ
tiğini işlemişti. Bu görüş, birçok yönden yeniydi. Lenin’in eleştirelliğinin düzeyini ve kendisini yenileme kapasitesinin gücünü gösteriyordu. Oysa günümüzde devrim karşısında kendi duruşunu sorgulamayan, onun ateşinde kendini yenilemeyen, devrimi görmeyen anlamayan devrimcilik, Kuzey Kürdistan devrimi karşısında seyirciliği, Arap devrimleri ve Rojava devrimi karşısında ise perspektifsizliği ve kayıtsızlığı sürdürüyorlar. Artık öngörü olmaktan çıkmış kapıya dayanmış Ortadoğu devrimi karşısında teorilerini gözden geçirmeyi bir yana bıraktık, tartışma götürmez enternasyonal dayanışmayı bile hakkıyla gösteremiyorlar. Kimileri ise sözde antiemperyalistlik adına daha beter savrulmalar yaşayarak düpedüz karşı devrimin değirmenine su taşıyorlar. Ekim devrimiyle birlikte kitlelerin en hayati talepleri olan emperyalist savaştan çekilerek barış sağlandı. Temel gıda ürünlerinin dağıtımı ve üretimi yeniden düzenlenerek açlıktan ölümlere son verildi. Sanayiye, büyük kapitalist çiftliklerine ve bankalara el konularak buralarda özel mülkiyet kaldırıldı. Devlet mülkiyetine geçirildiler. Toprak reformu yapılarak, yoksul ve topraksız köylülere toprak dağıtımı gerçekleştirildi.
SÖMÜRÜ DÜZENİ ORTADAN KALDIRILDI Yarı feodal kalıntıların yaygın olduğu yarı kapitalist ve nüfusun yüksek oranda
köylü olduğu bir coğrafyada üç yıllık emperyalist savaşın maddi ve manevi yıkıntıları, devam etmekte olan iç savaş ve karşı karşıya olunan devasa büyüklükteki iktisadi ve toplumsal sorunları bir çırpıda aşmak mümkün değildi. Ancak bütün bu zorluklar, komünistlerin ve Sovyet halklarının iradesini kırmadı. Bütün zorluklara meydan okuyarak “savaş komünizmi” ve NEP süreçlerinden geçilerek beş yıllık ekonomik planlarla büyük sanayi hamlesi yapıldı. Kapitalist ülkelerin yüz-ikiyüz yılda kat ettiği ilerlemeyi, SB sosyalist inşayı hızlandırarak iki beş yıllık plan döneminde başardı. 1930’ların ortalarına kadar sömürücü sınıfların son kalıntıları kulaklar da (zengin köylüler) tasfiye edilerek emek sömürüsüne son verildi. İşsizlik ortadan kaldırıldı. “Sosyalizmin inşa sürecinde küçük tarımı kooperatiflerde (kolhozlarda) bir araya gelmeye teşvik etti en ücra kırsal kesimlere kadar traktörlü tarımı yaygınlaştırdı. Çarlık döneminde kırı sarıp sarmalayan derin yoksulluğu ortadan kaldırdı. Toprak beylerinin tefeci tüccar sermayesinin bankaların ve kapitalist çiftlik beylerin emekçi köylülük, küçük üreticiler üzerindeki azgın sömürüsüne ve egemenliğine son verdi. Tarımsal girdiler, ucuzlatılarak ucuz ya da karşılıksız kredilerle bilim ve tekniğin en son verileriyle tarımı emekçi küçük üreticileri donattı(1) herkes için sağlık ücretsiz hale getirildi. SB’de bu başarılara imza atılırken kapitalist dünya tarihin en büyük (1929) ekonomik kriziyle boğuşuyordu. İşsizlik,
Büyük sanayi atılımına kültür devrimi eşlik etti. Parasız zorunlu ilköğretime geçildi. Orta dereceli okullar ve üniversiteler yaygınlaştırıldı. Emekçi çocuklarına üniversitelerin kapıları sonuna kadar açıldı. “İnsanlar bir kaç meslekteki dalda uzmanlaşabiliyordu. Parasız olarak yeni meslekler öğrenmeye yeteneklerini de geliştirmeye devam ediyorlardı.(2) Gazetelerin, kitapların baskıları katlanarak artırıldı. Kütüphaneler, tiyatro ve sinema salonları yaygınlaştırıldı. Bütün sanatsal ve sportif kollar teşvik edilerek gelişimin önündeki engeller kaldırıldı. Edebi ve bilimsel eserler olabildiğince çok yerel dillere çevrildi. Hatta yazıya daha geçmemiş kimi diller, uzmanlar tarafından üzerinde çalışılarak okunur yazılır diller kategorisine kazandırıldı.
ULUSLARIN EŞİT GÖNÜLLÜ BİRLİĞİ Ekim Devrimi, katliamlara varan ulusal önyargılara, boğazlaşma ve çatışmalara son verdi. Oysa kapitalist dünyada ulusal sorunlar çözülmediği gibi, emperyalist güçlerin de etkisiyle Doğu Avrupa’dan Ortadoğu’ya, Kafkasya’dan Srilanka’ya kadar ulusal çatışma ve katliamlar artarak devam ediyor. Proletarya diktatörlüğün kurulmasıyla bıçak gibi kesilen ulusal çatışmalar geriye dönüşler yeniden başladı. Bu ülkelerde, SSCB’de bütün ulusların “tam hak eşitliğine” dayanan halkların kardeşçe bir arada yaşadığı bir sistem kuruldu. SB, 16 eşit cumhuriyetin birliğinden oluşan bir federasyondu. Her birlik cumhuriyetinin ayrılma hakkı da dahil olmak üzere kaderini tayın hakkı anayasal güvenceye alınmıştı. Örneğin Finlandiya, devrimden sonra bağımsızlığını ilan ettiğinde Bolşevik hükümet bu karara saygı göstererek onu tanıyınca, SSCB’de 130 ayrı dil konuşulmakta, 60 kadar ulus ve ulusal topluluk yaşamaktaydı. Dağılmadan önce 16 “Birlik Cumhuriyeti”nin yanı sıra 22 “özerk cumhuriyetler” 21 “özerk bölgeler” ve yaygın “ulusal bölgeler”den oluşuyordu. “Her Sovyet cumhuriyetinin kendi bayrağı ve başkenti vardı. Devlet hizmetleri
7 Kasım 2014 o ulusun anadilinde sunuluyordu. Cumhuriyetlerde konuşulan diller resmi dil olarak geçerliydi.(3) Belli bir nüfus yoğunluğunun yaşadığı bölgelerde de o ulusal topluluğun anadilinde eğitim yapılıyordu. Köylerde, kasabalarda belli bir ulusal topluluğun yoğunlaştığı yerlerde “milliyetler Sovyeti” kurularak o topluluğun kültürel özerkliği sağlanıyordu. Bu şekilde farklı bir ulusun Sovyet cumhuriyetinde yaşayan ulusal toplulukların da hakları korunuyordu. (Örneğin Gürcistan’da yaşayan Azeriler vb.) 1835 yılı itibariyle SSCB sathında toplam beş bin milliyetler Sovyeti bulunmaktaydı. Keza, SSCB coğrafyasında konuşulan her dilin üniversitede kürsüsü vardı.”(4) Benzer biçimde, bugün Rojava’da tam bir ulusal hak eşitliğine dayanan bir sitem inşa ediliyor. Efrîn ve Kobanê demokratik özerk kantonlarında nüfus esas olarak Kürtlerden oluştuğundan ana dil Kürtçedir. Cizire demokratik özerk kantonunda ise bileşimine uygun olarak Kürtçe, Arapça ve Süryanice resmi dildir. Rojava’da resmi diller dışındaki dillerin serbestçe gelişimi ve anadilde eğitim güvenceye alındı. Rojava’da inşa edilen demokratik özerk sistem, demokratik Ortadoğu federasyonunu potansiyelini model olarak içinde taşıyor. SSCB’de olduğu gibi halklar iç içe ve barış içinde bir arada kardeşçe yaşıyorlar.
PROLETARYA DEMOKRASİSİ Proletarya diktatörlüğü lafta ve biçimsel olarak değil; gerçekte ve özsel olarak toplumun büyük çoğunluğu olan işçilerin ve emekçilerin demokratik iktidarıdır. İlk kez Paris komünüyle tarih sahnesine çıkan bu devlet biçimi, Ekim Devrimiyle birlikte Sovyet iktidarı biçimini aldı. Üretim birimlerinde mezra, mahalle, köy, kaza, ilçe, il, ulusal bölge, otonom bölge, otonom cumhuriyet, birlik cumhuriyeti ve SSCB En Yüksek Sovyetine kadar aşağıdan yukarıya her alanın kendi Sovyet meclisi vardır. Siyasi yönetim anayasayla yetki bağlaşımı yapıldığı çerçevesinde bu meclisler tarafından sağlanır. Bütün meclisler halkın doğrudan oy kullanmasıyla oluşturulur. Halkın, beğenmediği temsilcisini istediği zaman geri çağırma, yerine yenisini atama hakkı vardı. Kadınlar, Ekim Devrimiyle birlikte seçme ve seçilme hakkına kavuştular. 18 yaşını doldurmuş her vatandaş oy kullanabiliyordu. SSCB’nin
● En Yüksek Sovyetine seçilebilmek için 23 yaşına birlik ve otonom cumhuriyetlerin En Yüksek Sovyetlerine seçilmek için 21 yaşına ve yerel Sovyetlere seçilebilmek için de 18 yaşına ulaşmak yeterliydi. Yerelden merkeze kadar halkın kendi kendini yönetmesinin en seçkin örneklerinden biridir SSCB. Zenginlerin hangi kesimini halkı yöneteceğine karar verildiği burjuva parlamenter sistemden binlerce kat daha demokratiktir. Gençlerin her kademede yönetici görevlere gelebilmesinin önünün açık olması bakımından da seçkin örneklerden biridir. Bütün bunlar, Ekim Devriminin eseridir. Rojava’nın da Paris komünü ve Ekim Devriminin açtığı yoldan, halk meclisleri ve konseyler yolundan yürüdüğünü söyleyebiliriz. Rojava’da halk meclislerine ve komünlere dayanan devrimci demokratik anlayış mevcut. Savaş koşullarından kaynaklı genel seçimler yapılamadı. Şimdilik yerel halk meclislerinin ve çeşitli DKÖ ve toplumsal kesimlere danışarak bütün demokratik devrimci ulusal ve dinsel kurumların temsilcileri gözetilerek kantonların üst meclisleri oluşturuldu. En kısa sürede genel seçimlerle bütün meclisler halkın doğrudan oyuyla oluşturulması hedeflenmektedir.
KADINLAR TOPLUMSAL KAZANIM ELDE ETTİ Şubat devriminin patlak vermesinde özel bir rol oynanan emekçi kadınlar, Ekim Devrimiyle birlikte eşit işe eşit ücret hakkı elde etti. Kadınlara, yasalarda eşitlik eğitim ve oy hakkı tanındı. Evlilik ve boşanma hakkı kolaylaştırıldı. Doğum izinlerinin uzatılması, meşru ve gayrimeşru çocuk ayrımına son verilmesi ilk atılan adımlardandı. Erkek egemen anlayış fiili toplumsal ve iktisadi engeller ortadan kaldırılmasa da kadınların başta üretim olmak üzere yaşamın her alanında özne olmalarının önü açıldı. Yeterli düzeyde olmasa da kolektif çamaşırhaneler ve yemekhaneler kurularak, çocuk bahçeleri ve kreşler yaygınlaştırılarak kadınların yükleri hafifletilmeye çalışıldı. Bugün ulaştığımız cins bilinci ve kadın devrimi görüş açısından baktığımızda, bu ilerlemelerin yetersizliği açıktır. Ancak yüzyıl önceki devrimci ve komünistlerin cins bilincinin düzeyi ve evrensel koşullar göz önüne alındığında atılan adımların önemli ilerlemeler olduğunu söyleyebiliriz. Bugün daha ileri adımlar atabilmemizin nesnel ve öznel koşulları çok daha güçlüdür. Komünist ve Kürt
TARİH BİLİNCİ
atılım 19
●
özgürlük hareketlerinin ulaştığı bilinç sıçramasını anlayabilmek için Rojava’daki kadın devriminin düzeyine bakmak yeterlidir.
YENİ EKİMLER ZAMANI Ekim Devrimi, emperyalizm ve proleter devrimler çağını açtı. Avrupa’da yeni bir devrimci dalgaya ve dünyanın birçok yerinde antiemperyalist ulusal kurtuluş mücadelelerine itilim kazandırdı. Ekimden hemen sonra kabaran Avrupa’daki devrim dalgası Almanya ve Macaristan’da yenilgiyle sonuçlandı. Dünyayı tehdit eden, Avrupa’nın yarısını işgal eden ve SSCB’ye saldıran Hitler faşizm ve faşist kamp yenilgiye uğratıldı. SSCB’de sosyalizmin inşasına da önderlik yapan Bolşevik Parti ve Stalin, dünyanın faşizmden kurtarılmasına da önderlik yaptı. Doğu Avrupa’da bir dizi ülkede devrim ve sosyalizm davası zafer kazandı. Sonraki yıllarda da Çin, Kore, Küba, Vietnam ve Nikaragua devrimleri emperyalizme ağır darbeler indirdi. 20. yüzyıl Ekim Devriminin gölgesinde geçti. 21. yüzyıl Ekimler yüzyılı olacak ve insanlık kapitalizmi yedi kat yerin dibine gömecektir. Sosyalizm, sömürünün olmadığı halkların eşit ve kardeşçe bir arada yaşadığı halkın kendi kendini yönettiği insanın özlenen geleceğidir. Spartaküslerden Karmatilere: Hasan Sabah’tan Şeyh Bedreddinlere aranan çözüm ve kurtuluşun kendisidir. “Elveda proletarya”, “tarihin sonu” “kapitalizmin sonsuzluğu”, “yeni dünya düzeni” safsataları çoktan tarihin çöplüğünde yerlerini aldılar. 2007 ekonomik krizinden sonra bu safsatalar, ortaya atanlar tarafından bile savunulamaz oldu. Ekonomik kriz ve ardından gelen uzun süreli resesyon döngüsü kapitalizmin başat eğilimi haline gelmeye başladı. Zenginlerle yoksullar arasındaki gelir ve servet uçurumu devasa boyutlara ulaştı. Emperyalist hegemonya mücadelesi daha fazla savaş katliam, açlık ve sefalet üretiyor. İşçi sınıfı ve ezilenler tarih sahnesine daha güçlü çıkmaya başladılar. Kapitalizmin karanlığı yarılırken yeni Ekimler sahne almaya hazırlanıyor. 20. yüzyıl sosyalizminin devasa başarıları yolumuzu aydınlatarak onları aşacak yeni ufuklar gösterdi bize. Şimdi, yeni ufukları fethetmenin zamanı. 1-2 Ekim Devrimi İnsanlığın Geleceğidir- Teoride Doğrultu, sayı 22, sayfa 17-18 3-4 Halk Cumhuriyetler Birliği Marksist Teori, sayı 6, sayfa 51
Masatçı: Militanlık yapmaya devam edeceğim ◗ İZMİR İzmir’de yayın yapan yerel gazete Yeni Asır’ın, 29 Ekim günü Yenikapı Tiyatrosu Sanat Yönetmeni ve Konak Belediyesi Kültür Koordinatörü Orçun Masatçı’yı hedef göstererek attığı manşet protesto edildi. Kendisini hedef gösteren Yeni Asır Gazetesi’ne Masatçı’nın cevabı “Yazdıklarımın da, duruşumun da arkasındayım. Yapmaya devam edeceğim” oldu. Gazete, 1 Mayıs’a katıldığı için gözaltına alınan Masatçı’nın, Kobanê eylemelerine katıldığı, Twitter hesabından HDP ve ESP’ye destek verdiği mesajlar başta olmak üzere toplumsal olaylara ilişkin attığı twittlere yer vererek, hedef gösterdi. Haberde, Masatçı’nın yanı sırada Belediye Başkanı Sema Pekdaş da hedef tahtasına oturtuldu. Konuya dair ETHA’ya konuşan Masatçı, “Bu bir komplodur. Sanatçıların kendisini ifade etme hürriyetine bir saldırı olarak görüyorum. Elbette onlar söyledi diye ne yazdıklarımdan ne de duruşumdan vazgeçecek değilim. Yazdıklarımın da, duruşumun da arkasındayım. Yapmaya devam edeceğim” dedi. ‘HEPİMİZ ORÇUN’UZ HEPİMİZ MİLİTANIZ’ Yeni Asır’ın Masatçı’yı hedef göstermesi tepkilere neden oldu. Yeni Asır Gazetesi önünde yapılan açıklamada, “Hepimiz Orçun’uz, hepimiz militanız” denildi. Yeni Asır Gazetesi önün-
de 31 Ekim günü toplanan emek örgütleri, sanatçılar ve Masatçı’nın pek çok dostu ise gazeteye tepkilerini dile getirdi. Dikili eski belediye başkanı Osman Özgüven’in, Halkların Demokratik Partisi, CHP Gençlik Kolları ve bir çok siyasi parti üyesi ile İzmir Müzisyenler Derneği’nin şarkılarıyla, Duvara Karşı Tiyatro Topluluğu’nun şiirlerle desteklerini sunduğu eylemde “Orçun Masatçı yalnız değildir”, “Yeni Asır baksana bizi manşet yapsana”, “Hepimiz Orçun’uz hepimiz militanız” sloganları atıldı. İzmirli Sanatçılar adına basın açıklamasını okuyan Yenikapı Tiyatrosu emekçisi Medine Çam “120 yıllık Yeni Asır Gazetesi tarafını belli etmiştir. Bizim de tarafımız bellidir. Adaletsizliğe, karanlığa, ırkçılığa karşı insanlığın yanındayız. Orçun Masatçı’nın yaşadıkları dün Ahmet Kaya’ya, Hrant Dink’e, Sabahattin Ali’ye, Musa Anter’e de yapılmıştır. Halkımızı, Yeni Asır denen kağıt israfına ilan vermemeye, bu paçavrayı satın almamaya, okumamaya çağırıyoruz. İzmir’i karanlığa sürüklemek isteyen zihniyetin tetikçisi Yeni Asır Gazetesi’ni kınıyor ve bundan böyle boykot ediyoruz’’ diye konuştu.
20
atılım
●
DÜNYA
7 Kasım 2014
●
Burkina Faso’da ayaklanmaya darbe Burkina Faso’da halkın 30 yıllık iktidara karşı ayaklanması kanla bastırıldı. Yönetime el koyan ordu, onlarca kişiyi katletti. Afrika Birliği, yönetimin sivillere devredilmesi için ültimatom verdi. ◗ HABER MERKEZİ Batı Afrika ülkesi Burkina Faso’da, diktatörlüğe karşı başlayan protesto gösterileri halk ayaklanmasına dönüştü. Başkent Ouagadougou’da iktidar karşıtı eylemler askeri müdahale ile engellenmek isteniyor. 1960’lara kadar Fransız sömürgesi olan ülkede, Cumhurbaşkanı Compaore 30 yıldır iktidarda bulunuyordu. Compaore’nin seçimlerde yeniden adaylığını koyması üzerine sokaklara çıkan halk parlamento binası ve bele-
diye binasını ateşe verdi, devlet televizyonunu işgal etti. Compareo, hükümeti feshederek olağanüstü hal ilan etti, eylemlerin büyümesi üzerine kısa süre sonra Fildişi Sahilleri’ne kaçtı. Halk eylemlerinin karşısında duran ordu, yönetime el
İsrail’den Mescidi Aksa’yı işgal girişimi ◗ KUDÜS Yüzlerce İsrail askeri, Mescidi Aksa bölgesindeki Filistinlilere plastik mermi, ses ve gaz bombalarıyla saldırdı. Onlarca kişiyi gözaltına alan İsrail askerleri, çok sayıda Filistinliyi de yaraladı. Saldırıyı protesto eden Filistinliler İsrail askerlerine taş ve molotoflarla karşılık verdi. Çatışmalar, Kudüs’ün yanı sıra Batı Şeria ve Gazze’nin bir çok yerine de sıçradı. Siyonist saldırılara siyonist Yahudi yerleşimciler de destek verdi. Katliam çağrıları yapan siyonist yerleşimciler Filistinli bir çocuğu kaçırdı. İsrail’in sert saldırısından sonra bir Filistinli, aracıyla 16 İsraillinin bulunduğu topluluğun içine daldı. Eylemde 2 İsrailli yaşamını yitirirken, 14’ü yaralandı. Askerler tarafından açılan ateş sonucu Filistinli şoför yaşamını yitirdi. İslami direniş örgütü Hamas, eylemin Mescid-i Aksa saldırısına misilleme olarak yapıldığını belirtti. FHKC, İslami Cihad ve Hamas’ın askeri kanadı Ebu Kassam Tugayları da harekete geçme çağrısı yaptı. Öte yandan, İsrail savaş uçakları Gazze üzerinde alçak uçuşlar gerçekleştirirken, İsrail devleti ile işbirliği içerisindeki Mısır hükümeti Gazze’ye ambargo uygulamaya başladı. Refah Sınır Kapısı’nı kapatan Mısır, sınırda 500 metre mesafeye kadar olan bölgeyi boşaltarak, bölgedeki evleri ve yaşam tünellerini havaya uçurdu.
koyduğunu açıkladı, sokağa çıkma yasağı ilan etti. Halkın üzerine ateş açan askerler, onlarca kişiyi sokaklarda katletti, yüzlerce kişiyi yaraladı. Gözaltına alınan çok sayıda kişiye işkence yapıldığı bildirildi. Ülkede asker ve halk arasındaki çatışmalar günlerce devam etti.
Ülkede siyasi kriz devam ederken Afrika Birliği ve Fransa, orduya, iktidarı sivillere devretmesi için iki haftalık ültimatom süresi verdi. Birlik aynı zamanda, ülkeye özel bir temsilci atayacak, durumu değerlendirmek için üye ülkeleri bir araya getirecek.
Sömürgeci yasa ECOPOP’a isyan İsviçre’de binlerce yerli ve göçmen emekçi, ülkedeki oturumlu göçmen sayısına sınırlama getirmeyi hedefleyen ırkçı ECOPOP yasasına karşı sokaklara çıktı. ◗ BERN İsviçre hükümetinin göçmenlere yönelik ırkçı yasa tasarısı tepkiyle karşılandı. Bern kentinde bir araya gelen binlerce kişi, sağcı partilerin 30 Kasım’da referanduma sunacakları ECOPOP’un iptal edilmesini istedi. Mitinge, İsviçre Göçmen İşçileri Federasyonu (İGİF), ATİK, Sosyalist Parti ve Yeşiller gibi federasyon ve siyasi partiler de destek verdi. Mitingde, ECOPOP’a Hayır Komitesi adına yapılan açıklamada, çevre sorunlarına duyarlılık adı altında geliştirilen yasa tasarısının büyük bir aldatmaca olduğu belirtildi. Açıklamada, yasanın başta göçmenler olmak üzere işçi ve emekçilerin haklarını gasp etmeyi hedeflediği belirtildi, “ECOPOP, güvencesiz bir yaşam ve çalışma koşullarına yol açacaktır. Ülkedeki oturumlu göçmen sayısına radikal bir sınırlama getirmeye hedefleyen bu tasarı, aynı zamanda çalışan göçmenlerin oturum haklarının ölmeyecek kadar kötü çalışma koşullarına boyun eğmelerine yol açacaktır. Nüfus artışı ve göç politikalarıyla çevre sorununu çözeceğini iddia eden sağcı partiler ‘aile planlaması’ adı altında doğum oranını düşürmek, ailelerin kaç çocuk sahibi olacaklarını belirle-
mek gibi sömürgeci bir uygulamaya gitmek istiyorlar. Bunu reddediyoruz” denildi. Sendikalar adına yapılan konuşmada da yasa tasarısının Avrupa Birliği ülkeleri ile imzalanan sözleşmelere aykırı olduğu belirtildi.
ECOPOP’UN ASIL AMACI NE? Doğayı koruma amacıyla kurulduğu öne sürülen Çevre ve Nüfus Birliği İnisiyatifi ECOPOP, patronlar tarafından ucuz iş gücünü karşılamak ve ırkçılığı geliştirmeye çalışan bir oluşum. Göçmenleri, çevre sorunlarının nedeni olarak gösteren, işçi haklarına
saldıran ve sömürgeciliği savunan ECOPOP, göçmen düşmanlığı ve ırkçılığı körüklüyor. ECOPOP, İsviçre’ye gelecek göçmenleri engellemek amacıyla, yıllık yüzdenin 0,2 seviyesine çekilmesini istiyor. Sınır işçilerinin ihtiyaç duyulduğu oranda, düşük ücret ve güvencesiz ağır çalışma koşullarında çalıştırılmasını öngören örgüt, işçileri bölge işçileriyle kıyaslayarak ücret düşüklüğüne gidiyor. 30 Kasım’da yapılacak referandumun, kitle örgütleri ve göçmen derneklerinin yanı sıra çok sayıda kişi tarafından boykot edilmesi bekleniyor.
7 Kasım 2014
●
PRAKSİS
●
atılım 21
Bireysellik ve bireycilik MLKP merkezi yayın organı Partinin Sesi’nin 81. sayısında “Bireysellik ve bireycilik” başlıklı yazı yer aldı. Yazı, emperyalist kapitalist sistem, insanlığın kolektif bilinci, yaşamı ve üretimi karşısına zorunluluk olarak çıkardığı bireycilik üzerine yapılan bir tartışma. Burjuvazinin ideolojik saldırılarının temeline oturttuğu bu kavram üzerine yapılan tartışmayı okurlarımızla paylaşıyoruz. Haziran ayaklanması faşist rejimden kopmuş ya da kopmaya hazır milyonlarca insan bulunduğunu gösterdi. Kopuşma sürecindeki bu insanların ana gövdesini genç kadın ve erkekler oluşturuyordu. Ne ki kopuşma halindeki bu insanların ezici çoğunluğu örgütsüzdü.
burjuva bireyciliğinin bir türü olarak yeşerip gider. Komünist örgütlü hayat içinde yeni tür bir bireysellik doğar, bu, burjuva toplumun sınırlarına tabi olmayan, burjuva bireycilikten arınmış bir bireyselliktir. Bu, kolektif etkin bireyselliktir.
İSYANKAR AMA ÖRGÜTSÜZ Bu örgütsüzlüğün başlıca iki sebebinden söz edilebilir. Birincisi, örgütlenme bilincinden yoksunluktur, ki, isyankar kitlenin büyük bölümü bunlardan oluşmaktaydı. İkincisi, bilinçli olarak örgülülükten uzak duran bir kesimin varlığıdır. Bunlar, isyankar kitlenin küçük bir kesimini oluştursalar da hareket halinde ve zaman zaman sürükleyici konumda olmaları onları etkili ve önemli kılmaktadır. Daha da önemlisi isyankar gençler arasında “bireysel takılma” eğiliminin güçlenmesi, isyankar ama örgütsüz birey olmanın yüceltilmesidir.
KOMÜNİZMİN MADDİ TEKNİK TEMELİ VE KOMÜNİST BİREYSELLİK Burjuvazi üretimin maddi teknik temelini sürekli geliştirmek zorundadır. O ancak böyle yaparak sermayenin genişletilmiş yeniden üretimini gerçekleştirebilir. Teknik temelin bu gelişmesi kaçınılmaz olarak çok yönlü gelişmiş bireyleri gerektirir ve bu tip bireylerin genişletilmiş yeniden üretimine kaynaklık eder. Fakat öyle bir an gelir ki üretim araçlarının toplumsal niteliği ile bu araçların burjuva özel mülkiyet altında bulunmaları arasındaki çelişki sürdürülemez olur. Bu, burjuvazinin üretici güçleri geliştirme yeteneğini yitirmesi anlamına gelir. Çok yönlü gelişmiş bireyler ve buna uygun teknik temel ortaya çıkmıştır ama burjuva üretim biçimi onların gelişmesinin önüne bir engel olarak dikilmiştir. Çok yönlü gelişmiş bireylerin bireyselliklerini gerçekleştirebilecekleri, üretebilecekleri koşullar artık yeterli değildir. Kapitalist üretim biçimi aşılmak zorundadır. Kapitalist üretim biçiminin ürünü olan bu bireyler, ancak örgütlenerek ve savaşarak bu üretim biçimini aşabilirler. Komünist bireysellik ancak böyle bir pratik içinde bilince çıkarılabilir.
DOĞRU KONUM YANLIŞ BİLİNÇ Faşizmin ve kapitalizmin çeşitli tezahürlerine karşı isyan eden birey doğru yerde duruyordur. Ne var ki bu birey örgütlenme bilincinden yoksunsa ya da bilinçli olarak örgütlülükten uzak duruyorsa, öfkesi ne kadar derin ve şiddetli olursa olsun faşizmin ve kapitalizmin temellerine yönelemez. Dahası örgütsüzlüğü bilinçli olarak tercih eden birey duyguda, eylemde ve kişisel yaşamında ne denli devrimci ve paylaşımcı olursa olsun burjuva bilincin nesnel üretim kaynaklarından biri olmaya devam eder. ÖRGÜTLÜ BURJUVA TOPLUM Burjuva toplum kendinden önceki toplum biçimlerine kıyasla en örgütlü olanıdır. İktisadi, siyasi ve sosyal yaşama bakarak bunu kolaylıkla gözlemleyebiliriz. Bilgisayar, on binlerce ayrı işin ve işlevin tek bir alet içinde toplanmasından başka nedir ki? Üretimin, ticaretin, mali işlemlerin örgütlülüğü dünyasallaşmadı mı? Tek tek ulusal pazarlar bütünleşik bir dünya pazarı haline gelmedi mi? İktisadi yapıda örgütlülüğün sürekli daha yüksek düzeyde geliştirilmesi eğilimi dolaysız biçimde siyasi yapıda karşılığını buluyor elbet. Burjuva devletin giderek daha sıkı bir örgütlülüğe kavuşturulduğu ortada. Giderek daha da büyüyen devasa bir denetim ağı, devasa bir bürokrasi, devasa bir maliye, istihbarat, polis, ordu teşkilatı bunun yeterli kanıtları olsa gerek. Şehirleşmenin, okullaşmanın bir önceki yüzyıla göre ulaştığı seviye gözler önünde. İnternet teknolojisindeki gelişme ise sosyal ilişkiler ağını bu güne kadar görülmedik biçimde geliştirmiştir. BİREYCİ REKABET: BURJUVA TOPLUMUN KAN DOLAŞIMI Burjuva toplum, ancak bireysel çıkar
ve rekabet temelinde var olabilir. Bu ikisi burjuva hayatın kendisidir. İktisadi, siyasal ve sosyal yaşamın örgütlenme düzeyinin sürekli yükseltilmesi ile bunun bireysel çıkar ve rekabet temeli üzerinde gerçekleşiyor olması çelişki olarak görülebilir. Doğru, bu bir çelişki, burjuva toplumun temel çelişkisi. Bu, üretim araçlarının toplumsallaşması ile bunların burjuva özel mülk nitelikleri arasındaki temel çelişkinin bir başka ifadesi. Toplumsallaşma çelişkinin olumlu yanı iken bireycilik onun olumsuz yanını temsil eder. Buna, zıtların çelişkili birliği diyoruz. Bu çelişki sonsuza kadar devam etmez, çelişki çözülmek zorundadır. Üretim araçları üzerinde bireysel mülkiyet, bireysel çıkar ve bireysel rekabet çelişkinin olumsuz yanı, çürüyen yanı olarak sökülüp atılmalıdır. Bu, burjuva üretim ilişkilerinin, burjuva sınıfın, bir başka deyişle burjuva toplumun ortadan kaldırılması anlamına gelir. Bu da ancak burjuvazinin siyasal örgütlülüğüne karşı işçi sınıfı ve ezilenlerin güçlü siyasal örgütlülüğüyle, örgütlü burjuva zora karşı örgütlü devrimci zorla mümkündür. Burjuvazinin en çok korktuğu da budur. Tehlikeyi bertaraf etmek için iktisadi, siyasi ve ideolojik araçlarını devreye sokar. TERSİNE BİLİNÇ Burjuvazi, burjuva toplumun sömürücü egemen sınıfıdır. Burjuvazi bu egemenliğini devletle yürütür. Ama bu siyasi egemenlik ancak ideolojik hegemonyasını sürdürebildiği koşullarda mümkündür. İdeolojik hegemonyanın dağıldığı koşullarda devasa siyasi aygıtlar işlemez olur. İdeolojik hegemonyadan kastedilen nedir? Egemen sınıfın kendi çıkarlarını, bu çıkarlara uygun yaşam ve düşünce tarzını, sömürdüğü, egemenlik altında tuttuğu sınıf ve tabakalara benimsetmesi, kendi çıkarlarını, bunlar toplumun ortak çıkarlarıymış gibi kabul ettirmesidir. Örneğin bireysel çıkar ve rekabet proletaryanın çıkarına değildir ama burjuvazi ideolojik hegemonya araçları ile proletarya ve halk gençliği arasında bireyciliği ve bireysel rekabetçiliği egemen kılmaya çalışır. Böylece onların örgütlenme ve
dayanışma bilincini dumura uğratmak ister. Burjuvazi bir sınıf olarak ne kadar örgütlüyse proletarya ve müttefiklerini o denli örgütsüz kılmak için didinir durur. Proletarya ve diğer emekçi sınıflar toplumun büyük çoğunluğunu oluştursalar da örgütsüz bireyler olarak kaldıkları müddetçe burjuvazinin iktisadi, siyasi ve ideolojik hegemonya araçları karşısında hiçleşirler. Bu nedenledir ki burjuva toplum içinde burjuva olmayan bir birey ne kadar isyankar olursa olsun, örgütlülükten uzak duruyorsa, örgütsüzlüğün propagandasını yapıyorsa, gerçekte burjuva sınıfın çıkarları doğrultusunda hareket etmiş, onun ideolojik hegemonyasını üreten aygıtlardan birine dönüşmüş olur. KOMÜNİST ÖRGÜTLÜLÜK BİREYSELLİĞİ ÖLDÜRÜR MÜ? Elbette öldürür. Ama hangi bireyselliği? Burjuva toplumda bireysellik burjuva sınıfın ekonomik, siyasal ve ideolojik hegemonyası ile sınırlanmıştır. Bireysel özgürlük her seferinde bu sınırlara gelip çarpar. Örneğin uluslararası tekellerin egemenliği koşullarında tek tek bireylerin bağımsız iktisadi varlıklarını sürdürmesi mümkün müdür? Burjuva devlet aygıtının egemenlik çarkı, örgütlü karşı saldırı olmadan kırılabilir mi? Bireysel güçleri birleştirmeden devletin ideolojik aygıtları etkisizleştirilebilir mi? Örgütsüz birey, kendini burjuva toplumun ne denli dışında görürse görsün gerçekte burjuva toplumun bir parçası, o toplumun egemenlik ilişkilerine tabi bir birey olmaya devam eder. Burjuva toplumun egemenlik ilişkilerinin dışına çıkmak pratikte onu reddetmekle mümkündür. Bu reddediş ancak ve ancak burjuva örgütlenmeye, karşı bir örgütlenmeyle yanıt vermekten geçer. Komünist örgütlülük önceki bireyselliği öldürür ama yerine daha yüksek bir bireyselliği, komünist bireyselliği koyar. Politik ve ideolojik fikirleri ne denli antiburjuva olursa olsun tekil birey burjuva toplumla sınırlandırılmıştır. Bu sınırlar içinde kaldığı müddetçe onun bireyselliği
ÖRGÜTLENMEDEN SAVAŞMAK MÜMKÜN DEĞİL Mİ? Neden olmasın! Herkes bir birey olarak da burjuva topluma karşı durabilir. Böyle biri, hem kapitalizme boyun eğmeyerek hem de bir örgütten uzak durarak kendini özgür hissedebilir. Bunun bir yanılgı olduğunu yukarıda ifade etmeye çalıştık. Ama gerçekte bu bir yanılgı olmaktan da öte “bilinçli bir yanılgı” olarak karşımıza çıkar. Küçük, burjuva yaşam tarzından kopamayan, zorluklarla baş etmekten uzak duran, devrimci emekçiliği ve disiplini yük gören; kısacası kayıkla ne kadar açılırsa açılsın burjuva toplum limanına demirli gemisini yakamayanların sığınağıdır bu. İşte bu nedenlerden dolayıdır ki “bireysel takılma”nın, örgüt disiplininden uzak durmanın kapısı burjuva bireyciliğe açılır. Burjuva toplumla derdi olan kişi o topluma demirli gemilerini yakarak yola koyulur, burjuva düzeni yıkmak için ondan daha sıkı bir örgütlü disiplin içinde olur. Özgür bireyselliğin yolu, burjuva düzenle tüm bağların kesilmesinden ve ona karşı savaşmaktan geçer.
22
atılım
●
POLEMİK
HABER
mesut çeki
Hakikat hırsızları Ezilenlerin şiddeti ve silahlı mücadele karşıtlığı, burjuva cenahta birçok çevreyi ve bireyi aynı safta buluşturabiliyor. Aralarındaki politik ve kültürel derin çelişkiler “ansızın” unutulabiliyor. Devrimci bireye, tercihine ve eylemine aynı anda saldırabiliyor.Yan yana gelseler beş dakika birbirine tahammül edemeyecek kişiler, devrimcilere “akıl verme” söz konusu olunca kalemlerini paralel kullanabiliyorlar. Birer “köşe sahibi” olduklarından, kitlelere seslenme şansı bulduklarından, burnu büyük laflat edebileceklerini “hakikat” hırsızlığı yapabileceklerini sanıyorlar! Suphi Nejat Ağırnaslı yoldaşın Kobanê savunmasında ölümsüzleşmesinin Türkiye halkları, aydın- entelektüel ve sanatçıları arasında yankı bulması, bazı çevrelerde kimi rahatsızlıklara da yol açtı. Sözcü Gazetesi’den Soner Yalçın “hakikat” adlı köşesinden (17 Ekim 2014) ve Milliyet Gazetesi’nden Nagehan Alçı “ansızın” adlı köşesinden (19 Ekim 2014) rahatsızlıklarını dile getirdiler. Kalemlerini aynı hokkadan doldurdukları hemen göze çarpıyordu. Soner Yalçın’ın şehit yoldaşın isminin ve kod adının tarihsel anlamlarına atıf yapması ve kendini de “sol” içinde konumlandırıp konuşması; Nagehan Alçı’nın “Kobani ve Solcular” diyerek dışarıdan “sağ”dan konuşması, bu konu bağlamında özsel bir ayrım oluşturmuyor. Çünkü ikisinin satırlarında da Kobanê’deki IŞİD vahşetine ve devrimci direnişe karşı mesafeyi ve soğukluğu görebiliyoruz. İki yazarın bariz bir biçimde de şaşkınlık ve kaygı kardeşliği yaşadığını da...! “Kobani, şehirli kendini solda tanım-
layan küçük bir kesim arasında adeta bir ‘şehitlik makamı’ gibi algılanır oldu”, “Hala kendini feda etme; ölüme hayran olma duygusallığının önüne geçemeyecek miyiz?” diyorlar. Sanki, eşitlik ve adaleti, onurlu ve özgür bir geleceği kazanmak için ölümü göze almadan ve savaşmadan gidilecek bir yol varmış gibi... Sanki, can feda mücadele etmek yurtseverlerin, devrimcilerin tercihiymiş ve onlar yaşamayı değil ölmeyi seviyormuş gibi.. Ve sanki, barbar IŞİD çetesine karşı Ortadoğu ve dünya halklarının ezilenlerin geleceği olan Kobanê’yi şehitlerden barikatlar oluşturmadan savunmak ve korumak mümkünmüş gibi... Bu hakikatler ortadayken siz ne anlatıyorsunuz? Gören de, özgürlük savaşçılarının, devrim şehitlerinin canlarını, kendilerinden daha fazla düşündüğünüzü sanacak! “Yaşamında eline silah almamış bir akademisyeni, üç günlük askeri eğitimden sonra kimler cepheye sürdü? Niye kimse bunu sorgulamıyor da maceracılığa övgüde birbiriyle yarışıyor?” “Ağırnaslı’ya, ‘yoldaş’ diye başlayan cümlelerle iltifatlar yağdırılıyor. Demokratik bir akademisyen nasıl olur da eline silah alıp ölmeye ve öldürmeye gider diye soran yok” diye şaşırıyorsunuz. Neyse ki herkes sağduyusunu kaybetmemiş (!) Birbirinizin sorularına bakarak yalnız olmadığınız için sevinebilirsiniz! Ama sevincinizin uzun sürmeyeceğini siz de biliyorsunuz. Çünkü “zamanın ruhu”nun ezberlerinizi bozduğunun
Paramaz Kızılbaş Gebze’de anıldı ◗ KOCAELİ Kobanê’de YPG saflarında savaşırken ölümsüzleşen MLKP savaşçısı Suphi Nejat Ağırnaslı (Paramaz Kızılbaş) Kocaeli’nin Gebze İlçesi’nde düzenlenen etkinlikle anıldı. Ezilenlerin Sosyalist Partisi (ESP) Gebze İlçe Örgütü’nde gerçekleştirilen anma, Kobanê şehitleri için yapılan saygı duruşuyla başladı. Anmada konuşan ESP Parti Meclisi Üyesi Mustafa Keskin, Ağırnaslı’nın mücadele hayatını aktardı, “Paramaz Kızılbaş’ın yaşamı bir kopuş eylemidir. Düzenin bütün imkanlarını bırakıp sınırın öte tarafına onu götüren özgürlük çağrısıdır” dedi. Ağırnaslı’nın enternasyonalist kimliğine vurgu yapan Keskin, “Ne Kürt ne Ermeni ne de Kızılbaştı. O, Serkan Tosun’un ayak izlerine basarak yürüdü. Paramaz sadece Kobanê’nin değil Ortadoğu’nun şehididir” dedi. Keskin, Kobanê direnişini sahiplenme ve savunma çağrısı yaptı.
●
farkındasınız. Dün kariyerlerini, görece rahat yaşamlarını riske atan akademisyenlerden, halkların kardeşliği ve emeğin özgürlüğü adına hapishanelere başı dik giden aydınlardan korkuyorsunuz. Bugün ise isimlerinin önlerindeki sıfatlara aldırmaksızın onların ellerine silah almalarından korkuyorsunuz. Onurlu aydın ve entelektüel olmanın çıtasının yükseltilmesi belli ki konforunuzu tehdit ediyor. Öyle ya tecavüzcü, katliamcı IŞİD sürüsüne karşı insanlık tarihinin demokratik kazanımlarını, değerlerini ve bir bütün insanlığı savunmak idealiyle elini taşın altına koyanların bedenlerini kurşunlara siper edenlerin çıkması huzurunuzu kaçırıyor. Onların meşruiyet alanının genişlemesi sizin hareket alanınızı daraltıyor. Gazete köşelerinde, televizyon ekranlarında, üniversite kürsülerinde, konferans salonlarında hayattan ve insandan kopuk demokratçılık oynamanın olanakları azalıyor. “Asolan: Sivil mücadelede inat etmektir; her türü şiddete karşı olmaktır” “... Birikim ekibi bile silahlı yöntemleri kutsal bir dil kullanmaya başladı. Çok üzücü bir son bu” diye buyuruyor ve yazıklanıyorsunuz. İnsan kendini merak
7 Kasım 2014 etmekten alıkoyamıyor. Sahi siz hangi dünyada yaşıyorsunuz? Yalnızca sivil yasal ve demokratik mücadelede ısrar edenlerin başlarına neler geldiğini görmüyor musunuz? Gezi’de, Soma’da, Kobanê ile dayanışma eylemlerinde en barışçıl kitle gösterilerinde dahi karşılaşılan zulmü ve zorbalığı insanlar ilelebet sineye mi çeksinler? Rojava kantonlarında hiçbir halkın ve bölge devletinin tavuğuna bile kışt demeyen insanlar, ölümcül bir kuşatma ve katliamlarla yüz yüze kalınca sessiz oturma eylemi mi yapsınlar? Kapitalist bir dünyada; gerici faşist rejimler altında yaşarken her türlü şiddete karşı olmaktan bahsetmek, ezilenleri ve mazlum halkları silahlandırmak demektir. Zalim iktidarlara ve diktatörlere boyun eğin, kaderinize razı olun demektir. Silahı, kimin ne için ve nasıl kullandığına bakmaksızın silahlı mücadeleyi mahkum etmeye çalışmak, egemenlerin ezilenlere karşı uyguladığı şiddetin suç ortağı olmaktır. İşçiler, öğrenciler, kadınlar, Kürtler, Aleviler ve cümle ezilenler, sizin gibilerin vaazlarına kulak vermediklerinden değil; bilakis haklarını savunma ve özgürlüklerini kazanmak amacıyla kitle şiddetini ve öz savunmalarını yeterince geliştiremedikleri için tarifsiz acılar yaşayıp büyük bedeller ödüyorlar. Fakat gün geçtikçe sadece sivil barışçıl ve yasal zeminde kalınarak emeklerinin karşılığını alamayacaklarını; onurlu ve kardeşçe bir yaşamı kuramayacaklarını; eşitliği ve özgürlükleri kazanamayacaklarını da görüyorlar. Hakikati yalandan, haklıyı haksızdan, dostu düşmandan ayırıp mücadeleyi yükseltiyorlar. Köylü mü şehirli mi, Kürt mü Türk mü, Alevi mi Sünni mi, ilkokul mezunu mu Boğaziçili mi olduklarına bakmayıp, mücadeleyi de paylaşıyorlar ölümü de. Hayat hayat gibi, insan insan gibi olsun diye...
Sarıgazi’de Paramaz yazılamaları ◗ HABER MERKEZİ Marksist Leninist Komünist Parti (MLKP) ve Komünist Gençlik Örgütü (KGÖ) milisleri, Kobanê’de ölümsüzleşen Suphi Nejat Ağırnaslı (Paramaz Kızılbaş) için Sarıgazi’de yazılamalar yaptı. Milisler, Sancaktepe’ye bağlı Sarıgazi Mahallesi’nde başta Demokrasi Caddesi ve Keklik Sokak olmak üzere çok sayıda bölgede Ağırnaslı’nın resimlerinin bulunduğu “Paramaz’ın izindeyiz” şeklinde yazılamalar yaptı.
7 Kasım 2014
●
HABER
●
Erdal Balcı ölümsüzleştiği yerde anıldı İstanbul Maltepe’de 1994 yılında Esenkent Köprüsü’ne pankart astığı sırada polis tarafından katledilen Erdal Balcı, yoldaşları tarafından anıldı. ◗ İSTANBUL Ölümsüzlerin ve Tutsakların Sesi Platformu (ÖTSP), 4 Kasım 1994 tarihinde Esenkent Köprüsü’ne MLKP’nin kuruluş ilanı pankartını asarken polisler tarafından vurularak öldürülen Erdal Balcı’yı andı. Gülsuyu Metro girişinde toplanan kitle, Balcı’nın vurulduğu yer olan Esenkent üst geçidine yürüdü. Yürüyüş boyunca, “Erdal’dan Nejat’a sürüyor bu kavga”, “Erdal Balcı yaşıyor komünistler savaşıyor” sloganları atıldı. Burada konuşma yapan ÖTSP sözcüsü Münevver İltemur, “Erdal Balcı’dan Paramaz Kızılbaş’a, Ayçe İdil’den Arin Mirxan’a kadar sınıfsız, sınırsız ve cinsiyetsiz bir dünya mücadelesinde ölümsüzleşenleri anıyoruz” dedi. Şehitlerin mücadelelerini, anılarını işçi sınıfına, gençlere, kadınlara bıkmadan usanmadan anlatıklarını belirten İltemur, “Onların kendilerini adadığı devrimi anlatıyoruz” dedi. İltemur, şöyle devam etti: “Komünist parti, 20. kavga yılını kutluyor. Ateş
altında yürüttüğü mücadelede onlarca tutsak ve şehit vermiştir. Bunlar, insanların insanca yaşayacağı komünizm için ödenmesi gereken bedellerdir. Bugün Rojava’da bir umut parlıyor. Emperyalistler devrimi boğmak için IŞİD terör şebekesi ile saldırıyor. Ve devrim 2 yıldır direniyor. ‘Düştü düşüyor’ diyen egemenlere karşı Kobanê, çağımızın Stalingrad’ı olarak direniyor.”
Devrim şehitlerinin anısı önünde saygıyla eğildiklerini kaydeden İltemur, “Kanınızın son damlasına kadar onurla taşıdığınız kızıl bayrak, yoldaşlarınızın elinde dalgalanmaya devam ediyor” dedi. Açıklamanın ardından MLKP’nin ilk şehidi olan Erdal Balcı için şiirler okundu ve vurulduğu yere karanfiller bırakıldı.
ESP Başkanı Ulusoy Kürdistan gezisinde ESP Genel Başkanı Sultan Ulusoy, Kürdistan gezisine başladı. Erzincan’a parti üyeleriyle bir araya gelen Ulusoy, Dersim ve Malatya’da toplantılar yaptı, bir dizi kurumla görüştü. ◗ HABER MERKEZİ Ezilenlerin Sosyalist Partisi (ESP) Genel Başkan Sultan Ulusoy, Erzincan, Dersim, Elazığ, Malatya, Maraş, Antep ve Diyarbakır’ı kapsayan Kürdistan gezilerine başladı. Ulusoy’un ilk ziyareti Erzincan oldu. ESP Erzincan İl Örgütü binasında gerçekleştirilen üye toplantısı, Kobanê’de ölümsüzleşen Suphi Nejat Ağırnaslı (Paramaz Kızılbaş) ve Arîn Mîrkan için yapılan saygı duruşu ile başladı. ESP Başkanı Ulusoy yaptığı konuşmada, Kobanê direnişinin bütün ezilenlerin mücadelesi haline geldiğini söyledi ve “AKP ve ABD gibi egemen güçler, direnişin yenilmeyeceğini anlamıştır” dedi. Toplantının devamında 20. Yıl Buluşması’na ilişkin çalışmalar üzerine tartışma gerçekleştirildi. 20 yıllık sosyalist mücadeleye dikkat çeken Ulusoy, “Ayaklanmalar ve devrimler partisi olacaksak örgütlülüğümüzü daha fazla güçlendirmemiz gerekiyor” dedi. Ulusoy, toplantı sonrası Pir Sultan Abdal Kültür Derneği’nin açtığı Muharrem Ayı çadırını ziyaret etti.
ORTAK MÜCADELE ŞART Dersim’e geçen Ulusoy, EMEP, DBP, HDP’nin yanı sıra Dersim Belediyesi Eşbaşkanı Mehmet Ali Bul’u ziyaret etti. Ziyaretlerde önümüzdeki dönemde birlikte mücadele etmenin önemine vurgu yapıldı. Ulusoy, Dersim kent merkezi, Ovacık, Mazgirt ve Hozat ilçeleri ile Peri Beldesi’nden gelen parti üyelerinin katılımıyla düzenlenen toplantıya katıldı. ‘BİRLEŞİK VE BÖLGESEL DEVRİM’ ESP Genel Başkanı Ulusoy, Malatya’da katıldığı toplantıda da par-
tisinin Rojava ve genel olarak Ortadoğu’ya ilişkin politikaları aktardı. Ulusoy, şunları söyledi: “ESP yıllardır Türkiye ve Ortadoğu’da birleşik ve bölgesel devrimlerin güncel bir olgu olduğunu söyleyerek sürece bu açıdan yaklaştı. Türkiye’de sosyalist hareket, Rojava devrimine bakışını derinleştirmek zorunda. Kobanê direnişinin 21. yüzyılın en önemli olaylarından birisi olduğu kavranmazsa, devrimin neden boğazlanmak istendiği kavranmazsa eğer çok önemli tarihi bir hata yapılmış olur. Bu fikre bağlı olarak Rojava’yı kendi devrimimiz olarak gördük ve ilişkilenişimiz de bu bakış açısıyla oldu.” 2013 Gezi Ayaklanması’nı hatırlatan Ulusoy, Kobanê için 6-8 Ekim’de yapılan eylemlerin, Gezi isyanının ardından en kitlesel eylemler olduğunu vurguladı. ESP’nin “Birlik Devriminin” ürünü olan bir gelenekten geldiğini belirten Ulusoy, bu kapsamda mücadele tarihlerinin 20. yılını kutlamaya hazırlandıklarını hatırlattı.
atılım 23
Kasım, devrime ölümüne bağlılıktır ◗ HABER MERKEZİ Erdal Balcı, Birlik harcının ilk şehidi olarak tarih sayfalarına kazındı. Marksist Leninist komünistler, Erdal’ın şehit düştüğü 4 Kasım 1994 tarihi dolayısıyla Kasım’ı ‘Şehitler Ayı’ ilan etti. Şimdi, her Kasım’da Erdal şahsında özgürlük yürüyüşçüleri, 100 metre koşucuları bilincimize yeniden konuk oluyor. Sınıf mücadelesi, bedel ödemeyi gerektiriyor. Karşı devrimin sayısız saldırılarına rağmen baş eğmeyenler, direnişi ölümüne yürütüyor. Kavgada ölümsüzleşenler geleceğe yeni tohumlar ekerken, geridekilere tertemiz bir miras bırakıyor. Bu miras, sosyalizm davasına olan sonsuz inançtır. Ezilenlere ve onun öncüsüne sarsılmaz bağlılıktır. Kavgada ölümsüzleşenleri anmak, sadece hatırlamak/hatırlatmak değildir. Aslolan mücadelelerini sahiplenmektir. Bıraktıkları bayrağı ileriye taşımaktır. Manifestolarını böyle okumak, geride kalanlara daha büyük sorumluluk demek. Devrim şehitlerini anarken sayısız insani yönlerine, karakterlerine vurgu yapılabilir. Şengül Boran’ın ikircimsizliği, Hasan Ocak’ın komutanlığı, Hüseyin Demircioğlu’nun ‘ilk ben olmalıyım’ sözleri, Süleyman Yeter’in doğal önderliği, Tuncay Yıldırım’ın sadeliği, Kutsiye Bozoklar’ın yaşam tutkusu... Daha onlarca özellikleriyle kavganın ölümsüzleri, geride kalanlara anlatılabilir. Ama hepsinin ortak ve tüm kuşaklara aktarılması elzem özelliği, devrime ölümüne bağlılıklarıdır. Bu bağ var oldukça, devrim davası asla yenilmeyecektir. Şengül Erdal’ın, Erkut Özgür’ün, Süleyman Hüseyin’in, Tuncay Hasan’ın izinden yürüyerek ölümsüzlüğe koştu. Birlik devriminin mayacıları olarak hepsinde, ‘yeni insan’ın mayası vardır. Mutlu ve umutlu devrimcilik işte bu mayadadır. Sosyalizme inanç, devrim davasını büyütme kararlılığı, ideallerine bağlılıkla yürüme, kitlelere ve öncüye güven, başarma isteği, yaşamı ölümüne sevme... Bugün de genç yürekler koşuyor kavganın şafaklarına. Yeraltı nehirlerinin coşkunluğuyla dağlara çeviriyorlar yüzlerini. Bir halkın devrimine bedenleriyle harç katıyorlar. Yılmaz’dan Yasemin’e, Serkan’dan Suphi Nejat’a, tarihin en anlamlı saflarına isimlerini yazdırıyorlar. Kasım Şehitler Ayı’nda bu yıl da kutup yıldızları bakıyor insanlığa. Onlardan öğrenerek, onların yaşam pratiğini Gezi’nin, Rojava’nın isyanıyla bütünleştirmek görevi Marksist Leninist komünistlerin önünde duruyor. “Her yürek devrimci bir hücredir” düsturu yol gösteriyor...
‘İsyan devrim sosyalizm’ gecesi Amed’de ESP Kürdistan, 22 Kasım’da “Gezi’den Rojava’ya İsyan Devrim Sosyalizm. Direnenler Buluşuyor” etkinliği düzenliyor. Etkinlik öncesi bir açıklama yapan ESP Kürdistan, “Umudun partisi Gezi’den Lice’ye, Roboskî’den Soma’ya, Amed’den Rojava’ya direnenlerin türküsünü söylüyor, direniş halayına duruyor. Bu halaya sen de katıl” çağrısı yaptı. ◗ AMED Ezilenlerin Sosyalist Partisi Kürdistan, 22 Kasım günü “Ji Geziyê heta Rojava Serhildan Azadî Sosyalîzm/Gezi’den Rojava’ya İsyan, Devrim Sosyalizm-Direnenler Buluşuyor” şiarıyla etkinlik düzenliyor. Divan Düğün Salonu’nda düzenlenecek geceye PYD Eş Genel Başkanı Asya Abdullah, HDP Eş Genel Başkanı Figen Yüksekdağ, DTK Eş Genel Başkanı Hatip Dicle, ESP Genel Başkanı Sultan Ulusoy ve Rojava şehit aileleri konuşmacı olarak katılacak. Etkinlikle ilgili bir açıklama yapan ESP Kürdistan, “Serêkaniyê’den Şengal’e, Amed’ten Kobanê’ye, ezilenlerin özgürlük ve devrim düşünü tutkuyla büyüten umudun savaşçıları 20 yaşında! Gazi’den Gezi’ye, Amed serhıldanlarından Kobanê’ye ‘Serhildan azadî sosyalizm’ şiarıyla, sömürgeci
faşist diktatörlüğe, emperyalist barbarlığa karşı meydan okuyanların öncüsüyüz” dedi. Açıklamanın devamında şu ifadelere yer verildi: “Biz; zalimlere karşı mazlumların, zenginlere karşı yoksulların partisiyiz. Dehaqlara karşı Kawayız. Sömürgeciliğe karşı halkımızın sosyalist neferleri, sosyalist yurtseverleriyiz. Gözaltında kayıpların sembolü Hasan Ocak’ın, devrimci gençliğin ‘Güneş’i Şengül Boran’ın, ölüm orucu şehidi Hüseyin Demircioğlu’nun, işkencede baş eğmeyen komünist işçi önderi Süleyman Yeter’in partisiyiz. İnkar, imha ve asimilasyona karşı direnen Kürt’üz. Her gün alınteri damla damla sömürülen, iş cinayetlerinde katledilen işçiyiz. Yaşamı çocuk, mutfak ve yatak odası üçgeninde zindana çevrilen, her gün katledilen kadınız. Doğası ve emeği talan
edilen köylüyüz. Kürdistan’da serhildana, Gezi’de isyana duran genciz. Kobanê’de destan yazan güneşin ve ateşin çocuklarıyız. Her ulusal topluluktan, din ve inançtan ezilenleriz. Kürt’üz, Türk’üz, Ermeni’yiz, Laz’ız, Türkmen’iz, Arap’ız, Çerkes’iz, Süryani’yiz, Şengal’de Êzidî’yiz. Alevi’yiz, Sünni’yiz, Hıristiyan’ız. Yürüdüğümüz yol, Pir Sultan’ın, Şeyh Bedreddin’in, Mustafa Suphi’nin, Deniz’in, Mahir’in, İbrahim’in, Mazlum’un yoludur. Yolumuz; faşist DAİŞ çetelerine karşı amansız bir direniş gösteren, Ortadoğu’nun göbeğinde tüm dünya halklarına umut olan, özgür yaşamın inşasını ilmek ilmek ören Rojava devrimimizin yoludur. Yolumuz; komünist öncünün çağrısıyla, Rojava’ya gidip ‘devrimimizin’ öznesi olarak şehit düşen Serkan Tosun’un (Mazlum) ve Suphi Nejat Ağırnaslı’nın (Paramaz Kızıl-
baş) yoludur. Yolumuz; Yasemin (Zilan) ve Arîn Mîrkan’ın işaret fişeği olduğu kadın devriminin yoludur. Umudun partisi Gezi’den Lice’ye, Roboskî’den Soma’ya, Amed’den Rojava’ya direnenlerin türküsünü söylüyor, özgür-
lük ve direniş halayına duruyor. Bu halaya sen de katıl.” Diyarbakır’da 22 Kasım günü Divan Düğün Salonu’nda düzenlenecek gecede Servet Kocakaya, Vardiya Müzik Grubu, Hîvron ve Şîlan sahne alacak.
20. yıl buluşma çalışmaları sürüyor ◗ HABER MERKEZİ Ezilenlerin Sosyalist Partisi (ESP) üyeleri, 29 Kasım günü Bostancı Gösteri Merkezi’nde düzenlenecek 20. Yıl Buluşması için çalışmalarını sürdürüyor. İstanbul’da ESP İl Örgütü, hazırlık “İsyan, Devrim Sosyalizm. Direnenler buluşuyor” şiarıyla düzenlenen gecenin çağrısını Kadıköy İskelesi önüne taşıdı. Çalışmaları esnasında gazetemizin de dağıtımını yapan ESP üyeleri, iskele önünde emekçilere hitap etti. Ermenek ve Isparta’da yaşanan işçi katliamlarını hatırlatan ESP üyeleri, kapitalizmin sömürü ve yağma düzeni olduğunu kaydetti. Kobanê direnişi ile dayanışma çağrısında bulunan ESP üyeleri, iki saat süren çalışma boyunca emekçileri 29 Kasım günü Bostancı Gösteri Merkezi’nde buluşmaya davet etti.
Gecenin afişleri İstanbul Anadolu Yakası’nda yaygın biçimde asılırken, tüm ilçelerde el ilanları dağıtıldı. ESP Kartal İlçe Örgütü de, 20. yıl çalışmaları kapsamında ilçe meydanında stant açtı, gazete ve bildiri dağıtımı gerçekleştirdi. ESP üyeleri, Maltepe Gülsuyu ve Gülensu’da ise etkinliğe çağrı çalışmalarını sürdürdü. ESP Tuzla İlçe Örgütü üyeleri de Aydınlı Mahallesi halk pazarında ve İçmeler Köprüsü’nde bildiri dağıttı. İzmir’in Bayraklı İlçesi’ne bağlı Yamanlar ve Doğançay mahallelerinde de 20. yıl etkinliği için çağrı çalışmaları yapıldı. Bildiri ve gazete dağıtımı yapan ESP üyeleri, mahallenin tüm sokaklarına 20. yıl afişleri astı, halkı buluşmaya davet etti. ESP Adana İl Örgütü de, Şakirpaşa Mahallesi’ni 20. yıl afişleri ile donatarak, işçi ve emekçileri 20. yıl etkinliğine katılmaya çağırdı.