AYŞEN GÜREL SİLE
2015-2018
Koylar, adalar, kanallar ve göllerle keşfetmesi çok eğlenceli bir şehir...
BÜYÜK SU
8
MengerlerLifestyle
YAZI: AYŞEN GÜREL SİLE FOTOĞRAFLAR: SİLE ARŞİVİ
Mengerler Lifestyle
9
MIAMI
Ş
ehirlerin isimleri hep ilgimi çekmiştir; bir kişinin, olayın adına mı konmuştur, ya da bir anlamı var mıdır diye sorgulamışımdır. Bu şehrin ismi ise Calusa Yerlileri'nin lisanında ‘Mayami’ sözünden geliyormuş; ‘Büyük Su’ anlamında. Miami gerçekten bu turkuaz su ile iç içe; her şeyden önce okyanus kıyısında ve denizin karaya çok oyuncaklı bir şekilde girip çıktığı körfez, koylar, adalar, kanallar Little Havana'dan bir vitrin: I love you Miami! ve göllerle keşfetmesi çok eğlenceli bir şehir. Deniz seviyesinde olduğu için araziler biraz kazılınca da göl kenarı bir mülk oluveriyor. Atlantik Okyanusu kıyısında, palmiye ağaçları arasındaki şehre Key Biscayne Körfezi ayrı bir güzellik katıyor. Ana kara Miami ile plajlar bölgesi Miami Beach’i körfezin üzerinden geçen Venetian, Mac Arthur, Rickenbacker Causeway ya da Julia Tuttle Köprüleri bağlar. Şehrin ilk kurulduğu merkez kısım, yani downtown modern binaları, eski mahalleleri ve deniz kıyısındaki malikanelerin bazılarında ise İspanyol, Akdeniz mimarisine sahip yapıları ile sevilmesi kolay bir şehir Miami. Genel kanıya göre turistik olarak algılansa da, Miami, dünyanın alpha, yani dünya ticaretinde önemli rolü olan şehirlerinden biri. İş ve eğlence bir arada burada; yoğun bir iş gününün sonunda, ufak balıkçı teknenize, ya da mega yatınıza atlayabilirsiniz. Bir de kültür, sanat, eğitim, moda etkinliklerine ev sahipliği yapması, dünyanın cruise merkezi olması ve bütün sene denize girebileceğiniz tropik iklimi, Miami’yi en popüler yaşam ve seyahat noktalarından biri konumuna getiriyor. Avrupalılar gelmeden binlerce sene önce yerli Kızılderili kabileleri Miami Nehri’nin deltasında yaşarlarmış. 1566 da İspanya hakimiyetini ilan eder. İspanya ve İngiltere 1821’de Birleşik Amerika Devletleri’ne devredene kadar Florida’yı birlikte yönetirler. 1870’de yatırımcılar bu civara akın etmeye başlar; gelenler arasında Miami’deki hayatı seven ve burada bir resort, dinlenme yatırımı potansiyeli gören varlıklı bir dul kadın vardır. Amerika’da bir kadının girişimi ile doğan tek şehirdir Miami; Julia Tuttle, dönemin demiryolu endüstrisi milyoneri ve Florida’nın gelişmesine en büyük katkısı olan Henry Flagler’i ikna eder. Flagler, zenginlerin sayfiye yeri olarak parlayan Palm Beach’ten, o zamanlar yaban olan, şimdiki Miami’ye kadar tren yolunu devam ettirir. 1896’da tren yolu Miami’ye gelir ve şehir inanılmaz bir hız ile büyür. Bu tropik cennetin gelişimi 1926’daki kasırga ile yavaşlar. Miami ikinci patlamasını 2.Dünya Savaşı sonrası yaşar; bölgede eğitim almış olan askerler, geri dönüp, evlerini burada kurarlar.
10
MengerlerLifestyle
Miami geceleri başka güzel.
Kanalların yol olduğu nadir şehirlerden Miami. Modern gökdelenlerin çatı ve teraslarında palmiyelerle tasarlanmış bahçeler doğayı şehir merkezine de taşıyor.
Bal Harbour Kuzey Miami'de yer alan lüks ve hoş bir alışveriş merkezi.
Viceroy Otel'in havuzu 15. katta; en yüksekteki sonsuz havuz olmakla meşhur.
Gökdelenler tasarlanırken doğa, tenis ve havuzlar unutulmamış.
South Beach'teki Ritz Carlton Oteli müşterilerine plajda şezlong, havlu ve cafe/bar servisi veriyor.
Miami şehir merkezinde nehir üzerinde açılan köprülerden biri. Evet, Miami'de arabalar, yelkenlilere ve mega yatlara yol veriyor. Kaptanlar köprülerdeki kule bekçileri ile haberleşiyorlar.
South Beach'teki Art Deco binaların Diva'sı ''Tides Hotel''.
Şehir merkezinde ve Port Miami yakınındaki Bayside; alışveriş, restoran gibi mekanların olduğu, müzisyen ve sokak göstericilerinin buluştuğu hareketli bir yer. Bu sahil şeridinde yaşayan ünlülerin evlerini görmek isterseniz; buradan kalkan tekneler Millonaires Row'a götürüyor.
Little Havana'daki birçok bardan biri; ama bu bar, dünyanın en büyük rom koleksiyonunu barındırması ile iddialı.
Stiltsville; 1930'larda yapılmış Biscayne Körfezi'ndeki 12 farklı ahşap evden oluşuyor. Özellikle o yıllarda karada kumar oynamak yasak olduğu için yapılan bu binalar aynı zamanda balık avlamak ve çeşitli partiler için de kullanılmışlar.
Florida'nın ismi Flora ( çiçek, bitki) ve Fauna (deniz kabukları)'dan geliyor.
Küba'da ortalıkta dolaşan horozlar bu kültürün olduğu Little Havana ve Key West'te de gözleniyor.
Biscayne Körfezi'nde insan yapımı adalardan biri olan Star Ada'sını ana karaya bağlayan köprü. Adada oturan ve oturmuş olan ünlüler arasında Gloria Estefan, Don Johnson, Shaquille O'Neal ve Rosie O'Donnell'ı sayabiliriz.
Little Havana'da bir puro ve hoş aksesuarlar mağazası.
Little Havana Domino Park'da domino oynayanları seyredebilirsiniz.
Perez Müzesi, ilginç ve sarkıt peyzaj mimarisi ile de dikkat çekiyor.
Venetian, Hibiscus, Star gibi adalardaki malikane, köşk ya da villa tipi evler şehir merkezindeki gökdelenlerle ilginç bir zıtlık sergiliyor.
South Beach'teki Ritz Oteli'nin konumuna tepeden bakış. Bu sahil şeridinde yanyana dizili olan birçok otel plaja geçit verecek şekilde tasarlanmış.
Berrak ve güneşli Florida günlerinde bulutlar pamuk balyaları gibi.
Star Island'da Akdeniz, özellikle İspanyol Mimarisi'nden etkilenerek inşa edilmiş birçok malikaneden biri.
Subtropikal iklimde yetişen ilginç bitkilerden biri; Engelstrumpet Ağacı; çiçekleri gerçekten meleklerin çaldığı trompetlere benziyor. Botanik meraklısı iseniz Coral Gables'daki Fairchild Tropical Gardens'i gezebilirsiniz.
12
MengerlerLifestyle
PAMM'de mülteci konusunu işleyen sergiden; yüzlerce dikenli telli parmak arası terlikler; çarpıcı bir ironi. Tony Capellan
South Beach'te Ocean Drive sahil yolu üzerinde yer alan Art Deco butik otellerin bazılarının lobi/restoranlarının dekoru çok hoş.
Key Biscayne'te yelken yaparak Miami'yi denizden görünce şehrin su ile iç içeliği daha iyi anlaşılıyor.
Perez Museum of Modern Art'dan. Ledelle Moe.
Komünist Küba’dan kaçıp Miami’ye yerleşen 178 bin mülteci şehri uluslararası bir konuma getirir, aynı zamanda Güney Amerika ve Karayipler ile bağlar güçlenir. Bu gün şehir iki lisanlıdır; İngilizce ve İspanyolca. Hatta bazı mağazalarda İngilizce konuşan birini bulmakta zorlanabilirsiniz. Latin kültürü Miami’nin paletine katılan hoş renklerden biri. Hele Latin Müziği ve Dansı seviyorsanız ne demek istediğimi iyi anlayacaksınız bu şehri gezerken. Eğlenceyi, sosyal hayatı seven yaşam felsefeleri ile varlıkları neşe katıyor.
LITTLE HAVANA New York’ta Little China, Italy varsa, Miami’de de Little Havana var. Küba’ya gitmiş kadar olmasanız da, Amerika’da bu kültürü tanımak, Castro döneminden kaçıp gelenlerin hikayelerini dinlemek, geceleri canlanan lokallerde müziklerini dinleyip, dansları seyretmek ve iştirak etmek gezinizi daha renklendirecek. Little Havana fotoğraf merakı olanlar için yakalanacak hoş ve ilginç kadrajlar sunuyor; duvar resimleri, tipik giyimli insanlar, ilginç dekore edilmiş avlu ve lokaller ve Küba kültürünün bir parçası olan sokaklarda dolanan horozlar. Domino Park buranın en sevdiğim yerlerinden. Kadını, erkeği; yaşlısı, genci adı üstünde ufak bir parkta Domino oynuyorlar. İsteyen seyrediyor, arada sohbetler, takılmalar, o birbirini tanıyan mahalle insanlarının keyfi imrenilmeyecek gibi değil. Puro saranları seyredebilir, bu mağazaların en şık olanı Davidoff’u gezebilirsiniz. Yemek vakti gelince Little Havana’nın en popüler restoran ve kafesi Versailles. Hafta sonları uzun kuyruklarda sıra beklenen bu lokanta sadece Küba Mutfağı sunuyor. Lokanta bizim esnaf lokantalarına benziyor, fazla bir ambiyans ve servis beklemeyin ama buraya gelen bir kere burada yemeli denir. Little Havana yakınında daha sakin, gurme bir İspanyol Mutfağı deneyimi isterseniz, telefon defteri kalınlığındaki şarap listesi ve leziz Paella’ları olan Casa Juancho iyi bir adres. Her sene CALLE OCHO FESTİVALİ; yani 8. Sokak demek, burada çeşitli etnik grupların karnavalı olur; hepsinin kendine has canlı müzik, dans ve yiyecekleri ile büyük bir şenliktir.
MIAMI’de SANAT ve KÜLTÜR Miami şehri bütün sunduklarının yanı sıra güzel, görsel sanatlar ve kültür merkezi de. Miami Opera ve Balesi, tiyatroları, birçok konser salonları, mega konser ve spor salonu Atlantic Arena’nın programları ile çok yoğun. Her yıl açılan dünyanın en önemli sanat fuarlarından Art Basel Miami Beach Miami’deki en önemli sanat olayı; bütün müze ve galeriler başka türlü canlanıyor ve bütün şehir bir sanat galerisine, açık hava müzesine dönüşüyor. Tüm şehir coşuyor, dünyanın her köşesinden gelen sanat eleştirmenleri, koleksiyoner ve sanatseverler ile doluyor. Aralık ayı olması da çok cazip, kış ortasında, buranın ise en güzel sezonunda harika havadan da faydalanabiliyor ziyaretçiler; seminerler ve partiler düzenleniyor. WYNWOOD DESIGN DISTRICT; şehrin bu kısmındaki salaş mekanlar galeriler, sanatçı stüdyo ve yaşam alanlarına dönüşmeye başladı. Duvar sanatına meraklı iseniz bu bölgeyi kesin gezmelisiniz. Design District’de ise mobilya ve dekorasyondaki en yeni trendleri inceleyebilir, son senelerde bu civarda açılan şık restoranlarda yiyebilirsiniz. Müzeler açısından da çok zengin Miami; en son açılan da kısaca PAMM denilen, Perez Modern Sanatlar Müzesi. Mimarisi ve konumu ile de çok dikkat çekiyor; mimarları Pritzker ödüllü Herzog & Meuron.
MIAMI TADLARI Miami Spice her sene Ağustos ayında başlayıp Eylül sonu biten adeta gurme yemek maratonu. Bazı restoranlar belli günlerde bu programı uyguluyor, rezervasyon yaparken bunu göz önünde bulundurmakta fayda var. Bu programa üç yıldızlı en popüler restoranların da katılması ve fiyatlarının uygunluğu bu bir ay dışarda yemek yemeyi çok cazip kılıyor. Bu lüks restoranların hepsi Miami Spice için seçenekli bir fix menü hazırlıyorlar; kalite süper, belki bazı porsiyonlar biraz küçük; içki hariç öğlen yemeği 29 Dolar, akşam ise 39 Dolar. Miami’de inanılmaz çok seçenek var, enternasyonal bir mutfak, yeter ki siz
Tüm Florida bir golf cenneti; Biltmore Oteli'nin golf sahaları adeta kadifeden.
Bal Harbor lüks alışveriş merkezlerinden; doğa ile iç içe her konsept. Tarihi Biltmore Oteli, karşısındaki minik şapel, meşhur Venedik Havuzu ve avluları gezilmeye değer. Miami nasıl gelişmiş? Eski yaşamın fotoğrafları otelin çeşitli kısımlarında sergilenmekte.
Mengerler Lifestyle
13
MIAMI
1920'de inşa edilen Biltmore Hotel & Country Club, Miami Vice, Miami CSI gibi filmlerde mekan olarak kullanılmış. Otelin birkaç restoranından biri muhteşem avlusunda. 7 ay bahar havası yaşanan Florida'da Biltmore düğün ve kutlamalar için tercih edilen bir otel.
dileyin. Bazı favorim olan restoranlar ise Zuma, Azul (Mandarin Oriental Otel’in altında), Joe’s Crab’s, Hakkasan ( Fontainebleau Oteli’nin çatısında). NEREDE KALMALI; seçenekler çok, ne istediğinize bağlı. Eski Miami’nin tarihini taşıyan bir otel mi, Art Basel Miami Beach’e geldiniz fuar alanına mı yakın olmak istiyorsunuz, downtown’da, şehrin göbeğinde mi olmak? Sakin, deniz kenarında ama görülecek yerlere de uzak olmayan bir otel
mi? Örneğin Key Biscayne'de Ritz. Tarihi bir otel ise; 1926’da yapılan Biltmore; o tarihte Miami’nin en yüksek binası imiş ve dünyanın en büyük havuzu burada yapılmış. Havuzda yapılan güzellik yarışmaları, Esther Williams ve Tarzan rolü ile ünlü Johnny Weissmuller’in atraksiyonları otelin duvarlarındaki eski resimlerde yer almakta. Otel halen Country Club üyeleri tarafından golf sporunda aktif. Şehir merkezinde isterseniz Mandarin Oriental, Viceroy, Miami
Wynwood District'de ayın belli günlerinde sanatçıların atölye, galeri ve yaşam alanları gezilebiliyor.
Modern Sanat Galerilerini gezmek ve sanatçılarla tanışmak, duvar sanatı örneklerini görmek ve birbirinden ilginç kişilerle tanışmak için adresiniz; Wynwood District.
14
MengerlerLifestyle
Beach’te Fontainebleau birçok seçenekten sadece bir kaçı.
SOUTH BEACH; kısaca SOBE South Beach’deki Art Deco binaların koruyucu meleği Gianni Versace idi. Yerlerine dikilecek otel ya da gökdelenlere karşıt olanların başını çeken ünlü tasarımcının Fas Mimarisi tarzındaki malikanesi de bu sahil şeridinde. Versace’nin ne yazık ki merdivenlerinde öldürüldüğü Casa Casuarina isimli villa vefatından sonra 41.5 Milyon Dolara satılmış; şimdi lüks bir butik otel ve II Sole Restoran olarak hizmet veriyor. Mozaiklerle bezeli iç avludaki havuzu malikanenin en çarpıcı kısımlarından. South Beach’in eski mekanlarından biri de, Versace’nin her sabah gazetesini almak ve kahvesini içmek için yürüyerek gittiği News Cafe; hala çok popüler. Buradaki Art Deco mimariler Avrupa’dakilerden çok farklı; hatta biraz kitsch de bulabilirsiniz ama bu iklim ve
MIAMI doğaya ve biraz İsyanyolca loco yani çılgın yaşam stiline çok yakışıyor. Pembeler, turkuazlar, tabii beyazlar; gece rengarenk neon ışıklarla aydınlatılınca da bambaşka. Esas akşamüstü, Happy Hour’da canlanıyor kaldırımlar, lokaller; bazılarında hayranlıkla Latin dansı yapanları izleyebilirsiniz. South Beach denize girmek, Art Deco binaları incelemek, çeşitli lokallerden birini seçip müzik dinlemek, soluklanıp bir içki, kahve, ya da aile boyu bir kokteyl içmek için bir güzel gevşeyebileceğiniz sahil şeridi. Gelip geçeni seyretmekten burada sıkılmazsınız, tipik giyimli insanları, turisti, yerlisi, paten yapanı ile enerjisi ve eğlencesi bol bir yer. 1915’de kurulan Miami Beach bu sene 100. senesini 100 saatlik eğlence maratonu ile kutladı; katılan ünlülerin arasında Andrea Bocelli, Barry Gibb ve Miami’de yaşayan ve çok sevilen Gloria Estefan vardı. SOBE sahil yolunun üzerindeki bazı Art Deco binalar butik otele çevrilmiş, aralarında çok şık olanları var, en azından lobilerinden içeri girip bakmalı. Eğer otelinizi sakin bir yerde tercih ediyorsanız burası size göre değil, müzikli gece hayatı geç vakitlere kadar canlı burada. Ama kalmak isterseniz Betsy güzel bir otel, girişi ve dışardaki balkonunda yer alan BLT Restaurant kalite et sevenler için ideal. Bu otellerin önündeki plaj herkesin kullanımına açık ama çok geniş bir plaj olduğu için ferah. Phillip Starck’ın tasarımını yaptığı Delano ve Ritz gibi South Beach’in daha sakin kısmında kalmak istiyorsanız, bu otellerin bir avantajı da havuz tarafından doğrudan plaja çıkışlarının olması. Madonna’nın tercihi olan Delano’nun iç mekan ve havuz kısmındaki dekorasyon görmeye değer. Akşam yemeği için, kendim turist olsam da turistik yerlerden kaçınır, orada yaşayan insanların gittikleri lokantaları tercih ederim; her zaman hem otantik, hem de fiyat açısından daha mantıklı çıkarlar. Miami’de yaşayanlar South Beach’e yakın ama illa da gurme bir restoran arayışında değillerse, yürüyerek trafiğe kapalı olan Lincoln Road’a gidiyorlar. Burası büyüklü küçüklü mağazalarla hem alışveriş, hem de restoran ve cafelerin sağlı sollu dizili olduğu canlı bir promenad yeri. Miami civarı lüks alışveriş için Bal Harbour, Aventura Mall ve Merrick Park'ı önerebilirim.
GÜNÜ BİRLİK GEZİ ÖNERİLERİ EVERGLADES; Florida’nın doğal, insan eli değmemiş halini merak ediyor, timsah ve tropik kuşlar görmek istiyorsanız Everglades Ulusal Parkı’nda bataklıkta giden airboat’larla bir gezinti yapabilirsiniz; yaban hayatı daha iyi izlemek için biraz erken kalkmanız gerekse de hayvanların beslenme saati olduğundan sabah gezisini tercih edin. SEMINOLE INDIAN RESERVATION; Eski Florida’yı hissetmek için bir de bölgenin esas sakinleri olan birçok yerli kabilesinden biri olan Seminollerin kasabasını ziyaret edebilirsiniz. DENİZE AÇILMAK; yakın ya da off shore fishing deneyimi için kaptanı ile birlikte tekne kiralayabilirsiniz. Ya da Miami’yi denizden tanımak için motor veya yelkenli ile gezebilirsiniz. GOLF; Florida bir golf cenneti, farklı bir deneyim için Miami’nin eski ve kaliteli yerleşim bölgelerinden biri olan Coral Gables’daki Biltmore Oteli’nin golf sahasında oynayabilir, aynı zamanda bu tarihi oteli gezebilirsiniz. Bu önereceklerim ise Miami’nin kuzeyinde; I -95 yolunu alarak hepsini görebilirsiniz. FORT LAUDERDALE; Amerika’nın Venedik’i takma adını taşır. Kanalları, plajları ile ünlüdür. Fort Lauderdale Beach’ten geçerek Las Olas’daki şık restoran ve cafelerde mola verebilirsiniz, örneğin Cafe de Paris. A1A denilen sahil yolu boyunca plaj, cafe ve oteller sıralanmıştır. Kanallar arası dolaşan Water Taxilere ödenen
cüzi ücret ile kanalların arasında dolaşıp, istediğiniz yerde inip, tekrar binebilirsiniz. Bu programı yaparsanız 15th Street Fishery isimli restoran Florida’nın en eskisidir ve hala en taze deniz mahsulünü servis eder. BOCA RATON; Town Center Mall, Mizner Park bu şık yerleşim bölgesinde ziyaret edebileceğiniz yerden sadece birkaçı. WORTH AVENUE; Lake Worth’deki bu yol, Kaliforniya’daki Rodeo Drive ile mukayese edilse de, bence oradan çok daha karakteristik. Ünlü Mimar Mizner tarafından yapılan Akdeniz tipi en fazla üç katlı binalar, şirin avluları, kemerleri, sütunlarına sarılmış begonvilleri ve evet birbirinden lüks markaların yer aldığı mağaza, galerileri ve restoranları ile çok tipik. Meşhur Breakers Otel'in pazar brunchları ise bir şölen. BİR HAFTADAN UZUN KALIYORSANIZ; FLORİDA KEYS Miami’ye kadar geldiniz, çevreyi de görmek istiyorsunuz ve zamanınız da varsa, güneye, Amerika’nın en güney ucundaki adalar zincirine gidebilirsiniz. Ama bu taraflara en az iki gece ayırmak gerek. En uçtaki ada Key West’te ise Ernest Hemingway’in evini gezebilir, yürüyerek ya da bisikletle birbirinden sempatik Victorian evlerin dizili olduğu sokak aralarında dolaşıp, akşam herkesin gün batımı için buluştuğu Mallory Square’de sokak göstericilerini izleyebilirsiniz. Jet Ski ile Mangrove ağaçlarının arasında dolaşabilir, katamaran ile tropik balık akvaryumu olan buradaki mercan kayalıklarında şnorkel yapabilir ya da dalabilirsiniz. Miami’ye nazaran Key West’de yaşam tarzı ve giyim çok kalender; hayat aheste, sinirleriniz alınmışçasına gevşeyeceksiniz.
Yazımı tatlı ile bitireyim; Azul Restoran'dan şık bir ikram.
Mengerler Lifestyle
15
YAZI: AYŞEN GÜREL SİLE FOTOĞRAFLAR: M. FARUK SİLE
Orkideler Başköşeye Ben her şeyi kuruturum deseniz de, bu yazıyı okuduktan sonra kendinize ve orkidelere bir şans verin. Orkideler zarif ve estetik duruşları ile evler, iş yerleri, lokantalara; kısacası her yere yakışıyor. Hemen oldukları köşeye tropik bir hava getiren orkidelerin çiçekleri çok da dayanıklı; aynı çiçek eğer şartlar uygunsa haftalarca, gece gündüz güzelliğini koruyacak, orkideniz senelerce yaşayacak ve çoğalacak. İç mekandaki bakımları hakkında bilgi vereceğim ama neyi sevdiklerini bildikten sonra dış mekanda da aynı ortamı sağlayarak sıcak mevsimlerde bahçe ya da limonluk gibi mekanlara orkidelerinizi taşıyabilirsiniz. Bakımları inanın zor değil, sağlıklı ve çiçek açan orkideler yetiştirmenin sırlarını sizlerle paylaşacağım.
D
aha birkaç sene öncesine kadar orkideler ülkemizde çok nadir bulunurdu ve fiyatları da yüksekti. Büyük çiçek açan bir cinsi, ya da bir dal üzerinde açmış birkaç çiçeği olan orkideler kurdelelerle dekore edilmiş şık jelatin kutularda paketlenen, nişan, düğün gibi çok özel 34
MengerlerLifestyle
günlerin çiçeği idi. Şimdi ise bazı çiçekçilerin vitrini sanki başka bir çiçek yokmuşçasına sırf orkidelerle donatılıyor. Bu tropik çiçeklerin çok çeşidi olmasına rağmen dayanıklı ve bakımı kolay olan Phalaenopsis dünyanın en popüler orkidesi ve ülkemizde en çok satılan tür.
Orkidelerle dekore etmek * P ú EDNÕU SLULQo GHNRUDWLI IRUPODUGD KRú DUDQMPDQODU \DSÕODELOLU VL]OHUH ¿NLU YHUPHVL LoLQ D\QÕ PLQ\DW U RUNLGHOHUL IDUNOÕ NRPSR]LV\RQODUGD NXOODQGÕP HYLQL]LQ GHNRUXQD \DNÕúDFDN N|úHOHUH \HUOHúWLULUVLQL] 0HWDO REMHOHU RNVLGH RODFD÷Õ LoLQ J|U QPH\HFHN úHNLOGH LoOHULQH NDOÕQFD ELU SODVWLN G|úH\HELOLUVLQL] ]HULQL GH \RVXQ LOH VDNOD\DELOLUVLQL] 6HSHWOHUGH GH J ]HO DUDQMPDQODU \DSÕODELOLU \LQH NDOÕQFD ELU QD\ORQX ]ÕPEDOD\DUDN VHSHWLQ Lo NÕVPÕQÕ GÕúDUGDQ J|U QPH\HFHN úHNLOGH G|úHGLNWHQ VRQUD SODVWLN VDNVÕ\Õ VHSHWLQ LoLQH \HUOHúWLULS ]HULQL \RVXQ \D GD NDEXN NDUÕúÕPÕ LOH NDSOD\DELOLUVLQL] 0LQ\DW U RUNLGHOHUOH DUDQMPDQ \DSDUNHQ SODVWLN VX EDUGDNODUÕ \D GD VX úLúHOHULQLQ DOWODUÕQD YH \DQODUÕQD GHOLN DoDUDN EXQODUÕ VDNVÕ JLEL NXOODQDELOLUVLQL] $UDQMPDQODUÕQ KHSVLQGH RUNLGHOHU EX WDU] NDSODUD GLNLOL Evde dolaşıp orkidelerimi ben nelerin içine orkideler koyabilirim diye düşünmeye başladınız mı?
Mengerler Lifestyle
35
ORKİDELER Öncelikle sera ya da çiçekçiden sağlıklı bir orkide almaya özen göstermeli; yapraklarının koyu yeşil, köklerinin sağlam, çiçeklerinin gonca halinde olmasına ve yeni çiçeklerin müjdecisi olan, yaprakların arasından adeta fışkıran ince dalların çokluğuna dikkat etmeli; eve getirirken bu körpe, narin dallar kırılmasın, çiçekler onların üzerinde açacak.
Resimdeki orkide kokulu Cattleya.
Cymbidium.
Orkideler çeşit, çeşit; büyük, küçük çiçekliler, minyatür ve muhteşem kokulu, saksı ya da yerde yetişenler gibi. En popüler olanlar ise; Phalaenopsis, Lady’s Slipper, Phragmipedium, Cypripedium, Vanda, Dendrobium, Cymbidium, Epidendrum, Masdevallia ve Vanilla Orchid. Cattleya, Oncidium ve Miltoniopsis’in bir cinsi kokulu olanları; orkideler parfümlerini sabahları yayarlar; kokusundan emin olmak için seraya sabah gitmekte yarar var. Bu orkideleri internetten araştırıp, çiçeklerinin rengini, bitkinin şeklini ve özelliklerini inceleyebilir, hangisini daha çok sevdiğinize ve yaşadığınız yerde bulabileceğiniz cinslere böylece karar verebilirsiniz.
ORKİDE BAKIMI İÇİN EN ÖNEMLİ NOKTALAR
Bugün dünyada 150 ülkede toplam 1800 Botanik Bahçesi var.
Fort Myers Botanik Bahçesinde bir Encyclia.
Phalaenopsis.
Dünyada 27.000'in üzerinde orkide cinsi var.
Mantar üzerinde büyütülen orkideler.
Cattleya dünyanın en sevilen orkidelerinden.
36
MengerlerLifestyle
LOKASYON Eve getirdik, orkidemizi nereye koymalı? Lokasyon, lokasyon, lokasyon! Yerini sevdi derler ya, orkideniz yerini bir severse senelerce bin açacak. Ne sevdiklerini anlamanın en pratik yolu tropik iklimleri aklımıza getirmek; her gün bardaktan boşanırcasına yağan yağmurlar, arkasından açan güneş ve yaprakların altından süzülen filtre ışıkta yaşar orkideler. Aydınlık bir yer olacak ama güneş ışığını direkt olarak almayacak. Kuzeye bakan pencereler tercih edilmeli, yaprakları zarar görmemesi için cama değmemeli. Kalorifer, soba ya klima ile olan ilişkisi de önemli; nemden hoşlanan bitki sıcağa maruz kalmamalı, klima da üzerine üflememeli. En ideal sürekli bakımını yaptığınız bir yeri olsa da, kısa bir süre için yerini değiştirebilirsiniz; hemen küsmez merak etmeyin. Yerine geri koyduğunuzda saksının ışığa bakan yönü hep aynı olmalı. SULAMA Orkideler için haftada bir sulama genel olarak tercih edilir; bitkinin büyüklüğü, bulunduğu yerin ısısı, hangi malzeme içine dikildiği gibi faktörleri de göz önünde bulundurmak lazım. Zamanla orkidenizin dilinden anlayacak, neye ihtiyacı olduğunu tahmin edebileceksiniz. Başlıca çürüme sebebi su ile ilgili yapılan yanlışlardır. Kesinlikle saksının altında su birikmemeli, tropik yağmur gibi bir duşu çok sevse de, kökleri su içinde kalmayı sevmez. Orkideniz plastik ya da sırsız kil bir saksıda mı? Yoksa hoş yapılmış bir aranjman olarak seramik, porselen veya cam içinde mi? Plastik saksı içinde ise göze hoş görünmediği için porselen, seramik, bakır gibi daha estetik kapların içine koyup gizleyebilirsiniz. Tabii bu dış kaplar deliksiz olmalı. Orkide saksılarının alt kısmında, hatta yanlarında suyun akıp gitmesi, iyice süzülmesi için delikler açılmıştır. Kökleri çok büyüyüp saksının içini çevreleyip topak olana kadar plastik kabında bırakabilirsiniz. Saksının etrafında köklerin çepeçevre sarılmaya başlaması topak olduğunu
ORKİDELER gösterir. Mevsimine göre haftada bir, ya da iki kere suladığım, zaten hafif olan plastik saksı içindeki orkidelerimi mutfak eviyesi, ya da banyo spreyi ile hem suluyor, hem de duş aldırıyorum. Bu işlemi yaparken çiçeklere su gelmesin, yaprakları ise elinizle okşar gibi yıkamanızda yarar var, aynı zamanda tozları da alınmış ve bitki yapraklardan da beslendiği için faydalı olur. Suladıktan sonra saksıyı hafif eğerek bütün suyu boşaltıp, plastik saksıyı içinde sakladığım dekoratif kabın içine yerleştirip üst kısmını seralarda bulunan turba yosunu (sphagnum moss) ile örtüyorum. Çiçekçilerden dekoratif kaplar içinde gelen hoş aranjmanların keyfi bir süre sonra kaçar, uzun dayanması için nasıl dikildiğini keşfetmekte yarar var. Eğer orkideler cam ya da seramik bir form içinde ise sulandığında dibinde su birikip birikmediğine aralayıp bakmamız gerekir. Eğer altı delik olmayan seramik, porselen, cam ya da metal dekoratif bir form içinde ise, ne kadar dikkat etseniz altında su birikecek ve kökler havadar ve gevşek kalamayacaktır. Eğer bu deliksiz formların altına çakıl taşı gibi kökler ile kap arasına bir malzeme konulursa bu bir miktar önlenebilir. Plastik saksıda aldınızsa tavsiyem büyüyene kadar dokunmayın, şık bir formun içine gizlersiniz. Plastik saksıyı alıp, sulama ve duşunu yaptırdıktan sonra tekrar seçtiğiniz dekoratif kabın içine yerleştirirsiniz. Turba yosununa dikili ise daha geç, ağaç kabuğunda ise daha çabuk kurur. Kap cinsi de fark eder; plastik kap içinde daha çabuk, kil yani sırsız terracotta saksıda ise nemi daha uzun süre tuttuğu için daha az su ister. Sulanması unutuldu ve çok kuru görünüyorsa orkidenizi banyoda bir kova içine oturtun, oda ısısındaki su sıcaklığında sprey yaparak duş aldırın ve bitkinin köklerini yapraklarının çıktığı seviyeye gömülecek şekilde 2 saat kadar suda bırakın, sonra saksıyı eğip, dibindeki suyu tamamen süzdükten sonra yerine koyun. Yapraklarına su püskürtülmesi kışın kaloriferden kuruyan havanın nemlenmesine yardım eder ama bu esas sulama için yeterli değildir. Tropik ya da subtropik iklimlerde orkideler
Phalaenopsis.
dış mekanlarda çok kolay büyür; saksılar, aralıklı tahtadan yapılmış şekillerde, ya da içinde Hindistan cevizi jütü döşenmiş tel sepetlerde asılıdır. Ağaçlara, bambu ya da mantar parçalarına tutturularak da büyütülebilir. Orkide bir asalak değilse de yaşamak için toprağa ihtiyacı olmadığından, kökleri su içinde değil ama nemli kaldığı süre saksısız bile büyür tropik ortamlarda. Köklerin üzeri ıslatılmış turba yosunu ile kaplandıktan sonra, bir tel, ya bahçe tipi Velcro bant ile dala tutturulur; zamanla kökler zaten kendiliğinden ağaca, ya da dala tutunacaktır. Yosuna bile sarmadan, kökleri dışarıda sallanacak şekilde çengele asılmış orkideler de gördüm; filtre ışık, nem ve yağmurdan sulanmak yetiyor sıcak, nemli ve yağışlı iklimlerde. VİTAMİN Orkidenizi ne ile besliyorsunuz? Orkidenizin sağlıklı bir şekilde büyümesi ve çiçek açması için sadece su gıda olarak yetmez; muhakkak özel olarak orkideler için üretilmiş vitaminden vermeniz gerekir. İki tip vitamin var, biri büyümesi, diğeri ise çiçek açtırmak için. Orkidenin gelişmesi için içinde nitrojen olması gerek. Çiçek açmasını istiyorsanız içinde nitrojen olmayan ama fosfor ve
Doğada orkideler kademeli ısı iniş çıkışları yaşarlar. Çok büyük ısı farkı orkidenizin goncalarının sararıp dökülmesine neden olur, yerini değiştirmeniz gerekirse bundan kaçının.
potasyum olan vitamini seçmeniz lazım. Haftada bir rutin yaptığınız sulama suyuna toz halinde olan vitamini karıştırabilirsiniz. Eğer bu size zor geliyorsa senede bir, ya da iki kere yavaş çözülen, saksının üst kısmına serpilen granül vitaminlerden de kullanabilirsiniz ama daha özenli ve bol çiçekli orkideler istiyorsanız suda çözülen tipi öneririm. Saksının ve bitkinin boyuna göre de vitamin dozunun ayarlanması, konsantre olduğundan kutunun üzerindeki su ve vitamin oranına uyarak sulandırılması gerekir. Fazlası köklerin ve bitkinin kavrulmasına, yapraklarda beyaz bir atık ve tuz oluşmasına neden olur. İyi bir şeyin fazlası, iyi olmaz bu durumda. ORGANİK İLAÇLAMA Yaprak biti, pamukçuk, küçük örümcekler görürseniz evde yapabileceğiniz sarımsak, biberden, ya da tabii sıvı sabundan bir karışımı yaprakların altına ve üstüne püskürtebilirsiniz. En pratiği ise sabun ile evde yapabileceğiniz bir solüsyon: yarım litre suya bir çorba kaşığı doğal sıvı sabun koyup karıştırın. Bu organik ilaçlamayı sebze, biberiye, fesleğen gibi mutfakta kullandığınız bitkilerde de kimyasal içermediği için kullanabilirsiniz.
Mengerler Lifestyle
37
ORKİDELER
Ağaç kabuğu, kömür ve perlit karışımı.
Turba Yosunu (Sphagnum Moss) iyice su çekmiş görünüşü.
Perlit.
Turba Yosunu kuru halde.
Topak olmuş kökler.
Kuru köklerin makas ile kesilmesi.
Eğer kökler çürük görünüyorsa çok suluyorsunuz demektir.
Yeni dikilen orkideyi devrilmemesi için telle sabitleyebilirsiniz.
Terracotta saksıları suya birkaç saat gömdükten sonra delik açıp orkide saksısına çevirebilirsiniz.
Dendrobium dalları minik klipsle tutturulmuş.
Cattleya'nın yavrusunu bıçak ile keserek ayırırken. Tabii, yavru bitkinin köklerine zarar vermeden.
38
MengerlerLifestyle
Cattleya, sphagnum moss içinde ve büyük saksıya geçirilmiş. Çiçek açtığı zaman saksı değişimini yapmamalı.
ÇOK ÇİÇEK AÇTIRMAK İÇİN PHAL BUDAMA TEKNİĞİ Orkidelerin çiçeklerini taşıyan ince uzun dalları tamamen kurumadan sakın kesmeyin, çünkü aynı daldan tekrar çiçek verebilirler. Özellikle kısaca Phal denen (Phalaenopsis) cins orkidelerin bütün tomurcukları çiçek açıp, son çiçek kurumadan dalın ucundan aşağı doğru 3 ila 5’inci boğumdan keserseniz, yeniden çiçek açtırabilirsiniz. Bir, iki hafta sonra yeni çiçek taşıyan dalların fışkırdığını göreceksiniz. Bu çok hoşunuza gitse de 3 kere yaptıktan sonra budama yapmayın ve bitkiyi dinlenmeye bırakın. Phal diğer bazı orkide cinsleri gibi dinlenme dönemine girmez ama arada çiçek taşımadığı dönemler olması da normal. Çiçek taşıyan dallar ilk çıktığında bir bambu ya da zarif bir çubuk ile dik ya da ince bir teli bükerek kıvrımlı bir form verebilirsiniz; bu işlemi yaparken dallar çok körpe olduğu için narin davranmamız gerekir; minik klipsler ve tellerle tuttururken dalı fazla sıkmamaya ve zedelememeye de özen göstererek. Klipsleri boğum yerlerinden tutturmayın, çünkü boğumlardan yeni dallar fışkıracaktır. SAKSI DEĞİŞTİRME Orkideye gönül verenlerin en çekindiği işlem saksı değiştirme. Bir kere yaptıktan sonra zor olmadığını göreceksiniz. Saksıyı beğenmediğinizde, ya da orkideniz açık yeşil ve beyaz kökler çıkarıyor, artık saksısı ufak geliyorsa bu işlemi yapma zamanıdır. Bazı kökler havadan beslenir ve saksının dışındadır, bunları görünce hemen saksı değiştirmem lazım diye düşünmeyin. Eğer orkideniz güzel çiçek açmışsa, çiçekler geçmeden saksı değişimi yapmayın; bitki strese girip çiçeklerini dökebilir. En kolayı eğer orkide plastik saksıda ise; saksıyı dış çevresinden iki elinizle hafifçe sıkıp bırakın, bitkinin, köklerin, içindeki yosun, ya da kabukların gevşemesini sağlayın. Saksıya tutunan kökler varsa nazikce bir bıçak ile sıyırın. Eğer kil saksıda ise muhakkak saksıyı ve kökleri önce ıslatın ve bir bıçak ile kaptan titizce ayırın. Gevşettikten sonra saksıyı bir elinizle baş aşağı tutarken, diğer elinizi orkideyi avucunuzda tutacak şekilde açın. Saksının içindekiler dökülsün, sonra dik tutup köklerini gevşetin bu sefer, aralarındaki yosun, ağaç kabuklarını ayıklayın, eğer bazı kökler, ağaç kabuğu ya da kömüre çok sıkı tutunmuşsa bırakın öyle kalsın. Bütün bu dökülenleri atın, yeni saksıya geçirirken yeni malzemeyi kullanın. Turba yosunu, ya da ağaç kabuğu, kömür ve perlit karışımına dikebilirsiniz. Turba yosunu kuru halde paketlenmiştir, çukur bir kapta suyu iyice çekmesini sağladıktan sonra kullanılmalı. Birçok ödüllü orkide yetiştiricisi bu yosunu tercih eder, orkidenin kökleri bu gevşek, hem hava aldıran, hem de nemli tutan yosunda güzel gelişir. Saksının dibini Turba yosunu ile döşeyin, köklerin etrafını yosun ile gevşekçe sardıktan sonra saksının ortasında tutun ve sonra etrafını da yosun ile doldurun. Yosun saksı kenarının biraz altında kalmalı ki, sulandığında suya gömülsün. Bitkinin saksıda doğru pozisyonda durması için çubuk, tel ve klipsler kullanabilirsiniz. Plastik saksıya dikili orkidenizi toprak saksı içinde saklayacaksanız bu saksının konduğu yere nem ile zarar vermemesi için iç ya da dış kısmı sırlı olmalı. Piyasada gönlünüze göre bir orkide saksısı
ORKİDELER
Dendrobium.
bulamazsanız, aldığınız toprak saksıyı örneğin bir kovada suya gömüp, iyice nemlenmesini sağladıktan sonra, matkap ile yanlarına delikler açarak kendi saksınızı yapabilirsiniz. Özellikle büyük orkidelerim için saksı bulamadığımdan bunu uyguluyorum. Bazı ülkelere bitki sokmak yasak, fakat ülkemizde böyle bir uygulama olmadığı için yurtdışından nadir bulunan çeşitleri saksısız halde nemlendirilmiş bir kağıt havlu ya da ince bir süngere sarılı olarak orkideyi önce plastik kapalı bir torbaya, sonra da ezilmesin diye bir kutuya koyup getirebilirsiniz. Orkide sergileri ve cemiyetlerinde bu çiçeğin tutkunları ile konuşmak çok keyifli ve eğitici. Bu en temel noktalara dikkat ederek orkidenizle ilgilenin, bakın çok yakında bu yeni tutkunuzla bir orkide koleksiyonuna başlayıp, evinizin dekoruna uygun yaratıcı, estetik kompozisyonlar yapmaya başlayacaksınız. Misafir sofranızın orta süslerinde minyatür orkideler karşılıklı oturan kişilerin görüşünü engellemeyeceği ve sofranın dekoruna uyan kaplarda kullanabileceğiniz için ideal. Kendi emeğiniz ile yetiştirdiğiniz orkideler aynı zamanda mükemmel bir hediye olacaktır. Orkidelerinizin açan her yeni tomurcuk ile sizi sevindirmesini dilerim.
Gerçek çiçeklerin olduğu bir ev yuvaya dönüşür. Orkideler ise evinizi dekore ederken en şık kompozisyonları yapabileceğiniz çiçeklerdir. Cattleya ve çeşitli Phalaneopsis'lerle bir köşe.
Mengerler Lifestyle
39
Charleston Güney Carolina
Savannah
Georgia
DÜN VE BUGÜN 18
MengerlerLifestyle
C
lark Gable’ın başrolünü oynadığı, Klasik Amerikan Filmlerinde en seçkin ilk 10 içindeki romantik ‘Rüzgar Gibi Geçti’ filminin çekildiği güney eyaletlerine gidiyoruz.
Kırmızı saçlı, dik başlı, güzel Scarlett O’Hara’yı, plantasyon malikanelerindeki zengin yaşamı, pamuk tarlalarındaki köleleri ve Sivil Savaş’ın hayatlarda bıraktığı izleri hatırlayacaksınız... işte o yöreler. İngiliz Kralı Charles II onuruna 1670’de Charleston Limanı’nda, yerel kişilerin esprili ifadeleri ile, Ashley ve Cooper Nehirleri’nin Atlantik Okyanusu’nu oluşturduğu yerde kurulmuş Charles Town. Tipik evleri, patika sokakları geçmiş yaşamları hala gözünüzün önüne getirebileceğiniz şekilde korunmuş. Ama bir müze şehir olmaktan çok uzak, hayat dolu, tarihi bir dekorda çağdaş yaşamı kucaklayan bir şehir. Hayat şartları değişirken, teknoloji ve yeni ihtiyaçların bu biblo şehri bozmasına, yozlaştırmasına izin verilmemiş yine de, ya da kıyamamışlar. Geçmişe değer vererek yaşatmak ve korumanın, sadece kanunlar ve koruma cemiyetlerinin gözetimi ile değil, orada yaşayan insanların kültür düzeyi ile de çok ilintili olduğu bir gerçek. Bir restoran onarılırken duvarın alt sıvasında kroki gibi basit bir deniz haritası ortaya çıkmış. Duvarın o kısmını camdan bir vitrin ile korumaya almışlar. Bunu görünce kıymeti bu basit harita ile mukayese bile edilemeyecek değerdeki üzerine asfalt dökülen, ya da keşke hiç dokunmasalardı dedirtecek kadar kötü restorasyon yapılan mozaikleri andım ve içim sızladı; bu kültür katliamının ülkemizde en kısa zamanda son bulmasını diledim. Şehrin tarihi mimarisi korunmuş olduğundan, Charleston mimarlar için de bir cennet; etüt edilecek, hayran olunacak çok unsur var; tarihi mimari restorasyon ve sanat okulları açılmış bu nedenle.
YAZI: AYŞEN GÜREL SİLE FOTOĞRAFLAR: SİLE ARŞİVİ
Charleston’ı sevmek ve hayran olmak için mimar olmaya gerek yok, gerçekten çok şirin bir şehircik. New York, Los Angeles, Miami gibi kalabalık, modern, ileri teknolojinin hakim olduğu şehirlerden sonra eğer gelirseniz, tam geçmişe yolculuk yapmış gibi olacaksınız. Bir tane bile gökdelen yok, evler en fazla 4 katlı, birkaç hükümet binası daha yüksek, o kadar. Trafik bunaltmıyor, hayat gibi o da yavaş burada, bakımlı atların çektiği faytonlar nostaljinin parçası hala. Evler gibi bahçeler ve avlular da estetik ve kullanışlı; hem de özel hayatın masuniyetine özen gösterilerek tasarlanmış. Manolya ağaçları muhteşem, boşuna ‘Great Southern Magnolia’ denilmiyor bu ağaçlara; filmlere, restoranlara esin olmuş manolyalar. Evlerin günümüzdeki sahipleri de özenli ve zevkli devam ettiriyorlar geçmişi. Kapının demir döküm tokmağı, paspasın cinsi, perdelerin deseni, hepsi dekoru tamamlıyor. Hava kararınca gaz yakan fener tipi sokak lambaları aydınlatıyor daracık sokakları. Broad, Legare, Cumberland isimli sokaklarda yürüyüş çok keyifli, özellikle French Quarter ve Battery’de her an karşınıza tipik yapılar ve hoş deMengerler Lifestyle
19
Tarih kokan Charleston'da, fotoğraftaki gibi pansiyonlarda kalabilirsiniz.
Charleston Körfezi boyunca yürüyüş yapabileceğiniz sahilde Amerikan Sivil Savaşı anısına toplar, gülleler, heykel ve tabelalar yer alıyor.
Charleston'daki tarihi binalar Amerikan tarihini yansıttığı için özenle korunuyor ve renove ediliyor. King Street'de tuğla cepheli bir bina.
'City Market' bugün Federasyon Müzesi.
'Two Meeting Inn' limana yakın lokasyonu ve muhteşem mimarisi ile en güzel Bed & Breakfast tipi pansiyonlardan. Binanın salon pencereleri ünlü Tiffany'nin vitrayları ile bezeli.
Charleston en güzel yürüyerek geziliyor, kameranız hazır olsun.
20
MengerlerLifestyle
King Street Charleston'un en popüler alış veriş caddesi.
Eskiye saygı ve yeniye, gelişmeye verilen önem bir arada.
'The Joseph Manigault House' Charleston'da tur ile gezebileceğiniz tarihi evlerden.
Sanat etkinlikleri ve okulları hem Charleston, hem Savannah'da çok etkin. Daracık sokaklarda birçok galeri keşfedecek, ya da ressamlara rastlayacaksınız.
Daracık sokaklardaki ferforje sokak lambaları doğalgaz ile çalışıyor. Bahçe, avlu, balkon ve girişlerde sürpriz detaylar dikkatinizi çekecek.
'Husk' Charleston'un en popüler restoranlarından. Tarihi bir binada ve hoş bir iç dekorasyon ile hizmet veren Husk'da güney eyaletlerinin lezzetlerini tadabilirsiniz. 'Fig' ise en sofistike restoran, rezervasyon için 3 ay önce aramak gerekiyor.
Parklar Savannah'nın en büyük özelliği ve güzelliği.
Limana bakan evlerin bazılarında çatı kısmında bir balkon var, adı:'Widow Walk'.
'Vic's on the River' Savannah'nın en popüler restoranı. Akşam yemeği için özellikle ideal.
Cotton Exchange binası, Pamuk Ticareti ve yüklenmesi için kullanılan bu bina önündeki havuzu ve brik cephesi ile eski Savannah'da pamuğun ekonomideki önemini vurguluyor. Binanın arka diğer cephesi Savannah Nehri'ne bakıyor.
Savannah Nehri'nde yandan çarklı buharlı gemilerle gezebilirsiniz.
Detayları ancak yürüyerek keşfedebilirsiniz.
St. John The Baptist Kilisesi
'The Pink House' Restoran ve Taerna, Charleston'ın en eski ve ünlü gurme noktalarından.
Ufak otobüs, ya da fayton ile gezilen değişik turlara katılabilirsiniz.
Çizim yapan öğrenciler.
Mengerler Lifestyle
21
Güzellik detaylarda gizlidir... Savannah ve Charleston'da tarihi evlere verilen değer ve özen imrendiriyor.
CHARLESTON - SAVANNAH taylar çıkıyor. Evlerin girişinde sık sık resim, motif, ya demirden ya da üç boyutlu bir obje olarak ‘hoş geldin sembolü olan ananas’ var. Güney eyaletlerinin misafirperverliği bugün hala geçerli; insanlar kibar, yardımsever ve candan. Lodge Alley Inn ve liman yakınındaki yuvarlak dönüşlü mimarisi ile en hayran olduğum Two Meeting Street Inn bir otel yerine tarihi bir yerde kalmak istiyorsanız ideal. Two Meeting Street Inn’in camları Tiffany tarafından yapılmış. Porch denilen ön kısmındaki hasır ya da sallanan koltuklarda buzlu bir limonata içtiğimi ve limanda yaklaşan eski tip yelkenli gemileri hayal ediyorum; önümden atlı arabalara kurulmuş pastel renkli kabarık elbiseler içinde, koca fiyonklu kurdeleleri, tüyleri uçuşan büyük şapkaları ile şık hanımlar geçiyor; Southern Belle deniyor bu güneyli güzellere...
mutfağının yanı sıra, dünya mutfaklarından, geçmişiyle ilgili olarak, özellikle de bir çok Fransız lokanta var . En iyi restoranı gurmelere ve google’a sorduk. Hepsinde ‘Fig’ başı çekti; 3 ay öncesinden rezervasyon öneriliyor. Yöreye has lezzetleri tatmak isterseniz Charleston’a özgü tarihi hoş bir yapı içindeki ‘Husk’ da çok popüler. Halk güler yüzlü ve samimi; Amerikalılar kendi aralarında da ‘Güney Misafirperverliği’ tabirini kullanırlar; gerçekten de öyle. Conde Nast Traveler ve Southern Living Magazine gibi turizm sektöründe başı çeken dergilerde 2011, 2013 ve 2014’de Charleston, Amerika’nın en kibar ve misafirperver şehri seçilmiş. SAVANNAH, Georgia
İlk geldiğimiz gün çok yağmur yağdı ve bu şehirle ilgili hiç bilmediğimiz bir gerçekle karşılaştık. Bir taraftan yağmur, diğer yandan denizin yükselme zamanı ise, Charleston’ın birçok sokağı sular altında kalıyor. Alışveriş sokağı olan King birçok sokağa göre daha yüksekte ve sulardan etkilenmiyor. Sular rögarlardan gideceğine geri geliyor, fakat trafiği felce uğratacak bir durum olmuyor. Charleston 1670’de kurulmuş, bu tarihi evler sivil savaş öncesi güneyin şaşaalı döneminde yapılmış. Carolina Gold denilen pirinç, bölgenin altını olarak ekonomisinde başrolü oynamış. Pirinç yetiştirmek pamuk yetiştirmekten 10 misli daha güç ve zahmetli bir işmiş. O yıllarda pirinç Çin ve Asya’ya bile bu yöreden ihraç edilirmiş; dolayısıyla çok köle çalıştırılmış tarlalarda. Kuzeyde ekonomi Endüstri Devrimi ile gelişirken, güney ekonomisinin bel kemiği ise köle gücü ile işleyen tarım olmuş. Sivil savaşın ilk topu Charleston Limanı’ndaki Fort Sumter Kalesi’nden atılmış. İdeolojiler ve menfaatler farklılık gösterince patlayan sivil savaşta çok trajediler yaşanmış. Güney Eyaletleri’nden olup, Kuzey’den biri ile evlenen güneyli bir kadının hikayesini okudum. Eşinizin ve erkek kardeşinizin birbirine düşman saflarda savaştığını düşünün. Sonunda Kuzey’in kazanması ve kölelerin özgürlüğe kavuşması ile iç savaş sonuçlanıyor. Whipping House, yani kırbaçlama, cezalandırma binası köle dönemini belgeleyen mekanlardan. Charleston kiliselerinin çanları ve tüm demir işleri savaşta kullanılmak üzere eritilmiş. Liman boyunca sıralanmış evlerin bazılarının düz çatılarındaki teraslara; ‘Widow Walk’ deniyor; ‘dul yürüyüşü’ anlamında. Limanda eşlerini geri getirecek gemilerin dönüşünü gözleyip, volta atan kadınlardan almış ismini bu balkonlar. Tarım yapılan iç bölgede gezdiğim plantasyon Charles Nehri kenarında idi; gemiler ancak deniz yükseldiği zaman evlerin önüne kadar seyredebildikleri için dönüşlerini gel gitlere göre ayarlamak zorundalarmış. Charleston’da sanata da çok önem veriliyor; şehrin tek sanat oteli olan Vendue’nün tüm oda ve mekanlarında orijinal sanat eserleri asılı. Giriş katında ise şarap ve peynir ikramı ile her gün sanatseverleri ağırlayan bir sanat galerisi var. Yeme içme konusunda seçenekler çok; güney eyaletlerinin kendine has
22
MengerlerLifestyle
1733’de kendi ismini taşıyan nehrin kenarında kurulmuş Savannah. Bugün bir endüstri şehri; Atlantik Okyanusu’nda ticari taşımacılık yapan liman Amerikan İhtilali’nde stratejik bir rol oynamış. Bu şehrin en büyük özelliği tarihi şehir merkezindeki şirin parklı meydanları ve Victorian Evleri. Unesco Dünya Mirası listesinde yer alan bu meydanlara Savannah’nın kraliyet tacı deniliyor, meydanlar şehrin mücevherleri. 1851’de ilk tasarlandığında 24 park varmış, 21’i kalmış. 20 yy. da 3 tanesi, birine park yeri inşa edilmek üzere tamamen imha edilmiş. Tarihi Değerleri Koruma Vakfı’nın girişimi ile 2010’da yok edilen parklardan biri geri kazandırılmış; artık hepsi koruma altında. Asırlık ağaçlar altında bir sırada oturup soluklanmak, sandviç atıştırmak, kuşların cıvıltısını dinlemek, ya da sadece gelen geçeni seyretmek için şimdi sizi bekleyen 22 huzurlu park var. Hepsi tarihi önemi olan bir kişi, kişilerin şerefine ya da olayın onuruna isimlendirilmiş ve birçoğunda heykeller ve plaketler bilgi veriyor. Bugün yeşile hasret kalan şehirliler için bir rüya proje; ortada parklar ve etrafını evler çevrelemiş, karşıdaki evler masuniyet verecek kadar uzak, doğa evinizden kucaklayabilecek kadar yakın. Şehrin tarihini okurken bu parklardan oluşan karolajlı planın esas yapılma nedenini öğrendiğimde şaşırdım. Bugün benim gibi herkesin estetik nedenlerden hayran olduğu meydanları aslında General Oglethorpe askeri yerleşime uygun şekilde ve meydanları da talim alanı olarak planlamış. 1666’daki büyük Londra yangınına bir reaksiyon olduğu da söyleniyor, sıkışık düzenin sakıncalı bulunmasından dolayı böyle bir uygulama yapıldığı düşünülüyor. Ana proje şehrin ızgara, karolaj halinde büyümesine el verecek şekilde tasarlanmış. Savannah’da önermek istediğim restoran nehrin kenarındaki Vic’s On the River. Yukarıda bahsettiğim koruma altındaki harita bu restoranın duvarında. Burayı akşam yemeği için programınıza almalısınız. En güzel pişirilmiş kılıç balığını burada yediğimizi söyleyebilirim. Restoranın şehir kısmında ve bir de nehir boyunda giriş kapısı var. Yandan çarklı
Savannah'nın 22 parkındaki tabelalar Amerika'nın bu tarih yüklü şehri hakkında bir çok bilgi içeriyor.
Charleston'un ilk sanat oteli Vendue'nün galerisinden bir eser.
'Shaver's' Kitap Evi Savannah'daki en şirin mekanlardan biri.
Vendue Otel'in tuvaletinde bile sanat var.
Charleston Harbor; körfezin sahilindeki parkta heykel toplar. Kıyı boyunca birbirinden karakteristik tarihi evlerin önünden geçiyorsunuz.
J.M Evi: antik ayna. İstridye bu yörede çok seviliyor; Ferforje ve istridye kabukları ile tasarlanmış plafonyerler bu deniz mahsülleri restoranında ambiyansı tamamlıyordu.
J.M. Evi: Antik oyuncaklar
J.M. Evi; taşıyıcı elemansız merdiven mimarisi.
Joseph Manigault Evi.
Robert Lange 'Portraying Charleston'.
Shaver Kitabevi: kitap sayfalarından çelenk.
Mengerler Lifestyle
23
Ünlü köprüsü ile Savannah Nehri kenarı. Bir endüstri şehri olan Savannah'da nehir trafiğinde ticari gemiler çoğunlukta.
buharlı gemi eski günlerin simgesi ve belli saatlerde turistleri gezdiriyor. Nehirdeki trafik endüstri ağırlıklı, sahil yolu boyunda restoranlar ve ufak dükkanlar dizili. İstanbul Boğazı’nı bilen ve sevenler için pek etkileyici bir manzara olduğunu söyleyemeyeceğim. Başta anlattığım gibi, Savannah’yı özel kılan parkları, evleri ve tarihi. Şehir dışına çıkıp, birçok tur düzenleyen firma ile civarı gezebilirsiniz. Kaç kitapta bu dönemleri okumuş, ya da filmlerde izlemiş olsak da olayların olduğu yere bizzat gidince ve biraz da hayal gücünü harekete geçirince, geçmişin gerçekleri gözler önünde canlanıyor. Malikanelerdeki zengin yaşam, kölelerin çektiği sefalet, sivil savaşın kederli izleri. Plantasyon gezilerini insanlık ve tarih dersi olarak programa aldığımızı söylemeliyim; rehber eğer malikanedeki hayatı fazla ballandıra ballandıra anlatırsa, kölelerin ödediği bedeller karşılığındaki bu yaşamı süren plantasyon sahiplerine imrenmeden çok uzak duygularımız. Ne de olsa tatildesiniz, bu ziyareti son güne bırakmayın, şehirde daha neşeli bir program ile ayrılın buralardan.
Savannah'nın 22 park şeklinde düzenlenmiş meydanını faytonlu turlarla gezebilir, daha sonra en hoşunuza giden ve tarih açısından önemi olanları heykelleri yakından izleyerek ve tabelaları okuyarak gezebilirsiniz.
Savannah ve Charleston’u her sene milyonlarca yerli ve yabancı turist geziyor. Güneyin bu iki incisini bir seyahate sığdırabilirsiniz. Savannah’da 1, Charleston’da 2 gece yeterli olur. Charleston daha hareketli; müzeleri, sanat galerileri gibi görülecek, gezilecek yerler, değişik tadımlar yapılacak restoranlar daha çok. Güney Misafirperverliği gerçek ve yaşıyor... Ayrılırken üzüleceksiniz... rüzgar gibi geçecek.
24
MengerlerLifestyle
Savannah'da parklarda huzur baş rolde. Müzisyenler, ressamlar, sokak göstericileri, yerli ve yabancı turistlere rastlasanız da doğa içinde, asırlık manyolya ağaçlarının gölgesinde sakin bir zaman dilimi sunuyor.
Mengerler Lifestyle
25
DALI DELI DAHI
YAZI: AYŞEN GÜREL SİLE FOTOĞRAFLAR: M. FARUK SİLE
S
alvador Dali denince akla ilk gerçeküstü resimlerindeki çarpıcı, garip imajlar, bir o kadar da kendisinin eksantrik davranışları, gözlerini fal taşı gibi açan bakışları ve ıstakozunkini andıran muhteşem bıyıkları gelir.
Dahi ile deli olmanın çok ince bir çizgi ile ayrıldığı söylenir; acaba Salvador Dali ikisinin arasında gidip gelen bir kişilik miydi? Yoksa bir dahi mi?
Resimleri analiz edebilmek için teypten dinlemekte yarar var.
26
MengerlerLifestyle
Kendisini öyle kabul ettiğini ‘Bir Dahinin Günlüğü’ isimli günlüğünden biliyoruz. Şöyle yazmış: “Her sabah uyandığımda, Salvador Dali olmaktan yüce bir zevk alıyor ve kendime soruyorum; bu Salvador Dali bakalım bugün ne olağanüstü, nasıl çarpıcı bir şey yapacak?” Bu eğlendirici kendini beğenmişlik, megaloman, narsistik kişilik ve
Müzesinin koleksiyonunda 96 yağlıboya pentür, 100’ün üzerinde suluboya ve desen, 1300 grafik çizim, heykeller, sanat objeleri ve geniş çaplı bir kütüphane yer almakta. Dünyada hiçbir müzede Dali’nin bu kadar çok ‘başyapıtı’ yok; başlıca eserleri sayılan 18’inden 7’si St. Petersburg, Tampa’daki bu müzede. Her yöne doğru en az 1,5 metre boyutunda olan ve üzerinde senelerce çalıştığı ‘The Hallucinogenic Toreador’ ve ‘Discovery of America by Christopher Columbus’ da bu baş yapıtların arasındadır.
sürekli çevresindekilerin hayranlığını hissetme arzusu, ya da ihtiyacının altında güvensizlikleri, kompleksleri ile karmaşık bir iç dünya seziyoruz. Dali’nin kişiliği ve sosyal ortamda oynadığı rolü İskoç Sanat Tarihçisi Catherine Ingram ve İllüstrasyon Sanatçısı Andrew Rae ‘This is Dali’ adlı kitapta irdeliyorlar. Dali’yi çözmeye çalışırken akla Psikiyatr Carl Gustav Jung’a göre kişinin dünyaya gösterdiği sosyal yüz, ya da bir tür maske olan ‘persona’ geliyor. Bir yandan başkaları üzerinde bırakılmak istenen intiba, diğer yandan kişinin ger-
Müze efsanevi Mimar I.M. Pei'nin baş tasarımcısı Yann Weymouth tarafından tasarlanmış.
Mengerler Lifestyle
27
DALİ MÜZESİ çek ruh halini gizlemek olarak açıklıyor Jung bu davranışı. Hikaye anlatan bir ailede büyümüş Dali; dedesi şişe mantarı satıcısı olmasına rağmen, babası herkese doktor olduğunu anlatır. Büyükbabası bir binadan kendini atıp intihar ettiğinde, ailenin hikayesi trajik olarak beyin tümöründen öldüğüdür. Aile geleneğini takip eden Dali, kendi mitolojisini yaratır; ‘Dali’nin Gizli Hayatı’ adlı otobiyografisinde, çocukluğunu biraz renklendirerek ve bir deha ressama uyacak şekilde yeniden düzenler. Hayatının her anında ‘Dalice’ ya da ‘Dalivari’ yaşayan sanatçının kendisinden üçüncü şahıs olarak bahsetmesi, ona özgü eksantrik davranışlardan sadece bir tanesi. Ne olursa olsun, Dali’nin sanatçı olarak gerçek hayattaki zıt davranışları ve gerçeküstü resimlerindeki yansımasını birbirinden ayırt edemeyiz. Nitekim günlüğüne ‘Dali olma sanatını’ kendisi yazmış olması bu kanıyı doğruluyor.
cüdür. Aynen filmlerinde, balede, cam, mum, birincisine meyil gösteriyor. bronz gibi obje ve heykellerinde olduğu gibi.” Paranoyaları, halüsinasyonları, garip cinBaşka bir görüş ve kaynak olarak Caroline sel davranışları, tutkuları, kontrol edilemez Murphy’nin yazılarından bahsedebilirim. ‘Ki- buhranları, narsist ve megaloman hallerinin şilik ve kişiye has farklılıklar’ konulu Oxford üzerinde yoğunlaşıyor Murphy. Aynı zamanÜniversitesi’ndeki tezinde, Dali’nin psikolo- da hayatında hiç psikolojik tedavi görmemiş jisini, “Gerçekten deli miydi, yoksa öyle mi olmasına dikkat çekerken, kontrol edilebilen davranıyordu?” diye sorgularken, daha çok bir çılgınlığın yaratıcılığa katkısını kurcalı-
Ünlü Portre Fotoğrafçısı Philippe Halsman ve Dali hayal gücününün tavan yaptığı projeler gerçekleştirmişler; ortak çalışmalarını ‘Halsman Dali’ olarak araştırmanızı hararetle öneririm; çok ilginç işlere rastlayacaksınız. Bir söyleşide, Halsman Dali’ye sorar: ‘Gerçeküstü nedir?’ ‘Gerçeküstü benim’ cevabını alır. Çeşitli fobileri, muazzam hayal gücü ve usta resim yapma becerisi ile sanat dünyasında çok özel bir yeri var Salvador Dali’nin. Birçok kimse onu sadece sağlam desenleri ve harika pentürleri ile tanısa da, sanatın hemen hemen her dalında ve değişik medyumlarla çalışmış çok yönlü bir sanatçı Dali. Fransız Yazar, Fotoğraf Sanatçısı ve Sinema Yapımcısı Robert Descharnes, Dali hakkında bir çok kitap yayınlamıştır, birinde şöyle yazmış: “Dali’nin çok büyük bir resim ustası olduğunu fark etmek için ‘Christ of Saint John of the Cross’ ve ‘Metamorphosis of Narcissus’ resimlerini görmek yeter. Mükemmel bir yazar olduğunu bilmek içinse sadece ‘Dali’nin Gizli Hayatı’ (The Secret Life of Salvador Dali) isimli otobiyografisini okumak yeter. Sırf takı tasarımları ile ünlü olabilirdi. Mobilya tasarımları ise zamanının tasarımcılarına nazaran bir ön-
28
MengerlerLifestyle
1925'de Dali, Sigmund Freud’un ‘Rüyaların Açıklamaları, Tanımı’ başlıklı kitabını okur ve hayatımın baş keşfederi der. Bundan sonra sadece kendi rüyalarını değil, başına gelen her şeyi de ifade etmeye başlar eserlerinde.
DALİ MÜZESİ yor yazısında. Garip, tuhaf, belki çılgın ama kesinlikle eğlendiren eksantrik haller; Londra’da verdiği seminerde neredeyse boğulmasına neden olacak dalgıç kıyafetini giymesi gibi. Dali’nin şaşırtan ve gülümseten çılgınlıklarını internette okumak oldukça eğlenceli. Deli miydi acaba, yoksa şaşırtmaktan, ya da çılgın sanılmaktan
çekinmeyen, cesur, hızlı düşünen, zeki, esprili, yaratıcı ve çok üretken bir deha mıydı? Lüks, şaşalı, oryantal kostümler sevmesini, kendini adeta kraliyet soyundanmış gibi lanse etmesini, atalarının Fas kökenli olması şeklinde açıklayan sanatçının cemiyet içindeki tuhaf davranışları, sanatına inananların hoşuna gitmese de, bazen eserlerinden daha çok dik-
Kristof Kolomb’un Amerika’yı keşfi; 1958’de başlayıp bir senede biten resim 410x284 cm. olarak yaptığı en büyük resimlerden biri. İspanya onuruna öğelerde ülkenin tarihi, sanatı ve efsanesi öne çıkıyor.
Mengerler Lifestyle
29
DALİ MÜZESİ
Mona Lisa? Dali'nin bıyıkları, delice bakışları ve elleri ile.
Kendi sözlerinden: 'Her gün Salvador Dali olma sanatı'.
Gala Cafe gördüklerinizi özümsemek için keyifli bir mekan. İspanya mutfağından menüsü ile birçok seçenek sunuyor.
30
MengerlerLifestyle
DALİ MÜZESİ kat çekmiş. Sanat tarihinde kendisinden söz ettirmek için sıra dışı davranışlarda bulunan sanatçılardan, biraz da hallerinde benzerlikler olduğundan, aklıma ilk çıplak Andy Warhol geliyor. Dali’nin eksantrik davranışları kimileri tarafından gösteri olarak kabul ediliyor. Ne kadarı böyledir bilmek zor ama sıra dışı bir kişilik olmasında hayatındaki garipliklerin katkısı da olmuştur muhakkak; pek sıradan bir hayat olmadığını eklemeliyim. Daha çocukluğunda başlıyor travmalar, aynı isimdeki erkek kardeşi ölünce, ebeveynleri beş yaşındaki Salvador’u kardeşinin mezarına götürürler ve ona kendisinin kardeşinin reenkarnasyonu olduğunu söylerler. Dali buna inanır, ömür boyu kardeşinin gölgesinde yaşar; “Birbirimizi bir su damlası kadar andırıyorduk ama yansımalarımız farklı idi der” bir yazısında, çok küçükken kaybetmiş olmasına rağmen ‘Ölü Kardeşimin Portresi’ isimli resmi yapar seneler sonra. Babası orta sınıf bir avukat ve noter olmanın yanı sıra otoriterdir ve Dali’nin sanat eğilimini desteklemez. Annesinin sayesinde sanat eğitimine başlar. Hayatındaki en önemli kişi olan annesi vefat edince çok etkilenir. Babası teyzesi ile evlenince Dali teyzesine olan sevgisinden dolayı bu evliliği dışlamaz. Gala ile olan evliliği ise son derece komplekstir, Dali’nin güç ve hükümran hallerine rağmen Gala’nın baskısında yaşadığı değişik kaynaklarda gözlenmiş. Son zamanlarında Gala için yaptırdığı köşke Gala’nın yazılı izni olmadan gidemez Dali. Para işlerini, alışveriş gibi günlük bazı ihtiyaçları gideremediği ve kendisine de bakamadığı için Gala’nın hayatındaki rolü bu manada da çok büyük olmuş. RESİM – HEYKEL – FİLM – EDEBİYAT MİMARİ – SAHNE DEKORU - MODA MOBİLYA – TAKI TASARIMI Her ressamın gelişiminin izini sürmek, ilk işlerini, dönemlerini incelemek heyecanlı bir keşif. Gerçeküstü akımda çağ açan bir ressam olsa da, Dali’nin resimlerinde Rönesans sanatçılarına olan hayranlık barizdir. İlk işlerinden ‘Sepet içinde ekmek’ isimli natürmort gö-
Ekmek sepeti; bu resmi ara vermeden 2 ayda, günde 4 saat çalışarak yaptığını ve ekmeğin en sadık kaldığı konu olduğunu yazmış.
renleri şaşırtıyor. Gerçeküstü işleri ile sanat dünyasını sallayan sanatçının çalışmasında Rönesans sanatçılarının kürk, tüy ve mücevher gibi detaylardaki ustalığını hayranlık ile izliyorsunuz; sepetin örgüsü, ekmeğin kokusu ve dokusu adeta tuvalden çıkacakmışçasına gerçek. Dali’nin felsefe üçgeni: Sanat, Bilim ve Din; eserlerini analiz ederken bu üç unsurun birbirinden ayrılmaz ilişkisini gözlemleyebilirsiniz. Leonardo da Vinci ise baş tacıdır Dali’nin. RESİMLERİNDEKİ SEMBOLLERDEN BİRKAÇ ÖRNEK Onu ve resimlerini çözmeye çalışmak oldukça zor; dünyaya bakışı çok farklı olmasının yanı sıra, görüşleri ve inançları değişmiş; din ve politika dahil. Geçmişini, etkileyen kişileri ve olayları öğrenerek ve resimlerindeki sembolleri anlayarak keşfetmeye çalışıyoruz Dali’yi. Şifreler adeta semboller Gerçeküstü (Surreal) Ressamların tuvallerinde. Miro’nun eserleri-
nin de anahtarıdır semboller örneğin. Adeta bir Dali markası olan eriyen saatler: Einstein’ın izafiyet teorisine atfeder. Sıcak bir Ağustos günü eriyen Camembert peynirinden esinlenir. Karıncalar: Dali’nin karıncalarla ölümü anımsatan bir fantezisi vardı. Küçük bir çocukken evcil hayvan olarak baktığı yarasa ölürken üzerine üşüşen karıncaları görür. Başka bir sefer de karıncaların ölü bir kertenkeleyi yediklerini. Çekirgeler: Dali çekirgelerden çok korkarmış. Deniz kabukları, denizkestanesi ve taşlar: Cadaques’de topladığı kabuk ve taşların mükemmel formlarına hayrandır ve deniz kestanesi mükemmel simetriyi temsil eder. Kolçaklar: Destek ve yardım simgesidir. Sümüklüböcek: Freud felsefesine uzanan yorumlar barındırır. Resimlerinde, ekmek, yumurta, lotus, aslan, fil, sümüklüböcek ve daha birçok hayvan çeşitli anlamlar yüklüdür. 1980’de 76 yaşında iken Dali’nin sağlığı kaMengerler Lifestyle
31
DALİ MÜZESİ şında en çok Salvador Dali eserlerini barındıran müzedir. Modern mimarisi ve sanatçının çeşitli dönemlerini kapsayan eserlerin yanı sıra, büyük boyutlu eserleri ile de büyüleneceksiniz. Ayrıca Dali’nin esin kaynakları, onu motive eden objeler ve Leonardo gibi etkileyen kişiler hakkında da bilgiler var müzede. İster deha, ister deli densin, bu sıra dışı insanı, sanatçıyı daha yakından tanıyacaksınız. Müzeden çıktığınızda, dünyanın en meşhur bıyıkları bahçede sizi bekliyor. İki bıyığın ortasında poz vermeden müzeden ayrılmayın.
Dali'nin muhteşem yeteneği; mine, altın, porselen, metal, cam; gerçeküstü ressamın tuvalinde çok gerçek.
tastrofik bir şekilde bozulur, sağ eli Parkinson hastalığındaki gibi sallanmaya başlar. Söylentilere göre demanslı eşi Gala, reçetesiz, tehlikeli bir ilaç karışımı vermektedir. Bunun sonucunda sinir sistemi zedelenir ve zamansız olarak sanatsal kapasitesi son bulur. Gala’nın ölümünden sonra Dali birkaç intihar girişiminde bulunsa da kurtarılır. Her zaman İspanyol, çok sevdiği, hatta ona göre dünyanın merkezi olan Katalonya Bölgesi’nden olmak ile gurur ve mutluk duymuş Dali. Öldüğünde, vaftiz olduğu, ilk komünyonunu aldığı, Sant Pere de Figueres Kilisesi’nden cenazesi kalkmış. Kabri ise bu kilisenin hemen yakınındaki Dali Tiyatro ve
32
MengerlerLifestyle
Müzesi’nin sahne altında. Mezarının üzerinde tercih ettiği şekilde isim ve titri yazılı: Salvador Dali Domenech Marques de Dali de Pubol 1904 – 1989 DALİ MÜZESİ ST. PETERSBURG, FLORİDA Bu her bakımdan kompleks sanatçıyı size birkaç sayfada özetleyerek genel bir bilgi vermeye çalıştım; hakkında yazılacak o kadar çok şey var ki, inanın kısa bir yazı yazmakta çok zorlandım. Resimler St. Petersburg, Florida’daki Dali Müzesi’nden. Bu müze Avrupa dı-
Spiral merdiven hacimde boşta kalan ucu Dali'nin bıyıklarına bir gönderme olsa gerek.
Kristof Kolomb tarafından Amerika'nın keşfi (The Discovery of America by Christopher Columbus). Mengerler Lifestyle
33
ALEV EBÜZZİYA SIESBYE
34
MengerlerLifestyle
ALEV'in UÇAN SERAMİKLERİ SÖYLEŞİ: AYŞEN GÜREL SİLE FOTOĞRAFLAR: M.FARUK SİLE / AES ARŞİVİ
S
öyleşi için buluşmaya giderken çok heyecanlıydım, Alev Ebüzziya öğrencilik yıllarımdan beri hayran olduğum bir sanatçı, o ufacık tabandan yükselen, incecik kenarlı, adeta boşlukta uçan çanaklar beni hep büyülemiştir. Seramiklerini zamansız, kütle, hacim, gerilim özellikleri ile tanımlayabiliriz. Form ve renkler ile titreşimi sağlayan eserleri dünyanın 33 müzesinde yer alıyor. Olağanüstü bir sanatçı olduğunu biliyordum ama nasıl bir insan olduğu hakkında hiçbir fikrim yoktu. Buluşacağımız yere aynı anda geldik ve birbirini özlemiş iki dost gibi kucaklaştık; samimi, sade, sıcaklığını hissettiren çakmak çakmak güzel gözleri ve müthiş enerjisi ile tanıştım; gelin sizleri de tanıştırayım.
Alev Ebüzziya’nın seramik sanatına getirdiği yenilik ve etkiden övgü ile bahsediyor. Abidin Dino ise şu sözlerle tanımlıyor Alev Ebüzziya’nın işlerini:“… Çanak, çömlek, kap, kacak, kase, fağfur, seramik, porselen, çini, ‘gre’, ne derseniz deyin, bu sözcüklerin hiçbiri Alev’in yarattıkları ile pek ilgili değil... Alev, çanakları aracılığıyla kimsenin bilmediği, duymadığı, var olan ya da icat edilmesi gereken bir töreyi haber veriyor bize… Hem kuzum, söyler misiniz, bu çanaklara ne koymayı göze alıyorsunuz? Nar taneleri mi, zencefil mi, kuş sütü mü yoksa?”
Tüm röportaj boyunca yüreğinin götürdüğü yere gidebilmiş, başarılı olmuş insanlardaki mutluluk gözlerinden okunuyordu. Dünya seramiği Garth Clark’ın iki dudağı arasındadır. Aynı zamanda 8 ödüllü kitabın yazarı olan bu sanat otoritesi Mengerler Lifestyle
35
ALEV EBÜZZİYA SIESBYE Sevgili Alev Hanım, dünyanın en iyi seramik sanatçılarından birisiniz. Sanatınız ve eserlerinizden söz etmeden önce biraz kendinizi tanıtır mısınız? Türkiye’nin efsane ailelerinden birine mensupsunuz. Çok bilinen, tanınan ve kültürü zengin bir aile, hem annem, hem babam tarafından. Tabii bu büyük bir ayrıcalık, evimize gelenler gidenler bildiğimiz, sevdiğimiz, çok saygı duyduğumuz insanlardı. Profesörlerinden, diplomatlarından, arkeoloğundan, şairinden tutun çok güzel insanları tanıdığım bir hayatım oldu. Hayatımın çoğunu yurtdışında geçirdim ama İstanbul’daki ilişkilerimi de kopartmadım hiçbir zaman. 12 yaşındaydım liseyi okumaya beni İngiltere’ye göndermeye karar verdi ailem, çünkü Fransızcayı öğrenmiştim. Ailemden bana kalan en önemli vasiyet olarak şunu söyleyebilirim; babam beni karşısına aldı ve şöyle dedi: ‘Unutma, fakir bir ülkenin çocuğusun, ayrıcalıklı bir aileden geliyorsun, onun için öğrendiğin her şeyi memleketine geri vermek zorundasın.’ 12 yaşında bunun ne olduğunu çok iyi anladım ama bu vasiyetin ne kadar ağır olduğunu daha sonra fark ettim ve hep çok severek taşıdım. Nasıl başladı bu sanat tutkusu? Akademiye İlhan Koman’ın öğrencisi olmak için girdim ama İlhan Bey gelmeyince ben de heykeltıraş olmaktan vazgeçtim ve biraz da rastlantısal olarak seramiğe başladım. Füreya Koral’ın atölyesine girdim, çünkü bir takım imtihanlardan geçmem gerekliydi, orada seramik üzerine hiçbir şey öğrenmedim ama hayatımın en önemli şeyini
Ünlü Yazar Garth Clark kitabın tanıtım gününde bulunacak.
36
MengerlerLifestyle
"Ailemden bana kalan en önemli vasiyet babamın şu sözleridir: Unutma, fakir bir ülkenin çocuğusun, ayrıcalıklı bir aileden geliyorsun, onun için öğrendiğin her şeyi memleketine geri vermek zorundasın.''
Mengerler Lifestyle
37
ALEV EBÜZZİYA SIESBYE
''Denize aşık olduğum günü çok iyi hatırlıyorum.''
öğrendim: “Böyle yaşamak lazım” dedim. Böyle bir atölyenin içinde, istediğin klasik müziği çalıyorsun, kimse fazla konuşmuyor. Rahat, yaratıcı bir ortam. Öyle de oldu hayatım. Bu özgürlüğün de müthiş bir tadı var, hiç karışan eden yok, istediğini yapıyorsun. Büyük bir keyif özgür çalışmak. Hangi ülkelerde atölyeleriniz oldu? İlk atölyem Danimarka’daydı. Sonra 1984’te Paris’te kendi atölyemi açtım. O zamandan beri de Paris’teki atölyemde çalışıyorum. Abidin Dino ile hislerim aynı. Özgün çalışmalarınıza bir şey koymaya ben de kıyamam doğrusu. İçinde bir şey var zaten. Boşluk önemsiz bir şey değil. Dışı yapan boşluk da. Ve ayrıca endüstri tasarımlarınız var; gümüş, cam, porselen ve şimdi de kilim. Hangi yerli ve yabancı kuruluşlar için tasarımlar yaptınız? Çok eskiden beri fabrikalarda çalışıyorum. Eczacıbaşı 1958’de sanat atölyelerini fabrikanın içinde kurmuştu. Danimarka’ya gittiğim zaman sanatçı olarak bize verilen atölyelerde istediğimiz gibi çalışıyorduk ve bazı işlerimizi prodüksiyona alıyorlardı. Almanya’da da işçilik yaptım. 38
MengerlerLifestyle
Beymen, Paşabahçe ve Almanya’da da çalışmalarım oldu. Başından beri prodüksiyona uygun olarak çizimlerinizi yapmanız gerekiyor. Nasıl başladı bu çizimler? Hep eksikliğini hissettiğim, bulamadığım bir şey arıyorum, mesela bir sürahi arıyorum istediğim gibisini bulamayınca, şöyle bir sürahi olsa nasıl olur diye başladım. Kilimler de öyle oldu. Kendim için kilim bakıyordum Dhoku’da, bize tasarımlar yapar mısınız diye rica ettiler. Büyük bir sevinçle kabul ettim. Sanatçının işi olmayanı yaratmak, bir farklılık getirmektir. Ben öyle iddialı bir tasarımcı değilim, benim yaptığım daha çok anti-dizayn. Hele hele bu kilimlerde. Tekstilci değilim ama biraz renk sevgim, biraz espas anlayışımla bir şeyler yapmayı denedim. Kilim üzerine yaptığım çalışmalar Ela Cindoruk ve Nazan Pak’ın galerisinde sergilenecek. Türkiye’de ve dünyada sanatçının tasarım hakkını koruyan patent kuralları hakkında yorumunuz nedir? Avrupa’da kesinlikle uygulanıyor. Danimarka’daki avukatım telifler üzerine dünyanın en meşhur avukatlarından biri. Yani onlar bir kontrat önerdikleri zaman sadece sanatçıyı değil fabrikayı da korurlar. Fabrikalar sadece kendilerini koruyan kontratlar sürebiliyorlar sanatçının önüne. Türkiye’de tam yerleşmiş bir konu değil ama ne mutlu ki son yıllarda taklitçilikten kaçınılır oldu. Benim çok gücüme giden önemli
ALEV EBÜZZİYA SIESBYE
"Hayatta en önemli şey benim için sevdiğim insanlar ve deniz."
Sanatçı, Görsel Sanat Yönetmenimiz Ayşen Gürel Sile ile.
bir tasarımcıya sormadan üstüne süs püs yapıp tekrardan pazara sürülmesi. Özgün işlerinizde esin kaynağınız neler? Israrla hep duru, güçlü, gözükmeyen ama titreşimi olan işler sevdim, bu da entelektüel bir davranış değil. Mesela bir Mısır Piramidi, Mısır Sfenksi, Mısır İbis Kuşu, Anadolu’da kocaman bir kazan, tarlanın ortasında duran bir taş, tek bir ağaç… Bunlar hep ilgimi çekti. Bağırmayan ama varlığını hissettiren belki de biraz rüya gösteren işler. Arkeolojik, toprak altı buluntulardan da esinlenir misiniz? Çok komik şeyler oluyor bu konuda, buradaki bir koleksiyonerde bir işim var. Koleksiyonerler defterlere geçiriyor ya işleri, onun da işleri geçince peki bu nereden demişler. Benim işimi de eski sanmışlar. Çok hoşuma gitti. Çünkü yazılan çoğunlukla işlerimin zamansız olduğu. Dünden de olabilir yarından da. Eserleriniz çok ince kenarlı ve çok ufak bir tabandan yükseldiği için bende hep havada asılı duruyor izlenimi bırakmıştır. Bunu hangi teknik ile başarıyorsunuz? Tornanın üstünde bantları üst üste ekleyerek çalışıyorum, sarmal tek-
1984'ten beri Paris'teki atölyesinde çalışmakta.
Mengerler Lifestyle
39
ALEV EBÜZZİYA SIESBYE nik deniliyor. Çamurun hafızası vardır. Dünyanın en büyük, en ince çanağı da yapılır ama benim böyle bir amacım yok, önemli olan o gerginliği vermek. Demin de sözünü ettiğimiz gibi bir çanağın dış hacmini yaratan içindeki boşluk aynı zamanda o gerginliği, o titreşimi veren içi ve dışı. Boşluğu kullanıyorum bir yerde. İşte o uçma meselesine gelince keşke uçsalar gitseler de ben de rahat etsem. Renk seçiminizden bahsedersek mavileriniz çok ünlüdür. Başka hangi renkleri tercih ediyorsunuz? Yüksek pişirim seramiği Danimarka’da 1960’lı yıllarda öğrendim. O yıllarda Danimarka’da yüksek pişimli seramikte pek renk kullanılmazdı, ağır olmalı, gri, kahverengi, siyah olmalı diye eleştiriler almıştım. Fakat gönlüm dinlemedi, bildiğimi okudum ve sarı, yeşil, fıstık yeşili, mor gibi renkli işler yaptım ve çok yankı getirdi. Sonra hüzünlü bir dönemimde mavileri yapmaya başladım, çünkü mavi çok dinlendirici bir renk. Maviler Akdeniz özleminden çok ruhumun ihtiyacından geldi. Denizi onun için çok seviyorum. Fakat bu maviler çok popüler oldu. Herkes mavi istedi. Ben de yapmıyorum. Mavi yapan Alev olmak istemiyorum. Gerçi artık renk menk de gidiyor. Şimdi hepsi siyah beyaz oldu. Özgür çalışmayı sevseniz de bir çalışma disiplininiz var mı? Çok disiplinli çalışırım, devamlı çalışmazsanız olmuyor tabii. Çalışmanın kesilmesini de istemiyorum çünkü bütün sinir, gerginlik, her şey geçiyor o çanağa. Büyük bir çanağı iki günde bitiriyorum. Peki, sonra kuruması, fırınlanması nasıl oluyor? Bir buçuk, iki ay sürüyor. Çok yavaş kuruması lazım, deforme olmasın diye. Sonra birinci pişim yapılıyor 1000 derecede. Ondan sonra 1280 derecede ikinci sır pişirim yapılıyor. Bütün sırları kendim yapıyorum ve atölyemdeki fırında pişiriyorum. Hazır hiçbir sır kullanmadım, çünkü bence sırrın da çamurun da el yazınız gibi olması lazım. Kaldı ki benim başarılı bulduğum bir işte form, renk, üstündeki her bezeme tamamen birbirine entegre olmalı. Canım çok siyah sır yapmak istedi ve iki senemi aldı istediğim siyah sırları üretmek. Peki, hangi forma yapacağım şimdi bunu? Form var renk ister, renk var form ister.
Sizce de bu çanak havada asılı mı?
Mutluluk nedir dersem? Şimdi bana sorsalar mutlu musun? Vereceğim tek cevap mutsuz değilim. Günde 5 dakika mutlu olsanız 2 ay yeter. Yaptığım işlerle bir etkim oldu, bir yenilik getirebildiysem ne mutlu bana. Amacımız bu değil mi mesleğimize bir şey katmak. Yaratıcılık bu, olmayan bir şey yapmak, iz bırakmak için değil. Yaşarken yeni bir şey yap, bir değişiklik getir, taklit etme. Merak etmekten, iyi mi değil mi kuşkusundan kurtulmamak lazım. Kuşkunuz kaybolduğu an yandınız yani. Sizin için öyle değil mi? İşinizden görüyorum şu dergiden belli. Yüreğiniz sizi daha nerelere götürmek istiyor? Hiç düşünmedim yüreğim beni nerelere götürmek ister, en çok ne isterim hayatta. Mesela en çok istediğim bundan sonra yapacağım serginin iyi olması. 2017’de Galeri Nev’de bir sergim olacak. Bütün derdim o.
Gelecekte başka ne gibi projeler, ne gibi hayalleriniz var daha yapmak istediğiniz? Sergiler, sergiler, başka işler, yeni işler, yeni renkler, bir çanak daha, bir çanak daha… Sevdiğiniz şeyler nelerdir, neler yapmak istersiniz? Hayatta en en önemli şey benim için sevdiğim insanlar ve deniz. Dünya her şeysiz olur ama dostsuz olamaz. En sevdiğim şey bir masa başında oturulsun, yenilsin, içilsin. Dünyanın en iyi keyfi budur benim için. Denize aşık olduğum günü ise çok iyi hatırlıyorum. Çocukluğumuzda Kalamış’a yazlığa giderdik. Bir gün sandalla Kalamış’tan Moda İskelesi’ne gidiyorduk, o an denize aşık olduğumu anladım, müthiş bir şaşkınlık yaşadım. Yazları 2 ay teknede kaldığım olmuştur. Tercih ettiğim denizler; Ege ve Akdeniz benim için, ölene kadar.
40
MengerlerLifestyle
Seramikler sarmal tekniği ile ve torna üzerinde geliştiriliyor.
Seramiklerini zamansız, kütle, hacim, gerilim özellikleri ile tanımlayabiliriz. Eserleri dünyanın 33 müzesinde sergilenmekte.
Mengerler Lifestyle
41
Sis aralanınca yerini özgürlük, yalnızlık, bazen hüzün ve coşkuya bırakır Nejdet Vergili'nin resimlerinde.
SÖYLEŞİ: AYŞEN GÜREL SİLE FOTOĞRAFLAR: M. FARUK SİLE 42
MengerlerLifestyle
Ressam Nejdet Vergili'nin Nişantaşı'ndaki atölyesinde buluştuk; sanatçı bize koleksiyonundan birçok eserini gösterdi.
S
anatçının eserlerindeki büyük boşluk içindeki hoşluk çok etkileyici. Fırçanın tüy gibi hafif uçuşan dokunuşları, puslu, buğulu bir rüya, bir hayal alemi. Etekleri uçuşuyor bir kadının rüzgarda, kulenin tepesi sisi delmiş, dans eden figürler... Belki yer, belki gök, belki de denizdeler. Bir sanatçının resmini anlamaya yardım eder geçmişini bilmek; Yunanistan’dan gelen mübadil bir ailenin çocuğu olan sanatçı, geçmişteki travmayı daha iyi anlamak için gitmiş o yörelere. Müziğe de meraklı olan ressam beraberinde getirdiği buzukiyi arada çalıyor benimle sohbet ederken. Ailenin bu üzücü ve mücadeleci geçmişi belki genlerine, belli ki eserlerine sinmiş. Zorba dansı yapan figürlerin omuzları kimi zaman düşük, bazen de çoşkulu, hayat dolu. Nejdet Vergili ile İstanbul’daki atölyesinde buluştuk. Sanat bezeli hayat yolculuğunu öğrenmek üzere sordum:
Bana biraz resim yaparken içinde olduğunuz dünyayı ve ruh halinizi açar mısınız? Bu çok derin bir konu; tamamen bir odaklanma meselesi ve konsantre olma olayı dediğimizdir yaşadığım. Her şeyden kopma, izole olma ve duygularla, zihninizle, bedeninizle, tuvalinizle ve boyalarla baş başa kalma. Bu hal yoğun olarak sizi alır götürür, o rüzgarla beraber ya resmi peşinize takarsınız, ya da resim sizi peşine takar, bir yolculuğa çıkarsınız. Bu altına imza atana kadar epeyce sancılı, yorucu ve hırçın. Belki biraz dalgalı denize girmek gibi diyelim, boğuşa boğuşa yapılan bir şey. Çalışırken dinlediğim müzik de o günkü ruh halime, resme ve bir de kafamın rüzgarının durumuna bağlı. Bazı eserlerinizde coşku da var ama özgürlük, yalnızlık, sisli bir hüzün en çok hissettiğim duygular. Evet, hissettiğiniz konuların hepsi benim resimlerimin içerisinde kimi zaman tam açık, kimi zaman sislerin arasında çok görünmeden var. Yalnızlık, özgürlük gibi kavramlar telaffuz ettiniz, kimi zaman küçük coşkuların, kimi zaman büyük hüzünlerin resmini yaparım. Kimi zaman da sadece büyük özgürlük kavramını ortaya çıkaran şeyler boyarım. Bunu izleyici sanırım iyi okuyor. O coşku, hüzün, sevinç dediğimiz şeylerin arkasında, ya da önünde diyelim, kavram olarak bütün soyut durumun ve yapının içerisinden somut olarak algılanan en önemli kavram galiba özgürlük. Mengerler Lifestyle
43
NEJDET VERGİLİ
Yani dünyadayım, evrendeyim, özgürüm, rahatım, iyiyim der gibi bir şey benimki. Resim dili ile ifade etmek insanın ruhuna şifa veriyor mu sizce? Benim için demin söylediğimiz asli görev dediğimiz kısmı var işin. Ben hayatımı resim yapmak üzerine kurdum; sonuçları ne olursa olsun, bu yolculuğu yaparken nelerle karşılaşırsam karşılaşayım diyerek. Zor bir yolculuktur, en azından benim için öyle, ben Nejdet Vergili olarak söylüyorum bütün bunları. Meselenin ironik bir tarafı da var, hayatın diğer saçmalıklarından, canımızı sıkan ne kadar şey varsa onlardan uzak, bana ait bir alan sağlıyor. Kendi coğrafyamda ben olabilmek. Resimlerinizde hüznün kaynağı nedir, bilebiliyor musunuz? Bazen insan tam nedenini bilemeden de hüzünlü olur. Evet, bilmeden de olur. Hüzün o gelir, girer tuvale. Siz onu almak istemeseniz, ya da gelmesin bugün deseniz de, o yine bir şekilde gelir. Sevinç ya da coşku dediğimiz de öyle. Bazı olaylar benim eserlerimin içerisine sızmış, sinmiş, kendini belli belirsiz gösterir. Ben bir mübadil çocuğuyum; 1923-24-25 Yunanistan ve Türkiye arasında karşılıklı zorunlu göç yılları. Benim ailem de gemiye bindirilip Türkiye’ye gönderilenlerden. Yani böyle çileli bir olay, böyle çileli bir yolculuk, böyle çileli bir dram. Bu büyük acılar kim bilir nasıl bir travmaydı? Tabii ikinci kuşak mübadil çocuğu olarak onların birebir yaşadıklarını fiziksel ve ruhsal olarak bilmem mümkün değil. O travmanın nelere mal olduğunu, bu insanların duygu erozyonunu ve duygu depremlerini bilemeyiz. Yersiz yurtsuz, yepyeni bir hayata; Selanik, Kavala’ dan Türkiye’ye gelmişler. Dedem orada ölmüş mübadele öncesinde, ninem babamı, amcamı, halamı toplamış eteklerinin altına kadıncağız. Gemiye binmişler, işte ne getirebildiyse o zaman. Yolcu bıraka bıraka gelmiş gemi ve Samsun Limanı’nda ineceksiniz demişler. Ondan sonra yeni bir başlangıç, yeni bir perişanlık, zor yıllar. Babam 5 yaşındaymış geldiğinde. O hüzün belki de içimize, genlerimize sinmiş. Hani ne oralısın, ne buralısın, boşluk. Yani hiçbir yerde değilim, yerin önemi yok. Ben sonuçta toprağın, denizin ve gökyüzünün olduğu her yerdeyim. 44
MengerlerLifestyle
Bazı resimlerinizde yapılar, örneğin kuleler var, mimari ile de ilgilisiniz bildiğime göre. Resim ve Mimari çok baş başa, birbirini besleyen ve birlikte Güzel Sanatlar’ın önde gelen baş aktörleri, alanları. Her ressamın biraz mimar, her mimarın biraz ressam olduğu gerçeğini bilen ve bunu savunan birisiyim. Dönemleriniz var mı? Dönem denilecek unsurlar nelerdir sizce? Dönemi aslında resimlerin içeriği bakımından değil, görsel ve yapısal kurgusu bakımından belki ayırabiliriz. Benim resimlerimde dönemler pek yok. Bu kadar resmin, bu kadar zamanın içerisinde değişkenlikler tabii ki var. Yani boyama tekniğim başka türlü olabilir gibi, zaman zaman, başka oyunlar, deneysel şeyler yapabilirim. Bütün hep söz konusu. Resimlerinizde figür ve soyut unsurlar var, birbirlerinin devamı mı, yoksa birbirlerini tamamlıyorlar mı? Sanıyorum tamamlıyorlar. Resimlerimin içerisinden o somut figürleri çıkardığımızda, ki ben figür derken hep insan figürü, insan objesi olarak bakmıyorum ve bütün bu figürleri alıp da sadece bir boşluk olarak bıraktığımız ölçü içerisindeki şey, yine de somut ipuçlarını veriyor gibi bir noktada duruyor. Bunu izleyiciden aldığım tepkilerle de teyit ettik. Büyük ölçüde figür olmasa da biz alıyoruz onu diyorlar.
Eserlerinizin birçok özel ve kurumsal koleksiyonda yer aldığını biliyorum. Sizin kendi yapıtlarınızdan oluşturduğunuz bir koleksiyon var mı? Çok büyük ölçüde olmasa da bir koleksiyonum var, her sanatçının kendine ait bir koleksiyonunun mutlaka olması gerektiğine inanıyorum. Hangi malzemeleri tercih ediyorsunuz? Farklı tekniklerde çalışıyor musunuz? Sanatın araştırma, deney, sürprizler, boşluklar tarafı da var ve bunu yapma özgürlüğü. Bazen farklı teknikler ve yeni arayışlar da olur ama benim çalışmalarımda en çok tuval, yağlıboya resimler öne çıkıyor. Suluboya da yaparım; defterlerim olmuştur dolu dolu. İki teknikte de birçok sergim oldu. Tatbiki Güzel Sanatlar Okulu, şimdiki Marmara Üniversitesi mezunusunuz ve okulu birincilikle bitirdiğinizi biliyorum. Ben böyle şeyleri çok önemsemem; hatırlıyorum bahçedeki törende verilmişti ödül. Zorlu Center’daki Raffles Hotel çalışmalarınıza geniş yer vermiş. Burada yer alan resimlerinizden bahseder misiniz? Benim 47 parça çalışmam var otelde; bir tanesi kral dairesinde, 46’sı süit odalarda olmak üzere. Bu tarz birçok özel kurum ve kişilerde işle-
rim var. Raffles için beni Amerika’dan, web sitem üzerinden bulmuşlar. Hiç bilmediğim bir galerinin sanat direktörü Atlanta’dan geldi. İtalya’da da tanınan bir ressamsınız, sanat bağınız nasıl oluştu? İtalya ile olan sanat bağım tanıştığım Floransalı galerici, karı-kocanın “resimlerinizi çok beğendik” cümlesiyle başladı. Galerileri Floransa’nın merkezi bir yerindeydi. İtalya’ya giden bir arkadaşım ile Carlo ve Rozanna’ya resimlerimin fotoğraflarını yolladım. Bunlar çok kısa süre içinde oldu, ondan sonra da mailler gelmeye başladı; “Sinyor Vercili sergi yapabiliriz” diye. Nasıl telaffuz ediyorlar Nejdet’i İtalya’da? Vercili. Onlar “j” yi “y” diye okuyorlardı, ben “j” demeye alıştırdım. Hem Türkiye hem İtalya’da devamlı çalıştığınız galeriler var. Bu iş birliğinden memnun musunuz? Memnunum. Nereye kadar, nasıl gider onu bilemem, çünkü sadece İtalya’da değil, bütün dünyada sanatçı-galerici ilişkileri yavaş yavaş başka bir boyuta geçiyor. Galerilerin çoğu kapanıyor. Bir şeyler değişmeye başladı zaten, son üç beş yıldır. İşte bu dijital çağ hikayesi. Floransa, Treviso ve Venedik’te iş birliği yaptığım galericiler var. Ben gitmesem de kişisel ve karma sergilerimi organize ediyorlar.
Mengerler Lifestyle
45
NEJDET VERGİLİ
rum. Türkiye’de iki galeri ile düzenli ya da devamlı olarak çalışmaktaydım; biri Artisan Sanat Galerisi idi, 43 yıl sonra kapandı ne yazık ki. Galeri Selvin ile çalışmaya devam ediyoruz. Venedik’te Fortissima Fuarı ve Haziran’da Selvin Hanım’ın katılacağımızı duyurduğu Art-Stuttgart Sanat Fuarı var . İç mimar eşiniz Sevil Hanım’ın da sanat çevresinden olması çalışmalarınıza nasıl bir zenginlik katıyor? Resimde en sıkıntılı, en sancılı dönemlerimde eşime başvururum. Şu konuyu beraber çözelim diye çok yardım aldığım olmuştur. O sohbette bana her zaman bunu çözecek olan sensin der, meseleye öyle gireriz. Bir ressam eşi olarak bana bu yolculuğumda, sanat hayatımda verebileceği en büyük desteği her zaman vermiştir, vermeye devam eder. Onun için ona her zaman minnettarım. Ve çok şanslı bir insan olduğumu rahatlıkla söyleyebilirim. Birlikte çok şey yapmadık, daha çok kendi alanımızda bağımsız çalıştık. Ama tabii ki onun mimari projelerinin bazılarında benim işlerim yer almıştır. Kendime göre küçük bir atölye oluşturmuş durumdayım orada; atölye dediğim de zaten 5 tane fırça, bir kutu boya, işte tamam atölye bu yani. Atölye aslında burası (kafasını gösteriyor), her yere çok rahat taşıyabilirsin, eğer taşımayı biliyorsan. Sanatın öneminden bahsedersek... 46
MengerlerLifestyle
Sanatın toplumları forma sokan, ehlileştiren, terbiye eden, genel söyleyeyim uygarlaştıran majör durumu var insanlık tarihinde. Sizi temsil eden galeriler ulusal ve uluslararası sanat fuarlarına katılıyor mu? Lütfü Kırdar’da yapılan Contemporary İstanbul Sanat Fuarı’na galerim vasıtası ile katılıyo-
Ressam Nejdet Vergili, fırçasını bırakıp atölyeden çıktığında neler yapmayı sever? Kendimi ödüllendiririm bir defa. İlk başta resmimin karşısına geçerim ve genellikle yaptığım şey bir, ya da iki bardak şarap içmektir. Kendimi ödüllendirir ve kutlarım, aferin derim kendime, derim ki yaptığını beğendin mi, evet beğendim derim.
Mengerler Lifestyle
47
U facık
tefecik
içi su dolu sukulentcik bu bitkiler sizin için ideal. Doğanın modası olmasa da, bazı bitkiler daha popüler olabiliyor; bugünlerde en popüler olan ise sukulentler. Meraklısı çok, boş yere de değil, kolay bakımın yanı sıra tek başına ya da birçok çeşit bir arada kompozisyon yapınca çok çarpıcı bir etkileri var. Renkleri çok değişken ve adeta sonsuz; mavi yeşiller, griler, gri maviler, fuşya, pembe, kırmızı, sarı, bordo, neredeyse simsiyah, alacalı ve daha birçok tonda… Doku olarak ise yuvarlanmış, tombul, fırfırlı, iğneli, böğürtlen gibi, tüylü ve sivri yapraklı çeşitleri var. Salkım saçak görüneninden, taş ve bonsai görünümlüsüne kadar sürprizli bir bitki ailesi. Botanikte kaktüslerle aynı ailedense de, hobi için sukulentlere merak salanlar kaktüsü ayrı tutuyorlar. Botanik bilgiye göre bütün kaktüsler sukulent ama bütün sukulentler kaktüs değil.
YAZI: AYŞEN GÜREL SİLE FOTOĞRAFLAR: SİLE ARŞİVİ
L
atincesi öz suyu anlamına gelen “sucus” kelimesinden geliyor bu bitkilere verilen sukulent ismi. Suyu yaprak, gövde veya köklerinde barındırmaları ve Türkçemizdeki su kelimesi, tesadüfi bir hoşluk. Doğaya hasret kalınca hiç olmazsa bir küçük parçasını evlerimize, çalıştığımız mekanlara taşımak isteriz. Büyük bir şehirde yaşıyorsanız bu daha da büyük bir ihtiyaç. Yeşil bizi, doğa aşıklarını çağırır; gidemediğimiz zaman da biz onu hayatımıza alır biraz olsun özlem gideririz. Büyük bir bahçeniz ya da balkonunuz olmasa da, bir pencere kenarında bile büyüttüğünüz bitkinin yeni çıkan yaprakları, çiçekleri sizi mutlu ediyorsa, sukulentlerden de çok keyif alacaksınız. Çok seviyorum ama pek bakamıyorum, ya da seyahat ettiğim zaman ölüyorlar diyorsanız bakımı çok kolay olan ve çok az sulanması gereken
48
MengerlerLifestyle
Sukulentler evlerdeki kuru nemi ve sıcak havayı seviyorlar. Direkt güneş ışığını sevseler de az ışığa da adapte olabiliyorlar. Ama hepsi suyu çabuk akıtan kil, perlit ve topraktan oluşan, çöl toprağına benzer bir toprak karışımına dikilince mutlu oluyorlar. Sukulentler etli yapraklı step, çöl, yarı çöl bitkileridir; yağmurun az yağdığı, çok sıcak gündüzler ve çok soğuk geceler en sevdikleri iklim yapısıdır. Güneş ışığını doğrudan almayı severler, cinsine göre suyu yapraklarda, dallarda ve, veya köklerde depolarlar. Hatta çiğ ve kırağıdan bile su ihtiyaçlarını karşılayabildiklerinden ekosistem nedeniyle su kıtlığı olan bölgelerde bahçe peysajı için en uygun bitkilerdendir. İrili ufaklı taşlar ve çakıllar arasına yerleştirilen sukulentlerle çok şık bir kaya bahçesi düzenlemek de mümkün. Deniz kabukları, tahta sandıklar, sepetler, sac, bakır, pirinç, emaye kaplar, çeşitli formlardaki saksılar sukulentleri dikebileceğiniz formlardan sadece birkaçı. Asılan ya da cam saksılara dikerek harika düzenlemeler yapılabilirsiniz, aralarına koyacağınız çakıl, dekoratif taşlar ya da deniz kabukları sukulentlere çok yakışırken sanki mini bir çöl etkisi verecek. Hangi forma hangi sukulent cinsi, hangi doku ve renkteki gider diye düşünmek zevkli bir aranjman yapabilmek için şart.
Crassulaceae ailesinde 125 farklı cins ve sarı, açık turuncu, pembe renkleri var.
Sukulentler taş ve kayalara çok yakışıyor. Bonsai’ye benzeyen Crassula ovata.
Dış mekanlara sepet içine yaptığınız aranjmanları asabilirsiniz. Dikenli ama çarpıcı çiçekleri ile Euphorbia milii.
Mengerler Lifestyle
49
Oyulmuş taş içinde bir sukulent aranjmanı.
Bakır kap içinde Meksika kökenli Sedum Morganianum. Bu cins büyüyünce salkım salkım olur, hatta iklim uygunsa balkonlardan aşağı metrelerce sarkar.
SUKULENT CİNSLERİ Evde bakabileceğiniz en favori 10 sukulent: 1) Üzüm gibi uzayan dalları ile yüksekçe bir saksıda, hatta daha güzeli asılı bir saksı ya da sepette çok şık duran Meksika kökenli Sedum Morganianum. Narin bir cinsdir, en ufak dokunuşta yapraklarını döker, onun için korumalı bir yerde tutmak gerek. 2) Yılbaşı Kaktüsü diye de bilinen Schlumbergera. Kışları daha az sulayın. Eğer üzerinde goncalar varsa sulamayı daha yakından takip edin, fazla sulama ya da susuz bırakma goncaların düşmesine neden olur. Budamasını yaprağın daralan kısmından çimdikleyerek yapabilirsiniz. 3)Dikenli ama çarpıcı kırmızı ve somon renkte çiçekleri ile Madagaskar orijinli Euphorbia milii. Yıl boyu çiçek açar. Bütün Euphorbia’ların öz suyu cildi tahriş eder, ilgilendikten sonra elinizi yıkamalısınız. 4)Enginar görünüşlü gri, gri mavi, pembe tonlardaki Sempervivum tectorum ya da diğer ismi ile Echeveria elegans. 50
MengerlerLifestyle
5) Bonsai’ye benzeyen Crassula ovata. 6)İlaç bitkisi, Aloe Vera; elinizi kestiğinizde yaprağını kesip öz suyunu yaranıza sürdüğünüzde kısa zamanda iyileştirir ; bu ismi birçok krem ve kozmetikte kullanıldığı için tanıyabilirsiniz. 7) Kalanchoe tomentosa da Madagaskar kökenli ve düzinelerle çeşidi var. Tüylü, gri yeşil yaprakları yumuşak gümüşi saçlarla kaplı sanki. Yapraklarının kenarları ve uç kısımlarında ise kahverengi ve paslı renkte kılcal saçlar var. 8) Mammillaria’nın 200 farklı cinsi var ve evde yetiştirilen en popülerlerinden. 9) Beaucarnea recurvata’ya midilli kuyruğu palmiyesi dense de palmiyelerle hiçbir alakası yok. Yaprakları sukulentlerin çoğu gibi etli değil ama suyu şişkin soğana benzer gövdesinde barındırıyor. 10) Herhalde en aşina olduğumuz sukulent Sansevieria trifasciata; evet çoğumuzun evinde olan kılıç bitkisi bir sukulent. Benim favori sukulentlerimden biri de fil ayağı denen Doscorea elephantipes.
SUKULENT
Hindistan cevizi kabukları içinde çeşitli sukulentler.
Meraklılarının dışında pek kimsede rastlayamayacağınız sukulent çelenkleri yapabilirsiniz; ister yuvarlak, ister kare ya da dikdörtgen. Bunun için önce metalden bir çerçeveye ihtiyaç var, piyasada olan bir şey değil, biraz el becerisi ile nalburdan alacağınız bakır telleri çevirerek çelengi kendiniz yapabilirsiniz. Birbirine tutturulmuş bir küçük iç çember ve daha büyük çember şeklinde. Çelenginizin arka kısmı düz fakat yanları bombeli dönmeli. Çemberin altını kaplayacak şekilde masanın üzerine turba yosunu (Sphagnum Moss) yayın, sonra tel çemberi üzerine yatırın, nemlendirilmiş çiçek dikme toprağını avucunuzun içinde hafifçe sıkıştırırak parti parti çemberin üzerine koyun, sonra da üzerini turba yosunu ile kaplayın. Çemberi ya da kare çerçeveyi alttaki ve üstteki turba yosunlarını birbirlerine tutturarak bakır tel ile çepeçevre sarın.
Bakır kap içinde çakıl taşları ile düzenlenmiş Sempervivum tectorum ya da diğer ismi ile Echeveria elegans.
Böylece hem içindeki toprak dökülmeyecek, hem de istediğiniz formu korumuş olacaksınız. Yavru sukulentleri çembere dikerken ilginç bir püf noktası var. Daha büyük sukulentlerden keseceğiniz yavruların alt yapraklarını ufak bir sap kalacak şekilde koparın. Bu koparttıklarınızı da ayrıca çoğaltmak için kullanırsınız. Sap kısmı yaprağı gibi öz suyu barındırır, diktiğinizde su kaybını önlemek için sapın bu kesilen kısmında bir nasırlaşma oluşması gerek. Bunun için 2 gün bir tepsiye yayarak bekletmek gerekiyor. Sonra bir kalem ile çemberde delik açarak çok dip dibe olmayacak şekilde, değişik renk ve dokudaki sukulentleri dikmeye başlayabilirsiniz.
Antik tahta hamur teknesi içinde hoş bir aranjman.
Bahçe duvarınıza asacağınız bu çelengin keyfini iyi bir bakım ile 10 sene sürebilirsiniz. Tabii sukulentler büyüdükçe arada bir budayıp çelengin formunu korumak gerekecek. Çelengi arka kısmından sulamak öneriliyor. Islak olduğunda kuru halinin üç misli ağır olacaktır, duvara asarken bunu göz önünde bulundurmamız lazım. Bu çelengin yapım videosunu arama motoruna “Martha Stewart succulent wreath” yazarak izleyebilirsiniz.
Deniz kabuğu içine dikerseniz deliği olmadığı için fazla sulamamaya özellikle dikkat etmelisiniz.
Mengerler Lifestyle
51
SUKULENT
Ön sıra ortadaki tüylü Kalanchoe tomentosa.
Dallar bükülerek yapılmış olan bu çelenkte Bromeliad ve sukulentler birlikte kullanılmış.
sever ve kuraklığa dayanıklıdır. Su dibinde kalmamalı, akıp gitmeli. Az olsa da çölde de yağmur yağar, sulayacaksınız, fakat toprak kurumadan değil. Sukulentleri çoğaltmak gerçekten çok kolay, yaprak ve dalcık çeliğinden ürerler. Bir saksıdaki sukulentden bir sürü üretebilirsiniz. Yöntemlerden biri ana bitkinin etrafından çıkan yavru bitkileri ayırmak. Keskin bir bahçe makası ile bu ayırma işlemini yapabilirsiniz, ayırdığınız yavru bitkinin sap kısmını suya sokup ıslattıktan sonra köklendirme hormonuna daldırıp dikiniz. Diğer bir yöntem ise yapraklardan çoğaltmak. Bitkinin irice yapraklarını gövdesinden nazikçe koparın, yaprağın kopardığınız kısmını yine su ve sonra hormon tozuna bulayıp yarısına kadar toprağa gömerek dik bir şekilde dikiniz. Bazı türlerde yaprağı toprağa yatırır gibi koyunca yaprağın Ön sıra en sağdaki ilaç bitki Aloe Vera. etrafından mini mini bebek sukulentlerin Metal bir çember yerine esnek ağaç dallarını ideal. Sulamalar arasında toprak kurumalı. çıktığını göreceksiniz. Bazı sukulentler büyübakır bir telle bağlayarak da çelenk yapabilir- 3-Vitamin az verin. Yazın üç kere 10-10-10 yünce topak formu kaybolur, bacak gibi biraz siniz. Bu metal kadar uzun süre dayanmasa oranlı bir vitamin vermelisiniz. uzunca bir dal üzerinde gelişir ve yanlarında da rustik ve hoş görünecektir. 4-Sukulentler birden düşen ısıya alışkınlardır da yavru bitkiler oluşur, bu üretmek için en ama donmalarına izin vermeyin. Bahçenizde di- uygun zamandır. Nasıl bakmalı? kili ise üzerine kalın bir muşamba gerebilirsiniz. Ne içinde ve nerede yaşayacaklar, iç mekanda Tahta sandıklar, sepetler, sac, bakır, pirinç, mı, bahçede yoksa bir cam form içinde mi? emaye kaplar, çeşitli formlardaki saksılar, 1-Bol güneş, ya da bol ışıklı bir yer. 2-Sık sulamayın, 10 günde bir ile 2 haftada bir Hangisi olursa olsun iyi drenajı olan toprağı hindistancevizi kabuğu, ahşap-metal kutular, 52
MengerlerLifestyle
SUKULENT
üstü açık cam fanuslar ve formlar içine de aranjmanlar yapabilirsiniz. Vitray tekniği ile yapılmış cam formlar ve cam kürelerin içindeki sukulentler asılınca da çok dekoratif görünüyor.
de esprili bir aranjman görmüştüm, terra cotta kadın büstü çiçekliğe Sedum Morganiaum dikmişlerdi, salkım saçak üzümsü yaprakları kadının saçları gibi görünüyordu; biraz humor bitki tasarımlarında da gülümsetiyor.
Aralarına koyacağınız çakıl, dekoratif taşlar ya da deniz kabukları sukulentlere çok yakışırken sanki mini bir çöl etkisi veriyor. Hangi forma hangi sukulent cinsi, hangi doku ve renkteki gider diye düşünmek zevkli kompozisyonlar yapabilmek için şart. Kompozisyon yaparken her cinsin kendine özgü büyüme özelliği de düşünülmeli. Bir botanik bahçesin-
Üretmeyi öğrendinizse farklı çeşitlerden bir koleksiyon yapabilirsiniz. Kendi emeğinizle yetiştirdiğiniz, seçtiğiniz zevkli form içindeki sukulent aranjmanınız ise sevdiklerinize verebileceğiniz özgün bir hediye olacaktır. Bir merak saldınız mı çok yakında elinize geçen her şeye sukulent dikip bir “Sukulentkolik” olabilirsiniz.
Bazı cinsler kurumayacak kadar susuz bırakıınca daha çok renkleniyor.
Mengerler Lifestyle
53
54 8
MengerlerLifestyle
Kim demiş sonbahar hüzünlüdür diye? YAZI: AYŞEN GÜREL SİLE FOTOĞRAFLAR: M. FARUK SİLE
Sonbahar renklerinin peşinde; Blue Ridge Parkway ve Biltmore Malikanesi.
Küçük bir kasabanın ara yolunda tesadüfen gördüğümüz bu ihtişamlı ağaç sanki sonbahar mevsiminin abidesi.
Ağaçlar alttan bakınca da başka güzel. Güneş yaprakları şeffaflaştırıyor, dallar daha koyu görünüyor; vitray gibi.
Mengerler Lifestyle
55 9
5 Km
01
Mountain on Center
CHARLOTTESVILLE
0 1
D ud
li n Sky
(Entrance Fee)
l ey
64
n
D
Mt
20
e riv
uth
e
Milepost along Blue Ridge Parkway
98
20
Ri
v
er
10
North
250
Shenandoah National Park
10 5 Miles
Overlook ains
340
Fa n M o u n t
29 Rockfish Gap 1900ft
3
3 64
624
631
340
Greenstone Trail
Wigwam Falls
29
26
er South Riv
Amherst
WASHINGTON NATIONAL FOREST
60
w un
460
ta in
Bluff Mtn
60
Lowest Elevation on Parkway 649ft
501
James River LYNCHBURG Visitor Center
3
130
R i v er
Ja mes
22
6
Glasgow
130
20
Otter Creek
10
ouse ntain
Big Island
SHO
70
29
Fleming Mountain
Petites Gap
RT
HILLS
APPLE ORCHARD
Cave Mountain Lake
To Danville
221
Highest Elevation on Parkway in Virginia 3950ft
17
81
ONAL
13
Terrapin Mountain
Natural Bridge
Peaks of Otter
Fallingwater Cascades
Purgatory Mountain
460
122 Onion Mountain Overlook
80
REST
Visitor Center
43
5
43
90
10
Bearwallow Gap
43
Sharp Top
Sw
e Ridg e Blu
Purgatory Overlook
43
221 460
JEFFERSON
43 122
NATIONAL FOREST Thaxton Mountain
20
Blackhorse Gap
itze
Great Valley Overlook 2493ft
ta oun r M
220
24
BEDFORD
Powell Gap
Buchanan
Porter Mountain
100
ek
122
Cre
in
11
Par
a ta wb Ca
hia
Trail
n
T IN
ay
KER
N&W Railroad Overlook
tain
110
581
Visitor Center
ROANOKE t
Roanoke Mountain
120
er
) on
220
F O RT
Roanoke Valley Overlook
Boones Mill
Cahas Mountain 3571ft
130 221
ROCKY MOUNT
220
VIRGINIA
Adney Gap 2670ft
AIN
40
122
21 18
Sydnorsville
140
Poor Mountain 3760ft
81
Burnt Chimney
116
221
419
Ro a n o ke
LEWIS MOUNTAIN
M O U N TA I N
t o n e Ridge nds
WBA
Sa
( St
n au
Booker T. Washington National Monument
Virginia’s Explore Park 220
SALEM
C ATA
Roanoke River 985ft
VINTON
11
117
Ri v
Mountain
N
Roanoke River Gorge
221 460
115
Brushy
North
311
Stewartsville
9
MTN
Mountain
lac
Smith Mountain Lake
Chamblissburg 24
kw
n n Mou
pa
501
501
11
INGTON
Ap
To Petersburg
Mo
50
LEXINGTON
ORGE
Monroe
Ro
Indian Gap
5
ver Ri
29
cco
6
23 a To b
Whites Gap Overlook 2567ft
60
Devils Backbone Overlook
UNT
602
MO
11 460
Ferrum
640
40
BLACKSBURG
150 22
Fishers View Mountain 2948ft
To Martinsville
Smart View
Philpott Lake
CHRISTIANSBURG 860
P ilot
9 8
Littl e
River
Rakes Millpond
Sugarloaf Mountain 2961ft
Rid
Woolwine
Rocky Knob 3572ft
Visitor Center
N
Mabry Mill
MOU
NTAI
799
To Martinsville
8
170
787
58
Stuart
16 Meadows of Dan
Buffalo Mountain 3971ft
28
180
MACK S
KI
58
unt
ain
221
Da n
pe r
Mo
26
Dra
Puckett Cabin
100
tain
Hillsville
Moun
52
R iv e r
Groundhog Mountain 3035ft
190
Volunteer Gap
Orchard Gap
81
691
8
52
Fancy Gap
Camp
Blue Ridge Parkı'nın kuzey girişi Virginia'da. MOUNT AIRY Pop l a r
M O U N TA I N
Ne
58 221
w
k
Cree
94
56 10
e
O
U
N
TA
IN
52
8 620
Pipers Gap 2759ft
97
210
MengerlerLifestyle 10
Fries
GALAX
7
M
LICK
Cri p
pl
14
775
er R iv
EVILLE
679
200
77
S
89 Stewarts Creek Wildlife Management Area
601
22
Blue Ridge Music Center Visitor Center 89
Fox Hunters Paradise
Ülkemizde sonbahar renklerini görmek için akla gelen en popüler yer Yedigöller’dir. Amerika’da ise North Carolina ve Virginia Eyaletleri’nin içinden geçen 755 km uzunluğundaki “Blue Ridge Parkway”dir. Aynı zamanda ülkenin en favori araba yolu kabul edilir; güney girişi North Carolina’da Shenandoah National Park Skyline Drive, kuzeyde bitiş noktası ise Virginia’da Great Smoky Mountains National Park’tır. Dağlık olmasına rağmen beş ana nehir; James, Roanoke, Linville, French Broad ve Swannanoa yolunuza çıkacak. Bu yol salt insanları doğa ile buluşturmak için peysaj mimarları tarafından bir sanat eseri kavramı ile tasarlanmış. Kuzey - güney istikametinde olup çeşitli iklimleri birden barındırması, sarp dağlar, ovalar, yaylalar, nehir ve şelaleler nedeniyle 1400’ü aşkın endemik tür ve çeşitli yaban hayvanı barındırıyor. Appalachian Highlands’in sarp dağlarını, ovalardaki çiftlikleri, şelale ve nehirleri 400’e yakın manzara gözlem noktasında durup seyredebiliyorsunuz. Parkta Chimney Rock, Blowing Rock ve Grandfather Mountain State Park gibi bölgeyi tepeden görebileceğiniz çok yüksek noktalar da var. Bütün yolu değil de bir kısmını tercih ederseniz ana yollara bağlanan park çıkışlarına göre rotanızı çizebilirsiniz. Yavaş, stressiz bir araba trafiği; en hızlı 73 km ile gidebiliyorsunuz ve sıkı bir hız kontrolu var. Özellikle hafta sonları gezen çok ise hız 40 km’ye bile düşebiliyor.
The Saddle
Rocky Knob
11
8
7
Claytor Lake Claytor Lake State Park
57
6 Tuggle Gap
Willis
RADFORD
Fairy Stone State Park
704
160
ge
22
RLAWN
Floyd
River
221
Smith
Mtn
681 114
IN
Alev alev, sıcacık sonbahar renkleri; oksit, altın, yanık sarılar, turuncular, kırmızılar, morlar, bordolar. Bu palete bir de yaprak dökmeyen ağaçların çeşitli tonlardaki yeşillerini ekleyin. Suya bu renklerin yansıması, düşen yaprakların derede sürüklenmesi, durup anda yaşamak istemenin farkındalığı. Manzarayı, doğanın bu güzelim halini, kendimi hafif, huzurlu ve mutlu hissettiğim bu duyguları; hiç unutmak istemiyorum diyerek içime çektim; sonbahar renkleri doğanın uykuya yatış öncesinin renk cümbüşü.
GEORGE
40
BUENA VISTA
60
151
The Friar
The Cardinal
Irish Gap
y
Ri ve r
Whetstone Ridge
Yankee Horse Ridge
M a ur
r
Tye
56
11
es
ve
Crabtree The Falls Priest
56
30
To Richmond
J am
24
Ri
Tye River Gap
39
56
Woods Mountain
151 Twenty Minute Cliff
Steeles Tavern
Campground
664 814
20
5
Lodging
i sh
Humpback Mtn
13
Bald Mountain
Ro
f ck
Wintergreen
10
Sherando Lake
252
6
Visitor Center
Ravens Roost
81
R
15
Humpback Rocks
664
1
Picnic area 151
r i ve
y M tn
250
Food service
6
Fin
11
6
Northern End of Blue Ridge Parkway
3
dla
254
WAYNESBORO
Tunnel under 13 feet (located near southern end of parkway) No direct access to parkway
Cumberland Knob
Buralara gelmişken Asheville yakınındaki Biltmore Estate’i muhakkak gezin; malikanenin geniş terasından Blue Ridge Dağları’nın pitoresk sonbahar manzarası ufka kadar uzanıyor. Amerika’nın en büyük evi olarak anılan Biltmore Estate’i George W. Vanderbilt 1889 – 1895 yıllarında yaptırmış. Amerika’nın efsane aileleri o yıllarda Avrupa’daki krallarla boy
ölçüşürlermiş. Şatovari malikane 16 bin 628 metrekare; 35 yatak odası, 43 banyosu, 65 şöminesi, salonları, yemek odaları ile şaşırtıyor. Vanderbilt’ler burayı ilk olarak 1930 Noel’inde finansal çöküntü zamanı turizmi canlandırmak düşüncesi ile halka açmışlar. Zamanın tek elektrikli yapısı olmanın yanı sıra, orijinal dekoru, sanat eserleri, bowling, müzik, oyun salonları ve mutfağı da görmeye değer. Böyle bir yerin sırf şöminelerinin temizlenmesi, sürekli yanar vaziyette tutulması için bile nasıl bir hizmetli ordusu gerektiğini tahmin edebilirsiniz. Mutfağı gezdiğimde zaman zaman yaptığım hayal oyunum aklıma geliyor; keşke geçmişe yolculuk yapıp, görünmeden tam anlamı ile krallara verilen davetlerde, Fransız şefin yönetimindeki bu mutfaktaki hummalı hazırlığa tanık olabilsem diye içimden geçiriyorum. Davetlerin yanı sıra ev hali yaşama dair bilgi de ediniyoruz, rehber gezdirirken merdiven tırabzanlarından kayan çocukları anlatıyor. Biltmore Estate Noel dekorasyonu ile de çok ünlüdür; kurulması aylar süren bu süsleri her mevsim görmek mümkün. Malikanenin yanındaki otelde kalarak geniş arazisinde yer alan çiftliği, şarap mahzenlerini gezmek, at binmek, balık yakalamak, kano ile gezmek gibi birçok aktivite yapabiliyorsunuz. Her sezona ve Noel, Şükran Günü gibi bayramlara has festivaller de düzenleniyor. Malikaneyi gezmek için bilet almak gerekiyor, vakit kazanmak için internetten yararlanabilirsiniz. Blue Ridge Parkway’e gitmeye niyetlendiğinizde ilk iş olarak yaprakların en muhteşem zamanını yakalayabilmek için parkın internet sayfasında “foliage update”i tıklayın, gezinizin tarihini böylece saptayabilirsiniz. Fotoğraf makinenize yedek pil almanızı öneririm, resim çekmeye değer birçok güzellikle karşılaşacaksınız. En hoşuma gidenlerden biri de güneş gören yüzü kızarmış, bir kısmı sararmış, diğer tarafı ise hala yemyeşil duran ağaçlar; o kadar hoş geçişli bir renk skalası ki. Çok sonbaharlar yaşamış olsanız da ilk defa görmüş gibi büyüleniyorsunuz. Bu seyahat önceden planlanması gerekenlerden; en önemlisi kalacağınız yerlerin saptanmış olması, bunun için de günde kaç saat araba kullanmak istediğinize ve parkta neler yapmak istediğinize karar vermeniz gerekiyor.
Fries
Blue Ridge Music Center
GALAX 7
Visitor Center 89
Cumberland Knob
220
21
O
IR
AI
N
l ai
Sadece araba ile gidip arada mola mı vermek istiyorsunuz? Belli bir kısmında bisiklete binmek ya da kolay ve zorlu olarak kategorisi saptanmış 100 yürüyüş yolundan bazılarını keşfetmek mi istiyorsunuz? Hiking trail’lere, yani yürüyüş yollarına çok istekli olmasanız da Linville Falls’u, kayalıklardan dökülen bu güzel şelaleleri görmeden devam etmeyin, uzun bir mesafe değil ve kolay bir yürüyüş.
TA
N
Fox Hunters Paradise
N
Tr
U
S
VI CA RGI RO NIA LI NA
palachian Ap
M
RURAL RETREAT
O
IN
58 221
19
M
OU
NT
bulamayabilirsiniz. Karanlık bastırmadan kalacağınız yere varmanız da üzerinde duracağım bir tavsiye. Gün batımında geyikler birdenbire önünüze çıkabiliyorlar, farlardan önce bir donup Doughton Park kalıyorlar. Grup halinde dolaştıkları için bir tane görürseniz başkaları da arkadan gelebilir; aman dikkat parktaki ciddi trafik kazalarına geyikler neden oluyormuş. Biz geyik sezonunun başladığı bir dönemde gittiğimiz için beyaz kuyruklu geyiklerden değişik yerlerde altı tane gördük, Bu yörede yaşamış olan Cherokee Kızılderili neyse ki sadece bir tanesinde heyecan yaşadık. E.B. Jeffress Park Kabilesi ilginizi çekiyorsa, Oconaluftee Indian Village ve Müzesi’ni ziyaret edebilirsiniz. Balık Little Switzerland, Mabry Mill, Peaks of Otter avlamak da dağ parkı olmasına rağmen birçok Lodge ve The Orchard at Altapass da öğlen yekaynak, dere ve göl olduğu için mümkün, fakat mek yiyebileceğiniz restoranlardan. Peaks of Virginia ya da North Carolina balık avlama ser- Otter’da şarap tadımı turuna katılabilirsiniz. Moses H. Cone Memorial Park tifikasına sahip olmanız gerekiyor. Bütün akti- Orchard Altapass’da yemek boyu Blue Ridge Julian Price viteler ve kuralları öğrenmek için yine parkın Dağları’nın sesi diye tanımlanan yörenin banMemorial Park sitesinden yaralanabilirsiniz. Overlook denilen jo, keman ve gitar üçlüsünden oluşan otantik Linn Cove Viaduct manzara seyir noktalarındaki tabelalar yöre müziği dinleyebilirsiniz. Burada traktörün ya da bölgedeki karakteristik kişiler hakkında çektiği uzun römorklerle yakındaki meyve bilgiler içeriyor. Bir tanesi Orelana Puckett'in bostanlarına turlar da var. NORTH CA Linville Falls hayatı ile ilgiliydi. Puckett'in 24 çocuğundan hiçbiri ergenlik yaşına erişememiş. 50 yaşında Bizim gibi bütün Blue Ridge Parkway’i güney ebeliğe başlamış, vefat ettiği 102’nci yaşına ka- ucundan, kuzey ucuna kadar gidecekseniz dar devam etmiş. Binlerce çocuğun doğumunu öğünlerinizin bir kısmını piknik şeklinde yapyapmış, kar kış demeden nerede ona ihtiyaç manızı öneririm. Hem durup ormanın sessizMuseum of North Carolina Minerals varsa gitmiş. Mütevazı, neşeli kişiliği ve ironik liğini dinleyerek bir soluk alır, hem de vakit hikayesiyle anılıyor. kazanırsınız. Çoğu beklentinin yüksek tutulCrabtree Meadows maması gereken restoranlar, buna rağmen Her gün kat edeceğiniz mesafeyi ne kadar za- bazen sıra beklemek gerekiyor. Otomobilin manda alacağınızı ve yolunuzdaki ilginizi çe- çakmak girişiyle şarj edilen buz kutuları çok TENNESSEE kecek aktivitelere ne kadar vakit ayıracağınızı kullanışlı oluyor; her susadığınız ya da acıktığıaşağı yukarı hesaplayınca konaklayacağınız nızda alışveriş yapacağınız bir yer yok çünkü. yerin haritada nereye denk geleceğini tahmin Gurme keşifler başka sefere, bu gezide ruhuCraggy Gardens edebiliyorsunuz. Parkta genelde Verizon’dan muzu beslemeye konsantre oluyoruz. Civardaservis alan telefonların internet bağlantısı ki kalınacak yerlerden Hendersonville sevimli, daha iyi ama bazı yerlerde çekmiyor, eski sa- küçük bir kasaba. Tarihi tipik bir evde kalmak Folk Art Center dık haritaları yanınızda bulundurun. Babam isterseniz samimi atmosferi ve antik dekoru ile ASHEVILLE araba ile uzun yolculuklara gitmeyi severdi Waverly Inn’i tavsiye ederim. Hendersonville’de ve bana da sevdirdi; gezinin en keyifli kısım- Mast General Store’u gezmeyi unutmayın. Henlarından biri de öncesinde evde koca haritayı dersonville–Flatrock civarında kalmak için açıp üzerinde gideceğimiz yerleri işaretlemek, Highland Lake Inn & Resort da hoş bir yer; araştırmak ve üzerinde konuşmak olurdu. Bu Lure Gölü yanında ve restoranı da başarılı. Eğer geziyi de harita üzerinde planlamak keyifli lüks bir yer isterseniz Asheville'de Biltmore Mt. Pisgah oldu. “Seyahat gidilecek hedeften daha önem- Estate’in otelinde kalabilirsiniz. Yolculuğunuli” sözü ne güzeldir. Benim gibi seyahati katı zu planlarken zaman zaman yüksek rakımlara programlara bağlamaktan sıkılan biri olsanız çıkacağınızdan, kuzey ve güney kısımdaki ısı da bu gezide konaklama yerini şansa bırakma- farklarından, dağlarda ani değişim gösteren yın ve rezervasyonu önceden yapın. Sonbahar hava şartlarından dolayı kat kat giyinmenizi ve renkleri için ziyaretçiler akın akın geldiğinden hava durumunu takip etmenizi tavsiye ederim. NANTAHALA NATIONAL FOREST Blue Ridge Parkı'nın güney girişi North Carolina'da. ve sadece belli bir sürede görülebileceği için yer Tabii ayağınızda rahat yürüyüş ayakkabılarınız Independence
H
18
RIDGE
G
NATIONAL FOREST
MARION
58
Sugar Grove 16
TA
IN
S
Ri v er
Brinegar Cabin
18
Bluff Mountain 3792ft
250
N ew
Fork
13 Northwest Trading Post 16 260Jumpinoff Rock 3225ft Glendale Springs 163
rt h
No
LIN
SE
A
E
M O U N TA I N S
FOREST
221 421
BOONE
7
S
290
NE
AIN OUNT
STO
M
N
W
M O U N TA I
Ri
uga
Price Lake
221
IRON
HOLSTON
13
194
Newland
tn
River
Visitor Center
Beacon Heights 4220ft
4
310
FOREST
3
19E
181
v il
Little Rock Knob 4930ft
CHEROKEE FOREST
S
221
McKinney Gap
226
TA
IN
226
UN
l
MO
la
Micaville 9
197
p
Mountain
Burnsville
A
NO RT H CA RO LIN
Mount Mitchell 6684ft (highest point east of the Mississippi River)
r ve
Ri
Rich
Can e
E
TEN NE SSE
23
Sugarloaf Mountain 4579ft
350
Mount Mitchell State Park
128
OLD FO
Black Mountain Gap
FOREST
360
Craggy Dome
S
IN
TA
Beetree Gap 4900ft
197
M
O
UN
BALD
BLACK MOUNTAIN
Visitor Center
Mars Hill
370
Z.B. Vance Birthplace
70
9
U
B road
R iv
no a
40
ALT 74
Sw
694
380
Visitor Center
251
Bat Ca
an
Craven Gap
Weaverville
Hot Springs
Riv
Bull Gap
na
LN
W
A
19 23
25 70
nch
Oteen 5 240
7
Park Headquarters
er
2218ft
25 70
NATIONAL
SN OW
BI
on
19 23
FOREST
CANTON
6
Waterville Lake
G Pi r e e nn
Balsam Mountain
Mount Chapman
GREAT SMOKY
Heintooga Overlook
MOUNTAINS
9
Black Camp Gap
NATIONAL PARK
CHEROKEE
460
11ft 1in
11ft 3in
Soco Gap
ig
Sugarland Mountain
12
BRYSON CITY
Beech Gap
Devils Courthouse
R
23 74
SYLVA
5
a Tuck
441 sege
e
r Rive
Dillsboro
281 Bear Creek Lake
Mengerler Lifestyle 107
23 441
74
430
Highest Point on Parkway 6047ft
64
Cedar Cliff Lake
19 Clingmans Dome 6643ft Deep Creek
Richland Balsam
64
Balsam Gap
Cherokee
10
BRE
12
s
2020ft Cr
Newfound Gap
440
Southern End 441
Looking Glass Rock Overlook
420
Wolf Creek Lake
ht
Oconaluftee Visitor Center
Cradle of Forestry in Americ (U.S. Forest Service)
215
450
Wr
Smokemont
Tunnel Gap
18
INDIAN RESERVATION
Wagon Road Gap
Graveyard Fields 5120ft
WAYNESVILLE
Waterrock Knob Visitor Center
10ft 6in
Big Witch Gap
NATIONAL FOREST
410
Cold Mountain 6030ft
7
Maggie Valley
Elk Pasture Gap
16
110
19
8
64
David
7
Dellwood
TE N N. N. C.
PISGAH
Mount Pisgah 5721ft
276
74
Lake Junaluska
C N
280
215
276
HEN
Mills River
151
19 23
Mount Sterling 5842ft
Cosby Knob
400
12
74
209
4928ft
Mount Le Conte 6593ft
ek
H
32
Pi
9
M O U N TA I N
y
NATIONAL
River
74
Mountain Home
Lake Powhatan
e Cr
in
U
FOUND
40
To Knoxville
ge
O
280
191
NEW
om
AIN
NT
RD
M
191
North Carolina Arboretum
40
PISGAH
FOREST
SKYLAND
25
26
9
209
To Knoxville
r rie n b c le a
Biltmore Estate 390
9
63
Bluff Mountain
CHEROKEE
SWANNANOA
er
T
213
Rich Mountain 3670ft
Fre
Green Knob 4760ft
5
26
208
4
70
8
NATIONAL
19
2
12
80
197
PISGAH
MARION
Lake Tahoma
Buck Creek Gap 3373ft
19E
. NN TE C. N.
9
Crabtree Falls
340
19W
126
Woodlawn
Little Switzerland
10
Toe
pa
Mtn
Embreeville
226A
Visitor Center
A
Lake James
5
River
Tra i
Nort h
107
M O U N TA I N S
330
Gillespie Gap
ch
ERWIN
6
80
ia n
UNAK
A
81
Bear Den
SPRUCE PINE
Bakersville
Cherokee
14
19
261
107
O
Chestoa View
13
226
23 19W
Mtn
320
Roan Mountain 6285ft
Hawksbill Mountain 4020ft Ri v er Table Rock Mountain 3909ft
Linville Falls
194
NATIONAL
MO
Visitor Center
183
le
8
Lin
Crossnore
143
321
Brown Mountain 2587ft
NATIONAL
Pineola
M
PISGAH
Flat Rock
181
19E
ELIZABETHTON
90
LINVILLE
194
Elk Park
LEN
13
300
Grandfather Mountain 5890ft 184
Banner Elk
Elk
ks
321
105
r ve
321
Roc
20
Parkway Craft Center
a at
194
19E
BLOWING ROCK
Visitor Center
Rive r
26
n ki
Daniel Boone’s Trace
Watauga Lake
JOHNSON CITY
River
280
Ya d
MOUNT AIN
ES
Deep Gap
Deep Gap
RO
NN
FORGE
Cascades Trail
CA
TE
V TE IRG NN IN ES IA SE E
270
221
H
NATIONAL
White
26
11
421
19E 321
W. Ke Sco Reservo
421
Benge Gap
421
CHEROKEE
South Holston Lake
16
The Lump
WEST JEFFERSON
88
RT
MOUNTAIN CITY
20
16
15
NO
91
Mulberry
NORTH WILKESBOR
Mount Jefferson State Park
Damascus
58
24
15
194
91
18
88
E
r R i ve
221
BLU
IRON
For k
S o uth
194
Whitetop Mountain 5344ft
2
Laurel Springs
16
Grayson Highlands State Park
57 11
Fairfield Lake
NO RT H S
on lst
58
Cosby
Information
UN
113
240
13
Peach Bottom Mountain
MO
Ho
Stone Mountain State Park
Air Bellows Gap 3729ft
93
Mount Rogers 5729ft (highest point in Virginia)
107
230
SPARTA
Twin Oaks
93
221
uga ata W
21
7
21 221
81
To Bristol
Roaring Gap
NO
LA
RT
DE
JEFFERSON
Cashiers Thorpe Reservoir
107
Sonbahar bal kabağı zamanı.
Parkta nice çiçek ve bitki ilginizi çekecek.
Linville Falls; yürüyüş değil, bu manzara nefesinizi kesecek.
Özgür dolaşan Moose geyikleri.
Lahana ve bal kabağı tarlaları.
Chimney Rock'tan manzara ve Lake Lure çevresinde yerleşim.
Cherokee Kızılderilileri Linville Nehri'ne sarp kayalıkların nehri anlamında ''Eeseeoh'' ismini takmışlar.
Lake Lure ailelerin birçok aktivite yaptıkları sevilen bir bölge.
Virginia Eyaleti'nde dağlık bölgede yerleşim.
Ağaçlar sıralanmış soruyorlar: ''En güzel kim?''
58 12
MengerlerLifestyle
Parkın keyfini çıkaranlardan.
Rocky Knob'da eski yerleşimden kalan su değirmeni; Mabry Mill.
The Orchard at Altapass'da meyva bahçelerine gezinti.
SONBAHAR GEZİSİ olmalı. Yağmur çiselerse kapüşonlu ince yağmurluklar çok kullanışlı oluyor. Biltmore Estate, Amerika'nın efsane ailelerinden Vanderbilt'lerin ''evi''.
Biltmore Estate'in yemek salonlarından biri.
Biltmore Şatosu Noel dekorları ile de ünlü.
Şatonun yanında yer alan serada hala birçok egzotik bitki yetiştiriliyor.
Şato terasından göz alabildiğine Blue Ridge Dağları.
Asheville’de daha ekonomik birçok konaklama yeri de mevcut. Amerika’nın bu dağlık ve köy kesimini daha yakından tanımak için Asheville’i de severek gezeceğinizi düşünüyorum. Kamp kurmayı seviyorsanız Peaks of Otter ya da Mount Pisgah Park’larındaki bungalovlarda da kalabilirsiniz. Blue Ridge Parkway gezisine biz güneyden başladık. Zamanlama açısından fikir vermesi için programımızın ana hatlarını paylaşmak istiyorum. İki gece Hendersonville’de kaldık; böylece Hendersonville, Asheville ve Biltmore’u gezebildik, Biltmore’da sadece malikaneyi ve serasını gezdik, turlara katılmadık. Sonra medeniyete veda edip doğa ile baş başa kalacağımız park yoluna girdik. Patika olarak sadece çok güzel şelaleler gördüğümüz Linville Falls’a yürüdük. Hemen hemen her manzara seyir noktasında durarak, fotoğraf çektik, ilgimizi çeken visitor center isimli yöreye has halk sanatını içeren ya da tarihi hakkında bilgi veren merkezleri ziyaret ettik. Öğle yemeği için kısa molalar verdik. Bir gece Banner Elk, son gece de Galax’da kaldık; ikisi de illa görülmesi gereken yerler değil ama bizim programımıza saat olarak uydu. Hava şartları müsaitken ilk iki gün çılgın gibi fotoğraf çektik diyebilirim. İyi ki de öyle yapmışız, son gün sis indi ve otele erken dönmek zorunda kaldık. Bir fotoğraf bin söze bedelmiş ama keşke size ormanın kokusunu duyurabilsem, rüzgarın, yaprakların arasında çıkarttığı sesi dinletebilsem ve yaprakların hafif bir esinti ile süzülüşünü, derede sürüklenişini seyrettirebilsem. Ayaklarımın altında hışırdayan yapraklar, saçlarımda rüzgarın esintisi, sonra dayanamayıp yere yatıyorum; ağacın altından ışık vuran yapraklar başka türlü güzel görünüyor.
Arabada güzel bir müzik ve her dönemeçte yeni bir renk cümbüşü.
Siz en iyisi geziyi planlamaya başlayın. Sonbahar öyle renkli ve neşeli ki... Postacıya kolaylık; geniş arazideki çiftliklerin posta kutuları bir arada.
Yaprağını dökmeyen ağaçların yeşili ayrı bir güzellik katıyor.
Mengerler Lifestyle
59 13
Bu serginin en önemli özelliği; siz sergiyi gezmiyorsunuz, sergi sizin önünüzden geçiyor. 60 22
MengerlerLifestyle
Ülkemizin kültürüne değerleri kitapları ve sosyal projeleri ile büyük katkıları olan Sayın Bülent Özükan ile serginin yer aldığı İstanbul, Beşiktaş’taki Deniz Müzesi’nde buluştuk. Bülent Bey Boyut Yayınları’nın sahibi ve İletişim Yayınları’nın kurucusu; onu Yazar, Gazeteci, ya da Yayın Yönetmeni kişiliği ile de tanıyor olabilirsiniz. “Pitoresk İstanbul” sergisi içerik ve sunum olarak bir ilk; 1800’lü yıllarda İstanbul’a gelen seyyah ressamlardan; Ayvazovski, Melling, Schranz, Allom, Bartlett ve Lewis hayran kaldıkları İstanbul’u resmetmişler. Sergide bu sanatçıların tablo ve gravürleri dijital seyahatnameler olarak dev ekranlara Codex Art tekniği ile yansıtılıyor. İstanbul XVIII.yüzyıl ortalarından XIX. yüzyılın sonlarına kadar nasılmış diye hem merakla, hem de eserlerin ustalığını hayranlıkla nefis bir müzik eşliğinde seyrediyorsunuz. Daha önce hiç görmediğiniz bir sergi anlayışı ile eski İstanbul’a ışınlanacaksınız.
Bülent Bey ile eski İstanbul'da halı alışverişi de yaptık. Sergiye özel kurulmuş olan stüdyoda siz de resim çektirebilirsiniz.
SÖYLEŞİ: AYŞEN GÜREL SİLE FOTOĞRAFLAR: GARO MİLOŞYAN - PİTORESK ARŞİVİ
Ö
nce sizi ve tüm katkıda bulunanları bu muhteşem sergiden dolayı tebrik ederim. Bu sergi fikri nasıl ortaya çıktı? Çalışmaya Ermeni asıllı Rus Ressam Ayvazovski’nin İstanbul’u konseptiyle başlamıştık. Ayvazovski Rus Deniz Kuvvetleri’ne görevli olarak alınıyor. Nedeni de hem Rus donanmasının hem de başka donanmaların resimlerini yapsın ve onlardan yararlanılsın. Biraz casusluğa mı giriyor? Biraz casusluğa, biraz belgeselciliğe, biraz fotoğrafçılığa. Fotoğraf yok, ama çarın kendi donanmasını görmesi lazım. Pitoresk de rölöve demekmiş. Aynen. Pitoresk kavramı 17. yüzyılda resmedilmeye değer anlamında Fransızca, İtalyanca ve İspanyolca 3 dilde de ortak kullanılan bir kelime. Dünyada da pitoresk kavramını hak eden şehirlerin başında da İstanbul geliyor. Yüzlerce seyyah İstanbul’a gelmişler ve resmetmişler.
Mengerler Lifestyle
61 23
Az önce şehrin trafiği ve koşturmasından bunalmışken harika bir müzik ve önünüzden geçen eski İstanbul'un büyüsü ile bir hayal alemine dalıp gideceksiniz.
İyi ki resmetmişler yoksa biz bugün eskiye dönük hiçbir şey bilmiyor olacaktık. İyi ki gelmişler çünkü Osmanlı’da resim yapmak yasak. Fotoğraf daha yok. Ressamlar resim yaparken zabit gelip ‘resim yapamazsın’ diyor. Neden yapamazsın? ‘Sultanın suretidir, sen alıp sultanın suretini götüreceksin. Götüremezsin!’ O yüzden İstanbul üzerine gravürlerin çoğunda perspektif aynıdır. Çoğu elçiliklerin balkonundan ve bahçelerinden resmedilmiştir. Çünkü tutuklanıyor adam sokağa çıktığı zaman ve yaptıklarına el konma riski var. Çoğunluğu gizli gizli yapılıyor. Bunun ilk ve önemli istisnası Melling’tir. Çünkü 18-19 yıl İstanbul’da kalıyor, Hatice Sultan’ın himayesinde. O dönemde 3. Selim padişah. Hatice Sultan'dan izin aldığı ve çok uzun yıllar İstanbul’da kaldığı için en iyi gözlemler, en iyi topografik bilgiler Melling’tedir. Aynı noktaya günlerce bakarak çizme özgürlüğüne sahip olmuş. Diğerleri karakalem çok ufak eskiz yapıp otellerine veya sarayın içine gidip detayları eskizde görebildikleri kadar yapmışlar. Schranz da İstanbul’da resim öğretmenliği yapmış, dolayısıyla gözlem imkanı verilen sanatçılarda bugün İstanbul’un tarihini bulabiliyorsunuz. Çünkü o yapıların ne zaman yapıldığını, hangi yangında yandığını ve yerine nelerin yapılabildiğini ancak onların bilgileriyle izleyebiliyoruz ki, sergimizin danışmanlarından Sinan Genim bize her tablodaki o yapının hangi dönemde yapıldığını, sonra ne zaman dönüşüm geçirdiğini, yandığını veya mimarının kim olduğu gibi bilgilerin yanı sıra, topografik ve mekânsal bilgileri de verdi. Bu sayede bu çalışmanın içerisine koyabildik. Doğan Kuban ve İlber Ortaylı onların tarihiyle ilgili bize çok aydınlatıcı ve değerli bilgiler verdi. Gül İrepoğlu bu ressamlarımızdan biri olan Ayvazovski’nin günceleri üzerine bir novella (kısa roman) hazırladı. 62 24
MengerlerLifestyle
Doğan Kuban, İlber Ortaylı, Sinan Genim, Murat Öneş, Emre Aracı ve Anjelika Akbar gibi sergide emeği geçen değerli kişileri nasıl bir araya getirebildiniz? Birçok bilim veya belgesel yapımlarında olduğu gibi bir örgü ve insanın network’ü. Gidiyorsunuz bir müzede bir tablonun izni için anlaşmaya çalıştığınızda size bir bilgi veriliyor. İpekböceğinin kozasını ördüğü gibi bizim bu sergide Sotheby’s’in Ayvazovski uzmanı, Christie’s Müzayede Evi’nin uzmanı, Petersburg’daki devlet müzesinin müdürü, Feodosya’daki Ayvazovski Müzesi’nin müdürleri de katkı sağladı. Schranz’ın, Thomas Allom’un, William Bartlett’in kitaplarının orijinallerini ve Deniz Müzesi Ayvazovski koleksiyonuna ait 3 dönem tablosunu aşağıda kitap bölümünde görmüşsünüzdür. Dolayısıyla bu sadece bir dijital sergi değil. Klasik anlamda kitaplarının, orijinallerinin, 6 sanatçının 6’sının da orijinallerinin sergilendiği bir sergi aynı zamanda. 2 tane de dijital istasyonumuz var. Biri videolu kitaptır, diğeri de tüm sergi bilgilerini barındıran, istediğiniz sanatçıyı ve tabloyu seçip üzerindeki noktalar üzerinden bilgilere ulaşabileceğiniz diğer istasyon. Türkiye’de bir ilk sanırım. Evet benzeri hiçbir yerde yok. Bilgiyi CD’ye nasıl koyarız? Gelen izleyiciye merak ettiği her şeyin cevabını vermemiz lazım. O istasyonda, bu ressamın, bu gravürcünün, şu tablosu nereyi anlatıyor dediğinizde; o bilgiler aşağıda var. Bütün bu tablo ve gravürlerin bilgilerinin toparlanması geleceğe müthiş bir bilgi birikiminin aktarılması.
Sergide eserleri yer alan seyyah ressamlar: Ayvazovski, Melling, Schranz, Allom, Bartlett ve Lewis.
Mengerler Lifestyle
63 25
PİTORESK İSTANBUL
Kız Kulesi'nin eski halini hiç görmüş müydünüz? Artık yerinde yeller esen bazı yapıları görecek, eskiden şu kıyıda yalılar varmış diyecek, eski İstanbul'daki yaşam tarzı, dönemin giysileri, sünnet düğünü gibi geleneksel kutlamalar hakkında bilgi edineceksiniz.
Dijital gösteri, resim, kitap ve müziğin teknolojiyle harmanlandığı Pitoresk İstanbul sergisi beni çok etkiledi ve hayran kaldım. Bunun gibi başka sergiler de düşünüyor musunuz? Piri Reis kitabını hazırlarken Tophane-i Amire’de bir sergi oldu ve bu sergi daha sonra Londra, Frankfurt, Roma ve Saraybosna’ya davet edildi. Biz o zaman fark ettik ki yaptığımız işin kitabın yanı sıra aynı zamanda görselliği var. Bu sergide de Anjelika Akbar müzikleriyle bize katkı sağladı. Piri Reis dahil bütün Boyut ürünlerinde ise Sanat Yönetmeni'miz Murat Öneş Türkiye’nin en önemli yaratıcılarındandır. Tablolara hayat veren, canlandıran çalışmaları onun grafik atölyesinde gerçekleştirdik. Dolayısıyla o da bir yanda teknolojiyi çok yakından takip eden görsel yaratıcılık üzerine serginin bir anlamda küratörüdür diyebiliriz. Düşünün ki orada Thomas Allom’un, William Bartlett’in gravürleri 10-15 cm boyutundadır. Biz onları 5 metre yüksekliğinde ve 60 metre uzunluğunda bir boyuta çıkardık. Bu serginin en önemli özelliği siz sergiyi gezmiyorsunuz sergi sizin önünüzden geçiyor. Müzik konusunda da çok tebrik ederim, hangi sanatçıların katkıları ile gerçekleşti? Müzik konusunda da Anjelika Akbar’ın yanı sıra Emre Aracı’nın katkıları büyük. Osmanlı Müziği üzerine Londra’daki kayıtlarından bizi yararlandırdı. Bunların içerisinde Sultan Abdülaziz’in besteleri Anjelika Akbar’ın yorumladığı, aranje ettiği, Emre Aracı’nın Londra’da kayıtlarını yaptığı müziklerden seçkilerle oluşturduk. Mesela bu sergide vitrinlerde yer alan bazı kitaplar da Türkiye’nin çok önemli insanlarının evlerinden çıkıp buraya geldi. Güzel bir birleşim oldu. 64 26
MengerlerLifestyle
Tablo ve gravürler araştırmalarınız doğrultusunda ne kadar gerçekçi? Buna çok özen gösterdik. Biz iki yüzyıl öncesinin tarihini alıp, bugünün insanına sunuyoruz; çarpıtmadan, gerçeği görsel dahi olsa yanılsamalara meydan vermeden sabit tutmak istedik. Bir defa o bir tarihsel miras olarak bugüne gelmeli. Çok ufak dokunuşlar, belki martının önümüzden geçmesi gibi. Yoksa biz tablonun her tarafını hareketlendirebiliriz. Özellikle 1000’den fazla tablonun, gravürün bilgileri çok önemli. Bunlar ilk defa uzmanlar tarafından incelendi; burası şu yapıdır, bu 3. Ahmet’in oğlunun sünnet düğünüdür, bu resimdeki esnafların sultanın oğluna hediyelerini sunma merasimidir gibi... Bu sayede o zamanki hayat tarzını da öğreniyoruz. Tabii ki, o zaman gravüre başka bakıyorsunuz. Yurt dışına çıkarabilmek de bir meseleydi herhalde bu resimleri? O zamanlar gümrük yok. Ben gidiyorum diyorsunuz gidiyorsunuz. Ancak yaparken yakalandığınızda sorun var. Ruslar İstanbul’a Çarigrad diyorlar, Çarlara layık bir şehir anlamında. Roma’ya da Çarigrad diyorlar. Çar zaten Roma imparatorlarına verilen isim, yani imparatorlara layık olan şehirlere öyle isim veriyorlar. Ayvazosvski 8 kere gelmiş ve İstanbul çok gözde olduğu için 200’den fazla tablosunu yapmış. Biraz da ticari, çünkü Rus aristokrasisi, bürokrasisi, generalleri evlerine İstanbul tablosu asmak istiyorlar. Bu arada bir Türk ressam bile yok. Araştırmalar sırasında Amerika’ya gittik, koleksiyonerlerin evlerindeki 10 milyon dolarlık Ayvazovski resimlerinin dijital kopyasını aldık. Ermeni asıllı Ayvazovski’nin Erivan’da
PİTORESK İSTANBUL
Pitoresk İstanbul'un Yapımcısı Bülent Özükan ve Müzisyen Anjelika Akbar; ikisi de bu çok özel serginin gerçekleşmesi için tüm gönüllerini koymuşlar.
böyle işleri olduğunu bilmiyorlardı, çünkü oradaki resimlerinin çoğu dini temalı; öğrenince gözyaşlarını tutamadılar. Rusya’dakiler ise deniz ressamı olarak biliyorlar. 4.5 yıl İtalya’da yaşamış, oradaki resimleri de canlı, neşeli, Napoliten… Biz götürdüğümüz zaman ilk defa İtalya resimleriyle karşılaştılar. Hem Ermenistan, hem Rusya’da: “Bizim Ayvazovski mi bu?” diye sordular. Osmanlı Sultanları arasında sanata en yakın olanı Abdülaziz. Onunla çok yakın temasta imiş ve birlikte resim yapmışlar. Sultan Abdülaziz ressam, piyano çalıyor ve besteleri var, sergideki bestelerden biri de onundur. Hatta o tablolardan birinde Ayvazovski ve Sultan Abdülaziz yan yana yürürken resmedilmiş. Sultan Abdülaziz benim tam sultan gibi diyebileceğim biridir. Yakın zamana kadar intihar etti diyorlardı ama yeniçeriler kesmişler adamı. Sultan Abdülaziz’in bileklerinin kesildiğini gören 5. Murat 2.5 ay deli numarası yapıp, ben deliyim ülkeyi hükmedemem demiş ve böylece hayatını kurtarmış. Tarihi bu kadar araştırınca böyle pek bilinmeyen bilgiler de ortaya çıkıyor.
Peki Bülent Bey sergi ne kadar sürecek? En az Ekim sonuna kadar. Bu sergiyi yurt dışına çıkarmak istiyor musunuz? İstiyoruz ama çok zor, sponsorumuz yok. Moskova, Petersburg ve Erivan ile görüşmeler sürüyor. Sanat işleri dünyada sponsorlarla yürüyen bir şey, çoğu zaman da devlet desteği ile.
Başka türlü olmuyor. Ayırdığınız vakit için çok teşekkür ederim, yeni projelerinizi heyecanla bekleyeceğim. Eski İstanbul’u ve onu resmeden sanatçıları çağdaş teknoloji ile tanıtan bu harika serginin dünyanın önemli şehirlerinde gösterime sunulmasını tüm kalbimle diliyorum.
Sergi girişindeki kitapların her biri çok değerli, koleksiyonunuza ekleyebilir, ya da hediye olarak alabilirsiniz.
Mengerler Lifestyle
65 27
SÖYLEŞİ : AYŞEN GÜREL SİLE FOTOĞRAFLAR: GARO MİLOŞYAN
ELMA SANAT ATÖLYESİ
Geleceğin antikalarının ve dostluğun sırrı onlarda...
Eğitiminizi nerede yaptığınız, okul yıllarında başlayan arkadaşlığınız, sonra birlikte başka bir firmada çalışmanız ve Elma Sanat Atölyesi’ni kurmaya karar verişinizi anlatır mısınız? Gül Arık Karabey: Her ikimiz de Güzel Sanatlar Akademisi'nde Endüstri Tasarımı eğitimi aldık. Arkadaşlığımız okulun birinci sınıfında başladı. Sınıf arkadaşlığı olarak başlayan dostluk zaman içinde giderek pekişti, birlikte çalışma hayali oluştu. Okul sonrası Uğur'un evlenip, çocuk sahibi oluşu ile hayalimizi biraz erteledik. O dönemde, ben daha önce staj yaptığım bir porselen fabrikasından iş teklifi aldım. Staj sırasında, porselen hamurunun hazırlanışından dekorlamaya; üretimin tüm aşamaları çok ilgimi çekmişti. Sevinerek işe başladım. Yaklaşık dört sene, önce porselen dekoratörü, sonra dekorlama bölümünde yönetici olarak çalıştım. 1982 yılında, Uğur ile birlikte iş kurmak hayalimizi gerçekleştirdik. "Elma" adını verdiğimiz atölyemizde porselen üzerine dekor konusunda çalışmaya başladık. Uğur Olgaç: Üniversite yıllarında başlayan bu güzel dostluk her ikimizin de hayalindeki bu atölyeyi kurmamıza sebep oldu. Şimdi dönüp baktığımda çalışan bir anne olmanın zorluklarına rağmen, ‘İyi ki bu adımı atmışız.’ diyorum. Nelerden esinleniyorsunuz? Gül Arık Karabey: Çevremizdeki tüm güzelliklerden esinleniyoruz diyebilirim. Sanat ile uğraşanların algıları ve uyaranları diğer kişilerinkinden oldukça farklı. Böyle bir uğraşın içinde olan insan, çevresine çok başka bir gözle bakıyor. Örneğin doğadaki her şeye yoğun bir ilgim ve saygım var; benim için en büyük esin kaynağı. Öğrencilerimiz de sıkça aynı şeyi dile getirerek; bu sanat dalı ile tanıştıklarından beri, doğada çok daha dikkatli birer gözlemci olduklarını, daha önce hiç fark etmedikleri bazı detayları şimdi hayranlık66
MengerlerLifestyle
la gözlemlediklerini söylüyorlar. Ve tabii bir diğer önemli esin kaynağımız da sahip olduğumuz muhteşem kültürel miras. Yaşadığımız topraklarda gelmiş geçmiş tüm uygarlıklardan çok zengin bir mirasa sahibiz. Bu bizler için büyük bir şans ve elbette çalışmalarımıza da yansıyor. Eski İznik Çinileri de, konumuz porselen dekorasyonu olduğundan, birçok eserin çıkış noktası. Hatta, birkaç yıl önce New York Metropolitan Museum'da açılan "Günümüzde İznik Çinileri" konulu
Gül Arık Karabey ve Uğur Olgaç, 1982 yılından bu yana Elma Sanat Atölyesi’nde porselen üzerine dekor konusunda çalışmalar yapıyor ve ders veriyor.
sergide atölyemizin özgün bir çalışmasına da yer verildi. Yurt içi ve yurt dışında en çok yankı getiren eserleriniz, ödülleriniz? İkinizin de ayrı ayrı aldığı ödülleri, tarihleri, yerleri ve nitelikleri olarak sıralamanızı rica edeceğim. Gül Arık Karabey: Yurt içinde 1984- 2000 yılları arasında eserlerimiz pek çok kez sergilendi, özel koleksiyonlara girdi, Antika Fuarların-
da "Geleceğin Antikaları" başlığı altında yer aldı. Yurt dışında ise; 2000 yılında İtalya’nın Como şehrinde düzenlenen, farklı ülkelerden 1140 eserin yarıştığı, Uluslararası Trofeo Azzurro Yarışması’nda, benim eserim "Absolute First Prize" Birincilik Ödülü’ne layık görüldü. Aynı yarışmada Elma'dan İlknur Özören'in eseri "Honourable Mention" Onur Mansiyonu, atölyemiz ise yaptığımız demonstrasyon ile "Best Team Award" “En İyi Takım” ödülü aldı. Gene 2000 yılında Mengerler Lifestyle
67
ELMA SANAT ATÖLYESİ
Uğur Olgaç Turnet’te eserine son rötuşu atıyor.
İlknur Özören fırınlanmış ürünleri kontrol ediyor.
Atölyenin öğrencilerinden Serpil Nişli’nin işleri değerlendiriliyor.
Atölyede keyifli bir çalışma anı.
ABD / Kentucky 'de "Mystical Millennium" Uluslararası Porselen Yarışması’na katılan çalışmam "Silver Ribbon" Gümüş Kurdele ile ödüllendirildi. 2001 de Almanya / Dresden'de düzenlenen "Meissen Trophy" Uluslararası Porselen Yarışması’nda, katılan 3 eserim 2 Altın, 1 Gümüş madalya kazandı. Ödüllü tüm çalışmalarımda da bizim kültürümüzün izleri vardı. Katıldığımız bu yarışmalarda kural olarak Birincilik Ödülü kazanan sanatçı bir daha yarışmaya katılmıyor. Fakat "Master Artist" unvanı alıyor ve istediği zaman iki senede bir düzenlenen bu aktiviteye katılarak yarışma harici eser sergileyebiliyor. Ben de bu bağlamda 2002 yılında gene İtalya / Como'da çalışmalarımı sergiledim ve yarışmada jüri başkanı olarak görev aldım. İki yıl önce Meissen Porselen’in yılın konuk firması olarak çağrıldığı konvansiyona, o yıl atölyemiz Elma davet edildi ve katılımcılara Türk Porselen Sanatını tanıtıcı on iki ayrı demonstrasyon yapıldı.
arasından Meissen Porselen Fabrikası’nın özel jürisi tarafından değerlendirilerek kategoriler üstü “Meissen Trophy” ödülüne layık görüldü.
Uğur Olgaç: Yurt içinde Gül’ün bahsettiği tüm sergi ve fuarlarda “Elma” olarak birlikteydik. Yurt dışında ise; 2000 yılında ABD / Kentucky’de düzenlenen “Mystical Millennium” Uluslararası Porselen Yarışması’na katılan eserim “Bronz Ribbon” Bronz Kurdele ile ödüllendirildi. 2002 yılında Almanya / Dresden’de düzenlenen “Meissen Trophy” Uluslararası Porselen Yarışması’nda eserim önce “Gold Medal” Altın Madalya alıp, sonra bu kategorideki eserler 68
MengerlerLifestyle
Biraz porselen üzerine el dekoru tekniği hakkında bilgi verir misiniz? Uğur Olgaç: Bizim çalışmalarımız; porselene sır üstü el dekoru (On glaze handpainting) olarak adlandırılıyor. Beyaz sırlı porselen üzerine, profesyonel porselen boyaları ile yapılan desenlerin kalıcılığı, özel porselen fırınlarında 800 derecede fırınlanarak sağlanıyor. Bir porselenin el ile dekorlanma aşamalarını şöyle özetleyebiliriz: -Dekorlanacak porselen ürünün seçimi, -Uygulanacak desenin sanatçı tarafından tasarımı, -Desene göre serbest el ile veya çizimden aktarılarak, porselene geçirilmesi, -Kullanılacak porselen boyalarının, yapılacak boyama tekniğine uygun bir bağlayıcı (mixing medium) ile elde homojen bir kıvamda ezilerek karıştırılması, -Bağlayıcıya uygun inceltici ile boyanacak kıvama getirilmesi, -Samur fırçalar ile desenin boyanması, -Dekorlanan porselenin, 780-800 derecede fırınlanması; desene göre gerektiğinde birkaç kere de fırınlanabilir.
ELMA SANAT ATÖLYESİ
İlknur Özören, Gül Arık Karabey ve Uğur Olgaç, eserlerinin arasında, öğrencilerinden gelen çiçeklerle.
İlknur Hanım siz de Elma Sanat Atölyesi bünyesinde dekoratör olarak çalışıyorsunuz ve çok başarılı çalışmalarınız var. Elma ile başlayan serüveninizden, aldığınız ödül ile ilgili anılarınızdan bahseder misiniz? Son zamanlarda neler üzerinde yoğunlaşıyorsunuz? İlknur Özören: Porselen boyama serüvenim 1979 yılında Yıldız Porselen’de başladı. Yaklaşık iki yıl çalıştım. Sonra uzun bir ara… 1998’de Elma’ya katıldım. 2000 yılı sanırım hepimiz için ilklerin başlangıcı oldu. Yarışma, ödüller ve kendi desenlerimizle hazırladığımız işlerimizle yaptığımız workshoplar. Benim için heyecan verici şeyler ödülün yanı sıra dünyanın dört bir yanından gelen porselen artistlerinin çalışmalarını görmek ve onların tekniklerini tanımaktı. Bugünlerde ders ağırlıklı çalışmalarımızı sürdürüyoruz. Zaman zaman kişiye veya kurumlara özel çalışmalar oluyor. Geçen sene yaptığımız Dünya Bankası çalışanlarına düzenlediğimiz seminer gibi. Kurulduğunuz yıllarda fırın yaptırmak, malzemeleri bulmak zor muydu? Hangi porselenler üzerine boyamayı tercih ediyorsunuz? Uğur Olgaç: Kurduğumuz yıllarda ülkemizde teknolojik açıdan bu kadar seçenek yoktu ve biz fırınımızı geleneksel yöntemlerle çalışan bir fırın ustasına yaptırmıştık. Fırın atölye içinde inşa edilmişti. O dönemin teknik şartlarından ötürü fırın izolasyonunda kullanılan malzeme, fırının boyutlarını devasa hale getirmişti. Kullandığımız porselen boya-
ma malzemelerini bulmak o günlerde olduğu gibi şimdi de zor. Halen tüm malzemeler bizler tarafından yurt dışından getirtiliyor. Yapılan işlerin üzerinde çok emek olduğu için, çalışacağımız porseleni özenle seçmemiz gerekiyor. Yurt içinde üretilen en kaliteli sırlı porseleni seçerken, müşterilerimizin talebi doğrultusunda Kaiser, Wedgewood, Limoges, Seltmann Weiden, Vista Alegre gibi dünyaca ünlü markaların ürünleri üzerine çalışmalarımız oluyor. Kullandığınız porselen boyalarının özellikleri neler? Sadece dekoratif ürünlerde kullanılmak üzere mi uygulanıyor? Yiyecek ile temas etmesinde bir sakınca var mı? Uğur Olgaç: Porselen boyalarımız; profesyonel kullanım için üretilen ve 800 derecede gelişen toz boyalar. Belirtilen derecede porselenin sırrı eriyerek üzerindeki boya ile kaynaşıp, sabit oluyor. Son yıllarda üretilen ve kurşun içermeyenlerinin yiyecek ile temasında hiçbir sakınca yok. Yurt dışında katıldığınız seminerler, edinilen deneyim, dostluklar? Bir mukayese yaparsak yurt dışında ne tarz işler yapılıyor, sizin ödülleri topladığınız yarışmalardaki diğer başarılı işler nelerdir? Gül Arık Karabey: Atölyemizin ilk yıllarından bu yana değişik boyama teknikleri konusunda kendimizi geliştirmek amacı ile ABD, İngiltere, İtalya ve Almanya'da seminerlere katıldık. Zaman içinde, oluşan bilgi Mengerler Lifestyle
69
Bir sanatçı ve İstanbullu olarak, uzun senelerdir eksikliğini hissettiğim Atatürk Kültür Merkezi’nin yeniden hayatımıza girecek olması çok sevindirici bir haber. Bu güzel haberi alınca projeyi tasarlayan
Mimar Murat Tabanlıoğlu
ile bir söyleşi gerçekleştirmek istedim. Tüm gelişmiş ülkelerde çağdaş olmak sanat ve kültür programları ile özdeş, dileğim bizim de bir an önce eski anıları unutmadan yaşatacağımız, gurur duyacağımız, çağdaş bir kültür merkezine kavuşmamız. İstanbul’un belleği olan Taksim Meydanı’nda, Atatürk Kültür Merkezi’nde, birbirinden güzel sanat ve kültür etkinliklerinde yeniden buluşmak üzere...
SÖYLEŞİ: AYŞEN GÜREL SİLE FOTOĞRAFLAR: TABANLIOĞLU MİMARLIK
A
tatürk Kültür Merkezi projesi firmanız için bir anıt proje olmasının yanı sıra sizin için manevi yanıyla da diğer projelerden farklı. Bu duygularınızı bizimle paylaşır mısınız? Sadece benim için özel olmaktan öte, dünya mimarlık tarihinde de ilginç bir sürece sahip. 1960’lardan bu yana İstanbul’a ait olmuş Atatürk Kültür Merkezi’nin babam Hayati Tabanlıoğlu’nun tasarlamış olması, daha sonra uzun yıllar yapımında yer alması, tamamlanıp halka açıldıktan hemen bir yıl sonra binanın yanması ve sonra bazı değişikliklerle yeniden inşa edilmesi gibi aşamalarıyla serüveni çok ilginç. Böyle bir mirasa sahip çıkabilme imkanı tabii ki çok sevindirici. Bu kişisel bağın ötesinde, İstanbullu olarak, işlevinin yanı sıra bir modern dönem kültür mirasının tüm Türkiye ve dünya için kalıcı olmasını, yaşamasını istiyor insan.
70
MengerlerLifestyle
ATATÜRK KÜLTÜR MERKEZİ
Temsil başladığında, gündüz bakıldığında farkedilmeyecek bir tül olan ön cephe ekrana dönüşebilecek ve meydandan da seyredilebilecek.
Mengerler Lifestyle
71
Design Miami 2017 kapsamında, “Sanat Mimari Buluşması; Bir 21. Yüzyıl Deneyimi” başlıklı paneldeki Tabanlıoğlu Mimarlık sunumu, yoğun ilgi gördü. Murat Tabanlıoğlu “Güncel AKM projesinin örnek bir vaka teşkil etmesini bekliyoruz çünkü hala dünyanın pek çok şehrinde ‘tarihi yapıların korunması’ kuvvetle savunulmasına rağmen, new-old (yeni-eski) denilen 20. yüzyıl yapılarının korunmaları ile ilgili net prensipler, henüz çok yakın bir zamanda tartışılmaya başlandı” açıklamasında bulundu. İsminin aynı kalmasına çok sevindiğimi eklemek isterim. Aynı isim altında yapılmasına nasıl karar verildi? Binanın ve kentin hafızasına sadık kalmak prensibiyle, yapıyı sürdürülebilirlik yaklaşımıyla, ancak güncel ihtiyaçlara cevap verebilmek amacıyla, farklı biçimde ele aldık ve bir çeşit rekonstrüksiyon olarak tasarladık. Atatürk Kültür Merkezi’nin ismi de bu ortak belleğin bir parçası. AKM’nin uzun yıllar terkedilmiş hali çok üzücü idi. Siz ne zaman sahip çıkmaya karar verdiniz ve akabinde nasıl girişimde bulundunuz? 72
MengerlerLifestyle
1999 yılında Hayati Tabanlıoğlu’nu anmak üzere Atatürk Kültür Merkezi’nde bir tören gerçekleştirdik. Kültür Bakanlığı’nın önerisiyle Tabanlıoğlu Mimarlık olarak AKM için yenileme konsept önerisi hazırlamıştık. Daha sonra, İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti Ajansı’nın üstlendiği AKM yenileme projesini hazırlamak üzere Tabanlıoğlu Mimarlık görevlendirildi. Ancak biliyorsunuz çeşitli nedenlerle gerçekleşemedi. Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu, 31 Aralık 2009 tarihinde AKM’nin “mevcut haliyle onarımı” kararını aldı ve AKM için Tabanlıoğlu Mimarlık tarafından yeniden ele alınan proje bakanlığa teslim edildi. Buna göre 2012 Nisan ayında
ihale ilan edildi. Ve bugüne kadar geldik.
elde edebilmek için şu anda çeşitli mock-up’lar yapılıyor.
Opera salonunu barındıran küre tasarımı çok çarpıcı; bu tasarım nasıl gelişti ve nasıl bir malzeme ile yapılacak? Akustik nasıl çözümlendi? İzleciyi kapasitesi yüksek ve nitelikli bir salon ile buluşturmak için yaptığımız analizler neticesinde vardığımız bir sonuç olarak bu elipsoit formu denemeye karar verdik. Doğal akustik ve her noktadaki izleyiciye açık sahne görüşü sağlamak en önemli iki kriter. Kabuk için uygulanacak malzeme seçimi için çalışmayı sürdürüyoruz, en doğru sonucu
Dünyada tarihi değeri olan, varlığı bulunduğu şehir ile bütünleşmiş opera binaları biliyoruz. Örneğin Viyana Devlet Opera Binası. Ne yazık ki ülkemizde opera sanatı faaliyetlerini tarihi ve hoş bir mekan olmasına rağmen Süreyya Sineması’nın ufacık sahnesine sıkışarak yürütmek zorunda kaldı son senelerde. Türkiye’de opera izleyicisi az olduğu için mi sadece opera binası olarak yapılmadı? Yoksa dünyada operanın yanı sıra başka kültür ve sanat aktivitelerini barındıran kültür merkezleri yeni bir trend mi? Mengerler Lifestyle
73
Daha önce 1300 kişilik olan AKM yenilendikten sonra 2500 kişilik büyük bir opera salonuna kavuşacak. Doğal akustik ve her noktadaki izleyiciye açık sahne görüşü sağlamak en önemli iki kriter.
16. yüzyıldan itibaren, önce İtalya’da başlayan ve sonra Fransa, İngiltere ve Almanya’ya değişerek, gelişerek yayılan opera, bu gösteriye ev sahipliği eden binalarıyla, mimari anlamda kentlerin sembolü ve sosyokültürel olarak da medar-ı iftiharı oldular. Osmanlı’da ise tiyatro, 17. ve 18. yüzyılda, elçilikler ve kimi evlerde düzenlenen temsillerle başladı. III. Murad döneminde sarayda ilk müzikli oyun sergilendi. Kendisi de bir besteci olan III. Selim 1797’de Topkapı Sarayı’nda yabancı bir topluluğa opera temsili verdirdi. Tanzimat’tan sonra İstanbul’da yapılan tiyatro binalarında İtalyan opera toplulukları tarafından temsiller verildi. AKM’nin ana icraatı opera ve bale olmasının yanı sıra, bugün faaliyet gösteren benzeri birçok oluşum gibi (örn. Lincoln Center, Royal Festival Hall, Centre Pompidou...) sadece opera ve kültür-sanat faaliyetleriyle sınırlı kalmayıp, bir kent merkezi olarak tüm İstanbul’u buluşturan, birleştiren bir manyetik odak olacağını umuyoruz. Projenizde Atatürk Kültür Merkezi opera, bale, konser ve tiyatro salonlarının yanı sıra, sergi alanları da barındırıyor. Kapasiteleri ve özellikleri hakkında bilgi verir misiniz? Daha önce 1300 kişilik olan AKM yenilendikten sonra 2500 kişilik büyük bir opera salonuna kavuşacak. Bu büyük salon her operada olduğu gibi doğal bir akustiğe sahip olacak. Diğer konser salonları, tiyatro salonları, sinemalar, kütüphaneler, tasarım dükkanları ve bunların arasında yer alan kafeler ve restoranlar gibi ikincil mekanları, daha etkin hizmet verebilecekleri şekilde, senelerce atıl kalmış olan depo ve otopark alanında, tamamen baştan kurgulandı. Mevcut AKM’ye eklene74
MengerlerLifestyle
cek yeni binada ise 800 kişilik Tiyatro Salonu, 1.000 kişilik Konferans Salonu, 285 kişilik Sinema Salonu, 250 kişilik Oda Tiyatrosu, bir Sergi Salonu, bir Kütüphane, 885 araçlık otopark bulunuyor. Ön cephenin ekran fonksiyonu görüp temsilin yansıtılması ve Taksim’deki yoğun halk trafiği tarafından izlenebiliyor olması benim projenin en sevdiğim yanlarından. Sanatın sokaklara taşınması Duvar Sanatı ile mümkün oldu, temsilin yansıtılması da bir yerde aynı işlevi görecek; bu hoş fikir nasıl oluştu? Berlin’de, otelim Staatsoper Unter den Linden’in yakınında, meydandaydı, konser sırasında binanın yan tarafında bir ekran kurulmuştu, temsil başladığında o ekrandan da veriliyordu. Almanlar oraya “Operanın halkla buluşması” diye yazmıştı; hızlıca halledilmiş, portatif gibi görünen bir düzendi, binanın hemen yanında güzel görünmüyordu, ama güzel fikirdi. Otelden izledim. Meydan tamamen doldu. Bu hayali İstanbul’a taşıdım. 17 milyonun yaşadığı İstanbul’da, Taksim Meydanı’nın kıyısında bir Opera binası. 2500 kişilik salon opera için çok büyük olsa dahi, aslında çok az kişiye hitap ediyor. Temsil başladığında, gündüz bakıldığında farkedilmeyecek bir tül olan ön cephe ekrana dönüşebilecek. Kalabalık bir kitle içerde gerçekleşen performansı, meydanda bir arada izleyebilecek. AKM’nin inşası ile birlikte firmanız tarafından Taksim Meydanı için de estetik ve fonksiyonel bir takım düzenlemeler önerildi mi? AKM’nin meydanla bağlantısını canlandırmaya yönelik peyzaj içinde su elemanları, yansıtıcı havuz gibi ögeler yer alacak. Bir kültür
AKM’nin meydanla bağlantısını canlandırmaya yönelik peyzaj içinde su elemanları, yansıtıcı havuz gibi ögeler yer alacak.
sanat yapısının girişini tespit edecek şekilde, dış mekanı heykellerle güçlendirmenin yanı sıra portatif, istenildiğinde kurulabilir, sergi ve gösterilere zemin sağlayan bir performans altyapısı kurgulanacak. Saydam cephenin ardında, meydandan da hissedilecek şekilde yerleştirilen büyük salon, dikkat çekici formu, rengi ve aydınlatma uygulamalarıyla, Taksim Meydanı’na dinamizm ve renk katacak. Mete Caddesi yönüne doğru sirayet eden peyzaj ve bunun tespit ettiği yaya geçişleri, yapının meydanla ve halkla kurduğu ilişkiyi güçlendirecek. Sert ve yumuşak peyzaj alanlarının tasarımı, bina kullanıcısı ya da ziyaretçisi olmasa da, tüm şehirliler için uğrak noktası, bir kentsel mekan olacak. Bir hastane, okul gibi her çizilen projede yapının işlevine has nitelikler gerekiyor. Buna göre bir kültür merkezi bünyesinde üzerinde durulması gereken en önemli noktalar nelerdir? Bir opera yapısında akustik, sahne tekniği ve izleyici konforu en öncelikli olarak çözülmesi gereken meseleler. Kültürel kazanım, mimari açıdan çağdaş bir yaklaşım, yapının malzeme ve işlev bağlamında sürdürülebilir ve enerji etkin hale getirilmesi, elektro mekanik donanımı, güvenlik, ses, ısıtma, soğutma, havalandırma, aydınlatma, sahne sistemlerinin çağdaş teknoloji ile uzun yıllar hizmet vermesi sağlanacak şekilde tasarlanması, kurum çalışanlarının kullanacağı ofislerin verimliliği ve kentle uyumlu ve her kesimden kullanıcı için davetkar ve açık olma unsurlarını barındıran, çok katmanlı bir çalışma olarak hayata geçirilmelidir ki o kültür yapısı benimsenen ve yoğun kullanılan demokratik bir kent unsuru olabilsin.
Dünyada sizi en çok etkileyen opera ve kültür merkezleri hangileri ve neden? Sadece tek bir sanat faaliyetine değil, geniş kitlelerin çok amaçlı kullanımına ve gelişmeye açık kültür ve şehir merkezleri olarak varlık gösteren, birleştirici unsurlarıyla farklılıkları bünyesinde barındıran yapılar oldukları için New York’taki Lincoln Center, Londra’daki Royal Festival Hall ve Paris’teki Centre Pompidou’yu sayabilirim. Malzeme seçiminde de yaklaşımınızı öğrenebilir miyiz? Bu seçimlerinizin eski malzemelere kıyasla artıları neler? İlk yapının ölçeği ve özgün cephesinde olduğu gibi, malzeme olarak da öncülüne uyumlu olması konusuna itinalı yaklaşıyoruz. Ancak tabii ki 21. yüzyıl teknolojisinden maksimum faydalandığımız seçimlerle tasarımı geliştiriyoruz. Farklı uzmanlık branşlarına göre kaç ayrı ekibiniz ve ofisiniz var; yerli ve yabancı? İstanbul’da beş stüdyomuzda, birlikte çalıştığımız yaklaşık 180 kişilik bir ekibimizin yanı sıra New York, Londra, Doha ve Dubai’de de ofislerimiz var. Bunun dışında, mühendislikten aydınlatmaya, akustik danışmanlığına, uzun yıllardır birlikte uyumla çalıştığımız uluslararası büyük bir ekip var. Başarılar diler, bize ayırdığınız vakit için çok teşekkür ederiz.
Mengerler Lifestyle
75
ELMA SANAT ATÖLYESİ
birikimi, üretilen özgün eserler, kazanılan ödüller ve verilen unvanlar bizi, dünyadaki porselen sanatçıları arasında, güzel bir yere taşıdı. Bu kez bizler yurt dışından seminer davetleri almaya başladık. Yurt dışından derslerimize katılmak için gelen öğrencilerimiz oldu. Hem öğrenci hem öğretmen olarak yapılan bu seyahatler sırasında pek çok güzel anı ve dostluk birikti. Her seminere başlarken, henüz yabancı olan katılımcılar karşısında duyulan heyecan, sonrasında gelişen dostluklar ve alkışlarla biten dersler. Dünyanın farklı ülkelerinden edinilmiş sanatsal dostluklar bizim için büyük zenginlik. Geçmiş yıllarda, dönemin, gerçek bir sanatsever olan Kültür Bakanı tarafından "Türk Sanatına Yapılan Hizmet" ten ötürü destek ve övgülerle onurlandırılışımız, edinilen deneyim ve anılar arasında sayabileceklerimizden bazıları. Yurt dışında ne tarz işler yapıldığını sormuşsunuz. Bir genelleme yapmak kolay olmamakla birlikte, katıldığımız yarışmalardaki işleri düşünürsek; Avrupalılar’ın çalışmalarının realistik veya klasik, Amerikalılar’ın çalışmalarının genellikle empresyonist, bizim eserlerin ise diğerlerine kıyasla stilize olduğunu söyleyebiliriz. Senelerdir ayrıca bu atölyede ders de veriyorsunuz. Derslerinizin programı, öğrencileriniz hakkında bilgi verir misiniz? Öğrencilerden de başarılı işlere imza atanlar var mı? Uğur Olgaç: Kendimizi bilgi birikimi açısından paylaşıma hazır hissettiğimiz 1991 yılından beri Elma'da porselen dekorasyonu dersleri veriyoruz. Çok sevdiğimiz sanatımızı, öğrencilerimiz ile paylaşmak, "acaba yapabilir miyim?" endişesiyle derse başlayan bir kişinin zaman içinde harikalar yaratır hale gelmesi bizi çok mutlu ediyor. Derslerimizin programı, konudan en uzak kişinin bile deneyebileceği bazı tekniklerle başlayıp sonrasında herkesin yetenek ve yatkınlığı doğrultusunda çeşitleniyor. Bu işe gönül veren öğrencilerimiz arasında, kendisine atölye kuranlar, ders verenler, profesyonel anlamda sipariş kabul edenler, uluslararası yarışmalardan ödül kazananlar var. Hele geçen sene İsviçre'de bir yarışmaya katılan dört öğrencimizin, hepsinin de biri ikincilik, biri üçüncülük olmak üzere 4 madalya ile dönmeleri, bizim için büyük gurur kaynağı oldu. Dersleriniz sanat ağırlıklı, bunun beraberinde sizlerin kişiliğinizden kaynaklanan bir huzur var bu atölyede. Birkaç saatliğine burada geçirilen vakit meditasyon gibi ruha iyi gelen bir kaçış da oluyor sanırım öğrencileriniz için. Uğur Olgaç: Evet, sanırım. Hem bizim uzun yıllara dayanan dostluğumuz, sevgimiz hem de işimize olan sevgi ve saygımız, atölye ortamına huzur olarak yansıyor. Günlük hayatın olumsuzluklarının buraya yansımaması için çaba sarf ediyoruz. Öğrencilerimiz de bunun kıymetini biliyorlar. Ne mutlu bize ki çabalar sonuçsuz değil, atölyemiz tanıyan herkes tarafından sevilen, enerjisi yüksek bir yer. Kişisel ve firma siparişleriniz daha çok ne tarz çalışmalar oluyor? Hangi özel günlerde daha çok sipariş alıyorsunuz? Gül Arık Karabey: Bize verilen kişisel siparişler, genellikle hediye seçimine özen gösteren kişilerden geliyor. Seçtikleri hediyelere kişiye özel dekorlar veya isme özel tasarımlar yapıyoruz. Örneğin yeni doğan
76
MengerlerLifestyle
bebeklere özel hediyeler, doğum günleri, düğünler ve yıl dönümü hediyeleri. Firmalardan gelen siparişler, genelde üst düzey yöneticilere, şirket sahiplerine, yurt dışında bağlantılı oldukları kişilere ve devlet büyüklerine armağan edilmek üzere veriliyor. Ülkemizin sanat, tarih ve kültürünü temsil eden eserlerinizden Kalyon ve İznik Çini serilerinin yurt dışına götürülecek hediyeler olarak çok tercih edildiğini düşünüyorum. Çok talep alıyor musunuz bu tarz çalışmalar için? Uğur Olgaç: Ülkemizin kültürünü temsil eden tüm çalışmalarımızın yurt dışına veya burada yaşayan yabancılara hediye olarak tercih edilmesi sık rastlanan bir durum. Bizdeki stilize desenler ve öyküleri, renklerin birlikte kullanılış şekli; örneğin turkuaz, kobalt mavisi ve mercan renginin uyumu yabancılar için çok çekici. Tabii çalışmaların üzerinde yoğun el emeği oluşu da hayranlık uyandırıyor. Yurt dışında bu tür eserlere ulaşmak ekonomik açıdan çok daha zor. Çünkü günümüzde tüm dünyada üretilen desenli porselenlerin, yalnızca yüzde 1’i el ile dekorlanıyor. Yani bu tür çalışmalar çok nadir ve geleceğin antikaları olacaklar. Nerelerde sergi açtınız, hangi tarihlerde? Uğur Olgaç: 1996 Allianz Sigorta Sergi Salonu / Atölye Sergisi 1998 ve 1999, iki kez Küsav Antika Fuarı / “Geleceğin Antikaları” 2000 İtalya / Como / Karma Sergi 2000 ABD / Kentucky / Karma Sergi 2001 Almanya / Dresden / Karma Sergi 2001 Atölyede öğrencilerle Karma Sergi 2002 İtalya / Nova Milanese / Yaşayan Porselen Sanatçıları Müzesi Karma Sergi 2004 Nişantaşı Işık Lisesi Sergi Salonu / Öğrencilerle Karma Sergi 2005 New York Metropolitan Museum of Art / Karma Çini Sergisi 2006 Atölyede öğrencilerle Karma Sergi 2008 Nişantaşı Işık Lisesi Sergi Salonu / Öğrencilerle Karma Sergi Gelecekte sergi projeniz var mı? Gül Arık Karabey: Atölyemizde daimi bir sergimiz var. Ayrıca yurt dışında İtalya / Nova Milanese’deki müzede bize ayrılan köşe de kalıcı. Bundan böyle hedefimiz öğrencilerimizi ön plana çıkaracak projelerde yer almak… Eserlerinizin gelecekte antika değeri olacak, çalışmalarınızın koleksiyonunu şimdiden yapmaya başlayanlar var mı? Gül Arık Karabey: Tüm ödüllü işlerimiz (ki bunlar Artistic Edition hariç üç adet üretiliyor) koleksiyonerlerin elinde. Yurt içi ve yurt dışında farklı objelerle el dekorlu porselen koleksiyonu yapan sanat severlerimiz var. Göz nuru, el emeği eserleriniz Türkiye’de geçmişi olan bir sanata yeni bir soluk ve yorum getirirken, yurt içi ve dışındaki sergi ve ödüllerinizle ülkemizi onurlandırarak tanıtıyorsunuz. Çalışmalarınızda başarılar diler, ayırdığınız zaman için teşekkür ederim.
ELMA SANAT ATÖLYESİ
1
2
1) “Meissen Trophy” Uluslararası Porselen Yarışması / Dresden / Almanya Sanatçı: Gül Arık Karabey Silver Medal / Bronz Madalya
2) “Meissen Trophy” Uluslararası Porselen Yarışması / Dresden / Almanya Sanatçı: Gül Arık Karabey Gold Medal / Altın Madalya
3) “Meissen Trophy” Uluslararası Porselen Yarışması / Dresden / Almanya /2001 3
4
Sanatçı: Uğur Olgaç Birincilik Ödülü
4) “Mystical Millennium” Uluslararası Porselen Yarışması / Kentucky / ABD Sanatçı: Uğur Olgaç Bronze Ribbon / Bronz Kurdele
5) Uluslararası Trofeo Azzurro Yarışması / Como / İtalya Sanatçı: İlknur Özören Honourable Mention / Onur Mansiyonu
5
6
6) “Mystical Millennium” Uluslararası Porselen Yarışması / Kentucky / ABD Sanatçı: Gül Arık Karabey Silver Ribbon / Gümüş Kurdele
7) “Meissen Trophy” Uluslararası Porselen Yarışması / Dresden / Almanya Sanatçı: Gül Arık Karabey Gold Metal / Altın Madalya
8) Uluslararası Trofeo Azzurro Yarışması / Como / İtalya 7
8
Sanatçı: Gül Arık Karabey Absolute First Prize / Altın Madalya ve Birincilik Ödülü
Mengerler Lifestyle
77
SAN FRANCISCO - SAUSOLITO - TIBURON Bu şehri görmemiş olsak bile bu civarda çekilen birçok filmden 50’den fazla tepesi olan bu şehrin yokuşlu yollarında giden tramvaylarını, dünyanın belki de en virajlı ve dar sokağı olan Lombard’daki araba takiplerini, Viktorya döneminden kalma rengarenk evlerini, sisli körfezde beliren ve ismi Golden Gate Bridge olan köprüsünü biliriz.
YAZI: AYŞEN GÜREL SİLE FOTOĞRAFLAR: SİLE ARŞİVİ-SHUTTERSTOCK
H
er ülke değişik yörelerinde kendine has kültürel, coğrafik, ekonomik farklılıklar barındırıyor. Hatta bazen farklı bir lisan ve de diyalekt ile karşılaşıyoruz. Amerika gibi bir kıtayı kapsayan bir ülke söz konusu olunca ve halkı da göçmenlerden oluşuyorsa, değişik bölgelerini gezdiğinde farklı memleketlere gitmiş gibi oluyor insan. Bu sefer liberal, teknolojik buluşların beşiği ve özgürlükler eyaleti Kaliforniya’nın önce San Francisco şehrine, sonra Sausalito ve Tiburon’a gidiyoruz... 78
MengerlerLifestyle
Köprüye neden bu isim verilmiştir, herhalde altın madeninin Kaliforniya’da bulunmasından sonra diye tahmin ediyordum ama yanılmışım. Araştırdığımda ilginç tarihi bir detay öğrendim. 1846 senesinde lakabı iz sürücü olan Amerikan Donanması Kaptanı John C. Fremont, San Francisco Körfezi’nin Pasifik Okyanusu ile bağlandığı yere “Chrysopylae”, “Altın Kapı” anlamına gelen “Golden Gate” ismini vermiş. Bizans limanına “Altın Boynuz”, “Golden Horn” denmesi ile aynı nedenlerden; Orient, doğu ülkeleri ile ticarete açılan altın bir kapı olduğu için. Altın ise Kaliforniya’da bu adlandırmadan iki sene sonra bulunmuş. Yaşamak ve turist olarak gezmek çok farklı izlenimler bırakıyor insanda. Bazı yerleri gördükten sonra güzel ama yaşanmaz diyebiliyoruz, bazılarından da içimizi çekerek, “keşke” diyerek ayrılıyoruz. Her güzellik her yerde olmasa da her birimizin aradığı şeyler farklı olsa da San Francisco ve civarı coğrafi
konumu, iklimi, eğitim düzeyi ortalamanın çok üzerinde, liberal düşünceli insanların çoğunluğunu oluşturduğu halkı ile keyifli bir şehir. Gittiğim yer ne kadar güzel olursa olsun, insanlarından pozitif enerji almazsam o yer beni tekrar çekmez, bu manada San Francisco ve civarı tekrar tekrar gitmeyi isteyeceğim bir şehir. Ama size artıları gibi eksilerini de aktaracağım. Hayat pahalı, evler, çok pahalı! Kazancı yüksek olan iki gelirli çiftler bile ev almakta zorlanıyorlar. Hatta espriler yapılıyor bu konuda, evi olana milyoner deniliyor. Ayrıca gelir vergisinin yanı sıra ‘State Tax’ denilen bir vergi daha ödüyor burada yaşayanlar. Deprem olasılığı dünyanın en büyük çatlağı San Andreas fay hattının üzerinde konuşlandığı için yüksek. Az yağmur yağıyor ve zaman zaman kuraklık oluyor ama iklimi yıl boyunca güzel. Körfez civarı yazları serin olsa da iç kısımlara, Napa ve Sonoma Vadi’lerine gittiğinizde bir Akdeniz iklimi ile karşılaşıyorsunuz. Hava kuru ve ısı ortalaması çok keyifli, burada yaşasam yağmuru özlerdim ama; evet yağmur çok az yağıyor bu bölgede. Pasifik okyanusu suları soğuk San Francisco’da; Kaliforniya sahillerinde ancak Los Angeles’in güneyinden itibaren denize girilebiliyor. Şehirde gördüğüm birçok güzelliğin yanı sıra bir sokakta resmen kaldırıma kurulmuş içinde evsiz insanların yaşadığı çadırlar gördüm ve de
SAN FRANCISCO - SAUSOLITO - TIBURON
Yokuşlarda tramvaylar ve karşıda Alcatraz Adası.
Mengerler Lifestyle
79
SAN FRANCISCO - SAUSOLITO - TIBURON
San Francisco'da 22 gökdelen var. New York, Chicago, Miami, Houston ve Los Angeles'den sonra Amerika'nın 6'ncı en yüksek gökyüzü silueti bu şehirde.
sokakta alenen koluna uyuşturucu enjekte edenleri. Bu modern, düzenli ve çağdaş şehir ile bağdaştıramadığım ve şaşırdığım bir görüntü idi. Amerika’nın çeşitli şehir hatta bölgelerinde farklı insan davranışları ile karşılaşıyor insan; yardım, misafirperver Georgialılar, telaşçı New Yorklular gibi... San Franciscoluların büyük bir kesimi açık görüşlü, kültürlü, kişinin özgürlüğüne inanan ve öyle yaşayan insanlar; böyle insanlarla tanışmak, yaşam, politika, sanat konularında sohbet etmek gezdiğim yerin mozaiğini tamamlıyor. Önce şehri gezelim, sonra yakınındaki şirin Sausolito ve Tiburon’ı anlatacağım. San Francisco Museum of Modern Art, kısaca SFMOMA büyük renovasyon projeleri ile gittikçe büyümüş. İlk renovasyon Mimar Mario Botta, sonuncu ise Norveç kökenli Snohetta Mimarlık tarafından gerçekleştirilmiş. Bugün Amerika’nın ve dünyanın en büyük modern-çağdaş sanat müzeleri arasındaki müze son renovasyonu tamamlanarak Mayıs 2016’da açıldı. Eklenen binada en ileri teknolojilerden yararlanılmış; 80
MengerlerLifestyle
hem mimaride hem de müzeyi gezme sisteminde. Müze gezerken taktığımız kulaklıklar burada akıllı; bir eserin önüne geldiğinizde yanındaki numarayı tuşlamanıza gerek yok, ya da sıra ile gezmenize... İstediğiniz eserin önünde canınızın istediği kadar durun, kulaklıklar sizin hangi resmin önünde olduğunuzu biliyor ve onun hakkındaki bilgiyi sunuyor. Yeni binada 3’üncü kattaki çok büyük boyuttaki dikey bahçe görülmeye değer. Müze koleksiyonu kadar mimarisindeki avangart çözümlerden dolayı da çok ilgi çekiyor; müze yüzde 15 enerji, yüzde 30 su kullanımı tasarrufu ve yüzde 20 atık azaltılması uygulamaları ile LEED Gold Sertifikası’nı alma yolunda. İçinde uluslararası 33.000 modern ve çağdaş eser barındıran müzeyi senede 650.000 kişi geziyor. Halkı, büyük küçük herkese hitap eden yoğun ve çeşitli sanat aktiviteleri ile kucaklıyor. Kırk yılda bir gidilen değil, yaşamın parçası olan bir müze olunca da çocuklar bu görgü ile büyüyorlar.
SAN FRANCISCO - SAUSOLITO - TIBURON
SFMOMA bir çok renovasyon ve eklemeler sonucu en büyük modern müzelerden.
1849-1915 yılları arasında inşa edilen 48.000 civarındaki adeta bir bebek evi sevimliliğindeki şirin evler şehrin simgeleri arasında. Kraliçe Viktorya’nın ölümünden sonra Edwardian Stil olarak kabul edilen evlerin çoğu canlı renklerle boyalı imiş. Nob Hill’deki birçok köşk ise 1906 San Francisco depreminde yerle bir olmuş ama seri üretim olan binlerce orta halli ev şehrin batı ve güney mahallelerinde ayakta kalmış. Birinci ve İkinci Dünya Savaşı’nda evlerin birçoğu savaş zırhlısı renginde gri ve donanmayı andıran renklerde boyanmış. Daha sonra 16.000 tanesini yıkmışlar, ya da Viktorya dönemi özelliklerini taşıyan dekor ve cepheler ile değiştirilmiş. 1963’de San Franciscolu bir sanatçı olan Butch Kardum, Italianate stilindeki Viktorya dönemi evini çarpıcı maviler ve yeşiller ile boyadığında bazıları tarafından eleştirilse de komşuları da onu izleyip evlerini canlı renklerle boyamaya başlamışlar ve bu renkli boyama akımı başlamış. Renk tasarımcısı Kardum ve Tony Canaletich gibi uzmanlar düzinelerce gri evi renklendirmişler. 1970’lerde başlayan bu renk hareketi
caddeleri ve mahalleleri değiştirmiş ve bugüne kadar devam etmekte. Bu evlere ‘Painted ladies’ boyalı bayanlar deniliyor; bu isim ilk olarak Yazar Elizabeth Pomada ve Michael Larsen’in 1978’de yayınlanan kitabında kullanılmış. Alamo Square Park’ın karşısındaki ev grubu ise en ünlüleri; tahminen 70 film, TV programı ve reklamda yer almışlar. Robin Williams’ın “Mrs. Doubtfire” filmi bu evlerden birinde çekilmişti. Dünyanın en dik ve virajlı yolu; Lombard Sokağı’nın virajları o kadar keskin dönüşlü ki, saç firketesine benzetiliyor. Araba ile mutlaka bir kere inmelisiniz. Bu şehre her gelen buradan inmek istediği için de ancak sıra halinde yavaşça iniyorsunuz. Yanlardaki evler çok sevimli hem evlerin önü hem ortadaki kısım harika çiçeklendirilmiş. Yokuş aşağı inerken San Francisco Körfezi’ne bakış da hoş oluyor. Bu şehre şirinlik katan unsurlardan biri de yokuşları tırmanan, arada
Mengerler Lifestyle
81
SAN FRANCISCO - SAUSOLITO - TIBURON
Lombard Sokağı'ndan bir kere aşağı inmeden olmaz.
çın çınlayan kırmızı tramvayları. Turistlerin ve yerel halkın doluştuğu tramvaylar yokuş yukarı durduğunda, ya da yokuş aşağı inerken eğlenceli bir heyecan yaşanıyor. Esprili kondüktörler de bu işin turistik tarafının farkındalar ve geziyi esprileri ile daha keyifli kılıyorlar. Botanik Bahçesi görülmeye değer, tüm San Francisco’da çiçek ve peyzaj düzenlemeleri zevkli ve bakımlı. Sadece ortak alanlar değil, San Franciscolular evlerinin önündeki ufacık bahçeyi bile o kadar zevkli düzenliyorlar ki. Sukulentler bahçe düzenlemelerinin baş köşesinde; çok az su ile yaşadıklarından bu iklim için çok uygunlar; çeşitli yerlerde muhteşem aranjmanlar gördüm. Körfezdeki ünlü ada; Alcatraz. Şimdi müze olan adadaki yüksek güvenlikli devlet hapishanesi 1934’den 1963’e kadar kullanılmış, Al Capone gibi Amerika’nın en belalı suçlularını barındırmış. “Papillon” filmi, Steve McQueen, Dustin Hoffman ve hindistan cevizlerinden yapılmış sal geliyor aklıma. 14 kere kaçışa kalkışılmış bu hapishaneden; Clint Eastwood’un “Alcatraz’dan Kaçış” filmi gerçek bir kaçış hikayesini anlatıyormuş. Hala insanı ürküten bir atmosferi olmasına rağmen her sene 1,5 milyon turist ada ve hücreleri geziyormuş. Tekne ile gidilen turlar 2,5 saat sürüyor, gündüz ve gece olarak farklı turlar yapılmakta. San Francisco’nun nüfusu 805 bin kişi civarında; Çin asıllı halk şehir nüfusunun yüzde 21’ini oluşturuyor. Buradaki China Town
82
MengerlerLifestyle
Fisherman's Wharf'da güneşlenen deniz aslanları.
Sausolito'da yelkenli trafiÄ&#x;i hareketli
Mengerler Lifestyle
Sausolito'da tekne evlerin posta kutularÄą.
83
San Francisco da yedi tepe üzerine kurulu bir şehir; Telegraph Hill, Nob Hill, Russian Hill, Rincon Hill, Twin Peaks, Mount Davidson ve Lone Mountain. En dik yokuş ise 17,5 derece ile Filbert Sokağı.
NewYork’takinden çok daha büyük ve kapsamlı; Pekin ve Şanghay’da birçoğunu görmüş olsam da özellikle gıda dükkanları bana çok ilginç gelir. En turistik yerlerden biri olan Fisherman’s Wharf bir kere görülmesi gerekenlerden; lokantalar, kafeler ve körfez manzarası bir arada. Burada koloni halindeki deniz ayıları başrolde; terasta fotoğraflarını sürekli çeken bir kalabalık olsa da etraflarında olup biten umurlarında değil, gamsız ahşap sallar üzerinde uyukluyor, güneşleniyorlar, arada bir o tipik haykırış seslerini çıkarıyorlar. San Francisco ve körfezini seyredebileceğiniz 60 metre yüksekliğindeki Coit Tower şehrin yerleşimini daha iyi anlamanız açısından iyi bir seçim. Lilian Coit vefat edince varlığının üçte birini San Francisco’nun güzelleştirilmesi adına bağışlıyor ve 1933 senesinde onun anısına inşa ediliyor. Art Deco Stili’ndeki çıplak betondan yapılan kuledeki duvar resimleri ise kulenin tepesindeki manzara kadar görülmesi gereken eserler. 27 sanatçı ve asistanlarının emeği ile gerçekleşmiş bu proje; fresko tekniği ancak yerinde uygulanabildiği için kule içinde hummalı bir sanat çalışması yapılmış. Bu duvar resimleri dönemin yaşamını anlatması nedeniyle sanatsal değerin yanı sıra, bir de belgesel nitelik taşıyor. Dikkatli bakınca bazılarında esprili detaylar göze çarpıyor; kalabalıkta birisinin cebinden cüzdanını çalan hırsız gibi. Coit Tower San Francisco’nun Telegraph Hill denen mahallesinde. Kuleyi gezdikten sonra dik merdivenle ulaşılabilen evlerin olduğu sevimli bir muhit. Evlerin bahçeleri çok hoş ama burada oturmak için zinde olmak gerek, araba giremiyor merdiven kena84
MengerlerLifestyle
rındaki evlerin yakınına. Buranın bir özelliği de sürüler halinde uçan, balkonlara konan yeşil papağanları.
TIBURON San Francisco’dan günü birlik bir gezi yapmak için Tiburon ve Sausolito iki sempatik şehir. İkisi de deniz kenarında, doğası, butikleri, restoranları ile turistleri de çeken ve yaşamın da keyifli olduğu güzel, ufak şehirler. Tiburon İspanyolca’da köpek balığı demek; civar sularında bol miktarda leopar cinsi köpek balığı olması nedeniyle bu isim verilmiş.
SAUSOLITO Ben Tarabya’ya benzettim, birkaç tanıdıktan da duydum. Bakalım siz de öyle düşünecek misiniz? Sausolito da San Francisco Körfezi kıyısındaki Golden Gate Köprüsü’nün kuzey ucu yakınında sevimli bir şehir. İkinci Dünya Savaşı sıralarında gemi tersaneleri ile bir endüstri görünümünde olan Sausolito, şimdi varlıklı, sanatsal ve resmi yapılası güzel bir şehir. Sausolito’nun kuzey kısmında değişik boy ve tipte 400’den fazla tekne evi var. Terk edilen tekneler problem olunca bu şekilde kullanım düşünülmüş zamanla. Yan yana genişçe iskelelere bitişik duran bu evlerin bazıları mimarlar tarafından tasarlanmış. Ev sahiplerinin yaşamını görmek isterseniz bazıları turlar ile gezilebiliyor. Körfez kenarında manzarası güzel olan birçok restoran var, yelkenlileri ve hareketli deniz trafiğini seyrederek yemeğinizi yedikten sonra araba ile Sausolito’nun dik yokuşlu yollarında gezmenizi öneririm; ağaçlar arasındaki güzel evleri, özenli bahçeleri ve manzarayı görmek için değer. Canımızın çektiği, yüreğimizin götürdüğü yerlere gitmeye devam...
San Francisco'nun en yüksek gökdeleni 260 m. olan Transamerica Pyramid.
Bebek evi gibi şirin Victoria dönemi evleri.
Alamo Square Park'tan şehir silueti.
Kuruluşu 1895 olan ünlü şapka dükkanı.
Coit Tower freskolarından bir detay.
Tiburon sahilinden manzara.
Sausolito'da evlerin manzarası harika.
Tekne evlerin yanı başında komşu kütüphanesi.
Sukulentler Kaliforniya'nın iklimini çok seviyorlar.
San Francisco'yu seveceksiniz...
SF Körfezi'nin ünlü sisi ve Alcatraz.
Mengerler Lifestyle
Sausolito'da bir tekne ev.
85
YAZI: AYŞEN GÜREL SİLE FOTOĞRAFLAR: SİLE ARŞİVİ - SHUTTERSTOCK
Lake Worth'de küçük sanatçılar.
86
MengerlerLifestyle
Duvar resmi denince aklımıza ilk mağaralardaki taş devri insanlarının primitif resimleri gelir. Üç boyutlu değildir ama gölgeleri ve harika grafik çizimleri ile estetik olmanın yanı sıra bize o çağlara dair ne çok bilgi iletmişlerdir. Dünya Ressamlar Günü’nde sosyal medyada sanatçısını bilmediğim bir karikatür çok hoşuma gitti; taş devrinde geçiyor, Flintstones vari mağara adamları üzerlerinde postları ile bir mağaranın içindeler. Mağaranın duvarlarında bizonlar, av sahneleri. Elinde
bir içecek, duvardaki resimlere bakan, birbirleri ile sohbet eden bir kalabalık, haller aynı günümüz sergi açılışı kokteyli. Altında “İlk resim sergisi” yazıyordu. Güzellikleri tuvale aktarmak, konuşmaktan öte renk ve şekillerle anlatım, belgeleme, ifade etme dili olmuş resim. Aynı müzik gibi dil engelini aşması, tüm dünya insanlarının birbirini anlamasına araç olması, empati kurma, sevgi, özgürlük, kısacası dünyada barış için “Resim Sanatı”nın sanat tarihinde çok önemli bir ko-
Sokaklar sanat galerisi oldu...
Tipik bir Banksy duvar resmi; humor ile düşündüren sosyal ve politik mesajlar.
numu var. Fakat ne yazık ki birçok ülkede hala ya politik ya da bütçe nedenleri ile sanat programları kısıtlanıyor. Psikolojide şekillerin hastaya neyi anımsattığının sorulması, ya da yaptığı resimlerden çocuğun ruh halinin anlaşılması gibi testler de resim dilinin yardımı ile çözülmekte. Bir resmi sadece mekanları süsleyen dekoratif yönü ile düşünemeyiz; mesaj veren, toplumu uyaran, dikkatini sosyal ve toplumsal konulara çeken, ya da bir doğa parçasının gözden kaçan güzelliğini fark etmemize neden olan, yaşam sevincimizi coşturan, kişinin duygularını, düşüncelerini paylaştığı bir iletim aracı. Sanat tarihinde iç mekan duvar ve tavanlara yapılan resimler hepimizi etkilemiştir. Büyük usta Mikelanj ve Sistine Şapeli’ndeki fresko çalışmalar ne büyük bir yetenek ve emek sonucu yapılabilmiştir. Yüksekte,
eğik tavanda, bazen ayakta, bazen yatarak yapılan bu çalışmaların en zor kısmı ise aşağıdan nasıl görüleceği, perspektifinin doğru olması gerekliliğidir. Teknik olarak da görselin ana hatlarının üzerinde incecik delikler açılır, kömür tozu ile imaj duvar ya da tavana aktarılır, sonra da fırça ile boyanırdı. Sokak sanatında da benzer zorluklar var; yine yüksekte ve bu sefer yağmur, güneş, rüzgar gibi çalışmayı zorlaştıran hava şartları gibi. Airbrush yani hava ile püskürtme, fırça ile boyama, şablon kullanma, fresko, sgraffito ya da bunların bir arada uygulandığı teknikler ile yapılıyor sokaklara taşınan resimler. Sokak sanatı nasıl ve neden başladı? Önce bir isyan, adeta topluma bir başkaldırı olarak, sanatsal değerinin hala tartışıldığı grafiti ismi
Mengerler Lifestyle
87
KONU BAŞLIK
Sokak Sanatı'nda bazen objelerin kullanıldığını de görüyoruz.
verilen resimler ve grafiklerle başladı. Sokaklarda duvarlara sprey selülozik boyalarla yapılan ilk grafitiler vandalizm olarak kabul edildi. Grafitiler ile başlayan yakın zamandaki sokak sanatı ise bugün çok farklı boyutlarda; o kadar ki, ayrı bir kategori oluştu sanat dünyasında. İlk grafitiyi 1967’de Cornbread’in bir kızın dikkatini çekmek için şehrin duvarlarına yaptığı tahmin ediliyor. Ama ancak 1980’de galeriler grafitiyi sanat eseri olarak kabul ediyorlar. Birçok ülkede sırf duvar ve sokak sanatına yönelik etkinlikler, festivaller düzenleniyor. Birçok şehir sokak sanatını görmek isteyen turistler için turlar düzenliyor.
alıyor. Çok başarılı perspektifli resimler yaparak pürüzsüz bir kaldırıma basarken sanki büyük bir yarıktan uçuruma düşüyor, ya da bir nehre giriyormuşuz hissini verebiliyor gözümüzü yanıltan bu 3 boyutlu gerçekçi boyanmış gerçeküstü çalışmalar.
Bir galeri ya da müzeye özellikle o eserleri görmek üzere giden kişiler için değil, adı üstünde sokak sanatı, gelip geçen, toplumun her katmanından, fakirinden, zengininden, yaşam derdinde sokakta koşturanından, genci ve yaşlısı ile hepimizin geçtiği ve geçerken ister istemez gördüğümüz resimler bunlar. Merakımız varsa artık galeri gezer gibi arayıp buluyoruz ama aslında günlük hayatımızın içinde yer alıyorlar. Sosyal medyaya kullanılan bir terim hemen aklıma geliyor. “…duvarıma şöyle yazdım, şunun duvarındakini okudun mu?” gibi. Bu teknolojik uygulamada duvar sözünün seçilmiş olması muhakkak ki bir tesadüf değil. Herkesin görmesine olanak sağlanan, herkese duyurulan bir mesaj var çünkü burada da; aynı sokak sanatında olduğu gibi. Sokaklarda, duvar sanatına (mural) yönelen sanatçılarda teknik, mesaj ve fonksiyon olarak farklılıklar görüyoruz. Kimileri sosyal konuları ele alıyor, kimisi bir binanın sıkıcı, çirkin duvarına eseri ile hayat getiriyor. Resimlerine hiciv katan sanatçılar gülümseten duvarlarla şehirlere neşe katıyor. Duvarlardan meydanlar, kaldırımlar da nasibini
Günümüzde sokak sanatı denince en ünlüsü kabul edilen Banksy’den bahsetmeden olmaz. Kimliği bilinmeyen sanatçı, politik eylemci ve film rejisörü aynı zamanda. Grafiti kanun dışı olduğu için kişiliğini saklıyor, bu sır da sanatına ayrı bir gizem katıyor. İşlerinde genelde şablon ve sprey boya kullanıyor, yakalanmamak için bu hızlı tekniği tercih ettiği düşünülüyor. Banksy’nin birkaç kişilik ekip, kadın, ya da Robin Gunningham olduğu gibi çeşitli teoriler zaman zaman sanat dünyasını karıştırıyor. Geçen yıl İstanbul’daki bir galeride sergisi vardı. Resimlerinde hiciv, eleştiri ve kara mizah ile topluma verdiği sosyal, politik ve problemli insan karakter ve davranışlarını resmeden yorumları güldürürken düşündürtüyor.
88
MengerlerLifestyle
Diego Rivera iç-dış mekanlarda sosyal ve politik kaygılar taşıyan, toplumu sarsıp, çok yankı getiren birçok duvar resmi yapmıştır, bu resimleri San Francisco’da hala görebilirsiniz. Şehrin çeşitli sokaklarına serpilmiş olduğu için yerlerini keşfetmek gerek ama bu da başka bir keyif.
Bazı sokak sanatçılarına göre şablon tekniği aldatma ya da kolayına kaçmak olarak kabul edilse de, Banksy’nin resimlerinde kullandığı tekniği aşan bir gerçek var. O savaşa, tüketime, kapitalizme, faşizme karşı sanatını bir protesto, intikam aracı olarak kullanıyor. Hırs,
KONU BAŞLIK
Lake Worth Sokak Sanatı Festivali'nde büyük küçük herkes yerlerde resim yapıyordu.
3 Boyutlu çalışmalar bakış açınıza göre değişiyor.
Miss Van'ın Wynwood District, Miami'deki çalışması.
"Paint till you faint", bayılana kadar boya, sanki festivalin mottosu idi.
Her sene Aralık ayında Art Basel Miami Beach açıldığında Wynwood District'deki duvarlar da sokak sanatçıları tarafından yeni resimlerle donatılıyor.
Mengerler Lifestyle
89
KONU BAŞLIK
Banksy'nin en sevdiğim işlerinden... keşke diyor insan, dünya ne güzel olurdu bomba yerine çiçek atılsa.
fakirlik, çaresizlik gibi insan hallerini de sıkça işliyor. Gizlice Londra hayvanat bahçesindeki fillere ait kısma giriyor ve duvara: “Buradan çıkmak istiyorum. Burası soğuk. Bakıcı kokuyor. Sıkıldım, sıkıldım, sıkıldım” yazıyor. Çaresiz insanların yanında olduğu gibi, çaresiz, kafese kapatılmış vahşi hayvanların adına da haykırıyor. İlk filmi olan “Exit Through the Gift Shop” 2010’da Sundance Film Festivali’nde gösterilmişti ve 2011’de Akademi’den en iyi belgesel ödülünü almıştı. Banksy 2014’ten beri William Shakespeare, Elton John, Charlie Chaplin ve Beatles gibi İngiltere’nin kültür ikonları arasında kabul ediliyor. Kanun dışı sayılan bir eylemi yapan sanatçıya toplumun bir kültürün ikonu olacak kadar sahip çıkması ne kadar ilginç ve etkileyici. Her ressamın eserinde bir mesaj arayamayız; bazen sadece bir doğa parçası, ya da bir meyva tabağıdır kompozisyon. Betonda bulduğu çatlaktan çıkıp çiçek açan yabani otları hepimiz görmüşüzdür, ya da en olmayacak yerlerde filizlenenleri... İşte onlar Mona Caron’a esin kaynağı olmuşlar, sanatçı sadece betona başkaldıran, istenmeyen yabani otları binaların cephelerine büyük boyutta resmediyor. “Kökünden sökseler de onlar geri geliyor, doğa kazanıyor” diyor. Caron’un işlerini Hindistan, Amerika gibi birçok ülkede görebilirsiniz, en büyük boyuttaki ise Brezilya’da. Fransız asıllı duvar sanatçısı Patrick Commecy ise binaların sıkıcı yüzeylerine çok esprili, insanı gülümseten, mutlu eden resimler yapıyor. Balkon ve pencerelerden Einstein gibi tanıdığımız ünlüler bakabiliyor.
90
MengerlerLifestyle
Dünyadaki en iyi duvar sanatını görmek için “best street art murals” yazarak internette aramanızı öneririm. Ülkemizde geçen sene Yeldeğirmeni, Kadıköy’de bazı duvar resimleri gördüm ama henüz dünya çapındaki işlerle boy ölçüşecek kalitede değillerdi. Ülkemizde grafiti stilindeki duvar sanatı gelişmemiş olsa da, geçmişte sokak sanatı olarak bahsedebileceğimiz, farklı tekniklerle yapılan eserler binaların cephelerini süsledi. Mozaik, sgraffito, fresko ya da metal çalışmaları gibi çok uğraş gerektiren tekniklerle yapılmış eserlerdi. Sanatçılardan Ferruh Başağa, Bedri Rahmi Eyüboğlu, Kuzgun Acar andıklarım arasında sadece birkaç tanesi. Ne yazık ki kıymetleri yeteri kadar bilinmedi, kimileri sökülüp atıldı hatta. Şimdi Marmara Üniversitesi bünyesine geçen Tatbiki Güzel Sanatlar Yüksek Okulu Ortabahçe Caddesi üzerinde, Akaretler’den aşağı inince hemen karşınıza gelen binada idi. 1979 senesinde hemen yanındaki Devlet Malzeme Ofisi’nin bakımsız duvarına sınıfça hocalarımızın yönetiminde Vasarely’nin optik bir çalışmasını sgraffito tekniği ile uygulamıştık. Değişik renklerde çekilen ince sıva ile yapılan sgraffito tekniğinde şekilleri ortaya çıkarmak için sıvanın yüzeyi gerekli kalınlıkta kesilir ve istenen renkteki sıvanın derinliğine ulaşana kadar kazınır. Bu çok emek verdiğimiz çalışma beğenilmiş, ilgi çekmiş
SOKAK SANATI ve gazetelerde yayınlanmıştı. Ama ne yazık ki birkaç sene sonra yok edildiğini, üzerine bir boya çekildiğini gördük. Halbuki o dökük ve yıpranmış duvar bizim kolektif emeğimizle İstanbul’un bu hareketli noktasına çağdaş bir nefes getirmişti.
Ünlü muralist'lerden Blu'nun bir çalışması. Zamanın bizi tutsak etmesini ne güzel anlatmış.
Ülkelerin ne kadar medeni oldukları çeşitli kriterlerle sınanıyor; hayvanlara nasıl davrandıkları, sanata verdikleri önem gibi. Umalım ülkemizde her geçen gün sanat ve sanatçıya verilen değer artsın, çünkü tüm ülkeler daha iyi bir sanat odağı olma yarışındalar. Kültürlerini tanıtmak ve turizmi canlandırmak için sanat fuar ve festivalleri düzenliyorlar. Sanat dünya çapında nice kişisel ve ticari dostlukların kurulmasını mümkün kılan, her dil, din ve ırktan insanın arasındaki çağdaş ve evrensel bir köprü. Sokak sanatı ise çevre ve dünya ile bütünleşiyor; sokaklarda gelişen bu yeni sanat akımı ile o çok klasik tartışma konusunu bugün tekrar sorguluyoruz. “Sanat, sanat için mi, yoksa toplum için midir?”
Sanatçıları çalışırken görmek ayrı bir keyif.
Yeldeğirmeni, İstanbul'dan bir duvar resmi.
Miami'de Wynwood Walls diye anılan bölgede birçok sanatçının eserini görebilir sonra Design District'deki hoş restoranlardan birinde yemek yiyerek çok keyifli bir gün geçirebilirsiniz.
Çekirdekten yetişme bir sokak sanatçısı.
Mengerler Lifestyle
91
FRANK LLOYD WRIGHT
150. YILDÖNÜMÜNDE MIMAR
FRANK LLOYD WRIGHT 20. yüzyılda yeni bir vizyon ile çığır açan, modern mimarinin öncülerinden olup, gelecek kuşakları etkileyen, onlara yeni yollar açan mimarlar söz konusu olunca, Frank Gehry, I.M. Pei, Zaha Hadid ve Philip Johnson’un oluşturduğu ilk beşin arasında başı çekiyor.
YAZI: AYŞEN GÜREL SİLE FOTOĞRAFLAR:SİLE ARŞİVİ 92
MengerlerLifestyle
FRANK LLOYD WRIGHT
"Doğa için doğa ile mücadele beni heyecanlandırır ve motive eder." Frank Lloyd Wright Mengerler Lifestyle
93
FRANK LLOYD WRIGHT
Falling Water; ünlü Şelale Ev’in bu fasadında gördüğünüz merdivenlerle salondan şelaleye iniliyor.
Ev civarındaki büyük bir şelalede yasak olmasına rağmen cesur bir sporcu gözlemledik. Şömine duvarındaki kırmızı metal top su ısıtmak için kullanılıyor.
Frank Lloyd Wright (FLW); Mimar, İçmimar, Tasarımcı, Yazar ve Eğitmen olarak çok yönlü bir kişi. New York’daki Modern Sanatlar Müzesi (MOMA) ve mimarisi kendi eseri olan Guggenheim Müzesi bu yıl onu muhteşem bir doğum günü partisi ile onurlandırıyor. MOMA, Columbia Üniversitesi Avery Mimarlık ve Güzel Sanatlar Kütüphanesi’nin iş birliği ile bu sergi gerçekleşmiş. FLW 1000’den fazla proje çizmiş ve bunlardan 550’sini uygulamış. Sergi 94
MengerlerLifestyle
ise arşivlerde saklı kalmış en eski işlerini de kapsayan, 450 yapıtından oluşuyor. Müzenin Mimarı ve Tasarım Küratörü Barry Bergdoll sergiyi çizimler, modeller, filmler, maketler, mobilya, tekstil, fotoğraflar, binalardan kısımlar ve hayatındaki başlıca olayları, hayat ve kariyerindeki projeleri kapsayan 12 bölümde toparlamış. 14 misafir küratör arşivlerdeki birçok çalışma arasından en beğendiklerini seçmiş ve neden onlara göre favorileri olduğunu
FRANK LLOYD WRIGHT
Şıklığı ile de ünlü FLW.
Usta bir mimar ve usta bir proje çizer olan FLW iş başında.
MOMA'daki sergiyi gezerken...
açıklayan birer video hazırlamışlar. Usta bir mimar olmanın yanı sıra FLW, proje çizmekte de çok başarılı; mimari unsurların yanı sıra grafik öğelerin de ağır bastığını görüyoruz. Yazıların kaligrafisi, düzeni, estetik değerler ve detaya verilen önem bu projeleri kişilikli kılıyor; stili oturmuş bir ressamın eserini hemen tanıdığımız gibi. Peyzaj Mimari’ye verdiği değeri tek tek dikilecek bitkilerin yerlerinin ve isimlerinin yazılmış olmasından da anlıyoruz. Yapıtın inşa edildiği arazinin doğal dokusuna sadık kalarak seçilen bitkiler ile düzenlenmiş bahçe ve yeşil alanlar dikkat çekiyor projelerinde. Manikürlü diye ifade edilen süslü, simetrik, geometrik formlar içine alın-
Acaba ilham beklerken mi çekilmiş?
mış kontrollü bir düzendeki bahçelerden hoşlanmayan ünlü mimar her yapıtının bulunduğu yöreye ve tabii ki inşa edilen yapıya uygun peyzaj mimarisini birlikte tasarlamış. Savaş yıllarında bir ailenin kendine yetecek kadar ürün yetiştirebileceği bahçeleri planlaması da estetik kadar ihtiyaca cevap veren çözümler arayışında olduğunu gösteriyor. ORGANİK MİMARİ ‘Doğa bir araç’ bu stilde; arazinin mimari olarak kabul edilip üzerine inşa edilecek bina ile tek vücut gibi düşünülmesini sağlamak hedef. Wright’ın felsefesi, yapı ve doğanın bütünleşmesinin ne kadar gerekli olduğunu
vurgular. Yapıtın inşa edileceği yerdeki ekolojik değerlere uyum sağlaması, onlarla doğal bir armoni içinde olması, onlara hükmetmemesi ve insan oranı ön plandadır tasarımlarında. FLW ‘organik’ sözünü 1908’de takdim etmiş ve bu söz ilk olarak mimari literatüre girmiş. Mentoru Louis Sullivan Modern Amerikan Mimarisi’nin ruhani babası ve erken gökdelenlerin estetik tasarımcısı olarak kabul edilir. Sullivan’ın “FORM FONKSİYONU İZLER” sloganının uzantısı olan Wright’ın felsefesinde ise “FORM VE FONKSİYON TEKTİR VE EŞ DEĞERDE ÖNEMLİDİR.” Bu vizyon modern mimarinin mantrası olur. Doğayı severken ve doğada yaşamak isterken bazı inşaatların
Mengerler Lifestyle
95
FRANK LLOYD WRIGHT
Guggenheim Müzesi, New York.
MOMA'daki birçok maketten biri Guggenheim Müzesi'ninki idi.
nasıl da doğayı katlettiklerini özellikle ülkemizde ne yazik ki çok iyi biliriz. FLW ise doğayı baş tacı ederek, estetik ve fonksiyonun birleştiği projelerin hayata geçirilmesini başarmış. Geleneksel ve tutucu bir takım kalıplaşmış kuralları da yıkmış. Her yeni düşünceye kapalı olan vizyonu dar kişilere karşı mücadele vermiş. Felsefesi için yaptığı mücadele bana Ayn Rand’in ‘The Fountainhead’ romanındaki baş karakterlerden biri olan aykırı Mimar Howard Roark’ı anımsattı,bu kadar da benzerlik olur mu deyip araştırınca karakterin meğer FLW üzerine kurulduğunu öğrendim. Roark da geleneksel mimarinin dekoratif ve işlevi bitmiş stiline başkaldırarak modern mimariyi ilk savunanlardandır okulunda. Mühendis ve Matematik Bölümleri’ndeki en parlak öğrencidir ama Tasarım Bölümü’ndeki profesörleri ile arasında çıkan görüş ayrılığı mezuniyetine bir yıl kala okuldan atılmasına neden olsa da vizyonundan taviz vermez, aynı Frank Lloyd Wright gibi. FLW sadece mimari alanda değil, özel hayatında da kuralları tanımayan aykırı bir kişidir. Kişinin kendi stilini ve duruşunu koruması ve özerk kalması gerektiğini savunur ve bu nedenle Mimarlar Odası ve benzeri kuruluşlara katılmaz. Nitekim birçok ilke imza atar, eski sistemleri sallar ve bu farklı bakış açısı ile mimaride ‘Modern Organik Mimari’nin öncülüğünü yapar. FALLING WATER FLW, 1936’da dünyaca ünlü “Falling Water” (Şelale Ev) isimli evin yapımını bitirir. Pittsburg’lu zengin bir iş adamı olan Edgar J. Kaufmann, Pennsylvania ormanlarında, büyük kayaların ve doğal bir şelalenin olduğu arazisinde ailesi ile birlikte tatil ve dinlenme evi olarak kulla-
96
MengerlerLifestyle
Guggenheim iç mekan; rampadan iniş ve cam kubbe.
nabileceği bir ev projesi sipariş eder. Ünlü evin hikayesi böyle başlar... Mevsim sonbahar, Falling Water’ı görmek için Pennsylvania’dayım; ormanlık bir arazide altın sarısı, bordo, yeşil ve turuncunun tonlarında renklerle bezeli ağaçların altında ilerliyorum. Yürürken yerdeki rengarenk yapraklar hışırdıyor ve uzaktan mırıl mırıl bir su sesi duymaya başlıyorum. Gittikçe çoğalıyor su sesi, evin de şelale ile kucaklaşmış olduğunu bildiğimden eve yaklaştığımı hissedip, heyecanlanıyorum. Böyle deneyimleri herkesin kendisinin yaşaması gerektiğine inanıyorum, hakkında ne kadar okumuş, araştırmış olsak da. Ve hepimiz farklıyız, farklı etkileniriz. Mis gibi orman kokusunu içime çekiyorum ve artık çağlayan bir su sesi duyuyorum. Ve işte karşımda koca bir kayaya sırtını dayamış, doğal bir şelale üzerinde konuşlanmış ve çevresindeki orman ile sarmaş dolaş ünlü ev Falling Water! Tüm doğa içindeki yapıtlarında olduğu gibi tipik yatay bir mimari; esas odak noktası evin en yüksek kısmı olan bacası; teraslar, saçaklar, pencerelerin yatay doğramaları ve şelalenin bina ile oynaştığı, zaman zaman göllenip aktığı alanlar ilk göze çarpanlar. Sadece iki renk kullanılmış, beton kısımlarda yanık hardal sarısı ve çelik kısımlarda imza rengi olan Cherokee kırmızısı. Kademeli teraslar altlarındaki kayaların katmanlarının devamı hissini veriyor. Evin yapımı pek kolay olmamış; tasarım ve yapım aşamasında hem doğa ile ilişkisini çözmek açısından, hem de mimar ve müşteri ilişkilerinde zorluklar yaşanmış. İlk etapta mimar ve evin sahibi evin konumunda zıt düşmüşler; FLW evi doğal şelalenin üzerine tasarlarken, Kaufmann ise evin şelalenin karşısındaki tepeye yapılmasını istemiş. Şelale üzerinde olmasının dışında yapıtın bu kadar yankı getirmesinin en önemli nedenlerinden biri de karşı seviye (counter level) denilen, mühendislik teorilerini zorlayan bir teknik ile inşa edilmiş olması. Evin hem dışı, hem de içinde görülen büyük kaya estetik ve fonksiyonel olarak kullanılmış. Eleştiri ağırlıklı bir yazıda alaycı akrobatik ifadesi kullanılmıştı evin taşıma sisteminden bahsederken. Binanın teraslarının altlarında desteksiz olarak öne çıkması sanki ormanda ve şelalenin üzerinde kayıp gidiyormuşsunuz hissini veriyor insana. Bina ve terasların yükünü arka plandaki büyük kayaya bağımlı olarak kurulmuş karşı seviye sistemi dengede tutuyor. Kaufmann, mühendislik hesaplarına güvenemeyerek kendisi bir mühendis tutup ona kontrol ettirmiş. Bu mühendis taşıyıcı unsurların daha güçlendirilmesini önerse de FLW kabul etmemiş. Merakı olanlar için detaylı olarak okunmaya değecek
FRANK LLOYD WRIGHT
The Golden Beacon Tower Gökdeleni projesi.
ilginç bir hikaye evin yapımı. Dünyada doğal bir şelale üzerinde ve müthiş büyük kayalara dayanmış, hatta onları içine almış başka bir ev yok araştırdığım kadarı ile. Suyun evin içindeki bazı bölümlerde akması, sesinin evin içinde duyulması, serinliğinin hissedilmesi inanılmaz güzellikler… Doğayı daha ne kadar kucaklayabilir bir yaşam alanı? Yine de sorguladım ve düşündüm; her şeyden önce bir doğa aşığı, sonra sanatçı ve mimar kızı olarak, acaba bu arazi benim olsa evi nerede isterdim diye. Ben de Kaufmann gibi şelaleyi doğal haline müdahale etmeden karşıdan seyretmek isterdim, su içmeye gelecek olan geyikleri, kuşları görmeyi hayal ederek. Mimarin egosundan ötürü, evin konumu ve cesur mühendis çözümleriyle sansasyon yaratması uğruna ev doğa ile bütünleşmesine rağmen şelale manzarasından ödün verilmiş olabilir mi? GUGGENHEIM MÜZESİ Organik Mimari deyince ilk aklımıza gelen bu müzenin mimarı da Frank Lloyd Wrigth. Kavisli dönüşlerle betona şekil vermek, bir deniz kabuğu ya da salyangozdan, yani doğadan esinlenerek tasarladığı eserinde 'form ve fonksiyon birdir' felsefesinin uygulandığı harika bir örnek. Hafif bir rampa ile aşağı doğru yürüyerek gezdiğiniz müze çatısındaki cam kubbeler ile de filtre edilmiş mükemmel bir ışık kaynağı sağlıyor. USONIAN STİLİ VE GÖKDELENLER Frank Lloyd Wright ve onunla birçok görüşü paylaşan, Almanya’da Bauhaus Okulu’nun direktörü olan Mies Van der Rohe, 1800’lü yılların sonlarından 1900’ün ortalarına kadar büyük şehirlerdeki hızlı gelişmenin beraberinde
Lexington Terraces Apartments; Wright'ın projeleri bir tablo tadında. İmzası harika kaligrafisi ile artı bir estetik değer katıyor.
gökdelenleri ve büyük binaları inşa etmişler. FLW İhtiyaca ve dönemin şartlarına göre yaptığı projelerde de bazı ilklere imza atmış. Dünya savaşı senelerinde kendine yeten bir yaşam tarzını mümkün kılmak için ufak bahçesi olan evler çizmesi, yapıların maliyetini düşürmek için fabrikalarda kesilen, sonra fazla beceri gerektirmeden kurulması mümkün olan yapı çözümleri getirmesi de vizyonunun ne kadar geniş olduğunu gösteriyor. Bugün prefabrik diye tanımladığımız ürünlerin ilk adımları olmalı bu yapılanlar. Klasik örnekleri temel almayan, yeni tasarım ve mühendislik prensiplerini uygulayan Wright’ın yapıtlarında iç mekan ve dış mekan iç içe geçer; yapının doğaya hükmeden değil de onunla uyum ve armoni içinde olmasını savunur. Yapı ister bir çölde, ister dağlık bir arazide olsun çevresindeki doğanın özelliklerine göre o doğanın parçası imiş gibi tasarlar. Lexington Terraces Apartmanları gibi büyük bir kütleden oluşan yapılarda binanın ortasında büyük bir avlu oluşturarak doğayı mimariye kucaklatmış ve insanları yine doğadan koparmamayı başarmış.
getirmiş. Ama aynı mimaride taviz vermediği gibi özel hayatında da aykırı ve kuralları tanımaz tavrı ile ilişkisine devam etmiş. Bu dönemde Avrupa’dan gelen teklifleri değerlendirmiş. Evliliklerinden toplam yedi çocuk sahibi olmuş ama pek baba figürü olan bir adam değilmiş. Hayatı trajedilerle dolu olan Frank Lloyd Wright, 91 yaşında vefat etmiş.Ünlü mimardan bilge bir söylem: “SADELİK: Üç çizgi yeterken beş çizgi aptallık. Üç kilo yeterli iken dokuz kilo ise obezite. Neyi bırakıp, neyi ilave etmek, nereye ve nasıl? İşte sadeliğin eğitiminle ancak gerçek özgürlük ve dışavurumculuk mümkün olabilir.” Tasarımları bize dünyanın doğal güzelliklerini takdir etmeyi, açık görüşlü olmayı, kaynakları doğa ile kendine özgü ve uyum içinde kullanmayı öğretti. Estetik ve fonksiyonu bir arada barındıran, zaman sınavını geçen eserleri hala hayranlık ve beğeni ile takdir topluyor. İyi ki doğdun Frank Lloyd Wright!
BİRAZ DA KİŞİ VE YAŞAM OLARAK TANIYALIM FLW, her zaman çok şık giyinen karizmatik bir kişi; şapkası, pelerinvari paltosu ve bastonu simgesi olmuş. Aşırı güveninin getirdiği bir kendini beğenmişlik ve kural tanımayan tavrı ve özel hayatındaki çalkantılarla da insanların ilgisini üzerine çekmiş. Son derece üretken ve yaratıcı kişiliği olan FLW, yoğun çalışma temposuna üç evlilik de sığdırmış. Bir müşterisinin eşi ile olan evlilik dışı ilişki mesleki hayatını Amerika’da bir iş alamayacak noktaya kadar Mengerler Lifestyle
97
YAZI : AYŞEN GÜREL SİLE FOTOĞRAFLAR: A&F DESIGN ARŞİVİ
KUM ATEŞ VE NEFES 1940 yılında Tacoma, Washington’da orta halli bir ailede doğan cam sanatçısı Dale Chihuly’nin hayatı trajedi ve güçlüklerle dolu. Küçük yaşlarında tek kardeşi olan ağabeyi, iki sene sonra da babası vefat eder. 1976’da İngiltere’deki bir trafik kazasında sol gözünü kaybeder. 1979’da omuzundan sakatlanıp cam üfleme borusunu taşıyamayınca üflemeyi bırakmak zorunda kalır. Manik Depresif tanısı konan sanatçı projelerine zaman zaman ara verse de, 75 yaşındaki cam sihirbazı kendini iyi hissettiği zamanlarda müthiş enerjisi ile çalışmalarına halen yaşamakta olduğu Seattle’daki atölyesinde devam etmekte. 98
MengerlerLifestyle
Okul ve tutkusunu bulma yolundaki yılları Seattle’daki University of Washington’a iç mimarı okumak üzere girer, sanatın farklı dallarına da ilgi duyar, dokuma ve cam eritmeyi öğrenir. Okulu yarım bırakıp bir süre Floransa’ya gitmeye karar verir. Geri dönüp öğrenimini tamamladıktan sonra Amerika’daki ilk cam üfleme programını başlatan Wisconsin Üniversitesi’ne girer. Rhode Island School of Design’da yüksek lisansını Heykel dalında yaptıktan sonra cam tarihinde çok önemli ve geleneksel bir yeri olan Venedik’te Murano Adası’ndaki stüdyolardan Venini fabrikasında ilk defa cam üflemenin ekip çalışması ile tanışır. Dale Chihuly’nin ilk çalışmaları malzemenin keşfi niteliğinde;
Chihuly
Mengerler Lifestyle
99
geleneksel cam üfleme tekniği ile yeni formlar, renkler ve dokularla deneyimler yapmış. Dokuma ile ilgilendiği zaman camı şeritler halinde kesip dokuma esprisinde panolar üretmiş. Ünlü serileri Seaforms, Macchia, Baskets ve Cylinders, Alaska Baskets ve Mille Fiori ile stüdyo camının limitlerini aşmış. Daha sonraki çalışmalarında ise büyük çaplı heykel ve enstalasyonlara yönelmiş. Işık ve sihir Chihuly’nin eserlerini dünyanın birçok botanik bahçesinde bulabilirsiniz; benim onun sanatını ilk defa kendi gözlerimle görmem de 2005 senesinde Miami’deki Fairchild Tropical Gardens’da oldu. Doğadan esinlendiği bu çalışmalar botanik bahçesine çok güzel yerleştirilmişti. Sazların arasında camdan stilize beyaz tropik kuşlar dolaşıyordu. Gölde ise yüzen küreler, yine gölde kayık içindeki yüzlerce cam form beni en çok etkileyenler arasındaydı. Bir de sudaki aksi eklenince büyü katlanıyor, sudaki dalgalar, güneşin yansıması ile ortaya çıkan ışık oyunları sihirli bir görüntü ortaya çıkarıyordu. Botanik bahçelerdeki sergiler gece ve gündüz olarak gezilebiliyor; gündüz güneşin oyunları, gece ise özel aydınlatma ile farklı parlamalar, akis oynaşmaları bambaşka görsellere dönüştürüyor enstalasyonları. Esinlendiği bitkilerle eserleri bazen yarışıyor, kaynaştıklarında ortaya çok hoş bir kompozisyon çıkıyor. 2017’de Ağustos ayında New York Botanical Gardens’daki büyük sergisi için özellikle New York’a uçtum. NYBG’ye ilk girdiğimde binanın önündeki çeşmeye yerleştirilmiş olan cam heykel üst üste konulmuş mavi şekerleri anımsatıyordu. Sergilerinde dikkatimi çeken ve hoşuma giden bir nokta da her iç ve dış mekanın nitelikleri ve verdiği imkanlara en yakışan parçaların yerleştirilmiş olmasıydı. Tabii ki bu düzenlemeler bir tesadüf değil, her sergi alanını önceden ziyaret edip özellikle o mekana göre tasarladığı işler de var; özellikle de en büyük enstalasyonlar böyle. New York’ta binanın girişindeki yüksek tavanlı rotundadan sarkan muazzam avize tarzındaki enstalasyonu örnek olarak verebilirim; alt kısmına tümünün yansıyacağı şekilde bir ayna konulmuştu, isterseniz daha yukardaki katlardan ve tepeden de bakabiliyordunuz. Chihuly’nin eserleri 200 müzenin koleksiyoOklahoma Museum of Art lobisindeki
10 0 MengerlerLifestyle 16,75 metre yüksekliğindeki cam kule.
nunda yer alıyor, en geniş çaplı kalıcı koleksiyonu ise Oklahoma Müzesi’nde. Bu müzeyi de 2017’nin Ekim ayında gezme fırsatı buldum. Miami’deki sergide gördüğüm kayığı bu müzede de sergilemişler, yansımayı da ayna bir kaide üzerine oturtarak çözümlemişler. Göldeki halini görmeyenler için fikir verse de göldeki duruşu bambaşka idi. Burada ise tavan projesi çok çarpıcıydı; upuzun bir koridor düşünün, iki yanı penceresiz duvar, tüm koridorun tavanı değişik renk ve formlarda üç boyutlu camlar ile dolu. Kalın bir cam üzerine istif edilmişler; ışık oyunlarının altından geçiyorsunuz, duvarlardaki, yüzünüzdeki, üzerinizdeki yansımalar ile bu renkli ve şeffaf alemin bir parçası oluyorsunuz. Kalabalıkta değil, tek başınıza geçmeye çalışın o kaleydoskop koridorundan. Bu koca enstalasyonlar nasıl kuruluyor? Demirden çok sağlam bir konstrüksiyon gerektiriyor; açıklayabilmek için Oklahoma Müzesi’nin lobisindeki 16.75 metre yüksekliğindeki en yüksek enstalasyonlarından biri olan cam kuleyi örnek vereceğim. Bir çam ağacı düşünün, ortada ağacın ana gövdesi, sonra bu gövdeden ayrılan hafif yukarı doğru kalkık dallar; tümü demirden ve kaynak yapılmış. Her tasarıma uygun hazırlanan bu demir iskelede yüzlerce cam form Chihuly’nin tasarımına uygun şekilde sanatçının gözetiminde bir asistanlar sürüsü tarafından takılıyor, yerleştiriliyor. Chihuly’nin bazı sanat eleştirmenlerince sorgulanan sanatı Sanat mı zanaat mı? Bu soru sanat çevrelerinde bazı çalışmalar için hala sorgulanır ve gereklidir. Bir işin sanat kabul edilmesi hangi kriterlere dayanır? Kimi zaman sanat eserlerini ortaya çıkarmak için ikisi de gerekse de; kendine özgü stil, tasarım ve fikir öne çıkmalı bir işin sanat eseri olarak kabul görmesi için. Mozaik tekniği ile yapılmış büyük bir duvar resmi düşünün; Picasso çizmiş. Uygulanması için eskize göre tüm mozaiklerin tek tek kesilmesi, parsel parsel önce özel kağıtlara, sonra duvara yapıştırılıp aralarındaki boşlukların özenle sıvanması gerek. Kimsenin bu ekip çalışmasından dolayı Picasso’nun sanatçı kişiliğini sorgulamaya cesaret edebileceğini sanmıyorum; Chihuly’nin sanatçı unvanını sorgulayanlar olduğu için bu örneği verdim.
Deniz şekilleri, 'Sea forms' serisinden.
Önde formlar, arka fonda Chihuly'nin bu formlar için yaptığı eskizler.
Mengerler Lifestyle
Soldaki enstalasyonu taşıyan demir iskeletin taban detayı.
101
Chihuly ve doğa sarmaş dolaş.
DALE CHIHULY
'Sphere',New York Botanical Garden'daki sergiden. Gece ayrı güzel.
Havuzdaki su gökyüzünü yansıtırken bir ayna adeta; renkli cam panolar da su, ışık ve yansımalar ile sürekli değişen bir resim; NYBG.
Sipsivri, kıvrımlı, spriral, yuvarlak, küre, özgün formlar; Chihuly bir cam sihirbazı.
102
MengerlerLifestyle
Sergileri geceleri de gezmek mümkün. Phoenix Botanik Bahçesi'nden bir enstalasyon.
Eleştiriliyor, artık kendisi cam üflemediği için. Sanatçı Chihuly’den girişimci Chihuly’ye söylemi bir eleştirmenin yazısında yer alıyordu. Sanatçının enstalasyonlarına dünyanın birçok köşesinde rastlayabilirsiniz, bu kadar çok üretebilmesi de eleştiriliyor ve bir sanat fabrikası işletiyor deniyor. Chihuly’nin girişimci yanını yadsımak mümkün değil; 2014 yılında Seattle Times gazetesinde satışlarının 29 Milyon dolar olduğu yayınlanmış. Chihuly’den önce bu kadar büyük, bu kadar yoğun cam tasarımlar ve enstalasyonlar gördük mü? Ne iç, ne de dış mekanda görmedik. Venedik ka-
Kırılgan camın dayanılmaz esnekliği.
DALE CHIHULY
Oklahoma City Museum of Art'daki sandallar.
Sandaldan detay.
Uzun koridorun tavanı, OKCMOA.
Chihuly'den bir rüya ağaç; NYBG sera içi.
nallarında, tarihi kalıntıların arasında, ya da bir gölde? Empresyonist ressamlar nasıl tuvallerini alıp doğaya çıktılarsa, Chihuly de camlarını dış mekanlara taşıdı. Daha önce görülmemiş mega boyuttaki enstalasyonlar olarak. Teknik hakkında fikriniz olduğunda bu boyutta tek başına çalışabilmek için insanüstü bir güce sahip olmak gerektiğini anlarsınız. Bu kadar değişik formdaki camın üflenmesi, şekillendirilmesi, dünyanın birçok köşesine nakliye edilmek üzere hassas bir şekilde paketlenmesi ve son derece meşakkatli bir iş olan enstalasyonun kurulması. İlk tasarım sonrasındaki bütün bu işler fiziki güç de gerektiriyor. Evet bu bir ekip işi ama Chihuly önce kafasındaki projeyi resmediyor, sonra sanatçının yönetiminde onun tasarım dilinden anlayan asistanları ve cam artizanlar her tasarım için gereken formları oluşturmak için üflüyor, eğiyor, kesiyor, döndürüyor, camı şekillendiriyorlar. Bazen de tesadüfi güzel bir form yakalandığında durduruyor, şanslı hatalardan doğan güzellikleri görüyor ve değerlendiriyor. Ama bütün bu işlemlerde tek bir kimse söz sahibi; Dale Chihuly. Sergilerinde videolar da oynatıyorlar, atölyede bir eserin oluşumunu izliyoruz; Chihuly adeta bir orkestra şefi gibi idare ediyor ekibini. Kendi rolünü ‘dansörden çok koreograf, denetleyenden çok katılımcı, aktörden ziyade rejisör’ diye tanımlıyor.
Hiç bir cam ustasını seyrettiniz mi? Kapağı açık fırının önünde, kavurucu sıcakta, ciğerlerini sonuna kadar zorlayarak ucunda kor halindeki cam hamuru olan boruyu üfler. Üfler ve insanı büyüler ateşten şekiller. Eğer hiç görmedinizse bu deneyimi muhakkak yaşayın. Venedik’teki ünlü Murano Adası cam atölyeleri ile doludur ve turist turlarına açık gösteriler yapılır; genelde ufak biblolar yapsalar da, yine de artizanların mahareti şaşırtır herkesi. Cam sıcakken şekil verilebildiğine göre istenen şekli almadan soğumaması, ama şekli aldıktan sonra da formun sabit kalması gerekir. İşte cam ustaları saniyeleri doğru zamanlarlar, erimiş kor bir macun halindeki camı keser, kıvırır, birbirlerine yapıştırırlar. Bir şaştığım taraf da yapılacak objenin büyüklüğü için ne kadar cam hamuru gerektiğini hesaplayabilmeleri. Seyreden için büyülü evet ama ne kadar meşakkatli bir uğraş olduğunu görünce insan ortaya çıkan işleri daha çok takdir ediyor. Ülkemizde cam üfleme ve diğer teknikleri en keyifli şekilde görebileceğiniz ve hatta kurs alınabilen yer İstanbul’da Beykoz’a bağlı Öğümce’deki Cam Ocağı Vakfı. Sergileri dışında Chihuly’nin camları birçok gezide sürpriz olarak karşıma çıktı; Çin’de kaldığım otelin lobisinde, Napa Vadisi’nde Robert Mondavi Bağları’nın şarap tadım salonunda, Phoenix gibi botanik bahçesini gezdiğim birçok şehirde... Hepsi de bulundukları
mekanlara yakışan hoş tasarımlardı. Şimdi siz de tanıştığınıza göre gezilerinizde Chihuly’leri keşfedeceksiniz. Sanat dünyasındaki bazı otoriteler varsın Chihuly’nin sanatı hakkında karışık duygular içinde olsunlar; eserlerini gördüğünüzde hoşunuza gidecek, sizi heyecanlandıracak, mutlu edecek mi? Siz kendi kararınızı verin. Rengarenk, şeffaf bir dünya sizi bekliyor.
Chihuly bu çalışmasında tropik bir kuş olan balıkçıllardan esinlenmiş olmalı.
Mengerler Lifestyle
103
Dünyanın en ilginç sahilleri
Doğa ruhumuza en iyi gelen yer. Huzur bulmak, dinlenmek, spor yapmak, bazen de düşüncelerimizi berraklaştırmak için kaçarız doğaya. Ormanda toprağın kokusu, bir de yeni yağmur yağmışsa, nasıl da içimizi açar; iyileştiren bir nefestir aldığımız. Deniz kenarında ise dalgaların sesi, tuzlu, iyotlu koku, merhem gibi gelir günlük hayatın koşuşturmalarına. Derin nefes almayı hatırlarız, adeta tüm güzelliği içimize çekermişçesine... Bu yazımda dünyanın değişik köşelerindeki en karakteristik sahillere götüreceğim sizleri; bir kısmına gittiğim, diğerlerini de araştırdığım bu sahillerin hepsi çok ilginç. Bir gezi kılavuzu var, ölmeden görülmesi gereken yerler yazılı kapağında, gerçekten hedef koydurtuyor insana; bu sahiller de böylesine rotalar işte, hala bu dünyada iken gidelim, görelim. Aklınıza sadece plaj ve denize girmek gelmesin, hepsinin ayrı özellikleri ve güzellikleri var; biri hariç hepsi en muhteşem tasarımcı kabul ettiğim doğanın eserleri.
104
MengerlerLifestyle
YAZI: AYŞEN GÜREL SİLE FOTOĞRAFLAR: A&F DESIGN ARŞİVİ/SHUTTERSTOCK
Whitsunday Adası ve Whitehaven Kumsalı, Avustralya
Fort Bragg, Kaliforniya, A.B.D.
Kırmızı Kum Plajı, Rabida, Ekvador
Kleopatra Adası ve Plajı, Oolitik Kum Plajı, Türkiye
Bowling Ball Beach, Bodega Bay, A.B.D.
Dorset Sahili, İngiltere
Reynisfjara, siyah lav kumsalı, İzlanda
Plankton, Bio Aydınlanmış sahil, Maldivler
Mengerler Lifestyle 105 Alexandria Troas eski liman sahili, Türkiye
DÜNYANIN EN İLGİNÇ SAHİLLERİ FORT BRAGG, KALİFORNİYA, ABD İlk olarak insan katkısı olandan başlayayım; bir güzellik olsun diye yapılmamış maalesef, hatta doğaya saygısızca bir davranışta bulunulmuş; çöp misali denize her çeşit atılan camlardan bahsediyorum. Fort Bragg San Francisco’nun kuzeyinde, 1989’daki büyük deprem ve çıkan yangınlardan sonra SF’nin tüm camlarını buradan denize dökmüşler. Deniz bu bölgede soğuk ve sahilin büyük bir kısmı sarp kayalıklardan oluşuyor, dolayısıyla buradan denize girilmediği düşünülerek uygun bulunmuş anlaşılan. Ama doğa bu camları da güzelleştirmeyi başarmış. Kum gibi deniz camı dolu bu sahil. Denizin yıllarca gelgitleri ile kumlara, kayalara sürtünerek keskinliği ve saydamlığı yok olan, kenarları yuvarlanan, benim için bir mücevher değerindeki o güzelim buğulu camları kastediyorum deniz camı dediğimde. Ege sahillerinde çocukluğumdan beri tutkumdur cam toplamak, ama tam bir avdır bizim kumsallarda, tek tük bulursunuz ve genelde aynı renklerdeki şişelerin parçalarıdır. Bu merakımı bilen kız kardeşim bana Kaliforniya’da böyle bir sahil olduğundan bahsetmişti seneler önce ve biliyordum ki bir gün oraya gidecektim. Burada camları tek tük bulmuyorsunuz, tüm kıyı şeridi kum yerine irili ufaklı deniz camları ile kaplı; fotoğrafına baktığınızda göreceksiniz, sanki rengarenk akide şekerleri saçılmışçasına... Fort Bragg’de emekli bir kaptan senelerce topladığı camlar ile bir müze açmış, adı müze ama resmen derme çatma bir kulübe. Eğer meraklıysanız muhakkak burayı görün, kaptan da hoş sohbet bir kişi; neler bulmuş neler ve çok değişik renklerde... Antika parfüm şişeleri gibi artık bulunamayan birçok nadide objenin parçaları. PLANKTON, BİO AYDINLANMIŞ SAHİL, MALDİVLER Bu büyülü doğa olayını görme ihtimalimizin yüksek olduğu sahillerden biri Maldivler. Geceleri sahile vuran dalgalar adeta parıldayan yıldızlardan oluşmuş bir tarlaya benziyor burada. Nedir bu parlayan? Yakamoz dediğimiz planktonları bazıları ay ışığının suya vuran yansıması olarak tanımlar, ki bu yanlıştır. Planktonlar hareket yeteneğine sahip olmayan, ancak denizlerdeki akıntılar sayesinde hareket edebilen tek hücreli canlılardır. Bu canlı vücudunda barındırdığı “Lüminesans” maddesi sebebiyle baş-
106
ka bir varlığın dokunmasıyla bir ışık saçar. Bunlardan milyonlarcası bir araya gelip geceleri bir kayık veya bir balık sürüsü geçtiğinde parıldayarak bu eşsiz görüntüyü oluştururlar. Planktonların bizi hayrete düşürdüğü pırıltılı denizi üreme dönemlerinde görürüz; milyarlarcası dünyadaki okyanusların belirli alanlarında toplanırlar. Öyle ki, havadan bakıldığında suyun renk değiştirdiği dahi görülebilmektedir. Ne kadar ironiktir ki ancak mikroskop ile görülebilen planktonlar suda yaşayan en büyük memeli olarak adlandırılan mavi balinaların en temel besinleridir. Sudaki canlı devamlılığı açısından olmazsa olmaz bir canlı türüdür. Denize girdiğinizi ve sırt üstü yüzdüğünüzü düşünün; planktonlar vücudunuzun dış hatlarında ışıldayacak ve gece karanlığında parlayan bir silüet olacaksınız. TE HOHO ROCK, YENİ ZELANDA Te Hoho Kaya ve Mağarası Coromandel Yarımadası’ndaki Cathedral Cove Marine Reserve’de yer alıyor. Hahei Plajı’ndan yürüyerek gidebileceğiniz bu doğal oluşmuş katedral görünümündeki, devasa kemer şeklindeki kaya, fotoğraf meraklıları için harika görüntüler veriyor. LAGOON ADALARI, FİLİPİNLER Filipinlerdeki birbirinden güzel lagünlerin fotoğraflarını görünce insan adeta oralara ışınlanmak istiyor. En güzelleri; Twin Lagoon Ülkenin en temiz ve berrak lagünü olan Twin Lagoon’da yüzebilir, nefesinizin yettiği kadar dalabilirsiniz. Etrafının kule gibi kalkerlerle çevrili olması da ayrı bir güzellik. Palanan Blue Lagoon İsabela’ya gitmenizin bir nedeni de bu lagünü görmek olacaktır. Suları kristal berraklığında ve etrafı ağaçlarla çevrili. Doğa aşıkları kadar ilim adamları için de çekici; ekosistemi ilginç ve değişik deniz türleri yaşamakta. Big Lagoon Yüzebileceğiniz, şnorkel ve kayak yapabileceğiniz bir lagün. Tangke Lagoon Isla de Gigantes in Iloilo başlıca turistik noktalardan biri; plajları ve
MengerlerLifestyle
Normandiya Sahilleri'nin özelliği de at binilebilmesi.
Tangke Lagoon’un zümrüt suları her göreni hayran bırakıyor. Tayak Lagoon Televizyondaki Survivor Show’dan Caramoan Adaları’nı tanıyacaksınız. Ilık sularında yüzebilir, ya da sadece dinlenip manzaranın keyfini çıkarırsınız. WHITSUNDAY ADASI VE WHITEHAVEN KUMSALI, AVUSTRALYA Whitehaven, Beyaz Cennet demek; dünyanın en bozulmamış plajlarından biri ve Avustralya’nın en güzel sahili seçilmiş. Bembeyaz kumu, berrak suyu ile dünyaca ünlü Whitehaven Kumsalı Avustralya’nın muhteşem mercan kayalıkları Great Barrier Reef’in de tam kalbinde. Whitsunday Adası’ndaki sahil 7 km. Adaya sadece deniz motoru ve deniz uçağı ile ulaşım mümkün. DORSET SAHİLİ, İNGİLTERE İngiltere’nin birçok sahilinde dinozor, mamut, deniz kabuğu, köpek balığı dişi, ekinoid ve kabuklular gibi birçok fosil bulabilirsiniz, bu sahillerin en ünlüsü de Dorset. Burton Bradstock yöresinde oturanlar zengin ammonit yatakları ortaya çıktığı için Burton isimli falezin düşmesini dört gözle bekliyorlar. Ancak yamaç düşüşü her iki - üç senede bir gerçekleşiyor. Keates Quarry Buradaki iki ayrı bölgede sauropod dinozorlarının izine rastlanmış; sığ bir gölün etrafında toplandıklarını kanıtlayan izlerini takip etmek çok ilginç. Bu yöre izin alınmadan gezilemiyor, rehber eşliğinde ayrıca fosil avı turları da mevcut. Corallian sarp kayalıklarındaki Pirates Cove’da ise koleksiyonerler bol miktarda deniz kabuğu fosili bulabiliyorlar.
Lagoon Adaları, Filipinler
Te Hoho Rock, Yeni Zelanda
Mengerler Lifestyle
Cave Beach, Algarve, Portekiz
107
DÜNYANIN EN İLGİNÇ SAHİLLERİ
Flamingo Beach, Aruba
BOWLING BALL BEACH, BODEGA BAY, A.B.D. Bodega Bay Kaliforniya’da bir körfez; Alfred Hitchcock’un “Kuşlar” filmi bu civarda çekilmiş. Şaşırtan bir sahil; her zaman lider tasarımcı olarak kabul ettiğim doğa yine ne şekiller yaratmış. Gerçekten de bowling topları yuvarlanmış ve sıralanmış gibi. Burayı gezmeden önce med cezir saatlerini bilmek gerek, deniz çekilmedi ise kayalar deniz altında kalacağından göremezsiniz. KIRMIZI KUM PLAJI, RABIDA ADASI, ECUADOR Galapagos Adaları’na gelirken belki yeşillikler boyunca beyaz bir sahil hayal ediyordunuz; Rabida Adası koyu kırmızı kum ve sarp volkanik kıyı şeridi ile sizi şaşırtacak. Bu renk volkanik maddedeki demir oranının yüksek olmasından kaynaklanıyor. Sahile indiğinizde sizi ilk deniz aslanları karşılayacaklar, çabuk bir fotoğraf çekmek mümkün ama aygır deniz aslanına dikkat etmek gerek, kolonisini korumak için agresif davranabilir. Ada ayrıca deniz iguanaları, kahverengi pelikanlar, fla108
MengerlerLifestyle
mingo sürüleri, masmavi ayaklı Blue footed ve Nazca Boobies gibi birçok canlının evi.
ilgili uyarı tabelaları uyarının ciddiyetini kanıtlıyor.
REYNISFJARA, SİYAH LAV KUMSALI, İZLANDA Beyaz, kırmızı ve şimdi de siyah bir sahile gidiyoruz...
KLEOPATRA ADASI VE PLAJI, OOLİTİK KUM PLAJI, TÜRKİYE İki tane de bizden ve ikisi de bizi geçmişe götürüyor...
İzlanda’da yanardağların lavlarından yükselen birçok volkanik sahil var, fakat Vik kasabası yakınındaki Reynisfjara’daki bazalt kütlelerinden oluşan kolonlar insanı hayret içinde bırakıyor. 1991’de yapılan bir sıralamada dünyanın tropik olmayan 10 en güzel sahilinden biri seçilmiş. Yanardağdan akan lavlar denize değer değmez katılaşmış, lavlardan enteresan formlar oluşmuş, güneşlenilen değil ancak görülmesi gereken bir sahil burası.
Lise yıllarındaydım Kleopatra Plajı’nı gördüğümde; kumları avucuma aldığımda inanamadım, minicik yusyuvarlak kum taneleri... Bilimsel açıklaması da Ooid’lerin kalsiyum karbonatla kaplanmış, genelde çapları 2 mm’den az tanecikler olduğu.
Burayı ziyaret ederseniz çok önemli bir uyarıdan bahsetmek istiyorum; denize yakın yürümek ve hatta selfie çekerken arkamızı denize dönmek çok tehlikeli imiş; birden bire ortaya çıkan güçlü dalgalar ölümcül olabiliyormuş. Kıyıdaki hayatını kaybedenlerle
Kleopatra Plajı adını Antik Mısır’ın son Helenistik Kraliçesi Kleopatra’dan almış. Marmaris’in kuzeyinde bulunan bu plaj altın sarısı, “Oolitic” denilen yusyuvarlak kum taneciklerinden oluşan kumsalı ve denizi ile meşhur. Bu özel kumdan hatıra almak yasak. Bu civarda başka bir bölgede böyle bir kum yok, rivayete göre Kleopatra bu kumu Mısır’dan getirtmiş. Cedrae Antik Kenti’ne ait şehir duvarları ve antik tiyatro kalıntıları ve
DÜNYANIN EN İLGİNÇ SAHİLLERİ
Pink Sand Beach, Bahama Adaları
Agora da var. Bölgedeki epigraflardan burada Apollon onuruna atletizm festivallerinin düzenlendiği anlaşılmakta. Efsaneye göre, Kleopatra ve Antonius burada yüzmüşler. ALEXANDRIA TROAS ESKİ LİMAN SAHİLİ, TÜRKİYE Türkiye’mizde nice kültürler yaşamış ve kıymetini yeteri kadar bilmediğimiz arkeolojik eserler bırakmışlar geriye. Geyikli’nin Dalyan Köy Sahili’nde hem plaj kısmında, hem de denizin içinde devam eder kalıntılar. Henüz deniz kısmında çalışmalar yapılmadı ama dalarak balık avlayanlar iyi bilirler, denizde de mermer ve granit sütunlar, mimari parçalar balıklara yuvadır. Batık şehir Atlantis’de yüzdüğünüzü sanır, sadece denize değil, hayallere dalarsınız. Tepedeki Alexandria Troas şehrinin liman kısmıdır burası, kumsala oturur eski halini gözünüzün önüne getirmeye çalışmak eğlenceli bir düş oyunudur; yanaşan yelkenliler, gemilere yük indirip bindirenler, beyaz elbiseleri uçuşan Troya’lılar. Çanakkale yakınındaki Truva sanmayın, Alexandria Troas Bozcaada’nın karşı sahilinde yer alır. Yaz aylarında kazılar devam etmekte, limana kadar uzanan harika bir mermer yol çıkardılar ortaya. Ayrıca hamam, çarşı ve ev yerleşimlerinde de çalışmalar var. Çıkan birkaç mermer lahit dantel gibi işlenmiş ve üzerinde Helenistik yontulmuş figürler yer almakta. Kazı sırasında konuşma şansı bulduğum arkeoloğun dediğine göre kazılar tamamlandığında Efes’ten daha büyük bir şehir çıkacakmış ortaya. Bahar geldi, önümüz yaz, şarkılardaki gibi; “Sahiller Bizi Bekler”...
Bowling Ball Beach, Bodega Bay, A.B.D.
Mengerler Lifestyle
109
SÖYLEŞİ: AYŞEN GÜREL SİLE FOTOĞRAFLAR: GARO MİLOŞYAN
S Prof. Dr. HÜSAMETTİN KOÇAN
Sanatçı, Akademisyen ve Baksı Müzesi’nin kurucusu Prof. Dr. Hüsamettin Koçan ile samimi bir söyleşi gerçekleştirdik. 110
MengerlerLifestyle
izinle tanışmamız Tatbiki Güzel Sanatlar Yüksekokulu’ndaki öğrencilik yıllarım. En sevdiğimiz asistanlardandınız, öğrencilerle dostane bir ilişki kurardınız. Türkiye’de sanat camiasına çeşitli dallarda katkıları olmuş bir kişisiniz; önce bize sanatınızı, nelerden esinlendiğinizi anlatır mısınız? Ahmet Oktay bir gün “Hüsamettin sen Anadolu halk resmini araştırıyor, yaptığın resimlerde uygarlıklarına göndermeler yapıyorsun, Anadolu’da gidip sergiler açıyorsun... Bu bütünlük senin için önemli, acaba bunun farkında mısın?” dedi. Üzerinde düşünmeye başlayınca fark ettim ki Ahmet Bey haklı. Alanya’da eski bir Selçuklu Tersanesi’nde Selçuklu, Çankırı’da tuz mağarasında ‘Tuz Tadı’ sergilerini, ‘Osmanlı ve Bizans’ serilerini yapmıştım... Tezim de zaten ‘Anadolu Halk Resimleri’ üzerine idi. Anadolu’daki kültür birikimini çok önemseyerek bugünün dünyası arasında bir bağ kurmaya çalıştım. Derine indikçe de Şamanizm kültürü ile buluştum. Tüm heykellerimin referans noktası da bu. Cam altı resminden yola çıkarak camın yerine başka hangi malzemeleri kullanabileceğimi araştırdım. Hayatı, teknolojiyi ve çağı taşıdım. Bunu yaparken de aslında bir kültür ögesinin hamurunda olmazsa olmazın tarihi, yaşadığı coğrafya ve çağın duygusu olduğunu keşfettim. Bunlardan birinin eksik olması imkansız… Anadolu’nun coğrafyasını, tarihini birikimini, mitolojisini, daha da önemlisi bugününün ruhunu ve gelecek hayalini işin içine katan bir sanat yolculuğu yaptığımı düşünüyor ve bunu tutkuyla savunuyorum. Çocukluk yıllarının sanatınızda ayrı bir yeri var; duygularınızı eserlerinize nasıl yansıttınız? Ben geçtiğimiz sene “Ayağımdaki Diken” başlıklı bir sergi açtım. Sergi tamamen çocukluk anılarıma dayanan bir seriden oluşuyordu. Bütün önyargılardan sıyrılarak ve bir anı sessizliği yaratarak baktığımda ortaya çıkan işlerin bir hatırlama, yansıtma ve eleştiri niteliğinde olduğunu gördüm. En son noktada ise anıların tartışmaya açılan boyutunu
PROF. DR. HÜSAMETTİN KOÇAN kavramsallaştırdım. Ailem erkek çocukları özgüvenleri olacak şekilde destekleyerek büyüttüler. Ben hala yalnız kaldığım zaman çocukluk yıllarıma dönerim. İki defa babamın öldüğü haberi geldi. Babam gurbetçiydi, iki yılda bir gelirdi. Şimdi Baksı’yı yaptığımız tepede babamı beklerdik. Tüm bunlara rağmen mutlu yıllardı. Ya kız çocukları? Kız kardeşimin okutulup okutulmaması konusunda babam bizim fikrimizi sormuştu. Biz maalesef o zaman okumasın demiştik. Benim bir küçüğüm olan kız kardeşim ailenin tek kız çocuğuydu. Okusaydı şimdi bambaşka bir insan olabilirdi. Müthiş dirayetli ve tutarlı biridir. Bayburt’ta bugün kız çocukları okumaya teşvik ediliyor mu? Baksı Kültür Sanat Vakfı kadın odaklı bir vakıf. Yetenekli ve zeki kızlara burs verdik; üniversiteye giden kızlarımız var. Kadınlarla atölyeler düzenliyoruz, eğitimlerine destek veriyoruz, kadın yöneticilerimiz var... Sanatçı olarak yaşam zor. Mezuniyetinizin ardından ilk yıllarınızda ne gibi işler yaptınız? Okuldan mezun olanların geçecekleri bazı yollar var, bunları sizden öğrenmeleri yararlı olacaktır. Bizim aslında genç kuşaklara örnek olmak adına hayatımızı daha ayrıntılı olarak anlatmamız gerek. Benim hayatım daha dolambaçlı bir hayat… 3 yıl mühendislik okuduktan sonra akademiye girdim. Asistan olduğumda çok az maaş veriyorlardı. Patine işleri, ufak tefek vitraylar gibi işler yapıyorduk. O zamanlar Sheraton bugün ismi Ceylan Intercontinental olan otelde bir yarışma açılmıştı. Fakat bu iki aşamalı yarışma isme açılmıştı ve bizi yarışmaya kabul etmiyorlardı. Gide gele, konuşa konuşa yarışmayı gençlere de açtırmaya ikna ettik. Bu sırada eşim Oya ile birlikte orada yeni kuşakları kabul ediyorlar diye ya Avustralya’ya gideceğiz ya Kanada’ya diye düşünüyorduk. Fakat yol paramız yoktu. Bu yüzden de para kazanmamız gerekiyordu. 5 tane eskizle yarışmaya girdim. 5 eskizim de birinciliği kazandı. Böylece bir yıl yurtdışında yaşayabilecek kadar para kazanmış olduk. Sonra orada uygulamalarım oldu. Ardından The Marmara Otel yapılıyordu, o da yarışma açtı. O sıralar yeni açılan oteller böyle yarışmalar düzenliyordu. O dönemdeki bu yarışmaların Abdurrahman Hoca’nın (Abdurrahman Hancı) sanatla mimarinin birleşmesine ve birçok insanın hayata atılmasına vesile olduğunu düşünüyorum. Böylece biz bir piyasa edinmeye başladık. Giderek yeni sermayeler geliyor, sanata yatırım artıyordu. Boğaz'da yapılan yeni yalıların donatılmaya ihtiyacı vardı. Vitray ve bunun gibi sanatları yapabilen sanatçılar aranıyordu. Durum böyle olunca biz 140 kişinin çalıştığı bir atölye kurduk. O sıralar sermaye olarak bankalar devreye girdi. Eğer o dönemde duvar resmine yatırım yapılmasaydı, biz buradan gidecektik. En sonunda da kurumsallaştık. Kendi ülkemizde yaşayabilmek için yeterince imkanımız ve cesaretimiz oldu. 1990’a kadar bu kurduğumuz atölyelerde çalışmaya devam ettik. Bir gün baktım ki iyi para kazanıyoruz fakat ortada bir tatminsizlik var. ‘Biz evlere dekorasyon yapıyoruz; sanat yapmıyoruz’. Bunu fark ettikten sonra bir gün eşyalarımı toplayarak atölyeden çıkıp eve gittim ve bu işe devam etmeme kararı adım. 1990 yılından sonra sadece resim ve heykel yaparak hayatımı sürdürmeye başladım. Mengerler Lifestyle
111
PROF. DR. HÜSAMETTİN KOÇAN Hangi yıllarda okulumuzun dekanı oldunuz? Okul sistemine getirdiğiniz yenilikleri anlatır mısınız? 1995’ten 2006’ya kadar üç dönem dekanlık yaptım. Dekan olduktan sonra arkadaşlarla yasaklanmamış ne kadar eylem varsa hepsini yaptık ve danışma kurulları kurduk. Böylece devletten kaynak beklemek yerine sektörden kaynak sağlamaya başladık. Uluslararası ilişkileri yoğunlaştırdık. Fakülteyi bir güncel sanat merkezi haline getirdik. 2-3 galeri vardı. Her bölüm için bir galeri açtık ve en sonunda 11 galeriye ulaştık. Dinamik bir yapıya doğru gittik. Üç ayda bir 11 galeride 11 sergi açıyorduk. Her bölüm üç ayda bir yeni bir sergi açmak için çalıştı. Fakültenin kendisi de uluslararası bir sergi düzenliyordu. Böylece fakülte güncel bir sanat merkezi gibi işler hale gelmişti. Bu durum öğrenciye ve öğretim üyesine bir özgüven sağlıyordu. 30 dolaylarında uluslararası kurumla iş birliği yaptık. Tatbiki geleneğinin ve Bauhaus’un Türkiye’de sanat eğitimine çok ciddi katkıları olduğunu düşünüyorum. Özellikle de tasarım dünyasında. Siz gençlere burs verilmesi konusunda da çok ciddi çalışmalar yaptınız. Ben problemleri çözmek için dekan olmuştum ve beni bu sebeple desteklemişlerdi. Bütün sistemi gözden geçirdik. Benim attığım en önemli adım fakülteler ile sektörler arasında dinamik bir ilişki kurmaktı. Çünkü sektörler daha dinamiklerdi ve dünyayı algılama konusunda müthiş bir enerjileri vardı. Halbuki akademi daha yavaş ilerleyen daha özgüven sorunları olan bir sürece sahip. Bu yüzden her bölüme ve ayrıca dekanlığa danışma kurulları kurarak, bugüne kadar süre gelmiş bütün mali sorunları çözdük. Öğrencilere ve öğretim üyelerine burs bulmaya başladık. Galerileri özel sektörlerin katkılarıyla kurduk. Anlaşmalı olduğumuz kurumlar ve firmalar uluslararası fuarlara asistanlarımızı ve öğrencilerimizi götürmeye başladılar. Böylece sektörün enerjisini ve potansiyelini fakülteye kazandırdık. Gerçekleşen hayaliniz; Baksı Müzesi Avrupa’nın en iyi müzesi seçildi. Bu hayal nasıl başladı ve nasıl gerçekleşti? Bizim eskiden köy konaklarımız vardı ve kültür merkezi işlevi görürdü. Cenk hikayeleri okunur, aşıklar atışır, problemler tartışılır, müthiş keyifli sohbetler yapılırdı. Bu konaklarda her gün bir öğün yemek yenirdi 112
MengerlerLifestyle
ve nöbetçiler vardı. Nöbetçiler her gün köyde tanrı misafiri var mı diye bakarlar; eğer varsa konağa getirir, yedirir, içirir ve yatırırlardı. 1987’de babamı kaybettim. Köydeki mezarlığa gömmeye karar verdik. Babamı götürdüğümüzde gördüm ki ne konaklar kalmış ne de bu gelenekler. Herkes bir siyah beyaz televizyon almış, ismine de konak demiş... Ne yapayım, ne edeyim diye düşünürken babam için bir konak yaptırmaya karar verdim. Akrabalarımızı bir araya topladık ve durumu anlattık. Çok heyecanlandılar. Kütüphanesi ve bir iki tane de tezgahı olan bir konak yapmaya karar verdik. Bunun için bir grup kurduk; öğretmeni de başkan yaptık. Döndükten iki ay sonra mektup geldi “masraf etme, sen gidince kimsenin heyecanı kalmadı” yazıyor. Öylece kaldı. 2000’de bir sağlık problemim ortaya çıktı. Kötü bir doktor da kötü şeyler söyleyince bu konak yaptırma meselesi tekrar aklıma geldi. ‘Yapayım da ondan sonra gideyim’ diye düşündüm… Kolları sıvadım ve hemen bu projeye başladım. Bu proje büyüdü ve bugün Baksı Müzesi oldu. Ölmeden önce bitsin diye düşündüğüm için proje çok hızlı ilerledi. Babamı köye götürdüğümde konakların yok olduğunu görmem üzerine konakla direnç oluşturma fikri vardı. Baksı böyle ortaya çıktı ve bugünlere geldi. Çok yorulduk ama çok da övünülecek işler başardık. Bir de eşimin fedakarlığı; eşim şehirli bir seramik sanatçısıydı. Köyü benimle tanıdı. Şimdi bakıyorum da inanamıyorum nasıl bana güvenmiş de benimle o dağlara gelmiş; benim ait olduğum toplumu sevmiş diye. Bu çok kıymetli. Ana binayı bitirdiğimizde paramız da bitti. Dragos’taki evimizi satıp, küçük bir daire alırız diye düşündüm. Oradan gelecek parayla da böylece ana binayı yaptırabilirdik. O zamanlar eşim Oya üzüldü. Sonra mayıs ayında onu müzeye götürdüm. Bir sabah uyandık, kuşlar ötüyor, her yer yemyeşil... Oya “Evi satalım.” dedi. Ondan sonra işin rengi değişti. Sanatçılar evi satmamı istemedi. Herkes bize birer resim verdi ve 125 resimden oluşan “Şaman Güncesi” başlıklı bir sergi açtık. Para lazım olduğu için resimlerin bir kısmını sattık. Sanatçının yüreğinin en derininde müthiş bir cömertlik vardır. En önemlisi de bu sayede insanların yüreğinde hala doğru bir şeyin yanında olmak ve onun için özveride bulunmak olduğunu gördüm. Ben bunun unutulduğunu düşünüyordum. Hala temiz,
PROF. DR. HÜSAMETTİN KOÇAN doğru insanlar var. Baksı’da bunu gördüm. Bir başka şey daha gördüm; vazgeçmezseniz başarıyorsunuz. Öyle şeyler oldu ki kimseyle paylaşmadım, paylaşamam da. Tereddütlü davranıp, geri adım atsaydım her şeyi kaybedecektim. Büyük bir yalnızlık içinde direndim. O güç nereden geldi bilmiyorum... Yetişmeden gelen bir şey olduğunu düşünüyorum. Biz çok masal dinlerdik. Masallarda kahramanlar riske girerler ve sonunda kazanırlardı. Anadolu’da masal eğitimi diye bir şey vardır. Masallarda kahramanlar dağları aşar, ateşlere koşar, nehirleri geçer, yedi başlı devle savaşır ve sonunda amacına ulaşırlardı. Bu yüzden masal dinlemiş olmayı çok değerli bulurum. Müzenin yapısı, programları ve etkinlikleri hakkında bilgi verir misiniz? Dünyadaki diğer müzeler nasıl profesyonellere dayalı olarak çalışıyorsa, Baksı Müzesi de öyle çalışıyor. Fakat bizim müzenin, benim çok önemsediğim, başka bir özelliği de var; arkasında sermayesi olan bir kuruluş değil. Birikmiş paramız birinci bölümün inşaası sırasında bitmişti. Bu nedenle bugüne kadar sivil katkılarla varlığımızı sürdürdük. Belli dönemlerde destek veren belli kurum ve kişiler vardı; mesela, Polimex ve dostum Ali Akkanat gibi. Bizim projemiz bir gönüllülük esasına dayanıyordu. Mimara da, mühendislere de para vermedik, herkes destek verdi. Doğrusunu isterseniz, Baksı Müzesi bir gönüllülük destanıdır ve biz bunu kaybetmek istemiyoruz. Gönüllülüğü kurumsallaştırarak burayı gönüllülükle sürdürülebilir bir kurum haline getirelim istiyorum. Bu sebeple de ben kadınlara çok güvendiğim için yönetim kurulu üyelerimizin hepsi kadındır. Yalnızca bu sene Oya ile yer değiştirdik. Yönetim kurulumuz 14 kişiden oluşuyor ve benim dışımdaki herkes kadın. Kadın odaklı eğitimler düzenliyoruz. Atölyelerde üretilen işler pazarlanıyor. Çevre insanının ekonomik koşullarının iyileştirilmesini istiyoruz. Böylece sosyal erozyonun önüne geçebileceğimizi düşünüyoruz. Bunun yanı sıra Tabanlıoğlu Mimarlık’ın tasarladığı büyük bir projemiz var. Melkan Gürsel zaten yönetim kurulumuzda. Bayburt’ta büyük bir bina yapıyoruz. Bu bina Cannes’da MIPIM Fuarı’nda Architectural Review tarafından sivil projeler kategorisinde büyük ödül aldı. Bu projeyi yine gönüllülük katkısı ile üreteceğiz; binayı
kreşi, konferans salonları, eğitim birimleri, tasarım atölyeleri olan bir kadın istihdam merkezi olarak açmayı planlıyoruz. Böylece çevrede yaşayan kadınların ekonomik güçlerini ellerine almalarını ve hayata katılmalarını sağlamak için bir alan açıyoruz. Diğer önemsediğimiz bir proje de her sene düzenlediğimiz çocuk şenlikleri. Bu şenliklerde bir hafta boyunca düzenlenen atölyelerden sonra seçtiğimiz yetenekli çocukların desteklenmesini ve kendi kulvarlarında ilerlemelerini sağlamak istiyoruz. Böylece ilkokuldan liseye kadar farklı yaş gruplarından 25 çocuğa burs alma imkanı sağlıyoruz. Bu sene bu şenliklerin 6’ncısını düzenleyeceğiz. Kadınlar ve çocuklardan sonra üçüncü hedefimiz ise müzecilik ve üretimi birleştirerek kültür turizmini geliştirmek. Karadeniz’e düzenlenen kültür turlarının çoğu son zamanlarda rotalarına Erzurum’u ekleyerek Erzurum’dan Baksı’ya geliyorlar. Baksı’da kaldıktan sonra tekrar Trabzon’dan geri dönüyorlar. Böylece oradaki turizm rotasını değiştirmiş olduk. Bu Baksı’nın misyonunun ve yaşamının köklenmesi için çok önemli bir gelişmedir. Baksı Müzesi fuarlarda da yer alıyor, ne gibi yorumlar aldınız? Fuarlar bize yeni bağlantılar bulma konusunda yardımcı oluyor, yeni simalarla tanışıp, yeni ilişkiler kuruyoruz. Bu sebeple Contemporary İstanbul’da, TÜYAP’ın düzenlediği İstanbul Sanat Fuarı’nda, EMITT Fuarı’nda ve katıldığımız diğer fuarlarda şaşırtıcı derece büyük bir ilgi görüyoruz. AKM Onur Üyesi seçildiniz, tebrik ederim. Bu bağlamda sizin oradaki misyonunuz nedir? Şimdiye kadar 5-6 kişiye verilmiş olan Türkiye Büyük Millet Meclisi Kültür Onur Ödülü 2014’te bana verildi. Bu, ülke kültürünü uluslararası ölçekte tanıtan ve özgün çalışmaları ile kültüre ve ulusal değerlere katkı sağlayan kişilere verilen bir ödül. Bu sene de Kültür Bakanlığı Baksı Müzesi’ni Kültür Bakanlığı Özel Ödülü’ne layık gördü. Bugüne kadar Baksı Müzesi’nin aralarında Contemporary İstanbul Sanata Katkı, TÜYAP Sanata Katkı ve bölgesel ödüllerin de aralarında yer aldığı 15-20 tane ödülü var. Mesele temiz ve düzgün bir sistem kurmak. Kişisel çıkarlardan uzakta, insan için, uygarlık için değer üreten bir yapı inşa etmek.
Sizi, hayalinize destek veren sanatçıları ve katkıda bulunan sanatseverleri, Türkiye’de sanata verilen değeri yücelttikleri için tebrik eder, bize ayırdığınız vakit için teşekkür ederim. Mengerler Lifestyle
113
DÜNYANIN İLK ATLASI 114
MengerlerLifestyle
Çok gurur duyacağınız bir müjdem var! Yıllarca Topkapı Sarayı Kütüphanesi’nde saklı kalan insanlığın en önemli kitaplarından, Amerika’nın keşfine neden olan Ptolemaios’un Atlas’ı, artık tüm bilim dünyasının ulaşabileceği bir kitap olarak, üstelik de ülkemizde, benzeri değerdeki kitapların üzerinde bir kalite ile faksimile olarak basıldı. Kitabın Fatih Sultan Mehmet ile ülkemizde başlayan hikayesini paylaşacak, kurtarılmasında, korunmasında, restorasyonunda ve en nihayet yeniden basılmasında katkısı olan ve emeği geçen kişilerden bahsedeceğim. Bu proje tam bir gönül işi olmuş; uzun seneler süren bir mücadele, yılmadan
ve maddi - manevi özveri sayesinde gerçekleşmiş. Elime aldığımda diyemeyeceğim, çok büyük ve ağır; 10 kg ağırlığında iki ciltten oluşuyor. Masanın üzerine yatırıp haritaları incelerken, heyecan, saygı, hayranlık ve bu güne kadar gelmesinde payı olan herkese minnet duyguları ile sayfaları çevirdim. Bu kitabın yeniden basılmasına gönül veren profesörlerimizi uluslararası akademilerdeki saygın ünvanları ile takdim etmek istiyorum; Prof. Dr. Dr. h. c. mult. Celal Şengör Prof. hon. causa. Rus. Akad. Nauk İlber Ortaylı. İlber Hoca’nın yazdığı harika ‘Sunum Yazısı’ndan bir paragraf;
YAZI: AYŞEN GÜREL SİLE FOTOĞRAFLAR: GARO MİLOŞYAN BOYUT YAYIN ARŞİVİ İsviçre Bern Klasikler Ensitüsü Ptolemaios Projesi araştırma merkezinden Alfred Stückelberger, Florian Mittenhuber ve Robert Fuchs isimleri altındaki önsöz şöyle başlıyor; Bugün Topkapı Sarayı’nda muhafaza edilen Codex Seragliensis Gİ 57 Ptolemaios’un (Batlamyüs) Coğrafya’sının en eski metinlerinden biridir ve bu kitabın tıpkıbasımının amacı bilim tarihi için temel bir belge niteliğinde olan bu el yazmasının geniş bir ilgili topluluğun kullanımına sunmaktır.
Prof. Dr. Celal Şengör, İTÜ kitap lansmanından.
“Büyük Atatürk Topkapı’daki eserlerle ve Fatih’in kitap mirasıyla çok ilgilenmiştir. Celbedilen uzmanların isabetli koruma tavsiyesiyle eser 20. yüzyılın son 10 yılına ulaştı. Selefim Dr. Filiz Çağman, Dr. Robert Fuchs’un eserin restorasyonu için gösterdiği 30 bin Euro bedelin bakanlık tarafından ödenemeyeceğini belirterek aziz dostum Profesör Celal Şengör’e ‘çok ilgilendiğin ve bu ilginde haklı olduğun için “Ptolemaios Atlası”nın tamirini acaba karşılar mısınız’ diye sordu. Celal Şengör, “Ptolemaios Atlası”nın dostu ve kurtarıcısıdır. Onun desteğiyle atlas tamir edildi. Basımı için de Boyut Yayınları devreye girdi. Eseri basma konusunda heyecanla ilgi gösteren Bülent Özükan’a teşekkür borçluyuz. Bugün önümüzde bir “Ptolemaios Atlası” var ve bunu bu yeni Türkiye’nin aydın çocuklarına borçluyuz.
Mengerler Lifestyle
115
PTOLEMAIOS ATLASI Prof. İlber Ortaylı’nın tabiri ile “Ptolemaios Atlası”nın dostu ve kurtarıcısı, uluslararası jeoloji profesörü Celal Şengör ile adeta bir kültür ibadethanesi olan kütüphanesinde söyleşimizi gerçekleştirmek üzere buluştuk. Celal Bey, çok duygu yüklü bir an olduğunu tahmin edebiliyorum, kitabı ilk gördüğünüzde neler hissettiniz? Çok heyecanlandım tabii, düşünebiliyor musunuz, 13. yüzyıldan bir kitap görüyorsunuz ve biliyorsunuz ki bu kitabın orijinali MS 2. yüzyılda yazılmış, müthiş bir şey. Define bulmuş gibi değil mi? Hakikaten öyle... Ve tabii sonra hikayesini, Fatih Sultan Mehmed’in kütüphanesinden geldiğini ve Atatürk’ün ne kadar değerli olduğunu anlayıp sahip çıktığını öğrenince, çok hoşuma gitti. Dünyada kaç tane var? Üç tane var; biri Vatikan’da, biri bizde, üçüncüsü ise ne yazık ki parçalanmış durumda Danimarka’da, metin kısmı ise Yunanistan’daki Athos Manastırı’nda duruyor. Kitap ilk nasıl ortaya çıkıyor? Atlas, Hristiyan dünyasında kayboluyor ama İmparator II. Andronikos’un kütüphanecisi Maksimus Planudes bu kitabı inatla bulmak istiyor ve bütün Ortodoks teşkilatına kitabı arattırıyor, sonra bulunuyor. Vatikan’daki nüshanın İmparator’un nüshası olduğu tahmin ediliyor.
Prof. Celal Şengör adeta bir kültür ibadethanesi olan zengin kütüphanesinde. Sohbet sırasında zaman zaman konudan konuya geçtik, bilgi yüklü, tarihe yolculuk yaptığımız bir söyleşi oldu. Ne kadar kültürlüyüm dese kişi öğrenmenin sonu yok.
116
MengerlerLifestyle
Klaudios Ptolemaios’un atlasını el yazması tıpkıbasım olarak gerçekleştirme fikri ilk ne zaman oluştu ve bu süreçte ne gibi zorluklarla karşılaştınız? Bu fikir ilk defa Ptolemaios projesinin babası diyebileceğimiz benim sevgili dostum Bern Üniversitesi Klasik Profesörü Alfred Stückelberger’in aklına geldi. Ptolemaios’un yeni bir yayınını yapmak istiyordu. Topkapı Sarayı’ndaki nüshayı da görmek istemiş. Sarayın müdiresi Dr. Filiz Çağman idi, “Celal gel bak, Ptolemaios’u çıkartacağız İşviçrelilere, sen de gör.” dedi. İsviçreliler, Ptolemaios’u okuyabilmek için dünyanın en ünlü restoratörlerinden Robert Fuchs’u getirmişlerdi. Par-
PTOLEMAIOS ATLASI şömen çok karbonize olduğu için okunamıyor ancak üzerine ultraviyole ışık tutarsanız okunuyor, Robert’in görevi oydu. Filiz Hanım, “Bunun restore edilmesi lazım, Prof. Stückelberger de aynı fikirde, yalnız devlet para vermiyor, sen verir misin?” dedi. Eşim Oya ile “hemen veririz” dedik. Alfred “Eğer bu restore edilecekse bir de faksimile baskısını yapmak lazım ki bütün bilim dünyası ulaşsın buna.” dedi. “Topkapı Sarayı izin verir mi?” Filiz Hanım, “Alırız.” dedi. Onun üzerine kim yapacak, “Schwabe yapsın.” dedi Alfred; onlar kendi adamlarını tanıyor tabii. Sonra biz Bülent Bey (Özükan) ile konuşurken, “Ben yaparım.” dedi. ‘Bülent Bey bu Müslüman mahallesinde salyangoz satmaya benziyor, siz yaparsınız da satamazsınız, Türkiye’de, değerini bilmiyorlar’. “Yok, yok ben bunu para düşünmeden yaparım, bu dünya için çok önemli bir şey.” dedi. Tabii çok mühim, Amerika’nın keşfine sebep olan kitap, yani daha var mı bunun ötesi? Müthiş bir şey bu! Bülent Bey, bunun üzerine beni de işe aldı, bana da epeyi para ödedi, çünkü bana tercüme yaptırttı. Gördüğünüz bütün o tercümeleri Almanca’dan Türkçe’ye, İngilizce’ye, Türkçe’den Almanca’ya, İngilizce’ye hepsini ben yaptım. Kitabın araştırması Almanca yapılmıştı, bütün bu tercümeler 6 ay kadar sürdü. Kaç lisan biliyorsunuz? Almanca, İngilizce ve Fransızca bilirim, İtalyanca ve İspanyolca okurum. Yunanca da okurum ama anlamam, efendim ailemde Yunanca bilmeyen ilk nesilim ne yazık ki. (Osmanlıca diye ilave ediyor bu arada sohbetimizi izleyen Bülent Bey, ‘Onu saymıyorum canım kendi lisanımız’ diyor Celal Bey.) Ailenizin anne tarafı Yunanistan’dan, ya baba tarafı? Yugoslavya’dan; hepsi Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra gelmişler, bir tek dedem Balkan Harbi’nde kaçmış gelmiş hava kuvvetlerine, askere almışlar, benim tayyare sevgim de rahmetli dedemden gelir. Hep memleket hasreti çekmişler, çok açık görüşlü, tahammüllü insanlardı, bir konu hariç; Atatürk. Atatürk’e dil uzattın mı evden kovarlardı yani, o kadardı. “O bize bir ülke hediye etti, bizim görevimiz o ülkeyi korumak” derlerdi. Sonra nasıl gelişti kitabın basımı? İsviçreliler biraz endişeliydiler böyle bir kitap Türkiye’de basılabilir mi diye fakat Bülent Bey İsviçrelilerin yapabileceğinin daha iyisini yaptı. Yani kendini de tehlikeye attı kahramanca ama hakikaten müthiş bir iş çıkardı. Türkiye’nin iftihar etmesi gereken bir değer. Türkiye bunun farkında değil, bugün Türkiye’nin içinde bulunduğu cehalet korkunçtur. Kitabın restore edilmesi ve basılması kararını aldık; restore edecek adam hazır, para hazır fakat 7 sene sürdü devletten izin almak. Bakanlıktan bir fon istenmemiş miydi? İstenmiş ama ne yazık ki bir destekleri olmamış. Ve düşünün 7 sene izin alınamıyor; bu arada Filiz Hanım emekli oldu, büyük bir şans yerine İlber Ortaylı başkan oldu. Ben İlber’e gittim, anlattım durumu, o zamanın Kültür ve Turizm Bakanı Atilla Koç'a telefon açtı, ertesi gün
izin geldi. İlber’in hakkı ödenemez bu işte, sırf izni almakla kalmadı, yakından takip etti, sonra bir de güzel bir önsöz yazdı. Kitabın hikayesini kanıtlayan belgeler var mı? Deismann’ın 1935’de yayımlanmış çok güzel küçük bir kitabı var, orada Ptolemaios’un Atlası ile ilgili yapılan çalışmalardan, mektup ve belgelerden bahsediyor. Rahmetli Halil İnalcık beni aramıştı, “Sende Deismann’ın kitabı vardır bana bir fotokopi yapıp gönderir misin?” demişti. Ankara’da Bilkent Milli Kütüphane’de yokmuş, hemen verdim. Kitap neden iki cilt halinde basıldı? Bir faksimile, yani tıpkıbasım, o kitabın kendisi. Diğer ciltte ise kitap hakkındaki araştırmalar, nasıl elden geçti, nasıl restore edildi, bunu yapan kişiler, Ibscher’in yazdığı mektup gibi belgeler yer alıyor. 1500 adet basıldı, kalite olarak benzerlerinin altında olmaması gerekiyordu, benzer şekilde faksimile yapılmışların daha üstünde bir kalitede basıldı. ‘Kitaplarının Işığında Fatih Sultan Mehmet’in Entelektüel Kişiliği’ hakkındaki kapsamlı yazınız Fatih’in bu yanını aydınlatıyor. Giriş yazınızda belirttiğiniz gibi bütün dünyada Osmanlı İmparatorluğu’nun gerçek kurucusu, dahi bir devlet adamı olarak tanınır, entelektüel yönü ise ne yazık ki daha az bilinir. Bizde bilinmiyor ama Avrupa’da biliniyor; Fatih’in entelektüel yönünü yanındaki Avrupalılardan öğreniyoruz. Osmanlı bu yönüne pek vurgu yapmamış. Tipik bir Rönesans adamı Fatih, sarayda iyi bir tahsil görmüş; Molla Gürani, Akşemsettin gibi hocaları var. Fatih’in annesi büyük bir ihtimal Sırp, sonra analığı Sırp, bir sürü arkadaşı var yabancı, bunlar bir şekilde Batı’yı koklatmışlar. Sonra çok dil biliyor Fatih; şimdi Sırpça bildiği muhakkak, o zamanki, Bizans’ta konuşulan Yunanca’yı biliyor, sonra Farsça, Slavca ve rahatça felsefi bir şekilde en iyi konuştuğu dil olarak da Arapça biliyor. İlyada’nın yanına not aldığı için İlber, Klasik Yunancayı da okuduğunu iddia ediyor. Fatih’in el yazısı biliniyor demek. Büyük bir kitap koleksiyonu varmış değil mi? El yazısı gayet iyi biliniyor, defteri duruyor çünkü. Hakkında sayısız kitap yazılan müthiş bir kütüphanesi var. Bu kitap ise 1464’te Topkapı Sarayı’na geliyor, Fatih korumaya aldırıyor, hatta içinden bir duvar haritası yaptırıyor. Fatih’ten sonra Atatürk’e kadar kitabın izini kaybediyoruz. Fuchs’un iddiasına göre kitap bir ara su içinde kalmış. Hiç kimse ilgilenmemiş, yani o kitabın o hale gelmesi yazık, kardeşi Vatikan’da pırıl pırıl duruyor. Bizdekine Seragliensis nüshası deniliyor, daha kalitelisi aslında. Sonraki Padişah II. Bayezid aşırı dindar bir adam; kitapların ne kadarı elden çıkarıldı bilmiyoruz ama mesela Fatih’in portreleri, madalyonları elden çıkarılmış, saraydaki freskler parçalanıp satılmış. Vatikan'dakine göre kalitesi ne farklılık gösteriyor? Bizdeki projeksiyon daha iyi, haritalarımız daha güzel.
Mengerler Lifestyle
117
PTOLEMAIOS ATLASI Atatürk’ün kitabın kurtarılmasındaki rolünü anlatır mısınız? Sarayın ve kütüphanenin durumu yürekler acısı bir durumda idi; 1926’da Atatürk’ün emri ile Topkapı’nın envanteri yapılırken ilk defa ortaya çıkıyor “Ptolemaios Atlası” ve o zaman da büyük sansasyon yaratıyor. Halil Edhem, Asarı Atika yani Eski Eserler Müdürü ve Topkapı’nın da başında. O tarihlerde de Adolf Deismann Berlin Üniversitesi Rektörü, aynı zamanda çok kıymetli bir Yeni Ahit uzmanı. Yeni Ahit eski Yunanca yazılmıştır biliyorsunuz ve bunlar Efes’te çalışıyorlar, arkeolojik kazı yapıyorlar, her sene geliyorlar izin almak gerektiği için. Ahbap oluyorlar böylece Halil Edhem ve Prof. Deismann ve bir gelişinde Halil Edhem birçok Yunanca kitap çıktığını ve okuyamadıklarından bahsediyor. Deismann geliyor, ilk önüne koydukları kitap İlyada; nereden buldunuz bunu diye soruyor, Fatih’in kütüphanesinden diyorlar. İkinci önüne koydukları Ptolemaios’un Atlas’ı, görünce; “Bir dakika, bu fazla önemli bir şey ama feci durumda, restore edilmesi lazım.” diyor. Atatürk’e haber veriliyor, paşaya Ankara’ya götürüp göstermek istiyorlar ama kitap harap durumda. Atatürk, “Ben geliyorum, kitabı yerinden kaldırmayın.” diyor. Atatürk Deismann’a danışıyor o da “Bunu yapabilecek bir adam var, o da Hugo Ibscher ve şu anda Vatikan’da bunun kardeşini restore etmekle meşgul.” diyor. Atatürk; “Davet edersek gelir mi?” diye soruyor. “Ekselans siz davet ederseniz tabii gelir.” deniyor. Hemen davet çıkartıyorlar, para da gönderiyorlar. Ibscher, “Haritaları restore ederim ama metin kısmına dokunamam, şimdiki teknoloji buna müsait değil ama ileride olacak, bunu çok iyi koruyun.” deyince kaldırıyorlar. Ta ki Alfred Stückelberger gelene kadar. Hugo Ibscher mektuplarından birinde şöyle yazmış; “Türkiye’de bu kitabın ne kadar önemli olduğunu anlayan bir tek kişi var, o da Mustafa Kemal Paşa”.
Prof. Celal Şengör ve Boyut Yayınları Kurucusu ve Sahibi Bülent Özükan keyifle "Ptolemaios Atlası"nı incelerlerken.
Bu bilgi yüklü söyleşi için çok teşekkür ederim.
Ptolemaios Atlası İ.T.Ü. Lansmanı. Prof. Celal Şengör, Fatih Altaylı, Prof. Dr. Mehmet Karaca, Bülent Özükan.
Söyleşi konusunun çok önemli bir dünya atlası olması ve derya gibi kültürlü bir kişi ile gerçekleştirmemiz benim de ufkumu genişletti. Prof. İlber Ortaylı’nın yine sunum yazısındaki şu satırları beni çok duygulandırdı:
“Bu esere Cumhuriyetimizin kurucusunun gösterdiği ilgi, onun mirasını devralan kuşaklar tarafından sürdürülmüştür.”
Prof. Celal Şengör'ün koridor koridor, tavana kadar dizili, değerli kitap koleksiyonu ne kadar çok okumamız gerektiğini hatırlatıyor.
118
MengerlerLifestyle
Tarih ve bilime önem veren her kişinin sahip olmak isteyeceği, kendisinden sonra da ailesine bırakabileceği eşsiz bir dünya kültür mirası Ptolemaios Atlası.” Umarım önemi ve değeri en kısa zamanda yurt dışında olduğu gibi ülkemizde de fark edilir.
Mengerler Lifestyle
119
Ayşen Gürel Sile: Süleyman Bey (Turan) Türk Sineması’nın sevilen simalarından biri olarak 100’ün üzerinde filmde rol aldınız ve çok yönlü bir sanatçısınız; yayımlanmış birçok çizgi romanınız, filme çekilmiş senaryolarınız, oynanmış skeçleriniz var. Nelerden etkilenirsiniz? Süleyman Turan: Hayata bakışınız ile ilgili. Hayata hangi pencereden bakıyorsunuz, herkesin gördüklerinden biraz daha farklı bir şeyler görebiliyor musunuz? O gördüklerinizi gerek senaryo, gerek resim, gerek kamera önünde yaptıklarınızla bağdaştırıp sunabiliyor musunuz? Sonuçta hayattan etkileniyoruz. Mizahı çok sevdiğim için Zeki-Metin ikilisine (Zeki Alasya-Metin Akpınar) film senaryoları ve televizyon oyunları yazdım. Tarık Akan, Hale Soygazi’nin rol aldığı ve önemli yönetmenimiz Zeki Ökten’in yönettiği bazı filmler için de. Senaryo yazmayı seviyorum, şimdi üzerinde çalıştığım bir senaryo var. Aktör olarak da ben hep yakışıklının peşine iliştirilen adam oldum.
SÖYLEŞİ: AYŞEN GÜREL SİLE FOTOĞRAFLAR: OĞUZ MERİÇ
İKİ
SANATÇI ARKADAŞ SÜLEYMAN
Paylaştıkları sadece isimleri değil, hayatlarını sanata adamışlar ve hala üretmekteler. Söyleşinin hoş bir tarafı daha var; biri Aktör, diğeri ise Ressam yönü ile tanınıyor daha çok; aktör olan da ressam, ressam olan da aktör.
Süleyman Turan, Süleyman Saim Tekcan
ile söyleşimizi IMOGA; İstanbul Grafik Sanatlar Müzesi'nde gerçekleştirdik. 120
MengerlerLifestyle
A.G.S.: (S.T.’ye) Sinema’da çalışmaktan keyif aldığınız oyuncular, rejisörler kimler oldu? Bir filmden zevk almak için önce size verilen senaryoyu beğenmeniz gerekiyor. Özellikle karşılıklı oynamayı sevdiğim, kendimi rahat hissettiğim insanlar varsa daha hoş bir ortam haline geliyor. Yönetmenle olan ilişkiniz çok önemli, şöyle ki; yönetmen mutlak hakimdir. Ama bunu fazla abartanlar vardır, bu tip yönetmenlerden rahatsız olup arama mesafe koymaya çalışırım. Şimdi de arada sırada kamera önüne geçtiğimde genç yönetmenlerle çalışmak keyifli oluyor. Süleyman Bey (Saim Tekcan) belki çok kimse bilmez ama siz Türk Sineması’nın başyapıtlarından “Sevmek Zamanı” filminde, Yeşilçam’ın altın yıllarında bu mesleğin içinde yer aldınız, neden aktör olarak devam etmediniz? S.S.T.: Deneme filmim “Sevgili Öğretmenim”dir. O filmde Süleyman Turan, Ediz Hun, Yusuf Sezgin, Hülya Koçyiğit ile tanıştım. Çoğu ”Ses Mecmuası” yarışmasına katılan, o zamanın gençleri ve yakışıklıları bir araya gelmişti. Sinemada neden kalmadığımı söyleyeyim… ‘Acaba ben kariyeri seçmekle doğru mu yaptım?’ diye düşündüğümde doğru yaptığımı anlıyorum. Çok iş yapan fakat yaşam düzeyleri çok düşük olanlar var aralarında. Bütün bunlar düşündürücüdür. Ben Süleyman Turan’ı azıcık anlatmak istiyorum. Resim öğretmeni olarak geldiğim sinemada o genç kuşak-grup içerisinde kültür düzeyi yüksek iyi resim çizebilen bir insan olarak tanıdım. Benim ressam rolünü oynadığım filmde ise Süleyman (Turan) başrollerden biriydi. S.T.: Çok enteresan, ben onca filmde rol aldım ama Süleyman Saim Tekcan en çok hatırlanan filmde rol aldı. Metin Erksan gibi çok büyük bir üstadın rejisinde “Sevmek Zamanı” filmiyle literatüre geçti. Türk Sineması’nın kilometre taşlarından biri bu film ve ne mutlu ki Süleyman kocaman rollerden birini oynadı. A.G.S.: (S.S.T.’ye) Ama aktör olarak tanınmıyorsunuz… S.T.: E devam etseydi… S.S.T.: Aktör arkadaşlarımla bir araya geldiğimizde, ki arada bulu-
SÖYLEŞİ
Prof. Süleyman Saim Tekcan ve Süleyman Turan; bu kare iki sanatçıyı çalışmaları ile birlikte gösteriyor. Süleyman Turan'ın çizgi romanları ve S.S. Tekcan'ın özgün baskı ve resim çalışmaları.
şuruz; hayranlar hep birlikte fotoğraf çektirmek istiyorlar. Kimse benimle resim çektirmiyor. Üzülüyorum. S.T.: Vitrinde olmanın gerektirdiği bir farklılık var. (S. S. T.’nin eserlerini göstererek) Şöyle bir şey yapmak Oscar almaktan daha önemli… S.S.T.: Tanıştıktan sonra zaman zaman bir araya gelip sohbet etme fırsatımız oldu. Bütün o sohbetlerden ben çok keyif aldım. Aktörlerin çoğunda olmayan derinliklere sahip Süleyman; arkadaş ve dostluğumuz hala sürüyor. Özellikle söylemek istediğim bir şey var, çizgi romanlarının da düzeyinin çok
yüksek olduğunu düşünüyorum. S.T.: Çok teşekkür ederim. A.G.S.: Başarılı çizimler olunca ben illüstrasyon tanımını daha çok yakıştırıyorum; sizinkiler de özgün ve desenleriniz kuvvetli. Çizimlerinize bakınca özellikle Roy Lichtenstein geliyor aklıma. Poster sanatı gibi düşününce de Norman Rockwell. S.T.: Norman Rockwell’i ben çok ayrı bir yere koyarım. 90’lı yaşlarına dek çizdi. Ben ilk “Hafta” sonra “Yelpaze” Dergisi’nde karikatür çizdim. Yelpaze’nin Yazı İşleri Müdürü Safa Önal’dı ve şu anda bizim sinema-
mızın en bilinen senaryo yazarlarından biri. Çizgi romana ise ilk Akşam Gazetesi’nde başladım. Yaş ilerledikçe çizgiler de oturmaya başladı. Günaydın Gazetesi’nin ekine devam eden bantlar çiziyordum. Oğuz Aral’ın meşhur “Utanmaz Adam”ının altında da benim “Fişek Fikri” vardı. Şöyle bir şansım vardı; Oğuz’u okuyan beni de okuyor ama bir yandan da şanssızlık onunla kıyasladığı zaman pek hoş olmuyordu… Sabah Gazetesi’nin Melodi ekinde de yer aldı çizgi romanlarım… A.G.S.: Yurt dışında bant çizgi romanlar hala çok önemli.
Mengerler Lifestyle
121
SÖYLEŞİ
Türk Sineması'nın sevilen simalarından Süleyman Turan çok yönlü bir sanatçı. Yıllardır yayımlanmakta olan çizgi romanlarını hatırlayacaksınız.
Süleyman Turan ve Prof. Süleyman S. Tekcan arada diğer aktör dostları Ediz Hun, İzzet Günay ve Yusuf Sezgin ile buluşup sanat ve sinema üzerine sohbet ettiklerini söylediler.
S.T.: Çizgi romandan çıkıp filme çekilmiş hikayeler var. Mesela Frank Miller’ın çok tutulan çizgi romanından sinemaya aktarılan “Sin City/Günah Şehri” gibi. S.S.T.: Bizdeki en önemli örnekler “Karaoğlan” ve “Malkoçoğlu”. Karaoğlan denince aklımıza Kartal Tibet geliyor. Bu rol için beni 122
MengerlerLifestyle
bile düşünmüşlerdi; ‘Ben sarıyım’ dedim kabul etmedim. A.G.S: Eski sinema günlerinizden bahseder misiniz, teknoloji çok geriydi mesela… S.T.: Türk filmleriyle ille de dalga geçmek isteyen tuhaf bir güruh var-
SÖYLEŞİ dı. Biz de onlara güzel doneler verdik: “N’ayır, n’olamaz” laflarıyla… Teknoloji elbette çok geriydi. Okullu yönetmen de çok azdı o zaman. Bana göre hem kamera önü, hem kamera arkası, usta çırak ilişkisiyle, biraz da deneme yanılmayla öğrenilecek bir şey. Yoksunluklar bizim yönetmenleri yepyeni kulvarlar keşfetmeye zorladı. Bir üslup gelişti, müthiş şeyler oldu. Metin Erksan dehası ortaya çıktı. Lütfi Akad, Atıf Yılmaz, Osman Seden ikinci kuşak Ömer Kavur, Zeki Ökten… O dönemin koşulları altında inanılmaz güzel eserler ortaya koydular. Sansürün getirdiği yasaklamalar belki de insanları daha farklı şeyler yapmaya itti. Mesela bir avantür filmde kahraman kötü adamları ekarte edip de tek başına kaldığı zaman mutlaka son 30 saniyesinde polisler gelir. Gelir de ne yaptıkları belli değil! “Tek başına kanun değilsin” mesajını verirler. İyi bir mesaj ama onu bütüne yedirebilmek lazım. Şimdi okullu, hem kamera önünde hem de arkasında çok donanımlı sinemacılarımız var. Müthiş yetenekliler. Fakat çok çabuk “oldum” diyenler var. Bu büyük bir tuzaktır, bunu dediğiniz an düşersiniz. Kendi meselelerini ön plana alıyorlar. Bir Fellini olma çabası giriyor işin içine. Ondan sonra bu çarkın içinde farklı bir yerde takılmak gerektiğini de anlıyorlar. Onca masraftan ve emekten sonra yaptıkları film, ailece seyrediliyorsa o pek bir işe yaramaz. O dönemki sinemaya yöneltilen eleştirilerden biri de fakir kız zengin oğlan, ya da tersi hikayelerin çoğunlukta olmasıydı. Sonra Amerika’da biri çıkıp “Love Story” filmini yaptı. Çok zeki bir yönetmendi. O projeyi kabul ettirmek için çalmadık kapı bırakmadı. Kimse kabul etmedi. Kendi imkanlarıyla çekti. “Öyle bir film yapmalıyım ki akrabalarımla oturup yüzüm kızarmadan seyredebileyim” demiş. Sonuçta bizim belki 300 defa yaptığımızı bir defada yapıp “Aşk Hikayesi”ni çıkardı ortaya. Torununun torununa yetecek kadar para kazandı. Biz 300 defa yaptık. Bırakın torununun torununu, evlenmekte bile zorluk çeken insanlar vardı.
Prof. Süleyman Saim Tekcan eğitmen olarak da ülkemizde sanatın gelişmesi için büyük katkılarda bulunmuştur.
A.G.S: Ülkemizde sanata verilen değer ne yazık ki beklenen seviyeye gelmedi. S.S.T.: Bizim yetiştiğimiz ve okuduğumuz her dönem devletin desteğiyle oldu; parasız olarak bizleri okuttu. Amerikan ya da Avrupa sinemalarının dünyayı önemli bir ölçüde elde etmelerinin sebebi imkanlarının ve kültürlerinin yüksek olmasından kaynaklanıyor. Tesadüfen bir araya gelen iki Süleyman kardeş, Türk Sineması’nın içinde kültür alışverişiyle birlikte bir olayı tartışıyoruz; zorluklar içinde yetiştik. A.G.S: (S.S.T.’ye) Birçok üniversitede atölyeler kurdunuz, eğitmenlik yaptınız; ülkemizde sanat eğitimi konusunda fikrinizi almak istiyorum. S.S.T.: Eğitim olmadan hiçbir şeyin standardını yükseltmek mümkün değildir. Mimar Sinan Üniversitesi’nde Sinema-Televizyon Enstitüsü’nün kurulması çok faydalı oldu. Bugün yetişen birçok yönetmen o okuldan mezun. Bu da yetmedi Vakıf Üniversiteleri’nde de sinema bölümleri kuruldu. Çok okuyan, düşünen, tartışan, yaratıcı insan modeli yetiştirmemiz bütün mesleklerde, ama en çok da sinemada önemli; çünkü bütün sanatları; müziği, resmi, mekanı, şiiri, edebiyatı içinde barındıran bir sanat dalı.
Süleyman Turan, çok renkli bir sanatçı ve bir o kadar da mütevazı. Çizgi romanlarının yanı sıra birçok film ve tiyatro senaryosuna imza atmış.
Mengerler Lifestyle
123