EKONOMİ 0.1

Page 1

1


İÇİNDEKİLER ARZ VE TALEP NEDİR ? Sayfa - 3 CETERİS PARİBUS

Sayfa - 4

BIRAKINIZ YAPSINLAR BIRAKINIZ GEÇSİNLER

Sayfa - 5

HOMO ECONOMİCUS Sayfa - 6 DAVRANIŞSAL İKTİSAT Sayfa – 7 MARJİNAL FAYDA VE MARJİNAL MALİYET Sayfa – 8 YARATICI YIKIM Sayfa – 9 SUÇ ÖNLEME PARADOKSU Sayfa – 10 AYLAK SINIF TEORİSİ Sayfa – 11 ZÜPPE ETKİSİ

Sayfa – 12

NASH, AKIL OYUNLARI, OYUN TEORİSİ MESELESİ Sayfa – 13 BOĞA, AYI VE KURT PİYASALARI Sayfa – 14 MAKİNE KIRICILIK

Sayfa – 15

TOPRAK ÇİTLEMESİ Sayfa – 16 MANDAL TAKOZ ETKİSİ

Sayfa – 17

İŞÇİ YANILMA MODELİ

Sayfa – 18

MALTHUS KAPANI

Sayfa – 19

BUNLARI BİLİYOR MUYDUNUZ ?

Sayfa – 20

ÜNLÜ İKTİSATÇILARDAN SÖZLERİ DERGİ EKİBİ

Sayfa – 27

Sayfa – 29

2


ARZ VE TALEP NEDİR ?

Arz; bir malın üretici tarafından belirlenen fiyatla, belirli bir zaman diliminde piyasaya sunulmasıdır. Başka bir deyişle arz üretimi tanımlamakta ve pek çok faktörden etkilenmektedir. Bunlar; malın fiyatı, maliyetleri oluşturduğu ve kâr amacı güttüğü için üretim faktörlerinin fiyatı, piyasada bulunan ikame ve tamamlayıcı malların fiyatı, geleceği de öngörerek hareket edebilme adına gelecekte beklenen fiyatlar, bu malı piyasaya arz edenlerin sayısı ve son olarak da teknoloji düzeyi olarak sıralanabilir. O halde Arz Yasası, diğer etkenlerin sabit kabul edildiği durumda (ceteris paribus) mal fiyatının artmasıyla arz edilen miktarın da artması biçiminde özetlenebilir. Dolayısıyla pozitif eğimli bir eğri oluşturmaktadır.

Talep ise; bir tüketicinin belirli bir fiyat seviyesi ve zaman diliminde satın almaya hazır olduğu mal miktardır. Başka bir deyişle talep, bir mal veya hizmet satın alabilecek güce sahip tüketici grubudur. Bir malın talebini belirleyen etkenler; talep edilen malın fiyatı, piyasada bulunan ikame ve tamamlayıcı malların fiyatı, bütçemizi bilerek hareket edebilmek için gelir durumu, geleceği de öngörerek hareket edebilme adına gelecekte beklenen fiyatlar, kimlerin talep edebileceğini bilmek için nüfus ve son olarak da bireysel zevk ve tercihler olarak sıralanabilir.

O halde Talep Yasası, diğer etkenler sabit kabul edildiğinde (ceteris paribus) mal fiyatının artmasıyla talep edilen miktarın aksine azalması şeklinde özetlenebilir. Dolayısıyla negatif eğimli bir eğri oluşturmaktadır.

Piyasa dengesi nasıl oluşur ? Bir malın arz ve talebinin karşılaştığı her türlü ortama “piyasa” denilmektedir. Piyasa dengede iken oluşan fiyata denge fiyatı, bu fiyattan satın alınan mal miktarına ise denge miktarı adı verilmektedir. Denge fiyatı ve denge miktarının birbirine eşit olduğu durum “denge durumu” olarak bilinmekle beraber, arz edilen bütün malların talep edildiği ve bu miktardan daha fazla talebin olmadığı ya da talep edilen her malın

arz edildiği ve bu miktardan daha fazla arzın olmadığı durumun, mevcut olduğu anlamına gelmektedir. Eğer denge durumu söz konusu değilse; arz edilen mal miktarının, talep edilen mal miktarını aşmasıyla oluşan fazlaya arz fazlası; talep edilen mal miktarının, arz edilen mal miktarını aşmasıyla oluşan fazlaya da talep fazlası denilmektedir.

3


CETERİS PARİBUS / Diğer Şartlar Sabitken İktisatta varsayımların başında gelen ve literatürde çokça karşımıza çıkan bu kavram Latince kökenli olup “Diğer şartlar sabitken” anlamına gelmektedir.

Peki diğer şartların sabit olması tam olarak ne demektir ? Sosyal bilimlerde iki değişken arasındaki ilişkiyi belirlemek için inceleme yaparken daha sağlıklı bir sonuç elde edebilme adına diğer değişkenler sabit varsayılarak işlem yapılır. Bunu yaparken gözlem dışı bırakılan olgular yok sayılır. Bu basitleştirme ile ele alınan konu daha net bir çerçevede modellenmiş olur.

Soyutlama denen bu işleme, “Ceteris Paribus” en iyi örneklerdendir.

İktisadi açıdan örnek verecek olursak Bu noktada talep kanunundan bahsedebiliriz. Bu kanun, günlük yaşamda da hemen hemen herkesin kabul ettiği bir anlayış olan, bir malın fiyatı artarken talebinin azalmasını ifade eder. Ancak bu ilişkide ikame malların fiyatı, gelir düzeyi, zevk ve tercihler gibi fiyat dışındaki tüm değişkenlerin sabit olduğu varsayımını unutmamak gerekir.

4


‘’ BIRAKINIZ YAPSINLAR BIRAKINIZ GEÇSİNLER ’’ Liberalizmin önemli temsilcisi Adam Smith tarafından ortaya atılan görünmez el prensibi, piyasanın kendi iç işleyişine bırakıldığı ve bu işleyişe dışarıdan herhangi bir müdahale olmadığı takdirde, piyasanın toplum açısından en olumlu sonuçları doğuracağı inancına dayanır. Çünkü bu görüşe göre ekonomiyi dengeye getiren temel şey rekabettir. Bir ekonomide rekabet tam olarak sağlanmışsa, bu ekonomi rekabet tarafından görünmez bir el gibi otomatik olarak düzenlenecektir. Dolayısıyla “görünmez el” prensibini savunan liberal iktisatçılara göre piyasanın kendi iç işleyişini bozabilecek müdahalelerden kaçınmak gerekir. İşte bu durum Fransızca bir ifade olan ve Türkçe’ye “Bırakınız yapsınlar, bırakınız geçsinler” şeklinde çevrilen “Laissez Faire Laissez Passer” ifadesiyle vurgulanmıştır.

Bırakınız yapsınlar, devletin piyasaya hiçbir şekilde müdahale etmemesini ifade eder. Bu anlayışa göre piyasada üretici ve tüketici konumunda bulunan bireyler, ekonomik tercihlerini tamamen kendi isteklerine göre ve dışarıdan herhangi bir müdahale olmaksızın yapacaklardır. Burada devletin işlevi, piyasa mekanizmasının önündeki engelleri kaldırmakla sınırlıdır. “Polis devlet” ya da “jandarma devlet” olarak adlandırılan böylesi bir devlette, devlet, sadece iç ve dış güvenliği sağlayan; piyasaya ise hiçbir şekilde müdahale etmeyen bir kurum konumundadır.

Bırakınız geçsinler ise, ülkeler arasında yapılacak ticaretten her ülkenin karlı çıkacağını savunur.

Bu anlayışa göre dış ticarette sınırlamalar koymak, yüksek gümrük duvarlarıyla dış ticareti zorlaştırmak, bir ülke açısından olumsuz sonuçlar doğuracaktır. Dolayısıyla dış ticaret teşvik edilmeli ve dış ticaretin önündeki engeller kaldırılmalıdır.

Sonuç olarak “Bırakınız Yapsınlar, Bırakınız Geçsinler” içte ve dışta ekonomiyi kendi işleyişine bırakmak, ona dışarıdan herhangi bir müdahalede bulunmamak demektir. 5


HOMO ECONOMİCUS Homo economicusun dört temel özelliği var: Tam bilgiye sahip olma, seçici olma, çoğu aza tercih etme, tutarlı olma. Bireyler tercihleri ile ilgili tüm bilgiye sahiptir ki bu tam rekabet piyasası koşullarından birisidir. Neye karar vereceğini ve nasıl fayda sağlayacağını eksiksiz bilmektedir. Tam bilgiye sahip birey tercihleri arasında kararsızlık yaşamamakta, neyi neye tercih etmesi gerektiğini ya da hangi koşullarda kayıtsız kalması gerektiğini eksiksiz bilebilmektedir. Birey, çoğu aza tercih etme ile ilgili hep tutarlı davranmaktadır. Örneğin; A, B, C sepeti şeklinde üç mal sepeti olsun. Tüketici B sepetini A’ya tercih etmiş, A’yı da C’ye tercih etmişse bu duruma bakarak B’yi de C’ye tercih etmiş diyebiliriz

.

Homo economicus olmak nedir ? Homo economicus olmak; rasyonel insan (akılcı) olmak, bireyselliği ön planda tutmak, ekonomik çıkarlarını yüksek planda tutmak demektir. Bu söz konusu birey, sadece ve sadece kendi çıkarını gözeten bencil (egoist) bir kişiliktir. Faydacı olup faydasını maksimize edecek tüketimde bulunmaya çalışır. Bir başka deyişle homoeconomicus, sınırsız isteklerini sınırlı kaynaklara göre maksimize etmeyi amaçlayan bir kişidir.

Neoklasik iktisatçılar için homo economicus figürünün, rasyonel, rekabetçi ve tükenmeye enerjiyle birlikte devamlı ve ideal çalışanı temsil ettiğini ifade eden Peter Fleming, gerçekte ise bilişim teknolojilerinin özgürleştirici etkilerini bir türlü hissedememekte olan, yalnız homo economicus’un, borç yükü altında ezilip güvensiz çalışma koşulları altında ayakta kalmaya çalıştığını savunuyor. Süregelen toplumsal ve ekonomik krizi homo economicus’un çöküşüyle ilişkilendiren Fleming, eğer daha güzel bir yaşam istiyorsak, hayatın her yerinde mevcut olan, dur durak bilmeyen bir yarışma ve biriktirme arzusuna son vermemiz gerektiğini bize hatırlatmakta ve mühim olduğunu savunmaktadır.

İnsanın ekonomik kararlarında, mantıklı kararlar ile finansal işlem yapacağını iddia eden ve kökenini Rene Descartes zamanındaki tartışmalardan alan 17.yüzyıl zamanlarında popülerlik kazanmış hem siyasi hem iktisadi felsefede sıkça kullanılan ve tartışılan bir konu olmuştur.

6


DAVRANIŞSAL İKTİSAT İktisatta Homo Economicus olarak tanımlanan insan, rasyonel karar alma mekanizmasıyla ilişkilendirilmiştir. Bunun doğruluğunu sorgulama adına bireyi iktisadi bir gözle incelemenin yanında psikolojik, sosyolojik ve daha birçok açıdan ele alarak çoklu bir gözlem yapılması gerekir.

Homoeconomicuslaştır amadıklarımızdan mısınız?

Günlük yaşantımızda her zaman rasyonel davranışlarda bulunduğumuz söylenemez. Tercihlerimizi sürekli olarak kar ya da faydayı maksimize etmeye yönelik gerçekleştirmeyebiliriz. Sosyal, psikolojik, kültürel faktörler, asimetrik bilginin varlığı, beklentiler gibi etkenler kişiyi rasyonellikten uzaklaştırabilir. Bu noktada Homo Economicus kavramını eleştiren bir teori olarak, Davranışsal İktisat karşımıza çıkmaktadır.

Davranışsal İktisat, insanı sadece rasyonellik kavramıyla ilişkilendirmek yerine saf iktisadi bakış açısının yanında psikolojik açıdan da inceleyerek deney ve gözlem geliştirir.

Davranışsal İktisat, tarihsel sürece baktığımızda Adam Smith’in Ahlaki Duygular Teorisi’ne kadar dayanmaktadır. Bu teoriyle bireysel davranışlar insan psikolojisiyle ilişkilendirilerek davranışsal iktisadın temelleri atılmıştır. 19. yy boyunca iktisatçılar bireyi ele alırken psikolojik faktörlere de atıfta bulunmuşlardır ancak 20. yy başlarından itibaren iktisat, psikolojiden uzaklaşmaya başlamıştır ve sadece iktisat bilimiyle ilişkili analizler üzerinde durulmuştur. Her ne kadar iki bilim dalı arasında bu dönemde uzaklaşma yaşansa da Fisher, Pareto ve özellikle Keynes gibi iktisatçılar çalışmalarında psikolojik faktörleri de göz önünde bulundurmuşlardır. Özellikle; 20. yy ortalarında Herbert Simon, iktisat ve psikoloji arasındaki ilişkinin yeniden gündeme gelmesinde ve Davranışsal İktisat’ın gelişiminde önemli bir rol oynamıştır. “Pür Rasyonellik” kavramına karşılık “Kısıtlı Rasyonellik” kavramını ele alarak bireyin her zaman tam bilgiye sahip olmadığından, zevk ve tercihlerin değişim gösterebileceğinden bahsetmiştir.

Günümüze kadar yaşadığı dönüşümlerle Davranışsal İktisat, üzerinde daha çok düşünülen ve çalışmalar gerçekleştirilen bir alan haline gelmiştir. Bireyin aldığı kararların ne kadar mantık çerçevesinde olduğu ne kadar duygusal, psikolojik faktörlerin etkisi altında olduğu konusu iktisadi olayların çözümlenmesinde sorgulanması gereken önemli noktalar arasındadır. 7


MARJİNAL FAYDA VE MARJİNAL MALİYET

Fayda kavramını bireylerin tüketimleri sonucunda elde ettikleri tatmin olarak tanımlayabiliriz. Marjinal fayda bu tanımdan biraz daha farklı olacaktır. Öncelikle marjinal ne demek buna bakmamız gerekir. Marjinal kavramı ekonomide “son birim” anlamında kullanılmaktadır. Bu kavramı ekonomiye ilk olarak kazandıran Neo-klasik Teori olmuştur. Neo-klasikler, Klasik yaklaşımdan farklı olarak bir malın değerini faydasıyla ilişkilendirmişlerdir ve bu faydayı marjinal kavramıyla sentezleyerek marjinal fayda üzerinden analizlerini geliştirmişlerdir. Marjinal faydayı bir mal veya hizmetin tüketiminde ilave her bir birim ile meydana gelen değişim olarak ifade etmek mümkündür. Marjinal faydanın işleyişine bakacak olursak, İlave her bir birimde elde edilen tatmin belli bir noktaya kadar artma eğiliminde olacaktır ancak maksimum noktadan sonra azalışa geçecektir. Marjinal fayda azaldıkça malın talep edilen miktarında da azalma yaşanacaktır. Daha basit bir şekilde açıklarsak, örneğin acıktığımızda yediğimiz bir tabak yemeğin faydası maksimumdur ancak ardından yiyeceğimiz ikinci tabak bize aynı tatmini sağlayamayacaktır. Hatta daha fazlası rahatsızlık verecektir. Bu noktada Azalan Verimler Konunu işlemektedir.

Bu da verimliliğin belli bir noktaya kadar artış yaşayıp sonrasında azalış gösterdiği süreci ifade etmektedir. Buradaki verimlilik de marjinal verimlilik olarak ele alınmaktadır. İktisadi açıdan rasyonel davranışlarda bulunan birey faydasını maksimize etmek ister. Buna karşılık marjinal maliyetini ise minimize etme güdüsü taşır. Marjinal maliyet, ilave her bir birim üretimde katlanılması gereken maliyettir. Bu da üretim arttıkça toplam maliyette meydana gelen değişimi ifade eder. Mikro iktisadın vazgeçilmezi olan bu kavramlar, Neo-klasik yaklaşımın hakim olduğu dönemde yer edinmiş ve günümüze kadar uzanmış olup ekonomide sıklıkla karşımıza çıkmaktadır. Peki tüm bunlara baktığımızda iktisadi açıdan her birey faydasını maksimize etmeye çalışırsa, bu toplam faydayı pozitif mi etkileyecektir? Ya da Homoeconomicus her zaman faydasını maksimize etmeye mi çalışacaktır? Görülen odur ki birey, iktisatta rasyonel olarak ele alınsa da günlük yaşamda her zaman faydasını maksimize eden buna karşılık maliyetlerini minimumda tutan davranışlar sergileyememektedir. Bu noktada bireyin gerçekten rasyonel karar alıcı olup olmadığı sorgulanmalıdır. Ayrıca faydanın kişiler açısından ne şekilde algılandığı da önemli bir soru işareti olarak kalacaktır.

8


YARATICI YIKIM Yaratıcı yıkım; Güncel olmayan veya geçerliliğini yitirmiş düşüncelerin ve yaklaşımların yerini daha yenilikçi olanların alması yani eski ile yeninin bir anlamda yer değiştirmesi şeklinde ifade edilebilir.18.yy’da ortaya çıkan Sanayi devrimi ile tüm dünyada köklü değişimlere yol açan “yaratıcı yıkım” gerçekleştiğini ifade edebiliriz. Sanayi devrimi ile fabrikaların kurulması, makineleşmenin başlaması, kitlesel üretime geçilmesiyle üretim metotlarının değişmesi, sermaye birikimi artışı ile yatırımların ve beraberinde ülke zenginliklerinin artması, kentleşmenin hız kazanması ve özellikle teknolojik yeniliklerin yaşanması, yaratıcı yıkımın etkilerini arttıran gelişmeler olarak karşımıza çıkar. Sanayi Kapitalizmi’nin süratle gelişmesi ve tüm dünyaya yayılmasıyla kendini iyiden iyiye gösteren yaratıcı yıkım olgusunu, kapitalizmin varlığının en temel destekleyicisi olarak nitelendirebiliriz. Sadece ekonomik değil, toplumları derinden etkileyen; sosyolojik, kültürel, politik boyutta yeniliklere yol açtığını, paradigma değişimi ile bireylerin bakış açılarında ve davranışlarında da dönüşümlere yol açtığını söyleyebiliriz. Yaratıcı yıkım olgusunun temelinde; değişim için gerekli olan girişimcilerin inovasyon yaratma fikirleri yatar. Schumpeter’e göre daha yüksek kalitede ve daha yeni ürünler üretebilen yenilikçi firmalar varlığını sürdürür, eski ürünleri üreten ve yeni üretim metotları geliştirmeyen firmalar ise yok olmaya mahkumdur. Girişimcilerin yaratıcılıkları ve inovasyonları sayesinde bilişsel ve teknolojik alanda ilerlemeler sağlanır ve bu sayede ekonomik büyüme hızlanır. Kapitalist sistem dinamikliğini ve sürdürülebilirliğini, girişimcilerin bu yaratıcı fikirleri ve yeniliklerine borçludur. Günümüzde küresel krizle yeni bir yaratıcı yıkım süratle etkisini arttırıyor. Yeni ekonomi olarak karşımıza çıkan “Bilgi Ekonomisi”nde, teknolojik gelişmeleri destekleyen, bilgi üretebilen; günceli yakalayabilen, entelektüel, nitelikli işgücünün ön plana çıktığını görüyoruz. Bu yeni ekonomide eskide kalan ve günceli yakalayamayan niteliksiz işgücü ise bu yarışta ne yazık ki geride kalıyor. Günümüzde inovasyon ve teknoloji alanında sağlanan gelişmeleri üretimde sürdürülebilir hale getiren ve yeni üretim metotları geliştiren firmalar; rekabetin ivme kazandığı geniş dünya pazarında karlı çıkmayı, varlığını sürdürmeyi ve kendine yer edinmeyi başarabiliyor. Yapay zeka, robot teknolojisi, sanal paralar, online eğitim ve dijital yaşam ön plana çıkıyor.

9


SUÇ ÖNLEME PARADOKSU İktisada göre herkes suçta bulunma veya suç işleme eğiliminde bulunabilmektedir. Bunun içinde devlet suçu önlemek için çeşitli önlem ve analizler uygulamaktadır. İnsanların suçu tercih etmesinin sebepleri arasında kolay mal olması ve erişim kolaylığına sahip olması sayılabilir. Suç önleme Paradoksuna göre birey çalışma hayatındaki süreyi yasal olan faaliyetler ve yasal olmayan mal olarak ikiye ayırırlar.

Ekonomilerde hükümet veya otoriteler bireylerin yükümlülüklerini yerine getirmediğini, yasal olmayan faaliyetlere daha fazla zaman ayırdığını gözlemlediğinde ve bütçenin sorun yaşadığını gördüğünde politika araçları ile önlem almaya çalışır.

Kişiler bütün risklere rağmen yasal olmayan Faaliyetlere daha çok zaman ayırarak gelirlerini maksimize ederler. Önlemler uygulandığında bireylerin geliri düşse de yasal olmayan faaliyetlere vakit artar. Suçun artması ve yasal olmayan faaliyetlere ayrılan zamanın artmasına suç önleme paradoksu denir. 10


AYLAK SINIF TEORİSİ Veblen, 1989 yılında yayımladığı “ The theory of the leissure class” isimli eserinde ilk kez bu terimden bahsediyor. Veblen, toplumları sınıflandırırken; barışçıl toplumlar, barbar yani yağmalayıcı toplumlar ve parasal toplumlar olarak ifade ediyor. Ona göre aylak sınıf, özel mülkiyetin varlığını göstermeye, baskısını arttırmaya başladığı ve beraberinde sınıflı bir toplumun ortaya çıktığı dönemde kendisini gösteriyor. Tarihsel süreçte aylak sınıfın ortaya çıkmaya başladığı döneme baktığımızda, barbar toplumların seslerini yükselttikleri ve savaşarak güç ve gövde gösterisi yaptıkları döneme denk geldiğini görüyoruz. Savaşların ve kaos ortamının arttığı, hız kazandığı dönemlerde bu durum halkın algılayış biçimlerini değiştirmeye başlıyor ve içinde bulunulan bu sürecin bir şekilde insanların düşüncelerine yön verdiği söylenebilir. Ortaçağ Avrupası’nda feodalitenin yarattığı “toplumsal sınıfsal ayrımı” baskın bir şekilde kendini gösteriyor. Üst sınıfta bulunan soylular, oturdukları toprakların mülkiyetine sahipler ve aylak sınıf olarak nitelendiriliyorlar. Yine rahipler de diğer işlerden muaf olarak bu sınıfa dahil oluyorlar. Sanayileşmenin hız kazandığı dönemde aylak sınıf, emek gücü gerektiren işlerden, sanayi faaliyetlerinden kısacası çalışmadan katiyen uzak duruyorlar ve bunun toplumun iyi bir statüye sahip olmasını sağladığını düşünüyorlar. Siyaset, din, spor, eğitim gibi alanlarla meşgul oluyorlar. Yüksek gelire sahip olan bu sınıf, gösteriş tüketimi tutkusuyla, sırf ilgiyi üzerlerine çekmek için, yaptıklarını hiç çekinceleri olmadan halkın adeta gözüne sokarak yapıyorlar ve bundan haz duyuyorlar. Alt sınıftakileri kıskandırma çabasıyla servetlerini fütursuzca harcıyorlar tabii bunu yaparken de modaya uygun şekilde giyim kuşamlarına son derece özen gösteriyorlar. Yüksek fiyatlı ürünün daha kaliteli olduğunu ve kişiye daha yüksek statü sağladığını söyleyerek savurganlıklarını bu şekilde kamufle etmeye çalışıyorlar. Aylak sınıfa dahil olmayan alt sınıflar ise onların hayatlarına özeniyorlar ve üst sınıftakileri taklit etmeye çalışıyorlar. Aylaklar sınıfı; modernleşmenin, endüstrileşmenin, tüketim tutkusu ve gün geçtikçe artan rekabet hırsının bir ürünü olarak karşımıza çıkıyor.

11


ZÜPPE ETKİSİ

Talep; bir ürünün fiyatı arttıkça azalmakta, fiyatı azaldıkça ise artmaktadır. Bu normal koşullarda normal mallar için geçerli olan talep eğrisidir. Ancak iki durumda talep eğrisi bu şekilde işlemez. Bunlar; Gösteriş Tüketimi ve Züppe Etkisi durumlarıdır. Gösteriş Tüketimi (Conspicuous Consumption), geliri düşük olan insanların, gelirini daha yüksek göstermek amacıyla yaptıkları çoğunlukla bütçelerini aşan harcamalardır. Kendileri için çok pahalı olmasına rağmen borçla ya da uzun vadeli taksitlerle alınan son model cep telefonları buna örnek gösterilebilir. Bir başka deyişle, malın fiyatının benzerlerine göre yüksek olması, talep görmesini sağlamaktadır. Gösteriş Tüketimine göre daha sonradan ortaya çıkmış olan Züppe Etkisi ise John Maynard Keynes tarafından ortaya atılmış sosyolojik ve ekonomik bir kavramdır. Züppe Etkisi (Snob Effect), yüksek gelirli insanların durumlarını daha iyi göstermek için yaptığı gereksiz harcamaları içermektedir.

Bu durum sıra dışı, pahalı ya da özel mallara sahip olmak isteğinden doğar. Bir mal ne kadar nadirse Züppe Etkisi de o kadar yüksektir. Sanat eserleri, marka giysiler ya da spor arabalar bunlara örnek verilebilir. Ancak görüldüğü üzere bu mallar genelde yüksek mali değere sahip olmakla beraber düşük pratik değerler içerirler. Züppe Etkisi olan malların, fiyatı düştükçe daha fazla talep görmemesi durumunu daha geniş bir örnekle açıklayalım. X marka arabanın fiyatının düştüğünü farz edelim, ancak fiyatı hala benzer araba markalarına göre yüksektir ve belirli bir gelirin altında olanlar fiyatı düşmüş bile olsa bu arabayı hala satın alamamaktadırlar. Buna karşın fiyatı arttıkça yüksek gelir grubundaki yer alanların talebinde artış yaşanacaktır. Bunun nedeni arabanın fiyat artışıyla beraber daha az kişinin sahip olabileceği bir mala dönüşmesi böylece kendilerine önemli bir statü sağlayacağını düşünmeleridir. İşte bu Züppe Etkisi’dir.

12


NASH, AKIL OYUNLARI, OYUN TEORÄ°SÄ° MESELESÄ° đ&#x;˜Š Ä°ktisadi aktĂśrler arasÄąnda stratejik bir iliĹ&#x;kinin olduÄ&#x;u durumlarÄą oyun olarak modelleyebiliyoruz. Ä°nsanlar, homoeconomicus konusunda bahsettiÄ&#x;imiz gibi kendisini dĂźĹ&#x;ĂźnĂźr ve yaptÄąÄ&#x;Äą hamlelerle faydasÄąnÄą maksimize etmeyi amaçlar. Oyun teorisinde stratejik etkileĹ&#x;imli, yani bir kiĹ&#x;inin faydasÄąnÄąn sadece kendi davranÄąĹ&#x;Äąna deÄ&#x;il baĹ&#x;kalarÄąnÄąn davranÄąĹ&#x;Äąna baÄ&#x;lÄą almasÄą durumu gĂśzlemlenir. BaĹ&#x;langĹçta bir bireyin kazancÄąnÄąn Ăśteki bireyin zararÄąna olduÄ&#x;u yani sÄąfÄąr toplamlÄą oyunlarÄą çÜzĂźmlemek için geliĹ&#x;tirilmiĹ&#x;se de, daha sonra bir çok kÄąsÄąta dayandÄąrÄąlarak etkileĹ&#x;im alanÄą geniĹ&#x;letilmiĹ&#x; ve bir çok alanda incelenmeye baĹ&#x;lanmÄąĹ&#x;tÄąr. Karar vericilerin diÄ&#x;er dĂźĹ&#x;Ăźncelerle iĹ&#x;birlikçi veya rekabet halinde olduÄ&#x;u sosyal durumlarÄą modelleyen bir yaklaĹ&#x;ÄąmdÄąr. Oyun teorisi, oynanan oyunlarla bireylerin davranÄąĹ&#x;larÄąnÄą deÄ&#x;iĹ&#x;tirmek istemediÄ&#x;i son denge haline ulaĹ&#x;maya çalÄąĹ&#x;Äąr. Bu dengeye ulaĹ&#x;ma yolunda çalÄąĹ&#x;ÄąlÄąrken bir çok denge kavramÄą ortaya atÄąlmÄąĹ&#x;tÄąr ve bunlardan en ĂźnlĂźsĂź AkÄąl OyunlarÄą ile bilinen Nash Dengesi’dir. Bir oyun, oyuncular kĂźmesinden, bu oyuncularÄąn uygulayabileceÄ&#x;i stratejilerden ve sonuçlardan oluĹ&#x;ur.

Oyun teorisinin klasik modeli olan yukarÄąda gĂśsterilen tutuklu ikileminde, aynÄą suç için sorguya alÄąnan iki mahkumdan biri olduÄ&#x;unuzu varsayÄąn. Ä°kiniz içinde iki seçenek vardÄąr, suçu itiraf etmek ya da sessiz kalmak. Ancak burada dikkat edilmesi gereken eÄ&#x;er karĹ&#x;Äą taraf itiraf eder ve siz sessiz kalÄąrsanÄąz, itiraf eden serbest bÄąrakÄąlacak siz ise on sene mahkum kalacaksÄąnÄąz. EÄ&#x;er ikinizde itiraf etmezseniz birer senelik ceza, eÄ&#x;er ikinizde itiraf ederseniz, beĹ&#x;er sene mahkumiyet alacaksÄąnÄąz. Ä°lk bakÄąĹ&#x;ta sessiz kalmak iki taraf için de mantÄąklÄą bir seçenek olarak gĂśzĂźksede, insanlÄąk içgĂźdĂźsĂź ile en yĂźksek ceza olan on seneyi almak istemeyecekleri için hiç ceza almadan kurtulma olasÄąlÄąÄ&#x;ÄąnÄą da hesaplayarak birbirlerini ele vereceklerdir.

Serbest piyasa da buna benzer olarak bir oyun teorisiyle çalÄąĹ&#x;Äąr. Rakiplerin senden Ăśnce satÄąm gerçekleĹ&#x;tirirse sen onlarÄąn sattÄąÄ&#x;Äą fiyatÄąn aĹ&#x;aÄ&#x;ÄąsÄąnda satmak zorunda kalacaksÄąndÄąr. Panik satÄąĹ&#x;Äą, foto(treni kaçĹrma korkusu) bu dĂśnemlerde gerçekleĹ&#x;ir. ÇßnkĂź mahkum ĂśrneÄ&#x;ine benzer olarak rakibin satar, sen satamazsan (rakibin konuĹ&#x;ur, sen susarsan) rakibin kazanÄąrken, sen kaybedeceksindir. Karar alma noktasÄąnda hesaba katÄąlmasÄą gereken pek çok deÄ&#x;iĹ&#x;ken vardÄąr. Her kararÄąnda, olumlu olumsuz sonuçlarÄą vardÄąr. Oyuncular kendileri için olumlu olanÄą seçerler

13


BOĞA, AYI VE KURT PİYASALARI Finansal piyasalarda yaşanan düşüş ve yükseliş eğilimleri diğer iktisadi terimlerden farklı olarak bazı hayvan türlerinin avlanma ve beslenme yetenekleriyle ilişkilendirilerek isim almıştır. Bu ilişkilendirmeyle ilgili olarak kabul gören iki farklı yaklaşımdan daha söz edebiliriz. Bunlardan birincisi ayı postu tüccarlarıyla ilgilidir. Tarihte ayı postu tüccarları ellerinde post bulundurmasa bile gelecekte teslim etmek üzere satış gerçekleştirirlermiş ve böylelikle avcılara karşı olan maliyeti ve satış fiyatı arasında oluşan belli bir kar elde etme amacı güderlermiş. Fiyatların düşme beklentisini taşıdıkları için de piyasalar ayı piyasası şeklinde adlandırılmıştır. Diğer görüşe göre ise bu piyasaların isimleri Kırım Savaşı ile ilişkili olarak çizilen bir karikatürle ilgilidir. Rusya tarihsel süreçte ayı sembolüyle bağdaştırılmıştır. Buna karşılık Londra Borsası’nda Kırım Savaşı esnasında İngiltere’yi temsil eden “John Bull” adlı bir boğanın Rusya’yı temsil eden bir ayıyla karşılaşmasını gösteren siyasi bir karikatür çizilmiştir. Sonuç olarak bu piyasaların zaman içinde aldıkları ismin kaynağı ile ilgili birbirinden ayrı görüşler bulunmaktadır. Biz de yazımızda bu piyasaların neyi ifade ettiğini genel bir şekilde anlatmaya çalışacağız.

Bunlardan ilk olarak “Boğa Piyasası” nedir diye bakalım. Boğa Piyasası, varlık fiyatlarının yükseliş eğiliminde olduğu piyasalardır. Bunlar, ekonomik büyüme hızının yanında yatırımcı güveninin de arttığı piyasalardır. Boğa Piyasası’nda yatırımcıların ileriye yönelik olarak iyimser bir beklenti beslemeleri risk alma eğilimlerini de arttırır.

c

Boğa Piyasası’na örnek olarak İkinci Dünya Savaşı sonrası ABD’nin durumu gösterilebilir. Piyasalarda hızlı bir yükselişin olduğu, ekonomik büyümenin hızla baş gösterdiği bir dönem olarak tarihe geçmiştir.

Boğa Piyasası’nın tam tersine Ayı Piyasası ise varlık fiyatlarının düşme eğilimi gösterdiği piyasalardır. Ayı Piyasası’nda geleceğe yönelik beklentiler negatiftir ve daralmanın yaşandığı bir ekonomik durumu ifade eder. Ayı Piyasası’na, ABD’de yaşanmış ancak etkileri dünya genelinde hissedilmiş Büyük Buhran ve buna ek olarak Mortgage Krizi örnek verilebilir. Bu dönemlerde hisse senetleri piyasasında büyük bir çöküş yaşanmış ve uzun yıllar boyunca tüm dünyayı etkisi altına alan sonuçlar ortaya çıkmıştır

Bu piyasalara ek olarak bahsedeceğimiz bir diğer finansal piyasa ise Kurt Piyasası’dır. Kurt Piyasası, kırılgan ortamı ifade etmektedir. Böyle bir ortamda belirsizlik mevcuttur. Kısa vadeli trendler, yüksek risk ve ani karar değişimlerinin olduğu piyasalardır. Buna bağlı olarak piyasada ciddi bir oynaklık söz konusudur

Görüldüğü üzere finansal piyasalar yaşanan trendlere göre birbirinden farklılaşmaktadırlar. Bu farklılaşma piyasadaki aktörlerin davranışlarından etkilenmekte, bu davranışlar ise beklentiler, ekonomiyle ilgili gelişen olaylara bağlı olarak birden fazla faktörden etkilenmektedir

14


MAKİNE KIRICILIK

Luddist hareket olarak da bilinen Makine Kırıcılık, dönemin şartlarını içeren bir bakış açısıyla değerlendirildiğinde, haklı bir isyandır. Her ne kadar seslerini şiddet faktörüyle duyuruyor olsalar da aslında yalnızca işlerini kaybetmek istemeyen bir avuç işçi sınıfının yani emeğin isyanını duyuyoru İlk Luddist hareketi başlatarak adını veren kişi ise Ned Ludd isimli bir tekstil fabrikası işçisidir. Bunun bir efsane olduğunu ve Ludd’un gerçek bir insan olmadığını düşünen bir kesim olmasına rağmen bilinen hikaye şu şekildedir:

Nottinghamlı Ned Ludd, 1758 yılında yün çorap tezgahını kırmış ardından da İngiltere de peş peşe bu tip olaylar görülmeye başlanmış. Bu olaylar o kadar önlenemez ve hızlı bir şekilde yayılmış ki önce yasalarda bu suça özel maddeler getirilmiş ancak yeterli gelmeyince cezasını idama çevirmek zorunda kalmışlar. Kısacası 1800’lerin İngiltere’sinde bir üretim faktörü olan makineyi kırmanın cezası ölüm olmuş.

Edward Palmer Thompson, “İngiliz İşçi Sınıfının Oluşumu” isimli kitabında, Makine Kırıcılığı’nın sayısız örneklerinden bahsederken “Bu hareketin, neredeyse yarım asır İngiltere’yi uğraştırdıktan sonra 1800’lerin başında diğer Avrupa ülkelerine de sıçradığını söylemiştir.

“Ludd burada bulunmuş olmalı…” sözü, ne vakit son teknoloji makineler hasara uğramış halde bulunsa, İngiliz fabrikalarında söylenen ortak bir söz haline gelmiştir

15


TOPRAK ÇİTLEMESİ

Sanayi devriminin ilk dönemine damgasını vuran bu hareket proleter sınıfın ilk öfke hareketidir ancak makineye ya da teknolojiye karşı değil de koşulların yok ediciliğine, insanlığın en temel hakkı olan yaşamanın bir başka deyişle proleter sınıfın geçim kaynağının elinden alınıp işsizliğe, açlığa ve sefalete sürüklenmesinin bir dışavurumudur. Sendikaların olmadığı, kadın ve çocukların çalıştırıldığı, işçinin değersizleştirilip her an işsizler ordusu ile korkutulabildiği bir dönemde makine kırma eylemi sadece bir “makine kırma” değildir. Bundan çok daha fazlasıdır. Sadece kar amacıyla hareket eden girişimciye, sermayedara, burjuvaya; onları makinenin dönen çarkları arasında ömür tüketip acı çekmelerine neden olan her şeye bir saldırıdır. Sanayi Devrimi’ni bir “Yaratıcı Yıkım” haline getiren Yıkım’ın bir yansımasıdır. Tarihte toplumun acı bir yarası olarak kalacak olan bu olay yaklaşık bir asır sürmüş, 1830’larda son bulmuştur.

14. yüzyılda başlayıp 18. yüzyıla kadar devam etmiş olan bu süreç toprağın ticarileşmesi amacıyla yapılmıştır. Toprak Çevirme Hareketi olarak da bilinmekle beraber toprağın çitle çevrilmesi anlamına gelir. Toprakta özel mülkiyete geçilmesiyle beraber değeri ve kirası artan toprakların masraflarını karşılayamayan küçük aile çiftçileri, şehre göç etmek zorunda kalmış, terk edilen boş araziler içinse devlet özel bir yasa çıkararak bu devlet topraklarının birleştirip çevrelenmesiyle büyük çiftliklere dönüştürülebileceğini söylemiştir. Adını da bu küçük arazilerin birleştirilip çitlerle çevrelenmesinden almıştır. Bu topraklar bir kez çitlendikten sonra kamusal niteliğini kaybederek bireysel mülkiyete geçmektedir. Bu süreç aynı zamanda sermayenin toprak yoluyla birikimi olarak da tanımlanmaktadır. Farklı ülkelerde de benzer şekilde ilerlemiş olan bu durum 19.yüzyılda engebeli alanlar dışında çitlenmemiş toprak bırakmamıştır.

16


MANDAL TAKOZ ETKİSİ

İktisat literatüründe “mandal takoz etkisi” en temel anlamda bireylerin gelirlerinde belli miktarda artış meydana geldiğinde, bireylerin tüketimleri hızlı bir şekilde gelirlerindeki artış miktarı kadar artmaya başladığını, ancak tersi durumda, yani kişilerin gelirlerinde belli miktarda azalma meydana geldiği zaman ise, tüketimlerini gelirlerindeki azalış kadar hemen düşüremediklerini ifade ediyor. Bireyler, tüketim alışkanlıklarından öyle bir anda kolay kolay vazgeçemiyorlar ve harcamalarını azaltmak yerine, geçmiş yıllarda yaptıkları tasarruflarını azaltıyorlar. Bir şekilde iyi düzeyde sahip oldukları yaşam standardını ve tarzını korumaya, devam ettirmeye çalışıyorlar. Tabii bu durumu sürdürebilmek için de geçmiş tasarruflarını azaltma yoluna gidiyorlar. Tüketimleri yerine tasarruflarından fedakarlık ediyorlar. Bu şekilde tüketimlerini aniden değil de zamanla azaltma eğiliminde oluyorlar tabii bunun sonucunda toplam talepteki, beraberinde reel hasıladaki ve pek tabii ekonomik büyüme üzerindeki yavaşlatıcı etkisi bir miktar daha düşük kaldığını söyleyebiliriz. Toplam talep miktarındaki düşüşün, toplam talebin toplam arzdan yetersiz kalması ve bununla birlikte ekonomideki durgunluğu arttırdığını hatırlayalım.

Mandal takoz etkisine verilebilecek örneklerden birisi de Yeni Keynesyen İktisadın varsayımlarından birisi ile ifade edilebilir. Örneğin, emek piyasasında ücretlerin aşağıya doğru katı ve yapışkan olduğu varsayımıdır. Firmaların maliyetlerini azaltma yoluyla ücretleri düşürmeleri sonucunda nitelikli işçiler işi bıraktığı zaman firmalar üretimlerini riske atmış olacaklardır. Dolayısıyla firmalar, ücretlerin belli bir düzeyin altına düşmesini önlemeye çalışırlar. Ücretler yükseldiği zaman işçiyle yapılan ve belli bir süreyi kapsayan ücret sözleşmelerine bağlı olarak işveren, işçiye ödediği ücreti kolay bir şekilde düşüremiyor. Mal piyasasında fiyatlardaki değişikliklerin meydana getirdiği maliyetleri ifade eden “mönü maliyetleri” örneği verilebilir. Bu tip küçük çaplı maliyetler firmaları olumsuz etkiler. Firmalar fiyatları düşürmektense değiştirmemeyi tercih eder.

17


İŞÇİ YANILMA MODELİ

Çalışanların ücretlerine yapılan nominal ücret zammının çalışanlar tarafından reel ücret zammı olarak algılanıp kendilerini daha zengin hissetmelerine ‘’para aldanımı’’ ismi verilir. Örnek olarak; geliri 100 lira olan bir işçinin ücretine %10 zam yapılması durumunda işçinin yeni ücreti 110 lira olmaktadır. Yani bu işçinin cebine 10 lira fazla girecektir. Fakat işçi; ekonomideki genel fiyat düzeyini, enflasyonu bilmediği veya tahmininde yanıldığı için 100 lira yerine 110 lira aldığı için daha zengin olduğunu düşünecek ve harcamalarını arttıracaktır. Harcamalarındaki artışla beraber ise yanıldığını anlayacaktır. Bu aldanıma düşenler işçiler olduğu için modelin adı işçi yanılma modelidir. Günümüzde çalışanların ücret zamları ,dönem başında gerçekleşen değil, beklenen enflasyon oranına göre belirlenir. Beklenen enflasyonla gerçekleşen enflasyon arasındaki farklılık işçinin reel ücret düzeyini olumlu ya da olumsuz yönde etkilemektedir.

İşçilerin farketmesinden sonra olacaklar nelerdir ? Gelirlerinde artık olduğunu düşünen işçiler harcamalarını arttırdıktan sonra aslında daha zengin olmadıklarını göreceklerdir. Soluğu hızla patronun yanında alacaklardır.

Peki sizce patron ne yapacaktır ? Bu durumda patronun önünde iki seçenek vardır : Ya istenilen reel ücret zammını yapacak ya da işçiyi çıkartacaktır. Bir diğer ihtimalse, işçinin istifa etmesi olacaktır.

Bu üç durumun sonucunda piyasada neler değişecektir ? Patronun ücretleri arttırması, işçilerin işten çıkması sonucunda işverenin veya firmanın maliyetleri artacağı için emek arzı azalacak, bu azalışla arz doğrusunun sola kaymasıyla fiyatlar genel düzeyi artış gösterecektir. Bu da zamanla enflasyona sebep olacaktır.

İşçiler adaptif ya da uyarlayıcı beklentilere sahiptirler. Bu sebeple geçmiş dönemdeki fiyat artışlarını göz önüne alırlar. 18


MALTHUS KAPANI Covid-19 pandemisiyle ekonomistler tarafından Malthus kapanı yeniden gündeme gelmiştir. Peki adını sıkça duyduğumuz Malthus Kapanı ne anlatmaktadır? Malthus kapanı, Malthus felaketi gibi isimlerde de anılmaktadır. İngiliz nüfus bilimci Thomas Robert Malthus, 1798’de Nüfus Prensibi Üzerine Bir Deneme adlı kitabında, kendi adı ile anılan bir felaket teorisi geliştirmiştir. Bu çalışması zamanında büyük yankılar uyandırmıştır ve yeni tartışmalara yol açmıştır. Kısaca ifade edersek çalışmaya göre ‘’uygun şartlarda herhangi bir popülasyon, besin maddelerinin artışından daha hızlı bir oranda artar ve böylece zamanla kişi başına düşen besin miktarı azalır.’’ Popülasyondaki bazı ölümlerle denge sağlanacağına inanıyordu. Tablo bize nüfus artış hızının besin üretim hızının geçtiği noktada kriz yaşanacağını göstermektedir. Malthus yaşanan toplumsal sefaletlerin alt sınıfların bulunmasından kaynaklandığını nüfus planlamasının özelliklere alt kesimlerine uygulanması gerektiğine inanıyordu. Toplumsal yardımlara da karşı çıkmıştır. Bu yaklaşımdan dolayı Malthus nüfus artış hızının yavaşlaması için iki tane öneride bulunmuştur. Birincisi gönüllü doğum kontrolü ancak burada ifade doğum kontrolü günümüzdeki gibi çağdaş yöntemler değildir ve evlilik yaşının uzatılması eşlerin birbirinden ayrı yaşamasıdır. İkincisi ise savaş, doğal afet, salgın gibi toplumsal felaketler nüfusun azaltılmasıdır. Bugün hala onu eleştirenlerin sayısı teoriyi savunanlardan daha fazladır. Hala sefalet ve kriz yaşanmamış olsa da,’’ bu tür bir krizi yaşanmamasında gelişen teknolojinin payı büyüktür’’ derler.

19


BUNLARI BİLİYOR MUYDUNUZ

?

BEYAZ FİL

FEDAKÂRLIK HADDİ

İktisadi lügatta “beyaz fil” kavramı gösterişli ama külfeti, nimetinden çok olan yatırım anlamına gelmektedir. Fillerin az bir kısmı beyaz renklidir ve beyaz filler görkemli hayvanlardır. Filler, geçmişten günümüze hem yük kaldırma hem de taşıma işlerinde kullanılmışlardır. Hatta geçmişte savaş silahı olarak bile kullanılmışlardır. Fakat beyaz filler, hiçbir zaman işe yarar bir hale getirilememiştir. Bahsedilen özelliklerinden de yola çıkılarak bakıldığında beyaz fil, sahibi tarafından yalnızca güzel görünümü nedeniyle elden çıkarılmayan maliyet ve bakım giderleri dolayısıyla zarara neden olan varlık ve mülkler için kullanılmaktadır. Varlıklı kişiler, varlıklarının ötesinde toplumdaki itibarlarını yükseltebilmek adına bu türden beyaz fil üretimine yönelebilirler. Özel sektörde ekonomik getirisi olmayan beyaz fil, güç sembolünün inşası olarak anlaşılabilir bir durumdur. Peki ya kamu sektörü ile beyaz fil nasıl bir arada işler? Beyaz fil sadece özel yapılarda değil, kamusal altyapı projelerinde, üretken üstyapı projelerinde ve sosyal projelerde söz konusu olabilmektedir. Büyük kamu projelerinin en büyük özelliği iyi bir proje yönetiminin birçok temel unsurunun bozulup göz ardı edilmiş veya niteliğinin düşürülmüş olmasıdır.

Enflasyonu düşürmenin maliyeti tartışması, bir noktadan sonra fedakârlık haddi kavramını ortaya çıkarmıştır. Yükselen veya düşen enflasyonun bir ülkedeki toplam üretim üzerindeki etkisini ölçen bir ekonomik orandır. Maliyetler, enflasyondaki düşüşe tepki olarak ekonomik çıktıdaki yavaşlamayla ilişkilidir. Fiyatlar düştüğünde şirketler üretime yanaşmayıp, azaltabilirler. Bu oran enflasyondaki her %1’lik değişiklik başına kaybı ölçer. Bu oran ülkede uygulanacak politikalara rehberlik edebilir. Bir ekonomide fedakârlık haddi ne kadar yüksekse, hükümetler şok politika yerine tedrici politika izlemeyi tercih ederler. Fedakârlık haddi hesaplanmayan ekonomilerde şok politikaya verilecek olan tepkileri kestiremeyen hükümetler, şok politika yerine tedrici politikayı tercih ederler.

20


BUNLARI BİLİYOR MUYDUNUZ

? Serbest sürücü sorunu; hastane, kamu yolları gibi kamu mallarından, kaynaklardan veya ortak nitelikteki hizmetlerden yararlananlar için herhangi birinin ödeme yapmaması durumunda ortaya çıkan bir tür piyasa başarısızlığıdır. Ücretsiz biniciler bir problemdir. Çünkü mal içim ödeme yapmazlarsa (doğrudan ücret, dolaylı olarak veri veya geçiş ücretleri şeklinde) o mala erişmeye ve o malı kullanmaya devam edebilirler. Bu sebeple de mal yetersiz üretilebilir, aşırı kullanılabilir veya bozulabilir.

ÜCRETSİZ BİNİCİ SORUNU (FREE RİDER PROBLEM)

Serbest sürücü sorunu nasıl aşılabilir ?

Haydi şimdi örneklendirelim: Bir sahil kasabasının bir deniz feneri inşa ettiğini düşünelim. Maliyete herhangi bir katkıda bulunmamalarına rağmen birçok bölgeden veya ülkeden gelen gemiler bu fenerden yararlanacaktır. Herhangi bir yolcu, devlet tarafından yapılan bir yol gibi dışlanamayan bir malı, bedelini ödemese dahi kullanabilecektir. Deniz fenerine benzer bir diğer örnek ise sokak lambalarıdır. Yapılmasına herhangi bir şekilde katkıda bulunmayan bir vatandaş da sokak lambasından mahrum edilemez.

Eğer birçok kişi serbest sürücü olarak hareket ederse kamu malı hiçbir zaman sağlanamaz. Piyasalar çoğu zaman kamu malı üretmekte zorlanırlar. Çünkü serbest sürücüler kamu malını ödemeden kullanmaya çalışırlar. Kamu yararına olan kullanıcıların bunun için ödeme yapmasını sağlayan önemlerle aşılabilir. Bu tür önlemler, piyasaların bunu yapmanın bir yolunu keşfettiği belirli durumlarda hükümet eylemlerini, sosyal baskıları ve ödemeleri tahsil etmeyi içerir.

Kamu malları için ödeme yapmanın en iyi yolu, herkesin katkıda bulunmasını sağlamak ve böylece özgür binicileri önlemenin bir yolunu bulmaktır. 21


BUNLARI BİLİYOR MUYDUNUZ

? Bu başlıklar nelerdir ? ‘’Verimlilik, öngörülebilirlik, hesaplı alışveriş ve denetimdir

Kültürel küreselleşmede Amerikan hegomanyası büyük bir paya sahiptir. Bunun en önemli örneği ise yemek sektörüdür. George Ritzer; Mcdonald's’ın, Amerika Birleşik Devletleri'nin kendisinden daha önemli hale geldiğini belirtmiştir. Bunun sebeplerinden bahsetmek gerekirse; fast-foodun hayatımızda kolayca yer edinmesinden bahsetmekle başlayabiliriz. Okulların kantinlerinde yer alması, çabuk hazırlanıp sıcak servis edilebiliyor olması, hizmete ulaşmanın kolaylığı bu alışkanlığın yerleşmesinin başlıca sebeplerindendir. The New York Times’da 13 Nisan 2003’de yayınlanan bir habere göre; okul çağındaki çocuklar arasında yapılan bir ankette, çocukların %96’sının firmanın maskotu palyaço Ronald Mcdonald’ı, Noel Baba’dan daha çok tanıdığı ortaya çıkmıştır. Bu haberden de fast-food kültürünün yanı sıra McDonalds’ın küçük yaşlara kadar indiğini rahatlıkla görebilmekteyiz. McDonalds’ın bu kadar hayatımıza girişini dört ana başlıkta toplayabilmekteyiz.

Menülerinin sınırlı sayıda tutulması ve hesaplı olması, bu menülerin tecrübe gerektirmezsizin yeni işe alınan bir personel tarafından bile kolayca hazırlanabiliyor olması, çok fazla vakit harcamadan kısa bir süre içinde yeme ihtiyacını yeterince karşılamasıyla, sosyal hayatta zaman tasarrufu sağlaması, klasikleşmiş ve alışılagelmiş menü ve tarzıyla başka illerde hatta ülkelerde bile ilk tercihler arasında yer alması hayatımızdaki yerinin ne kadar geniş olduğunu bizlere göstermektedir.

Peki‘’McDonaldlaştırma’’ terimini nasıl çıkmıştır ? Ritzer, dünyanın neresinde olursak olalım hemen her yerde bir Mcdonald's restoranı bulabilir olmamızı ‘’McDonaldlaştırma’’ terimiyle açıklamaktadır .Ritzer'e göre, McDonaldlaştırma, Max Weber'in akılcılık kuramının bir uzantısıdır. Weber'e göre biçimsel akılcılık, insanların belirli bir amaç için optimum araç arayışının kurallar, yönetmelikler ve daha büyük toplumsal yapılar tarafından biçimlenmesidir. Günümüzde de McDonalds’ın geldiği konum kendini bu şekilde göstermektedir. İnsanlar kendileri için uygun görülen tarz, şekil ve tatları sorgulamadan elde etme çabasına girmiş ve bu sayede McDonald yalnızca bir yemek kültürü olmaktan çıkarak bir hayat biçimi haline gelmiştir

22


BUNLARI BİLİYOR MUYDUNUZ

?

BEBEK ENDÜSTRİ TEZİ ‘’Yeni doğmakta olan Alman Sanayii yaşlı İngiliz sanayii ile boy ölçüşemez. Bu tehlikeyi önlemek üzere, belli bir süre için gümrük engelleri koymak suretiyle sanayinin kuvvetlenmesini temin etmelidir, bu sanayi olgunlaştığı gün tekrar serbestliğe dönülebilir.’’ Friedlich List’in ifade ettiği gibi güçlü bir korumacılık, devlet müdahalesi, ithalat vergileri, ihracat teşvikleri kavramlarına dayanan bebek endüstri veya bebek endüstrileri koruma tezini en basit şekilde ifade edersek gelişmekte olan ülkelerde dış rekabetlere karşı güçleninceye kadar korunan yeni bir sanayi dalıdır. Bu tez ithalata dayalı bir endüstrinin zamanla karşılıklı üstünlük elde etmesine dayanır. Korumacılık politikasının en önemli nedenlerinden biri sayılmıştır. Bu tezi en iyi açıklayan ifade şu şekildedir;’’ gelişmekte olan ülkelerin imalatta potansiyel karşılaştırmalı üstünlüğü vardır, ama gelişmekte olan ülkelerdeki yeni endüstriler, başlangıçta, gelişmiş

ülkelerdeki iyice oturmuş imalatla rekabet edemez. Bir ülkede belirli bir endüstrinin düşük maliyetli ithal mallar nedeniyle büyüyemediği varsayıldığında, Bebek endüstri tezine göre eğer bu endüstriye geçici olarak (bebeklik dönemi sona erene kadar) korumacı dış ticaret politikası uygulanırsa ölçek ekonomilerinin ortaya çıkmasıyla endüstrideki firmaların birim maliyetleri düşer. Ölçek ekonomileri, her biri üretim kapasitesini artırmış ve daha fazla çıktı üretmeye başlamış olan ve bu nedenle uzun dönem ortalama maliyetleri azalan firmalara özgü olabilir. Bu durumda içsel ölçek ekonomilerinden söz edilir. Ölçek ekonomileri firmalar için dışsal fakat endüstri için içsel olabilir. Firmaların ortalama maliyetlerinin azalmasının nedeni, endüstrideki çıktının artması ise bu durumda dışsal ölçek ekonomilerinden söz edilir. Ölçek ekonomilerinin içsel ve dışsal olması sonucu değiştirmez.’’

23


BUNLARI BİLİYOR MUYDUNUZ

?

YEŞİL EKONOMİ

Sürdürülebilir kalkınmamın vazgeçilmez bir unsuru olan Kypto protokolü ve Paris sözleşmesi kabul edilmiş devletler nezdinde yerini almıştır. Bu kapsamda yeşil ekonomi kavramı yer almaya başlamıştır. Yeşil ekonomiyi en basit şekilde ifade edersek düşük karbon salımı, kaynakların etkin kullanımı ve sosyal sorumluluk kavramlarına sahip olacak şekilde ifade edebiliriz. 2008 yılı sonlarında Birleşmiş Milletler Çevre Programı (UNEP) yeşil ekonomiyi “gelecek nesilleri önemli çevre risklerine ve ekolojik kıtlıklara maruz bırakmadan, uzun vadede insanların refahını artıracak mal ve hizmetlerin üretilmesi, dağıtımı ve tüketimiyle ilgili ekonomik etkinlikler sistemi” olarak tanımlamaktadır.

Yeşil ekonominin üç temel hedefi vardır. Bunlar; Krizden zarar görmüş ülkelere istihdam sağlanarak kalkınmasını sağlamak, Karbon bağımlılığının azaltılmasını sağlayarak dengeli kaynak kullanımı, sürdürülebilir kalkınma sağlayarak yoksulluğunun kaldırılmasıdır.

Enerji kullanımı açısından, hem büyük ölçüde enerji tasarrufu sağlayacak, hem de istihdam yaratacaktır.

Bu politikaların etkili olabilmesi için sektörlere mali destek sağlanmalı ve ulusal ekonomilerde yeşil ekonomi desteklenmesinin sağlanması gerekmektedir. Bunların adil ve etkili olabilmesi için ekonomik finansal destekler

İklim değişikliği yasasıyla 2050 yılına kadar karbon emisyonun %80 azaltılması amaçlanmıştır. Düşük karbon ekonomisine geçebilmek için teknolojik bir devrim gerekmektedir.

sağlanmalıdır.

Negatif dışsallık oluşturan fosil yakıt kullanımının azaltılması için hükümetler, düşük karbon enerji kullanan ev ve işyerlerinin inşa edilmesini teşvik etmelidir

Yeşil ekonominin uygulanmasında KOBİ’ler önemli bir kısmını oluşturmaktadır.

24


BUNLARI BİLİYOR MUYDUNUZ

?

HELİKOPTER PARA Ekonomi de zor zamanların kurtarıcısı yeni para politikası araçlarından birisi olan “helikopter para” kavramından Milton Friedman ilk kez 1970’li yıllarda bahsediyor. Bu kavramı en basitinden halka bir helikopterden para saçılması metaforu ile ifade edebiliriz. Bu sayede paranın hane halkına, tüketicilere doğrudan ulaşması sağlanıyor. Kamu harcamalarının Merkez Bankası tarafından finanse edilmeye çalışıldığı durumu ifade eder. Bu yönteme, geleneksel para politikası yöntemleri ekonomiye çare olamadığında, talebi canlandırmak ve büyümeyi sağlamak için başvuruluyor ve daha geniş bir kesime fayda sağlamayı amaçlı Finansal kriz yaşandığı dönemlerde krizden çıkmak amacıyla Merkez Bankaları, durgunluk riskine karşı ekonomideki ve finansal piyasalardaki istikrarı sürdürmek amacıyla, geleneksel para politikası araçları yardımıyla faiz indirimine giderek, genişletici para politikası uygulayarak piyasadaki para arzını arttırırlar. Bu sayede ekonomideki harcamaları ve beraberinde toplam talebi arttırarak ekonomiyi ve finansal piyasaları tekrardan canlandırmak, büyümeyi tekrardan hızlandırmayı amaçlıyor fakat bu yöntem ne yazık ki enflasyonu kaçınılmaz kılıyor ve fedakarlık haddi yükseliyor. 2008 küresel krizinde geleneksel para politikası yöntemleri beklenen etkiyi yaratamamıştı

ve “helikopter para” yöntemine başvurulmuştu. Amerikan Merkez Bankası Fed krizden çıkabilmek için piyasaya yüklü miktarda karşılıksız likidite enjekte etmiş ve faiz indirimine gitmişti. Para arzı şirketlere aktarılmış ve hane halkına tam anlamıyla ulaşamamıştı. ABD, rezerv parasının gücü sayesinde hiperenflasyon riski yaşamamıştı. Günümüzde ise Covid-19 salgını ile tüm dünya mücadele ediyor. Ülkeler ekonomik resesyon riskine karşı ekonomik büyümeyi ve finansal piyasalardaki istikrarı sürdürebilmek, daralmayı önlemek adına para politikası önlemleri alıyor. Amerikan Merkez Bankası Fed, salgınla ve küresel resesyon riskiyle baş edebilmek adına helikopter para uygulamasını tekrar gündeme getiriyor ve hükümet yine karşılıksız paraları bir helikopterden dağıtarak halka ulaştırıyor. Peki bu politika ne şekilde olumsuz sonuçlar oluşturabilir? Üretim ve istihdam yaratılmadan yapılan karşılıksız para basımı sonucunda, tabii ki ülkeler açısından hiperenflasyon riskini yükseltiyor, ülkelerin yapısal sorunlarının artması, şirketlerin borçluluğunun artması gibi sonuçları doğurabiliyor. Merkez Bankası tarafından basılan paranın hükümet tarafından hane halkına ulaştırılması çabaları, MB bağımsızlığının sağlanması hususunda sorunlara neden olabiliyor.

25


BUNLARI BİLİYOR MUYDUNUZ

? olabilirliğine işaret edecek hiçbir belirti olmadığı için sıra dışı olması, olağanüstü etki gücüne sahip olması ve son olarak beklenmedik olmasına rağmen, ortaya çıkışından itibaren açıklanabilir ve öngörülebilir hale gelen olay, olgu ve oluşumlar olması olarak tanımlanıyor. Bu kapsamda görüyoruz ki büyük değişimler göstere göstere değil, hiç öngörülmeyen şekilde büyük patlamalarla ortaya çıkmaktadır. Hiç akla gelmeyen, beklenmeyen, benzeri duyulmamış nadir olaylar, yepyeni fikir ve teknolojiler, dünyayı büyük çapta etkileyebilme gücüne sahiptir. Bu nedenle tarih, emekleyerek değil sıçramalarla ilerlemektedir.

Tahmin edilemeyen ve risk analizi yapılmasına rağmen öngörülemeyen olayları ifade etmek için kullanılan Siyah Kuğu kavramı, Nassim Nicholas Taleb tarafından 2007 yılında literatüre kazandırılmış ve sonrasında dünya genelinde akademik anlamda dikkat çeken bir metafor haline gelmiştir. Siyah Kuğu metaforu ilk olarak 1697 yılında Avusturalya’nın keşfiyle beraber siyah kuğuların görülmesiyle oluşmuştur. O zamana kadar milyonlarca beyaz kuğunun kanıtladığı “Bütün kuğular, beyazdır.” şeklinde şüphe götürmez kanı bir anda yerle bir olarak geçersiz hale gelmiştir. Taleb, Siyah Kuğu Olasılıksız Görünenin Etkisi (The Black Swan - The Impact of Highly Probable) adlı kitabında Siyah Kuğu deyimiyle, “Olması ihtimal dışı görülen, fakat vuku bulduğunda etkisi çok büyük olan ve bir kez gerçekleştikten sonra, onu daha az rastlantısal kılacak bir açıklama uydurduğumuz olaylar kastedilmektedir.” diyerek tanımlamıştır. Pek çok farklı bilimi etkileyen bu metafor bilim felsefesini de derinden etkilemiştir. Bilmediklerimiz, bildiklerimizden daha önemlidir anlayışını öne çıkararak, Siyah Kuğu olarak nitelenen olguların üç ortak özelliğini vurgulamaktadır. Bunlar, geçmişte

Google ve 11 Eylül gibi olaylar da bu özellikleri taşıdığı için Siyah Kuğu olarak adlandırılmaktadır. Siyah Kuğu ile beraber gözlem ve deneye dayalı öğrenmenin ne kadar sınırlayıcı ve kırılgan olduğunu anlıyoruz. Kavram aynı zamanda yanılsamaları da temsil etmektedir. 26


ÜNLÜ İKTİSATÇILARDAN SÖZLERİ… “İnsanoğlunun temel sorunu üç değişkeni bir araya getirmektir: Ekonomik verimlilik, sosyal adalet ve bireysel özgürlük.”

“The political problem of mankind is to combine three things: Economic efficiency, social justice and individual liberty. “ - John Maynard Keynes

‘’The difficulty lies not so much in developing new ideas not as in escaping from old ones.”

“Esas zorluk, yeni fikirlerin geliştirilmesi değil, eski düşünce yapısının terkedilmesidir

- John Maynard Keynes

“The markets are moved by animal spirits, and not by reason.’’ - John Maynard Keynes

“One of the great mistakes is to judge policies and programs by their intentions rather than their results.” Milton Friedman “Many people want the government to protect the consumer. A much more urgent problem is to protect the consumer from the government.” Milton Friedman

“Piyasalar

mantık ile değil içgüdüler ile hareket ederler.”

hayvani

"En büyük hatalardan biri politikalarını ve programlarını sonuçlarından ziyade niyetleriyle değerlendirmektir.” “Genel olarak tüketicinin devlet tarafından korunması arzu edilir. Daha da kritik bir mesele ise tüketiciyi devletten korumaktır.”

27


ÜNLÜ İKTİSATÇILARDAN SÖZLERİ… “I have learned to seek my happiness by limiting my desires, rather than in attempting to satisfy them.” -John Stuart Mill

“Mutluluğumu, onları tatmin etmeye çalışmak yerine arzularımı sınırlayarak aramayı öğrendim.”

“Bad men need nothing more to compass their ends, than that good men should look on and do nothing.” - John Stuart Mill

“Bir kişi sadece eylemleriyle değil, eylemsizliğiyle başkalarına kötülük yapabilir ve her iki durumda da yaralanmadan kendilerine karşı sorumludur.”

“If you want to measure the level of civilization of a nation , you can look at the living conditions of the woman.” - John Stuart Mill “The more alienated a person

to nature, the more he becomes socialized, the more he becomes socialized, the more he becomes alien to himself.” -Karl Marks

"Bir milletin uygarlık seviyesini ölçmek isterseniz, derhal kadının hayat şartlarına bakın “İnsan doğaya ne yabancılaşırsa o toplumsallaşır, ne toplumsallaşırsa da o kendine yabancılaşır.”

kadar kadar kadar kadar

“It’s shaped by the conditions around the human, these conditions need to be shaped humanely.” -K. Marks ve F.Engels

“İnsan, çevresindeki koşullar tarafından biçimlendiriliyorsa, bu koşulların insanca biçimlendirilmesi gereklidir.”

“There are two things we cannot control in this world; one is our death, the other is our taxes.”

“Bu dünyada kontrol edemediğimiz iki şey vardır; birisi ölümümüz diğeri ise vergilerimizdir.”

Benjamin Franklin

28


Ezgi ARI-

0502160088

Gamze ÖLMEZ-

0502160094

Amine Betül YÜKSEL-

0502160018

Semiral KOYUNCU-

0502160116

Sena SAMUR-

0502160176

Ebru DURUŞ-

0502140182

29


Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.