Gazoz Ağacı

Page 1

İSÖZDERE LTD. ŞTİ. 

Hafriyat İşleri

Altyapı İşleri

Sulama Kanalları

Borulu Şebeke İnşaatları Mehmet Soner GÜLAĞACI İnşaat Mühendisi

Adres: Yarımtepe Köyü Bozova-2. Kısım Şantiyesi Şanlıurfa/ Karaköprü Tel: 0530 321 92 63


Şubat Sayısı ġANLIURFA DOĞA OKULLARI

ĠÇĠNDEKĠLER EĞLENCE 

RÖPORTAJLAR

EĞLENCE-GÜLMECE

REHBERLİK ODASI

FELSEFİK KAFA

ÖĞRETİ

BİR SEYYAHIN GÜNLÜĞÜNDEN

İlgi çeken özel konular:

‘BEN ENGELLİYİM’

 Burada ilginizi çeken konuyu kısaca vurgulayın.

MÜZİK

AT’LAR

ŞİİR

ŞİFALI BİTKİLER

T-MBA NEDİR?

ETKİNLİKLER

OSMANLIDA SUÇ VE CEZA

POPÜLER KÜLTÜR

 Burada ilginizi çeken konuyu kısaca vurgulayın.  Burada ilginizi çeken konuyu kısaca vurgulayın.  Burada ilginizi çeken konuyu kısaca vurgulayın.

RESİM VE KADIN

MASUMLARIN SAVAŞI

En temiz böcek hangisidir?

(Mısır)

TASARLAYAN Hamza Aybakan

EDİTÖRLER

Mina Güllüoğlu Adres: Akbayır Mah. No:13 Karaköprü Belediye

Zeynep Badıllı @Gazoz Ağacı

Tel: 0 (414) 347 88 88 E-mail: info@dogakoleji.com

(Kara Cahil)

Adam saçını ıslatmadan şampuanlamış, neden? (Üzerinde kuru saçlar için yazıyormuş) Tavuklar en çok hangi ülkeyi sever?

İrem Gülağacı

Evleri Yanı / 63300, Merkez / Şanlıurfa

En çok hap nerede satılır? (Ağrı) Okur yazar olmayan zenciye ne denir? (Hamam böceği)

KÜLTÜR– SANAT

GÜLDÜRÜ

Gazoz Ağacı

Bahtuşen İfşaat Deniz Cansız

Yarım elma neye benzer? (Diğer yarısına)

GÜLDÜRÜ


REHBERLİK ODASI NEDĠR? EBEVEYNLERE NOTLAR Ailenin eğitime verdiği önem, çocukların derse karşı tutumunu da hazırlamaktadır. Düzensiz ders çalışma, ya da çalışmama da ailenin tutumlarından kaynaklanmaktadır. Ayrıca öğrencinin ders çalışmamasının aile tutumu dışında da bazı nedenleri vardır. Açıklamak gerekirse öğrencinin motivasyon eksikliği, kendine olan güvensizliği, okula neden geldiklerine cevap vermeden gelmeleri, amacımız ne sorusuna yanıt verecek cevaplarının olmaması, hedef belirlemekten uzak olmaları, ödevlerin nedenini bilmemeleri ya da anlamamaları olarak da belirtebilirim. Ebeveynlerin, ev ödevleri konusunda en sık yaptığı hatalar çocuğa baskı kurmaları ve çocuğu etiketlemeleridir. Aileler sık sık çocuğa “Ders çalış”, “Ödevini yaptın mı?”, “Hadi odana git” şeklinde çeşitli uyarılarda bulunurlar. Bu ödev konusunda isteksizliği artırır. Çocuğa sadece, ders çalışmanın çocuğun verilen bir işin sorumluluğunu üstlenme ve onu kendi başına yapabilme becerilerini geliştirmek için olduğu açıklanmalıdır. Çocuğu “tembel” diye etiketlemek, başarılı arkadaşları veya kardeşleri ile kıyaslama yapmakta en sık görülen yanlış yaklaşımlardan bir tanesidir. Çocuğun kişiliğini zedeleyecek eleştirilerde bulunmak yerine motivasyonunu “olumlu” yönde etkileyecek sözler söylemek daha etkili olur ve ebeveyn çocuk arasındaki ilişki de zedelenmemiş olur. Çocuklarda ev ödevlerini yapma isteğini arttırmak için ebeveynlere bazı öneriler sunmak gerekirse çocuğunuzun ders çalışması için bir sebebi olmalı. Bunun için birlikte geleceğe dair planlar yapın ve minik adımlar halinde hedefler seçmesini isteyin. Okul, ders, sınav gibi kavramların önemini çocuğa kısa ve net bir şekilde anlatın. Onun yerine ödevlerini yapmayın, ödevlerini yaparken başında beklemeyin. Bunun yerine belirli

aralıklarla yanına gidip çabasını övün. Çocuk ödevlerini kendi başına yapamadığını söylüyor ve sizden yardım istiyorsa önce bunun nedenleri araştırın. Anlamadığı için mi destek istiyor yoksa size mi yaptırmak istiyor sorularının cevaplarını bulun. Çocuk ödevlerini eksik yaptıysa öğretmenle iletişim kurup, ödevin mutlaka ertesi gün tamamlanması sağlanmalıdır. Ödev yapmadığında bir şey olmayacağını gören çocuk ödev yapmamaya alışır. Çocuğun yaşına ve toplam ödev süresine göre ödevler 2 ya da 3 ders olarak çalışılabilir. Ders çalışma süresinin kısa tutulması gerekir. En uygun çalışma süresi 30-40 dakika arasıdır. Özellikle küçük sınıflarda 20 dakika kadar çalıştıktan sonra 10 dakika ara verilmelidir. Çocuk okuldan eve geldiğinde bir müddet dinlenmesine, bir şeyler yemesine izin verilmeli. Fakat bu dinlenmenin içerisinde televizyon seyretme ve bilgisayar oyunu oynama gibi etkinlikler olmamalıdır. Bu tarz eğlenceler, çocuğu dinlendirmez, aksine yorar. Ödevler bittikten sonra çocuğa kendisine ayırabileceği bir zaman kalacak erken bir saat seçilmelidir. En önemlisi çocuğunuza model olun. Çocuk ödevlerini yaparken siz telefona kilitlenip kalırsanız, televizyonda tüm programları izlerseniz çocuğunuzdan beklentinizi biraz daha düşünmenizi rica edeceğim. Çocuğunuz ders çalışırken örneğin uygun bir müzik açıp dinleyin, kitap okuyun varsa bahçeniz gidip çiçeklerle ilgilenin ama teknolojiden lütfen uzak durun...

Dünyanın en saygın ve önemli eğitim akreditasyonu şirketi Pearson tarafından, Türkiye'de ilk defa K-12 seviyesinde bir eğitim modeli onaylandı. Yabancı üniversiteler ve eğitim kurumlarının, bir kalite standardı olarak benimsediği Pearson akreditasyonunun alınmasında Doğa Okulları 'nın lise eğitimi için geliştirdiği t -MBA Eğitim Modeli, uygulamaları ve kazanımları yerinde incelendi. Model bu değerlendirmeden tam puan alarak en üst seviyeden akredite edildi. 2012-2013 yılından itibaren Doğa Okulları öğrencileri, liseden mezun olurken bir değil iki diploma sahibi olacaklar. t-MBA Diploması, yurt dışında eğitim görmeleri için büyük bir kolaylık ve prestij sağlıyor. t-MBA eğitim modelinin altı farklı bileşeni vardır:  Öğrenci Meclisleri  t-MBA Akademik Programı  Yabancı Dil  Uluslararası Projeler  Disiplinler arası İlişkilendirme  Eğitim Koçluğu t-MBA Akademik programı ile öğrenciler Ekonomi, Pazarlama, Para Yönetimi, Girişimcilik, İnsan Kaynakları, Uluslararası İlişkiler ve AB İlişkileri, Yönetim ve Organizasyon, Ticaret Hukuku, Sistem Dinamikleri ve Veri Madenciliği derslerini görür. Her sene düzenlenen iş projesi yarışmaları öğrencilerin bu derslerde öğrendikleri kavramları pratiğe geçirme şansı tanır. t-MBA akademik programı, meslek seçmek ve bireysel kariyer planlaması yapabilmek için ortaöğretim yıllarında öğrencileri bu konuda bilinçlendirir. Öğrenciler mesleki gözlem uygulamaları ile 9. sınıftan itibaren ilgi duydukları alanda çeşitli meslekleri tanıma imkanı bulur. t-MBA seminerlerinde öğrenciler; mesleki kariyerlerinde belli bir noktaya gelmiş, değişik meslek gruplarından farklı profilde rol modelleriyle karşılaşır. t-MBA eğitim modelinin en önemli kazanımı ise Öğrenci Meclisleridir. Demokratik bir seçimle oluşturulan Öğrenci Meclisleri okulun karar alma sürecine aktif rol alır. Yürüttüğü her projenin tanıtım, organizasyon, lojistik ve finans çalışmalarını yürütür. Yönetim ve organizasyon becerilerinin yanı sıra kendini ifade etme ve inisiyatif kullanımı sayesinde çalışmaların, öğrencilerin özgüvenine temel bir katkısı olur. Özellikle sosyal sorumluluk projeleri, kültürel farkındalığı ve kendini değişik platformlarda ifade etme becerisini geliştirir. Her proje için kurulan ayrı komisyonlar, her öğrenciye sosyal sorumluluk ve inisiyatif alma bilincini öğrenme fırsatı tanır. Öğrenci Meclisleri, katıldıkları CEO Club’larda üst düzey yöneticiler ile bir araya gelme fırsatına sahip olurlar. Aldıkları eğitimler sonrası, iş dünyasının üst düzey yöneticilerine eğitim verebilecek düzeye gelirler. Örneğin, Ekonomi dersinde kavramlar aynı hafta matematik dersinde de işlenir. Böylelikle öğrenciler, akademik konuların gerçek hayattaki izdüşümlerini görür.


Hamza Aybakan

ANADOLU’NUN ÇOCUKLARI Bir ülke düşünün, içinde çocuk seslerinin hiç eksik olmadığı ve samimi gülüşlerin hep sizi kucakladığı, masumiyetin hep el üstünde tutulduğu, bir yer … Çıkarların yerini saygının sevginin aldığı bu kutsal topraklar, damlarda yatan, avlularda koşan, misketle oynayan ve derelerde yüzen gül yüzlü çocuklar yetiştirdi…

ĠLGĠNÇ HABER KUġAĞI

Kaldırımda Cep Telefonu ile Yürüyenlerin Yolları Ayrılıyor! Kaldırımlarda sarı işaretlerle ayrılmış özel şeritleri görmüşsünüzdür. Avrupa’da ve Türkiye’nin bazı şehirlerinde oldukça yaygın olan bu uygulama genellikle bisikletlere ayrılmış özel şeritleri ifade eder. Ama artık sadece bisikletlilere değil, gözünü cep telefonundan ayıramayan yayaların da kaldırımda ayrı bir yerleri olmaya başladı. İlk olarak ABD, Washington’da

Çamurda oyunlar onlara diğer hayatlardan daha temiz gelir. Parkları dağ, tepe, yamaç, ve tarla’dır Samimi bir arkadaşla saklambaç oynamaları en büyük lüksleridir. Hayata çobanlık etmeleri onları yormaz kuzudan koyundan daha fazla… Bir ağaçta düşmenin acısı hep onların kârı olmuştur .Ve düşmeyi göze alırsan parasıyla değildir mesela bir avuç erik! Kocaman ailelerde büyür koca yürekli çocuklar. Şefkat onların küçük kardeşleri, merhamet ağabeyleri; sevgi anneleri, saygı da babalarıdır. Yıldızlara çul serip uyurlar hep; yılan, akrep çiyan...samimiyetsizlikten daha zararlı gelir onlara!

DönüĢümün Böylesi... Bruce Campbell adında emekli bir mühendis, hurdaya ayrılan Boeing 727 tipi uçağı satın alıyor ve büyük 3 motorlu ticari uçağı, Oregon dışında bir ormanlık alanda sıradışı bir eve dönüştürüyor. Campbell, yılın her altı ayında bu sıradışı evde yaşıyor. 10 dönüm araziye 23.000 dolar, uçağa da 220.000 dolar para harcamış.

rastlanan bu uygulamada aşağıdaki fotoğraflarda da göreceğiniz şekilde cep telefonu ile yürüyenlerin diğerlerini rahatsız etmeden yürüyebilecekleri bağımsız bir şerit ayrılmış. Fakat ABD bu konuda yalnız değil. Kısa süre önce Çin’de de benzer bir kaldırım uygulaması ortaya çıktı.

*Belçika'da yaşayan Türk iş adamı Uğur C. Ferrarisine LPG taktırmak isteyince 145 bin euro'luk otomobili şirket tarafından elinden alındı. *1975'de İngiliz bir çift televizyonda en sevdikleri programı izlerken erkek yarım saat süren bir gülme krizi sonucu kalp krizi geçirerek öldü. Eşi, cenazeden sonra programın yapımcılarına bir mektup yazarak, kocasını hayatının son dakikalarında bu kadar mutlu ettikleri için teşekkür etti.

Kaçmazlar korkularından, her defasında bir akıntıda ilk atlamak içindir telaşları…Anadolu’nun küçük ama insanlığın büyük çocukları...

Her İnsanın Bir Frekansı Var...

Bir kitaba paradan daha çok değer verip bir okul yolunun nimetini olmayandan daha çok bilirler. Elbiseleri çamurlu yürekleri temiz çocuklar...

Einstein, Dr. Royal Rife, Philip Hoyland, Dr. Bruce Tainio, Nikola Tesla veStephen Hawking gibi ünlü bilim adamlarıyla başlayan bu tartışmalı konu aynen şöyle özetleniyor: “İnsan vücudu megahertz (MHz) olarak ölçülebilecek biyolojik frekansa sahiptir.” Bu fikri ispat olarak Washington’daki Eastern State Üniversitesi’nde Dr. Bruce Tainio, yıllar önce yaptığı bir araştırma ile gün içinde insan vücudunun frekansının 62-72 MHz olduğunu göstermiştir. Bu titreşim kadın, erkek, farklı ırklar ve fiziksel yapı fark etmeden her insanda aynıdır. Radyo dinlerken dinlemek istediğimiz kanalın frekansı gibiyiz anlayacağınız. Ayarı biraz ileri biraz geri kaydırınca dinlediğimiz radyo kanalı gibi ya kayboluyoruz ya bozuluyoruz.

Yalanı az, uçurtmaları çok; baharı yeşil, kışları mutlu çocuklar...

71 YaĢında Üniversite Sınavına Hazırlanıyor... Sakarya'nın Hendek ilçesinde, bu yıl açık öğretim lisesini tamamlamayı hedefleyen 71 yaşındaki Sebahaddin Tüysüz, ilahiyat fakültesinde girmek için üniversite sınavına hazırlanıyor. Çocukluğunda maddi imkânsızlıklar nedeniyle okuyamadı. İstanbul Kartal'da 1977'de Kur'an kursunu bitiren Tüysüz, 2001 yılında da açık ilköğretim okulu diplomasını aldı. Okuma azmini yitirmeyen Tüysüz, iki dönemlik kredisini de tamamlayarak açık öğretim lisesini bitirmeyi hedefliyor. Tüysüz, lisenin ardından üniversite sınavlarına hazırlanmayı planlıyor.


Damla KUTLU– Ekoloji Öğretmeni

BĠTKĠ DĠYE GEÇMEYĠN, BĠTKĠLER ġĠFA DAĞITIYOR...

KÜLTÜR İlaç olarak bitkilerin kullanımı, Yazılı insan tarihinin öncesine kadar dayanır. İnsanlar tarafından kullanılan baharatlar ve otlar birçok tıbbi ilaç ve hastalıkların panzehirleri için kullanılmıştır. Şifalı bitkiler, içerdiği çeşitli moleküller ve vitaminler ile insanlar için önem teşkil etmektedir. Hayatımıza da bu bakımdan iyiden iyi yerleşen bitkisel tedaviler, artık alternatif tıp olarak değil de, tıbbın bir parçası olarak görülmekte. Ruhsal ve fiziksel hastalıklara gerek direkt gerek de dolaylı bir şekilde fayda sağlayan şifalı bitkiler, insanların

VĠZYONDAKĠLER

Birçok ülkede artık şifalı bitkilerle tedavi yapan devlet hastaneleri var, hastalıkların tedavisinde ilaçtan daha sağlıklı, daha kolay ve daha ekonomiktir. Şifalı bitkiler ile ilgili araştırmalar hala devam etmekte olup, her geçen gün bu bitkiler hakkında yeni bilgiler öğreniliyor.

BİTKİ REHBERİ EN ÇOK DĠNLENENLER

7. One Direction - 'History'

Mümin Sarıkaya Soner SarıkabaHande Yener

Ben Yoruldum Taş İki Deli

Çağatay Ulusoy Koray Avcı Simge

Mutlu Sonsuz Aşk İle Yankı

2.Jonas Blue feat. Dakota - 'Fast Car'

4.Shawn Mendes - 'Stitches'

10.Elle King - 'Ex's & Oh's

6.Justin Bieber - 'Love Yourself

9.Jason Derulo - 'Get Ugly 3..ZAYN - 'PILLOWTALK

1.Lukas Graham - '7 Years'

Volkan Konak

Manolya

Murat Dalkılıç Demet Akalın Emrah KaraduKaan Tangöze

Daha Derine Pırlanta Toz Duman Gölge Etme

Ahmet Aslan

Meleklerin

Koray Avcı

Hoş Geldin

5. Little Mix & Jason Derulo 8.Rihanna feat. Drake - 'Work'

'Secret Love Song'

ÇOK OKUNANLAR

PAPATYA: Kramp, karın ağrısı ve deri dökülmelerine karşı etkilidir. Uykusuzluk ve yüksek ateşe iyi gelir .İltihap kurutucu özelliği vardır.

ADAÇAYI: Diş eti kanamalarına ve karaciğere iyi gelir. Terlemeyi önler, vücudu canlandırır. Yaprakları böcek sokmalarına karşı kullanılır. YEŞİLÇAY: Kalp krizi riskini azaltır, vücuttaki mineral oranını arttırır, zindelik verir. Ağız kokusuna iyi gelir.

REZENE: C ve B vitaminlerini, potasyum, magnezyum ve kalsiyum içerir. Şişkinlik ve kabızlığa iyi gelir. Kasları rahatlatır.

IHLAMUR: Sakinleştiricidir. Migren, yüksek tansiyon ve öksürüğe iyi gelir,.

BİBERİYE: Mide ve bağırsakları rahatlatır, haz mı kolaylaştırır. Romatizma ve benzer ağrılara karşı yararlıdır.

EVDE HAZIRLAYACAĞINIZ DOĞAL AĞRI KESĠCĠ Çoğu kişi vücudumuzun farklı yerlerinde meydana gelen ağrılardan kurtulmak için ilaç kullanmak istemeyebilir. Bu noktada hassas davrananlara bir tarif önerimiz var. Evde birkaç malzeme kullanarak elde edeceğiniz bu karışım ile ağrılarınıza veda edebilirsiniz. .

GEREKLİ MALZEMELER 1 çorba kaşığı zerdeçal – 1 taze zencefil – 5 havuç – 2 limon – 1 portakal – 1 salatalık HAZIRLANIŞILimon, portakal, taze zencefil, ve havuç yıkanır. Sonra limon ve portakalın suyu çıkarılır. Havuç ve zencefilin suyu ise katı meyve sıkacağı yardımıyla elde edilir. Sonra hepsi karıştırılıp tüketilir


İsmail AĞABUGÜN– 7/A

“DÜġ SOKAĞI SAKĠNLERĠ” ĠLE SAMĠMĠ BĠR SÖYLEġĠ

Doğa Koleji öğrencilerinin, sevdiği ve takip ettiği bir ünlü ile merak ettiği soruları yöneltebilmesi, iletişime geçmesi ve bilgi sahibi olması eğitim ve öğretimin sosyal yapısı için büyük bir kazanım ve özgüven oluşturmaktadır. Bu yönüyle bu ayki konuğumuz ‘Düş Sokağı Sakinleri’nin solisti Murat YILMAZYILDIRM ile İsmail AĞABUGÜN samimi bir söyleşi gerçekleştirdi.

TÜRKĠYENĠN GURURU AZĠZ SANCAR  NOBEL ÖDÜLLERĠ  27 Kasım 1895 tarihli ve 30 Arallık 1896 tarihindeStockholm'de açıklanan vasiyetnamesiyle Alfred Nobel tarafından kurulan derneğin verdiği, insanlığa hizmet edenleri ödüllendirmek amacını taşıyan prestijli bir ödüldür. İlk Nobel Ödülleri 1901 tarihinde verilmeye başlanmıştır.

Türkiye için gurur gecesi... 2015 yılı barış, fizik, tıp, kimya, edebiyat ve ekonomi dallarındaki Nobel ödülleri, Oslo ve Stockholm'de düzenlenen törenlerle sahiplerine veriliyor. Prof. Dr. Aziz Sancar, Nobel Kimya ödülünü İsveç Kralı 16'ncı Gustaf'ın elinden aldı. Çalışmalarını ABD'de sürdüren Mardin doğumlu genetik bilimci Prof. Dr. Aziz Sancar, bu yılki Nobel Kimya Ödülü'nü İsveçli Tomas Lindahl ve ABD'li Paul Modrich ile paylaşmıştı. Aziz Sancar 2015 Nobel Kimya Ödülü’ne “DNA onarımı” hakkındaki bilimsel çalışmalarıyla layık görüldü. Sancar dünkü resepsiyonda “Türkiye için bu kadar önemli olduğunu bilseydim 2 misli çalışır ve 20 yıl önce alırdım bu ödülü” demişti. Prof. Dr. Aziz Sancar, kanser konusunda önemli çalışmalar yapıldığını belirtirken, kanser mekanizmasının 10 yıl içinde çözüleceğine inandığını söylemişti. Ancak kanserin nasıl olduğunu çözümlemenin onu tedavi etmek

Aziz Sancar, Mardin’in Savur ilçesinde, orta gelirli bir çiftçi ailesinin sekiz çocuğundan yedincisi olarak dünyaya geldi. Annebabası okuma yazma bilmiyordu. Arap asıllı. Anadili Arapça. Evlerinde aile kendi arasında hâlâ Arapça konuşuyor. Kendisi Amerika’da yaşıyor ve Amerikalı bir hanımla evli. General Semih Sancar ile aynı aileden. Aileden bir başka tanınmış isim de HDP Mardin Milletvekili Prof.Dr. Mithat Sancar. Mithat Sancar ile Prof. Dr. Aziz Sancar ile babaları amca çocuğu. Mithat Sancar yaş farkı nedeniyle Aziz Sancar’a “Aziz Amca” diye hitap ediyor. Nobel Ödülünü alırken Aziz Sancar’ın yakasında Türkiye bayrağı rozeti vardı. Kravatında ise Osmanlı tuğrası. Haber a’ya verdiği mülakatta bir Cumhuriyetçi olduğunu söyledi, Selçuklu ’ya, Osmanlı’ya göndermede bulundu ve bin yıllık ortak geçmişe vurgu yaptı. Kucaklayıcı ve birleştirici rolü de taktire şayan bir kişiliktir.

anlamına gelmediğine işaret eden Sancar, tedavi konusunda bir şey söylemek için erken olduğunu belirtmişti. Kanserle ilgili olarak ''DNA onarımı'' konusunda çalışma yaptığını bildiren Sancar, şunları kaydetmişti; Kanser tedavisinde kullanılan ilaçların çoğu DNA'yı tahrip ediyor ve vücutta bulunan DNA onarım mekanizmaları, o kanser hücrelerinin yaşamasını sağlıyor. Biz bu mekanizmayı anlamak, aydınlatmak için bir çalışma başlattık. Bu mekanizmayı anlayınca onu "inhibe" edip, kanser hücrelerinin normal hücrelerden daha önce öldürülmesini sağlamaya çalışacağız. DNA onarımı mekanizmasını aydınlatmak, kanser tedavisi noktasında çok önemli. Gayemiz bu mekanizmayı açıklamak.''

Söylenecek çok şey var ama kısaca şöyle söyleyeyim sakin bi3213 r adamın şarkılarımdaki gibi hayatı seven hayatın hep sevgi tarafında yer alan ve hayata güzel bir çıtadan bakan bir adamım.

teması vardır ben düş kurmayı çok severim sembolize ettiğim kavramlar kendi içinde değer arz ettiğine inanırım yıllardır. Düş, barış, aşk ve daha çok her şeyi çok naif bir şekilde anlamlandırıp alışmışlığın dışında söylemeye çalışıyorum.

Düş Sokağı Sakinleri’ ismi nasıl var oldu?

Bildiğimiz kadarıyla yazmayı seviyorsunuz, bu anlamda kitaplarınızdan (Serbest Vezin, Sembolik Oturduğumuz yerde ‘Düşler Şizofreni, Beyaz Balina) biraz bahSokağı’ demiştim sonra ‘sakinleri sedebilir misiniz? ‘ekledik. Çıkamayanlardan mı (gülerek) ben Murat YILMAZYILDIRIM ‘ın Tarzınız uzun yıllardan beri saMercan DEDE ile olan çalışma- dık bir kitleye sahip, bunu neye dost yoğunluğunu tercih ederek yazdım çok düşsel biraz sürrealist sından, şarkılarında özellikle borçlusunuz? çok anlaşılır kılmak istemedim vurguladığı yaşlılık, yaşam, vaİllaki gözlemlediğim bir şey o... arada çok şeyler var, geriye dönüşroluşçuluk, zaman, acı ve aşk 93 yılından beri bu iş içindeyim ler var...Çıkmayan hazırda basılagibi kavramlardan konuşuldu. karşılıklı değerli karşılıklı alışveriş cak 5 kitabım 4 şiir kitabim ve 1 Ayrıca yayınlanan “Serbest Vediyelim. roman var. Hayata yetişemiyorum, zin, Sembolik Şizofreni “kitabı hayatın kendi içindeki acıları arada ve tamamlanan ancak henüz Mercan Dede ile (Bilinmezin yayınlanmayan 5 kitabi hakkın- Elçileri) büyük bir beğeni almış- sarsınca bazen yetişemiyorum da da bilgiler aldık. tı, buna benzer yeni çalışmaları- hayata… Merhaba, HOŞ GELDİNİZ... Biraz kendinizden bahseder misiniz?

nız olacak mı?

Son olarak DOĞA KOLEJİ öğrencilerine bir mesajınız var mı?

Evet, doğru. Bilmiyorum hayatı geçirmekte bazen zorlanıyorum Kolejin başında hemen DOĞA yazıbelki de yeni bir çalışma olabilir. yor bu çok önemli .Yani eğer bu Şarkılarınızda çok farklı vurgu- sembolik olarak kullanıyorsa çok güzel. Doğayı sevmek ağaçları sevlar, zıtlıklar var: ACI, YAŞAM, YAŞLILIK, HUZUR, VAROLUŞÇU- mek lazım toprak hepimizden çok değerli. Doğa kendi kendini yok LUK, ZAMAN... Bunlara nasıl etmez onun için düşünmek gerekianlamlar yüklüyorsunuz? yor. DOĞA KOLEJİ öğrencilerinin Hayatın kendi içinde olan kavbaşarılı olacaklarına inanıyorum. ramlar bunlar ben sadece sem- Bu güzel sohbet için çok teşekkür bolize ediyorum. Her şeyin ana ederim. Öğretmenlerine de ayrıca teşekkür ederim… Bizlere zaman ayırdığınız için çok teşekkür ederiz...


Selda HİÇDURMAZ—Matematik Öğretmeni

TĠYATRO’NUN YÜKSELĠġĠ x = −3 ve y = −2 ise x4 + y3 ifadesinin değeri kaçtır?

Türkçe Öğretmeni Hamza Aybakan eşliğinde ocak ayında gösterime sunulan “Bana Bir Harf Öğretenin Kırk Yıl Başını Yerim” adlı beş perdelik oyun herkesin ilgisini çekmeyi başardı. Bir sınıf komedisi olan bu oyun, öğretmen ve öğrenci ilişkilerinin ilginç ve absürt taraflarını gözler önüne sermektedir. Meşakkatli üç haftalık çalışmadan sonra sahnelenen bu oyun, öğrencilerin oyun kabiliyetleri-

RESFEBE

?

MATEMATĠK HĠÇ BU KADAR ZEVKLĠ OLMAMIġTI Resfebe, resimler, sayılar ve harfleri farklı şekillerde kullanarak bir kelimeyi veya cümleyi buldurmaya dayanan bir akıl oyunu türüdür. İlk adı “rebus” olan bu oyunun güncel adı resim ve alfabe kelimelerinin birleşiminden türetilmiştir. Aktif düşünme sağlaması, bilgi ve kavram gelişimini desteklemesi, dikkat, konsantrasyon ve hayal gücünü geliştirmesi, strateji üretme kapasitesini arttırması, algılama ve muhakeme becerisini destekleme-

CE1 Sergisi Öğrencilerimizin tasarlamış olduğu 'Resfebe' çalışmalarını OSM Hastanesinde hasta yakını ve hastane çalışanlarına sergiledik. Bu sergimiz hasta ve hasta yakınlarına büyük moral olurken bizim içinde farklı bir proje oldu. Çeşitli basın ve yayın kuruluşları da bu sergimize yoğun ilgi gösterdi.

si, kavramları ilişkilendirme becerisi kazandırması, yaratıcılığı arttırması gibi eğitimin önemli basamaklarında büyük katkı sağladığından ilköğretim çağındaki çocuklar için oldukça eğitici ve zevkli bir oyundur.

ni, sahne tecrübelerini ve kendilerine olan güvenlerini perçinlemiştir. Tiyatro kültürünü bizzatî yaşayan bir nesil oluşturma yolunda önemli bir adım atılmıştır. Öğrenci ve velilerin heyecanlı tutumları bir sonraki gösterinin planlarını da beraberinde getirmiştir. 18 Mart Çanakkale Haftasında gösterime sunulacak olan “Çanakkale” oyunu da bunun bir devamı niteliğinde olacaktır. Dört perdeden oluşacak bu oyun, dram ve trajedi yüklü mahiyette olacaktır.

“Tiyatrosu olan bir ülkede kötülükler, çirkinlikler, yanlışlıklar sürüp gitmez.” (William Hazlitt)

SALTANAT MAKAMI CANLANDIRILDI

Aşağıda en temel resfebe örneklerinden birine göz atalım.

12M Burada “birikim “kelimesi farklı bir biçimde harf ve rakamlarla yazılarak bir resfebe oluşturulmuştur.

Sosyal Bilgileri Öğretmeni Ferda Karaman eşliğinde ocak ayında gerçekleştirilen etkinlikte Osmanlının 16. yüzyıl saltanat makamı canlandırıldı. Devrin güçlü padişahı Fatih Sultan Mehmet’in tahta çıkma merasimi beğeniye sunuldu. Gül şerbeti ve lokum dağıtılan etkinlikte, öğrencilerin hep tarih sayfalarında okudukları padişahı canlandırılmasını keyifle karşıladılar. Etkinliğin, öğrencilerde tarih bilincinin oluşmasında ve de sorumlu bir nesil yetişmesinde önemli değerler kattığı şüphesizdir.

GAZĠANTEP KÜLTÜR GEZĠSĠ TEOG grubu öğretmen ve öğrencileriyle birlikte düzenlenen ocak ayı gezi güzergahımız Gaziantep oldu... Gezi kapsamında Zeugma Müzesi ve Uzay ve Bilişim Evi ziyaret edilerek çocuklar hem bilgilenip hem eğlendiler. Teknoloji ile tarihin ortaklık ettiği bu gezide, öğrencilerin bu değerleri hem muhafaza hem de yükseltmeleri için somut bir adım niteliği de sağlanmış oldu.


AyĢe TUTKU– Rehber Öğretmeni

FELSEFİK KAFA FEMİNİZME FELSEFİK BİR BAKIŞ

Kendimizi nasıl tanımladığımız soruların belki de en başında yer alır. Sophocles, Çöylr der: Kendimden başkası olmak istemiyorum. Nasıl doğmuşsam öyle, kim olduğumu bulacağım. Evet ...KADIN...KİM...FEMİNİZİM… Feminizm, temelde kadın ile erkek arasındaki iktidar ilişkisini değiştirmeyi amaçlayan, siyasi bir harekettir. Kadın-erkek arasındaki ilişki, aile, eğitim, iş dünyası vs. kadar geniş bir yelpaze içinde sorgular. Feminizm son derece özel koşullarda ortaya çıkan tarihsel bir olgudur. Bu koşulları en iyi yansıtan ise 17.yy İngiltere’sidir. Juliet MİTCHELL’e göre ‘gerçek anlamıyla feminizm, bir orta sınıf kadın düşüncesidir’. 17.yy düşünürleri, kadının düşünsel donanımı açısından erkekten farklı olmadığını ve eğitildiği takdirde eşit gücünü somutlaştırabileceğini görüşünü işlemişlerdir. Feminizm bilinçli bir protesto hareketi olarak devrimci burjuva geleneğinden doğmuş ve eşitliği en yüksek ilke saymışlardır. Feminizm kadın-erkek arasındaki ayrımda erkek üstünlüğünü ve erkek merkezli toplumsal normları sona erdirmeyi, yerine kadınsı değerleri koymayı amaçlayan bir siyasal hareket olarak gelişmektedir. Feminizm, ’kadınların toplum içindeki rol ve haklarını genişletmeyi öngören bir öğretiyi Andre MİCHEL’ dile getirmektedir. Feminizmin ilgi odağı olan (kadınla erkek arasındaki) toplumsal farklılık, geleneksel siyasal ideoloji tarafından oluşturulmakta, geliştirilmekte ve yeniden üretilmektedir. Yani bu farklılık ve sebeplerin kökü geçmiştedir. Düşünce tarihine bir göz attığımız da insanın siyasal bir varlık olarak nitelendiği( zoon politikası) GREK toplumunda, kadınların kölelere eş tutulduğunu görmekteyiz. Grek kadınları hukuksal bir varlıkları ve tohumları olmadığından, yaşamları boyunca ergin sayılmazlardı. Grek düşünürlerinden Hesiodos’a göre ’Her erkeğin, kadınları ve çocukları üstünde yasa koyma yetkisi vardır ’demektedir. Atinalı filozof, kadınların yaratılışının devlet bekçiliğine elverişli olduğunu söyleyen Platon, ’Yalnız bu yaratılış kadında zayıf, erkekte kuvvetlidir ’derken,’ cinslerin zayıflığı göz önünde tutularak, kadınlara erkeklerden daha kolay işler verilecektir ’demekten de kendini alamamıştır. Aristoteles ise, ’Politika ‘ adlı ünlü yapıtında hocası Platon’a katılmadığını açıkça dile getirmektedir. Ona göre dünya yöneten ve yönetilenlerden oluşur. Kadınlar ise doğal olarak ikinci kategoriye girerler yani yönetilenler. Çünkü zekâ ve ahlak açısından erkeklerden daha aşağı düzeydedirler. Aristoteles için: ’Erkekle kadın söz konusu olduğunda, ilki doğadan üstün (erkek), ikincisi kadın) ise aşağı ve uyruktur. Bu yüzden düşsel bir eşitlik uğruna doğaya karşı çıkmak bireyin de toplumunda çıkarlarına terstir.’ Adam Smith’e göre ’kadınlar, cesaretleri ve kendini yönetme yetenekleri bulunmadığından, kamusal yaşamın gerektirdiği erdemlere sahip değillerdir.’ Nietzche’nin ’kadınlar yalnızca aşk ve nefretle’ ilgilenirler önermesinde de kadının özel alanındaki rolünü haklı çıkarma girişimi görülmektedir. Hegel’e göre ise ‘kadınlar yönetime geçtiklerinde devlet hemen tehlikeye düşer, çünkü kadınlar, eylemlerini evrensel gereksinimlerine göre değil, keyfi eğilim ve kanılarına göre düzenlerler ’demektedir. Kant ise Nietzsche ve Hegel’e katılıp düşüncelerini şöyle ifade etmektedir. Kadın saltanat sürmeli, erkek yönetmelidir. Çünkü: eğilim saltanat sürer, akıl ise yönetir.’ Kant erkeklerin soyluluk unvanlarını eşlerine aktarabildiklerini ama bunun tersi olamayacağını söyler. Sonuç itibariyle kadının tarihsel geleneksel siyasal ideolojiye karşı kendisini hukuksal bir varlık ve eşit bir vatandaş olarak kabul ettirmesi, bütün dünyada, kadınlar yönünden büyük çabalar gerektirmiştir. İnsanlık tarihinden bu yana 2000 yılı bulan bir egemenliğe sahip ideolojinin 150-200 yılda ortadan kalkması beklenemez.

İREM NAZ GÜLAĞACI– 7/A

BĠR SEYYAH’IN GÜNLÜĞÜNDEN BİNBİR KULELİ ŞEHİR PRAG Prag, kelimenin tam anlamıyla bir masal kent. Bozulmamış tarihi Art Nouveau, Barok, Rönesans yapıları arasında gezerken, sanki zaman makinesine binip farklı bir zamana ulaşmışım gibi gerçeküstü hissettiğim bir kent. Bu büyülü, dört bir yana uzanmış Arnavut kaldırımlı caddelerde yürürken, kentin bunlardan çok daha fazlası olduğunu hissettim. Kültür - sanatla dolu dolu ama bir yandan da buram buram aşk kokan bir kent Prag…

Eski Şehir ve yeni yapılan şehir olarak ikiye ayrılır. Turistik yerler genellikle (Astronomik Saat, Old Town Square, Saint Nicholas Kilisesi…) eski şehirde toplanmıştır. Old Town Square’den ara sokaklara girdiğimizde kukla dükkanları, kristal dükkanları ve müzeler (Madame Tussuauds Müzesi , Apple Müzesi, Museum of Torture ) çoğunluktadır. Ayrıca meydanda sokak sanatçıları gösterilerini sergilemektedir.

Nâzım Hikmet’in 1956 ile 1958 yılları arasında Prag’da yaşamış olması, kentin değerini bir kat daha artırıyor benim için. Prag’da bulunan Cafe Slavia’da Nâzım Hikmet’in zamanında otururken, Betlemska ile Smetanovo caddelerinin kesiştiği bu yerde yazdığı bir şiir geçiyor aklımdan:

MÜZİSYENLER VE BESTECİLER ŞEHRİ VİYANA Viyana’da tarihi binaların yanı sıra yeni yapılan binaları da barındıran muhteşem bir şehir. Ana caddelerde çoğunlukla marketler, restoranlar ve mağazalar çoğunluktadır. Viyana Parlemento Binası gösterişli bir yapıdır. Ayrıca sokak sanatçıları burada da çok fazladır. Viyana’da Türkiye’den oraya giden insanlarla karşılaşabilirsiniz. Sokakta müzik yapan sanatçıların bazıları da Türkiye ‘den giden insanlardır. Sokaklarda, meydanlarda, caddelerde gösterişli heykellere rastlata bilirsiniz.

Slavya kahvesinde dostum Tavfer’le Viltava suyuna karşı oturup tatlı tatlı yarenliği severim. hele sabahları hele baharda. Hele sabahları hele baharda Konuşurken dalar dalar gideriz, Bir yitirir, bir buluruz birbirimizi Hele sabahları hele baharda Prag şehri yaldızlı bir dumandır Ve kızıl kocaman bir elma gibi Nezval geçer taze çıkmış kabrinden. paramparça yüreciği de elinde ve Orhan Veli ile karşılaşırlar Urumelihisarı’ndan gelir o Ve telli kavağa benzer Orhan’ım Yüreciği delik deşik onun da. Biz de aynı loncadanız biliriz Tavfer zanatların en kanlısı şairlik sırların sırrını öğrenmek için yüreğini yiyeceksin, yedireceksin. Prag şehri yaldızlı bir dumandır. Viltava suyunun köpüklerine Martı kuşlarıyla gelir İstanbul. 26 Nisan 1958, Prag


Bayram Yıldırım– Binicilik Öğretmeni

BURCU ÖZNERGĠZ

DOĞA

NESLİ

AT’LARIN TARĠHĠ GELĠġĠMĠ

Merhaba, ben 2002 yılında Adana’da doğdum. Öğretim hayatıma Adana’da başladım. Spor hayatıma küçük yaşta başladım.4.5 yaşında jimnastiğe başladım. Jimnastiğe bir yıl devam ettim. İlkokul birinci sınıfta halk oyunlarına başladım.

Atlar, yaklaşık 50 milyon yıl önce kuzey yarım kürde yaşanmış, yüksekliği 2030 cm, uzunluğu 60 cm minyatür üç tırnaklı bataklıkta yasayan bir hayvandı. Sonradan atın çok evrim geçirerek günümüze tek tırnaklı hayvanların atası sayılır. İlker çağdaki insanlar etleri barınak ve derileri giysi yapmak için avlarlardı. İlk orta Asya da Türklerin atları evcilleştirdiği söyleniyor. Atın evcilleştirilmesiyle birlikte daha çok amaçla kullanılmaya başlanmıştır özelik-

le ulaşım, yük tasıma ve savaş meydanında boy göstermişlerdir. Atın evcilleşmesiyle birlikte ulaşım ve savaşlarda çok büyük bir önem kazanmış olup tarih boyunca insanlara hizmet eden en kabiliyetli hayvan olmuştur. Günümüzde ise spor ve yarış amaçlı kullanılıyorlar, örneğin at terbiyesi, konkurkomple, atla dayanıklılık yarışmaları, horseball, engel atlama, atlı araba, atlı oyunlar ve voltij gibi başlıca spor dallarına ayrılır.

İlkokul ikinci sınıftayken Bilim ve Sanat Merkezi sınavını kazandım. 2010 yılında basketbola da başladım. Basketbolu ileride yapacağım bir spor olarak görmüyordum. Zamanımı değerlendirmek için başlamıştım. Ama bir spora devam edince hem o sporu seviyorsunuz hem de kendinizi o dalda geliştiriyorsunuz. Zaman geçtikçe basketbola bağlandığımı gördüm. Her geçen gün kendimi geliştiriyordum. İlk başladığım yer ise 12 Dev Adam Basketbol Okulları’ydı. Buradayken pek çok turnuvaya katıldım. Dört yıl boyunca 12 Dev Adam Basketbol Okulları’na devam ettim. 2014-2015 eğitim öğretim yılında Harran Üniversitesi Altyapı Takımı’na seçildim. Takıma ilk başladığım sene Ş. Urfa’da iki kategoride şampiyon olduk. Bu nedenle deplasmana çıktık. Küçük kategorisinde Elazığ’a, yıldız kategorisinde ise Muş’a gittik. Aynı zamanda il karmasına da iki yıldır seçiliyorum. Bu sene gruptan çıkmayı başardık. Bu sene de yine yıldız ve küçük kategorilerinde il şampiyonu olduk. Ş. Urfa’yı bölgede temsil edeceğiz. 8. sınıfta Doğa Koleji’ne başladım. Okul takımında da oynadım. Ortaokullar arası maçlarda da Ş. Urfa'da şampiyon olduk. Hala okulda ve takımımda akademik ve sportif başarılarım devam ediyor, Bilim ve Sanat Merkezi’ne de aktif görevler üstleniyorum. Umarım herkes benim gibi başarının peşinden koşup iyi yerlere gelir.

AT IRKLARI OĞUZALP SAĞLAM

ARAP ATI Güzel, dayanıklı ve en akıllı zarif atlardan. Cidago yükseklikleri 140-150 cm olup ve ahenkli yürüyüşlere sahip en dayanıklı at ırkıdır.Arap atı gibi sonradan açılır. İNGİLZ ATI İngiliz atları çok güçlü ve kısa mesafede en hızlı at ırkıdır. Cidago boyları 165-175 cm arası soğukkanlı ve daha çok kaslara sahip at ırkıdır. Günümüz de genellikle yarışlarda kullanılmaktadırlar. HAFLİNGER

Ana vatanı Avusturya olan bu atlar cidago yükseklikleri 130-140 cm olup çok güçlü ve sağlam bir yapıya sahip atlardır. Genellikle arazide kullanılan atlardır. AHAL TEKE ATI Türkler tarafından evcilleştirilmiş olup yarış ve gösteriş atıdır. Cidagoboyu 150-160 cm asil ve dik bir yürüyüş ve ince bir yapıya sahip ve en inatçı atlardan olup o kadarda sadık atlardır. MİDİLLİ ATLAR Soyların kökeni Britanya adalarına dayanan iklimlere çabuk uyum sağlayan at ırkıdır.,

Cidago boyları 95-140 cm arası uysal, zeki ve uysal hayvanlardan.

AT SAHĠBĠNE GÖRE KĠġNER’miĢ

KEREM BĠRCAN

ATLAR HAKKINDA BAZI İLGİNÇ ÖZELİKLER Beni için atlar her zaman diğer hayvanlardan farklı olmuştur, en basitinden atlar, insanlar gibi tek düzen sistemle eğitilmemesi. Yani her atın da kendine ayıt eğitim şekli farklılık gösterebilir. En güçlü hayvanlardan bir tanesini en az güçle eğitilme özeliği olan atlar, en iyi eğitim sabır ve sertliğin kesin kabul edilmediği eğitim sisteminden geçer. Ata hisle binilir, yaklaşılır ve eğitilir aksi takdirde iletişim kurulamaz. İçgüdü ve hissiyatları çok güçlü hayvanlardır. Atlarla tanışan hiç kimsenin mutsuz olacağını düşünemiyorum, atlarla çalışan bir kişi izinli olduğu bir gün bile, gidip atlarla yine zaman geçirir.

           

Atlar dizlerini kilitleyerek günlerce ayakta dururlar ve hatta ayakta yatarlar. Onlara hangi niyetle yaklaşırsanız sizi anlar ve ona göre harekete geçerler. Fiziki yapılarına göre en küçük mideye sahip hayvanlardır. Safra keseleri yok ve kusma özellikleri yoktur. İnsanlar gibi her yerleri terlerler. Atların ortalama yaşı 30, 65 yasına kadar yaşanmış at da var. İkiyiz doğurma özellikleri bin de birdir Duyma kapasiteleri normal bir insanın 17 kat daha iyi duyuyormuş Kulakları ve gözleri aynı yere bakarlar. En yüksek at 2.10 cm’ dir. En yüksek atlayan at 2.47 cm dır. Üzengileri Türkler bulmuştur.

Merhaba ben 7/A sınıfından Oğuzalp Sağlam. Sizlere başarılarımı ve bu başarıları nasıl kazandığımı anlatacağım. Bugüne kadar birçok başarı elde ettim ve bunun sonucunda ödüller aldım. Çoğu dalda başarılarım var. Basketbol, santranç, bilgi yarışmaları… Ama bunlardan en ağır basanı dersteki başarılarım. Bu başarılarımın sırrı çok zor değil. Önemli olan asla pes etmeden yoluna devam etmek, zorluklar karşısında yenik düşmemek. Bu sözleri her yerde duyduğunuzu biliyorum çünkü ben de bu sözleri duyuyorum. Benim asıl sırrım ise bulunduğun dalda ve ortamda her zaman en iyi için çabalamak. Aklınıza şunu koymalısınız:“ En iyi ben olmak zorundayım.” İşiniz ne olursa olsun her zaman ve her zaman en iyisini, en güzelini ve benzersiz olanı yapmalısın. Her zaman bir önceki gün yaptığının üstüne bir şeyler koymalısın. Ayrıca tek bir uğraşın değil birden çok uğraşın olmalı. Ayrıca bu başarıda bir de aile çok önemlidir. Mesela kendimden örnek vereyim. Misal basketbol takımında oynuyorum ve ailem her maçıma geliyor. Her zaman yanımdalar. Desteklerini hep hissediyorum. Şimdi bana soracaksınız : “ Bir idolümüz olmalı mı?” Elbette olmalı. Ancak bu idol seçtiğiniz kişiden daha üstün olmalı. Yani yine kendiniz olmalısınız. Her zaman bir fazlası…

TERAPİDEKİ FAYDALARI Terapinin ana fikri, fizyoterapi, bedensel çalışma ve rehabilitasyondan oluşan bir senteze dayanmaktadır. Binicilik terapisi bütün duygulara ve birçok yasam alanına hitap eder ve bu çocuk /genç/yaşlı yani fark etmeksizin herkesin yapabileceği terapidir. Terapi kişinin kendi hareketlerini atın hareketleri ile belirginleşen uyumu beden bilincini asılar ve bir bütün sağlanmış olur. Onun için gittikçe de önem kazanacağını ve herkesin önem vermesi gerektiğini düşünüyorum.

Merhaba, ben 2004 yılının Ağustos ayında doğdum. Şu an 6. sınıftayım. Yüzmeye 6 yaşından başladım. Düzenli ve azimli bir şekilde ailemin de desteği ile kendimi geliştirmeye çalıştım. Sonrasında 2010’da Şanlıurfa Spor Yüzme Kulübüne geçip çalışmalarıma orada devam ettim. Bu azim ve istikrarın meyvelerini yavaş yavaş toplamaya başladım. Çeşitli yüzme dallarında başarılarım oldu. 2016 Ocak yüzme müsabakalarında 4 ayrı dalda derece aldım: Kelebek stilinde 2. Sırt stilinde 3. Kurbağa stilde 3. Serbest stilde 2. oldum. Yüzme sporu bana disiplinli çalışmanın başarıya ulaştıracağını öğretti. Ayrıca sosyalleşmemde de faydalı oldu. Yüzmeye başladığım zamandan beri birçok yarışmaya katıldım, birçok sporcu ile tanıştım ve birçok farklı şehir gördüm. Hala antrenmanlarıma haftada bir defa olmak üzere düzenli olarak devam ediyorum. TÜM ARKADAŞLARIMIN YÜZME SPORU İLE UĞRAŞMALRINI TAVSİYE EDİYORUM.


Paulo COELHO’dan

Berçem AKBAŞ/ 5-A

BEN ENGELLĠYĠM... ÖĞRETĠ

Engelli yerine koyuyorum kendimi...

GÖRMEDEN ĠNANMAK İmparator Haham Yeoschoua ben Hanania’ya şöyle dedi: “Tanrı’nı görmeyi çok isterim.” “Bu imkânsız,” dedi Haham. “İmkânsız mı? İyi ama hayatımı göremediğim birinin ellerine nasıl teslim edebilirim?” “Karınıza duyduğunuz sevgiyi hangi cebinize yerleştirdiğinizi gösterin bana ve onu tartmama izin verin, böylece sevginizin ne kadar büyük olduğunu anlayabilirim.”

“Saçmalama; kimse birine duyduğu sevgiyi cebinde taşıyamaz.” “Güneş, Tanrı’nın evrene koyduğu eserlerinden sadece biridir ve ona doğrudan bakamazsınız. Aynı şekilde sevgiyi de göremezsiniz ama bir kadına âşık olup hayatınızı ona emanet edebileceğinizi bilirsiniz. Görmediğimiz halde güvenebileceğimiz şeyler olduğu açık değil mi?”

HAYAT KURTARAN BALIK Sufi geleneğin çılgın hocası Nasreddin bir gün bir mağaranın önünden geçerken orada meditasyon yapmakta olan bir Yogi gördü; yanına gidip ona neyi aradığını sordu. “Hayvanlar üzerine kafa yoruyorum, bugüne kadar onlardan bir insanın hayatını değiştirecek kadar önemli dersler çıkardım” diye cevapladı Yogi. “Bir defasında benim hayatımı da bir balık kurtarmıştı” dedi Nasreddin; “Eğer bana bildiğin her şeyi anlatırsan ben de sana bunun nasıl olduğunu anlatırım.” Yogi şaşırdı; ancak bir azizin bir balık tarafından kurtarılabileceğini düşündü ve bu düşünceyle bildiği her şeyi Nasreddin’e öğretmeye karar verdi. Anlatmayı bitirdiğinde, Nasreddin’e sordu: “Ben sana her şeyi öğrettim. Sen de anlatırsan, bir balığın senin hayatını nasıl kurtardığını öğrenmekten onur duyarım.” “Çok basit,” dedi Nasreddin; “Onu yakaladığımda açlıktan ölmek üzereydim. O balık sayesinde beni üç gün idare edecek yiyeceğe sahip oldum!”

TEHLİKEYE BAKMAK Öğrenci öğretmenine şöyle dedi: “Günümün büyük bölümünü görmemem gereken şeyleri görerek, arzulamamam gereken şeyleri arzulayarak, yapmamam gereken planları yaparak geçirdim.” Öğretmen öğrencisini kendisiyle birlikte yürümeye davet etti. Yolda giderken bir bitkiyi işaret etti ve öğrencisine bunun ne olduğunu bilip bilmediğini sordu. “O zehirli bir itüzümü. Eğer yapraklarını yersen seni öldürebilir.” “Ama sadece bakarsan öldüremez. Aynı şekilde olumsuz düşünce ve arzular da onlara teslim olmadığın sürece zararsızdır.”

Hayat zorluklarla dolu. Özellikle de engelli insanlar için. Ve bugün kendimi bir engelli yerine koyacağım. Belki bu empati insan olmayı tekrar hatırlatacak bize… Ben bir engelliyim. Olmuyor… Üzülüyorum... Ama hayata sımsıkı tutunmaya çalışıyorum. Karşılaştığım bu acılar, zorluklar beni yıldırmayacak, biliyorum... Her zamanki günlerden biriydi. İçimde bir mutluluk vardı nedense. Güzel uyanıyorum. Sonra kahvaltımı yapıyorum. Annem okula getiriyor ve derse giriyorum. Size bir soru sormak istiyorum tam burada. Hiç bir kitabı “Braille alfabesi” kullanarak elinizle okudunuz mu, bir kitabın kapağındaki sıcak renkleri görmeden benimsediniz mi? Yoksa görmeden her şeyi sevebilen tek ben miyim? Sanırım cevabınızı biliyorum… Evet, benim gözlerim görmüyor. O yüzden size bu sorular da ağır geliyor belki! Neyse boş verin… Şimdi müzik dersine giriyorum. Siz kızıyorsunuz ama son bir soru soracağım. Hiç gözleriniz kapalı gitar çaldınız mı? Hani karanlıkta gitar çalmayı sever misiniz? Tamam, tamam sustum… Sanırım bunun da cevabını biliyorum!.. Evet, benim en büyük yeteneğim bu galiba. Görmeden gitar çalmak. Hem de gitar çalarken şarkı söylüyorum. Size söylemiştim ya sabah içimde bir mutluluk vardı. Daha da mutlu oldum. Evet, anladınız: “Sizlerin yapamadığı şeyleri yaptığım için daha sevinçliyim…” Neyse… Devam ediyorum… Müzik öğretmenimiz Melda Hoca bugün bir konuşma yaptı. Melda Hoca: -Evet, çocuklar bugün size güzel bir haber vereceğim. Merakla ne olduğunu sorduk. Melda Hoca: -Çocuklar müzik kulağı olanlar mayıs sonunda bir konser verecek ve herkes davetli olacak. Çok mutlu olduk. Melda Hoca teker teker müzik kulaklarımıza baktı. Ben de seçildim. Çok mutlu oldum. Nihayet mayıs sonu gelmişti. Yılsonu konseri bugündü. Son hazırlıklar yapılıyordu. Heyecanlıydık. Ve konsere çıktık. Çok büyük bir konserdi. Çok alkış aldık. İşte bu duygu bütün “engellerin” ötesinde… Gördüğünüz gibi kendii bir engellinin yerine koydum. Sevinçlerine ve hüzünlerine ortak oldum.. Sizler de bunun farkında olarak yakşımlarınızı arttırabilirsiniz. Engelli olmak bir “yaşam mücadelesi” vermektir. Ve sizler bu mücadelede safınızı iyi seçmelisiniz. Engelli olmak bir tercih değildir ama bizim onlarla duygudaşlık yapmamız bir tercihtir. Tercihleriniz bir engelliyi engelsiz yapacaktır. Son olarak siz arkadaşlarımıza sesleniyorum: “Hayatınızın kıymetini bilin…”


OSMANLIDA SUÇ VE CEZA

MÜZĠK OTİSTİK BUĞRA

SURİYELİ MÜZİK DEHASI TAMBİ ASAAD

664 MÜZİK DEHASINDAN BİRİ

Dünyada sadece, Mozart ve Bach'ın da aralarında bulunduğu “doğadaki tüm sesleri nota diline deşifre edebilme“ yeteneğine sahip olan 664 kişiden biri olarak gösterilen müzik dehası 13 yaşındaki otistik Buğra Çankır, herkesi şaşırttı.

Suriye’deki iç savaştan kaçıp Türkiye’ye sığındıktan sonra ailesiyle birlikte Bursa’ya gelen 16 yaşındaki Tambi Asaad’ın öyküsü film senaryolarını aratmadı. Bursa’da geçen yıl gezerken gördüğü müzik merkezine giren Asaad’ın yeteneğini piyano öğretmeni Rus Elena Yudina keşfetti. Bir yıllık eğitimin ardından, kendisinden 10 yıl önce müziğe başlayan yaşıtlarıyla Moskova ve St Petersburg’daki uluslararası yarışmalarda piyano çalan Asaad birinci oldu. New York Konservatuarı

Buğra her sesin karşılığını verebiliyor. Bu bir kuş sesi, dalga sesi, cam kırılması ya da çığlığınız olabilir. Bardağa vurup Buğra'ya 'Hangi nota?' diye sorduğunuzda, 'La' diyebiliyor. Buğra'nın kulağı için 'absolute pitch' (mutlak kulak) denilmektedir.

BEETHOVEN MÜZĠKTEN • Meşhur bir Alman bestecisi olan Beethoven, 1770 yılında Almanya’nın Bon şehrinde doğdu. Yoksul bir ailenin çocuğu olması nedeni ile yeteneğinin gerektirdiği eğitimi alamamış ancak kendi kendisini yetiştirmeyi başarmıştır.

Her imparatorluğun tarihinde olduğu gibi, Osmanlı Devleti’nin tarihinde enteresan suç ve cezalardan kavramlarından bahsedilir. 600 yıl boyunca yaşamış; 3 kıtada hüküm sürmüş imparatorluğunun günümüze kadar gelen kanunnamelerinden anlıyoruz ki birçok suç ve bunlara verilen çeşitli bir çok cezalara rastlamaktayız. Cezalarda devrin şartlarında önünde bulundurulurdu. Osmanlıda hukuk şer’i ve örfî hukuk anlayışına dayanırdı. Eyalet sancak ve kazalardaki mahkemelerde hâkim olarak ‘kadı’ bulunurdu. Kadının verdiği kararlardan şüphe duyanlar bir üst mahkeme olan Divan-ı Hümayun’a başvurabilirdi. Daha küçük yönetim birimlerinde yani Nahiye’lerde kadının yerine naipler hüküm verirdi. Mahkemelerde görülen davalar Şeriyye Sicilleri’ne kaydedilirdi. Hukuk kuralları yerel özelliklere göre de esneklik gösteriyordu. Toprakların yönetimi ve sivil düzen konusunda yerel idareye haklar tanınıyordu. Böylelikle imparatorluk içindeki çok uluslu halkın adalet anlayışına cevap veriliyordu Osmanlıdaki cezalar üçe ayrılır: Had, kısas, diyet ve Ta’zir. Had cezalar ı, Allah’a karşı işlenen suçlar için Allah’ın hakkı olan, bu yüzden de değiştirilemez cezalardır. Bunlar kanunda gösterilen cezalar gibidir. Had cezasını gerektiren suçlar zina, kazif (veya zina iftirası) şarap içme, hırsızlık, haydutluk gibi olanlardır. Bunlardan zina için recim ve 100 değnek cezası, kazif için 80 değnek, şarap içme için 80 değnek, hırsızlık için bir organın kesilmesi, haydutluk, yol kesme için çengel gibi cezalar verilirdi.

Babası, saray müzisyenliği yaparak hayatını kazanmasına rağmen, alkole olan düşkünlüğüne yenik düşmüştür. Annesi ise saray hizmetçiliği yapmakta idi. Beethoven, ilk müzik eğitimini henüz 4 yaşında iken babasından almıştır. Babası Beethoven’e verdiği eğitimler sırasında oğlundaki yeteneği fark ederek, onu zorla bu yönde eğitmek istemiştir. Ayyaş baba Johann, gözü yükseklerde olan bir adamdı. Oğlunun müziğe ilgisini keşfedince büyük bir hırsa kapıldı. Kendi elde edemediği ünü ve parayı yetenekli oğlunun kazanmasını, onun yeni bir Mozart olmasını istiyordu. Oğlunu eğitmek için çok sert, çılgın ve zalim bir yöntem uygulamaya başladı. 4 yaşındaki çocuğu saatlerce klavsen başında tutar, geceleri eve ayık gelirse, onu uykudan kaldırıp sabahlara kadar çalıştırırdı. Çocuk, yorgunluk, uykusuzluk ve soğuktan ötürü hata yaptığı zaman ise dayak başlardı. Beethoven, daha sonra açıkça söylediği gibi müzikten öylesine nefret etmiş ki, bu işten vazgeçmeyi bile düşünmüştür.

Mutluyken şarkının melodisine, üzgünken ise sözlerine yoğunlaşırsınız. BUNLARI BİLİYOR MUYDUNUZ?        

Justin Bieber’ın Youtube’da izlenme sayısı Çin ve Hindistan’ın nüfus toplamından fazladır. Bilinen en eski müzik aleti 40 000 yıl önce yapılmıştır. Bu müzik aleti geyik ayağından yapılmış. Müzik; kronik ağrıları %20, depresyonu %25 azaltmaktadır Mozart’ın nereye gömüldüğü halen bilinmiyor. Tüm satış kayıtlarına göre, harmonika dünyanın en çok satan çalgısıdır. İlk olarak 1876 yılında telefon hattına müzik verildi, aynı zamanda telefonun icat edildiği yıldır. CD 1980 yılında Philips ve Sony tarafından üretildi. İrlanda, Eurovision’u en çok kazanan

  

ülkedir.(7 kez) Avrupa’da sadece kulaklıkla müzik dinleyebileceğiniz ‘Sessiz Diskolar’ vardı. Michael Jackson’ın ‘Thriller’ı tüm zamanların en çok satan albümüdür Pink Floyd’un ‘Dark Side of The Moon’ albümü 200 müzik listesinde birden 741 hafta boyunca tepedeydi, 14 yıl! Enstrüman çalmak IQ’nuzu 5 puan arttırabilir.

   

Shakira sesini o kadar tiz çıkartmıştır ki bardağı bile patlatabilirmiştir. Yılbaşı müziği olarak bilinen ‘Jingle Bells’ aslında Şükran Günü için yazılmıştır. Beethoven, beste yapmadan önce kafasını soğuk su dolu bir kovaya sokardı. Eminem 16 saniyede 101 kelime söyleyebilen tek rapçı’dır.

Taz’ire gelince, bundan önce belirtilen cezalardan farklı olarak taz’irde önceden sayılmamış suçlardan gene önceden sayılmamış cezaları olup, bunlar, yargıcın takdir hakkına bırakılmıştır. Yargıç isterse suçluyu bağışlar, sürgüne gönderir, tutuklar, teşhir ettirir, değnek cezasına çarptırırdı. Burada “had” cezalarına göre sınırlamalar tanınmıştır. Ayrıca devletin dirliği ve çıkarları için şeyhülislamdan alınan bir fetva üzerine hükümdarın “siyaseten katl” denilen ceza verme yetkisi tazir’e benzetmektedir. Kısas ve diyet davalarında, Bir yanılmanın olduğu infazdan sonra anlaşıl-ırsa geri dönülmesi mümkün olamaz. Bu yüzden kadınların şahitliğiyle bu cezalar verilmezdi*59+. Çünkü, onların şahitliğinde bir çesit şüphe vardır. Yanılma ve unutmaları çok olur. Belleme ve kavramaları zayıftır. Had ve kısas ceza-larının verilmemesi ve doğabilecek şüphelerle düşürülmesi yargılamada essas-tı. Şüphe ile düşen bir ceza şüpheli bir delille sabit olamazdı. Bunun böyle olması cezanın düşmesini kolaylaştırmak ve davalıya durumuna uygun daha hafif bir ceza vermek içindi *60+. Had ve kısas davalarında bizzat görgü şahidinin şahitlikte bulunması ica-beder. Yargıcın takdirine bırakılmış cezalarda, suçu yüze vurma, öğüt verme, azarlama, kulak çekme, teşhir, mali cezalar, mirastan yoksun bırakma gibi bir ölçüde hafifleri de bulunmaktadır.

Her zaman rastlanmayan fakat tarih kitaplarının kaydettiği çeşitli ağır cezalar arasında mağaraya kapatıp içine duman salarak öldürme, çuvala koyup suya atma, XVI.yüzyılda rastlanan ve adı, topa bağlama olan suçluyu topun ağzına koyarak mermi gibi atmak, linç etmek (keşkeş), deri yüzme, çarmıh, kazık, çengel gibileri bulunmaktadır. Casuslara uygulanan çarmıh cezasında, suçlunun bedenine yanmakta olan iri balmumları dikildiğini biliyoruz. Buraya alınan resimde görülen çengel cezası da korsanlara, casuslara uygulanırdı. Eminönü’nde kalaslardan bir iskele kurulur, suçlu makaralı iplerle kalasların üst basamağına çekilir, buradan daha alt basamakta olan ucu sivri çengelin üzerine bırakılırdı. Bazen suçlu hemen ölmez, çengele takılı olarak bir süre can çekişirdi. Buradan yola çıkarak Osmanlı adalet sisteminin ne kadar sistematik ve düzenli olduğunu görebilirmek mümkündür.

FERDA KARAHAN SOSYAL BİLG. ÖĞRETMENİ


KÜLTÜR ENDÜSTRĠSĠ Popüler Kültür ya da Pop Kültürü, özellikle 20. yüzyılda etkisini gösteren ve toplumsal modernleşmenin yan etkileri arasında sayılabilecek bir kavramdır. Nispeten eski halk kültürü olarak literatürde tartışılsa da, aslında toplumsal kültürün ve günlük yaşamdaki değişken alışkanlıkların biçimsel anlamda farklılaşması ve yaygınlaşması olarak anlatılabilir. Türk Dil Kurumu ise, popüler kültür kavramını, “belli bir dönem için geçerli olan, hızlı

MASUMLARIN SAVAġI üretilen ve hızlı tüketilen kültürel ögelerin bütünü” olarak tanımlamaktadır. Türk Dil Kurumu’nun tanımından da anlaşılabileceği üzere, popüler kültürün genel manası, dönemlik meşhur olan davranış biçimleri, müzikal eserler, kitaplar, kıyafetler gibi unsurların o dönem içinde yaygınlaşması ve tüketilmesi hali durumudur. Yani, üretkenliğin sınırlı kaldığı, kalıcı olamayacak ancak yaşandığı döneme etki edebilecek unsurların bütünüdür. Zaten, sırf bu özelliği nedeni ile de, bir çok entelektüel ve bilinçli çevrede, popüler kültür alışkanlıkları ağır şekilde eleştirilmektedir.

Fillerin savaşında çimler ezilir, sözü hakikatini her seferinde bize yeniden kanıtlar nitelikte. İdeolojilerin, çıkarların, kirli hesapların bedelini temiz kalplerin çekmesi acınası...Her çocuk bir umut, her çocuk bir abi, her çocuk bir, abla, her çocuk bir eş, her çocuk bir baba, her çocuk bir anne, her çocuk bir dede, her çocuk bir nine, her çocuk bir YAŞAM özleminde… Ve hayatları hiç pahasına yok eden ‘yaşam şarlatanları’ dünyanın bir damla kan’dan daha önemli olduğunu elbet anlayacaklardır! Lakin o zaman yönetilecek ne bir toplum ne bir millet ne bir insan kalacaktır. Ruhları çekilmiş ülkelere/şehirlere ‘insanlık tohumları’ atmanın zamanı gelmedi mi?

“İyi bir savaş, kötü bir barış hiç olmamıştır. “ (B. Franklin)

Popüler Kültür

Hamza AYBAKAN - Türkçe Öğretmeni

GENÇLĠK AFYONU: POPÜLERLĠK Popüler kültürün araç gereçleri ile hemhâl olan neslimiz, bunun kullanımı ile ilgili ne yazık ki bir kültür imar edebilmiş değiller... Tüketim, çarpıcılık, hızlı iletişim, beğeni esaslılık vs. gibi unsurlar, "saf ve elit bilgiyi" sahadan silme konusunda her geçen gün etkisini arttırmaktadır. Sosyal medya ile perçinlenen ve destekle-

SAVAġ VE BARIġ

nen bu "sanal kültür" enstromanları, kişisel ve sosyal gelişimlerde çocukları "popüler" olmaya zorlamaktadır. Arkadaş ilişkilerin twitter, snapchat, facebook, instagram vb. platformlarda oluşturulması "hormonlu meyve" tadı vermektedir. Olmak istedikleri gibi davranmak/görünmek, sadece bir "fenomenlik" arzusu kadar masum değil; "gerçekçilik ve samimiyete" vuru-

lan bir darbe mahiyetindedir! Giyim kuşamla, fast foot kültürü ile pompalanan arzu ve istekler, günümüz toplumunu da şekillen-

“ Bir çocuk olarak benim aklıma sığmıyor, bir savaşın neden başlayıp neden bittiği? Hani hep ‘siz çocuksunuz, siz anlamazsınız; siz işinize bakın, okuyun…’ derler ya! Acaba savaşmak için mi okuyoruz? Biz ki bir savaşı bitirecek kadar güçlü değilsek nesil olarak okullar neden var, neden ‘eğitim şart’ lakırdıları eksik olmuyor? Mesela geçen gün Türkiye’nin yüreğine bir kor düştü, birçok insanımızı kaybettik! İçlerinde anne ve babalar ya da daha olacak olanlar vardı...Niçin

bu kin ve nefret peki? Her insanın dini, siyasi görüşü, değerleri farklı olabilir! Ki bunun için dünyada 194 ülke var. Hepsinin istekleri birbirine uymayabilir! illaki bunun için savaş ve kaos çıkması mı gerek? Gerçekten de iyi bir gezegende mi yaşıyoruz? Ya da gerçekten burada ‘hayat’ var mı? Bütün dünya el ele verebilmesi için Mars gibi üzerinde yaşayan kimsenin olmaması mı gerek? Dünyada ‘hayat’ varmış gibi bir de başka gezegenlere de taşımak istemeleri garip! Başka ‘savaş’ meydanları…” Gülsüm Aksu– 7/A

BĠRLĠKTELĠK Soruyoruz?  Tüketim, doğal ihtiyaçların rasyonel olarak tatmin edilmesi midir?  Daha çok tüketim, ilerleme ve mutluluk anlamına mı gelir?  Tüketimin yaygınlaşması sınıf farklarının giderilmesi midir?

“ Savaş ve terör, dünyadaki en kötü en ‘ilkel’ şeydir. Konuşup çözüm bulmak yerine yapılan savaşlar, birçok masum insanın hayatına girip hayallerini çalıyor. İnsanların sevdiklerini ellerinden alıyor. Savaş, bir ülkedeki insanların evlerini, sevdiklerini arkalarında bırakıp gitmelerine sebep oluyor. Anlaşmazlıklardan başlayan terör ne yazık ki ‘masum çocukları yiyen canavarlara’ dönüyor. “ Zeynep Deniz Cansız– 7/A

“Huzur istiyoruz, çok imkânsız olmasa gerek? Daha mutlu, daha yaşanılası bir dünya… Savaşın olmadığı, kavgaların bittiği, çözümsüzlüklerin rafa kalktığı bir dünya… Hayali güzel değil mi? Peki, hayal kuramıyorsanız ‘kurulan masum hayallerden’ ne istediniz? Bir çocuğun temsilcisi bir çocuk sesi olmalıdır! Çünkü büyüklerin bizi anladıklarını zannetmiyorum ya da bizi gözettiklerini! Onun için ‘kalemlerimiz’ ile bir çığlık da biz olmalıyız…”

Zeynep Badıllı– 7/A


DOĞA KOLEJĠ

KAFKA’NIN GÜNLÜĞÜ

RÖPORTAJ

Derken gün gelmiş, görüşmelerin artık sonu gelmiş. Kafka son görüşmede küçük kıza bir oyuncak bebek getirmiş. Küçük kız, aslından oldukça farklı olan oyuncak bebeğe şaşkınlıkla bakakalmış. Bebeğe iliştirilmiş bir not küçük kızın şaşkınlığını gidermiş: “yolculuğum beni çok değiştirdi…”

Hikâyeye göre günün birinde Franz Kafka rutin yürüyüşlerini yaptığı parkta küçük bir kıza rastlamış. Kız ağlıyormuş. Oyuncak bebeğini kaybetmiş ve bu onu oldukça üzmüş. Kafka bebeği onun yerine aramayı önermiş ve ertesi gün aynı noktada buluşmak üzere sözleşmişler. Bebeği bulamaması üzerine Kafka küçük kıza bebeğin ağzından bir mektup yazmış ve buluştuklarında kendisine okumuş:

ANADOLU ATEġĠ Temel konsepti medeniyetleri buluşturmak olan Anadolu Ateşi, Mustafa Erdoğan önderliğinde Doğu ile Batı kültürlerini harmanlayarak evrensel barış mesajları veren bir portreye sahip… Halk danslarını bale, modern dans ve dansın diğer disiplinleriyle sentezleyerek Anadolu’nun bin yıllık değerlerini kültür şöleni haline getiren ve her yöreden derlenmiş 3000 halk dansı figürünü/dansını barındıran bu eşsiz ekip Şanlıurfa Doğa Kolejini ziyaret ettiler. Öğrencilerle birlikte keyifli saatler geçirip merak edilenleri cevapladılar. Ekibin oluşumunu, misyonunu, çalışmalarını, etkinliklerini ve kısacası işin mutfağı ile ilgili soruları yanıtladılar.

“Lütfen benim için kederlenme, dünyayı görmek için uzun bir yolculuğa çıktım. Sana başımdan geçenleri anlatacağım.” Bu birçok mektubun ilkiymiş. Kafka küçük kızla her buluştuğunda sevgili oyuncak bebeğin hayali maceralarını özenle yazdığı mektuplardan ona okurmuş. Küçük kız da bu şekilde avunurmuş.

Uzun yıllar sonra, artık bir yetişkin olmuş olan küçük kızımız, gözü gibi baktığı bebeğinin, gözünden kaçırdığı bir çatlağının içine sıkıştırılmış bir mektup bulur. Kısaca şöyle yazmaktadır: “Sevdiğin her şeyi er ya da geç kaybedeceksin, ama sonunda sevgi başka bir surette geri dönecek.”

“Hayatta iki yol vardır. Siz az kullanılmış olanı seçin: YAŞAMAYI”

GÖNÜL-HÂNE

Kendilerine buradan bir kez daha teşekkür ederiz...

AHMET ÖZYAVUZ Meclis öğrencilerinin hazırlamış olduğu organizasyon kapsamında ünlü sinema oyuncusu Ahmet Özyavuz Şanlıurfa Doğa Koleji öğrencileri ile bir araya gelerek hem öğrencilerimizin sorularını cevapladı hem kariyer sürecini hakkında bilgi verdi. Ünlü Oyuncu Kurtlar Vadisi, Akasya Durağı, Arka Sokaklar gibi dizilerde aldığı rolleri ve sinemaya dair deneyimlerini paylaştı: Öncelikle hoş geldiniz ... Hoş bulduk çocuklar. Burada olmak benim için büyük bir mutluluk. Urfalı olduğunuz hemen hemen herkes biliyor. Neden Urfa’dan gitmeyi tercih ettiniz? Çeşitli nedenlerden dolayı gittim ama Urfa’yı bırakmadım. Öğrencilik hayatım burada geçti. Burada iş imkânları yoktu. Ve bu şartlar beni oraya götürdü. Tekstille uğraştım yaklaşık 15 sene. İstanbul’da ilk Osman Sınav’la başladım. 3 tane sinema filminde yer aldım. Peki, İstanbul’da olmanıza rağmen Urfa’dan kopmadınız. Sizi buraya bağlayan şey ne? Harbi Urfalıyım. İçimde Urfa sevgisi var. Urfa’yı tanıtmaktan da zevk alıyorum. Çünkü Urfa bir değer, bir tarih, bir medeniyet... Doğa Koleji ailesi olarak bizi takip ediyorsunuzdur?

Mustafa Erdoğan, 15 yıllık süreçte 89 ülkeye ulaştıklarını belirterek, "Bizim sahnelediğimiz dansların içinde Şanlıurfa kültür ünü yansıtan danslar da var. Ama bu gösterimiz özel bir gösteri çünkü 15'inci yılımızı kutluyoruz. Geride kalan süreçte 89 ülkede 40 milyonun üzerinde seyirciye ulaştık" dedi.

Aa, evet sizleri takip ediyorum. Ve beğeniyorum. Eğitime katkısı çok büyük. Peki, genelde hep ağır baba rollerinde yer alarak oyunculuk yaptınız. Sizi bu mesleğe çeken neydi? İçimde varmış. Yaklaşık 19 yıl Urfa’da yaşadım ve arkadaşlar arasında lakabım Artist Ahmet/ Ahmo’ydu. Bu meslekte ilerletti beni. Peki, buradan öğrencilere ne gibi mesajlar vermek istersiniz? Ders çalışın, ilerde Urfa’ya katkıda bulunun. Burayı değiştirip geliştirmek sizlerin ellerinizde. Bu değerli röportajı bizlerle yaptığınız için teşekkür ederiz...

Vaktiyle bir 'kelime' geldi huzura, hayli yıpranmış ve dağılmış vaziyette. Derdi vardı besbelli, huzurdayken titriyor ,konuşamıyordu çünkü. Anlat dedim, “Kimsin nesin; ne iş yapar ne gezersin?” Mahcup ve ürkek bir sedayla başladı :" Gönül derler bana, kalpte yaşar, insanlara sevgi satarım, geçimimi aşık ve maşuklardan sağlarım. Lakin hiç mecalim kalmadı, çaresiz ve bitkinim. Ne eskisi gibi mana ikliminin muhabbeti var insanlarda ne bunu söyleyecek dil! Hatta âşık da kalmamış belli, artık satmıyor sevgi. Ne vakit açsam kalp dükkânını kimsecikler uğramaz, selam vermez olur. Bir komşum var karşımda 'Hicran (ayrılık)’ adında, ne zaman önünden geçsem tıklım tıklım, tıkış tıkış. Baktım insanlara herkes avuç avuç, torba torba ‘Hüzün’ almakta, şaşırdım, yutkundum… Ne derdi var bu insanların dedim kendi kendime? Usulca komşum Hicran'a yaklaştım, 'bu

bereket cebine ama gönlüne değil bilesin, insanlara ne sattığının farkında ol efendi!' dedim. Bir müddet baktı, baktı sonra dedi: “Ey Gönül, insanlara aşk afyon imiş, kalplere zarar, kim alırsa da ona cefa imiş. Herkes ucuzun ve kolayın peşinde, artık kimse Mecnun gibi Cünun( deli) olmak, Kerem gibi yanmak istemiyor dost !” Boynumu büke büke ve de kendime kıza kıza çekip gittim. Sonra huzurunuza gelmeye karar verdim, geldim çünkü Sabır Ülkesinin Sultanısınız, çare olsa siz de vardır, dedim." diyerek ağlamaya başladı. Başını yerden kaldırdım gözyaşlarını sildim. Sonra dedim:" Ey kalp dükkanının sahibi, biz de senden alırdık şifamızı, özümüzü. Kimse itibar etmez ise benim de acizliğim senle başlar. Halkım gaflette ise ilacı Sabır'dır. Sabır ise Zaman leşkerlerinin (askerlerinin) komutanıdır. Olur ki Can Sarayına da tesir eder ise tek çaresi cihattır...


PARDON, BAKAR MISINIZ?

ı

Bülten Başlığ

SANAT ve KADIN İnci Küpeli Kız

Mona Lisa

Jeanne

Hollandalı ressam Johannes Vermeer'in başyapıtlarındandır. Adından anlaşılacağı gibi odak noktası bir “inci küpe”dir. Bir küpenin, bir hizmetçi kızın statüsünü nasıl yükseltebileceğinin kanıtı niteliğindedir. Ve güzel bir kadının sınıflara ayrılamayacağının manifestosudur. "Hollandalı Mona Lisa" olarak da adlandırılır.

Floransa'da Leonardo da Vinci tarafından kavak bir pano üzerine Sfumato tekniği ile resmedilmiş 16. yüzyıl yağlıboya portresidir. Resim halen Paris'teki Louvre Müzesi'nde sergilenmektedir. Tabloda oturmuş bir kadın resmedilmiştir, kadının yüzünün kime ait olduğu hala gizemini korumaktadır. Yüz ifadesindeki belirsizlik, kompozisyonundaki anıtsallık, atmosferdeki ilginçlikler, tablo hakkındaki çalışmaları devam ettirmektedir

Yahudi kökenli İtalyan ressam Modigliani, yapmayı düşündüğü bir tablosu için model ararken arkadaşı olan Rus heykeltıraş Chana Orloff, onu 19 yaşındaki güzel sanatlar öğrencisi Jeanne Hébuterne ile tanıştırdı. Jeanne Hébuterne'in tablosunu bitirdikten sonra çiftin aralarındaki ilişki bitmedi ve beraber yaşamaya başladılar.

YANAN ZÜREFA Salvador Dali’nin anlatımıyla ”erkeksi kozmik kıyamet canavarıdır.” Zürafa Dali’ye göre savaşın önsezisidir. Öndeki ve arkadaki kadın figürünün sırtını iskelet benzeri bir yapıyla destekleyerek toplumun hatalarını ve zayıflıklarını anlatmak istemiştir. Salvador Dali insan vücudunu psikanaliz ile açılabilen tamamen gizli çekmeceler olarak görüyor. Bazı yorumlarda ise bu figürlerin uzun boylu mankenler olduğunu ve savaşın yaklaştığını duyuran ölüm melekleri olduğu söyleniyor. Kadının birey olarak kendini gerçekleştirmesiyle toplumsal özgürlüğe kavuştuklarının analizidir bir nevi.

SYLVETTE

İİR

EKMEĞĠN EMEĞE KATTIĞI DEĞER

Ruhun var mı? -Anlamadım? - Şiir sever misin? -Yani. Okurum arada. -Sever misin? -Güzel şiirler var. -Kötü şiirler var mıdır? -E yani. Güzeli varsa… -Bence kötü olan şey şiir olamaz. -Ama piyasada/ -Piyasa? -Kitapçılarda filan kötü şiir kitapları yok mu? -Şiir olan kötü değildir. -Peki, nasıl anlayacağız? -Neyi? -Şiiri ve şiir olmayanı. -Çok basit. Dizelerin sana dokunmasına izin vereceksin. -Nasıl? Gözünle değil, ruhunla okuyacaksın. -Nasıl? -Seveceksin dizeleri. Nefret edeceksin onlardan. Kıskanacaksın bazen. Bitince derin bir soluk alma ihtiyacın olacak. -Sanırım bana göre değil. -Ruhun var mı? -Anlamadım? Şiir sever misin? -A yok! Ben almayayım. Hengami

Picasso, 19 yaşındaki Sylvette David ile tanıştığında onu birçok eseri için model olarak kullanıp ölümsüzleştirdi. Sylvette kasabanın çömlekçilerinden birinin terasında sigara eşliğinde kahve içerken Picasso’nun yan taraftaki stüdyosundan bir resmini tutup yukarı kaldırdığını fark etti. Arkadaşlarıyla birlikte gidip Picasso’nun kapısını çalıyor. Onu görünce Picasso hemen sarılıp “Senin resmini yapmak istiyorum,” diyor. Daha sonraki aylarda Picasso kendisine modellik yapması için Sylvette’i ikna etmeyi başarıyor ve 28’i resim olmak üzere çizimler ve heykeller de dâhil toplam 60 portre serisi yapıyor. Böylece Picasso ilk kez bir modelle başarılı bir çalışma yürütüyor. Ayrıca Picasso ilk kez bir kadın üzerine bu kadar çok sayıda ürün veriyor.

BEKLEYĠġ Sözcüklerin yarım kalmışlığı arasında gözyaşları süzülürken soluk yanaklarımdan, Zaman bitti ve soldu yine gözlerimdeki minik ışık… Gidişler yine ve yeniden bekleyişlerimin haberini getirdi. Bekleyişime doğru gidiyorum yeni ve yineden... Ah bu gözyaşlarım ve Ah bu mahiyetini bilemediğim ben ve öteki benler… Gidişler eşliğinde melodik bir hüzün var dünyamda. Kahve’rengidir ağlayan dünyam! Kalbim üç ateştedir… Dilimde bembeyaz dualar, ruhuma ışıklar saçar.

Ş

“Gözden Her zaman Gözyaşı düşmez Azizim! Kimi zaman da İnsan düşer…”

Ekmek deyip geçme bir gün muhtaç olursun Sokak sokak arar, yine çöpte bulursun Buğdayda başak başak umudun sesidir Ekmek Allah’ın kuluna hediyesidir. Nankörlük yapma rızkını çöpe atma Çok israf edip de helaline haram katma Gün olur dersin eyvah, Başını taşlara vurursun ah ah..! Yıllar çabuk geçer zamana aldanma Kuş misali uçup gider elinden paran da Ekmek çalışmakla kazanılır Emeğine yürek katıp hızlandır. Kaç buğday tanesinin adı Ekmek milli servetin damaktaki tadı Ekmek binlerce rızkın başı demek Tek seçenek onu israf etmemek… Kadriye Kirişçi– 9/A Milli Eğitim Bakanlığı Şiir Yarışmasında İl Birinciliği

ÖLÜ KELĠMELERE DUALAR Eğilir boynum kılıç iner ben düşerim. Ölüm tatlı bir çörek gibi önüme gelir. Tanrının adaletine bırakırım bedenimi. Ah karalar bağlamış yaralarla dolu kalbim! Gözyaşı dolu yakarış ve hıçkırıklar eşliğindeki ben... Göz kapakları ağırlaşmış, Acının yön verdiği ve acıya doymak bilmeyen ruhumun paramparça olmuş aynaları BEKLE...

Bir Martı’nın bir Vapur’a olan aşkını bırakıyorum sana… Denizin içinde sere serpe uzanan ‘Gelinlik Kızın’ hikâyesini… Rüzgârda dalgalanan saçlarına âşık olan Martı’nın sesine hapsediyorum gidişimi! Bir bankta otur en iyisi mi, Vapur ile Martı’nın aşkına dua eyle… Ve bir Martı’nın düşürdüğü simidin Denize kaptırdığının hüznüne şahit ol İşte o vakit benim senden gidişimi anlayabilirsin! Hengamî

ELVEDA URFA Yediverenlerin eşliğinde, yusuf tutanların masumiyetiyle elveda... Belki yine gelirim, hüznü gözlerinden izlemeye. Şıh Maksut’ta gönlümü teskin etmeye, dağlarına ovalarına içimi dökmeye, belki yine gelirim. İbrahim Halil makamında rahmete gark olmaya gelir ruhum, güvercinlerinle yine hay derim, hak derim, hu derim. Mâlik bin dinar hazretlerine ağızlarında dinarlar taşırdı balıklar, senin balıklarınsa hep dua taşıdı bana, göz göze, ağız dolusu, yürek dolusu dualar yükseltirdik semaya, kimse duymadan bir uçtan bir diğer uca. Hazreti Eyüp makamında teslimiyetin doruğuna yükselirdik, binlerce lâle açardı yüreklerimizde ve tatlı bir hüzün sarardı ruhumu. Şefkati yüreğime her dokunduğunda bir kuyudan kurtulmuşçasına yumardım kirpiklerimi, bırakırdım şelalelerimi. Bir sevda daha dokunurdu ruhuma, ben ben olurdum, ruhumdaki fırtınalarsa muamma... Misk u amber kokulu sevgilim, düşler ülkem, hayalim, elveda! Belki yine gelirim, kokunu ciğerlerime çekmek için, dindirebilmek için yangınlarımı, huzur sokaklarına sere serpe serilmek için... Bir ceylan gibi adımlayamayacağım artık sokaklarını belki, belki yabani bir keklik gibi konacağım kor avuçlarına, bir yabancı gibi, kokuna hasret bir canan gibi geleceğim belki ama hiç dinmeyecek hasretin. Sen ki sevdanın en derini, samimiyetin en masum hali, acılarımın, sevdalarımın, yakarışlarımın en büyük şahidi. Sen ki manası derin, efsunu hoş, yalanı yok şehrim, sadakatim! Gidiyorum senden, ruhum ayrılmışken, bedenimi bir ceset gibi sürüyerek götürüyorum... Düğümleniyor sensiz kalacak olmanın acısı hafsalamda, hıçkırıklarımı gülden yatağına gömerek gidiyorum. Elveda refahım, peygamber suretini ayında saklayan sevgilim! Göğsümü sır dolduran vefalı, sevdalı şehrim... Fazile Aydınalp


Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.