Aysen Gurel Sile Mengerler Dergisi Çalışmaları

Page 1

AYŞEN GÜREL - SILE

2011-2018



Mengerler YAŞAMIN RENKLERİNİ YANSITIR...

5/2011 Lifestyle

HAYALİMDEKİ PROVENCE Ayşen Gürel SÖYLEŞİ Aydın Boysan YENİLİK Actros MÜCEVHER Doğanın ışıltısı

YILDIZLI HAYATLAR • KÜLTÜR • SANAT • SÖYLEŞİ • GEZİ • LEZZET • SAĞLIK


Hayalimdeki Provence YAZI: AYŞEN GÜREL FOTOĞRAFLAR: FARUK SİLE

14

MengerlerLifestyle


GEZİ PROVENCE - FRANSA

Bizi ellerinle okşayarak aramızdan koş diyen lavantalar…

Ç

oğu kez düşlediklerimiz daha renkli, coşkulu, sınır tanımaz ve kusursuzdur, özellikle hayali zengin kişilerdensek; bu nedenle ne çok hayal kırıklığına uğramışızdır, elimizden bırakamadığımız, bitmesini istemediğimiz bir kitabın filmini seyrettiğimizde...

Fransa'nın senelerdir görmek istediğim, sanki beni çağıran bu beldesi ise, gerçekten hayalimdeki kadar güzelmiş... Sevdiğim bir arkadaşımın yolladığı fotoğrafı, i-Pad' imde arka fon olarak kullanıyordum. Uçsuz bucaksız gibi görünen, bizleri ellerinle okşayarak aramızdan koş diyen lavanta tarlaları…Ve her şey nasıl bir hayal ile başlarsa, bu gezi de böyle başladı. İlk gidişimiz lavantalar için erkendi, biliyorduk ama baharda Provence'ı, doğanın o topraklarda uyanışını görmek istiyorduk. Gezimize, Cezanne'ın şehri Aix en Provence'dan başladık. Aix'e gidip müzesini gezmemek, hem de bir sanatçı için olur mu derseniz, o güzelim bahar havasında müzeye kapanmak yerine, bir an önce doğaya koşmak, onun yaptıklarını değil de, baktıklarını, ona esin kaynağı olan peyzajları bulmak istedik. Heykelini görünce ve Cezanne'ın izinde diye tabelalarla işaretlenmiş patikalarda yürürken, kafasında hasır şapkası, elinde bastonu, sırtında tuvalleri ve portatif şövalesi ile sanki önümüzden yürüyordu. Mengerler Lifestyle

15


GEZİ PROVENCE - FRANSA

Souzan ailesi, Chateau Grand Callamand.

Hedefe körü körüne kilitlenmek yerine, amaçlara ulaşmak için gidilen yoldan keyif alınınca nasıl yaşam daha yaşanılası oluyorsa, geziler için de öyle. Elbette bir planımız vardı ama önceden saptadığımız hedefe giderken yolda karşımıza çıkacak, merakımızı uyandıracak, bilinmedik, duyulmadık keşiflere de açıktık. Bu esnek ve her şeyden önemlisi başına buyruk tavır, hiç olmazsa gezilerde biraz programsız olabilmek, yoğun yaşamdan kaçış diye düşündüğümüz bu günlerde insana hoş bir özgürlük hissi veriyor. Provence'da araba ile dolaşmaya karar verdiğimizde, önce gözümüzün önüne üstü açık bir Deux Chevaux geldi; konserve kutusu gibi olsa da, eskilere özlem hoş ama yapacağımız uzun yolları düşününce, güvenlik ve konforun önemi ağır bastı C Serisi bir Mercedes-Benz kiraladık. Şansımıza 4 km.’de olan arabamızın radyosunda bulduğumuz nostalji kanalı 70'lerin sevdiğimiz şarkılarını çalınca, sanki yaşadığımız senaryoya en uygun film müziğini seçmiş olduk. Pertuis Köyü’nde, konaklayacağımız Chateu Grand Callamand'ın ormanlık girişinden yukarı tırmandık. Park eder etmez şatonun sahibi Nathalie, eşliğinde üç sevimli köpeği ile bizi karşıladı. Şato deyince aklınıza ne ürkütücü, ne de Schloss Neuschwanstein örneği masalsı bir yapı gelsin. Bağlar arasında kırlara çok yakışan sade bir şato Grand Callamand. Zevkli ve konforlu odaları, sabahları soframızdan eksik olmayan, fırından yeni çıkmış croissant ve baguette'ler, bölgenin ünlü Cavallion kavunu, organik yumurtalar, şato mutfağında yapılmış çeşitli reçeller, daha önce hiç tat-

16

MengerlerLifestyle

madığım nefis lavanta balı ve kahvaltı sonrası havuzda yüzerek yeni güne başlamak… Pertuis'nin Provence' daki tüm gideceğimiz yerlere yakınlığı, her şeyden önemlisi çok özel insanlar olan Nathalie ve Albert'in dostluğu nedeniyle tüm gezi boyunca burada kalmaya karar verdik, Provence'da da bir evimiz, pardon şatomuz oldu diye onlarla da şakalaşarak. Çok ilginç yaşam hikayeleri olan Souzan çifti, bağlarında 11 çeşit üzüm yetiştiriyorlar. Şatonun ismini taşıyan şarapların tadımını yaparken en modern teknoloji ile yapılmış olan üretim tesisini ve kavları gezdiriyorlar bize. Sabahları kahvemi içerken bölge hakkında epey bilgi edinmiş olsam da, Nathalie ile haritayı açıp rotamız hakkında konuşmak, onun önerilerini dinlemek çok keyifliydi.


GEZİ PROVENCE - FRANSA

Provence'da bahar... Gelincik denizi.

Sırası ile gideceğimiz köyleri, Ansuis, Cucuron, Lourmarin, Buox, Bonnieaux, Lacoste, Menerbes, Oppede, Coustellet, Gordes ve Roussillon'u navigasyona kaydettik ve yola koyulduk. Luberon ve Vaucluse dağları ve platolarından oluşan Provence kırsalında beni en çok etkileyen, doğa güzelliğinin yanı sıra, göz alabildiğine uzaklara baktığımda bu nefes kesen peyzajı bozan hiç bir kötü detayın olmamasıydı. Ne yol kenarında tabelalar, çanak antenler, uyumsuz boyanmış yapılar, ne de kayalar üzerine yazılmış isimler. Keşke bizim ülkemizde de bu anlayışla güzel beldelerimiz Provence gibi koruma altına alınsa diye düşünmeden edemedik. Lavanta, gelincik, buğday tarlaları, bağlar, dalları salkım salkım kirazlarla donanmış meyve bahçeleri, upuzun selviler, çamlar ve bu güzelliklerin arasına serpilmiş köycükler. Kavşaklara da ışıksız çok

sempatik bir trafik çözümü bulunmuş. Ağaç ve çiçeklerle kaya bahçesi esprisinde tasarlanmış yuvarlak adanın etrafında dönüyorsunuz. Tadında restore edilmiş bu yamaç köyleri; yapıların taş mimarisi, toprak renk skalasına sadık boyanmış duvarlar, kiremit çatılar, rengarenk ama uyumlu kepenkler, özenle bakılan çiçekler, havuzlu çeşmeler ve doğayı bozmamak uğruna kenarı tehlikeli olan yollarda kilometrelerce ahşap ile kaplanmış metal bariyerler; işte bu küçük ama önemli estetik kaygılar Provence'ı şiirsel kılıyor. Her bir kasabanın özelliğini ve tüm yol üzerindeki keşiflerimizi anlatmak ne yazık ki bu yazıya sığmaz, ancak keyif alacağınızı düşündüğüm bir kısmını sizlerle paylaşmak istiyorum. Yılan gibi kıvrılan daracık yollarda, sık sık her yaşta kadın ve erkek bi-

Mengerler Lifestyle

17


GEZİ PROVENCE - FRANSA

Oppede, yasemin kokulu sokaklar

Lacoste, daracık patikalar

Buoux

Roussillon, doğanın paletinden ocres ve pas renkleri

Menerbes'de bir butik girişi

18

MengerlerLifestyle

Borie, eski örme taş kulübeler Gordes civarı

Deux Cheuveu ve pisi


GEZİ PROVENCE - FRANSA

Chateau Grand Callamand'dan detay

Yağmur öncesi hazırlık yapan bisikletliler

Chateau Grand Callaman'da antik kuş kafesi

5 yıldızlı La Bastide de Gordes Oteli

Ortaçağdan kalma St. Pierre su değirmeni, La Taillades

Şarap Müzesi ''Chateau Turcan'', Ansuis

Lacoste, ferforje kapı kulpu

Cucuron, kiraz bahçeleri

Tipik Provansal salata sunumu

Cucuron, havuz kenarı yaşlı çınarlar altında Restoranlar

Coustellet, Lavanta Müzesi butiği

Bonnieux, bir çok sevimli evden biri.

Mengerler Lifestyle

19


GEZİ PROVENCE - FRANSA

Cucuron'un merkezindeki meydanda, ulu çınarlarla çevrili, içinde Japon balıklarının dolaştığı, etrafında restoranlar olan çok büyük bir havuz var.

Roussillon'daki park da artık korumaya alınmış bir doğa harikası. Dünyaca ünlü hardal sarısı ocre ve pas rengindeki toprağı, Mistral rüzgarının bir heykeltraşın elinden çıkmış gibicesine oluşturduğu formları hayretle seyrettik. Gordes ise, Bori denilen eski örme taş kulübelerden oluşan bir müze köy niteliğinde. Oturduğumuz restoranda masamıza incecikten zeytin çiçekleri yağarken, bölgenin önerilen bir şarabını yudumladık. Coustellet'deki lavanta müzesinde has lavanta ve lavendin olmak üzere iki çeşidin olduğunu, değerli olan has lavantanın 800 ila 1100 m. yükseklikte yetiştiğini, temmuz ortasında açmaya başlayan lavantaların ağustos ortasında hasat edildiğini öğrendik. Gezimizin son gününde resmen lavanta rotası olarak hazırlanmış haritayı inceledik ve lavantaların açacağı tarihte sevgili Provence'a tekrar dönmeye karar verdik. 20

MengerlerLifestyle

Ertesi gün lavanta merkezi kabul edilen Sault Köyü’ne vardık. Denizi ilk defa gören bir çocuğun heyecanını hissettim mor tarlaları gördüğümde. Göz alabildiğine dağlar, tepeler, mosmor… Fosforlu bir mor. Ellerimle okşayarak lavantaları, yürüdüm aralarında. Bu renk cümbüşü ve başı döndüren mis koku, yeryüzünde cenneti bulduğumu hissettirdi. Sonra yattım toprağa, lavantaların arasına, kapadım gözlerimi, arıları dinledim. Provence güneşinde hiç durmadan bir çiçekten diğerine uçuşuyorlardı. Havuzda serinlemelerini anımsadım. Lavantalı derin bir nefes aldım, yaşam sevinciydi sanki içime çektiğim, ya da Fransızların dediği gibi, "Joie de Vivre".

6/2011

Lavantalı derin bir nefes aldım, yaşam sevinciydi sanki içime çektiğim, ya da Fransızların dediği gibi, ''Joie de Vivre''.

İkinci gelişimizin amacı, bu mor, mis kokulu güzelim bitkinin izini sürmek, lavanta rotasını takip etmekti. Ekranımda uzun zamandır seyrettiğim fotoğrafı yaşamak, o karenin içinde olmak istiyordum bir an önce. İlk gün şatonun havuzunda yüzerken bir kaç arı dikkatimi çekti, önce ölü sandım, yaklaşınca uçtular. Sonra izlemeye koyuldum; kanatlarını açıp, suyun yüzeyine serilip serinliyorlardı. Provence' da arılar bile iyi yaşamasını biliyor dedim içimden gülümseyerek.

YAŞAMIN RENKLERİNİ YANSITIR...

Aşina olduğumuz bir markanın bir kasaba ismi olarak karşımıza çıkması üzerine kimseden hakkında bir şey duymamış olmamıza rağmen, merakla Lacoste Köyü’ne saptık. Bu dünya şirini kasabanın daracık taş döşeli sokaklarında dolaşırken artık büyük şehirlerde unuttuğumuz, açık pencerelerden duyulan ev içi seslerini, konuşmaları, kahkahaları, bazen de çalınan müziği duymak, bizi eskilere götürdü. Assos'a benzer bir köy düşünün ama estetik değerlerin çiçek düzenlemelerinde, ferfoje kapı kulpları gibi ufak detaylarda bile görüldüğü, avlularda heykellerin, galerilerin, atölyelerin taş örme yapılarda konumlandığı bir Behramkale. Evlerin kapılarından girip çıkan genç öğrencilerden burada bir sanat okulu olduğunu öğreniyor, ne kadar keyifli bir yerde eğitim aldıklarına imreniyoruz.

Ve döndük... MengerlerLifestyle

sikletlilerle karşılaştık. Chateu Turcan'ın bağlar arasındaki kapısından girdik; Grand Callamand gibi bu bölgenin en iyi şarap üreticileri arasında olan bu şatonun çok etkileyici bir müzesi var. Eskinin kocaman tahta üzüm sıkma ve işleme makinelerinin yanı sıra, bağlarda, şarap yapımında ve sunumunda kullanılan, şarap ile ilgili aklınıza ne gelirse, en ilkel gereçlerden en şık Murano karaflara kadar inanılmaz hoşlukta ve şaşırtıcı objeler vitrinlerde zevkli bir şekilde sergilenmiş. Yüzlerce antik parçadan oluşan cam koleksiyonuna bakmaya ise doyamadım.


Mengerler YAŞAMIN RENKLERİNİ YANSITIR...

6/2011 Lifestyle

Gezi

Côte d′Azur Söyleşi SABA TÜMER Söyleşi MEHMET AKSOY Yenilik M-SERİSİ Haber MENGERLER BOSTANCI YILDIZLI HAYATLAR • KÜLTÜR • SANAT • SÖYLEŞİ • GEZİ • LEZZET • SAĞLIK


Masmavi'nin peşinde...

Côte d'Azur Fransa'nın güneyindeki Akdeniz sahil şeridine bu ismi yazar Stephen Liegard 1887'de yayınlanan kitabı "La Côte d'Azur"de vermiş. Lapis Lazuli de denilen Azure taşının güzelim mavisi esin kaynağı olmuş yazara. İtalyan Riviera'sından ayırmak için Fransız Riviera'sı diye de anılan 900 km. uzunluğundaki Côte d'Azur'ün resmi bir sınır olmasa da Monte Carlo'yu da içine alarak, Menton'dan, Cassis'e kadar uzanan sahil şeridi olduğu kabul ediliyor. Yeni bir şehir ya da yöre hakkında bilgi edinince, gezerken kişinin yaşananları gözünde canlandırabildiğini, geçmiş ile şimdiyi karşılaştırarak, kontrastları keşfederek daha iyi 14

MengerlerLifestyle

hissedebildiğini düşünüyorum. Günümüze gelene dek ne gibi değişimler olmuş, Côte d'Azur bu üne nasıl ulaşmış, kimler gelmiş, kimler geçmiş? Bu nedenle, kendi izlenimlerimden önce, size bu ilginç konulardan biraz bahsetmek istiyorum. 18. yy'ın sonuna kadar balıkçılık, zeytincilik ve parfüm yapımında kullanılan çiçekcilik ile geçinen bu sakin sahil kasabaları, varlıklı İngiliz'lerin öncelikle sağlık nedeniyle akın ettikleri bir tatil beldesine dönüşünce yeni bir dönem başlar. İngiliz aristokratlar, Beatrice Rothschild gibi Amerikalı elitler, Nice'de kışı geçirecekleri hoş düzenlenmiş bahçeler içinde şık malikaneler inşa ederler, ya da kiralarlar.

Riviera'ya ilk tren yolu yapılınca Avrupa'nın her köşesinden binlerce ziyaretçi gelir. O tarihte Fransa ve İtalya'da kumar kanun dışıdır. Monako Prensi kendi adını taşıyan gazino'yu inşa ettirir, kilisenin kritiğinden kaçınmak için de Sağlık Tesisi adı altında duyurur. Kısa zamanda Fransız Riviera'sı, aralarında özel treni ile gelen Rus Çarı 2. Alexander'ın, 3. Napolyon'un, Belçika Kralı 2. Leopold'un ve Kraliçe Viktoria'nın olduğu Avrupa Kraliyet ailelerinin de popüler bir eğlence ve dinlenme yerine dönüşür. Kışları yörenin müdavimlerinden olan Kraliçe Viktoria'nın Nice'in tepelerinde heykeli dikilidir. Kraliçe Excelsior Hotel Regina'nın tüm batı kanadın-


GEZİ PROVENCE - FRANSA

da ağırlanırken, ki otelin bu kısmı sonradan meşhur ressam Henri Matisse'in evi ve atölyesi olmustur, aralarında dişcisi, ahçısının bile bulunduğu 100 kişilik maiyeti ile kışları geçirmek üzere gelirmiş. Wales Prensi ise her bahar 3 haftalığına Cannes'ın en şık sahil caddesi olan "La Croisette"deki Club Nautique'den, kraliyet yatı Britannia'nın da olduğu yarışları seyredermiş. Côte d'Azur, Renoir, Matisse ve Picasso gibi usta ressamları da güzel iklimi, canlı renkleri ve ışığı ile kendine çekmiş. Birinci Dünya savaşı birçok kraliyetin sonu olunca Côte d'Azur'ün takvimi ve tarzı değişir. Aristokratlar azalır, yerini Amerikalı

ünlüler ve zenginler alır, yüksek sosyetenin gelişi kış yerine yaz aylarına kayar. Lüks, yataklı "Train Bleu" işlemeye başladığında, ilk yolcuları Winston Churchill, Somerset Maugham ve geleceğin kralı 8. Edward gibi önemli kişilerdir. Pulitzer ödülünü kazanan ilk kadın yazar Edith Wharton "The Age of Innocence"ı, F. Scott Fizgerald "The Great Gatsby"i bu yörede yazar. Ünlü Fransız modacı Coco Chanel 1923 yazında Riviera'da güneşlenir ve yanık ten Paris'de moda olur. Daha sonraki yıllarda Cannes Film Festivali Fransız Sineması'nın dünya ekranlarına dönüşünü hedeflemek üzere organize edilir.

Meşhur Fransız yönetmen Roger Vadim'in "Et Dieu...crea la Femme" ( Ve Tanrı... kadını yarattı), filminin galası, Brigitte Bardot' yu uluslararası bir yıldız, Saint Tropez' i de özellikle "Jet Set" denilen uluslararası yeni zenginlerin turistik hedefi yapar. Amerikan aktrisi Grace Kelly'nin Monako Prensi Rainier ile evliliği ise bütün dünyanın dikkatini tekrar bu yöreye çeker. Aristokrat ve yıldızların oyun yeri olan Côte d'Azur'de, gerçek hayatta Hanedan ve Hollywood'un buluşmasıdır bu masalsı düğün.

YAZI: AYŞEN GÜREL SİLE FOTOĞRAFLAR: M. FARUK SİLE Mengerler Lifestyle

15


B

u geçmişi düşünerek, buralarda izini bırakmış kişileri hayal ederek, yolculuğumuza Riviera'ya dahil olmasa da Fransa'nın en eski şehri Marsilya'dan başladık. Marsilya deyince aklıma eski Fransız filmlerindeki enine çizgili tişörtleri, boyunlarında fularları ile barlarda içen denizciler gelir, bir de "Bouillabaisse" tabii... Bir deniz ürünleri fiestası olan bu çorbamsı yemek, yanında sosları ve kıtır ekmeği ile bu şehrin olmazsa olmazı. Yunan kolonicileri tarafından kurulan şehrin eski limanı "Vieux Port" şimdi çok renkli bir yat ve motor limanı olmanın yanı sıra çok hareketli bir günlük balık pazarı. Marsilya'yı geride bırakıp sahilden devam ederek, rıhtıma taşmış restoran ve kafeleri, sıralanmış balıkçı sandalları ile sevimli küçük Cassis limanına geldik. Denize ve balıkçılara bu kadar yakın, çok taze olacağından emin olduğumuz midyeli spesiyaliteleri tatmak istiyoruz; pesto, sarımsak ve parmesan peynirli O'Gratin midyeler yarım kapak içinde fırınlanmış olarak, "Moules et Frites" ise emaye kapaklı ufak tencerelerde sofraya geliyor, beraberinde kızarmış patatesler ile. Midyenin birini cımbız gibi tutup iştahla atıştırmaya başlıyoruz... Arada bu yemekle harika eşleşen Chenin Blanc'ı yudumlayarak. Görünüşte sıradan bir restorandan sıradışı bir lezzet cümbüşünün tadı damağımızda ayrılıyoruz. Yol yukarı tırmanıyor ve bir kaç virajdan sonra nefesimizi kesen bir manzara ile karşılaşıyoruz. Sarp kayalı yamaçlardan üç koyu birden görüyoruz, Fransız Riviera'sına ismini veren büyüleyici azur renge kuş bakışı bakıyoruz. Berrak, masmavi

16

MengerlerLifestyle


Kuş bakışı Côte d'Azur

Mengerler Lifestyle

17


GEZİ Côte d'Azur - FRANSA sularda tekneler sanki havada duruyor, bir kayanın üstüne oturup hiç bir detayını unutmamacasına içime çekiyorum bu güzelliği, bir de sürpriz kekik kokusu geliyor burnuma.

Antibes, gün batımında malikaneler

Eden ROC Restoran, havuz kenarı güneşlenenler, arka planda Hotel du Cap

Çamlar altından Cassis koyu

18

MengerlerLifestyle

St. Tropez... Eminim sizin de aklınıza o geldi, ismi şarkının nağmelerinde: Brigitte Bardot, Bardot. Posterlerini görüyoruz sağda solda. Tepelerdeki uçuk pembe ve beyaz köşkleri, villaları, palmiyeli, fıstık çamlı bahçeleri hayranlıkla seyrediyoruz. Ününü duyduğumuz Relais et Chateau ünvanlı Pan Dei Palais'e havuz kenarında bir kahve molası vermek üzere uğruyoruz. Uzak Doğu stilinde son derece zevkli dekore edilmiş olan bu butik otelde servis de çok özenli. St. Tropez'in en civcivli yeri ise liman tarafı; sıralanmış mega ve motoryatlar, balıkçı tekneleri, turistleri gezdiren motorlar, kaldırım kafelerine, restoranlara takılan kalabalık, ressamlar, tanınmış dizaynerlerin ürünlerini satan havalı butiklere girip çıkan moda tutkunları, tüm bu trafik keyifli bir enerji veriyor insana. Antibes ve Juan les Pins orijinal ve pahalı sahil kasabaları. Antibes'deki Picasso Müzesi kayalıkların tepesinde konuşlanmış denize tepeden bakan bir kale gibi. Artık maviye daha yakın olmak istiyoruz ve Antibes'i denizden gezmeye başlıyoruz. Kayalardan atlıyan çocukları seyrediyor, koyda demirlemiş olan en dikkat çekici iki yatın Sarkozy ve bir Arap Prensi'ne ait olduğunu öğreniyoruz. Tepelerdeki malikanelerden ağaçların gölgesindeki bir sürü merdivenle deniz kenarına iniliyor. Bazıları o kadar uzun ki, telesiyej iyi bir çözüm olabilir diye gülüşüyoruz. Bu uzun merdivenlerin en etkileyici olanı ise gördüğüm en hoş otellerden biri olan Hotel de Cap'ınki. Sofistike bir dekorasyon ve çarpıcı bahçe peysajı, insana Belle Epoque dönemini hatırlatıyor. Buraları ziyaret ederseniz, Cannes Film Festivalinde en seçkin kişilerin tercih ettiği bu otelde kalabilirsiniz. Vaktiniz sınırlı ise bahçeye nazır balkonunda


GEZİ Côte d'Azur - FRANSA

Köşklerden denize inen merdivenler

Midye Ograten

Bol çiçekli Nice'den bir detay

Hotel du Cap, balayındaki Türk çifti

Bouillabaisse; içindeki malzemelerin sunumu

Antibes, Boulles/Petang oynayanlar

Juan Les Pins

Moules-Frites

Antibes kıyılarında çocuklar

Mengerler Lifestyle

19


GEZİ Côte d'Azur - FRANSA

Antibes'de Provence Pazarı

Rahibeler alışverişte

Picasso Müzesi, Antibes

fışkıran park ve bahçeleri ile ödül almış. Musee d'Art Modern ve d'Art Contemporain, modern ve çağdaş sanatçıların zengin bir koleksiyonuna sahip. Yves Klein'ın Nice Okulu'ndan olduğunu daha önce bilmiyordum; demek ki meşhur Yves Klein Mavi'sinin sırrı da Côte d'Azur'müş diyorum büyük bir keşif yaptığımı düşünerek.

gümüş takımlarla servis edilen bir sabah kahvaltısı yapmanızı, ünlü restoranı Eden ROC' da yemenizi, hiç olmazsa denize karşı bir kahve içmenizi öneririm. Juan les Pins ise bir şiir... Şemsiye, fıstık çamları, selviler, zakkumlar, balkonlara tırmanan begonviller, aralarında değişik stillerde hoş malikaneler. Zamanında İngiliz bahçıvanların ithal ettikleri akasya, okaliptüs, palmiye ve bitkiler çok zevkli bir şekilde aranje edilmiş.

Sahile iniyoruz, ziyaretçilerin ve kasaba halkının piyasa yaptığı yolun adı "Promenade des Anglais" İngiliz kolonisinin finansal yardımı ile yapılmış. Bu yol üzerinde Belle Epoque mimari tarzının baş yapıtı Hotel Negresco, düğün pastasına benzeyen kubbesi ile çok şık duruyor.

Cannes'a gelince ilk görmek istediğim yer tüm ihtişamları ile büyük otellerin, sahil boyunca palmiyelerin, ince kumlu plajların sıralandığı meşhur gezinti yolu "La Croisette" idi. Mayıs'ta film, Ocak'ta ise müzik festivalindeki curcunayı, yıldızların galalara gelişini izleyen kalabalığı gözümün önüne getirdim. Nice'de, hem bir tatil beldesi, hem de hareketli şehir havası bir arada. Şehir özenli ve çiçek

Antikacılardan detay

Hotel du Cap'ın cennet bahçesi, çamlar altında Agapanthus

Senenin 300 günü güneşli, sıcak yazları ve ılık geceleriyle hava şartları daima iyi olan Fransız Rivierası, başlıca yat ve gemi seyahatinin en çok tercih edilen rotalarından. Dünyadaki süperyatlar, ömürlerinde en az bir kere bu sulara geliyorlar.

Doğayı, sanatı, Bouillabase'i.., kısacası hayatı ve iyi yaşamayı seviyorsanız, gelmelisiniz Côte d'Azur'e. Bu "Mavi"ye veda etme zamanı geldi bizim için... Ayrılmak zor olsa da, aklımız kalmıyor denizsiz, güneşsiz ülkelerden gelenler gibi. Şanslıyız, bizim de "Turkuaz" rengi ile ünlü Türk Riviera'mız var diyor ve ayrılıyoruz. 20

MengerlerLifestyle


Mengerler <$ô$0,1 5(1./(5ó1ó <$16,7,5

1/2012 Lifestyle

INT'L BOATSHOW Fort Lauderdale )/25ú'$ 6ú%(/ 7h=h1 %RVWDQF× 6KRZURRP GD %DOL (1'21(=<$ 0(5&('(6 %(1= )$6+,21 :((. 1(: <25. <(1ú % 6(5ú6ú %ú5 <(0(. .ú7$3/,ø, 2/8û78585.(1 :*-%*;-* )":"5-"3 ³ , -5 3 ³ 4"/"5 ³ 4 :-&Ýß ³ (&;ß ³ -&;;&5 ³ 4"Û-*,


S

ınırsız Doktorlar (Doctors Without Borders), politik görüş, din ve ırk ayırımı yapmadan, dünyanın herhangi bir köşesindeki salgın hastalık, terör, fakirlik veya iç savaştan kaynaklanan ihtiyaç sonucunda, menfaat gözetmeden, insanları iyileştirme misyonunu edinmiş. Organizasyonun Türk Doktoru Ziya Çelik ve eşi Dr. A. Gülşen Çelik'i Florida'da, Atlantik Okyanusu sahilindeki deniz manzaralı evlerinde ziyaret ettik. Başına gelen ilginç olaylar ve yaşamı hakkında söyleştik. Dr. Ziya Çelik emekli olmasına rağmen hümanist misyonuna devam ediyor. İlerideki yıllarda gerçekleştirmek istediklerini anlatırken, gözündeki kıvılcımları gördüğünüzde 70 yaşında olduğuna inanmakta zorlanıyorsunuz. ''Üretken olmayan bir hayatı benimsemedim, hastalık olmazsa 5 sene daha misyonuma devam '' diyor. Rize'nin Çamlıhemşin ilçesindedoğmuş, çocukluğu Erzurum'da geçmiş, lisan bilmeden 30 yaşında Amerika'ya göç etmiş ve birçok mücadeleler verip bu günkü konumuna gelmiş. Hayatını tehlikeye atarak, güvenli, konforlu yaşamını işim diye tanımladığı ''insan hayatı kurtarmak'' için geride bırakıp gidiyor her seferinde. Amerikalıların ''Work hard, play harder !'' (Sıkı çalış, fazlasıyla eğlen) sözünü benimseyen Dr. Ziya Çelik, yaşamında belli ki bu dengeyi başarmış. İşte bütün bu özelliklerinden dolayı, kaç yaşında olursanız olun, büyüyünce onun gibi olmak istiyorum diyebileceğiniz nadir ''insan'' insanlardan.

14

MengerlerLifestyle

SINIR TANIMAYAN DOKTOR

ZİYA ÇELİK


İNSANLARI İYİLEŞTİRMEYE ADANMIŞ BİR ÖMÜR

SÖYLEŞİ: AYŞEN GÜREL SİLE FOTOĞRAFLAR: M. FARUK SİLE Mengerler Lifestyle

15


6g</(ûú '5 =ú<$ d(/ú.

Doktor Ziya Çelik Fort Lauderdale'deki ev ofisinde

Amerika öncesi ve sonrası en önemli noktalara değinerek hayatınızı özetler misiniz ? Doğum yerim Rize'nin Çamlıhemşin ilçesi, fakat 5 yaşlarında Erzurum'a geldik. Büyük bir kültür şoku oldu bende, aksan gibi değişimlerden dolayı. Yerinde duramayan bir çocuktum, keçileri falan içeri sokmak gerekse, hemen bana haber verirlerdi. Ben zengin bir ailenin çocuğu değildim, karnımız doyardı o kadar. Liseyi bitirinceye dek bizim evde ne elektrik vardı ne de Erzurum'da radyo. Erzurum'da yüklük derler bilir misiniz? Yani gündüz yatak filan yoktu, yer yatağı sabah olunca yüklüklerin içerisine konup kapatılırdı. Ev kalabalıktı, yüklükte kendime bir masa hazırlamıştım ders çalışmak için, gaz lambası ışığında. Belki soracaksınız, ben niye doktorluğa, cerrahlığa sardım? O zamanki koşullar, 1960'larda, Türkiye'de meslek seçerken, belki şimdi de öyledir, mesleğinizi kendiniz seçemiyordunuz, imtihanlar seçiyordu mesleğinizi.

Doktor Gülşen Çelik Mercedes'ini anlatırken

16

MengerlerLifestyle

Siz aslında neyi hedefliyordunuz ? İnşaat Mühendisliği ve Mimarlık. Bütün Türkiye onu istiyordu ve herkesin en kazanmak istediği İstanbul Teknik Üniversitesi'ydi. Liselerin kalitesi Teknik Üniversite'ye soktuğu talebe sayısına göre ölçülürdü. Ben çok iyi bir talebe olmama rağmen 2 - 3 puan ile kaybetmiştim, bunun üzerine İstanbul Tıp Fakültesi'ne girdim, kısmette bu varmış. Ondan sonra neredeyse her gün, her gece, İstanbul


6g</(ûú '5 =ú<$ d(/ú. Tıp Fakültesi'ne girdiğime dua ettim. Kaç yaşında geldiniz İstanbul'a? 20 yaşında. Erzurum'dan hiç ayrılmadan İstanbul'a geldim birden bire, milyonluk koca şehire. Üniversiteyi bitirdikten sonra Erzurum'a döndüm. Atatürk Üniversitesi yeni açılmıştı, oradaki ilk Cerrah Asistan oldum. Sonra Amerika'ya geldim, tabii bir kültür şoku daha; hayatım kültür şoklarıyla geçti. Nasıl karar verdiniz Amerika’ ya gitmeye, nelerin etkisi oldu ? Bütün Amerikalılar bana bunu sorarlar: ''Niye Amerika’ya geldin?''. Bende onlara şakadan şöyle söylerim: ''O senelerde bir sürü iyi Amerikan filmi oynuyordu ondan". Gerçekten 50'lerdeki bütün Amerikan filmlerinin hepsinde, mutlu son vardı. Hacettepe Üniversitesi'nde de müthiş bir Amerikan

etkisi hissedilirdi. Hastahanede çalışmak istedim. Sizin Türkiye'deki eğitiminiz geçmez yeniden başlayacaksınız dediler. Amerikalı bir arkadaş, ''Sen o kadar sene asistan oldun ki, asistanlıktan emekli olacaksın.'' diyordu. Askerlikten sonra Amerika'ya döndüğümde iyi bir teklif aldım. On sene kadar Hastane Cerrahi Direktörlüğü yaptım. Emekli olduğum gün ise ''Dr. Ziya Çelik Günü'' ilan edildi Toledo'da.

Son derece saygın bir mesleğiniz var, bunun yanı sıra emekli olmanıza rağmen yapmakta olduğunuz insanlık hizmetleri sizi daha özel bir konuma oturtuyor. Bize bu gönüllü olarak verdiğiniz emeklerden bahseder misiniz ? Ben bu gönüllü işleri aslında 25 senedir yapıyorum, Gülşen Çelik bu arada şöyleşiye katıldı: Hastahanede Ziya'nın en çok ameliyat yaptığı 48 yaşında başladım, fakat çalışırken fazla zaman ameliyathaneye ismi verildi ve kapısına resmi veremiyordum. Sonra kendime ortak aldım. konuldu, daha önce kimseye böyle bir şey Tek başıma çalışırken 13 sene izin alamadım. yapmamışlar. Ziyacığım çok yardım sever. İlk olarak Midwest Medical Mission (Ortabatı Toledo'dayken çok meşgul olmasına ve diğer Tıp Misyonu) organizasyonu ile başladım. doktorlardan daha sık çağrılmasına rağmen, MMM'in 7 sene başkanlığını yaptım. Bu geceleri de hastaneye gidiyordu. Hatta o organizasyonla Dominik Cumhuriyeti'ne kadar önemli olmayan olaylar için bile. Ben bir haftalığına gideriz; ilaçlarımızı, her şeyi

Sınırsız doktorlar ekibi bir misyonda, Türkiye armalı gömleği ile Dr. Ziya Çelik (Sağdan üçüncü)

Oregon, Ohio Valisi Marge Brown'un 30 Kasım 2006 tarihini ''Doktor Ziya Çelik Günü'' ilan edildiğini belgeyen plaket.

haksızlık böylesi dediğimde: ''Hasta beni bekliyordur şimdi, hastanın yardıma ihtiyaçı var, beni onların politikası ilgilendirmiyor'' diyor, böyle bir mantaliteyle hareket ediyordu.

Saint Charles Mercy Hastanesi ''Genel Cerrahi Bölüm Başkanlığı'' Plaketi

Ev ofisinde dergimize bakarken

''Olağanüstü Başarı'' Plaketi

Mengerler Lifestyle

17


6g</(ûú '5 =ú<$ d(/ú.

Misafirperver doktorumuzun elinden ikram

kendimiz götürüyoruz. Ağrı kesici, bilhassa hastayı bayıltıcı ilaçları gümrükten geçirmek çok zor. Neyse ki Dominik'teki bir doktor beyin hanımı sayesinde bize her türlü kolaylığı gösteriyorlar. Eşim Gülşen de birkaç defa geldi, kendisi epeyi de hızlı hasta görür, fakat sıcaktan bayıldı bir iki defa, şartlar çok ağır geldi.

Sınır Tanımayan Doktorlar ve misyonunu anlatır mısınız ? Bu çok büyük bir organizasyon, 1978'de Fransa'da başlamış. Şimdi birçok ülkenin katılımı var. Son baktığımda bütçesi 650 milyon Euro civarındaydı. Onlarla misyon süresi 4 - 6 hafta arası değişiyor. Bu organizasyonlara kabul edilmek de o kadar kolay bir şey değil, epeyi bekledim ben de. Kabul edildikten sonra ilk Sri Lanka'ya gittim. Orada iç harbin ne demek olduğunu gördüm. Umumiyetle akşamları top atışları başlardı iki taraftan da. Bize tahsis edilmiş özel bir arabamız vardı. Her 10 km. de bir askerler durdurup tepeden tırnağa arama yapıyorlardı, ısı derseniz 38°. Bir de motorsikletlerle gezen makineli tüfekliler var, onlara karşı gelindiği zaman vuruyorlar; hepsi de maskeli, kimin vurduğu da belli değil dolayısıyla. Onun için bize dedikleri: "Bunları gördüğünüz zaman hemen arkanızı dönün". Bazen gitmemiz gereken bölgeye ulaşmak çok güç oluyor, mesela Colombo'ya günde bir uçak var, bombalar patlıyor, beni 9 gün küçücük bir evde tuttular. Bütün ekip gönüllü, Amerika'daki hemşirelerin senelik izini 15 gün, eğer 15 sene çalışmış ise 21 gündür. Bu kızlar 15 günlük izinlerinde gidiyorlar, kendi uçak, otel ve yemek paralarını ödüyorlar. Hasta, yaralı kim gelirse ameliyat

18

MengerlerLifestyle

Salonlarında söyleşi yaparken, sehpa üzerindeki Rahmi Koç'un hediyesi ''Nazenin IV ile Devr-i Alem'' kitabı dikkatimizi çekiyor.

ediyor, bakıyoruz. Fakir, zengin farketmiyor, kimse para ödemiyor, hatta Nijerya'da bir bakıyorsunuz hasta Mercedes, Audi ile geliyor. Bu arada arabalardan bahsedince sormadan edemeyeceğim, arabanız ne marka? Ben 40 seneden beri Cadillac kullanıyorum. Hanımın Mercedes'i vardı, alış hikayesine hep güleriz. Gülşen Çelik Mercedes-Benz alış hikayesini anlattı: Bir rahatsızlık geçirmekteydim ve ancak çok güvenebileceğim bir araba kullanmak istedim. Mercedes'e açtım telefon, fiyatını sordum, hemen saklayın şimdi geliyorum almaya dedim. Mercedes hikayesi de sürpriz oldu söyleşimizin içinde. Mercedes'e güvendim. Ben öyle kaypak araba istemem, şöyle yavaş yavaş güvenle dönen bir araba isterim. Çok da hayırlı bir Mercedes'di, 20 sene kullandım, sonra hastanenin bir balosunda bağışladık. Yoğun yaşamınızda iki başarılı evladınızla da gurur duyuyorsunuz. Kızım avukat Chicago'da yaşıyor. Oğlum Los Angeles'de NBC Televizyonunda çalışıyor. Yeni evlendi. Hazırladıkları video klip'leri en iyi evlilik video'ları arasında Vimeo ve YouTube toplamında bir milyon kişi tarafından izlenerek başı çekiyor. Ziya Çelik devam ediyor: Onların başarılarında biraz kendimize de kredi veriyoruz. Kolay


6g</(ûú '5 =ú<$ d(/ú. büyümüyor çocuklar. Doğumlarında aldığımız şarapları evliliklerinde hediye ediyoruz. Şimdi 2000 yılı şarabını da torunumuz için aldık. Ailece birlikte olabiliyor musunuz? Tatil seçimleriniz neler? En çok Türkiye'ye gidiyoruz. Tatillerimizde Colorado'ya kayak yapmaya giderdik, şimdi gemi gezilerini tercih ediyoruz. Hawai, Cancun, Acapulco da sevdiğimiz yerler arasında. Tabii benim yoğun tempomda ancak bir hafta ayırabiliyordum. Gönüllü hizmetlerinize dönersek, gittiğiniz yerlerde nerede kalıyorsunuz? Ameliyatları ne şartlarda ve nerede yapıyorsunuz? Bize bir ev ayarlıyorlar, hepimiz bir arada kalıyoruz, genelde herkese bir oda veriyorlar. Geceleri dışarı çıkmak yok. Organizasyon gönderdiği doktorların güvenliğini koruyor ve rahatlığını düşünüyor. Biz tamamen tarafsızız, kim gelirse ameliyat ediyoruz ve neden yaralandığını da hiç sorgulamayız. Kötü biri olabilir ama o da insan. Sri Lanka'da hastane vardı rahattık, ama ameliyathanenin pencereleri yoktu, bir baktım ameliyat ederken maymun bana bakıyor. Gerektiğinde de sahra hastanesi kuruyorlar. Dominik, Nijerya, Kenya, Haiti sık gidilen yerler. Haiti'de kolera salgını ile mücadele ediyoruz. Tabii bütün aşılarınızı olmanız gerekiyor önceden. Hastanenin kirası, medikal ihtiyaçlar gibi giderler nasıl karşılanıyor? Özel şahıs ve organizasyonların yaptığı yardımlarla. Hükümetlerden alınmıyor tarafsız olabilmesi için.

Çok büyük bir dürtü olması lazım sizi oralara götüren, kolay şeyler değil yaşadıklarınız, sefaletleri ve çoğu kez insanın insana yaptığı kötülükleri görmek. İlk başladığımda 3 safhası oldu benim için: karar verdin, gidiyorsun... İlk birkaç gün ben nereden geldim, nasıl düştüm buraya diye düşünüyorsun, sonra da ortama alışıyor ve tekrar geleceğim diyorsun. Yapılan yardımın yanı sıra edindiğim arkadaşlıklar da çok değerli. Toledo'daki bir Profesör şöyle demişti: ''En yakın arkadaşın beraber zorluk çektiğindir''. Gücünüzü nereden alıyorsunuz, moral dışında bir kazanımınız var mı? Sadece yapılan yardımın sizde bıraktığı haz var. Hangi ülkede olursanız olun, karşınıza bir hasta ya da yaralı geliyor; rengi renginize, dini dininize, lisanı lisanınıza uymuyor. İsmini söylüyorlar yarım saniye sonra unutuyorsunuz. Fakat ameliyat ettikten sonra, gözlerdeki takdir etme hissi vardır, onu görebiliyorsunuz.

''Gözlerdeki şükran, ödül bu."

Ameliyatların başarılı olması için doktorlar nasıl seçiliyor, her dalda cerrah oluyor mu ekipte ? Esas kural, kendi kariyerinde ne ameliyat yapıyorsa cerrahın burada da aynını yapması. Ama ihtiyaç olunca ve de hastanın hayati tehlikesi varsa doğum da, Ürolog olmamama rağmen böbrek ameliyatı da yaptım. Son gittiğimde mesela Vasküler Cerrah değilim ama yapacak başka kimse yok, bütün kolu kesilmiş, bütün damarları gitmiş bir yaralıyı ameliyat etmem gerekti. Genel Cerrahinin iyiliği, tam uzman olmasak da her uzmanlıkta aşılanmışlığımız var. Hayati tehlikeler ya da kaçırılma riski oluyor mu doktorlar için? O her zaman olabiliyor. Geçen sene Sudan'da olmuştu, sonradan kurtarıldı hepsi. Arabalarımız kuvvetli ama daima arabaların kapıları kilitlenecek. Yanımızda doktor olduğumuzu ispat edecek dökümanlar bulunduruyoruz. İnsanlık için buradayız, bunu ispat edebilmek için. Başka bir zarfta kaçırılırsak diye kendimizi tedavi edebileceğimiz ilaçları taşıyoruz. En çok kaçırılma Nijerya'da oluyor, özellikle de petrolcüleri. Dünyanın 6. büyük petrol, 4. en kaliteli doğal gazı üreten ülkesi olmasına rağmen çok fakirlik var ve dolayısı ile halk çok kızgın. ''Siyah Altının Laneti'' isimli kitap anlatıyor buraları, National Geographic'in bir yazarı tarafından kaleme alınmış. Nehrin kenarında nerede ise petrol akıyor, o kadar kirli, hemen yanında evler var, gaz borularının üzerinde yemek pişirenler, günlük kazançları yedi Dolar civarı.

Yeni döndüğü misyonunun huzurlu yorgunluğu...

Mengerler Lifestyle

19



Mengerler <$ô$0,1 5(1./(5ó1ó <$16,7,5

2/2012 Lifestyle

<HQL \×OG×]×P×] ''MENGERLER BOSTANCI'' GÜNGÖR URAS FARUK SARAÇ %XUVD 6KRZURRP GD +(0,1*:$< ú1 ú=ú1'( 2N\DQXVWD EDO×N DY× 7$0ú5 6$1$7, 'DYXWSDüD .DSRUWD %R\D GD

:*-%*;-* )":"5-"3 ³ , -5 3 ³ 4"/"5 ³ 4 :-&Ýß ³ (&;ß ³ -&;;&5 ³ 4"Û-*,


$<Ú(*h/ 'ø1d.g. ''Derin Tutku''

40

MengerlerLifestyle


Bir dost ile söyleşi yapmanın hem kolay, hem zor tarafları olduğunu düşünüyorum; çünkü kişiyi tanımak ve tanıtmak çok farklı. Bu samimi ropörtaj okul sıralarından bugüne, arkadaşım Ayşegül Dinçkök ile. Çok yönlü yetenekleri, kadın - eğitim konularındaki sosyal çalışmaları ve yakında açılacak, kelimenin tam anlamı ile içinde kalmış olan tutkusunu su yüzüne çıkaracağı ''DERİN TUTKU'' isimli sualtı fotoğrafları sergisinden söz ettik.

SÖYLEŞİ: AYŞEN GÜREL SİLE FOTOĞRAFLAR: TOLGA ÖZGAL

Mengerler Lifestyle

41


6g</(ûú $<û(*h/ 'ú1d.g.

Bebek'te doğan Ayşegül'den başlayarak hayatının önemli dönüm Yalova'ya koştururdum. noktalarına değinir misin ? Bebek'te doğmanın üzerine bastığın için Bebekli olmaktan gurur Senin "Deniz Kızlığı" o zamanlardan belliymiş galiba. duyduğumu söylemek isterim. Haklısın ama, ''Mermaid'' gibi, suyun altına gireceğime, suyun üzerinde epeyi bir çırpınmışım. Zannedersem baban en eski Bebeklilerden. Ahşap tarihi bir evde oturuyordunuz. Yazar kimliğinden bahsedersek, merakın nasıl başladı ? Evet, amcam da halen Bebek Muhtarı. Babamın doğduğu bu ev, Dayın, Gazeteci/Yazar Hasan Cemal'in etkisi oldu mu ? padişahın gözdelerine hediye ettiği evlerden biriymiş. Birlikte İlk Maison Française, Figaro, Akmerkez gibi dergilerde yazdım ve Avusturya Lisesi'ne gittik, sonra Boğaziçi Üniversitesi'nde okudum, söyleşiler yaptım. Dayımın yazmaktan ziyade okuma sevgime çok ardından Münih'te reklamcılık üzerine bir çalışma yaptım. Sonra etkisi oldu. evlendim, hayatımın en kıymetli varlığı iki tane kızım doğdu. Çocuklar ufakken eşimin şirketinin reklam işlerine baktım ama çok uzun süreli Okul dergisinde de yazıların çıkardı. Birlikte "Debatte" denen bir çalışma yaşamım olmadı; çocuklar okula gittikten sonra içimde tartışma grubuna da girmiştik; savunmakta ve sesini duyurmakta kalmış olan tutkularımı su yüzüne çıkarmaya başladım. cesaretliydin. Biraz fazla galiba. Okul yıllığında hatırlarsan benim için politikacı Yüzmek de gönül verdiğin bir konuydu. olmak istiyen arkadaşımız yazmışlardı. Babam Galatasaray Spor Klübü'nde Yöneticiydi ve Yüzme Okulu'nu kurdu. Ben de 7 yaşında o okula gitmeye başladım. Takıma seçildim, Kasım 2011'de ilk öykü kitabın yayınlandı. Hoş tesadüflerimiz 10 sene milli takımdaydım. 2 tane rekorum var; 100, 200 kurbağalama oldu bu konuda. Basım öncesi sen editörünle toplantı yaparken bir stilinde. O zamanlar kışın antrenman yapacak yerimiz de yoktu; restoranda, sonra da aynı uçakta karşılaşmıştık. Hayalindi eskiden Avusturya Lisesi'nden ben ya Heybeli Ada'nın askeri havuzuna, ya da beri yazmak, dolayısıyla o özel doğum günü partisi geliyor aklıma.

42

MengerlerLifestyle


6g</(ûú $<û(*h/ 'ú1d.g.

Uçakta karşılaştığımızda ben de kitabı yeni elime almıştım, ilk okuyanlardan biri de sensin, indiğimizde bitirmiştin ve üzerinde konuşmuştuk. O doğum günü bana tamamıyle sürprizdi. Teması da yazarlıkdı. Geldiğimde maske takmış kişiler vardı, dostlarımın olduğunu tahmin ediyordum ama, kim kimdir bilmiyordum. Seni de uzun süre görmedikten sonra karşımda bulmak beni çok mutlu etmişti. Hayali olarak yazdığım kitabı konu etmişler ve doğum günüm, benim imza günümmüş gibi herkes sıraya girip imzalatmıştı. İkinci kitabımın bir roman olması arzum. Araya sualtı gibi başka çalışmalar girdiği için ara verdim ama gelecektir zamanı. Bu dünyadan göçtüğüm zaman aileme, öncelikle çocuklarıma ve torunlarıma arkamda bir izimin kalmasını isterim, bu benim için çok kıymetli olacak. Kitabın adı niye ''KORKMA'' ? Kitabımda insanların çeşitli korkularını ortaya çıkartacak öyküleri bir araya getirdim. Dikkat çekici bir isim oldu, bir emir gibi değil, yüreklendirmek için. ''Kadın ve Eğitim” senin için her zaman önemli oldu. Kitabın da çoğunlukla kadına dair öykülerden oluşuyor. Kadınlar için emek verdiğin çalışmalardan bahseder misin ? İlk sosyal sorumluluk işi 25 sene önce Semra Özal ile başladı. Türk

Kadınını Güçlendirme Vakfı’nın kurucu üyelerinden biriyim. İmam nikahlı eşlere resmi nikah kıyılmasında destek olduk binlerce kadına, çünkü imam nikahının kadına hiçbir yararı yok. Karavanlarımız vardı, gönüllü doktorlar ve hemşirelerle tüm yurdu tarayarak dolaştık, çevrelerinde sağlık evi bile yokken ayaklarına kadar giden bir hizmetti bu. Resmi nikah olmayınca çocuklara nüfus kağıdı çıkartılamıyordu. Bu konularda önderlik ettiğimiz için her zaman gurur duydum. Eğitim için çalışmalarım ise eşimin Türk Eğitim Vakfı’nın başkanı olduğu dönemde başladı. Tevitöl, üstün yetenekli çocuklar için kurulmuş olan bir okul. IQ’su 130 ve üzerinde olan çocuklar Gebze’deki bu okula özel bir sınavla girebiliyor; 200 tane öğrencisi var. Okulun eğitim sistemine, öğrencilere hayranlık duydum ve nasıl destek olurum diye düşündüm. Eşleri TEV’de görevli olan arkadaşlarımızla Tevitöl Anneleri olarak bir araya geldik; bir vakıf değil, tamamıyle gönüllü bir işdi bu. Amacımız okulu duyurmak, tanıtmak, giren öğrenci sayısını arttırmaktı. Aileler bazen bu çocukları fark edemiyor, öğretmenleri ve RAM denen rehberlik araştırma merkezleri aracılığı ile çocukların yetenekli olup olmadıkları belli oluyor. Türkiye çapındaydı bu çalışma ve tüm ülkeyi dolaştık. Artık okul tanındığı için ancak bazı sosyal projelerde çalışıyorum şimdi, ama 5 - 6 sene her hafta, haftada bir kere okula giderek öğretmenlerle ve öğrencilerle birlikte oldum.

Mengerler Lifestyle

43


6g</(ûú $<û(*h/ 'ú1d.g. "Her kadının bir kartviziti olmalı…" Bunu seninle ilgili bir yazıda okumuştum. Bir kadının eşinin kimliğinden ziyade, kendi kişiliği, kimliği olması anlamını taşıyor. Madam Figaro Dergisi için İnci Aksoy ile yaptığımız söyleşiden bir alıntıdır; bunu bir slogan haline getirmeye çalışmıştık. Kadınların kendi bilezikleri olmalı. Bu konuda da bir uğraşım olmuştu, merkezi Washington'da olan Kültür ve Eski El Sanatlarını Geliştirme Vakfı'na da gönüllü olarak destek vermiştim. Bu vakfın amacı da artık Türkiye'de kaybolmakta olan el sanatlarını öğreterek ve geliştirerek geleneksel sanatları devam ettirmek; dolayısıyla hem kadınların bir gelir elde etmesini, hem de kültürel değerlerin devamını sağlamakdı. Sevgili Prof. Nurhan Atasoy ile birlikte değil mi? Evet. Her zaman zaten gönlüm de, kapım da, kadın ve eğitim konularına açık, vaktim el verdiğince eğileceğim bu konulara. 8 Mart Dünya Kadınlar Günü, bir mesaj vermek ister misin ? Kadına şiddet önemle üzerinde durulması gereken bir konu. Nasıl çocuklara ayakta durmasını öğretiyorsak, ihtiyacı olan kadınlara da ayakta durmasını öğretmemiz lazım, tüm dünya kadınlarını kastediyorum. Çocuklar da etkileniyor; 2011'in bilançosu çok ağır. Bu kadın olarak hepimizin vazifesi. Haklısın, güçlenen kadın hayatını değiştirebilir. Şimdi ise su altında çektiğin fotoğraflardan oluşan sergine hazırlanıyorsun. Serginin ismini çok sevdim. Bu tutku nasıl başladı ? Su sporlarına, yüzmeye alışık bir insan olarak yaşadım; demek ki suyun altı ile tanışmam için bunca zaman geçmesi gerekiyormuş. Sualtı aşkım, Panama’da başladı. Sonra açık deniz brövemi aldım. Erol Öğretmenim bana: "Bu iş gerçekten tutku, tiryakilik yapabilir, baştan ikaz edeyim" dedi. Ben de bu bana tiryakilik yapacak ise canım feda diye yanıtladım. Deyiş o deyiş, bir senede 160 dalış yaptım. Bu nerede ise her iki günde bir daldım demek oluyor. Tabii bazı günler 4 kere daldığım için o sayıya erişmişim. Gerçekten bu bir rekor mu bilemiyorum ama benim yaşım için bir rekor olduğunu düşünüyorum, çünkü 10 -15 senede bu sayıya ulaşan insanlar var. Bodrum'da dalarken başka profesyonel dalgıçlarla dost oldum. Onlar çektiğim fotoğrafları ve bu işteki iştahımı görünce, bana daha büyük kameralar tavsiye ettiler. Şu andaki kameram 15 kilo ağırlığında, flaşları ve housing denen kılıfı ile. Sen de biliyorsun dün Sulawesi'den geldim, volkanik dağların etkisi ile oluşan siyahi bir kum var orada. Burada canlıları daha renkli görebiliyorsun; o yüzden özellikle oraya gittim. Kamp kurdum ve günde 4 dalış olmak üzere, 6 günde 22 dalış yaptım. Aşağı yukarı 30 saate karşılıktır diyebilirim. Oksijen limitimi biraz daha balıklarla olmak için sonuna kadar tüketiyorum. Denizin altı bambaşka bir yer… Daha çok nerelerde dalıyorsun ? Yazın en çok Bodrum'da, çünkü yazlığımız orada; gün aksatmadan dalıyorum. Akdeniz'in, Ege'nin çeşitli adalarında, kıyılarında da daldım. Ama fotoğraf ve çeşitlilik için en güzel yer Endonezya, Bali ve Sulawesi.

44

MengerlerLifestyle

Deniz kirliliğini hissediyor musun ? Bazı yerlerde mercanlarda beyazlanma denilen bir hastalık oluyor. Dalgıç bir arkadaşımın söylediğine göre maalesef Göçek sahilleri, hatta açıkları, artık insan sağlığına zarar verecek şekilde deniz kirliliği tehdidi altındaymış. Balık çiftliklerinden dolayı mı ? Onlar da neden, ama daha çok teknelerden. Bulundukları yerde yiyiyorlar, içiyorlar ve açığa gitmeden sintineyi boşaltıyorlar. Bu serginde belli bir bölgenin fotoğrafları mı olacak, yoksa çeşitli dalışlarda çektiklerinden mi seçeceksin ? İlk başta öyle düşünüyordum, son kararım değil ama Sulawesi'de çektiklerim daha az görünen balıklar, sanıyorum onları seçeceğim. Dalmak tutkun için aynı zamanda bir terapi diyorsun ve denizin altında huzur bulduğunu söylüyorsun. Ben yaptığım sporlarda, yüzerken, at binerken, kayak yaparken iyiyim ama meditasyon yapmayı beceremedim, deniz altında ise konsantrasyonumu hemen kazanıyorum. Söyleşimizi Sulawesi'deki son dalış noktasından dostlarına gönderdiğin mesajı ekleyerek bitirmek istiyorum. "Selam, balıklarım bu karanlık suda, siyah kumların üzerinde yaşıyorlar… Nemo hepinize tanıdık bir sima, ama dağarcığımda ve dosyamda daha bir çoğunu sizlerle buluşturmama az kaldı. Sizleri özledim ama denizaltında bir solungaçlarım eksik, dışarı çıkmakta zorlanıyorum. Sevgiyle ve dudağınızın kenarında bir gülücükle kalın… Ayşegül, the wannabe mermaid."


Mengerler <$ô$0,1 5(1./(5ó1ó <$16,7,5

3/2012 Lifestyle

CHICAGO ú.ú1&ú û(+ú5 0(7( $.<2/ $QNDUD 6KRZURRP GD %2'580 7$5ú+ú1 3(ûú1'( 7$986 .8û8 %$+$5 '$16, '20ú1ú. &80+85ú<(7ú <(1ú 60$57 )257:2

:*-%*;-* )":"5-"3 ³ , -5 3 ³ 4"/"5 ³ 4 :-&Ýß ³ (&;ß ³ -&;;&5 ³ 4"Û-*,


6g</(ûú '5 =ú<$ d(/ú.

İkinci şehir

8

MengerlerLifestyle

YAZI: AYŞEN GÜREL SİLE FOTOĞRAFLAR: AYŞEN GÜREL SİLE - M. FARUK SİLE


6g</(ûú '5 =ú<$ d(/ú.

Mengerler Lifestyle

9


CHICAGO

C AT&T Plaza, ''Cloud Gate'', arka planda Smurfit-Stone Gökdeleni.

Anish Kapoor'un eseri halk dilinde ''The Bean'' Chicago'da en çok fotoğraf çekilen yer.

Heykelin içinden yukarı bakış.

''Jay Pritzker Pavillion'', Millennium Park.

Lake Shore Drive'da malikaneler.

10

MengerlerLifestyle

hicago’nun popüler takma adlarından biri olan “İkinci Şehir” (2. City), New York’tan sonra ikinci anlamında. Daha küçük, temiz, geçimin daha uygun ve insanlarının daha kibar olduğu bir New York gerçekten. 2.8 Milyon nüfusuna rağmen kültür, sanat, endüstri ve gurme seçenekleriyle NY ile yarışıyor. Birçok genç profesyonel tek dezavantajı sayılabilecek soğuk kışına rağmen değer diyor ve burada yaşamayı çok seviyor. Diğer lakapları ise “Chi-Town” ve “Windy City”(Rüzgarlı Şehir);rüzgarından ziyade Al Capone senelerinden bu güne, dalavereli politikasından dolayı bu ad takılmış. Chicago isminin yörenin ilk sakinleri olan Kızılderililerin lisanından çıkış yaptığı var sayılıyor; bembeyaz çiçekleri olan, yaban sarımsağı anlamına gelen “Shikaakwa” dan. 1833 de zorla göç ettirilen bu kabilenin dilinde Michigan ise “Büyük Su” demekmiş. Göçten hemen sonra beyazlar yerleşmeye başlar. Gölün kıyısında yükselen şehir deniz seviyesinde olduğu için kanalizasyonun karışması kolera gibi epidemiklere neden olur. Bu kriz karşısında ülkenin saygın mühendisleri ateşli tartışmalar yaparak bir çözüm bulmaya çalışırlar. İlk başta çılgın bir fikir olarak karşılansa da tek çarenin bina ve yolların yükseltilmesi olduğuna karar verilir. Koca binalar hidrolik ve kriko sistemlerle yükseltilir ve yeni temeller dökülür. İşin trajikomik tarafı ise bu işlemler yapılırken hayatın aynen devam etmesi. Zemin katlar, bodrum katı gibi işlev görünce, kapısı olmayan birinci katlara pencerelerden girerek de olsa ofislerde çalışmaya, alışverişlerini yapmaya devam ederler. “Raising of Chicago” (Chicago’nun yükseltilmesi) ile ilgili bir karikatürde bu durum çok esprili bir şekilde ifade edilmiş: Şık bir otelde çaylarını yudumlayan sofistike iki hanımdan biri diğerine: “Bir şey hissettin mi?” diye soruyor; çizimin alt kısmına baktığınızda ise yüzlerce işçinin hidrolik sistem ile binayı yukarı kaldırdığını görüyorsunuz ( 600 işçi ile 6.000 kriko kullanılmış bazı yapılarda). Bir senede 50’den fazla bina yükseltiliyor, bazıları da

tekerlekler üzerinde başka yerlere taşınıyor. 1871'deki “Büyük Chicago Yangını”nda ise şehrin üçte biri, merkezi dahil, yok oluyor. Onarım hemen başlıyor, Chicagolu Frank Lloyd Wright ve Ludwig Mies van der Rohe gibi ünlü mimarlar bugün hayran olduğumuz binalara imzalarını atıyorlar. Chicago Nehri’ni geçerken köprünün üzerindeki kabartmalar ve “Regeneration” (Yeni Nesil) yazısı, mitolojide küllerden yeniden doğan Phoenix ( Anka Kuşu ) gibi yenilenmenin simgesi. İlk yerleşim yıllarında halkın yüzde 98’i beyaz iken, Amerika tarihindeki en büyük inşaat sektörü patlaması nedeniyle Afrika kökenli Amerikalılarla birlikte, Jazz, Soul, Blues ve Gospel Müzikleri de Chicago’ya gelir. 1900’de ise Avrupa’dan akın başlar, özellikle Polonya ve İrlanda’dan. Chicago hakkında öğrendiğim diğer bir ilginç konu da nehirlerin göle akması doğal iken Michigan Gölü’nün Chicago Nehri’ne pompalarla ters akıtılması oldu; geçmişte yaşanan acı tecrübeler sonucu hijyen nedenlerden uygulanıyor bu yöntem. Amerika’nın en yüksek gökdeleni Sears Tower (yeni ismi Willis Tower) ise 1974’de inşa edilir. Şimdi “The Ledge at Skydeck”, bu binanın 103. katında. Yükseklik korkunuzu yenmek istiyorsanız, binanın dışına eklenen cam çıkıntıda, yerden 330 m. yukarıda yürüyebilirsiniz. Al Capone, 1920’li senelerde hüküm sürer; içki kaçakçılığı, politikacılara rüşvet vermek gibi karanlık işler yapmasına rağmen son derece sosyal ve göz önünde bir yaşam sürer. Modern Robin Hood gibi işsizlere yemek dağıtır, bağışlar yapar. Şehrin bol olaylı, maceralı birikimini kısaca anlattıktan sonra, bu günün Chicago’sunda birlikte gezelim… Baharın ilk günüydü, sert geçen kışın ardından herkes sokaklara dökülmüştü. Biz de adeta bu bayram havasında Chicago’yu keşfe Millenium Park’tan başladık. İlk dikkatimi çeken tarihi ve modern heykellerin çokluğu oldu; doğru yerlere konuşlandırılmış bu değerli heykeller şehri sanki bir açık hava müzesine dönüştürmüş.


CHICAGO

Crown Fountain.

''Agora'' M. Abakanowicz.

Congress Plaza, Kızılderililer Heykelinden biri.

''Regeneration'', Chicago Nehri Köprüsü'nde taş kabartma.

J. S. Johnson'dan Marilyn Monroe.

Chicago Nehri'ni geçerken arka planda, ''Wrigley Binası''.

Chicago Güzel Sanatlar Akademisi - Müze.

Eski Yunan stilinde, olimpiyatlara gönderme yapan mimarisi ile ''Chicago Stadyum''u.

Mengerler Lifestyle

11


<(1ú/ú. % 6(5ú6ú

Michigan Gölü sahilinden Chicago şehir silüeti.

Parktaki “Agora” isimli heykeller grubu 106 tane kafasız, kolsuz, pas renginde, buruşuk kumaş tekstürlü, 2.7 yüksekliğinde, mumyaları andıran, bir arada ama her biri başka yöne doğru giden figürlerden oluşuyor. İkinci Dünya Savaşı zamanında büyüyen Polonya asıllı heykel sanatçısı M. Abakanowicz’e eserinin felsefesi sorulduğunda şöyle cevaplıyor: “Emir üzerine harekete geçen, emir ile dua eden, emir ile nefret eden, beyinsiz organizmalar kalabalığından hep korktum.” Bunu hissediyor, aralarında dolaşırken ayakaltında ezilecekmişsiniz hissine kapılıyorsunuz. Polonya’dan getirilen eser farklı yorum ve kritiklere hedef oluyor; bir Chicago Tribune yazarı ise iyimser bir görüşle demokrasiyi temsil ettiğini, hep birlikte değil de, bir şekilde birey

John Hancock Gökdeleni'nden panorama

12

MengerlerLifestyle

olarak düşünür halleri olduğunu vurguluyor. ''Crown Fountain'' ise; siyah granit, çifte LED ekran, cam tuğlalardan, 15 m. yüksekliğindeki iki kuleden oluşan bir video heykel. İçinde değişik portre ve manzaraların gösterildiği video oynuyor ve güzel havalarda imajdan fışkıran sularda çocuklar oynaşıyor. Gece ve gündüz aktif olan bu heykel 17 Milyon Dolar değerinde. Halkın dilinde “The Bean”( Fasulye), orijinal ismi ile “Cloud Gate” (Bulut kapısı) ise en popüler heykel. Newton’un aynalarını sanatta ilk defa kullanan “Gökyüzü Aynaları” ile ünlü Anish Kapoor’un eseri. 100 ton ağırlığındaki paslanmaz çelik heykel 168 panelden oluşmasına rağmen, ek yerlerini görmek mümkün değil; özel kaynak ve polisaj teknikleri uygulanmış. Kapoor, civadan esinlenmiş, bazı açılardan baktığınızda gerçekten dev bir civa damlasına benziyor; ortaya çıkan hoş kontrastı düşünmeden edemiyor insan; çelik gibi sert bir malzemenin bu kadar yumuşak hatlı bir form olarak çalışılabilmiş olmasını. Heykele değişik yönlerden baktığınızda, yüzeyindeki imaj bulutların, binaların, insanların ve doğanın yansıması ile sürekli değişiyor. Etrafında dolaştığınız gibi, altına da girebiliyorsunuz ve bu sefer bambaşka görseller çıkıyor ortaya. Herkes fotoğraf çekiyor, iç-dışbükey metal lunaparklardaki aynalar gibi deforme ediyor, görüntüler eğlendiriyor, şaşırtıyor. Kışın ise üst kısmını kar kaplıyor. Sert malzemenin yumuşak formunu kaplayan kar, heykeli yine değiştiriyor, üst yarısında opak beyazı, diğer yarısında renkli ve değişken yansımaları görebiliyorsunuz. Estetik değerlerinin yanında verdiği mesaj açısından


da hoşuma giden çifte heykeller ise at üzerindeki iki Kızılderili heykeli; yayı germiş, oku atmak üzere olduğunu gözünüzün önüne getirin, ama elinde yay ve ok yok. Pasifist sanatçı silahsız olarak, Chicago’nun gerçek sakinlerini onurlandırmış. Dört güzel parktan biri olan Grant Park’taki, yazları bedava konserlerin verildiği Jay Pritzker Pavillion ise dinamik formu ile dikkat çekiyor. Chicago Güzel Sanatlar Akademisi ülkenin en iyileri arasında; bu da şehirde sanata verilen önemdeki katkısını doğruluyor. Çok sevilen Orkestra Şefi Riccardo Muti ise adeta Chicago’nun simgesi olmuş. Spor ise ayrı bir tutku Chicagoluların hayatında; Cubbs ve Başkan Obama’nın favorisi White Sox, en popüler beyzbol takımları. Michael Jordan’ın eski takımı Chicago Bulls ise basketbolda hala başarılı ve çok seviliyor. Michigan Avenue üzerinde en ihtişamlı binaların, en şık mağazaların olduğu “Magnificent Mile” ( Muhteşem Mil) ünvanlı kısımda yürüyoruz. En keyifli alışveriş burada ve Rush Street’de. Trafik bu civcivli bölgede bile hiç problemsiz akıyor; metro sistemine “L”, çevre bölgelere giden hatta ise “Metra” deniyor. Göl kenarında Lake Shore Drive’dan Astor Street’e saparsanız eski malikaneleri görebilirsiniz; yeni yapıların arasında birer biblo narinliğinde, ihtişamdan çok sevimli ve karakteristikler. Henüz sezonu başlamadığı için Chicago Nehri’nde teknelerle yapılan mimari turlara katılamadığımız için hayıflanıyoruz; Mimarlar Heyeti, “Docent” denen eğitimli rehberler eşliğinde yapıyor bu turları. Frank Lloyd Wright’in Chicago ve çevresinde yaptığı mimari eserleri görmek için de farklı bir tura katılabilirsiniz. Michigan Avenue

üzerinde nehri geçer geçmez Chicago Tribune binasının olduğu plazada bizi 9 metre yüksekliğinde dev bir Marilyn Monroe heykeli şaşırtıyor… Hani, havalanan eteklerini indirmeye çalışan meşhur pozu ile. Pop kültürü Chicago’ya yabancı değil, hem de “Rüzgarlı Şehir” ne de olsa, esprili olmuş diyorum. Heykelin altına girip muzipçe bir merakla, etekten yukarı bakanların halleri herkesi güldürüyor, fotoğraflar çekiliyor. Meğer bu meydan sürekli değişen aykırı heykelleri ile ünlü imiş. Chicago’da damak zevkinize hitap edecek bir çok gurme restoran olsa da, buraya özgü ilk akla gelenler sofistike yiyecekler değil; ama en gurme damak zevkini bile mutlu edecek lezzetteki Deep Dish Pizza ve Chicago usulü Hot Dog. İnce ve çıtır tabanlı pizza seven biri

John Hancock 'dan şehir ışıkları.

Mengerler Lifestyle

13


CHICAGO olarak “Deep Dish Pizza” yemekte tereddüt ederken, Chicago’yu iyi bilen arkadaşım Marlene’in, adeta bir emir gibi: “Muhakkak yemelisin,herkes yer!” talimatı üzerine, en iyisi olduğunu söylediği “Lou Malnati’s” e doğru yöneldik. Derin kaplarda gelen pizzanın tabanı çıtır bir quiche hamuruna benziyordu ve çok lezzetliydi. Eğer gurme bir restoran arıyorsanız “Girl & The Goat” en çok sözü edilenlerden; ancak neredeyse bir ay önceden rezervasyon yapmanız gerekiyor. Sabah kahvaltısı için “Yolk” leziz seçenekleri ve hızlı servisi ile ideal. Rush ile State Road’un oluşturduğu üçgen, zevkli ambiyanslı kafe ve restoranları; hoş insanları ile havalı bir muhit. “Tavern on Rush” ve “Hugo’s Frog Bar” sevilen mekanlardan. Gittiğimiz akşam Hugo’s Bar’da bir kaç kişi doğum gününü kutluyordu. Restoranın hoş bir ritüeli var; 6 garson masanıza geliyor, Davudi sesleri ile şarkıdan çok bir tekerleme şeklinde doğum günü için iyi dileklerini iletiyorlar. Eski İstanbulluların yaşam tarzının olmazsa olmazı, petite four ve mini sandviçleriyle, hafif müzik eşliğindeki “Five O’Clock Tea” çay saatini canınız çeker, biraz nostalji yapalım derseniz: “The Drake Hotel” bu serviste ünlü; “The High Tea at The Drake Hotel” ilanları şık dergilerde göze çarpıyor. Gangster diyarı Chicago aksesuarı ise tabii Al Capone vari şapkalar; en iyi adres ise son filminde Johny Depp’in şapkasını da yapan “Optimo Hats”. En çok soğuk kışından bahsedilse de, Chicago’da 4 mevsim var; her sezona has eğlence ve aktivitelerle burada yaşamın çok renkli olduğunu anlatıyor Chicagolular. St. Patrick’s Day’de ise Chicago Nehri çevre dostu bir boya ile yeşil akıyor. Esprili ve yaratıcı başka bir eğlence ise en yüksek dördüncü gökdelen olan John Hancock’ın tepesinde, adeta gökte buz pateni yapmak. Michigan Gölü bu şehire hem doğal güzellik, hem de neşe katıyor; yaz aylarında yelkenlileri, kıyısındaki plajlarda voleybol turnuvaları, yüzlerce teknenin birbirine bağlandığı “Boat tie up” (Tekneleri birbirine bağlama) partileri, kışın ise mukavemet kayağı ya da huzurlu bir yürüyüş yapabildiğiniz karlı sahili ile. Hayranlıkla seyrettiğim gökdelenlerin arasından geçen Chicago Nehri ise, geceleri yansıyan ışıklarla parlıyor, binaların arasında kıvrılıp yer yer gözden kayboluyor. Chicago’ya John Hancock gökdeleninden veda ettik. Manzarayı hem gündüz, hem gece hali ile görmek istedik; böylece önce Café/Bar’ına, gece ise “Signature Room” isimli restoranına gitmeye karar verdik. Akşam yemeği için rezervasyon yaparken, iyi fotoğraf çekebilmek için cam kenarında bir masa istediğimizde, resepsiyondaki görevli bunu garantileyemeyeceğini söylese de, tesadüfen karşılaştığımız restoranın Türk asıllı baş sorumlusu: “Merak etmeyin.” demişti. Geldiğimizde bizi kibar ve candan bir tavırla masamıza götürdüğünde, olabilecek en muhteşem manzaralı masanın bize ayrıldığını gördük. Uzun bir süre gözümüzü 94’üncü kattan önümüzde dümdüz olduğu için bir ışık tarlası gibi göz alabildiğine uzanan Chicago’dan ayıramadık. Nefesimi kesen bu tabloya hayranlıkla ve bu açıdan görmenin heyecanı ile bakarken, bunu hiç unutmamalıyım dedim içimden. Bizi duygulandıran bu jestin ardından bir de bol çikolatalı, nefis bir tatlı ikram edilince Chicago seyahatimiz tam anlamıyla tatlı bir şekilde son buldu.

14

MengerlerLifestyle

State & Rush Road, kafeler restoranlar.

Sokaklarda Jazz

Fayton keyfi.

''Tawern on Rush'' Restoran - Bar

Meşhur ''Deep Dish'' Pizza

''Yolk'', bu kahvaltı ile güne güzel başlanır.

Bahar gününde herkes sokaklarda.

''Hugo's Frog Bar'' popüler restoranlardan.


Mengerler YAŞAMIN RENKLERİNİ YANSITIR...

4/2012 Lifestyle

NEFES KESEN DOĞA MEKSİKA ECE VAHAPOĞLU TARİHİN PEŞİNDE KAŞ ART-BASEL SANAT FUARI FIRST CLASS TRAVEGO YILDIZLI HAYATLAR • KÜLTÜR • SANAT • SÖYLEŞİ • GEZİ • LEZZET • SAĞLIK


Sanat Fuarlarının ardından sanat dünyasından izlenimler…

YAZI: AYŞEN GÜREL SİLE FOTOĞRAFLAR: Art Basel Miami Beach Arşivi

1970

de kurulan, 43 senedir sanat dünyasının en önemli fuarı Art Basel, her sene Haziran ayında, kardeş fuar Art Basel Miami Beach ise 10 senedir Aralık ayında sanat tutkunlarına kapılarını açıyor. Bu enerjik, cıvıl cıvıl, pozitif, sanatçıları yaratıcı, eserlere hayran kalan sanatseverleri ise, bir koleksiyona başlamak ya da yeni eserler eklemek yönünde motive eden atmosferi tatmanızı, bu sanat Mekke’sini gidilecek yerler listenize eklemenizi öneririm. Bir de bu sanat buluşmasına Avrupa’nın kalbinde, üç nehrin buluştuğu, bir ortaçağ 26

MengerlerLifestyle

şehri olan Basel ve turkuvaz denizi, tropik iklimi, içinizi kıpır kıpır eden Latin Müziğini kucaklamış Miami şehri ev sahipliği yapıyorsa… Art Basel Miami Beach, moda gurusu Versace’nin yıkılmaktan kurtardığı Art Deco Design District’e, dolayısıyla SOBE’e (South Beach) yürüme mesafesindeki Miami Convention Center’da. (Miami Fuar Merkezi) Dünyanın dört bir yanından sanatçılar, koleksiyonerler, sanat eleştirmenleri, küratörler ve sanatseverler gelince, sanat etkinlikleri kesinlikle sadece fuar alanı ile sınırlı kalmıyor. Bütün şe-


Gallery Kelly, New York

Galleria Kaufmann & Repetto, Milano

Annette Schönholzer ve Marc Spiegler

hir gece gündüz süren bir sanat şenliğini kutluyor. Karşınıza park, meydan ya da plajda bile çıkabilen çok sayıda heykel ve enstalasyon, şehri bir sergi alanına dönüştürüyor. Tanınmış ve yeni yeteneklerin avında olan galeriler, küratörler ve koleksiyonerlerin gelmelerini sağlamak için popüler ve umutla baktıkları yeni sanatçıların eserlerinden oluşan sansasyonel sergiler açmakta birbirleriyle yarışıyorlar.

sanat ve tasarım ile ilgili kurumlarda, restoranlarda ve evlerde özel kokteyller, ziyafetler veriliyor. Paneller, basın toplantıları, sanat dünyasının duayenleri ile seminerler, sanat filmleri de fuarı tamamlayan öğeler. Koca fuar alanını gezmekten bitap düşünce de, fuar barından aldığınız şampanyanızı yudumlarken, hem kısa zamanda gördüğünüz bir sürü resim ve heykeli özümseyip sindirmek, belki biraz uçuk kaçık giyimli, en azından sıra dışı diyebileceğimiz, ama bu sanat ortamına çok yakışan ve renk katan bazı kişileri görmek de çok keyifli.

Şehirdeki tüm sanat müzeleri de en iddialı koleksiyonlarını ve sergilerini sanat aşığı ziyaretçilere sunuyorlar. Galerilerde, müzelerde,

Mengerler Lifestyle

27


SANAT ART BASEL MIAMI BEACH Miami’de Design District’in (Tasarım Bölgesi) yanı sıra Wynwood Art District adı altında yeni bir sanat bölgesi gelişmekte. Depo ve tamirhanelerin renove edilmesiyle galeriye dönüşen bu mekanlar, belli günlerde gecenin geç saatlerine kadar açık olup, şarap ve peynir gibi küçük ikramlarda bulunuyorlar. Çoğunlukla modern ve çağdaş resimlerin ağır bastığı bu galerilerde, sanatçılarla tanışmak ve işler üzerinde konuşmak mümkün. Art Basel Fuarı’nda bu sene de 300 uluslararası galeriden 2.500’den fazla sanatçının eseri yer alıyordu. Müze kalitesinde modern, savaş sonrası ve çağdaş masterpiece’ler (başeser) görsel bir ziyafet sunarken aynı Miami’deki gibi Basel şehrinin dünya çapındaki müzeleri de, paneller ve kültür aktiviteleri ile fuara destek veriyor. James Cohan Galeri - New York

Bu iki fuar, Kuzey ve Güney Amerika, Avrupa, Asya ve Afrika kıtalarındaki 39 ülkeden katılan galeri ve sanatçıların kalitesi, gelen koleksiyonerlerin sayısı ve seviyesi nedeniyle 20 ve 21’inci yüzyılın en prestijli fuarları olarak kabul ediliyor. Zevk almak için sanatla içli dışlı olmanız şart değil, yeter ki sevmeye ve fark etmeye çalışın. Mesajını, tekniğini ya da kullanılan materyalleri anlayamadığınız eserler olsa da, sanatta her şeye izin var diye düşünüp, açık fikirlilikle yaklaşmak, sanatçılarla sohbet etmek, ilginç malzeme ya da kompozisyonların, bazen de verdikleri mesajların bizi şaşırtmasının hoşluğu için, bu enerjisi yüksek ortamda bulunmaya değer. Eserler, ruhumuza ve gözlerimize bir bayram olmasının yanı sıra, sanat ekonomisini yaratan ciddi bir yatırım türü. Eser almaya odaklanmış koleksiyonerlerin ve sermaye sahiplerinin yolunu gözleyen mega galerilerin gücü bunu iyice hissettiriyor. Bizim basın olarak katıldığımız, sadece ciddi koleksiyonerlere açılış öncesi verilen VİP kokteyli için, çok kalabalık olduğu gerekçesiyle, geçtiğimiz sene 600 davetiye az yollanmış. Bu da ilginin yoğunluğu, galerilerin seçiciliği hakkında bir fikir veriyor. Hollywood'da tanınmış bir aktör veya ünlü bir kişilik olmak yeterli değil galerilerin ilgisini çekmek için, onlar gerçek alıcıları bekliyor. Son iki senedeki Art Basel Miami Beach’den birkaç eksperin seçimi size fuarın boyutu ve sanat piyasası hakkında daha iyi fikir verecek. Los Angeles Modern Sanat Müzesi Direktörü Jeffrey Deitch, Pawel Althamer’in heykel serisini seçti. Tanesi € 75.000 olan eserlerin tümü Galeri Neugerriemschneider tarafından Yunanlı ve Amerikalı koleksiyonerlere satılmış.

Ön planda Calder'in mobilleri /Helly Nahmad Galeri - New York

Stephan Friedman Galeri - Londra

Emlak zengini Aby Rosen’in favorisi ise, değeri $ 900.000 olan ve fuarda başında tek özel koruma görevlisi bulunan Yves Klein’ın tablosu. Bu eseri sunan Galeri Gmurzynska kendi fuar alanını, yetenekli mimar Zaha Hadid'e tasarlatacak kadar çok özen göstermiş. Sotheby's Kuzey Amerika Başkan Yardımcısı Lisa Dennison'ın seçimi ise Charles Ray' den yana. Tasarımcı Calvin Klein, Galeri Elvira Gonzalez’de sergilenen Richard Serra'nın; “Slant Wise I and Slant Wise II’’ isimli eserlerinden çok etkilenmiş. Değeri $ 520.000. New York Modern Sanat Müzesi Direktörü Glenn Lowry ise Isaac Julien'in, “Ten Thousand Waves’’ isimli eserini aklından çıkartamadığını söylüyor.

28

MengerlerLifestyle

Herald St - Londra


SANAT ART BASEL MIAMI BEACH

Andrea Rosen Galeri - New York

Galeriler de bir değişim içindeler; resim boyutlarının büyümesi, çoğalan sanatçıların sergi açmak için uzun seneler beklemekten usanması ve nakdi çok ama zamanı az olan koleksiyonerlere ulaşabilmek, inandıkları ama zaman zaman bocalayan sanatçıları kollamak için, finansal yönden güçlenmek zorunda kaldılar. Şimdi çeşitli ülkelerde, hatta şehirlerde, branşlarını açıyor mega galeriler. Diğer yandan müzayedeler de bu sanat pazarından paylarını alırken, ufak çaplı, eskinin kaliteli galerileri de, varlık gösterebilmek için daha büyük mücadele veriyor.

Botero / Adler & Conkright Fine Art - New York

Akıllıca alınan resimlerin değerlerini dörde katladığını söylüyordu bir galerici dostum; yemek odanızın duvarında asılı duran natürmort ile yemek saatlerinde göz göze geliyorsunuz, sizi mutlu ediyor. Diğer

Galeri Kamm - Berlin

L & M Arts -New York

Mengerler Lifestyle

29


SANAT ART BASEL MIAMI BEACH

BQ Berlin - Berlin

yandan da değerleniyor; ister istemez aklıma şu İngilizce deyiş geliyor; ‘’Win win situation’’. Her anlamda kazançlı olmak durumu diye çevirebilirim. Ülkemizde de eskiden galerilerden sadece özel sektör resim alırken, şimdi kurumlar da kendi koleksiyonlarını oluşturuyorlar büyük bir gururla. Son senelerde açılan, bilinçli küratörlerin başarı ile yönettiği müzeler de sanat ortamının kalitesini korumakta. Art Basel Miami Beach’e her gittiğimde ilk işim fuar kataloğunu elime alıp bir Türk galerisinin katılıp katılmadığına bakmak olur; 2010’da sadece bir Türk galeri vardı, fakat bu sene o da yoktu. Umarım yakında bu çaptaki fuarlarda Türk galerileri, yeteneklerine inandıkları resim ve heykel sanatçılarını uluslararası boyuttaki bu podyumlara çıkarırlar ve dilerim ki ülkemizde düzenlenmekte olan sanat fuarları da bu prestijli sanat arenasına erişirler.

Evrensel dil olan sanatı sevmek ve anlamak için hiç bir zaman geç değil. Ancak eserlerin gerçek değerini, tüm sanat dünyasının nabzını elinde tutan, dünyayı daha yaşanası bir yer kılan tüm dünya sanatçılarına sahip çıkan, sanat otorite ve eleştirmenlerin görüşlerini dikkate almak, 30

MengerlerLifestyle

Kicken Berlin - Berlin

sanata ve sanatçıya saygının bir gereği. Onların rehberliğinde yapılacak bilinçli bir sanat koleksiyonu da bizi doğru sanatçı ve eserlere yönlendirmesi açısından göz ardı edilemeyecek bir faktör. Başka bir yazımda iyi bir koleksiyona sahip olmak için üzerinde durulması gereken noktaları, bu konuda söz sahibi kişilerin ve tanınmış koleksiyonerlerin görüşlerini de sizlere aktarmak istiyorum. Dilerim yazım sizleri heyecanlandırmış olsun, sanat fuarlarında buluşmak üzere…


Mengerler YAŞAMIN RENKLERİNİ YANSITIR...

6/2012 Lifestyle

YENİ A-SERİSİ HAREM RÜSTEM BATUM MEKSİKA KÖRFEZİ SAHİLLERİ IMOGA SÜLEYMAN SAİM TEKCAN MANDRA VILLAGE YILDIZLI HAYATLAR • KÜLTÜR • SANAT • SÖYLEŞİ • GEZİ • LEZZET • SAĞLIK


20

MengerlerLifestyle


Mengerler Lifestyle

21


NAPLES-TAMPA doğru vardık ve bir köşede piyano barı, diğerinde odun fırını olan, tıka basa kalabalık, samimi atmosferli bir İtalyan Restoran’da bir pizza paylaştık. Bir de acaba Frank Sinatra canlandı mı diyebileceğiniz kadar, sesi ona benzeyen bir şarkıcı vardı şansımıza. Ertesi sabah ise üzerinde smokin, ayaklarında Florida deyimi ile flip flopları, yani parmak arası terlikleri ve elinde mikrofonu ile kaldırımda dolaşarak şarkı söyleyen, sanki bu sefer de, Dean Martin’di. Fort Mayers Botanik Bahçesi'nden tropik bitkiler.

uyuyorlardı; bisikletlerini park etmiş, üzerlerinde bermuda şortları, tropik desenli, ekoseli gömlekleri ile az sonra golf oynamaya gidecek gibi görünen CEO’lara. Naples’dan kuzeye, Sanibel ve Captiva Adaları’na doğru devam ediyoruz. Diğer adalar kuzey/güney olarak, bu adalar ise doğu/batı olarak konuşlanmışlar; böylece pembeli, turunculu kocaman gün batışları başrolde. Dünyanın en iyi 10 plajının arasında yer alan Sanibel ise, deniz kabuğu toplamak için en zengin çeşidi sunuyor. Bu sahil şeridinde o kadar çok ufak ada var ki, sayım için resmi olarak görevlendirilmiş kişiler bile bir noktadan sonra bırakmışlar bu çılgın işe devam etmeyi. Fort Myers’da ise çok ilginç bir kültür ziyareti var programımızda; Edison’ın sayfiye evi. Sağlık nedenlerinden kış aylarını ılıman iklimli bir yerde geçirmesi önerilince, burada şimdi bir müze olan evi yaptırır ünlü mucit. Ev/Müze, ön bahçesindeki devasa Banyan Ağacı ile karşılıyor. Edison daha o yıllarda güneş enerjisinin çok önemli bir rol oynayacağını öngörmüş ve projeler geliştirmiş. Günlük hayattan, teknolojinin her dalına uzanan icatlarını görünce, dehası karşısında hayranlık duyup vitrinleri incelemeye başladık. En basitinden ekmek kızartma aletinin geçirdiği evreler hem teknoloji, hem de zamanın Art Deco ya da Art Nouveaux stillerini taşıdığı için ayrıca ilgimi çekti. Eski fotoğraflardan öğrendiğim bir hoşluk da, Henry Ford ile yakın dostluğu oldu. Bir araya geldiklerinde sadece icatlar üzerinde çalışmıyor, birlikte müzik de yapıyorlarmış. Esprilere de yer verilmiş müzede; sepya renkli bir fotoğrafta, Edison muhtemelen öğle saatlerinde şekerleme yapıyor. Resmin altında: “Yeni bir icat üzerinde çalışırken”, yazıyor. Öğle yemeğimizi, Victorian dönemden kalma, restore edilip lokantaya dönüştürülmüş, hem hoş ambiyansı, hem de güzel yemekleri aklımızda kalan Veranda’da yedik. Sonra da, zengin bir Orkide ve Bromeliad Koleksiyonu olan Botanik Bahçesini gezdik. Sevimli, artistik ufak bir sahil kasabası olan Sarasota’ya ise akşama 24

MengerlerLifestyle

St. Petersburg denince akla ilk Rusya; ama söz konusu Florida St. Petersburg ise, ilk tepkide ne alakası var dense de, Salvador Dali gelir. Son değerlendirmelere göre en ilginç mimari yapılar arasında yer alan, Sürrealist Ressamın kapsamlı koleksiyonunu barındıran müze, cam konstrüksiyon, beton ve kayanın birlikte kullanıldığı hoş bir tasarım. Bembeyaz, ipek gibi bir kum, göz alabildiğine; Clearwater Plajı’ndayız. Bu kuma yatmalı, ayaklarınızın altında hissetmelisiniz. Sizi şaşırtıp gülümsetecek, bu ne biçim kum dedirtecek. Öğlen plajda keyifli bir piknik, akşam için de Florida’nın en eski restoranı olan Columbia’yı tavsiye ederim. İspanyol spesiyalitelerinde uzman olup, 1905’den beri hala bir aile işletmesi olarak kalmayı başarmış nadir restoranlardan. Şimdi ise dördüncü ve beşinci jenerasyon iş başında. Başka bir gezide hoş bir tesadüf ile öğrendiğim bilgiyi sizlerle paylaşayım. Columbia Restoran, her sene yıldönümünü kutlamak üzere bir gün, altı şubesinde de, fiyatlarını kuruluş senesi olan 1905 fiyatlarına indiriyor ve bu sene 107’inci yıldönümlerini kutladıkları gün; 16 Eylül Pazar. Böyle bir kutlama gününe denk gelmiş, ıstakoz ve balıklı bir seçime rağmen, neredeyse fast food fiyatları ödemiştik. Menüdeki deniz mahsullü Paella favorilerimden, güzel eşleştirdikleri kendi yapımları şaraplar da başarılı. Tarpon Springs, tüm Amerika kıtasında en çok Yunan asıllı Amerikalının yaşadığı yer. İlk Yunanlı göçmenler 1880’de sünger çıkartmak üzere işe alınarak geliyorlar. Küçük bir balıkçı kasabası olmasının yanı sıra antikacılar, tavernalar ve bir mini Aya Sofya Kilise’si var. Bu gezide akşam Tarpon’da konaklamadık ama seneler önce gittiğim başka bir seferde akşam yemeği servisinden sonra tavernadaki kızlı erkekli garsonlar önlüklerini ellerine alıp Sirtaki’ye başlamışlardı. Tabak kırmak da vardı tabii... İlk sakinleri Seminol Kızılderilileri olan Tampa, bugün gökdelenleri ve estetik tasarımı ile Tampa Koyu’nu bir kolye gibi süsleyen Bob Graham Sunshine Skyway, Güneş ışığı Gökyolu Köprüsü ile çok modern bir şehir silueti arz ediyor. 1987 de trafiğe açılan 6.67 km uzunluğundaki çelik ve beton ile inşa edilen asma köprü 244 Milyon Dolara mal olmuş ve Travel Channel (Seyahat Kanalı) tarafından dünyanın 10 en özel köprüleri sıralamasında 3’üncü seçilmiş. Köprüden geçerken gerili kabloların optik oyunu ve manzara çok hoş. Tampa’da eğlence deyince ise akla Busch Gardens Parkı ve çılgın Roller coaster’ları ve senede bir yapılan temsili Gasparilla Korsan İstilası gelir. Biz Tampa’da gezimizi tamamladık, ama Pensacola üzerinden devam ederek New Orleans’a gidebilir ve bu renkli yolculuğu caz müziği ile de noktalayabilirsiniz.


NAPLES-TAMPA

Dali Müzesi, St. Petersburg.

Denizci ve hemşire heykeli Alfred Eisenstaedt'in fotoğrafından esinlenilmiş. A.E. 1945'de 2. Dünya Savaşı'nın bittiği haberini alan, sevinçten önüne gelen her kızı öpen bir denizciyi izler ve dönemin en ikonik fotoğrafı olmasına neden olan bu anı yakalar.

Pelikanları balık ile besleyebilirsiniz.

Yaptığımız rota doğa güzelliği, kültür, sanat, çeşitli spor ve aktiviteyi kapsarken, her yaşa hitap edecek programlar yapma imkanı da veriyor. Ama istediğiniz sadece bir dinlenme seyahati ise, kendinizi bir palmiyenin gölgesine, beyaz kumların üzerine atıp, geçenlerde bir kitapçıda bulduğum ARTE DEL dolce FAR NIENTE, Tatlı HİÇBİR ŞEY YAPMAMA SANATI isimli kitabı okuyabilirsiniz.

Mengerler Lifestyle

25


NAPLES-TAMPA

Balığın vurmasını beklerken, tropik balıkçıl kuşunu besleyen amatör balıkçı.

F

lorida Eyaleti’nin Atlantik Okyanusu kıyısındaki daha çok bilinen Orlando, Lake Worth, Boca Raton, Fort Lauderdale, Miami ve Key West’i gezdinizse, Meksika Körfezi kıyısını da görmenizi öneririm. Eğer bizim gibi araba ile gitmeyi tercih ediyorsanız, geçmeniz gereken yol "Alligator Alley", Timsahlar Yolu’dur. Evet, yanlış okumadınız, bu sahile gitmek için en kestirme yol budur. Florida Yarımadası’nı gözünüzün önüne getirin; Miami’nin kuzeyindeki Fort Lauderdale’ den Meksika Körfezi’ne doğru enine dümdüz bir çizgi çekerseniz, bu nokta ilk hedefimiz olan Naples’dır. Eskiden Timsahlar Yolu’ndan geçmek gerçekten ürkütücü imiş. "Everglades" sazlık, akan bir nehir ve bu milli parkın içinden geçen yolun kenarlarında isminden de anlaşıldığı gibi özellikle timsahların, Florida Panteri’nin ve geyikler gibi yaban hayvanların önünüze çıkmasını engelleyen çitler yokmuş. Patlayan lastiği değiştirmek de dolayısıyla yürek istermiş. Şimdi ise dümdüz güzel bir yol ama geceleri karanlık ve bu yola girdikten sonra benzin istasyonu da yok. Ayrıca doğa örtüsünü, uçuşan rengarenk tropik kuşları görebilmek için buradan gündüz geçmek en güzeli. Eğer Everglades Parkı’nda airboat ile gezmek isterseniz, genelde Kızılderililer tarafından işletilen turların başlangıç istasyonlarını yol üzerindeki tabelaları takip ederek bulabilirsiniz. Önceden rezervasyon yaptırmak ve tur saatlerini öğrenmekte yarar var. 22

MengerlerLifestyle

Mexican Gulf tarafı diye bilinen Meksika Körfezi sahili, Atlantik Okyanusu (Gold Coast) Altın Kıyı, tarafına göre körfez olduğu için hem suları, hem de yaşam tarzı olarak daha sakin. Uçsuz bucaksız, son derece bakımlı, incecik İngiliz çimeninin kadife bir halı gibi kapladığı golf sahaları her yerde karşımıza çıkıyor. Pantoon, körfezde tercih edilen tekne tiplerinden biri. Çıktığımız tekne turunda, göller ve durgun sular için ideal olan bu geniş platformlu teknelerle balık avlayanlara, ya da evinin salonundaymışcasına dostlarla karşılıklı oturmuş, bu yakada muhteşem olan günbatımını izleyerek içkisini yudumlayanlara rastlıyoruz. Açılması beklenecek köprüler olmadığı ve körfez daha korumalı seyre el verdiğinden Atlantik Okyanusu sahillerinden daha çok yelkenli görüyoruz. Naples, göz alabildiğine uzanan, curcunadan uzak tenha plajları, yarı tropik iklimi ile senenin her ayında kaçılıp kafa dinlenebilecek bir yer. Forbes Magazin’de açıklanan dünyanın en zengin 500 kişisinin 200’ünün tatil, emeklilik ya da bir kaçıncı evi bu bölgede. Naples Havaalanı, dünyada pistlerine en çok özel jet inip kalkan havaalanlarından biri. Naples’da şık evler, bakımlı bahçeler, zevkli butikler, galeriler, çeşitli dünya mutfaklarını sunan restoranlar da yaşam kalitesini en lüks noktalara çekiyor. Sabah kahvaltısı için gittiğimiz kafede palmiyelerin altındaki bir kaldırım masasına oturup kahvemizin keyfini çıkarırken, yan masada oturan, hemen hemen aynı yaştaki, birbirleriyle şakalaşan arkadaşlar dikkatimi çekti. Tam da Forbes’un listesindeki tiplemeye


NAPLES-TAMPA

Denize açılan kanallar.

Pantoon ile balık avı.

Görkemli malikanelerden biri.

Eski bir iskelede tropik balıkçıl kuşu.

Park edilmiş tekneler.

Clearwater Plajı, incecik bembeyaz kum.

St. Petersburg rıhtımında kiralık bisikletler.

Smokin ve flipflop terlikleri ile Dean Martin'den şarkılar.

Mengerler Lifestyle

23


ROTA SANAT 40

MengerlerLifestyle

SÜLEYMAN SAİM TEKCAN YAZI: AYŞEN GÜREL SİLE FOTOĞRAFLAR: SENİH GÜRMEN

50. Sanat yılını 2011'de dört retrospektif sergi ve bir kitap ile taçlandıran Süleyman Saim Tekcan, yüksek enerjisi ile üretmeye ve eğitmeye devam ediyor. Değerli Grafik Sanatçısı Mengü Ertel'in litograf presi IMOGA ve tüm özgün baskı sanatçıları için manevi ve antik bir değer taşıyor.


''Sanat paylaşıldıkça zenginleşen bir olgudur''

Mengerler Lifestyle

41


SÖYLEŞİ S. SAİM TEKCAN

''Özgür ortamda sanatçı yetişir.'' diyen sanatçı, ünlü özgür atları üzerinde çalışırken.

Süleymanname kitabı bizim kültürümüzden gelen bir altyapıya sahip; surnama, minyatür, hat, kaligrafi, tezhip gibi sanatlatdan beslenmişse de, kitapta çizilen atlar ve yazılar sanatçının yorumunun özgün çalışmaları.

S Birlikte plak üzerine boya verirken.

Gravür plak ve sonra kağıt prese yerleştiriliyor.

En heyecanlı ve keyifli an; kağıda transfer edilen çalışma özenle açılıyor.

Süleyman Saim Tekcan'ın özgün baskı, tuval çalışmalarının yanı sıra; bronz, mermer ve ahşap heykelleri de IMOGA'da sergilenmekte.

42

MengerlerLifestyle

evgili Hocam, sanata ilginiz nasıl başladı? Aile gerçekten ilgiliyse, çocuklar bir biçimde sanata bulaşmak zorundalar. Benim çocukluğum, Trabzon’un çok güzel mahallelerinden birinde geçti. Yağmur yağdığında o ıslak kızıl çamuru ellerimizle şekillendirirdik. Yaptığımız şeyleri hatırlıyorum da, Anadolu Medeniyetleri Müzesi’ndeki o eski dönem killerle yapılmış arabalar, eşekler ve atlar benzeri primitif oyuncaklardı. Atatürk Türkiye’sinin yetiştirdiği gerçekten öğretmen olan insanların bize yaptıkları eğitim unutulmaz bir kalite taşıyordu. Belki benim sanatçı kimliğim içerisinde seramik, heykel, gravür, resim gibi sanatın farklı dallarında ürün vermemin nedeni Gazi Enstitüsü’ndeki farklı eğitim sistemi idi. Ardından da Akademi’yi bitirmek; bu benim doyumsuz sanatçı kimliği oluşturmamdan, doyumsuz bir aç olduğumdan geliyor diyebiliriz. Almanya yıllarının da katkısı büyük olmakla birlikte insanın kendi ülkesinin kültürleri çok önemlidir; çünkü o kültür insanı besliyor. Benim için sanatımın özelliği kendi kültürüm üzerinde var olmasıdır. En ileri, gelişmiş teknikleri de kullanarak hem boya, hem baskı teknolojisini iyi bilmek ve malzemeyi


SÖYLEŞİ S. SAİM TEKCAN Bunu çok önemsediğim için anlatmak istiyorum. Bir defa burası müze olacak diye alınmış bir arazi parçası. Bu çok önemli bir öngörüydü, çünkü atölyede biriken işler, bu işlerin bir şekilde gün yüzüne çıkması, insanlar tarafından görülmesini gerekli kılıyordu. Türkiye’de maalesef Cumhuriyet döneminde birçok binalar müzeye dönüştürüldü ama müze binası inşaatı yapılmadı. Avrupa’da, Amerika’da hatta Avustralya’da incelediğim müzelerden sonra, ben kuracağım Grafik Sanatlar Müzesi’ni nasıl yapmalıyım diye düşündüm. IMOGA 2000 metrekarelik 6 katlı modern bir yapıda; giriş ve altındaki iki kat sergi salonu, birinci kat Süleyman Saim Tekcan'ın Artess Sanat Stüdyosu, 2. kat ise Ali Teoman Germaner'in Heykel Stüdyosu olarak planlanmış. En üst kat ise konser ve konferans gibi aktivitelerin yapıldığı değişik kullanımlara açık çok hoş düzenlenmiş büyük bir alan. Tüm müzede huzurlu ve yaratıcı güçleri canlandıran bir ortam hakim; titizlikle asılmış eserler bizlerden esinlenin, özenle kurulmuş atölyeler ise gelin burada sanat yapın diye sesleniyorlar adeta.

Çok farklı teknikler kullandığınızı görüyorum. Deneysel tarafımın çok yüksek olduğunu düşünüyorum; bu artılar, farklılıklar getiriyor. İşleri başkasınınkine benzemeyen ve kendi olan sanatçılar daima öne çıkıyor.

Grafik Bölümü Başkanlığı ve Dekan olduğunuz dönemlerden söz eder misiniz? Mimar Sinan Üniversitesi, Devlet Güzel Sanatlar Akademisi’nde Grafik Bölümü’nde hocalık, Bölüm Başkanlığı ve Fakülte Dekanlığı yaptım. Ama en önemlisi ilk sorduğunuz sorudaki bu atölyeler meselesini ben çok önemsiyorum. Serigrafi yapacaksam serigraf makinelerini imal ettim, gravür yapacaksam gravür preslerini. Ve bu imal ettiğim makineleri de birçok arkadaşımla paylaştım; yani hem onlara da yaptırttım, hem de onların benim atölyemde çalışması için imkan tanıdım. Böyle bir serüvenle başlayan, belki müzenin bugün oluşmasının nedeni de bu. Hatta bu atölyede çalışan sanatçıların içerisinde Türkiye’nin bütün ünlü sanatçıları var. Nurullah Berk’ler, Bedri Rahmi’ler, Eren Eyüpoğlu’ları, Doğançay’lar, Erol Akyavaş’lar, Ergin İnan’lar. Bütün bu sanatçı insan yelpazesi o kadar geniş ki, bütün bu insanların gelip bu atölyede çalışıp iş üretmeleri ve bu işlerin üretim karşılığını da atölyeye bırakmış olmaları bugünkü müzenin kurulmasının nedeni oldu. Onun için bu müze satın alınanlarla kurulan bir müze değil, burası yaşayan bir organizma, kendi kendine üretimini yapan, üretimiyle kendi kendini kazanan, çalışan bir atölye geleneğinden oluşmuş bir müze.

Bu iş Süleyman Saim Tekcan’ındır. Onun denmesi lazım, bütün mesele bu.

Türkiye’de ilk defa müze olarak inşa edilen bir bina demiştiniz.

iyi tanımak gerekiyor. O malzemeden iyi sonuçlar çıkartabilmek, ama en önemlisi tesadüfleri sanata mal edebilmek. Bütün bunlar sanatın olmazsa olmazları. Bazen de yanlışlardan doğrular çıkıyor. Tabii. İki sanatçı olarak konuşmanın da ayrıca bir keyfi var onu da bu arada bir belirtmiş olayım. Çünkü aynı dilden konuşmazsanız aynı soruları, sanata dair soruları sormanız da kolay olmuyor. Onun için ilk defa böyle bir sanatçıyla röportaj yapmanın keyfini yaşıyorum. Benim için de çok keyifli. Birçok okulun sanat atölyelerini kurduğunuzu biliyoruz. Mimar Sinan, eski Tatbiki Güzel Sanatlar Yüksek Okulu, Heykel Fakültesi, Teknik Üniversite, Yeditepe Üniversitesi, Işık Üniversitesi ve sonra güzel sanatlar liselerinde kurdum ve 60 lisenin baskı atölyelerini programladım. Bu atölyelerin Türkiye’deki eğitime çok kalite kazandırdığını düşünüyorum.

Hayal ettiğinizden ne kadar sonra? 25 sene sonra ancak binayı inşa edebildim ama 25 sene bu binayı düşündüm ben. Cumhuriyet döneminde müze olarak inşa edilen ilk bina olmasından da çok onur duyuyorum. Ama ülkemiz maalesef müze fakiri, bu kadar uygarlıkların katman katman olduğu bir ülkenin binlerce uluslararası boyutta müzesi olması lazım. Bizde müze ismi verdikleri yerlerin çoğu iyi depolar bile değil, ki depolar bile nemi alınmış mekanlar olmalı. Dünyadaki bütün müzeleri inceledim ve IMOGA’nın bunların içerisinde çok saygın bir yeri var. Yapılan çeşitli aktivitelerinden bahseder misiniz? Dünyaca ünlü gravür ve baskı sanatçılarının sergilerini yaptık. Önemli konserler düzenliyoruz, örneğin bir grup Amerikalı sanatçı bütün Amerikan filmlerinin müziklerini icra ettiler. Klasik Batı Müziği konserleri de oldu, geçenlerde ise Arjantinli bir sanatçı konser verdi. Bu tür etkinliklere sayıca kalabalık olmayan ama müzikle çok ilgili kişiler geliyor. Dünyanın yine ünlü gravürcüleri, serigrafi ustaları burada workshoplar yaptılar ve sergiler açtılar. Akademi’den profesörler tanıtım konferansları verdiler; Rembrandt gecesi, Dürer gecesi yaptık. Müzemizde çok övüneceğimiz şeyler var; bir Rembrandt, Dürer ve Goya gravürü görmeniz mümkün. Bu gravürleri ne zaman aldınız? Goya’yı bir dekan arkadaşım harp sırasında ona yaptığım yardımdan ötürü koltuğunun altında bana hediye olarak getirdi. Dürer’i

Mengerler Lifestyle

43


SÖYLEŞİ S. SAİM TEKCAN Almanya’dan, Rembrandt gravürünü ise Rembrandt House Amsterdam’dan aldım. Birçok buna benzer uluslararası dev sanatçıların işlerini barındırıyor müze. Ekslibris Müzemizde ise 100 ülkenin sanatçısının işleri var. Ekslibris’i biraz açar mısınız? Avrupa’da 500 yıllık geleneği olan bir dal. Zenginler, büyük kütüphanesi olan kişiler, kitapların ilk sayfalarına koymak üzere kendi isimlerinin de bulunduğu birer gravür veya başka tekniklerle yapılan baskı yaptırıyorlar. O kitabın kime ait olduğunu belgeleyen bir eser oluyor. Böyle başlayan bir gelenekle, günümüzde ekslibris koleksiyonculuğu gelişti. Koleksiyonerler kongrelere geliyorlar; birbirleriyle değiş tokuş veya satış yapıyorlar. Türkiye’de ekslibris yarışmaları yaptık. Grafik Bienalimizden müzemize intikal etmiş binlerce eser var. Dünyadaki en yüksek katılımlardan biri ülkemizde yapılan bienale oldu; böylece müzemizi zenginleştirdik. Bir de IMOGA’daki farklılık buranın yaşayan bir müze olması, burada sürekli sanat üretilmekte. Sanat üretim merkezi diyebiliriz, IMOGA ismi; ‘’Istanbul Museum of Graphic Arts’’ uluslararası bir jüride, birçok yabancı jüri üyesinin de katılımıyla bulduğumuz bir isim ve enternasyonel özellik taşıyor. Senede 35 bin kişi ziyaret ediyor. Önemli sanatçılardan bazıları sizden pres almıştı. Bedri Rahmi Eyüboğlu, İsmail Türemen gibi birçok kişiye ben verdim. Bütün sanatçılarla gerçekten çok iyi biçimde kontak kurdum, onları atölyeme rahat gelebilmeleri için ikna ettim ve onlarla çalıştım, bundan da çok memnunum. Onlardan çok şey öğrendim, onlar da benden çok şey öğrendiler. Paylaştığınız zaman güzel hayat. Özgün baskı sanatçısı olarak yaşadığımız zorluklar var; baskı tekniğiyle yapılan bir eserin de orijinal olduğunu anlatmak gibi. Bu konuda güzel bir eğitim yapıyoruz. Bir sanatçı işini üretirken isterse tuval üzerine yağlıboya yapar, isterse bir plaka üzerine

44

MengerlerLifestyle

çalışma yapar, ondan baskı üretir ama bunların ikisi de orijinaldir. Sanatın halka ulaşmasında özgün baskı eserlerin önemine değinir misiniz? Özgün baskının şöyle bir şansı var, bir yağlıboya veya bir heykeli Amerika’ya yollarken zorluk çekersiniz. Ama bir sanatçı gravürünü bir rulo ambalajın içine koyar, üzerine de bir pul yapıştırırsa, her yere yollayabilir. Bir Picasso’yu evinizin duvarına asmanız çok zordur ama gravürünü asabilirsiniz. Baskı sanatları ile üretilmiş bir eserden sanatçı 20 tane üretmişse 20’de 1 fiyatına alıyorsunuz. Dünyamızda orta sınıf çoğaldı. Zengin insan sayısı belki yine kabarık ama orta sınıf genelde kültürlü ve sanata daha yakın. Çok zengin olup fakat çok sefil hayat yaşayan insanlar var, az para kazanıp zengin hayat yaşayan insanlarımız var. Biz onları hedef kitle olarak alıyoruz. O insanlar bir gravür asmayı ve o gravürden keyif almayı biliyorlar. Bir gravürün üretilmesi bazen bir resmin üretilmesinden daha zordur, ama bu üretilen iş baskı diye küçümsenirse, bu kültür eksikliğinden geliyor. Batılı böyle düşünmüyor, farklı bir boyutta bakıyor. Bu müze, birçok sanatçı arkadaş ve benim gayretlerimle bunun öğretilmeye çalışıldığı bir merkez oldu. Eski günlere göre daha iyi durumdayız. Eserlerin sınırlı bir sayıda üretilip, numaralandığını bilmiyenler var hala. Özgün baskı dediğimiz eserler imzalanıyor ve sonra da plakları bir daha basılmamak üzere iptal ediliyor. Yani siz biliyorsunuz ki, örneğin 10 tane gravür basılmış, siz 1 tanesine sahipsiniz ve bu artık bir daha üretilmeyecek. Ülkemizin zor şartlarında hayalinizi hiç bir destek almadan kendi çabanızla gerçekleştirdiniz, sizi kutlarım. İnsan kurduğu hayalin peşinde eğer inatçı bir şekilde gidiyorsa başarıyor. Evvelden Etap Marmara Intercontinental Oteliydi; bir gravür yarışması yaptılar ve benim de eserimi satın aldılar. Elime geçen o parayı ne yaptım biliyor musun? Tornacıya gittim, oturdum gravür presi yaptım kendime. Yani böyle başlayan bir hikaye bu. www.imoga.org

Süleyman Hoca'nın pek bilinmeyen bir sanat deneyimi: Metin Erksan'ın ''Sevmek Zamanı'' filminde Müşvik Kenter ve Sema Özcan ile başrolleri paylaşmış.

2004 yılında kurduğu İstanbul Grafik Sanatlar Müzesi'nin önünde SST plakalı Mercedes-Benz'i ile...


Mengerler YAŞAMIN RENKLERİNİ YANSITIR...

1/2013 Lifestyle

YENİ CLS SHOOTING BREAK VAIL COLORADO KAYAK MERKEZİ GÜL İREPOĞLU BERNA - İSMAİL TÜREMEN NEW YORK MANHATTAN Lifestyle 3 Y I L D I Z L I H A Y A T L A R • K Ü L T Ü R • S A N A T • S Ö Y L E Ş İ • G E Z İ • L E Z Z EMengerler T • S AĞLIK


Okul sıralarından hayat arkadaşlığına...

BERNA ve İSMAİL

TÜREMEN 30

MengerlerLifestyle


Ünlü Ressam çift, Berna ve İsmail Türemen'i evlerinde ziyaret ettim. Ne yazık ki sık birlikte olamadık, ama ikisi de aradan seneler geçse bile kaldığı yerden devam eden can dostlarım olarak kaldılar. İsmail Türemen, Temel Sanat Eğitimi'nde hocam idi, bir çalışmam üzerinde konuşurken beni ne kadar doğru yönlendirdiğini bugün bile hatırlıyorum. Evin alt katı Berna Türemen'in resim atölyesi olarak düzenlenmiş, İsmail Türemen'in atölyesi ise ayrı bir binada. Bazı sanatçı çiftlerin ürettikleri eserlerin benzer olduklarına tanık oluruz, Türemenler ise birbirlerini muhakkak ki etkilemişler fakat Bedri ve Eren Eyüpoğlu, İyemler, Südorlar gibi benzemez eserleri; resimlerindeki farklı stil ve anlatımlarını ayırt edersiniz iyi eğitilmiş bir sanat gözünüz olmasa bile. Okul arkadaşlığından hayat arkadaşlığına ve sanat yoldaşlığına; 48 senelik güzel bir beraberlik ve dayanışma hayatları. Sanat kokan sıcak bir yuva olan evlerindeki iki resim bana beraberliklerindeki sırrı fısıldadı sanki. Yaşam ve sanat paylaşılmış, birliktelik tüketmemiş, aksine birlikte üretilmiş... SöYLEŞI: AYŞEN GüREL SILE FOTOĞRAFLAR: SENIH GüRMEN

K

lasik bir soru vardır; resme olan tutkunuz nasıl başladı? İkinize de sormak istiyorum. İT: Ben kendimi bildim bileli çizgi çiziyorum, resim yapıyorum. Babam Akademinin Tezhib Bölümü'nün ikinci sınıfında iken savaşa alınmış, her halde ondan etkilendim, devam edebildiğim kadar da edeceğim. BT: Ben de hep annemin yaptığı yağlı boya resimlere bakarak büyüdüm. Yalnız ve hüzünlü bir çocukluk geçirdim, 5 yaşındayken ağabeyim ölmüştü, onun üzerine resim yaparak oyalanmaya çalışarak başlamışım. Ama benim daha çok piyano öğrenmemi istediler. Çanakkale'de bir tek bizim evimizde piyano vardı. Konservatuar

sınavını da kazandığım halde devam edemedim, ama 10 yıl sürekli piyano dersi almama rağmen resim öne çıktı. Sonra Tatbiki'de ( Tatbiki Güzel Sanatlar Yüksek Okulu, şimdiki Marmara Üniversitesi) nasıl karşılaştınız? İT: Resim Bölümü'nden sınıf arkadaşıyız. BT: 1964 de Tatbiki'ye girdik. İsmail beni görmüş, işte evleneceğim kız demiş içinden, bana 2 ay sonra söyledi. Sınıfta tek İstanbullu erkek İsmail idi. Okul bitti, İsmail okula asistan oldu, ben işe girdim. Bir yıl sonra da evlendik 1969 da. Büyük aşk. BT: Evet, çok sabır ve bekleme.

Mengerler Lifestyle

31


SÖYLEŞİ BERNA - İSMAİL TÜREMEN

Sanat ve yaşamda kol kola.

İsmail Beyden gönül verdiği kedi; sevgili Berna ve deniz kabukları.

Kolektif bir çalışma; portre Berna, arka fon İsmail Türemen'den.

32

MengerlerLifestyle

Ziyaret ettiğimde kolaj ve mix medya teknikleri ile "Çakma Melekler" üzerinde çalışan Berna Hanım, dünyaca ünlü Victoria's Secret defilelerinden esinlenmiş. Seri olarak sergilenecek melek tabloları bir bağış projesinde yer alacak.


SÖYLEŞİ BERNA - İSMAİL TÜREMEN

Antik objelerin bazıları ve duvardaki eski dökümanlar Berna ve İsmail Türemen'in ailelerinden yadigar. Ortadaki arabesk rahle İsmail Beye Sürre Emini ( Kabe'ye kıymetli emanetler götürüp getiren kişi ) Şakir Bey Dayısından kalma. Şakir Bey aynı zamanda Adalar Kaymakamı imiş. İsmail Türemen'in dedesi Mustafa Tevfik Efendi Darphane Nazırı ve Darüşşafaka'yı kuranlardanmış. İsmail Beyin babası ise Kırşehir Valisi imiş.

Dönemleriniz ve sevdiğiniz konular var. Neler sizi çekiyor, besliyor, nelerden esinleniyorsunuz? BT: Benimki köyler ile başladı; "Ankara Kadın Ressamlar Ödülü" ilk aldığım ödül idi; yalınayaklı köylü bir kadın,"Bilibili" diye. Köydeki kadınları işledim her şeyiyle. Sonra kadınlar kasabaya geldi, daha sonra da kente... Ve onlara da hep kediler eşlik etti. O eşlik eden kedi zaman zaman ağır bastı, tuvale hakim oldu. Şimdi de "Kedi Kadın" ve en son da "Melek" oldu. Sonra çakma melekler olarak uçtular, özgürlüğe kavuştular. 43 yıllık resim serüvenim yani "Köyden Kente". Kedileri kedi olarak seviyorsunuz da, aynı zamanda bir sembol sizin için. BT: Önce kadınların kucağında kediler vardı. Kadınların tutkularını işliyordum, "Paçavra Tutkusu" dediğim dönem, danteller yaptıkları için. Sonra "Hedonist Kadınlar" yaptım; o resimlerde kadınlar kombinezonlu filan, kucaklarında hep erkek pala bıyıklı kediler vardı; sembol oydu. Sonra tekrar kediler tek olarak öne çıktılar. Bazı resimlerinizde bu humor çok çarpıcı. BT: Humor ödülüm var, 80'lerdeki işlerim için hep humor taşıyor derler. Hüzünlü bir çocukluk geçirdiğimden dolayı, resim benim için hep oyun diyorum. Onun için hep bakan gülümsesin istiyorum. Altında hep gizli bir hüzün ve yalnızlık var aslında; kedilerimde, kadınlarımda.

" Bu bahçeli eve taşınana kadar kedim olmadı; 23 yıllık özlemi doya doya çıkarıyorum."

Mengerler Lifestyle

33


SÖYLEŞİ BERNA - İSMAİL TÜREMEN

"Mavi benim resimlerinde hep egemendi." İsmail Türemen, yemek odalarının duvarına asılı iki büyük boyuttaki tablosu ile.

Kedi ile kadın arasındaki ilişkiyi biraz daha açar mısınız? BT: Çok benziyor bence kadınlarla kedilerin ruhu. Onun için hep birlikte bazen geçiniyor, bazen geçinemiyorlar. Erkek oluyor benim kedilerim. Biraz da benim durumuma bağlı herhalde. Özgürlük, özgür ruh. Bir serinize verdiğiniz "İstombul" ismi nereden geldi aklınıza? BT: İstanbul yılıydı o sene. Benim bir dönemimdir "Tombul Kadınlar", önlerine İstanbul yapınca isim öyle oluştu. İsmail Bey sizi çeken konular ve dönemlerinizle ilgili bir özet yapabilir misiniz? İT: Tabii önce insanın çevresindeki yakın şeyler konu olmaya başlıyor. Mesela ben okula Kartal'dan gelip gidiyordum Tatbiki'ye. Karacaahmet Mezarlığı'nın içinden geçiyordum her sabah, önce mezar taşları girdi resme, sonra bu taşlar 70'lerde figüre dönüşmeye başladı. Yarı taş, yarı figür oldu. Mavi zaten renk olarak hep egemendi. Mavi de denize olan tutkumdan kaynaklanıyor olsa gerek. 30 metre derine indiğinde gördüğün o mavi skala bambaşka bir etki alanı. Mavi figür çevresine dünün arkeolojik yapıları, eserleri diyebildiğim bir sürü şey, kirlilikler aldı, hatta ona şöyle der sevgili Haşim Nur: "Kadın donları, bağırsaklar, şekerlemeler"... 80'li yıllarda yoğun olarak deniz kabukları girdi. Sonra yeniden bunlar çevrelerini boşalttılar tek başlarına kaldılar ama mutlaka yanına bir şey koydum, bir taş koydum. Ve giderek şimdi yeniden boyutları küçültüp, nesneleri büyüttüğümüz bir dönem başladı, o devam ediyor. Mavi tutkusu dalma tutkunuz ile mi ilgili, herkes denizin altını bilmez. İT: Ben denizin altını bilirim aslında, üstünü bilmem, yüzmem yani.

34

MengerlerLifestyle

Çok güzel bir eviniz var; ikinizin de aralarında çok değerli fertler olan ailelerinizden kalanlar, senelerce topladıklarınız, sanatçı dostlardan eserler ve çeşitli koleksiyonlar ile çok hoş bir birikim. Dostlardan hediye mi bu eserler? BT: Birçok aldığımız var, bazıları da hediye. İT: Cihat Burak'ın diyelim ki 30 tane sergisi varsa 28'ini ben yaptım. Asmasını, çivisini, çerçevesini, her şeyini. Mesela Oya Galerisi'nde Cihat Ağabey'in sergisini hazırladık, öğlen yemeğe gideceğiz; sergilenenler arasında bir kedi var, onun Berna Türemen'in olması lazım... Cihat Ağabey kırmızı noktayı koydu üstüne, ama ben parasını verip aldım. BT: Düşün bütün sergiyi hazırlamış olmasına rağmen. Gördün mü? Piyanonun üstündeki seramik olan. Ben okulda öğrenciyken seramik bölümünde yapardı Cihat Bey bu seramikleri hatırlıyorum, 1977'lerde. İT: Haluk Tezonar hazırlardı onun için çamuru. Hüseyin Yüce'nin de mesela programlarını yaptım, metinler yazdım ama resim verse kabul etmem. BT: Bu koleksiyonun bin misli olabilirdi bizde ama utandık para almazlar diye teklif dahi edemedik, arkadaşız, dostuz zaten hepsi ile. Çoğunun yaşı büyüktü bizden, Cihat Bey babamız yaşındaydı. 70'li yıllarda her Cuma bizim evde toplanılır, yenilirdi. İlhan Berk, Güven Turan, Cihat Burak, daha kimler… "Dostlarımın Portresi" böyle çıktı, "Anıların Sepya Rengi" diye sergiledim CKM'de; onlara da hediye ettim portrelerini. Ne grup, ne grup, hepsi birbirinden değerli insanlar. Burada toplanıyorsunuz, yeniliyor, içiliyor, sohbetler ediliyor, resimler yapılıyor, ne kadar hoş. BT: İlhan Berk, "Bir Uzun Adam" diye Cihat Burak üzerine yazdığı bütün kendi el yazılarını bana verdi, sen Cihat'ı çok seviyorsun diye.


SÖYLEŞİ BERNA - İSMAİL TÜREMEN

Berna Hanım'ın baba tarafı İstanbullu, anne tarafı Çanakkaleli babası Senatör Halit Sarıkaya, Çamlıca'da bir köşkte doğuyor; anısına Sarıkaya Durağı ismi veriliyor. Anneannesi Behiye hanım Çanakkaleli Kadınlar Birliği'nin başındaymış ve ilk şapka takan hanımmış. Anneannesinin babası ise Müstantik yani Sorgu Hakimi imiş. Teyzesinin Atatürk' e çiçek verirken çekilen fotoğrafı da paha biçilmez değerler arasında. Berna Türemen'in taşındığı her eve beraberinde götürdüğü piyanosu, annesi için, Almanya' dan Çanakkale' ye getirilmiş.

Ne kadar güzel bu dostluklar. İT: Cihat Burak, gravürleri ile ünlüdür ama bir tanesini bile basmamıştır. Okul yıllarında ben de basmıştım onun gravürlerini. İT: Pilevneli, ben, dediğin gibi sen, Tayfun (Erdoğmuş) bizler basardık. Gülüm (Ilgaz) paspartuları yapar. İsmail'in yıkılan atölyede. Tayfun'un, Gülüm'ün, Şahin'in (Kaygun) atölyeleri de ordaydı. Sanatçı apartmanı olmuştu o senelerde Gürel Palas. BT: Cihat Bey'in portresini Muhibe Darga'nın ördüğü mor atkısı ile yapmıştım, Cihat Burak sergisi düzenlenince İstanbul Modern'e hediye ettim, Aliye Berger'inkiyle birlikte. Mor rengi çok severdi zaten, her zaman boynunda o atkı ile dolaşırdı. Cihat Bey'in bir tablosunu size 1 Mayıs'ta doğum günü hediyesi olarak getirdiğini söylemiştiniz. İT: Tarihe geçen kanlı 1 Mayıs'ta. Yine bizim evde toplanıyorduk o gün, Ruhi Su, Bertan Onaran, İlhan Berk, Muhibe Darga; işte Cihat Burak elinde bu resim Taksim'de olayların ortasından geçmiş gelmiş. Şaşırdık, "Abi nasıl geçtin?", "Valla kardeşim bir şeyler vardı ama ben geçtim" demişti. "Valla kardeşim" tipik bir lafı idi Cihat Hocamın. Yeni müzeler, fuarlar daha güçlü galeriler gibi güzel gelişmeler olmakta ülkemizde. Ama Avrupa, Amerika standartlarına, mantalitesine kavuşmak için daha çok yol kat etmek gerekiyor diye düşünüyorum. Bu farkın kapatılmasına neler yardımcı olabilir? Mesela geçen sene Art Basel Miami'de hiç Türk Galeri yoktu. İT: Doğru aydınlık düşünce ancak bunu başlatabilir ülkemizde. Doğru aydınlık düşünce, insan sevgisi, dürüstlük, inanç, disiplin ve de çağa felsefeyle karışık bir pencereden bakarken seçmeyi doğru yapabilmek.

Felsefeyle karışık dediğim şu yani; soruyu soracak insan. Her konuda soracak. Hayatı sorgulayacak, sanatı dolayısıyla sorgulayacak, dolayısıyla gününü sorgulayacak, dolayısıyla kendini sorgulayacak. Bütün bunlardan edinilen bilgiler toplandığında bir araya, hangi yolu seçmek gerektiğini zaten ortaya çıkarmış olacaktır. İstanbul Modern gibi müzelerin açılması çok olumlu tabii. BT: Aynen katılıyorum. Yurtdışında sergi açmak hala çok zor, bir sergi yapıyorsun burnundan geliyor. İT: Sanat değeri yoktur demezse eğer müze, yurtdışına çıkartamıyordun resimleri. 80'lerde bile böyleydi, sonra değişti ama yine de çok güç. Eğitime seneler vermiş bir kişi olarak öğrencilerle yakın ilişkiniz oldu. Genç nesil sanatçılara vermek istediğiniz mesaj nedir bu ortamda başarılı olabilmek için. İT: 40 sene eğitmenlik yaptım. Başarılı olmak için gereken bir kere günü ve çağı doğru değerlendirmek. Önem derecelerini değerlere göre doğru anlayabilmek ve anlatabilmek, aydınlık bir ülkede yaşayabilmek için çaba sarf etmek. Bir kere senin gibi dünyaya güzel bakan, açık bakan, temiz bakan birisinin bu problemle uğraşması bu problem için bir şanstır. Onun için ben fazla bir şey söylemek istemiyorum. Sorduğun sorular bizlerin kilidini açan bir anahtar gibi zorladı ve açtı o da senin yakınlığından kaynaklanan bir şey. Çok teşekkür ederim. İT: Biz teşekkür ederiz. BT: Biz kendimizi çok anlatmayı sevmiyoruz, onun için arka planda olalım istedik, yıllarca onu seçtik. İçi dışı güzel insanlar olarak eserleriniz, bu ev, zaten sizi anlatıyor ve ruhunuzu yansıtıyor.

Mengerler Lifestyle

35


inası

Flatiron B

N

ew York New York, yani Manhattan'dan size gezinizi renklendirecek hoş noktalardan bahsetmek istiyorum. Şehrin turistik broşürlerindeki muhakkak görülmesi gerekenler değil bunlar; kimisi tekrar severek uğradığım, bazıları ise keşfettiğim yerler. Bu şehirde yaşamış, sonraları da defalarca ziyaret etmiş olmama rağmen, her gittiğimde adeta metamorfoza uğradığını, özellikle Soho, Chelsea ve Meatpacking Bölgelerinin popüler olup imaj değiştirdiğine tanık oldum. Her seferinde yeni keşifleri garantiler Manhattan, Venedik gibi müze şehir değildir; yaşayan bir organizmadır, gelişen, enerjisi çok yüksek, trendlere göre güncelleşen ve bu alanda dünyada hep önde giden Avantgarde teriminin tam anlamıyla özdeşleştiği. Yeniliklere açık, değişik kültürlerin gelenek, göreneklerine merak duyan, müziğini dinlemek, dansını öğrenmek, yemeklerini denemek isteyen biriyseniz burası sizin için her manada sonsuz bir esin kaynağı; yaratıcı, estetik, esprili, şoke edip şaşırtan, bazen çılgın artistik ya da teknolojik yenilikleri ile. "Melting Pot" (değişik alaşımların eritildiği

42

MengerlerLifestyle

YAZI VE FOTOĞRAFLAR: AYŞEN GüREL SİLE

kap) lakabı boşuna takılmamış New York'a, dünyanın her yerinden gelmiş bu kadar zengin insan mozaiğine başka hiçbir yerde rastlayamazsınız; Amerika'ya göç eden hemen hemen herkesin ilk durağıdır. Barbara Streisand son konseri öncesinde bir veda konuşması yapmıştı beni derinden etkileyen, özet olarak mesaj şu idi; "Ne kadar güzel hepimizin farklı olması, bu, dünyayı daha renkli ve daha yaşanılası kılıyor". Sokaklarında kaybolmayı en sevdiğim yerlerden biri olan Manhattan'da boynuma fotoğraf makinemi takıp dolaşmaya başladım. Hiçbir program yapmadan, kimseye bağlı kalmadan, istediğim saatte dilediğim yerde yemek, özgürce ve canımın çektiği gibi... Seyahatlerde herkese öneririm bunu, hiç olmazsa birkaç saat grubunuzdan ayrılıp, keşfedeceğiniz şehir ve insanlarını daha iyi özümsemek, teke tek sohbet etmek ve sırf sizi ilgilendiren konularda yoğunlaşmanız için. Özgün, estetik ve yaratıcı stilleri olanların yanı sıra, ülkelerinin geleneksel kıyafetleri ile dolaşanlar da şehrin karizma ve ruhunu hissettirir Manhattan'da. Şık vitrinlere rağmen arada bir başınızı yukarı kaldırıp binaların cephelerine bakmanızı da öneririm.


Hu Bing'in "Shattered Transformation" isimli estalasyonundan kesit kırık cam ve şişeler kullanılmış.

Abc Carpet'da sıra dışı halılar.

Converse lastik ayakkabılarından bir vitrin dekoru.

Özgürlük Anıtı ve mankenler; Manhattan'da sık rastlanan ironi ve espri.

Eataly'de makarna ve hamur çeşitleri.

Kontrast malzemelerle yaratılan ilginç dekorlardan biri; Abc Home

Eataly; barda oturarak ya da ayakta atıştrabilirsiniz.

Mmmmmm... Dean & DeLuca pasta ve turtalar.

Mengerler Lifestyle

43


NEW YORK NOTLARI Manhattan her çeşit ünlünün en konsantre olarak bulunduğu yer dünyada; öğlen yemeği için seçtiğiniz lokantada yan masada oturan bir aktöre rastlayabilirsiniz, ya da ünlü rejisör sokakta elinde kahvesi ile yanınızdan geçer. Akşam gittiğim restoranda ise ertesi akşam Başkan Obama'nın yemeğe geleceği konuşuluyor ve güvenlik önlemleri alınıyordu; her haliyle dünyanın en hip ve hop yerinde olduğunuzu hatırlatıyor Manhattan. Flatiron Bölgesi'ndeki Abc Home & Carpet, Conran's, Deepak Chopra'nın seminerler düzenlendiği mekan, ayrıca Abc Kitchen, Le Pain Quotidien ve Pipa Restaurant aynı binada birbirine geçiş yapılabilen bir konsept. Binanın alanının çoğunu Abc Home & Carpet kaplıyor; her şeyi olan birisine özgün ve farklı bir hediye arıyorsanız burası doğru adres. İçeri girmeden önce vitrinleri çarpıyor insanı, alışılagelmiş vitrin dekorlarından çok farklı, müthiş yaratıcı ve aynı zamanda dekor içinde yer alan mesajları ile spiritüel, aktivist ve çevreci bir tutumu savunuyor. İçeri girince çok yüksek tavanlı bir mekanda buluyorsunuz kendinizi; birbirinden farklı malzemeler, eklektik, modern, el yapımı seramikler, takılar, objeler ve her türlü ev aksesuarı çılgın ama hoş bir uyum içinde sergilenmiş. "Your Body is your temple"; Abc Home Dekor mağazasından çarpıcı bir vitrin detayı.

Pipa Restaurant'ın barı; duvarlarda çıplak beton istiridye dokusu ve tuğla hakim.

44

MengerlerLifestyle

Dört hafta sonra teslim edilmek üzere seramik sanatçılarına özel sipariş de verebiliyorsunuz. Genelde fiyatların şaşırtacak derecede pahalı olduğu bir gerçek ama alışveriş yapmasanız da yeni dekorasyon trendlerini yakalamak için bu büyülü dekorasyon mağazasını gezmeye değer.. Yarım kat çıktığınızda antika, vintage ve eskinin sevilen aydınlatma unsurlarından pirinç yataklara kadar birçok parça eskici atmosferinde satışa sunulmuş. Deepak Chopra'nın seminerleri de bu katta; mekan aynı zamanda misafir konuşmacıları da ağırlıyor. En alt katta Conran's mağazası da kendine özgü tasarımları ile yer alıyor. Yukarı katlarda Abc'nin evin her türlü dekorasyon ihtiyacını karşılayabilecek mobilya ve tekstil ürünleri çok zevkli bir iç mimari ile düzenlendiğinden keyifle geziliyor. En üst kat ise sadece halıya ayrılmış; halıdaki en son moda ise halıların patchwork şeklinde kesilip, dikilmesi ve sonra tüm halının turkuaz, mor ya da çay ve toprak renklerine boyan-


NEW YORK NOTLARI

1844 yapımı Gotik Klise Limelight Market'in girişi.

Bir kilise moda merkezi olursa; Limelight market iç mekan.

ması. Özellikle de eski Türk Halıları kullanılıyor bu teknik için, ince el dokuması aileden kalma halıyı yıpranan kısımları olduğu için kullanamıyordum, bu halıları görünce dönüşte hemen bu espriyi uygulamaya karar verdim. Kısacası bir şey satın almasanız da, birçok fikir ile çıkıyorsunuz bu mağazadan. Kompleksdeki restoranlardan Abc Kitchen hoş dekoru ve leziz menüsü ile popüler; Obama'nın ziyareti şerefine mağazanın girişine portresini taşıyan özel tasarlanmış bir iskemle yerleştirilmişti; yaratıcı güç, espri ve ince dokunuş bir arada düşünülmüş.

Pipa Restaurant ise hoş atmosferli bir yer; kaba harç bırakılmış duvarlarına yer yer istiridyeler, deniz kabukları gömülmüş ve tavandan bir sürü kristal avize sallanıyor; hepsi satılık, hatta fiyat etiketleri üzerlerinde; tuhaf belki ama bu görüntüyü seviyorsunuz, bu kadar avizeye rağmen mekan loş ve barı da çok şık tasarlanmış. Le Pain Quotidien'in birçok şubesi var Manhattan'da, birbirini tanımayan insanların paylaştığı upuzun masalar eski trenlerin zeminlerindeki tahtalardan yapılma ve Avrupa'dan Amerika'ya getiriliyor. Organik,

Haute Couture giydirilmiş mankenler ve antik kurşunlu vitraylarla gerçeküstü bir atmosfer.

çevreci, geri dönüşümlü ürünler kullanmak felsefesi olan, 1994'de Brüksel'den Amerika'ya gelen Alain Coumont bu günkü başarısını elde edene kadar başından geçenleri, mücadeleci ruhu ve iyi bir iş yapınca biraz da şansın önemini anlatıyor kitabında. Ayakta kalmaya çalışan Alain'in rüstik restoranına bir gün karşı binada iş yeri olan Amerika'nın Yaşam Gurusu Martha Stewart geliyor, memnun kalıyor ve sonrası bir çığ gibi gelişiyor. 1986'dan beri New Yorkluların, yeni ve vintage tabak, çanak cenneti Fishs Eddy civardaki cici uğraklardan biri. Mengerler Lifestyle

45


NEW YORK NOTLARI

Dean & DeLuca'da alışveriş.

Pearl River'da Çin' den dekoratfi tavan lambaları.

İnsanların dostları da kıyafetleri ile dikkat çekiyor Manhattan'da.

Soho'daki Le Pain Quotidien'de traktör selelerinden duvar dekoru.

Abc' den etnik bir köşe; maskeler, takılar, eşarplar ve çeşitli aksesuarlar.

Abc ara katta eskiye nur yağan kısım.

Fishs Eddy' de kahve fincanları

Abc' den farklı bir köşe ve konsept.

Victorian Irish Pub'ın girişi.

46

MengerlerLifestyle


NEW YORK NOTLARI

"Sonsuz olasılıklar" Abc Home' ın sloganı. Porselen, cam ve seramik objeler.

Kuş kafesleri, Pearl River.

CB2' da modern mobilyalar.

Dean & DeLuca' da ekmekçi kız.

Tekstile, havlu, yastık köşesi; Abc.

Le Pain Quotidien; göze ve dile hitap eden sunumlar.

Manhattan'daki bina cepheleri için bir kitap yazılabilir ama hiç olmazsa bir tanesinden özellikle bahsetmek istiyorum; 1902'de çelik konstrüksiyon tekniği ile inşa edilen ilk gökdelenlerden olan Flatiron Binası. Bu binayı görmelisiniz, ön kısmındaki en üçgen kısım bile değerlendirilmiş; sanat eserleri sergileniyor.

kalitelisini sunan Dean & DeLuca'ya uğradım. İyi yemek içmenin, pişirmenin bir sanat olduğunu ispat ediyor bu dükkan; lezzeti kadar şık prezantasyonu ile tok gitseniz bile iştahınızı açıyor vitrinler.

de rastladığım bir uygulama idi; kütüphane, diskotek ve pizzacı gibi. Pizzacıya dönüştürülen ise Broadway'deki John's Pizza; burada ise Altar kısmı pizza fırınına ayrılmış. Eğer bir müzikale gidecekseniz bu ilginç mekanda leziz bir pizza yiyebilirsiniz.

Union Square'e doğru yürürken, sokak arasındaki Beads of Paradise dükkanı Ali Baba'nın mağarasını hatırlatıyor; el dokuması tekstil ürünlerinin yanı sıra vitrinler, raflar yarı değerli taşlarla dolup taşıyor. Aynı sokaktaki Victorian döneme ait Irish Pub bir soluk almak için ideal, kapısındaki o antik şıklık dikkatinizi çekince, içeriyi görmeden geçmek mümkün değil zaten. Meydana gelince Amerika'nın en büyük organik süper market'i olan Whole Foods'a girdim, buradaki diğer şubelerinden çok farklı; büyüklüğü, ürünlerin tazeliği ve çeşitliliği ile. Üst katında Union Square'e tepeden bakan Cafe'si de keyifli bir dinlenme noktası.

1844'de yapılmış Gotik bir kilisenin karşısındayım, ama bu kilise bildiğiniz kiliselerden değil. Ünlü modacıların ve tasarımcıların ürünleri satılan Limelight Market. Kilise disko zincirleri ile meşhur Peter Gatien tarafından 1983'de satın alınıyor; filmlere ve Steve Taylor gibi ünü Rock şarkıcılarına ilham olan Limelight Gece Kulübü olarak açılıyor. 1990'larda en meşhur gece kulübü olan Limelight kanunsuz olaylar yaşanınca polis tarafından 2007'de kapatılıyor. Şimdi ise ünlü modacı ve tasarımcıların ürünlerinin satıldığı Limelight Market ismini taşıyor. Antik kurşunlu vitray önündeki mankenlerde şık kıyafetler çarpıcı bir kontrast ile sergilenmiş. Kiliselerde ayinin yapıldığı en önemli kutsal kısım olan Altar bölümüne ise ironik bir yaklaşımla ayakkabılardan oluşan bir duvar düzenlemesi tasarlanmış; ayakkabı tutkunlarının tapınacağı kutsal alanmışçasına.

Meydan'dan Soho yönünde yürüyünce her ara sokağa girip kaybolurken, gurme damak zev- Avrupa ve Amerika'da bazı kiliselerin ibadet ki olanların uğranmazsa olmazı, her şeyin en yerine başka kullanıma açılması daha önce

İtalyan mutfağını seviyorsanız farklı bir konsept ile açılan Eataly hedefiniz; ünlü şef Mario Batali buranın ortaklarından. Sepetinizi alıp, şarabınızı yudumlayarak alışverişinizi yapabiliyor, İtalyan mutfağını meşhur eden her malzemeyi bulabiliyorsunuz. Her öğün 12 değişik istasyonunda çok samimi, canlı ve sosyal bir ortamda yiyebiliyorsunuz. Pearl River'da Shanghai ve Beijing'deki Pearl/ Silk pazarlarında görmediğim kadar zevkli ürün bir arada idi. Kuş kafesleri, yalın tasarımlı, rengarenk sırları ile Sushi seramik setlerinden Çin'de epeyi aradıktan sonra bulduğum ve kucağımda taşıdığım metrelerce uzunluktaki ejderha uçurtmaya kadar. M&J Trimming ise yaratıcı projeler yapabileceğiniz binlerce malzeme ile dolup taşıyor. Arada bir sormalı: "New York'da ne var, ne yok?" Galiba, yok yok. En az benim kadar keyif alıp, kendi keşiflerinizi yapmanız dileği ile... Mengerler Lifestyle

47




DÜNYAYA KADINCA VE İRONİK BİR BAKIŞ... 20

MengerlerLifestyle


KEZBAN ARCA BATIBEKI



SÖYLEŞİ KEZBAN ARCA BATIBEKİ

Big red circle Doha Sol üst: Hairy Tale Sol orta: The Bird Sağ üst: Reflection Sol alt: Fortune Teller Sağ alt: Twilight

Mengerler Lifestyle

23





Mengerler YAŞAMIN RENKLERİNİ YANSITIR...

3/2013 Lifestyle

VIANO İLE EGE MERCEDES-BENZ CLA AYÇA VARLIER ÇİN'DEN Nİ HAO! PROF. ERGİN İNAN MURAT MERİÇ

YILDIZLI HAYATLAR • KÜLTÜR • SANAT • SÖYLEŞİ • GEZİ • LEZZET • SAĞLIK


“Boyanın içinde

22

MengerlerLifestyle


yüzüyorum”

SÖYLEŞİ: AYŞEN GÜREL- SİLE FOTOĞRAFLAR: SENİH GÜRMEN

Mengerler Lifestyle

23


SÖYLEŞİ PROF. ERGİN İNAN

Litograf, karakalem tadında baskılar elde etmemizi sağlar.

Bir gravür üzerinde çalışırken.

Türkçe, Almanca bazen de Arapça yazılar resmin bir parçası olarak göze çarpıyor. Daha evvel söylediğim gibi benimle ilgili, o anki durumumla ilgili düşünceler. Portreyi ya da ikili yüzleri yaptıktan sonra ve o tuvalle bağlantı kurduktan sonra yazıyorum. Tamamen dekoratif değil, resmin bir ismi oluyor. Bu resimde mesela; “Işığın ardında rengini bekleyen bir gölgeyim” diyorum. Mesnevi ile ilgili çalışmalarınız da var. 1988’de Galeri Nev ile birlikte yaptığımız bir projeydi. Mesnevi dosyada 7 tane taş baskı vardı; litograf ve ofseti birlikte kullandım. Belçika’da özel bir matbaada yaptım. Bir de, “Bir Ressamın Öyküsü”nde Ferit Edgü’nün yazdığı metni, gravürlerle birleştirdim. Çok az sayıda, sanırsam 15 taneden oluşan bir seridir.

Şövalelerde ne gibi çalışmalar var bugünlerde? Büyük resimlere daha çok yöneldim bu dönem, 2 metrenin üzerindeki boyutlar ve son zamanlarda yuvarlak tuval üzerinde çalışmalar yapıyorum. Geçen seneden başladığım bir konu vardı “İkili Yüzler”, onları birbiriyle konuşturdum. O konuşmayı, düşüncelerimi tuvale yansıttım. Her resmin üzerinde bir yansıma, yazı olarak bir resim anlatmasalar da, resimde konuşan bir yazı var. Neler konuşuyorlar? Her sanatçının kendine ait bir iç dünyası, bir yaşam şekli vardır. Bu yaşam şeklinde zaman zaman psikolojik, zaman zaman düşüncelere daldığınız, bazen de kendinizi aradığınız bir dönem; resmin içerisinde o tür yazılar daha çok. Bak işte burada da bir şey yazdım mesela; “Sen kırmızının canısın, yeşillikler senin içinde, sen bana kırmızı şarap ver”, yani hem o yeşili, hem kırmızıyı anlatmak için bir de figür, portre, onunla ilgili ufak tefek de olsa 24

MengerlerLifestyle

notlamalar var. Muhakkak yaşamın içinde hissettiğinizi yansıtacaksınız yaşarken, televizyona bile bakarken etkileniyorsunuz, sanatçı muhakkak ruhundan bir şeyler katıyor, aksettiriyor. Ya tam mesaj veya görünmeyen bir mesaj şeklinde. TV'de konuşmacı olarak katılmış biri, sanatçılar politakaya karışmasın dediğinde cahilliğine şaşırıp kalmıştım. Sanattan ve sanatçıdan anlamayan kişiler bu tabiri kullanabiliyor. Yani illa politika yapmak için değil, sanatçı bir sürü şeyden etkileniyor ve bunu bir şekilde yansıtıyor tabii ki. Resimlerinizdeki böceklerin anlamı nedir? Böcekleri çocukluğumdan beri sevdim ve resimlerimde hep yer aldılar. Mesela bu ufak bir böcek aslında ama ben onu devasalaştırıyorum, hakkında okuduğumda, toprak içerisinde, daha çok ölü vücutlarda dolanarak yaşayan bir böcek olduğunu öğrendim.

Kullandığınız teknik hakkında biraz bilgi verebilir misiniz? Bazı resimlerde tempera var, bu teknik kemik tutkalla pigmentlerin bir arada oynaşması. Orada soyut lekeler arıyorum; onun için de bu tempera tekniğini seviyorum. Bir de akriliği sulandırarak özel medyumlarla daha transparan yaparak üst üste çalışıyorum. Akrilik tekniğini, ekspresif olarak birbirine karıştırıp harmanlayarak o an bir portre oluşturuyorum. Alt yapıyı tamamen özgür kullanıyorum; fırçayla, zaman zaman atarak ya da dökerek,yavaş yavaş görmek istiyorum resimde ne yapacağımı. Rönesans döneminde kullanılan temperadan çağdaş olanlara dek tekniği çok iyi bilen, bazı çalışmalarınızda kağıdı ve boyayı bile kendiniz üreten bir sanatçısınız. Tabii onlar Münih Akademisi’nde bulunduğum dönemde, önemli teknik hocalardan öğrendiklerim. Geleneksel teknikleri bilen ve yeniliklere açık bir ressam oldunuz. “Artık kurallar bitti” diyerek sadece içinizden geldiği gibi mi çalışıyorsunuz? Bitmiyor aslında ama hürriyetine, özgürlüğüne kavuşuyor insan. İşte bu sebeple boyanın içinde yüzüyorum diyorum, onun için diyorum bu lafı artık.


SÖYLEŞİ PROF. ERGİN İNAN

Herkesin merak ettiği konuyu soruyorum: Resimlerinizdeki böceklerin anlamı nedir? "Böcekleri çocukluğumdan beri sevdim ve resimlerimde hep yer aldılar" diyor. Dostu Ressam Ali İsmail Türemen'in bana anlattığı böcekli hikayeyi paylaşayım sizlerle: "Seneler önceTurunç'ta idik, yemek sofrasında, eşim Berna da bizleydi. Ergin, buralarda gergedan böceği var dedim. Aman ha söyleme, beni sever onlar, şimdi gelir demesi ile pat diye masada önüne bir tanesi konuvermez mi?" Sanat Çevresi Dergisi'nde yazar bu hikayeyi İsmail Türemen. Resimlerindeki birbirinden güzel böceklere, kelebeklere bakıyorum ve karşılıklı bir sevgi diye düşünüp gülümsüyorum.

Sanatçı, 1968-2011 yıllarında resim ve grafik sergileri olmak üzere, ulusal ve uluslar arası 50 kişisel, 95 karma sergi açmış.

Mengerler Lifestyle

25


SÖYLEŞİ PROF. ERGİN İNAN

Çekmecelerde arşivlenmiş gravür ve litograflar.

Nelerden esinlenirsiniz ? Valla ilham kaynaklarım tamamen kendi iç dünyam. Tabii okuyorsun ama onlar sizin konunuz değil veyahut yaşam içerisinde etrafta algıladıklarınız da direkt olarak yansımıyor insana. İç dünyamdan bir şeyleri dışa vurmayı seviyorum. Bu nedenle konu çoğunlukla insan oluyor; çünkü yaşadığımız hayatla iç içeyiz her zaman; yüz yüze “İkili Portreler” böyle çıktı ve son zamanlarda figürden daha çok portreye dönüştü. Hep bu ikili düşünceyi, ikili yüzleri bir etmeye, birlikte etmeye çalıştım. Bir kadın, bir erkek mi bu yüzler? Kadın da olabilir, erkek de olabilir, yani insan, iki ama tek; böyle bir düşünce içerisinde yapmaya çalıştım. Bu konuşmalar bazen bir hesaplaşma veya duygu alışverişi gibi mi oluyor? Hayattan bir yansıma oluyor. Mesela hep sorarlar; "Böcekleri niye yapıyorsun?" Bu yansımayı dışa vuramıyorum, söyleyemiyorum nereden kaynaklandığını. Çocukluğumu yansıtıyor, yani bunlar bir zamanın, bir yaşam sürecinin dışa vurumu. Önümüzdeki sene yurtiçi ve yurtdışı projeleriniz neler? İnanır mısınız son zamanlarda hiçbir şey programlamıyorum. Tamamen bu atölyeye kapandım, bu geniş, güzel ortama. Burada çalışmaktan başka hiçbir şey düşünmüyorum. Yani sergi projem dahi yok geleceğe dönük ama ilgimi çeken bir proje olursa yönelebilirim. Eskiden genç dönemlerde sürekli yapıp biriktiriyorduk, şimdi ise bir satış ortamı oluştu, atölyeye gelen resim alıp gi26

MengerlerLifestyle

Gravürlerin sırrı detaylarında gizli.

noktayı koydum tabiri de var. Beyaz, boş çerçeveyi de sergileyebilirsiniz.

derse de bir şey diyemiyorsunuz. Ben şuanda gerçekten burada mutluyum. Bu da özgürlük veriyor değil mi? Tabii. Mesela senelerdir yapmıyordum tempera tekniğini, tekrar uygulamak istedim. Sınıfta İkona Tekniği’ni bize de öğretmiştiniz, çok zahmetli idi. Son zamanlarda gezdiğim fuarlarda ise çok az emekle çağdaş sanat adı altında sergilenen bir sürü kötü iş görüyorum. Belli bir birikimden sonra iyi bir sanat eseri illa çok zaman ve emek vererek ortaya çıkmayabilir ama, bu klasik bale eğitimi almadan yapılmış başarısız bir modern bale performansına benziyor. Sanatçı bir gün kalkar, bir nokta bile koyabilir bir fotoğraf veya resmin üzerine; bu onun geldiği nokta da olabilir. Ben hala öyle bir noktaya geldiğimi hissetmiyorum kendimde. Hala araştırıyorum, boyaların içerisinde yüzerek kendime biçim bulmaya çalışıyorum. Bu da günümüzde bir söylem ama, bir sanatçı bir şeyleri yapıp, arkasında bıraktıktan sonra, bir nokta, bir şekil koyuyorsa; bu onun son noktası zaten. Ona bir şey demiyorum. Ama resmini başından öyle yapmaya çalışanlar için de söyleyeceğim bir şey yok. Noktayı koyduktan sonraki resimler ne olacak bilmiyorum. Yani

Dünyada resim ve görsel sanatlardaki son trendlerden bahsedersek, neye doğru bir gidiş var. Herkes ayrı bir telden mi çalıyor sizce? Bu döneme bütün görsel sanatlara damgasını vuran dijital ortam. Heykelde bile şekillendiriyorsunuz, biçimlendiriyorsunuz, çoğalttırıyorsunuz; fabrikada yapılıyor heykeller. İnsana açtığı bir sürü ufuk da var ama hep aynılaşan, birbirine benzeyen bir ortam veya eğilim; tabii bu süreç içinden cımbızla çekip çıkaracağın resimler bulunmayacak her halde diyorum ben. Bugünkü sanat ortamında rüzgar gibi gelir geçer, ama geride neler kalır onu bilmiyorum. Kaç yıldır sanat eğitmenliği yapıyorsunuz? Genç ressamlara bugünkü ortamda başarılı olmaları için neler söylemek istersiniz? 1968 de eğitime başladım, 45 sene oldu. Gençliğe söyleyeceğim söz, dijital ortamdan biraz soyutlanmaları resim yaparken. Ama onu söylesem de kimse kaale almaz, artık o boyuta girdi. Daha ne teknoloji çıkacak o da meçhul. Eğer farklı bir sanat yapacaksa insanın muhakkak kendine dönük olması, kendi içinden bulması, araştırması, ruhsal, yolculuk etmesi ve onu dışa vurması lazım. Size yardımcı olacaksa kullanacaksınız ama Rönesans’tan gelen teknolojiyi de unutmamak gerek. Ben biliyor muydum, ben böyle düşünüyor muydum? Gençken, o okul sıralarında yeni bir şey bulmak için bakıyorsunuz, sanat tarihinde her şey yapılmış görünüyor. Siz kendinize göre bir yol, kendi tarzınızı bulmak zorundasınız. Bunu yapmak için de kişiliğinizi


SÖYLEŞİ PROF. ERGİN İNAN

ruhsal durumunuzla yoğurmalısınız. Bulduklarınız, okuduklarınız size yardımcı olur. Resmi yıpratabilir yok da sayabilirsin, bambaşka bir doğrultuya kaymak istersin. Resim dışına çıkmak, resmi parçalamak istersin, bunların hepsi olabilir ama önce var edeceksin ki bunları yok edesin. Yani yok ettiğin zaman da yine bir şey çıkar ortaya belki. Felsefesi olması lazım. Evet. Yani sonuna giderken, hiç resim de, boya da kalmasa, beyaz zeminde lekeyi de görmezsen artık o da bir boyut, ama bilmeden oraya gelmek çok zor. Zaten kaynağı kendi içinde, menşeindeyse sanatçının, her ne kadar etkilense de yaratıcılık kendi içinden akacaktır. Yurtiçinde ve dışında hangi sanat fuarlarını düzeyli buluyorsunuz? Basel tabii ki, hem satış ortamı nerede fazla ise iyi işler de orada oluyor her zaman. Türk resminin dünyadaki konumu hakkında ne düşünüyorsunuz? Daha çok Türk alıcı buluyor diyorlar, sizce de öyle mi?

Evet bence de öyle, çünkü buradaki pazar resmin fiyatını belirliyor. Avrupa’dan belirlenmiyor. Orada belirlenip buraya yansımıyor Türkiye’de gelişen sanat; çünkü Türk ressamı orada kendine bir pazar bulamadı. Neden bulamadı? Çok iyi ressamlar var. Böyle bir kıpırdanma var ama daha yerini bulmuş değil. Yurtdışında her müzede resmi olabilecek kadar kalitede bir sanatçı çıkmadı Türkiye’de. Yeteri kadar tanıtılmadı mı? Kişisel olarak yapamıyorsunuz. Belçika ve Almanya’da kendimi tanıttım ama sürekli müzelerde ve galerilerde eserlerin sergilenmesi lazım. Her müzede Türk ressamların bir eseri olsun ki, biz sanatçılar tanınalım ve eserler yüksek fiyatlara müzayede ortamlarında yavaş yavaş satılsın. Küratörlerin vazifesi asıl sanatçıyı dış ülkelere taşıyabilmek. Türk galericisinin olduğu gibi, Türk sanatçısının da önemli müzelerde boy göstermesi, büyük bir kültürel pompalama lazım. Büyük fonlar gerekiyor ve galeriler yeteri kadar varlıklı de-

ğil. Bu sene Art Basel/Miami Beach’de iki Türk Galerisi vardı ve küçük bir alanda idiler. Ben de tabii öyle fuarlara gittiğim zaman Türk ressamı görmek istiyorum, fakat pek göremiyorum. Çalışma temponuz nasıl? Yeditepe’de öğrencilerle, bir iki gün beraberlik benim için değişiklik oluyor. Gençlere öğretmeye çalışıyorum, almak isteyene vermek istiyorum. Artık kendi kabuğumda burada çalışacağım, belli bir yaşa geldim; bunun farkındayım. Kendi tabirinizle boyaların içinde yüzüyorsunuz. Önerinizle Anton Lehmden’in atölyesine gitmiştim, o da sizin gibi birkaç resim üzerinde aynı zamanda, çalışıyordu. Bugün bakıyorum burada da bir sürü çalışma aynı anda gelişiyor. Nasıl karar veriyorsunuz hangisine devam edeceğinize? İçimden geldiği gibi. Bazen bir işi bitirmek zorunda olduğum halde o gün bakıyorum onun üzerinde çalışmak istemiyorum. Ama o resimlerden bir tanesi içimden geliyor ve onunla devam ediyorum, böyle bir ruh haliyle yapıyorum.

Sanatçının aldığı ödüller kronolojik olarak: 1974 35.Devlet Resim Ödülü 1975 36.Devlet Resim Ödülü 1977 Görsel Sanatlar Derneği "Yılın Genç Grafik Sanatçısı" Ödülü İstanbul Güzel Sanatlar Akademisi Sanat Bayramı "Yeni Eğilimler Özgünbaskı" Birincilik Ödülü, Altın Madalya 1980 Uluslararası Grafik Bienali – Madalya – Frechen, Almanya Devlet Resim Heykel Müzesi Açıkhava Sergisi Grafik Ödülü, İstanbul 1981 Uluslararası 5. Cleveland Bienali 4. Ödülü, İngiltere 1982 Uluslararası Norveç Baskı Bienali Onur Ödülü, Fredrikstad, Norveç Uluslararası Minyatür Baskı Bienali Ödülü, Seul, Kore 1983 Uluslararası 6. Cleveland Bienali Büyük Ödül, İngiltere 1984 Sedat Simavi Vakfı Plastik Sanatlar Ödülü 1987 "Yılın Sanatçısı" Ankara Sanat Kurumu 1988 Uluslararası 2. Asya Avrupa Bienali Birincilik Ödülü, Altın Madalya, Ankara 1993 Uluslararası Osaka Resim Trienali, 3. Ödülü, Japonya 2000 Mevlana ödülü 2010 Cumhurbaşkanlığı Kültür Sanat Büyük Ödülü, Ankara.

Mengerler Lifestyle

27


. ÇIN’den . Ni hao, Merhaba ! Shanghai, Beijing, Hangzhou ve Xi’an Her gezi öncesi gideceğim ülke hakkında okur ve notlar alırım. Çin’i ise her şehirde bizi havaalanında karşılayacak, altı kişilik grubumuza eşlik edecek özel bir rehber ile gezeceğimizden, programa teslim olup uçakta okumaya başladım. Nasıl bir ülke ile karşılaşacağımı, günümüzdeki Çin’i nasıl bulacağımı hiç bilmiyordum. Ön yargılardan uzak, özgür bir algılamaya açık bir ruh halindeydim; sadece çocukluktan bu güne Çin ve Çinli denince beni etkilemiş, aklımda kalmış olan çeşitli görüntüleri ve sözleri anımsıyordum. Konfüçyüs’ün bilge sözleri, İmparatoriçenin upuzun sivri takma tırnakları, kırmızı renk, ürkütücü bir disiplin ile yürüyen üniformalı askerler, rengarenk ejderha uçurtmalar, porselen ve pentürlerde sık rastladığımız spiral Çin bulutları, Lotus çiçekli göller bunlardan bazıları.

40

MengerlerLifestyle

YAZI : AYŞEN GÜREL-SİLE FOTOĞRAFLAR: AYŞEN GÜREL-SİLE / ŞERMİN ÜNSAL / GETTY IMAGES


SHOWROOM SOHBETLERİ SİBEL TÜZÜN

Shanghai’ın sembolü olan bu 26 gökdelenin arasında en son tekniklerle inşa edilmişlerin yanısıra, Barok, Rönesans, Gotik ve Romanesk stiller de var. Bu gökdelenler topluluğunu en iyi 'The Bund'dan, sahildeki gezinti alanından görebilirsiniz. Bütün binalar ışıklandırıldığı için, gece de ayrı bir çarpıcılıkta ve dilerseniz tekne ile nehirMengerler gezintisi deLifestyle yapabilirsiniz. 41


Yılan gibi kıvrılan Çin Seddi yemyeşil bir doğanın içinde, her mevsimde ayrı güzel olduğunu girişteki fotoğraflarda gördük.

B

aşka hayatları görünce insanın kendi hayatına ve dünyaya bambaşka bir farkındalık ile bakabildiğine inanıyorum. Bu nedenledir ki, dünyanın en eski ve zengin kültürlerinden birine ait olan bu ülkenin insanlarının çağımıza nasıl ayak uydurduklarını ve nasıl yaşadıklarını, bir turiste izin verilecek kadarı ile olsa da, görebileceğim için heyecanlıydım. Shanghai Havaalanı’nda bizi karşılayan sevimli rehberimiz ile otele gitmek üzere minibüsümüze bindik. Şehrin silueti, hele Pudong, ortaya çıkmaya başladığında Jetsons çizgi filmini hatırladım; hani fütüristik gökdelenlerdeki evlerine uçan daire benzeri araçları ile 42

MengerlerLifestyle

giderler. Bu şehir, Doğu Çin’in ekonomi, finans, bilim, teknoloji ve dış ticaret alanında nabzının attığı uluslararası kozmopolit bir merkez. Nanjing Road, Porsche arabaların satıldığı mağazalar, KFC gibi fast food zincirleri, Tiffany gibi lüks dükkanlar, açık hava barları, alış veriş yapan kalabalık ve sokak müzisyenleri ile şehrin en hareketli caddelerinden. Sokaklarda pek asker, ya da üniformalı görevliler de görmüyoruz ve zihinlerde yer etmiş komünist Çin ile örtüştüremiyoruz mutlu bir şaşkınlıkla. Yer yer modern binaların arasındaki döküntü mahalleler ise tam bir tezat oluşturuyor, bir tanesini de çek çeklerle geziyoruz. Çinliler gün boyunca herkese serbest sebillerden sürekli sıcak su doldurup, yeşil çay içiyorlar. Şeffaf termoslardaki yeşil çay


ÇİN yaprakları ıspanak yaprağı büyüklüğünde. Yeşil çayın enerji verdiğini kanıtlıyor bu alışkanlıkları ve akşam yatmadan önce içmenin yanlış bir seçim olduğunu. Ülkenin bu müthiş gelişiminde tüm grubumuzdakileri hayal kırıklığına uğratan ise, medeni ülkelerde kabul edilemeyecek dozdaki hava kirliliği idi. Belki sadece Shanghai’da bu sorun vardır diye düşünsek de, ülkenin nispeten kırsal bölgesindeki Xi’an, (Şian) doğası ile ülkenin cenneti ve keyif şehri lakabını almış Hangzhou’da (Hangco) bile hissediliyordu. İşin trajikomik tarafı gittiğimiz şehirlerde değişen rehberlerimizin değişmeyen cevapları oluyordu. Hava niye böyle diye sorunca: “Sadece pus” diye cevap veriyor, hava kirliliği konusundan kaçınıyorlardı. 2008 Olimpiyatları öncesi hava kirliliğinin önüne geçmek için Beijing’de 15 gün bütün fabrikaların tatil edildiğini biliyoruz. Esas çıkış yeri Nepal olsa da, Budizm Çin’de daha yaygınlaşmış; birçok tapınak gezdik, çeşitli Budalar gördük, gülenini bile; hepsi göbekli. Gencinden yaşlısına herkesin incecik olduğu bu ülkede, kutsal figürün neden böyle olduğu ilginç doğrusu. Şiba ise kadın Buda ve çok kollu olması yardımseverliğini temsil ediyormuş. Xin Tian Di (Şintendi) gece ve gündüz keyifle gezilecek yerlerden; cafelerin, değişik butiklerin, galerilerin olduğu cıvıl cıvıl bir buluşma noktası. Çin’deki en güzel yemek, Türk okuyucunun ismini unutmayacağı bir restoran: Ye Shanghai! Denediğimiz her yemek süper lezzetliydi. Dekoru da şık olan bu lokantada hanımlar çantalarını oturdukları iskemlelerin yanındaki minik replikalarına koyuyorlar. 1577’de inşa edilen Yuyuan Bahçesi, Shanghai’ın ortasına sıkışmış huzurlu, klasik bir Çin Bahçesi. Hoş dekoratif detaylar, çeşitli Bonsailar, ünlü yeşim taşı kayası gibi peyzaj düzenlemesindeki unsurlar bahçenin dışındaki yoğun şehir hayatını unutturuyor. O sakin ortamdan çıkar çıkmaz etrafımız, bizi sahte markaların satıldığı yerlere götürmek isteyen kişilerle doldu. Merakımız üzerine bir tanesinin peşine takılmaya karar verdik. Görmedim, bilmiyorum havasındaki rehberimizle daha sonra buluşmak üzere sözleştik. Terk edilmiş, sinemaya benzeyen garip bir binaya girdik, bizi içerisi tıklım tıkış ünlü markaların çantaları, saatleri, vs. ile dolu olan bir odaya yönlendirdiler. Alışverişten söz edince rehberimiz bizi turistik satış noktalarına götürdü; yeşim taşından heykeller, inciler, ipek giysiler ve objelerin olduğu şık mağazalar olsa da her şey çok pahalıydı. Halkın alışveriş ettiği Pearl and Silk Market ise hem otantik, hem de fiyat açısından daha uygun idi. Çin hatırası olarak almak istediğim uzun ejderha uçurtmayı da burada buldum. Çin’de ayak masajına çok önem veriyorlar ve grup olarak gidilen spalar var. Tiyatro salonu gibi bir mekanda rahat koltuklara oturuyorsunuz, hanımlara genç delikanlılar, beylere genç kızlar masaj yapıyor ve sonrasında ustaları konumunda bir zat ayağınıza bakarak, sağlığınızla ilgili bilgiler veriyor. Yola devam ediyoruz, sırada Beijing var. Havaalanı boyutu, modern mimarisi ve pırıl pırıl hali ile hepimizi etkiledi. Başka bir ülkede

tanık olmadığım bazı önlemleri uyguluyorlar. Kuş gribi salgını sonrasında hasta kişileri tespit etmek amacı ile her yolcu vücut ısısının anında ölçüldüğü bir kapıdan geçmek zorunda. Ayrıca bavullarda, aslında her yerde olması gereken, basit ve çok yararlı bir uygulama yapıyorlar; çıkışta her yolcunun bavul etiketlerine bakarak kontrol ediyorlar, böylece yanlışlıkla benzer bavulun alınması ya da çalınması önlenmiş oluyor. Beijing 2001’den beri hızlı bir gelişim içinde; Vanity Fair Dergisi, Beijing‘deki modern mimariyi anlatırken “From Mao to Wow !”, Mao’dan Vay Canına’ya diye çevirebileceğim bu başlığı atmış. Kuş yuvası ya da kafes lakabı takılan Beijing Ulusal Stadyumu ise 2003 yılında inşa edilmeye başlamış ve mimarları Herzog ve de Meuron 2009’da prestijli Lubetkin Ödülü’nü almışlar. Merak edilen soru ise: “Kuş Yuvası” ilerdeki yıllarda çeşitli aktivitelere ev sahipliği eden verimli bir yuva mı, yoksa halka kapatılacak köhne bir kafes mi olacak? Tiananmen Meydanı’nda dev seramiklerdeki çiçek düzenlemeleri ile geçmişi unutturma çabaları hissediliyordu ve burada bile sadece birkaç nöbetçi asker vardı. “Yasak Şehri” gezerken, dış dünyaya açılan kocaman kapılara merakla bakan çocuk imparator gözümün önüne geldi, geçmişe yolculuk gibiydi. Dikkatimi çeken “Yasak Şehir”de bir tane bile ağacın olmamasıydı. Hem yerel halkın gittiği, hem lüks restoranlarda yedik; bize tuhaf gelenlerin yanı sıra, tadı damağımızda kalan lezzetler de vardı; çıtır ördekler gibi. Hepsinde masalar yuvarlaktı ve ortalarında dönen, yuvarlak ahşaptan ikinci bir masa monte edilmişti. Yemekler küçük tabaklarda geliyor, eğer özellikle sevdiğiniz bir tanesi varsa, başkası ortadaki tahtayı döndürmeden çabucak tabağınıza doldurmalısınız. Çin yemekleri ile pek arası olmayan bir arkadaşım gezi sonrası bir süre yuvarlak masa görmek istemiyorum deyip hepimizi güldürmüştü. Otobüs ile Çin Seddi’ne doğru yola koyulduk, ne kadar çok resmini görmüş olsak da, çok etkileyici. Tırmanışı göze alan arkadaşlarla ilerlemeye başladık; tırmanış diyorum çünkü hem tepenin eğimine uyarak çıkıyoruz, hem de merdivenlerin rıhtları uzun boylular için bile çok yüksek. Savaş zamanı Çinliler ne yapıyorlardı diye düşünmeden edemiyorum. Arkadaşlarla öncelikle bu tip gezileri yapıp, gemi yolculuklarını ileri yaşlara bırakmalıyız diye gülüşüyoruz. Hangzhou (Hangco) Çin’in cenneti denen Hangzhou’ya gelince, aslında Çin deyince görmeyi hayal ettiklerimi buldum. Etrafı yemyeşil tepelerle çevrili, üzerinde koca yapraklı Lotus Çiçekleri’nin açtığı gölleri, tapınakların siluetlerini. Cennetlik tatlar da bulduk burada; Dumpling Banquet’deki bizim mantımıza benzeyen, buharda pişen Dumplingleri (Çin mantısı). Üst üste kule gibi geçirilmiş sepetlerde sofraya geliyor. Tadını sevmeden önce gözünüz ile seviyorsunuz; içinde ne varsa, şekli ona göre; tavuk olan civciv, deniz mahsullü balık. Mengerler Lifestyle

43


ÇİN

Xi' an' daki Terra Cotta Savaşcılar ve Atlar seneler önce bulunduğunda ilk National Geographic Dergisi yayınlamıştı. Ama kendi gözlerinizle görmek bambaşka bir tecrübe; karşınızda bu orduyu üç boyutta görünce resmen irkiliyor, arkasındaki inancı merak ediyor ve bu kültürü anlamak istiyorsunuz. Bence en iyiyi en sona saklamıştık, Çin gezimizde burası hepimizi en etkileyen yer olmuştu.

Xi’ an (Şian) Küçük bir yerleşim bölgesi olan Xi’an’da bir çiftçi tesadüfen ünlü Terra Cotta Savaşçıları ve Atları buluyor ve yöreye turist akımı başlıyor. Yüzlerce heykeli bir arada görmek tüm gezinin en şaşırtan deneyimi oldu. Reenkarnasyona inanan imparatorlar hayata beraberlerinde güvendikleri askerleri, hizmetkarları ve atları ile dönmek istiyorlar. Yeni imparator başa geçtiğinde ise, eskisi geri gelmesin diye hepsini kırdırıyor. Figürler aslında renkli sır ile fırınlanmış, imha edilirken yakıldığı için kil kalmış geriye. Bir bölümde ise arkeologlar hala bulmaca çözer gibi parçaları birleştiriyorlardı. Çin’de rehberlere bahşiş vermek adettenmiş, biz de grup olarak zarfa koyarak takdim ettik her gezinin nihayetinde, Beijing’deki rehberimiz ise daha otobüse yerleşirken zarf uzattı. Xi’an da ise bavullarımızı

Hangzhou'daki Long Jing yeşil çay bahçeleri çok ünlü. İmparator sadece bahar aylarında toplanan filizlerin en üst iki yaprağından yapılan çayı içermiş. Burada bize çay hakkında ciddi bir seminer verdiler; özet olarak poşet çay hiç kullanmayıp, hep yaprak çay almaya karar verdik.

44

MengerlerLifestyle

taşıyan delikanlıya ne kadar ısrar ettikse de bahşişi kabul ettiremedik, ancak rehberimizi araya sokunca kabul etti. Ne millet olursa olsun büyük şehrin şartlarının insanların saflığını kaybettirdiğini düşündüm. Tüm yolculukta her öğün kendime göre yiyecek lezzetli şeyler bulan ben, burada teslim bayrağını çektim. Gezi öncesi aldığım atıştırmalıkları taşıdığıma değdi. Yemek saatlerinden bize en ters gelen kahvaltılardı, böyle bir alışkanlık yok memlekette; öğlen ve akşam yenilenler geliyor yine sofraya, genelde de görüntüsü pek iştah açmayan çorbalar. Birkaç çeşit peynir ise bazı lüks otellerde mevcut ancak. Çin kültürü ve tarihi kitaplara sığmaz, ben 12 günlük gezimizden notlarımı paylaştım. Dünyayı severek, değişik kültürleri ve insanlarını kucaklayarak gezmeniz dileğiyle.

West Lake’de teknelerle İmparatorun yazlık sarayını ve Pagoda denilen tapınakları gezdik.


ÇİN

West Lake'de İmparatorun yazlık sarayı.

Çin Seddi'nde aşk ve evlilikte çıftlerin birbirine bağlı olması için takılan dilekler.

Hamur işleri ile ünlü restoranda hamuru kıvırıp, savurup gösteri yapan garson.

Çin Seddi'nin bazı bölümleri yüksek rıht ve dik tırmanıştan dolayı fit olmayı gerektiriyor. Dönüşte koca bir tabak dumpling'i suçluluk duymadan yiyebilirsiniz.

Yuyuan Bahçe'sinden mimari detaylar; Ejderhalar güc simgesi.

Dalga gibi kıvrılan duvarın üstü ejderhanın kuyruğu olarak tasarlanmış.

Tapınakların çatı uçlarındaki seramik figürlerin her birinin ayrı bir anlamı var.

Lingyin Tapınağı;genç ve yaşlılar tütsü yakıp,Buda'nın önünde diz üstü çöküp dua ediyorlardı.

Bir parkta gördüğüm bu ağacı belli bir formda geliştirmek amacı ile iplerle sımsıkı sarıp, kasnaklara almışlardı.

Shiba, kadın Buda. Çok kollu olması yardımseverliğini temsil ediyormuş.

Lingyin Tapınağı civarindaki tepelerde 345 kaya dini sembollerle işlenmiş, bunlardan biri de ünlü ' Gülen Buda'.

Göl kenarında gemi şeklinde köşk.

Çin Seddi'nde duvar boyu uzanan dilek anahtarları.

Çin Seddi; çeşitli silahlar.

Civciv, balık, ördek, formundaki dumplingler bambu sepetlerde buharda pişiyor.

Tapınak bahçesinde bir minyatür Pagoda.

Akşam yemeğinde gösteri sunan yerlerden iyisini bulmak için seçici olmanızı öneririm.

Six Harmonies Pagoda her terastaki çatısının ucundaki çanları ile çok sevimli.

Çay Müzesi; imparatorlar sadece bahar hasatındaki filiz yaprakları tercih ediyorlarmış.

Bonsai gibi bahçe sanatları ile doğayı kucaklayan hoş peysaj mimarileri...

Mengerler Lifestyle

45



Mengerler YAŞAMIN RENKLERİNİ YANSITIR...

4/2013 Lifestyle

VIANO İLE EGE MERCEDES - B ENZ E-SERİSİ İKİ EMRE YILMAZ ALAÇATI -Ş İRİNCE POTANIN PERİLERİ THOMAS ALVA EDISON

YILDIZLI HAYATLAR • KÜLTÜR • SANAT • SÖYLEŞİ • GEZİ • LEZZET • SAĞLIK


Tiber Nehri Tanrısı Tiberinus; elinde bereketli hasatı temsil eden buğday başaklı, narlı ve üzümlü" Cornucopia" ile.

İŞTE

ŞİRİNCE ve ALAÇATI YAZI VE FOTOĞRAFLAR: AYŞEN GÜREL SİLE

C

ornucopia, Latince "cornu copiae", İngilizce "horn of plenty". Bereket sembolü, içinden meyva ve yemişin taştığı boynuz biçimindeki sepet. Bu yöreleri gezerken diyorum içimden; İşte Cornucopia! İşte bu bolluğa, tazeliğe, berekete ve çeşitliliğe denir! Güzel ülkemizde ise, eskilerden günümüze bu topraklarda yaşayan değişik kültürlerin bize bıraktığı değerler de Helenistik dönem stilindeki sepetin anlatımını tamamlıyor. Türkiye bir kıta değil ama öyleymişçesine doğa, kültür, yaşam tarzı, dünya görüşü, farklı inançlar, etnik kökenler, lisan ve şivelerin konuşulduğu, her yöreye has halk sanatı ve mutfakların ülkesi. Bu ne güzel bir zenginlik ve renkliliktir! Hala keşfedilecek yerler olması, tarihin gizemi, bu topraklardan gelmiş geçmiş medeniyetlerin izi beni hep heyecanlandırmıştır. "Geleceğe Dönüş" (Back To The Future) filmini ilk seyrettiğimde dona kalmıştım; bu benim hayal oyunumdu. Arkeolojik harabelerde dolaşırken, tapınakları, mekanları yıkılmamış halleri ile ve o zamanın insanları günlük hayatlarını yaşarken, görünmez olan ben aralarında dolaşacak, konuştukları lisanı anlayacak, istediğim yere girip çıkacak, belki Sokrates'in yanında oturup ilk elden bilge sözleri dinleyecek, çarşıda dolanırken canımın çektiği bir meyvenin tadına bakacak; Kleopatra gözlerine sürme çekerken yanı başında durup seyredebilecektim. Efes’e son gittiğimde de oynadım hayal oyunumu; beyaz, kıvrımlı kumaşlara sarınmış kadınlar, erkekler, mermer taşlı yollarda, sütunların arasında geziniyorlardı. Ege’de bana bütün bunları çağrıştıran iki güzel beldeyi sizlerle 18

MengerlerLifestyle

www.historicalandboutique.org www ww w.hiisttor w. oriic ical alan lan andb dbou db outi ou tiqu ti q e. qu e.or or g org w w w. www. ww www.alacatiguide.org w.al alac acat ac atig ui uide ide d .oorg

paylaşmak istiyorum; geçmişte buralarda yaşayan Rum asıllı halk, benzer hayatlar yaşamış ve isimlerinin bu günkü haline gelmesinde de bize hoş hikayeler bırakmışlar geride. Eski kaynaklarda "Dağdaki Efes" adıyla anılması Şirince’nin köklü bir geçmişe sahip olduğunu göstermektedir. Yöre halkı tarafından


CORNUCOPIA!

CCumartesi Cu uma m rt rtes tes esii sabahı saaba bahı hı Alaçatı A la laça çattı tı pazarını paz a ar arın ınnı geziyorum. gezi ziyo iyooru rum. m Hava m. Hav avaa güzel, güze gü zell,l, insanlar ze ins n an anlla lar cana lar caana yakın yakkın ve ve insanın insa in sanı nınn içini nı iççin ini açan a an bir aç bir i bolluk. bol ollllu luk. luk k. LLavantalar, La avanttal alar lar ar, çe çeşit eşi şitit çe çeşit şitit to şi ttoplanmış opl p an anmı m ş do mı ddoğal doğa oğa ğall bitki bitk bi tkki ça çayları, ayl y ar a ı,ı yöreye yör örey örey eyee ha has sakız has saakı kız balı balıl ve ba ve re rreçeli. eçe çelilil . Me M Meyvanın, eyv yvan anın an ınn, se sebzenin ebz bzen eniin in ççeşidi. eşid eşid eş idii.i. Ta Taptaze apt p az azee ko kkokular kok oku kula lar vee körpecik lar kör örpeci örpe cik ik se ssebzeler; seb ebz bzel eler ler er;; hemen hem menn mutfağa mut utf tfa fağa fağ ğa kkoşup oşup oş upp yyemek em mekk ppişiresi işir işi iş ires esii ge ggeliyor liliyo y r in yo iinsanın. nsa sanı sanı nın. n.

manastır dense de en eski yapı Helenistik dönemden kalan bir kuledir. Zeytinlikler, mandalina, incir, şeftali, kiraz, ceviz bahçeleri ve üzüm bağları ile çevrili Şirince, karakteristik evleri ile çok şirin gerçekten. Ama köyün ismi geçmişte meğer "Çirkince" imiş. Özgün adı olan Kırkınca’nın efsanevi bir çağda dağlara vuran kırk kişiye atfen verildiği rivayet edilir. Rum telaffuzunda Kirkice, Kirkince ve nihayet

Çirkince denir. Bir kaynağa göre de, dağdaki köyün varlığını gizlemek için Aydınoğulları döneminde azat edilen bir grup Rum’un, kendilerine gösterilen yere yerleştikten sonra civar köydekilerin: "Yerleştiğiniz yer güzel mi?" sorusuna verdiği yanıttır: "Çirkince". Cumhuriyetin ilk yıllarında köyü ziyaret eden İzmir Valisi Kazım Dirik Paşa: "Böyle güzel bir yer Çirkince olamaz; olsa olsa Şirince olur" der. Mengerler Lifestyle

19


Şiri Şirince'de rinc incce' e'de d kkeçe eçee te eç ttekstiller. eks ksti t llller er.r. er

YYöre Yö öre üüzüm züm zü üm ba bbağları bağ ağl ğlar arıı iliile le ün üünlü. ünlü nlü lü.. Şa ŞŞarap araap ta ttadımı adı dımı m yyaptıran aptı apt ap tıraan dü ddükkanlar dükk ükk kkan kan anlla lar me lar m meydan eyddan ve ve St St.. Jo John ohn hn K Kilisesi'ne illis ises ises esi'i'i nee ççıkan ıkkan ppatikanın atikkan at anın ın iiki ın k yyanında ki anın an ında ın da ssıralanmış. ıral alan lan anmı m ş. mı ş

Hamarat ellerde Hama Ha m raat el ma elle lerdde kıtır le k ıtı kı tır vee ççıtır ıttırr kkabuklu, abbukkluu, ne nnefis nefi efis fis bbir i ir "Köy "K Köyy Ekmeği". Ekm kmeğ eği" i. i"

Şirince'nin Şiri Şi rinc ri n e' nc e ni n n me m meşhur şhur şh hur ddondurmacısı onddu on durm mac a ıssı Mu M Muharrem harr ha r em mA Aslan. sllan an.. Do Dondurmanın nddur u ma m nı n n tadı tadı ta dı gibi gibbi şa şak şakaları kala ka ları ve ları ve sohbeti sohb so h et hb eti ti de de tatlı. tat atl tlılı. Annesinin Annnesi sini nin in yaptığı yaapt p ığ ığıı dondurmayı minicik külaha donddur do u ma m yı y ööğe ğe öğe ğe öğe ğe bitiremiyor. bititiir irem irem miy iyor iyor or.r. Re RResimde esiimd mde de mi m iniici cik ik kü kül laha lah la ha dondurma don onddu durm ma şakası. şaaka kası sı .

Şiri Şirince'de rinc inc nce' e de e' d aaltın ltltın ın ootu tu vvee pa papatyalardan apa paty t al ty alar lar ardda da n dan yyaptığı ya aptığ ığı ğ ı çelenkleri çeele lenkkle lerii ssatan atan at tann bbir i nnine ir ine va ine in vvardı. ard rdı. dı.ı

20

MengerlerLifestyle

Şirince'deki Şi rinc ri inc nce' ce' e de d ki ki şşirin irin iri ir in tteyzelerden e zeele ey lerdden birinin bir irin inin in el el işi, işşi,i, göz göz öz nuru nur uruu y ün ço yü yün çoraplar oraapl p ar ve ve pa patikler. ati t kl k er er..

Şirincenin Şi rinc ri inc n en eniin in üünlü nlü nl lü Çı Çınaraltı ına nara raaltltıı do ddondurmacısının onddur u ma macı c sı cı s nı n n "Konuşan "K Konnuş uşan an Kavunları". Kav avun unlla un ları ları r "."


Kavu Ka Kavuncu vunc vu ncuu Du nc D Dud Dudu, udu du, Ka du, K Karp Karpuzcu arp rpuz uzcu uz cuu D Dudu uddu Alaçatı A Al laç a at atı Pa PPazarında Paza aza zarı r nd rı nda da bö böyl böyle ylee poz yl poz verdi. verddii.. ve

ZZeytin Zeyt Ze eyt ytin inn vvee çi çiçek içe çekk bi birr ar aarada; rad ada; da; a iikisinin k si ki sini nin in de de ççeşidi eşşid idii bo bbol. bol ol.l.

M yv Me Meyva, y a, a ssebze, ebze eb bze ze, e, çi ççiçek içe çekk de dderken erkken ddeniz e iz en iz m mahsüllerini ahhsü süll üllller eriin er ini de de uunutmayalım. un nut utma tma m ya y lılım. m. BBiz iz ddee kediler iz k di ke dile dile lerr gibiydik gibi gi b yddikk bbalık bi allıkk ppazarında. azar az arın ar ınnda da.

Alaçatı A laç Alaç Al a at atı Pa PPazarı'nda azaarı r 'n 'nda da rrengarenk enga en gare ga renkk kkilimler. ililim imle im ler. ler.

Alaçatı A Alaç Al laçat atı tı Pa Pazar'ında aza zar' r ınnda r' da m mor or eenginar nggin inar ççiçekleri. inar içekkle iç leri ri. Ba BBaşş aş aaşağı şağğ ı ku kkurutup kuru uru ruttu tup tup eski yapabilirsiniz. eski es k bbakır akkır kkaplarda aplla ap lard rda da şık şıık aranjmanlar aran aran ar anjm jm man anlla lar yya lar apa pabi abi b lilirs irs rsiin iniz i z. iz.

Saass Sassız, ssız ız,, körpecik ız körp kö rppec e ikk börülceler. bör örül örül ülce celle ce ler.r BBuharda ler. uhar uh har ardda da pişmiş, pişmi miş, ş üzerine üzeeri rine organik orga or gani nik sı sızm sızma zm ma ze zzeytinyağı eyttin inya inya yağğı ğı ggezdirilmiş, ezdi ez d ri di rililm lmiş iş,, yanında yanı ya n nd nda da kırmızı kırm kı mız ızıı soğan soğa soğ so ğan iliile le ha hhayal haya aya y l ediyorum. eddiy iyor orum or um m.

Paza Pa Pazarda zaardda yöreye yööre reye y hhas ye as eell do ddokumaları dok oku kuma malla ları ları r ççok okk zzengin. engi ginn.. Peştemallar, Pe şttemal alla lla l r,r havlular, hav avllu lula lul lar,r pikeler, pikel eler ler e , oyalar. oyal oy alar lar ar.. Eskinin Esski k ni nin in yeni yeeni ni stilde stitild lde ld de uyarlaması uyar uyar uy arlla lama m sı olarak ola lara lara rakk bu şalvarlar şal alva lvaarl rlar lar a çok çokk rahat rahhatt ve ve şık. şık. k.

Gözlerimiz Gö zller e im imiz iz ve ve gö gönlümüz nlü nl lüm ümüz ümü üz bayram bay ayra raam etti; etti et tti t; ne bbereketli erekket etli tlil ttopraklarımız oppra rakl k ar kl arım ım mız var. var ar..

Alaç Al Alaçatı a at atı Pa PPazarı'nda azaarı r 'n 'nda da rengarenk ren enga gare ga renkk sabunlar; sab abun bun unlla lar; lar; r kimisi kim imis isi defne, isi defn def de fne, e Mengerler Lifestyle 21 kkimisi ki imi misi si kkına, ınna, a, kkokla okla ok klaa kkokla okla ok kla aal.l.l. BBazı a ı aç az aaçıklamalar ıkkla lama lama m la lar da lar da ddikkat ikkka kat çeeki çekiyor; k yo yor; rH r; Hatay atay at tay D Defne efne ssabunu ef abun ab bunnu sa saç aç dö ddökülmesine dökü ökü k lm lmes e in ine ça çare are iimiş. miş. mi ş.


$/$d$7, ûú5ú1&(

Şirince Şi rinc ri inc ncee Ev EEvleri Evl vle leri ri hhem em m mimari imar im arii aç aaçıdan, çıddan an,, hem hem de he de yemyeşil yem mye y şi şilil yamaca yaama maca c adeta ca ade deta ta gömülmüş göm ömülmü müş üş gibi gibi bi konuşlandıkları kon onuş uşlla uş landdıkkla ları r ı için içi çin in bir bir arada arad ar ada da bile bile olsalar olsal alar larr çok çokk hoş hoş ggörünüyorlar. ör ün örü ör ünüy üyor orlla lar.r. lar. Civardaki Civaarddakki tepeler Ci tepe te pelle ler çamlarla ler çaaml mlar arla la örtülü, ört rtül tül ülü, ü Şirince'ye ü, Şir irin ince c 'yye çıkan çııka kan yol yool üzerinde üzer üz eriin er inde de ise ise mor mor çiçekli çiç içekkli hatmiler, hattmi mile ler,r deve ler, dev e e dikenleri dike dik di kenl nler ler erii enn ilgi ilg lgii çeken çeeke ken bitkiler. bitk bi tkkiller er.. Zeyt Zeyt Ze ytiin inlilikl k er kl er,, ma m anddal alin lin ina, ina, a iincir nciir nc ir bbahçeleri ahhçe çelle leri leri r vvee üz üüzüm züm m bbağları ağğla ları iile ları le ççevrelenmiş. evre ev reele lenm lenm miş i ş. iş. Zeytinlikler, mandalina,

Şirince'nin Şiri rinc inc nce' e ni e' n n te ttepesindeki epesiinddekki St. St. John St Joohn hn Kilisesi'nden Killis ises ises esi'i'i ndden e İkonavari İko kona kona nava vari va r bir ri bir i fresko freskko detayı. deta det de tayı tayı y.

K lilise Ki Kilisenin seni nin in ze zzemini emi mini ni ggeometrik, eome eo mettr me trikk, mo m modern dern de r ttarzda arzdda dö ddöşenmiş öşe şenm nm miş iş m mermer e me er merr ve ssiyah ve iyahh çakıl iy çakk ıll taşları taş aşlla ları ları r ile ile dikkat dikkka kat çekiyor. çeeki k yoor.r

22

MengerlerLifestyle

Çeşmeli bir avlu içinde yer alan St. John Baptist Kilisesi, T.C. Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından restore edilmektedir. İki büyük ve altı küçük kubbe, ayrıca da dört tonoz ile örtülüdür. Kubbe ve tonozları taşıyan ve kiliseyi sahınlara bölen altı devşirme sütun (büyük bir olasılıkla Bizans devrinden kalma) ve her iki tarafta dört ayak vardır. Hazreti İsa’yı sembolize eden en eski gizli işaretlerden biri olan balık tasviri (alçıdan) tavanda görülmektedir. Sağ tarafta bir kadeh içinden çıkan İsa görülür. Bu tasvir İsa’nın vücüdu ve kanını temsil ediyor. Güney duvarda da fresk kalıntıları vardır.


$/$d$7, ûú5ú1&( Dünyadaki herhangi bir yeri tam anlamı ile sevmenin, doğal güzelliğinin yanı sıra, insan güzelliği ile mümkün olacağına inanırım. Şirince’yi şirin yapan unsurlardan biri de bu idi. Meydandaki folklorik kıyafet giymiş dondurmacının seslenişini duyduk: "Annem yapar ben satarım, İçine sevgi katarım, Siz mutlu olun diye yaparım!" İçine, hem de sevgi katılmış dondurmaya kim hayır diyebilir? Sohbetinden keyif alacağımdan emin olduğum, kendini Muharrem Aslan, Arslan değil doğrudan hayvan diye tanıtan Şirince’nin şirin dondurmacısıyla laflamaya başladım. Şaka yollu dergimizden yollamak sözünü aldıktan sonra fotoğrafını çekmemize izin verirken, yanında yine folklorik elbiseler giymiş olan yardımcısı sevimli oğlunu gururla tanıttı. Öyle sadece külahta sunmuyor anne eliyle yapılmış dondurmalarını; yarım kavun keserek, üzerine meyva, çikolatalı sos veya meyva şerbetler dökerek yaratıcı ikramlar da yapıyor. "Stres, baş, diş ağrısına iyi gelir! Annem beni yapmış dondurma mı yapamayacak?" diyor. Adresini sorunca: "Çınaraltı Meydanı Dondurmacısı" yazmanın yeterli olduğunu söylüyor. Meydandaki çeşitli esnaf dükkanlarına davet ediyor; bağlarla çevrili yörenin ünlü üzümlerinden yapılmış şarapların

tadım ve satışını yapan birçok dükkan var; antika ve kilimlerle dekore edilmiş olanına uğrayıp bölgede yetişen üzümlerle ilgili bilgi alıyoruz. Sonra tepedeki St. John Kilise’sine tırmanmak üzere çakıl çukul daracık ama yöreye has tadımların ve el işlerinin satıldığı tezgahların; laf atan, her derde deva bitkilerin, köklerin reklamını kendi tatlı dilleri ile yapan ninelerin, teyzelerin olduğu eğlenceli bir patika bu. Alışveriş ve sohbet etmek aynı zamanda bir soluk alma oluyor ve farkına varmadan kiliseye varıyorsunuz. Manzaraya hakim konuşlanmış, mimarisi, girişte avlusundaki Meryem Ana heykelli havuzu ile sempatik bir kilise ama içeri girince içimiz buruluyor; güya restore edilmiş. Freskolarla bezeli duvar ve tavanları, mermer zemini ile belli ki zamanında özenilerek yapılmış. Köyün etrafında ise bugün hayvan barınağı olarak kullanılan birçok küçük kilise var. Eski Rum okuluna ait fotoğrafları, şimdi restoran olarak işletilen yapının duvarlarında görebilirsiniz.

Alaçatı, Rüzgarı ve İnsanları 1850’de adı "Alaca At" olan köy, Yumru Deresi’nin Ege Denizi’ne kavuşmaya çalıştığı yerdedir. Bataklık nedeni ile sıtmadan kırılan halk sadrazama heyet gönderir ve yakındaki Ege Adaları’ndan bataklığı

Surf Surf, rf,f, Al A Alaç Alaçatı'yı laç a at atı'ı yı ddünyaya ünyyaaya ünya ün y ttanıtan anıtıtan tan sspor. por.rr.. po Myga'da M My ga'd ga 'dda Ça Çağan ağa ğ n Ho Hoca Hoca'dan c 'ddan dders ca erss al er alan alanlar anlla an lar mutlu. lar m tl mu tlu. u u.

Tuuvaal Alaçatı'nın Tuval A laç Al a at atı'ı'nı n n hoş hoş re ho rrestoranlarından. est stor tor oran anlla an ları ları r nd ndan dan an. n. Adıı gibi Ad giibi b dduvarlarını uvar uv a la ar ları ları r nı n süsleyen süs üsle üsl leyyeen tu leye ttuval uva vall üz üüzerine üzer zer eriin ine re resim esi sim im ça çalışmaları, alıl şm mal alar lar a ı,ı, morr bo m mo boru boru r çiçekleri, çiç içekkle leri ri, begonviller bego bego be gonv nviilille nv ler vee güzel ler güz üzel el bir bir i menü. men enüü. ü.

Zeytin Zeyt Zeyt Ze ytin inn Konak Konakk ve ve Taş Taaş Otel Otel Ot el Alaçatı'nın A la laça çattı tı'n 'nın zevkli zeevkkli konaklama konakkla lama m dduraklarından. urakkla ları ları r nd ndan dan an..

Cumbalar, Cuumbbal alar lar ar,, Alaçatı A laçat Alaç Al atı evlerinin evle evl ev leriini nin in karakteristik mimari kara ka rakt ra k er kt eriis isti tikk mi m m ri ma ri ddetayı. etay et tay ayı.ı.ı

Mengerler Lifestyle

23


Asma Asma m YYaprağı'nda apra ap rağı ra ğ 'nnda ğı da yyemeklerin em mek ekl kle leri rin antika anti an tika ti ka ccam ka am m vvee porselenlerde gözleri pors po rsel elen len enl nle lerdde gelmesi, gellm ge lmes esii,i, öönce ncee gö nc zller eri ri ile ilile yiyenler yiyyeenl yiye yi nler lerr için içi çn çesnileri çeesn snilililer erii da er daha daha h leziz lez e iz iz kılıyor. kıllıyyor or..

Paalm Palmiyelerin lmiyel eler ler erin inn altındaki altltın ınnda daki daki k çay çayy bahçesi bahhçe ç si si ççok okk kkeyifli. eyiifl ey ifli.i

Alaçatı'da, sürprizler A laç Alaç Al a at atı'ı'da da,, hoş hoş sü ho sürp rppri rizllerr bekler bekkle ler sizi; ler sizi zi;i; bazen baze baze ba zenn tü ttüm üm so ssokağı sok oka kağı ğ kkaplayan, aplla ap laya laya y n, n ttavanı avan av anıı da an da bbalık allıkk aağları ğlar ğl arıı olan olan bir bir i restoran, res estto tora tora ran, n bazen n, baz azen en de de sevimli sevi se viml mli dükkanlar. dükk dükk dü k an anlla lar.r. lar.

Asma Assma ma Yaprağı'nın Yappra rağğı ğ ı'n 'nınn sevimli sev e im imlil dekoru. dek ekor kor oru. u.

Bir B r re Bi rrestoran est stor tor oran an girişi. gir iriş iri işi.i.

Dar mekanlar Dar bütçe büütç tçe ile ilile zevkli zev e kl k i me m mek eka kanl nlar lar yaratmak; yarat atma m k; k bir restorandan bir re est stor tor oran andda an dan köşe. dan köşe köşe kö şe..

RRestoranın Re stor st tor oran annın cana can anaa yakın yaakı kın sahibi sah ahib hibbi ve llezzetlerin e ze ez zetl tller eriin in yyaratıcısı a at ar atıc ıcıs ısı Ayşe N ur M ıhcı ıh hcı c , Ay Ayşe şenn Gü şe üre rell Si Sile le bbirlikte. irlilikt irli ir k ee.. kt Ayşe Nur Mıhcı, Ayşen Gürel

Zeyt Zeyt Ze Zeytin ytin in Konak Konakk O Otel'in tel'l'inn te bol naneli bol bo nane na nelilil limonatası ne lim imonat atas asıı m ht mu muhteşem! hteş eşem eş em m!

Şirin Şi rin ri in bi birr ta ttakı akı kı ddükkanı ükkka ük kanı ggirişi. irişşi.i. iriş ir

Tango Ta ang ngoo An A Antika; nti tika ka; so ka sok sokak kak ar ka aras arasında asın as ınnda da m mutlu utlu ut tlu bbir i kkeşif ir eşiif eş if ddaha. aha. ah ha. a

24

MengerlerLifestyle

Köşe Kö şe K Kahve; ahhve ve;; şömineli, şöömi mine n lil , Murano M raano avizeli Mu avi v zeelil hoş hoş bbir i ddekorda ir ekor ek kor ordda da ttadına ta adı dınaa doyamadığınız dına doy o am maddığğ ın ınız ız sakızlı sakkız ızllılı kahvenin kahhveni nin adresi. addresi si.

Köşe Kö şe K Kahve ahve ah hvee girişi. gir iriş işi.i.

Ters Te ers ççevrilmiş ev ri rililm lmiş i iiskemleler skkem mle lele lel ler dü ler ddüzelecek, düze üze zelle lece lece cek, k, k, sofraları sofr so fral alar lar arıı Begonviller Bego Bego Be g nv nvilillle ler süsleyecek. ler süüsl sley leyyec e ekk.


$/$d$7, ûú5ú1&( kurutmak üzere Rum işçiler getirtilir. Bataklık temizlenir, toprağın bereketini gören Rumlar yerleşmeye karar verirler. Alaca At demeye dili dönmeyen Rumlar buraya Alatzata adını verirler ve bu güzel evleri yaparlar. Alaçatı’da ümitlerim yeşerdi; sanatçısı doğa ya da insan olan, güzelliklerin değerini bilen ve kurtarmaya çalışan insanların başardıklarını gördüm. Umalım 2001’de kurulan Alaçatı Koruma Derneği diğer beldelerimize de korunarak gelişmede örnek olsun. Alaçatı’yı hem insanı, hem sunduğu tüm güzelliklerle çok seveceksiniz.

sahibi Türklerin, Rum işçilere tarlalarını kiraya vermesi ile başlar; dere tepe bağlar kurulur. 1890’larda Alaçatı Limanı’ndan dünyanın her yerine şarap ve kuru üzüm gönderilir, zeytinlikler, dutlukların yanı sıra dünyada yalnızca Sakız Adası’nda yetişen sakız ve badem ağaçları yetiştirilir. 1914 Balkan Savaşı yıllarında Rum halk kaçar, 1924 mübadele yıllarında gelen Müslüman Türkler ise bağcılık ve zeytincilik hakkında bir şey bilmediklerinden bağları söküp yerine tütün dikerler.

Rüzgarın gücü... Don Kişot'un taş yel değirmenleri ve uzaklarda modern teknolojinin rüzgar tribünleri ise Alaçatı’ya has bir kontrast.

Bu iklim ve topraklar tütün yetiştirmeye elverişli olmadığından halk sıkıntıya girer, ancak geçinir. Alaçatı 1990’lı yıllarda sörf tutkunlarının keşfi ile yeniden canlanır. Sabah Alaçatı pazarını gezerken geçmişte yaşananları düşünüyorum; şaşırıp gülümsememek mümkün değil bu bolluk karşısında. Kavunlar yığılı bir tepecik olmuş; bir bez pano gerilmiş "Kavun Dudu" yazıyor, arka fonda kavun tarlaları ile bir Hatun Teyze’nin resmi. Bir bakıyorum Kavun Dudu bana laf atıyor. Meyvalar gel resmimi yap, salatalar nar ekşisini gezdirip çıtır çıtır ye derken, mor enginar çiçekleri ve lavantalar bizi hemen bir vazoya yerleştir diye sesleniyorlar. Sakız balı, lokumu, reçeli, kahvesi, çeşit çeşit bitki çayları ve el işi göz nuru dokumaları ile tam bir cümbüş.

Alaçatı’da tarımda verimin başlaması Hacı Memiş Ağa önderliğindeki büyük toprak

Öğleden sonra hoş sürprizler ve yeni keşiflerden emin, kaybolmak üzere Alaçatı’nın

Alaçatı A Al laç a at atı es eeskiye ski k yee ssahip ahhip ip ççıkan, ıkkan an, n, yo yozlaşmaya zllaş aşma m ya ma y iise se kkarşı karş ka arş rşıı koyan koya koya ko y n örnek örne örne ör nekk bir bir beldemiz. belddem beld be emiiz i z. iz.

Zeytin Zeyt Ze ytin yt inn Konak Konakk O Otel'de tel'l'de te de dduvarda u ar uv ardda da değerlendirilmiş değe değ de ğerl rlen len enddi diri rililm lmiş iş çeşitli çeşşititlilil antik ant ntik tikk bbuluntular. ulun ul lun unttu tula tul lar.r. lar.

Rüzgarın üflediği sörfler, kanatlarını katlamış kelebekler gibi yer yer turkuaz, yer yer koyu mavi sularda. Yılın en az 330 günü rüzgar esen Alaçatı Limanı’nda dalga yok, dibi sığ kumluk ve bu özelliklerinden dolayı bugün dünyanın en önemli sörf merkezlerinden biri. Rüzgar... Cumbalı beyaz evlerin uçuk mavi pervazlarından dışarı incecik keten perdeleri uçuruyor.

sevimli sokaklarına atıyorum kendimi. Show öncesi hazırlığı gibi restoranlar, cumartesi akşam yemeği telaşındalar. Ters çevrilmiş iskemleler düzeltiliyor, masalar hazırlanıyor. Tüm ürünlerimiz yerli yetiştiriciden diye belirtilmiş; Asma Yaprağı’nda taptaze dolmalar tepsilere diziliyor, mezeler süsleniyor. Alaçatı’nın cıvıl cıvıl sokaklarını, enerjisini hissetmek için begonvillerin altındaki Tuval Restoran iyi bir seçim. Deniz ürünleri ve deniz kenarını canınız çekerse, Ferdi Baba Marina’yı öneririm. Burası sokaklardaki kalabalıktan uzak, sakin ve sessiz bir akşam yemeği için ideal; deniz kenarındaki masalar deniz aydınlatıldığı için ayrıca hoş ama erken rezervasyon gerekiyor. Yemeklere gelince, Laos buğulama nefisti, deniz mahsulleri çorbası ( Bouillabaisse) kıvamındaydı, onca leziz mezeden sonra fazla gelmesine rağmen keyifle kaşıkladık. Üzerinde sakızlı dondurma ile gelen karamelize ekmek tatlısı geceyi mutlu bir son ile noktaladı. Yeryüzünde görülecek daha nice yer varken, tekrar tekrar gitmek istediğiniz yerleri düşünün, sizi çağırırlar sanki, özlemini çekersiniz. Ülkemizde böyle beldelerin her geçen gün çoğalmasını dileyelim. Dünyayı severek gezerken, başka bir yazıda buluşmak üzere...

Don Don Ki K Kişot'un şot't't unn eejderhaları şo jdder erhha hala hal ları ları r ı ve ve uzakta uzakkta yeşil yeş eşiilil enerji tribünleri. ener en e jij ssimgesi imge im g si si rrüzgar üzga üzga üz garr tr trib ibbün ünle ünl leri r i.

Mengerler Lifestyle

25


"Hangi Emre Yılmaz'ı arıyorsunuz?" YAZI: AYŞEN GÜREL SİLE FOTOĞRAFLAR: SENİH GÜRMEN EMRE YILMAZ ARŞİVİ

Bu söyleşi bir Emre Yılmaz ile başladı; derken iki Emre Yılmaz’ın hikayesi oluverdi. Biri müzik, diğeri animasyon ve dijital kuklacılık alanlarındaki başarıları ile tanınıyorlar. Müzisyen olan İstanbul New York arası mekik dokuyor, diğeri San Francisco’da yaşıyor. İkisi de tutkularını çocuklukta bulmuş. "Sevdiğin işi yaparsan bir gün bile çalışmamış olursun" demiş Konfüçyüs. Onlar: "Ben her gün en sevdiğim şeyi yapıyorum, bir de üzerine para veriyorlar" diyen şanslı insanlardan. Kendi alanlarında, birbirlerinden habersiz en çok severek yaptıkları projelerden biri de Susam Sokağı (Sesame Street) olmuş. Sadece başarılı değil, yardımsever ve iyi insanların yaşam hikayesini barındıran bir söyleşi bu; yazı içindeki linkte Animatör Emre Yılmaz’ın babasının hayat hikayesini de okuyunuz. Müzisyen Emre şöyle anlattı tanışma hikayelerini: "Diğer Emre Yılmaz ile daha öğrenciyken yazışmıştık ve eğer ihtiyacım olursa kendisine ait olan emreyilmaz.com adresinde bana bir link verebileceğini söylemişti. 'Only Yesterday' isimli şarkım çok beğenilip prestijli Billboard Dergisi’nde hakkımda çıkan yazı üzerine, sayfama sayfasında link vermesini rica ettim. Ertesi sabah bir email'de: "Bu iyi mi?" ( Is this good? ) yazıyordu.. Sayfasını ikiye bölmüş, bir tarafa beni, bir tarafa kendini koymuş ve yukarıya; Hangi Emre Yılmaz’ı arıyorsunuz? (Which Emre Yilmaz are you looking for?) yazmış. Hala her gördüğümde gülümseyip teşekkür ediyorum. Kazanmak için başkasının kaybetmesinin gerekmediğine, ‘herkesin kazanması’ idealine inanan bir insanla daha tanışmış oldum." 38

MengerlerLifestyle

Emre Yılmaz Em Emre Yıllma m z

Biz de önce Müziyen Emre Yılmaz’ı tanıyalım. Müzik sevginiz ve yeteneğiniz kimler tarafından fark edildi? Ailem tarafından, çocukluktan beri çeşitli aile kutlamalarında elimde gitarım şarkı söylerdim. Eğitiminiz, sizi etkileyen müzisyenlerden bahseder misiniz? İlkokuldayken Behzat Gerçeker 2 yıl boyunca piyano hocam olmuştu. Şişli Terakki Lisesi’nde hazırlık öğrencisiyken, Ömer Bayramoğlu ile tanıştım ve gitar derslerine başladım. Liseler arası Altın Mikrofon Müzik yarışmasında Türkiye İkincisi olduk. Akabindeki yaz Sertab Erener’in vokalistliğini yaptım, "Aacayipsin" adlı Tarkan şarkısını söylüyordum konserlerde, o yüzden "Sertab’ın 14’lük Tarkan’ı" diye yazılar çıkmıştı. O dönemde Sezen Aksu ile tanıştım. Müziğin artık mesleğim olmasına ve konservatuara gitmeye karar verdim. İsmet Ertaş ile klasik gitar derslerine başlayıp konservatuvara hazırlandım. İstanbul Üniversitesi Devlet Konservatuvar’ının orta-lise kısmının gitar bölümünde Erdem Sökmen ile bir yıl çalıştıktan sonra, 1997 yılında burs kazanıp Amerikaya geldim. Michigan eyaletindeki Interlochen Arts Academy’de John Wunsch ile çalıştım. Üniversitede Eastman School of Music’de Andres Segovia’nin öğrencilerinden Nicholas


Emre Yılmaz Em Emre Yıllma m z

Golluses hocam oldu. Klasik gitar eğitimi boyunca David Russell, Assad Brothers, Roland Dyens, Fabio Zanon, Scott Tennant ve Adam Holzman gibi ustaların derslerinde çalma fırsatım oldu. Okul bitince 2003 yılında New York’a taşındım. Caz gitarist Spiros Exaras ile de yıllardır New York’ta çalmaktayız. Sizi en etkileyen projeler neler oldu? En son çok keyifli bir proje yaptım, gitarist, besteci veya şarkıcı olarak değil de müzik direktörü olarak. Ares Media olarak Susam Sokağı "Elmo Makes Music" adlı müzikalin Türkçe prodüksiyonu ve dublajı idi. Geçtiğimiz Aralık'ta, TİM Show Center'de sahnelendi. Tüm şarkıları Türkçeye uyarladım ve sözlerini yazdım. Susam Sokağı farklı jenerasyonlara aynı anda hitab edebilen bir proje, 80’li yılların çocukları şimdi kendi çocuklarını ellerinden tutup getirdiler gösteriye. Bu yüzden hem çocuklara, bir yandan da anne babalara hitab etmek gerekiyordu. Çok değişik ve keyifli bir tecrübe oldu. Tarzınızın oluşmasına etkisi olan yerli ve yabancı müzisyenler kimler? Yerli olarak MFÖ ve Bülent Ortaçgil diyebilirim. Yabancılardan; John Lennon, Paul McCartney şarkıları hayat felsefesi niteliğindedir.

Besteciliği ve performansiyla Sting herzaman etkilemiştir beni. Batı ve doğu kültürünü aynı zamanda yaşayan bir sanatçısınız, bu birikimlerin müziğinize etkisi oluyorsa nasıl yansıyor? Ne kadar çocukluktan itibaren batı müziği dinleyip eğitimini almış olsam da geldiğim yerin birikimi benimle. Bunun kıymetini daha çok New York’a fark ediyor insan. Dünyanın her yerinden gelmiş müzisyenler var, hepsi geldiği yerden birşeyler getiriyor. Emre Yılmaz ne tarz müzik yapıyor diyebiliriz? Alternatif pop diyebiliriz. Bir his, bir mesaj ya da bir tını ile mi başlıyor yeni bir şarkının ilk notaları? Genellikle önce bir melodi ile geliyor. Sonraki üretim aşaması ayrı bir hikaye, bazen sancılı olabiliyor ama baştan sona o şarkı bittiğindeki hissiyat tarifsiz. Kendimi çok şanslı hissettiğim bir başka şey ise bu konuda kafalarımızın uyuştuğu birkaç dostumun olması, birlikte yazıyoruz. Şarkıların çok başka bir gücü var, sözün ve melodinin doğru birleşiminin dünyayı değiştirebilecek bir güce sahip olduğunu düşünüyorum. Mengerler Lifestyle

39


ú.ú (05( <,/0$=

Adaşınız ile tanışmanıza neden olan şarkıdan söz eder misiniz? Kuzinim Melis Anahtar o sene MIT’den mezun olup Rhodes Scholar olarak Oxford’a gidecekti ve ona mezuniyet hediyesi olarak bir şarkı yapmaktan daha iyi ne olabilirdi ? New York’ta 2004’den beri beraber çalıştığım arkadaşım Ayhan Şahin ile ‘Only Yesterday’ adında bir şarkı yaptık. Mezuniyet partisinde ona şarkıyı www.songformelis.com diye bir web sayfasıyla hediye etmiştim, sonuçta o gün mezun olan herkesin şarkısıydı ve web sayfasının trafiği yoğundu. Bunun üzerine Ayhan’ın şirketi Young Pals üzerinden şarkıyı piyasaya çıkarttık, bir mezuniyet şarkısı gerekirse lisanslanmış olsun diye ve Billboard’da hakkımızda çok güzel yazmışlardı. New York ve İstanbul’daki çalışmaları nasıl programlıyorsunuz ? 1997-2010 arası Amerika’da yaşadım, şimdi iki en sevdiğim şehir arasında gidip geliyor olmak çok güzel. İkisi de benim şehrim. Sadece bazen ne oraya ne de buraya ait olmadığını hissediyor insan. MusicWorks kurucularından 40

MengerlerLifestyle


ú.ú (05( <,/0$=

Murat Hiçdönmez, Ersel Serdarlı ve Ares Media olarak Istanbul’da bir stüdyo açtık. Sarıyer’de hem İstanbul’da, hem de şehir dışındaymış gibi hissettiren bir yerdeyiz. Birçok ünlü kişiyle karşılaşmanın en mümkün olduğu şehir New York diye düşünüyorum, bu konuda anılarınız var mı? New York sokaklarında herkesi görmek mümkün. Bir gün, gündüz bir etkinlikte çalmıştım, eve dönerken Paul McCartney’i gördüm. Daha olayı idrak etmeye çalışırken o karşımda durdu ve sırtımdaki gitar çantasını göstererek: "Hey sırtındaki bir gitar mı?" dedi. Ben donup kaldığımdan sadece: "Sizi görmek çok güzel" diyebildim. Yani sokakta bir ünlüyü görüp konuşma durumunun çıtasını benim için oldukça yükseltti Paul McCartney. Onun dışında çaldığımız özel davetlerde ünlü isimler oluyordu zaman zaman. Bir keresinde ünlü televizyoncu Matt Lauer’in evinde bir partide çalıyorduk. Davetliler arasında Jerry Seinfeld, Regis Philbin, Barbara Walters ve Bon Jovi vardı. Bir başka seferinde çaldıgımız bir düğündeki davetliler arasında ise Robert Mengerler Lifestyle

41


ú.ú (05( <,/0$= De Niro vardı. Yine özel bir partide çalarken yan evlerden sesi duyup gelmiş, kendisine içki ikram ettik, sohbet ediyorduk, insanların ona gelip: "Sizin büyük hayranınızım" demesinden anladım, ünlü İngiliz şarkıcı Joss Stone’muş. O kadar mütevazi ve normal gelmişti ki. Sezen Aksu, Sertap Erener birlikte performans yaptığınızı bildiğim Türkiye’deki ünlüler. Bu programlardan ve başka eklemek istediklerinizden söz edelim. 2011 Temmuz Açıkhava Konserleri'nde Sezen

Hanım sahnesine davet etti ve bir şarkısında düet yaptık. Heryere ve herkese yetişecek boyutta sevgi dolu bir kalbi var kendisinin, çok özel bir insan. Emre Yılmaz’ın yaşam felsefesi nedir? John Lennon’un; "Hayat sen başka planlar yapmaktayken olup bitenlerdir." sözü çok önemli bence. Sevmek, öncelikle kendini sevmek, kabul etmek, kendi ışığının hiç sönmediğinden emin olarak yaşamak. Bazen karanlıkları aydınlığa çevirmek için tek bir ışık yeterli olabiliyor.

Gerçekleştirmek istedikleriniz ve hayalleriniz ile söyleşimizi noktalayalım isterseniz. Yazmaya, çalmaya ve söylemeye gücüm yettiği sürece devam etmek istiyorum. Bir ömürlük bir eğitim bu. İnsanın kendisini öncelikle kendi kalıplarından arındırmaya çalışması, daha özgürce ifade edebilmesi. Bu yolda ilerlemek, geriye dönüp baktığımda hikayesi olan şarkılardan oluşan albümlerimi dinlemek istiyorum. Onun dışında da zaten hayatta sevdiğim işi yaparak hayalimi yaşıyorum.

Animasyon ve Dijital Kuklacılık Animasyon ve dijital kuklacılığa nasıl merak sardınız? Çocukluğunuzda Walt Disney yapımları sizi büyüledi mi? Kendimi bildim bileli animasyon ve kuklacılığa meraklıyım. Disney, Warner Brothers çizgi filmleri, Susam Sokağı ve Muppets özellikle. Ben çocukken Disney’in kısa metrajlı filmlerini seyretmek kolay değildi. Bambi ve Sinderella gibi filmler birkaç senede bir yakınımızdaki bir sinemada oynardı ama kısa metrajlıları bütün kütüphaneleri araştırır, ödünç almaya çalışırdım. Nasıl bir öğrenim yolu izlediniz? Benim öğrenimim biraz sıra dışı idi. Öğrendiğimin çoğunu ya kendim, ya da işde öğrendim. Önereceğim bir strateji değil, şimdi çok daha iyi seçenekler var. Lisedeyken animasyon ve kuklacılık ile geçim sağlıyabileceğime inanmıyordum. Bu "Toy Story"den önceydi! Sonunda Harvard Üniversitesi'nde psikoloji, nöroloji ve bilgisayar biliminin kesiştiği bir alan olan kavramsal bilim okudum. Örneğin video oyunları için basit araba kullanma simulasyonları. Üzerinde çalıştığım bazı konular insanların nasıl emniyetle fren yapabilecekleri ve insanların araba kullanırken sohbet edince nasıl dikkatlerinin dağıldığı idi. Tüm artan zamanımı kuklalarla çalışarak geçiriyordum. Üniversitede kuklalar için bir sahne oyunu 42

MengerlerLifestyle

düzenlemek, yerel tv’de Muppet tipinde bir gösteri hazırlamak ve Güzel Sanatlar’da okuyan kardeşim Levni'nin projelerine yardım etmek gibi. Bilgisayar grafiği programlarını animasyon ve eğlence yaratmak için kullanabileceğimin farkına vardım. Ve nasıl olduysa San Francisco’daki ufak bir firmayı beni işe alması için ikna ettim! Yetişmek için çok çalışmam gerekiyordu. Ama eğer birşeye gerçekten ilgi duyuyorsanız, çalışmak çok kolay geliyor. Bugün bile öğreniyorum, işime yardım edeceğini düşündüğüm konularda ders alıyorum. Coursera (coursera.org), Udacity (udacity.com), EdX (edx.org) gibi üniversite ve lisansüstü kategorisinde ( MOOCs diye de biliniyor ) internette parasız derslerin sunulduğu sitelerin yaratılması beni gerçekten çok heyecanlandırıyor. Uzun çalışma saatleri olan bir ebeveyn olarak bu siteler sayesinde

çok şey öğrenebildim. Sanırım öğrenime çok değer vermemin ve bunu değerlendirmemin sebebi yakın zamanda vefat eden babamın hayat hikayesi; Denizli Dergisi’nde yayınlandı. http://yilmaztheory.com/babastory/articles/ DenizliMagazineArticle.pdf Yarattığınız karakterlerden söz eder misiniz? Shrek 3’de Prenses Fiona’yı (Shrek’in eşi) Madagascar’da çocuk karakterlerinin yarısını oluşturdum ve sahne arkası teknolojinin bir kısmında çalıştım. Christmas Carol’da ise Marley’in hayaletini ve Christmas Hayaletinin Geleceği’ni. Korsanlar, Kovboylar ve Uzaylılar’da hareketler, ciltler ve kıyafet simulasyonları üzerinde çalıştım. Susam Sokağı çok farklı bir projeydi. Elmo’nun dünyası için çekmece, tv seti ve kapı gibi canlı mobilyalar yarattım; bilgisayar animasyonu olmasına rağmen Elmo


ú.ú (05( <,/0$= ile birlikte gösterime sunulabiliyordu. Bir karakterin yaratım aşaması nasıl başlıyor ve ne gibi teknikler kullanılıyor? Teknik yönden bir karakter üzerinde birkaç grup çalışır. Önce sanatçının çizdiği eserin bilgisayarda 3D model ve heykeli yapılır. Bir heykel sanatçısının bilgisayarda yaptığınla eştir. Sonra sıra animasyondadır, karakterleri canlandıran ve kişiliğini ortaya koyan insanlarda. Animatörler kabaca aktör ve kuklacı olmak ile benzetilebilir.

ve birgün çocuklarımın benim üzerinde çalıştığım programları seyredeceklerini bildiğim için Susam Sokağı için yaptığım çalışmanın kalbimde apayrı bir yeri var. Birlikte çalışmaktan zevk aldığım diğer bir proje de kardeşim Levni’nin "Tales of Mere Existence" isimli başarılı YouTube serisi: www.ingredientx.com. Bir projede en zevkli ve en zor kısımlar neler? Benim için ilk safhaları hem en zevkli, hem de en zor. Bazen bir karakter ya da proje güçlük

firmalardan farklı ve tam anlamıyle kendimi vererek bir çalışma yaptım. Heyecanımı da gördüklerinde Susam Sokağı projesini biz aldık. Bunu anlatmamdaki neden, bir şeyi çok istediğinizde, tutku ile sıra dışı şeyler yapmak sizi sonuca götürür. Bu alanda çalışacaklara ne gibi önerileriniz var? Gördüğüm en harika animasyon işleri Avrupa’da Supinfocom, Gobelins, Filmakademie Baden Wurttemberg’den çıkıyor. İnternette de animationmentor.com ve fxphd.com gibi siteleri öneririm. İlk başlandığında büyük stüdyolara girmek zor, ancak belli bir konuda uzman iseniz ve bunu kanıtlayacak çalışmanız varsa olabilir. Ufak bir stüdyoda başlarsanız, daha çok sorumluluk alıp, çeşitli alanlarda çalışarak yükselme şansını elde edebilirsiniz. Başkaları ile uyumlu bir şekilde ekip çalışması çok önemli. Türbülanslı bir alan olduğunu da bilmekte yarar var; ulaşmak istediğiniz yere varmanın anahtarı; esnek, açık görüşlü olmak ve alternatif yollar aramaktır. Emre Yılmaz’ın hayat felsefesi ve hobileri neler? Yapmaktan çok zevk aldığım ve geçimimi sağladığım bir meslek bulduğum için kendimi çok şanslı hissediyorum. İş dışında en çok çocuklarımla oynamak, doğada yürümek ve kamp kurmak başlıca zevklerim.

Bu arada benim yaptığım hassas bir kısım var; karakter teknik yönlendirme (rigging) denilen. Kuklanın bilgisayarda yapılmasıdır; sanat ve bilimin, estetik ve programlamanın karışımıdır. Animatörün karakteri istediği şekilde hareket ettirebilmesi, yüz ve istenen duygu ifadelerini gösterebilmesi, bizim işimizdir. En çok hangi projelerden zevk aldınız ve gurur duyuyorsunuz? Ben üzerinde çalıştığım her projede keyif alacağım kendine özgü birşey bulurum. İlk defa karşılaştığım bazı teknik zorlukları çözmenin keyfi gibi. Bazen bir projeyi esas harika kılan insanlar; özellikle Dreamworks ve Imagemovers’da birlikte olağanüstü çalışan müthiş bir yaratıcı ekip var. Muppet kuklacıları ile çalışmak çok zevkliydi

çıkarır, işe yarayanı bulana kadar çeşitli metotlar denerim ve bu yeni yöntem ya da işlem çalışırsa, çok heyecan vericidir. Genel seyirciyi şaşırtacak yeni teknikler var mı? Bir tanesi özellikle enteresan; sanal karakter bir çocuğun söylediğine karşılık veriyor; yani sanal karakterle sözsel bir iletişim kuruluyor. Beni diğer heyecanlandıran da 15 sene önce buzdolabı büyüklüğünde bilgisayarlar varken, şimdi akıllı telefon ve tabletler gibi ufak ekranlar için tasarlanan programlar. Paylaşmak istediğiniz ilginç bir anınız var mı? Susam Sokağı’nın firmamızla bir proje için iletişimde olduğu dedikodusunu ama firmamızın pek hevesli olmadığını duymuştum. Ben SS’ını çok sevdiğim için diğer

Em Emre mre YYılmaz'ın ıllma m z' z ınn bbabası abas ab bas asıı de ddeğerli eğe ğerl rlili Bi BBilim ililim m Ad Adam Adamı am mı Hüse Hü seyi yin in Yı Yıl lmaz lm az''ı'ın duygu duyg duyg du yguu yüklü yüükl k ü vee sıra sır ı a dışı dışı dı ş hayat hayat at Hüseyin Yılmaz'ın hikka hi kaye y siinii yyazıda azıd ıda da iliilişik liş işik ikk olan ola lan linkte lan liinkkte okuyabilirsiniz. oku kuyyaabi b lilirs rsiin rs iniz ini i z. hikayesini

Mengerler Lifestyle

43



Mengerler YAŞAMIN RENKLERİNİ YANSITIR...

1/2014 Lifestyle

JIMMY NELSON MERCEDES-BENZ S-SERİSİ SALZBURG - KEY WEST İSMAİL TÜREMEN AYŞE TOLGA 3D YAZICILAR

YILDIZLI HAYATLAR • KÜLTÜR • SANAT • SÖYLEŞİ • GEZİ • LEZZET • SAĞLIK


Ressam İsmail Türemen kendisi ile yüz yüze… Elindeki eser kaybettiğimiz değerli heykeltraş Haluk Tezonar'ın.

SÖYLEŞİ: AYŞEN GÜREL - SİLE FOTOĞRAFLAR: SENİH GÜRMEN Sanat tarihinde sizin gibi maviye tutkusu olan bir isim aklıma geliyor “Yves Klein”. Sanat çevrelerinde uluslararası “Klein mavisi” diye bahsettiğimiz, bu patentleşmiş rengin sahibi. Bana “İsmail Türemen mavisini” ve bu tutkunun nasıl başladığını anlatır mısınız? Yves Klein’ın mavisi çok özellikli, laboratuarda elde edilmiş bir kimya olayı, benimki ise birçok mavinin birbirine sarılıp, yeni bir mavi isteriz diye bağırması. O nedenle aramızdaki mavi farkı çok yoğundur. O Avrupalı mavidir, bu Anadolulu mavidir. Rastlantılar da söz konusu ama yaşamımda çok büyük yeri olan, denizle olan ilişkim ister istemez bu mavinin katmanlarını gösterdi bana, 30 metreden yukarı bakınca deniz içinde bambaşka maviler gözüküyor. Çocukluğumuzda çayırlarda oynardık, çakır dikenler vardı. Bunların öyle bir mavisi vardı ki, rastlantısal ama severek bakardım. Nitekim böyle mavi skalasına sahip pek çok diken ve bitki vardır, yani mavisiyle zengindir Anadolu. Küçücük bir noktada bile maviye baktığınız zaman hemen yalın bir sevgi veriyor. Resimlerinizde, kunt yapılı çıplak figürler, beden dili olarak bana

36

MengerlerLifestyle

Ünlü Ressam ve değerli hocam İsmail Türemen’le Teşvikiye’deki adeta bir müze olan atölyesinde söyleşi için buluştuk. Her gün atölyenin dimdik merdivenlerini sanat aşkı ile tırmanan ressam, dış dünyadan uzak, iç dünyası ile baş başa, sanat yolunda heyecanlı yeni maceralara, yüreğinin götürdüğü denizlere yelken açıyor.


İSMAİL TÜREMEN’İN MAVİ DÜNYASI

Cam heykeller birer mücevher gibi; toprak altından çıkan antik camlardaki puslu, aşınmış, yaşanmış değerlerin yanı sıra, lapis, opal, turkuaz gibi yarı değerli taşları anımsatan pırıltılar, damarlar, ışık oynaşmaları bir arada. Resimlerini üç boyutlu görmek isteyen sanatçı, maceralı, araştırmacı ve ilk defa denenen tekniklerle büyük boyutlu seramik ve cam heykel çalışmaları yapmış. Resimdeki figüratif eser, taş çağrışımı yapan cam heykellerden biri.

Mengerler Lifestyle

37


SÖYLEŞİ İSMAİL TÜREMEN kendilerinden çok emin ve yere sağlam basıyorlar izlenimi veriyor. Kimleri temsil ediyorlar ve neler anlatıyorlar? Bugün “Diren Gezi”yi yapanları belki de söylüyorlar. Üç gün önce başka bir güzelliği simgeliyorlardı. Gelecek için mavi yine önde olacak, yine güzellikle koşacak ve koşturacak. Onun için mavi her zaman her şeyi değiştirebilen ama hep yüce olan bir tanıma sahip.

kere başta hedefi saptırıyor, bu nedenle de bazı yolları daraltıyor. Niçin hedefi saptıralım, niçin düşüncemizi serbest bırakmayalım?

Bu şeffaf hacimli bedenlerin, dişil mi eril mi olduğu neden anlaşılmıyor bazen, ya da ben mi anlamıyorum? Estağfurullah. Ben onu öylesine kurmak istiyorum ki; bir bedende erkek de, dişi de var, bir bedende sevgi de, kin de var, bir bedende nefret de, aşk da var. Erkek desek kısıtlamış oluruz duyguları, dişi desek başka bir şekilde kısıtlamış oluruz. Onun için cinsiyet yüklemem, bırakırım onu seyreden cinsiyet yüklesin.

Kurallara bağlı kalmak insanı çok kısıtlıyor değil mi? Elini kolunu bağlıyor, kaskatı oluyorsun. Ama ne ki onu da isteyenler var. Öyle yargılayacak olanlar var. İpuçları vermek zorundasın ama ipuçlarından geri kalan halatlar da benim, istediğim yere atarım.

Şimdi önümdeki cam heykellerinize bakıyorum; sanki bir buz kitlesinden yontulmuş, üzerinde kristalden yansıyan güneş ışınlarının rengarenk oynaştığı bedenler. Bir kütle olmalarına rağmen duygulu ve gizemli mesajlar mı veriyorlar? Evet, onların kendilerine özgü kodları, şifreleri, mekanları vardır. Tuvalin karşısına geçip, fırça elinizde üretmek üzere kendinizi hazır hissettiğiniz anda hangi düşüncelerle yoğunlaşırsınız? Bir düşünceyi besleyip onun verileriyle uğraşmak çok zor. Düşünce bir

Zaman zaman da yanlışlardan doğrular doğuyor resim yaparken. Keşke hep yanlış yapabilsek. Büyük sırlar onunla beraber oluşuyor işte. Daha doğal oluyor.

Ama sizin gibi kendini kanıtlamış bir ressam için hala bu kuralların önemi var mı? Artık ben gönlümün çektiği gibi resim yapıyorum mu diyorsunuz ? Kurallar, öğreticilik dönemimde hep benimle birlikte oldu ama artık kurallar yok. Kuralları öğrenelim yıkabilmek için mi diyorsunuz? Kesinlikle.Yok edelim diyorum. Özellikle kristalize ışınları anımsatan saydamlığı elde etmek için hangi medyumları kullanıyorsunuz? Şu markayla, bu markanın evlenmesinden ortaya çıkacak çocuğu

Sanatçının son çalışmalarından birkaç örnek,insan, deniz ve mavi sevgisi baş rolde.

38

MengerlerLifestyle


SÖYLEŞİ İSMAİL TÜREMEN

İsmail Türemen bu cam heykeli yaparken cam tekniğini başka boyutlara taşımış. Malzeme olarak camı çok seven bana sadece bakmak yetmedi ve dokunmak istedim, izin verdiği için çok mutluyum; eseri el yordamı ile tanımak da başka bir his. Yüzeyindeki yer yer kaba, yer yer yumuşak, bazen opak, bazen transparan alanlar büyüleyici.

İsmail Türemen pentürleri, gravürleri, cam ve seramik heykel çalışmalarının yanı sıra bir ozan. Kültürlü. Felsefi ama asla sıkıcı olmayan güzel sohbeti, söyleşi için atölyesinde bulunan tüm Mengerler Dergi ekibini hayran bıraktı.

Mengerler Lifestyle

39


SÖYLEŞİ İSMAİL TÜREMEN kullanmıyorum. Doğrudan doğruya hangi boya olursa olsun başlıyorum kullanmaya. Saydam olması gerektiği yere kadar geliyorum. Şimdi bu saydamlık benim resimlerimde öne çıktı ama ilk seramik heykelleri yaparken karşıma çıktığında sorun başladı. Ben seramikte nasıl saydam yaparım? Çok zor bir şey. Onlar bana hemen

ipucunu verdiler; ya dediler, bizim yarımızı yapma, omzumuzun bir parçasını yapma. Gözler birleştirsin. Elbette, onlar bizi tamamlar. Ben de öyle yaptım, boşlukları bıraktım. Bu kadar büyük boyutta işlerin çatlamadan,

kırılmadan fırından çıkması büyük bir başarı. Heyecandan ve meraktan ölür gibi oluyor musunuz fırının kapağını açarken? Evet, ne yazık ki. Buna tanık olan arkadaşlarım var. Onlar sağ olsunlar beni hiç yalnız bırakmadılar, mesela bunlardan birisi ağabeyin Haşim Nur Gürel’dir. O benim çalıştığım yere gelirdi, heykelleri, oluşumu izler, düşüncelerini söyler. Güven Turan vardır, ozan, orada gelip bunları seslendirmiştir. Elinizde kaydı var mı? Bendeki Güven Turan arşivinin içinde o da vardır. Bu heykellerde önemli olan, saydamlığı boşlukla elde etmem. Malzeme zaten sende. Bir de bu hacimde, bu etkide seramik heykel zaten Türkiye’de yok. Gerçekten ben çok şaşırdım bu boyuttaki işlerin sağlam çıkmasına. Yapamazsın dediler zaten. Çalıştığım atölye’nin sahibi, abi boşuna uğraşma yapamazsın dedi. Bütün riskler benim dedim. Bu boyda, bu hacimde bir tek şimdi hayatta olmayan Amerikalı Viola Frey’in seramikleri var. Ben bunları yaptıktan sonra Atilla Galatalı: “Seramik heykel oldu” dedi. Atilla Galatalı bir hafta boyunca her gün Garanti’deki sergiye geliyor ve Sanat Çevresi Dergisi’nde düşüncelerini yazıyor. O güne kadar dikkat edin; “Seramik heykel yoktur” diyor, Atilla’nın savı bu. O da senelerin seramik sanatçısı. Tabii, Picasso ödüllü. Resimlerinizde şeffaflığı böylesine güzel vermenizin altında yatan sır, bir de beyazı iyi kullanmanızdan mı kaynaklanıyor? Beyazlar hep bizi korkutmuşlardır. Beyaz hep öcü gibi gelmiştir. Bugün bunun doğru olmadığını söylüyorum. Beyaz kirlendi denildikçe yanındaki renkler zenginleşmiştir. O zaman bu kirlenme değil, çoğalmadır. Demek ki beyazın resimdeki tanımı, yaşamdaki tanımından farklı. Yaşamda beyaz kirlenirse suçtur, ama sanatta kirlenirse ayrıcalıktır.

Bu boyutta seramik heykel yapan sanatçı Türkiye'de yok diyor İsmail Türemen. Dünyada ise artık hayatta olmayan Amerikalı sanatçı Viola Frey'in ismini veriyor.

40

MengerlerLifestyle

Sizi yakından tanıyanlar ozan yönünüzü bilirler. Yazdıklarınızı herkes okuyabilse keşke. Onlar ikilikler. Tabii bunları söylerken, bazılarını not olarak bir tarafa yazıyorum.


SÖYLEŞİ İSMAİL TÜREMEN Biliyorsun çok önemli bir şey vardır: Ressamlar Bedri Bey’e (Bedri Rahmi Eyüboğlu) iyi şairdir derler, şairler de iyi ressamdır derler; bu tuzaktan kendimi korumak istedim.

kadar olmamış bir şey yapmışsın, biz heykeli yontarak çıkarırız, onun için yontucu denir, ama sen heykeli kurmuşsun, boşluğu almışsın yeni bir şey yapmışsın” dedi.

Heykele geçiş nasıl oldu? Benim 79 yılında, Ankara Vakko’daki sergime rahmetli Hasan Esat Işık geldi; o zaman Paris Büyükelçisi. Her sabah önünden geçtiği Rodin Müzesi’ni dolaşırmış. Bana: “İsmail Türemen sen heykelcisin!”. Heykel falan yok ortada, resimler var. Ve “Sen istemesen de heykel yapacaksın” dedi. Güven Turan aynı şeyi söyledi. Ben de çok istiyorum işlerin üç boyutlusunu görmek ama camdan yapmak yetmeyecek. Önce yoğun bir malzemeyle yapmam lazım; seramik. Seramikte nedir boşluklar? Boşluğun hacmini vermektir.

Onlara göre tersinden çalışmışsınız. Evet, bu dedi, çok yeni bir şey farkında mısın sen? Yarı farkındayım dedim. Yani bir heykelcinin görüşü de bu konuda böyledir. Ben seramikte boşluklarla saydamlığı yaptım. Tam saydam malzeme olan camda, ona cam dedirtmemek üzere çalıştım. Tam cam da dedirtmem, taş gibidir.

Dolular kadar boşluğun önemi. Evet. Heykeltıraş Yavuz Görey sergiye sık sık geliyor, ben muhakkak İsmail Türemen ile konuşmak istiyorum diyor. Hani eski Yeni Rakı’daki resmi yapan afiş ustası İhap Hulusi’nin kardeşi. “İsmail Türemen, şimdiye

Cam heykellerde heyecanlar geçirdiniz mi? Hem de ne heyecanlar. Eskişehir Güzel Sanatlar Fakültesi’ne gidiyordum her hafta ders vermeye; Pazartesi günü döküme giriyoruz, bir hafta bekliyorum. En az bir hafta fırının içinde kapağı kapalı olarak yavaş

Cam heykellerdeki teknikten bahseder misiniz? Çok ilkel bir teknik. Önce kilden çalışıyor, sonra kalıbını alıyorum. Fırına koyuyorum ve yavaş yavaş oluşturuyorum.

Ressam İsmail Türemen üzerinde çalıştığı resme uzaktan bakarken: şövalenin karşısındaki antik koltuğunda.

yavaş soğuyacak, yoksa çatlar, patlar. Peki, bu renkler nasıl oluşuyor? Onlar bu işin gizidir. Özel aparatlar yapıldı,

“Seramik şimdi heykel oldu” Atilla Galatalı

Sanatçının büyük boyutlu seramik heykel çalışmalarından iki örnek.

Mengerler Lifestyle

41


SÖYLEŞİ İSMAİL TÜREMEN

Baskı atölyesinde gravür presi başında.

Presden yeni çıkan rölyefli gravür hakkında bilgi verirken.

Her gün aynı heyecanla devam.

özel maşalarla o zaman kaynayan bir mağma olan cama fırının kapağı açılarak konuldu bu renkler, etrafında kalıp olduğu için çok zor tabii. Yanlışlardan çıkan doğrulardan bahsedince bu çok sevdiğim heykeli göstermiştiniz bana. İşte bunun yanlışı; soğumadan açtık fırını ve böyle çıktı. En iyi teleskop camını 15 yılda soğutuyorlar. Cam alengirli malzeme. Böyle bir çalışma da yok biliyor musun? Bir Amerikalı aradı, bunu öğrenmek istiyorum dedi. En ilkel haliyle camı kullan dedim. Ne demek dedi ilkel hali. Dedim camı kırarsın, dökersin olur. Olmaz böyle şey dedi. Bak olur dedim, çünkü ben el yordamıyla yaptım, kimse bana şunu şöyle yap demedi. Camcılar çok tutucu oluyorlar. Ya ben cam yapmıyorum, resimdeki figürü kütle yapmak istiyorum. Benim derdim başka. Yine rahmetliyi anmak lazım, bir şeyi limon gibi sıkmak lazım derdi Bedri Bey, hakikaten öyle. Ben saydam figür için ne olacaksa peşine düşmüşümdür. Daha bana ne sürprizler getirecek diye. Siz saydamlığa gönül vermişsiniz. Geçirgen olalım, millet bize baksın, böbreğimizi görsün. Saydam olalım. Küçük boyuttaki pentürlerinizi gördüm, son zamanlarda böyle bir projeniz varmış. Proje değil, kendime iyilik yapıyorum. Yap hadi bir tane daha küçük diyorum, yapıyorum. Bu ufak çalışmalar için, kendime iyilik ediyorum dediniz. Ne demek istediniz? Şimdi bazen yolda yalnız başına yürürken ıslık çalmaya başlarsın, sonra içinden bir şarkıyı bağıra bağıra söylersin, bunlar öyle işte. İşte yüreğinin götürdüğü yere gitmek. Sizin için resim yapmak bir yaşam tarzı, doğru muyum? Çok doğrusun. Tam her şeyiyle, bütün her şeyden vazgeçerek resim yapmak. 42

MengerlerLifestyle

Biz çalışırken birbirimizden güç alırız diyen ünlü Ressam çift Berna ve İsmail Türemen.


Mengerler YAŞAMIN RENKLERİNİ YANSITIR...

2/2014 Lifestyle

V. ERGİN İMRE JAMAIKA WALT DISNEY WORLD BEGÜM KÜTÜK YAŞAROĞLU YENİ SPRINTER

YILDIZLI HAYATLAR • KÜLTÜR • SANAT • SÖYLEŞİ • GEZİ • LEZZET • SAĞLIK


© Disney

İçimizdeki çocuk hep yaşasın!

Soarin'de göklerde süzülmek çok keyifli.

Haydi, Disney Parklarına gidiyoruz...

YAZI:AYŞEN GÜREL SİLE FOTOĞRAFLAR: SİLE / WALT DISNEY WORLD ARŞİVİ 40

MengerlerLifestyle

Yaşımız kaç olursa olsun, gidiyoruz. Bu parklar sadece çocuklar, gençler ve torunlar için değil. Sorunlardan uzak. Tek kaygı bu gün acaba ilk hangi binişleri yapsam, hangi atraksiyonları görsem ve hangi restoranda yesem gibi günün planlanması. Birkaç gün sorunlardan uzak, kahkahalarla gülmek, binişlerde yaramazlık yaparmış gibi heyecanları tatmak, teknolojideki yeniliklere hayret etmek, tam anlamı ile çocuklaşmak inanın insana o kadar iyi geliyor ki. Dünyamızı, insanları daha çok severek ve bir yürek hafifliği ile ayrılacaksınız, bir süre sonra tekrar dönmek üzere. Yeni teknolojiler çıktıkça ve vizyondaki filmler değiştikçe, bu parklardaki program ve binişler de değişir. Noel, yılbaşı gibi sezonların kendine özgü dekor, kutlama ve törenleri de görülmeye değer. Eskiden çocuklarla gittiğim seferlerde, gösterilerden çok, çocukların neşesi, heyecanı, gerçek olduğunu zannettikleri Disney karakterlerine sarılmalarını, hayret ve heyecanlarını izlemekten çok keyif alırdım. Onlar gösterileri, ben de onları seyrederdim.


DISNEY WORLD

Puset Parkı gülümseten manzaralardan.

Her yaştan çocuklaşanlar.

Epcot; ülkelerden Meksika'da Mariacchi, sokak müzisyenleri herkesi coşturdu. Tüm parklarda engelliler için her türlü kolaylık düşünülmüş, burada engelli olmak bir kısıtlama değil ayrıcalık, sıra beklenmiyor ve özen gösteriliyor.

Ama bu sefer biz tam anlamıyla büyümüş de küçülmüş bir vaziyette buradayız. Parklardaki aktiviteler, saatleri, lokasyonları gibi bilgiler her parkın kendi broşüründe detaylı olarak işlenmiş, vardığınız ilk gün broşürleri toplayıp inceleyin. Orlando’daki Disney Parkları; Magic Kingdom, Epcot, Hollywood Studios. Su parkları ise Blizzard Beach ve Typhoon Lagoon. Ayrıca Downtown Disney bir sürü restoran, cafe, bar, butik ve dükkanın olduğu Disney kasabası da çok keyifli; özellikle akşam parklar kapanınca. Kaçırmamanızı önereceğim en güzel binişlerin yanı sıra, size zaman kazandıracak, böylece parklarda kuyrukta fazla beklemeden görmenize yardımcı olacak ipuçları ve pratik bilgiler de vereceğim. Orlando’da otel olarak en lüksünden uygun olanlara kadar sonsuz seçenek var. Disney Resort’ları dışındaki otellerden gelince arabanızı son derece düzenli otoparklara park ediyor ve organize taşıma araçları ile gişelerin önüne götürülüyorsunuz. Popüler mevsimlerde bu daha parka girmeden bir kuyrukta beklemek demek oluyor tabii. Senede bir, hatta birkaç kere giden müdavim dostlardan biri zaman kazanmak için iyi bir fikir

vermişti; parklara giriş çıkış aynı kapıdan, parka girince ilk önüne çıkan şovdan başlama, en sona git ve oradan geri gel. Gerçekten çok akıllıca bir fikirdi, herkes gider Mersin’e, biz gideriz tersine olsa da, en sakin mevsimlerde bile biraz kuyruk beklemenin kaçınılmaz olduğu Disney Parkları’nda çok işe yaradı. Dünyanın bir ucundan gelip zaman yetmediği için aklınız bazı biniş ve gösterilerde kalmasın. Günü iyi planlamak lazım gerçekten, çocuklaşsak da, ev ödevimiz bu parkta kendimize en uygun programları bulmak, sıraya koymak ve vaktimizi olabilecek en yoğun eğlence potansiyeline sığdırmayı başarmak. Disney’in farklı stillerde resort otelleri var; birbirlerine göller ve su kanalları ile bağlı. Otelinizin hemen önündeki iskeleden sürekli tur atan tekneler sizi alıp gitmek istediğiniz parkın iskelesine bırakıyor. Böylece araba kullanmadan, park yerinden gişelere götürecek trolley tipi trenleri beklemiyor ve kuyrukta vakit harcamıyorsunuz; ayrıca resortlarda kalanlar için ekstra bir sürenin verildiği günler var. Biz oradayken bekleme süresini azaltmak ve en popüler gösterilere rezervasyon yapmak amacı ile yeni bir uygulama deneme sürecinde idi, tekneden indiğinizde iskelede karşınıza çıkan elinde iPad’li gençlerle en çok görmek istediğiniz üç şovun saatlerini kararlaştırıyorsunuz ve

Mengerler Lifestyle

41


DISNEY WORLD

Tower of Terror'de heyecan dorukta.

Tower of Terror, Korku ya da Dehşet Kulesi; önce çığlıklar atacak, sonra güleceksiniz.

o saatte rezervasyonunuz olduğu için farklı bir sıradan beklemeden giriyorsunuz. Herkesin ilgi alanına, beraberinde olduğu kişilere ve de ne kadar heyecan kaldıracağına göre seçimler tabii ki farklı olacaktır. Soarin her yaşta zevk alınacak bir deneyim, California’da denizin üzerinde süzülürken, etrafınızda uçuşan martıların seslerini yanı başınızda hissedeceksiniz, portakal bahçelerinin üzerinde ise burnunuza mis gibi narenciye çiçek kokuları gelecek, harika

42

MengerlerLifestyle

peyzajların üzerinde kuş misali uçacaksınız. The Land, doğayı sevip bilgisini yeterli zanneden, bitki, meyva yetiştirmeyi bilenler için de ilginç düzenlemelerle dolu. Bazı tropik meyvaların hiç görmediğimiz ağaçları, hydophonic sistem ile büyütülen domatesler, dikey olarak yetiştirilen meyvalar büyük, küçük herkesi şaşırtıyor burada. Adrenaline patlamasına hazırsanız, Tower of Terror ve Space Mountain en heyecanlı

ve korkulu binişler. Sağlık durumunuzu ve heyecan toleransınızı bir gözden geçirmenizde yarar var. Tower of Terror’ın (Korku Kulesi) parktaki yerini bulmak kolay, çığlıkların geldiği yere doğru yürüyün. Karşınıza bir zamanlar şaşaalı olduğu belli ama artık bakımsızlıktan betonları çatlamış, her yeri örümcek ağları kaplamış, elektriğin bir gidip bir geldiği otel çıkacak. Sizi tuhaf bir tip olan, üniformalı otelin hizmetlisi karşılayacak, sonra asansör görevlisi sizi insanda pek güven hissi yaratmayan asansöre doğru yönlendirecek. Bu oturulan bir asansör, yukarı çıkıyorsunuz ve birden düşüyor asansör, hani bildiğimiz asansörler arıza yaptığında ,başınıza geldiyse bilirsiniz o hissi, yüreğiniz ağzınıza gelir resmen, işte onun birkaç misli bu. Bitti derken hadi bir daha düşüyorsunuz, havada tam anlamıyla asılı kalıyor, sıfır yerçekimi ve bedeninizi hissetmiyorsunuz adeta ve o sırada önünüzde bir pencere açılıyor ve Orlando’yu kulenin tepesinden görüyorsunuz. Manzaraya odaklanmışken bir daha. Çığlık çığlığa bağırdığımı söylememe gerek var mı bilmem, ama ne enteresandır ki, çıktığında insan kendini ferahlamış, deşarj olmuş hissediyor;


DISNEY WORLD

Cirque du Soleil'in gösterileri bir renk, müzik, akrobasi ve espri cümbüşü.

sağ salim bitti duygusundan mı, yoksa “New York New York” filminde Liza Minnelli’nin tren geçerken köprünün altında rahatlamak için çığlık atması gibi bir duygudan mı? Her neyse kendinizi iyi hissediyorsunuz; bir de, ben buna cesaret edebilenlerdenim diye kendinizle birazcık gurur da duyuyorsunuz. Çok popüler olduğu için sakin sezonlarda bile kuyruk var Tower of Terror’da ve beklerken bazılarının cesaret edemeyip ayrıldığını görürken, diğer yandan ufak çocukların ve epeyi yaşlıların da hevesle sırada beklediğine şahit oluyoruz.

Su parklarından Blizzard Beach’de şimdiye kadar gördüğünüz en yüksek kaydıraktan, Summit Plummet’den 55 mil hız ile Blizzard Beach’e iniş yapacaksınız; kollar önde çapraz, ayaklar düz. Ya da lastiklerin içine oturup kaydıraktan kayacaksınız. Ama bu sizin

için değilse, gevşetecek başka bir çok su oyunu var. Şişme lastik tekerleklerin içinde oturup, tembel tembel akan bir nehirde, arada yüzünüzü okşayan söğüt dallarının arasından geçerek kendinizi akıntıya bırakabilirsiniz. İsterseniz birkaç kişilik ya da tek kişilik lastik

Yaşlılar, pusette bebekler, engelliler, gençler; herkese göre bir eğlence var.

Disney mağazalarında sevdiğiniz karakterlerin kostümlerini bulabilirsiniz.

Space Mountain ise karanlıkta giden bir roller coaster, keskin virajlar, yan yatışlar hiçbir şey görmeyince daha heyecanlı, samimi olayım, daha korkulu bir biniş. Animal Kingdom daha çok çocuklara hitap eden bir park. Hayvanlar kendilerine ayrılmış geniş alanlarda serbestçe dolaşıyorlar, aranızda ya geniş hendekler, ya göller var; hayvanat bahçelerindeki gibi kafeste değiller.

Mengerler Lifestyle

43


DISNEY WORLD

44

MengerlerLifestyle

Blizzard Beach ve Typhoon Lagoon su parklarında eğlence.

En çılgın su kaydırağı.

Mission Space çok hoş bir deneyim.

Birçok şık çiçek düzenlemesinden biri.

Grand Floridian Disney'in çeşitli resortlarından sadece biri.

Bahçe peyzajları çok bakımlı. Epcot'da ise ülkelerin karakteristik özelliklerine göre düzenlenmiş.


DISNEY WORLD seçebilirsiniz. Typhoon Lagoon’da bir volkanın eteklerindeki plaj; belli aralıklarla volkan dumanını püskürtüyor, büyük bir gürlemenin ardından durgun plajın suyu birden karışıyor ve tsunami geliyor. Kendine ve mayosunun lastiğine güvenenler ön saflarda duruyorlar suyun şiddetini iyice hissetmek için. Neşeli çığlıklar çınlıyor kulaklarımızda. Kaç günlüğüne geldiyseniz, her akşam hangi restorana gitmek istiyorsanız kesinlikle önceden rezervasyonlarınızı yaptırmanızı tavsiye ederim; aksi takdirde bütün gün parklarda dolaşmış, eğlence yorgunu bir vaziyette, ya saatlerce kuyrukta beklersiniz, ya da o restoranda hiç yemeden Orlando’dan ayrılırsınız. Aynı atraksiyonlar gibi restoranları da incelemenizde yarar var; bu da eğlenceli ama çeşit çok olunca karar vermek zorlaşıyor. Magic Kingdom, Epcot, Hollywood Studios Parklarının hepsinde özellikle öğlen yemeği için çeşit çok. Ama akşam yemeği için daha şık ve popüler bir yer seçmek keyifli oluyor. Epcot’da canınız hangi ülkenin mutfağını çekiyorsa ona gidebilirsiniz. Öğlen yemeği için mutfağından hoşlanıyorsanız Çin’i tavsiye ederim. Meksika’da dumanı tüten bir volkanın eteklerinde bir Quesadilla, Almanya’da Humpa humpa müziği ile birahane atmosferinde Schnitzel, sosis çeşitlerini tadabilirsiniz. Bence Epcot’daki en iyi lokantalar Fransa’dakiler. Üst kattaki Monsieur Paul lüks ve daha sofistike olmasına rağmen, alt kattaki Les Chefs de France’ın yemeklerini daha çok beğendik. Kulağa hoş geliyor bir ülkeden diğerine gitmek. Hangi ülkede yesek diye dolaşırken, Meksika’da Mariachi’lerin müziği coşturuyor, Çin’e gelince akrobatların cesur gösterileri büyülüyor, Belle ise gülümseyerek sizi Fransa’da karşılıyor. Çeşitli şovların olduğu restoranlar da ilginizi çekebilir. Orlando, Disney ve Universal gibi parklardan dolayı Kuzey Amerika’nın en çok turist akımına uğrayan şehirlerinden; bu nedenle her damak zevkine hitap eden restoran seçenekleri bol. Parklar dışında da eğlencenin sonu yok Orlando’da; bunlardan biri de Cirque du Soleil.

Çeşitli gösteri ve geçitlerin saatlerini bilmek gerek.

Hollywood Studios'da İndiana Jones filmi çekimi.

15’inci senesini kutluyor ve 7 bin gösterisini 9 Milyon kişi izlemiş. Las Vegas ve Orlando’da sabit çadırı olan Cirque du Soleil ülkemize de gelmişti. Orlando’da ise kalıcı çadırı Downtown Disney’de. Bu gösterileri seyretmemiş olanlara tarif edebilmek için, bir rüya alemine gideceksiniz diyebilirim. Biletler ucuz değil ama değer ve Orlando’ya gitmeye karar verir vermez biletinizi alın. Değişik temalarda şovları var, biz gittiğimizde La Nouba gösterimde idi. Kostümler, o güzel müzik, farklı alemlerin dekoru, yetenekli şarkıcı, akrobat ve sempatik palyaçoların gösterisi. Bu sirkte hayvan yok ve eski alışılagelmiş sirklerden sanmayın. Bir müzik ve renk cümbüşüne dalıp, palyaçoların sizi hala güldürebildiğine şaşacaksınız. Show öncesi akşam yemeği için yine Downtown Disney’deki bir restoranı seçmeniz pratik olur; gölde tur atan teknelere binerek, ya da yürüyerek gidebileceğiniz Fulton’s Crab House iyi adreslerden biri. Buharlı, bacalı, yandan çarklı bir Mississipi gemisinin içindeki bu mekan deniz ürünleri ile ünlü. Mutlu bir yer burası, üzüntüye, sorunlara yer yok. Dünyanın her bir köşesinden gelmiş insanlar; genci, çocuğu, yaşlısı, engellisi, hepsi burada birlikte gülüyor; birleşmiş milletler birlikte eğleniyor burada.

Downtown Disney'de bir bar.

The Land; ürünler ilginç tekniklerle yetiştiriliyor.

Mengerler Lifestyle

45



Mengerler YAŞAMIN RENKLERİNİ YANSITIR...

3/2014 Lifestyle

RAINER GENES SAN SEBASTIAN - MALLORCA SEYHUN TOPUZ YENİ C-SERİSİ CANER ERKİN YILDIZLI HAYATLAR • KÜLTÜR • SANAT • SÖYLEŞİ • GEZİ • LEZZET • SAĞLIK


İspanya'dan iki cennet köşe

G

eçenlerde elime Dominique Browning'in “The Well – Lived yaşamımızı değerlendirip, bazen daha iyisi için gayret, kimi Life”, isimli kitabı geçti. Hepimizin istediği bu değil mi? Güzel zaman da şükran hisleri ile döneceğiz gezilerden. Ama her yaşanmış bir hayat. seferinde değişmiş, kendimizi ve hayatı daha iyi tanıyarak. Dünyayı gezerken, kendi küçük dünyamızın dışına çıkıp, bizden Başka diyarlara gitmek herkes için değilse de, her manada iyi farklı, daha iyi ya da kötü şartlarda yaşayan insanları görünce, değerlendirilmiş, tatlısı ile acısı bir arada olması kaçınılmaz olsa 16

MengerlerLifestyle


S. SEBASTIAN - MALLORCA

Yarımada yolunda, Cap de Formentor'da baş döndüren manzaralar. Yol dar ve kıvrımlı olsa da bakımlı.

Bask Bölgesi'nde şehirlerin isimleri İspanya'nın diğer kısımlarından farklı; Bask lisanındaki isimler geçerli burada. Özerklik istiyorlar, İspanya'dan ayrılmak; bu nedenle bazı balkonlara bayraklar ve pankartlar asılı. Bask adı Donostia olan San Sebastian'da yaz aylarında sanat, caz ve tiyatro; Eylül'de ise film festivali yapılıyor, Ağustos'taki Semana Grande ise en büyük festival. İspanya'nın kuzeyindeki bu bölge yağmurlu iklimi nedeniyle yemyeşil. Plajlarının keyfini çıkartmak istiyorsanız en uygun aylar Temmuz ve Ağustos. Üç plajından en ünlüsü La Concha; adını aldığı deniz kabuğu şeklinde. İkincisi; Playa de Ondarreta ve sörf yapanların cenneti olan Playa de Zurriola.

YAZI VE FOTOĞRAFLAR: AYŞEN GÜREL SİLE

1889'da İspanya Kraliçesi Maria Cristina deniz kenarına Palacio Miramar malikanesini inşa ettirip bu sahili en sofistike sayfiye şehri ilan edince, tüm aristokratlar onu izler ve S.S. tam anlamı ile bir Belle Epoque devrinin sahnesi olur. Sahildeki zarif yapılar, kıyı boyunca sıralanmış zevkli bir desen, kaliteli işçilikle uygulanmış demir döküm korkuluklar ve fenerli sokak lambaları o tatlı hayat döneminin şaşaasını bugün de hatırlatıyor. Donostia'ya ait eski resimlerde beyaz ketenler giymiş şık hanımefendi ve beyefendiler hasır şapkaları ile sahilde dolaşıyor, bahriyeli kıyafetli çocuklar da kumlarda koşturuyor. Günümüzde Avrupa'da Art Nouveaux döneminden kalan yapılar en çok İspanya'da mevcut, S.S.'da da çok güzel örneklerine rastlayacaksınız. Mayıs ayı sonunda gittiğimiz için hava ılık ve yağmurluydu. Atlantik Okyanusu kıyısındaki S.S'da, günde iki kez gel git oluyor, denizin metrelerce çekildiği saatlerde kumsal, köpekleri ile yürüyüş yapan, koşanlarla, plajda grup halinde oturmuş gitar çalan gençlerle doluyor.

da, yaşlı koltuğumuzda bir huzur ve tatmin duygusu hissetmek, geri dönüp baktığımızda; dolu dolu yaşadım diyebilmek, ömre Otelimiz Hotel des Londres tüm koyun manzarasını kucakladığı için bedel. kumsal ve denizle hep iç içeydik. Deniz kenarındaki meydan çok güzel tasarlanmış, tüm bu alanın 5 kat altına modern bir otopark yapılmış,

“Hayat güzel” diyebildiğiniz anların çok olmasını dileyerek sizleri sokak seviyesinde sadece sizi aşağı indirecek olan camdan yapılmış asansör kabinesini görüyorsunuz. önce SAN SEBASTIAN'a götürüyorum. Mengerler Lifestyle

17


S. SEBASTIAN - MALLORCA

S.Sebastian'dan Bilbao yönünde dağlar ve vadilerde mutlu atlar, koyunlar ve inekler gördük.

Arantza'da çocuklar. Bidsoa Vadisi'ndeki tüm kasabalarda hayat sakin, siesta saatleri dışında da. Bazı binaların duvarlarında Bask Bölgesi'nin özerklik isteğini duyuran graffitilere yer yer rastladık.

Pasai Donibane'deki Victor Hugo evinden iç mekanlar.

18

MengerlerLifestyle

Bidasoa Vadisi'ndeki köylerden Etxalar'da birçok çiçekli balkondan biri.

Pasai Donibane'de çiçekliklerdeki ahşap oymacılığı ve pencerelerde danteller bu şirin balıkçı kasabasına has özelliklerden.


S. SEBASTIAN - MALLORCA

Bera'da da mırıl mırıl akan bir ırmak kenarı.

Ferforje ve ahşap işciliklere emek verilmiş. Bir çok evin duvarında aristokrasi armaları dikkatimizi çekti. .

Bereket ve şans sembolü kurutulmuş ayçiçeklerini Bidasoa Vadisi'nde evlerin kepenklerine, balıkçı kasabalarında ise teknelerin direklerine asıyorlar.

Evlerin duvarına gömülen taşlar hoş detaylardan.

S.Sebastian'da gel - gitler günde iki kere.

Bidasoa Vadisi yürüyüş sevenler için cennet. Köylerde pek yemek yenecek bir yer yok ama olsa da su kenarında bir piknik çok keyifli.

Valldemossa'nın daracık patika yollarında karşınıza şirin, bol çiçekli köşeler çıkıyor. Bu şirin kasaba 1838'de Chopin ve Sand'ın manastırın bir kısmını kiralamaları ile popüler olmuş.

Surlarla çevrili Alcudia tarih yüklü. Dar sokaklarda karşınıza şirin butikler çıkıyor.

Bağlar ve şarap yapımı Mallorca'da İ.Ö 146'da Roma İmparatorluğu döneminde başlamış.

Mengerler Lifestyle

19


S. SEBASTIAN - MALLORCA çılgın bir trafiği olan mutfağa yönlendirdi. Mutfaktaki doğal gürültünün arka fon oluşturduğu ortamda Juan Mari ve Elena ile sohbete başladım. Juan Mari güler yüzlü, samimi bir kişi, tutkusunu öylesine bir coşku ve heyecanla anlatıyor ki, içinizden asılı tavalardan birini kapıp mutfak ekibine katılmak geliyor. Elena ve Juan Mari mesleklerini çok ciddiye alan, mesleklerine gönül vermiş kişiler. Uluslararası ünlerine rağmen candan ve alçak gönüllü kalabilmişler.

2012 yılında dünyanın en iyi kadın aşçısı seçilen Elena Arzak Espina ve babası 3 Michelin yıldızlı İspanya'nın efsane şefi Juan Mari Arzak ile ARZAK Restaurant'ın mutfağında samimi ve keyifli söyleşimizi yaparken.

İspanya'nın gurme merkezi olan San Sebastian, küçük olmasına rağmen ülkenin toplam 17 Michelin yıldızlı aşçısına ev sahipliği yapan tek şehir. Mutfak sanatlarında nasıl bu unvanı aldığını araştırınca geçmişinden bazı ipuçları buluyoruz. Gastronomi yerel halkın yaşamında çok önemli bir rol oynuyor; Bask Bölgesi'nde erkekler üye oldukları Gastronomi kulüplerinde bir araya gelip, yemek pişirip, yiyip, içip, sohbet ediyorlar. Eskiden kadınların girmesi yasak olan bu kulüplere şimdi kadınlar davet edilebiliyormuş ama yemek hazırlığı hala sadece erkeklere aitmiş. Hanımların bir itirazı olacağını sanmıyorum, ne dersiniz? Küçük meze ya da atıştırmalıklara Tapas yerine Pinxtos deniyor. Bask Bölgesi'nde. Gurme turumuza önce Pinxtos barları ile ünlü S.S.'ın tarihi kısmı, Parte Vieja'dan başlıyoruz. Daracık sokaklarda yan yana bir sürü Pinxtos bar sıralanmış, her biri ayrı spesiyaliteler ile popüler ve sakin mevsimde gitmemize rağmen tıklım tıklım doluydu. Dekorları kalender ve sempatik; içeride ise samimi bir atmosferde şarabını yudumlayan, atıştıran, keyifli bir sohbete dalmış neşeli insanların gürültüsü. Bar Ganbara, A Fuego Negro, Bar Goiz Argi popüler barlar. Sosyal insanlar İspanyollar; aile, dostlar, arkadaşlar çok önemli ve iş sonrası bu barlarda buluşuyorlar; çağımızın yalnızlık felsefesi burada geçerli değil.

Söyleşi sonrası soframıza oturduğumuzda Sommelier ne içeceğimizi sorunca, aslında ne yiyeceğimizi tam olarak bilmediğimizden, Juan Mari ne uygun görüyorsa dedik. Her ayrı tadım ile eşleşen yeni bir şişe açan Sommelier, her birinden bir bardak sundu. Çok yaratıcı, artistik bir gusto ile tasarlanmıştı tabaklarımız, bozmadan önce inceleyip seyredecek kadar hoş idi ve ilk lokma ile damağımda lezzet patlamaları başladı. Eğer bir gün dünyanın bu köşesine uzanırsanız, ARZAK'ı ziyaret edince mutfak sanatları terimindeki “sanat” sözünün burası için ne kadar yerinde olduğuna hak vereceksiniz. Gitmeye karar verirseniz üç ay öncesinden rezervasyonunuzu yaptırmayı unutmayın.

S. Sebastian ve çevresi yemyeşil dağlar, vadiler ve ovalarla çevrili. Yol kenarında akan sular ve güzel doğada yürümek ve araba ile dolaşmak çok keyifli.

Ülkenin gurme merkezinde hakkında en çok beğeniyi duyduğumuz restorana gittik. Sözünü ettiğim İspanya'nın efsanevi şefi Juan Mari Arzak ve 2012'de dünyanın en iyi kadın şefi seçilen kızı Elena Arzak Espina'nın restoranı ARZAK. En üst düzeyde, 3 Michelin yıldızlı şef Juan Mari Arzak ve kızı Elena için gastronomi bir aile tutkusu ve Elena bu aile geleneğinde 4. jenerasyon. Çeşitli deneyimlerden verdiğim bir karar vardı; ne kadar ünlü bir şefin mutfağı olsa da tadım menüsünü almayacaktım. Bize ayırabildiği sınırlı zamanda Juan Mari sevimli, babacan tavrı ile sevip sevmediğimiz yiyecekleri çok basit ama doğru sorularla sorup, yanındaki şefe İspanyolca direktifler vererek, tüm menümüzü kendisi seçti. Bu sefer tadım menüsünü denememek mümkün mü, teslim oldum. Yemekleriniz yapılırken söyleşiyi yaparız dedi ve bizi ahenkli fakat 20

MengerlerLifestyle

Elizondo'da nehir kasabanın içinden geçiyor ve tüm evler akarsu kenarında.


S. SEBASTIAN - MALLORCA

Sanatçı Joan Miro 1956 yılından 1983'de vefatına kadar Mallorca'da yaşamış ve çalışmış. Eşi Pilar sanatçının evi ve atölyesini bir sanat merkezine dönüştürmüş. İspanyol basınında Alabaster Kale takma ismi ile anılan Fundacio Pilar i Joan Miro'yu gezince sanatçıyı daha yakından tanıyorsunuz. Atölye sanki Miro birazdan çalışmaya başlayacakmış gibi; sanatçının düzenini bıraktığı gibi korumuşlar.

Bidasoa Vadisi'ndeki köyleri araba ile geziyoruz, Bera, Lesaka, Etxalar, Igantzi, Arantza ve Elizondo; yemyeşil dağlar, vadiler, yaylalar, akarsularla çevrili. Doğada yürüyüş yapmayı sevenler için güzel; hayatın hala yavaş olduğu nadir yerlerden. Deniz kıyısından batıya doğru gidince trafik işaretleri Francia, Fransa yönünü gösteriyor. Sınırı geçince şarabı ile ünlü Bordeaux Bölgesi başlıyor. Deniz kıyısında ise Victor Hugo'nun bir süre yaşadığı küçük balıkçı kasabası Pasai Donibane, hoş marinası ile Hondarribia ve Hernani karakteristik yerler. S.S.'a gelmişken Bilbao'ya da gitmeli, mimarisi Frank Gehry'e ait olan Guggenheim Müzesi'ni sırf müthiş mimarisi için bile ziyaret etmeye değer. Müzenin koleksiyonunda modern ve çağdaş sanatçıların eserleri yer almakta. Metrosu ise harika tasarımına tanık olmak için binilen dünyadaki nadir metrolardan.

Mallorca Baler Ada'larının en büyüğü olan bu Akdeniz adasında doğa her çeşidi sunmuş; sarp kayalıklar, sakin plajlar, içinde kayıkla dolaşılan mağaralar ve dağlar var.

Zengin ve bol savaşlı tarihine ışık hızı ile bir göz atarsak; en derin izleri bırakan medeniyetlerden Roma İmparatorluğu İ.Ö 3. yy.da adada 500 sene hüküm sürmüş; yollar, kasabalar yapılmış, zeytin, çam ağaçları ve üzüm bağları tüm adayı donatmış. 902'de ise Fas'ın İslam yönetimi sırasında şarap yapımı dursa da adanın dağlık arazisi teraslara dönüştürülüp verimli tarım alanları oluşturulmuş. 1229'da ise Kral Jaume I, Mallorca Krallığı'nı kurmuş,1344'de İspanya'ya dahil olmuş. Tarihini okuyunca kimler gelmiş geçmiş bu küçük kara parçasından dedirtiyor insana. Frederic Chopin, sevgilisi George Sand ve Miro gibi sanatçılar da Mallorca'da yaşamışlar. Adanın en görmeye değer kısımları iki ana yönde; biri güney batı bölgesindeki Palma de Mallorca'dan başlamak üzere, Valldemossa ve Soller Vadisi'ne doğru. Palma de Mallorca görkemli limanındaki şehir surları, muhteşem Neo Gotik Katedrali ile adanın zengin tarih birikimi hakkında hemen fikir veriyor. Yüzyıllık zeytin, çam ağaçları ve üzüm bağları arasından dar yollarda Valldemossa'ya geldik. Manastırı, kilisesi olan bu şirin dağ kasabasında her evin kapısının girişinde saksılarda çiçekler ve seramik fayans üzerine elle boyanmış dini temalar yer alıyor. Chopin ve Sand kasaba

Mengerler Lifestyle

21


S. SEBASTIAN - MALLORCA

Formentor Yarımadası'ndaki yola en yakın manzara noktası Mirador de Mal Pas. Duvar boyunca yürüyerek tepeden bu harika deniz ve kayalık manzarayı içinize çekebilirsiniz.

halkı tarafından aykırı bulunup yadırgansalar da manastırın bazı odalarını kiralamışlar. Okuduğum kitap Chopin ve Sand'ın burada çok sefil ama yaratıcı bir kış geçirdiğini yazıyordu. Daracık yollarda bir otobüs ile araba karşılaşınca, sabır, gayret ve hoş görü ile bir şekilde herkes kendi yoluna devam etmeyi becerebiliyor. Yığma taştan bağ evlerinde kırmızı şarap Tinto, beyaz Blanco, pembe ise Rosado adı ile ikram ediliyor. Flamenko gitar tınıları ise her an karşınıza çıkabilir. Kuzeybatı kıyısında Tramuntana Dağları'nın sıralandığı Soller Vadisi, narenciye bahçeleri ve zeytin ağaçları ile ünlü. Vadideki Fornalutx ve Biniaraix çok sevimli kasabalar. Soller Limanı'ndaki marina ufak yelkenli ve tekneleri barındırıyor. Joan Miro'nun evi ve stüdyosu sanatçı sanki az önce atölyesinden çıkmış hissi veriyor. Saydım, tam 12 tane resim sehpasında çalışmaları vardı. Doğadan topladığı esin kaynaklarını; kozalakları, bal kabakları, deniz kabuklarını raflara dizmiş sanatçı; resim ve heykellerinde bu objeleri görünce, Miro'nun gözü ile bakıyorsunuz doğaya. Kuzey bölgesindeki Alcudia, Pollença ve sarp kayaların tepesinden denize baktığınız Formentor Yarımadası. Pollença'da yerli halkın da tercih ettiği Can Ferra'da deniz ürünleri taptaze. Alcudia ise Roma İmparatorluğu zamanında adanın baş şehriymiş. Surlar ve girişindeki kale tarih yüklü olduğunu hemen hissettiriyor. Mallorca güzel bir doğada sakin bir tatil isteyenler için çok keyifli. 22

MengerlerLifestyle

Bera'da nehir yol kenarından akıyor, arada orman içinde kaybolsa da su sesini tüm kasabada duyuyorsunuz.

Arantza'da çınar ağaçlarını birbirlerine adeta aşı yaparmış gibi kaynaştırıyorlar. Bazı yollar sanki çınaraltı tüneli gibi.



ağdaş Türk Sanat'ına yön veren sanatçılar arasında yer alan Seyhun Topuz heykel sanatımızın en modernist isimlerinden; bu estetik algının Türkiye'deki sürekli ve tutarlı temsilcisi sayılıyor. Sanatçı İstanbul'da Güzel Sanatlar Akademi'sinin ardından New York'ta, aralarında Mark Rothko, Georgia O'Keeffe, Man Ray ve Jackson Pollock gibi sanatçıların okulu olan Art Students League'de çalışmalarını sürdürmüş. Ülkemizdeki sayılı kadın heykel sanatçısından biri olmasının yanı sıra, daha çok figüratif ve anıtsal heykeller üretilirken, daha 1971'li yıllarda, 32

MengerlerLifestyle

akıma uymamış, modern, soyut eserler vermiş, bu minimalist yaklaşımı ile Modern Türk Sanatı'nda hak ettiği yeri almıştır. 2013'de Elgiz Müzesi'nde 42 yıldan seçilen heykelleri ile bir Retrospektif sergi açan sanatçı, eş zamanlı olarak eserlerinden oluşan kitabını yayınladı. Topuz'un heykelleri sade renkleri, geometrik formlardaki denge, yer çekimi noktası ve kusursuz bir titizlikle çalışılmış yüzeyler gibi unsurlar nedeniyle bulundukları mekandaki enerjileri çok çarpıcı. İlk bakışta rasyonel formlar olarak algılansa da, sanatçı lirik bir anlatım, düşünce ve zekanın ürünü olan eserlerini kendine öz heykel dili ile yorumluyor.

® Kayhan Kaygusuz

Ç

® Kayhan Kaygusuz

SÖYLEŞİ : AYŞEN GÜREL SİLE FOTOĞRAFLAR : BERKANT ÇOLAK, AHMET ÖKTEM, KAYHAN KAYGUSUZ

® Berkant Çolak

SEYHUN TOPUZ


SÖYLEŞİ SEYHUN TOPUZ Güzel Sanat'lara ilginiz ne zaman başladı, bu eğiliminizi nasıl keşfettiniz ya da keşfedildi? Her zaman iyi resim yapardım. Liseyi bitirdiğimde Akademi'ye gitmek istediğimi babama söyledim. O da benim hukukçu olmamı istiyordu, kırmadım ve İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi'ne iki yıl devam ettim. Hiç bana göre değildi. Evden habersiz Akademi sınavlarına hazırlandım. Resim ve Heykel bölümlerinin ikisini de kazandım. Tercihim Heykel Bölümü'nden yana oldu.

Heykeltraş Mehmet Aksoy sınıf arkadaşı olduğunuzu bildiğim sanatçılardan. Okul anılarından ve o senelerdeki şartlardan biraz bahseder misiniz? Mehmet Aksoy, Koray Ariş, Ferit Özşen benim dönem arkadaşlarım. Atölyelerde her zaman bir dostluk ve yardımlaşma havası vardı. Teknolojik imkanlar bugünkü gibi değildi, ama hocalarımız iyi idi. Çok iyi eğitim aldığımızı düşünüyorum. Diğer bölümlerle ortak dersler, bölümler arası iletişim, sergiler, konserler, konferanslar gibi hepimizi besleyen pek çok etkinlik olurdu o yıllarda.

Sizin Mimar Sinan Güzel Sanatlar'da okuduğunuz senelerde heykel sanatı ülkemizde hangi noktada idi? Zamanın ünlü heykeltraşları kimlerdi ? Elbette İstanbul'da pek az sayıda galeri ve pek az sayıda heykel sanatçısı vardı. Nadiren heykel sergisi açılırdı. Resim-Heykel Müzesi'nde bir Henry Moore, İTÜ Taşkışla'da Rudolf Belling sergileri olmuştu. Bugün bile heyecanla hatırlıyorum. Bizler de hocalarımızla beraber çok sayıda grup sergilerine katılırdık 1970'li yıllarda.

® Kayhan Kaygusuz

Heykel sanatının sizin için olduğuna nasıl karar verdiniz? Heykel Bölümü için sınav sonrası mülakatlar da yapılırdı. Atölyelerde çok az öğrenci olması ve hocaların yakınlığı, ilgisi beni bu bölüme devam etmeye özendirdi.

Döneminiz, hatta sınıfınız başarılı sanatçılar kazandırmış. Örneğin

Mengerler Lifestyle

33


® Kayhan Kaygusuz

SÖYLEŞİ SEYHUN TOPUZ

Sizde iz bırakan değerli hocalarınız ve onlarla ilgili hoş anılarınızı paylaşır mısınız? Bende iz bırakan iki sevgili hocam Şadi Çalık ve Zühtü Müritoğlu'dur. Sonraki yıllarda Sabri Berkel. Yalnızca hocalarım değil aynı zamanda dostlarım oldular, bu konuşmaya sığmayacak kadar çok anım var ama kısaca şunu söyleyebilirim, ev ziyaretleri, beraber yenen uzun akşam yemekleri, Bodrum'da yaz tatilleri hala belleğimde özel yer tutar. Çalışmalarınızı nerede gerçekleştiriyorsunuz? Eserlerinizin yapım ve enstalasyon süreci nasıl gelişiyor? Çalışmalarımı seçtiğim malzemeye göre profesyonel atölyelerde yapıyorum. Fiberglas olabilirler, demir ya da alüminyum olabilirler. Senelerdir çalıştığım atölyeler var. Tercih ettiğiniz medyumlar neler ve tasarlıyacağınız heykelin teması bu seçimde rol oynuyor mu? Hangi malzemeleri kendinize daha yakın buluyorsunuz ve hangi teknikleri uyguluyorsunuz?

34

MengerlerLifestyle

Biraz önce de söylediğim gibi, yaptığım form hangi malzemeyi gerektiriyorsa onu kullanıyorum. Maketlerle başlıyorum çalışmaya. Bunlar çok sayıda oluyor. Bazılarını realize ediyorum. Benim heykellerim soyut olduğu için bazı sergilerime bir üst başlık koyuyorum, “parçalanmış kareler”, “ortak bellek” ve “düğümler” gibi. Nelerden esinleniyorsunuz, sizi neler motive ediyor? Eserlerinizin temaları neler, vermek istediğiniz bir mesaj var mı? Estetik ve tasarım mı ön planda? Beni başından beri tamamen soyut bir dünya motive ediyor. İşlerim kendi kendilerini üretiyor diyebilirim. Üç boyutlu düşünmek ayrı bir yetenek. Eskizleriniz iki mi, üç boyutlu mu? Şimdi bilgisayar yardımı ile her yönden görülebilen uygulamalardan faydalanıyor musunuz? Maketlerim elbette üç boyutlu formlardan oluşuyor, tamamen emin olmadan realize etmiyorum. Bilgisayar hiç kullanmadım.

Mekanla heykelin iliskisi nasıl kurulmalıdır ve bu safhada nelere dikkat etmek gerek? Heykelin mekanla ilişkisi bire-birdir. Sergi mekanı dışında nereye konulacağını bilemezsiniz. Ancak herhangi bir sipariş alırsanız heykel-mekan ilişkisini ön planda tutarsınız.


® Ahmet Öktem

SÖYLEŞİ SEYHUN TOPUZ

Sanat tarihinde sizi en çok heyecanlandıran heykeltraşlar kimler? Günümüz heykel sanatçısı Richard Serra'ya hayranım. Ülkemizde toplum genelinde heykel sanatı

zor kabul görmüş, zor anlaşılmışsa da yine de çok yol kat edilmiştir. Bu gün geldiğimiz noktayı nasıl değerendiriyorsunuz? Bugün heykel sanatı da, resim sanatı gibi ilgi görüyor. Sayıları giderek artan müzeler de heykeli teşvik ediyor ve bu konuda iyi şey-

ler yapıyorlar. Örneğin, Proje 4L genç heykelcileri özendiren ve artık geleneksel olan sergiler düzenliyor. Galerilerde sıkça heykel sergileri görebiliyoruz. Heykel, koleksiyonerlerin de ilgi alanına girdi. 20-30 yıl önce hayal bile edilemeyecek gelişmeler var.

Mengerler Lifestyle

35


SÖYLEŞİ SEYHUN TOPUZ

Sizi sanatçı kimliğiniz dışında da tanımak isteriz, meraklarınız, uğraşı ve sevdiğiniz aktiviteler neler? Biliyorsun ben evliyim. Yemeğimi alış verişimi kendim yaparım. Dostlarımla vakit geçirmeyi seviyorum. Denizi, yüzmeyi, yürümeyi severim. Marmara Üniversitesi Heykel Bölümü'nde 10 yıl kadar misafir hoca olarak ders verdim. Genç heykelcilere her zaman kapım açık, zaten geliyorlar, onlara zaman ayırmaya hep öncelik veriyorum.

® Kayhan Kaygusuz

Teknolojideki gelişmeler heykelleri Anish Kapoor'un Chicago'daki ünlü Cloudgate Heykeli'nde olduğu gibi yeni bir boyuta taşıyor. Ülkemizde bu manada neredeyiz? Modern sonrası sanat ülkemizde dünya ile paralel gidiyor diyebilirim. Pek çok sanatçı yurt dışında da tanınıyor, bienallere davet ediliyor ve müzelerde yer alıyorlar.

ÖZGEÇMİŞ 1942 1971

1974-78 1977 1978-80 1983-84

Heykeltraş olmak isteyen genç nesil sanatçılara önerileriniz? Yaptıkları her neyse ısrarla onun üzerine gitmelerini, hemen para kazanmak gibi bir tutkularının olmamasını, sabırlı olmalarını diliyorum. Ayırdığınız zaman ve bu güzel söyleşiniz için çok teşekkür ederim.

de doğdu. Devlet Güzel Sanatlar Akademisi Heykel Bölümü'nü bitirdi. Uygulamalı Endüstri Sanatları Yüksek Okulu'nda asistanlık yaptı. “Sanatta Yeterlik” derecesi aldı. New York'ta Art Students League'de heykelci Jose de Creeft ile çalıştı. Çalışmalarını New York'ta sürdürdü. Halen İstanbul'da serbest olarak çalışmaktadır.

KİŞİSEL SERGİLER 2013 2011 2009 2008 2006 2003 1999 1997 1994 1990 1987 1983

Proje 4L, İstanbul. Galeri NEV, İstanbul. Marmara Üniversitesi Müzesi Galeri NEV, Ankara MAC Sanat Galerisi, İstanbul Maçka Sanat Galerisi, İstanbul Aksanat, İstanbul Ercüment Kalmık Müzesi, İstanbul Maçka Sanat Galerisi, İstanbul Galeri Nev, Ankara Maçka Sanat Galerisi, İstanbul Maçka Sanat Galerisi, İstanbul

2001 2000 1999 1996 1995 1993 1992 1990 1987 1986

1983

SEÇİLMİŞ GRUP SERGİLER 2014 2013 2011 2008 2007

® Kayhan Kaygusuz

2006 2005

36

MengerlerLifestyle

2004

“Miro'ya Açılan Heykelli Yol”, Baksı Müzesi, Bayburt. “Hotspot İstanbul”, Museum Haus Konstruktiv, Zürih, İsviçre. “Hayal ve Hakikat”, İstanbul Modern “Made in Turkey”, Frankfurt, Almanya “Modern Deneyimler”, İstanbul Modern, İstanbul “Modern ve Ötesi”, Santralistanbul “Bellek ve Ölçek”, İstanbul Modern “Kırmızı Siyah”, Beşiktaş Çağdaş, İstanbul “Heykel Bahçesi Yeni Alımlar”, İstanbul Modern, İstanbul “Maçka Sanat Galerisi Cholet'de”, Museé d'Art et d'Histoire, Fransa “Sanatçı Giysileri”, Museé du Textile Cholet, Fransa “Uluslararası Heykel Sempozyumu,

1980 1977 1975

Heykel Sergisi”, Dubai, BAE. “Modern Türk - 20. yüzyılın ikinci yarısında Türk Sanatı”, Has Ahırlar, İstanbul “Minimalden Maksimale”, West LB Bank, İstanbul “2. Uluslararası Sharjah Bienali”, Sharjah, B.A.E. “Öteki”, Habitat II, Antrepo, İstanbul “Üç Sanatçı” 4.Uluslararası İstanbul Bienali Sergileri, Maçka Sanat Galerisi, İstanbul “Cumhuriyetten Günümüze Kadın Sanatçılar”, Arkeoloji Müzesi, İstanbul “Çekmeceler”, Je Turc ILS Mulhouse, Fransa “Büyük Sergi II”, Resim Heykel Müzeleri, İstanbul, Ankara Uluslararası 1. İstanbul Bienali , Askeri Müze, İstanbul Uluslararası Asya - Avrupa Bienali, Ankara “10. Yıl Sergileri”, Maçka Sanat Galerisi, İstanbul “Anadolu Medeniyetleri - Çağdaş Türk Sanatı” Arkeoloji Müzesi, İstanbul “Günümüz Sanatçıları” Sergisi, 11. Uluslararası İstanbul Festivali, Resim Heykel Müzesi, İstanbul “Art Students League - Karma Heykel Sergisi” New York. “Yeni Eğilimler Sergisi”, DGSA, İstanbul 13. Middelheim Bieanali, Antwerpen, Belçika

ÖDÜLLER 2008 1990

1974 1974 1970

Aydın Doğan Ödülü Sanat Kurumu “Yılın Heykel Sanatçısı” Ödülü 35. Devlet Resim Heykel Sergisi Başarı Ödülü Hadi Bara Anısına Heykel Yarışması, Mansiyon Ahmet Andiçen Ödülü


Mengerler YAŞAMIN RENKLERİNİ YANSITIR...

4/2014 Lifestyle

BARSELONA MERCEDES-BENZ GLA JOAN MIRO SAGALASSOS DEVRİM ERBİL YILDIZLI HAYATLAR • KÜLTÜR • SANAT • SÖYLEŞİ • GEZİ • LEZZET • SAĞLIK


Barselona Casa Battlo Video Guide yazıp internetten bu videoyu mutlaka ve mutlaka seyredin, daha önce burayı gezmiş olsanız da. Gaudi'nin muhteşem hayal gücü, esin kaynakları bir masal simulasyonu olarak çekilmiş. Salonundan ağaçlıklı caddeye bakan vitraylı pencereler, Gaudi'nin mobilya ve ışıklandırması gibi her türlü detayını tasarladığı bu ev bir başka dünyaya götürüyor insanı; belki denize, ya da bir masal diyarına. Zaman geçirerek yavaş gezin mekanları, güzellikler detaylarda gizli.

BARSELONA denince aklıma ilk GAUDI, Art Nouveau Binalar ve TAPAS gelir... YAZI VE FOTOĞRAFLAR: AYŞEN GÜREL SİLE

14

MengerlerLifestyle

Lokasyonundan dolayı her zaman dış akım etkilere açık olan Barselona bir liman şehri. Fransa ile komşuluğu ve Katalonya Bölgesi’nin başkenti olmasından çok daha fazlasını sunuyor. 19’uncu yüzyılın sonlarına doğru yeni bir mimari ve sanat akımı; Modernizm ve Art Nouveau burada doğar ve Katalan milliyetçiliğinin dışa vurucu sembolü haline gelir. Mimari zenginlikleri Barselona şehrini en özel kılan niteliktir.


BARSELONA

Sagrada Familia Kilisesi mor çiçekli Jacaranda ağaçları ile çevrili. Biletlerinizi seyahate karar verir vermez Sagrada Familia Official Site'dan almanızı öneririm. Bilet alırken kulelerden birine çıkma alternatifi var, asansör ile çıkılıyor, yürüyerek dar merdivenlerden iniliyor.

Sokaklarda yürürken başınızı yukarı kaldırıp iki yandaki binalara hep bir göz atmalısınız; umulmadık yerlerde bu ne güzel mimari, ne güzel ferforje balkonlar, köşe detayları, ne zevkli bezemeler diyeceğiniz apartmanlar karşınıza çıkacak. Bazı balkonların alttan görünen zeminlerinin bile rengarenk seramiklerle döşendiğine şaşacaksınız, özene bezene yapılmışlar; estetik kaygılar boşa gitmemiş. Barselona; Ciutat Vella (eski şehir), Eixample ve Montjuic olarak 3 bölgeye ayrılmış.

CIUTAT VELLA

Eski şehirdeki Barri Gotic (Gotik kısım) Barselona’daki en eski yerleşim bölgesi, dolayısı ile tarihi kültür ve geçmişini anlatıyor buradaki katedraller, müzeler, palaslar. Ağaçlı yollardan en ünlüsü Las Ramblas, ismini mevsimlik kurumuş dere yatağı anlamına gelen Arapça "Ramla" sözünden almış. Dere

Doğa sevgisi Gaudi'nin tüm tasarımlarında esin kaynağı. Aynı zamanda çevreci çözümler de geliştirmiş; Parc Güell'deki büyük meydan alanda toplanan yağmur suları sütunlar ile aşağıdaki sarnıçta toplanıyor.

yatakları zamanla dolmuş ama anmak için bu ismi yaşatmışlar. Geceleri ve hafta sonları kalabalık olan Las Ramblas’da mim sanatçılarını, müzisyenleri izleyebilirsiniz. Museu d’Art Contemporani ( Çağdaş Sanat Müzesi), Palau Güell, Liceu Opera, nefes kesen vitraylı kubbesi ile Palau de la Musica Catalana, Museu Picasso ve görülmeye değer gıda pazarı Placa de la Boqueria da bu bölgede. Las Ramblas’dan denize doğru gidince eski liman Port Vell’de sizi Christopher Columbus’un anıtı karşılar. Şehrin keyif limanı olan Port Vell rıhtımında alışveriş yapabilir, restoran ve cafelerde dinlenebilir ve büyük akvaryuma gidebilirsiniz. Pop Sanatçı Roy Lichtenstein’ın 20 metre boyundaki heykeli ile sanat burada da varım der. Port Olimpic ise 1992’deki Olimpiyat oyunları için yeniden düzenlenmiş; beyaz kum sahili ve Barselona’nın en yüksek gökdelenleri ile bir kontrast teşkil ediyor.

Mengerler Lifestyle

15


BARSELONA

Casa Batllo; şömineli odadan salona geçiş; vitraylara ve ahşap işciliğine hayran olmamak mümkün değil.

Ejderli çeşme'den detay.

Casa Batllo'nun peri bacaları; masal kitabından sanki.

Gaudi'nin kitabında sütunlar ille de 90 derece değil. Burada da şaşırtıyor bizi Gaudi'nin dehası. Parc Güell'de meydanı ve mozaikli locavari oturma ünitelerini taşıyan sütunlar.

Casa Batllo dış cephe. Gaudi'nin eserleri teknik ve tasarımın ötesinde. En hoş yanı, hayal gücünü şimdi bile sıradışı olan projelerini cesurca uygulamaya koymuş olması ve görenleri bir masal alemine götürüp mutlu etmesi.

Sagrada Familia. Sütunlar ağaç, tavanda palmiye yaprakları ve vitraylardan süzülen doğal ışık; bir ormandayız.

Casa Batllo tavan detayı; su damlalarından esinlenmiş Gaudi.

Sagrada Familia tasarlanırken kum torbaları ile baş aşağı bir maketi yapılmış; çok ilginç bir sistem.

Antik Çağlarda duvar ya da yerde uygulanan mozaikler, Gaudi'nin eserlerinde dört boyutlu, her form ve yüzeyde.

16

MengerlerLifestyle


BARSELONA

Bombelerin arkasındaki delikler yağmur sularını toplamak üzere tasarlanmış.

Barselona sokaklarında dolaşırken başınızı yukarı kaldırınca mimari detayları yakalıyorsunuz; altı bile seramiklerle doşenmiş balkonlar örneğin.

Gaudi'nin mozaiklerinden bir detay; motifli kare bir seramik kırılıp, aynı formda ama parçalar halinde uygulanmış.

Demir işciliği ayrı güzel Barselona'da. Bu detay ise Parc Güell'den; haşhaş kapsulü ve palmiye yapraklı park kapısı.

Bu imajı görmek için Sagrada Familia kulesinin dar merdivenlerinden inmeye değer. Başınız dönmesin, tutunun ve aşağı bakın, Merdivenlerin optik görünüşüne dikkat edin, sanki bir deniz minaresinin içindesiniz.

Parc Güell'de çocuklar balonları yakalamaya çalışıyor, müziyenler çalıyor, geçenlerden bazıları dans ediyor. Havanın güzel olduğu bir günü ayırmak gerek.

Casa Batllo'dan tavan, avize ve kapı detayları.

Gaudi'nin Sagrada Familia için tasarladığı organik ve ergonomik sıra. Ahşap ve ferforje işciliği harika.

Casa Batllo'daki bu şöminenin sol tarafı genç çifte göz kulak olan Chaperone için tek kişilik, sağ tarafı ise iki kişilik tasarlanmış.

Mengerler Lifestyle

17


BARSELONA restoranlarda bu ülkenin lezzetlerini tatmak gibi.

Sagrada Familia

Antoni Gaudi (1852 - 1926)

Barceloneta ise bir balıkçı kasabası, liman yanı cafeleri ve deniz ürünleri sunan restoranları ile ünlü.

EIXAMPLE Mimaride bir patlama yaşatan modern akım öncüsü mimarlardan geriye kalan yapılar Eixample’de yer alır. En ünlüleri Josep Puig i Cadafalch, Lluis Domenech i Montaner ve tabii ki Gaudi’dir. Barselona Avrupa’da dünyanın en harika ve en fazla Art Nouveau binalarına sahip olmakla iddialıdır. Bu stil Avusturya, Fransa ve İngiltere’de de uygulanmış olmasına rağmen ülkeler arasında tarz farklılığı gösterir, örneğin Fransız Art Nouveau’su ile İngiliz Art Nouveau’sunda kendine özgü değişimler vardır. Quadrat d’O (Altın kare); burada yollar ve binalar bir karolaj sisteminde düzenlendiğinden bu isim verilmiş. Passeig Garcia orijinal binalar ve şık mağazaların caddesi. Fundacio Antoni Tapies, Gaudi’nin rüya alemi evleri Casa Mila (La Pedrera), Casa Terrades (Les Punxes) ve Casa Batllo ve hala inşaatı süren Gaudi’nin efsane kilisesi Sagrada Familia bu kısımda. Barselona’da zamanınız çok kısıtlı ise bu şehre gidip de görülmeden dönülmeyecek yerler kesinlikle efsanevi mimar, sanatçı, tasarımcı ve büyük vizyoner Antoni Gaudi’nin (1852 - 1926)imzasını taşıyan eserlerden hiç olmazsa başyapıt olanları; evlerden Casa Batllo, Parc Güell ve Sagrada Familia Kilisesi. Bir de tabii yapılmadan dönülmeyecekler var; keşfedilmeyi bekleyen Tapas Bar’lar ve 18

MengerlerLifestyle

Sanat tarihini ezbere bilseniz, büyük boyutta resimlerini incelemiş olsanız bile, Sagrada Familia Kilisesi’ni gördüğünüzde hayranlıkla karışık bir şaşkınlık duyacaksınız. Hayran olacaksınız çünkü bir kere her şeyden önce dünyada bir eşi olmayan çılgınca bir proje, ikinci olarak da; geleneklere, kurallara karşı tutucu olan dini bir mekanda uygulanmış olması. Bu gün bile sıra dışı olan bu yapının inşası, düşünün 1882’de başlamış. Gaudi’nin kendine olan inancına ve onun sanatına güvenen, bu dev proje için finansal desteklerini esirgemeyen bütün insanlara saygı ve hayranlık duymamak elde değil. Gaudi’nin dindar olması belki de dini çevrelerin ona güvenmesinde ve bu orijinal projenin kabul edilmesinde rol almıştır diye düşünüyorum. Öyle bir proje ki bu gün hala devam ediyor; Gaudi tamamlanmasına ömrünün vefa etmeyeceğini bildiği için gelecekteki sanatçılara bırakıyor bazı kısımları. Bir beyaz kart değil tabii, son derece detaylı açıklamalarla onları yönlendiren dokümanlar bırakmış geride. Esas şoku kilisenin içine girince yaşadım, sanki bir ormanın içindesiniz; devasa sütunlar ağaçların gövdeleri, tavanda ise palmiye yaprakları. Gaudi’nin esin kaynağı doğa olmuş; bu doğa sevgisi çeşitli bezemelerdeki bitkiler, bal petekleri, kara, deniz, hava olsun her çeşit canlı olarak ya bir sütün ayağı, ya da başında, bir kapı kulpunda karşımıza çıkıyor. Her türlü malzemeyi kullanmış Gaudi; kayalar, taşlar, kırık seramik parçaları, tuğlalar, camlar ve metaller. Doğa ve din inancını sanatında yoğurmuş Antoni Gaudi ve doğanın gizemini eserlerine taşımış. Sistemleri çözerken hem estetik, hem matematik olarak doğaya dönmüş. Kuledeki spiral merdivenlerden inerken başınız dönebilir, tırabzana sıkıca tutunup bir aşağı bakın, sanki bir deniz minaresinin içindesiniz. Sagrada Familia’da pencerelerdeki vitrayların yansıttığı renkli ışık oyunları günün her saatine göre değişiyor, bu masalsı mekanda dolaşırken hem cesur, hem de inanılmaz bir hayal gücü olan insanüstü insanı merak ediyorsunuz.

Gaudi ve eserlerini bir yazıya sığdırmak imkansız, onu ve eserlerini daha iyi anlamak için baskısı son derece kaliteli yayınlanmış kitapları okurken gezerken görmenizin mümkün olmayacağı küçük ama mücevher gibi detayları incelemek çok keyifli. Asansörle kulelere çıkmayı unutmayın ve kesinlikle giriş biletinizi internetten mümkün olduğu kadar evvel alın.

Casa Batllo Barselona’da beni en çok etkileyen diğer mimari eser yine Gaudi’nindi; Casa Battlo! Kapısından adımınızı atar atmaz bir düş alemine dalıyorsunuz. Bu ev, Gaudi’nin deniz, ve deniz canlılarına aşkını ilan edip adadığı bir eser sanki. Bu sefer ormanda değil, denizde. Bazen de deniz altında gibi hissediyorsunuz. Etrafınız deniz yaratıkları ve onlardan esinlenmiş desenler, formlarla çevrili, masalsı bir alem. Yine doğadan, organik formlar; hiç köşe yok, yumuşak geçişler, merdivenin tırabzanı, pencerelerin formu, şöminenin şekli, tavandaki su damlaları, deniz kabuğunu andıran avize gibi nice detaylar şiirsel bir uyum içinde. Duvarlardaki desenler sanki kumluk denizde oynaşan güneş ışınlarının yansıması gibi. İnsana neşe ve yaşama sevinci veren bir mekan, çocuklaşıyorsunuz adeta. Tasarımlarda sadece estetiğe önem verildiği yanılgısına düşmeyin sakın, incelerseniz çok ince düşünülmüş fonksiyon detaylarını yakalayabilirsiniz. Örnek olarak kapılardaki sürgü ile açılıp kapanan havalandırma ya da sıcak havayı içeride tutma sistemini verebilirim. Antoni Gaudi, Sagrada Familia’da olduğu gibi Casa Battlo’da da bütün mobilyaları kendisi tasarlamış; hepsi son derece estetik ve de ahşap işçiliği mükemmel. Hatta kilise sıralarını kişinin dua ederken özeline saygı nedeniyle hafif yan oturmasını sağlayacak şekilde dizayn etmiş.

MONTJUIC

Montjuic Bölgesi’nin tepesinde yer alan Palau Nacional bin yıllık Katalonya Sanatı’nı barındıran bir müze şimdi. Parkı da 1992’de Olimpiyatlara ev sahipliği yapan Barselona’nın yeni gelişmekte olan kısmında. Joan Miro Kültür Merkezi de bu civarda.


BARSELONA

Doğa aşığı Gaudi arı peteğinden de esinlenmiş ve gözleme deliği olarak tasarlamış.

Parc Güell Güell Park’ına bahçelerin tadını çıkarabilmek için havanın güzel olduğu bir gün ayırmak gerek. Şehrin biraz dışında olan parka gidiş bir kısmı elektrikli merdiven ile olsa da yine biraz tırmanış gerektiriyor. Rahat ayakkabılar giymek, ilk tepeden yokuş aşağı inerek bahçeleri gezip, sonra bilet almanız gereken aşağıda kalan ünlü ejderli çeşme ve meydanın olduğu kısmı görmek iyi bir fikir. Parkta dolaşırken birçok müzisyenle, müzik eşliğinde dans edenlerle karşılaşacaksınız ve Flamenko gitar hep baş köşede; ne de olsa Asturias’ın memleketi. Diğer bir hayranlık konusu ise Gaudi’nin doğal kaynaklara verdiği önem; Sagrada Familia’da pencereler doğal ışığı almak üzere, Parc Güell’de ise büyük meydan yağmur sularını toplayan bir sarnıç olarak planlanmış. Kırık fayans döşeli sıralara ve tüm alana yağan yağmur suları sütunlar aracılığı ile meydanın altındaki sarnıca yönlendirilmiş.

BİRAZ DA YEME İÇME KÜLTÜRÜ, NE DERSİNİZ?

İspanyollar yemeyi içmeyi seviyorlar gerçekten. Beslenmekten öte sosyal bir olay buluşmak, günün yorgunluğunu atıp, hayatı paylaşmak ve birlikte bir masaya oturmak. Ya da bir Tapas Bar’da ayaküstü bir yandan şarabınızı yudumlarken, bar tezgahının üzerindeki birkaç katlı ayaklı tepsilere özenle dizilmiş deniz mahsulü, et, peynir, zeytin, çeşitli sebzelerden hazırlanmış bir iki lokmalık Tapa’ları atıştırmak, eski ve yeni dostlarla laflamak. Müzik, insan sesleri, gelip giden yiyecekler, tokuşturulan kadehlerin çınları ile neşeli, hareketli bir ortam ve kalabalık var Tapas Barlarda. Sevdiğim

Barselona hareketli bir şehir; sokaklar canlı, trafik huzurlu. Sanat,yemek, içmek ve müzik başrollerde.

bir gezgin programında İspanya’da yemek konusunu işliyordu ve kendisini gezdiren rehbere benim de kafama takılan şu soruyu sordu: “Her şeyi yanlış yapıyorsunuz, nasıl oluyor da kimse kilolu değil?” Gerçekten nasıl değil? İspanyollar genelde günde iki kahvaltı (desayunos) yapıyorlar, biri sütlü kahve eşliğinde reçel, zeytinyağı veya tereyağlı bir tost. Saat 10.00 –11.00 arasında sosisli sandviç, jambon, peynir, ya da patatesli omlet ile daha kuvvetli bir kahvaltı. Öğlen yemeği (la comida) günün en esaslı öğünü kabul ediliyor; saat 13.00 den itibaren dışarıda yemek isteyenler restoran, bar ve hamur spesiyaliteler yapan pastanelere gelmeye başlıyor, 18.00 müşterilerin en kalabalık olduğu saat. Akşam yemeği (la cena) 21.00 – 22.00 gibi olsa da restoranlar turistler için daha erken saatlerde de servis veriyorlar. Bu kadar geç yenir mi dediğinizi duyar gibiyim… ama durun, yaz aylarında kurulan uzun sofralara kalabalık ve gürültülü aileler gece yarısı oturuyor. Bizim mezelerimiz, ya da bir kerelik atıştırmalıklar Tapa’lar; bazen bir ekmek dilimi üzerinde, bazen çöp şişlerde, ya da tadımlık tabak ve kaselerde. Değişik tatlar denemek için ideal ve eğlenceli. Barselona Katalonya Bölgesi’nde olduğu için burada Tapas deniyor, ama kuzeye Fransa sınırındaki Bask Bölgesi’ne uzandığınızda adı Pinxtos (pinços okunuyor) adını alıyor. İspanya’da çok güzel şaraplar içebilirsiniz; Sek Fino şaraplar deniz ürünleri, Serrano jambonu ve Jamon Iberico ile, ana yemekler ise Ribera del Duero, Rioja, Navarra ya da Penedes şarapları ile eşleştiriliyor. Önerilmiş ve tarafımızdan onaylanmış iki tapa bar ismi verebilirim; hoş bir atmosferi olan Cuidad Condal ve Casa Battlo’ya yakın olan Tapa Tapa.

Kaya ve taşlardan inşa edilmiş Parc Güell'deki sütunların bazıları farklı açılarda. Yürüme yolları, yine kayalardan tasarlanmış çiçeklikler, dinlenme yerleri bu parkın özelliklerinden.

Katalan, Bask, ya da dünya mutfakları gibi çok restoran seçeneği var bu şehirde. Eğer gerçek bir Barselona deneyimi istiyorsanız, birçok kişi tarafından önerilen, otantik bir mekanda İspanyol mutfağından tadımlar sunan 7 Portes’i unutmayın derim; ancak rezervasyonu çok önceden yapmak gerekiyor. Barselona eski ve yeniyi kucaklayan, zengin İspanyol kültürünün geçmiş ve çağdaş değerlerini barındıran, sanatın günlük hayat ile iç içe olduğu enerjisi yüksek olmasının yanı sıra huzurlu ve kesinlikle görülmeye değer bir şehir.

Ciudad Condal'in sıcak ve samimi atmosferinde leziz Tapa'ları atıştırırken, İspanya şaraplarını tadabilirsiniz.

Mengerler Lifestyle

19


JOAN MIRO

YAZI VE FOTOĞRAFLAR: AYŞEN GÜREL SİLE

MIRO’nun özgür kuşları İstanbul'a kondu... Joan Miro i Ferra, 1893 yılında Barselona’da kuyumcu ve saatçi bir ailede doğmuş. 7 yaşında özel bir okulda resim derslerine başlayan Miro, babası hoşnut olmasa da, La Llotja’daki Güzel Sanatlar Akademisi’ne kayıt olmuş. Erken işlerinde Vincent van Gogh ve Paul Cezanne’dan etkilenen sanatçı ilk kişisel sergisini 1918’de açmış, fakat resimleri aşağılanmış, hatta vandal hareketlerin hedefi olmuş. 1920’de Montparnasse’da toplanmaya başlayan sanatçı çevresine kendini yakın hissedince Paris’e taşınmış, yazları yine Katalonya’da geçirmiş. “Çiftlik” isimli tablosu kendine özgü bir tarza geçiş olduğu ve bazı ulusal değerleri taşıdığı için önemli bir eseridir. Bu resmi Ernest Hemingway satın alır, modern edebiyatın en önemli eserlerinden sayılan James Joyce’un Ulysses isimli eseri ile kıyaslayarak şöyle der: “İçinde İspanya’da iken hissettiğin ve orada olmadığın, gidemediğin zamanki her şey var. Kimse bu birbirine çok zıt olan iki şeyin resmini böyle yapamamıştır”. Ressam, heykel ve seramik sanatçısı olan Miro, 1924’de Sürrealizm (gerçek üstü) grubuna katılır. Resimlerinin doğasında var olan semboller, şiirsel anlatım ve düş dünyası ile zaten bu akım tarzıdır. Resimlerindeki dönemleri incelediğinizde Early fauvist, Magical 28

MengerlerLifestyle

Mallorca'daki stüdyosunda resim sehpalarında adeta dönmesini bekleyen yarım kalmış resimler.

Çok değişik medyum ve tekniklerle çalışmış olması, bir akıma ait olma tasasını taşımadan gönlünün çektiği gibi eser vermesi Miro'yu cessur ve önder kılan özelliklerden.

realism, Early Surrealism, Dada gibi başka akımlardan da beslendiğini keşfedeceksiniz. Andre Breton ise Miro’yu; aramızda en gerçeküstü olan o diye tasvir eder. Sanat tarihinde yeni bir çığır açan Joan Miro 20. yy’ın sonlarına doğru, Calder, Motherwell, Pollock, Rothko gibi özellikle Amerikan soyut dışavurumcu sanatçıları bariz bir şekilde etkilemiş ve yönlendirmiştir Pierre Matisse’in New York’ta açtığı sanat galerisinin Amerika’daki modern sanat akımının gelişmesinde çok aktif etkisi olur. Miro’nun sık sık sergilerini açarak onu Birleşik Amerika’ya takdim eder.


JOAN MIRO

Merkezi Barselona'da olan "Pilar ve Joan Miro Vakfı'"nın uzantısı sanatçının eskiden ev ve stüdyosu olan Mallorca'daki Sanat Merkezi'ni de kapsıyor.

Josep Lluis Sert sanatçının stüdyo /evini tasarlayan ünlü mimar.

İspanya’da iç savaş patlayınca Miro artık yazları ülkesine dönemez. Çalışmalarında siyasetten uzak durur, ta ki İspanya’nın Cumhuriyet hükümeti Paris fuarındaki İspanya pavyonuna bir duvar resmi sipariş edinceye kadar. Böylece Miro’nun işleri politik yüklü anlamlar da taşımaya başlar. Almanya’nın Fransa’yı istilası öncesinde Miro Normandiya’ya taşınır, Paris, Nazi’lerin eline geçince de General Franco diktasındaki İspanya’ya kaçar. 23 guaj parçadan oluşan Constellations (Yıldız sistemi ) serisini yaratır. Konsantrasyonu yön değiştirir; kadınlar, kuşlar ve ay bundan sonraki kariyerinin ve eserlerinin esin kaynağı olurlar. Joan Miro’nun eserleri ne mutlu ki dünyanın çeşitli köşelerinde karşımıza çıkıyor; bazen bir heykel, duvar resmi, tablo, seramik, cam pano ya da duvar halısı olarak. Heykellerden Chicago’daki Güneş, Ay ve Bir Yıldız, Barselona’da Dona i Ocell en hoş sürprizlerden. Miro, New York’ta Dünya Ticaret Merkezi’ne Katalan sanatçı Josep Royo ile birlikte bir duvar

Begonviller, çamlar, palmiyeler ve deniz manzarası.

halısı projesi gerçekleştirmiş. Ne yazık ki bu eser 11 Eylül’de yok olan en pahalı eserlerden biri idi. Değişik medyumlarla ve tekniklerle çalışmayı seven sanatçının illüstrasyonunu yaptığı kitaplar da 250’nin üzerindedir. Özgün baskı teknikleri, özellikle de Lithography (taş baskı) de Miro’nun güzel eserler verdiği bir tekniktir. Bir keresinde kendisine sorulduğunda şöyle cevaplar: “Çizimlerim ve resim fikirlerim nasıl mı aklıma geliyor? Paris’deki Rue Blomet’deki stüdyoma akşam gelirim, yatağa uzanırım ve bazen yemek bile yemem, tavanda şekiller görür, hemen not ederim.” Ham maddeden yüzeye çıkan keşfedilmemiş, denenmemiş yollar, işlenmemiş yüzeyler, kaba malzemeler, doğadan ve günlük hayattan bulduğu objeler hep cezbetmiş sanatçıyı. Eserlerinde bu objelerle yarattığı düş dünyasını, çok zengin ve kendine öz bir kelime hazinesi ile anlatıyor. Uluslararası üne kavuşmuş olan sanatçının eserlerinde bilinçaltı, çocukça bir yeniden yaratma, kişisel, deneysel

Atölye'nin bahçesinde sanatçının esin kaynakları dekoratif unsurlar olarak da çok hoş duruyor.

Mengerler Lifestyle

29


Bahçe havuzundaki taşlar Miro'nun resimlerindeki lekeleri hatırlatıyor hemen. Birinden diğerine zıplamak isteyeceğiniz eğlenceli bir tasarım.

bir yaklaşımın ve Katalan gururunun manifestosunun birlikte yoğrulduğuna tanık oluruz. Bütün diğer İspanyol Sürrealist ressamlar gibi, özellikle etnik olarak Katalonyalı olduğu için, Franco rejiminin baskısından etkilenmiştir. Bununla birlikte Miro, Haiti Voodoo sanatı ve Küba’daki Santeria dininden de esinlenmiştir.

Harvard Üniversitesi’nde rektör olan Sert’den stüdyonun projesini çizmesini ister. Sürgündeki bir mimarın projesi kabul edilmeyeceği için başka bir mimarın adı altında Sert’in projesi gizlice inşa edilir. Miro, stüdyosunun tasarımı için Sert ve eşinin Cambridge’deki evine büyük bir tablo hediye ederek teşekkür eder.

Varlıklı kesim arasında propaganda ve kültürel kişilik adına pazarlanan burjuva sanatına karşı hoşnutsuzluğunu da ifade eder Miro. Özellikle de Cubism’e, ki o senelerde Paris’de kabullenilmiş bir sanat akımıdır kübizm. “Gitarlarını kıracağım”, deyişi ile Picasso’nun resimlerini ima eder; Picasso’nun sanatının politik popülaritesine saldırmaktır amacı. Başka bir söyleşide ise, bir ön yargı oluşturup, sonra sanat eserlerine bakıyorlar diye sanat kritiklerinden hiç hoşlanmadığını belirtir.

Miro’yu bir de torunundan dinleyelim... Sergi açılışı için İstanbul’a gelen Miro’nun torunu Joan Punyet Miro, sanat tarihi okumuş, genlerine sanat işlemiş bir isim. Seramik yapıyor ve ayrıca dedesinin biyografisini kaleme almış. Torun Miro, sanatçının resimlerindeki gizemin daha iyi anlaşılması için yaptığı konuşmada şöyle diyor: “Büyükbabamın dünyası zengin ve karmaşıktı. Fransız şair Raymond Queneau’nun dediği gibi; Miro’nun alfabesi Çin piktogramlarına (sembollerine) benzer, anlamak için bir derse ihtiyaç duyarsınız. Sembolik ve şematik bir lisan vardır eserlerinde.”

Miro, ömür boyu yakın arkadaşı kalan Mimar Joseph Lluis Sert ile birçok profesyonel işler yapmış. İki adam “Primer Salo d’Artistes Decoradors” isimli tasarım fuarında iş birliği yaparak mimar ve sanatçıyı bir araya getiren, çok yankı yapan çalışmalar ortaya çıkarmışlar. Mimar ve sanatçının birlikte tasarladığı bu projeler, modern mimari ile modern resmin ahenkli ve uyumlu bir dansıdır adeta; birbirlerini tamamlarlar. İç savaş sonrası ve Franco diktatörlüğü döneminde, Sert, Birleşik Amerika’ya sürgüne giderken, Miro kendi ülkesinde sürgün hayatı yaşamayı tercih eder. Mesafeye rağmen birbirlerini unutmazlar ve ilişkilerini koparmazlar. Yıllarca kendine ait bir stüdyo hayal eden Miro için eşi Pilar, o seneler 30

MengerlerLifestyle

Bazı sanatçıların gönlümüzde ayrı bir yeri vardır, kişiye göre değişir, onların işleri içimizi kıpır kıpır yapar, heyecanlandırırken, bunu nasıl yaratmış diye hayranlıkla çözmeye çalışırız. Joan Miro’yu ve eserlerini daha yakından tanımak istiyorsanız Barselona’daki müzesini ve İspanya’nın kuzeyinde yer alan San Sebastian şehrindeki Joan Miro Fundacio’u ziyaret edebilirsiniz. Şimdi Joan Miro Kültür Merkezi olan ve sanatçının uzun seneler evi/stüdyosu olan Joan Miro Fundacio, sanatçının stüdyosunun resim yapma aşamasındaki günlük haline tanık olmak, doğadan topladığı objeleri ve sonra onların nasıl bir heykel, ya da resimde vücut bulduğunun aşamasını görmek için harika bir deneyim. Miro vefat edince eşi Pilar stüdyoyu sanatçının bıraktığı


Miro bir sabun, yumurta, ya da çekiç gibi günlük objeleri kullanarak heykellerine başlarmış.

Miro'nun Barselona'da "Parc de Joan Miro'"daki Dona i Ocell heykeli (1983).

Erkek figürü tasvir eden bu heykelde sanatçı bir balkabağı, çekiç, somun ekmek ve teneke kullanmış.

Bu heykelde birMengerler sepetin tabanı Lifestyle 31 figürün yüzünü oluşturuyor.


JOAN MIRO

Duvarda eskizler ve üzerlerine tutturulmuş objeler.

Atölyede seramik kalıplar, sepet, şişe gibi objeler sanatçının bıraktığı gibi saklanmış.

Bir kozalak, deniz kabuğu, kurumuş bir manolya koçanı masanın üstünde; Miro'nun bakış açısı ile bir resim ya da heykelde yerlerini almayı bekliyorlar.

Hızını alamayıp atölyenin duvarlarına da çizmiş sanatçı.

Kalıplar ve yerde boyalar; her şey bıraktığı gibi.

32

MengerlerLifestyle

Halı dövmek için bir süpürge, bir bal kabağı ve çeşitli objeler esin kaynağı olarak bekliyor.


JOAN MIRO

Ünlü mimar Josep Lluis Sert

gibi korumuş; zaman durmuş, Miro sanki az önce çıkmış, resimlerine devam etmek üzere az sonra gelecek. 12 resim sehpasında yarım kalmış işler onu beklemekte. Geçen sene açılan Miro sergisindeki resimlerin sahte olduğu Barselona’daki Miro Vakfı tarafından saptanıp dava açılınca, sergi hemen kapandı. Miro Vakfı bu konuda çok titiz davranıyor ve sahte Miro eserlerini tespit ve sonrasında yok eden bir ekipleri var. Neyse ki bu sene Sakıp Sabancı Müzesi’nde gerçek Miro’larla buluşuyor sanatseverler. SSM Müzesi Müdürü Dr. Nazan Ölçer, bu serginin gerçekleşebilmesi için üç yıldan beri görüştüklerini söylüyor. Sergide sanatçının Barselona’daki müzesinden gelen pek çok eserin yanı sıra aile koleksiyonunda bulunanlardan birkaçı da İstanbul’da sergileniyor. “Joan Miro, Kadınlar, Kuşlar, Yıldızlar” başlığı altında kadın, kuş ve yıldız temalarına yoğunlaşan sergi, resim, baskı, heykel ve seramiklerden oluşacak. Dört bölüme ayrılacak olan sergi Miro’nun çeşitli dönemlerine odaklanıyor. Miro’nun kadınları, kuşları ve yıldızları İstanbul’da, kaçırmayın!

Baktığınızda bir binanın çatısı yerine böyle bir havuz görmek istemez misiniz? Sert, Miro'nun stüdyosunda bu çok estetik tasarımı uygulamış. Gezerken yağan yağmurun damlaları ve oluşan baloncuklar da bu çatı havuzuna ayrı bir hoşluk katıyordu.

Mengerler Lifestyle

33



Mengerler YAŞAMIN RENKLERİNİ YANSITIR...

1/2015 Lifestyle

KÜRŞAT BAŞAR YENİ VITO CONTEMPORARY İSTANBUL RUDOLF VAN NUNEN ANTAKYA

YILDIZLI HAYATLAR • KÜLTÜR • SANAT • SÖYLEŞİ • GEZİ • LEZZET • SAĞLIK


ALİ GÜRELİ

Contemporary İstanbul Yönetim Kurulu Başkanı Ali Güreli’yle konuştuk. Önümüzdeki sene 10. yılına girecek olan fuar, Çağdaş Türk Sanatı’nı İstanbul’un ev sahipliğinde tüm dünyaya tanıtıyor. Uluslararası bir fuar olduğu için beraberinde tarihimizi, kültürümüzü, insanımızın misafirperverliğini ve leziz mutfağımızı da. Ci Türkiye’yi çağdaş ülkelerin platformuna taşıyan, yurtiçi ve dışından seçkin sanatçı, koleksiyoner ve sanatseverlerin bir araya gelmesini sağlayan bir sanat şöleni. Röportaj günü ülkemizde sanata yeteri kadar önem verilmemesine rağmen, fuarda çocukları öğretmenleri ile gençleri, yaşlıları, engelli ve hatta bebeğini alıp gelmiş kişileri gezerken görmek çok sevindirici bir manzara idi.

Yurtdışında ülkenin imajı için kültürel bir prestij sahnesi olduklarından fuarlar büyük devlet desteği alırlar. Dileğimiz sanat pazarında daha güçlü olabilmek, yurtdışındaki fuarlara açılabilmek ve onlarla yarışabilmek için bizim devletimizin de destek vermesi.

26

MengerlerLifestyle


ALİ GÜRELİ

Contemporary İstanbul Uluslararası Sanat Fuarı

SÖYLEŞİ: AYŞEN GÜREL SİLE FOTOĞRAFLAR: GARO MİLOŞYAN

C

ontemporary İstanbul Uluslararası Sanat Fuarı nasıl gelişti ve bu sene ne gibi yenilikler vardı? Biz 9 sene önce başladık, Art Basel Sanat Fuarı ise13 yıl önce açılmıştı. Son 10 senede ise 20 den fazla yeni fuar çıktı dünyada ve müthiş bir rekabet oluştu. Şehirler kendi markalarını öne çıkarmak için destek verdiler bu fuarlara. Biz de İstanbul çok özel ve farklı bir şehir olduğu için sürekli yenilikler yapmak peşindeyiz. 108 galeri katıldı bu sene; bunun 60 küsuru 20 ye yakın değişik ülkeden. 540 sanatçı yer aldı ve 2500’e yakın sanat eseri sunuldu. Geçen sene 92 gibiydik ama artık arttırmak istemiyoruz kaliteyi daha fazla yukarıya çekmek için. 2006’da fuarı 30 bin kişi gezmişti, bu sene 80 bine ulaştık.

Bu seneki yeniliklerden Contemporary İstanbul edisyonları kavramını sunduk. 17 sanatçı sadece Contemporary İstanbul için edisyonlar üretti. Bu eserlerin telif haklarının tarafımıza ait olan bir eserleri çoğaltma anlamındaki çalışmasını yaptık. Amaç edisyonlarla daha çok sanatsevere ulaşmak. Çeşitli baskı teknikleri ve içinde heykel de var. Daha sonra video ve dijital sanata da gireceğiz. Sanatın her türlü disiplinin edisyonlarını yapacağız, daha çok kimseye ulaşmak, genç ve bütçeleri dar olan insanların bir sanat eserine kavuşmalarını temin etmek için. Fuar sonrası yurtdışına gidiyoruz, çeşitli fuarlara katılacak, sergilerde yer alacağız, satışa sunacağız bu edisyonları. Bu da o sanatçıların bütün dünyada tanınırlığının artmasına yol açacak. Sanatçılar da müthiş bir ilgi ve neşe içinde çalışma yaptılar, bundan memnunuz. Plugin adını verdiğimiz yeni medya, dijital, video sanatı geçen sene başlayan ve bu sene 16 galerinin yer alması ile genişleyen bir konsept. Dünyada önde gelen sanatçıların

işlerini sergileme imkanı bulduk. İnsanımız çok yakın değil bu sanata; koleksiyonerlerimiz tereddüt ediyor, acaba bu orijinal mi değil mi, çoğaltılamaz mı, çoğaltılabilir mi? Dünyadaki örneklerini buraya getirip sunduk. Ben de birkaç tane aldım. Seviyorum, çünkü dijital sanat farklı bir iş. Kendi içinde yeni, küçük uydu fuarlar doğuran şekle doğru dönüşmek istiyoruz. Hatta Plugin’in ayrı bir mekanda İstanbul’a yayılmasını da hedefliyoruz. Bu sene 3 ayrı küratöryal sergi düzenledik. Bir tanesi Akbank Sanat’ın içindeki Nuri Bilge Ceylan Sergisi, Hasan Bülent Kahraman küratörlüğünü yaptı. Bunun dışında 90 dakikalık 25 ayrı sanatçının 25 ayrı sergisi tek bir mekanda hep eserler 90 dakikada bir değişerek sergilendi. Diğeri de ünlü Amerikalı Koleksiyoner Michael Jacobs’ın Çin yeni medya sanatı, artı video sanatı ile ilgili koleksiyon örnekleri, yine Amerikalı bir küratör ile burada sergiledik. Yani 3 ayrı sergi oluştu. Burası bir sanat pazarı ama bunun yanında ülkedeki eksik olan bazı mekanizmaları

İlgi ve enerjinin çok yüksek olduğu Contemporary İstanbul Sanat Fuarı'nı bu sene 80.000 sanatsever ziyaret etti.

Mengerler Lifestyle

27


ALİ GÜRELİ

Fotoğraflar anlatıyor; fuara ilgi büyüktü, her yaş ve kesimden ziyaretçilerin pozitif enerjisi tüm mekanlarda hissediliyordu.

görerek bu boşlukları doldurmaya çalışır bir tavrımız da var. Örneğin bu sektörün sivil toplum kuruluşları adeta yok ya da fazla bir faaliyet bulamıyorlar. Biz biraz devletle olan ilişkiyi kurmaya çalışıyoruz ve tabii vergi konusu geliyor; %18 KDV ile sanat olmaz, el değiştirmez bence, işte olduğu kadar oluyor. Yayılması büyümesi için daha düşük olması lazım, Fransa’da %5 mesela. Kültür Bakanlığı, Hazine Dış Ticaret Müsteşarlığı’yla bir sürü sektöre devlet yurtdışı tanıtımlarında fuar ve pazarlama amaçlı katılımlarda yer almaları için ciddi bir destek veriyor. Bunun sanat ve kültür amaçlı yurt dışı tanıtımlarında da gerçekleşmesini sağlamak istiyoruz. Bu gerçekleştiği zaman bizim de, birçok galerinin de önü açılacak. Yurtdışında önde gelen galeriler 14

28

MengerlerLifestyle

fuara katılıyor, bizde ise 3 fuardan sonra bütçe yetmiyor. Bu galeriler hatta kendi içlerinde bir ekip kurdular, bir kısmı fuarlara konsantre oluyorlar, diğerleri de galeri satışlarını idare ediyorlar. Koleksiyonerler açısından bakınca da zaman dar; en popüler şehir ve fuarları tercih ediyorlar. İstanbul ve fuarı cazip kılmak için bu yöndeki çalışmalarımızı genişlettik; 5 yeni ve Sofa ile birlikte 6 otel İstanbul sponsoru oldu. Bu otellerden aldığımız bedelsiz odaları yurtdışından davet ettiğimiz koleksiyonerlere ve basına ayırdık, halen 300 koleksiyoner ağırlıyoruz, yapılan jest bu kişileri buraya getiriyor. Salt resim almaya değil, bu şehri ve burada yaşayan kişileri tanımak


ALİ GÜRELİ istemez çağdaş oluyorlar. Nitelikli çağdaş eserlerin fiyatı artacak, arzın kalitesine dikkat etmek lazım. Basel’de 5 günde 1-2 milyar Euro’luk eser el değiştiriyor. Aslında orası bir toplanma noktası, aylar öncesi başlayan konuşmalar fuarda el sıkışması ile sonuçlanıyor.

Ressam Necdet Vergili ülkemizi yurtdışında başarı ile tanıtan sanatçılarımızdan. Zaman zaman İtalya'da çalışan sanatçının eserleri anlaşmalı galerisi tarafından sürekli sergilenmekte.

için de geliyorlar. Birçok koleksiyonerimiz evlerini açtılar bizlere; evlerinde 50 - 100 kişi arası değişen davetler oldu. Dostluklar kuruluyor ve hatta ciddi iş ilişkileri doğuyor. Bomonti Bira Fabrikası restore ediliyor ve çok önemli bir etkinlik merkezi haline dönüşecek. 2000 metrekare bir alanda sergiler yapacağız, sanat ve kültüre yönelik aktiviteler için kullanılacak bu yapı. Beyoğlu’ndaki Babylon da buraya taşınıyor.

Çağdaş sanatta kötü işlere de rastlıyoruz. Bu anlamda dünyada ve Türkiye’de Çağdaş Sanatı nasıl değerlendiriyorsunuz? 90’lardan sonra Çağdaş Sanat Türkiye’de farklı bir yöne doğru gitti, Türk Sanatçılar yurtdışında da çok başarılı oldular. Çağdaş Sanat’ta üretimin bu kadar artmasının sebeplerinden bir tanesi modern sanatın ve klasik eserlerin fiyatlarının ulaşılamaz hale gelmesi; bunların ticaretini yapabilen galeri sayısı 3-5 e düştü; dolayısıyla galeriler ister

Art Basel Miami Beach’te bütün Miami bir sanat şehrine dönüşüyor, biz bu noktaya ne zaman varacağız sizce? Daha çok tazeyiz ama bu yönde aktivitelere başlandı. İlk gece Suada’da çok hoş ve düzgün bir gala yaptık. 330 misafir vardı, 200 küsuru yabancıydı. Pozitif başlayan geceyle bütün fuar pozitif gidiyor; ilk intiba orasıydı. Misafirlerin İstanbul’dan her manada iyi anılarla ayrılmaları için konaklayacakları oteller, görmeye değen yerler, restoranlar gibi konularda da servis verilmesine dönük çalışmalar yapıyoruz. İstanbul’un yükselen yıldızı önümüzdeki 2 yılda açılacak olan 3 müze ile daha da yükselecek. Koç Müzesi, Dolapdere’de yapılıyor; New York’tan Grimshaw Architects isimli çok iyi bir mimari büro tasarladı. Haliç’deki DemSA Müzesi ise ünlü mimar Zaha Hadid’in projesi. Üçüncüsü ise, Antrepo 5; Mimar Sinan Üniversitesi’nin yatırımı olan İstanbul Çağdaş Resim Heykel Müzesi. İnternet dünyayı bir araya getirdi, CI’un bu alandaki projeleri neler? Bu yaptığımız sergileri ve edisyonlarımızı yeni web sitelerinde açıyoruz. Bu sene yeni bir ilave daha yaptık, bir aplikasyon sunduk. Fuarı gezerken indirdiğiniz zaman nerede olduğunuzu, bütün fuarı gezenlerin o anda nerede olduklarını izliyor. Birisini bulmak istediğiniz zaman kolaylıkla ona ulaşıyorsunuz. Aynı aplikasyon içerisinde hangi sanatçı hangi galeride gibi detayları da görüyorsunuz. Yani fuarın gezilmesini çok kolaylaştıran ve zamanı daha iyi kullanmanızı sağlayan bir sistem. Ayrıca New York merkezli Artsy ile anlaştık; bu firma galerilerle anlaşma yapıyor; yani internet üzerinden satışı kolaylaştırıyor. Devletin sanata olan yaklaşımı ve girişimlerinden bahseder misiniz?

Mengerler Lifestyle

29


ALİ GÜRELİ Abdullah Gül ve Hayrünnisa Gül ile bizim bir yakınlığımız vardı. Geçtiğimiz dönemde iki kez fuara geldiler ve Cumhurbaşkanlığı Koleksiyonu’nu çok iyi bir yere taşıdılar. Hayrünnisa Hanım uğraşıyor. İlk kez bütün envanter çıktı. İçlerinden bir komite tarafından bir seçim yapıldı. Seçilenlerin de 2 tane kitabı basıldı. Abdullah Bey'in Cumhurbaşkanlığı döneminde Genel Sekreter Prof. Mustafa İsen’dir. Mustafa Bey daha önce de Turizm Kültür Bakanlığı’nda Müsteşarlık yapmış olduğu için ben yakından tanıyorum ve şimdi tekrar görev başında. Mustafa Bey’in bizden istediği raporu verdik. Detaylı olarak yapmak istediklerini anlattı; bir sanat konseyi kurmak istiyorlar ama içinde devletin rolünü arttırmak gibi bir düşünceyi doğurursa bu iş çöker dedim. Devlet sadece alt yapısını yapsın, başka bir şey yapmasın. Biz İstanbul’da Metropol Museum adında bir müzenin kurulmasını, işletilmesini ve sanat eseri almasını önerdik. Kurumsal sponsorluğun önünün açılması, müzelere eser hibe etmenin cazip hale getirilmesi lazım, kurumu özendirmek için bir avantajı olması lazım. Yoksa Mudo gibi birçok firma kendi müzesini kuracak. Genç Türk Sanatçıları için nasıl bir vizyonunuz var? Contemporary İstanbul’un önemli bir rolü olduğunu düşünüyorum. Şimdi genç sanatçılar beni kim daha iyi temsil eder, beni fuarlara kim götürür diyerek bakıyor dünyaya, ki doğru bakış bu. Hızlı para kazanma kaygısını kesinlikle taşımamaları gerek, çünkü özelliği, kıymeti olan bir düşünceyi ortaya koyarlarsa bu zaten paraya dönüşür. Biraz zor bir kelime oluyor, “uluslararasılaşmak” kafasında olmak lazım; çok noktada, çok insanla tanışmak. Biz sanat fuarımızın temelinde “networking” denilen işi yapıyor, insanları karşılaştırıyoruz. Bir noktayı hedefleyen bir sanatçıysanız mutlaka çok iyi lisan bilmeniz ve dünyayı çok iyi izlemeniz gerekiyor. İnternet dünyayı zaten ayağınıza getirmiş durumda, çok kuvvetli olanakları var ama bu yetmez, her şey gene insanla insanın bir araya gelmesiyle oluyor. Tavsiyem dünyaya çok yayılacak, kendi eserlerini daha çok anlayan gözün önüne serecek şekilde bir tavır benimsesinler.

30

MengerlerLifestyle


Mengerler Lifestyle

31


Yaşamını Kayseri'de sürdürmekte olan Ressam Mahmut Karatoprak kendi topraklarına katkıda bulunmak amacı ile eğitmen olarak da çalışıyor. Ayrıca bir arkadaşı ile ortak olarak Kayseri'nin ilk özel sanat galerisini açmış. Böylece yörenin genç sanatçılarına yeni ufuklar sunuyor.

54

MengerlerLifestyle


SÖYLEŞİ: AYŞEN GÜREL SİLE FOTOĞRAFLAR: GARO MİLOŞYAN/M .KARATOPRAK ARŞİVİ

"Resimle ilgili bir şey yapmadığım bir günü yaşamış saymıyorum..." Sanat sevginizi ilk keşfettiğiniz yıllardan bahseder misiniz? Bu çok klasik olacak ama çok küçük yaşlarda ve de farkında olmadan başladı, sanıyorum 10-12 yaşlarındaydım. Sınıf arkadaşlarıma göre daha güzel işler yaptığımı fark etti hocalarım ve çok teşvikleri oldu. Mesela ilkokulda hocam: “Herkes 4 mevsimin resmini yapsın, güzel olanını asacağım” dedi. Dört mevsimi de benim resimlerimden seçti 30 kişilik sınıfta. Bu bana çok büyük bir şevk verdi ve bütün bir sene boyunca sınıfın arkasında asılı idi bu mevsim şeridi. Halbuki, herkesin benim gibi resim yaptığını sanırdım uzun yıllar. Bunun böyle olmadığını gördükçe resim yapmayı meslek olarak seçebilirim diye düşündüm daha o yaşlarda. Bir virüs müdür nedir girdi içimize, öyle kaldı ve bu günlere geldik. Tabii bizim eğitim sistemimizde illa klasik lisenin bitmesi gerekiyordu. Benim derslerim de çok kötüydü, her sene 4 dersten ikmale kalıyordum; bütün çabam Güzel Sanatlar Fakültesi’ne girmek idi. Fakat taşrada, Kayseri’de yaşıyordum ve resim sanatı konusunda beni besleyecek resim hocalarımın ve ailemin dışında başka hiçbir şey bulamıyordum. Bu tabii benim resme

Mengerler Lifestyle

55


ve illüstrasyon yaptım, bir yandan sergiler açtım. Frankfurt bir finans şehri, sanatla pek alakası yok diyoruz ama dört tane büyük müzesi vardı mesela. Harbiden gridir Frankfurt, kasvetli kapalı bir şehirdir ama ben oradaki müzelerden çok beslendim. Adına ekol mu, tarz mı, stil mi denir, ne derseniz deyin, bunu belirleyen şey Frankfurt ve oradaki müzeler oldu. Kendime yön aradığım yıllardı zaten o yıllar, bir yandan da uyguluyordum sergiler açarak. Yurt dışında bu anlamda çok şey öğrendim ve deneyimler kazandım, şimdi bu yıllarda Türkiye’deki işlerime de yansıyor. bakışıma ilk hevesli yıllarımda sekte vurdu ve ümitsizliğe kapıldım; tek başıma mücadele vermek zorundaydım. Çok inanıyorum ki, bir çocuk eğer sanata eğilimli ise ailesi, çevresi tarafından destek görmeli ve onaylanmalıdır. Bu onu yüreklendirir, motive eder ve bir an evvel yön bulmasına yardımcı olur. Ben şimdi ailelere ve arkadaşlarıma bunu salık veriyorum. Benim o anlamda çok büyük şanslarım olmadı; annem çok sever resmi, babam da rahmetli severdi ama derslerime mani olan bir şey gibi görürlerdi ilk başlarda. Mütemadiyen sınıfta kaldığım için sebebini çok resim yapmama ve vakit kaybetmeme bağlarlardı. Akademiye girdiğim zaman değerli bir meslek olduğunu kabul ettiler ve bu beni çok rahatlattı. Yurtdışında da yaşadınız. Orada ve Türkiye’deki senelerde ne gibi birikimler oldu ve sanat tarzınızı nasıl etkiledi? Benim beslenmelerim hep dışarıdaki gözlemlerim, müze gezmelerim ve çok çalışmamla oldu. Zamanla oldu tabii ama işimin renginin belli olma dönemleri yurtdışıdır; Almanya’dır. Frankfurt’a 15 dakika mesafede bir yerde 16 sene çalıştım; bir yandan gazetelere karikatür 56

MengerlerLifestyle

Neden resim bölümü değil grafik bölümü, seçim nasıl oldu? Ben o sene Hürriyet Gazetesi’nde karikatür çiziyordum. Grafik servisi şefimiz Ethem Çalışkan vardı kulakları çınlasın, bana: “Sen zaten grafik servisinde çalışıyorsun ve ofset baskı ile ilgili her bir şeyi yapıyor, uyguluyorsun, bunun farkında mısın? Ama bu işin okulunu okur, grafik öğrenirsen, o günkü şartlarda sen zaten resim yaparsın ve grafikle ilgili bildiğin her türlü teknik senin resimlerine yansır” dedi. Hatta okula müracaata da son gün karar verdim. Grafik bölümüne girmenin isabetli karar olduğunu hemen anladım. Yıllardır da müteşekkirimdir Ethem Beye, Allah uzun ömür versin, çok severim kendisini. Böylece grafik okudum, bir yandan da karikatür çizdim. Grafik bölümünde okumamın, üslubumu biran önce yakalamama ve o disiplinde çalışmama faydası oldu. Web sitenizde gezindim; Barok Müzik, figürler, giysiler, saç biçimleri eski çağlara götürüyor insanı. Şu şekilde düşünmüşümdür; günümüzde resim yapan ya da herhangi sanatı icra eden bir insan ya geçmişte öğrendiği, günümüzden daha ön-


Sanatçının başarılı desen çalışmaları kadınların duygusal ve romantik dünyasını kalemin yumuşak dili ile anlatıyor.

ceki tarihlerde ve dönemde yapılmış eserleri, ya da anlayışı günümüze çekmeye çalışır, ya günümüzü yansıtan işler yapar, ya da daha sonraki yıllarda neler olacağını hayal eder. Ben bu anlayışı üçe bölüyorum. Günümüzü bir kere belgelemek gibi bir kaygım yok, fakat yaşanmış, miladını doldurmuş ve başka amaçla kullanılmış malzemeleri bir araya getirerek kombine etmeye çalışıyorum. Yani eskiyi günümüze geçmeye çalışıyorum, böylece zamanı daha uzatacağımı ömrüm oldukça zannediyorum. O bakımdan eski ve yaşanmışlık bana çok cazip geliyor. Sanatla uzaktan yakından hiç ilgisi olamayan objeleri, eski ahşapları, numaraları, küçük parçaları bir araya getiriyorum. Bir sanat eserinin içerisinde onları katkı sağlayan bir birim olarak görüyorum ve kombinasyonlarını yapıyorum. Bu bana haz veriyor, sanki bir puzzle yapar gibi keyif alıyorum. Severek yapıyorum ve sevdiğim işler çıkıyor. Neden hep kadınlar ve neden hep bir hüzün var yüzlerinde? Kadınları ben çok renkli, insan hayatını yönlendiren bireyler olarak görüyorum. Bir kere çok estetikler. Yani figüratif resim yaptığım için figürün içinde de en estetik varlık da kadın. Erkeği bile yönlendirenin anneler olduğunu; dolayısıyla kadın olduğunu düşünüyorum. Ve kadının kendisini birey yapan çabasını, gayretlerini, çaresizliğini, hüzünlerini yansıtmaya çalışıyorum. Çünkü ortalama bir hüzün görürüm kadınlarda, erkeğe karşı daima bir mücadele verme duygusu içlerinde… Her türlü dönemde ve rejimde bunun böyle olduğunu zannederim, o yüzden de kadınları severim, sayarım ve bu nedenle resimlerini yapmayı severim. Su damlaları beni de büyüler, resimlerinizde sık sık rastlıyoruz ve de dokunsam parmağımı ıslatacak gibiler. Neyi sembolize ediyorlar,

yoksa gözyaşını mı? Hayır, gözyaşını değil, bunun içerisinde başta söylediğimiz gibi kadınlardaki o hüzün vardır ama o gözyaşları kadının hüznüyle ortak bir çaba içinde değildir benim gözümde. Orada daha çok suyu ifade etmeye çalıştım. Su hayattır, temizliktir, arınmışlıktır ve herbir şeyi temizlediği için suyu sembolize eder sadece o damlalar. O hissi verir bana daima ve damlaları sıkça kullanıyorum. Üzerinde bulunduğu şeyi temizler damlalar gibi gelir bana, ya yıkanmıştır ya da onunla ilişkilendirdiğim için sudan nemalanıyor diye düşünürüm ve o yüzden de damlaları severek yaparım. Yaptığımı da severim. Bazen de mercek gibi. Evet, büyüdükçe de mercekleşir onlar ve alttaki ahşabın dokusunu bize daha çok yakınlaştırır. Kullandığınız medyum ve teknikler neler? Çoğunlukla ahşap yüzeyler üzerine mi çalışmayı tercih ediyorsunuz? Bir de bu sergide gördüğüm işlerde bazı yeni malzemeler girmiş gibi çalışmalarınıza. Ben resim yapan insanın önce kendisini yaptığını hayal ederim, yani kendi ruh halini, tabiatını ve mizacını ifade ettiğini düşünürüm. Rahmetli ustam Karikatürist Nehar Tüblek derdi ki: “Herkes kendisini çizer”. Aynı karikatürde olduğu gibi resimde de herkes kendi dünyasını demek istemiyorum, aslında birebir kendisini çizer. Ben insan ilişkilerinde de çok doğal olmayı, kendin gibi olmayı ister ve severim, öyle insanlara kendimi çok yakın hissederim. Bu anlamda kullandığım malzemelerin samimi, doğal olmasını arzularım. Mesela kağıt, ağaç, tahta birbirine akraba ama farklı rollerdedir, farklı maddededirler. Birbirini

Mengerler Lifestyle

57


sarar, çok örtüşür ve kokuları bile neredeyse aynıdır, bir birini ifade eder ve bu doğallık hoşuma gider. Boyalarım da pek kimyevi boyalar olmaz, mümkün olduğu kadar çok kara kalem kullanırım, desen çizmeyi çok severim ve su ile eriyen bütün boyaları tercih ederim. Bu sergideki bazı resimlerde farklı bir malzeme uygulamışsınız, nedir? Bir inşaat malzemesi olan epoksi kullanıyorum, geç fark ettim ama benim işlerime uygun olduğunu anladım. O, su bazlı boyaların matlığını biraz daha canlandırıyor, parlaklaştırıyor ve öne çıkartıyor. Ben de figürlerimin zeminden ayrışmasını arzu ederek resim yaptığım için epoksi bana bu anlamda çok yardımcı oldu. Eğitimci olarak da uğraşılarınız var. Evet, son 10 yıldır Erciyes Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Resim Bölümü’nde Öğretim Görevlisi olarak sözleşmeli çalışıyorum. Kayseri’ye döndüğüm yıllarda güzel bir teklif gelmişti, önce biraz kararsız kaldım ama oradaki hocaları, öğrencileri tanıdıktan sonra isabetli bir iş yaptığımı anladım çok sevdim her şeyi. Birkaç yıllığına diye kararsız başladım ama işte 10 yıldır orada devam ediyorum. Kayseri’de sanat ortamı nasıl? Tabii ki neticede İstanbul, İzmir ya da başka büyük bir şehrimiz değil ama mütemadiyen gelişen ve kendi imkanlarını aşmaya çalışan şehir. Bu anlamda Kayseri’ye katkılarım olsun istiyorum kendi topraklarım olduğu için. Kayseri’nin ilk özel galerisini açtım, Azeri bir arkadaşımla ortak ve bir de sergi yaptık MOSA, Modern Sanatlar Akademisi’nde. Bünyesinde atölyeler var, üniversiteye hazırlık dersleri veriyoruz ve ayrıca resim yapmak isteyen herkese orada dersler verilecek. Güzel bir galerisi, kafeteryası ve kantini var. Kayseri’de güzel şeyler olacağını umut ediyorum. Contemporary İstanbul beklentilerinizi karşıladı mı? Üstelik bu sene çok daha fazla karşıladı, bundan sonraki sergiye neredeyse resim kalmadı. Onun şaşkınlığını yaşıyoruz zaten. Birkaç gün kaldı üstelik. Ne yapacağımızı bilemiyoruz. Bir yandan çok talep olması bizi sevindirirken bir yandan da çaresiz bırakıyor. Bütün ticari piyasalarda arz talep dengesi vardır. Talep çok artınca bu anlamda işleriniz değer açısından da çok yükseliyor mu? Haliyle kendiliğinden yükseliyor. Talep olduğu müddetçe arz artıyor çünkü kayıtsız kalmak pek mümkün olmuyor. Fiyatlar da kendiliğinden yükseliyor ve tabii çok mutlu ediyor bizi. Açıkçası motive ediyor ve daha fazla çalışmaya zorluyor. Resimden arta kalan zamanda neler yapmayı seviyorsunuz? Resim benim günlük hayatımın yüzde 90’nını kaplıyor. Nureyev’in bir lafı vardır hiç unutmuyorum, bir yerde okumuştum: “ Dans etmediğim günü yaşamış saymıyorum” demiş. Ben de resimle ilgili bir şey yapmadığım bir günü yaşamış saymıyorum. Bir şekilde resimle ilgili illa ki bir şeyler yapmam gerekiyor o gün yatana kadar. Ve ben böyle yaşadığım için de her şey biraz resimle ilgili oluyor. Bu da bana çok fazlasıyla yetiyor ve tatmin ediyor. Resmin dışındaki zamanlarımı arkadaşlarıma, çok sevdiğim dostlarıma ayırıyorum, o kadar. 58

MengerlerLifestyle


Mengerler <$ù$0,1 5(1./(5ø1ø <$16,7,5

2/2015 Lifestyle

ALPLER GEZİSİ ÜMİT BESEN NEW ORLEANS TRAVEGO S BALKAN NACİ İSLİMYELİ YILDIZLI HAYATLAR • KÜLTÜR • SANAT • SÖYLEŞİ • GEZİ • LEZZET • SAĞLIK


BALKAN NACİ İSLİMYELİ 22

MengerlerLifestyle

SÖYLEŞİ: AYŞEN GÜREL SİLE FOTOĞRAFLAR: SENİH GÜRMEN

Ressam, Şair ve Tasarımcı Balkan Naci İslimyeli ile tarihi yarımadayı kucaklayan evinin salonunda, İstanbul sevgisini, yaşam tarzı olan sanatını, dünyada çağdaş sanat ve ortamını konuştuk, güncel birçok konuya değindik.


Mengerler Lifestyle

23


BALKAN NACİ İSLİMYELİ

Ünlü bir sanatçısınız ama sizi tanımayanlar için kendiniz ve sanatınız hakkında bir özet yapar mısınız? 60 yılı nasıl özetleyeceğimi doğrusu bilemiyorum. Babam memur olmanın yanı sıra bir karikatüristti, çocukluğumdan beri sanat ortamında oldum. Babamın atanmaları nedeniyle Anadolu’nun pek çok şehrini dolaştık ve küçük yaşta bir vizyon sahibi olabildim; toplum ve Türkiye hakkında. Ama merkezimiz hep İstanbul’du aile oralı olduğu için. Babamın Akbaba dergisinin kapaklarındaki çizimlerini saklarım, ona da bir sergi yapmak isterim baba oğul diye yeni bir konseptle. Gerçi onun sergileri var ama birlikte yapmak istiyorum. Babanızın ardından güzel bir şiir yazmıştınız. Onlar öyle çok sevgili bir çiftti. Birbirlerini sevenler hemen birbiri arkasından gidiyorlar. Onları da öyle kaybettik ama mutlu huzurlu bir ömür yaşadılar. Türkiye’nin bu günlerini görmediler. Bu arada avuntu sanat oldu, hem kaçış, hem tedavi, hem ifade. Sanat acıdan doğan bir şey yani. Mutlulukla sanat bir arada yürümüyor. Mutlaka bir şeylerin ters gitmesi lazım; kendi içinizde veya çevrenizde. Onun için sanatçı her zaman ikircikli, huzursuz olmak durumunda ki topluma yeni öneriler getirebilsin. Ama bundan şikayetçi değilim, bu insanın yapısı, sanat bütün canlılara, çevreye nüfuz etmeyi; onları içten hissetmeyi gerektiriyor. Bunu yaptığınız zaman da çok yıpranıyorsunuz. Yani acı çeken insanların aksi, yansıması, sizin içinizde devam ediyor. Bu bünyeyi, bu birikimi dışa atmak lazım, o da sanatla mümkün oluyor. Liseden sonra Tatbiki Güzel Sanatlar’a girdim. Eğitim ve hemen arkasından eğitmenlik sonra emeklilik, yeni üniversitelerden teklifler. Işık Üniversitesi’ndeyim 10 senedir. Gençlerle bir arada olmak güzel bir duygu. Yeni kuşakları yakından,

24

MengerlerLifestyle

içten tanıyorsunuz. Onlarla beraber olmak hem moral verici bir şey, hem düzeltebildiğiniz kadar düzeltmeye çalışıyorsunuz bir takım aksaklıklarını. Işık Üniversitesi’nin Atatürk’ten gelen bir geçmişi var ayrıca. Tabii, 130 yıllık bir misyon. Çok önemli, Türkiye’de çok aydınlık kuşakları yetiştirmiş bir kurum. O yüzden mutluyum çocuklarla. Ressam, tasarımcı, şair, yazar ve de eğitmen olarak Prof. Balkan Naci İslimyeli. Bütün bu çok yönlülüğü bir arada götürmekten bahsedelim. Nasıl dengeliyor, zamanınızı nasıl bölüyorsunuz? Hepsi birbirini besliyor mu? Sanat bir yaşam biçimi, tüm bunlar aslında birbirinin içinde kontrast alanlar değil. Ben bir resmi oluştururken konsept olarak zaten onun şiirlerini, desenlerini, hakkında düşündüklerimi yazarım. Dolayısıyla ifade etmenin her biçimi, her türü bizim hayatımızın içinde. Müzik ile de ilgileniyor musunuz? Evet, benim sesim ve kulağım çok iyidir. Eşim Sezen konservatuarın sonuna kadar geldi, kendisi Kimya Profesörü ama müziğe müthiş ilgisi var, onunla pek çok gruba katıldım. Koro, Klasik Türk Müziği kökenli ama ben cazı, etnik müziği de çok severim. Klasik müzik ise çalışırken benim arkadaşımdır, bir tek o girer atölyeye. Geçenlerde Lale Müldür’le Ekavart’ta “resimde şiir, şiirde resim” temalı söyleşiniz vardı. Galeri bir sanatçı sohbeti yapalım dediği zaman aklıma Lale geldi. Onunla dönemin en ünlü edebiyat dergilerinde şiirlerimiz yayınlandı. Ben şiiri


BALKAN NACİ İSLİMYELİ resmimin biraz gerisinde tutmaya çalıştım. Şiir bütün sanatların büyüsü, sadece edebi bir tür değil, hepsinin üstünde bir aura. Yaşadığımız çağda alelade, çok sıradan şeyler yapılıyor. Dolayısıyla bizim o imrendiğimiz, onun gibi olmak istediğimiz büyük sanatçı tipleri artık çok seyreldi. Müşteri baş tacı oldu, yaratılan orta sınıf kendi kültür düzeyinde şeyler istiyor. Hangi ahlakla, duruşla başladıysak, kuşağımızdan eğilenler, bükülenler olsa da, biz dimdik yürümeye devam ediyoruz. Çok daha sade, anlamlı ve dürüst yaşanabilir hayatta. Sırf Türkiye’de değil aslında bütün dünyada bu dediklerinizi görüyorum. Mesela Art Basel Miami Beach’de, ki çok pahalı orada bir yer kiralamak, niteliksiz işler gördüm. Şimdi insanları etkileyen şey sanatın niteliği değil fiyatı; 1 milyonluk bir resme başka türlü, 10 bin liralık resme başka türlü bakılıyor. Piyasa bunu yaratıyor kurmaylarıyla; dev bir mekanizma. Aynı bir Pop Star, bir Madonna gibi büyük bir heyet size ne yapacağınızı, bütün angajmanlarınızı, nerede sergileyeceğinizi, hangi müzelere girmeniz gerektiğini planlıyor. Siz o oyunun içinde küçük bir aktörsünüz. Yani biçilen rol hangi boyuttaysa onu yaşıyorsunuz, onu oynuyorsunuz. Yer dolunca da sıradaki diyorlar. Güncel konulardan kadınların ülkemizdeki durumu hakkında ne söylemek istersiniz?

Ben bağırarak anlatmayı sevmem, sanatın dili çok başka değil mi? Sanatın dili kalbe, ruha yönelik bir şey. Onu yapan sanatlar da olacak tabii; afişler, protestolar, farklı anlatım dili graffitiler var. Şiddetli anlatımı sevmiyorum, öfke yaratmadan, nefret yaratmadan, kişi kalbinde bir yere oturtsun isterim. Onun için de ölçü sanatta çok önemli. Bir şeyi etkili söylemek istiyorsanız biraz alçak sesle söyleyeceksiniz. Bağırdığınız zaman haklı da olsanız, geri döner size, ses geri döner. Kadınlara yapılan şiddet meselesi özellikle Müslüman ülkelerde çok büyük sorun. Bu zihniyetin değişmesi lazım. Biz de sanatçılar olarak kendi tarzımızla mücadele etmeliyiz. Kadının yetiştirilmediği bütün nesiller cahil, aksak ve kötü eğitimli oluyor ve yeni nesiller onun elinde büyüyor. Bu bir ideoloji ve dışarıdan da besleniyor. Ben burada kadınları da suçluyorum çünkü birbirlerini yeterince desteklemiyorlar. Yani kentli kadının ve Anadolu coğrafyasındaki kadının söylemlerini, dertlerini bir şekilde bir araya getirmek lazım. Biraz tepeden bakıyor kentli kadınlar. Anadolu’da kadın erkeğin misyonunu devralır belli bir yaştan sonra, erkekten daha sert olur hemcinslerine karşı; gelinini, kız çocuğunu ezer, erkek çocuğunu yönetir. Bütün hakimiyeti alır ve erkekten öcünü böyle aldığını zanneder. Kan davasına özendirir, demek ki kadınların kadınlara karşı yapacağı şeyler de var Türkiye’de. Erkekleri yanınıza alın, zaten sizin gibi düşünen kaç tane adam var değil mi? Onun için hoşuma gidiyor böyle etek giyiyorlar, o da bir medeni cesaret değil mi?

Mengerler Lifestyle

25


Hep hayal ettim bu bantta bir ev bulabilmeyi, sonunda buldum. Bir de Burgazadalıyım, orası da bana çok ''huzur veriyor. İşte cami ve kiliseyi yan yana görmek, çeşitli kültürlerin mezarlıklarını bir arada görmek. Bunlar benim İstanbul’un bütününde özlediğim manzaralar, insanlar birbirlerini tanıyor, hoş bir şey bu. Ben İstanbul’da zaten sakin yaşayan biriyim; atölyem, evim, fakültem arasında. Ama mesela şehrin tarihi bölgelerini hep ziyaret ederim. Haftada en az bir kere buradan inerim Karaköy’e, köprüden geçerim Mercan Yokuşu’ndan Kapalıçarşı’ya giderim, Havuzlu Restoran’da yemeğimi yerim. Bütün oradaki antikacıları dolaşırım. İşte Balat’tı, Eyüp’tü bunlar hep sevdiğim semtler, yani İstanbul’un kalbi. İstanbul müthiş bir ilham kaynağı. Sevilmeyecek bir yer değil. Dünyanın hiçbir yerinde olmadığı gibi doğu ile batı ve bütün dünyanın seslerinin bir araya geldiği bir bölge.

''

Ev fiyatlarında balonlar patlıyor, kötü resimlerde de balon patlamayacak mı ilerde? Bir sanatçıya biçilen bir ömür var, ölünce hepsi prim yapmayacak. Şimdi koleksiyoner de kalmadı, çoğu spekülatör. Atölyeme geliyorlar koleksiyoner görünümünde, bakıyorsun 3-5 resim alıyor, aa ne hoş diyorsun, bakıyorsun 2 ay sonra müzayedeye koymuş. Yani bir borsa kağıdı muamelesi görüyor sanat eseri, böyle sanat ortamı 26

MengerlerLifestyle

olmaz. Şimdi sahte alıcılar bulunuyor ve fiyatlar sahte olarak yükseltiliyor. Mesela birisi 40 tane bir ressamdan toplamışsa gidiyor onun bir arkadaşıyla anlaşıyor, fiyatını 2 milyon dolara çıkarıyorlar stok değerlensin diye. Stok bitince pat diye adamın fiyatları düşüyor, ondan sonra herkes büyük bir aldatılmışlık duygusuyla, sanatçının varislerine saldırıyor. Müzayedenin yarattığı geçici starlara inanmamak lazım. Bir ülke

kendi sanatçısına bu kadar haşin davranırsa ve onu dünya pazarına niye çıkamadı diye suçlamaya kalkarsa, o pazara nasıl çıkıldığını irdelemesi lazım değil mi? Çin’in bütün zenginleri Çin resmi alarak, dünya piyasalarında Çin resmini bir yere getirdi. Onların desteği olmadan sanatçı sanat mı yapacak? Fiyatı bir yere geldi mi bir resmin oradan indiremezsiniz, çünkü yatırım yapanlar buna izin vermez, anlatabiliyor


BALKAN NACİ İSLİMYELİ Bir de sanatçıyı en acıtan kısmı resmin sevilmesinden ziyade yatırım aracı olarak alınması. Bizde burjuvazi öyle kültürel misyonu, geçmişi olan bir sınıf değil. Ben kendimi niye başarılı sayıyorum; bu kadar burnunun dikine gidip de resimden hayatını kazanan, iyi şartlarda yaşayabilen ender insanlardan biriyim. Bizden önceki kuşaklar çok daha avantajlıydı çünkü sanatçı bir idoldü, kült bir figürdü. Şimdi kötü şarkıcılara, yazarlara, piyasanın pop figürlerine sanatçı deniliyor. Ama tabii ki bugüne kadar ayakta kaldığımıza göre bizi destekleyen bir kesim de var. Bu sene New York’ta ana caddelerden birinde koca bir galeri vitrinine iki tane çok kötü resim koymuştu. Meğer sanatçının kendi galerisi imiş. Bir takım galeriler mekanlarını kiralıyorlar, oralarda sergi açmak büyük bir başarı gibi yansıtılıyor. Paris’te resim piyasası çok ölü, sadece piyasa olarak değil niteliksel olarak da. Şimdi Londra, Berlin, New York arasında bir saç ayağı işliyor, doğuda da Dubai tabii. Bedri Rahmi Eyüpoğlu’nun bir sözü vardı: “Bana ressamlar şair, şairler ressam der” diye. Size de böyle takılanlar var mı? Yok, takılmıyorlar bana öyle, bir iddiam olmadığını düşünüyorlar. Belki de okumuyorlar bile şiirlerimi. Sevenler var, ikisini de kabul edenler.

muyum? Bir resme 8-10 milyon yatırıldığı zaman siz o resmi haklı olarak yerin dibine de soksanız, asla buna izin verilmez. Galeriler, bir döneminizi çok beğenir, koleksiyonerler çok beğenir, onlar kapışılır ve istenir ki hep onları yapasınız. Sizin bireysel iradeniz, duruşunuz aslında saygı gösterilen bir şey değildir; ama iyiyi satmak kültürel bir görevdir.

Bazı resimlerinizde kendinizi kullanmanız dikkatimi çekti, çarpıcı tabii ki. Balkan Naci İslimyeli’nin gözünden gibi bir anlam mı taşıyor? Belki o bastırılmış aktörlük içgüdüsü, tiyatroya da müthiş yatkınlığım vardı. Afrika serisinde kadınlarla ilgili olanlarda o surette yaptım. Yani o bir sert çıkıştı, o yüz yasağına karşılık. İlerisi için ne gibi projeleriniz var? İstanbul’da 6 katlı büyük bir yer aldım, orayı 'Balkan Naci Müzesi' yapacağım ve sergilerimi de orada açacağım. Bize bu güzel manzaralı evinizi açıp söyleşimize vakit ayırdığınız için teşekkür ederim. Mengerler Lifestyle

27


Vakitler hoş geçsin

NEW ORLEANS YAZI: AYŞEN GÜREL - SİLE FOTOĞRAFLAR: SİLE ARŞİVİ

Hala dillerdeki bu söylem New Orleans hakkında birçok ipucu veriyor. ''Vakitler hoş geçsin...'' Neyi kastetmişler diyeceksiniz? Bu şehrin geçmişindeki acısını da, meşhur tatlısını da anlatacağım size. 44

MengerlerLifestyle

Oak Alley Plantasyonu'na giriş; yolun iki yanındaki 20 anıt meşenin altından geçiyorsunuz. Ağaçların bazıları destek almak için dallarını adeta dirsek gibi toprağa dayamışlar.

Bu şehrin insanlarını, yaşam tarzını ve müziğini anlamak için inanılmaz bir karışımdan oluşan halkını, birçok değişimlere uğramış tarihini öğrenmek gerek. Dünyanın bir ucundan gelmiş, bu topraklarda bir potada erimişcesine kaynaşmışlar, çok farklı kültürlerden ve coğrafik bölgelerden olmalarına rağmen ortaya yeni bir kültür çıkmış. Bunu Gumbo’ya, Louisiana’daki etnik halktan biri olan Creollerin ünlü yemeğine benzetiyorum. Biraz ondan, biraz bundan ve bir potada birleşen çeşitli malzemelerle ortaya çıkan lezzet. Bu yazıya sığdırmam mümkün değil, eğer meraklı iseniz tarihi son derece ilginç, ayrıca okumanızı tavsiye ederim. Şeker kamışı, pamuk ve indigo tarlalarında çalıştırılmak üzere 1720 senesinde ilk köle sevkiyatı


NEW ORLEANS

Sokak müziyenleri her an karşınıza çıkabilir.

Fayton ve çeşitli tipte bisikletlerle sokak aralarını gezmek keyifli.

Maskeler, Mardi Gras'yı bekliyor.

Mardi Gras Boncukları...

Beignet ille de Cafe du Monde'da.

Çekirdekten yetişenler...

Antoine Restaurant; bir New Orleans klasiği.14 farklı dekordaki salonu ve vitinlerdeki Mardi Gras aksesuarlarını görmek için de gitmeye değer.

French Market en civcivli yerlerden; yemek, alışveriş ve müzik.

Jackson Meydanı'nda ressamlar, falcılar, müzisyenler, çeşitli gösteriler.

Maison Bourbon kaliteli Caz Müziği dinlemek için iyi bir seçenek.


'Laura' Creol Plantasyonu'ndan; zamanın günlük kullanım objeleri. Birkaç plantasyon gezince o dönemdeki yaşam hakkında birçok bilgi edindik. Çeşitli turlar arasından ilginizi çekeni seçebilirsiniz.

Laura Plantasyonu renkleri şaşırtıyor ama orijinaline sadık olarak renove edilmiş. Laura'nın hayatı ayrıca okunmaya değer; geleneklere karşı çıkıp hayatını değiştirme cesaretini göstermiş.

46

MengerlerLifestyle

Oak Alley Plantasyonu yemek odası. Lir biçimindeki yelpazeye bağlı ipi bir hizmetkar çekiyormuş.

yapılmış. Meksika Körfezi’ne dökülen geniş ve derin Mississippi Nehri kenarında, kuzeyinde Pontchartrain Gölü civarında konuşlanmış olan şehir, nehir ticaretinde 1763’de kıtanın en önemli limanlarından biri konumuna gelmiş. Laura ve Oak Alley gibi plantasyonlar koloni dönemindeki hayatı anlamak için gezi programına eklenmeli. Kölelerin Avrupalı da olabileceği, siyah ya da beyaz kölenin çocuğunun da köle olarak doğduğu, güçlü, genç bir kölenin bu günün 20 bin Doları karşılığında satıldığı, insanlığın yüz karası kölelik ile ilgili bu turda öğrendiğim


NEW ORLEANS bilgilerden. Arazi sahibi Fransızların şık ev ve yaşamlarını, sonra da kölelerin derme çatma kulübelerini geziyorsunuz. Çocuk kölelerin incecik bileklerine takılan kelepçeler, kaçarsa duyulsun diye resmen tasma şeklinde ve uçlarındaki demirlerde çıngıraklar olan boyunduruklar hayretle göreceklerinizden. Tur sonrası grubumdakilere en çok nelerden etkilendiklerini sormak isterdim; kimisinin antika şömine, ya da kristal avize diyebileceğini tahmin edebiliyorum. Kölelerle ilgili dokümanları inceleyenlerin bazılarının yüzünde hüzün vardı, insanın insana yaptığı kötülüklerden köleliği ve bu insanların ne çok çektiklerini düşünerek oradan buruk ayrıldım doğrusu. New Orleans halkı Natchez gibi birçok Kızılderili kabilelerle birlikte, Fransız, Afrikalı, İspanyol, Alman, Cajun, Anglo Amerikalı, Musevi, İrlandalı ve İtalyan. Kaynaşan, karışan kültürlerden yeni bir dil, müzik ve yemek kültürü ortaya çıkmış. O kadar ki, bu gün New Orleans’a gittiğinizde daha önce duymadığınız isimlere, sözlere, yemeklere rastlayacaksınız. Sanki bir şehre değil de, birkaç ülkeye gitmişcesine. New Orleans’ın tadını çıkarmak için sokaklarda dolaşmak gerek. Gideceğiniz iklim bu açıdan çok önemli, yazın sakın gitmeyin, sıcak, rutubet ve yağmurdan rahat gezemezsiniz.

Fransız Bölgesi (French Quarter) Şehrin en gezilesi kısmı. Royal Sokağı’nda cici ve tipik dükkanlar, butikler var, alışveriş niyetiniz olmasa da baştan çıkaracak cinsten. Magazine sokağındaki antikacı, butik, kafe, galeri ve restoranlar keşfedilmeye değer.

Ucunda çıngıraklar olan köle boyunduruğu ve ince bilekler için yapılmış çocuk kelepçeleri.

Köle kulübesi iç mekan.

Bourbon Sokağı ise ayrı bir alem. Şehrin Voodoo ve mistik kültüründen dolayı eski mezarlıklara, hayalet ve gizem temalı turlar tertipleniyor. Natchez isimli yandan çarklı buharlı gemi ile gezinti şehri nehirden görmek adına enteresan. Eski zamanları canlandırdığı için varlığı hoş, Red Kit ve Daltonları, gemide kağıt oynayan kumarbazları ve hile yapanların nehre atıldığı sahneleri hatırlıyor, gülümsüyorum. Mississippi çamur renginde akıyor, mavi bir su beklemeyin ve 2 saate yakın süren gezintide hoparlörden anonslar yoruyor. Şehrin kargaşasından ve turistik bölgeden biraz uzaklaşmak isterseniz eski şık evlerin muhiti olan Bahçe Bölgesi (Garden District) çok huzurlu. Şehrin sembollerinden biri olan tramvaylardan yeşil olanına binerek nostaljik bir gezinti yapabilirsiniz. Birbirinden hoş mimarisi olan sevimli evlerin, bahçelerin önünden geçerek ulu meşe ağaçlarının altında yürüyüş çok keyifli.

Nerelerde Caz dinlemeli? Preservation Hall; 1961’den beri geleneksel New Orleans Caz Müziği’nin korunmasına yardımcı olmuş ve halen en üstün kalite Caz dinlemek isteyenlerin ilk tercihi. Maison Bourbon da akşamları iyi bir müzik dinlemek için tercih edilen barlardan. Caza doymak için New Orleans Jazz and Heritage Festival’i kaçırmamalı, 4 bin müzisyen katılıyor Jazz Festivali'ne.

Gurmeler için seçenek çok... ''Bem!'' diye sarımsakları tavaya fırlatan ünlü şef Emeril Lagasse’ı hatırladınız mı? O da bu Gastronomi cennetinin ünlülerinden. En karakteristik birkaç yerden bahsedeceğim.

Laura Plantasyonu'nda köle kulübeleri ve kümesler.

Mengerler Lifestyle

47


NEW ORLEANS

Royal Street'de alışveriş keyfi. İstridye yöreye has olduğu için popüler ve Voodoo kürdanlıklar çok esprili.

Garden District; bu bölgede geçmiş zamanın tarihi malikanelerini görebilirsiniz.

French Quarter; dövme ve döküm demirli, bol çiçekli balkonların hepsi ayrı güzel.

Şehrin simgelerinden biri olan tramvaylar. Yeşil olandan günlük bilet alıp, Garden District ve Magazine Str. gibi hoş yerleri gezebilirsiniz.

House of Blues, renkli tebeşirlerle graffitti havasında vitrin ilanı sanatı.

İsmini eski Kızılderili Kabilesi'nden alan "Natchez", buharlı ve yandan çarklı.

Mulate’s, dünyanın en meşhur Cajun Restoranı; yeni tatlardan daha da hoş olan müzik ve dansın ikram olması. Kovboy filmlerindeki müzik ve dansları hatırlayacaksınız, kalender bir ortamda çok neşeli bir yer. Her gece Otantik Cajun Müziği ve Dansı programda olan Mulate’s için rezervasyon yaparken gösteri saatlerini sormayı unutmayın. Commanders Palace, New Orleans’ın en iddialı, şık restoranı. Beyler, ceket giymeniz gerekmekte. Antoine, en meşhur kokteyl Sazerac’ı burada deneyin. Çeşitli temalarda 14 salonu var bu tarihi restoranın ve de ilginç koleksiyonları. Yemek sonrası ya da öncesi bu turu garsonunuzdan rica edin, ayrıca Amerika’nın 2. en büyük şarap mahzenini göreceksiniz.

48

MengerlerLifestyle


NEW ORLEANS Bourbon House, sıcak bir atmosferde keyifli bir akşam yemeği için ideal. İstiridye sevenler burada bayram edecek. Restorana adını veren iddialı içki listesinden bir kadeh Bourbon deneyebilirsiniz. New Orleans’ın tatlısı derken Beignet’i (Benye) kastetmiştim, tadılması gereken New Orleans klasiklerinden ve illa da Cafe du Monde’da. Yanında Hickory aromalı harika kahve eşliğinde. Sıra beklememek için sabah mümkün olduğunca erken gitmek iyi bir fikir, üzeri pudra şekerli bu pofuduk lezzet bizim lokma ve pişi hamurlarımıza benziyor. New Orleans’lı ünlülerden bazılarını anmadan olmaz. En başta Louis Armstrong tabii, şehrin havaalanına onun isminin verilmiş olması da çok hoş. New Orleans’ın takma ismi ''Büyük Kolay'' (The Big Easy); özgür ruhu, stressiz hali, birçok yaratıcı insanı çekmiş kendine. Yazarlardan William Faulkner, Anne Rice, Truman Capote, ressamlardan Edgar Degas ve John James Audubon sadece birkaçı. Filmlere de sahne olmuş bu şehir; Marlon Brando, Vivian Leigh’in oynadığı ‘Arzu tramvayı’ (A Streetcar Named Desire) isimli filmde Brando sokağın ortasında ‘Stella’ diye bağırırken gözümün önüne geliyor. Ünlü filmlerin çekildiği yerlere götüren turlar var; bu filminkine giderseniz, sokakta Stella diye haykıran birkaç kişiye rastlar, belki siz de onlara katılırsınız. 2005’deki Katrina isimli kasırgada Pontchartain Gölü taştı, tüm şehir sular altında kaldı. Maddi, manevi büyük bir felaket yaşandı burada. Ama New Orleans halkının mücadeleci doğasını ve hayata pozitif

bakışını ne geçmişteki zorlu yaşam şartları, ne de yakın zamanda olan bu kasırga yıkabildi. Yazının başındaki söylem New Orleans ruhunu

Antoine Restaurant'ın salonlarından biri...

Praline de New Orleans'a has tatlı çeşitlerinden.

anlatıyor hala bu gün... Hayatı kutlamaya ve parti yapmaya her an hazır New Orleans...

New Orleans’da karşılaşacağınız bazı terimler Mulatto: Bir ebeveyni Avrupalı beyaz, diğeri Afrikalı kişi. Cajuns: Kanada’nın Fransız bölgesi İngilizlerin eline geçince Kraliyet’e boyun eğmeyip Güney Louisiana’ya göçen Fransızlar. Kendilerine özgü diyalektleri, yemek, folklor ve müzik kültürleri günümüze kadar gelmiş. Creole:New Orleans’daki kolonilere Avrupa’dan gelen Fransızlar. Zeideco: Mulatte, Cajun ve Creollerin müziği; keman, akordeon ve benjo başlıca enstrümanlar. Şarkılarda duyacağınız farklı bir Fransızca ve dans; Mulate Restoran bunu izlemek için en keyifli yer. Bonfire: Piramit şeklinde çatılan odunların yakılması. Eskiden Mississippi Nehri boyunca dizilen bu odun kuleleri gemilere yol göstermek amacı ile yakılırmış. Geleneği devam ettirmek için Noel’de kuleler hala yakılıyor. Bu terimlere de menülerde rastlayacaksınız: Gumbo: Creol halka has bir yemek; çukur bir tabakta pilavın yanında sunulan soslu yemeğin çeşitli hazırlanış şekilleri var, etli, deniz mahsullü, sosis, tavuk, karides ya da kerevitli de olabilir, sebze olarak da domates, bamya, kereviz sapı ve dolmalık biber ilave edilir. Jambalaya: İspanyolların Paella’sına benzer pilav bazlı bir yemek ama bu bölgedeki birçok yemek gibi çok baharatlı. İçinde kerevit, sosis ve Yayın Balığı var. Chicory: Bir kök, hoş bir aroması olduğu için bu bölgede kahveye karıştırılıyor. Mint Julep: Bourbon ve Nane ile hazırlanan bölgeye has kokteyllerden. Po Boy: Poor Boy halk dilinde Po Boy olmuş. Fakir çocuk sandviçi anlamında, vaktiniz sınırlı ise çok lezzetli, bir tane kapın ve ısıra ısıra yerken dolaşmaya devam edin. Fransız baget tarzı bir ekmek arasında ister rozbif, kızarmış deniz mahsullü olarak ısmarlayabilirsiniz. Muffuletta: İtalyan şarküteri etleri ile yapılan Muffuletta sandviçi de atıştırmalık lezzetlerden. Mardi Gras: Fransızcadan çevirisi ‘Yağlı Salı’. Bir Cajun geleneği olan Mardi Gras’da, dini perhizde yenilmeyen yağ, yumurta ve et gibi yiyecekler perhiz sonrası tüketilir. Her sene ayrı bir teması olan çılgın Mardi Gras karnavalı için bin bir çeşit kostüm, maske, taşıt ve objeler tasarlanıyor. Bol miktarda içki içilen şenliklerde elit kesimde özel balolar da düzenleniyor. Mardi Gras Exhibits’de kostümlerden zengin bir koleksiyonu görebilirsiniz; kullanılan başlıca renklerden mor adaleti, yeşil inancı ve altın gücü simgeliyormuş. Sadece Mardi Gras karnavalında değil, yıl boyu süren törenler, festivaller ve konserlerle parti şehri ünvanını boşuna almamış bu şehir.

Eczane Müzesi (Pharmacy Museum); Eczanelerde Coca Cola gibi soda içilen bar da varmış.

Mengerler Lifestyle

49



Mengerler YAŞAMIN RENKLERİNİ YANSITIR...

3/2015 Lifestyle

TOSK ST. MARTIN YENİ GLE COUPE BOZCAADA ALEXANDRIA TROAS YILDIZLI HAYATLAR • KÜLTÜR • SANAT • SÖYLEŞİ • GEZİ • LEZZET • SAĞLIK


EGE RÜZGARI TARİH KOKUYOR

Dalyan Köy'ün deniz sahiline inince Alexandria Troas limanından geri kalan sütün ve mermerlere henüz arkeologlar tarafından dokunulmamış. Kalıntılar denizin içinde de devam ediyor.

YAZI: AYŞEN GÜREL SİLE FOTOĞRAFLAR: M. FARUK SİLE

Karşılıklı sahillerde yer alan Tenedos, bu günkü adı ile Bozcaada’yı ve arkeolojik kazılar bittiğinde Efes’in beş misli büyük bir antik kentin ortaya çıkacağı tahmin edilen “Eski İstanbul” ismiyle de tanınan Alexandria Troas’ı sizlere tanıtmak istiyorum.

vapurlarının kalktığı Geyikli İskelesi’nin 3 km. güneyinde. Şehrin Sezar ve Konstantinus dönemlerinde Roma İmparatorluğu’nun başkenti olması düşünülmüş.

Çocukluk yıllarından beri bu yörede bazen kısa, bazen uzun ama muhakkak her yaz tatillerimi geçirdim. Büyük dedemin Ezineli olması, ağabeyimin deniz tutkusu, dalması ve çok iyi bir zıpkın balıkçısı olması ve tüm ailenin denizi, köyleri sevmesi bizi buralara kalpten bağladı. Ne mutlu ki şimdi çocuklarımız da bizim kadar seviyor. Alexandria Troas Antik Kent’i Çanakkale’nin Ezine İlçesi’nde Bozcaada 16

MengerlerLifestyle

Her yaz yeni söylentiler duyardık; şu çiftçi tarlasında lahit bulmuş, şu kişi altın taç gibi. Yakın zamana kadar hiçbir koruma altında olmayan bu antik şehrin şimdi sadece kazı yapılan kısmı çitle, bulunan eserler ise demir kafeslerle güvence altına alınmış. Çok geniş bir alana yayılmış olduğundan kısım kısım yapılıyor kazılar; burada arkeolojik değerleri bulmak kolay ama çalınmasına engel olmak zor. Arkeologlar geçen sene bulunan geniş granit yolun şehrin tepesinden limana kadar uzandığını; yolun iki yanındaki kemerli yapıların dükkanlar ve çarşı


ALEXANDRIA TROAS ve TENEDOS olduğunu söylüyorlar. Odunluk İskelesi’nden Dalyan Köy’e giden yol yapılırken greyderlerin açtığı yolda parçalanmış mermerleri, yol kenarına öylesine bırakılan dantel gibi işli lahitleri, liman kısmındaki tuz gölünün kenarında ise baş kısmı kopuk, kıvrımlı kumaş bir elbise giymiş mermer kadın heykelini gördüğümde içim sızlamıştı. Bir an önce kazıların başlamasını diledim senelerce ve her yaz şimdi bakalım bu sene neler çıkmış diye heyecanla kalıntıları bir görevli eşliğinde ailece geziyoruz. İsim benzerliği olsa da Çanakkale yakınındaki tanınmış Truva Antik Şehri ile bir alakası yok Alexandria Troas’ın. M.Ö. 310 yılında Büyük İskender’in generallerinden Antigonos Monopthalmos (Tek Gözlü

Antigonos) tarafından kurulmuş. Kentin önemi artmış, Neandria (Ezine) gibi küçük ölçekli kentler boşaltılarak buraya göç ettirilmiş. Kentin şaşaalı dönemi, İmparator Hadrianus (117-128) zamanına denk geliyor. Atinalı zengin Herodes Atticus’un katkılarıyla Kaz Dağları’ndan kente su getirilmesi için yapılan su kemerleri ve termal suların kullanıldığı hamam, Alexandria Troas’ı antik kentler arasında su mimarisiyle öne çıkan bir konuma getiriyor. 135 yılında inşa edilen, 84 metreye 123 metre büyüklüğündeki hamam, döneminin en büyüklerinden biri payesini alarak Roma İmparatorluk Dönemi “en”leri listesindeki yerini alıyor. Harç kullanılmadan, kilit taşı ile inşa edilmiş olan büyük kemer birçok depreme rağmen sapa sağlam.

Mengerler Lifestyle

17


Çıplak figürlü ve dantel gibi mermer lahit, sütun, sütun başı ve tavan detaylarına hayran olmamak elde değil.

Mermer fermanlar alana yayılmış. Bazıları Olimpiyat kuralları ile ilgili.

Geçen sene bulunan granit yol şehrin tepesinden limanına kadar uzanıyor. Yolun iki yanının çarşı ve dükkanlar olduğu tespit edilmiş.

Athena Mabedi'nden olduğu tahmin edilen mermer tavan detayı.

Dalyan dere ağzında 18 Köy'de MengerlerLifestyle güneşlenen tatlı su kaplumbağaları ve kaynaşan balıklar.

Odunluk İskelesi'nin bitip Dalyan Köy'ün başladığı noktadaki köprünün altından akan dere, iki yandaki sazlar, ileride deniz ve Bozcaada ile nefis bir manzara.

Şehirdeki kubbeli dükkan ve hamam kemerleri dikkat çekiyor.

Bir çok depreme rağmen harçsız, sadece kilit taşı ile ayakta duran Alexandria Troas'in ünlü taş kemeri.

Deprem bölgesi için uygun olmayan bir duvar örme tekniği dikkat çekiyor.

Mor dikenler bölgeyi süslüyor.

Alexandria Troas kazılarından çıkan kıymetli parçalar demir kafeslerde korunuyor. Arkeologlardan buranın aynı zamanda haç yolu olduğunu öğrendik.


Seneler önce Mercedes-Benz sponsorluğunda burada bir konser verilmişti. Müzisyenler Türk ve Avrupalı idi; harabelerin arasına tahta bir platform taşındı, bir piyano indirildi, izleyiciler tüm çevre sahil ve köyden gelenlerdi. Açılan koltuklarına oturanların yanı sıra, kalıntıların ve kayaların üstüne tüneyenler çoğunluktaydı. Klasik müzik bu ortama çok yakışmıştı; müzikdeki es’lerde öten saka kuşlarını, bazen de arıları duyuyorduk. Güneş tam da bu muhteşem kemerin içinde batmaz mı? O kadar sürreal bir an ve tablo idi ki, ömür boyu unutmamak üzere hafızama kazıdım. Hava karardığında jeneratörlerle çalışan ışıklar çevreyi aydınlattı. Çok güzeldi ama bir daha tekrarlanmadı bu konser ne yazık ki. Alexandria, Hellen dilinde "İskender’in Yurdu" demektir. Büyük İskender ve kendisinden sonra gelenler aynı ismi taşıyan birçok kent kurmuşlar, diğerlerinden ayırt etmek için bu şehre Troas eklenmiş. Şehirdeki kalıntılardan stadion, hamam, tiyatro, su kemerleri, sur duvarları ve Dor üslubunda olduğu sanılan Athena Mabedi’nin izleri görülüyor. Antigonas’ın bu kenti kurmaktaki amacı Makedonya ile Anadolu arasında deniz bağlantısı sağlamakmış. Kazılar sırasında İmparator Hadrianus tarafından olimpiyat oyunları için yazdırılmış kuralların yer aldığı kitabeler de bulunuyor. Bir olimpiyat fermanı, olimpiyat oyunlarına katılan oyuncular, halk ve yöneticilerin dikkat etmesi gereken kuralların özetini oluşturuyor. Kurallardan en ilgi çekenleri şöyle: “Olimpiyat için ayrılan bütçe sadece olimpiyat oyunları için harcanacak. Yarışmaları kazanan sporcuya zafer çelengiyle birlikte para ödülü hemen verilecek. Disiplini bozan sporcular sakatlanmamalarına dikkat edilerek kırbaçlanacak.” Bu kent Hıristiyanlığın yayılmasında en büyük etken olan Paulos’un gittiği yerlerden biri olduğu için de önemlidir ve halen hac için ziyaret edilir. Alexandria Troas en görkemli yıllarını Roma döneminde yaşamış, bir ara Doğu Roma’nın başkenti olması da gündeme gelmiş. Ne var ki Konstantinopolis başkent olunca ikinci planda kalmış. Su altında kalmasına rağmen Alexandria Troas’ın limanı da çıplak gözle izlenebiliyor. Su altı arkeologlarının yaptıkları araştırmalara göre kentin birbirine bağlı bir dış bir de iç limanı bulunuyor. Dış limanın dalgakıranlarla korunan iki girişi var. Rivayete göre liman kumla dolunca Alexandria Troas önemini yitirmeye başlıyor. İstanbul’a yakınlığından dolayı kentteki yapılar tahrip ediliyor. Bu yapılardan çıkarılan mimari parçalar devşirilerek, yeni başkentteki imar faaliyetlerinde değerlendiriliyor. Bu tahribat 17. yüzyıla kadar sürüyor. Yazılı kaynaklardan Eminönü’ndeki Yeni Camii’nin yapımında Alexandria Troas’tan gelen parçaların kullanıldığını öğreniyoruz.

Dalyan Köy'de çam ağaçları arasından güneş batışı ve ufukta Bozcaada.

Akdenize nazaran daha soğuk olan denize girmek için en güzel aylar Haziran, Temmuz ve Ağustos bu sahillerde. Ege’nin ılık meltemini hissedeceğiniz bu güzel yöreyi görülecek yerler listenize ekleyebilirsiniz. Devam etmekte olan arkeolojik kazıyı ziyaret ederken taze balık, mantı, peksimet, pişi, höşmelim tatlısı, ünlü Ezine beyaz peyniri ve zeytinyağı gibi yerel tatlar da gezinizi taçlandıracaktır. Mengerler Lifestyle

19


Ayazma Koyu nefis denizi, rüzgardan korunaklı konumu ile Bozcaada'nın en tercih edilen plajı. Restoranı da olan plajın kara tarafında ise üzüm bağları sıralanmış.

BOZCAADA - TENEDOS Alexandria Troas’ın limanından baktığınızda Bozcaada tam karşınızdadır. İki yerden de güneşin batışı muhteşemdir; Santorini’den daha güzel battığı söylenir. Kalesi, heybetli çan kulesi ile Ortodoks Rum Kilisesi, tepelerinde taştan örülmüş yel değirmenleri, limanında balıkçıları, çamlık ve üzüm bağları ile karakteristik bir Ege adası Bozcaada. Halkı ise Rum ve Türklerin iç içe mutlu yaşadığı bir toplulukmuş asırlarca. Tarihte dönem dönem gerginlikler yaşanmış. 1963’de Kıbrıs Harekatı sonrasında Bozcaada’yı vatanı bilen Ortodoks Yunan halkın büyük bir kısmı ne yazık ki baskıdan ve kendilerini güvende hissetmedikleri için adayı terk ettiler. Ben o günleri hatırlıyorum, bizim sevgili Barba ve ailesi de aralarındaydı. Barba’yı anınca... Bu yörede palavraya ‘Gullem’ denir, bizim ufak ama bu sular için özellikle yaptırdığımız balıkçı teknemizin adı idi, 45 dakikada Dalyan Köy’den Bozcaada’ya geçerdik. Vurulan balıklar hemen temizlenir, o senelerde Ayazma Koyu’ndaki tek ve kalender restoran olan Barba’ya giderdik. Barba ve ailesi mutfakta yemek hazırlığını yapardı, gide gele artık dost olmuştuk, çok kalabalık ise mutfağa girer kendi balıklarımızı kızartırdık. Sonra Barba hemen arkadaki bağdan kendi elleriyle bize adanın meşhur Çavuş Üzümü’nden kopartıp soframıza koyardı. Yunan Müziği çalınca ve bir ada şarabı açılınca da ambiyans tamamlanırdı. Adadaki tek şarap imalatını o senelerde Talay Şarap’ları yapardı, şimdiki gibi iddialı firmalar yoktu. Ayazma Koyu’ndaki plaj adanın en güzelidir, su akvaryum gibidir, restoran tepeden bütün koyu görürdü, kuru palamut dallarından yapılı çardağın altı püfür püfür eserdi. Artık Barba da, o restoran da yok ama yenileri açılmış. Bozcaada’nın keyfi en çok etrafında denizden atacağınız bir tur ile çıkar, irili ufaklı koyları, Mermer Burnu ve sanki üzerinde kovboy filmlerindeki gibi Kızılderili Kabilesi’ni göreceğiniz dik yarları ile tüm kıyıları büyük farklılık gösterir.

20

MengerlerLifestyle

Tenedos Yunan ve Roma Mitoloji’sinde yer alır. Üçgen şeklindeki ada tarih boyunca stratejik açıdan önemli olmuş; Çanakkale Boğazı girişinde, sert kuzey rüzgarlarından ve akıntılardan kaçan gemilerin sığınağı olmuş iki limanı. İstanbul’da başlayıp güneyde biten yelken yarışlarının da yarı yol konaklama noktasıdır ada. Truvalılar, Persler ve Büyük İskender yönetiminde Makedonyalılar ve daha birçok medeniyet Bozcaada’da yaşamış; çok el değiştirdiği ve savaşlara sahne olduğundan tarih okumayı sevenler için geçmişi ilginç. Adadaki başlıca dönemler Arkaik, Roma, Bizans, Osmanlı ve Türk olmuş. Fatih Sultan Mehmet 1455’de Ege’de ilk Osmanlı hükmünde olacak ada olan Bozcaada’yı alır. Yunanistan’dan Türkiye’ye ise Lozan antlaşması ile 1925’de geçer. Günümüzde ise Bozcaada turizm ve şarap yapımı ile çok popüler oldu. Bayramlarda tüm otel ve pansiyonlar dolu olunca adada kalacak yer ve gıda sıkıntısı olabileceği ve gelinmemesi konusunda uyarı bile yapılıyor. Asırlardır üzüm bağları ve şarap yapımı ile ünlü olan adada 16 senedir Kültür Sanat ve Bağbozumu Festivali yapılıyor. Festival Eylül ayının ilk haftasında başlıyor ve 3 gün sürüyor. Tüm misafirler traktörlerle bağlara götürülüyor, yapılan bağbozumu davul zurna eşliğinde Cumhuriyet Meydanı’na getiriliyor. Resim sergileri, tavla, tiyatro gösterileri ve çeşitli paneller yer alıyor. Festival akşamları ise kale içerisinde değerli sanatçı ve orkestraların müzik ziyafetiyle devam ediyor. Adalı kadınlarca yapılan yerel yemekler, 13 Eylül günü Bozcaada Meydanı’nda halka sunuluyor. Restoran ve kafelerde konuklara ada mantısı, kalamar, ahtapot ızgarası, oğlak tandır, tavşan yahni gibi geleneksel ada lezzetleri ile adanın 4 önemli üzümü “Çavuş, Vasilaki, Kuntra ve Karalahana” ile yapılan şaraplarla eşleşen menüler hazırlanıyor. Pastane, kafe ve kahvelerde adanın bademli, sakızlı kurabiyeleri ve şarap tadım ve kavları sizleri bekliyor.


Asırlardır bağcılık ve şarap yapımı ile ünlü olan Bozcaada'da gelenek devam ediyor. Her sene Bağ Bozumu Festivali'ne birçok ziyaretçi geliyor.

Bozcaada'nın Rum Ortdokos Kilisesi'nin ihtişamlı çan kulesi son senelerde renove edilmiş. Kilisede artık sadece özel günlerde ayin yapılıyor. Eski yıllarda kilisenin içini görmek için uğramıştım, kapıda papazın notu vardı: 'İnekleri otlamaya götürdüm birazdan döneceğim.'

Ada'da oturup soluk alıcak hoş kafe, bar ve pastanelerde çiçek cümbüşü ve hoş dekorlara rastlıyacaksınız.

Bozcaada'ya geçmek üzere geldiğimiz Geyikli Feribot İskelesi'nde küçük Emine'nin tatlığına dayanamayıp hepimiz bir şapka aldık.

Çanakkale Boğazı'nın girişinde yer aldığından stratejik bir noktada olan Bozcaada Kalesi birçok savaş ve medeniyette önemli rol oynamış.

Bozcaada Müzesi'ni gezmeden olmaz. Adadaki hayatı ve tarihi anlamak için geçmişe çok keyifli bir yolculuk. Ara Güler'in ada fotoğrafları da yer alıyor.

Bozcaada limanında balıkçı tekneleri, ağları. Nefis deniz havasında bir çay ya da şarap içmek çok keyifli.

Yörenin meşhur mantısı. İçi bulgur ve kıymalı olan mantılar kare şeklinde kesildikten sonra çapraz köşelerinden tutup dürülüyor.

Sevimli balıkçı lokantalarında ahtapot ızgara, kalamar gibi deniz mahsülleri menülerin baş tacı.

Mengerler Lifestyle

21


Prof. Dr. YAZI: AYŞEN GÜREL SİLE FOTOĞRAFLAR: SEMİH GÜRMEN

Her ressamın sevdiği ve sık işlediği konular, kendine öz simgeleri vardır; uçan romantik figürleri görünce nasıl hemen Chagall dersek, Fevzi Karakoç’un resimlerinde de bizim kültürümüzü yansıtan atlar simge olarak başroldedir.

Sanata olan eğiliminiz hangi yaşlarda başladı? 4-5 yaşlarındaydım, dere kenarlarından çamurlar getirip hayvanların benzerlerini yapıyordum. Şimdi düşünüyorum da çok arkaik şeylerdi, aynı mağara dönemindekiler gibi bir takım atlar, sonra da kurusun diye saklardım. 1951-52 yıllarında bizim bulunduğumuz çevrede, suret, resim yapmak günah bir şeydi. Beni de o sürede bizim caminin imamı sürekli uyarıyor, oğlum bunları yapma cehenneme gideceksin, senin bunlara can vermen lazım diyordu. Ben de niye gideceğim, can nasıl vereceğim, bunları yapmak niye günah olsun diye düşünüyordum. Hatta ilkokula başlamadan önce Kuran kursuna gitmiştim ve bayağı başarılıydım. Ama bir gün bir dayak yedik; o da top oynadık diye. Topun da neden günah olduğunu bir türlü anlamadım. Hepimizi götürdü bir güzel dövdü. Hz. Hasan ve Ali’nin kafasıyla oynuyorsunuz diyordu. Biz bir türlü anlamıyoruz ki kimin kafası, ne demek. Patlamış bir top, paçavralara sarmışız onu kovalayıp duruyoruz çimenlerin üzerinde. Ondan sonra ben bir daha gitmeyeceğim dedim Kuran kursuna. Annem çok kızardı gitmememe, babam gitmesin dedi. O şartlandırma o kadar kötü bir şey ki, belki ben o korkuyla resmi de bırakabilirdim. Bende ise tam tersi oldu, inadına üzerine gittim. Annem, imam resim ve heykel giren evde bereket olmaz dediği için gördüğü resimleri atıyordu. İlkokulda da resmim iyiydi. Tarihi şeritler yapılırdı, padişahlar gibi; hoca bunları hep bana yaptırırdı. Keşke diyorum bizim zamanımızda da resimden anlayan hocalarımız olsaydı. O zamanlar en çok etkilendiğim, her sayıda Hayat Dergisi’nin ortasından çıkan bir sanatçının reprodüksiyonuydu. Bu yüzden gider o dergiyi alırdım. Sonra onun kopyalarını yapmaya çalışırdım. Bizim zamanımızda en iyi resim demek, benzetilen resimdi. Halbuki resim o değil ki. Benim resimlerimde kendi kültürümüzden oluşan bir alt yapı var. Tem Sanat Galerisi ile çalışırken resimlerimin %75 ’ini yabancılar aldı. Buradaki konsolosluklar, elçilikler de, sizde kendi kültürünüzü görüyoruz diyorlar. Swissotel’de de resimlerim asılı, bir İngiliz ve bir de Japon iç mimar 4 tane resim almıştı benden; bu işleri kral dairesine ve giriş holüne koydular. Globalliğin içine herkes bir tat getirip koymak zorunda. Kendine has geçmişinden, geleneğinden veya yaşanmışlığından farklı bir tat getirirseniz o ortadaki masa zenginleşir. Söylemek istediğim özgün, kendimize has olmalı, çünkü Anadolu ve Asya kültürü küçümsenemez. Ne medeniyetler geçmiş, Anadolu’da müthiş bir birikim var; biz bunları içinde yaşayarak hissettik. Resim yapmak bence şarkı söylemek gibi. İçinizden geliyorsa çok rahat söylüyorsunuz ama kıvranarak, zorlanarak yapıyorsanız olmuyor. Ben ancak hissettiklerimi dışa vurabilirim.

40

MengerlerLifestyle


FEVZİ KARAKOÇ

Bir eğitmen olarak öğrencilerinizi okul sonrası döneme nasıl hazırlıyorsunuz? Bize resmi nasıl öğreteceksiniz diyorlar. Biz size hiçbir şey öğretmeyeceğiz, resim öğretilmez diyorum, o zaman biz niye geldik buraya diyorlar. Resim öyle zor bir şey ki, matematik, fizik gibi olsa formülü olur ama formülle sanat olmaz. Önemli olan farklı ne yapabilirim demek, sürekli araştırabilmek. İşte o kişiliği vermek istiyoruz çocuklara. Bir de kendi dillerini, kendi tarzlarını oluşturmaları konusu var. Muhakkak, kendi kendilerine başlıyorlar farklılaşmaya, onlara o ayrıcalığı vermeye başlıyoruz. Eserlerinizin farklı dönemlerinden bahseder misiniz? Aynı insan gelişimi gibi resmin de geliştiğini görüyorsunuz. Ben ilk başladığımda Tatbiki Güzel Sanatlar’da anlatımcılığı hep ön plana almıştım. Yani resimlerimde hep mesaj vardı, hikayeler vardı çünkü resmin öyle olduğunu varsayıyordum. Fakat sonradan baktığımda

resmin aslında bir şeyi anlatması gerekmediğini, resmin illüstrasyon olmadığı, yani bir fikir, bir düşünce ya da herhangi bir şeyi taşımadığı öne çıktı. Resim, aynı müzik gibi kendi başına bir yaratıdır. Bu insanın sözcüklerle anlatamadığı bir takım duyguları, renkle, çizgiyle dışa vurduğu bir olay. Nasıl ki klasik müzik ya da bir enstrümantal müzik dinlendiği zaman, ki sözün hiç gereği yok orada, o kadar çok keyif veriyor ki insana, ne anlatıyor diye sorma gereği duymuyor kimse. Ama sergilerimizde en çok karşılaştığımız soru resmin ne anlattığı oluyor. Hikaye olduğu zaman illüstrasyona dönüşür, hikayeye hizmet etmiş olur açıklamak için. Halbuki bu hikayenin de üstünde bir olay, bir yaratı diyorum, bakış açınızı müzikle kıyaslayın diyorum. Picasso’nun bir hikayesi var; sergisine bir bayan geliyor, üstat burada ne anlatıyorsunuz siz? O da soruyor, siz kanarya sever misiniz? O da çok severim diyor. Peki kanaryanın ötüşünü sever misiniz? Bayılıyorum, çok hoşuma gidiyor. Peki, kanarya size ne anlatıyor da bayılıyorsunuz. Bir şeyi sevmek, ondan tat almak için illa anlamak şart değil ki. Mengerler Lifestyle

41


FEVZİ KARAKOÇ

İlk çalışmalarımda kendi kültürümüzden yararlanmak için minyatürlerdeki atlardan esinlendim, ama onları direkt minyatür gibi lap diye koymak değil de, yorumlayıp deniyordum. Bizim kültürümüzde atın çok önemli, farklı bir yeri var. İnsanlarla ilişkileri, tabii göçebe bir toplum olduğumuz için sürekli atla beraberlik var. Taşınmada, iletişimde, kültürlerin götürülüp getirilmesinde at büyük bir etken; bu nedenlerle atı simge olarak seçtim birçok şeyi anlatabilirim diye. Bu değerleri arkada gizlice vermeme rağmen birçok kişi hissediyor bize yakın bir at olduğunu. Diğer dönemlerde resmimin alt yapısı değişmedi. Meyvelere ya da sebzelere geçerken, resim ne anlatıyor sorusunun cevabı olsun diye, öyle şeyler yapayım ki dedim hiçbir şey anlatmasın. Meyveleri ya da sebzeleri yan yana dizerek

42

MengerlerLifestyle


FEVZİ KARAKOÇ

koyayım; çünkü günlük gördüğümüz bir şeyin sanata dönüşmesi farklı bir olay. O dizide tabii daha resimsel şeyler ortaya çıktı hikaye olmadığı için içinde. Sürekli aynı şeyi yaptığınız zaman çalışmanın belli bir süre sonra zanaata dönüşme tehlikesi var. Resim zaten kendini doğuruyor. Siz bir şey yaparken o size muhakkak başka bir ipucu veriyor. Nar örneğin bereketin de sembolü. Kültürümüzde, hikayelerimizde, masallarımızda var. Yalınlaşmak, fazlalıkları atıp süslemelerden kurtulmak için şimdi resimlerim daha minimal, daha yalın gidiyor, son işlerimde siyah beyaz ağırlıkta.

Resimleriniz nasıl yorumlanıyor ? Bilinçli resim alıcısı olan bir kesim var, bunun dışında moda diye özenip alanlar da var. Hatta bazıları mal diye alıyor. Benim en sevmediğim kesim o işte. Benim resmimi alan bir algılama yapıyorsa bu beni çok mutlu ediyor. Resminiz sizin çocuğunuz gibi, kıymeti bilinsin istiyorsunuz. Resimlerimi çok özgün buluyorlar; hem çok modern hem de sizsiniz, sizin kültürünüzü veriyor diyorlar. Sergimi gezen Alman asıllı bir bey de modern bir sergi ama Asya ve Anadolu kokuyor, bu beni çok etkiledi dedi. Bu sentezi yakalayabilmek güzel.

Mengerler Lifestyle

43


FEVZİ KARAKOÇ atölyesinde. Ergin Hoca (İnan) olsun, ben, İsmail Türemen, Mustafa Pilevneli, Mehmet Özer de gelirdi. Çok güzel bir ekip vardı o zaman. Cihat Burak vardı. Hatta Aliye Berger uğrardı arada sırada. Ben ve Tayfun (Erdoğmuş) öğrenci iken çırak olarak saydığınız isimlerin işlerini basardık. O atölye bir ocak gibiydi, çok güzel işler çıktı oradan. Sonra boyaya girdim ama baskının disiplinini almak çok güzel artılar kazandırdı bana, bir el ustalığı ve malzemeyi tanımak gibi. Suluboyayı da kullanıyorum zaman zaman ama Türkiye’de, çok güzel resimler çıkmasına rağmen suluboya satılmıyor. Malzemeye bakıyorlar, a bu kağıt mı diyorlar. Kağıt üzerine böyle bir ilkellik de var, bizde resim denilince tuval üzerine yağlı boya aranıyor. Baskı tekniklerinde de o zorluk var, orijinal mi sorusu hep. Orijinal litografiyi bile taşla burada basıyoruz, gravür de öyle. Halbuki şimdi bunun içine dijitaller girmeye başladı. Aslında o da sahtekarlık tabii.

Resimlerinizde uzay ve mekan ilişkisine önem veriyorsunuz, kompozisyonları nasıl oluşturursunuz? Benim kompozisyonlarım önceden düşünülerek yapılan şeyler değil, hepsi doğaçlama. En büyük yardımcım da müzik. Müzik ve resimle baş başa kalıyorum. Hiçbir zaman eskiz yapmıyorum, resmin gizemi bitiyor çünkü. Son senelerde sanat fuarları çok güçlendi, örneğin yurtiçinde Contemporary İstanbul, yurtdışında Art Basel gibi… fuarlar hakkındaki görüşünüz nedir? Sanat fuarları, Hüsamettin Koçan’ın kurduğu Plastik Sanatlar Derneği ile başladı. Daha sonra TÜYAP’ın Tarlabaşı’ndaki yerinde yapılıyordu. Bu arada gelişti, baktılar ki iyi potansiyel var fuarcılık olayında, TÜYAP Beylikdüzü’ne gitti. Ali ( Güreli) ise Contemporary İstanbul Fuarını açtı arkasından; daha merkezi bir yer ve yurtdışından çok insan geliyor. Çalışmalarınızda medyum olarak yağlı boya, sulu boya ve baskı tekniklerini tercih ediyorsunuz. Benim resimlerimi biliyorsunuz, başlangıcı hep özgün baskı ile oldu. Biz baskı resimle yetiştik Tatbiki Güzel Sanatlar’ın Gravür ve Litografi 44

MengerlerLifestyle

Türk ressamlarının, eserlerinin sanat dünyasındaki, piyasasındaki konumu sizce nasıl? Türk sanatçılarında müthiş bir güç ve potansiyel var. En büyük eksiğimiz nedir biliyor musunuz? Devlet ya da ülke olarak bir sanat politikamız yok. Yani bizim dışarıya gidip kendimizi sanatımızla tanıtma veya sanatın bizi tanıtma olayı maalesef yok. Ülkeyi tanıtmanın en iyi yolu bence sanattır ve devlet bunu yapmalı. Mesela Çin Kültür Bakanlığı müthiş; bir sergiyle geliyorlar dünyanın birçok yerine. İnsanlar Çin, sanatı ve insanları hakkında da fikir sahibi oluyor, böylece ülkenin reklamı yapılıyor. İspanya da aynı şekilde, şahane sergiler götürüyor devlet. Türkiye’de resim satılmaya başlayınca hoş bir hareketlilik başladı. Kültür Bakanlığı yurtdışındaki çeşitli fuarlara mehter takımı götürüyor sanat eserleri yerine. Sanat yaratıcılığı varsa diğer ulusların size karşı olan önyargıları değişiyor; bu kadar yaratıcı bir toplum iseler, gelişmiş bu insanlar diyorlar. Sanat evrenseldir, bir dil ya da çeviri gerekmiyor.


Mengerler YAŞAMIN RENKLERİNİ YANSITIR...

4/2015 Lifestyle

MAYBACH MIAMI HİSART KİLİKİA KOKULAR

YILDIZLI HAYATLAR • KÜLTÜR • SANAT • SÖYLEŞİ • GEZİ • LEZZET • SAĞLIK


Koylar, adalar, kanallar ve göllerle keşfetmesi çok eğlenceli bir şehir...

BÜYÜK SU

8

MengerlerLifestyle


YAZI: AYŞEN GÜREL SİLE FOTOĞRAFLAR: SİLE ARŞİVİ

Mengerler Lifestyle

9


MIAMI

Ş

ehirlerin isimleri hep ilgimi çekmiştir; bir kişinin, olayın adına mı konmuştur, ya da bir anlamı var mıdır diye sorgulamışımdır. Bu şehrin ismi ise Calusa Yerlileri'nin lisanında ‘Mayami’ sözünden geliyormuş; ‘Büyük Su’ anlamında. Miami gerçekten bu turkuaz su ile iç içe; her şeyden önce okyanus kıyısında ve denizin karaya çok oyuncaklı bir şekilde girip çıktığı körfez, koylar, adalar, kanallar Little Havana'dan bir vitrin: I love you Miami! ve göllerle keşfetmesi çok eğlenceli bir şehir. Deniz seviyesinde olduğu için araziler biraz kazılınca da göl kenarı bir mülk oluveriyor. Atlantik Okyanusu kıyısında, palmiye ağaçları arasındaki şehre Key Biscayne Körfezi ayrı bir güzellik katıyor. Ana kara Miami ile plajlar bölgesi Miami Beach’i körfezin üzerinden geçen Venetian, Mac Arthur, Rickenbacker Causeway ya da Julia Tuttle Köprüleri bağlar. Şehrin ilk kurulduğu merkez kısım, yani downtown modern binaları, eski mahalleleri ve deniz kıyısındaki malikanelerin bazılarında ise İspanyol, Akdeniz mimarisine sahip yapıları ile sevilmesi kolay bir şehir Miami. Genel kanıya göre turistik olarak algılansa da, Miami, dünyanın alpha, yani dünya ticaretinde önemli rolü olan şehirlerinden biri. İş ve eğlence bir arada burada; yoğun bir iş gününün sonunda, ufak balıkçı teknenize, ya da mega yatınıza atlayabilirsiniz. Bir de kültür, sanat, eğitim, moda etkinliklerine ev sahipliği yapması, dünyanın cruise merkezi olması ve bütün sene denize girebileceğiniz tropik iklimi, Miami’yi en popüler yaşam ve seyahat noktalarından biri konumuna getiriyor. Avrupalılar gelmeden binlerce sene önce yerli Kızılderili kabileleri Miami Nehri’nin deltasında yaşarlarmış. 1566 da İspanya hakimiyetini ilan eder. İspanya ve İngiltere 1821’de Birleşik Amerika Devletleri’ne devredene kadar Florida’yı birlikte yönetirler. 1870’de yatırımcılar bu civara akın etmeye başlar; gelenler arasında Miami’deki hayatı seven ve burada bir resort, dinlenme yatırımı potansiyeli gören varlıklı bir dul kadın vardır. Amerika’da bir kadının girişimi ile doğan tek şehirdir Miami; Julia Tuttle, dönemin demiryolu endüstrisi milyoneri ve Florida’nın gelişmesine en büyük katkısı olan Henry Flagler’i ikna eder. Flagler, zenginlerin sayfiye yeri olarak parlayan Palm Beach’ten, o zamanlar yaban olan, şimdiki Miami’ye kadar tren yolunu devam ettirir. 1896’da tren yolu Miami’ye gelir ve şehir inanılmaz bir hız ile büyür. Bu tropik cennetin gelişimi 1926’daki kasırga ile yavaşlar. Miami ikinci patlamasını 2.Dünya Savaşı sonrası yaşar; bölgede eğitim almış olan askerler, geri dönüp, evlerini burada kurarlar.

10

MengerlerLifestyle

Miami geceleri başka güzel.

Kanalların yol olduğu nadir şehirlerden Miami. Modern gökdelenlerin çatı ve teraslarında palmiyelerle tasarlanmış bahçeler doğayı şehir merkezine de taşıyor.

Bal Harbour Kuzey Miami'de yer alan lüks ve hoş bir alışveriş merkezi.

Viceroy Otel'in havuzu 15. katta; en yüksekteki sonsuz havuz olmakla meşhur.

Gökdelenler tasarlanırken doğa, tenis ve havuzlar unutulmamış.

South Beach'teki Ritz Carlton Oteli müşterilerine plajda şezlong, havlu ve cafe/bar servisi veriyor.


Miami şehir merkezinde nehir üzerinde açılan köprülerden biri. Evet, Miami'de arabalar, yelkenlilere ve mega yatlara yol veriyor. Kaptanlar köprülerdeki kule bekçileri ile haberleşiyorlar.

South Beach'teki Art Deco binaların Diva'sı ''Tides Hotel''.

Şehir merkezinde ve Port Miami yakınındaki Bayside; alışveriş, restoran gibi mekanların olduğu, müzisyen ve sokak göstericilerinin buluştuğu hareketli bir yer. Bu sahil şeridinde yaşayan ünlülerin evlerini görmek isterseniz; buradan kalkan tekneler Millonaires Row'a götürüyor.

Little Havana'daki birçok bardan biri; ama bu bar, dünyanın en büyük rom koleksiyonunu barındırması ile iddialı.

Stiltsville; 1930'larda yapılmış Biscayne Körfezi'ndeki 12 farklı ahşap evden oluşuyor. Özellikle o yıllarda karada kumar oynamak yasak olduğu için yapılan bu binalar aynı zamanda balık avlamak ve çeşitli partiler için de kullanılmışlar.

Florida'nın ismi Flora ( çiçek, bitki) ve Fauna (deniz kabukları)'dan geliyor.

Küba'da ortalıkta dolaşan horozlar bu kültürün olduğu Little Havana ve Key West'te de gözleniyor.

Biscayne Körfezi'nde insan yapımı adalardan biri olan Star Ada'sını ana karaya bağlayan köprü. Adada oturan ve oturmuş olan ünlüler arasında Gloria Estefan, Don Johnson, Shaquille O'Neal ve Rosie O'Donnell'ı sayabiliriz.

Little Havana'da bir puro ve hoş aksesuarlar mağazası.

Little Havana Domino Park'da domino oynayanları seyredebilirsiniz.

Perez Müzesi, ilginç ve sarkıt peyzaj mimarisi ile de dikkat çekiyor.

Venetian, Hibiscus, Star gibi adalardaki malikane, köşk ya da villa tipi evler şehir merkezindeki gökdelenlerle ilginç bir zıtlık sergiliyor.


South Beach'teki Ritz Oteli'nin konumuna tepeden bakış. Bu sahil şeridinde yanyana dizili olan birçok otel plaja geçit verecek şekilde tasarlanmış.

Berrak ve güneşli Florida günlerinde bulutlar pamuk balyaları gibi.

Star Island'da Akdeniz, özellikle İspanyol Mimarisi'nden etkilenerek inşa edilmiş birçok malikaneden biri.

Subtropikal iklimde yetişen ilginç bitkilerden biri; Engelstrumpet Ağacı; çiçekleri gerçekten meleklerin çaldığı trompetlere benziyor. Botanik meraklısı iseniz Coral Gables'daki Fairchild Tropical Gardens'i gezebilirsiniz.

12

MengerlerLifestyle

PAMM'de mülteci konusunu işleyen sergiden; yüzlerce dikenli telli parmak arası terlikler; çarpıcı bir ironi. Tony Capellan

South Beach'te Ocean Drive sahil yolu üzerinde yer alan Art Deco butik otellerin bazılarının lobi/restoranlarının dekoru çok hoş.

Key Biscayne'te yelken yaparak Miami'yi denizden görünce şehrin su ile iç içeliği daha iyi anlaşılıyor.

Perez Museum of Modern Art'dan. Ledelle Moe.


Komünist Küba’dan kaçıp Miami’ye yerleşen 178 bin mülteci şehri uluslararası bir konuma getirir, aynı zamanda Güney Amerika ve Karayipler ile bağlar güçlenir. Bu gün şehir iki lisanlıdır; İngilizce ve İspanyolca. Hatta bazı mağazalarda İngilizce konuşan birini bulmakta zorlanabilirsiniz. Latin kültürü Miami’nin paletine katılan hoş renklerden biri. Hele Latin Müziği ve Dansı seviyorsanız ne demek istediğimi iyi anlayacaksınız bu şehri gezerken. Eğlenceyi, sosyal hayatı seven yaşam felsefeleri ile varlıkları neşe katıyor.

LITTLE HAVANA New York’ta Little China, Italy varsa, Miami’de de Little Havana var. Küba’ya gitmiş kadar olmasanız da, Amerika’da bu kültürü tanımak, Castro döneminden kaçıp gelenlerin hikayelerini dinlemek, geceleri canlanan lokallerde müziklerini dinleyip, dansları seyretmek ve iştirak etmek gezinizi daha renklendirecek. Little Havana fotoğraf merakı olanlar için yakalanacak hoş ve ilginç kadrajlar sunuyor; duvar resimleri, tipik giyimli insanlar, ilginç dekore edilmiş avlu ve lokaller ve Küba kültürünün bir parçası olan sokaklarda dolanan horozlar. Domino Park buranın en sevdiğim yerlerinden. Kadını, erkeği; yaşlısı, genci adı üstünde ufak bir parkta Domino oynuyorlar. İsteyen seyrediyor, arada sohbetler, takılmalar, o birbirini tanıyan mahalle insanlarının keyfi imrenilmeyecek gibi değil. Puro saranları seyredebilir, bu mağazaların en şık olanı Davidoff’u gezebilirsiniz. Yemek vakti gelince Little Havana’nın en popüler restoran ve kafesi Versailles. Hafta sonları uzun kuyruklarda sıra beklenen bu lokanta sadece Küba Mutfağı sunuyor. Lokanta bizim esnaf lokantalarına benziyor, fazla bir ambiyans ve servis beklemeyin ama buraya gelen bir kere burada yemeli denir. Little Havana yakınında daha sakin, gurme bir İspanyol Mutfağı deneyimi isterseniz, telefon defteri kalınlığındaki şarap listesi ve leziz Paella’ları olan Casa Juancho iyi bir adres. Her sene CALLE OCHO FESTİVALİ; yani 8. Sokak demek, burada çeşitli etnik grupların karnavalı olur; hepsinin kendine has canlı müzik, dans ve yiyecekleri ile büyük bir şenliktir.

MIAMI’de SANAT ve KÜLTÜR Miami şehri bütün sunduklarının yanı sıra güzel, görsel sanatlar ve kültür merkezi de. Miami Opera ve Balesi, tiyatroları, birçok konser salonları, mega konser ve spor salonu Atlantic Arena’nın programları ile çok yoğun. Her yıl açılan dünyanın en önemli sanat fuarlarından Art Basel Miami Beach Miami’deki en önemli sanat olayı; bütün müze ve galeriler başka türlü canlanıyor ve bütün şehir bir sanat galerisine, açık hava müzesine dönüşüyor. Tüm şehir coşuyor, dünyanın her köşesinden gelen sanat eleştirmenleri, koleksiyoner ve sanatseverler ile doluyor. Aralık ayı olması da çok cazip, kış ortasında, buranın ise en güzel sezonunda harika havadan da faydalanabiliyor ziyaretçiler; seminerler ve partiler düzenleniyor. WYNWOOD DESIGN DISTRICT; şehrin bu kısmındaki salaş mekanlar galeriler, sanatçı stüdyo ve yaşam alanlarına dönüşmeye başladı. Duvar sanatına meraklı iseniz bu bölgeyi kesin gezmelisiniz. Design District’de ise mobilya ve dekorasyondaki en yeni trendleri inceleyebilir, son senelerde bu civarda açılan şık restoranlarda yiyebilirsiniz. Müzeler açısından da çok zengin Miami; en son açılan da kısaca PAMM denilen, Perez Modern Sanatlar Müzesi. Mimarisi ve konumu ile de çok dikkat çekiyor; mimarları Pritzker ödüllü Herzog & Meuron.

MIAMI TADLARI Miami Spice her sene Ağustos ayında başlayıp Eylül sonu biten adeta gurme yemek maratonu. Bazı restoranlar belli günlerde bu programı uyguluyor, rezervasyon yaparken bunu göz önünde bulundurmakta fayda var. Bu programa üç yıldızlı en popüler restoranların da katılması ve fiyatlarının uygunluğu bu bir ay dışarda yemek yemeyi çok cazip kılıyor. Bu lüks restoranların hepsi Miami Spice için seçenekli bir fix menü hazırlıyorlar; kalite süper, belki bazı porsiyonlar biraz küçük; içki hariç öğlen yemeği 29 Dolar, akşam ise 39 Dolar. Miami’de inanılmaz çok seçenek var, enternasyonal bir mutfak, yeter ki siz

Tüm Florida bir golf cenneti; Biltmore Oteli'nin golf sahaları adeta kadifeden.

Bal Harbor lüks alışveriş merkezlerinden; doğa ile iç içe her konsept. Tarihi Biltmore Oteli, karşısındaki minik şapel, meşhur Venedik Havuzu ve avluları gezilmeye değer. Miami nasıl gelişmiş? Eski yaşamın fotoğrafları otelin çeşitli kısımlarında sergilenmekte.

Mengerler Lifestyle

13


MIAMI

1920'de inşa edilen Biltmore Hotel & Country Club, Miami Vice, Miami CSI gibi filmlerde mekan olarak kullanılmış. Otelin birkaç restoranından biri muhteşem avlusunda. 7 ay bahar havası yaşanan Florida'da Biltmore düğün ve kutlamalar için tercih edilen bir otel.

dileyin. Bazı favorim olan restoranlar ise Zuma, Azul (Mandarin Oriental Otel’in altında), Joe’s Crab’s, Hakkasan ( Fontainebleau Oteli’nin çatısında). NEREDE KALMALI; seçenekler çok, ne istediğinize bağlı. Eski Miami’nin tarihini taşıyan bir otel mi, Art Basel Miami Beach’e geldiniz fuar alanına mı yakın olmak istiyorsunuz, downtown’da, şehrin göbeğinde mi olmak? Sakin, deniz kenarında ama görülecek yerlere de uzak olmayan bir otel

mi? Örneğin Key Biscayne'de Ritz. Tarihi bir otel ise; 1926’da yapılan Biltmore; o tarihte Miami’nin en yüksek binası imiş ve dünyanın en büyük havuzu burada yapılmış. Havuzda yapılan güzellik yarışmaları, Esther Williams ve Tarzan rolü ile ünlü Johnny Weissmuller’in atraksiyonları otelin duvarlarındaki eski resimlerde yer almakta. Otel halen Country Club üyeleri tarafından golf sporunda aktif. Şehir merkezinde isterseniz Mandarin Oriental, Viceroy, Miami

Wynwood District'de ayın belli günlerinde sanatçıların atölye, galeri ve yaşam alanları gezilebiliyor.

Modern Sanat Galerilerini gezmek ve sanatçılarla tanışmak, duvar sanatı örneklerini görmek ve birbirinden ilginç kişilerle tanışmak için adresiniz; Wynwood District.

14

MengerlerLifestyle

Beach’te Fontainebleau birçok seçenekten sadece bir kaçı.

SOUTH BEACH; kısaca SOBE South Beach’deki Art Deco binaların koruyucu meleği Gianni Versace idi. Yerlerine dikilecek otel ya da gökdelenlere karşıt olanların başını çeken ünlü tasarımcının Fas Mimarisi tarzındaki malikanesi de bu sahil şeridinde. Versace’nin ne yazık ki merdivenlerinde öldürüldüğü Casa Casuarina isimli villa vefatından sonra 41.5 Milyon Dolara satılmış; şimdi lüks bir butik otel ve II Sole Restoran olarak hizmet veriyor. Mozaiklerle bezeli iç avludaki havuzu malikanenin en çarpıcı kısımlarından. South Beach’in eski mekanlarından biri de, Versace’nin her sabah gazetesini almak ve kahvesini içmek için yürüyerek gittiği News Cafe; hala çok popüler. Buradaki Art Deco mimariler Avrupa’dakilerden çok farklı; hatta biraz kitsch de bulabilirsiniz ama bu iklim ve


MIAMI doğaya ve biraz İsyanyolca loco yani çılgın yaşam stiline çok yakışıyor. Pembeler, turkuazlar, tabii beyazlar; gece rengarenk neon ışıklarla aydınlatılınca da bambaşka. Esas akşamüstü, Happy Hour’da canlanıyor kaldırımlar, lokaller; bazılarında hayranlıkla Latin dansı yapanları izleyebilirsiniz. South Beach denize girmek, Art Deco binaları incelemek, çeşitli lokallerden birini seçip müzik dinlemek, soluklanıp bir içki, kahve, ya da aile boyu bir kokteyl içmek için bir güzel gevşeyebileceğiniz sahil şeridi. Gelip geçeni seyretmekten burada sıkılmazsınız, tipik giyimli insanları, turisti, yerlisi, paten yapanı ile enerjisi ve eğlencesi bol bir yer. 1915’de kurulan Miami Beach bu sene 100. senesini 100 saatlik eğlence maratonu ile kutladı; katılan ünlülerin arasında Andrea Bocelli, Barry Gibb ve Miami’de yaşayan ve çok sevilen Gloria Estefan vardı. SOBE sahil yolunun üzerindeki bazı Art Deco binalar butik otele çevrilmiş, aralarında çok şık olanları var, en azından lobilerinden içeri girip bakmalı. Eğer otelinizi sakin bir yerde tercih ediyorsanız burası size göre değil, müzikli gece hayatı geç vakitlere kadar canlı burada. Ama kalmak isterseniz Betsy güzel bir otel, girişi ve dışardaki balkonunda yer alan BLT Restaurant kalite et sevenler için ideal. Bu otellerin önündeki plaj herkesin kullanımına açık ama çok geniş bir plaj olduğu için ferah. Phillip Starck’ın tasarımını yaptığı Delano ve Ritz gibi South Beach’in daha sakin kısmında kalmak istiyorsanız, bu otellerin bir avantajı da havuz tarafından doğrudan plaja çıkışlarının olması. Madonna’nın tercihi olan Delano’nun iç mekan ve havuz kısmındaki dekorasyon görmeye değer. Akşam yemeği için, kendim turist olsam da turistik yerlerden kaçınır, orada yaşayan insanların gittikleri lokantaları tercih ederim; her zaman hem otantik, hem de fiyat açısından daha mantıklı çıkarlar. Miami’de yaşayanlar South Beach’e yakın ama illa da gurme bir restoran arayışında değillerse, yürüyerek trafiğe kapalı olan Lincoln Road’a gidiyorlar. Burası büyüklü küçüklü mağazalarla hem alışveriş, hem de restoran ve cafelerin sağlı sollu dizili olduğu canlı bir promenad yeri. Miami civarı lüks alışveriş için Bal Harbour, Aventura Mall ve Merrick Park'ı önerebilirim.

GÜNÜ BİRLİK GEZİ ÖNERİLERİ EVERGLADES; Florida’nın doğal, insan eli değmemiş halini merak ediyor, timsah ve tropik kuşlar görmek istiyorsanız Everglades Ulusal Parkı’nda bataklıkta giden airboat’larla bir gezinti yapabilirsiniz; yaban hayatı daha iyi izlemek için biraz erken kalkmanız gerekse de hayvanların beslenme saati olduğundan sabah gezisini tercih edin. SEMINOLE INDIAN RESERVATION; Eski Florida’yı hissetmek için bir de bölgenin esas sakinleri olan birçok yerli kabilesinden biri olan Seminollerin kasabasını ziyaret edebilirsiniz. DENİZE AÇILMAK; yakın ya da off shore fishing deneyimi için kaptanı ile birlikte tekne kiralayabilirsiniz. Ya da Miami’yi denizden tanımak için motor veya yelkenli ile gezebilirsiniz. GOLF; Florida bir golf cenneti, farklı bir deneyim için Miami’nin eski ve kaliteli yerleşim bölgelerinden biri olan Coral Gables’daki Biltmore Oteli’nin golf sahasında oynayabilir, aynı zamanda bu tarihi oteli gezebilirsiniz. Bu önereceklerim ise Miami’nin kuzeyinde; I -95 yolunu alarak hepsini görebilirsiniz. FORT LAUDERDALE; Amerika’nın Venedik’i takma adını taşır. Kanalları, plajları ile ünlüdür. Fort Lauderdale Beach’ten geçerek Las Olas’daki şık restoran ve cafelerde mola verebilirsiniz, örneğin Cafe de Paris. A1A denilen sahil yolu boyunca plaj, cafe ve oteller sıralanmıştır. Kanallar arası dolaşan Water Taxilere ödenen

cüzi ücret ile kanalların arasında dolaşıp, istediğiniz yerde inip, tekrar binebilirsiniz. Bu programı yaparsanız 15th Street Fishery isimli restoran Florida’nın en eskisidir ve hala en taze deniz mahsulünü servis eder. BOCA RATON; Town Center Mall, Mizner Park bu şık yerleşim bölgesinde ziyaret edebileceğiniz yerden sadece birkaçı. WORTH AVENUE; Lake Worth’deki bu yol, Kaliforniya’daki Rodeo Drive ile mukayese edilse de, bence oradan çok daha karakteristik. Ünlü Mimar Mizner tarafından yapılan Akdeniz tipi en fazla üç katlı binalar, şirin avluları, kemerleri, sütunlarına sarılmış begonvilleri ve evet birbirinden lüks markaların yer aldığı mağaza, galerileri ve restoranları ile çok tipik. Meşhur Breakers Otel'in pazar brunchları ise bir şölen. BİR HAFTADAN UZUN KALIYORSANIZ; FLORİDA KEYS Miami’ye kadar geldiniz, çevreyi de görmek istiyorsunuz ve zamanınız da varsa, güneye, Amerika’nın en güney ucundaki adalar zincirine gidebilirsiniz. Ama bu taraflara en az iki gece ayırmak gerek. En uçtaki ada Key West’te ise Ernest Hemingway’in evini gezebilir, yürüyerek ya da bisikletle birbirinden sempatik Victorian evlerin dizili olduğu sokak aralarında dolaşıp, akşam herkesin gün batımı için buluştuğu Mallory Square’de sokak göstericilerini izleyebilirsiniz. Jet Ski ile Mangrove ağaçlarının arasında dolaşabilir, katamaran ile tropik balık akvaryumu olan buradaki mercan kayalıklarında şnorkel yapabilir ya da dalabilirsiniz. Miami’ye nazaran Key West’de yaşam tarzı ve giyim çok kalender; hayat aheste, sinirleriniz alınmışçasına gevşeyeceksiniz.

Yazımı tatlı ile bitireyim; Azul Restoran'dan şık bir ikram.

Mengerler Lifestyle

15


YAZI: AYŞEN GÜREL SİLE FOTOĞRAFLAR: M. FARUK SİLE

Orkideler Başköşeye Ben her şeyi kuruturum deseniz de, bu yazıyı okuduktan sonra kendinize ve orkidelere bir şans verin. Orkideler zarif ve estetik duruşları ile evler, iş yerleri, lokantalara; kısacası her yere yakışıyor. Hemen oldukları köşeye tropik bir hava getiren orkidelerin çiçekleri çok da dayanıklı; aynı çiçek eğer şartlar uygunsa haftalarca, gece gündüz güzelliğini koruyacak, orkideniz senelerce yaşayacak ve çoğalacak. İç mekandaki bakımları hakkında bilgi vereceğim ama neyi sevdiklerini bildikten sonra dış mekanda da aynı ortamı sağlayarak sıcak mevsimlerde bahçe ya da limonluk gibi mekanlara orkidelerinizi taşıyabilirsiniz. Bakımları inanın zor değil, sağlıklı ve çiçek açan orkideler yetiştirmenin sırlarını sizlerle paylaşacağım.

D

aha birkaç sene öncesine kadar orkideler ülkemizde çok nadir bulunurdu ve fiyatları da yüksekti. Büyük çiçek açan bir cinsi, ya da bir dal üzerinde açmış birkaç çiçeği olan orkideler kurdelelerle dekore edilmiş şık jelatin kutularda paketlenen, nişan, düğün gibi çok özel 34

MengerlerLifestyle

günlerin çiçeği idi. Şimdi ise bazı çiçekçilerin vitrini sanki başka bir çiçek yokmuşçasına sırf orkidelerle donatılıyor. Bu tropik çiçeklerin çok çeşidi olmasına rağmen dayanıklı ve bakımı kolay olan Phalaenopsis dünyanın en popüler orkidesi ve ülkemizde en çok satılan tür.


Orkidelerle dekore etmek * P ú EDNÕU SLULQo GHNRUDWLI IRUPODUGD KRú DUDQMPDQODU \DSÕODELOLU VL]OHUH ¿NLU YHUPHVL LoLQ D\QÕ PLQ\DW U RUNLGHOHUL IDUNOÕ NRPSR]LV\RQODUGD NXOODQGÕP HYLQL]LQ GHNRUXQD \DNÕúDFDN N|úHOHUH \HUOHúWLULUVLQL] 0HWDO REMHOHU RNVLGH RODFD÷Õ LoLQ J|U QPH\HFHN úHNLOGH LoOHULQH NDOÕQFD ELU SODVWLN G|úH\HELOLUVLQL] ]HULQL GH \RVXQ LOH VDNOD\DELOLUVLQL] 6HSHWOHUGH GH J ]HO DUDQMPDQODU \DSÕODELOLU \LQH NDOÕQFD ELU QD\ORQX ]ÕPEDOD\DUDN VHSHWLQ Lo NÕVPÕQÕ GÕúDUGDQ J|U QPH\HFHN úHNLOGH G|úHGLNWHQ VRQUD SODVWLN VDNVÕ\Õ VHSHWLQ LoLQH \HUOHúWLULS ]HULQL \RVXQ \D GD NDEXN NDUÕúÕPÕ LOH NDSOD\DELOLUVLQL] 0LQ\DW U RUNLGHOHUOH DUDQMPDQ \DSDUNHQ SODVWLN VX EDUGDNODUÕ \D GD VX úLúHOHULQLQ DOWODUÕQD YH \DQODUÕQD GHOLN DoDUDN EXQODUÕ VDNVÕ JLEL NXOODQDELOLUVLQL] $UDQMPDQODUÕQ KHSVLQGH RUNLGHOHU EX WDU] NDSODUD GLNLOL Evde dolaşıp orkidelerimi ben nelerin içine orkideler koyabilirim diye düşünmeye başladınız mı?

Mengerler Lifestyle

35


ORKİDELER Öncelikle sera ya da çiçekçiden sağlıklı bir orkide almaya özen göstermeli; yapraklarının koyu yeşil, köklerinin sağlam, çiçeklerinin gonca halinde olmasına ve yeni çiçeklerin müjdecisi olan, yaprakların arasından adeta fışkıran ince dalların çokluğuna dikkat etmeli; eve getirirken bu körpe, narin dallar kırılmasın, çiçekler onların üzerinde açacak.

Resimdeki orkide kokulu Cattleya.

Cymbidium.

Orkideler çeşit, çeşit; büyük, küçük çiçekliler, minyatür ve muhteşem kokulu, saksı ya da yerde yetişenler gibi. En popüler olanlar ise; Phalaenopsis, Lady’s Slipper, Phragmipedium, Cypripedium, Vanda, Dendrobium, Cymbidium, Epidendrum, Masdevallia ve Vanilla Orchid. Cattleya, Oncidium ve Miltoniopsis’in bir cinsi kokulu olanları; orkideler parfümlerini sabahları yayarlar; kokusundan emin olmak için seraya sabah gitmekte yarar var. Bu orkideleri internetten araştırıp, çiçeklerinin rengini, bitkinin şeklini ve özelliklerini inceleyebilir, hangisini daha çok sevdiğinize ve yaşadığınız yerde bulabileceğiniz cinslere böylece karar verebilirsiniz.

ORKİDE BAKIMI İÇİN EN ÖNEMLİ NOKTALAR

Bugün dünyada 150 ülkede toplam 1800 Botanik Bahçesi var.

Fort Myers Botanik Bahçesinde bir Encyclia.

Phalaenopsis.

Dünyada 27.000'in üzerinde orkide cinsi var.

Mantar üzerinde büyütülen orkideler.

Cattleya dünyanın en sevilen orkidelerinden.

36

MengerlerLifestyle

LOKASYON Eve getirdik, orkidemizi nereye koymalı? Lokasyon, lokasyon, lokasyon! Yerini sevdi derler ya, orkideniz yerini bir severse senelerce bin açacak. Ne sevdiklerini anlamanın en pratik yolu tropik iklimleri aklımıza getirmek; her gün bardaktan boşanırcasına yağan yağmurlar, arkasından açan güneş ve yaprakların altından süzülen filtre ışıkta yaşar orkideler. Aydınlık bir yer olacak ama güneş ışığını direkt olarak almayacak. Kuzeye bakan pencereler tercih edilmeli, yaprakları zarar görmemesi için cama değmemeli. Kalorifer, soba ya klima ile olan ilişkisi de önemli; nemden hoşlanan bitki sıcağa maruz kalmamalı, klima da üzerine üflememeli. En ideal sürekli bakımını yaptığınız bir yeri olsa da, kısa bir süre için yerini değiştirebilirsiniz; hemen küsmez merak etmeyin. Yerine geri koyduğunuzda saksının ışığa bakan yönü hep aynı olmalı. SULAMA Orkideler için haftada bir sulama genel olarak tercih edilir; bitkinin büyüklüğü, bulunduğu yerin ısısı, hangi malzeme içine dikildiği gibi faktörleri de göz önünde bulundurmak lazım. Zamanla orkidenizin dilinden anlayacak, neye ihtiyacı olduğunu tahmin edebileceksiniz. Başlıca çürüme sebebi su ile ilgili yapılan yanlışlardır. Kesinlikle saksının altında su birikmemeli, tropik yağmur gibi bir duşu çok sevse de, kökleri su içinde kalmayı sevmez. Orkideniz plastik ya da sırsız kil bir saksıda mı? Yoksa hoş yapılmış bir aranjman olarak seramik, porselen veya cam içinde mi? Plastik saksı içinde ise göze hoş görünmediği için porselen, seramik, bakır gibi daha estetik kapların içine koyup gizleyebilirsiniz. Tabii bu dış kaplar deliksiz olmalı. Orkide saksılarının alt kısmında, hatta yanlarında suyun akıp gitmesi, iyice süzülmesi için delikler açılmıştır. Kökleri çok büyüyüp saksının içini çevreleyip topak olana kadar plastik kabında bırakabilirsiniz. Saksının etrafında köklerin çepeçevre sarılmaya başlaması topak olduğunu


ORKİDELER gösterir. Mevsimine göre haftada bir, ya da iki kere suladığım, zaten hafif olan plastik saksı içindeki orkidelerimi mutfak eviyesi, ya da banyo spreyi ile hem suluyor, hem de duş aldırıyorum. Bu işlemi yaparken çiçeklere su gelmesin, yaprakları ise elinizle okşar gibi yıkamanızda yarar var, aynı zamanda tozları da alınmış ve bitki yapraklardan da beslendiği için faydalı olur. Suladıktan sonra saksıyı hafif eğerek bütün suyu boşaltıp, plastik saksıyı içinde sakladığım dekoratif kabın içine yerleştirip üst kısmını seralarda bulunan turba yosunu (sphagnum moss) ile örtüyorum. Çiçekçilerden dekoratif kaplar içinde gelen hoş aranjmanların keyfi bir süre sonra kaçar, uzun dayanması için nasıl dikildiğini keşfetmekte yarar var. Eğer orkideler cam ya da seramik bir form içinde ise sulandığında dibinde su birikip birikmediğine aralayıp bakmamız gerekir. Eğer altı delik olmayan seramik, porselen, cam ya da metal dekoratif bir form içinde ise, ne kadar dikkat etseniz altında su birikecek ve kökler havadar ve gevşek kalamayacaktır. Eğer bu deliksiz formların altına çakıl taşı gibi kökler ile kap arasına bir malzeme konulursa bu bir miktar önlenebilir. Plastik saksıda aldınızsa tavsiyem büyüyene kadar dokunmayın, şık bir formun içine gizlersiniz. Plastik saksıyı alıp, sulama ve duşunu yaptırdıktan sonra tekrar seçtiğiniz dekoratif kabın içine yerleştirirsiniz. Turba yosununa dikili ise daha geç, ağaç kabuğunda ise daha çabuk kurur. Kap cinsi de fark eder; plastik kap içinde daha çabuk, kil yani sırsız terracotta saksıda ise nemi daha uzun süre tuttuğu için daha az su ister. Sulanması unutuldu ve çok kuru görünüyorsa orkidenizi banyoda bir kova içine oturtun, oda ısısındaki su sıcaklığında sprey yaparak duş aldırın ve bitkinin köklerini yapraklarının çıktığı seviyeye gömülecek şekilde 2 saat kadar suda bırakın, sonra saksıyı eğip, dibindeki suyu tamamen süzdükten sonra yerine koyun. Yapraklarına su püskürtülmesi kışın kaloriferden kuruyan havanın nemlenmesine yardım eder ama bu esas sulama için yeterli değildir. Tropik ya da subtropik iklimlerde orkideler

Phalaenopsis.

dış mekanlarda çok kolay büyür; saksılar, aralıklı tahtadan yapılmış şekillerde, ya da içinde Hindistan cevizi jütü döşenmiş tel sepetlerde asılıdır. Ağaçlara, bambu ya da mantar parçalarına tutturularak da büyütülebilir. Orkide bir asalak değilse de yaşamak için toprağa ihtiyacı olmadığından, kökleri su içinde değil ama nemli kaldığı süre saksısız bile büyür tropik ortamlarda. Köklerin üzeri ıslatılmış turba yosunu ile kaplandıktan sonra, bir tel, ya bahçe tipi Velcro bant ile dala tutturulur; zamanla kökler zaten kendiliğinden ağaca, ya da dala tutunacaktır. Yosuna bile sarmadan, kökleri dışarıda sallanacak şekilde çengele asılmış orkideler de gördüm; filtre ışık, nem ve yağmurdan sulanmak yetiyor sıcak, nemli ve yağışlı iklimlerde. VİTAMİN Orkidenizi ne ile besliyorsunuz? Orkidenizin sağlıklı bir şekilde büyümesi ve çiçek açması için sadece su gıda olarak yetmez; muhakkak özel olarak orkideler için üretilmiş vitaminden vermeniz gerekir. İki tip vitamin var, biri büyümesi, diğeri ise çiçek açtırmak için. Orkidenin gelişmesi için içinde nitrojen olması gerek. Çiçek açmasını istiyorsanız içinde nitrojen olmayan ama fosfor ve

Doğada orkideler kademeli ısı iniş çıkışları yaşarlar. Çok büyük ısı farkı orkidenizin goncalarının sararıp dökülmesine neden olur, yerini değiştirmeniz gerekirse bundan kaçının.

potasyum olan vitamini seçmeniz lazım. Haftada bir rutin yaptığınız sulama suyuna toz halinde olan vitamini karıştırabilirsiniz. Eğer bu size zor geliyorsa senede bir, ya da iki kere yavaş çözülen, saksının üst kısmına serpilen granül vitaminlerden de kullanabilirsiniz ama daha özenli ve bol çiçekli orkideler istiyorsanız suda çözülen tipi öneririm. Saksının ve bitkinin boyuna göre de vitamin dozunun ayarlanması, konsantre olduğundan kutunun üzerindeki su ve vitamin oranına uyarak sulandırılması gerekir. Fazlası köklerin ve bitkinin kavrulmasına, yapraklarda beyaz bir atık ve tuz oluşmasına neden olur. İyi bir şeyin fazlası, iyi olmaz bu durumda. ORGANİK İLAÇLAMA Yaprak biti, pamukçuk, küçük örümcekler görürseniz evde yapabileceğiniz sarımsak, biberden, ya da tabii sıvı sabundan bir karışımı yaprakların altına ve üstüne püskürtebilirsiniz. En pratiği ise sabun ile evde yapabileceğiniz bir solüsyon: yarım litre suya bir çorba kaşığı doğal sıvı sabun koyup karıştırın. Bu organik ilaçlamayı sebze, biberiye, fesleğen gibi mutfakta kullandığınız bitkilerde de kimyasal içermediği için kullanabilirsiniz.

Mengerler Lifestyle

37


ORKİDELER

Ağaç kabuğu, kömür ve perlit karışımı.

Turba Yosunu (Sphagnum Moss) iyice su çekmiş görünüşü.

Perlit.

Turba Yosunu kuru halde.

Topak olmuş kökler.

Kuru köklerin makas ile kesilmesi.

Eğer kökler çürük görünüyorsa çok suluyorsunuz demektir.

Yeni dikilen orkideyi devrilmemesi için telle sabitleyebilirsiniz.

Terracotta saksıları suya birkaç saat gömdükten sonra delik açıp orkide saksısına çevirebilirsiniz.

Dendrobium dalları minik klipsle tutturulmuş.

Cattleya'nın yavrusunu bıçak ile keserek ayırırken. Tabii, yavru bitkinin köklerine zarar vermeden.

38

MengerlerLifestyle

Cattleya, sphagnum moss içinde ve büyük saksıya geçirilmiş. Çiçek açtığı zaman saksı değişimini yapmamalı.

ÇOK ÇİÇEK AÇTIRMAK İÇİN PHAL BUDAMA TEKNİĞİ Orkidelerin çiçeklerini taşıyan ince uzun dalları tamamen kurumadan sakın kesmeyin, çünkü aynı daldan tekrar çiçek verebilirler. Özellikle kısaca Phal denen (Phalaenopsis) cins orkidelerin bütün tomurcukları çiçek açıp, son çiçek kurumadan dalın ucundan aşağı doğru 3 ila 5’inci boğumdan keserseniz, yeniden çiçek açtırabilirsiniz. Bir, iki hafta sonra yeni çiçek taşıyan dalların fışkırdığını göreceksiniz. Bu çok hoşunuza gitse de 3 kere yaptıktan sonra budama yapmayın ve bitkiyi dinlenmeye bırakın. Phal diğer bazı orkide cinsleri gibi dinlenme dönemine girmez ama arada çiçek taşımadığı dönemler olması da normal. Çiçek taşıyan dallar ilk çıktığında bir bambu ya da zarif bir çubuk ile dik ya da ince bir teli bükerek kıvrımlı bir form verebilirsiniz; bu işlemi yaparken dallar çok körpe olduğu için narin davranmamız gerekir; minik klipsler ve tellerle tuttururken dalı fazla sıkmamaya ve zedelememeye de özen göstererek. Klipsleri boğum yerlerinden tutturmayın, çünkü boğumlardan yeni dallar fışkıracaktır. SAKSI DEĞİŞTİRME Orkideye gönül verenlerin en çekindiği işlem saksı değiştirme. Bir kere yaptıktan sonra zor olmadığını göreceksiniz. Saksıyı beğenmediğinizde, ya da orkideniz açık yeşil ve beyaz kökler çıkarıyor, artık saksısı ufak geliyorsa bu işlemi yapma zamanıdır. Bazı kökler havadan beslenir ve saksının dışındadır, bunları görünce hemen saksı değiştirmem lazım diye düşünmeyin. Eğer orkideniz güzel çiçek açmışsa, çiçekler geçmeden saksı değişimi yapmayın; bitki strese girip çiçeklerini dökebilir. En kolayı eğer orkide plastik saksıda ise; saksıyı dış çevresinden iki elinizle hafifçe sıkıp bırakın, bitkinin, köklerin, içindeki yosun, ya da kabukların gevşemesini sağlayın. Saksıya tutunan kökler varsa nazikce bir bıçak ile sıyırın. Eğer kil saksıda ise muhakkak saksıyı ve kökleri önce ıslatın ve bir bıçak ile kaptan titizce ayırın. Gevşettikten sonra saksıyı bir elinizle baş aşağı tutarken, diğer elinizi orkideyi avucunuzda tutacak şekilde açın. Saksının içindekiler dökülsün, sonra dik tutup köklerini gevşetin bu sefer, aralarındaki yosun, ağaç kabuklarını ayıklayın, eğer bazı kökler, ağaç kabuğu ya da kömüre çok sıkı tutunmuşsa bırakın öyle kalsın. Bütün bu dökülenleri atın, yeni saksıya geçirirken yeni malzemeyi kullanın. Turba yosunu, ya da ağaç kabuğu, kömür ve perlit karışımına dikebilirsiniz. Turba yosunu kuru halde paketlenmiştir, çukur bir kapta suyu iyice çekmesini sağladıktan sonra kullanılmalı. Birçok ödüllü orkide yetiştiricisi bu yosunu tercih eder, orkidenin kökleri bu gevşek, hem hava aldıran, hem de nemli tutan yosunda güzel gelişir. Saksının dibini Turba yosunu ile döşeyin, köklerin etrafını yosun ile gevşekçe sardıktan sonra saksının ortasında tutun ve sonra etrafını da yosun ile doldurun. Yosun saksı kenarının biraz altında kalmalı ki, sulandığında suya gömülsün. Bitkinin saksıda doğru pozisyonda durması için çubuk, tel ve klipsler kullanabilirsiniz. Plastik saksıya dikili orkidenizi toprak saksı içinde saklayacaksanız bu saksının konduğu yere nem ile zarar vermemesi için iç ya da dış kısmı sırlı olmalı. Piyasada gönlünüze göre bir orkide saksısı


ORKİDELER

Dendrobium.

bulamazsanız, aldığınız toprak saksıyı örneğin bir kovada suya gömüp, iyice nemlenmesini sağladıktan sonra, matkap ile yanlarına delikler açarak kendi saksınızı yapabilirsiniz. Özellikle büyük orkidelerim için saksı bulamadığımdan bunu uyguluyorum. Bazı ülkelere bitki sokmak yasak, fakat ülkemizde böyle bir uygulama olmadığı için yurtdışından nadir bulunan çeşitleri saksısız halde nemlendirilmiş bir kağıt havlu ya da ince bir süngere sarılı olarak orkideyi önce plastik kapalı bir torbaya, sonra da ezilmesin diye bir kutuya koyup getirebilirsiniz. Orkide sergileri ve cemiyetlerinde bu çiçeğin tutkunları ile konuşmak çok keyifli ve eğitici. Bu en temel noktalara dikkat ederek orkidenizle ilgilenin, bakın çok yakında bu yeni tutkunuzla bir orkide koleksiyonuna başlayıp, evinizin dekoruna uygun yaratıcı, estetik kompozisyonlar yapmaya başlayacaksınız. Misafir sofranızın orta süslerinde minyatür orkideler karşılıklı oturan kişilerin görüşünü engellemeyeceği ve sofranın dekoruna uyan kaplarda kullanabileceğiniz için ideal. Kendi emeğiniz ile yetiştirdiğiniz orkideler aynı zamanda mükemmel bir hediye olacaktır. Orkidelerinizin açan her yeni tomurcuk ile sizi sevindirmesini dilerim.

Gerçek çiçeklerin olduğu bir ev yuvaya dönüşür. Orkideler ise evinizi dekore ederken en şık kompozisyonları yapabileceğiniz çiçeklerdir. Cattleya ve çeşitli Phalaneopsis'lerle bir köşe.

Mengerler Lifestyle

39



Mengerler YAŞAMIN RENKLERİNİ YANSITIR...

1/2016 Lifestyle

KAFESSİZ DALIŞ GİLA BENMAYOR TOURISMO 16 RHD DALİ MÜZESİ CHARLESTON - SAVANNAH YILDIZLI HAYATLAR • KÜLTÜR • SANAT • SÖYLEŞİ • GEZİ • LEZZET • SAĞLIK


Charleston Savannah Güney Carolina

Georgia

DÜN VE BUGÜN 212 MengerlerLifestyle


C

lark Gable’ın başrolünü oynadığı, Klasik Amerikan Filmlerinde en seçkin ilk 10 içindeki romantik ‘Rüzgar Gibi Geçti’ filminin çekildiği güney eyaletlerine gidiyoruz.

Kırmızı saçlı, dik başlı, güzel Scarlett O’Hara’yı, plantasyon malikanelerindeki zengin yaşamı, pamuk tarlalarındaki köleleri ve Sivil Savaş’ın hayatlarda bıraktığı izleri hatırlayacaksınız... işte o yöreler. İngiliz Kralı Charles II onuruna 1670’de Charleston Limanı’nda, yerel kişilerin esprili ifadeleri ile, Ashley ve Cooper Nehirleri’nin Atlantik Okyanusu’nu oluşturduğu yerde kurulmuş Charles Town. Tipik evleri, patika sokakları geçmiş yaşamları hala gözünüzün önüne getirebileceğiniz şekilde korunmuş. Ama bir müze şehir olmaktan çok uzak, hayat dolu, tarihi bir dekorda çağdaş yaşamı kucaklayan bir şehir. Hayat şartları değişirken, teknoloji ve yeni ihtiyaçların bu biblo şehri bozmasına, yozlaştırmasına izin verilmemiş yine de, ya da kıyamamışlar. Geçmişe değer vererek yaşatmak ve korumanın, sadece kanunlar ve koruma cemiyetlerinin gözetimi ile değil, orada yaşayan insanların kültür düzeyi ile de çok ilintili olduğu bir gerçek. Bir restoran onarılırken duvarın alt sıvasında kroki gibi basit bir deniz haritası ortaya çıkmış. Duvarın o kısmını camdan bir vitrin ile korumaya almışlar. Bunu görünce kıymeti bu basit harita ile mukayese bile edilemeyecek değerdeki üzerine asfalt dökülen, ya da keşke hiç dokunmasalardı dedirtecek kadar kötü restorasyon yapılan mozaikleri andım ve içim sızladı; bu kültür katliamının ülkemizde en kısa zamanda son bulmasını diledim. Şehrin tarihi mimarisi korunmuş olduğundan, Charleston mimarlar için de bir cennet; etüt edilecek, hayran olunacak çok unsur var; tarihi mimari restorasyon ve sanat okulları açılmış bu nedenle.

YAZI: AYŞEN GÜREL SİLE FOTOĞRAFLAR: SİLE ARŞİVİ

Charleston’ı sevmek ve hayran olmak için mimar olmaya gerek yok, gerçekten çok şirin bir şehircik. New York, Los Angeles, Miami gibi kalabalık, modern, ileri teknolojinin hakim olduğu şehirlerden sonra eğer gelirseniz, tam geçmişe yolculuk yapmış gibi olacaksınız. Bir tane bile gökdelen yok, evler en fazla 4 katlı, birkaç hükümet binası daha yüksek, o kadar. Trafik bunaltmıyor, hayat gibi o da yavaş burada, bakımlı atların çektiği faytonlar nostaljinin parçası hala. Evler gibi bahçeler ve avlular da estetik ve kullanışlı; hem de özel hayatın masuniyetine özen gösterilerek tasarlanmış. Manolya ağaçları muhteşem, boşuna ‘Great Southern Magnolia’ denilmiyor bu ağaçlara; filmlere, restoranlara esin olmuş manolyalar. Evlerin günümüzdeki sahipleri de özenli ve zevkli devam ettiriyorlar geçmişi. Kapının demir döküm tokmağı, paspasın cinsi, perdelerin deseni, hepsi dekoru tamamlıyor. Hava kararınca gaz yakan fener tipi sokak lambaları aydınlatıyor daracık sokakları. Broad, Legare, Cumberland isimli sokaklarda yürüyüş çok keyifli, özellikle French Quarter ve Battery’de her an karşınıza tipik yapılar ve hoş deMengerler Lifestyle

213


Tarih kokan Charleston'da, fotoğraftaki gibi pansiyonlarda kalabilirsiniz.

Charleston Körfezi boyunca yürüyüş yapabileceğiniz sahilde Amerikan Sivil Savaşı anısına toplar, gülleler, heykel ve tabelalar yer alıyor.

Charleston'daki tarihi binalar Amerikan tarihini yansıttığı için özenle korunuyor ve renove ediliyor. King Street'de tuğla cepheli bir bina.

'City Market' bugün Federasyon Müzesi.

'Two Meeting Inn' limana yakın lokasyonu ve muhteşem mimarisi ile en güzel Bed & Breakfast tipi pansiyonlardan. Binanın salon pencereleri ünlü Tiffany'nin vitrayları ile bezeli.

Charleston en güzel yürüyerek geziliyor, kameranız hazır olsun.

214 MengerlerLifestyle

King Street Charleston'un en popüler alış veriş caddesi.

Eskiye saygı ve yeniye, gelişmeye verilen önem bir arada.

'The Joseph Manigault House' Charleston'da tur ile gezebileceğiniz tarihi evlerden.

Sanat etkinlikleri ve okulları hem Charleston, hem Savannah'da çok etkin. Daracık sokaklarda birçok galeri keşfedecek, ya da ressamlara rastlayacaksınız.

Daracık sokaklardaki ferforje sokak lambaları doğalgaz ile çalışıyor. Bahçe, avlu, balkon ve girişlerde sürpriz detaylar dikkatinizi çekecek.

'Husk' Charleston'un en popüler restoranlarından. Tarihi bir binada ve hoş bir iç dekorasyon ile hizmet veren Husk'da güney eyaletlerinin lezzetlerini tadabilirsiniz. 'Fig' ise en sofistike restoran, rezervasyon için 3 ay önce aramak gerekiyor.


Parklar Savannah'nın en büyük özelliği ve güzelliği.

Limana bakan evlerin bazılarında çatı kısmında bir balkon var, adı:'Widow Walk'.

'Vic's on the River' Savannah'nın en popüler restoranı. Akşam yemeği için özellikle ideal.

Cotton Exchange binası, Pamuk Ticareti ve yüklenmesi için kullanılan bu bina önündeki havuzu ve brik cephesi ile eski Savannah'da pamuğun ekonomideki önemini vurguluyor. Binanın arka diğer cephesi Savannah Nehri'ne bakıyor.

Savannah Nehri'nde yandan çarklı buharlı gemilerle gezebilirsiniz.

Detayları ancak yürüyerek keşfedebilirsiniz.

St. John The Baptist Kilisesi

'The Pink House' Restoran ve Taerna, Charleston'ın en eski ve ünlü gurme noktalarından.

Ufak otobüs, ya da fayton ile gezilen değişik turlara katılabilirsiniz.

Çizim yapan öğrenciler.

Mengerler Lifestyle

215

Güzellik detaylarda gizlidir... Savannah ve Charleston'da tarihi evlere verilen değer ve özen imrendiriyor.


CHARLESTON - SAVANNAH taylar çıkıyor. Evlerin girişinde sık sık resim, motif, ya demirden ya da üç boyutlu bir obje olarak ‘hoş geldin sembolü olan ananas’ var. Güney eyaletlerinin misafirperverliği bugün hala geçerli; insanlar kibar, yardımsever ve candan. Lodge Alley Inn ve liman yakınındaki yuvarlak dönüşlü mimarisi ile en hayran olduğum Two Meeting Street Inn bir otel yerine tarihi bir yerde kalmak istiyorsanız ideal. Two Meeting Street Inn’in camları Tiffany tarafından yapılmış. Porch denilen ön kısmındaki hasır ya da sallanan koltuklarda buzlu bir limonata içtiğimi ve limanda yaklaşan eski tip yelkenli gemileri hayal ediyorum; önümden atlı arabalara kurulmuş pastel renkli kabarık elbiseler içinde, koca fiyonklu kurdeleleri, tüyleri uçuşan büyük şapkaları ile şık hanımlar geçiyor; Southern Belle deniyor bu güneyli güzellere...

mutfağının yanı sıra, dünya mutfaklarından, geçmişiyle ilgili olarak, özellikle de bir çok Fransız lokanta var . En iyi restoranı gurmelere ve google’a sorduk. Hepsinde ‘Fig’ başı çekti; 3 ay öncesinden rezervasyon öneriliyor. Yöreye has lezzetleri tatmak isterseniz Charleston’a özgü tarihi hoş bir yapı içindeki ‘Husk’ da çok popüler. Halk güler yüzlü ve samimi; Amerikalılar kendi aralarında da ‘Güney Misafirperverliği’ tabirini kullanırlar; gerçekten de öyle. Conde Nast Traveler ve Southern Living Magazine gibi turizm sektöründe başı çeken dergilerde 2011, 2013 ve 2014’de Charleston, Amerika’nın en kibar ve misafirperver şehri seçilmiş. SAVANNAH, Georgia

İlk geldiğimiz gün çok yağmur yağdı ve bu şehirle ilgili hiç bilmediğimiz bir gerçekle karşılaştık. Bir taraftan yağmur, diğer yandan denizin yükselme zamanı ise, Charleston’ın birçok sokağı sular altında kalıyor. Alışveriş sokağı olan King birçok sokağa göre daha yüksekte ve sulardan etkilenmiyor. Sular rögarlardan gideceğine geri geliyor, fakat trafiği felce uğratacak bir durum olmuyor. Charleston 1670’de kurulmuş, bu tarihi evler sivil savaş öncesi güneyin şaşaalı döneminde yapılmış. Carolina Gold denilen pirinç, bölgenin altını olarak ekonomisinde başrolü oynamış. Pirinç yetiştirmek pamuk yetiştirmekten 10 misli daha güç ve zahmetli bir işmiş. O yıllarda pirinç Çin ve Asya’ya bile bu yöreden ihraç edilirmiş; dolayısıyla çok köle çalıştırılmış tarlalarda. Kuzeyde ekonomi Endüstri Devrimi ile gelişirken, güney ekonomisinin bel kemiği ise köle gücü ile işleyen tarım olmuş. Sivil savaşın ilk topu Charleston Limanı’ndaki Fort Sumter Kalesi’nden atılmış. İdeolojiler ve menfaatler farklılık gösterince patlayan sivil savaşta çok trajediler yaşanmış. Güney Eyaletleri’nden olup, Kuzey’den biri ile evlenen güneyli bir kadının hikayesini okudum. Eşinizin ve erkek kardeşinizin birbirine düşman saflarda savaştığını düşünün. Sonunda Kuzey’in kazanması ve kölelerin özgürlüğe kavuşması ile iç savaş sonuçlanıyor. Whipping House, yani kırbaçlama, cezalandırma binası köle dönemini belgeleyen mekanlardan. Charleston kiliselerinin çanları ve tüm demir işleri savaşta kullanılmak üzere eritilmiş. Liman boyunca sıralanmış evlerin bazılarının düz çatılarındaki teraslara; ‘Widow Walk’ deniyor; ‘dul yürüyüşü’ anlamında. Limanda eşlerini geri getirecek gemilerin dönüşünü gözleyip, volta atan kadınlardan almış ismini bu balkonlar. Tarım yapılan iç bölgede gezdiğim plantasyon Charles Nehri kenarında idi; gemiler ancak deniz yükseldiği zaman evlerin önüne kadar seyredebildikleri için dönüşlerini gel gitlere göre ayarlamak zorundalarmış. Charleston’da sanata da çok önem veriliyor; şehrin tek sanat oteli olan Vendue’nün tüm oda ve mekanlarında orijinal sanat eserleri asılı. Giriş katında ise şarap ve peynir ikramı ile her gün sanatseverleri ağırlayan bir sanat galerisi var. Yeme içme konusunda seçenekler çok; güney eyaletlerinin kendine has

216 MengerlerLifestyle

1733’de kendi ismini taşıyan nehrin kenarında kurulmuş Savannah. Bugün bir endüstri şehri; Atlantik Okyanusu’nda ticari taşımacılık yapan liman Amerikan İhtilali’nde stratejik bir rol oynamış. Bu şehrin en büyük özelliği tarihi şehir merkezindeki şirin parklı meydanları ve Victorian Evleri. Unesco Dünya Mirası listesinde yer alan bu meydanlara Savannah’nın kraliyet tacı deniliyor, meydanlar şehrin mücevherleri. 1851’de ilk tasarlandığında 24 park varmış, 21’i kalmış. 20 yy. da 3 tanesi, birine park yeri inşa edilmek üzere tamamen imha edilmiş. Tarihi Değerleri Koruma Vakfı’nın girişimi ile 2010’da yok edilen parklardan biri geri kazandırılmış; artık hepsi koruma altında. Asırlık ağaçlar altında bir sırada oturup soluklanmak, sandviç atıştırmak, kuşların cıvıltısını dinlemek, ya da sadece gelen geçeni seyretmek için şimdi sizi bekleyen 22 huzurlu park var. Hepsi tarihi önemi olan bir kişi, kişilerin şerefine ya da olayın onuruna isimlendirilmiş ve birçoğunda heykeller ve plaketler bilgi veriyor. Bugün yeşile hasret kalan şehirliler için bir rüya proje; ortada parklar ve etrafını evler çevrelemiş, karşıdaki evler masuniyet verecek kadar uzak, doğa evinizden kucaklayabilecek kadar yakın. Şehrin tarihini okurken bu parklardan oluşan karolajlı planın esas yapılma nedenini öğrendiğimde şaşırdım. Bugün benim gibi herkesin estetik nedenlerden hayran olduğu meydanları aslında General Oglethorpe askeri yerleşime uygun şekilde ve meydanları da talim alanı olarak planlamış. 1666’daki büyük Londra yangınına bir reaksiyon olduğu da söyleniyor, sıkışık düzenin sakıncalı bulunmasından dolayı böyle bir uygulama yapıldığı düşünülüyor. Ana proje şehrin ızgara, karolaj halinde büyümesine el verecek şekilde tasarlanmış. Savannah’da önermek istediğim restoran nehrin kenarındaki Vic’s On the River. Yukarıda bahsettiğim koruma altındaki harita bu restoranın duvarında. Burayı akşam yemeği için programınıza almalısınız. En güzel pişirilmiş kılıç balığını burada yediğimizi söyleyebilirim. Restoranın şehir kısmında ve bir de nehir boyunda giriş kapısı var. Yandan çarklı


Savannah'nın 22 parkındaki tabelalar Amerika'nın bu tarih yüklü şehri hakkında bir çok bilgi içeriyor.

Charleston'un ilk sanat oteli Vendue'nün galerisinden bir eser.

'Shaver's' Kitap Evi Savannah'daki en şirin mekanlardan biri.

Vendue Otel'in tuvaletinde bile sanat var.

Charleston Harbor; körfezin sahilindeki parkta heykel toplar. Kıyı boyunca birbirinden karakteristik tarihi evlerin önünden geçiyorsunuz.

J.M Evi: antik ayna. İstridye bu yörede çok seviliyor; Ferforje ve istridye kabukları ile tasarlanmış plafonyerler bu deniz mahsülleri restoranında ambiyansı tamamlıyordu.

J.M. Evi: Antik oyuncaklar

J.M. Evi; taşıyıcı elemansız merdiven mimarisi.

Joseph Manigault Evi.

Robert Lange 'Portraying Charleston'.

Shaver Kitabevi: kitap sayfalarından çelenk.

Mengerler Lifestyle

217


Ünlü köprüsü ile Savannah Nehri kenarı. Bir endüstri şehri olan Savannah'da nehir trafiğinde ticari gemiler çoğunlukta.

buharlı gemi eski günlerin simgesi ve belli saatlerde turistleri gezdiriyor. Nehirdeki trafik endüstri ağırlıklı, sahil yolu boyunda restoranlar ve ufak dükkanlar dizili. İstanbul Boğazı’nı bilen ve sevenler için pek etkileyici bir manzara olduğunu söyleyemeyeceğim. Başta anlattığım gibi, Savannah’yı özel kılan parkları, evleri ve tarihi. Şehir dışına çıkıp, birçok tur düzenleyen firma ile civarı gezebilirsiniz. Kaç kitapta bu dönemleri okumuş, ya da filmlerde izlemiş olsak da olayların olduğu yere bizzat gidince ve biraz da hayal gücünü harekete geçirince, geçmişin gerçekleri gözler önünde canlanıyor. Malikanelerdeki zengin yaşam, kölelerin çektiği sefalet, sivil savaşın kederli izleri. Plantasyon gezilerini insanlık ve tarih dersi olarak programa aldığımızı söylemeliyim; rehber eğer malikanedeki hayatı fazla ballandıra ballandıra anlatırsa, kölelerin ödediği bedeller karşılığındaki bu yaşamı süren plantasyon sahiplerine imrenmeden çok uzak duygularımız. Ne de olsa tatildesiniz, bu ziyareti son güne bırakmayın, şehirde daha neşeli bir program ile ayrılın buralardan.

Savannah'nın 22 park şeklinde düzenlenmiş meydanını faytonlu turlarla gezebilir, daha sonra en hoşunuza giden ve tarih açısından önemi olanları heykelleri yakından izleyerek ve tabelaları okuyarak gezebilirsiniz.

Savannah ve Charleston’u her sene milyonlarca yerli ve yabancı turist geziyor. Güneyin bu iki incisini bir seyahate sığdırabilirsiniz. Savannah’da 1, Charleston’da 2 gece yeterli olur. Charleston daha hareketli; müzeleri, sanat galerileri gibi görülecek, gezilecek yerler, değişik tadımlar yapılacak restoranlar daha çok. Güney Misafirperverliği gerçek ve yaşıyor... Ayrılırken üzüleceksiniz... rüzgar gibi geçecek.

218 MengerlerLifestyle

Savannah'da parklarda huzur baş rolde. Müzisyenler, ressamlar, sokak göstericileri, yerli ve yabancı turistlere rastlasanız da doğa içinde, asırlık manyolya ağaçlarının gölgesinde sakin bir zaman dilimi sunuyor.


Mengerler Lifestyle

219


DALI DELI DAHI

YAZI: AYŞEN GÜREL SİLE FOTOĞRAFLAR: M. FARUK SİLE

S

alvador Dali denince akla ilk gerçeküstü resimlerindeki çarpıcı, garip imajlar, bir o kadar da kendisinin eksantrik davranışları, gözlerini fal taşı gibi açan bakışları ve ıstakozunkini andıran muhteşem bıyıkları gelir.

Dahi ile deli olmanın çok ince bir çizgi ile ayrıldığı söylenir; acaba Salvador Dali ikisinin arasında gidip gelen bir kişilik miydi? Yoksa bir dahi mi?

Resimleri analiz edebilmek için teypten dinlemekte yarar var.

220 MengerlerLifestyle

Kendisini öyle kabul ettiğini ‘Bir Dahinin Günlüğü’ isimli günlüğünden biliyoruz. Şöyle yazmış: “Her sabah uyandığımda, Salvador Dali olmaktan yüce bir zevk alıyor ve kendime soruyorum; bu Salvador Dali bakalım bugün ne olağanüstü, nasıl çarpıcı bir şey yapacak?” Bu eğlendirici kendini beğenmişlik, megaloman, narsistik kişilik ve


Müzesinin koleksiyonunda 96 yağlıboya pentür, 100’ün üzerinde suluboya ve desen, 1300 grafik çizim, heykeller, sanat objeleri ve geniş çaplı bir kütüphane yer almakta. Dünyada hiçbir müzede Dali’nin bu kadar çok ‘başyapıtı’ yok; başlıca eserleri sayılan 18’inden 7’si St. Petersburg, Tampa’daki bu müzede. Her yöne doğru en az 1,5 metre boyutunda olan ve üzerinde senelerce çalıştığı ‘The Hallucinogenic Toreador’ ve ‘Discovery of America by Christopher Columbus’ da bu baş yapıtların arasındadır.

sürekli çevresindekilerin hayranlığını hissetme arzusu, ya da ihtiyacının altında güvensizlikleri, kompleksleri ile karmaşık bir iç dünya seziyoruz. Dali’nin kişiliği ve sosyal ortamda oynadığı rolü İskoç Sanat Tarihçisi Catherine Ingram ve İllüstrasyon Sanatçısı Andrew Rae ‘This is Dali’ adlı kitapta irdeliyorlar. Dali’yi çözmeye çalışırken akla Psikiyatr Carl Gustav Jung’a göre kişinin dünyaya gösterdiği sosyal yüz, ya da bir tür maske olan ‘persona’ geliyor. Bir yandan başkaları üzerinde bırakılmak istenen intiba, diğer yandan kişinin ger-

Müze efsanevi Mimar I.M. Pei'nin baş tasarımcısı Yann Weymouth tarafından tasarlanmış.

Mengerler Lifestyle

221


DALİ MÜZESİ çek ruh halini gizlemek olarak açıklıyor Jung bu davranışı. Hikaye anlatan bir ailede büyümüş Dali; dedesi şişe mantarı satıcısı olmasına rağmen, babası herkese doktor olduğunu anlatır. Büyükbabası bir binadan kendini atıp intihar ettiğinde, ailenin hikayesi trajik olarak beyin tümöründen öldüğüdür. Aile geleneğini takip eden Dali, kendi mitolojisini yaratır; ‘Dali’nin Gizli Hayatı’ adlı otobiyografisinde, çocukluğunu biraz renklendirerek ve bir deha ressama uyacak şekilde yeniden düzenler. Hayatının her anında ‘Dalice’ ya da ‘Dalivari’ yaşayan sanatçının kendisinden üçüncü şahıs olarak bahsetmesi, ona özgü eksantrik davranışlardan sadece bir tanesi. Ne olursa olsun, Dali’nin sanatçı olarak gerçek hayattaki zıt davranışları ve gerçeküstü resimlerindeki yansımasını birbirinden ayırt edemeyiz. Nitekim günlüğüne ‘Dali olma sanatını’ kendisi yazmış olması bu kanıyı doğruluyor.

cüdür. Aynen filmlerinde, balede, cam, mum, birincisine meyil gösteriyor. bronz gibi obje ve heykellerinde olduğu gibi.” Paranoyaları, halüsinasyonları, garip cinBaşka bir görüş ve kaynak olarak Caroline sel davranışları, tutkuları, kontrol edilemez Murphy’nin yazılarından bahsedebilirim. ‘Ki- buhranları, narsist ve megaloman hallerinin şilik ve kişiye has farklılıklar’ konulu Oxford üzerinde yoğunlaşıyor Murphy. Aynı zamanÜniversitesi’ndeki tezinde, Dali’nin psikolo- da hayatında hiç psikolojik tedavi görmemiş jisini, “Gerçekten deli miydi, yoksa öyle mi olmasına dikkat çekerken, kontrol edilebilen davranıyordu?” diye sorgularken, daha çok bir çılgınlığın yaratıcılığa katkısını kurcalı-

Ünlü Portre Fotoğrafçısı Philippe Halsman ve Dali hayal gücününün tavan yaptığı projeler gerçekleştirmişler; ortak çalışmalarını ‘Halsman Dali’ olarak araştırmanızı hararetle öneririm; çok ilginç işlere rastlayacaksınız. Bir söyleşide, Halsman Dali’ye sorar: ‘Gerçeküstü nedir?’ ‘Gerçeküstü benim’ cevabını alır. Çeşitli fobileri, muazzam hayal gücü ve usta resim yapma becerisi ile sanat dünyasında çok özel bir yeri var Salvador Dali’nin. Birçok kimse onu sadece sağlam desenleri ve harika pentürleri ile tanısa da, sanatın hemen hemen her dalında ve değişik medyumlarla çalışmış çok yönlü bir sanatçı Dali. Fransız Yazar, Fotoğraf Sanatçısı ve Sinema Yapımcısı Robert Descharnes, Dali hakkında bir çok kitap yayınlamıştır, birinde şöyle yazmış: “Dali’nin çok büyük bir resim ustası olduğunu fark etmek için ‘Christ of Saint John of the Cross’ ve ‘Metamorphosis of Narcissus’ resimlerini görmek yeter. Mükemmel bir yazar olduğunu bilmek içinse sadece ‘Dali’nin Gizli Hayatı’ (The Secret Life of Salvador Dali) isimli otobiyografisini okumak yeter. Sırf takı tasarımları ile ünlü olabilirdi. Mobilya tasarımları ise zamanının tasarımcılarına nazaran bir ön-

222 MengerlerLifestyle

1925'de Dali, Sigmund Freud’un ‘Rüyaların Açıklamaları, Tanımı’ başlıklı kitabını okur ve hayatımın baş keşfederi der. Bundan sonra sadece kendi rüyalarını değil, başına gelen her şeyi de ifade etmeye başlar eserlerinde.


DALİ MÜZESİ yor yazısında. Garip, tuhaf, belki çılgın ama kesinlikle eğlendiren eksantrik haller; Londra’da verdiği seminerde neredeyse boğulmasına neden olacak dalgıç kıyafetini giymesi gibi. Dali’nin şaşırtan ve gülümseten çılgınlıklarını internette okumak oldukça eğlenceli. Deli miydi acaba, yoksa şaşırtmaktan, ya da çılgın sanılmaktan

çekinmeyen, cesur, hızlı düşünen, zeki, esprili, yaratıcı ve çok üretken bir deha mıydı? Lüks, şaşalı, oryantal kostümler sevmesini, kendini adeta kraliyet soyundanmış gibi lanse etmesini, atalarının Fas kökenli olması şeklinde açıklayan sanatçının cemiyet içindeki tuhaf davranışları, sanatına inananların hoşuna gitmese de, bazen eserlerinden daha çok dik-

Kristof Kolomb’un Amerika’yı keşfi; 1958’de başlayıp bir senede biten resim 410x284 cm. olarak yaptığı en büyük resimlerden biri. İspanya onuruna öğelerde ülkenin tarihi, sanatı ve efsanesi öne çıkıyor.

Mengerler Lifestyle

223


DALİ MÜZESİ

Mona Lisa? Dali'nin bıyıkları, delice bakışları ve elleri ile.

Kendi sözlerinden: 'Her gün Salvador Dali olma sanatı'.

Gala Cafe gördüklerinizi özümsemek için keyifli bir mekan. İspanya mutfağından menüsü ile birçok seçenek sunuyor.

224 MengerlerLifestyle


DALİ MÜZESİ kat çekmiş. Sanat tarihinde kendisinden söz ettirmek için sıra dışı davranışlarda bulunan sanatçılardan, biraz da hallerinde benzerlikler olduğundan, aklıma ilk çıplak Andy Warhol geliyor. Dali’nin eksantrik davranışları kimileri tarafından gösteri olarak kabul ediliyor. Ne kadarı böyledir bilmek zor ama sıra dışı bir kişilik olmasında hayatındaki garipliklerin katkısı da olmuştur muhakkak; pek sıradan bir hayat olmadığını eklemeliyim. Daha çocukluğunda başlıyor travmalar, aynı isimdeki erkek kardeşi ölünce, ebeveynleri beş yaşındaki Salvador’u kardeşinin mezarına götürürler ve ona kendisinin kardeşinin reenkarnasyonu olduğunu söylerler. Dali buna inanır, ömür boyu kardeşinin gölgesinde yaşar; “Birbirimizi bir su damlası kadar andırıyorduk ama yansımalarımız farklı idi der” bir yazısında, çok küçükken kaybetmiş olmasına rağmen ‘Ölü Kardeşimin Portresi’ isimli resmi yapar seneler sonra. Babası orta sınıf bir avukat ve noter olmanın yanı sıra otoriterdir ve Dali’nin sanat eğilimini desteklemez. Annesinin sayesinde sanat eğitimine başlar. Hayatındaki en önemli kişi olan annesi vefat edince çok etkilenir. Babası teyzesi ile evlenince Dali teyzesine olan sevgisinden dolayı bu evliliği dışlamaz. Gala ile olan evliliği ise son derece komplekstir, Dali’nin güç ve hükümran hallerine rağmen Gala’nın baskısında yaşadığı değişik kaynaklarda gözlenmiş. Son zamanlarında Gala için yaptırdığı köşke Gala’nın yazılı izni olmadan gidemez Dali. Para işlerini, alışveriş gibi günlük bazı ihtiyaçları gideremediği ve kendisine de bakamadığı için Gala’nın hayatındaki rolü bu manada da çok büyük olmuş. RESİM – HEYKEL – FİLM – EDEBİYAT MİMARİ – SAHNE DEKORU - MODA MOBİLYA – TAKI TASARIMI Her ressamın gelişiminin izini sürmek, ilk işlerini, dönemlerini incelemek heyecanlı bir keşif. Gerçeküstü akımda çağ açan bir ressam olsa da, Dali’nin resimlerinde Rönesans sanatçılarına olan hayranlık barizdir. İlk işlerinden ‘Sepet içinde ekmek’ isimli natürmort gö-

Ekmek sepeti; bu resmi ara vermeden 2 ayda, günde 4 saat çalışarak yaptığını ve ekmeğin en sadık kaldığı konu olduğunu yazmış.

renleri şaşırtıyor. Gerçeküstü işleri ile sanat dünyasını sallayan sanatçının çalışmasında Rönesans sanatçılarının kürk, tüy ve mücevher gibi detaylardaki ustalığını hayranlık ile izliyorsunuz; sepetin örgüsü, ekmeğin kokusu ve dokusu adeta tuvalden çıkacakmışçasına gerçek. Dali’nin felsefe üçgeni: Sanat, Bilim ve Din; eserlerini analiz ederken bu üç unsurun birbirinden ayrılmaz ilişkisini gözlemleyebilirsiniz. Leonardo da Vinci ise baş tacıdır Dali’nin. RESİMLERİNDEKİ SEMBOLLERDEN BİRKAÇ ÖRNEK Onu ve resimlerini çözmeye çalışmak oldukça zor; dünyaya bakışı çok farklı olmasının yanı sıra, görüşleri ve inançları değişmiş; din ve politika dahil. Geçmişini, etkileyen kişileri ve olayları öğrenerek ve resimlerindeki sembolleri anlayarak keşfetmeye çalışıyoruz Dali’yi. Şifreler adeta semboller Gerçeküstü (Surreal) Ressamların tuvallerinde. Miro’nun eserleri-

nin de anahtarıdır semboller örneğin. Adeta bir Dali markası olan eriyen saatler: Einstein’ın izafiyet teorisine atfeder. Sıcak bir Ağustos günü eriyen Camembert peynirinden esinlenir. Karıncalar: Dali’nin karıncalarla ölümü anımsatan bir fantezisi vardı. Küçük bir çocukken evcil hayvan olarak baktığı yarasa ölürken üzerine üşüşen karıncaları görür. Başka bir sefer de karıncaların ölü bir kertenkeleyi yediklerini. Çekirgeler: Dali çekirgelerden çok korkarmış. Deniz kabukları, denizkestanesi ve taşlar: Cadaques’de topladığı kabuk ve taşların mükemmel formlarına hayrandır ve deniz kestanesi mükemmel simetriyi temsil eder. Kolçaklar: Destek ve yardım simgesidir. Sümüklüböcek: Freud felsefesine uzanan yorumlar barındırır. Resimlerinde, ekmek, yumurta, lotus, aslan, fil, sümüklüböcek ve daha birçok hayvan çeşitli anlamlar yüklüdür. 1980’de 76 yaşında iken Dali’nin sağlığı kaMengerler Lifestyle

225


DALİ MÜZESİ şında en çok Salvador Dali eserlerini barındıran müzedir. Modern mimarisi ve sanatçının çeşitli dönemlerini kapsayan eserlerin yanı sıra, büyük boyutlu eserleri ile de büyüleneceksiniz. Ayrıca Dali’nin esin kaynakları, onu motive eden objeler ve Leonardo gibi etkileyen kişiler hakkında da bilgiler var müzede. İster deha, ister deli densin, bu sıra dışı insanı, sanatçıyı daha yakından tanıyacaksınız. Müzeden çıktığınızda, dünyanın en meşhur bıyıkları bahçede sizi bekliyor. İki bıyığın ortasında poz vermeden müzeden ayrılmayın.

Dali'nin muhteşem yeteneği; mine, altın, porselen, metal, cam; gerçeküstü ressamın tuvalinde çok gerçek.

tastrofik bir şekilde bozulur, sağ eli Parkinson hastalığındaki gibi sallanmaya başlar. Söylentilere göre demanslı eşi Gala, reçetesiz, tehlikeli bir ilaç karışımı vermektedir. Bunun sonucunda sinir sistemi zedelenir ve zamansız olarak sanatsal kapasitesi son bulur. Gala’nın ölümünden sonra Dali birkaç intihar girişiminde bulunsa da kurtarılır. Her zaman İspanyol, çok sevdiği, hatta ona göre dünyanın merkezi olan Katalonya Bölgesi’nden olmak ile gurur ve mutluk duymuş Dali. Öldüğünde, vaftiz olduğu, ilk komünyonunu aldığı, Sant Pere de Figueres Kilisesi’nden cenazesi kalkmış. Kabri ise bu kilisenin hemen yakınındaki Dali Tiyatro ve

226 MengerlerLifestyle

Müzesi’nin sahne altında. Mezarının üzerinde tercih ettiği şekilde isim ve titri yazılı: Salvador Dali Domenech Marques de Dali de Pubol 1904 – 1989 DALİ MÜZESİ ST. PETERSBURG, FLORİDA Bu her bakımdan kompleks sanatçıyı size birkaç sayfada özetleyerek genel bir bilgi vermeye çalıştım; hakkında yazılacak o kadar çok şey var ki, inanın kısa bir yazı yazmakta çok zorlandım. Resimler St. Petersburg, Florida’daki Dali Müzesi’nden. Bu müze Avrupa dı-

Spiral merdiven hacimde boşta kalan ucu Dali'nin bıyıklarına bir gönderme olsa gerek.


Kristof Kolomb tarafından Amerika'nın keşfi (The Discovery of America by Christopher Columbus). Mengerler Lifestyle

227


228 MengerlerLifestyle


Mengerler YAŞAMIN RENKLERİNİ YANSITIR...

2/2016 Lifestyle

ATİLLA DORSAY YENİ TRAVEGO PARİS GÖKÇEADA ALEV EBÜZZİYA SIESBYE Y I L D I Z L I H A Y A T L A R • K Ü L T Ü R • S A N A T • S Ö Y L E Ş İ • G E Z İ • L E Z ZMengerler E T •Lifestyle S A Ğ229 LIK


ALEV EBÜZZİYA SIESBYE 230 MengerlerLifestyle


ALEV'in UÇAN SERAMİKLERİ SÖYLEŞİ: AYŞEN GÜREL SİLE FOTOĞRAFLAR: M.FARUK SİLE / AES ARŞİVİ

S

öyleşi için buluşmaya giderken çok heyecanlıydım, Alev Ebüzziya öğrencilik yıllarımdan beri hayran olduğum bir sanatçı, o ufacık tabandan yükselen, incecik kenarlı, adeta boşlukta uçan çanaklar beni hep büyülemiştir. Seramiklerini zamansız, kütle, hacim, gerilim özellikleri ile tanımlayabiliriz. Form ve renkler ile titreşimi sağlayan eserleri dünyanın 33 müzesinde yer alıyor. Olağanüstü bir sanatçı olduğunu biliyordum ama nasıl bir insan olduğu hakkında hiçbir fikrim yoktu. Buluşacağımız yere aynı anda geldik ve birbirini özlemiş iki dost gibi kucaklaştık; samimi, sade, sıcaklığını hissettiren çakmak çakmak güzel gözleri ve müthiş enerjisi ile tanıştım; gelin sizleri de tanıştırayım.

Alev Ebüzziya’nın seramik sanatına getirdiği yenilik ve etkiden övgü ile bahsediyor. Abidin Dino ise şu sözlerle tanımlıyor Alev Ebüzziya’nın işlerini:“… Çanak, çömlek, kap, kacak, kase, fağfur, seramik, porselen, çini, ‘gre’, ne derseniz deyin, bu sözcüklerin hiçbiri Alev’in yarattıkları ile pek ilgili değil... Alev, çanakları aracılığıyla kimsenin bilmediği, duymadığı, var olan ya da icat edilmesi gereken bir töreyi haber veriyor bize… Hem kuzum, söyler misiniz, bu çanaklara ne koymayı göze alıyorsunuz? Nar taneleri mi, zencefil mi, kuş sütü mü yoksa?”

Tüm röportaj boyunca yüreğinin götürdüğü yere gidebilmiş, başarılı olmuş insanlardaki mutluluk gözlerinden okunuyordu. Dünya seramiği Garth Clark’ın iki dudağı arasındadır. Aynı zamanda 8 ödüllü kitabın yazarı olan bu sanat otoritesi Mengerler Lifestyle

231


ALEV EBÜZZİYA SIESBYE Sevgili Alev Hanım, dünyanın en iyi seramik sanatçılarından birisiniz. Sanatınız ve eserlerinizden söz etmeden önce biraz kendinizi tanıtır mısınız? Türkiye’nin efsane ailelerinden birine mensupsunuz. Çok bilinen, tanınan ve kültürü zengin bir aile, hem annem, hem babam tarafından. Tabii bu büyük bir ayrıcalık, evimize gelenler gidenler bildiğimiz, sevdiğimiz, çok saygı duyduğumuz insanlardı. Profesörlerinden, diplomatlarından, arkeoloğundan, şairinden tutun çok güzel insanları tanıdığım bir hayatım oldu. Hayatımın çoğunu yurtdışında geçirdim ama İstanbul’daki ilişkilerimi de kopartmadım hiçbir zaman. 12 yaşındaydım liseyi okumaya beni İngiltere’ye göndermeye karar verdi ailem, çünkü Fransızcayı öğrenmiştim. Ailemden bana kalan en önemli vasiyet olarak şunu söyleyebilirim; babam beni karşısına aldı ve şöyle dedi: ‘Unutma, fakir bir ülkenin çocuğusun, ayrıcalıklı bir aileden geliyorsun, onun için öğrendiğin her şeyi memleketine geri vermek zorundasın.’ 12 yaşında bunun ne olduğunu çok iyi anladım ama bu vasiyetin ne kadar ağır olduğunu daha sonra fark ettim ve hep çok severek taşıdım. Nasıl başladı bu sanat tutkusu? Akademiye İlhan Koman’ın öğrencisi olmak için girdim ama İlhan Bey gelmeyince ben de heykeltıraş olmaktan vazgeçtim ve biraz da rastlantısal olarak seramiğe başladım. Füreya Koral’ın atölyesine girdim, çünkü bir takım imtihanlardan geçmem gerekliydi, orada seramik üzerine hiçbir şey öğrenmedim ama hayatımın en önemli şeyini

Ünlü Yazar Garth Clark kitabın tanıtım gününde bulunacak.

232 MengerlerLifestyle

"Ailemden bana kalan en önemli vasiyet babamın şu sözleridir: Unutma, fakir bir ülkenin çocuğusun, ayrıcalıklı bir aileden geliyorsun, onun için öğrendiğin her şeyi memleketine geri vermek zorundasın.''


Mengerler Lifestyle

233


ALEV EBÜZZİYA SIESBYE

''Denize aşık olduğum günü çok iyi hatırlıyorum.''

öğrendim: “Böyle yaşamak lazım” dedim. Böyle bir atölyenin içinde, istediğin klasik müziği çalıyorsun, kimse fazla konuşmuyor. Rahat, yaratıcı bir ortam. Öyle de oldu hayatım. Bu özgürlüğün de müthiş bir tadı var, hiç karışan eden yok, istediğini yapıyorsun. Büyük bir keyif özgür çalışmak. Hangi ülkelerde atölyeleriniz oldu? İlk atölyem Danimarka’daydı. Sonra 1984’te Paris’te kendi atölyemi açtım. O zamandan beri de Paris’teki atölyemde çalışıyorum. Abidin Dino ile hislerim aynı. Özgün çalışmalarınıza bir şey koymaya ben de kıyamam doğrusu. İçinde bir şey var zaten. Boşluk önemsiz bir şey değil. Dışı yapan boşluk da. Ve ayrıca endüstri tasarımlarınız var; gümüş, cam, porselen ve şimdi de kilim. Hangi yerli ve yabancı kuruluşlar için tasarımlar yaptınız? Çok eskiden beri fabrikalarda çalışıyorum. Eczacıbaşı 1958’de sanat atölyelerini fabrikanın içinde kurmuştu. Danimarka’ya gittiğim zaman sanatçı olarak bize verilen atölyelerde istediğimiz gibi çalışıyorduk ve bazı işlerimizi prodüksiyona alıyorlardı. Almanya’da da işçilik yaptım. 234 MengerlerLifestyle

Beymen, Paşabahçe ve Almanya’da da çalışmalarım oldu. Başından beri prodüksiyona uygun olarak çizimlerinizi yapmanız gerekiyor. Nasıl başladı bu çizimler? Hep eksikliğini hissettiğim, bulamadığım bir şey arıyorum, mesela bir sürahi arıyorum istediğim gibisini bulamayınca, şöyle bir sürahi olsa nasıl olur diye başladım. Kilimler de öyle oldu. Kendim için kilim bakıyordum Dhoku’da, bize tasarımlar yapar mısınız diye rica ettiler. Büyük bir sevinçle kabul ettim. Sanatçının işi olmayanı yaratmak, bir farklılık getirmektir. Ben öyle iddialı bir tasarımcı değilim, benim yaptığım daha çok anti-dizayn. Hele hele bu kilimlerde. Tekstilci değilim ama biraz renk sevgim, biraz espas anlayışımla bir şeyler yapmayı denedim. Kilim üzerine yaptığım çalışmalar Ela Cindoruk ve Nazan Pak’ın galerisinde sergilenecek. Türkiye’de ve dünyada sanatçının tasarım hakkını koruyan patent kuralları hakkında yorumunuz nedir? Avrupa’da kesinlikle uygulanıyor. Danimarka’daki avukatım telifler üzerine dünyanın en meşhur avukatlarından biri. Yani onlar bir kontrat önerdikleri zaman sadece sanatçıyı değil fabrikayı da korurlar. Fabrikalar sadece kendilerini koruyan kontratlar sürebiliyorlar sanatçının önüne. Türkiye’de tam yerleşmiş bir konu değil ama ne mutlu ki son yıllarda taklitçilikten kaçınılır oldu. Benim çok gücüme giden önemli


ALEV EBÜZZİYA SIESBYE

"Hayatta en önemli şey benim için sevdiğim insanlar ve deniz."

Sanatçı, Görsel Sanat Yönetmenimiz Ayşen Gürel Sile ile.

bir tasarımcıya sormadan üstüne süs püs yapıp tekrardan pazara sürülmesi. Özgün işlerinizde esin kaynağınız neler? Israrla hep duru, güçlü, gözükmeyen ama titreşimi olan işler sevdim, bu da entelektüel bir davranış değil. Mesela bir Mısır Piramidi, Mısır Sfenksi, Mısır İbis Kuşu, Anadolu’da kocaman bir kazan, tarlanın ortasında duran bir taş, tek bir ağaç… Bunlar hep ilgimi çekti. Bağırmayan ama varlığını hissettiren belki de biraz rüya gösteren işler. Arkeolojik, toprak altı buluntulardan da esinlenir misiniz? Çok komik şeyler oluyor bu konuda, buradaki bir koleksiyonerde bir işim var. Koleksiyonerler defterlere geçiriyor ya işleri, onun da işleri geçince peki bu nereden demişler. Benim işimi de eski sanmışlar. Çok hoşuma gitti. Çünkü yazılan çoğunlukla işlerimin zamansız olduğu. Dünden de olabilir yarından da. Eserleriniz çok ince kenarlı ve çok ufak bir tabandan yükseldiği için bende hep havada asılı duruyor izlenimi bırakmıştır. Bunu hangi teknik ile başarıyorsunuz? Tornanın üstünde bantları üst üste ekleyerek çalışıyorum, sarmal tek-

1984'ten beri Paris'teki atölyesinde çalışmakta.

Mengerler Lifestyle

235


ALEV EBÜZZİYA SIESBYE nik deniliyor. Çamurun hafızası vardır. Dünyanın en büyük, en ince çanağı da yapılır ama benim böyle bir amacım yok, önemli olan o gerginliği vermek. Demin de sözünü ettiğimiz gibi bir çanağın dış hacmini yaratan içindeki boşluk aynı zamanda o gerginliği, o titreşimi veren içi ve dışı. Boşluğu kullanıyorum bir yerde. İşte o uçma meselesine gelince keşke uçsalar gitseler de ben de rahat etsem. Renk seçiminizden bahsedersek mavileriniz çok ünlüdür. Başka hangi renkleri tercih ediyorsunuz? Yüksek pişirim seramiği Danimarka’da 1960’lı yıllarda öğrendim. O yıllarda Danimarka’da yüksek pişimli seramikte pek renk kullanılmazdı, ağır olmalı, gri, kahverengi, siyah olmalı diye eleştiriler almıştım. Fakat gönlüm dinlemedi, bildiğimi okudum ve sarı, yeşil, fıstık yeşili, mor gibi renkli işler yaptım ve çok yankı getirdi. Sonra hüzünlü bir dönemimde mavileri yapmaya başladım, çünkü mavi çok dinlendirici bir renk. Maviler Akdeniz özleminden çok ruhumun ihtiyacından geldi. Denizi onun için çok seviyorum. Fakat bu maviler çok popüler oldu. Herkes mavi istedi. Ben de yapmıyorum. Mavi yapan Alev olmak istemiyorum. Gerçi artık renk menk de gidiyor. Şimdi hepsi siyah beyaz oldu. Özgür çalışmayı sevseniz de bir çalışma disiplininiz var mı? Çok disiplinli çalışırım, devamlı çalışmazsanız olmuyor tabii. Çalışmanın kesilmesini de istemiyorum çünkü bütün sinir, gerginlik, her şey geçiyor o çanağa. Büyük bir çanağı iki günde bitiriyorum. Peki, sonra kuruması, fırınlanması nasıl oluyor? Bir buçuk, iki ay sürüyor. Çok yavaş kuruması lazım, deforme olmasın diye. Sonra birinci pişim yapılıyor 1000 derecede. Ondan sonra 1280 derecede ikinci sır pişirim yapılıyor. Bütün sırları kendim yapıyorum ve atölyemdeki fırında pişiriyorum. Hazır hiçbir sır kullanmadım, çünkü bence sırrın da çamurun da el yazınız gibi olması lazım. Kaldı ki benim başarılı bulduğum bir işte form, renk, üstündeki her bezeme tamamen birbirine entegre olmalı. Canım çok siyah sır yapmak istedi ve iki senemi aldı istediğim siyah sırları üretmek. Peki, hangi forma yapacağım şimdi bunu? Form var renk ister, renk var form ister.

Sizce de bu çanak havada asılı mı?

Mutluluk nedir dersem? Şimdi bana sorsalar mutlu musun? Vereceğim tek cevap mutsuz değilim. Günde 5 dakika mutlu olsanız 2 ay yeter. Yaptığım işlerle bir etkim oldu, bir yenilik getirebildiysem ne mutlu bana. Amacımız bu değil mi mesleğimize bir şey katmak. Yaratıcılık bu, olmayan bir şey yapmak, iz bırakmak için değil. Yaşarken yeni bir şey yap, bir değişiklik getir, taklit etme. Merak etmekten, iyi mi değil mi kuşkusundan kurtulmamak lazım. Kuşkunuz kaybolduğu an yandınız yani. Sizin için öyle değil mi? İşinizden görüyorum şu dergiden belli. Yüreğiniz sizi daha nerelere götürmek istiyor? Hiç düşünmedim yüreğim beni nerelere götürmek ister, en çok ne isterim hayatta. Mesela en çok istediğim bundan sonra yapacağım serginin iyi olması. 2017’de Galeri Nev’de bir sergim olacak. Bütün derdim o.

Gelecekte başka ne gibi projeler, ne gibi hayalleriniz var daha yapmak istediğiniz? Sergiler, sergiler, başka işler, yeni işler, yeni renkler, bir çanak daha, bir çanak daha… Sevdiğiniz şeyler nelerdir, neler yapmak istersiniz? Hayatta en en önemli şey benim için sevdiğim insanlar ve deniz. Dünya her şeysiz olur ama dostsuz olamaz. En sevdiğim şey bir masa başında oturulsun, yenilsin, içilsin. Dünyanın en iyi keyfi budur benim için. Denize aşık olduğum günü ise çok iyi hatırlıyorum. Çocukluğumuzda Kalamış’a yazlığa giderdik. Bir gün sandalla Kalamış’tan Moda İskelesi’ne gidiyorduk, o an denize aşık olduğumu anladım, müthiş bir şaşkınlık yaşadım. Yazları 2 ay teknede kaldığım olmuştur. Tercih ettiğim denizler; Ege ve Akdeniz benim için, ölene kadar.

236 MengerlerLifestyle

Seramikler sarmal tekniği ile ve torna üzerinde geliştiriliyor.


Seramiklerini zamansız, kütle, hacim, gerilim özellikleri ile tanımlayabiliriz. Eserleri dünyanın 33 müzesinde sergilenmekte.

Mengerler Lifestyle

237


238 MengerlerLifestyle


Mengerler YAŞAMIN RENKLERİNİ YANSITIR...

3/2016 Lifestyle

BRITTA SEEGER MAVİ YOLCULUK E-SERİSİ NEJDET VERGİLİ KANADA

Y I L D I Z L I H A Y A T L A R • K Ü L T Ü R • S A N A T • S Ö Y L E Ş İ • G E Z İ • L E Z ZMengerler E T •Lifestyle S A Ğ239 LIK


Sis aralanınca yerini özgürlük, yalnızlık, bazen hüzün ve coşkuya bırakır Nejdet Vergili'nin resimlerinde.

SÖYLEŞİ: AYŞEN GÜREL SİLE FOTOĞRAFLAR: M. FARUK SİLE 240 MengerlerLifestyle


Ressam Nejdet Vergili'nin Nişantaşı'ndaki atölyesinde buluştuk; sanatçı bize koleksiyonundan birçok eserini gösterdi.

S

anatçının eserlerindeki büyük boşluk içindeki hoşluk çok etkileyici. Fırçanın tüy gibi hafif uçuşan dokunuşları, puslu, buğulu bir rüya, bir hayal alemi. Etekleri uçuşuyor bir kadının rüzgarda, kulenin tepesi sisi delmiş, dans eden figürler... Belki yer, belki gök, belki de denizdeler. Bir sanatçının resmini anlamaya yardım eder geçmişini bilmek; Yunanistan’dan gelen mübadil bir ailenin çocuğu olan sanatçı, geçmişteki travmayı daha iyi anlamak için gitmiş o yörelere. Müziğe de meraklı olan ressam beraberinde getirdiği buzukiyi arada çalıyor benimle sohbet ederken. Ailenin bu üzücü ve mücadeleci geçmişi belki genlerine, belli ki eserlerine sinmiş. Zorba dansı yapan figürlerin omuzları kimi zaman düşük, bazen de çoşkulu, hayat dolu. Nejdet Vergili ile İstanbul’daki atölyesinde buluştuk. Sanat bezeli hayat yolculuğunu öğrenmek üzere sordum:

Bana biraz resim yaparken içinde olduğunuz dünyayı ve ruh halinizi açar mısınız? Bu çok derin bir konu; tamamen bir odaklanma meselesi ve konsantre olma olayı dediğimizdir yaşadığım. Her şeyden kopma, izole olma ve duygularla, zihninizle, bedeninizle, tuvalinizle ve boyalarla baş başa kalma. Bu hal yoğun olarak sizi alır götürür, o rüzgarla beraber ya resmi peşinize takarsınız, ya da resim sizi peşine takar, bir yolculuğa çıkarsınız. Bu altına imza atana kadar epeyce sancılı, yorucu ve hırçın. Belki biraz dalgalı denize girmek gibi diyelim, boğuşa boğuşa yapılan bir şey. Çalışırken dinlediğim müzik de o günkü ruh halime, resme ve bir de kafamın rüzgarının durumuna bağlı. Bazı eserlerinizde coşku da var ama özgürlük, yalnızlık, sisli bir hüzün en çok hissettiğim duygular. Evet, hissettiğiniz konuların hepsi benim resimlerimin içerisinde kimi zaman tam açık, kimi zaman sislerin arasında çok görünmeden var. Yalnızlık, özgürlük gibi kavramlar telaffuz ettiniz, kimi zaman küçük coşkuların, kimi zaman büyük hüzünlerin resmini yaparım. Kimi zaman da sadece büyük özgürlük kavramını ortaya çıkaran şeyler boyarım. Bunu izleyici sanırım iyi okuyor. O coşku, hüzün, sevinç dediğimiz şeylerin arkasında, ya da önünde diyelim, kavram olarak bütün soyut durumun ve yapının içerisinden somut olarak algılanan en önemli kavram galiba özgürlük. Mengerler Lifestyle

241


NEJDET VERGİLİ

Yani dünyadayım, evrendeyim, özgürüm, rahatım, iyiyim der gibi bir şey benimki. Resim dili ile ifade etmek insanın ruhuna şifa veriyor mu sizce? Benim için demin söylediğimiz asli görev dediğimiz kısmı var işin. Ben hayatımı resim yapmak üzerine kurdum; sonuçları ne olursa olsun, bu yolculuğu yaparken nelerle karşılaşırsam karşılaşayım diyerek. Zor bir yolculuktur, en azından benim için öyle, ben Nejdet Vergili olarak söylüyorum bütün bunları. Meselenin ironik bir tarafı da var, hayatın diğer saçmalıklarından, canımızı sıkan ne kadar şey varsa onlardan uzak, bana ait bir alan sağlıyor. Kendi coğrafyamda ben olabilmek. Resimlerinizde hüznün kaynağı nedir, bilebiliyor musunuz? Bazen insan tam nedenini bilemeden de hüzünlü olur. Evet, bilmeden de olur. Hüzün o gelir, girer tuvale. Siz onu almak istemeseniz, ya da gelmesin bugün deseniz de, o yine bir şekilde gelir. Sevinç ya da coşku dediğimiz de öyle. Bazı olaylar benim eserlerimin içerisine sızmış, sinmiş, kendini belli belirsiz gösterir. Ben bir mübadil çocuğuyum; 1923-24-25 Yunanistan ve Türkiye arasında karşılıklı zorunlu göç yılları. Benim ailem de gemiye bindirilip Türkiye’ye gönderilenlerden. Yani böyle çileli bir olay, böyle çileli bir yolculuk, böyle çileli bir dram. Bu büyük acılar kim bilir nasıl bir travmaydı? Tabii ikinci kuşak mübadil çocuğu olarak onların birebir yaşadıklarını fiziksel ve ruhsal olarak bilmem mümkün değil. O travmanın nelere mal olduğunu, bu insanların duygu erozyonunu ve duygu depremlerini bilemeyiz. Yersiz yurtsuz, yepyeni bir hayata; Selanik, Kavala’ dan Türkiye’ye gelmişler. Dedem orada ölmüş mübadele öncesinde, ninem babamı, amcamı, halamı toplamış eteklerinin altına kadıncağız. Gemiye binmişler, işte ne getirebildiyse o zaman. Yolcu bıraka bıraka gelmiş gemi ve Samsun Limanı’nda ineceksiniz demişler. Ondan sonra yeni bir başlangıç, yeni bir perişanlık, zor yıllar. Babam 5 yaşındaymış geldiğinde. O hüzün belki de içimize, genlerimize sinmiş. Hani ne oralısın, ne buralısın, boşluk. Yani hiçbir yerde değilim, yerin önemi yok. Ben sonuçta toprağın, denizin ve gökyüzünün olduğu her yerdeyim. 242 MengerlerLifestyle

Bazı resimlerinizde yapılar, örneğin kuleler var, mimari ile de ilgilisiniz bildiğime göre. Resim ve Mimari çok baş başa, birbirini besleyen ve birlikte Güzel Sanatlar’ın önde gelen baş aktörleri, alanları. Her ressamın biraz mimar, her mimarın biraz ressam olduğu gerçeğini bilen ve bunu savunan birisiyim. Dönemleriniz var mı? Dönem denilecek unsurlar nelerdir sizce? Dönemi aslında resimlerin içeriği bakımından değil, görsel ve yapısal kurgusu bakımından belki ayırabiliriz. Benim resimlerimde dönemler pek yok. Bu kadar resmin, bu kadar zamanın içerisinde değişkenlikler tabii ki var. Yani boyama tekniğim başka türlü olabilir gibi, zaman zaman, başka oyunlar, deneysel şeyler yapabilirim. Bütün hep söz konusu. Resimlerinizde figür ve soyut unsurlar var, birbirlerinin devamı mı, yoksa birbirlerini tamamlıyorlar mı? Sanıyorum tamamlıyorlar. Resimlerimin içerisinden o somut figürleri çıkardığımızda, ki ben figür derken hep insan figürü, insan objesi olarak bakmıyorum ve bütün bu figürleri alıp da sadece bir boşluk olarak bıraktığımız ölçü içerisindeki şey, yine de somut ipuçlarını veriyor gibi bir noktada duruyor. Bunu izleyiciden aldığım tepkilerle de teyit ettik. Büyük ölçüde figür olmasa da biz alıyoruz onu diyorlar.


Eserlerinizin birçok özel ve kurumsal koleksiyonda yer aldığını biliyorum. Sizin kendi yapıtlarınızdan oluşturduğunuz bir koleksiyon var mı? Çok büyük ölçüde olmasa da bir koleksiyonum var, her sanatçının kendine ait bir koleksiyonunun mutlaka olması gerektiğine inanıyorum. Hangi malzemeleri tercih ediyorsunuz? Farklı tekniklerde çalışıyor musunuz? Sanatın araştırma, deney, sürprizler, boşluklar tarafı da var ve bunu yapma özgürlüğü. Bazen farklı teknikler ve yeni arayışlar da olur ama benim çalışmalarımda en çok tuval, yağlıboya resimler öne çıkıyor. Suluboya da yaparım; defterlerim olmuştur dolu dolu. İki teknikte de birçok sergim oldu. Tatbiki Güzel Sanatlar Okulu, şimdiki Marmara Üniversitesi mezunusunuz ve okulu birincilikle bitirdiğinizi biliyorum. Ben böyle şeyleri çok önemsemem; hatırlıyorum bahçedeki törende verilmişti ödül. Zorlu Center’daki Raffles Hotel çalışmalarınıza geniş yer vermiş. Burada yer alan resimlerinizden bahseder misiniz? Benim 47 parça çalışmam var otelde; bir tanesi kral dairesinde, 46’sı süit odalarda olmak üzere. Bu tarz birçok özel kurum ve kişilerde işle-

rim var. Raffles için beni Amerika’dan, web sitem üzerinden bulmuşlar. Hiç bilmediğim bir galerinin sanat direktörü Atlanta’dan geldi. İtalya’da da tanınan bir ressamsınız, sanat bağınız nasıl oluştu? İtalya ile olan sanat bağım tanıştığım Floransalı galerici, karı-kocanın “resimlerinizi çok beğendik” cümlesiyle başladı. Galerileri Floransa’nın merkezi bir yerindeydi. İtalya’ya giden bir arkadaşım ile Carlo ve Rozanna’ya resimlerimin fotoğraflarını yolladım. Bunlar çok kısa süre içinde oldu, ondan sonra da mailler gelmeye başladı; “Sinyor Vercili sergi yapabiliriz” diye. Nasıl telaffuz ediyorlar Nejdet’i İtalya’da? Vercili. Onlar “j” yi “y” diye okuyorlardı, ben “j” demeye alıştırdım. Hem Türkiye hem İtalya’da devamlı çalıştığınız galeriler var. Bu iş birliğinden memnun musunuz? Memnunum. Nereye kadar, nasıl gider onu bilemem, çünkü sadece İtalya’da değil, bütün dünyada sanatçı-galerici ilişkileri yavaş yavaş başka bir boyuta geçiyor. Galerilerin çoğu kapanıyor. Bir şeyler değişmeye başladı zaten, son üç beş yıldır. İşte bu dijital çağ hikayesi. Floransa, Treviso ve Venedik’te iş birliği yaptığım galericiler var. Ben gitmesem de kişisel ve karma sergilerimi organize ediyorlar.

Mengerler Lifestyle

243


NEJDET VERGİLİ

rum. Türkiye’de iki galeri ile düzenli ya da devamlı olarak çalışmaktaydım; biri Artisan Sanat Galerisi idi, 43 yıl sonra kapandı ne yazık ki. Galeri Selvin ile çalışmaya devam ediyoruz. Venedik’te Fortissima Fuarı ve Haziran’da Selvin Hanım’ın katılacağımızı duyurduğu Art-Stuttgart Sanat Fuarı var . İç mimar eşiniz Sevil Hanım’ın da sanat çevresinden olması çalışmalarınıza nasıl bir zenginlik katıyor? Resimde en sıkıntılı, en sancılı dönemlerimde eşime başvururum. Şu konuyu beraber çözelim diye çok yardım aldığım olmuştur. O sohbette bana her zaman bunu çözecek olan sensin der, meseleye öyle gireriz. Bir ressam eşi olarak bana bu yolculuğumda, sanat hayatımda verebileceği en büyük desteği her zaman vermiştir, vermeye devam eder. Onun için ona her zaman minnettarım. Ve çok şanslı bir insan olduğumu rahatlıkla söyleyebilirim. Birlikte çok şey yapmadık, daha çok kendi alanımızda bağımsız çalıştık. Ama tabii ki onun mimari projelerinin bazılarında benim işlerim yer almıştır. Kendime göre küçük bir atölye oluşturmuş durumdayım orada; atölye dediğim de zaten 5 tane fırça, bir kutu boya, işte tamam atölye bu yani. Atölye aslında burası (kafasını gösteriyor), her yere çok rahat taşıyabilirsin, eğer taşımayı biliyorsan. Sanatın öneminden bahsedersek... 244 MengerlerLifestyle

Sanatın toplumları forma sokan, ehlileştiren, terbiye eden, genel söyleyeyim uygarlaştıran majör durumu var insanlık tarihinde. Sizi temsil eden galeriler ulusal ve uluslararası sanat fuarlarına katılıyor mu? Lütfü Kırdar’da yapılan Contemporary İstanbul Sanat Fuarı’na galerim vasıtası ile katılıyo-

Ressam Nejdet Vergili, fırçasını bırakıp atölyeden çıktığında neler yapmayı sever? Kendimi ödüllendiririm bir defa. İlk başta resmimin karşısına geçerim ve genellikle yaptığım şey bir, ya da iki bardak şarap içmektir. Kendimi ödüllendirir ve kutlarım, aferin derim kendime, derim ki yaptığını beğendin mi, evet beğendim derim.


Mengerler Lifestyle

245


U facık

tefecik

içi su dolu sukulentcik bu bitkiler sizin için ideal. Doğanın modası olmasa da, bazı bitkiler daha popüler olabiliyor; bugünlerde en popüler olan ise sukulentler. Meraklısı çok, boş yere de değil, kolay bakımın yanı sıra tek başına ya da birçok çeşit bir arada kompozisyon yapınca çok çarpıcı bir etkileri var. Renkleri çok değişken ve adeta sonsuz; mavi yeşiller, griler, gri maviler, fuşya, pembe, kırmızı, sarı, bordo, neredeyse simsiyah, alacalı ve daha birçok tonda… Doku olarak ise yuvarlanmış, tombul, fırfırlı, iğneli, böğürtlen gibi, tüylü ve sivri yapraklı çeşitleri var. Salkım saçak görüneninden, taş ve bonsai görünümlüsüne kadar sürprizli bir bitki ailesi. Botanikte kaktüslerle aynı ailedense de, hobi için sukulentlere merak salanlar kaktüsü ayrı tutuyorlar. Botanik bilgiye göre bütün kaktüsler sukulent ama bütün sukulentler kaktüs değil.

YAZI: AYŞEN GÜREL SİLE FOTOĞRAFLAR: SİLE ARŞİVİ

L

atincesi öz suyu anlamına gelen “sucus” kelimesinden geliyor bu bitkilere verilen sukulent ismi. Suyu yaprak, gövde veya köklerinde barındırmaları ve Türkçemizdeki su kelimesi, tesadüfi bir hoşluk. Doğaya hasret kalınca hiç olmazsa bir küçük parçasını evlerimize, çalıştığımız mekanlara taşımak isteriz. Büyük bir şehirde yaşıyorsanız bu daha da büyük bir ihtiyaç. Yeşil bizi, doğa aşıklarını çağırır; gidemediğimiz zaman da biz onu hayatımıza alır biraz olsun özlem gideririz. Büyük bir bahçeniz ya da balkonunuz olmasa da, bir pencere kenarında bile büyüttüğünüz bitkinin yeni çıkan yaprakları, çiçekleri sizi mutlu ediyorsa, sukulentlerden de çok keyif alacaksınız. Çok seviyorum ama pek bakamıyorum, ya da seyahat ettiğim zaman ölüyorlar diyorsanız bakımı çok kolay olan ve çok az sulanması gereken

246 MengerlerLifestyle

Sukulentler evlerdeki kuru nemi ve sıcak havayı seviyorlar. Direkt güneş ışığını sevseler de az ışığa da adapte olabiliyorlar. Ama hepsi suyu çabuk akıtan kil, perlit ve topraktan oluşan, çöl toprağına benzer bir toprak karışımına dikilince mutlu oluyorlar. Sukulentler etli yapraklı step, çöl, yarı çöl bitkileridir; yağmurun az yağdığı, çok sıcak gündüzler ve çok soğuk geceler en sevdikleri iklim yapısıdır. Güneş ışığını doğrudan almayı severler, cinsine göre suyu yapraklarda, dallarda ve, veya köklerde depolarlar. Hatta çiğ ve kırağıdan bile su ihtiyaçlarını karşılayabildiklerinden ekosistem nedeniyle su kıtlığı olan bölgelerde bahçe peysajı için en uygun bitkilerdendir. İrili ufaklı taşlar ve çakıllar arasına yerleştirilen sukulentlerle çok şık bir kaya bahçesi düzenlemek de mümkün. Deniz kabukları, tahta sandıklar, sepetler, sac, bakır, pirinç, emaye kaplar, çeşitli formlardaki saksılar sukulentleri dikebileceğiniz formlardan sadece birkaçı. Asılan ya da cam saksılara dikerek harika düzenlemeler yapılabilirsiniz, aralarına koyacağınız çakıl, dekoratif taşlar ya da deniz kabukları sukulentlere çok yakışırken sanki mini bir çöl etkisi verecek. Hangi forma hangi sukulent cinsi, hangi doku ve renkteki gider diye düşünmek zevkli bir aranjman yapabilmek için şart.


Crassulaceae ailesinde 125 farklı cins ve sarı, açık turuncu, pembe renkleri var.

Sukulentler taş ve kayalara çok yakışıyor. Bonsai’ye benzeyen Crassula ovata.

Dış mekanlara sepet içine yaptığınız aranjmanları asabilirsiniz. Dikenli ama çarpıcı çiçekleri ile Euphorbia milii.

Mengerler Lifestyle

247

Oyulmuş taş içinde bir sukulent aranjmanı.


Bakır kap içinde Meksika kökenli Sedum Morganianum. Bu cins büyüyünce salkım salkım olur, hatta iklim uygunsa balkonlardan aşağı metrelerce sarkar.

SUKULENT CİNSLERİ Evde bakabileceğiniz en favori 10 sukulent: 1) Üzüm gibi uzayan dalları ile yüksekçe bir saksıda, hatta daha güzeli asılı bir saksı ya da sepette çok şık duran Meksika kökenli Sedum Morganianum. Narin bir cinsdir, en ufak dokunuşta yapraklarını döker, onun için korumalı bir yerde tutmak gerek. 2) Yılbaşı Kaktüsü diye de bilinen Schlumbergera. Kışları daha az sulayın. Eğer üzerinde goncalar varsa sulamayı daha yakından takip edin, fazla sulama ya da susuz bırakma goncaların düşmesine neden olur. Budamasını yaprağın daralan kısmından çimdikleyerek yapabilirsiniz. 3)Dikenli ama çarpıcı kırmızı ve somon renkte çiçekleri ile Madagaskar orijinli Euphorbia milii. Yıl boyu çiçek açar. Bütün Euphorbia’ların öz suyu cildi tahriş eder, ilgilendikten sonra elinizi yıkamalısınız. 4)Enginar görünüşlü gri, gri mavi, pembe tonlardaki Sempervivum tectorum ya da diğer ismi ile Echeveria elegans. 248 MengerlerLifestyle

5) Bonsai’ye benzeyen Crassula ovata. 6)İlaç bitkisi, Aloe Vera; elinizi kestiğinizde yaprağını kesip öz suyunu yaranıza sürdüğünüzde kısa zamanda iyileştirir ; bu ismi birçok krem ve kozmetikte kullanıldığı için tanıyabilirsiniz. 7) Kalanchoe tomentosa da Madagaskar kökenli ve düzinelerle çeşidi var. Tüylü, gri yeşil yaprakları yumuşak gümüşi saçlarla kaplı sanki. Yapraklarının kenarları ve uç kısımlarında ise kahverengi ve paslı renkte kılcal saçlar var. 8) Mammillaria’nın 200 farklı cinsi var ve evde yetiştirilen en popülerlerinden. 9) Beaucarnea recurvata’ya midilli kuyruğu palmiyesi dense de palmiyelerle hiçbir alakası yok. Yaprakları sukulentlerin çoğu gibi etli değil ama suyu şişkin soğana benzer gövdesinde barındırıyor. 10) Herhalde en aşina olduğumuz sukulent Sansevieria trifasciata; evet çoğumuzun evinde olan kılıç bitkisi bir sukulent. Benim favori sukulentlerimden biri de fil ayağı denen Doscorea elephantipes.


SUKULENT

Hindistan cevizi kabukları içinde çeşitli sukulentler.

Meraklılarının dışında pek kimsede rastlayamayacağınız sukulent çelenkleri yapabilirsiniz; ister yuvarlak, ister kare ya da dikdörtgen. Bunun için önce metalden bir çerçeveye ihtiyaç var, piyasada olan bir şey değil, biraz el becerisi ile nalburdan alacağınız bakır telleri çevirerek çelengi kendiniz yapabilirsiniz. Birbirine tutturulmuş bir küçük iç çember ve daha büyük çember şeklinde. Çelenginizin arka kısmı düz fakat yanları bombeli dönmeli. Çemberin altını kaplayacak şekilde masanın üzerine turba yosunu (Sphagnum Moss) yayın, sonra tel çemberi üzerine yatırın, nemlendirilmiş çiçek dikme toprağını avucunuzun içinde hafifçe sıkıştırırak parti parti çemberin üzerine koyun, sonra da üzerini turba yosunu ile kaplayın. Çemberi ya da kare çerçeveyi alttaki ve üstteki turba yosunlarını birbirlerine tutturarak bakır tel ile çepeçevre sarın.

Bakır kap içinde çakıl taşları ile düzenlenmiş Sempervivum tectorum ya da diğer ismi ile Echeveria elegans.

Böylece hem içindeki toprak dökülmeyecek, hem de istediğiniz formu korumuş olacaksınız. Yavru sukulentleri çembere dikerken ilginç bir püf noktası var. Daha büyük sukulentlerden keseceğiniz yavruların alt yapraklarını ufak bir sap kalacak şekilde koparın. Bu koparttıklarınızı da ayrıca çoğaltmak için kullanırsınız. Sap kısmı yaprağı gibi öz suyu barındırır, diktiğinizde su kaybını önlemek için sapın bu kesilen kısmında bir nasırlaşma oluşması gerek. Bunun için 2 gün bir tepsiye yayarak bekletmek gerekiyor. Sonra bir kalem ile çemberde delik açarak çok dip dibe olmayacak şekilde, değişik renk ve dokudaki sukulentleri dikmeye başlayabilirsiniz.

Antik tahta hamur teknesi içinde hoş bir aranjman.

Bahçe duvarınıza asacağınız bu çelengin keyfini iyi bir bakım ile 10 sene sürebilirsiniz. Tabii sukulentler büyüdükçe arada bir budayıp çelengin formunu korumak gerekecek. Çelengi arka kısmından sulamak öneriliyor. Islak olduğunda kuru halinin üç misli ağır olacaktır, duvara asarken bunu göz önünde bulundurmamız lazım. Bu çelengin yapım videosunu arama motoruna “Martha Stewart succulent wreath” yazarak izleyebilirsiniz.

Deniz kabuğu içine dikerseniz deliği olmadığı için fazla sulamamaya özellikle dikkat etmelisiniz.

Mengerler Lifestyle

249


SUKULENT

Ön sıra ortadaki tüylü Kalanchoe tomentosa.

Dallar bükülerek yapılmış olan bu çelenkte Bromeliad ve sukulentler birlikte kullanılmış.

sever ve kuraklığa dayanıklıdır. Su dibinde kalmamalı, akıp gitmeli. Az olsa da çölde de yağmur yağar, sulayacaksınız, fakat toprak kurumadan değil. Sukulentleri çoğaltmak gerçekten çok kolay, yaprak ve dalcık çeliğinden ürerler. Bir saksıdaki sukulentden bir sürü üretebilirsiniz. Yöntemlerden biri ana bitkinin etrafından çıkan yavru bitkileri ayırmak. Keskin bir bahçe makası ile bu ayırma işlemini yapabilirsiniz, ayırdığınız yavru bitkinin sap kısmını suya sokup ıslattıktan sonra köklendirme hormonuna daldırıp dikiniz. Diğer bir yöntem ise yapraklardan çoğaltmak. Bitkinin irice yapraklarını gövdesinden nazikçe koparın, yaprağın kopardığınız kısmını yine su ve sonra hormon tozuna bulayıp yarısına kadar toprağa gömerek dik bir şekilde dikiniz. Bazı türlerde yaprağı toprağa yatırır gibi koyunca yaprağın Ön sıra en sağdaki ilaç bitki Aloe Vera. etrafından mini mini bebek sukulentlerin Metal bir çember yerine esnek ağaç dallarını ideal. Sulamalar arasında toprak kurumalı. çıktığını göreceksiniz. Bazı sukulentler büyübakır bir telle bağlayarak da çelenk yapabilir- 3-Vitamin az verin. Yazın üç kere 10-10-10 yünce topak formu kaybolur, bacak gibi biraz siniz. Bu metal kadar uzun süre dayanmasa oranlı bir vitamin vermelisiniz. uzunca bir dal üzerinde gelişir ve yanlarında da rustik ve hoş görünecektir. 4-Sukulentler birden düşen ısıya alışkınlardır da yavru bitkiler oluşur, bu üretmek için en ama donmalarına izin vermeyin. Bahçenizde di- uygun zamandır. Nasıl bakmalı? kili ise üzerine kalın bir muşamba gerebilirsiniz. Ne içinde ve nerede yaşayacaklar, iç mekanda Tahta sandıklar, sepetler, sac, bakır, pirinç, mı, bahçede yoksa bir cam form içinde mi? emaye kaplar, çeşitli formlardaki saksılar, 1-Bol güneş, ya da bol ışıklı bir yer. 2-Sık sulamayın, 10 günde bir ile 2 haftada bir Hangisi olursa olsun iyi drenajı olan toprağı hindistancevizi kabuğu, ahşap-metal kutular, 250 MengerlerLifestyle


SUKULENT

üstü açık cam fanuslar ve formlar içine de aranjmanlar yapabilirsiniz. Vitray tekniği ile yapılmış cam formlar ve cam kürelerin içindeki sukulentler asılınca da çok dekoratif görünüyor.

de esprili bir aranjman görmüştüm, terra cotta kadın büstü çiçekliğe Sedum Morganiaum dikmişlerdi, salkım saçak üzümsü yaprakları kadının saçları gibi görünüyordu; biraz humor bitki tasarımlarında da gülümsetiyor.

Aralarına koyacağınız çakıl, dekoratif taşlar ya da deniz kabukları sukulentlere çok yakışırken sanki mini bir çöl etkisi veriyor. Hangi forma hangi sukulent cinsi, hangi doku ve renkteki gider diye düşünmek zevkli kompozisyonlar yapabilmek için şart. Kompozisyon yaparken her cinsin kendine özgü büyüme özelliği de düşünülmeli. Bir botanik bahçesin-

Üretmeyi öğrendinizse farklı çeşitlerden bir koleksiyon yapabilirsiniz. Kendi emeğinizle yetiştirdiğiniz, seçtiğiniz zevkli form içindeki sukulent aranjmanınız ise sevdiklerinize verebileceğiniz özgün bir hediye olacaktır. Bir merak saldınız mı çok yakında elinize geçen her şeye sukulent dikip bir “Sukulentkolik” olabilirsiniz.

Bazı cinsler kurumayacak kadar susuz bırakıınca daha çok renkleniyor.

Mengerler Lifestyle

251


252 MengerlerLifestyle


Mengerler YAŞAMIN RENKLERİNİ YANSITIR...

4/2016 Lifestyle

SONBAHAR GEZİSİ

Blue Ridge Parkı smart

smart fortwo-forfour-fortwo cabrio GÜNGÖR TANER PİTORESK İSTANBUL DALYAN Y I L D I Z L I H A Y A T L A R • K Ü L T Ü R • S A N A T • S Ö Y L E Ş İ • G E Z İ • L E Z ZMengerler E T •Lifestyle S A Ğ253 LIK


254 MengerlerLifestyle 8


Kim demiş sonbahar hüzünlüdür diye? YAZI: AYŞEN GÜREL SİLE FOTOĞRAFLAR: M. FARUK SİLE

Sonbahar renklerinin peşinde; Blue Ridge Parkway ve Biltmore Malikanesi.

Küçük bir kasabanın ara yolunda tesadüfen gördüğümüz bu ihtişamlı ağaç sanki sonbahar mevsiminin abidesi.

Ağaçlar alttan bakınca da başka güzel. Güneş yaprakları şeffaflaştırıyor, dallar daha koyu görünüyor; vitray gibi.

Mengerler Lifestyle

255 9


5 Km

01

Mountain on Center

CHARLOTTESVILLE

0 1

D ud

li n Sky

(Entrance Fee)

l ey

64

n

D

Mt

20

e riv

uth

e

Milepost along Blue Ridge Parkway

98

20

Ri

v

er

10

North

250

Shenandoah National Park

10 5 Miles

Overlook ains

340

Fa n M o u n t

29 Rockfish Gap 1900ft

3

3 64

624

631

340

Greenstone Trail

Wigwam Falls

29

26

er South Riv

Amherst

WASHINGTON NATIONAL FOREST

60

w un

460

ta in

Bluff Mtn

60

Lowest Elevation on Parkway 649ft

501

James River LYNCHBURG Visitor Center

3

130

R i v er

Ja mes

22

6

Glasgow

130

20

Otter Creek

10

ouse ntain

Big Island

SHO

70

29

Fleming Mountain

Petites Gap

RT

HILLS

APPLE ORCHARD

Cave Mountain Lake

To Danville

221

Highest Elevation on Parkway in Virginia 3950ft

17

81

ONAL

13

Terrapin Mountain

Natural Bridge

Peaks of Otter

Fallingwater Cascades

Purgatory Mountain

460

122 Onion Mountain Overlook

80

REST

Visitor Center

43

5

43

90

10

Bearwallow Gap

43

Sharp Top

Sw

e Ridg e Blu

Purgatory Overlook

43

221 460

JEFFERSON

43 122

NATIONAL FOREST Thaxton Mountain

20

Blackhorse Gap

itze

Great Valley Overlook 2493ft

ta oun r M

220

24

BEDFORD

Powell Gap

Buchanan

Porter Mountain

100

ek

122

Cre

in

11

Par

a ta wb Ca

hia

Trail

n

T IN

ay

KER

N&W Railroad Overlook

tain

110

581

Visitor Center

ROANOKE t

Roanoke Mountain

120

er

) on

220

F O RT

Roanoke Valley Overlook

Boones Mill

Cahas Mountain 3571ft

130 221

ROCKY MOUNT

220

VIRGINIA

Adney Gap 2670ft

AIN

40

122

21 18

Sydnorsville

140

Poor Mountain 3760ft

81

Burnt Chimney

116

221

419

Ro a n o ke

LEWIS MOUNTAIN

M O U N TA I N

t o n e Ridge nds

WBA

Sa

( St

n au

Booker T. Washington National Monument

Virginia’s Explore Park 220

SALEM

C ATA

Roanoke River 985ft

VINTON

11

117

Ri v

Mountain

N

Roanoke River Gorge

221 460

115

Brushy

North

311

Stewartsville

9

MTN

Mountain

lac

Smith Mountain Lake

Chamblissburg 24

kw

n n Mou

pa

501

501

11

INGTON

Ap

To Petersburg

Mo

50

LEXINGTON

ORGE

Monroe

Ro

Indian Gap

5

ver Ri

29

cco

6

23 a To b

Whites Gap Overlook 2567ft

60

Devils Backbone Overlook

UNT

602

MO

11 460

Ferrum

640

40

BLACKSBURG

150 22

Fishers View Mountain 2948ft

To Martinsville

Smart View

Philpott Lake

CHRISTIANSBURG 860

P ilot

9 8

Littl e

River

Rakes Millpond

Sugarloaf Mountain 2961ft

Rid

Woolwine

Rocky Knob 3572ft

Visitor Center

N

Mabry Mill

MOU

NTAI

799

To Martinsville

8

170

787

58

Stuart

16 Meadows of Dan

Buffalo Mountain 3971ft

28

180

MACK S

KI

58

unt

ain

221

Da n

pe r

Mo

26

Dra

Puckett Cabin

100

tain

Hillsville

Moun

52

R iv e r

Groundhog Mountain 3035ft

190

Volunteer Gap

Orchard Gap

81

691

8

52

Fancy Gap

Camp

Blue Ridge Parkı'nın kuzey girişi Virginia'da. MOUNT AIRY Pop l a r

M O U N TA I N

Ne

58 221

w

97

k

Cree

94

10

Fries

210

GALAX

7

O

U

N

TA

IN

52

8 620

Pipers Gap 2759ft

256 MengerlerLifestyle 10

e

M

LICK

Cri p

pl

14

775

er R iv

EVILLE

679

200

77

S

89 Stewarts Creek Wildlife Management Area

601

22

Blue Ridge Music Center Visitor Center 89

Fox Hunters Paradise

Ülkemizde sonbahar renklerini görmek için akla gelen en popüler yer Yedigöller’dir. Amerika’da ise North Carolina ve Virginia Eyaletleri’nin içinden geçen 755 km uzunluğundaki “Blue Ridge Parkway”dir. Aynı zamanda ülkenin en favori araba yolu kabul edilir; güney girişi North Carolina’da Shenandoah National Park Skyline Drive, kuzeyde bitiş noktası ise Virginia’da Great Smoky Mountains National Park’tır. Dağlık olmasına rağmen beş ana nehir; James, Roanoke, Linville, French Broad ve Swannanoa yolunuza çıkacak. Bu yol salt insanları doğa ile buluşturmak için peysaj mimarları tarafından bir sanat eseri kavramı ile tasarlanmış. Kuzey - güney istikametinde olup çeşitli iklimleri birden barındırması, sarp dağlar, ovalar, yaylalar, nehir ve şelaleler nedeniyle 1400’ü aşkın endemik tür ve çeşitli yaban hayvanı barındırıyor. Appalachian Highlands’in sarp dağlarını, ovalardaki çiftlikleri, şelale ve nehirleri 400’e yakın manzara gözlem noktasında durup seyredebiliyorsunuz. Parkta Chimney Rock, Blowing Rock ve Grandfather Mountain State Park gibi bölgeyi tepeden görebileceğiniz çok yüksek noktalar da var. Bütün yolu değil de bir kısmını tercih ederseniz ana yollara bağlanan park çıkışlarına göre rotanızı çizebilirsiniz. Yavaş, stressiz bir araba trafiği; en hızlı 73 km ile gidebiliyorsunuz ve sıkı bir hız kontrolu var. Özellikle hafta sonları gezen çok ise hız 40 km’ye bile düşebiliyor.

The Saddle

Rocky Knob

11

8

7

Claytor Lake Claytor Lake State Park

57

6 Tuggle Gap

Willis

RADFORD

Fairy Stone State Park

704

160

ge

22

RLAWN

Floyd

River

221

Smith

Mtn

681 114

IN

Alev alev, sıcacık sonbahar renkleri; oksit, altın, yanık sarılar, turuncular, kırmızılar, morlar, bordolar. Bu palete bir de yaprak dökmeyen ağaçların çeşitli tonlardaki yeşillerini ekleyin. Suya bu renklerin yansıması, düşen yaprakların derede sürüklenmesi, durup anda yaşamak istemenin farkındalığı. Manzarayı, doğanın bu güzelim halini, kendimi hafif, huzurlu ve mutlu hissettiğim bu duyguları; hiç unutmak istemiyorum diyerek içime çektim; sonbahar renkleri doğanın uykuya yatış öncesinin renk cümbüşü.

GEORGE

40

BUENA VISTA

60

151

The Friar

The Cardinal

Irish Gap

y

Ri ve r

Whetstone Ridge

Yankee Horse Ridge

M a ur

r

Tye

56

11

es

ve

Crabtree The Falls Priest

56

30

To Richmond

J am

24

Ri

Tye River Gap

39

56

Woods Mountain

151 Twenty Minute Cliff

Steeles Tavern

Campground

664 814

20

5

Lodging

i sh

Humpback Mtn

13

Bald Mountain

Ro

f ck

Wintergreen

10

Sherando Lake

252

6

Visitor Center

Ravens Roost

81

R

15

Humpback Rocks

664

1

Picnic area 151

r i ve

y M tn

250

Food service

6

Fin

11

6

Northern End of Blue Ridge Parkway

3

dla

254

WAYNESBORO

Tunnel under 13 feet (located near southern end of parkway) No direct access to parkway

Cumberland Knob

Buralara gelmişken Asheville yakınındaki Biltmore Estate’i muhakkak gezin; malikanenin geniş terasından Blue Ridge Dağları’nın pitoresk sonbahar manzarası ufka kadar uzanıyor. Amerika’nın en büyük evi olarak anılan Biltmore Estate’i George W. Vanderbilt 1889 – 1895 yıllarında yaptırmış. Amerika’nın efsane aileleri o yıllarda Avrupa’daki krallarla boy

ölçüşürlermiş. Şatovari malikane 16 bin 628 metrekare; 35 yatak odası, 43 banyosu, 65 şöminesi, salonları, yemek odaları ile şaşırtıyor. Vanderbilt’ler burayı ilk olarak 1930 Noel’inde finansal çöküntü zamanı turizmi canlandırmak düşüncesi ile halka açmışlar. Zamanın tek elektrikli yapısı olmanın yanı sıra, orijinal dekoru, sanat eserleri, bowling, müzik, oyun salonları ve mutfağı da görmeye değer. Böyle bir yerin sırf şöminelerinin temizlenmesi, sürekli yanar vaziyette tutulması için bile nasıl bir hizmetli ordusu gerektiğini tahmin edebilirsiniz. Mutfağı gezdiğimde zaman zaman yaptığım hayal oyunum aklıma geliyor; keşke geçmişe yolculuk yapıp, görünmeden tam anlamı ile krallara verilen davetlerde, Fransız şefin yönetimindeki bu mutfaktaki hummalı hazırlığa tanık olabilsem diye içimden geçiriyorum. Davetlerin yanı sıra ev hali yaşama dair bilgi de ediniyoruz, rehber gezdirirken merdiven tırabzanlarından kayan çocukları anlatıyor. Biltmore Estate Noel dekorasyonu ile de çok ünlüdür; kurulması aylar süren bu süsleri her mevsim görmek mümkün. Malikanenin yanındaki otelde kalarak geniş arazisinde yer alan çiftliği, şarap mahzenlerini gezmek, at binmek, balık yakalamak, kano ile gezmek gibi birçok aktivite yapabiliyorsunuz. Her sezona ve Noel, Şükran Günü gibi bayramlara has festivaller de düzenleniyor. Malikaneyi gezmek için bilet almak gerekiyor, vakit kazanmak için internetten yararlanabilirsiniz. Blue Ridge Parkway’e gitmeye niyetlendiğinizde ilk iş olarak yaprakların en muhteşem zamanını yakalayabilmek için parkın internet sayfasında “foliage update”i tıklayın, gezinizin tarihini böylece saptayabilirsiniz. Fotoğraf makinenize yedek pil almanızı öneririm, resim çekmeye değer birçok güzellikle karşılaşacaksınız. En hoşuma gidenlerden biri de güneş gören yüzü kızarmış, bir kısmı sararmış, diğer tarafı ise hala yemyeşil duran ağaçlar; o kadar hoş geçişli bir renk skalası ki. Çok sonbaharlar yaşamış olsanız da ilk defa görmüş gibi büyüleniyorsunuz. Bu seyahat önceden planlanması gerekenlerden; en önemlisi kalacağınız yerlerin saptanmış olması, bunun için de günde kaç saat araba kullanmak istediğinize ve parkta neler yapmak istediğinize karar vermeniz gerekiyor.


Fries

Blue Ridge Music Center

GALAX 7

Visitor Center 89

Cumberland Knob

220

21

O

IR

AI

N

l ai

Sadece araba ile gidip arada mola mı vermek istiyorsunuz? Belli bir kısmında bisiklete binmek ya da kolay ve zorlu olarak kategorisi saptanmış 100 yürüyüş yolundan bazılarını keşfetmek mi istiyorsunuz? Hiking trail’lere, yani yürüyüş yollarına çok istekli olmasanız da Linville Falls’u, kayalıklardan dökülen bu güzel şelaleleri görmeden devam etmeyin, uzun bir mesafe değil ve kolay bir yürüyüş.

TA

N

Fox Hunters Paradise

N

Tr

U

S

VI CA RGI RO NIA LI NA

palachian Ap

M

RURAL RETREAT

O

IN

58 221

19

M

OU

NT

bulamayabilirsiniz. Karanlık bastırmadan kalacağınız yere varmanız da üzerinde duracağım bir tavsiye. Gün batımında geyikler birdenbire önünüze çıkabiliyorlar, farlardan önce bir donup Doughton Park kalıyorlar. Grup halinde dolaştıkları için bir tane görürseniz başkaları da arkadan gelebilir; aman dikkat parktaki ciddi trafik kazalarına geyikler neden oluyormuş. Biz geyik sezonunun başladığı bir dönemde gittiğimiz için beyaz kuyruklu geyiklerden değişik yerlerde altı tane gördük, Bu yörede yaşamış olan Cherokee Kızılderili neyse ki sadece bir tanesinde heyecan yaşadık. E.B. Jeffress Park Kabilesi ilginizi çekiyorsa, Oconaluftee Indian Village ve Müzesi’ni ziyaret edebilirsiniz. Balık Little Switzerland, Mabry Mill, Peaks of Otter avlamak da dağ parkı olmasına rağmen birçok Lodge ve The Orchard at Altapass da öğlen yekaynak, dere ve göl olduğu için mümkün, fakat mek yiyebileceğiniz restoranlardan. Peaks of Virginia ya da North Carolina balık avlama ser- Otter’da şarap tadımı turuna katılabilirsiniz. Moses H. Cone Memorial Park tifikasına sahip olmanız gerekiyor. Bütün akti- Orchard Altapass’da yemek boyu Blue Ridge Julian Price viteler ve kuralları öğrenmek için yine parkın Dağları’nın sesi diye tanımlanan yörenin banMemorial Park sitesinden yaralanabilirsiniz. Overlook denilen jo, keman ve gitar üçlüsünden oluşan otantik Linn Cove Viaduct manzara seyir noktalarındaki tabelalar yöre müziği dinleyebilirsiniz. Burada traktörün ya da bölgedeki karakteristik kişiler hakkında çektiği uzun römorklerle yakındaki meyve bilgiler içeriyor. Bir tanesi Orelana Puckett'in bostanlarına turlar da var. NORTH CA Linville Falls hayatı ile ilgiliydi. Puckett'in 24 çocuğundan hiçbiri ergenlik yaşına erişememiş. 50 yaşında Bizim gibi bütün Blue Ridge Parkway’i güney ebeliğe başlamış, vefat ettiği 102’nci yaşına ka- ucundan, kuzey ucuna kadar gidecekseniz dar devam etmiş. Binlerce çocuğun doğumunu öğünlerinizin bir kısmını piknik şeklinde yapyapmış, kar kış demeden nerede ona ihtiyaç manızı öneririm. Hem durup ormanın sessizMuseum of North Carolina Minerals varsa gitmiş. Mütevazı, neşeli kişiliği ve ironik liğini dinleyerek bir soluk alır, hem de vakit hikayesiyle anılıyor. kazanırsınız. Çoğu beklentinin yüksek tutulCrabtree Meadows maması gereken restoranlar, buna rağmen Her gün kat edeceğiniz mesafeyi ne kadar za- bazen sıra beklemek gerekiyor. Otomobilin manda alacağınızı ve yolunuzdaki ilginizi çe- çakmak girişiyle şarj edilen buz kutuları çok TENNESSEE kecek aktivitelere ne kadar vakit ayıracağınızı kullanışlı oluyor; her susadığınız ya da acıktığıaşağı yukarı hesaplayınca konaklayacağınız nızda alışveriş yapacağınız bir yer yok çünkü. yerin haritada nereye denk geleceğini tahmin Gurme keşifler başka sefere, bu gezide ruhuCraggy Gardens edebiliyorsunuz. Parkta genelde Verizon’dan muzu beslemeye konsantre oluyoruz. Civardaservis alan telefonların internet bağlantısı ki kalınacak yerlerden Hendersonville sevimli, daha iyi ama bazı yerlerde çekmiyor, eski sa- küçük bir kasaba. Tarihi tipik bir evde kalmak Folk Art Center dık haritaları yanınızda bulundurun. Babam isterseniz samimi atmosferi ve antik dekoru ile ASHEVILLE araba ile uzun yolculuklara gitmeyi severdi Waverly Inn’i tavsiye ederim. Hendersonville’de ve bana da sevdirdi; gezinin en keyifli kısım- Mast General Store’u gezmeyi unutmayın. Henlarından biri de öncesinde evde koca haritayı dersonville–Flatrock civarında kalmak için açıp üzerinde gideceğimiz yerleri işaretlemek, Highland Lake Inn & Resort da hoş bir yer; araştırmak ve üzerinde konuşmak olurdu. Bu Lure Gölü yanında ve restoranı da başarılı. Eğer geziyi de harita üzerinde planlamak keyifli lüks bir yer isterseniz Asheville'de Biltmore Mt. Pisgah oldu. “Seyahat gidilecek hedeften daha önem- Estate’in otelinde kalabilirsiniz. Yolculuğunuli” sözü ne güzeldir. Benim gibi seyahati katı zu planlarken zaman zaman yüksek rakımlara programlara bağlamaktan sıkılan biri olsanız çıkacağınızdan, kuzey ve güney kısımdaki ısı da bu gezide konaklama yerini şansa bırakma- farklarından, dağlarda ani değişim gösteren yın ve rezervasyonu önceden yapın. Sonbahar hava şartlarından dolayı kat kat giyinmenizi ve renkleri için ziyaretçiler akın akın geldiğinden hava durumunu takip etmenizi tavsiye ederim. NANTAHALA NATIONAL FOREST Blue Ridge Parkı'nın güney girişi North Carolina'da. ve sadece belli bir sürede görülebileceği için yer Tabii ayağınızda rahat yürüyüş ayakkabılarınız Independence

H

18

RIDGE

G

NATIONAL FOREST

MARION

58

Sugar Grove 16

TA

IN

S

Ri v er

Brinegar Cabin

18

Bluff Mountain 3792ft

250

N ew

Fork

13 Northwest Trading Post 16 260Jumpinoff Rock 3225ft Glendale Springs 163

rt h

No

LIN

SE

A

E

M O U N TA I N S

FOREST

221 421

BOONE

7

S

290

NE

AIN OUNT

STO

M

N

W

M O U N TA I

Ri

uga

Price Lake

221

IRON

HOLSTON

13

194

Newland

tn

River

Visitor Center

Beacon Heights 4220ft

4

310

FOREST

3

19E

181

v il

Little Rock Knob 4930ft

CHEROKEE FOREST

S

221

McKinney Gap

226

TA

IN

226

UN

l

MO

la

Micaville 9

197

p

Mountain

Burnsville

A

NO RT H CA RO LIN

Mount Mitchell 6684ft (highest point east of the Mississippi River)

r ve

Ri

Rich

Can e

E

TEN NE SSE

23

Sugarloaf Mountain 4579ft

350

Mount Mitchell State Park

128

OLD FO

Black Mountain Gap

FOREST

360

Craggy Dome

S

IN

TA

Beetree Gap 4900ft

197

M

O

UN

BALD

BLACK MOUNTAIN

Visitor Center

Mars Hill

370

Z.B. Vance Birthplace

70

9

U

B road

R iv

no a

40

ALT 74

Sw

694

380

Visitor Center

251

Bat Ca

an

Craven Gap

Weaverville

Hot Springs

Riv

Bull Gap

na

LN

W

A

19 23

25 70

nch

Oteen 5 240

7

Park Headquarters

er

2218ft

25 70

NATIONAL

SN OW

BI

on

19 23

FOREST

CANTON

6

Waterville Lake

G Pi r e e nn

Balsam Mountain

Mount Chapman

GREAT SMOKY

Heintooga Overlook

MOUNTAINS

9

Black Camp Gap

NATIONAL PARK

CHEROKEE

460

11ft 1in

11ft 3in

Soco Gap

ig

Sugarland Mountain

12

BRYSON CITY

Beech Gap

Devils Courthouse

R

23 74

SYLVA

5

a Tuck

441 sege

e

r Rive

Dillsboro

281 Bear Creek Lake

Mengerler Lifestyle 107

23 441

74

430

Highest Point on Parkway 6047ft

64

Cedar Cliff Lake

19 Clingmans Dome 6643ft Deep Creek

Richland Balsam

64

Balsam Gap

Cherokee

10

BRE

12

s

2020ft Cr

Newfound Gap

440

Southern End 441

Looking Glass Rock Overlook

420

Wolf Creek Lake

ht

Oconaluftee Visitor Center

Cradle of Forestry in Americ (U.S. Forest Service)

215

450

Wr

Smokemont

Tunnel Gap

18

INDIAN RESERVATION

Wagon Road Gap

Graveyard Fields 5120ft

WAYNESVILLE

Waterrock Knob Visitor Center

10ft 6in

Big Witch Gap

NATIONAL FOREST

410

Cold Mountain 6030ft

7

Maggie Valley

Elk Pasture Gap

16

110

19

8

64

David

7

Dellwood

TE N N. N. C.

PISGAH

Mount Pisgah 5721ft

276

74

Lake Junaluska

C N

280

215

276

HEN

Mills River

151

19 23

Mount Sterling 5842ft

Cosby Knob

400

12

74

209

4928ft

Mount Le Conte 6593ft

ek

H

32

Pi

9

M O U N TA I N

y

NATIONAL

River

74

Mountain Home

Lake Powhatan

e Cr

in

U

FOUND

40

To Knoxville

ge

O

280

191

NEW

om

AIN

NT

RD

M

191

North Carolina Arboretum

40

PISGAH

FOREST

SKYLAND

25

26

9

209

To Knoxville

r rie n b c le a

Biltmore Estate 390

9

63

Bluff Mountain

CHEROKEE

SWANNANOA

er

T

213

Rich Mountain 3670ft

Fre

Green Knob 4760ft

5

26

208

4

70

8

NATIONAL

19

2

12

80

197

PISGAH

MARION

Lake Tahoma

Buck Creek Gap 3373ft

19E

. NN TE C. N.

9

Crabtree Falls

340

19W

126

Woodlawn

Little Switzerland

10

Toe

pa

Mtn

Embreeville

226A

Visitor Center

A

Lake James

5

River

Tra i

Nort h

107

M O U N TA I N S

330

Gillespie Gap

ch

ERWIN

6

80

ia n

UNAK

A

81

Bear Den

SPRUCE PINE

Bakersville

Cherokee

14

19

261

107

O

Chestoa View

13

226

23 19W

Mtn

320

Roan Mountain 6285ft

Hawksbill Mountain 4020ft Ri v er Table Rock Mountain 3909ft

Linville Falls

194

NATIONAL

MO

Visitor Center

183

le

8

Lin

Crossnore

143

321

Brown Mountain 2587ft

NATIONAL

Pineola

M

PISGAH

Flat Rock

181

19E

ELIZABETHTON

90

LINVILLE

194

Elk Park

LEN

13

300

Grandfather Mountain 5890ft 184

Banner Elk

Elk

ks

321

105

r ve

321

Roc

20

Parkway Craft Center

a at

194

19E

BLOWING ROCK

Visitor Center

Rive r

26

n ki

Daniel Boone’s Trace

Watauga Lake

JOHNSON CITY

River

280

Ya d

MOUNT AIN

ES

Deep Gap

Deep Gap

RO

NN

FORGE

Cascades Trail

CA

TE

V TE IRG NN IN ES IA SE E

270

221

H

NATIONAL

White

26

11

421

19E 321

W. Ke Sco Reservo

421

Benge Gap

421

CHEROKEE

South Holston Lake

16

The Lump

WEST JEFFERSON

88

RT

MOUNTAIN CITY

20

16

15

NO

91

Mulberry

NORTH WILKESBOR

Mount Jefferson State Park

Damascus

58

24

15

194

91

18

88

E

r R i ve

221

BLU

IRON

For k

S o uth

194

Whitetop Mountain 5344ft

2

Laurel Springs

16

Grayson Highlands State Park

257 11 Fairfield Lake

NO RT H S

on lst

58

Cosby

Information

UN

113

240

13

Peach Bottom Mountain

MO

Ho

Stone Mountain State Park

Air Bellows Gap 3729ft

93

Mount Rogers 5729ft (highest point in Virginia)

107

230

SPARTA

Twin Oaks

93

221

uga ata W

21

7

21 221

81

To Bristol

Roaring Gap

NO

LA

RT

DE

JEFFERSON

Cashiers Thorpe Reservoir

107


Sonbahar bal kabağı zamanı.

Parkta nice çiçek ve bitki ilginizi çekecek.

Linville Falls; yürüyüş değil, bu manzara nefesinizi kesecek.

Özgür dolaşan Moose geyikleri.

Lahana ve bal kabağı tarlaları.

Chimney Rock'tan manzara ve Lake Lure çevresinde yerleşim.

Cherokee Kızılderilileri Linville Nehri'ne sarp kayalıkların nehri anlamında ''Eeseeoh'' ismini takmışlar.

Lake Lure ailelerin birçok aktivite yaptıkları sevilen bir bölge.

Virginia Eyaleti'nde dağlık bölgede yerleşim.

Ağaçlar sıralanmış soruyorlar: ''En güzel kim?''

258 MengerlerLifestyle 12 Parkın keyfini çıkaranlardan.

Rocky Knob'da eski yerleşimden kalan su değirmeni; Mabry Mill.

The Orchard at Altapass'da meyva bahçelerine gezinti.


SONBAHAR GEZİSİ olmalı. Yağmur çiselerse kapüşonlu ince yağmurluklar çok kullanışlı oluyor. Biltmore Estate, Amerika'nın efsane ailelerinden Vanderbilt'lerin ''evi''.

Biltmore Estate'in yemek salonlarından biri.

Biltmore Şatosu Noel dekorları ile de ünlü.

Şatonun yanında yer alan serada hala birçok egzotik bitki yetiştiriliyor.

Şato terasından göz alabildiğine Blue Ridge Dağları.

Asheville’de daha ekonomik birçok konaklama yeri de mevcut. Amerika’nın bu dağlık ve köy kesimini daha yakından tanımak için Asheville’i de severek gezeceğinizi düşünüyorum. Kamp kurmayı seviyorsanız Peaks of Otter ya da Mount Pisgah Park’larındaki bungalovlarda da kalabilirsiniz. Blue Ridge Parkway gezisine biz güneyden başladık. Zamanlama açısından fikir vermesi için programımızın ana hatlarını paylaşmak istiyorum. İki gece Hendersonville’de kaldık; böylece Hendersonville, Asheville ve Biltmore’u gezebildik, Biltmore’da sadece malikaneyi ve serasını gezdik, turlara katılmadık. Sonra medeniyete veda edip doğa ile baş başa kalacağımız park yoluna girdik. Patika olarak sadece çok güzel şelaleler gördüğümüz Linville Falls’a yürüdük. Hemen hemen her manzara seyir noktasında durarak, fotoğraf çektik, ilgimizi çeken visitor center isimli yöreye has halk sanatını içeren ya da tarihi hakkında bilgi veren merkezleri ziyaret ettik. Öğle yemeği için kısa molalar verdik. Bir gece Banner Elk, son gece de Galax’da kaldık; ikisi de illa görülmesi gereken yerler değil ama bizim programımıza saat olarak uydu. Hava şartları müsaitken ilk iki gün çılgın gibi fotoğraf çektik diyebilirim. İyi ki de öyle yapmışız, son gün sis indi ve otele erken dönmek zorunda kaldık. Bir fotoğraf bin söze bedelmiş ama keşke size ormanın kokusunu duyurabilsem, rüzgarın, yaprakların arasında çıkarttığı sesi dinletebilsem ve yaprakların hafif bir esinti ile süzülüşünü, derede sürüklenişini seyrettirebilsem. Ayaklarımın altında hışırdayan yapraklar, saçlarımda rüzgarın esintisi, sonra dayanamayıp yere yatıyorum; ağacın altından ışık vuran yapraklar başka türlü güzel görünüyor.

Arabada güzel bir müzik ve her dönemeçte yeni bir renk cümbüşü.

Siz en iyisi geziyi planlamaya başlayın. Sonbahar öyle renkli ve neşeli ki... Postacıya kolaylık; geniş arazideki çiftliklerin posta kutuları bir arada.

Yaprağını dökmeyen ağaçların yeşili ayrı bir güzellik katıyor.

Mengerler Lifestyle

259 13


Bu serginin en önemli özelliği; siz sergiyi gezmiyorsunuz, sergi sizin önünüzden geçiyor. 260 MengerlerLifestyle 22


Ülkemizin kültürüne değerleri kitapları ve sosyal projeleri ile büyük katkıları olan Sayın Bülent Özükan ile serginin yer aldığı İstanbul, Beşiktaş’taki Deniz Müzesi’nde buluştuk. Bülent Bey Boyut Yayınları’nın sahibi ve İletişim Yayınları’nın kurucusu; onu Yazar, Gazeteci, ya da Yayın Yönetmeni kişiliği ile de tanıyor olabilirsiniz. “Pitoresk İstanbul” sergisi içerik ve sunum olarak bir ilk; 1800’lü yıllarda İstanbul’a gelen seyyah ressamlardan; Ayvazovski, Melling, Schranz, Allom, Bartlett ve Lewis hayran kaldıkları İstanbul’u resmetmişler. Sergide bu sanatçıların tablo ve gravürleri dijital seyahatnameler olarak dev ekranlara Codex Art tekniği ile yansıtılıyor. İstanbul XVIII.yüzyıl ortalarından XIX. yüzyılın sonlarına kadar nasılmış diye hem merakla, hem de eserlerin ustalığını hayranlıkla nefis bir müzik eşliğinde seyrediyorsunuz. Daha önce hiç görmediğiniz bir sergi anlayışı ile eski İstanbul’a ışınlanacaksınız.

Bülent Bey ile eski İstanbul'da halı alışverişi de yaptık. Sergiye özel kurulmuş olan stüdyoda siz de resim çektirebilirsiniz.

SÖYLEŞİ: AYŞEN GÜREL SİLE FOTOĞRAFLAR: GARO MİLOŞYAN - PİTORESK ARŞİVİ

Ö

nce sizi ve tüm katkıda bulunanları bu muhteşem sergiden dolayı tebrik ederim. Bu sergi fikri nasıl ortaya çıktı? Çalışmaya Ermeni asıllı Rus Ressam Ayvazovski’nin İstanbul’u konseptiyle başlamıştık. Ayvazovski Rus Deniz Kuvvetleri’ne görevli olarak alınıyor. Nedeni de hem Rus donanmasının hem de başka donanmaların resimlerini yapsın ve onlardan yararlanılsın. Biraz casusluğa mı giriyor? Biraz casusluğa, biraz belgeselciliğe, biraz fotoğrafçılığa. Fotoğraf yok, ama çarın kendi donanmasını görmesi lazım. Pitoresk de rölöve demekmiş. Aynen. Pitoresk kavramı 17. yüzyılda resmedilmeye değer anlamında Fransızca, İtalyanca ve İspanyolca 3 dilde de ortak kullanılan bir kelime. Dünyada da pitoresk kavramını hak eden şehirlerin başında da İstanbul geliyor. Yüzlerce seyyah İstanbul’a gelmişler ve resmetmişler.

Mengerler Lifestyle

261 23


Az önce şehrin trafiği ve koşturmasından bunalmışken harika bir müzik ve önünüzden geçen eski İstanbul'un büyüsü ile bir hayal alemine dalıp gideceksiniz.

İyi ki resmetmişler yoksa biz bugün eskiye dönük hiçbir şey bilmiyor olacaktık. İyi ki gelmişler çünkü Osmanlı’da resim yapmak yasak. Fotoğraf daha yok. Ressamlar resim yaparken zabit gelip ‘resim yapamazsın’ diyor. Neden yapamazsın? ‘Sultanın suretidir, sen alıp sultanın suretini götüreceksin. Götüremezsin!’ O yüzden İstanbul üzerine gravürlerin çoğunda perspektif aynıdır. Çoğu elçiliklerin balkonundan ve bahçelerinden resmedilmiştir. Çünkü tutuklanıyor adam sokağa çıktığı zaman ve yaptıklarına el konma riski var. Çoğunluğu gizli gizli yapılıyor. Bunun ilk ve önemli istisnası Melling’tir. Çünkü 18-19 yıl İstanbul’da kalıyor, Hatice Sultan’ın himayesinde. O dönemde 3. Selim padişah. Hatice Sultan'dan izin aldığı ve çok uzun yıllar İstanbul’da kaldığı için en iyi gözlemler, en iyi topografik bilgiler Melling’tedir. Aynı noktaya günlerce bakarak çizme özgürlüğüne sahip olmuş. Diğerleri karakalem çok ufak eskiz yapıp otellerine veya sarayın içine gidip detayları eskizde görebildikleri kadar yapmışlar. Schranz da İstanbul’da resim öğretmenliği yapmış, dolayısıyla gözlem imkanı verilen sanatçılarda bugün İstanbul’un tarihini bulabiliyorsunuz. Çünkü o yapıların ne zaman yapıldığını, hangi yangında yandığını ve yerine nelerin yapılabildiğini ancak onların bilgileriyle izleyebiliyoruz ki, sergimizin danışmanlarından Sinan Genim bize her tablodaki o yapının hangi dönemde yapıldığını, sonra ne zaman dönüşüm geçirdiğini, yandığını veya mimarının kim olduğu gibi bilgilerin yanı sıra, topografik ve mekânsal bilgileri de verdi. Bu sayede bu çalışmanın içerisine koyabildik. Doğan Kuban ve İlber Ortaylı onların tarihiyle ilgili bize çok aydınlatıcı ve değerli bilgiler verdi. Gül İrepoğlu bu ressamlarımızdan biri olan Ayvazovski’nin günceleri üzerine bir novella (kısa roman) hazırladı. 262 MengerlerLifestyle 24

Doğan Kuban, İlber Ortaylı, Sinan Genim, Murat Öneş, Emre Aracı ve Anjelika Akbar gibi sergide emeği geçen değerli kişileri nasıl bir araya getirebildiniz? Birçok bilim veya belgesel yapımlarında olduğu gibi bir örgü ve insanın network’ü. Gidiyorsunuz bir müzede bir tablonun izni için anlaşmaya çalıştığınızda size bir bilgi veriliyor. İpekböceğinin kozasını ördüğü gibi bizim bu sergide Sotheby’s’in Ayvazovski uzmanı, Christie’s Müzayede Evi’nin uzmanı, Petersburg’daki devlet müzesinin müdürü, Feodosya’daki Ayvazovski Müzesi’nin müdürleri de katkı sağladı. Schranz’ın, Thomas Allom’un, William Bartlett’in kitaplarının orijinallerini ve Deniz Müzesi Ayvazovski koleksiyonuna ait 3 dönem tablosunu aşağıda kitap bölümünde görmüşsünüzdür. Dolayısıyla bu sadece bir dijital sergi değil. Klasik anlamda kitaplarının, orijinallerinin, 6 sanatçının 6’sının da orijinallerinin sergilendiği bir sergi aynı zamanda. 2 tane de dijital istasyonumuz var. Biri videolu kitaptır, diğeri de tüm sergi bilgilerini barındıran, istediğiniz sanatçıyı ve tabloyu seçip üzerindeki noktalar üzerinden bilgilere ulaşabileceğiniz diğer istasyon. Türkiye’de bir ilk sanırım. Evet benzeri hiçbir yerde yok. Bilgiyi CD’ye nasıl koyarız? Gelen izleyiciye merak ettiği her şeyin cevabını vermemiz lazım. O istasyonda, bu ressamın, bu gravürcünün, şu tablosu nereyi anlatıyor dediğinizde; o bilgiler aşağıda var. Bütün bu tablo ve gravürlerin bilgilerinin toparlanması geleceğe müthiş bir bilgi birikiminin aktarılması.


Sergide eserleri yer alan seyyah ressamlar: Ayvazovski, Melling, Schranz, Allom, Bartlett ve Lewis.

Mengerler Lifestyle

263 25


PİTORESK İSTANBUL

Kız Kulesi'nin eski halini hiç görmüş müydünüz? Artık yerinde yeller esen bazı yapıları görecek, eskiden şu kıyıda yalılar varmış diyecek, eski İstanbul'daki yaşam tarzı, dönemin giysileri, sünnet düğünü gibi geleneksel kutlamalar hakkında bilgi edineceksiniz.

Dijital gösteri, resim, kitap ve müziğin teknolojiyle harmanlandığı Pitoresk İstanbul sergisi beni çok etkiledi ve hayran kaldım. Bunun gibi başka sergiler de düşünüyor musunuz? Piri Reis kitabını hazırlarken Tophane-i Amire’de bir sergi oldu ve bu sergi daha sonra Londra, Frankfurt, Roma ve Saraybosna’ya davet edildi. Biz o zaman fark ettik ki yaptığımız işin kitabın yanı sıra aynı zamanda görselliği var. Bu sergide de Anjelika Akbar müzikleriyle bize katkı sağladı. Piri Reis dahil bütün Boyut ürünlerinde ise Sanat Yönetmeni'miz Murat Öneş Türkiye’nin en önemli yaratıcılarındandır. Tablolara hayat veren, canlandıran çalışmaları onun grafik atölyesinde gerçekleştirdik. Dolayısıyla o da bir yanda teknolojiyi çok yakından takip eden görsel yaratıcılık üzerine serginin bir anlamda küratörüdür diyebiliriz. Düşünün ki orada Thomas Allom’un, William Bartlett’in gravürleri 10-15 cm boyutundadır. Biz onları 5 metre yüksekliğinde ve 60 metre uzunluğunda bir boyuta çıkardık. Bu serginin en önemli özelliği siz sergiyi gezmiyorsunuz sergi sizin önünüzden geçiyor. Müzik konusunda da çok tebrik ederim, hangi sanatçıların katkıları ile gerçekleşti? Müzik konusunda da Anjelika Akbar’ın yanı sıra Emre Aracı’nın katkıları büyük. Osmanlı Müziği üzerine Londra’daki kayıtlarından bizi yararlandırdı. Bunların içerisinde Sultan Abdülaziz’in besteleri Anjelika Akbar’ın yorumladığı, aranje ettiği, Emre Aracı’nın Londra’da kayıtlarını yaptığı müziklerden seçkilerle oluşturduk. Mesela bu sergide vitrinlerde yer alan bazı kitaplar da Türkiye’nin çok önemli insanlarının evlerinden çıkıp buraya geldi. Güzel bir birleşim oldu. 264 MengerlerLifestyle 26

Tablo ve gravürler araştırmalarınız doğrultusunda ne kadar gerçekçi? Buna çok özen gösterdik. Biz iki yüzyıl öncesinin tarihini alıp, bugünün insanına sunuyoruz; çarpıtmadan, gerçeği görsel dahi olsa yanılsamalara meydan vermeden sabit tutmak istedik. Bir defa o bir tarihsel miras olarak bugüne gelmeli. Çok ufak dokunuşlar, belki martının önümüzden geçmesi gibi. Yoksa biz tablonun her tarafını hareketlendirebiliriz. Özellikle 1000’den fazla tablonun, gravürün bilgileri çok önemli. Bunlar ilk defa uzmanlar tarafından incelendi; burası şu yapıdır, bu 3. Ahmet’in oğlunun sünnet düğünüdür, bu resimdeki esnafların sultanın oğluna hediyelerini sunma merasimidir gibi... Bu sayede o zamanki hayat tarzını da öğreniyoruz. Tabii ki, o zaman gravüre başka bakıyorsunuz. Yurt dışına çıkarabilmek de bir meseleydi herhalde bu resimleri? O zamanlar gümrük yok. Ben gidiyorum diyorsunuz gidiyorsunuz. Ancak yaparken yakalandığınızda sorun var. Ruslar İstanbul’a Çarigrad diyorlar, Çarlara layık bir şehir anlamında. Roma’ya da Çarigrad diyorlar. Çar zaten Roma imparatorlarına verilen isim, yani imparatorlara layık olan şehirlere öyle isim veriyorlar. Ayvazosvski 8 kere gelmiş ve İstanbul çok gözde olduğu için 200’den fazla tablosunu yapmış. Biraz da ticari, çünkü Rus aristokrasisi, bürokrasisi, generalleri evlerine İstanbul tablosu asmak istiyorlar. Bu arada bir Türk ressam bile yok. Araştırmalar sırasında Amerika’ya gittik, koleksiyonerlerin evlerindeki 10 milyon dolarlık Ayvazovski resimlerinin dijital kopyasını aldık. Ermeni asıllı Ayvazovski’nin Erivan’da


PİTORESK İSTANBUL

Pitoresk İstanbul'un Yapımcısı Bülent Özükan ve Müzisyen Anjelika Akbar; ikisi de bu çok özel serginin gerçekleşmesi için tüm gönüllerini koymuşlar.

böyle işleri olduğunu bilmiyorlardı, çünkü oradaki resimlerinin çoğu dini temalı; öğrenince gözyaşlarını tutamadılar. Rusya’dakiler ise deniz ressamı olarak biliyorlar. 4.5 yıl İtalya’da yaşamış, oradaki resimleri de canlı, neşeli, Napoliten… Biz götürdüğümüz zaman ilk defa İtalya resimleriyle karşılaştılar. Hem Ermenistan, hem Rusya’da: “Bizim Ayvazovski mi bu?” diye sordular. Osmanlı Sultanları arasında sanata en yakın olanı Abdülaziz. Onunla çok yakın temasta imiş ve birlikte resim yapmışlar. Sultan Abdülaziz ressam, piyano çalıyor ve besteleri var, sergideki bestelerden biri de onundur. Hatta o tablolardan birinde Ayvazovski ve Sultan Abdülaziz yan yana yürürken resmedilmiş. Sultan Abdülaziz benim tam sultan gibi diyebileceğim biridir. Yakın zamana kadar intihar etti diyorlardı ama yeniçeriler kesmişler adamı. Sultan Abdülaziz’in bileklerinin kesildiğini gören 5. Murat 2.5 ay deli numarası yapıp, ben deliyim ülkeyi hükmedemem demiş ve böylece hayatını kurtarmış. Tarihi bu kadar araştırınca böyle pek bilinmeyen bilgiler de ortaya çıkıyor.

Peki Bülent Bey sergi ne kadar sürecek? En az Ekim sonuna kadar. Bu sergiyi yurt dışına çıkarmak istiyor musunuz? İstiyoruz ama çok zor, sponsorumuz yok. Moskova, Petersburg ve Erivan ile görüşmeler sürüyor. Sanat işleri dünyada sponsorlarla yürüyen bir şey, çoğu zaman da devlet desteği ile.

Başka türlü olmuyor. Ayırdığınız vakit için çok teşekkür ederim, yeni projelerinizi heyecanla bekleyeceğim. Eski İstanbul’u ve onu resmeden sanatçıları çağdaş teknoloji ile tanıtan bu harika serginin dünyanın önemli şehirlerinde gösterime sunulmasını tüm kalbimle diliyorum.

Sergi girişindeki kitapların her biri çok değerli, koleksiyonunuza ekleyebilir, ya da hediye olarak alabilirsiniz.

Mengerler Lifestyle

265 27


266 MengerlerLifestyle


Mengerler YAŞAMIN RENKLERİNİ YANSITIR...

1/2017 Lifestyle

ERTUĞRUL ÖZKÖK SLC TÜRKİYE'DE KAYAK MERKEZLERİ ELMA SANAT ATÖLYESİ MARS 2030 İRAN Y I L D I Z L I H A Y A T L A R • K Ü L T Ü R • S A N A T • S Ö Y L E Ş İ • G E Z İ • L E Z ZMengerler E T •Lifestyle S A Ğ267 LIK


SÖYLEŞİ : AYŞEN GÜREL SİLE FOTOĞRAFLAR: GARO MİLOŞYAN

ELMA SANAT ATÖLYESİ

Geleceğin antikalarının ve dostluğun sırrı onlarda...

Eğitiminizi nerede yaptığınız, okul yıllarında başlayan arkadaşlığınız, sonra birlikte başka bir firmada çalışmanız ve Elma Sanat Atölyesi’ni kurmaya karar verişinizi anlatır mısınız? Gül Arık Karabey: Her ikimiz de Güzel Sanatlar Akademisi'nde Endüstri Tasarımı eğitimi aldık. Arkadaşlığımız okulun birinci sınıfında başladı. Sınıf arkadaşlığı olarak başlayan dostluk zaman içinde giderek pekişti, birlikte çalışma hayali oluştu. Okul sonrası Uğur'un evlenip, çocuk sahibi oluşu ile hayalimizi biraz erteledik. O dönemde, ben daha önce staj yaptığım bir porselen fabrikasından iş teklifi aldım. Staj sırasında, porselen hamurunun hazırlanışından dekorlamaya; üretimin tüm aşamaları çok ilgimi çekmişti. Sevinerek işe başladım. Yaklaşık dört sene, önce porselen dekoratörü, sonra dekorlama bölümünde yönetici olarak çalıştım. 1982 yılında, Uğur ile birlikte iş kurmak hayalimizi gerçekleştirdik. "Elma" adını verdiğimiz atölyemizde porselen üzerine dekor konusunda çalışmaya başladık. Uğur Olgaç: Üniversite yıllarında başlayan bu güzel dostluk her ikimizin de hayalindeki bu atölyeyi kurmamıza sebep oldu. Şimdi dönüp baktığımda çalışan bir anne olmanın zorluklarına rağmen, ‘İyi ki bu adımı atmışız.’ diyorum. Nelerden esinleniyorsunuz? Gül Arık Karabey: Çevremizdeki tüm güzelliklerden esinleniyoruz diyebilirim. Sanat ile uğraşanların algıları ve uyaranları diğer kişilerinkinden oldukça farklı. Böyle bir uğraşın içinde olan insan, çevresine çok başka bir gözle bakıyor. Örneğin doğadaki her şeye yoğun bir ilgim ve saygım var; benim için en büyük esin kaynağı. Öğrencilerimiz de sıkça aynı şeyi dile getirerek; bu sanat dalı ile tanıştıklarından beri, doğada çok daha dikkatli birer gözlemci olduklarını, daha önce hiç fark etmedikleri bazı detayları şimdi hayranlık268 MengerlerLifestyle

la gözlemlediklerini söylüyorlar. Ve tabii bir diğer önemli esin kaynağımız da sahip olduğumuz muhteşem kültürel miras. Yaşadığımız topraklarda gelmiş geçmiş tüm uygarlıklardan çok zengin bir mirasa sahibiz. Bu bizler için büyük bir şans ve elbette çalışmalarımıza da yansıyor. Eski İznik Çinileri de, konumuz porselen dekorasyonu olduğundan, birçok eserin çıkış noktası. Hatta, birkaç yıl önce New York Metropolitan Museum'da açılan "Günümüzde İznik Çinileri" konulu


Gül Arık Karabey ve Uğur Olgaç, 1982 yılından bu yana Elma Sanat Atölyesi’nde porselen üzerine dekor konusunda çalışmalar yapıyor ve ders veriyor.

sergide atölyemizin özgün bir çalışmasına da yer verildi. Yurt içi ve yurt dışında en çok yankı getiren eserleriniz, ödülleriniz? İkinizin de ayrı ayrı aldığı ödülleri, tarihleri, yerleri ve nitelikleri olarak sıralamanızı rica edeceğim. Gül Arık Karabey: Yurt içinde 1984- 2000 yılları arasında eserlerimiz pek çok kez sergilendi, özel koleksiyonlara girdi, Antika Fuarların-

da "Geleceğin Antikaları" başlığı altında yer aldı. Yurt dışında ise; 2000 yılında İtalya’nın Como şehrinde düzenlenen, farklı ülkelerden 1140 eserin yarıştığı, Uluslararası Trofeo Azzurro Yarışması’nda, benim eserim "Absolute First Prize" Birincilik Ödülü’ne layık görüldü. Aynı yarışmada Elma'dan İlknur Özören'in eseri "Honourable Mention" Onur Mansiyonu, atölyemiz ise yaptığımız demonstrasyon ile "Best Team Award" “En İyi Takım” ödülü aldı. Gene 2000 yılında Mengerler Lifestyle

269


ELMA SANAT ATÖLYESİ

Uğur Olgaç Turnet’te eserine son rötuşu atıyor.

İlknur Özören fırınlanmış ürünleri kontrol ediyor.

Atölyenin öğrencilerinden Serpil Nişli’nin işleri değerlendiriliyor.

Atölyede keyifli bir çalışma anı.

ABD / Kentucky 'de "Mystical Millennium" Uluslararası Porselen Yarışması’na katılan çalışmam "Silver Ribbon" Gümüş Kurdele ile ödüllendirildi. 2001 de Almanya / Dresden'de düzenlenen "Meissen Trophy" Uluslararası Porselen Yarışması’nda, katılan 3 eserim 2 Altın, 1 Gümüş madalya kazandı. Ödüllü tüm çalışmalarımda da bizim kültürümüzün izleri vardı. Katıldığımız bu yarışmalarda kural olarak Birincilik Ödülü kazanan sanatçı bir daha yarışmaya katılmıyor. Fakat "Master Artist" unvanı alıyor ve istediği zaman iki senede bir düzenlenen bu aktiviteye katılarak yarışma harici eser sergileyebiliyor. Ben de bu bağlamda 2002 yılında gene İtalya / Como'da çalışmalarımı sergiledim ve yarışmada jüri başkanı olarak görev aldım. İki yıl önce Meissen Porselen’in yılın konuk firması olarak çağrıldığı konvansiyona, o yıl atölyemiz Elma davet edildi ve katılımcılara Türk Porselen Sanatını tanıtıcı on iki ayrı demonstrasyon yapıldı.

arasından Meissen Porselen Fabrikası’nın özel jürisi tarafından değerlendirilerek kategoriler üstü “Meissen Trophy” ödülüne layık görüldü.

Uğur Olgaç: Yurt içinde Gül’ün bahsettiği tüm sergi ve fuarlarda “Elma” olarak birlikteydik. Yurt dışında ise; 2000 yılında ABD / Kentucky’de düzenlenen “Mystical Millennium” Uluslararası Porselen Yarışması’na katılan eserim “Bronz Ribbon” Bronz Kurdele ile ödüllendirildi. 2002 yılında Almanya / Dresden’de düzenlenen “Meissen Trophy” Uluslararası Porselen Yarışması’nda eserim önce “Gold Medal” Altın Madalya alıp, sonra bu kategorideki eserler 270 MengerlerLifestyle

Biraz porselen üzerine el dekoru tekniği hakkında bilgi verir misiniz? Uğur Olgaç: Bizim çalışmalarımız; porselene sır üstü el dekoru (On glaze handpainting) olarak adlandırılıyor. Beyaz sırlı porselen üzerine, profesyonel porselen boyaları ile yapılan desenlerin kalıcılığı, özel porselen fırınlarında 800 derecede fırınlanarak sağlanıyor. Bir porselenin el ile dekorlanma aşamalarını şöyle özetleyebiliriz: -Dekorlanacak porselen ürünün seçimi, -Uygulanacak desenin sanatçı tarafından tasarımı, -Desene göre serbest el ile veya çizimden aktarılarak, porselene geçirilmesi, -Kullanılacak porselen boyalarının, yapılacak boyama tekniğine uygun bir bağlayıcı (mixing medium) ile elde homojen bir kıvamda ezilerek karıştırılması, -Bağlayıcıya uygun inceltici ile boyanacak kıvama getirilmesi, -Samur fırçalar ile desenin boyanması, -Dekorlanan porselenin, 780-800 derecede fırınlanması; desene göre gerektiğinde birkaç kere de fırınlanabilir.


ELMA SANAT ATÖLYESİ

İlknur Özören, Gül Arık Karabey ve Uğur Olgaç, eserlerinin arasında, öğrencilerinden gelen çiçeklerle.

İlknur Hanım siz de Elma Sanat Atölyesi bünyesinde dekoratör olarak çalışıyorsunuz ve çok başarılı çalışmalarınız var. Elma ile başlayan serüveninizden, aldığınız ödül ile ilgili anılarınızdan bahseder misiniz? Son zamanlarda neler üzerinde yoğunlaşıyorsunuz? İlknur Özören: Porselen boyama serüvenim 1979 yılında Yıldız Porselen’de başladı. Yaklaşık iki yıl çalıştım. Sonra uzun bir ara… 1998’de Elma’ya katıldım. 2000 yılı sanırım hepimiz için ilklerin başlangıcı oldu. Yarışma, ödüller ve kendi desenlerimizle hazırladığımız işlerimizle yaptığımız workshoplar. Benim için heyecan verici şeyler ödülün yanı sıra dünyanın dört bir yanından gelen porselen artistlerinin çalışmalarını görmek ve onların tekniklerini tanımaktı. Bugünlerde ders ağırlıklı çalışmalarımızı sürdürüyoruz. Zaman zaman kişiye veya kurumlara özel çalışmalar oluyor. Geçen sene yaptığımız Dünya Bankası çalışanlarına düzenlediğimiz seminer gibi. Kurulduğunuz yıllarda fırın yaptırmak, malzemeleri bulmak zor muydu? Hangi porselenler üzerine boyamayı tercih ediyorsunuz? Uğur Olgaç: Kurduğumuz yıllarda ülkemizde teknolojik açıdan bu kadar seçenek yoktu ve biz fırınımızı geleneksel yöntemlerle çalışan bir fırın ustasına yaptırmıştık. Fırın atölye içinde inşa edilmişti. O dönemin teknik şartlarından ötürü fırın izolasyonunda kullanılan malzeme, fırının boyutlarını devasa hale getirmişti. Kullandığımız porselen boya-

ma malzemelerini bulmak o günlerde olduğu gibi şimdi de zor. Halen tüm malzemeler bizler tarafından yurt dışından getirtiliyor. Yapılan işlerin üzerinde çok emek olduğu için, çalışacağımız porseleni özenle seçmemiz gerekiyor. Yurt içinde üretilen en kaliteli sırlı porseleni seçerken, müşterilerimizin talebi doğrultusunda Kaiser, Wedgewood, Limoges, Seltmann Weiden, Vista Alegre gibi dünyaca ünlü markaların ürünleri üzerine çalışmalarımız oluyor. Kullandığınız porselen boyalarının özellikleri neler? Sadece dekoratif ürünlerde kullanılmak üzere mi uygulanıyor? Yiyecek ile temas etmesinde bir sakınca var mı? Uğur Olgaç: Porselen boyalarımız; profesyonel kullanım için üretilen ve 800 derecede gelişen toz boyalar. Belirtilen derecede porselenin sırrı eriyerek üzerindeki boya ile kaynaşıp, sabit oluyor. Son yıllarda üretilen ve kurşun içermeyenlerinin yiyecek ile temasında hiçbir sakınca yok. Yurt dışında katıldığınız seminerler, edinilen deneyim, dostluklar? Bir mukayese yaparsak yurt dışında ne tarz işler yapılıyor, sizin ödülleri topladığınız yarışmalardaki diğer başarılı işler nelerdir? Gül Arık Karabey: Atölyemizin ilk yıllarından bu yana değişik boyama teknikleri konusunda kendimizi geliştirmek amacı ile ABD, İngiltere, İtalya ve Almanya'da seminerlere katıldık. Zaman içinde, oluşan bilgi Mengerler Lifestyle

271


ELMA SANAT ATÖLYESİ

birikimi, üretilen özgün eserler, kazanılan ödüller ve verilen unvanlar bizi, dünyadaki porselen sanatçıları arasında, güzel bir yere taşıdı. Bu kez bizler yurt dışından seminer davetleri almaya başladık. Yurt dışından derslerimize katılmak için gelen öğrencilerimiz oldu. Hem öğrenci hem öğretmen olarak yapılan bu seyahatler sırasında pek çok güzel anı ve dostluk birikti. Her seminere başlarken, henüz yabancı olan katılımcılar karşısında duyulan heyecan, sonrasında gelişen dostluklar ve alkışlarla biten dersler. Dünyanın farklı ülkelerinden edinilmiş sanatsal dostluklar bizim için büyük zenginlik. Geçmiş yıllarda, dönemin, gerçek bir sanatsever olan Kültür Bakanı tarafından "Türk Sanatına Yapılan Hizmet" ten ötürü destek ve övgülerle onurlandırılışımız, edinilen deneyim ve anılar arasında sayabileceklerimizden bazıları. Yurt dışında ne tarz işler yapıldığını sormuşsunuz. Bir genelleme yapmak kolay olmamakla birlikte, katıldığımız yarışmalardaki işleri düşünürsek; Avrupalılar’ın çalışmalarının realistik veya klasik, Amerikalılar’ın çalışmalarının genellikle empresyonist, bizim eserlerin ise diğerlerine kıyasla stilize olduğunu söyleyebiliriz. Senelerdir ayrıca bu atölyede ders de veriyorsunuz. Derslerinizin programı, öğrencileriniz hakkında bilgi verir misiniz? Öğrencilerden de başarılı işlere imza atanlar var mı? Uğur Olgaç: Kendimizi bilgi birikimi açısından paylaşıma hazır hissettiğimiz 1991 yılından beri Elma'da porselen dekorasyonu dersleri veriyoruz. Çok sevdiğimiz sanatımızı, öğrencilerimiz ile paylaşmak, "acaba yapabilir miyim?" endişesiyle derse başlayan bir kişinin zaman içinde harikalar yaratır hale gelmesi bizi çok mutlu ediyor. Derslerimizin programı, konudan en uzak kişinin bile deneyebileceği bazı tekniklerle başlayıp sonrasında herkesin yetenek ve yatkınlığı doğrultusunda çeşitleniyor. Bu işe gönül veren öğrencilerimiz arasında, kendisine atölye kuranlar, ders verenler, profesyonel anlamda sipariş kabul edenler, uluslararası yarışmalardan ödül kazananlar var. Hele geçen sene İsviçre'de bir yarışmaya katılan dört öğrencimizin, hepsinin de biri ikincilik, biri üçüncülük olmak üzere 4 madalya ile dönmeleri, bizim için büyük gurur kaynağı oldu. Dersleriniz sanat ağırlıklı, bunun beraberinde sizlerin kişiliğinizden kaynaklanan bir huzur var bu atölyede. Birkaç saatliğine burada geçirilen vakit meditasyon gibi ruha iyi gelen bir kaçış da oluyor sanırım öğrencileriniz için. Uğur Olgaç: Evet, sanırım. Hem bizim uzun yıllara dayanan dostluğumuz, sevgimiz hem de işimize olan sevgi ve saygımız, atölye ortamına huzur olarak yansıyor. Günlük hayatın olumsuzluklarının buraya yansımaması için çaba sarf ediyoruz. Öğrencilerimiz de bunun kıymetini biliyorlar. Ne mutlu bize ki çabalar sonuçsuz değil, atölyemiz tanıyan herkes tarafından sevilen, enerjisi yüksek bir yer. Kişisel ve firma siparişleriniz daha çok ne tarz çalışmalar oluyor? Hangi özel günlerde daha çok sipariş alıyorsunuz? Gül Arık Karabey: Bize verilen kişisel siparişler, genellikle hediye seçimine özen gösteren kişilerden geliyor. Seçtikleri hediyelere kişiye özel dekorlar veya isme özel tasarımlar yapıyoruz. Örneğin yeni doğan

272 MengerlerLifestyle

bebeklere özel hediyeler, doğum günleri, düğünler ve yıl dönümü hediyeleri. Firmalardan gelen siparişler, genelde üst düzey yöneticilere, şirket sahiplerine, yurt dışında bağlantılı oldukları kişilere ve devlet büyüklerine armağan edilmek üzere veriliyor. Ülkemizin sanat, tarih ve kültürünü temsil eden eserlerinizden Kalyon ve İznik Çini serilerinin yurt dışına götürülecek hediyeler olarak çok tercih edildiğini düşünüyorum. Çok talep alıyor musunuz bu tarz çalışmalar için? Uğur Olgaç: Ülkemizin kültürünü temsil eden tüm çalışmalarımızın yurt dışına veya burada yaşayan yabancılara hediye olarak tercih edilmesi sık rastlanan bir durum. Bizdeki stilize desenler ve öyküleri, renklerin birlikte kullanılış şekli; örneğin turkuaz, kobalt mavisi ve mercan renginin uyumu yabancılar için çok çekici. Tabii çalışmaların üzerinde yoğun el emeği oluşu da hayranlık uyandırıyor. Yurt dışında bu tür eserlere ulaşmak ekonomik açıdan çok daha zor. Çünkü günümüzde tüm dünyada üretilen desenli porselenlerin, yalnızca yüzde 1’i el ile dekorlanıyor. Yani bu tür çalışmalar çok nadir ve geleceğin antikaları olacaklar. Nerelerde sergi açtınız, hangi tarihlerde? Uğur Olgaç: 1996 Allianz Sigorta Sergi Salonu / Atölye Sergisi 1998 ve 1999, iki kez Küsav Antika Fuarı / “Geleceğin Antikaları” 2000 İtalya / Como / Karma Sergi 2000 ABD / Kentucky / Karma Sergi 2001 Almanya / Dresden / Karma Sergi 2001 Atölyede öğrencilerle Karma Sergi 2002 İtalya / Nova Milanese / Yaşayan Porselen Sanatçıları Müzesi Karma Sergi 2004 Nişantaşı Işık Lisesi Sergi Salonu / Öğrencilerle Karma Sergi 2005 New York Metropolitan Museum of Art / Karma Çini Sergisi 2006 Atölyede öğrencilerle Karma Sergi 2008 Nişantaşı Işık Lisesi Sergi Salonu / Öğrencilerle Karma Sergi Gelecekte sergi projeniz var mı? Gül Arık Karabey: Atölyemizde daimi bir sergimiz var. Ayrıca yurt dışında İtalya / Nova Milanese’deki müzede bize ayrılan köşe de kalıcı. Bundan böyle hedefimiz öğrencilerimizi ön plana çıkaracak projelerde yer almak… Eserlerinizin gelecekte antika değeri olacak, çalışmalarınızın koleksiyonunu şimdiden yapmaya başlayanlar var mı? Gül Arık Karabey: Tüm ödüllü işlerimiz (ki bunlar Artistic Edition hariç üç adet üretiliyor) koleksiyonerlerin elinde. Yurt içi ve yurt dışında farklı objelerle el dekorlu porselen koleksiyonu yapan sanat severlerimiz var. Göz nuru, el emeği eserleriniz Türkiye’de geçmişi olan bir sanata yeni bir soluk ve yorum getirirken, yurt içi ve dışındaki sergi ve ödüllerinizle ülkemizi onurlandırarak tanıtıyorsunuz. Çalışmalarınızda başarılar diler, ayırdığınız zaman için teşekkür ederim.


ELMA SANAT ATÖLYESİ

1

2

1) “Meissen Trophy” Uluslararası Porselen Yarışması / Dresden / Almanya Sanatçı: Gül Arık Karabey Silver Medal / Bronz Madalya

2) “Meissen Trophy” Uluslararası Porselen Yarışması / Dresden / Almanya Sanatçı: Gül Arık Karabey Gold Medal / Altın Madalya

3) “Meissen Trophy” Uluslararası Porselen Yarışması / Dresden / Almanya /2001 3

4

Sanatçı: Uğur Olgaç Birincilik Ödülü

4) “Mystical Millennium” Uluslararası Porselen Yarışması / Kentucky / ABD Sanatçı: Uğur Olgaç Bronze Ribbon / Bronz Kurdele

5) Uluslararası Trofeo Azzurro Yarışması / Como / İtalya Sanatçı: İlknur Özören Honourable Mention / Onur Mansiyonu

5

6

6) “Mystical Millennium” Uluslararası Porselen Yarışması / Kentucky / ABD Sanatçı: Gül Arık Karabey Silver Ribbon / Gümüş Kurdele

7) “Meissen Trophy” Uluslararası Porselen Yarışması / Dresden / Almanya Sanatçı: Gül Arık Karabey Gold Metal / Altın Madalya

8) Uluslararası Trofeo Azzurro Yarışması / Como / İtalya 7

8

Sanatçı: Gül Arık Karabey Absolute First Prize / Altın Madalya ve Birincilik Ödülü

Mengerler Lifestyle

273


274 MengerlerLifestyle


Mengerler YAŞAMIN RENKLERİNİ YANSITIR...

2/2017 Lifestyle

SÜER SÜLÜN SAN FRANCISCO E - SERİSİ ECZACIBAŞI-VİTRA SOKAK SANATI

Y I L D I Z L I H A Y A T L A R • K Ü L T Ü R • S A N A T • S Ö Y L E Ş İ • G E Z İ • L E Z ZMengerler E T •Lifestyle S A Ğ275 LIK


SAN FRANCISCO - SAUSOLITO - TIBURON Bu şehri görmemiş olsak bile bu civarda çekilen birçok filmden 50’den fazla tepesi olan bu şehrin yokuşlu yollarında giden tramvaylarını, dünyanın belki de en virajlı ve dar sokağı olan Lombard’daki araba takiplerini, Viktorya döneminden kalma rengarenk evlerini, sisli körfezde beliren ve ismi Golden Gate Bridge olan köprüsünü biliriz.

YAZI: AYŞEN GÜREL SİLE FOTOĞRAFLAR: SİLE ARŞİVİ-SHUTTERSTOCK

H

er ülke değişik yörelerinde kendine has kültürel, coğrafik, ekonomik farklılıklar barındırıyor. Hatta bazen farklı bir lisan ve de diyalekt ile karşılaşıyoruz. Amerika gibi bir kıtayı kapsayan bir ülke söz konusu olunca ve halkı da göçmenlerden oluşuyorsa, değişik bölgelerini gezdiğinde farklı memleketlere gitmiş gibi oluyor insan. Bu sefer liberal, teknolojik buluşların beşiği ve özgürlükler eyaleti Kaliforniya’nın önce San Francisco şehrine, sonra Sausalito ve Tiburon’a gidiyoruz... 276 MengerlerLifestyle

Köprüye neden bu isim verilmiştir, herhalde altın madeninin Kaliforniya’da bulunmasından sonra diye tahmin ediyordum ama yanılmışım. Araştırdığımda ilginç tarihi bir detay öğrendim. 1846 senesinde lakabı iz sürücü olan Amerikan Donanması Kaptanı John C. Fremont, San Francisco Körfezi’nin Pasifik Okyanusu ile bağlandığı yere “Chrysopylae”, “Altın Kapı” anlamına gelen “Golden Gate” ismini vermiş. Bizans limanına “Altın Boynuz”, “Golden Horn” denmesi ile aynı nedenlerden; Orient, doğu ülkeleri ile ticarete açılan altın bir kapı olduğu için. Altın ise Kaliforniya’da bu adlandırmadan iki sene sonra bulunmuş. Yaşamak ve turist olarak gezmek çok farklı izlenimler bırakıyor insanda. Bazı yerleri gördükten sonra güzel ama yaşanmaz diyebiliyoruz, bazılarından da içimizi çekerek, “keşke” diyerek ayrılıyoruz. Her güzellik her yerde olmasa da her birimizin aradığı şeyler farklı olsa da San Francisco ve civarı coğrafi

konumu, iklimi, eğitim düzeyi ortalamanın çok üzerinde, liberal düşünceli insanların çoğunluğunu oluşturduğu halkı ile keyifli bir şehir. Gittiğim yer ne kadar güzel olursa olsun, insanlarından pozitif enerji almazsam o yer beni tekrar çekmez, bu manada San Francisco ve civarı tekrar tekrar gitmeyi isteyeceğim bir şehir. Ama size artıları gibi eksilerini de aktaracağım. Hayat pahalı, evler, çok pahalı! Kazancı yüksek olan iki gelirli çiftler bile ev almakta zorlanıyorlar. Hatta espriler yapılıyor bu konuda, evi olana milyoner deniliyor. Ayrıca gelir vergisinin yanı sıra ‘State Tax’ denilen bir vergi daha ödüyor burada yaşayanlar. Deprem olasılığı dünyanın en büyük çatlağı San Andreas fay hattının üzerinde konuşlandığı için yüksek. Az yağmur yağıyor ve zaman zaman kuraklık oluyor ama iklimi yıl boyunca güzel. Körfez civarı yazları serin olsa da iç kısımlara, Napa ve Sonoma Vadi’lerine gittiğinizde bir Akdeniz iklimi ile karşılaşıyorsunuz. Hava kuru ve ısı ortalaması çok keyifli, burada yaşasam yağmuru özlerdim ama; evet yağmur çok az yağıyor bu bölgede. Pasifik okyanusu suları soğuk San Francisco’da; Kaliforniya sahillerinde ancak Los Angeles’in güneyinden itibaren denize girilebiliyor. Şehirde gördüğüm birçok güzelliğin yanı sıra bir sokakta resmen kaldırıma kurulmuş içinde evsiz insanların yaşadığı çadırlar gördüm ve de


SAN FRANCISCO - SAUSOLITO - TIBURON

Yokuşlarda tramvaylar ve karşıda Alcatraz Adası.

Mengerler Lifestyle

277


SAN FRANCISCO - SAUSOLITO - TIBURON

San Francisco'da 22 gökdelen var. New York, Chicago, Miami, Houston ve Los Angeles'den sonra Amerika'nın 6'ncı en yüksek gökyüzü silueti bu şehirde.

sokakta alenen koluna uyuşturucu enjekte edenleri. Bu modern, düzenli ve çağdaş şehir ile bağdaştıramadığım ve şaşırdığım bir görüntü idi. Amerika’nın çeşitli şehir hatta bölgelerinde farklı insan davranışları ile karşılaşıyor insan; yardım, misafirperver Georgialılar, telaşçı New Yorklular gibi... San Franciscoluların büyük bir kesimi açık görüşlü, kültürlü, kişinin özgürlüğüne inanan ve öyle yaşayan insanlar; böyle insanlarla tanışmak, yaşam, politika, sanat konularında sohbet etmek gezdiğim yerin mozaiğini tamamlıyor. Önce şehri gezelim, sonra yakınındaki şirin Sausolito ve Tiburon’ı anlatacağım. San Francisco Museum of Modern Art, kısaca SFMOMA büyük renovasyon projeleri ile gittikçe büyümüş. İlk renovasyon Mimar Mario Botta, sonuncu ise Norveç kökenli Snohetta Mimarlık tarafından gerçekleştirilmiş. Bugün Amerika’nın ve dünyanın en büyük modern-çağdaş sanat müzeleri arasındaki müze son renovasyonu tamamlanarak Mayıs 2016’da açıldı. Eklenen binada en ileri teknolojilerden yararlanılmış; 278 MengerlerLifestyle

hem mimaride hem de müzeyi gezme sisteminde. Müze gezerken taktığımız kulaklıklar burada akıllı; bir eserin önüne geldiğinizde yanındaki numarayı tuşlamanıza gerek yok, ya da sıra ile gezmenize... İstediğiniz eserin önünde canınızın istediği kadar durun, kulaklıklar sizin hangi resmin önünde olduğunuzu biliyor ve onun hakkındaki bilgiyi sunuyor. Yeni binada 3’üncü kattaki çok büyük boyuttaki dikey bahçe görülmeye değer. Müze koleksiyonu kadar mimarisindeki avangart çözümlerden dolayı da çok ilgi çekiyor; müze yüzde 15 enerji, yüzde 30 su kullanımı tasarrufu ve yüzde 20 atık azaltılması uygulamaları ile LEED Gold Sertifikası’nı alma yolunda. İçinde uluslararası 33.000 modern ve çağdaş eser barındıran müzeyi senede 650.000 kişi geziyor. Halkı, büyük küçük herkese hitap eden yoğun ve çeşitli sanat aktiviteleri ile kucaklıyor. Kırk yılda bir gidilen değil, yaşamın parçası olan bir müze olunca da çocuklar bu görgü ile büyüyorlar.


SAN FRANCISCO - SAUSOLITO - TIBURON

SFMOMA bir çok renovasyon ve eklemeler sonucu en büyük modern müzelerden.

1849-1915 yılları arasında inşa edilen 48.000 civarındaki adeta bir bebek evi sevimliliğindeki şirin evler şehrin simgeleri arasında. Kraliçe Viktorya’nın ölümünden sonra Edwardian Stil olarak kabul edilen evlerin çoğu canlı renklerle boyalı imiş. Nob Hill’deki birçok köşk ise 1906 San Francisco depreminde yerle bir olmuş ama seri üretim olan binlerce orta halli ev şehrin batı ve güney mahallelerinde ayakta kalmış. Birinci ve İkinci Dünya Savaşı’nda evlerin birçoğu savaş zırhlısı renginde gri ve donanmayı andıran renklerde boyanmış. Daha sonra 16.000 tanesini yıkmışlar, ya da Viktorya dönemi özelliklerini taşıyan dekor ve cepheler ile değiştirilmiş. 1963’de San Franciscolu bir sanatçı olan Butch Kardum, Italianate stilindeki Viktorya dönemi evini çarpıcı maviler ve yeşiller ile boyadığında bazıları tarafından eleştirilse de komşuları da onu izleyip evlerini canlı renklerle boyamaya başlamışlar ve bu renkli boyama akımı başlamış. Renk tasarımcısı Kardum ve Tony Canaletich gibi uzmanlar düzinelerce gri evi renklendirmişler. 1970’lerde başlayan bu renk hareketi

caddeleri ve mahalleleri değiştirmiş ve bugüne kadar devam etmekte. Bu evlere ‘Painted ladies’ boyalı bayanlar deniliyor; bu isim ilk olarak Yazar Elizabeth Pomada ve Michael Larsen’in 1978’de yayınlanan kitabında kullanılmış. Alamo Square Park’ın karşısındaki ev grubu ise en ünlüleri; tahminen 70 film, TV programı ve reklamda yer almışlar. Robin Williams’ın “Mrs. Doubtfire” filmi bu evlerden birinde çekilmişti. Dünyanın en dik ve virajlı yolu; Lombard Sokağı’nın virajları o kadar keskin dönüşlü ki, saç firketesine benzetiliyor. Araba ile mutlaka bir kere inmelisiniz. Bu şehre her gelen buradan inmek istediği için de ancak sıra halinde yavaşça iniyorsunuz. Yanlardaki evler çok sevimli hem evlerin önü hem ortadaki kısım harika çiçeklendirilmiş. Yokuş aşağı inerken San Francisco Körfezi’ne bakış da hoş oluyor. Bu şehre şirinlik katan unsurlardan biri de yokuşları tırmanan, arada

Mengerler Lifestyle

279


SAN FRANCISCO - SAUSOLITO - TIBURON

Lombard Sokağı'ndan bir kere aşağı inmeden olmaz.

çın çınlayan kırmızı tramvayları. Turistlerin ve yerel halkın doluştuğu tramvaylar yokuş yukarı durduğunda, ya da yokuş aşağı inerken eğlenceli bir heyecan yaşanıyor. Esprili kondüktörler de bu işin turistik tarafının farkındalar ve geziyi esprileri ile daha keyifli kılıyorlar. Botanik Bahçesi görülmeye değer, tüm San Francisco’da çiçek ve peyzaj düzenlemeleri zevkli ve bakımlı. Sadece ortak alanlar değil, San Franciscolular evlerinin önündeki ufacık bahçeyi bile o kadar zevkli düzenliyorlar ki. Sukulentler bahçe düzenlemelerinin baş köşesinde; çok az su ile yaşadıklarından bu iklim için çok uygunlar; çeşitli yerlerde muhteşem aranjmanlar gördüm. Körfezdeki ünlü ada; Alcatraz. Şimdi müze olan adadaki yüksek güvenlikli devlet hapishanesi 1934’den 1963’e kadar kullanılmış, Al Capone gibi Amerika’nın en belalı suçlularını barındırmış. “Papillon” filmi, Steve McQueen, Dustin Hoffman ve hindistan cevizlerinden yapılmış sal geliyor aklıma. 14 kere kaçışa kalkışılmış bu hapishaneden; Clint Eastwood’un “Alcatraz’dan Kaçış” filmi gerçek bir kaçış hikayesini anlatıyormuş. Hala insanı ürküten bir atmosferi olmasına rağmen her sene 1,5 milyon turist ada ve hücreleri geziyormuş. Tekne ile gidilen turlar 2,5 saat sürüyor, gündüz ve gece olarak farklı turlar yapılmakta. San Francisco’nun nüfusu 805 bin kişi civarında; Çin asıllı halk şehir nüfusunun yüzde 21’ini oluşturuyor. Buradaki China Town

280 MengerlerLifestyle

Fisherman's Wharf'da güneşlenen deniz aslanları.


Sausolito'da yelkenli trafiÄ&#x;i hareketli

Mengerler Lifestyle

Sausolito'da tekne evlerin posta kutularÄą.

281


San Francisco da yedi tepe üzerine kurulu bir şehir; Telegraph Hill, Nob Hill, Russian Hill, Rincon Hill, Twin Peaks, Mount Davidson ve Lone Mountain. En dik yokuş ise 17,5 derece ile Filbert Sokağı.

NewYork’takinden çok daha büyük ve kapsamlı; Pekin ve Şanghay’da birçoğunu görmüş olsam da özellikle gıda dükkanları bana çok ilginç gelir. En turistik yerlerden biri olan Fisherman’s Wharf bir kere görülmesi gerekenlerden; lokantalar, kafeler ve körfez manzarası bir arada. Burada koloni halindeki deniz ayıları başrolde; terasta fotoğraflarını sürekli çeken bir kalabalık olsa da etraflarında olup biten umurlarında değil, gamsız ahşap sallar üzerinde uyukluyor, güneşleniyorlar, arada bir o tipik haykırış seslerini çıkarıyorlar. San Francisco ve körfezini seyredebileceğiniz 60 metre yüksekliğindeki Coit Tower şehrin yerleşimini daha iyi anlamanız açısından iyi bir seçim. Lilian Coit vefat edince varlığının üçte birini San Francisco’nun güzelleştirilmesi adına bağışlıyor ve 1933 senesinde onun anısına inşa ediliyor. Art Deco Stili’ndeki çıplak betondan yapılan kuledeki duvar resimleri ise kulenin tepesindeki manzara kadar görülmesi gereken eserler. 27 sanatçı ve asistanlarının emeği ile gerçekleşmiş bu proje; fresko tekniği ancak yerinde uygulanabildiği için kule içinde hummalı bir sanat çalışması yapılmış. Bu duvar resimleri dönemin yaşamını anlatması nedeniyle sanatsal değerin yanı sıra, bir de belgesel nitelik taşıyor. Dikkatli bakınca bazılarında esprili detaylar göze çarpıyor; kalabalıkta birisinin cebinden cüzdanını çalan hırsız gibi. Coit Tower San Francisco’nun Telegraph Hill denen mahallesinde. Kuleyi gezdikten sonra dik merdivenle ulaşılabilen evlerin olduğu sevimli bir muhit. Evlerin bahçeleri çok hoş ama burada oturmak için zinde olmak gerek, araba giremiyor merdiven kena282 MengerlerLifestyle

rındaki evlerin yakınına. Buranın bir özelliği de sürüler halinde uçan, balkonlara konan yeşil papağanları.

TIBURON San Francisco’dan günü birlik bir gezi yapmak için Tiburon ve Sausolito iki sempatik şehir. İkisi de deniz kenarında, doğası, butikleri, restoranları ile turistleri de çeken ve yaşamın da keyifli olduğu güzel, ufak şehirler. Tiburon İspanyolca’da köpek balığı demek; civar sularında bol miktarda leopar cinsi köpek balığı olması nedeniyle bu isim verilmiş.

SAUSOLITO Ben Tarabya’ya benzettim, birkaç tanıdıktan da duydum. Bakalım siz de öyle düşünecek misiniz? Sausolito da San Francisco Körfezi kıyısındaki Golden Gate Köprüsü’nün kuzey ucu yakınında sevimli bir şehir. İkinci Dünya Savaşı sıralarında gemi tersaneleri ile bir endüstri görünümünde olan Sausolito, şimdi varlıklı, sanatsal ve resmi yapılası güzel bir şehir. Sausolito’nun kuzey kısmında değişik boy ve tipte 400’den fazla tekne evi var. Terk edilen tekneler problem olunca bu şekilde kullanım düşünülmüş zamanla. Yan yana genişçe iskelelere bitişik duran bu evlerin bazıları mimarlar tarafından tasarlanmış. Ev sahiplerinin yaşamını görmek isterseniz bazıları turlar ile gezilebiliyor. Körfez kenarında manzarası güzel olan birçok restoran var, yelkenlileri ve hareketli deniz trafiğini seyrederek yemeğinizi yedikten sonra araba ile Sausolito’nun dik yokuşlu yollarında gezmenizi öneririm; ağaçlar arasındaki güzel evleri, özenli bahçeleri ve manzarayı görmek için değer. Canımızın çektiği, yüreğimizin götürdüğü yerlere gitmeye devam...


San Francisco'nun en yüksek gökdeleni 260 m. olan Transamerica Pyramid.

Bebek evi gibi şirin Victoria dönemi evleri.

Alamo Square Park'tan şehir silueti.

Kuruluşu 1895 olan ünlü şapka dükkanı.

Coit Tower freskolarından bir detay.

Tiburon sahilinden manzara.

Sausolito'da evlerin manzarası harika.

Tekne evlerin yanı başında komşu kütüphanesi.

Sukulentler Kaliforniya'nın iklimini çok seviyorlar.

San Francisco'yu seveceksiniz...

SF Körfezi'nin ünlü sisi ve Alcatraz.

Mengerler Lifestyle

Sausolito'da bir tekne ev.

283


YAZI: AYŞEN GÜREL SİLE FOTOĞRAFLAR: SİLE ARŞİVİ - SHUTTERSTOCK

Lake Worth'de küçük sanatçılar.

284 MengerlerLifestyle

Duvar resmi denince aklımıza ilk mağaralardaki taş devri insanlarının primitif resimleri gelir. Üç boyutlu değildir ama gölgeleri ve harika grafik çizimleri ile estetik olmanın yanı sıra bize o çağlara dair ne çok bilgi iletmişlerdir. Dünya Ressamlar Günü’nde sosyal medyada sanatçısını bilmediğim bir karikatür çok hoşuma gitti; taş devrinde geçiyor, Flintstones vari mağara adamları üzerlerinde postları ile bir mağaranın içindeler. Mağaranın duvarlarında bizonlar, av sahneleri. Elinde

bir içecek, duvardaki resimlere bakan, birbirleri ile sohbet eden bir kalabalık, haller aynı günümüz sergi açılışı kokteyli. Altında “İlk resim sergisi” yazıyordu. Güzellikleri tuvale aktarmak, konuşmaktan öte renk ve şekillerle anlatım, belgeleme, ifade etme dili olmuş resim. Aynı müzik gibi dil engelini aşması, tüm dünya insanlarının birbirini anlamasına araç olması, empati kurma, sevgi, özgürlük, kısacası dünyada barış için “Resim Sanatı”nın sanat tarihinde çok önemli bir ko-


Sokaklar sanat galerisi oldu...

Tipik bir Banksy duvar resmi; humor ile düşündüren sosyal ve politik mesajlar.

numu var. Fakat ne yazık ki birçok ülkede hala ya politik ya da bütçe nedenleri ile sanat programları kısıtlanıyor. Psikolojide şekillerin hastaya neyi anımsattığının sorulması, ya da yaptığı resimlerden çocuğun ruh halinin anlaşılması gibi testler de resim dilinin yardımı ile çözülmekte. Bir resmi sadece mekanları süsleyen dekoratif yönü ile düşünemeyiz; mesaj veren, toplumu uyaran, dikkatini sosyal ve toplumsal konulara çeken, ya da bir doğa parçasının gözden kaçan güzelliğini fark etmemize neden olan, yaşam sevincimizi coşturan, kişinin duygularını, düşüncelerini paylaştığı bir iletim aracı. Sanat tarihinde iç mekan duvar ve tavanlara yapılan resimler hepimizi etkilemiştir. Büyük usta Mikelanj ve Sistine Şapeli’ndeki fresko çalışmalar ne büyük bir yetenek ve emek sonucu yapılabilmiştir. Yüksekte,

eğik tavanda, bazen ayakta, bazen yatarak yapılan bu çalışmaların en zor kısmı ise aşağıdan nasıl görüleceği, perspektifinin doğru olması gerekliliğidir. Teknik olarak da görselin ana hatlarının üzerinde incecik delikler açılır, kömür tozu ile imaj duvar ya da tavana aktarılır, sonra da fırça ile boyanırdı. Sokak sanatında da benzer zorluklar var; yine yüksekte ve bu sefer yağmur, güneş, rüzgar gibi çalışmayı zorlaştıran hava şartları gibi. Airbrush yani hava ile püskürtme, fırça ile boyama, şablon kullanma, fresko, sgraffito ya da bunların bir arada uygulandığı teknikler ile yapılıyor sokaklara taşınan resimler. Sokak sanatı nasıl ve neden başladı? Önce bir isyan, adeta topluma bir başkaldırı olarak, sanatsal değerinin hala tartışıldığı grafiti ismi

Mengerler Lifestyle

285


KONU BAŞLIK

Sokak Sanatı'nda bazen objelerin kullanıldığını de görüyoruz.

verilen resimler ve grafiklerle başladı. Sokaklarda duvarlara sprey selülozik boyalarla yapılan ilk grafitiler vandalizm olarak kabul edildi. Grafitiler ile başlayan yakın zamandaki sokak sanatı ise bugün çok farklı boyutlarda; o kadar ki, ayrı bir kategori oluştu sanat dünyasında. İlk grafitiyi 1967’de Cornbread’in bir kızın dikkatini çekmek için şehrin duvarlarına yaptığı tahmin ediliyor. Ama ancak 1980’de galeriler grafitiyi sanat eseri olarak kabul ediyorlar. Birçok ülkede sırf duvar ve sokak sanatına yönelik etkinlikler, festivaller düzenleniyor. Birçok şehir sokak sanatını görmek isteyen turistler için turlar düzenliyor.

alıyor. Çok başarılı perspektifli resimler yaparak pürüzsüz bir kaldırıma basarken sanki büyük bir yarıktan uçuruma düşüyor, ya da bir nehre giriyormuşuz hissini verebiliyor gözümüzü yanıltan bu 3 boyutlu gerçekçi boyanmış gerçeküstü çalışmalar.

Bir galeri ya da müzeye özellikle o eserleri görmek üzere giden kişiler için değil, adı üstünde sokak sanatı, gelip geçen, toplumun her katmanından, fakirinden, zengininden, yaşam derdinde sokakta koşturanından, genci ve yaşlısı ile hepimizin geçtiği ve geçerken ister istemez gördüğümüz resimler bunlar. Merakımız varsa artık galeri gezer gibi arayıp buluyoruz ama aslında günlük hayatımızın içinde yer alıyorlar. Sosyal medyaya kullanılan bir terim hemen aklıma geliyor. “…duvarıma şöyle yazdım, şunun duvarındakini okudun mu?” gibi. Bu teknolojik uygulamada duvar sözünün seçilmiş olması muhakkak ki bir tesadüf değil. Herkesin görmesine olanak sağlanan, herkese duyurulan bir mesaj var çünkü burada da; aynı sokak sanatında olduğu gibi. Sokaklarda, duvar sanatına (mural) yönelen sanatçılarda teknik, mesaj ve fonksiyon olarak farklılıklar görüyoruz. Kimileri sosyal konuları ele alıyor, kimisi bir binanın sıkıcı, çirkin duvarına eseri ile hayat getiriyor. Resimlerine hiciv katan sanatçılar gülümseten duvarlarla şehirlere neşe katıyor. Duvarlardan meydanlar, kaldırımlar da nasibini

Günümüzde sokak sanatı denince en ünlüsü kabul edilen Banksy’den bahsetmeden olmaz. Kimliği bilinmeyen sanatçı, politik eylemci ve film rejisörü aynı zamanda. Grafiti kanun dışı olduğu için kişiliğini saklıyor, bu sır da sanatına ayrı bir gizem katıyor. İşlerinde genelde şablon ve sprey boya kullanıyor, yakalanmamak için bu hızlı tekniği tercih ettiği düşünülüyor. Banksy’nin birkaç kişilik ekip, kadın, ya da Robin Gunningham olduğu gibi çeşitli teoriler zaman zaman sanat dünyasını karıştırıyor. Geçen yıl İstanbul’daki bir galeride sergisi vardı. Resimlerinde hiciv, eleştiri ve kara mizah ile topluma verdiği sosyal, politik ve problemli insan karakter ve davranışlarını resmeden yorumları güldürürken düşündürtüyor.

286 MengerlerLifestyle

Diego Rivera iç-dış mekanlarda sosyal ve politik kaygılar taşıyan, toplumu sarsıp, çok yankı getiren birçok duvar resmi yapmıştır, bu resimleri San Francisco’da hala görebilirsiniz. Şehrin çeşitli sokaklarına serpilmiş olduğu için yerlerini keşfetmek gerek ama bu da başka bir keyif.

Bazı sokak sanatçılarına göre şablon tekniği aldatma ya da kolayına kaçmak olarak kabul edilse de, Banksy’nin resimlerinde kullandığı tekniği aşan bir gerçek var. O savaşa, tüketime, kapitalizme, faşizme karşı sanatını bir protesto, intikam aracı olarak kullanıyor. Hırs,


KONU BAŞLIK

Lake Worth Sokak Sanatı Festivali'nde büyük küçük herkes yerlerde resim yapıyordu.

3 Boyutlu çalışmalar bakış açınıza göre değişiyor.

Miss Van'ın Wynwood District, Miami'deki çalışması.

"Paint till you faint", bayılana kadar boya, sanki festivalin mottosu idi.

Her sene Aralık ayında Art Basel Miami Beach açıldığında Wynwood District'deki duvarlar da sokak sanatçıları tarafından yeni resimlerle donatılıyor.

Mengerler Lifestyle

287


KONU BAŞLIK

Banksy'nin en sevdiğim işlerinden... keşke diyor insan, dünya ne güzel olurdu bomba yerine çiçek atılsa.

fakirlik, çaresizlik gibi insan hallerini de sıkça işliyor. Gizlice Londra hayvanat bahçesindeki fillere ait kısma giriyor ve duvara: “Buradan çıkmak istiyorum. Burası soğuk. Bakıcı kokuyor. Sıkıldım, sıkıldım, sıkıldım” yazıyor. Çaresiz insanların yanında olduğu gibi, çaresiz, kafese kapatılmış vahşi hayvanların adına da haykırıyor. İlk filmi olan “Exit Through the Gift Shop” 2010’da Sundance Film Festivali’nde gösterilmişti ve 2011’de Akademi’den en iyi belgesel ödülünü almıştı. Banksy 2014’ten beri William Shakespeare, Elton John, Charlie Chaplin ve Beatles gibi İngiltere’nin kültür ikonları arasında kabul ediliyor. Kanun dışı sayılan bir eylemi yapan sanatçıya toplumun bir kültürün ikonu olacak kadar sahip çıkması ne kadar ilginç ve etkileyici. Her ressamın eserinde bir mesaj arayamayız; bazen sadece bir doğa parçası, ya da bir meyva tabağıdır kompozisyon. Betonda bulduğu çatlaktan çıkıp çiçek açan yabani otları hepimiz görmüşüzdür, ya da en olmayacak yerlerde filizlenenleri... İşte onlar Mona Caron’a esin kaynağı olmuşlar, sanatçı sadece betona başkaldıran, istenmeyen yabani otları binaların cephelerine büyük boyutta resmediyor. “Kökünden sökseler de onlar geri geliyor, doğa kazanıyor” diyor. Caron’un işlerini Hindistan, Amerika gibi birçok ülkede görebilirsiniz, en büyük boyuttaki ise Brezilya’da. Fransız asıllı duvar sanatçısı Patrick Commecy ise binaların sıkıcı yüzeylerine çok esprili, insanı gülümseten, mutlu eden resimler yapıyor. Balkon ve pencerelerden Einstein gibi tanıdığımız ünlüler bakabiliyor.

288 MengerlerLifestyle

Dünyadaki en iyi duvar sanatını görmek için “best street art murals” yazarak internette aramanızı öneririm. Ülkemizde geçen sene Yeldeğirmeni, Kadıköy’de bazı duvar resimleri gördüm ama henüz dünya çapındaki işlerle boy ölçüşecek kalitede değillerdi. Ülkemizde grafiti stilindeki duvar sanatı gelişmemiş olsa da, geçmişte sokak sanatı olarak bahsedebileceğimiz, farklı tekniklerle yapılan eserler binaların cephelerini süsledi. Mozaik, sgraffito, fresko ya da metal çalışmaları gibi çok uğraş gerektiren tekniklerle yapılmış eserlerdi. Sanatçılardan Ferruh Başağa, Bedri Rahmi Eyüboğlu, Kuzgun Acar andıklarım arasında sadece birkaç tanesi. Ne yazık ki kıymetleri yeteri kadar bilinmedi, kimileri sökülüp atıldı hatta. Şimdi Marmara Üniversitesi bünyesine geçen Tatbiki Güzel Sanatlar Yüksek Okulu Ortabahçe Caddesi üzerinde, Akaretler’den aşağı inince hemen karşınıza gelen binada idi. 1979 senesinde hemen yanındaki Devlet Malzeme Ofisi’nin bakımsız duvarına sınıfça hocalarımızın yönetiminde Vasarely’nin optik bir çalışmasını sgraffito tekniği ile uygulamıştık. Değişik renklerde çekilen ince sıva ile yapılan sgraffito tekniğinde şekilleri ortaya çıkarmak için sıvanın yüzeyi gerekli kalınlıkta kesilir ve istenen renkteki sıvanın derinliğine ulaşana kadar kazınır. Bu çok emek verdiğimiz çalışma beğenilmiş, ilgi çekmiş


SOKAK SANATI ve gazetelerde yayınlanmıştı. Ama ne yazık ki birkaç sene sonra yok edildiğini, üzerine bir boya çekildiğini gördük. Halbuki o dökük ve yıpranmış duvar bizim kolektif emeğimizle İstanbul’un bu hareketli noktasına çağdaş bir nefes getirmişti.

Ünlü muralist'lerden Blu'nun bir çalışması. Zamanın bizi tutsak etmesini ne güzel anlatmış.

Ülkelerin ne kadar medeni oldukları çeşitli kriterlerle sınanıyor; hayvanlara nasıl davrandıkları, sanata verdikleri önem gibi. Umalım ülkemizde her geçen gün sanat ve sanatçıya verilen değer artsın, çünkü tüm ülkeler daha iyi bir sanat odağı olma yarışındalar. Kültürlerini tanıtmak ve turizmi canlandırmak için sanat fuar ve festivalleri düzenliyorlar. Sanat dünya çapında nice kişisel ve ticari dostlukların kurulmasını mümkün kılan, her dil, din ve ırktan insanın arasındaki çağdaş ve evrensel bir köprü. Sokak sanatı ise çevre ve dünya ile bütünleşiyor; sokaklarda gelişen bu yeni sanat akımı ile o çok klasik tartışma konusunu bugün tekrar sorguluyoruz. “Sanat, sanat için mi, yoksa toplum için midir?”

Sanatçıları çalışırken görmek ayrı bir keyif.

Yeldeğirmeni, İstanbul'dan bir duvar resmi.

Miami'de Wynwood Walls diye anılan bölgede birçok sanatçının eserini görebilir sonra Design District'deki hoş restoranlardan birinde yemek yiyerek çok keyifli bir gün geçirebilirsiniz.

Çekirdekten yetişme bir sokak sanatçısı.

Mengerler Lifestyle

289


290 MengerlerLifestyle


Mengerler YAŞAMIN RENKLERİNİ YANSITIR...

3/2017 Lifestyle

GÜNERİ CIVAOĞLU MERCEDES-BENZ

S-Serisi

PININFARINA KARS ANJELİKA AKBAR FRANK L. WRIGHT

Y I L D I Z L I H A Y A T L A R • K Ü L T Ü R • S A N A T • S Ö Y L E Ş İ • G E Z İ • L E Z ZMengerler E T •Lifestyle S A Ğ291 LIK


FRANK LLOYD WRIGHT

150. YILDÖNÜMÜNDE MIMAR

FRANK LLOYD WRIGHT 20. yüzyılda yeni bir vizyon ile çığır açan, modern mimarinin öncülerinden olup, gelecek kuşakları etkileyen, onlara yeni yollar açan mimarlar söz konusu olunca, Frank Gehry, I.M. Pei, Zaha Hadid ve Philip Johnson’un oluşturduğu ilk beşin arasında başı çekiyor.

YAZI: AYŞEN GÜREL SİLE FOTOĞRAFLAR:SİLE ARŞİVİ 292 MengerlerLifestyle


FRANK LLOYD WRIGHT

"Doğa için doğa ile mücadele beni heyecanlandırır ve motive eder." Frank Lloyd Wright Mengerler Lifestyle

293


FRANK LLOYD WRIGHT

Falling Water; ünlü Şelale Ev’in bu fasadında gördüğünüz merdivenlerle salondan şelaleye iniliyor.

Ev civarındaki büyük bir şelalede yasak olmasına rağmen cesur bir sporcu gözlemledik. Şömine duvarındaki kırmızı metal top su ısıtmak için kullanılıyor.

Frank Lloyd Wright (FLW); Mimar, İçmimar, Tasarımcı, Yazar ve Eğitmen olarak çok yönlü bir kişi. New York’daki Modern Sanatlar Müzesi (MOMA) ve mimarisi kendi eseri olan Guggenheim Müzesi bu yıl onu muhteşem bir doğum günü partisi ile onurlandırıyor. MOMA, Columbia Üniversitesi Avery Mimarlık ve Güzel Sanatlar Kütüphanesi’nin iş birliği ile bu sergi gerçekleşmiş. FLW 1000’den fazla proje çizmiş ve bunlardan 550’sini uygulamış. Sergi 294 MengerlerLifestyle

ise arşivlerde saklı kalmış en eski işlerini de kapsayan, 450 yapıtından oluşuyor. Müzenin Mimarı ve Tasarım Küratörü Barry Bergdoll sergiyi çizimler, modeller, filmler, maketler, mobilya, tekstil, fotoğraflar, binalardan kısımlar ve hayatındaki başlıca olayları, hayat ve kariyerindeki projeleri kapsayan 12 bölümde toparlamış. 14 misafir küratör arşivlerdeki birçok çalışma arasından en beğendiklerini seçmiş ve neden onlara göre favorileri olduğunu


FRANK LLOYD WRIGHT

Şıklığı ile de ünlü FLW.

Usta bir mimar ve usta bir proje çizer olan FLW iş başında.

MOMA'daki sergiyi gezerken...

açıklayan birer video hazırlamışlar. Usta bir mimar olmanın yanı sıra FLW, proje çizmekte de çok başarılı; mimari unsurların yanı sıra grafik öğelerin de ağır bastığını görüyoruz. Yazıların kaligrafisi, düzeni, estetik değerler ve detaya verilen önem bu projeleri kişilikli kılıyor; stili oturmuş bir ressamın eserini hemen tanıdığımız gibi. Peyzaj Mimari’ye verdiği değeri tek tek dikilecek bitkilerin yerlerinin ve isimlerinin yazılmış olmasından da anlıyoruz. Yapıtın inşa edildiği arazinin doğal dokusuna sadık kalarak seçilen bitkiler ile düzenlenmiş bahçe ve yeşil alanlar dikkat çekiyor projelerinde. Manikürlü diye ifade edilen süslü, simetrik, geometrik formlar içine alın-

Acaba ilham beklerken mi çekilmiş?

mış kontrollü bir düzendeki bahçelerden hoşlanmayan ünlü mimar her yapıtının bulunduğu yöreye ve tabii ki inşa edilen yapıya uygun peyzaj mimarisini birlikte tasarlamış. Savaş yıllarında bir ailenin kendine yetecek kadar ürün yetiştirebileceği bahçeleri planlaması da estetik kadar ihtiyaca cevap veren çözümler arayışında olduğunu gösteriyor. ORGANİK MİMARİ ‘Doğa bir araç’ bu stilde; arazinin mimari olarak kabul edilip üzerine inşa edilecek bina ile tek vücut gibi düşünülmesini sağlamak hedef. Wright’ın felsefesi, yapı ve doğanın bütünleşmesinin ne kadar gerekli olduğunu

vurgular. Yapıtın inşa edileceği yerdeki ekolojik değerlere uyum sağlaması, onlarla doğal bir armoni içinde olması, onlara hükmetmemesi ve insan oranı ön plandadır tasarımlarında. FLW ‘organik’ sözünü 1908’de takdim etmiş ve bu söz ilk olarak mimari literatüre girmiş. Mentoru Louis Sullivan Modern Amerikan Mimarisi’nin ruhani babası ve erken gökdelenlerin estetik tasarımcısı olarak kabul edilir. Sullivan’ın “FORM FONKSİYONU İZLER” sloganının uzantısı olan Wright’ın felsefesinde ise “FORM VE FONKSİYON TEKTİR VE EŞ DEĞERDE ÖNEMLİDİR.” Bu vizyon modern mimarinin mantrası olur. Doğayı severken ve doğada yaşamak isterken bazı inşaatların

Mengerler Lifestyle

295


FRANK LLOYD WRIGHT

Guggenheim Müzesi, New York.

MOMA'daki birçok maketten biri Guggenheim Müzesi'ninki idi.

nasıl da doğayı katlettiklerini özellikle ülkemizde ne yazik ki çok iyi biliriz. FLW ise doğayı baş tacı ederek, estetik ve fonksiyonun birleştiği projelerin hayata geçirilmesini başarmış. Geleneksel ve tutucu bir takım kalıplaşmış kuralları da yıkmış. Her yeni düşünceye kapalı olan vizyonu dar kişilere karşı mücadele vermiş. Felsefesi için yaptığı mücadele bana Ayn Rand’in ‘The Fountainhead’ romanındaki baş karakterlerden biri olan aykırı Mimar Howard Roark’ı anımsattı,bu kadar da benzerlik olur mu deyip araştırınca karakterin meğer FLW üzerine kurulduğunu öğrendim. Roark da geleneksel mimarinin dekoratif ve işlevi bitmiş stiline başkaldırarak modern mimariyi ilk savunanlardandır okulunda. Mühendis ve Matematik Bölümleri’ndeki en parlak öğrencidir ama Tasarım Bölümü’ndeki profesörleri ile arasında çıkan görüş ayrılığı mezuniyetine bir yıl kala okuldan atılmasına neden olsa da vizyonundan taviz vermez, aynı Frank Lloyd Wright gibi. FLW sadece mimari alanda değil, özel hayatında da kuralları tanımayan aykırı bir kişidir. Kişinin kendi stilini ve duruşunu koruması ve özerk kalması gerektiğini savunur ve bu nedenle Mimarlar Odası ve benzeri kuruluşlara katılmaz. Nitekim birçok ilke imza atar, eski sistemleri sallar ve bu farklı bakış açısı ile mimaride ‘Modern Organik Mimari’nin öncülüğünü yapar. FALLING WATER FLW, 1936’da dünyaca ünlü “Falling Water” (Şelale Ev) isimli evin yapımını bitirir. Pittsburg’lu zengin bir iş adamı olan Edgar J. Kaufmann, Pennsylvania ormanlarında, büyük kayaların ve doğal bir şelalenin olduğu arazisinde ailesi ile birlikte tatil ve dinlenme evi olarak kulla-

296 MengerlerLifestyle

Guggenheim iç mekan; rampadan iniş ve cam kubbe.

nabileceği bir ev projesi sipariş eder. Ünlü evin hikayesi böyle başlar... Mevsim sonbahar, Falling Water’ı görmek için Pennsylvania’dayım; ormanlık bir arazide altın sarısı, bordo, yeşil ve turuncunun tonlarında renklerle bezeli ağaçların altında ilerliyorum. Yürürken yerdeki rengarenk yapraklar hışırdıyor ve uzaktan mırıl mırıl bir su sesi duymaya başlıyorum. Gittikçe çoğalıyor su sesi, evin de şelale ile kucaklaşmış olduğunu bildiğimden eve yaklaştığımı hissedip, heyecanlanıyorum. Böyle deneyimleri herkesin kendisinin yaşaması gerektiğine inanıyorum, hakkında ne kadar okumuş, araştırmış olsak da. Ve hepimiz farklıyız, farklı etkileniriz. Mis gibi orman kokusunu içime çekiyorum ve artık çağlayan bir su sesi duyuyorum. Ve işte karşımda koca bir kayaya sırtını dayamış, doğal bir şelale üzerinde konuşlanmış ve çevresindeki orman ile sarmaş dolaş ünlü ev Falling Water! Tüm doğa içindeki yapıtlarında olduğu gibi tipik yatay bir mimari; esas odak noktası evin en yüksek kısmı olan bacası; teraslar, saçaklar, pencerelerin yatay doğramaları ve şelalenin bina ile oynaştığı, zaman zaman göllenip aktığı alanlar ilk göze çarpanlar. Sadece iki renk kullanılmış, beton kısımlarda yanık hardal sarısı ve çelik kısımlarda imza rengi olan Cherokee kırmızısı. Kademeli teraslar altlarındaki kayaların katmanlarının devamı hissini veriyor. Evin yapımı pek kolay olmamış; tasarım ve yapım aşamasında hem doğa ile ilişkisini çözmek açısından, hem de mimar ve müşteri ilişkilerinde zorluklar yaşanmış. İlk etapta mimar ve evin sahibi evin konumunda zıt düşmüşler; FLW evi doğal şelalenin üzerine tasarlarken, Kaufmann ise evin şelalenin karşısındaki tepeye yapılmasını istemiş. Şelale üzerinde olmasının dışında yapıtın bu kadar yankı getirmesinin en önemli nedenlerinden biri de karşı seviye (counter level) denilen, mühendislik teorilerini zorlayan bir teknik ile inşa edilmiş olması. Evin hem dışı, hem de içinde görülen büyük kaya estetik ve fonksiyonel olarak kullanılmış. Eleştiri ağırlıklı bir yazıda alaycı akrobatik ifadesi kullanılmıştı evin taşıma sisteminden bahsederken. Binanın teraslarının altlarında desteksiz olarak öne çıkması sanki ormanda ve şelalenin üzerinde kayıp gidiyormuşsunuz hissini veriyor insana. Bina ve terasların yükünü arka plandaki büyük kayaya bağımlı olarak kurulmuş karşı seviye sistemi dengede tutuyor. Kaufmann, mühendislik hesaplarına güvenemeyerek kendisi bir mühendis tutup ona kontrol ettirmiş. Bu mühendis taşıyıcı unsurların daha güçlendirilmesini önerse de FLW kabul etmemiş. Merakı olanlar için detaylı olarak okunmaya değecek


FRANK LLOYD WRIGHT

The Golden Beacon Tower Gökdeleni projesi.

ilginç bir hikaye evin yapımı. Dünyada doğal bir şelale üzerinde ve müthiş büyük kayalara dayanmış, hatta onları içine almış başka bir ev yok araştırdığım kadarı ile. Suyun evin içindeki bazı bölümlerde akması, sesinin evin içinde duyulması, serinliğinin hissedilmesi inanılmaz güzellikler… Doğayı daha ne kadar kucaklayabilir bir yaşam alanı? Yine de sorguladım ve düşündüm; her şeyden önce bir doğa aşığı, sonra sanatçı ve mimar kızı olarak, acaba bu arazi benim olsa evi nerede isterdim diye. Ben de Kaufmann gibi şelaleyi doğal haline müdahale etmeden karşıdan seyretmek isterdim, su içmeye gelecek olan geyikleri, kuşları görmeyi hayal ederek. Mimarin egosundan ötürü, evin konumu ve cesur mühendis çözümleriyle sansasyon yaratması uğruna ev doğa ile bütünleşmesine rağmen şelale manzarasından ödün verilmiş olabilir mi? GUGGENHEIM MÜZESİ Organik Mimari deyince ilk aklımıza gelen bu müzenin mimarı da Frank Lloyd Wrigth. Kavisli dönüşlerle betona şekil vermek, bir deniz kabuğu ya da salyangozdan, yani doğadan esinlenerek tasarladığı eserinde 'form ve fonksiyon birdir' felsefesinin uygulandığı harika bir örnek. Hafif bir rampa ile aşağı doğru yürüyerek gezdiğiniz müze çatısındaki cam kubbeler ile de filtre edilmiş mükemmel bir ışık kaynağı sağlıyor. USONIAN STİLİ VE GÖKDELENLER Frank Lloyd Wright ve onunla birçok görüşü paylaşan, Almanya’da Bauhaus Okulu’nun direktörü olan Mies Van der Rohe, 1800’lü yılların sonlarından 1900’ün ortalarına kadar büyük şehirlerdeki hızlı gelişmenin beraberinde

Lexington Terraces Apartments; Wright'ın projeleri bir tablo tadında. İmzası harika kaligrafisi ile artı bir estetik değer katıyor.

gökdelenleri ve büyük binaları inşa etmişler. FLW İhtiyaca ve dönemin şartlarına göre yaptığı projelerde de bazı ilklere imza atmış. Dünya savaşı senelerinde kendine yeten bir yaşam tarzını mümkün kılmak için ufak bahçesi olan evler çizmesi, yapıların maliyetini düşürmek için fabrikalarda kesilen, sonra fazla beceri gerektirmeden kurulması mümkün olan yapı çözümleri getirmesi de vizyonunun ne kadar geniş olduğunu gösteriyor. Bugün prefabrik diye tanımladığımız ürünlerin ilk adımları olmalı bu yapılanlar. Klasik örnekleri temel almayan, yeni tasarım ve mühendislik prensiplerini uygulayan Wright’ın yapıtlarında iç mekan ve dış mekan iç içe geçer; yapının doğaya hükmeden değil de onunla uyum ve armoni içinde olmasını savunur. Yapı ister bir çölde, ister dağlık bir arazide olsun çevresindeki doğanın özelliklerine göre o doğanın parçası imiş gibi tasarlar. Lexington Terraces Apartmanları gibi büyük bir kütleden oluşan yapılarda binanın ortasında büyük bir avlu oluşturarak doğayı mimariye kucaklatmış ve insanları yine doğadan koparmamayı başarmış.

getirmiş. Ama aynı mimaride taviz vermediği gibi özel hayatında da aykırı ve kuralları tanımaz tavrı ile ilişkisine devam etmiş. Bu dönemde Avrupa’dan gelen teklifleri değerlendirmiş. Evliliklerinden toplam yedi çocuk sahibi olmuş ama pek baba figürü olan bir adam değilmiş. Hayatı trajedilerle dolu olan Frank Lloyd Wright, 91 yaşında vefat etmiş.Ünlü mimardan bilge bir söylem: “SADELİK: Üç çizgi yeterken beş çizgi aptallık. Üç kilo yeterli iken dokuz kilo ise obezite. Neyi bırakıp, neyi ilave etmek, nereye ve nasıl? İşte sadeliğin eğitiminle ancak gerçek özgürlük ve dışavurumculuk mümkün olabilir.” Tasarımları bize dünyanın doğal güzelliklerini takdir etmeyi, açık görüşlü olmayı, kaynakları doğa ile kendine özgü ve uyum içinde kullanmayı öğretti. Estetik ve fonksiyonu bir arada barındıran, zaman sınavını geçen eserleri hala hayranlık ve beğeni ile takdir topluyor. İyi ki doğdun Frank Lloyd Wright!

BİRAZ DA KİŞİ VE YAŞAM OLARAK TANIYALIM FLW, her zaman çok şık giyinen karizmatik bir kişi; şapkası, pelerinvari paltosu ve bastonu simgesi olmuş. Aşırı güveninin getirdiği bir kendini beğenmişlik ve kural tanımayan tavrı ve özel hayatındaki çalkantılarla da insanların ilgisini üzerine çekmiş. Son derece üretken ve yaratıcı kişiliği olan FLW, yoğun çalışma temposuna üç evlilik de sığdırmış. Bir müşterisinin eşi ile olan evlilik dışı ilişki mesleki hayatını Amerika’da bir iş alamayacak noktaya kadar Mengerler Lifestyle

297


Bir sanatçı ve İstanbullu olarak, uzun senelerdir eksikliğini hissettiğim Atatürk Kültür Merkezi’nin yeniden hayatımıza girecek olması çok sevindirici bir haber. Bu güzel haberi alınca projeyi tasarlayan

Mimar Murat Tabanlıoğlu

ile bir söyleşi gerçekleştirmek istedim. Tüm gelişmiş ülkelerde çağdaş olmak sanat ve kültür programları ile özdeş, dileğim bizim de bir an önce eski anıları unutmadan yaşatacağımız, gurur duyacağımız, çağdaş bir kültür merkezine kavuşmamız. İstanbul’un belleği olan Taksim Meydanı’nda, Atatürk Kültür Merkezi’nde, birbirinden güzel sanat ve kültür etkinliklerinde yeniden buluşmak üzere...

SÖYLEŞİ: AYŞEN GÜREL SİLE FOTOĞRAFLAR: TABANLIOĞLU MİMARLIK

A

tatürk Kültür Merkezi projesi firmanız için bir anıt proje olmasının yanı sıra sizin için manevi yanıyla da diğer projelerden farklı. Bu duygularınızı bizimle paylaşır mısınız? Sadece benim için özel olmaktan öte, dünya mimarlık tarihinde de ilginç bir sürece sahip. 1960’lardan bu yana İstanbul’a ait olmuş Atatürk Kültür Merkezi’nin babam Hayati Tabanlıoğlu’nun tasarlamış olması, daha sonra uzun yıllar yapımında yer alması, tamamlanıp halka açıldıktan hemen bir yıl sonra binanın yanması ve sonra bazı değişikliklerle yeniden inşa edilmesi gibi aşamalarıyla serüveni çok ilginç. Böyle bir mirasa sahip çıkabilme imkanı tabii ki çok sevindirici. Bu kişisel bağın ötesinde, İstanbullu olarak, işlevinin yanı sıra bir modern dönem kültür mirasının tüm Türkiye ve dünya için kalıcı olmasını, yaşamasını istiyor insan.

298 MengerlerLifestyle


ATATÜRK KÜLTÜR MERKEZİ

Temsil başladığında, gündüz bakıldığında farkedilmeyecek bir tül olan ön cephe ekrana dönüşebilecek ve meydandan da seyredilebilecek.

Mengerler Lifestyle

299


Design Miami 2017 kapsamında, “Sanat Mimari Buluşması; Bir 21. Yüzyıl Deneyimi” başlıklı paneldeki Tabanlıoğlu Mimarlık sunumu, yoğun ilgi gördü. Murat Tabanlıoğlu “Güncel AKM projesinin örnek bir vaka teşkil etmesini bekliyoruz çünkü hala dünyanın pek çok şehrinde ‘tarihi yapıların korunması’ kuvvetle savunulmasına rağmen, new-old (yeni-eski) denilen 20. yüzyıl yapılarının korunmaları ile ilgili net prensipler, henüz çok yakın bir zamanda tartışılmaya başlandı” açıklamasında bulundu. İsminin aynı kalmasına çok sevindiğimi eklemek isterim. Aynı isim altında yapılmasına nasıl karar verildi? Binanın ve kentin hafızasına sadık kalmak prensibiyle, yapıyı sürdürülebilirlik yaklaşımıyla, ancak güncel ihtiyaçlara cevap verebilmek amacıyla, farklı biçimde ele aldık ve bir çeşit rekonstrüksiyon olarak tasarladık. Atatürk Kültür Merkezi’nin ismi de bu ortak belleğin bir parçası. AKM’nin uzun yıllar terkedilmiş hali çok üzücü idi. Siz ne zaman sahip çıkmaya karar verdiniz ve akabinde nasıl girişimde bulundunuz? 300 MengerlerLifestyle

1999 yılında Hayati Tabanlıoğlu’nu anmak üzere Atatürk Kültür Merkezi’nde bir tören gerçekleştirdik. Kültür Bakanlığı’nın önerisiyle Tabanlıoğlu Mimarlık olarak AKM için yenileme konsept önerisi hazırlamıştık. Daha sonra, İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti Ajansı’nın üstlendiği AKM yenileme projesini hazırlamak üzere Tabanlıoğlu Mimarlık görevlendirildi. Ancak biliyorsunuz çeşitli nedenlerle gerçekleşemedi. Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu, 31 Aralık 2009 tarihinde AKM’nin “mevcut haliyle onarımı” kararını aldı ve AKM için Tabanlıoğlu Mimarlık tarafından yeniden ele alınan proje bakanlığa teslim edildi. Buna göre 2012 Nisan ayında


ihale ilan edildi. Ve bugüne kadar geldik.

elde edebilmek için şu anda çeşitli mock-up’lar yapılıyor.

Opera salonunu barındıran küre tasarımı çok çarpıcı; bu tasarım nasıl gelişti ve nasıl bir malzeme ile yapılacak? Akustik nasıl çözümlendi? İzleciyi kapasitesi yüksek ve nitelikli bir salon ile buluşturmak için yaptığımız analizler neticesinde vardığımız bir sonuç olarak bu elipsoit formu denemeye karar verdik. Doğal akustik ve her noktadaki izleyiciye açık sahne görüşü sağlamak en önemli iki kriter. Kabuk için uygulanacak malzeme seçimi için çalışmayı sürdürüyoruz, en doğru sonucu

Dünyada tarihi değeri olan, varlığı bulunduğu şehir ile bütünleşmiş opera binaları biliyoruz. Örneğin Viyana Devlet Opera Binası. Ne yazık ki ülkemizde opera sanatı faaliyetlerini tarihi ve hoş bir mekan olmasına rağmen Süreyya Sineması’nın ufacık sahnesine sıkışarak yürütmek zorunda kaldı son senelerde. Türkiye’de opera izleyicisi az olduğu için mi sadece opera binası olarak yapılmadı? Yoksa dünyada operanın yanı sıra başka kültür ve sanat aktivitelerini barındıran kültür merkezleri yeni bir trend mi? Mengerler Lifestyle

301


Daha önce 1300 kişilik olan AKM yenilendikten sonra 2500 kişilik büyük bir opera salonuna kavuşacak. Doğal akustik ve her noktadaki izleyiciye açık sahne görüşü sağlamak en önemli iki kriter.

16. yüzyıldan itibaren, önce İtalya’da başlayan ve sonra Fransa, İngiltere ve Almanya’ya değişerek, gelişerek yayılan opera, bu gösteriye ev sahipliği eden binalarıyla, mimari anlamda kentlerin sembolü ve sosyokültürel olarak da medar-ı iftiharı oldular. Osmanlı’da ise tiyatro, 17. ve 18. yüzyılda, elçilikler ve kimi evlerde düzenlenen temsillerle başladı. III. Murad döneminde sarayda ilk müzikli oyun sergilendi. Kendisi de bir besteci olan III. Selim 1797’de Topkapı Sarayı’nda yabancı bir topluluğa opera temsili verdirdi. Tanzimat’tan sonra İstanbul’da yapılan tiyatro binalarında İtalyan opera toplulukları tarafından temsiller verildi. AKM’nin ana icraatı opera ve bale olmasının yanı sıra, bugün faaliyet gösteren benzeri birçok oluşum gibi (örn. Lincoln Center, Royal Festival Hall, Centre Pompidou...) sadece opera ve kültür-sanat faaliyetleriyle sınırlı kalmayıp, bir kent merkezi olarak tüm İstanbul’u buluşturan, birleştiren bir manyetik odak olacağını umuyoruz. Projenizde Atatürk Kültür Merkezi opera, bale, konser ve tiyatro salonlarının yanı sıra, sergi alanları da barındırıyor. Kapasiteleri ve özellikleri hakkında bilgi verir misiniz? Daha önce 1300 kişilik olan AKM yenilendikten sonra 2500 kişilik büyük bir opera salonuna kavuşacak. Bu büyük salon her operada olduğu gibi doğal bir akustiğe sahip olacak. Diğer konser salonları, tiyatro salonları, sinemalar, kütüphaneler, tasarım dükkanları ve bunların arasında yer alan kafeler ve restoranlar gibi ikincil mekanları, daha etkin hizmet verebilecekleri şekilde, senelerce atıl kalmış olan depo ve otopark alanında, tamamen baştan kurgulandı. Mevcut AKM’ye eklene302 MengerlerLifestyle

cek yeni binada ise 800 kişilik Tiyatro Salonu, 1.000 kişilik Konferans Salonu, 285 kişilik Sinema Salonu, 250 kişilik Oda Tiyatrosu, bir Sergi Salonu, bir Kütüphane, 885 araçlık otopark bulunuyor. Ön cephenin ekran fonksiyonu görüp temsilin yansıtılması ve Taksim’deki yoğun halk trafiği tarafından izlenebiliyor olması benim projenin en sevdiğim yanlarından. Sanatın sokaklara taşınması Duvar Sanatı ile mümkün oldu, temsilin yansıtılması da bir yerde aynı işlevi görecek; bu hoş fikir nasıl oluştu? Berlin’de, otelim Staatsoper Unter den Linden’in yakınında, meydandaydı, konser sırasında binanın yan tarafında bir ekran kurulmuştu, temsil başladığında o ekrandan da veriliyordu. Almanlar oraya “Operanın halkla buluşması” diye yazmıştı; hızlıca halledilmiş, portatif gibi görünen bir düzendi, binanın hemen yanında güzel görünmüyordu, ama güzel fikirdi. Otelden izledim. Meydan tamamen doldu. Bu hayali İstanbul’a taşıdım. 17 milyonun yaşadığı İstanbul’da, Taksim Meydanı’nın kıyısında bir Opera binası. 2500 kişilik salon opera için çok büyük olsa dahi, aslında çok az kişiye hitap ediyor. Temsil başladığında, gündüz bakıldığında farkedilmeyecek bir tül olan ön cephe ekrana dönüşebilecek. Kalabalık bir kitle içerde gerçekleşen performansı, meydanda bir arada izleyebilecek. AKM’nin inşası ile birlikte firmanız tarafından Taksim Meydanı için de estetik ve fonksiyonel bir takım düzenlemeler önerildi mi? AKM’nin meydanla bağlantısını canlandırmaya yönelik peyzaj içinde su elemanları, yansıtıcı havuz gibi ögeler yer alacak. Bir kültür


AKM’nin meydanla bağlantısını canlandırmaya yönelik peyzaj içinde su elemanları, yansıtıcı havuz gibi ögeler yer alacak.

sanat yapısının girişini tespit edecek şekilde, dış mekanı heykellerle güçlendirmenin yanı sıra portatif, istenildiğinde kurulabilir, sergi ve gösterilere zemin sağlayan bir performans altyapısı kurgulanacak. Saydam cephenin ardında, meydandan da hissedilecek şekilde yerleştirilen büyük salon, dikkat çekici formu, rengi ve aydınlatma uygulamalarıyla, Taksim Meydanı’na dinamizm ve renk katacak. Mete Caddesi yönüne doğru sirayet eden peyzaj ve bunun tespit ettiği yaya geçişleri, yapının meydanla ve halkla kurduğu ilişkiyi güçlendirecek. Sert ve yumuşak peyzaj alanlarının tasarımı, bina kullanıcısı ya da ziyaretçisi olmasa da, tüm şehirliler için uğrak noktası, bir kentsel mekan olacak. Bir hastane, okul gibi her çizilen projede yapının işlevine has nitelikler gerekiyor. Buna göre bir kültür merkezi bünyesinde üzerinde durulması gereken en önemli noktalar nelerdir? Bir opera yapısında akustik, sahne tekniği ve izleyici konforu en öncelikli olarak çözülmesi gereken meseleler. Kültürel kazanım, mimari açıdan çağdaş bir yaklaşım, yapının malzeme ve işlev bağlamında sürdürülebilir ve enerji etkin hale getirilmesi, elektro mekanik donanımı, güvenlik, ses, ısıtma, soğutma, havalandırma, aydınlatma, sahne sistemlerinin çağdaş teknoloji ile uzun yıllar hizmet vermesi sağlanacak şekilde tasarlanması, kurum çalışanlarının kullanacağı ofislerin verimliliği ve kentle uyumlu ve her kesimden kullanıcı için davetkar ve açık olma unsurlarını barındıran, çok katmanlı bir çalışma olarak hayata geçirilmelidir ki o kültür yapısı benimsenen ve yoğun kullanılan demokratik bir kent unsuru olabilsin.

Dünyada sizi en çok etkileyen opera ve kültür merkezleri hangileri ve neden? Sadece tek bir sanat faaliyetine değil, geniş kitlelerin çok amaçlı kullanımına ve gelişmeye açık kültür ve şehir merkezleri olarak varlık gösteren, birleştirici unsurlarıyla farklılıkları bünyesinde barındıran yapılar oldukları için New York’taki Lincoln Center, Londra’daki Royal Festival Hall ve Paris’teki Centre Pompidou’yu sayabilirim. Malzeme seçiminde de yaklaşımınızı öğrenebilir miyiz? Bu seçimlerinizin eski malzemelere kıyasla artıları neler? İlk yapının ölçeği ve özgün cephesinde olduğu gibi, malzeme olarak da öncülüne uyumlu olması konusuna itinalı yaklaşıyoruz. Ancak tabii ki 21. yüzyıl teknolojisinden maksimum faydalandığımız seçimlerle tasarımı geliştiriyoruz. Farklı uzmanlık branşlarına göre kaç ayrı ekibiniz ve ofisiniz var; yerli ve yabancı? İstanbul’da beş stüdyomuzda, birlikte çalıştığımız yaklaşık 180 kişilik bir ekibimizin yanı sıra New York, Londra, Doha ve Dubai’de de ofislerimiz var. Bunun dışında, mühendislikten aydınlatmaya, akustik danışmanlığına, uzun yıllardır birlikte uyumla çalıştığımız uluslararası büyük bir ekip var. Başarılar diler, bize ayırdığınız vakit için çok teşekkür ederiz.

Mengerler Lifestyle

303


304 MengerlerLifestyle


Mengerler YAŞAMIN RENKLERİNİ YANSITIR...

1/2018 Lifestyle

ATATÜRK Kültür Merkezi MERCEDES-ME CHIHULY HELISKIING GÜNSELİ KATO KÜTÜPHANELER Y I L D I Z L I H A Y A T L A R • K Ü L T Ü R • S A N A T • S Ö Y L E Ş İ • G E Z İ • L E Z ZMengerler E T •Lifestyle S A Ğ305 LIK


YAZI : AYŞEN GÜREL SİLE FOTOĞRAFLAR: A&F DESIGN ARŞİVİ

KUM ATEŞ VE NEFES 1940 yılında Tacoma, Washington’da orta halli bir ailede doğan cam sanatçısı Dale Chihuly’nin hayatı trajedi ve güçlüklerle dolu. Küçük yaşlarında tek kardeşi olan ağabeyi, iki sene sonra da babası vefat eder. 1976’da İngiltere’deki bir trafik kazasında sol gözünü kaybeder. 1979’da omuzundan sakatlanıp cam üfleme borusunu taşıyamayınca üflemeyi bırakmak zorunda kalır. Manik Depresif tanısı konan sanatçı projelerine zaman zaman ara verse de, 75 yaşındaki cam sihirbazı kendini iyi hissettiği zamanlarda müthiş enerjisi ile çalışmalarına halen yaşamakta olduğu Seattle’daki atölyesinde devam etmekte. 306 MengerlerLifestyle

Okul ve tutkusunu bulma yolundaki yılları Seattle’daki University of Washington’a iç mimarı okumak üzere girer, sanatın farklı dallarına da ilgi duyar, dokuma ve cam eritmeyi öğrenir. Okulu yarım bırakıp bir süre Floransa’ya gitmeye karar verir. Geri dönüp öğrenimini tamamladıktan sonra Amerika’daki ilk cam üfleme programını başlatan Wisconsin Üniversitesi’ne girer. Rhode Island School of Design’da yüksek lisansını Heykel dalında yaptıktan sonra cam tarihinde çok önemli ve geleneksel bir yeri olan Venedik’te Murano Adası’ndaki stüdyolardan Venini fabrikasında ilk defa cam üflemenin ekip çalışması ile tanışır. Dale Chihuly’nin ilk çalışmaları malzemenin keşfi niteliğinde;


Chihuly

Mengerler Lifestyle

307


geleneksel cam üfleme tekniği ile yeni formlar, renkler ve dokularla deneyimler yapmış. Dokuma ile ilgilendiği zaman camı şeritler halinde kesip dokuma esprisinde panolar üretmiş. Ünlü serileri Seaforms, Macchia, Baskets ve Cylinders, Alaska Baskets ve Mille Fiori ile stüdyo camının limitlerini aşmış. Daha sonraki çalışmalarında ise büyük çaplı heykel ve enstalasyonlara yönelmiş. Işık ve sihir Chihuly’nin eserlerini dünyanın birçok botanik bahçesinde bulabilirsiniz; benim onun sanatını ilk defa kendi gözlerimle görmem de 2005 senesinde Miami’deki Fairchild Tropical Gardens’da oldu. Doğadan esinlendiği bu çalışmalar botanik bahçesine çok güzel yerleştirilmişti. Sazların arasında camdan stilize beyaz tropik kuşlar dolaşıyordu. Gölde ise yüzen küreler, yine gölde kayık içindeki yüzlerce cam form beni en çok etkileyenler arasındaydı. Bir de sudaki aksi eklenince büyü katlanıyor, sudaki dalgalar, güneşin yansıması ile ortaya çıkan ışık oyunları sihirli bir görüntü ortaya çıkarıyordu. Botanik bahçelerdeki sergiler gece ve gündüz olarak gezilebiliyor; gündüz güneşin oyunları, gece ise özel aydınlatma ile farklı parlamalar, akis oynaşmaları bambaşka görsellere dönüştürüyor enstalasyonları. Esinlendiği bitkilerle eserleri bazen yarışıyor, kaynaştıklarında ortaya çok hoş bir kompozisyon çıkıyor. 2017’de Ağustos ayında New York Botanical Gardens’daki büyük sergisi için özellikle New York’a uçtum. NYBG’ye ilk girdiğimde binanın önündeki çeşmeye yerleştirilmiş olan cam heykel üst üste konulmuş mavi şekerleri anımsatıyordu. Sergilerinde dikkatimi çeken ve hoşuma giden bir nokta da her iç ve dış mekanın nitelikleri ve verdiği imkanlara en yakışan parçaların yerleştirilmiş olmasıydı. Tabii ki bu düzenlemeler bir tesadüf değil, her sergi alanını önceden ziyaret edip özellikle o mekana göre tasarladığı işler de var; özellikle de en büyük enstalasyonlar böyle. New York’ta binanın girişindeki yüksek tavanlı rotundadan sarkan muazzam avize tarzındaki enstalasyonu örnek olarak verebilirim; alt kısmına tümünün yansıyacağı şekilde bir ayna konulmuştu, isterseniz daha yukardaki katlardan ve tepeden de bakabiliyordunuz. Chihuly’nin eserleri 200 müzenin koleksiyoOklahoma Museum of Art lobisindeki

308 16,75MengerlerLifestyle metre yüksekliğindeki cam kule.

nunda yer alıyor, en geniş çaplı kalıcı koleksiyonu ise Oklahoma Müzesi’nde. Bu müzeyi de 2017’nin Ekim ayında gezme fırsatı buldum. Miami’deki sergide gördüğüm kayığı bu müzede de sergilemişler, yansımayı da ayna bir kaide üzerine oturtarak çözümlemişler. Göldeki halini görmeyenler için fikir verse de göldeki duruşu bambaşka idi. Burada ise tavan projesi çok çarpıcıydı; upuzun bir koridor düşünün, iki yanı penceresiz duvar, tüm koridorun tavanı değişik renk ve formlarda üç boyutlu camlar ile dolu. Kalın bir cam üzerine istif edilmişler; ışık oyunlarının altından geçiyorsunuz, duvarlardaki, yüzünüzdeki, üzerinizdeki yansımalar ile bu renkli ve şeffaf alemin bir parçası oluyorsunuz. Kalabalıkta değil, tek başınıza geçmeye çalışın o kaleydoskop koridorundan. Bu koca enstalasyonlar nasıl kuruluyor? Demirden çok sağlam bir konstrüksiyon gerektiriyor; açıklayabilmek için Oklahoma Müzesi’nin lobisindeki 16.75 metre yüksekliğindeki en yüksek enstalasyonlarından biri olan cam kuleyi örnek vereceğim. Bir çam ağacı düşünün, ortada ağacın ana gövdesi, sonra bu gövdeden ayrılan hafif yukarı doğru kalkık dallar; tümü demirden ve kaynak yapılmış. Her tasarıma uygun hazırlanan bu demir iskelede yüzlerce cam form Chihuly’nin tasarımına uygun şekilde sanatçının gözetiminde bir asistanlar sürüsü tarafından takılıyor, yerleştiriliyor. Chihuly’nin bazı sanat eleştirmenlerince sorgulanan sanatı Sanat mı zanaat mı? Bu soru sanat çevrelerinde bazı çalışmalar için hala sorgulanır ve gereklidir. Bir işin sanat kabul edilmesi hangi kriterlere dayanır? Kimi zaman sanat eserlerini ortaya çıkarmak için ikisi de gerekse de; kendine özgü stil, tasarım ve fikir öne çıkmalı bir işin sanat eseri olarak kabul görmesi için. Mozaik tekniği ile yapılmış büyük bir duvar resmi düşünün; Picasso çizmiş. Uygulanması için eskize göre tüm mozaiklerin tek tek kesilmesi, parsel parsel önce özel kağıtlara, sonra duvara yapıştırılıp aralarındaki boşlukların özenle sıvanması gerek. Kimsenin bu ekip çalışmasından dolayı Picasso’nun sanatçı kişiliğini sorgulamaya cesaret edebileceğini sanmıyorum; Chihuly’nin sanatçı unvanını sorgulayanlar olduğu için bu örneği verdim.


Deniz şekilleri, 'Sea forms' serisinden.

Önde formlar, arka fonda Chihuly'nin bu formlar için yaptığı eskizler.

Mengerler Lifestyle

Soldaki enstalasyonu taşıyan demir iskeletin taban detayı.

309

Chihuly ve doğa sarmaş dolaş.


DALE CHIHULY

'Sphere',New York Botanical Garden'daki sergiden. Gece ayrı güzel.

Havuzdaki su gökyüzünü yansıtırken bir ayna adeta; renkli cam panolar da su, ışık ve yansımalar ile sürekli değişen bir resim; NYBG.

Sipsivri, kıvrımlı, spriral, yuvarlak, küre, özgün formlar; Chihuly bir cam sihirbazı.

310 MengerlerLifestyle

Sergileri geceleri de gezmek mümkün. Phoenix Botanik Bahçesi'nden bir enstalasyon.

Eleştiriliyor, artık kendisi cam üflemediği için. Sanatçı Chihuly’den girişimci Chihuly’ye söylemi bir eleştirmenin yazısında yer alıyordu. Sanatçının enstalasyonlarına dünyanın birçok köşesinde rastlayabilirsiniz, bu kadar çok üretebilmesi de eleştiriliyor ve bir sanat fabrikası işletiyor deniyor. Chihuly’nin girişimci yanını yadsımak mümkün değil; 2014 yılında Seattle Times gazetesinde satışlarının 29 Milyon dolar olduğu yayınlanmış. Chihuly’den önce bu kadar büyük, bu kadar yoğun cam tasarımlar ve enstalasyonlar gördük mü? Ne iç, ne de dış mekanda görmedik. Venedik ka-

Kırılgan camın dayanılmaz esnekliği.


DALE CHIHULY

Oklahoma City Museum of Art'daki sandallar.

Sandaldan detay.

Uzun koridorun tavanı, OKCMOA.

Chihuly'den bir rüya ağaç; NYBG sera içi.

nallarında, tarihi kalıntıların arasında, ya da bir gölde? Empresyonist ressamlar nasıl tuvallerini alıp doğaya çıktılarsa, Chihuly de camlarını dış mekanlara taşıdı. Daha önce görülmemiş mega boyuttaki enstalasyonlar olarak. Teknik hakkında fikriniz olduğunda bu boyutta tek başına çalışabilmek için insanüstü bir güce sahip olmak gerektiğini anlarsınız. Bu kadar değişik formdaki camın üflenmesi, şekillendirilmesi, dünyanın birçok köşesine nakliye edilmek üzere hassas bir şekilde paketlenmesi ve son derece meşakkatli bir iş olan enstalasyonun kurulması. İlk tasarım sonrasındaki bütün bu işler fiziki güç de gerektiriyor. Evet bu bir ekip işi ama Chihuly önce kafasındaki projeyi resmediyor, sonra sanatçının yönetiminde onun tasarım dilinden anlayan asistanları ve cam artizanlar her tasarım için gereken formları oluşturmak için üflüyor, eğiyor, kesiyor, döndürüyor, camı şekillendiriyorlar. Bazen de tesadüfi güzel bir form yakalandığında durduruyor, şanslı hatalardan doğan güzellikleri görüyor ve değerlendiriyor. Ama bütün bu işlemlerde tek bir kimse söz sahibi; Dale Chihuly. Sergilerinde videolar da oynatıyorlar, atölyede bir eserin oluşumunu izliyoruz; Chihuly adeta bir orkestra şefi gibi idare ediyor ekibini. Kendi rolünü ‘dansörden çok koreograf, denetleyenden çok katılımcı, aktörden ziyade rejisör’ diye tanımlıyor.

Hiç bir cam ustasını seyrettiniz mi? Kapağı açık fırının önünde, kavurucu sıcakta, ciğerlerini sonuna kadar zorlayarak ucunda kor halindeki cam hamuru olan boruyu üfler. Üfler ve insanı büyüler ateşten şekiller. Eğer hiç görmedinizse bu deneyimi muhakkak yaşayın. Venedik’teki ünlü Murano Adası cam atölyeleri ile doludur ve turist turlarına açık gösteriler yapılır; genelde ufak biblolar yapsalar da, yine de artizanların mahareti şaşırtır herkesi. Cam sıcakken şekil verilebildiğine göre istenen şekli almadan soğumaması, ama şekli aldıktan sonra da formun sabit kalması gerekir. İşte cam ustaları saniyeleri doğru zamanlarlar, erimiş kor bir macun halindeki camı keser, kıvırır, birbirlerine yapıştırırlar. Bir şaştığım taraf da yapılacak objenin büyüklüğü için ne kadar cam hamuru gerektiğini hesaplayabilmeleri. Seyreden için büyülü evet ama ne kadar meşakkatli bir uğraş olduğunu görünce insan ortaya çıkan işleri daha çok takdir ediyor. Ülkemizde cam üfleme ve diğer teknikleri en keyifli şekilde görebileceğiniz ve hatta kurs alınabilen yer İstanbul’da Beykoz’a bağlı Öğümce’deki Cam Ocağı Vakfı. Sergileri dışında Chihuly’nin camları birçok gezide sürpriz olarak karşıma çıktı; Çin’de kaldığım otelin lobisinde, Napa Vadisi’nde Robert Mondavi Bağları’nın şarap tadım salonunda, Phoenix gibi botanik bahçesini gezdiğim birçok şehirde... Hepsi de bulundukları

mekanlara yakışan hoş tasarımlardı. Şimdi siz de tanıştığınıza göre gezilerinizde Chihuly’leri keşfedeceksiniz. Sanat dünyasındaki bazı otoriteler varsın Chihuly’nin sanatı hakkında karışık duygular içinde olsunlar; eserlerini gördüğünüzde hoşunuza gidecek, sizi heyecanlandıracak, mutlu edecek mi? Siz kendi kararınızı verin. Rengarenk, şeffaf bir dünya sizi bekliyor.

Chihuly bu çalışmasında tropik bir kuş olan balıkçıllardan esinlenmiş olmalı.

Mengerler Lifestyle

311


312 MengerlerLifestyle


Mengerler YAŞAMIN RENKLERİNİ YANSITIR...

2/2018 Lifestyle

En İyi Satış Bayisi

FAZIL SAY EN SPORTİF CLS PROF. DR. HÜSAMETTİN KOÇAN DR. MEHMET ÖZ SERTAB ERENER AFRODISIAS

Y I L D I Z L I H A Y A T L A R • K Ü L T Ü R • S A N A T • S Ö Y L E Ş İ • G E Z İ • L E Z ZMengerler E T •Lifestyle S A Ğ313 LIK


Dünyanın en ilginç sahilleri

Doğa ruhumuza en iyi gelen yer. Huzur bulmak, dinlenmek, spor yapmak, bazen de düşüncelerimizi berraklaştırmak için kaçarız doğaya. Ormanda toprağın kokusu, bir de yeni yağmur yağmışsa, nasıl da içimizi açar; iyileştiren bir nefestir aldığımız. Deniz kenarında ise dalgaların sesi, tuzlu, iyotlu koku, merhem gibi gelir günlük hayatın koşuşturmalarına. Derin nefes almayı hatırlarız, adeta tüm güzelliği içimize çekermişçesine... Bu yazımda dünyanın değişik köşelerindeki en karakteristik sahillere götüreceğim sizleri; bir kısmına gittiğim, diğerlerini de araştırdığım bu sahillerin hepsi çok ilginç. Bir gezi kılavuzu var, ölmeden görülmesi gereken yerler yazılı kapağında, gerçekten hedef koydurtuyor insana; bu sahiller de böylesine rotalar işte, hala bu dünyada iken gidelim, görelim. Aklınıza sadece plaj ve denize girmek gelmesin, hepsinin ayrı özellikleri ve güzellikleri var; biri hariç hepsi en muhteşem tasarımcı kabul ettiğim doğanın eserleri.

314 MengerlerLifestyle

YAZI: AYŞEN GÜREL SİLE FOTOĞRAFLAR: A&F DESIGN ARŞİVİ/SHUTTERSTOCK


Whitsunday Adası ve Whitehaven Kumsalı, Avustralya

Fort Bragg, Kaliforniya, A.B.D.

Kırmızı Kum Plajı, Rabida, Ekvador

Kleopatra Adası ve Plajı, Oolitik Kum Plajı, Türkiye

Bowling Ball Beach, Bodega Bay, A.B.D.

Dorset Sahili, İngiltere

Reynisfjara, siyah lav kumsalı, İzlanda

Plankton, Bio Aydınlanmış sahil, Maldivler

Mengerler Lifestyle 315 Alexandria Troas eski liman sahili, Türkiye


DÜNYANIN EN İLGİNÇ SAHİLLERİ FORT BRAGG, KALİFORNİYA, ABD İlk olarak insan katkısı olandan başlayayım; bir güzellik olsun diye yapılmamış maalesef, hatta doğaya saygısızca bir davranışta bulunulmuş; çöp misali denize her çeşit atılan camlardan bahsediyorum. Fort Bragg San Francisco’nun kuzeyinde, 1989’daki büyük deprem ve çıkan yangınlardan sonra SF’nin tüm camlarını buradan denize dökmüşler. Deniz bu bölgede soğuk ve sahilin büyük bir kısmı sarp kayalıklardan oluşuyor, dolayısıyla buradan denize girilmediği düşünülerek uygun bulunmuş anlaşılan. Ama doğa bu camları da güzelleştirmeyi başarmış. Kum gibi deniz camı dolu bu sahil. Denizin yıllarca gelgitleri ile kumlara, kayalara sürtünerek keskinliği ve saydamlığı yok olan, kenarları yuvarlanan, benim için bir mücevher değerindeki o güzelim buğulu camları kastediyorum deniz camı dediğimde. Ege sahillerinde çocukluğumdan beri tutkumdur cam toplamak, ama tam bir avdır bizim kumsallarda, tek tük bulursunuz ve genelde aynı renklerdeki şişelerin parçalarıdır. Bu merakımı bilen kız kardeşim bana Kaliforniya’da böyle bir sahil olduğundan bahsetmişti seneler önce ve biliyordum ki bir gün oraya gidecektim. Burada camları tek tük bulmuyorsunuz, tüm kıyı şeridi kum yerine irili ufaklı deniz camları ile kaplı; fotoğrafına baktığınızda göreceksiniz, sanki rengarenk akide şekerleri saçılmışçasına... Fort Bragg’de emekli bir kaptan senelerce topladığı camlar ile bir müze açmış, adı müze ama resmen derme çatma bir kulübe. Eğer meraklıysanız muhakkak burayı görün, kaptan da hoş sohbet bir kişi; neler bulmuş neler ve çok değişik renklerde... Antika parfüm şişeleri gibi artık bulunamayan birçok nadide objenin parçaları. PLANKTON, BİO AYDINLANMIŞ SAHİL, MALDİVLER Bu büyülü doğa olayını görme ihtimalimizin yüksek olduğu sahillerden biri Maldivler. Geceleri sahile vuran dalgalar adeta parıldayan yıldızlardan oluşmuş bir tarlaya benziyor burada. Nedir bu parlayan? Yakamoz dediğimiz planktonları bazıları ay ışığının suya vuran yansıması olarak tanımlar, ki bu yanlıştır. Planktonlar hareket yeteneğine sahip olmayan, ancak denizlerdeki akıntılar sayesinde hareket edebilen tek hücreli canlılardır. Bu canlı vücudunda barındırdığı “Lüminesans” maddesi sebebiyle baş-

ka bir varlığın dokunmasıyla bir ışık saçar. Bunlardan milyonlarcası bir araya gelip geceleri bir kayık veya bir balık sürüsü geçtiğinde parıldayarak bu eşsiz görüntüyü oluştururlar. Planktonların bizi hayrete düşürdüğü pırıltılı denizi üreme dönemlerinde görürüz; milyarlarcası dünyadaki okyanusların belirli alanlarında toplanırlar. Öyle ki, havadan bakıldığında suyun renk değiştirdiği dahi görülebilmektedir. Ne kadar ironiktir ki ancak mikroskop ile görülebilen planktonlar suda yaşayan en büyük memeli olarak adlandırılan mavi balinaların en temel besinleridir. Sudaki canlı devamlılığı açısından olmazsa olmaz bir canlı türüdür. Denize girdiğinizi ve sırt üstü yüzdüğünüzü düşünün; planktonlar vücudunuzun dış hatlarında ışıldayacak ve gece karanlığında parlayan bir silüet olacaksınız. TE HOHO ROCK, YENİ ZELANDA Te Hoho Kaya ve Mağarası Coromandel Yarımadası’ndaki Cathedral Cove Marine Reserve’de yer alıyor. Hahei Plajı’ndan yürüyerek gidebileceğiniz bu doğal oluşmuş katedral görünümündeki, devasa kemer şeklindeki kaya, fotoğraf meraklıları için harika görüntüler veriyor. LAGOON ADALARI, FİLİPİNLER Filipinlerdeki birbirinden güzel lagünlerin fotoğraflarını görünce insan adeta oralara ışınlanmak istiyor. En güzelleri; Twin Lagoon Ülkenin en temiz ve berrak lagünü olan Twin Lagoon’da yüzebilir, nefesinizin yettiği kadar dalabilirsiniz. Etrafının kule gibi kalkerlerle çevrili olması da ayrı bir güzellik. Palanan Blue Lagoon İsabela’ya gitmenizin bir nedeni de bu lagünü görmek olacaktır. Suları kristal berraklığında ve etrafı ağaçlarla çevrili. Doğa aşıkları kadar ilim adamları için de çekici; ekosistemi ilginç ve değişik deniz türleri yaşamakta. Big Lagoon Yüzebileceğiniz, şnorkel ve kayak yapabileceğiniz bir lagün. Tangke Lagoon Isla de Gigantes in Iloilo başlıca turistik noktalardan biri; plajları ve

316 MengerlerLifestyle Normandiya Sahilleri'nin özelliği de at binilebilmesi.


Tangke Lagoon’un zümrüt suları her göreni hayran bırakıyor. Tayak Lagoon Televizyondaki Survivor Show’dan Caramoan Adaları’nı tanıyacaksınız. Ilık sularında yüzebilir, ya da sadece dinlenip manzaranın keyfini çıkarırsınız. WHITSUNDAY ADASI VE WHITEHAVEN KUMSALI, AVUSTRALYA Whitehaven, Beyaz Cennet demek; dünyanın en bozulmamış plajlarından biri ve Avustralya’nın en güzel sahili seçilmiş. Bembeyaz kumu, berrak suyu ile dünyaca ünlü Whitehaven Kumsalı Avustralya’nın muhteşem mercan kayalıkları Great Barrier Reef’in de tam kalbinde. Whitsunday Adası’ndaki sahil 7 km. Adaya sadece deniz motoru ve deniz uçağı ile ulaşım mümkün. DORSET SAHİLİ, İNGİLTERE İngiltere’nin birçok sahilinde dinozor, mamut, deniz kabuğu, köpek balığı dişi, ekinoid ve kabuklular gibi birçok fosil bulabilirsiniz, bu sahillerin en ünlüsü de Dorset. Burton Bradstock yöresinde oturanlar zengin ammonit yatakları ortaya çıktığı için Burton isimli falezin düşmesini dört gözle bekliyorlar. Ancak yamaç düşüşü her iki - üç senede bir gerçekleşiyor. Keates Quarry Buradaki iki ayrı bölgede sauropod dinozorlarının izine rastlanmış; sığ bir gölün etrafında toplandıklarını kanıtlayan izlerini takip etmek çok ilginç. Bu yöre izin alınmadan gezilemiyor, rehber eşliğinde ayrıca fosil avı turları da mevcut. Corallian sarp kayalıklarındaki Pirates Cove’da ise koleksiyonerler bol miktarda deniz kabuğu fosili bulabiliyorlar.

Lagoon Adaları, Filipinler

Te Hoho Rock, Yeni Zelanda

Mengerler Lifestyle

Cave Beach, Algarve, Portekiz

317


DÜNYANIN EN İLGİNÇ SAHİLLERİ

Flamingo Beach, Aruba

BOWLING BALL BEACH, BODEGA BAY, A.B.D. Bodega Bay Kaliforniya’da bir körfez; Alfred Hitchcock’un “Kuşlar” filmi bu civarda çekilmiş. Şaşırtan bir sahil; her zaman lider tasarımcı olarak kabul ettiğim doğa yine ne şekiller yaratmış. Gerçekten de bowling topları yuvarlanmış ve sıralanmış gibi. Burayı gezmeden önce med cezir saatlerini bilmek gerek, deniz çekilmedi ise kayalar deniz altında kalacağından göremezsiniz. KIRMIZI KUM PLAJI, RABIDA ADASI, ECUADOR Galapagos Adaları’na gelirken belki yeşillikler boyunca beyaz bir sahil hayal ediyordunuz; Rabida Adası koyu kırmızı kum ve sarp volkanik kıyı şeridi ile sizi şaşırtacak. Bu renk volkanik maddedeki demir oranının yüksek olmasından kaynaklanıyor. Sahile indiğinizde sizi ilk deniz aslanları karşılayacaklar, çabuk bir fotoğraf çekmek mümkün ama aygır deniz aslanına dikkat etmek gerek, kolonisini korumak için agresif davranabilir. Ada ayrıca deniz iguanaları, kahverengi pelikanlar, fla318 MengerlerLifestyle

mingo sürüleri, masmavi ayaklı Blue footed ve Nazca Boobies gibi birçok canlının evi.

ilgili uyarı tabelaları uyarının ciddiyetini kanıtlıyor.

REYNISFJARA, SİYAH LAV KUMSALI, İZLANDA Beyaz, kırmızı ve şimdi de siyah bir sahile gidiyoruz...

KLEOPATRA ADASI VE PLAJI, OOLİTİK KUM PLAJI, TÜRKİYE İki tane de bizden ve ikisi de bizi geçmişe götürüyor...

İzlanda’da yanardağların lavlarından yükselen birçok volkanik sahil var, fakat Vik kasabası yakınındaki Reynisfjara’daki bazalt kütlelerinden oluşan kolonlar insanı hayret içinde bırakıyor. 1991’de yapılan bir sıralamada dünyanın tropik olmayan 10 en güzel sahilinden biri seçilmiş. Yanardağdan akan lavlar denize değer değmez katılaşmış, lavlardan enteresan formlar oluşmuş, güneşlenilen değil ancak görülmesi gereken bir sahil burası.

Lise yıllarındaydım Kleopatra Plajı’nı gördüğümde; kumları avucuma aldığımda inanamadım, minicik yusyuvarlak kum taneleri... Bilimsel açıklaması da Ooid’lerin kalsiyum karbonatla kaplanmış, genelde çapları 2 mm’den az tanecikler olduğu.

Burayı ziyaret ederseniz çok önemli bir uyarıdan bahsetmek istiyorum; denize yakın yürümek ve hatta selfie çekerken arkamızı denize dönmek çok tehlikeli imiş; birden bire ortaya çıkan güçlü dalgalar ölümcül olabiliyormuş. Kıyıdaki hayatını kaybedenlerle

Kleopatra Plajı adını Antik Mısır’ın son Helenistik Kraliçesi Kleopatra’dan almış. Marmaris’in kuzeyinde bulunan bu plaj altın sarısı, “Oolitic” denilen yusyuvarlak kum taneciklerinden oluşan kumsalı ve denizi ile meşhur. Bu özel kumdan hatıra almak yasak. Bu civarda başka bir bölgede böyle bir kum yok, rivayete göre Kleopatra bu kumu Mısır’dan getirtmiş. Cedrae Antik Kenti’ne ait şehir duvarları ve antik tiyatro kalıntıları ve


DÜNYANIN EN İLGİNÇ SAHİLLERİ

Pink Sand Beach, Bahama Adaları

Agora da var. Bölgedeki epigraflardan burada Apollon onuruna atletizm festivallerinin düzenlendiği anlaşılmakta. Efsaneye göre, Kleopatra ve Antonius burada yüzmüşler. ALEXANDRIA TROAS ESKİ LİMAN SAHİLİ, TÜRKİYE Türkiye’mizde nice kültürler yaşamış ve kıymetini yeteri kadar bilmediğimiz arkeolojik eserler bırakmışlar geriye. Geyikli’nin Dalyan Köy Sahili’nde hem plaj kısmında, hem de denizin içinde devam eder kalıntılar. Henüz deniz kısmında çalışmalar yapılmadı ama dalarak balık avlayanlar iyi bilirler, denizde de mermer ve granit sütunlar, mimari parçalar balıklara yuvadır. Batık şehir Atlantis’de yüzdüğünüzü sanır, sadece denize değil, hayallere dalarsınız. Tepedeki Alexandria Troas şehrinin liman kısmıdır burası, kumsala oturur eski halini gözünüzün önüne getirmeye çalışmak eğlenceli bir düş oyunudur; yanaşan yelkenliler, gemilere yük indirip bindirenler, beyaz elbiseleri uçuşan Troya’lılar. Çanakkale yakınındaki Truva sanmayın, Alexandria Troas Bozcaada’nın karşı sahilinde yer alır. Yaz aylarında kazılar devam etmekte, limana kadar uzanan harika bir mermer yol çıkardılar ortaya. Ayrıca hamam, çarşı ve ev yerleşimlerinde de çalışmalar var. Çıkan birkaç mermer lahit dantel gibi işlenmiş ve üzerinde Helenistik yontulmuş figürler yer almakta. Kazı sırasında konuşma şansı bulduğum arkeoloğun dediğine göre kazılar tamamlandığında Efes’ten daha büyük bir şehir çıkacakmış ortaya. Bahar geldi, önümüz yaz, şarkılardaki gibi; “Sahiller Bizi Bekler”...

Bowling Ball Beach, Bodega Bay, A.B.D.

Mengerler Lifestyle

319


SÖYLEŞİ: AYŞEN GÜREL SİLE FOTOĞRAFLAR: GARO MİLOŞYAN

S Prof. Dr. HÜSAMETTİN KOÇAN

Sanatçı, Akademisyen ve Baksı Müzesi’nin kurucusu Prof. Dr. Hüsamettin Koçan ile samimi bir söyleşi gerçekleştirdik. 320 MengerlerLifestyle

izinle tanışmamız Tatbiki Güzel Sanatlar Yüksekokulu’ndaki öğrencilik yıllarım. En sevdiğimiz asistanlardandınız, öğrencilerle dostane bir ilişki kurardınız. Türkiye’de sanat camiasına çeşitli dallarda katkıları olmuş bir kişisiniz; önce bize sanatınızı, nelerden esinlendiğinizi anlatır mısınız? Ahmet Oktay bir gün “Hüsamettin sen Anadolu halk resmini araştırıyor, yaptığın resimlerde uygarlıklarına göndermeler yapıyorsun, Anadolu’da gidip sergiler açıyorsun... Bu bütünlük senin için önemli, acaba bunun farkında mısın?” dedi. Üzerinde düşünmeye başlayınca fark ettim ki Ahmet Bey haklı. Alanya’da eski bir Selçuklu Tersanesi’nde Selçuklu, Çankırı’da tuz mağarasında ‘Tuz Tadı’ sergilerini, ‘Osmanlı ve Bizans’ serilerini yapmıştım... Tezim de zaten ‘Anadolu Halk Resimleri’ üzerine idi. Anadolu’daki kültür birikimini çok önemseyerek bugünün dünyası arasında bir bağ kurmaya çalıştım. Derine indikçe de Şamanizm kültürü ile buluştum. Tüm heykellerimin referans noktası da bu. Cam altı resminden yola çıkarak camın yerine başka hangi malzemeleri kullanabileceğimi araştırdım. Hayatı, teknolojiyi ve çağı taşıdım. Bunu yaparken de aslında bir kültür ögesinin hamurunda olmazsa olmazın tarihi, yaşadığı coğrafya ve çağın duygusu olduğunu keşfettim. Bunlardan birinin eksik olması imkansız… Anadolu’nun coğrafyasını, tarihini birikimini, mitolojisini, daha da önemlisi bugününün ruhunu ve gelecek hayalini işin içine katan bir sanat yolculuğu yaptığımı düşünüyor ve bunu tutkuyla savunuyorum. Çocukluk yıllarının sanatınızda ayrı bir yeri var; duygularınızı eserlerinize nasıl yansıttınız? Ben geçtiğimiz sene “Ayağımdaki Diken” başlıklı bir sergi açtım. Sergi tamamen çocukluk anılarıma dayanan bir seriden oluşuyordu. Bütün önyargılardan sıyrılarak ve bir anı sessizliği yaratarak baktığımda ortaya çıkan işlerin bir hatırlama, yansıtma ve eleştiri niteliğinde olduğunu gördüm. En son noktada ise anıların tartışmaya açılan boyutunu


PROF. DR. HÜSAMETTİN KOÇAN kavramsallaştırdım. Ailem erkek çocukları özgüvenleri olacak şekilde destekleyerek büyüttüler. Ben hala yalnız kaldığım zaman çocukluk yıllarıma dönerim. İki defa babamın öldüğü haberi geldi. Babam gurbetçiydi, iki yılda bir gelirdi. Şimdi Baksı’yı yaptığımız tepede babamı beklerdik. Tüm bunlara rağmen mutlu yıllardı. Ya kız çocukları? Kız kardeşimin okutulup okutulmaması konusunda babam bizim fikrimizi sormuştu. Biz maalesef o zaman okumasın demiştik. Benim bir küçüğüm olan kız kardeşim ailenin tek kız çocuğuydu. Okusaydı şimdi bambaşka bir insan olabilirdi. Müthiş dirayetli ve tutarlı biridir. Bayburt’ta bugün kız çocukları okumaya teşvik ediliyor mu? Baksı Kültür Sanat Vakfı kadın odaklı bir vakıf. Yetenekli ve zeki kızlara burs verdik; üniversiteye giden kızlarımız var. Kadınlarla atölyeler düzenliyoruz, eğitimlerine destek veriyoruz, kadın yöneticilerimiz var... Sanatçı olarak yaşam zor. Mezuniyetinizin ardından ilk yıllarınızda ne gibi işler yaptınız? Okuldan mezun olanların geçecekleri bazı yollar var, bunları sizden öğrenmeleri yararlı olacaktır. Bizim aslında genç kuşaklara örnek olmak adına hayatımızı daha ayrıntılı olarak anlatmamız gerek. Benim hayatım daha dolambaçlı bir hayat… 3 yıl mühendislik okuduktan sonra akademiye girdim. Asistan olduğumda çok az maaş veriyorlardı. Patine işleri, ufak tefek vitraylar gibi işler yapıyorduk. O zamanlar Sheraton bugün ismi Ceylan Intercontinental olan otelde bir yarışma açılmıştı. Fakat bu iki aşamalı yarışma isme açılmıştı ve bizi yarışmaya kabul etmiyorlardı. Gide gele, konuşa konuşa yarışmayı gençlere de açtırmaya ikna ettik. Bu sırada eşim Oya ile birlikte orada yeni kuşakları kabul ediyorlar diye ya Avustralya’ya gideceğiz ya Kanada’ya diye düşünüyorduk. Fakat yol paramız yoktu. Bu yüzden de para kazanmamız gerekiyordu. 5 tane eskizle yarışmaya girdim. 5 eskizim de birinciliği kazandı. Böylece bir yıl yurtdışında yaşayabilecek kadar para kazanmış olduk. Sonra orada uygulamalarım oldu. Ardından The Marmara Otel yapılıyordu, o da yarışma açtı. O sıralar yeni açılan oteller böyle yarışmalar düzenliyordu. O dönemdeki bu yarışmaların Abdurrahman Hoca’nın (Abdurrahman Hancı) sanatla mimarinin birleşmesine ve birçok insanın hayata atılmasına vesile olduğunu düşünüyorum. Böylece biz bir piyasa edinmeye başladık. Giderek yeni sermayeler geliyor, sanata yatırım artıyordu. Boğaz'da yapılan yeni yalıların donatılmaya ihtiyacı vardı. Vitray ve bunun gibi sanatları yapabilen sanatçılar aranıyordu. Durum böyle olunca biz 140 kişinin çalıştığı bir atölye kurduk. O sıralar sermaye olarak bankalar devreye girdi. Eğer o dönemde duvar resmine yatırım yapılmasaydı, biz buradan gidecektik. En sonunda da kurumsallaştık. Kendi ülkemizde yaşayabilmek için yeterince imkanımız ve cesaretimiz oldu. 1990’a kadar bu kurduğumuz atölyelerde çalışmaya devam ettik. Bir gün baktım ki iyi para kazanıyoruz fakat ortada bir tatminsizlik var. ‘Biz evlere dekorasyon yapıyoruz; sanat yapmıyoruz’. Bunu fark ettikten sonra bir gün eşyalarımı toplayarak atölyeden çıkıp eve gittim ve bu işe devam etmeme kararı adım. 1990 yılından sonra sadece resim ve heykel yaparak hayatımı sürdürmeye başladım. Mengerler Lifestyle

321


PROF. DR. HÜSAMETTİN KOÇAN Hangi yıllarda okulumuzun dekanı oldunuz? Okul sistemine getirdiğiniz yenilikleri anlatır mısınız? 1995’ten 2006’ya kadar üç dönem dekanlık yaptım. Dekan olduktan sonra arkadaşlarla yasaklanmamış ne kadar eylem varsa hepsini yaptık ve danışma kurulları kurduk. Böylece devletten kaynak beklemek yerine sektörden kaynak sağlamaya başladık. Uluslararası ilişkileri yoğunlaştırdık. Fakülteyi bir güncel sanat merkezi haline getirdik. 2-3 galeri vardı. Her bölüm için bir galeri açtık ve en sonunda 11 galeriye ulaştık. Dinamik bir yapıya doğru gittik. Üç ayda bir 11 galeride 11 sergi açıyorduk. Her bölüm üç ayda bir yeni bir sergi açmak için çalıştı. Fakültenin kendisi de uluslararası bir sergi düzenliyordu. Böylece fakülte güncel bir sanat merkezi gibi işler hale gelmişti. Bu durum öğrenciye ve öğretim üyesine bir özgüven sağlıyordu. 30 dolaylarında uluslararası kurumla iş birliği yaptık. Tatbiki geleneğinin ve Bauhaus’un Türkiye’de sanat eğitimine çok ciddi katkıları olduğunu düşünüyorum. Özellikle de tasarım dünyasında. Siz gençlere burs verilmesi konusunda da çok ciddi çalışmalar yaptınız. Ben problemleri çözmek için dekan olmuştum ve beni bu sebeple desteklemişlerdi. Bütün sistemi gözden geçirdik. Benim attığım en önemli adım fakülteler ile sektörler arasında dinamik bir ilişki kurmaktı. Çünkü sektörler daha dinamiklerdi ve dünyayı algılama konusunda müthiş bir enerjileri vardı. Halbuki akademi daha yavaş ilerleyen daha özgüven sorunları olan bir sürece sahip. Bu yüzden her bölüme ve ayrıca dekanlığa danışma kurulları kurarak, bugüne kadar süre gelmiş bütün mali sorunları çözdük. Öğrencilere ve öğretim üyelerine burs bulmaya başladık. Galerileri özel sektörlerin katkılarıyla kurduk. Anlaşmalı olduğumuz kurumlar ve firmalar uluslararası fuarlara asistanlarımızı ve öğrencilerimizi götürmeye başladılar. Böylece sektörün enerjisini ve potansiyelini fakülteye kazandırdık. Gerçekleşen hayaliniz; Baksı Müzesi Avrupa’nın en iyi müzesi seçildi. Bu hayal nasıl başladı ve nasıl gerçekleşti? Bizim eskiden köy konaklarımız vardı ve kültür merkezi işlevi görürdü. Cenk hikayeleri okunur, aşıklar atışır, problemler tartışılır, müthiş keyifli sohbetler yapılırdı. Bu konaklarda her gün bir öğün yemek yenirdi 322 MengerlerLifestyle

ve nöbetçiler vardı. Nöbetçiler her gün köyde tanrı misafiri var mı diye bakarlar; eğer varsa konağa getirir, yedirir, içirir ve yatırırlardı. 1987’de babamı kaybettim. Köydeki mezarlığa gömmeye karar verdik. Babamı götürdüğümüzde gördüm ki ne konaklar kalmış ne de bu gelenekler. Herkes bir siyah beyaz televizyon almış, ismine de konak demiş... Ne yapayım, ne edeyim diye düşünürken babam için bir konak yaptırmaya karar verdim. Akrabalarımızı bir araya topladık ve durumu anlattık. Çok heyecanlandılar. Kütüphanesi ve bir iki tane de tezgahı olan bir konak yapmaya karar verdik. Bunun için bir grup kurduk; öğretmeni de başkan yaptık. Döndükten iki ay sonra mektup geldi “masraf etme, sen gidince kimsenin heyecanı kalmadı” yazıyor. Öylece kaldı. 2000’de bir sağlık problemim ortaya çıktı. Kötü bir doktor da kötü şeyler söyleyince bu konak yaptırma meselesi tekrar aklıma geldi. ‘Yapayım da ondan sonra gideyim’ diye düşündüm… Kolları sıvadım ve hemen bu projeye başladım. Bu proje büyüdü ve bugün Baksı Müzesi oldu. Ölmeden önce bitsin diye düşündüğüm için proje çok hızlı ilerledi. Babamı köye götürdüğümde konakların yok olduğunu görmem üzerine konakla direnç oluşturma fikri vardı. Baksı böyle ortaya çıktı ve bugünlere geldi. Çok yorulduk ama çok da övünülecek işler başardık. Bir de eşimin fedakarlığı; eşim şehirli bir seramik sanatçısıydı. Köyü benimle tanıdı. Şimdi bakıyorum da inanamıyorum nasıl bana güvenmiş de benimle o dağlara gelmiş; benim ait olduğum toplumu sevmiş diye. Bu çok kıymetli. Ana binayı bitirdiğimizde paramız da bitti. Dragos’taki evimizi satıp, küçük bir daire alırız diye düşündüm. Oradan gelecek parayla da böylece ana binayı yaptırabilirdik. O zamanlar eşim Oya üzüldü. Sonra mayıs ayında onu müzeye götürdüm. Bir sabah uyandık, kuşlar ötüyor, her yer yemyeşil... Oya “Evi satalım.” dedi. Ondan sonra işin rengi değişti. Sanatçılar evi satmamı istemedi. Herkes bize birer resim verdi ve 125 resimden oluşan “Şaman Güncesi” başlıklı bir sergi açtık. Para lazım olduğu için resimlerin bir kısmını sattık. Sanatçının yüreğinin en derininde müthiş bir cömertlik vardır. En önemlisi de bu sayede insanların yüreğinde hala doğru bir şeyin yanında olmak ve onun için özveride bulunmak olduğunu gördüm. Ben bunun unutulduğunu düşünüyordum. Hala temiz,


PROF. DR. HÜSAMETTİN KOÇAN doğru insanlar var. Baksı’da bunu gördüm. Bir başka şey daha gördüm; vazgeçmezseniz başarıyorsunuz. Öyle şeyler oldu ki kimseyle paylaşmadım, paylaşamam da. Tereddütlü davranıp, geri adım atsaydım her şeyi kaybedecektim. Büyük bir yalnızlık içinde direndim. O güç nereden geldi bilmiyorum... Yetişmeden gelen bir şey olduğunu düşünüyorum. Biz çok masal dinlerdik. Masallarda kahramanlar riske girerler ve sonunda kazanırlardı. Anadolu’da masal eğitimi diye bir şey vardır. Masallarda kahramanlar dağları aşar, ateşlere koşar, nehirleri geçer, yedi başlı devle savaşır ve sonunda amacına ulaşırlardı. Bu yüzden masal dinlemiş olmayı çok değerli bulurum. Müzenin yapısı, programları ve etkinlikleri hakkında bilgi verir misiniz? Dünyadaki diğer müzeler nasıl profesyonellere dayalı olarak çalışıyorsa, Baksı Müzesi de öyle çalışıyor. Fakat bizim müzenin, benim çok önemsediğim, başka bir özelliği de var; arkasında sermayesi olan bir kuruluş değil. Birikmiş paramız birinci bölümün inşaası sırasında bitmişti. Bu nedenle bugüne kadar sivil katkılarla varlığımızı sürdürdük. Belli dönemlerde destek veren belli kurum ve kişiler vardı; mesela, Polimex ve dostum Ali Akkanat gibi. Bizim projemiz bir gönüllülük esasına dayanıyordu. Mimara da, mühendislere de para vermedik, herkes destek verdi. Doğrusunu isterseniz, Baksı Müzesi bir gönüllülük destanıdır ve biz bunu kaybetmek istemiyoruz. Gönüllülüğü kurumsallaştırarak burayı gönüllülükle sürdürülebilir bir kurum haline getirelim istiyorum. Bu sebeple de ben kadınlara çok güvendiğim için yönetim kurulu üyelerimizin hepsi kadındır. Yalnızca bu sene Oya ile yer değiştirdik. Yönetim kurulumuz 14 kişiden oluşuyor ve benim dışımdaki herkes kadın. Kadın odaklı eğitimler düzenliyoruz. Atölyelerde üretilen işler pazarlanıyor. Çevre insanının ekonomik koşullarının iyileştirilmesini istiyoruz. Böylece sosyal erozyonun önüne geçebileceğimizi düşünüyoruz. Bunun yanı sıra Tabanlıoğlu Mimarlık’ın tasarladığı büyük bir projemiz var. Melkan Gürsel zaten yönetim kurulumuzda. Bayburt’ta büyük bir bina yapıyoruz. Bu bina Cannes’da MIPIM Fuarı’nda Architectural Review tarafından sivil projeler kategorisinde büyük ödül aldı. Bu projeyi yine gönüllülük katkısı ile üreteceğiz; binayı

kreşi, konferans salonları, eğitim birimleri, tasarım atölyeleri olan bir kadın istihdam merkezi olarak açmayı planlıyoruz. Böylece çevrede yaşayan kadınların ekonomik güçlerini ellerine almalarını ve hayata katılmalarını sağlamak için bir alan açıyoruz. Diğer önemsediğimiz bir proje de her sene düzenlediğimiz çocuk şenlikleri. Bu şenliklerde bir hafta boyunca düzenlenen atölyelerden sonra seçtiğimiz yetenekli çocukların desteklenmesini ve kendi kulvarlarında ilerlemelerini sağlamak istiyoruz. Böylece ilkokuldan liseye kadar farklı yaş gruplarından 25 çocuğa burs alma imkanı sağlıyoruz. Bu sene bu şenliklerin 6’ncısını düzenleyeceğiz. Kadınlar ve çocuklardan sonra üçüncü hedefimiz ise müzecilik ve üretimi birleştirerek kültür turizmini geliştirmek. Karadeniz’e düzenlenen kültür turlarının çoğu son zamanlarda rotalarına Erzurum’u ekleyerek Erzurum’dan Baksı’ya geliyorlar. Baksı’da kaldıktan sonra tekrar Trabzon’dan geri dönüyorlar. Böylece oradaki turizm rotasını değiştirmiş olduk. Bu Baksı’nın misyonunun ve yaşamının köklenmesi için çok önemli bir gelişmedir. Baksı Müzesi fuarlarda da yer alıyor, ne gibi yorumlar aldınız? Fuarlar bize yeni bağlantılar bulma konusunda yardımcı oluyor, yeni simalarla tanışıp, yeni ilişkiler kuruyoruz. Bu sebeple Contemporary İstanbul’da, TÜYAP’ın düzenlediği İstanbul Sanat Fuarı’nda, EMITT Fuarı’nda ve katıldığımız diğer fuarlarda şaşırtıcı derece büyük bir ilgi görüyoruz. AKM Onur Üyesi seçildiniz, tebrik ederim. Bu bağlamda sizin oradaki misyonunuz nedir? Şimdiye kadar 5-6 kişiye verilmiş olan Türkiye Büyük Millet Meclisi Kültür Onur Ödülü 2014’te bana verildi. Bu, ülke kültürünü uluslararası ölçekte tanıtan ve özgün çalışmaları ile kültüre ve ulusal değerlere katkı sağlayan kişilere verilen bir ödül. Bu sene de Kültür Bakanlığı Baksı Müzesi’ni Kültür Bakanlığı Özel Ödülü’ne layık gördü. Bugüne kadar Baksı Müzesi’nin aralarında Contemporary İstanbul Sanata Katkı, TÜYAP Sanata Katkı ve bölgesel ödüllerin de aralarında yer aldığı 15-20 tane ödülü var. Mesele temiz ve düzgün bir sistem kurmak. Kişisel çıkarlardan uzakta, insan için, uygarlık için değer üreten bir yapı inşa etmek.

Sizi, hayalinize destek veren sanatçıları ve katkıda bulunan sanatseverleri, Türkiye’de sanata verilen değeri yücelttikleri için tebrik eder, bize ayırdığınız vakit için teşekkür ederim. Mengerler Lifestyle

323


324 MengerlerLifestyle


Mengerler YAŞAMIN RENKLERİNİ YANSITIR...

En İyi Satış Bayisi

3/2018 Lifestyle

KÜLTÜR MERKEZLERİ DÜNYANIN İLK ATLASI YENİ A-SERİSİ ZIRHLI ARAÇLAR BİRGİ

Y I L D I Z L I H A Y A T L A R • K Ü L T Ü R • S A N A T • S Ö Y L E Ş İ • G E Z İ • L E Z ZMengerler E T •Lifestyle S A Ğ325 LIK


DÜNYANIN İLK ATLASI

326 MengerlerLifestyle

Çok gurur duyacağınız bir müjdem var! Yıllarca Topkapı Sarayı Kütüphanesi’nde saklı kalan insanlığın en önemli kitaplarından, Amerika’nın keşfine neden olan Ptolemaios’un Atlas’ı, artık tüm bilim dünyasının ulaşabileceği bir kitap olarak, üstelik de ülkemizde, benzeri değerdeki kitapların üzerinde bir kalite ile faksimile olarak basıldı. Kitabın Fatih Sultan Mehmet ile ülkemizde başlayan hikayesini paylaşacak, kurtarılmasında, korunmasında, restorasyonunda ve en nihayet yeniden basılmasında katkısı olan ve emeği geçen kişilerden bahsedeceğim. Bu proje tam bir gönül işi olmuş; uzun seneler süren bir mücadele, yılmadan

ve maddi - manevi özveri sayesinde gerçekleşmiş. Elime aldığımda diyemeyeceğim, çok büyük ve ağır; 10 kg ağırlığında iki ciltten oluşuyor. Masanın üzerine yatırıp haritaları incelerken, heyecan, saygı, hayranlık ve bu güne kadar gelmesinde payı olan herkese minnet duyguları ile sayfaları çevirdim. Bu kitabın yeniden basılmasına gönül veren profesörlerimizi uluslararası akademilerdeki saygın ünvanları ile takdim etmek istiyorum; Prof. Dr. Dr. h. c. mult. Celal Şengör Prof. hon. causa. Rus. Akad. Nauk İlber Ortaylı. İlber Hoca’nın yazdığı harika ‘Sunum Yazısı’ndan bir paragraf;


YAZI: AYŞEN GÜREL SİLE FOTOĞRAFLAR: GARO MİLOŞYAN BOYUT YAYIN ARŞİVİ İsviçre Bern Klasikler Ensitüsü Ptolemaios Projesi araştırma merkezinden Alfred Stückelberger, Florian Mittenhuber ve Robert Fuchs isimleri altındaki önsöz şöyle başlıyor; Bugün Topkapı Sarayı’nda muhafaza edilen Codex Seragliensis Gİ 57 Ptolemaios’un (Batlamyüs) Coğrafya’sının en eski metinlerinden biridir ve bu kitabın tıpkıbasımının amacı bilim tarihi için temel bir belge niteliğinde olan bu el yazmasının geniş bir ilgili topluluğun kullanımına sunmaktır.

Prof. Dr. Celal Şengör, İTÜ kitap lansmanından.

“Büyük Atatürk Topkapı’daki eserlerle ve Fatih’in kitap mirasıyla çok ilgilenmiştir. Celbedilen uzmanların isabetli koruma tavsiyesiyle eser 20. yüzyılın son 10 yılına ulaştı. Selefim Dr. Filiz Çağman, Dr. Robert Fuchs’un eserin restorasyonu için gösterdiği 30 bin Euro bedelin bakanlık tarafından ödenemeyeceğini belirterek aziz dostum Profesör Celal Şengör’e ‘çok ilgilendiğin ve bu ilginde haklı olduğun için “Ptolemaios Atlası”nın tamirini acaba karşılar mısınız’ diye sordu. Celal Şengör, “Ptolemaios Atlası”nın dostu ve kurtarıcısıdır. Onun desteğiyle atlas tamir edildi. Basımı için de Boyut Yayınları devreye girdi. Eseri basma konusunda heyecanla ilgi gösteren Bülent Özükan’a teşekkür borçluyuz. Bugün önümüzde bir “Ptolemaios Atlası” var ve bunu bu yeni Türkiye’nin aydın çocuklarına borçluyuz.

Mengerler Lifestyle

327


PTOLEMAIOS ATLASI Prof. İlber Ortaylı’nın tabiri ile “Ptolemaios Atlası”nın dostu ve kurtarıcısı, uluslararası jeoloji profesörü Celal Şengör ile adeta bir kültür ibadethanesi olan kütüphanesinde söyleşimizi gerçekleştirmek üzere buluştuk. Celal Bey, çok duygu yüklü bir an olduğunu tahmin edebiliyorum, kitabı ilk gördüğünüzde neler hissettiniz? Çok heyecanlandım tabii, düşünebiliyor musunuz, 13. yüzyıldan bir kitap görüyorsunuz ve biliyorsunuz ki bu kitabın orijinali MS 2. yüzyılda yazılmış, müthiş bir şey. Define bulmuş gibi değil mi? Hakikaten öyle... Ve tabii sonra hikayesini, Fatih Sultan Mehmed’in kütüphanesinden geldiğini ve Atatürk’ün ne kadar değerli olduğunu anlayıp sahip çıktığını öğrenince, çok hoşuma gitti. Dünyada kaç tane var? Üç tane var; biri Vatikan’da, biri bizde, üçüncüsü ise ne yazık ki parçalanmış durumda Danimarka’da, metin kısmı ise Yunanistan’daki Athos Manastırı’nda duruyor. Kitap ilk nasıl ortaya çıkıyor? Atlas, Hristiyan dünyasında kayboluyor ama İmparator II. Andronikos’un kütüphanecisi Maksimus Planudes bu kitabı inatla bulmak istiyor ve bütün Ortodoks teşkilatına kitabı arattırıyor, sonra bulunuyor. Vatikan’daki nüshanın İmparator’un nüshası olduğu tahmin ediliyor.

Prof. Celal Şengör adeta bir kültür ibadethanesi olan zengin kütüphanesinde. Sohbet sırasında zaman zaman konudan konuya geçtik, bilgi yüklü, tarihe yolculuk yaptığımız bir söyleşi oldu. Ne kadar kültürlüyüm dese kişi öğrenmenin sonu yok.

328 MengerlerLifestyle

Klaudios Ptolemaios’un atlasını el yazması tıpkıbasım olarak gerçekleştirme fikri ilk ne zaman oluştu ve bu süreçte ne gibi zorluklarla karşılaştınız? Bu fikir ilk defa Ptolemaios projesinin babası diyebileceğimiz benim sevgili dostum Bern Üniversitesi Klasik Profesörü Alfred Stückelberger’in aklına geldi. Ptolemaios’un yeni bir yayınını yapmak istiyordu. Topkapı Sarayı’ndaki nüshayı da görmek istemiş. Sarayın müdiresi Dr. Filiz Çağman idi, “Celal gel bak, Ptolemaios’u çıkartacağız İşviçrelilere, sen de gör.” dedi. İsviçreliler, Ptolemaios’u okuyabilmek için dünyanın en ünlü restoratörlerinden Robert Fuchs’u getirmişlerdi. Par-


PTOLEMAIOS ATLASI şömen çok karbonize olduğu için okunamıyor ancak üzerine ultraviyole ışık tutarsanız okunuyor, Robert’in görevi oydu. Filiz Hanım, “Bunun restore edilmesi lazım, Prof. Stückelberger de aynı fikirde, yalnız devlet para vermiyor, sen verir misin?” dedi. Eşim Oya ile “hemen veririz” dedik. Alfred “Eğer bu restore edilecekse bir de faksimile baskısını yapmak lazım ki bütün bilim dünyası ulaşsın buna.” dedi. “Topkapı Sarayı izin verir mi?” Filiz Hanım, “Alırız.” dedi. Onun üzerine kim yapacak, “Schwabe yapsın.” dedi Alfred; onlar kendi adamlarını tanıyor tabii. Sonra biz Bülent Bey (Özükan) ile konuşurken, “Ben yaparım.” dedi. ‘Bülent Bey bu Müslüman mahallesinde salyangoz satmaya benziyor, siz yaparsınız da satamazsınız, Türkiye’de, değerini bilmiyorlar’. “Yok, yok ben bunu para düşünmeden yaparım, bu dünya için çok önemli bir şey.” dedi. Tabii çok mühim, Amerika’nın keşfine sebep olan kitap, yani daha var mı bunun ötesi? Müthiş bir şey bu! Bülent Bey, bunun üzerine beni de işe aldı, bana da epeyi para ödedi, çünkü bana tercüme yaptırttı. Gördüğünüz bütün o tercümeleri Almanca’dan Türkçe’ye, İngilizce’ye, Türkçe’den Almanca’ya, İngilizce’ye hepsini ben yaptım. Kitabın araştırması Almanca yapılmıştı, bütün bu tercümeler 6 ay kadar sürdü. Kaç lisan biliyorsunuz? Almanca, İngilizce ve Fransızca bilirim, İtalyanca ve İspanyolca okurum. Yunanca da okurum ama anlamam, efendim ailemde Yunanca bilmeyen ilk nesilim ne yazık ki. (Osmanlıca diye ilave ediyor bu arada sohbetimizi izleyen Bülent Bey, ‘Onu saymıyorum canım kendi lisanımız’ diyor Celal Bey.) Ailenizin anne tarafı Yunanistan’dan, ya baba tarafı? Yugoslavya’dan; hepsi Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra gelmişler, bir tek dedem Balkan Harbi’nde kaçmış gelmiş hava kuvvetlerine, askere almışlar, benim tayyare sevgim de rahmetli dedemden gelir. Hep memleket hasreti çekmişler, çok açık görüşlü, tahammüllü insanlardı, bir konu hariç; Atatürk. Atatürk’e dil uzattın mı evden kovarlardı yani, o kadardı. “O bize bir ülke hediye etti, bizim görevimiz o ülkeyi korumak” derlerdi. Sonra nasıl gelişti kitabın basımı? İsviçreliler biraz endişeliydiler böyle bir kitap Türkiye’de basılabilir mi diye fakat Bülent Bey İsviçrelilerin yapabileceğinin daha iyisini yaptı. Yani kendini de tehlikeye attı kahramanca ama hakikaten müthiş bir iş çıkardı. Türkiye’nin iftihar etmesi gereken bir değer. Türkiye bunun farkında değil, bugün Türkiye’nin içinde bulunduğu cehalet korkunçtur. Kitabın restore edilmesi ve basılması kararını aldık; restore edecek adam hazır, para hazır fakat 7 sene sürdü devletten izin almak. Bakanlıktan bir fon istenmemiş miydi? İstenmiş ama ne yazık ki bir destekleri olmamış. Ve düşünün 7 sene izin alınamıyor; bu arada Filiz Hanım emekli oldu, büyük bir şans yerine İlber Ortaylı başkan oldu. Ben İlber’e gittim, anlattım durumu, o zamanın Kültür ve Turizm Bakanı Atilla Koç'a telefon açtı, ertesi gün

izin geldi. İlber’in hakkı ödenemez bu işte, sırf izni almakla kalmadı, yakından takip etti, sonra bir de güzel bir önsöz yazdı. Kitabın hikayesini kanıtlayan belgeler var mı? Deismann’ın 1935’de yayımlanmış çok güzel küçük bir kitabı var, orada Ptolemaios’un Atlası ile ilgili yapılan çalışmalardan, mektup ve belgelerden bahsediyor. Rahmetli Halil İnalcık beni aramıştı, “Sende Deismann’ın kitabı vardır bana bir fotokopi yapıp gönderir misin?” demişti. Ankara’da Bilkent Milli Kütüphane’de yokmuş, hemen verdim. Kitap neden iki cilt halinde basıldı? Bir faksimile, yani tıpkıbasım, o kitabın kendisi. Diğer ciltte ise kitap hakkındaki araştırmalar, nasıl elden geçti, nasıl restore edildi, bunu yapan kişiler, Ibscher’in yazdığı mektup gibi belgeler yer alıyor. 1500 adet basıldı, kalite olarak benzerlerinin altında olmaması gerekiyordu, benzer şekilde faksimile yapılmışların daha üstünde bir kalitede basıldı. ‘Kitaplarının Işığında Fatih Sultan Mehmet’in Entelektüel Kişiliği’ hakkındaki kapsamlı yazınız Fatih’in bu yanını aydınlatıyor. Giriş yazınızda belirttiğiniz gibi bütün dünyada Osmanlı İmparatorluğu’nun gerçek kurucusu, dahi bir devlet adamı olarak tanınır, entelektüel yönü ise ne yazık ki daha az bilinir. Bizde bilinmiyor ama Avrupa’da biliniyor; Fatih’in entelektüel yönünü yanındaki Avrupalılardan öğreniyoruz. Osmanlı bu yönüne pek vurgu yapmamış. Tipik bir Rönesans adamı Fatih, sarayda iyi bir tahsil görmüş; Molla Gürani, Akşemsettin gibi hocaları var. Fatih’in annesi büyük bir ihtimal Sırp, sonra analığı Sırp, bir sürü arkadaşı var yabancı, bunlar bir şekilde Batı’yı koklatmışlar. Sonra çok dil biliyor Fatih; şimdi Sırpça bildiği muhakkak, o zamanki, Bizans’ta konuşulan Yunanca’yı biliyor, sonra Farsça, Slavca ve rahatça felsefi bir şekilde en iyi konuştuğu dil olarak da Arapça biliyor. İlyada’nın yanına not aldığı için İlber, Klasik Yunancayı da okuduğunu iddia ediyor. Fatih’in el yazısı biliniyor demek. Büyük bir kitap koleksiyonu varmış değil mi? El yazısı gayet iyi biliniyor, defteri duruyor çünkü. Hakkında sayısız kitap yazılan müthiş bir kütüphanesi var. Bu kitap ise 1464’te Topkapı Sarayı’na geliyor, Fatih korumaya aldırıyor, hatta içinden bir duvar haritası yaptırıyor. Fatih’ten sonra Atatürk’e kadar kitabın izini kaybediyoruz. Fuchs’un iddiasına göre kitap bir ara su içinde kalmış. Hiç kimse ilgilenmemiş, yani o kitabın o hale gelmesi yazık, kardeşi Vatikan’da pırıl pırıl duruyor. Bizdekine Seragliensis nüshası deniliyor, daha kalitelisi aslında. Sonraki Padişah II. Bayezid aşırı dindar bir adam; kitapların ne kadarı elden çıkarıldı bilmiyoruz ama mesela Fatih’in portreleri, madalyonları elden çıkarılmış, saraydaki freskler parçalanıp satılmış. Vatikan'dakine göre kalitesi ne farklılık gösteriyor? Bizdeki projeksiyon daha iyi, haritalarımız daha güzel.

Mengerler Lifestyle

329


PTOLEMAIOS ATLASI Atatürk’ün kitabın kurtarılmasındaki rolünü anlatır mısınız? Sarayın ve kütüphanenin durumu yürekler acısı bir durumda idi; 1926’da Atatürk’ün emri ile Topkapı’nın envanteri yapılırken ilk defa ortaya çıkıyor “Ptolemaios Atlası” ve o zaman da büyük sansasyon yaratıyor. Halil Edhem, Asarı Atika yani Eski Eserler Müdürü ve Topkapı’nın da başında. O tarihlerde de Adolf Deismann Berlin Üniversitesi Rektörü, aynı zamanda çok kıymetli bir Yeni Ahit uzmanı. Yeni Ahit eski Yunanca yazılmıştır biliyorsunuz ve bunlar Efes’te çalışıyorlar, arkeolojik kazı yapıyorlar, her sene geliyorlar izin almak gerektiği için. Ahbap oluyorlar böylece Halil Edhem ve Prof. Deismann ve bir gelişinde Halil Edhem birçok Yunanca kitap çıktığını ve okuyamadıklarından bahsediyor. Deismann geliyor, ilk önüne koydukları kitap İlyada; nereden buldunuz bunu diye soruyor, Fatih’in kütüphanesinden diyorlar. İkinci önüne koydukları Ptolemaios’un Atlas’ı, görünce; “Bir dakika, bu fazla önemli bir şey ama feci durumda, restore edilmesi lazım.” diyor. Atatürk’e haber veriliyor, paşaya Ankara’ya götürüp göstermek istiyorlar ama kitap harap durumda. Atatürk, “Ben geliyorum, kitabı yerinden kaldırmayın.” diyor. Atatürk Deismann’a danışıyor o da “Bunu yapabilecek bir adam var, o da Hugo Ibscher ve şu anda Vatikan’da bunun kardeşini restore etmekle meşgul.” diyor. Atatürk; “Davet edersek gelir mi?” diye soruyor. “Ekselans siz davet ederseniz tabii gelir.” deniyor. Hemen davet çıkartıyorlar, para da gönderiyorlar. Ibscher, “Haritaları restore ederim ama metin kısmına dokunamam, şimdiki teknoloji buna müsait değil ama ileride olacak, bunu çok iyi koruyun.” deyince kaldırıyorlar. Ta ki Alfred Stückelberger gelene kadar. Hugo Ibscher mektuplarından birinde şöyle yazmış; “Türkiye’de bu kitabın ne kadar önemli olduğunu anlayan bir tek kişi var, o da Mustafa Kemal Paşa”.

Prof. Celal Şengör ve Boyut Yayınları Kurucusu ve Sahibi Bülent Özükan keyifle "Ptolemaios Atlası"nı incelerlerken.

Bu bilgi yüklü söyleşi için çok teşekkür ederim.

Ptolemaios Atlası İ.T.Ü. Lansmanı. Prof. Celal Şengör, Fatih Altaylı, Prof. Dr. Mehmet Karaca, Bülent Özükan.

Söyleşi konusunun çok önemli bir dünya atlası olması ve derya gibi kültürlü bir kişi ile gerçekleştirmemiz benim de ufkumu genişletti. Prof. İlber Ortaylı’nın yine sunum yazısındaki şu satırları beni çok duygulandırdı:

“Bu esere Cumhuriyetimizin kurucusunun gösterdiği ilgi, onun mirasını devralan kuşaklar tarafından sürdürülmüştür.”

Prof. Celal Şengör'ün koridor koridor, tavana kadar dizili, değerli kitap koleksiyonu ne kadar çok okumamız gerektiğini hatırlatıyor.

330 MengerlerLifestyle

Tarih ve bilime önem veren her kişinin sahip olmak isteyeceği, kendisinden sonra da ailesine bırakabileceği eşsiz bir dünya kültür mirası Ptolemaios Atlası.” Umarım önemi ve değeri en kısa zamanda yurt dışında olduğu gibi ülkemizde de fark edilir.


Mengerler Lifestyle

331


Ayşen Gürel Sile: Süleyman Bey (Turan) Türk Sineması’nın sevilen simalarından biri olarak 100’ün üzerinde filmde rol aldınız ve çok yönlü bir sanatçısınız; yayımlanmış birçok çizgi romanınız, filme çekilmiş senaryolarınız, oynanmış skeçleriniz var. Nelerden etkilenirsiniz? Süleyman Turan: Hayata bakışınız ile ilgili. Hayata hangi pencereden bakıyorsunuz, herkesin gördüklerinden biraz daha farklı bir şeyler görebiliyor musunuz? O gördüklerinizi gerek senaryo, gerek resim, gerek kamera önünde yaptıklarınızla bağdaştırıp sunabiliyor musunuz? Sonuçta hayattan etkileniyoruz. Mizahı çok sevdiğim için Zeki-Metin ikilisine (Zeki Alasya-Metin Akpınar) film senaryoları ve televizyon oyunları yazdım. Tarık Akan, Hale Soygazi’nin rol aldığı ve önemli yönetmenimiz Zeki Ökten’in yönettiği bazı filmler için de. Senaryo yazmayı seviyorum, şimdi üzerinde çalıştığım bir senaryo var. Aktör olarak da ben hep yakışıklının peşine iliştirilen adam oldum.

SÖYLEŞİ: AYŞEN GÜREL SİLE FOTOĞRAFLAR: OĞUZ MERİÇ

İKİ

SANATÇI ARKADAŞ SÜLEYMAN

Paylaştıkları sadece isimleri değil, hayatlarını sanata adamışlar ve hala üretmekteler. Söyleşinin hoş bir tarafı daha var; biri Aktör, diğeri ise Ressam yönü ile tanınıyor daha çok; aktör olan da ressam, ressam olan da aktör.

Süleyman Turan, Süleyman Saim Tekcan

ile söyleşimizi IMOGA; İstanbul Grafik Sanatlar Müzesi'nde gerçekleştirdik. 332 MengerlerLifestyle

A.G.S.: (S.T.’ye) Sinema’da çalışmaktan keyif aldığınız oyuncular, rejisörler kimler oldu? Bir filmden zevk almak için önce size verilen senaryoyu beğenmeniz gerekiyor. Özellikle karşılıklı oynamayı sevdiğim, kendimi rahat hissettiğim insanlar varsa daha hoş bir ortam haline geliyor. Yönetmenle olan ilişkiniz çok önemli, şöyle ki; yönetmen mutlak hakimdir. Ama bunu fazla abartanlar vardır, bu tip yönetmenlerden rahatsız olup arama mesafe koymaya çalışırım. Şimdi de arada sırada kamera önüne geçtiğimde genç yönetmenlerle çalışmak keyifli oluyor. Süleyman Bey (Saim Tekcan) belki çok kimse bilmez ama siz Türk Sineması’nın başyapıtlarından “Sevmek Zamanı” filminde, Yeşilçam’ın altın yıllarında bu mesleğin içinde yer aldınız, neden aktör olarak devam etmediniz? S.S.T.: Deneme filmim “Sevgili Öğretmenim”dir. O filmde Süleyman Turan, Ediz Hun, Yusuf Sezgin, Hülya Koçyiğit ile tanıştım. Çoğu ”Ses Mecmuası” yarışmasına katılan, o zamanın gençleri ve yakışıklıları bir araya gelmişti. Sinemada neden kalmadığımı söyleyeyim… ‘Acaba ben kariyeri seçmekle doğru mu yaptım?’ diye düşündüğümde doğru yaptığımı anlıyorum. Çok iş yapan fakat yaşam düzeyleri çok düşük olanlar var aralarında. Bütün bunlar düşündürücüdür. Ben Süleyman Turan’ı azıcık anlatmak istiyorum. Resim öğretmeni olarak geldiğim sinemada o genç kuşak-grup içerisinde kültür düzeyi yüksek iyi resim çizebilen bir insan olarak tanıdım. Benim ressam rolünü oynadığım filmde ise Süleyman (Turan) başrollerden biriydi. S.T.: Çok enteresan, ben onca filmde rol aldım ama Süleyman Saim Tekcan en çok hatırlanan filmde rol aldı. Metin Erksan gibi çok büyük bir üstadın rejisinde “Sevmek Zamanı” filmiyle literatüre geçti. Türk Sineması’nın kilometre taşlarından biri bu film ve ne mutlu ki Süleyman kocaman rollerden birini oynadı. A.G.S.: (S.S.T.’ye) Ama aktör olarak tanınmıyorsunuz… S.T.: E devam etseydi… S.S.T.: Aktör arkadaşlarımla bir araya geldiğimizde, ki arada bulu-


SÖYLEŞİ

Prof. Süleyman Saim Tekcan ve Süleyman Turan; bu kare iki sanatçıyı çalışmaları ile birlikte gösteriyor. Süleyman Turan'ın çizgi romanları ve S.S. Tekcan'ın özgün baskı ve resim çalışmaları.

şuruz; hayranlar hep birlikte fotoğraf çektirmek istiyorlar. Kimse benimle resim çektirmiyor. Üzülüyorum. S.T.: Vitrinde olmanın gerektirdiği bir farklılık var. (S. S. T.’nin eserlerini göstererek) Şöyle bir şey yapmak Oscar almaktan daha önemli… S.S.T.: Tanıştıktan sonra zaman zaman bir araya gelip sohbet etme fırsatımız oldu. Bütün o sohbetlerden ben çok keyif aldım. Aktörlerin çoğunda olmayan derinliklere sahip Süleyman; arkadaş ve dostluğumuz hala sürüyor. Özellikle söylemek istediğim bir şey var, çizgi romanlarının da düzeyinin çok

yüksek olduğunu düşünüyorum. S.T.: Çok teşekkür ederim. A.G.S.: Başarılı çizimler olunca ben illüstrasyon tanımını daha çok yakıştırıyorum; sizinkiler de özgün ve desenleriniz kuvvetli. Çizimlerinize bakınca özellikle Roy Lichtenstein geliyor aklıma. Poster sanatı gibi düşününce de Norman Rockwell. S.T.: Norman Rockwell’i ben çok ayrı bir yere koyarım. 90’lı yaşlarına dek çizdi. Ben ilk “Hafta” sonra “Yelpaze” Dergisi’nde karikatür çizdim. Yelpaze’nin Yazı İşleri Müdürü Safa Önal’dı ve şu anda bizim sinema-

mızın en bilinen senaryo yazarlarından biri. Çizgi romana ise ilk Akşam Gazetesi’nde başladım. Yaş ilerledikçe çizgiler de oturmaya başladı. Günaydın Gazetesi’nin ekine devam eden bantlar çiziyordum. Oğuz Aral’ın meşhur “Utanmaz Adam”ının altında da benim “Fişek Fikri” vardı. Şöyle bir şansım vardı; Oğuz’u okuyan beni de okuyor ama bir yandan da şanssızlık onunla kıyasladığı zaman pek hoş olmuyordu… Sabah Gazetesi’nin Melodi ekinde de yer aldı çizgi romanlarım… A.G.S.: Yurt dışında bant çizgi romanlar hala çok önemli.

Mengerler Lifestyle

333


SÖYLEŞİ

Türk Sineması'nın sevilen simalarından Süleyman Turan çok yönlü bir sanatçı. Yıllardır yayımlanmakta olan çizgi romanlarını hatırlayacaksınız.

Süleyman Turan ve Prof. Süleyman S. Tekcan arada diğer aktör dostları Ediz Hun, İzzet Günay ve Yusuf Sezgin ile buluşup sanat ve sinema üzerine sohbet ettiklerini söylediler.

S.T.: Çizgi romandan çıkıp filme çekilmiş hikayeler var. Mesela Frank Miller’ın çok tutulan çizgi romanından sinemaya aktarılan “Sin City/Günah Şehri” gibi. S.S.T.: Bizdeki en önemli örnekler “Karaoğlan” ve “Malkoçoğlu”. Karaoğlan denince aklımıza Kartal Tibet geliyor. Bu rol için beni 334 MengerlerLifestyle

bile düşünmüşlerdi; ‘Ben sarıyım’ dedim kabul etmedim. A.G.S: Eski sinema günlerinizden bahseder misiniz, teknoloji çok geriydi mesela… S.T.: Türk filmleriyle ille de dalga geçmek isteyen tuhaf bir güruh var-


SÖYLEŞİ dı. Biz de onlara güzel doneler verdik: “N’ayır, n’olamaz” laflarıyla… Teknoloji elbette çok geriydi. Okullu yönetmen de çok azdı o zaman. Bana göre hem kamera önü, hem kamera arkası, usta çırak ilişkisiyle, biraz da deneme yanılmayla öğrenilecek bir şey. Yoksunluklar bizim yönetmenleri yepyeni kulvarlar keşfetmeye zorladı. Bir üslup gelişti, müthiş şeyler oldu. Metin Erksan dehası ortaya çıktı. Lütfi Akad, Atıf Yılmaz, Osman Seden ikinci kuşak Ömer Kavur, Zeki Ökten… O dönemin koşulları altında inanılmaz güzel eserler ortaya koydular. Sansürün getirdiği yasaklamalar belki de insanları daha farklı şeyler yapmaya itti. Mesela bir avantür filmde kahraman kötü adamları ekarte edip de tek başına kaldığı zaman mutlaka son 30 saniyesinde polisler gelir. Gelir de ne yaptıkları belli değil! “Tek başına kanun değilsin” mesajını verirler. İyi bir mesaj ama onu bütüne yedirebilmek lazım. Şimdi okullu, hem kamera önünde hem de arkasında çok donanımlı sinemacılarımız var. Müthiş yetenekliler. Fakat çok çabuk “oldum” diyenler var. Bu büyük bir tuzaktır, bunu dediğiniz an düşersiniz. Kendi meselelerini ön plana alıyorlar. Bir Fellini olma çabası giriyor işin içine. Ondan sonra bu çarkın içinde farklı bir yerde takılmak gerektiğini de anlıyorlar. Onca masraftan ve emekten sonra yaptıkları film, ailece seyrediliyorsa o pek bir işe yaramaz. O dönemki sinemaya yöneltilen eleştirilerden biri de fakir kız zengin oğlan, ya da tersi hikayelerin çoğunlukta olmasıydı. Sonra Amerika’da biri çıkıp “Love Story” filmini yaptı. Çok zeki bir yönetmendi. O projeyi kabul ettirmek için çalmadık kapı bırakmadı. Kimse kabul etmedi. Kendi imkanlarıyla çekti. “Öyle bir film yapmalıyım ki akrabalarımla oturup yüzüm kızarmadan seyredebileyim” demiş. Sonuçta bizim belki 300 defa yaptığımızı bir defada yapıp “Aşk Hikayesi”ni çıkardı ortaya. Torununun torununa yetecek kadar para kazandı. Biz 300 defa yaptık. Bırakın torununun torununu, evlenmekte bile zorluk çeken insanlar vardı.

Prof. Süleyman Saim Tekcan eğitmen olarak da ülkemizde sanatın gelişmesi için büyük katkılarda bulunmuştur.

A.G.S: Ülkemizde sanata verilen değer ne yazık ki beklenen seviyeye gelmedi. S.S.T.: Bizim yetiştiğimiz ve okuduğumuz her dönem devletin desteğiyle oldu; parasız olarak bizleri okuttu. Amerikan ya da Avrupa sinemalarının dünyayı önemli bir ölçüde elde etmelerinin sebebi imkanlarının ve kültürlerinin yüksek olmasından kaynaklanıyor. Tesadüfen bir araya gelen iki Süleyman kardeş, Türk Sineması’nın içinde kültür alışverişiyle birlikte bir olayı tartışıyoruz; zorluklar içinde yetiştik. A.G.S: (S.S.T.’ye) Birçok üniversitede atölyeler kurdunuz, eğitmenlik yaptınız; ülkemizde sanat eğitimi konusunda fikrinizi almak istiyorum. S.S.T.: Eğitim olmadan hiçbir şeyin standardını yükseltmek mümkün değildir. Mimar Sinan Üniversitesi’nde Sinema-Televizyon Enstitüsü’nün kurulması çok faydalı oldu. Bugün yetişen birçok yönetmen o okuldan mezun. Bu da yetmedi Vakıf Üniversiteleri’nde de sinema bölümleri kuruldu. Çok okuyan, düşünen, tartışan, yaratıcı insan modeli yetiştirmemiz bütün mesleklerde, ama en çok da sinemada önemli; çünkü bütün sanatları; müziği, resmi, mekanı, şiiri, edebiyatı içinde barındıran bir sanat dalı.

Süleyman Turan, çok renkli bir sanatçı ve bir o kadar da mütevazı. Çizgi romanlarının yanı sıra birçok film ve tiyatro senaryosuna imza atmış.

Mengerler Lifestyle

335


Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.