2
BİTLİS’İM
BİTLİS’İM
3
4
Sahibi Nostalji Kültür Sanat Organizasyon Adına Cihan ÇELİKKOL Genel Yayın Yönetmeni Aylin TERZİOĞLU AKPINAR Araştırmacılar/Yazarlar Prof. Dr. Ahmet Ruhi MERMUT Doç. Dr. Mehmet DEMİRTAŞ Abdülmenaf KOCAKAPLAN Ahmet ALPTEKİN Kerem KOÇYİĞİT Müfit YÜKSEL Serdar DURER Yakup TOKUŞ Yayın Kurulu Bülent GÖNENÇ Cihan ÇELİKKOL Sırrı ÇINAR Vedat YENİÇERİ Sanat Danışmanı Murat ŞAŞMAZ Direktör Semih KUMAŞ Fotoğraflar Emrah KENDİLCİ Geylani ADIYAMAN Kamil OĞUZ Mahmut ÖZDEMİR Nevzat TURGUT Oktay SUBAŞI Özkan OLCAY Yavuz KAKİ Grafik Tasarım Gülşah ŞENEL
Yönetim Adresi Mareşal Fevzi Çakmak Cad. 1.Sok. No:4 K:4 D:24 Şirinevler / İSTANBUL Tel: 0212 639 33 13 - 14 Gsm: 0532 555 06 59 Bitlis Dağıtım ve Abone İşlemleri Turgut HÜSEYİNİ Gsm: 0507 7170055 İstanbul Reklam Birsen OLCAY Web Master Emrah KENDİLCİ www.bitlisimdergisi.com info@bitlisimdergisi.com Dergimizde yayımlanan yazıların sorumluluğu yazarına aittir. Gönderilen yazılar yayımlansın veya yayımlanmasın iade edilmez. Yazılarda yayım kurumunca gerekli düzenleme ve değişiklikler yapılabilir. Yayımlanan yazıların tamamı veya bir bölümü Bitlis’im Dergisi kaynak gösterilerek alıntı yapılabilir. ©BİTLİS’İM dergisi 2012 tüm hakları saklıdır.
BİTLİS’İM
5
Editörden Yazın müjdecisi baharı yaşadığımız şu günlerde şahsım ve değerli çalışma arkadaşlarımla beraber dergimizin ikinci sayısını çıkartmanın mutluluğunu, keyfini yaşamaktayız. DERGİSİ’ne sahip çıkarak bizlere bu mutluluğu ve keyfi yaşatan hemşehrilerimize bir kez daha teşekkür ederiz. Kültürel ve sanatsal etkinliklerde gelişme gösteremeyen toplumlar ilerleme kaydedemezler. Yöresel etkinliklerin sayı ve çeşidinin uluslararası platforma da taşınarak arttırılması gerekli ölçüde fayda sağlayacaktır. Biz de dergimizi kültür, sanat, tarih ve turizm ağırlıklı olarak hazırlamış olup; Bitlis’in unutulmuş değerlerini, tarihi mekanlarını, Bitlis hakkında bilinmeyenleri gün yüzüne çıkaracağız. Böylece İlimizin tanıtımına bir katkı da biz sağlamış olacağız. Yayınlarımızı daha geniş kitlelere, daha çok okura ulaştırabilmek için şu anda hazırlıkları devam etmekte olan ve yakında yayın hayatına başlayacak olan www. bitlisimdergisi.com adresine taşıyacağız. Web sitemizde ve sosyal paylaşım sitelerindeki sayfalarımızda Bitlis ile ilgili güncel haberlere yer verecek, sizlerle birlikte Bitlis’in sesi olacağız. Dergimizin, ilk sayısını birçok hemşerilerimize ulaştırmaya çalıştık. Ülke çapında Bitlis’le ilgili yapılan
her toplantıya gönderdik. Fikir ve düşünceleriniz eleştirileriniz bizim için çok önemliydi kendimize yol haritası belirledik. Bitlis’e gönül veren siz değerli okurlarımızın fikir ve yorumlarına her zaman açık olduğumuzu, sizlerin desteğiyle bu yolda daha emin adımlarla yürüyebileceğimizi ve Bitlis ile ilgili paylaşmak istediklerinizi (fotoğraf, şiir, makale, vs). bizlere ulaştırdığınız takdirde dergimizde yer verilmek üzere değerlendirileceğini belirtmek isteriz. Sevgi, saygı ve dostluğumuzun her zaman sizlerle olması dileğiyle, sağlıkla kalın. Bilginize; Dergimizin ilk sayısında emeği geçen Yayın Yönetmeni Şemsettin Tan ve Sanat Danışmanı A.Talip Aksoy görevlerinden ayrılmış olup, Bitlis’im Dergisi ile hiçbir ilişkileri kalmamıştır. Cihan ÇELİKKOL
İçindekiler 12
8 İhlasiye Medresesi
8
İdris-i Bitlisi Köşkü (Pierre Loti)
12
İdris-i Bitlis
16
Dönmeyin
30
Uçkun
32
Tatvan Heykeli
34
Bana Çocukları Yaz
36
"Gökmeydanda Bir Gök Abide"
"Farklı Bir Açı"
İdris-i Bitlisi Köşkü (Pierre Loti) 12
"Hakkında Bilmedikleriniz"
"Görmeden,Almadan,Yapmadan,Tatmadan"
"Bilmediğiniz Yönleri"
"M.Cemal SAYDAM'ın Kaleminden"
52
16 Ahlat
38
Bir Sevdadır Tatvan
42
İçimdeki Bitlis'i Nasıl Buldum?
46
El-Aman Kervansarayı
48
"Şehir Kimlikleri Sırrı ÇINAR'"
"Bedirhan EPÖZDEMİR "
"Elif MİRMAHMUTOĞLU"
"Tatvan"
Beyaz Gelinlikli Adilcevaz
50
Abdurrahman Gazi Türbesi
52
Ünlüler
54
"Kamil OĞUZ"
"Bitlisli Ünlülerimizin Kısa Biyografisi"
İdris-i Bitlis 16
8
BİTLİS’İM
Gökmeydanda Bir Gök Abide
İhlasiye Medresesi edeniyet ve ilim şehri Bitlis, yüksek kayalıklar ve dağlarla çevrili dar bir vadi üzerinde kurulmuş olup, binlerce yıllık bir geçmişe sahiptir. Şehir, DiyarbakırVan yolu üzerindeki bir konak ve geçit yeridir. Bitlis şehri çeşitli medeniyetlere ev sahipliği yapmış tarihi bir şehir olmasının yanında, geçmişte, özellikle ticaret kervanları ve yolcular için de önemli bir güzergâh olmuştu. Ksenefon (Xenophon)'un on binleri de milattan dört asır evvel bu yoldan geçmişlerdi. Bitlis şehrinin kuruluşu ile ilgili çeşitli görüşler mevcuttur. Bunlardan birine göre, şehir ilk defa M.Ö. II. binde Mittaniler tarafından kurulmuştur. Daha sonra buraya Asurlular ve nihayet M.Ö. X. Yüzyılda Urartular hakim olmuşlardır. Urartu hakimiyeti sonrası dönemde Medler ve Persler de bir süre Bitlis'te egemenlik kurmuşlardır. Bitlis'in tarihindeki önemli olaylardan biri ise, Bitlis kalesinin inşasıdır. Evliya Çelebi dahil olmak üzere, bir çok kaynakta geçen, İskender'in komutanı Badlis'in kaleyi inşa ettiği biçimindeki hikaye ise muhtemelen gerçeği yansıtmamaktadır. Dolayısıyla Bitlis adının, komutanın adından geldiği biçimin deki yaygın görüş de tartışma zeminine taşınmış olmaktadır. Çünkü, Asur dilinde Bit veya Bed kelimesi yurt anlamına gelmektedir. Bitlis adı, Arap kaynaklarında Bidlis, Ermeni kaynaklarında ise Bageş (Pagiş) şeklinde geçmektedir. Bu noktada asıl önemli olan konu, milattan yüzlerce yıl önce burada bir kalenin var olduğu gerçeğidir. Bu durum Bitlis şehrinin bundan sonraki kültür ve medeniyet tarihi de dahil, bütün gelişimine doğrudan etki etmiştir. Ortaçağda Roma, Bizans ve Sasaniler ile bağımsız beylikler arasında el değiştiren Bitlis, Selçuklu hakimiyeti ile birlikte görkemli bir döneme girmişti. Bitlis, Moğol istilası sonucu gerilemeye başlasa da, bir süre sonra yeniden toparlanarak önemli bir şehir durumuna gelmişti. XIV. Yüzyılda Şerefhanoğlu sülalesinin hüküm sürdüğü Bitlis, önce Karakoyunlular, ardından Akkoyunlular ve Safeviler arasında el değiştirdi. I.Selim döneminde Osmanlı hakimiyetine geçtikten sonra şehir, Şerefhanlar sülalesinin kontrolü altında bulunmaya devam etti. Ancak burası sürekli Osmanlı-Safevi mücadelesine sahne oldu. Buna rağmen, Avrupalı Seyyahların anlattıklarına göre Bitlis XVI. Yüzyılda Doğu Anadolu'nun en önemli şehirlerinden biriydi ki, 1574 yılında nüfus iki bin haneydi. Fransız diplomat M.d'Aramon. gözlemlerini anlatırken, Bitlis'in, çevresinin surlarla çevrili ve sağlam bir kaleye sahip güzel bir şehir olduğunu söylemektedir. 1655'te Melek Ahmet Paşa ile birlikte Bitlis'e gelen Evliya Çelebi, kale içinde 300 ev, zahire saklamak için mağaralar, han. hamam ve bedesten bulunduğunu kaydetmektedir. Osmanlı hakimiyetindeki Bitlis'in bu yapısı ve ileri bir medeniyet ve ilim merkezi oluşu, yabancı seyyahların da dikkatlerinden kaçmamıştır.
“
İhlasiye Medresesinin inşası ile ilgili en sağlam kaynak, kuşkusuz kendi kitabesidir. Kitabesinde iki satır Arapça yazı yer almaktadır. Kemal Turfan tarafından tercüme edilen bu yazının ilk satırında, İhlasiye adı verilen bu şerefli Şerefiye Medresesinin yapılması güzel Allah'ın huzurunda iyi niyetle emredildi. İkinci satırda ise, Ve en büyük, ulu, adil ve bilgili emir merhum Şemşeddin Han oğlu, emir Şerefhan tarafından dokuzyüz doksanyedi yılı Zilhiccesinde inşa edildi şeklinde ifadeler yer almaktadır.
“
M
Doç.Dr.Mehmet DEMİRTAŞ
BİTLİS’İM
Bitlis Osmanlı hakimiyetine geçtikten sonra İranlılarla Osmanlılar arasında bir mücadele alanı olma¬ya devam etmişti. Fakat her dönemde, önemini belli düzeyde korumuştu. XIX. Yüzyıl başlarında Bitlis şehrinin nüfusu 20.000'e yakındı. Bu yüzyılın ikinci yarısında (1868) ise Bitlis'te 4.000 hane nü¬fus yaşamaktaydı. Bitlis şehri XIX. Yüzyıl boyunca güzelliğini korumuştu. Bu durum, yuka¬rıda da ifade edildiği gibi yabancı seyyahların övgüsüne de mahzar olmuştu. Yüzyılın ortalarında şehirden geçen Hommaire, hanlar, hamamlar ve köprülerden söz ederek doğunun bütün çekici güzelliklerinin Bitlis'te toplanmış olduğunu söylemektedir. 1859'da burayı gören Kotschy, şehir için "Muhteşem Bitlis" ifadesini kullanmaktadır. 1869'da şehri gezen Deyrolle, Bitlis'in çok canlı bir şehir olduğunu ifade etmektedir. Bitlis her dönemde önemli bir şehir olmakla birlikte, bu önemi İslam hakimiyetinin burada başlama¬sıyla daha da artmıştı. İslam müesseselerinin bir bütün olarak yerleşmeye başladığı şehirde, çok sayıda bilgin kişi de Bitlis'te yetişerek ilme ve medeniyete hizmet etmişlerdi. Bitlis'in tarihinde unutulmaz izler bırakan ve yıllarca şehri kendi kontrollerinde tutan Şerefhanlar sülalesi, şehrin kültür, medeniyet ve eğitim tarihine nüfuz etmişlerdi. Şerefname'nin yazarı Şerefhan, tarihçi ve bilgin biri; Torunu Abdal Han ise. alim, şair, sanatkar bir kişiliğe sahipti. XVI. Yüzyılın ikinci yarısında yaşamış olan Şükr-i Bitlisi, kendi adıyla anılan Şükriye Medresesinde eğitim görmüş ve eğitime büyük katkılarda bulunmuştu. I. Selim'in emrine giren bu şahıs, Selimnâme isimli eserin de sahibidir. Doğu Anadolu'nun Osmanlı hakimiyetine geçmesinde büyük katkıları olan Mevlana İdris-i Bitlisi tarihçi, şair ve dev¬let adamıydı. İdrisiye
9
medresesinde eğitim görmüş, 80.000 beyitten oluşan Heşt Behişt (sekiz cennet) isimli meşhur eseri yazmıştı. XVIII. Yüzyılda yaşamış Şems-i Bitlisi ise mutasavvıf ve düşünür olarak bilinmektedir. Bitlis'te doğan Müştak Baba ünlü bir şair olmasının yanında önemli bir düşünür ve eğitimciydi. İleri görüşlü ve zeki bir kişiliğe sahipti. Kendisine sihirbazlık isnat edilerek Muş'ta boğdurulduğunda yöre ile beraber Bitlis büyük bir kayıp yaşamıştı. Bitlis'in eğitim ve kültür hayatında önemli hizmetleri olan kişilerin sayısı elbette bunlarla sınırlı değildir. Ne var ki, konumuzun sınırlarım fazla aşmış olacağımızdan tamamına yer vermemiz mümkün olmamaktadır. Kültür ve medeniyetin başkenti Bitlis'te zaman içinde çok sayıda eğitim kurumu açılarak hizmet vermeye başlamıştı. Bu anlamda Şerefhanlar dönemi başat bir role sahip olmakla birlikte. Beyliklerin de katkıları göz ardı edilemez. Eğitim kurumları her çağda, her kültürde ve her coğrafyada ayrıcalıklı bir yere sahiptirler. İnsan eğitimi, toplumları ayakta tutan bir faaliyet alanı olmanın yanında, medeniyetin gelişmesinin de araçlarındandır. İslam medeniyetinin egemen olduğu her coğrafyada sistemin göze çarpan ilk unsurları, camiler, kervansaraylar, hanlar, hamamlar ve daha da önemlisi medreselerdir. Medreseler İslam medeniyetinin en önemli yapı taşlarıdırlar. Bu yönüyle medreseleri ayrı bir kategoride değerlendirmek gerekir. İlki 1067 yılında Bağdat'ta açılmış olan medreseler için, sünnî itikadın yayılmasını sağlamaya yönelik amaçlarla kuruldukları biçiminde eleştiriler yapılsa da, bu durum medreselerin eğitim hayatındaki rollerini küçültmez. Bu bağlamda Bitlis medreselerini ele aldığımızda parlak bir tabloyla karşılaşırız.
10
BİTLİS’İM
Emir Şerefhan, Şerefname isimli eserinde, Bitlis'teki mimari eserleri anlatırken, şehirde biri İhlasiye olmak üzere, beş adet ilim medresesi bulunduğunu ve bunların kendisi tarafından inşa edildiğini belirtmektedir. Şerefnâme'nin yazarı, Bitlis'teki camilerden birinin, "Cami-i Köhne" olduğunu ve bunun Selçuklular tarafından inşa edildiğini söylemek suretiyle, itimat edilebilirliği ve objektifliği konusunda bizlere bir fikir vermiş olmaktadır. Dolayısıyla, gerek kitabesinde geçen ifadeler, gerekse Şerefnâmedeki bilgiler ile çağdaş kaynaklar, medresenin Şerefhanlar dönemi eseri olduğu dışında bir seçeneğe imkân tanımamaktadırlar. Bitlis medreselerinin en önemlisi, kuşkusuz Gökmeydan Mahallesi'nde yer alan İhlasiye (Gökmeydan) medresesidir. İhlasiye medresesinin ilk defa kimler tarafından kurulduğu konusu tartışmalıdır. Selçuklular tarafından inşa edildiği biçimindeki görüş bilimsel bir dayanağa sahip olmamakla birlikte, çok itibar görmüştür. Bunun nedeni, medresenin, mimari özellikleri bakımından Selçuklu üslubuna benziyor olmasıdır. Nitekim Anadolu'daki birçok tarihi yapıda bu özelliği görmek mümkündür. Çünkü Selçuklu Mimarisi, bir tarz olarak kabul edilebilecek ağırlığa ve etkiye sahiptir. Selçuklu Mimarisi tanımlaması, sanat tarihi açısından, bir klasiktir. Nasıl ki, "gotik tarzı" deniliyorsa "Selçuklu Tarzı" da denilebilir. İhlasiye Medresesinin inşası ile ilgili en sağlam kaynak, kuşkusuz kendi kitabesidir. Kitabesinde iki satır Arapça yazı yer almaktadır. Kemal Turfan tarafından tercüme edilen bu yazının ilk satırında, İhlasiye adı verilen bu şerefli Şerefiye
Medresesinin yapılması güzel Allah'ın huzurunda iyi niyetle emredildi. İkinci satırda ise, Ve en büyük, ulu, adil ve bilgili emir merhum Şemşeddin Han oğlu, emir Şerefhan tarafından dokuzyüz doksanyedi yılı Zilhiccesinde inşa edildi şeklinde ifadeler yer almaktadır. XVI. yüzyıl sonlarında İhlasiye Medresesinde tefsir, astronomi, mantık ve kelam dersleri okutulmaktaydı. Çağın ve yörenin en önemli müderrislerinin ders okuttuğu medresede, Şemseddin Mevlana Muhammed Şeranşi de ders vermekteydi. Diğer medreselerle birlikte burada da çok sayıda talebe eğitim görmekteydi. Dönemin ünlü bilginlerinin önemli bir kısmı İhlasiye Medresesinden yetişmişlerdi. Çağın en önde gelen medreselerinden biri olan İhlasiye Medresesi modern terminoloji ile ifade etmek gerekirse, üniversite düzeyinde bir öğretim kurumuydu. Böylece Bitlis, İhlasiye Medresesi sayesinde kaliteli bir öğretim seviyesini yakalayan şehir durumuna yükselmişti. İhlasiye Medresesi. Bitlis'in en büyük vakfı olan Şerefiye Vakfi'na aitti. Günümüzde Bitlis yapılarının en büyüğü ve en önemlisi olma özelliğini korumaktadır. Medrese, doğu- batı yönlü uzanışı daha ağır basan, kareye yakın dikdörtgen bir yapı olup, ön cephesi kıbleye bakmaktadır. Tamamı kesme taşlardan yapılan eserin dört köşesi kulelerle desteklenmiştir. Bu kuleler yapıya zarif bir ihtişam kazandırırken, estetik açıdan da bir bütünlük sağlamıştır. Kaba kule imajının, bu denli ustalıkla giderilebildiği başka bir yapıya rastlamak zor olsa gerek. Taş işçiliği ise, büyük bir emeğin ve zevkli bir anlayışın ürünü olduğu intibaını vermektedir. Medresenin güney cephesinde yer alan taç kapı abidevi bir görüntüye sahiptir. Yüksekliği beden
BİTLİS’İM
duvarlarını aşan taç kapı, beden duvarlarından dışa doğru 40 cm.lik bir çıkıntı oluşturmuştur. Kapının yüzeyi ise adeta bir sanat şaheseri görüntüsü vermektedir. Taş oymacılığının bütün marifetlerini yüzeyde izlemek mümkündür. Birbirinin içinde daralarak kademeleşen derin nişlerin süslemeleri ise doyumsuzdur. Medreseden içeri girildiğinde, kapalı avlu niteliğinde kare planlı bir mekânla karşılaşılır. Bu mekânı büyük bir kubbe örtmektedir. Kubbenin eteğinde, düzenli aralıklarla sekiz adet sivri kemerli pencere yer almaktadır. Medrese, muhtemelen dört eyvanlı ve kapalı avlu tarzında yapılmışken, sonraları giriş eyvanı dışındaki diğer eyvanları kapatılmıştır. Bunu mevcut duvar dokusundan anlamak mümkündür. Yapıda sıva kullanılmamış, kesme taş mimarisi ile sade bırakılmıştır. İç mekân süslemelerinin, dıştakilerle paralellik gösterdiği dikkatlerden kaçmamaktadır. Medresenin orta mekânının doğu ve batısında iki bölümlü yan mekânlar yer almaktadır. Bunlar birbirlerine birer kapı ile bağlanırken, orta mekâna tek kapı ile açılmaktadırlar. Bu mekânların doğu tarafında yer kısmında (doğu-batı istikametinde), dikdörtgen planlı ve iki hücre büyüklüğünde bir mescit vardır. Doğu dinarında, iki dolap nişi yer alırken, kuzey mihraba karşılık yuvarlak bir niş; batı duvarında ise bir dolap nişi ve kuzey köşede bir kapı mevcuttur. Bu kapıdan çilehâne gibi küçük bir hücreciğe girilir. Medreselerin bir çoğunda olduğu gibi. İhlasıye Medresesinde de yer alan çilehâne. halvethâne olarak da adlandırılır. "Hak'a yakın olmak Medresenin güney cephesi, yani giriş cephesinde dört tane pencere yer almaktadır. Bu pencerelerin taç kapıya yakın olanlarında yoğun bir süsleme mevcut iken, doğu ve batı uçta yer alan pencereler daha basit bir tarzda süslenmişlerdir. Çerçevelerde de geometrik desenlere yer verilmiştir. Güney cephesinin ihtişamını diğer cephelerde görmek mümkün olmamakla beraber, bu cephelerde de tezyinat açısından belirgin bir zenginlik mevcuttur. Doğu ve Batı duvarları düz satıhlı olmak üzere altlı üstlü ikişer pencere taşımaktadır. Alt pencereler dikdörtgen olmasına karşın üst pencereler kemerli olarak yapılmışlardır. Bu cepheler söz konusu pencereler dışında sağırdırlar. Bu iki cephede de saçaklar, kıvrımlı konsollar üzerine yerleştirilmiştir. Kuzey cephesi ise, nispeten daha karmaşık bir tezyinata sahiptir. Bu cephede toplam on bir pencere yer almış, pencerelerin etrafları geometrik şekillerle süslenmiştir.
11
için halktan uzak" kalmak, mutasavvıfların en belirgin özelliklerinden olmakla birlikte, halkla beraber olunarak Hak'a ulaşılabileceği görüşü de taraftar bulmuştur. Bilindiği gibi. nefsin terbiyesi ve seyrii sülükte mesafe almanın en etkili yollarından biri tefekkürdür. Bu amaçla halvethâneye veya çilehâneye girerek erbain çıkarılması, Vlll.Yüzyıldan itibaren yaygınlıkla kullanılan bir yöntem olmuştur. Mimari açıdan, tasavvufî hayatın her dönemini ve her safhasını kapsayacak şekilde bir halvethâne prototipi mevcut değildir. Özellikle ilk dönemlerde halvet mahalli bazen tenha bir mevkide yer alan bir mağara, bazen bir kuyu dahi olabilmişti. İlerleyen dönemlerde halvethânelerin (çilehânelerin) sahip olması gereken özellikler belirlenerek bir disiplin sağlanmaya çalışılmıştır. Buna göre, bir çilehâne, içinde bir kişinin namaz kılabileceği ebatta ve halvete girenin dikkatini dış dünya ile ilgili bazı ayrıntılarla dağıtmasına imkân tanımayan, tercihen karanlık bir hücre olmalıydı. Halvete giren kişinin cemaatle irtibatının sağlanabilmesi amacına yönelik olarak, çilehânelerin bir kısmı cami veya mescitlerle fiziki bir bağlantısı olacak şekilde tasarlanmıştır, İhlasiye Medresesinin çilehânesini de bu kategoride değerlendirebiliriz.
12
BİTLİS’İM
İdris-i Bitlisi Köşkü (Pierre Loti)
Prof.Dr.Abdulkadir ÖZCAN
İ
stanbul'un önemli seyir noktalarından biri olan ve şu an Pierre Loti Tepesi olarak bilenen yerin asıl adı İdris-i Bitlisi Köşkü olduğu, isminin 1934 yılında değiştiği ortaya çıktı. Akkoyunlu Devleti'nde bir süre devlet adamı olarak bulunan İdris-i Bitlisi daha sonra II. Bayezit'in çağrısı üzerine İstanbul'a gelmiş ve padişahın isteği üzerine Osmanlı tarihini yazmaya başlamıştır. Farsça olarak kaleme alınan İdris-i Bitlisi'nin yedi bölüm olarak hazırladığı "Heşt Biheşt" adlı eser Osmanlı döneminde Farsça yazılmış ilk Osmanlı tarihidir. Şahkulu isyanının çıkması sonucu Mekke'ye giden İdris-i Bitlisi, Yavuz Sultan Selim'in padişah olması
üzerine tekrar İstanbul'a gelmiştir ve Eyüp semtinde vefat etmiştir. "Pierre Loti Tepesi" olarak bilinen yerin Osmanlı dönemindeki adı "İdris-i Bitlisi Köşkü" olarak bilinir. İslam Birliğini Savunmuş İdris-i Bitlis-i, Osmanlı tarihinde ilk kez İslam birliğini savunmuş ve Müslüman devletlerin birbirleriyle savaşmak yerine hilafet etrafında toplanmaları gerektiğini belirtmiş. Yavuz'un uyguladığı doğu politikasında da etkili olan İdris-i Bitlisi Anadolu'daki halkların kaynaşması ve birleşmesi yönünde çalışmalarda bulunmuş. İdiris-i Bitlisi şiir ve hat yazısı ile de uğraşmış çok yönlü bir devlet adamı ve alimdir.
BİTLİS’İM
13
14
BİTLİS’İM
T
evekkül! Kısmet! Kafes, han, kervan şadırvan! Gümüş tepsilerde rakseten sultan! Mihrace, padişah, bin bir yaşında bir şah. Minarelerde sallanıyor sedef nalınlar, burunları kınalı kadınlar ayaklarıyla gergef dokuyor. Rüzgarlarda yeşil sarıklı imamlar ezan okuyor! İste Frenk şairinin gördüğü şark! İşte dakikada 1.000.000 basılan kitapların şark`ı! Lakin ne dün ne bugün ne yarın böyle bir şark yoktu, olmayacak! Şarküstünde çıplak esirlerin aç geberdiği toprak! Şarklıdan başka herkesin orta mali olan memleket! Açlığın kıtlıktan olduğu diyar! Ağzına kadar buğdayla dolu ambar! Avrupa'nın ambarı! Asya! Amerikan dretnotlarının tel direklerine senin Çinlilerin uzun saçlarından sarı mumlar gibi asıyorlar kendilerini! Himalayanın en yüksek en dik en karlı tepesinde Britanya zabitleri cazbant çaldırıyorlar, kara tırnaklı ayaklarını daldırıyorlar, Paryaların beyaz dişli ölülerini attığı Gania! Anadolu baştan başa Armistrongun talim meydanı oldu! Asyanın bağrı doldu! Şark yutmayacak artık! Bıktık be bıktık! İçinizden biri can verebilse bile açlıktan ölen öküzümüze, burjuvaysa eğer gözükmesin gözümüze! Hatta sen sen Pier Lobi! Sarı muşamba derilerimizden birbirimize geçen tifüsün biti senden daha yakındır bize Fransız zabiti! Fransız zabiti sen o üzüm gözlü Azadeyi bir o.... dan daha çabuk unuttun! Kalbimize diktiğin Azadenin taşını bir tahta hedef gibi topa tuttun! Bilmeyenler bilsin: sen bir şarlatandan başka bir şey değilsin! Şarlatan! Çürük Fransız kumaşlarını yüzde beş yüz ihtikarla şarka satan: Piyer Loti! Ne domuz bir burjuvaymışsın meğer! Maddeden ayrı ruha inansaydım eğer, Şarkın kurtulduğu gün senin ruhunu köprü başında çarmıha gerer karsısında cigara içerdim! Ben elimi size verdim, size verdik bir elimizi kucaklayın bizi Avrupanin sankulotları! Surelim yan yana bindiğimiz al atları! Menzil yakın bakın kurtuluş günü artık sayılı. Önümüzde şarkın kurtuluş yılı bize kanlı mendilini sallıyor. Al atlarımız emperyalizmin göbeğini nallıyor. Nazım Hikmet
BİTLİS’İM
15
16
BİTLİS’İM
İdris-i Bitlis T
Müfit YÜKSEL / Sosyolog
arihte bir çok şahsiyet vard›r ki, tarihin ak›ş›nda şekillenmesinde önemli rolleri olmuştur. Tarihin her devrinde bu tür şahsiyetler hep bulunmuştur. Osmanl› tarihinde de, böyle şahsiyetler bir hayli boldur. Eldeki bu tebliğ metninde bunlardan birini konu edeceğiz. Onalt›nc› yüzy›l›n başlar›nda, Osmanl› devletinde, o dönem tarihinde önemli bir mevki işgal eden, Eyüp Sultan civar›nda medfun şahsiyetlerden İdris-i Bitlisî'yi tan›tmaya çal›şacağ›z. İdris-i bitlisî, tam da Osmanl›-Safevî çat›şmas›n›n başlad›ğ› dönemde Osmanl› Devleti'nden yana tavr› ve faaliyetleri ile ön plana ç›km›şt›r. Ancak, İdris-i Bitlisî , o dönemdeki birçok âlim şahsiyet gibi çok yönlü bir kimseydi.İlmî, Tasavvufi ve siyasi yönleriyle bir çok eser ve etki b›rakm›şt›r. İdris-i Bitlisî'nin hemşehrisi olmak hasebiyle böyle bir tarihi şahsiyet üzerine çal›şmak benim için bir bahtiyarl›kt›r.
İdris-i Bitlisî'nin Hayat› Mevlânâ Hakimuddin İdris El-Bitlisî, Mutasavv› şardan ve Nurbahşiyye tarikat›n›n önde gelenlerinden Hüsamuddin Ali El-Bitlisî'nin oğludur. İdris-i Bitlisî'nin babas› Hüsamuddin Ali el-Bitlisî Nurbahşiyye'nin kurucusu Seyyid Muhammed Nurbahşî'nin (vefat›: 869/1465) halifelerindendir. Diğer taraftan ise silsilesi Yasir Ammar El-Bitlisî'ye ulaşmaktad›r. Yasir Ammar El-Bitlisî, Ebu Necîb Es- Sühreverdî'nin (Vefat›:583) halifelerinden olup, ayn› zamanda Harezmli Necmuddin-i Kübra'n›n Şeyhidir (Vefat›:618). Hüsamuddin Ali El-Bitlisî 900/1495 tarihinde Bitlis'te vefat etmiş olup, Zeydan (Kosor) Mahallesindeki fieyh Ebu Tahir-i Kürdî türbesine defnedilmifltir.( 1) Çeflitli eserleri mevcut olan Hüsamuddin Ali El-Bitlisî'nin en önemli eserleri, "İrflâdu Menzilu'l-Küttab" adl› iki büyük ciltten oluflan İdris-i Bitlisî'nin doğum tarihi tam olarak bilinmemekle birlikte, İdris-i Bitlisî'nin "Hakku'l- Mübîn Fi fiarhi Hakki'l-Yakîn"(2) adlı eserinde, gençliğinin ilk dönemlerinde 876/14723 yılında, aralarında Mevlâna Abdurrahman Câmî'nin de bulunduğu Hacc kafilesinin Tebrîz'e geldiğini haber aldığını belirtmektedir. (Bayrakdar, 1991:4; kırlangıç: 2001:78) O sırada İdris-i Bitlîsî'nin 20 yaşına yakın olduğunu farzedersek, 850'li yıllarda doğmuş olabileceği tahmin edilir.
BİTLİS’İM
17
İlimizin değerli şahsiyetlerinden İdris-i Bitli’in kabrini yaptıracak hayırsever Bitlisliler’in değerli katkılarını bekliyoruz.
tefsiri, Kitâbu'n-Nusûs, Abdürrezzak Kâşânî'nin " İst›lahâtu'sSufiyye" sine yazd›ğ› Şerh ile, fiebüsteri'nin Gülşen-i Râz'›na yapt›ğ› şerhtir. Bunlar›n birer nüshalar›, Edirne Sultan Selim Kütüphanesi, Manisa Muradiye Kütüphanesi, Süleymaniye (fiehid Ali Pafla) kütüphanesi" ve Üsküdar Selimiye Kütüphanesindedir. Tasavvufi görüşlerini daha çok Kitâbu'n- Nusûs'ta ifade etmiştir.(Lami'î Çelebî, Nefehatu'lÜns Tercümesi, 1275:474-475; fierefhan, fierefnâme, 1860:1/342; Hulvî,Lemezât-› Hulviyye, 1993:259265; Bursal› Mehmed Tahir efendi, Osmanl› Müellifleri, 1342:1/105- 106; İdris-i Bitlisî, Selim-fiahnâme, Terc. Hicabî K›lang›ç, 2001:5., Bitlis il y›ll›ğ›, 1971:106; Türkiyede Vak›f Abideler Ve eserler, 1977:2/191, Müstakîmzâde, Süleyman Saaduddin, Mecelletu'nNisâb,1210/2000: ypr. 133, Çakmakoğlu, 2001:253266) İdris-i Bitlisî, medrese tahsili sonras›nda genç yaş›nda, Akkoyunlu devleti'nin saray›na girer ve Sultan Yakup zaman›nda (1478- 1490)sarayda, münflîlik ve muvakki'lik görevlerini deruhde eder. Hatta sarayda şehzadelerin ta'lim ve terbiyesi ile de vazifelendirilir. Sultan Yakub'un vefat›ndan sonra da, Akkoyunlu saray›ndaki görevlerine devam eden, İdris-i Bitlisî, Akkoyunlu Devleti'nin Şah İsmail taraf›ndan y›k›ld›ğ› tarih olan 1501'e kadar bunu sürdürür. Sultan Yakup'tan sonra gelen hükümdarlara da bağl›l›ğ›n› devam ettirir. (Ayvansarâyî, Hadîka, 1281: 1/ 263; Taşköprülüzâde, fiekâik, 1985: 314; Hoca saadeddin, Tâcu't-Tevârih, 992: V/238; Babinger, 1992: 51-52) Safevî(3) ailesinin o günkü temsilcisi olup, fiiilik iddias›yla, akkoyunlular› mağlup edip Tebriz'e girerek Safevî devletini kuran fiah İsmail'e karfl› bu yüzden, İdris-i Bitlisî Mezheb-i Nâ Hakk (906/1501) tarihini cifr hesab›yla söylemifltir. Bu konu fierefnâme'de şöyle anlat›l›r: " Şah İsmail ortaya ç›kt›ğ›nda, Raf›zilerin mezhebi revaç buldu, Mevlâna İdris de onlar›n tarihini Mezheb-i Nâ Hakk olarak buldu, bu k›ssa fiah taraf›ndan duyulduğunda, fiah musahibi ve meclisinin has nedimi Kemâleddin
Tabîb flîrâzî'ye Mevlâna İdris'e bir mektup yaz›p, bu tarihi onun söyleyip söylremediğini sormas›n› emretti. Mevlâna Kemaleddin de bu emre uyarak, bir çok zerafet ve letafetle dolu bir mektup yaz›p, Mevlâna İdris'e yollad› mektubun muhtevas›na muttali olan Mevlâna İdris, bunu inkar etmedi ve cevâben şunlar› söyledi: " Evet! Bu tarihi ben buldum, ancak bu terkib Arapçad›r ve ben Mezhebuna Hakk dedim"(4) Mevlâna İdris'in bu tavr› fiah İsmail'in hoşuna gider ve Mevlana İdris'i kendisinin yan›na gelip, maiyyeti aras›na girmesi için davet eder. Mevlâna idris ise, bu çağr›ya rağbet etmeyip, mazeretini belirten Farsça bir manzumeyi fiah'a yollar. " (fierefhan, fierefnâme, 1860:1/342-343)(5) Şah İsmail'in maiyyetine kat›lmayan İdris- i Bitlisî, bir nakle göre, Safevilerin eline geçmiş olan Tebriz'i terk ederek Hicaz'a gider. Diğer bir nakle göreyse, önce İstanbul'a gelir, sonra buradan Hicaz'a gider. Ancak, Kaynaklara bak›ld›ğ›nda Tebriz'den Hicaz'a gitmiş olmas› daha muhtemel gözükmektedir. Daha sonra İstanbul'a gelen İdris-i Bitlisi Sultan II. Bayezîd'in iltifat›na mazhar olur. Bitlisî'nin daha önce de II. Bayezid'le ilişkisi olmuş, 1485 y›l›nda, akkoyunlu hükümdar› Sultan Yakup ad›na II. Bayezid'e tebriknâme göndermiştir. İstanbul'da saraya iltihak eden, Mevlâna İdris, II. Beyazid'in de muvakki' ve münfli'i (Mühürleri basan özel kâtib) olur.(6) Bir ara saray erkân› ile aras› aç›lan İdris-i Bitlisî baz› s›k›nt›lara maruz kal›r. Ancak, Sadrazam Had›m Atik Ali Paşa'n›n ölümüyle rahata kavuşur. İdris-i Bitlis-i sarayda vak'anüvîslik vazifesini de deruhde eder ve padiflah›n isteğiyle, ünlü tarih kitab› Heşt Behişt'i kaleme al›r ve bunu otuz ay zarf›nda nihayete erdirir. Farsça olarak kaleme al›nan bu tarih kitab›, II. Beyazid dahil sekiz Osmanl› padişah›n›n tarihini içermektedir. 908/1503 ile 911/1505 tarihleri aras›nda yazd›ğ› tarihini II. Bayezid'e sunar. Ancak İdris-i Bitlis-i'de bunun karş›lğ›n› alamad›ğ› kanaati has›l olur. Zira, saray erkâ› kendisine cephe al›r ve heşt Behişt'e tenkitler yöneltirler. (Bayrakdar,1991:6-9; k›rlang›ç, 001:8-9; Bursal› Mehmed Tahir, 1342:6-7; Babinger, 1992:51-52; Muhyî-yi Gülşenî, 1982:77- 79) Daha önce Hacca gitmek isteyen Mevlâna İdris'e bu konuda bir türlü izn-i hümâyun ç›kmaz. Ancak Sadrazam Had›m Ali Paşa'n›n vefat› ile Rebi'u'l-Ahir 917/1511
18
BİTLİS’İM roller üstlenir. Koyu bir sünnî olan İdris-i Bitlisî, Yavuz Sultan Selim'in fiah İsmail'e karfl› büyük birsefer düzenlemesini temin eder. (Bursal› Mehmed Tahir, 1342:6-7; Ayvansarayî, 1281:263; Bayrakdar,1991:8-9; Hoca saadeddin, 1992) 906/1501 tarihinde Akkoyunlular›n payitaht› olan Tebriz'i zabt eden fiah İsmail, Anadolu'da babas› ve delerine bağl› birçok mürit aşiret ve oymaklar› da baş›na toplar, Anadolu'da Erzincan ve Malatya'ya kadar bölgeleri zabt eder. Diğer yandan da Bağdat'a kadar ulaş›r. Tekeli ve Karaman bölgesindeki birçok aşiret ve oymak Safevi devletine taraftar hale gelir. Doğuda ise Özbek Han'› fieybânî Han'la çarp›flan fiah İsmail onu da tasfiye edip, büyük işkencelerle öldürtür. Böylece fiah İsmail k›sa zamanda Herat'tan Sivasa kadar olan bir bölgede hakim olup rakipsiz kal›r. Safevîlerin bu kadar güçlenip yay›lmas›nda başlang›çta, tüm gelişmelere göz yuman Sultan II. Bayezid'in büyük sorumluluğu vard›r. (Hinz,1992;Allouche,1983;Hoca Saadeddin, 1992;Af l›kpaşazâde,1332;Solakzâde, 1297;Sümer 1992; fierefhan,1860)
Amcasının oğlu ile birlikte Hicaz'a geçen İdris-i Bitlisî Hacc vazifesini yerine getirdikten sonra, hakkı takdir edilmediği için İstanbul'a dönmeyip burada kalmaya karar verir, hatta bu konuda saraya bir mektupta gönderir. Ancak, bir süre sonra İdris-i Bitlisî mekke'de mücavir olarak bulunuyorken, 918/1512'de İstanbul'da saltanat değişikliği olur.
tarihinde izn-i sultânî ç›kar. Bunun üzerine 1511 tarihinde, İdris-i Bitlisî amcas›n›n oğlu olan Hacc emiri ile birlikte, Deniz yolu ile Hacca gider. Önce M›s›r'›n İskenderiye liman şehrine uğrar, ard›ndan Kahire'ye geçer. Orada Memlüklü Sultan› Kansu Gavri ile görüşür. Ayr›ca yine Kahirede ünlü mutasavv›f ve Gülşeniyye tarikat›n›n kurucusu fieyh İbrahim Gülşenî ile görüşmeleri, sohbetleri olur. Hatta onun isteği ile Farsça gazeller tertib eder. (Muhyî-yi Gülşenî, 1982:81-82) II. Bayed'in oğlu Trabzon valisi olan Yavuz Selim Han, babas›n› zorla tahttan indirerek, yerine tahta geçer. Yavuz Sultan Selim tahta geçmesinin ard›ndan İdris-i Bitlisî'ye hediyeler yollayarak İstanbul'a davet eder. Bunun üzerine Mevlâna İdris fiam ve Halep üzerinden İskenderun'a gelir fiam ve Halep'te bir müddet kalarak oradaki ulema ve mutasavv›flarla muarefelerde bulunur. Ard›ndan, İskenderun'dan Deniz yolu ile İstanbul'a gelir. İdris-i Bitlisî bu kere saray'da büyük iltifatlarla karş›lan›r, Padişah›n özel müşaviri olur. Bundan sonra Mevlâna İdris önemli
İdris-i Bitlisî 1514'te Çald›ran seferine padişahla birlikte ç›kar. Çald›ran seferi öncesinde, Şah İsmail Doğu Anadolu'da zabtettiği bölgelerdeki Kürt aşiret beylerini hapse att›rm›şt›. Bu durumla birlikte Kürt aşiretlerinin sünnî olmalar› ve güçlü bir sünnî ulema geleneğinin, Abbasî hilâfet geleneğine köklü bir bağl›l›ğ›n kürtler aras›nda yer edinmiş olmas› kürt aşiretlerini Osmanl›ya yöneltti. Bir k›s›m Kürt beyleri sefer yolculuğunda Yavuz Sultan Selim'in huzuruna ç›karak memleketlerinin tümünün Şah İsmail taraf›ndan zabtedildiğini bildirerek bu konuda Şah İsmail'e karş› yard›m talep ederler. Bu yüzden birçok kürt aşireti Çald›ran savaşında Yavuz Sultan Selim'in saf›nda savaşa kat›ld›. 2 Recep 920 tarihinde Çald›ran'da vukubulan savaş, bir hayli kay›p verilmesine rağmen kazan›l›r. Şah İsmail büyük bir bozguna uğrayarak ordusuyla kaçar, zevcelerinden biri ve birçok komutan› esir düfler. Çald›ran'da durmayan Yavuz Sultan Selim ordusuyla Safevî ordusunu takip eder ve sonunda Tebriz şehrine girilir. Şah İsmail ise fiiraz taraflar›na kaçar. Daha önce fiah İsmail'in zulmüne maruz kalan Tebriz halk› Osmanl›lar› sevinçle karşılarlar. Yavuz sultan Selim Tebriz'de dokuz gün kal›r ondan sonra burada kal›n›p kal›nmayacağ› hususu istiflare edilir. Yavuz Sultan Selim, Tebriz ya da Karabağ'da k›şlay›p, baharda tekrar şah İsmail üzerine yürümeyi ve onu tümüyle kökten ortadan kald›rmay› hedefler. İdris-i Bitlisî burada k›şlanmas›n›, daha sonra tekrar sefere devam edilmesi yönünde ›srar eder. Ancak vüzera ve yeniçeriler ise İstanbul'a geri dönmek konusunda ›srarl› olurlar. Hatta, neredeyse ayaklanmaya bile teflebbüs olunur. Yavuz Selim kargaşay› önlemek için geri dönmeyi kabul etmek zorunda kal›r. Tebrizli bir k›s›m san'at ve marifet erbab›n›da yanlar›na alarak, geri dönüş yolculuğuna ç›k›l›r. Bayburtt, Niksar ve Amasya üzerinden İstanbul'a dönülür. Bu dönüş s›ras›nda, Kürt beylerinin tümünün Osmanl› saf›na çekilmesi için İdris-i Bitlisî bölgeye gönderilir. (CelâlZâde Mustafa, Selîm-Nâme,1990; Müneccimbafl› Tarihi, 1975:2/456-474;Solakzâde,1297:365-376; Uğur, 1984:88-110; Hoca saadeddin, 1992: IV/195-225; şerefhan,1860;Allouche,1983) Osmanl›'ya itaatini bildiren Kürt beyleri de aşiret mensuplar›yla bunlara kat›l›r. Diyarbak›r (Amid) halk› da
BİTLİS’İM safevilere karş› direndiğinden, D i y a r b e k i r k›sa zamanda Safevilerden temizlenir. Buradan kaçan Safevi taraftarlar› Mardin'e kaçarlar. Bunun üzerine İdris-i Bitlisî yan›ndaki kürt bey ve askerleriyle birlikte bizzat Mardin üzerine yürür. Ve şehrin kuşat›lmas›n› idare eder. Mardin halk›na va'z u nasihat eden İdris-i Bitlisî halk› şehri teslim etmeye ikna eder ve şehir teslim al›n›r. Şehrin teslim al›nd›ğ›n› gören Karahan, taraftarlar›yle Sincar taraf›nda bir kaleye kaçarak buray› tahassun eder. Yavuz Sultan Selim de İdris-i Bitlisî ve kürt beylerine, hil'at ve büyük hediyeler gönderir. (Hoca Saadeddin, Tâcu't-evârih, 1992:IV; Solakzâde, 1297:365-374;Müneccimbafl›, 1975:2/456- 474) O s›ralarda B›y›kl› Mehmed Pafla ile fiâdî Pafla'n›n aras› aç›l›r. Şâdî, Padişahtan, Amid'den öteye geçme konusunda emir almad›klar›n› bildirerek eyâlet askerlerini alarak Amasya'ya geri döner. Durumdan haberdar olan İdris-i Bitlîsî, Amid'e dönüp k›şlamaya karar verir. B›y›kl› Mehmed Paşa ve Kürt beyleriyle birlikte Amid'e dönüp, kaleyi müstahkem hale getirirler. (Müneccimbafl›, 1975:2/474475; Solakzâde,1297:380-381) Şah İsmail'in bölgedeki eyâlet valisi olan Karahan Osmanl› askerleri ile Kürt afliret askerlerinin çekildiğini duyunca, yan›ndaki askerlerle Mardin'e dönüp şehri zorla tekrar ele geçirir. Bunun üzerine Şah İsmail de, Hemedan hakimi Yegân ile Kelhor hakimini askerleriyle birlikte Kerkük yoluyla Karahan'›n yard›m›na gönderir. Zira, diğer yollar kürt beyleri taraf›ndan tutulmufltu. (Müneccimbafl›, 1975:2/475) B›y›kl› Mehmed Pafla durumu Sultan'a arzeder, Sultan da Şâdî Pafla'ya k›z›p tüm vazifelerinden al›r. Karaman Valisi Boşnak Hüsrev Paşa'y› yard›m için gönderir. Ayr›ca kap›kulu askerlerinden bir miktar yeniçeri de gönderilir. Yeniçeriler Amid yolunda iken, Kemah hakimi Ahmed Bey'in teşvikiyle, Harput ve Ergani'yi de fiah İsmail taraftarlar›n›n elinden al›rlar.(Solakzâde, 374375) B›y›kl› Mehmed Paşa Karahan'›n üzerine öncü kuvvetler gönderir, ancak taktik hatas› yüzünden Karahan'›n askerlerinin pususuna düşüp şehid olurlar. Bunun üzerine gelen yard› m› bekleyen Mehmed Paşa, yard›m gelince Karahan'›n üzerine yürüdü. İki ordu Eski koçhisar yak›nlar›nda karş› karş›ya gelir. Osmanl› askerleri aras›nda toplara sahip ikibin civar›nda yeniçeri bulunmaktayd›. Ordunun sağ kanad›nda ise Karaman ve Anadolu beyleriyle yard›ma gelen Boşnak Hüsrev Paşa alt›bin süvarisiyle bulunmaktayd›. Sol kanatta ise Kürt aşiret bey ve ağalar›yla birlikte k›rk bin civar›nda
19
Yavuz Sultan Selim'in emriyle Kürt beyleriyle temasa geçen İdris-i Bitlisî, bu konuda büyük başarı elde eder. Kürt beyleri bir bir Yavuz Sultan Selim'e itaatlerini arzederler. Sonunda 25 kürt beyinden 24'ü itaatlerini arzedip, Osmanlı hükümdarına bağlılıklarını bildirirler.(7) Karşı safta sadece Erdelan Beyi Halid Bey'in çocukları kalır. Kürd beylerinin Osmanlılara bağlandışını öğrenen Şah İsmail Mardin ve Diyarbekir'e tekrar ordu gönderir. Türkmen beylerinden Ustaclu Oğlu Mehmed Bey'i Diyarbekir'e, onun kardeşi Karahan'ı da Mardine yollar. Bu iki şehir bunlar tarafından zabtedilir. Bunların üzerine bir ordu ile Bıyıklı Mehmed Paşa ile Şâdî Paşa gönderilir. İdrisi Bitlisî'yi de yanına alan Mehmed Paşa askerleriyle Diyarbakır'a ulaşır. Kürt savaşç›s› durmaktayd›. Bu kürt savaşç›lar bizzat İdris-i Bitlisî taraf›ndan komuta edilmekteydi. Karahan'›n ordusunda ise Şah ismail'in yard›ma gönderdiği TürkmenK›z›lbaş beyleri ve savaflç›lar› ile Gürcü savaşç›lar yer almaktayd›. Çarp›şmada ilkin Karahan'›n ordusu, Boşnak Hüsrev Paşa'n›n askerlerini bozup ikiye yard›, bunun üzerine Zülkadirli askerleri ric'ate yüz tuttu. Ancak, idris-i Bitlisî Kürt savaşç›larla yeniçerilere Karahan'›n ordusu üzerine son bir hamle yapt›rd›. Bu s›rada Karahan yeniçerilerin tüfenginden ç›kan bir kurşunla can verir. Safevî askerleri bozgunla karş›laş›r. Karahan'›n askerlerinin büyük çoğunluğu savaş meydan›nda telef olur. Kurtulabilenler Mardin taraf›na kaçar, bunlar›n Sincar taraf›na kaçanlar›, yeniçeri ve kürt savaşç›larca takip edilerek telef edilir. Karahan'›n Şah İsmail'in k›zkardeşi olan eşi, baz›lar›yla kurtularak Tela'fer ve Musul yolu ile Tebriz'e kaçmay› başar›r. Hüsrev Paşa, İdris-i Bitlisî ile birlikte Mardin üzerine yürür ve tekrar Safevîler'in eline geçmiş olan şehri tekrar kuşat›rlar. Şehir halk›, Mevlâna İdris'le daha önce yapm›ş olduklar› ahde
20
BİTLİS’İM
Oğlu Ebu'l-Fazl Mehmed Efendi, Selim Şah- Nâme'nin zeylinde bunu şöyle anlatır: "Bu gemiler Mısır'dan yükledikleri eşya ve mallarla tekrar asıl mekânları olan İstanbul'a yönelip ilâhî inâyet rüzgârıyla güven ve selâmet diyarına vardılar. Nazm: Denizler ve karalar emriyle zabt edilince denizden ve karadan şer yok oldu. Mısır ve Resid mallarıyla dolu selâmet yükü Mersa'ya ulaştı. İstanbul Mısır mallarıyla doldu, durumu anlatmaktan kâlem aciz kaldı. Kutlu donanmayla gönderilmiş olan merhum babam, ikbâl sahibi Sultan'ın birliklerinin Mısır ve fiam seferinin ardından saltanat diyarı İstanbul'a gelişine kadar günden güne artan devletin devamı için dua etmekle meşgul oldu. Sultan'ın hilafet diyarına gelişinden sonraysa türlü türlü iltifat ve şereflendirmelerle altif edildi. (Selim Şah-Nâme, 2001:367)
uyarak şehri teslim ederler. Ancak Karahan'›n kardeşi olan Süleyman Bey adamlar›yla kaçarak şehrin kalesine s›ğ›n›p bu kaleyi kapat›rlar. Kaleyi canla baflla savunarak teslim etmezler. Kuşatma bir y›ldan fazla sürer. Bu s›rada ise Osmanl›- Memlüklü çat›şmas› baş gösterir. Acem diyar›na yeni bir büyük sefer için Ordu haz›rlayan Yavuz Sultan Selim, Şah İsmail ile anlaşan Memlüklülerin engellemeleriyle karş›laş›r. Bunun üzerine Bunun üzerine Yavuz Sultan Selim Memlük ülkesine sefer düzenlemeye karar verir. 1516 tarihinde büyük bir ordu ile gidilir. Antep, İskenderun ve Halep yöreleri zabtedilir. Osmanl› Ordusu Memlüklü Çerkes hükümdar› Kansu Gavri'nin ordusu ile Merci Dâb›k yak›nlar›nda karş›laş›r. Savaşta, Memlük- Çerkes ordusu bozulur bu savaş s›ras›nda, hükümdar Kansu Gavrî namaz k›larken secde üzerinde, bir Osmanl› askeri taraf›ndan şehid edilir. Ard›ndan Yavuz Sultan Selim, Şam'a girer tüm Suriye ve Filistin zabtedilir. (Solakzâde, 375-396; Hoca Saadeddin, Tâcu't- Tevârih, 1992:IV/231-308) Bu s›rada, Mardin kalesinin henüz zabtedilmediğini ve Karahan›n kardeşi Süleyman Bey'in burada direndiğini öğrenen Yavuz Sultan Selim yeniden top ve tüfengli askerler gönderir nihayet kale fethedilir. Boşnak Hüsrev Paşa Kalede dirnenleri Süleyman Bey başta olmak üzere tamamen k›l›çtan geçirtir. Ustacluoğlu Muhammed'le Karahan'›n kardeşi olan Süleyman Bey'in kesik baş›n› Padişah'›n kat›na gönderir. Ayn› zamanda Diyarbekir civar› nda bulunan diğer Savefilerin elinde bulunan kalelerde, o y›l içerisinde bir bir al›n›r. O s›ralarda, memleketi Safevilerce elinden al›n›p, Şah İsmail taraf›ndan zindan'a at›lm›ş olan Hasankeyf Emiri Melik halil El-Eyyubî, zindandan kurtulduktan sonra memleketine gelerek önce Siirt'i Safevilerden kurtar›r. Ard›ndan, İdris-i Bitlisî ve B›y›kl› Mehmed Paşa'n›n tüm seferlerinde yanlar›nda bulunur. Mardin kalesinin zabt›ndan sonra, H›snkeyf'in tekrar zabt› için yard›m ister. Bunun üzerine İdris-i Bitlisî, Osmanl›
askerleri ve Kürt savaflç›lardan oluşan büyük bir ordu ile H›snkeyf'e yönelir. Yavuz Selim'in emriyle, kuşatmay› bizzat komuta eder. Sonunda zafer elde edilir ve şehir kalesiyle birlikte zabtedilir. İdris-i Bitlisî, Melik Halil'i bizzat kendisi beylik makam›na oturtur. Ve buran›n işlerini düzene koyana kadar burada kal›r. (Hoca Saadeddin, âcu't-Tevârih, 1992:IV/248-258; Müneccimbafl›, 1975:2/ 477-479; Solakzâde, 1297:382-383; Uğur, 1984; Selim fiahNâme, 2001; Göyünç,1991:15-34) Mevlâna İdris, Kürt yoğunluklu bölgeleri Osmanl›lara iyice bağlad›ktan(8) sonra, 1517'de Yavuz Sultan Selim'in M›s›r seferine kat›l›r. Padişah'›n Merc-i Dâb›k Seferi s›ras›nda B›y›kl› Mehmed Paşa Padişah'›n emriyle Diyarbekir'den gelerek bu sefere kat›lmas› istenir. B›y›kl› Mehmed Paşa'n›n sefere ifltirakiyle Diyarbekir ve çevresinin idaresi vekaleten İdris-i Bitlisî'ye verilir. Merc-i dâb›k zaferinin ard›ndan B›y›kl› Mehmed Pafla Padişah'tan izin isteyerek Diyarbekir'e avdet eder. Burada İdris-i Bitlisî'nin gördüğü teveccühü hazmedemeyen Mehmed Paşa, I. Selim'e bir mektup yazarak ya kendisinin ya da Mevlâna İdris'in Diyarbekir'den al›nmas›n› talep eder.(9) Bunun üzerine padişah, İdris-i Bitlisî'ye kendi maiyyetine kat›lmas› konusunda emirnâme gönderir. Padişah M›s›r seferi s›ras›nda Şam'da iken İdris-i Bitlisî, burada padişah'a mülâki olur. (K›rlang›ç, 2001:1011; Bayrakdar,1991:10) Bu sefer s›ras›nda da, padişah'a müşavirlik yapar, M›s›r'›n zabt›ndan sonra bura idaresinin yeniden inşas›nda fikirlerine başvurulur. Hatta M›s›r'›n ne surette idare olunabileceğine dair Padişah'a bir layiha arzeder. Kahire'de bulunduğu s›rada başta İbrahim Gülşenî olmak üzere birçok mutasavv›f ve alim ile mülâki olur. (Muhyî-yi Gülflenî, 1982:166,352-355) İdris-i Bitlisî M›s›r'›n fethinin akabinde M›s›r'da kal›r ve burada Hayâtu'l-Hayavân tercümesini tamamlayarak
BİTLİS’İM padişaha sunar. Bunun yan›s›ra, Padişah'›n emriyle , M›s›r›n fethini konu alan bir Fetihnâme kasidesi kaleme al›r. Bu Fetihnâme SelîmŞah-nâme adl› eserinde mevcuttur. (K›rlang›ç, 2001: 11; İdrisi Bitlisî, Selîm Şah-Nâme, 2001:354-365) M›s›r'da kaldığ› dönemde itibarl› bir mevkide olan Mevlâna İdris, M›s›rdaki Osmanl› idarecileri ve Rumeli kazaskeri Zeyrekzâde'nin baz› haks›z uygulamalar›ndan rahats›z olan halk›n şikâyet yeri olur. Kendisine pek çok şikâyet ulaşan İdris-i Bitlisî, sonunda dayanamayarak sitem dolu bir kasideyi padişah'a sunar. Bu kaside karş›s›nda onun bir câize beklentisi içine girdiği zehab›na kap›lan Sultan Selim ona bin alt›n şori bağ›şlar. Bu ödüle hiddetlenen, Mevlâna İdris bunu vezirler arac›l›ğ›yle padişah'a iade eder. Padişah'a bu iletilince, İdris-i Bitlisî'nin İstanbul'a gidecek donanmayla, geri dönmesini emreder. Bunun üzerine İdris-i bitlisî de donamayla İstanbul'a döner. (Hicabi K›rlang›ç, 2001: 11-12) İstanbul'a döndükten sonra kendini bir yandan ibadete veren diğer yandan, Hepşt Behişt'e ilâve olarak Selim Şah-Nâme'yi yazmakla meşgul olan İdris-i Bitlisî bu kitab›n› tamamlayamadan Sultan I. Selim'in vefat›ndan yaklafl›k iki ay sonra vefat eder. Sultan I. Selim, 9 fievval 926 tarihinde Cumartesi gecesi (22 Eylül 1520) şirpençe
21
hastal›ğ›ndan vefat eder. (Müneccimbafl›, Erünsal Tercümesi, 1975:2/502; Selim Şah-Nâme, 2001: 61; Hoca saadeddin, Tâcu't-Tevârih, 1992:IV/358-359; Solakzâde, 1297:424;). İdris-i Bitlisî ise, oğlu Ebu'l-Fazl'›n Selim ŞahNâme'nin mukaddimesindeki kayda göre, 7 Zilhicce 926 (18 kas›m 1520) tarihinde vefat etmiştir. (Selim Şah- Nâme, 2001:61). İdris-i Bitlisî, Eyüp Gümüşsuyu Bülbülderesi taraf›nda, kendi ad›yla an›lan İdris Köşkü nâm mevkide, kendi hayr› olan mektep ve çeşmenin karş›s›nda yer alan, zevcesi Zeynep Hatun'un hayr› olan Camiin yak›n›nda set üstünde defnedilmiştir. (Ayvansarâyî, Hadîka, 1281:1/263; Bursal› Mehmed Tahir, 1342:3/7) (10) Bilahare yenilendiği anlaş›lan silindir şeklindeki muahhar mezar şahidesinde şu kitâbe mevcuttur: Kutbu'l-'Ârifîn Merhûm ve mağûr leh İdris Efendi Ruhiyçun El-Fatiha (Kitâbede tarih yaz›lmam›şt›r) Bunlar›n yan›s›ra İdris-i Bitlisî ayn› zamanda üstün nitelikli bir hattat olup, Dîvânî, sülüs, nesih ve ta'lik yaz›lar›nda mahir idi. Hatta, Koca Mustafa Paşa-Sünbül Efendi Camiinin ana kap›s›n›n sol taraf kitabesini yazılm›şt›r. Yan›s›ra, yine baş kap›da yaz›l› Arapça tarihi söylemiştir. (Ayvansarâyî, Hadîka, 1281:1/162, 263; Bursal› Mehmed Tahir, 1342:3/8; Bayrakdar, 1991:57,98) İdris-i Bitlisî'inin birden fazla çocuğunun olduğu bilinmesine rağmen sadece biri tan›nm›şt›r. Defterdar olan oğlu Ebu'l-Fazl Mehmed Efendi, Doğum tarihi bilinmeyen bu zât da babas› gibi âlim olup şöhret bulmuştur. Genç yaşta ilmiye s›n›f›na dahil olan Ebu'l-Fazl Efendi 912 tarihinde Bursa Sultaniye Medresesi müderrisi Kâdî-yi Bağdâdî'ye mu'îd olur. Kanunî Sultan Süleyman devrinde dîvân azâl›ğ› ve Semendire, T›rhala, Yeniflehir, Manisa ve Trablusuşşam'da kad›l›k yapm›şt›r. nihayetinde de, 949/1542 tarihinde, İstanbul Rumeli defterdarl›ğ›na tayin olunmuştur. 974/1566-67 tarihinde de baş defterdar olur.(11) Üç y›l sonra Padişah'›n bir hükmüne karfl› ç›karak istifa eder. Ömrünün geri kalan›n› denize nâz›r evinde ilim ve ibâdetle geçiren Ebu'l-Fazl Mehmed Efendi 982/1574-75 tarihinde vefat edip Tophane s›rtlar›nda kendi nâm›na yapt›rd›ğ› Camiin haziresine defn olunmuştur. (Peçevî, Tarih-i peçevî,1283:1/42; Bursal› Mehmed Tahir, 1342:3/8-9; Bayrakdar, 1991:12; K›rlang›ç, 2001:24; Ayvansarâyî, Hadîka,1281:2/65;Şerefhan, Şerefnâme,1860:1/344; Öz) Çeşitli Kaynaklarda Ebu'l-Fazl'›n vefat tarihi ve defnedildiği yer konusunda çelişkili bilgiler yer almaktad›r. Hadîkatu'lCevâmi' vefat tarihini 971 olarak belirtmekte ve mezar› n›n Tophane'deki camiinin ön taraf›nda yola nâz›r olduğunu kaydetmektedir.(Ayvansarâyî,Hadîka,1281:2/65). Şekâik Zeyli 'Atâî'de onun Cami ve türbesini bina ettikten sonra gördüğü rüya üzerine Hacc'a azîmeti esnas›nda 982 tarihinde fiam'da irtihal eylediği yaz›lm›şlt›r. (Bursal› Mehmed Tahir,1342:3/8) Ebu'l-Fazl Mehmed efendi de Babas›, İdris-i Bitlisî gibi, Kürtçe ve Türkçe d›ş›nda Arapça ve Farsça'ya da tam bir
22
BİTLİS’İM
İDRİS-İ BİTLİSİ'NİN KANUNİ SULTAN SÜLEYMAN'A RÜSTEM BEYİ TAVSİYE EDEN MEKTUBU Hazret-i Sultanım, Rûy-i mezelletde kabûl-i devâm-ı ömr ü devlet ve bekâ-i izz u nusret ed'iyyesi tecdîd ve temhîd oldukdan sonra ma'ruz-ı bende-i fakîr budur ki, Tâliben Bayburd'da zeâmete mutasarrıf olan Akkoyunlu beylerinden Tokadlı Rüstem Bey bendeniz bundan esbak merhûm ve mağfûr Sultan Selîm Hân Aleyhirrahmeti Ve'l-Gufrân hazretleri Kızılbaş, Evbaş üzerine 'inân-ı azîmeti olup Mansûr ve muzaffer olduğu âvânda mezkur Rüstem Bey kulunız padişâh-ı âlem-penâh önünce karavul giden asker-i zafer-peykere kılavuzluk idüp, diyâr-ı şarkın temâm ehl-i vukûfu ve rüzgâr-dîdelerinden olup ve ol diyârları tâ kavm u hüviyetine varınca menzil bemenzil künhiyle ma'lûmu olup, hâliyen padişâh-ı âfâk hazretleri yümn-i ikbâlle diyâr-ı şarka teveccüh-i hümayunları olıcak, ihtimâl yerlu kılavuz lâzım olmağın mezkur bendeniz ol hizmetin uhdesinden gelüp, temâm ehil olup, yine ol hizmete muhall ve münâsib görülüp ve ol serhaddler feth olalıdan beru ila yevmina hazâ, oğulları bendelerinüzle size hizmeti kemâl-i.(mürekkep dökülmüş okunamıyor.) aldıkda benim hâlimi saâdetlu sultanıma arzediver deyu mutazarrı olduğu ecilden şöyle, vâki-i hâldir.sultan.(mürekkep dökülmüş) arz olundu. Bâkî emr u fermân sultanımındır ki, ömr-i tavîl, devlet-i ebedî ve saâdet-i sermedi-yi müstedâm ve müstahkem hâl..(Mürekkepli)
BİTLİS’İM
23
24
BİTLİS’İM Ebu'l-Fazl Efendi, Tophane sırtlarında kendi nâmına bir de cami yaptırmıştır. Cami 961/1553 tarihinde Mimar Sinan'a yaptırılmıştır. Kesme taş duvarlı, Fevkânî, Ahşap çatılı ve İç kubbeli, Dikdörtgen planlı, son cemaat yeri ve tek şerefeli minareye sahip olan Cami 1912 yılında yangın geçirmiş. 1916'da yıkılmış. 1950'li yıllarda tamamen arsa haline gelen camiin haziresindeki mezarlar bu tarihlerde, sahilde yer alan Kılıç Ali Paşa Camiinin haziresine nakledilmişir. Ebu'l-Fazl Efendi'nin tarihten hâli olan mezar şahidesi de burada bulunmaktadır. (Ayvansarâyî, Hadîka, 1281:2/65;Mehmed Raif, Mir'ât,1314:367- 368; Öz,1997:2/19;Ön efl,1998:376;Ülgen,1989:46,160). Defterdar yokuflu, İtalyan Hastahanesi karşısında yer alan cami, son yıllarda, yeniden, ancak betonarme olarak ihya edilip ibâdete açılmıştır.
vukufiyeti olduğundan, bu yönde eserler vermiştir. Çeşitli kaynaklarda 9 kadar eserinin ismi zikredilmiştir. Eserleri büyük bir bölümü tercüme olmak üzere Tefsir, Kelâm, Tarih, Tasavvuf, fiiir ve siyasetle ilgilidir. Ebu'l-fazl Efendi babas›n›n eksik kalan Selîm Şah-Nâme'sini 974/1567 senesinde tamamlam›ştır, Farsça Osmanl› Tarihi olan 12 fas›l üzere Tarih-i Ebu'l-Fazl'› yazm›şt›r. Hüseyin Vâiz El-Kâşifî'nin tefsirini Türkçeye tercüme etmiştir. Bunun bir nüshas› Süleymaniye (Es'ad Efendi) kütüphanesindedir. (Ayvansarâyî, Hadîka,1281:2/65; Bursal› Mehmed Tahir, 1342:9;Bayrakdar,1991:12-14; K›rlang›ç,2001:24-25) Ebu'l-Fazl Efendi'nin iki yetişkin çocuğu, kendisi henüz hayatta iken denizde ak›nt›ya kap›larak boğulur. Şerefnâme'ye göre, Ebu'l-Fazl'›n bu iki çcuğu F›rt›nal› bir günde, İstanbul yakas›na geçmek için Galatadan gemiye binerler, ancak geminin batmas› sonucu, boğularak hayatlar›n› kaybederler. Bunu edebî bir dille ifade eden şerefnâme'de bunlar hakk›nda manzum bir mersiye de yer al›r. Şerefnâme'ye göre, Ebu'l-Fazl›n başkaca erkek çocuğu bulunmad›ğ›ndan nesli kesilir (Şerefhan, Şerefnâme, 1860:1/344) İdris-i Bitlisî'nin Eserleri Mevlâna Hakimuddin İdris El-Bidlîsî, hayat› boyunca Arapça ve Farsça bir çok eser kaleme alm›şt›r. Bu eserler, T›p, Felekiyat, Kelam, Tasavvuf, Şer'î ilimler, Tarih ve Siyasetle ilgili eserler olmuştur. Bugün 25 adedi mevcut olduğu bilinen 27 eserinin varl›ğ› tesbit edilebilmiştir. (Bayrakdar, 1991:50-52; K›rlang›ç, 2001:15-21; Bursal› Mehmed Tahir,1342:3/7-8) Bu eserlerin listesini şu şekilde verebiliriz: 1- Kenzu'l-Hafî Fi Beyan-i Makâmâti's-Sûfî (Arapça, bilinen tek nüshas›, Siirt Tillo'da Molla Burhan'›n özel kitapl›ğ›ndad›r.) 2- Mir'atu'l-'uşflak, Yavuz Sultan Selim'e ithaf edilmiştir. Farsça,Bir nüshas› Süleymaniye (Es'ad Efendi) kütüphanesi No:1888/4'tedir. 3- Tuhfe-i Dergâh-› 'lî, Eserin varl›ğ› bilinmemektedir. 4- Şerhu Fusûsi'l-Hikem, Muhyiddin-i 'Arabî'nin Fusûsi'l-
Hikem'i üzerine yaz›lm›ş bir şerhtir. Arapça, bilinen tek nüshas›, Yine Tillo'da ayn› şahs›n kitapl›ğ›ndad›r. 5- Şerhu'l-Hamriyye, Arapça, ünlü 'bn Far›z'›n El-Kasidetu'lHamriyyesine yaz›lm›ş bir şerhtir. Bilinen yegâne nüshas›, Bitlis-Norflin (Güroymak)'de, Nureddin Mutlu'nun özel kitapl›ğ›ndad›r. 6- Hakku'l-Mubîn Fi fiarhi Hakki'l-Yakîn, Farsça, Şeyh Mahmud Şebüsterî'nin Hakku'l- Yakîn adl› eserinin şerhidir. Bilinen tek nüshas›, Süleymaniye (Ayasofya) kütüp. No:2338'dedir. 7- Münazaratu's-Savm Ve'l-'iyd, Farsça, Oruç ve Ramazan bayram› ile ilgili f›khi bir eserdir. Yar› nesir yar› manzum haldedir. Eserin bir nüshas›, Süleymaniye (Es'ad Efendi) Kütüphanesi, No: 1888/5'tedir. Diğer bir nüshas› ise, Bitlis Norflin (Güroymak)'ta Nureddin Mutlu'nun özel kitapl›ğ›ndad›r. 8- Şerhu Esrari's-Savm min Şarhi Esrari'l-''badîn, Arapça, Mekke'de olduğu y›llarda yazm›ş olup, M›s›r Çerkes Sultan› Kansu Gavrî'ysunmuştur. Bir nüshas› Süleymaniye (Ayasofya) Kütüp. No: 1994'te kay›tl›d›r. 9- Tercüme ve Tefsir-i hadis-i Erba'în, Farsça, K›rk hadis tercümesidir. Bilinen tek nüshas›, Süleymaniye (Fatih) Kütüp. No: 791/1'de kay›tl›d›r. 10- Tercüme ve Nazm-› Hadis-i Erba'în, Farsça, İdris-i Btlisî'nin ikinci K›rk hadis kitab›d›r. İstanbul Üniversitesi Farsça Yazmalar Bölümü No:823'te ve Süleymaniye (Lala İsmail) Kütüp. No:30'da birer nüshas› mevcuttur. 11- Hâşiye 'Ala Tefsiri Beyzâvî, Arapça, Kad› Beyzâvî'nin ünlü Tefsiri üzerine yazd›ğ› bir hafliyedir. Eser II. Bayezid'e ithaf edilmiştir. Bir nüshas› Süleymaniye Kütüphanesi Ayasofya bölümü, No: 303'tedir. 12- Risâle Fi'n-Nefs, Arapça, Nefs ve ruh konusunda yaz›lm›ş kelâma dair bir eserdir. Eserin bir nüshas›, İngiltere Manchester'da John Rylands kütüphanesi No:385'te kay›tl›d›r. Diğer bir nüshas› ise, Bitlis-Mutki, Ohin (Yukar› Koyunlu) köyünde, Şeyh Alaadin Efendi özel kütüphanesindedir. 13- Şerhu Haşiyeti't-Tecrîd, Arapça, Seyyid Şerîf-i Cürcânî'nin tecrîd Haşiyesi'ne yap›lm›ş bir şerhtir. Bilinen tek nüshas›, Bitlis, Norşin (Güroymak)'de, Nureddin Mutlu özel kitapl›ğ›ndad›r.
BİTLİS’İM 14- Münazara-i 'Işk Ba'Akl, Farsça, Kelam- Tasavvuf konusunda bir eserdir. Bilinen tek nüshas›, Beyaz›d Devlet kütüphanesi, No:5863'tedir. 17- Kânûn-i Şehinflâhî, Farsça, Mir'atu'l-Cemal gibi, siyaset ve ahlak konular›n› içermektedir. Kanunî Sultan Süleyman'a ithaf edildiğinden, hayat›n›n son aylar›nda bittiği anlaş›lmaktad›r. Eserin bir nüshas› Es'ad Efendi Kütüp. No:1888/2'de diğer bir nüshas›da, Türk-İslam Eserleri müzesi, No:2087'de bulunmaktad›r. İranl› araşt›rmac›, Hasan Tevekkülî'nin bu kitap üzerine bir doktora çal›şmas› mevcuttur. Bu çal›flmada, Kitab›n Farsças› ile birlikte, Türkçe tercümesi de derc edilmiştir. 18- Risâle Der 'bâhat-› Eğânî, Farsça, İdris-i Bitlisî, Kanûn-i Şehinşâhî adl› eserinde, bu kitab›na at›flarda bulunmakta ve burada, ûd, ney gibi çalg›larla güzel seslerin mübah olduğunu savunduğunu belirtmektedir. Bu eserin herhangi bir nüshas›na rastlanmam›şt›r. 19- El-'bâ' 'an Mevâki'i'l-Vebâ' Diğer ad›yla Risale Ş'tTâ'ûn Ve Cevâzi'l-Firâr,Arapça, 1511 ya da 12 y›l›nda
25
22- Risâle-i Hazaniye, Farsça, Akkounlu sultan› Yakub ile birlikte, Azerbaycan'dan Erran'a yapt›ğ› yolculuğu anlatan bir nevi seyahatnâme kitab›d›r. Eserin bir nüshas›, Süleymaniye (Es'ad Efendi) kütüp. No:1888/7'de kay›tl›d›r. 23- Heşt Behişt, Farsça, İdris-i Bitlisî'nin tarile ilgili yazd›ğ› en önemli en mufassal eserdir. Sultan İkinci Bayezid devrine kadarki Osmanl› sultanlar›n›n ve dönemlerinin tarihi anlat›l›r. Heşt Behişt, Farsça'da sekiz Cennet anlam›na gelmektedir ki, II. Bayezid'e gelinceye kadar sekiz Osmanl› padişah›na işaret eder. Eserin mukaddimesinde 908/1502 tarihinde, II.Bayezid'in kendisine, Osmanl› hanedan›n›n ortaya ç›k›ş›ndan o güne gelinceye kadar tarihlerini yazmay› emrettiğini bildirir. Eser, her padişah için bir kitap olmak üzere sekiz Ketibeye ayr›lm›şt›r. İdris-i Bitlisî eseri 911/ 1505 tarihinde tamamlayarak Sultan İkinci Bayezid'e sunar. Ancak, sonradan ilavelerle eserin yaz›m›n› sürdürür. Esere son ilave II. Bayezid'in taht› oğlu Selim Han'a b›rakmas› olay› ile yap›lm›şt›r. Eserin Türkiye ve yurt d›ş›nda bir çok nüshas› bulunmaktad›r. Müellif hatt›yla olan bir nüshas› Süleymaniye
15- Seyfu'ş-Şer'i'l-Meşhûr 'Ala şahi Ahmeri'r- Reisi'zZendîki'l-Meşhûr, Rafızîlere Reddiye, Arapça, Ahmed Rif'at Efendi, Lügât-ı Tarihiyye ve Coğrafiyye'de "Mezheb-i Revâfızı red zımnında güzel bir kitâb te'lif eylemişki " diye ifade etmekte ve bugüne kadar bir nüshasına tesadüf edilmemişti. Ancak son yıllarda, Konya Yusuf ağa kütüphanesi, No:6730'daki bir mecmua içinde bir nüshasına rastlanmıştır. Risale 12 yapraktan oluşmakta ve ta'lik olarak yazılmıştır. (Cilâcı, 1994:163-170) 16- Mir'atu'l-Cemâl, Farsça, Ahlak ve siyasetle alakalı olup, veciz sözlerle doludur. Eserin bir nüshası, Süleymaniye (Es'ad Efendi)kütüphanesi, No:1888/1'de bulunmaktadır. yaz›ld›¤› anlafl›lan eser, ad›nda da görüldü¤ü gibi Veba hastal¤› ile ilgilidir. Eserin bir nüshas›, Selim a¤a Kütüp. No: 12-72'de di¤er bir nüshas› da, Süleymaniye (fiehid Ali Pafla) kütüphanesi, No: 2033/2'dedir. 20- Tercüme-i Hayâtu'l-Hayavan, Farsça, Hayvan ilimleri ile alakal› bu eser, M›s›rl› Kemâluddin Muhammed Bin Musa (Vefat›:808/1406) 'n›n " Hayâtu'l-Hayavân" kitab›n›n Farsça tercümesidir. Müellif hatt› olan nüsha Topkap› saray› (Revan) Kütüphanesindedir. Di¤er bir nüshas› da, Süleymaniye (Ayasofya) kütüphanesi, No:2912'dedir. 21- Risâle-i Bahâriye, Farsça, Kozmoloji ile alakal› bir eseridir. Akkoyunlu Sultan› Sultan Yakub'un son zamanlar›nda yaz›lm›fl olup, ona sunulmufltur. Eserin bilinen tek nüshas›, Süleymaniye (Es'ad Efendi) kütüphanesi No: 1888/6'da kay›tl›d›r.
(Es'ad Efendi) kütüphanesi, No. 2197'de bulunmaktad›r. Eserin sonunda ketebe kayd›nda, İdris-i Bitlisî kendi imza ve mührünü basm›şt›r. Eser Sultan I. Mahmud döneminde Sadrazam Hekimo¤lu Ali Pafla'n›n isteği ile Hâcegân-› Dîvândan, Vanl› Abdülbâki Sa'dî Bin Ebibekr Vehbî Efendi taraf›ndan Osmanl› Türkçesine çevrilmiş olup, bir nüshas›, Süleymaniye (Hamidiye) kütüp. No:928'dedir. Diğer bir nüshas› da, Süleymaniye (Ayasofya) kütüp. No:3544'tedir. 24- Selim Şah-Nâme, Farsça, İdris-i Bitlisî bunu Heşt Behişt'e zeyl olarak kaleme alm›ş, Sultan I. Selim devri anlat›lm›şt›r. Ancak, İdris-i Bitlisî Yavuz Sultan Selim'in çok k›sa bir süre ard›ndan vefat ettiğinden bu eserini bitirememiş, eser eksik ve müsveddeler halinde kalm›şt›r. Daha sonra oğlu Defterdar Ebu'l-Fazl Mehmed Efendi eseri derleyip ilavelerle tamamlam›şt›r. Ayr›ca, Heşt Behişt'e ve
26
BİTLİS’İM
buna, " Süleyman-Nâme" diye bir zeyl yazm›şt›r. Bu zeylin çeşitli kütüphanelerde nüshalar› bulunmaktad›r. Selim ŞahNâme'nin bir nüshas› Topkap› Saray› (Revan) kütüphanesi No:1540'ta, diğer bir nüshas› da, Süleymaniye (Lala İsmail) kütüp. No:348/2'dedir. 25- Kasâid Münfleât ve Müraselât, Farsça, İdris-i Bitlisî'nin Sultanlar ve diğer devlet adamlar› hakk›nda yazd›ğ› kasideler ve mektuplar› n› içerir. Eserin bir nüshas› Süleymaniye (Es'ad Efendi) kütüp. No:1888/3'te kay›tl›d›r. 26- Mecmua-i Münşeât, Farsça, İdris-i Bitlisî'nin döneminin, Akkoyunlu, Karakoyunlu, Timurlu ve Osmanl› sultanlar›na diğer devlet adamlar›na yazd›ğ› mektuplar› içermektedir. Mektuplar›n çoğu Mevlâna İdris'e ait olmas›na rağmen baz›lar› da oğ-lu Ebu'l-Fazl'a aittir. Bu mecmua, İstanbul Üniversitesi kütüphanesi, Farsça yazmalar bölümü No: 906'da kay›tl›d›r. 27- El-Münşeât, Türkçe, İdrisî Bitlisî'nin bilinen tek Türkçe eseridir. Eser ayr›ca İdris-i Bitlisî'nin Türkçe mektuplar›n› da içerir. Eserin son bölümündeki mektuplar ise, oğlu Ebu'l-Fazl'a aittir. Eserin bilinen tek nüshas›, Süleymaniye Kütüphanesi, No:3879'dad›r. (Bayrakdar;1991:31-52; K›rlang›ç, 2001:15- 31; Babinger, 1992:51-55; Bursal› Mehmed Tahir,1342:3/7-8) Bunlardan başka, İdris-i Bitlisî'nin Topkap› saray› arşivinde baz› mektuplar› mevcuttur. İdris-i Bitlisî'nin Eyüp'teki Eserleri İdrisi-i Bitlisî ile ilgili birçok kaynakta, Eyüp civar›ndaki, İdris köşkünden söz edilmekte ve bu köşkün, İdris Köşkü caddesinde bugün halen mevcut
olan mektebine bitişik olduğu tahmin olunmaktad›r. Ancak köşkün niteliği, büyüklüğü konusunda elimizde bir bilgi bulunmamakta, sadece arkas›nda yer alan niyet kuyusundan söz edilmektedir. Evliya Çelebî bu köşkün, mesireyeri ve namazgâh'›n Şeyh İdris adl› bir Bayramî Şeyhi taraf›ndan yapt›r›ld›ğ›n› kaydetmektedir: "Bânisi, Bayramiyye Tarîkati Şeyhlerinden Şeyh İdris adl› azizdir. Güzel bir tekke yapt›rm›ş idi ki, tarîkat yârân› ve dervişler orada toplan›p safâ ederlerdi. Fakat, Sultan Mustafa Hân'›n tahata culûsu ile bu Şeyhi dinsiz, Allahs›z deyu ittiham ederek tekke ve otâğ›n› harâb etdiler. Hâla birkaç güzel ç›nar ağaçlar›, çimenlikleri, Namazgâh seddi, tatl› su çeşmesi, büyük havuzu durur. İdris köşkü derler, güzel bir mesîre yeridir. " (Evliyâ Çelebî, Seyahatnâme, Cilt 1.) Ancak Evliyâ Çelebî' burada İdris-i Bitlisî'yi BayramîMelâmiliğin önde gelenlerinden ünlü İdris-i Muhtefî ile kar›şt›rm›şt›r. Melâmiyye'nin ikinci devresinin en önemli Şeyhlerinden olan İdris-i Muhtefî aslen T›rhala'l› olup, as›l ad› Hac› Ali Bey'dir. Şeyh Hüsamuddin-i Ankarâvî'nin halifelerindendir. Sonradan İstanbul'a gelip Yavuz Selim Camiinin yak›n›nda bir konağa yerleşmiştir. Burada İdris ad›n› alm›şt›r. Melâmet meşrebliği dolay›s› ile kimliğini gizlemeyi başarm›ş. Hatta vefat edinceye Kadar tabilerinden başka kimse, İdris'in, Hac› Ali Bey olduğunu öğrenememiştir. Bu yüzden ona gizli, gizlenmiş anlam›na gelen Muhtefî s›fat› verilmiştir. Tarikattaki, Melâmî meşrebi dolay›s›yle, yine Sultan Selim semtinde Şeyh Yavsî Tekke'sinin Şeyhi
BİTLİS’İM ünlü Abdülmecid Sivasî ile mücadeleleri olmuş. Şeyh Abdülmecid Sivasî, onu ve müridlerini z›nd›k olmakla suçlam›şt›r. Çeşitli eserlerinde onu yermiştir. (Gündoğdu,2000:123-134). Melâmilikte, T›şî Ahmed Çelebî, Sar› Abdullah Efendi gibi ünlü kimseleri yetiştiren, İdris-i Muhtefî, 1024/ 1615 tarihinde vefat etmiş olup, kabri Kas›mpaşa tersane arkas›nda Kulaks›z'a ç›kan yokuşun başlar›nda sağ tartafta müstakil sofa üzerindedir. Ayn› zamanda okçulukla da şöhret bulan İdris-i Muhtefî'nin Okmeydan›'nda bir nişan taş› da vard›r. (Gölp›narl›, 1931/1992:123-137;Mehmed Raif,1314:543-544; Bursal› Mehmed tahir, 1342: cil 1; Sâd›k Vicdânî, 1995:41-44) M.Nermi Haskan ise, Köşkün, Sibyân mektebinin sol taraf›nda yer alan İdris-i Bitlisî' çeşmesinin arkas›nda imiş. (Haskan, 1996:356) Bugün bu yerde, Sultan III. Osman'›n kad›nlar›ndan Zevkî kad›n'›n 1182/1768'de yapt›rd›ğ› bir namazgah, 997/1588 tarihli Mevlevî İskender Dede'nin Mevlevî sikkeli mezar Şahidesi,(12) IV. Murad'›n Mirahur-› evveli Ali Ağa ve aile efrad›n›n mezarlar› bulunmaktad›r. İdris Köşkü caddesi üzerinde, Mektebin sağ ilerisinde ise, Nahilbend Hasan ağa türbesi ve Çolak Hasan ağa tekkesi mevcuttur. Türbe, çeşitli yerlerde hayrat› olan, Sultan Ahmed civar›ndaki Nakilbend camiinin de bânisi olan Hasan Ağa'ya aittir. Muntazam kesme taştan yap›lm›ş olan Türbe, iki bölümden oluşur. Sağ taraf›nda Şahidesiz kabir, sol taraf›nda ise küçük bir mescid- çilehane yer almaktad›r. Türbe'nin kabir taraf›ndaki hacet penceresi üstünde şu kitâbe mevcuttur: Türbe-i Nahilbend Merhûm Ve Mağfûr El-Hacc Hasan
27
Ta'mîr Tarih(i) Sene 1186/1772 Bitişiğinde ise, Sultan III. Mustafa zaman›nda yapt›r›lm›ş olan Halvetî Şeyh Çolak Hasan Efendi tekkesi vard›r. Çolak Hasan Efendi Ruslarla olan bir savaşta parmaklar›n› yitirdiğinden bu lakapla an›lm›şt›r. Sultan I.Abdülhamid devrinin başlar›nda, 1185/1771'te vefat etmiş olup, Kaşgarî tekkesinin yukar›s›nda medfundur. Kendi zaman›nda tekke binas› yang›n geçirmiş olup, yeniden inşa edilmiştir. Yerine oğlu Şeyh Haf›z Mehmed R›za Efendi postnişîn olmuştur. R›za Efendi 1213/1798 Cemaziyelahirinde vefat etmiş olup babas›n›n yan›na defnedilmiştir. Bundan sonra tekke'de, 1925'e kadar dört postnişîn daha gelmiş, tekke bilahare Nakşibendî tekkesi olmuş. Son Şeyh'in ad› ise Hasan Efendidir.(Ayvansarâyî, Hadîka, 1281:1/264; Zâkir fiükrî, 1980:51; Özdamar, 1994:26-27; Haskan, 1996: 103,199). Tekke'nin selaml›k k›sm›, son tadilatlarda y›kt›r›lm›ş olup, sadece türbenin arkas›nda yer alan harem dairesi ayakta kalm›şt›r. Çolak Hasan Efendi tekkesinin arkas›nda 1230/1815 tarihinde, Mevlevî Dolanc› Derviş Mehmed Efendî taraf›ndan bir Mevlevîhane inşa ettirildiği sonra ise y›k›ld›ğ› Hadîkatu'lCevâmi'de kitab› neşreden Ali Sât›' Efendi taraf›ndan kay›t düşülmüfltür: "Ve bunu tekyesine karîb mahalde, Tarîki Mevleviyye'den Dolanc› Dervîş Mehmed 1230 tarihinde bir Mevlevîhâne binâ etmiş ve kendine Konya'dan Şleyhlik getirtmiş idi. Lâkin, sitâne-i "Aliyye'de olan şeyhler mu'araza ettiklerinden bir vechile semâ" ve âyîn-i Mevleviyyeden bir nesneye kâdir olamay›p hâli üzerine terk etmekle tedrîcle münhedim
28
BİTLİS’İM
oldu. Şeyh-i mezbûr 1240 tarihinde vefat edip Kas›mpaşa Mevlevîhânesi mezaristan›nda medfundur." (Ayvansarâyî, Hadîka, 1281: 1/265). Ancak, Burada 997 tarihli Mevlevî İskender dede'nin kabrinin bulunmas›, ayr›ca, 4 Cemaziyelevvel 1207 tarihli bir istidanâmeye bak›l›rsa burada bir mevlevîhane'nin çok eskiden beri varolduğu tesbit edilmektedir. (Haskan, 1996:104) İdris-i Bitlisî, burada köşk d›ş›nda, Sibyân mektebi ve bir çeşme de yapt›rm›şt›r. Mektep, kitâbesi bulunmad›ğ›ndan inşa tarihi tesbit edilememiştir. Ancak, İdris-i Bitlisî'nin vefat tarihi olan 7 Zilhicce 926/18 Kas›m 1520 tarihinden önce yap›lm›ş olmas› gerekir. Ancak bu mektep, Sultan IV. Murad'›n mirâhur-› evveli olup, 25 Zilhicce 1035/17 eylül 1626 tarihinde attan düşerek vefat eden Ali Ağa taraf›ndan müceddeden tamir edildiği için, Attan Düşen Ali Ağa Mektebi olarak da an›lm›şt›r.(13) Fevkânî olan mekteb binas›, muntazam kesme taştan yap›lm›şt›r. Saçaklar› kesmetaş silmelidir. Mektebin avlusuna, cadde üzerinde yer alan kemerli bir kap›dan girilir, buradan merdivenle üst kattaki dershâneye ç›k›l›r. Alt pencereleri mermer sövelidir. (Haskan, 1996:313-314; Kut, 1997:3/353). Mektep binas› son düzenlemelerde belediyece restore edilmiş, İdris Köşkü'nün bulunduğu mahalde de, Köşk tarz›nda, ahşap kaplamal› binalar inşa edilmiştir. Mektebin sol taraf›nda ise İdris-i Bitlisî'nin çeşmesi bulunmaktad›r. Çeşmenin sol taraf›nda ise Çeşme Üstü ç›kmaz sokağ› yer almaktad›r. Çeşmenin yine sağ taraf›nda eski ulu bir ç›nar, sol bitişliğinde ise bir çoban çeşmesi bulunmaktad›r. Kesme taşltan ve klasik Osmanl› mimarisinde yap›lm›ş olan çeşmenin haznesi büyük olup, kitabesi kaybolmuşl olduğundan yeri boştur. Zamanla harap olan çeşme, 1285/1868 tarihinde Sultan Abdülaziz'in cariyelerinden Rayet Keşan Kalfa taraf›ndan onar›lm›ş ve onun ismiyle an›lmaya başlam›şt›r. Çeşme, 1958'de Türkiye An›t Çevre Turizm Değerlerini Koruma Vakf› taraf›ndan yeniden onar›lm›ş, son olarak da 1996'da belediyece onar›lm›şt›r.
(Haskan, 1996:404; Tan›ş›k,1943:1/272) Bu mektebin ve çeşmenin karş› taraf›nda ise Kerim Ağa sokakta, Gümüşsuyu caddesine yak›n, İdris-i Bitlisî'nin zevcesi Zeynep Hatun'un yapt›rd›ğ› cami bulunmaktad›r. Tahsin Öz'ün kayd›na göre cami, 945/1538 tarihinde Zeynep Hatun taraf›ndan yapt›r›lm›şt›r. (Öz, 1997:1/158). Hadîkatu'l-Cevâmi'e göre: "Mescid-i mezbûrun minberini Eyyub'de vâki' Arpac› Mescidi'nin imam› bulunan Şeyh Abdullah Efendi vaz'eylemiştir." (Ayvansarâyî, Hadîka, 1281:1/264) Cami, 1203/1788 ve 1258/1842 tarihlerinde tamir geçirmiş ve bu tamirlere dair manzum kitabeler konulmuştur. Bu kitâbeler, son cemaat mahalli duvar›nda bulunmaktad›r. 1. Kitabe Barekallah Zehî mescid-i ser -tak-› behin Kasr-› İdrîs'de olmuş ne güzel âmâde Şeref-i ehl- Salâh o ne zühd u takvâ Bir giren sahn-› ibâdetgehine ûkbâda Olur elbette ucûrat cüz'iye eyler beâb Has›l› ân›n içun olu necât âmâde Banisi evveli Zeyneb Kad›n'› Rabb-› Kadîr Menn- Nebî s›rr›na mazhar idüben ukbâda Kethüdây› Hürrem şah› Cihan defi gamm› ide dilsad an› ulada ve hem uhrada Etdi bu mescidi tamir ile beyti mamur Hefi fereş olmağiçun almuşken amade Harc idüb Hakk yoluna su yerine nekd-i himem Hiç kusur eyelemedi himmetini icrada Oldu bu hayra muvaffak ana da ahir hakk
BİTLİS’İM Nurdan kasr ile ikram ide mevada 1203(1788) 2. Kitabe Cihan durdukça var olsun heman Abdülmecit Han Zaman›nda ola alem bütün mamur ve abadan Harab olmuş idi bu cami'i Zeynep Kad›n çokdan Olup tamire muhtaç bunca y›l kalm›ş idi viran İdüp atiyye Sultan inayetkara ç›k hizmet Hazinedar usta eyledi ihya an› elan Efendisine ald›rd› duay› şüphesiz zira Bu etraf›n ahalisi yeniden oldular şadan Kabul etsin bu hayrat› Cenab› Hazreti Bari Virup Cennet saray›n› Cemalin eylesün ihsan Mübarek şehri Gufranda kemale erdi hayrat› Vire tevfikimi daim ol Hazreti Mennan Düşerse bir düşer tarihi tamiri Emin böyle Ne ziba oldu tamir Camii zeyneb Kad›n ey can Sene 1258 (1842) Son olarak 1985'te yap›lan restorasyonda cami duvarlarlar› ve kesme taşl› minare beton ile s›vanm›ş olup yeşile boyanm›şt›r. Cami kesme taştan yap›lm›ş olup kare planl›d›r. Kad›nlar mahfeli, minber ve tavan› ahşapt›r. Sade olan mihrab› d›şa ç›k›nt›l›d›r. Dar yolda yolun şekline uyulmas› için minare mihrap yönünde camiden ayr› olarak yap›lm›şt›r. 1985'teki restorasyonda, son cemaat mahallinin önüne beton bir bölüm daha ilave edilmiştir. Camiin ön taraf›ndaki küçük hazire bu restorasyon s›ras›nda cemaat taraf›ndan yok edilmiştir. Camiin aşağ› taraf›nda ise, Türbe sokağın›n sol baş›nda set üstünde, Zeynep Hatun'un demir parmakl›kla çevrili harap halde duran aç›k türbesi bulunmaktad›r. Zeynep Hatun'un kabir şahidesi kaybolmuş olduğundan, kitabe ve tarih bulunamamakta ,bu yüzden vefat tarihi tesbit olunamamaktad›r.Zeynep Hatun'un kabri yan›nda ise, ikisi şahideli olmak üzere üç kişinin daha kabri bulunmaktad›r. Yine ayn› yerde kitabesiz bir kuyu bileziği de mevcuttur. Bunun ilerisinde ise set üstünde, yukar›da sözkonusu ettiğimiz İdris-i Bitlisî'nin harap haldeki kabri mevcuttur. Harap halde duran bu kabirlerin mutlaka onar›l›p korumaya al›nmas› gerekmektedir. Bu kabrin ilerisinde sekiz yolun birleştiği yerde, Gümüşsuyu Deresi sokağ› karş›s›ndaki meydanl›k alanda, 63. pafta, 319. ada, 5. parselde yer alan,yine Zeynep Hatun taraf›ndan yapt›r›lan çeşme ve Namazgâh vard›r. Çeşme muntazam kesme taştan yap›lm›ş olup, teknesi toprağa gömülmüştür.Kitâbe mevcut değildir. Üzerinde yer alan iki taş konsol burada taş bir balkonunun bulunduğunu belirtmektedir. Gümüşsuyunun akt›ğ› bu çeşmeden çinko kaplara su doldurulup mühürlenerek Topkap› Saray›'na gönderilirmiş. Çeşmenin arkas›ndaki düz ve ağaçl› saha namazgâh mesiresi olup, namazgâh taş› kaybolmuştur. (Ha skan,1996:417;Özdamar,1988:226)
Kaynakça
29
Abdülkerîm muhammed El-Müderris, 1403/1983. 'Ulemâuna Fi Hidmeti'l-'İlmi Ve'd-Dîn, Dâru'l-Hurriyye, Bağdat Akakuş, Recep, 1973. Eyyûb Sultan Ve Mukaddes Emanetler, Fatih Yay›nevi Matbaas›, İstanbul Allouche, Adel, 1983. The Origins and Development of the Ottoman- Safavid Conflict, Klaus Schwarz Verlag, Berlin Asrar, Dr. Ahmet, 1972. Kanunî Sultan Süleyman Devrinde Osmanl› Devletinin Dini Siyaseti Ve İslâm lemi. Büyük Kitapl›k, İstanbul Ayvansarayî, Haf›z Hüseyin, 1281. Hadîkatu'l-Cevâmi', Cilt 1-2, Matbaa-i İmire, İstanbul Ayvansarâyî, Haf›z Hüseyin, 1985. Mecmu'a-i tevârîh, Haz›rlayanlar: Fahri Ç. Derin-Vâhid Çabuk, İstanbul Üniv. Ed. Fak. Yay›nlar›, İstanbul Ayverdi, Ekrem Hakk›, 1955. Hüsrev Paşa Türbesi, İstanbul Enstitüsü Dergisi I. İçinde, Syf. 31-38, İstanbul Matbaas›, İstanbul Babinger, Franz, 1992. Osmanl› Tarih Yazarlar› Ve Eserleri, Çeviren: Prof. Dr. Coşkun Üçok, Kültür Bakanl›ğ› Yay›nlar›, Ankara Bayatl›, Nilüfer, 1999. XVI. Yüzy›lda Musul Eyâleti, Türk Tarih Kurumu yay›nlar›, Ankara Bayrakdar, Mehmed, 1991. Bitlisli İdris, Kültür Bakanl›¤› Yay›nlar›, Ankara Beysanoğlu, fievket,1996. An›tlar› Ve Kitâbeleri İle Diyarbak›r Tarihi, 2 Cilt, Diyarbak›r Büyükşehir Belediyesi Yay›nlar›, Yap›m:MN Tan›t›m-Ankara Bursal› Mehmed Tahir, 1342. Osmanl› Müellifleri, Maarif Vekâleti Neflriyat›, 3 cilt, Matbaa-i İmire, İstanbul Bruinessen, Martin van, 1992. Agha, Shaikh and State, The Social and Political Structures of Kurdistan, Zed Books Ltd. London Bruinessen, Martin van, 2000. Mullas, Sufis And Heretics: The Role Of Religion In Kurdish Society, The Isis Press, İstanbul Celâlzâde Mustafa, 1990. Selîm-Nâme, Haz›rlayanlar: Prof. Dr. Ahmet Uğur- Mustafa Çuhadar, Kültür Bakanl›ğ› Yay›nlar›, Ankara Cilâc›, Osman (Yrd. Doç. Dr.), 1994. Anadolu'da K›z›lbaşl›k Hareketine Dair Meçhul Kalm›ş Bir Eser, Selçuk Üniv. Sosyal Bil. Ens. Dergisi, Say› 3 içinde, Shf. 163-170 Çakmakl›oğlu, M. Mustafa, 2001. Hüsameddin Bitlisî, Tasavvuf Dergisi, Y›l 2, say› 5 F›rat, M. fierif, 1970. Doğu İlleri Ve Varto Tarihi, Kardeş Matbaas›, Ankara Gölp›narl›, Abdülbâki, 1931/1992. Melâmîlik Ve Melâmîler, T›pk›bas›m, Gri Yay›n-Pan Yay›nc›l›k, İstanbul Göyünç, Nejat, 1991. XVI. Yüzy›lda Mardin Sanca¤›, Türk Tarih KurumuYay›nlar›, Ankara Gündoğdu, Cengiz, 2000. Abdülmecîd Sivâsî, Hayat›-Eserleri Ve Tasavvufî Görüflleri, Kültür Bakanl›ğ› Yay›nlar›, Ankara Haskan, Mehmet Nermi, 1996. Eyüp Sultan Tarihi, Eyüp Sultan Vakf› Yay›nlar›, İstanbul Haydar Çelebî, Haydar Çelebî Ruznâmesi, Tercüman 1001 Temel Eser, İstanbul Hulvî, Mahmud Cemaleddin,1993. Lemezât-› Hulviyye Ez Leme'ât-› "Ulviyye, Haz›rlayan: Mehmed Serhan Tayfli, Marmara Üniv. İlâhiyat Fak. Vakf› Yay›nlar›, İstanbul Hoca Saadeddin Efendi, 1992. Tâcu't-Tevârîh, Haz›rlayan: İsmet Parmaks›zoğlu, I-V Ciltler, Kültür Bakal›ğ› Yay›nlar›, Ankara Hüsamuddin Ali El-Bidlîsî, Kitâbu'n-Nusûs, Süleymaniye (fiehid Ali Pafla) Kütüphanesi No: 1437 Hüseyin Vassaf, 1999. Sefîne-i Evliyâ, Seha Neflriyat, 2. Cilt, İstanbul İbn Bezzaz, Tevekkülî Bin İsmail, Safvetu's-Safâ, 896/1491.Süleymaniye (Ayasofya) Kütüphanesi, No: O.3099 İdris-i Bidlîsî, 911. Heflt Behiflt (İlk Sekiz Padiflah›n tarihi) , Müellif Hatt›-Yazma, Süleymaniye (Es'ad Efendi) Kütüphanesi No: 2197 İdris-i Bidlîsî, 2001. Selim fiah-Nâme, Haz›rlayan: Hicabi K›rlang›ç, Kültür Bakanl›ğ¤› Yay›nlar›, Ankara Kut, A. Turgut, 1997. İstanbul S›byan Mektepleriyle İlgili Bir Vesika, İstanbul Arrmağan› 3 İçinde, Shf. 347-374 Lami'î Çelebi, Nefehatuİl-Üns Tercümesi,1275. Dâru't-Tabaati'l-İmire, İstanbul Mehmed Raif, 1314. Mir'ât-› İstanbul, İstanbul Muhyî-yi Gülşenî, 1982. Menâk›b-› İbrâhîm-i Gülşenî, Yay›nlayan:Tahsin yaz›c›, T. T. K. Yay›nlar›, Ankara Müneccimbafl›, Ahmed Dede Bin Lütfullah, Müneccimbaş› Tarihi, Türkçe Tercüme: İsmail Erünsal, Tercüman 1001 Temel Eser: 37, İstanbul Müstakîmzâde, Süleyman Sa'deddin Efendi, 2000. Mecelletü'n-Nisâb, T›pk›bas›m, Kültür Bakanl›ğ› Yay›nlar›, Ankara Önefl, Ethem Ruhî, 1998. İstanbul'un Tarihî Mescid Ve Camileri, İstanbul Yay›nc›l›k, İstanbul Öz, Tahsin, 1997. İstanbul Camileri, 3. Bask›, T. T. K. Yay›nlar›, Ankara Özdamar, Mustafa, 1988. Namazgâhlar, Vak›flar Dergisi, XX. Say› İçinde, Shf. 221-248 Özdamar, Mustafa, 1994. Dersaâdet Dergâhlar›, K›rk Kandil Yay›nlar›, İstanbul Onarl›, İsmail, 2000. Şah İsmail, Can Yay›nlar›, İstanbul Peçevî İbrahim Efendi, 1283. Tarîh-i Peçevî, 2 Cilt, Matbaa-i 'Amire, İstanbul Sâd›k Vicdânî, 1995. Tarikatler Ve Silsileleri, Yay›na Haz›rlayan: Doç Dr. İrfan Gündüz, Enderun Kitabevi, İstanbul Sevgen, Nazmi, 1968-1970. Kürtler, Belgelerle Türk Tarihi Dergisi, Makaleler Dizisi Solakzâde, Mehmed Hemdemî, 1297. Solakzâde Tarihi, Mahmud Bey Matbaas›, İstanbul Sözen, Metin, 1971. Diyarbak›r'da Türk Mimarisi, Diyarbak›r› Tan›tma Ve Turizm derneği Yay›nlar›, İstanbul Şemseddin Sami, 1306. Kâmûsu''l-A'lâm, Cilt 2., Mihran Matbaas›, İstanbul Şerefhan, Şerefuddîn El-Bidlîsî, 1860. Şerefnâme, Farsça metin, Publeé Par V. Véliaminof-Zernof, St. Pétersbourg Şerefhan, Şerefuddîn El-Bidlîsi, 1078. Şerefnâme, Türkçe Tercüme: Muhammed Bin Ahmed Beg, Osmanl›ca Yazma, Taksim Atatürk Kitapl›ğ›, Muallim Cevdet Yazmalar› No: O.29 Şerefhan, fierefuddîn El-Bidlîsî. 1958, Şerefnâme, Arapça tercüme: Muhammed Ali Avnî, Dâru İhyâi'l-kutubi'l-'Arabiyye, Kahire Taşköprülüzâde, "Usamuddin Ebu'l-Hayr Ahmed Efendi, 1985. Eşfiekâik En-Nu'mâniyye Fi "Ulemâi'd-Devleti'l-" Osmâniyye, Neflreden: Ahmed Subhi Furat, İstanbul Üniversitesi-Edebiyat Fakültesi Yay›nlar›, İstanbul. Tavakkoli, Mohammad Raouf, 2000. The History Of Mysticism In Kurdistan, Intiflarât Tavakkoli, Tehran-Iran Tuncer, Orhan Cezmi,1996. Diyarbak›r Camileri, Diyarbak›r Büyükşehir Belediyesi Yay›nlar›, MN Tan›t›m-Ankara Türkiye'de Vak›f Abideler Ve Eserler, 1977. Vak›flar Genel Müdürlüğü Yay›nlar›, Ankara Uğur, Ahmet, 1984. The Reign Of Sultan Selîm In The Light Of The Selîm-Nâme Literature, Klaus Schwarz Verlag, Berlin Ülgen, Ali Saim,1989. Mimar Sinan Yap›lar› (Çizimler), T. T. K. Yay›nlar›, Ankara Yiğitbaş, M. Sad›k. 1950. Kiği›, Cemal Azmi Matbaas›, İstanbul Yüksel, Müfid, 1995. Ana Hatlar›yla Alevîlik Ve Bektâflîlik, Yay›nlanmam›ş Araşt›rma. Yüksel, Müfid, 2002. Simavna Kad›s›oğlu Şeyh Bedreddin, Bak›ş Yay›nlar›, İstanbul Zâkir Şükrî Efendi, 1980. Mecmua-i Tekâya, Typoscript: Mehmet Serhan Tayşî, Klaus Kresier, Klaus Schwarz Verlag, Freiburg.
30
BİTLİS’İM
Görmeden
dönmeyin
Almadan dönmeyin Bitlis hediyelik eşyalar bakımından da ziyaretçilerine oldukça zengin seçenekler sunar. İlçelerde halen yapılmakta olan kök boyalı rengarenk kilimler, el emeği göz nuru halılar, toprak çanak-çömlekler, Ahlat İlçemizde yapılan her biri sanat eseri olan bastonlar satın alınabilir. Ayrıca Hizan fındığı, Adilcevaz cevizi, Mutki kara kovan balı ve küp peyniri hediyelik gıda ürünlerimiz arasında en önde gelenleridir. *Bitlis, Türkiye'de en çok bal üreten iller arasındadır. Coğrafi konumu itibariyle dağlık ve yayla olması, temiz tabiatı ve çok çeşitli kır çiçekleriyle Bitlis ve yöresi, arıcılık için çok müsait bir konumdadır. Altın sarısı, saf, katkısız Bitlis balı; besleyici, yiyene şifa dağıtan nitelikte olup, misafirlere en güzel ikram, dostlara en güzel Bitlis armağanı ve almadan dönmeyin.
*Doğa harikası Nemrut Dağı ve Nemrut Krater Gölü, ilimize gelen kişilerin mutlaka görmesi gereken yerlerin başında yer almaktadır. *Ahlat Kümbetleri ve Selçuklu Mezarlığı, ilçede bulunan 14 Kümbet ve 200 dönümlük alanda yer alan tarihi Selçuklu Mezarlığı ilimize gelenler tarafından mutlaka gezilip görülmesi gereken yerlerdir. *Tarih ve Kültürün iç içe yaşandığı il merkezinde bulunan Bitlis Kalesi, İhlasiye Medresesi, Şerefiye Camisi ve Kümbetler mimari özellikleri bakımından mutlaka görülmesi gereken yerlerdir.
BİTLİS’İM
Yapmadan
dönmeyin
31
Tatmadan
dönmeyin
*Uçkun, çiriş, kenger, yumurtalı çağı tatmadan dönmeyin.
* Şerifbey tepesinden Bitlis'in, tarih ve doğanın kucak kucağa uyumunu seyretmenin zevkine doyum olmaz. *Bitlis kültürünün önemli dinamiklerinden birini oluşturan düğünlerine denk gelindiğinde katılıp, geleneksel farklılıkları yaşamak gerekir. * İl merkezinde bulunan Bitlis Kalesi, İhlasiye Medresesi, Şerefiye Camisi ve Kümbetleri ziyaret etmeden, * Büyük bir kısmı İlimiz sınırları içinde bulunan ve dört bir yanı doğal plaj niteliğindeki Vangölünün, çeşitli cilt hastalıklarına şifa sodalı sularında yaz mevsiminde denizkum ve güneşin keyfini çıkarma ayrıcalığını yaşamak gerekir. * Kış aylarında Bitlis'e gelip de bütün canlılığıyla yaşanan kayak sporunun keyfini çıkarmamak olur mu?
32
BİTLİS’İM
Uçkun U
çkun her derde deva Türkiye'de özellikle Bitlis'de yetişen bir bitki olan yayla muzu olarak da anılan "Uçkun'la ilgili olarak İngiltere'deki Sheffield Hallam Üniversitesi'nce yapılan araştırmaya göre, uçkunda diğer kırmızı sebzelerde olduğu gibi kanseri önlemeye yardımcı olan kimyasal maddeler bulunduğu ve kanserli hücrelerin gelişmesini önlediği tespit edildi. Polifenol adlı bu kimyasal maddelerin başta lösemi olmak üzere birçok kanser türünü önleyebildiğini belirten uzmanlar, uçkun'nun özellikle pişirildiğinde polifenol miktarı bakımından oldukça zengin olduğunu söylediler. Bu bitkiden elde edilecek polifenollerle oluşturulacak bir ilacın kanserle mücadelede kullanılabileceğini kaydeden uzmanlar, Türkiye gibi İngiltere'de de oldukça popüler olan ışgının sapları ve kökleriyle tüketildiğini kaydettiler.
Uçkun Nedir? Uçkun, kuzukulağıgiller (Polygonaceae) ailesinden, bazı yerlerde boyu 100 - 150 cm bulan otsu bir dağ bitkisi. Uçkunun bir filin kulaklarını andıran büyük yaprakları bulunuyor. Bu yaprakların ortasındaki gövde, dibinden kesilerek şehirlere getiriliyor. Dış kabukları tıpkı muz soyar gibi soyulup içi yeniyor. Lifli bir yapısı olan bu bitkinin tadı biraz ekşi ve biraz da mayhoş. Çiğnedikçe ağızda tatlı/ekşi bir lezzet kalıyor. Özellikle yemeklerin ardından yeniyor uçkun. Hazmı kolaylaştırıyor ve mideyi rahatlatıyor. İlkbaharda kar sularının erimeye başladığı zamanda ortaya çıkan, gövdesindeki kabuğu soyularak yenilen uçkun mide, bağırsak, hazımsızlık ve özellikle şeker hastalığına iyi gelmesinin yanı sıra afrodizyak özelliğine de sahip.
BİTLİS’İM
Doğu’nun Muzu ve Kivisi “Uçkun” Büyük İlgi Görüyor Doğu ve Güneydoğu Anadolu topraklarının kırsal kesimlerinde yetişen ve ilkbaharla beraber çıkan uçkun bitkisi, işsiz vatandaşlar tarafından dağlardan toplanarak ilçede satılıyor. Tropikal bölgede yetişen muza ve kiviye rakip uçkunun, mide ve bağırsakları temizlediğini ifade eden yetkililer, uçkunun özellikle mide rahatsızlığı olan kişilere büyük ölçüde rahatlık verdiğini kaydetti. Uçkun satıcıları, Türkiye'nin dört bir yanından talep geldiğini belirterek, "Uçkun çıkmasıyla beraber görülen rağbet, en fazla satıcılarını sevindiriyor. Uçkun, hem muzdan daha ucuz olması hem de tadı ve sağlığa faydası nedeniyle daha çok rağbet görüyor. Bu yönüyle diğer meyvelerden farklı olduğunu gösteriyor. Uçkuna ekşi olması nedeniyle hamile kadınlar tarafından çok büyük bir ilgi var" dedi. Uçkun’un Bilinmeyen Yararları Uçkunun kökünün kaynatılarak içilmesi kandaki şeker oranını belirli bir süre normal seviyeye indirdiğinden diyabet hastalarının ''uçkun''u uzun süre kullanmamalarını gerekmektedir. A, B1, B2, C, E ve K vitaminleri ile özellikle fosfor ve potasyum mineralleri elementleri bakımından zengin bir doğal bitki olan Uçkun, soğuk algınlığı, nezle, grip gibi ateşli hastalıklara karşı direnci arttırıyor, kusmayı önlüyor, sarılık, şeker ve tansiyon rahatsızlıklarına ve cilde iyi geliyor. Meyvesinin kabuklarının iç kısmını lekelere sürmenin de faydasının olduğunu biliniyor, doğum sonrası oluşan lekeler için uçkunun kabuğu çözüm olarak önerilmektedir. Uçkun çayının iştah açtığı, vücudu kuvvetlendirdiği, soğuk algınlığı, hazımsızlık, kabızlık, yorgunluk, uykusuzluk gibi şikayetlerin gidermesine yönelik etkisi biliniyor. Nisan ve Mayıs aylarında yetişen Uçkun, yöre halkının önemli geçim kaynağıdır. Özellikle kökü ve sürgünleri, mide ve böbrek rahatsızlıklarına iyi gelip sindirimi kolaylaştırıcı özelliğe sahiptir. Bitkinin faydalarından yararlanacak kitlenin yaygınlaşması hem de gerek bölgenin ve gerekse ülkenin ekonomisine ciddi anlamda katkı sağlayacaktır.
33
34
BİTLİS’İM
Tatvan
Heykeli Türkiye'de Bir İlki TATVAN'lılar Gerçekleştiriyor TATVAN'nın Simgesi Olan Denizci Heykelini Kendi İmkanlarıyla Yapıyor Heykeli "Tatvan'lı Heykel Traş Şiyar Epözdemir" Yapacak 1948 yılında Türkiye Denizcilik İşletmesi Müdürlüğü çay bahçesinde bir Azeri tarafından yapılan ve Tatvan'ın simgesi olan Denizci Heykeli, geçmiş dönemlerde Belediye tarafından kaldırılan ve akıbeti belli olmayan Denizci H...eykeli'nin yenisinin yapılması için, başta İstanbul, İzmir, Ankara, Antalya ve ilçemizde yaşamlarını idame eden hemşerilerimiz almış oldukları karar doğrultusunda, Denizci Heykeli'ni yeniden yaptırma kararı alarak, Türkiye'de bir ilke imza atacaklar. Türkiye genelinde il ve ilçelerin simgesi olan heykelleri yetkili makamların yaptığını belirten Tatvan'lı hemşerilerimiz şunları söylediler, Gurbette yaşayan biz Tatvan'lılar zaman zaman bir araya gelerek, doğup büyüdüğümüz, ekmeğini yediğimiz, havasını soluduğumuz Tatvan'ımıza ne yapabiliriz görüş alışverişinde bulunurken, İlçemizin sembolü olan Denizci Heykelini yeniden yaptırma kararına vardık. Belediye ile yapmış olduğumuz istişareler doğrultusunda fikrimiz kabul görünce, Denizci Heykelinin yapılmasına karar verdik. Yapmış olduğumuz çalışmalar doğrultusunda Heykel Traş olan hemşerimiz Şiyar EPÖZDEMİR'de Denizci Heykelini yapmayı kabul etmesi üzerine çalışmalarımıza başlamış bulunuyoruz. Konuyla ilgili çalışmalarımız devam ederken, yapacağımız bu çalışma Türkiye'de bir ilk olacak. Neden bir ilk olacak? Çünkü Türkiye'de yapılan çeşitli heykellerin tamamını Resmi Kurum ve Kuruluşlar yapmaktadır. Biz Tatvan'lılar her zaman olduğu gibi ilklere imza atmaya devam edeceğiz. Bu arada Heykelimizi "1 Temmuz Denizcilik Bayramına yetiştirmeyi amaçlıyoruz. Bu arada yaptıracağımız heykelin masrafına katkıda bulunmak isteyen hemşerilerimiz, bizlerle temasa geçerek karınca kararınca maddi ve manevi katkı sağlayabilirler" dediler. 1 Temmuz Denizcilik ve Kabotaj Bayramına yetiştirilecek olan Tatvan'ın simgesi Denizci Heykelinin yapımına emeği geçen hemşerilerimize ve Heykel Traş Şiyar Epözdemir'e katkılarından dolayı teşşekür ediyor, sivil toplum kuruluşlarının da bu çalışmaya katkı sağlamalarını bekliyoruz.
BİTLİS’İM
Mutki Hakkında Bunları Biliyor Musunuz? * Mutki'nin İlk Belediye Başkanının Mutki Kaymakamı Ali Rıza Ulusma'nın olduğunu, * Hükümet konağının 1938'de ilk Belediye binasının ise 1941 yılında kurulduğunu, * 80 km uzaklıktaki İkizler köyünde bulunan 360 odalı Beyaz Kilise ile Mutki Merkez Yeni bağ mahallesinde bulunan kilisenin geceleri yakılan ateşler sayesinde haberleştiklerini, * Mutki'nin en yüksek dağının Nebat dağı olduğunu ve eteklerinde sayısız şehidin yattığını, * Dicle nehrini oluşturan Garzan çayının ilk kaynaklarını Mutki'nin arkasında bulunan Karaçavuş (Haçreş) dağlarından ve Rabat deresinden aldığını, * İlçe, adını Farsça'da Motkan (Kullanılmayan arazi) kelimesinden aldığını, * Dolek köyünde 500 kişinin rahatlıkla barınabileceği büyüklükte ve genişlikte mağaraların mevcut olduğunu, * Kaşak köyündeki yaylalardan 20km uzaklıkta olan ilçemize kanallar sayesinde süt gönderildiğini, * Doğu Anadolu Bölgesindeki en zengin altın rezervlerinin ilçemize bağlı köylerde olduğunu, * Sayılı krom yataklarından birinin de ilçemizin Aydemir ve Kaşak köylerinde bulunduğunu, * İlçemizin; kurulduğundan bu yana yedi merkez değiştirdiğini, * Bitlis'e giden ilk yolun Ersan deresinden geçtiğini, * Bitlis ve civarındaki 70 aşiretten en seçkinin Mutki aşireti olduğunu, * Mutki de ilk yaşam izlerinin Urartulardan kalma olduğunu ve Urartular tarafından yapılan istilalarda Mutki'nin büyük rolü olduğunu, * Şu anda dünyanın en uzun ömürlü insanı olan Zoro Ağanın Mutki Meydanlı olduğunu, * Bir rivayete göre Nuh'un gemisinin Kalemes dağlarına çarptığını, * Horı Darı denilen dağ zirvesinden Van Gölünün görüldüğünü. * İlçemizin üstyayla köyünde bulunan bir çobanın su içerken düşürdüğü kavalını, Akıncı(Batılmıs) köyümüzde bulunan Beyaz su içerisinde bulduğunu, biliyormuydunuz KUDRET HELVASI (DIMIS) Evet yanlış duymadınız kudret helvası, ilçe ve civar köylerimizde kudret helvası yağıyor. Peki nedir? Bu kudret helvası: İlkbahardan yaza girerken hemen hemen her sene kudret helvası yağıyor. Önce gökyüzünde mütavizi şimşeklerin çaktığını ve daha sonra gökyüzünden kar yağar gibi helva yağmaya başladığını, ancak helvanın Mutki'nin sadece ağaçlık bölgelerine yağdığını söyleyen ilçe halkı buna halk dilinde Pekmez (dımıs) diyorlar. Baldan ve şekerden daha tatlı olduğu belirtilen helva, sadece meşe ağaçlarının yapraklarının üzerine yapışıyor. Helva,özüne zarar verecek yapraklara yapışmıyor. Helvanın, piyasadaki şeker ve tatlılara oranla içerdiği asit, oldukça az.
35
36
BİTLİS’İM
Bana çocukları yaz (Gecikmesin mektubun veya pembe tablo)
M.Cemal SAYDAM "Mensur şiirlerimden..." Gecikmesin mektupların sevdalım... Koyuyor bana bu hasretlik. İçim yanıyor... Senden gelmeyince haber, dünyam kararıyor... Rüyalarımda hep karabasan... ... Uzun zamandır girmiyorsun düşüme. Düşlerimde yer almadığın içindir ki, sınırsız bir korku, dalga-dalga gelip oturuyor içime. "Acaba?!" diyorum. Korkuyorum... Uykumu dağıtan korkulu düşler, gün bitiminde her gece yeniden başlar. Ve inan sevdalım, senden gelen her haber, bana dünyaları bağışlar... ... Unutma n'olursun... ... "Ne yazem?" diye sorma... ... Bilirsin ki, bizde kar zamanıydı yüreklerin kor zamanı... Yüreklerin kor zamanıysa, elimizin dar zamanı. ... Dört duvar arasından öteye geçmezken çocuk ağlamaları, politik ağalar ahkâm keserlerdi. Ki bu zamanlar da, bizi yoksulluğa terkedenlerin, kendilerini birer umut olarak göstermelerinin hor zamanı. ... Bir soba başına sığınmış ve Yaradan'dan ümit umutlanırken dedeler, yaşamayı dilenirdi bebeler. Analar, salavatlarla döşeklerde kıvranırken, ölüme açılan kapılarda, dualar okuyarak doğurmaya başlardı, daha abece'yi sökememiş ebeler! Oysa ölü ruhların nikâhları kıyılıyordu haberlerde... ... Sütliman gösteriyordu ülkeyi, geleceği uçuruma doğru sürükleyen anadan doğma cahil siyasiler. Zil-zurna sarhoş nidalarıyla inlerken umut bağladığımız kentin caddeleri, ehliyetsiz ellerde ölü doğan bebekleri beklerdi harabelerde, açlıktan böğrü göçmüş kediler... ... Ve kâr zamanları vardı... Kâr zamanıydı, yol kesen haramilerin itibar zamanı. Kâr zamanıydı, köşe bucak ihanet ekenlerin muteber zamanı. Her taraf hırsız, yalancı, dolancı kaynıyordu. Haramiler
tüylenirken, tüyü bitmemiş yetimlerin suyu ısınıyordu. Huzurumuzun suyu sıkılıyordu gülüm, suyu sıkılıyordu. Ganimeti, yine de birileri topluyordu durmadan" Ve birileri de ahkâm keserdi yanı başımızda, çilekeşliğimize aldırmadan" Edep çöplükte, ar kayıpta, kâr zamanıydı... ... "Ne yazem?" diye sorma sevdalım... Yeter ki başla... Yazacak çok şey bulursun. Sen, şahidisin dertlerin. Yeter ki yazmaya başla. Bilirim ki, şair-i derya olursun... ... Meselâ; "Çocuklar iyi" diye yaz. Okullar kapalı olsa da memleketimin, yalandan da olsa, "Çocuklar okula gidiyor." diye yaz. Öğretmensiz sınıflara giriyor olsalar da çocuklar, "Öğretmenleri ders veriyor." diye yaz. Başından sorumluluğu savan mahlûkatlar, şerefli makamları şerefsizce işgal ediyor olsa bile, "Derdim yok. Dağlarda şehidim yok" Aç-susuz ve ekmeksiz değilim. Çanağımdaki çorbam, bu gece de bitmedi. Yarına daha da var. "Hem de çoook." diye yaz. ... "Kime ne diyem? Kime ne yazem?" deme sevdalım... ... Bilirsin ki, ümidimsin... Yarınım, yüreğimin özü, göz bebeğimsin. Senden haber alamazsam, ben seni değil, sen beni yitirirsin. Hep açık tut. Kapatma defterleri. Bana yaz ki, bölüşelim dertleri... ... Meselâ; "Aç değil bebeler" Odunsuz kalmadık bu sene... Kurşunlarda yitirmedik ümitleri ve dağlara salmadık acıyı tatmış doksanlık dedeleri! diye yaz. Yaz ki; "Ümitleri tükenmedi çocukların!" Yaz ki; "Umutları sandığa gömülmedi gelinlik kızların" N'olursun yaz! Yaz ki; "Sesi kesildi kardeşi kardeşe kırdıran kurşunların! Sonu geldi uğursuzlukların" diye yaz! Ben anlarım. Ben anlarım sevdalım. Ben anlarım... Bilsem ki hepsi yalan! Ve bilsem ki, yalanların arta kalanlardır masallardan, yine de dayanırım! Bağrıma taş basar, çaresizliğe aldanırım!
BİTLİS’İM
37
38
BİTLİS’İM
Sırrı ÇINAR
www.sirricinar.com sirricinar@sirricinar.com
A
lmanya'da duvarda asılı harita Türkiye bölümünde birkaç şehrin adı yazılıydı. Bir de Ahlat'ın yeri gösteriliyordu. Çok şaşırtıcı bir durum değildi benim için ama yanımda başka şehirlerden olanlar için şaşırtıcı olduğu gibi kıskançlıklarına da neden olmuştu. Ahlat'ın tarih içinde yüklendiği misyon ve halihazırda sahip olduğu tarihi değerlerin önemini Almanlar biliyormuşlar ki haritada Ahlat'ın yerini göstermişlerdi. Ahlatlı olmanın verdiği bir gururla Ahlat hakkında bilinmeyenleri kısaca anlattığım da dinleyenlerin yüzlerindeki mahcubiyeti de görüyordum. Türkiyeli bilmiyordu ama Alman biliyordu. Bilmedikleri için onları suçlamıştım ama bireysel ilgisi olanların tanımasından öte Ahlat'ın tanınmasını sağlayamadığımız için asıl suçu bizdik...
Leningrad kültür merkezi ve Paris sanat merkezi olduğu gibi imajlar edinmişlerdir. İstanbul iki arada kalmış bir halle bazen kültür, bazen finans merkezi diye nitelendirilse de Ankara tam bir bürokrasi şehri kimliğinden sıyrılamamaktadır. Tarihte de Buhara, Medine, Horasan, Hıdelberg, Bağdat ve Atina çeşitli konularda ön plana çıkan ve o özellikleriyle anılan, tanınan şehirler olmuşlardır.
Şehirler insanlar gibidir. Canlı organizmaların yaşadığı dönemlerde yerine getirdiği görevleri ve yaptıklarıyla tarihe yön verme özellikleri gibi şehirlerin yaşadıkları, yaşlandıkları, bitkisel hayata girdikleri ve öldüklerine tarih şahit olmuştur. Ahlat önemli fonksiyonlarını yerine getirmenin huzur ve rehavetiyle dinlenmeye çekilmiş bir şehir olmakla birlikte tanınma ve bilinme konusundaki vefasızlıktan muzdarip bir şehirdir. Milletlerin ve devletlerin şehirler üzerinden yürüttükleri politikaları olmuştur ve hâlihazırda da bu politikalar devam etmektedir. Londra finans merkezi, New York iş ve para merkezi,
21. Yüz yıl şehirlerinin içinde belirgin özellikleriyle ön plana çıkan şehirler ya para, ya tatil, ya da sanayi şehri tanımlamalarıyla bilinir. Kültür şehri, sanat şehri, bilim şehri gibi tanımlamalar olmadığı gibi, her şehre giydirilmeğe çalışılan elbiseler olarak dilden de düşmezler. Kültür, sanat ve bilim, erdemin ve insanlığın faziletli olması için gerekli olan en temel kavramların en başında yer alır. Şehirlerin para, sanayi gibi soğuk duran ve insani duygulara hitap etmeyen özelliklerin yumuşatılmasında sanat, kültür ve bilim kullanılmaya çalışılır. Belediye Başkanlarının veya şehrin etkili isimlerinin konuşmalarında
BİTLİS’İM
39
40
BİTLİS’İM
sıkça dile getirdikleri "şehrimizi kültür, sanat ve bilim şehri yapmalıyız/yapacağız" cümlelerini hepimiz hatırlayacağız. Madem kültür, sanat ve bilim şehri olmak çok önemli ve çok önemli ayrıcalıklar kazandıran özellikler ise, neden durursunuz diye sormak gerekir... Bütün bu iyi niyet temennileri maalesef hayata geçmemiştir ve hiçbir kentimiz kültür, sanat ve bilim kenti olarak anılmayı hak edememiştir. Tarihten getirdiği özellikleriyle ve dikili abide eserleriyle kültür, sanat ve bilim şehri olmaya en elverişli yer ise Ahlat'tır... Coğrafi, stratejik konumu ve doğal özellikleri ile tarihi misyonu üst üste geliyor olması ayrı bir avantaj sağlamaktadır. Asya ülkelerine, Arap ülkelerine, İran'a ve Türk Cumhuriyetlerine yakınlığı, Türkiye'nin ülke sınırına yakın bir yerde olması, Van Gölü'nün kıyısında oluşu, Nemrut Krater gölünün yanında olması, doğal güzellikleri ve iklimsel olarak dört mevsimi yaşıyor olması avantajlarından bazılarıdır. Mimari örnekleri, kümbetleri, mezar taşları, kalesi, camileri ile Açık Hava Müzesi denilmeyi hak etmiş Ahlat'ın kültürel ve sosyal yapısı da kültür, sanat ve bilim şehri olması için diğer avantajlarıdır. Dünyada bilimsel kongreler ve uluslar arası önemli toplantılar özellikleri olan küçük yerleşim yerlerinde yapılır. Bunun nedenleri arasında kongre veya toplantılara katılanların rahat etmesi, o bölgede kısa da olsa birkaç gün dinlenebilmiş olması, sessizliği ve şehir etkilerinden bağımsız olunması gelir. Davos bunun en bilinen örneğidir. Bu tür toplantı ve kongrelerin gelir açısından da çok önemli bir getirisi olduğu, o bölgenin dünyaca tanınıp bilinmesi ve böylece turist çekmesi bilinmektedir. Bu gerçeklik içinde yaklaşık 15 yıl önce Ahlat'ın bilim ve kongre merkezi olması yönünde girişimlerde bulundum. Tübitak'tan yetkililerle görüştüm, Türkiye tanıtma fonu yetkilileriyle görüştüm. Bu düşüncemi desteklediklerini öğrenmemle, kendi imkânlarımla böyle bir merkezin mimari projelerini dahi çizdirdim. Ama düşüncenin pratiğe dönüşmesi için başka şartların oluşması gerekiyordu
ve yaptıklarım orada kaldı. Geçen bu zaman içinde önemli gelişmeler oldu. Van Gölü havzası projeleri yapıldı, Bitlis'te Eren Üniversitesi açıldı ve Ahlat Sayın Cumhurbaşkanının özel himayesine girdi. Bu gelişmelerin doğru yönlendirilmesiyle hazırlanacak projelerin bir şehrin dünyada tanınan, bilinen, ekonomik gelişmesini sağlayan ve kültür, sanat ve bilim kenti olması yönünde ilerlemesi sağlanabilir. Ahlat için hazırlanacak planların bu yönde yapılmasıyla güzel sanatlar bölümlerinin açılması, sanatçıların konaklayacakları ve sanatlarını icra edip, sergileyecekleri atölye ve sergi salonlarının açılması, Kültür araştırma enstitülerinin kurulması, uluslar arası sanat festivallerinin yapılması, sanat ve kültür yatırımı yapacaklara çeşitli teşviklerin verilmesi ve bütün devlet kurumlarıyla Ahlat'ın kültür, sanat ve bilim merkezi düşüncesinin içselleştirilip uygulanması sağlanabilir. Üniversitede bölümlerin açılmasının dışında çekici hale getirilmesi için sanatsal yetkinliği olanların Ahlat'a getirilmesi ve akademik çalışmalarda otorite olabilecek düzeye getirilmesi için gerek Türkiye, gerek başka ülke üniversiteleriyle işbirliğine gidilmesi gerekmektedir. Bunu idealize etmek gerekiyor. Aksi halde gösterişe yönelik bölümlerin kurulması ve kendi yağında kavrulmasından öteye geçilemez. Bizler tarihten aldığımız miraslarla bugünümüzü kurtarıp mirasyedi durumundan kurtulup, yeni medeniyetler iddiasında olacaksak ve şehirlerimizin kimlikleriyle yaşatmayı istiyorsak alışagelmiş ve klasikleşmiş yöntem/uygulamaların dışına çıkarak düzenlemeler yapmalıyız. Ahlat içinde bulunduğu bitkisel hayattan çıkarılıp, yaşayan ve ülkemize, insanlığa erdem ve faziletler sağlayan bir kimliğe büründürülmelidir.
BİTLİS’İM
41
Ahlat hakkında bunları biliyor muydunuz? 1 2
Orta Çağda (Henüz Türkler Anadolu'ya gelmeden önce) Van Gölü'nün adının "Ahlat Gölü" olduğunu biliyor muydunuz?
Alparslan'ın 1071 Malazgirt Muharebesi'nde ilk zaferinin Ahlat'ta kazanıldığı, Bizanslılarca kutsal sayılan savaş haçının burada ele geçirildiği ve Bağdat'ta bulunan Abbasi Halifesine buradan gönderildiğini biliyor muydunuz?
3 4
1100 tarihinde kurulan ve 1207 yılına kadar devam eden Ahlat Şahlar Devleti'nin Başkentinin Ahlat olduğunu biliyor muydunuz?
İslamın yayılma döneminde, İslam ordularının güneyden gelerek kuzeye geçmelerinde ve yine Türklerin doğudan batıya geçişlerinde Ahlat'ın önemli bir üs olduğunu biliyor muydunuz?
5
Osmanlı Devleti'nin kurucusu Kayı Aşireti'nin Ahlat'tan batıya geçtiklerini biliyor muydunuz?
6
13. yüzyılın ilk yarısında büyük bir göç kafilesinin Ahlat'tan Kahire'ye göç ettiklerini, orada yerleştiklerini ve oturdukları mahalleye "elhayyetü'l-halat" yani (Ahlat Mahallesi) dediklerini ve halen Kahire'de aynı adla "el-hayyetü'lhalat" anılan bir mahallesinin olduğunu biliyor muydunuz?
7 8 9
Söz konusu Kahire'de yaşayan Ahlat'lıların orta çağda büyük ilim adamları yetiştirdiklerini ve hepsinin de "Ahlatlı" mahlasını kullandıklarını biliyor muydunuz? Eyyübi Devleti'nin Ahlat'ı ele geçirmeyi devlet politikası edindiklerini ve politikalarını 1207'de Ahlat-Şahlar Devleti'ni yıkarak Ahlat'ı ele geçirdiklerini biliyor muydunuz? Ashabdan Muaz bin Cebel'in oğlu Abdurrahman Gazi'nin H. 20 / M. 640'da Ahlat'ta şehit olduğunu ve mezarının Ahlat'ta olduğunu biliyor muydunuz?
10
Kanuni Sultan Süleyman'ın Irakeyn Seferi'nde tam iki ay (60 gün) Ahlat'ta Tahtısüleyman Mahallesinde kaldığını ve söz konusu mahallenin de adını buradan aldığını biliyor muydunuz?
42
BİTLİS’İM
Bir Sevdadır
Tatvan Bedirhan EPÖZDEMİR epozdemir1@gmail.com
D
üşlerimizi ve umutlarımızı rahminde besletip, büyüten yorgun bir kenttir, Tatvan. Sevilerimizin, özlemlerimizin, duygularımızın bileşenidir. Şifresi çözülmeyen ve kolayca da çözülmeyeceğe benzeyen anılarımızın yumağıdır. Ve dillerde, gönüllerde anlaşılmayan bir bilmecedir, çoğu kez. Hasretimiz oldu, karlı dağlar. Soğuk, ayaz, fırtınalı günler düşlerimizi süsledi, yıllarca. Uzakta kaldık, güzelim baharlarında. Baharlarımızı, çok gördüler bize sevgi ve yaşamın kıyıcıları. Nemrutun, Çîya yé Sîpané Xelaténin, Van Gölü'nün hasreti karasu gibi indi gözümüze. Ve güzelim Sapor, sessizce aktı-durdu kendi yatağında. Sömürgenlerin zevk û sefa mekân-i oldu, umutsuzluğun azgınca yaşandığı dönemlerde. Yazlarımızın yaşam suyuna yabancılaştık adeta. Hasret bıraktılar bizi hüzün satan hazanlara, Yaşatmadılar bize doyasıya acılarımızı sevdalarımızı. Hayallerimizi çaldılar. Rüyalarımızı böldüler, o en sıcak anlarda. Gönül bağlarındaki seyranlarımızı, acılarımızın ilacı dilanlarımıza kıydılar. Ve kılamlarımız, sitranlarımız kan revan içinde kaldı yıllarca. "Anamızın dilini"dağladılar", alnı kader çizgileri ile dişleri dökülmüş doğurgan anamız, dilsiz, umutsuz, sevdasız kaldı. Ve ağıtlar gıdamız, "De lorî, lorî kuré min lorî" damgasını
vurdu yaşamımıza. Çünkü dağdan da ovadan da gelen ölüler bizimdi. Ve trajik-komik: vuran da, vurulan da gün yüzü görmemiş kadersiz anamızın. Tıpkı savaşın ve de barışın mimarlarının sahibi olduğumuz gibi. Hey hawar, hey yaman! "kibritlerimiz ıslandı" yanmıyor artık, dört tarafımız karanlık, toz ve duman. Yazamadık, yaşayamadık gönlümüzce tutkularımızı. Hep boğazımızda düğümlendi, hıçkırıklarımız. Çünkü ağlamak yasak, sevgi tutsaktı. Tutkularımız sakıncalı, umudumuz kan revan içindeydi. Ne tutkularımız özgürleşti, ne de muştularımızın özlemini çektik doyasıya. Bir de üstüne üstlük, alt-üst oluşlar. Yaşamımız hep gizemlerle doldu, taştı. Sevilerimiz, gözyaşlarımızı karanlık gecelere damıttı çoğu kez. Çocuksu korkular yaşadık, bazen de. Korkuyu yenmek için didindik-çırpındık günlerce. Oysa korkunun tutsağı olmamaktı, öncelliğimiz. Korkudan, korkmamak gerektiğini hep haykırdık, durduk. Duyanlar, duymayanlar. Duyarlılar, duyarsızlar. Yeni bir formül sanki, dört D'leri oynadık. Akan suya kilit vurulmaz diyorduk, yırtınırcasına. Ama suyumuzu kestiler, subaşlarını tutan zorbalar. Sussuz kaldık, uzunca bir süre. Tepkilerimizi yitirdik, duyularımız dumura uğradı, sessizliği yeğledik.
BİTLİS’İM
43
44
BİTLİS’İM
Ya vurdum-duymaz olduk, ya da duyarsızlaştık. Hep yitikleri oynadık, jokersiz kaldık, Yenilgiler kaderimiz, yengiler hasretimiz oldu. Dün de, bugün de... Ve gözyaşları, kandamlaları tesellimiz oldu. Tesellilerimizden, teselli bulduk. Sele kaptırdık, kazanımlarımızı. Adeta seyirci olduk gelgitlere. Yaşantımız, Med-Cezir oldu sanki. Hawarlarımız, ax û waxlarımız anlamsızlaştı adeta. Suskunluk, damgasını vurdu solgun yüzlere. Solgun yüzler, güne gündeme kızdılar, acizlik ve çaresizliklerinden. Sonra avuntularımızı. Sonra yetilerimizi. Yitirdik, bir-bir... Dönüp, bakamadık etrafımıza, ne oldu, ne oluyor? Diye. Evet, bundan böyle vaktimiz el verdikçe Tatvan'ı yazacağız. Bunu görev, bunu sorumluğumuzun bir gereği olarak görüyorum. 60'lı yıllardan günümüze acıları, sevinçleri taşıyacağız. Genç nesillerin, öğrenme-bilme hakları var. Bizim de köprü olma görevimiz.
Övgüsüz, sövgüsüz, ayrımsız, duru, katkısız olduğu gibi yazmaya özen göstereceğiz. Evet, Tatvan'da iz bırakanları esnafı, siyasetçisi, sağcısını, solcusunu, Kürd Vadisine bir avuç kum, bir tas su, bir tuğla taşıyan emektarları, onların acılarını, sevinçlerini paylaşacağız insanlarımızla. Yani tarihi bir gezintiye çıkacağız bazen. Bir bütün olarak "sıfırın altından, sıfırın üstüne" getirenleri gözler önüne sereceğiz. Belge, bilgi topluyorum, hafızamı yokluyor, beleğimi tazeliyorum. Bu nedenle dostlarımdan, arkadaşlarımdan, bütün hemşerilerimden ricada bulunuyorum; Lütfen, Tatvan ile Tatvan'lı şahsiyetler ile ilgili, elinizdeki her türlü, bilgi ve belgeyi bana iletirseniz sevinirim. Umutların yeşermesi, özlemlerin gerçekleşmesi için, geçmiş ile gelecek arasında köprü olma işlevi, aynı zamanda tarihimizde iz bırakanlara karşı da görevimizi yapmış olacağız. Bu görev ve sorumluluk bilinci ile.
BİTLİS’İM
45
46
BİTLİS’İM
İçimdeki
Bitlis’i
Nasıl Buldum? Elif MİRMAHMUTOĞLU
D
erginin ismi "Bitlis'im"...
Hayat insanları bambaşka mecralarda bambaşka ortamlarda kökleri ile buluşturabilir. Hayat öylesine garip bir muammadır ki, seni "sen"yapanlarla günün birinde elbet bütünleşir özleşir barışırsın. "Sayeler sayesi" diye bir deyiş vardır, "ilişki ilişkiyi beraberinde getirir" deyişi de onun kardeşidir zannımca. Derginin ilk sayısını görmem ve yayına hazırlayan değerli ekip ile iletişim içine geçmem yine bir sayeler sayesinde oldu. Önce bir yabancı gibi, objektif bir gözle,bir iletişimci gözüyle dergiyi inceledim sayfa yapısı ve konuların işleniş biçimlerine göz gezdirdim. Bu dergiyle aramda nasıl bir bağ kurduğum fikri üzerinde epeyce düşündüm Tatvan fotoğraflarını incelerken, Bitlis'in yetiştirdiği büyük isimlerin hayatlarından satırlar okurken, işte bu memleket meselesi üzerine düşündüm.. 32 yaşında ömrünün 20 günlük kısmı hariç diğer tüm zamanlarını Antalya'da geçirmiş bir kadındım ben. Çocukluk anılarında Antalya sokaklarının başrolde olduğu denizin ve mavinin eksik olmadığı ruhunda Akdeniz'in en derin izlerini taşıyan bir insanım ben. Kendimi toplum içinde kodladığım nokta genlerinde ve köklerinde "Bitlis" olan Antalyalı bir kadın.. Lakin yaş dediğin enteresan bir olgu ve garip bir olgunlaşma içinde olduğun bir muamma.. Kodlamaların ve "fark" yarattığın noktaların hepsinin 7 göbek geçmişinle ilgisi var zahir.. Bizim oralarda çok söylenir ya hani ya da bizim oralılar çok söyler ya hani "Ot kökünün üstüne biter" durum tam da budur esasen..
Senin kökenlerin o kadar önemlidir ki geldiğin coğrafya, ailesel mirasın, yediğin yemek, içtiğin su hitabet tarzın.. Bunların hepsi seni sen yapan değerlerdir. Şimdi size, kendimi keşfediş sürecimden bahsetmek isterim biraz. "Farkındalık" yaratmak günlük yaşamımda iş hayatımda elimden geldiğince üzerinde durduğum önemli bir husustur. İmza attığım işlerde hasbelkader fark yaratmaya çalışan bir insan evladı olarak 20'li yaşlarımın son günlerini hüküm sürdüğü yıllarda "farklı olmama sebep olan" durum ve tutumlarım üzerine çokça düşündüm. Tüm varlığım ve soy bağlarıma ilişkin düşündüm. Acaba gözlerimi açtığım memleketin ben "ben" olurken yani bu serüvende bana nasıl bir etkisi olmuştur? 20 günlük bir memleket havası insana başka farklılıklar katabilir mi? "Bitlis" benim için ne demek? Misal, orada bir köy var uzakta gibi orada bir şehir var uzakta gitmesekte görmesekte o şehir bizim şehrimizdir havasında bir ilişkimiz mi var? Yaz aylarında 20 günlük dedeevi ve bahçeden başka hatıranda kente dair ne gibi izler taşıyorsun kızım Elif? Diye kendime sorduğum zamanlar olmadı değil. Velhasıl göç çocuklarıyız biz sağlık memuriyet vs.. gibi birçok sebepten ötürü kentini değiştirmiş kendine yeni bir yurt edinmiş ailelerin çocuklarıyız. En çok sevdiğim sözlerdendir yine "MEDENİYET MELEZLERDEN DOĞAR" melezleşmiş evliliklerle zenginleşmiş çoğalmışız.. Ama göç izlerini bünyemizde muhafaza etmişiz yine de... Özgeçmişimle ilgili kritik yaptığım zaman en çok üzerinde durduğum hususta budur son kertede GÖÇ VE DARBE.. Vücudumuzda 80 darbesinin izleriyle birden çok memleketi olan çocuklarız biz.. Bazen uzun Antalya sahillerinde
BİTLİS’İM
"Bitlis'te Beş Minare" türküsünü dinleyerek aidiyet hissettiğin diğer toprak parçana ve o toprağın insanlarına hasretler biriktiren... Bazen de bir "Bitlis'in Kurtuluşu (8 Ağustos)" gibi bir gecede ele ele verip halay çekmeyi özleyen bir nesilin çocukları.. "Nerelisin" sorusunun genel manada çok sorulmasına şiddet ve hiddetle karşı çıkan bir insan tipi olarak "İYİ, DOĞRU, SAMİMİ GERÇEK VE EVRENSEL BİR İNSAN" yani tek kelimeyle "İNSAN" olmanın memleketlere indirgenemeyeceğine inanlardanım. Lakin 20'li yaşların sonunda zaman zaman kendimi babam gibi "Nerelisin" diye sorarken yakalıyordum bazen evet bu soruyu soruş amacım önyargılarıma göre kişi tasnifi yapmak değil.. Bir aidiyet bir ortaklık duygusu aramak... İnsan toprağına sahip çıkmayı bilmeli yaşadığı yere değer verirken, kanına da doğmuş olduğu yere de sırtını çevirmemeli.. Ve kültürler ancak bu şekilde bugünden yarınlara sirayet edebilir ettirilebilir. İşte "Nerelisin" sorusu burada öne çıkan enteresan bir argüman olarak bende de mevcudiyetini korumakta.. İnsanlara 0 km yaklaşabilme yetisi iletişimin en temel anahtarı olan güleryüz ve samimiyet duygusunu içimdeki Bitlis'le ilişkilendirdim son kertede.. Doğu sıcaklığında bir Akdenizli gibi düşünmemin sebebi o soğuk sularıyla tarihe geçmiş dağı taşı yokuşu ve minaresiyle Bitlis olabilirdi. Ve ot kökünün üstüne biterdi, köken önemli meseleydi.. Beni de farklı kılan buydu bu toprağın ruhuma yansımaları... ÖSS'de sözelde birinci kent olan Bitlis'in ismini duyunca hissedilen gizli gurur, sohbet ortamlarında büryana sonuna kadar sahip çıkış, "Bitlis Balı'na övgüler" gibi gibi hararetle duruş sergilediğimiz
47
konular. İşte Tatvan fotoğraflarına bakarken, yerelden evrensele bulunduğum düzlemi gördüm duygusal bağlarımla Bitlis'im dergisi beni hiç tanımadığım ama bir o kadar da yakından tanıdığım o baba topraklarına götürdü.. Ve ilk yazımda, neden burada olduğuma dair minik bir girizgah yapmanın uygun olacağına karar verdim. Ve uzantıları olan göç olgusu, hemşericilik, uzaktan Bitlis'e bakmak gibi birçok başlıkla fikirlerimi paylaşmayı diğer yazılarımın maddeleri olarak sıraladım bile.. Bu derginin yayına hazırlanmasında emeği geçen tüm emekçilere tüm dostlara, hemşerilere teşekkür eder gelecek sayıda muhabbetimizin kıvamını kuyulaştırmayı umut ederim.
48
BİTLİS’İM
Tatvan El-Aman
Kervansarayı T
atvan - Bitlis yolu üzerinde Rahva düzlüğünde devlet yolu kenarında yer almaktadır. Çok büyük bir alanı kaplayan eser, eski yayınlarda zaviye olarak geçmekte ve Van Beylerbeyi Hüsrev Paşa tarafından XVI. yüzyılda yaptırıldığı kaydedilmekte ise de eserin yapılışına ait bir kitabesi bulunmamaktadır. İnşa edilmiş olduğu arazi Bitlis-Muş ve Van yollarının birleştiği Rahva düzlüğü geçmişte, kış aylarında kervanlar için en tehlikeli yerlerin başında gelmekteydi. Bu derece önemli bir alanda yapılmış olması eserin çok geniş bir araziyi kaplamasına ve hatta bazı kısımların eklenmesine neden olmuştur. Böylece kaplamış olduğu arazi bakımından Anadolu'nun en büyük kervansarayı unvanını kazanmış bulunmaktadır. Avlu dâhil olmak üzere beş bölümden meydana gelen kervansaray bir camii, bir hamamı, bir havuzu ve 160 odayı da bünyesinde bulundurmaktadır. Siyahi renkte ve sağlam bir taş damarından oluşan han 90 metre uzunluğunda, 70 metre genişliğinde büyük bir tarihi külliyedir.
BİTLİS’İM
49
50
BİTLİS’İM
Beyaz Gelinlikli
Adilcevaz
Kamil OĞUZ
A
dilcevaz yöresel adıyla Elcevaz Van Gölü'nün kuzeyinde 32 bin nüfusa sahip, küçük ve güzel bir ilçe, ceviz ağaçlarının evleri örttüğü, birçok akarsu, göletin, ayrıca sanatın, kültürün ve dört mevsimin memleketi. Her mevsimi farklı bir güzellikte yaşar bu şirin ilçe, yaz aylarında ziyaretçileri fazla olsa da diğer mevsimleri de bir başka yaşar Adilcevaz. Hele kış farklı bir güzellik sunar Adilcevaz'a Kar yığınlarının insan boyuna ulaştığı, Süphan Dağı'nın beyaz bir örtüye büründüğü ortamda, beyaz bir ölüm sessizliği kaplar Adilcevaz'ı Kışın ürpertici soğukluğu kadar karın ilçeye kattığı eşsiz manzara Adilcevaz'a şiirsel bir romantizm katar. Van Gölü'nün ve dağların paranteze aldığı Adilcevaz, karlar altında uyuyan şirin bir eski zaman şehri görünümüne kavuşur. Kışa özgü bir sükûnet midir, yoksa hep mi böyledir; sokaklarında, çarşısında gezerken terk edilmiş bir şehirde geziyor hissine kapılır insan, uyuyan prensesi uyandırmaktan korkar gibi sessiz adımlarla yürürsünüz Adilcevaz'da... Şirin ve dingin bir Anadolu şehridir Adilcevaz, ilçeye kışın geldiğimde hep aynı "unutulmuşluk" düşüncesi gıdıklamaya başlar içimi. Küçük bir memuriyet alıp böyle bir şehre gelenler burada, bütün kaygılarından azade, sadece okuyup yazarak yaşayacakları ortamı bulabilirler. Sıcak bir odadan buharlanmış pencereyi şöyle bir silip, bir yandan kar tanelerinin usul usul savruluşunu izlerken bir yandan da tarçın ve limonlu çaydan yudumlamanın zevkini
kamiloguz@hotmail.com
işte bu mevsimde alıyor insan, buz kesen içinizi ancak art arda ağzınız soğumadan, kırtlama şekeriniz erimeden devireceğiniz limonlu çaylar ısıtabilir. İstanbul'un tanıdık kar görüntüleri ne derece ürperticiyse Adilcevaz'da kar o derece sevimli geliyor insana, "kar" ancak odunla doldurulmuş kuzineli sobanın ısıttığı odadan, gamsız ve tasasız seyredildiğinde, veyahut Adilcevaz'a has yün çoraplarla adamakıllı giyinip kuşanıp zevkine bir yürüyüşe çıkıldığında "romantik" ve şiirsel duygular uyandırıyor insanda. Karla birlikte hummalı bir çalışma başlar Adilcevaz'ın bahçeli evlerinde, çatısız damlardan kar küremeler, bahçeden yola kadar karda yol açmalar, keçisi koyunu olanların bahçede yemleyebilecekleri bir alan oluşturma gayretleri izlemeye değer görüntülerdir. Kar; umutların, ilk heyecanın, hayallerin, yaratıcılığın ve muzipliğin birbirine karıştığı masalın başlamasıdır çocuklar için. Üşüyen elleriyle kızak yapma çabaları anne ve babaların öfkeli sesleri bozar tüm sessizliğini ve hayallerini çocukların, sonra ağlamalar, nazlanmalarla ikna edilmeye çalışılır ebeveynler, işe yaramayan malzemelerden kızak için birkaç parça tahta koparılsa da bununla yetinmezler, tandır evlerinde kızak yapımında değerlendirilecek tüm malzeme kullanılmaya başlar evin afacanları tarafından. Anneleri kızdıran en önemli olay ise kızakların altına çakılmak için duvarda asılı bulunan su hortumunun kesilmesidir. Erkek çocuklar kışın tadını kızakla çıkartırken, kız çocukları bahçelerde yaptıkları kardan adamı süsleyerek
BİTLİS’İM
eğlenirler. Çocukların en büyük neşesidir kışın kızaklarla kaymak. Mahallelerin tüm yamaçlarında yukarıdan aşağıya, aşağıdan yukarıya bir hareket vardır. Önce kızaklar görücüye çıkar, en güzel kızak seçilir, sonra asıl önemli olan yamaçtan aşağı en hızlı inen kızağın belirlenmesine gelir sıra, soğuktan al al olan yanaklar, buz kesen eller ve ayaklar yaşanan bu zevkten alıkoymaz Adilcevaz'ın çocuklarını... Uzun kış gecelerinde, sofaya serilen cecimin üstüne konulan siniyi samanların arasına özenle gizlenmiş kış elma ve armutları süsler. Kavurga, çedene, kurutulmuş kayısı, patlamış mısır, ceviz ve kayısı çekirdeği kışın unutulmaz muhabbet sofrasını süsler Adilcevaz'da. Son yıllarda bu muhabbet sofralarında kuzine sobada hazırlanmış sıcak kestaneler ve kayısı pestili de yer alsa da bunlar sonradan eklenen çeşitlemelerdir. Bilenler bilir asıl bu muhabbet sofraları tandır başında kurulurdu, tandırın üzerine kurulan somata açılan mütevazi çeşitlerle birlikte ayaklar dört bir taraftan odun közüyle dolu tandıra sallandırılırdı, kışın soğuğunda kurulan sıcak muhabbetlerle ayaklarla birlikte ortam ısınırdı. Yeryüzü nimetlerinin en güzeli kar, bir kâbus olduğu yıllar anlatılır bu muhabbetlerde; evlere açılan tünellerden geçilerek girildiği, günlerce evlerde mahsur kalındığı, ahırlarına zamanında ulaşamayanların hayvanlarının telef olduğu, muhabbetin en soğuk anlarını oluştururdu. Saatler ilerleyip kar tanelerinin şiirselliği karanlığa gömülüp gittikçe uyku vakti gelip çatar Adilcevaz'ın tek katlı müstakil evlerinde, Adilcevaz'da ki evlerden her biri bir şiirsellikle esrarengiz bir öyküyü barındırır bünyesinde, uzak geçmişin sırlarını fısıldar durur bu huzur ikliminde, sesiz olan şehir daha bir sessizliğe bürünür beyaz örtünün altında... Çetin kış şartları soğuk iklimi Adilcevaz'ın misafirperverliğinden bir şey eksiltmez. Sissizliğindendir sessizliği, karabalık ihtişamlı günlerinin özlemiyle biraz
51
mahzun ama kapısı her zaman açık bekliyor sizleri.
Ah Adilcevaz, ah dört mevsimi birbirinden güzel hüznün ve unutulmuşluğun şehri; kışın, yazına son baharında, ilkbahara, hasret kalınan güzel şehir. Adına türkülerin, şiirlerin bestelendiği doğunun el değmemiş gelini, şairlerin dudaklarından dökülen hazan çiçeği dört mevsim seni sevmek, erişilmez bir şey olsa gerek şairin dediği gibi;
Fotoğraf: Harun Nacar
Ah yaban gülü ah Karahazer çiçeği Ah gurbetin şıvan yıldızı, leyla menekşesi Şu üç kuruşluk daru dünyada Göğsüme şifasız ecza sürdüler Ve yürüdüler gençliğimin üstünde Yağmur yağıyordu kuşlarda vardı Uzandım yıldızlara tutamadım Saçlarım ağardı şehir zındanlarında Alem uykudaydı Adilcevaz uykudaydı Sevdam, menekşem memleket gülüm Kuyudaydım, saçlarım ağarmıştı Sahtiyan uykudaydı.. Emek gibi, toprak gibi, kan gibi, hoyrat gibi Adilcevaz fırtınası, yedi dağın eşkiyası gibi Yasak gibi, bayrak gibi, baskın gibi Erişilmez birşeydi seni sevmek. İbrahim Sadri
52
BİTLİS’İM
Abdurrahman Gazi
Türbesi
BİTLİS’İM
T
ürbede, Hz. Ömer döneminde, İyaz Bin Ganem komutasındaki İslam Ordusu ile Doğu Anadolu'ya sefere çıkan Peygamber Efendimiz (S.A.V) sancaktarı Muaz bin Cebel'in oğlu Abdurrahman Gazi yatmaktadır. Abdurrahman Gazi Ahlat'ın ele geçirilmesi sırasında şehit düşer ve şehit olduğu yerde defnedilir. Abdurrahman Gazi Türbesi, 1974 yılında Ahlatlı taş ustası Tahsin KALENDER tarafından Ahlat kümbet mimarisine uygun bir şekilde inşa edilmiştir.
53
TARİHİ ŞAHSİYET
54
BİTLİS’İM ŞEMS-İ BİTLİSİ Asıl adı Mahmut olan Şems-i Bitlisi 1715 yılında Bitlis'te doğmuştur. Mahmut, 7 yaşına geldiğinde, aynı zamanda bir bilim ve kültür yuvası olan aile ocağında, babasının gözetiminde ilkeli ve programlı bir biçimde öğrenim hayatına başladı. Temel eğitim olarak da niteleyebileyeceğimiz bu çocukluk dönemi öğrenimi 7 yıl sürdü. Eğitim döneminde dinsel, toplumsal ve hayat bilgilerinin yanı sıra, Kur'an-ı Kerim'i de ezberleyen bu üstün yetenekli çocuk Arapça ve Farsça'yı da öğrenmiştir. Şems-i Bitlisi 14 yaşına geldiğinde, babasının isteği üzerine en büyük kardeşi Hacı Hasan Hoca'nın gözetimi altında, Zahir Bilimleri (İslam'i bilimler: Hadis, Fıkıh, Tevsir, Kelam) ile Pozitif Bilimlere (Matematik, Mantık, Astronomi, Tarih, Coğrafya) ve Batın Bilimi (Tasavvuf Felsefesi) öğrenimine başladı. Eski Yunan'da Aristotales ve Stoa gibi düşünürlerin uyguladığı, bazı İslam düşünürlerinin de benimsediği bir yöntem olan, karşılıklı konuşma, tartışma ve soru-cevap biçimde sürdürülen yoğun bir etkileşim yöntemine dayanıyordu. Şems-i Bitlisi, tahminlere göre 18 yaşlarında bulunduğu sırada, Bitlis'e henüz gelip yerleşen Abdulcelil Hoca ile tanışmıştır. Abdulcelil Bitlisi olarak ün kazanmış olan bu değerli hocadan aldığı dersler, Şems-i Bitlisi'yi özellikle tasavvuf alanında daha da olgunlaştırmıştır. Abdulcelil Hoca onu "Hilafet Hırkası" ile onurlandırmıştır. Şems-i Bitlisi, daha sonra Siirt yakınlarında bulunan Tillo'ya gider. Tillo'da Abdulvahap Hamzavi'den ders alır. Şems-i Bitlisi hocasının tavsiyesine uyarak Bağdat'a gider. Bağdat'ta ünlü İslam bilgini ve Mutasavvıf Şeyh Ahmed-i Şerif'ten ders alır. Bu bir mürşide bağlı olarak gerçekleştirdiği son öğrenim evresidir. Şems-i Bitlisi 33 yaşında iken (1748) Kadirilik, bir yıl sonra da Nakşilik alanında icazetname alarak Bitlis'e döner. 1788 yılının 19 Haziran günü, Allah'ın rahmetine intikal eder.
AKADEMİSYEN
Bitlis'i bir erdem ve irfan güneşi gibi aydınlatan bu yüce kişi, aralarında aynı zamanda halifeleri olan, Şeyh Mahmut Üryani (Üryan Baba), Sultan Mustafa, Şeyh İsmail, Erzurumi, Şeyh Tahir Sami, Ahmed Faik Han (Memo Zin'in Müellifi), Şeyh İsa ve ağabeyi Süleyman Hoca'nın torunu olan Müştak Baba gibi Allah velileri, arifler, hocalar, şairler ve edipler bulunan çok değerli kişiler yetiştirerek, Bitlis'e armağan etmiştir.
AHMET RUMELİ 1938 yılında Bitlis'te doğdu. 1962 yılında İTÜ Elektrik Fakültesi'nden Yüksek Mühendis diplomasını ve 1967 yılında İngiltere'nin Glasgow şehrindeki Strathclyde (stratkılayd) Üniversitesi Elektrik Mühendisliği Bölümünden doktora diplomasını aldı. 8.Cumhurbaşkanımız rahmetli Turgut Özal'ın tavsiyesiyle 1962'de ODTÜ'ye katıldı. ODTÜ'de: 1962'de Asistan, 1974'de Doçent, 1980'de Profesör ve 1995'de yaş sınırından emekli oldu. ODTÜ'den izinli olarak; (1974-1977) Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığında, Korkut Özal'ın Bakanlığı döneminde: Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürü, Müsteşar Yardımcısı Vekili ve Geliştirilecek Haşhaş İkame Bölgesi Proje Genel Müdür Vekili görevlerinde bulundu. 1981-1988 yılları arasında, davetli olarak gittiği Suudi Arabistan'ın Cidde şehrindeki Kral Abdülaziz Üniversitesi Elektrik Mühendisliği Bölümünde ziyaretçi profesör olarak görev aldı. 1988 de ODTÜ'deki görevine döndü. 1973 yılında, Cumhuriyetin 50. kuruluş yılı münasebetiyle TÜBİTAK tarafından; "50. Yıl Mühendislik Bilim Ödülü" ve Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı tarafından "50. Yıl Patent Ödülü" verildi. Gıda-Tarım ve Hayvancılık Bakanlığında, tarımsal projelerin geliştirilmesi ve yürütülmesine yaptığı katkılar nedeniyle, "1975 Yılı Birleşmiş Milletler Gümüş Madalya"sı verildi. Kral Abdülaziz Üniversitesi, Elektrik Mühendisliği Bölümünün geliştirilmesine yaptığı katkılar nedeniyle, "Üniversite'nin 1985 yılı Mühendislik Fakültesi Takdirname"si verildi. İngilizce ve Türkçe çok sayıda yayınlanmış çalışmaları bulunmaktadır.
İŞ ADAMI
BİTLİS’İM
55
AHMET EREN 1943'de Bitlis'te doğdu. İlköğrenimi Kazım Paşa, orta öğrenimini ise Bitlis Lisesi'nde tamamladı. 1964 yılında İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi'nden mezun oldu. Aynı yıl Maliye Bakanlığı Hesap Uzman Muavini olarak çalmaya başladı. 1967'deki yeterlik sınavından sonra Hesap Uzmanı oldu. İki yıllık askerlik hizmetinden sonra tekrar Hesap Uzmanlığı görevine döndü. Daha sonra ABD'de ekonomi dalında master öğrenimi yaptı. 1975 yılında kamu görevinden ayrılarak ailesinin yürütmekte olduğu sınai ve ticari işlerde çalışmaya başladı.
O günden bu yana birçok ticari ve sınai kuruluşun yönetmeni olarak çalışmıştır. Halen Eren Holding Yönetim Kurulu Başkanlığı, Türkiye Çimento İşverenleri Sendikası Yönetim Kurulu Başkanlığı ve Türkiye İşveren Sendikaları Konfederasyonu (TİSK) Yönetim Kurulu Başkan Vekilliği görevlerini yürütmektedir. TÜSİAD, Popüler Müzik Sanatçıları Vakfı, Hesap Uzmanları Vakfı, Bitlis Eğitim ve Tanıtma Vakfı (BETAV), Kağıt Sanayicileri Vakfı gibi kuruluşların üyesidir.
SANATÇI
Bitlis, son 10 yılda kabuk değiştirmeye devam ederken, Eren Holding Yönetim Kurulu Başkanı Bitlisli iş adamı Ahmet Eren, kentte özellikle eğitim alanında yatırımlara ağırlık veriyor. Türkiye'deki sayılı iş adamları arasında yer alan Eren ailesi, Bitlis'te ilk olarak Nurullah Eren Anadolu Lisesi, İsmail Eren Spor Kompleksi'nin yapımıyla hizmetlerine başladı. Bitlis'te önemli bir eksikliği hissedilen ve Bitlis içinde önem arz eden üniversitenin, yapılması konusunda ön ayak olan Ahmet Eren, üniversitenin yapılması için, üniversite binasının tamamının yapacağının sözünü vererek, Bitlis Eren Üniversitesini kentte kazandırdı.
CANER CİNDORUK Aslen Bitlisli olup 1980 yılında, Adana'da doğdu. İki kardeşi de oyuncu olan ve babası öykü kitapları yazan Cindoruk, ailesinin de etkisiyle tiyatroya yöneldi Çukurova Üniversitesi Konservatuarı'nda Tiyatro bölümünü bitirdi. Üniversitede okuduğu yıllarda, okulun tiyatro topluluğunda oyuncu, yönetici ve yönetmen görevlerinde bulundu. 1997 yılında Adana Seyhan Belediyesi Tiyatro Topluluğu ile beraber ilk profesyonel tiyatro oyununa çıktı. 10 yıl boyunca Seyhan Belediye ve Adana Şehir Tiyatro'larında oyuncu olarak görev aldı. 2006 yılında, Beynelminel filmi ile birlikte sinema kariyerine başladı; bu filmde Özgü Namal ile ilk defa çalışma şansını elde etti. 2008 yılında ise Kelebek filminde rol aldı. 2007 yılında, Kara Güneş adlı diziyle birlikte televizyon dizilerinde görülmeye başlayan Cindoruk, 2008 yılında Geç Gelen Bahar ve Yaprak Dökümü dizilerinde rol aldı. Yaprak Dökümü'nde canlandırdığı Doktor Nazmi karakteri büyük ilgi gördü. Beğeniyle izlenen Firar dizisinde başrol oyuncusu olarak görev almaktadır. Oynadığı Tiyatro Oyunları; Fehim Paşa Konağı, Yalancı Aranıyor, Kaktüs Kumpanya, Soyut Padişah, Komşu Köyün Delisi, Yeşil Papağan Limited, Ada, Hayvan Çiftliği, Suçlular Çağı Suçsuzlar Çağı, Kuğular Şarkı Söylemez, Uçurtmanın Kuyruğu. Yönettiği Tiyatro Oyunları; Ada, Hayvan Çiftliği, Suçlular Çağı Suçsuzlar Çağı, Kuğular Şarkı Söylemez.
56
BİTLİS’İM
Bitlis’te
Turizm
A.Menaf KOCAKAPLAN
B
acasız sanayi olarak da adlandırdığımız turizm en önemli gelir kaynaklarımızdan biridir. Gerek iç turizm gerekse dış turizmin ekonomiye katkısı büyüktür. Turizmde amaç sadece gelir sağlamak değil aynı zamanda değişik coğra fyalara, kültürlere, inançlara sahip insanlarla diyaloga geçmek, barış içinde yaşamaktır. Bitlis'de turizm olgusu çok yenidir. Yörede turizm, nitelikli doğal yapısı itibariyle, bu yapının uzun soluklu korunabilmesi iddialarıyla ve alternatif ekonomik geçim kaynağı olarak düşünülmüştür. Bitlis'de turizmin yapılmasında ana düşünce, yöre insanının geleneksel geçim kaynaklarının ötesine geçilmesi, ekonomik kalkınmanın sağlanması, bu sayede uzun vadede doğal yapı ile insan etkileşiminin en aza indirilmesidir. Ancak Bitlis'de turizmin bir başka boyutu daha vardır. Bitlis'de gerçekleştirilen turizmin bu boyutunu anlamak içinse şüpheci bir yaklaşım içinde olmak yeterlidir. Uzun vadede çok kazançlı olacağı öngörülen doğa turizmi sektöründe pay sahibi olabilme
gayreti, bu turizm uygulamalarının motivasyonunu, alt yapısını oluşturmaktadır. Herhangi bir ekonomik faaliyetin yörenin kalkınmasına katkısının somutlaşabilmesi için ekonomik canlılığın tabana yayılması, toplumsallaşması gerekmektedir. Bütün bu tartışmalardan ziyade benim bu yazıda tartışacağım asıl konular Bitlis'de turizmin niteliği, özellikle çevre üzerinde olumsuz veya olumlu etkilerinin neler olabileceğidir. Turizmin çok çeşitleri ve boyutları vardır. Bu boyutları Bitlis özeline
indirgeyerek doğal çevrenin bozulmadan korunması ve ekonomik sorunların çözüme kavuşturulması, yaşam standartlarının yükseltilmesi bağlamında incelemeye çalışacağım. Bitlis insanı turizm sektöründen bir yandan ekonomik iyileşme beklerken, öte yandan da doğa turizminin en önemli girdisi ve aynı zamanda biricik yaşam alanı olan doğal yapının her hangi bir dış zorlamayla bozulmamasını arzulamaktadır. Yeryüzünün en gelişmiş şehirleri genellikle anayollar, limanlar, istasyonlar, deniz ve akarsu yollarının kenarlarında kurulmuş, yeşille-mavinin kucaklaştığı yerlerdir" tanımlamasını doğrulayan eşine az rastlanır bir doğa harikası olan ayrı bir önemi bulunmaktadır. İlimizde hızla gelişen sanayi kuruluşları, beraberinde çevre kirlenmesi ve buna bağlı olarak da doğal dengenin bozulması sorunlarını gündeme getirmiştir. Bu olumsuz gelişmeden Van Gölü de payına düşeni fazlasıyla almıştır. Göle akan derelere bırakılan sanayi
BİTLİS’İM
atıkları zamanla gölde bir kirlenme yaratmıştır. Bu kirlilik bölgedeki bütün doğal dengeyi bozmuştur. Turizm ülkemizde, bölgemizde diğer dünya ülkelerine göre ne az ne de fazlaydı; ancak son zamanlarda turizm faaliyet ve gelirlerimizde bir artış yaşanmaya başlandı. Turizmde Mısır, İtalya, Yunanistan gibi ülkelerle rekabet halindeyiz. Çin ve Japonya uzak doğu ülkeleri de bu rekabete yeni yeni katılmaya başladı. Yakın bir zamana kadar Türk turizmi master planı yoktu; ancak artık her ilin dahi master planı mevcut. Turizmimiz dünya ülkeleriyle karşılaştırıldığında memnuniyet verici düzeyde ama bununla yetinmemek lazım. Ülkemiz ve bölgemiz turizminin tümünü olabildiğince çok tanıtma amacında olmalıyız. Tamamını tanıtma şansımız yok. Şu ana kadar ancak %60-70'lik turizm kapasitemizi tanıtabildik ama sadece tanıtım yetmiyor. Ülkemize gelinmesi için çekici nedenlere ihtiyacımız var. Özellikle de ulaşım çok önemli. Ulaşım üzerine çalışmalar yapılmalı ayrıca cazibe noktaları iyi tanıtılmalıdır. Ülkemizdeki yöreleri özgün isimleri ile tanıtmak da üzerinde durmamız gereken bir başka noktadır. Bunu da bilmeliyiz ki turizmde doğal güzellikler ve tesisler birbirini tamamlayan iki unsurdur; ancak asıl olan doğal güzelliklerdir bu da ülkemizde ve bölgemizde fazlasıyla mevcuttur bunu da çok iyi bir şekilde değerlendirmeliyiz. Ülkemizde son zamanlarda turizm açısından sorunlar da yaşıyoruz.
Çifte rezervasyon, turisti aldatma ve onları kazanç kapısı olarak görme, esnafın dil bilmemesi sayabileceğimiz sorunlardan ilk akla gelenlerdir. Bu sorunların da zamanla yok olacağına inanıyoruz ve turizmle ilgili son olarak şunları söyleyebiliriz bunca doğal ve tarihi zenginliğe sahip olan ülkemiz ve bölgemizin tüm güzelliklerine sahip çıkmalı ve tanıtımını en iyi şekilde yapmalıyız. Bitlis'te Yapılabilir Turizm Çeşitleri *Eko Turizmi (Doğa İle İçiçe) *Kırsal Turizm *Kıyı Turizmi (Ahlat, Tatvan, Adilcevaz) *Kış Turizmi (Nemrut Kayak Pisti, Dideban Kayak Pisti) *Spor Turizmi *Sağlık Turizmi *Termal Turizm *Medikal Turizm *Wellnes Spa Turizmi *Yaşlı Turizmi *Şifa Turizmi *Fitoterapi Bitkisel Turizm *Hirudoterapi Sülük Tedavisi Turizmi *Çamur Tedavisi Turizmi *Klimatizm Turizmi *Dermotoloji Turizmi *Kültür Turizmi *Sanat Turizmi *İnanç Turizmi *Gastronomi Turizmi *Günü Birlik Turizm *Kongre ve Fuar Turizm *Gizem, Merak ve Hobi Turizmi *Evlilik, Balayı, Özel Günler Turizmi *Gençlik Turizmi *İç Turizm
57
Doğa Merkezli Turizm *Yayla *Botanik *Kuş Gözlemciliği *Avcılık Ve Balıkçılık *Trekking *Dağcılık Ve Tırmanma *Bisiklet *Rafting *Karavan *Motokros *Yamaç Paraşütü, Paramotor *Su Altı Dalış *Yelkencilik *Binicilik *Kürek *Navıgasyon (Yön Bulma) *Paintball *Jeep Safari *Motor *Fotoğrafçılık, Foto Safari *Microlight Uçuş Tekniği *Atv Dört Tekerli Spor Arabası vb. birçok spor. 1-Konaklama tesislerinin sayı ve hizmet çeşitliliğinin yetersizliği. 2-Bölgedeki turistik yerlerin, ürünlerin bir bütün halinde yeterince tanıtılamaması ve pazarlanamaması. 3-Kalifiye eleman eksikliği. 4-Konaklama süresini uzatacak organizasyonların eksikliği (İl, ilçe ve çevre turların azlığı). 5-Hava ulaşımının olmaması. 6-Turizmi tamamlayan sektörlerin azlığı ve yeterince gelişmemiş olması. 7-İl, ilçe ve belde belediyelerinin bütçe yetersizliği. 8-Turizm ve rekreasyon potansiyeli olan alanların bir kısmının henüz farkına varılmaması ve temel alt yapı hizmetlerinin götürülmemiş olması. 9-Turizm için söz konusu merkezlerde altyapı, ulaşım gibi faktörlerin yetersiz oluşu. İlimiz ve İlçelerinin tarihi kültürü sanatı. turizmi, tarımı kısacası var olan bütün değerlerini yurt ve dünya genelinde tanıtmak, bu değerlerden elde edilebilecek ekonomik potansiyeli halkımıza yansıtmak,en önemli kavram olan insan ilişkilerini geliştirmek, çevre olgusu ön plana çıkarak ve en önemli ekonomik potansiyeli olan ve insan ilişkilerini en iyi şekilde ifade eden ve fazlası ile ilimizde var olan Turizm değerlerimiz gözetilerek tüm is adamlarımızı bölgemizdeki bacasız fabrikaya yani turizm yatırım yapmalarını bekliyoruz turizmin bütün nimetlerini ilimizde bulmak mümkün.
58
BİTLİS’İM
Metropoller ve Hemşehri Dernekleri Kerem KOÇYİĞİT
BİDEF Bitlis Dernekleri Federasyonu Genel Başkanı
Ü
lkenin değişik yörelerinden çeşitli nedenlerle metropollere göç eden insanlar karşılaştıkları zor şartların aşılması noktasında bir araya gelerek üstesinden gelebilmenin yollarını aramak için hemşehri derneklerini kurarak alışılmadık metropol hayatına entegre olmaya çalışırlar. Gerek kendi kültürlerinin devamını sağlamak gerek örf ve adetlerini yaşatmak ve gerekse metropolün çağdaş yaşam kültürüne adapte olmanın yollarını aramaktadırlar. Bir taraftanda metropollerdeki zor yaşam koşullarının üstesinden gelemeyen hemşehrilerine imkân sağlamaya çalışırlar. Aileler her zaman yakın temasta bulunarak birbirlerini çeşitli kötülüklerden korumaya ve çocuklarının birilerinin kötü emellerine alet olmasını veya uyuşturucu, alkol ve kumar gibi kötü alışkanlıklara kapılmasını engellemeye çalışırlar. Böylece STK'lardan olan hemşehri derneklerinin keyfi sebeplerden ötürü değilde birçok zaruri sebeplerden dolayı kurulma mecburiyetinin hâsıl olduğu bir gerçektir. Gelişmiş ülkelerde STK'lar bu amacı şiar edinmiş ve büyük mesafeler katetmişlerdir. Ülkemizde ise hala yeterince amacına uygun kullanılmamakla birlikte bazı kötü emellere de alet etmek isteyenler yok değildir. Bu demek değildir
ki her vakıf ve ya dernek kötü amaçlar için kullanılıyor. Öyle derneklerimiz vardır ki binlerce üyesinin çocuklarına öğrenim bursu vermektedir. Yine bazı derneklerimiz yüzlerce yardıma muhtaç ailesine yardım eli uzatmaktadır. Bunun yanında öyle derneklerde vardır ki kendi gaye ve hedefinden uzaklaşmış ya birilerine çıkar amaçlı olarak kullanılmış ya da tamamen siyasallaştırılmıştır. Oysaki hemşehri derneklerinin ne belli şahısların çıkarına ne de belli bir siyasi görüşün ön ve ya arka bahçesi olmalarına fırsat verilmelidir. Çünki hiçbir hemşehri grubunun tamamının aynı siyasi görüş ve düşüncede olması mümkün değildir. Bu görüş ancak siyasi partilerde mümkün olabilir. STK'lar gayesine uygun kullanıldığı takdirde toplumda oluşan barış, kardeşlik ve paylaşım duyguları sebebiyle suç oranlarının ciddi bir şekilde azaldığı görülmektedir. Sosyal yaşantısı rayına oturmuş, komşuluk duyguları pekişmiş aileler arasındaki münasebetler muntazam hale gelmiş olur. Netice itibariyle insanlar metropollerde huzur ve refah ortamında yaşayabilme şansını ancak hemşehri dernekleri çatısı altında birleşerek bulabilirler.
BİTLİS’İM
Birlik ve kardeşliğimiz daim olsun
59
60
BİTLİS’İM
Türkiye’de ve Bitlis’te Hayvancılık ve Endüstriyel Tarım İşletmeleri Düşüncesi T
ürkiye'de kişi başına hayvansal protein üretimi dünya ortalamasının, ne yazık ki 1/3'ü gibi çok düşük bir düzeydedir. Hayvansal üretimde son yıllarda meydana gelen değişiklikler ve ülkenin nüfus artış göz önüne alınırsa, önümüzdeki yıllarda sorunun daha da ağırlaşacağı anlaşılmaktadır. Bu bakımdan hayvancılık ülkemiz için büyük önem taşımaktadır. Ülkemizde tarımsal üretimde hayvancılığın payı bugün %20'dir. Tarıma ayrılan bütçede ise hayvancılığın payı %12'dir. Bu oran Avrupa Topluluğunda (AT) %27'dir. Avrupa Topluluğunda hayvancılık ürünlerinin tümünde Türkiye ye göre 10 ile 90 kat oranında fazla destek söz konusudur. Koyun ve keçi yetiştiriciliğinin Türkiye, süt, yapağı, kıl ve deri gibi ürünler elde etmede ekonomik olarak özel bir yeri bulunmaktadır. Genelde verimsiz kısa boylu otlarla örtülü
Prof.Dr.Ahmet MERMUT meralar ile nadas, anız ve bitkisel üretime uygun olmayan alanlar bu amaçla kullanılmaktadır. Son yirmi yılda, Türkiye koyun ve keçi sayısında önemli düzeylerde azalma olmasıyla toplam et, süt ve deri üretiminde de önemli gerilemeler olmuştur. Bu durum, özellikle kırsal kesimin daha da yoksullaşmasına neden olmuştur. Beslenme ve giyim gibi en temel gereksinimlerimizin karşılanmasında hayvancılığın yeri, istihdama yaptığı katkı, iç ve dış ticaretteki önemi gibi konular göz önüne alındığında, teknik ve ekonomik açıdan yeniden düzenlenmesinin şart olduğu açıktır. Türkiye'nin AB ülkelerine bal dışında hayvansal ürünler bazında, tek şansı koyun ve keçi ürünleridir. AB'nin koyun ve keçi ürünlerinde önemli açıkları vardır. Ortadoğu ülkelerinin de büyük ihtiyaçları nedeniyle Türkiye'nin geniş bir yelpazede, özellikle et ihracatı yapma şansı bulunmaktadır.
BİTLİS’İM
Sığırın önemi sadece hayvansal protein üretimine katkısının yüksekliği değildir. Sığırın sağladığı özellikle süt, pek çok ürüne işlenerek, hem beslenme alanına hem ekonomiye destek kazandırır. İçme sütü, tereyağı, yoğurt, sucuk, pastırma vb ürünler ile bunların çeşitliliği ve tüketilene kadar geçirdikleri evreler düşünülürse süt ve etin ekonomi için önemi daha kolay anlaşılabilir. Türkiye süt üretiminde sığırın payı her geçen yıl artarak günümüzde %90 değerine yaklaşmıştır. Önümüzdeki yıllarda bu değerin biraz daha büyümesi beklenebilir.
61
62
BİTLİS’İM
Bitlis coğrafik yapısı, iklimi, tarihten gelen kültürü ile hayvancılığa elverişli koşullara sahip olduğu gibi olumsuz şartlar da taşır. Meraların fazla yer kaplaması hayvancılığı teşvik edici, ancak kışların uzun ve sert geçmesi ise sınırlayıcı bir özelliktir. Yaz yağışlarının az oluşu ve meraların yetersiz oluşu büyükbaş hayvancılığın gelişmesini engel oluşturmaktadır. Türkiye'de meraların ıslahı için başlatılan çalışmaların genişletilmesi şarttır. Yağlı bitkilerin ekimi ile hem Türkiye'nin bitkisel yağ açığı, elde edilen küspenin de önemli bir hayvan yemi olması bölgedeki hayvancılık çalışmalarına hız katar. Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanlığının desteği ile Ahlat ilçesindeki besicilerden Sedat Aslan'a ait yaklaşık 300 büyükbaş hayvan kapasiteli işletmeyi kendim de gördüm ve modern anlamda örnek oluşturabilecek niteliklerde buldum. Bu tür profesyonel üretim yapan işletmelerin sayısının artırmasıyla Bitlis'te, yeni istihdam alanları oluşturulabilir. Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığından hayvancılık, yem bitkileri, besi, buzağı, aşı, faizsiz kredi ve DAP desteklerinden yararlanılması için Endüstriyel Tarım İşletmelerinin (ETİ) kurulmasını önermekteyiz. Bu modeli, tüm tarımsal faaliyetlerin "ETİ" marifetiyle icra edilmesi; tüm tarımsal girdi (arazi, işgücü, tohum, ilaç, gübre, enerji/yakıt, makine, teknoloji, sulama, vb.) fiyat ve miktarları ile tüm çıktı fiyat ve miktarının merkezi bir yapıda planlanması, koordinasyonu ve kontrolünü hedefleyen sistemler bütünüdür şeklinde tanımlamaktayız. ETİ'ler ya büyük sermaye sahipleri ya da çiftçilerin birlikte kurması gerekir. Bu konulara ilerideki yazılarımızda değineceğiz.
BİTLİS’İM
63
64
BİTLİS’İM
Bitlis
Kültür Varol AVCI
B
itlis kültürünü tanımak ve anlamak için önce tarihi ruhunu bilmek gerekmektedir. Daha sona sırayla manevi kültür, Halk edebiyatı, gelenek görenek ve inançlar, halk bilgisi ve maddi kültürle ilgili yazılarımız yayınlayacağız. Şimdi Bitlisin tarihi durumunu kısaca anlatmaya başlayalım. Geçmişi M.Ö 2000'li yıllara dayanan bir yerleşim merkezi olan Bitlis il sınırları içinde Urartu, Pers, Mekadonya Krallığı, Roma ve Bizans dönemlerine ait izlere rastlanmaktadır. Halife Hz.Ömer zamanında (641) İslamiyetle tanışan Bitlis, Emeviler, Abbasiler ve Mervanilerin yönetiminde kalmıştır. Selçuklu ve Eyyubi Türkleri ile birlikte bölgeye gelen Müslüman Türklerden önce bölge, Türk iskânını Anadolu'da islamiyetle tanışan Proto-Türklerle birlikte, Sultan Alparslan'dan beş buçuk asır önce görmüştür. Bitlis, Müslüman Türklerin Anadolu'ya giriş tarihi olan 1071'den itibaren çeşitli Türk devlet ve beyliklerinin idaresinde (Safavi, Selçuklu, Eyyubi, Ak koyunlu, Kara koyunlu devletleri, Ahlatşahlar, Çandaroğulları, Şerefhanbey )Osmanlı İmparatorluğu'nun bölgeye
hakim oluşuna kadar gelmiştir. 1537 tarihli bir icmal defterinde Bitlis, çevresindeki Tatvan, Ahlat, Muş, Bulanık ve Hınıs nahiyeleri kendisine bağlı olan bir Osmanlı ili olarak gösterilmektedir. Daha sonra Muş sancağına bağlı bir kaza olarak 19.yüzyılın ortalarına kadar gelen Bitlis 1879'da Siirt, Muş, Genç, Bitlis Merkez sancaklarının bağlı olduğu 4 sancak, 19 kaza,8 nahiye ve 2088 köyden oluşan vilayet merkezi olmuştur. Bitlis merkez sancağının sınırları bugünkü Bitlis ilinin sınırlarına denk düşmektedir. Bitlis 17,18 ve 19'uncu yüzyıllarda bölgenin kültür ve sanat merkezi olmuştur. Dönemin medrese, cami, külliye, han ve hamam gibi yapıları bugün ilin geçmişteki o parlak döneminin delili olarak ayakta durmaktadır. Evliya Çelebi Seyahatnamesinde monografisini çizdiği dört ilden biri Bitlis'tir. Seyahatnamenin Türkçeye çevrilen 6ncı cildinin 200 sayfayı aşkın bölümü Bitlis ve çevresini anlatmaktadır. 3 Mart 1916 tarihinde Ruslarca işgal edilen Bitlis, Gazi Mustafa Kemal Atatürk konutasındaki 16.Kolordu ve Çanakkale cephesinden gelen
BİTLİS’İM
2.ordu birlikleri ile milis güçlerinin mücadeesi sonucu 8 Ağustos 1916 'da düşman işgalinden kurtarılmıştır. Birinci Dünya Savaşı başlarken nüfusu 60.000'e yaklaşan Bitlis, Rus işgali sırasında büyük yıkım ve göç yaşamış, özellikle Ermeni çetelerinin katliamı sonucu il merkezinin nüfusu birkaç yüz kişiye kadar inmiştir. Bu sosyal, kültürel ve ekonomik çöküntünün sonucu olarak 12 Haziran 1929'da 1509 sayılı Kanun'la Muş iline bağlanarak ilçe yapılan Bitlis,1936 yılında yeniden il olmuştur.(9) Ancak bu güzel şehir tüm çabalara rağmen Birinci Dünya Savaşı öncesi parlak henüz günlerini yakalayamamıştır. Bitlis adının nereden geldiği kesin olarak bilinmemektedir. Ancak çeşitli kaynaklar, Asur dilinde Bit veya Bed kelimesinin yurt manasına geldiği, Şemsettin Sami'nin Kamus-i alamında "Bedlis" Havası ve suyu güzel bir yerin adıdır. Nitelemesi, ilin adını bölgenin özelliğinden aldığını göstermektedir.
Ayrıca, Büyük İskender'in komutanlarından olan ve onun emri ile Bitlis kalesini yaparak şehri kuran, Leys veya Bedlis'in adıyla ilin adlandırılmasıdır. Araplarca da Bedlis olarak kullanılan ilin adının Türk kaynaklarına Bitlis olarak geçtiği nakledilmektedir.
65
66
BİTLİS’İM
Bitliste
Sanat Yakup TOKUŞ
ytokus@hotmail.com Yeşilçam Sanat Tiyatrosu Genel Sanat Yönetmeni
S
elam memleketimin altın kalpli, ince ruhlu, misafirperver sıcak insanları... Bitlisin en uzun deresinin en bulanık suyunda balık avlayanlar... Balıkları kurutup kengerli bulgur pilavıyla yiyenler merhaba.. Siyabendi xeciyi ayıran süphanın karlı ve gizemli yamaçları.. Van gölü çevresinin yosun gözlü asi göçerleri.sizlere de merhaba. Nemrutun zirvesinde uçuşan göçmen kuşlar... Bitlisi kucaklayan heybetli dideban tepesi...merhaba Rahva ovasından deliklitaşa, Veysel karaniden Malabadi köprüsü boyunca uzanan tarihi ipek yolu. Kültür ve medeniyet beşiği olan memleketimin; medreseleri, köprüleri camileri.çeşmeleri,hanları ve hamamları..hepinize merhaba. İhlasiye medresesi,kanlı köprü, karçin başı,lolo bulağı... Yeşil vadiyi bağrına basan şeribey...sana da merhaba. Beşminareli kentimizi düşmana siper eden Bitlis kalesi...kocaman merhaba. Xerzaneyi herhuşteyi memyaneyi folkrolik duygularla oynayan bitlisin büyük folklorcuları.. Şemsi Bitlis, muştakbaba,idrisi Bitlis,şerefhan ve sait nursinin manevi torunları..sizlere de merhaba. Tütün ceviz ve arı yetiştirip en lezzetli balı çıkaran köylü efendilerimiz.. Memleketimin memurları,esnafları, işçileri,emeklileri ve emekçileri...herkese merhaba. Memleket hasreti çeken gurbetteki hemşerilerimiz... size de merhaba. Hevuri etinden büryan yapan büryanci ağabeyler... Katıklı dolma,keledoş,kari aşı,ciger taplemesi,içli köfte yapan cennetlik analarımız.
Hepinize merhaba... 2005 yılında Bitlis başta olmak üzere ilçeler ve komşu illerde gösterimini yaptığımız Yılmaz Erdoğan'ın yazdığı "kadınlık bizde kalsın" adlı tiyatro oyununu sahneye koyarken, oyunun giriş bölümü için yazdığım şiirle başlamak istedim.
BİTLİS’İM
Türkiyenin en zengin en kapsamlı kültürel zenginliklerinden biri olan asırlar önce medeniyet tohumlarının serpiştirilerek filizlendiği rengarenk çiçeklerin tomurcuk açtığı,uygarlık motifinin her karış toprağında destanlaştırıldığı bitlisteki tarihi ve kültürel dokunun ulusal ve uluslar arası konjoktürde bir miras ve referans teşkil ettiği düşünülürse bizlerinde birey olarak bu güzel dokuların değerinin bilincine varmamızı sağlayacak çok sesli,çok kapsamlı koordineli bir şekilde çalışıp kültürel motiflerimizi ve tarihi dokularımızı yaşatarak gelecek nesillere aktarmak sorumluluğunu tüm içtenliğimizle benliğimizle özverimizle mücadele azmimizle dünya kültür mirasının bir parçası olduğunu göstererek duyarlılığımızı ortaya koymamız gerektiğini düşünüyorum.. 2011 - 2012 sanat sezonunda gerek bitliste gerekse de doğu bölgelerinde van depreminden dolayı kültürel ve sanatsal etkinlikler çok az gerçekleşti.
Bitliste bu sezon göze batan en önemli sanat organizasyonu olarak Bitlis kültür sanat derneğinin yaptığı sosyal sorumluluk projesidir..dernekler daire başkanlığının sağladığı destekle bitlise bağlı köy okulları başta olmak üzere 6.740 çocuğa "kurşun askerin utancı" adlı tiyatro oyununu sergileyen Bitlis sanat tiyatrosu, 5 kişilik oyuncu kadrosuyla özellikle köyde okuyan sanattan yoksun kalan öğrencilere sergileyerek büyük bir projeye imza attılar. Ekim ve kasım aylarında gerçekleştirdikleri barış dostluk ve kardeşliğin anlatıldığı bu sosyal sorumluluk projesiyle,binlerce çocuğun gülmelerine, sevinmelerine ve eğlenmelerine vesile olan ve emeği geçen herkesi tebrik eder başarılarının devamını dilerim..
67
68
BİTLİS’İM
Kayak Sporunun
Tarihçesi Serdar DURER
Spor Yazarı serdardurer@gmail.com
K
ayak, insanoğlunun varlığından bu yana yapılan bir etkinliktir. Her ne kadar bu etkinlik zevk amaçlı yapılsa da çoğu zaman bir takım zorunlu durumlar için de kullanılmıştır. İnsanlar karda batmamak için çeşitli ağaçlardan, değişik şekillerde parçalar yapmışlardır. Bunlar; dişbudak, betula ve çam ağaçlarından yapılmış olup, bunların kayganlığını artırmak için çam ağacından yapılanların tabanları katranla, betuladan yapılan kayaklar da deriyle kaplanmıştır. Günümüzde halen yılın belli aylarını kar altında geçirmek zorunda kalan köylerimiz ve köylülerimiz var. Hatta bu durum sadece ilimiz, bölgemiz ve ülkemiz için değil, Dünya'nın birçok bölgesi için geçerlidir. Dolayısıyla kar ve insan var olduğundan günümüze insanoğlu, yaratanın bu nimetinden çeşitli şekillerde faydalanmıştır. Bunlar ilkel kızak yöntemleri ile hasta taşıma, ısınmak için odun taşıma, bitmiş olan gıdasını taşıma vs... sıkıntıların hala icat edilmiş kar üzerinde kayan çeşitli materyallerle gerçekleştirildiği bilinen bir gerçekliliktir. Kayak sporunun ilk ortaya çıktığı ve kullanıldığı bölgeler ise Sibirya, Moğolistan ve Altaylar'dır. Daha sonra, Kuzey Amerika, Balkanlar, Anadolu ve Kuzeybatı yönünde İskandinavya ile İzlanda'ya doğru yayıldığı bilinmektedir. Bundan 200 yıl kadar önce kayak, bir avuç maceraperestin, insanların hayret dolu bakışları altında yapmaya cesaret ettiği bir çeşit macera sporu idi. Bugün ise yüzbinlerce Alpinist kayakçı, 70'ten fazla ülkede, binlerce kayak merkezinden çıkmıyor. Yani anlayacağımız kayak sporu insanoğlunun daha çok kış aylarında yaptığı normal
bir spor haline gelmiştir. Daha çok kış dememin sebebi hikmeti ise; tekerlekli kayak, çim kayağı gibi yeni kayak dallarının icat edilmiş olmasıdır. 1866'da Cristina'da ilk kez kayak yarışmaları düzenlenmiş, bu karşılaşmaya gösterilen büyük ilgi üzerine, 1879'da Oslo'da daha büyük bir organizasyon gerçekleştirilerek kayakla atlama yarışmaları da yapılmıştır. Dünya'da ki ilk kayak kulübü 1877'de, Fridtjof Nansen'in girişimleriyle Norveç'te "Ski Club de Cristina" adıyla kurulmuştur. Bu kayak kulübünü 1890'da Almanya, 1894'te Avusturya, 1901'de Fransa, İsviçre ve 1903'te İngiltere'de kurulan kayak kulüpleri izlemiştir. 1924'te merkezi Almanya'nın Bern kentinde olan Uluslararası Kayak Federasyonu (Federation International'de Ski) FIS'in kurulmasıyla birlikte kayak, aynı yıl kış olimpiyatları programına dahil edilmiştir. FIS'in ilk kez 1925'te düzenlediği "Alp Disiplini" ile 1931'de düzenlediği "Alp Disiplini" yarışları günümüzde her dört yılda bir, ayrı yerlerde ve birbirinden bağımsız olarak yapılmaktadır.
BİTLİS’İM
1921'de ilk slalom yarışı İsviçre'nin Mürren kentinde yapıldı.1924 yılında, Fransa Chamonix'de düzenlenen ilk kış olimpiyatları sadece kayak yarışından oluşuyordu. Oyunlar sırasında kayağın artık önde gelen bir spor olduğu ilan edilmişti bile. Bu arada ilk olimpiyatlarda 12 altın madalyanın 11'i nin Norveç'e gittiğini de belirtelim. Sporun ataları için küçük bir jest olmuş diyebiliriz. Türkiye'de Kayak Sporunun Tarihçesi Bazı yazılı kaynaklara göre eski Türklerde "Çana" olarak bilinen kayak, M.Ö.4000 yıllarında çeşitli yerlerde karda yürüme aracı olarak kullanıldığı görülmektedir. Göçlerle İskandinav ülkelerine ulaşan kayak, Avrupa'da XVIII. Yüzyıldan sonra yaygınlaşmaya başlamıştır. Yurdumuzda ilk kez 1914 yılında, Haliç'te bir marangoz atölyesinde yapılan çok sayıda kayak hayvan sırtında Erzurum'a taşınmış ve Kafkas cephesinde kayakçı er yetiştirmek üzere Erzurum'da açılan kurslarda 30 kayakçı yetiştirilmiştir. 1 Ocak 1933 yılında Galatasaray Lisesinden bir grup öğretmen ilk kez Uludağ'da kayak sporunu yaparak bu sporun Türkiye'de öncülüğünü yapmışlardır.
69
1933-1934 yılları arasında Bursa, Ankara ve Erzurum Halkevleri ile Muhafız Alayı kayak sporu ile özellikle ilgilenmişlerdir. 1934 yılından sonra karlı bölgelerdeki Halkevleri aracılığıyla kayak sporu yurt düzeyinde yayılmaya başlamıştır. 1939 yılında kuruluş hazırlıkları tamamlanarak "Dağcılık ve Kış Sporları" adı altında örgütlenmiş olan Kayak Federasyonu kurulan ilk spor federasyonlarından biri olmayı başarmıştır. Türkiye'de uluslararası kurallara uygun ilk kayak yarışması 1944'te Asım Kurt' un çabalarıyla gerçekleştirilmiştir. Beden Terbiyesi Genel Müdürlüğü bünyesi içerisinde "Dağcılık ve Kış Sporları Federasyonu" olarak 1936 yılında ilk resmi hüviyetini kazanmıştır.1968 yılında Dağcılık Sporu ile birlikte olan Kayak Federasyonu ayrılmış ve iki ayrı federasyon olarak çalışmalarını sürdürmüşlerdir. Daha sonra 1986 yılında Türkiye Buz Pateni ve Kış Sporları Federasyonu adı altında faaliyetine devam etmiş 1990 yılında da tekrar Türkiye Kayak Federasyonu olarak çalışmalarını sürdürmeye başlamıştır. Halen özerk bir spor federasyonu olarak faaliyetlerini sürdürmektedir.
70
BİTLİS’İM
Bitlis'te Kayak Sporunun Tarihçesi Bazı yazılı ve sözlü kaynaklara göre ilimizde kayak sporunun ilk defa 1900'lü yılların ilk çeyreğinde yapıldığı söylenmektedir. 1900'lü yılların ilk çeyreğinde Bitlis'in Sapkor Mahallesi'nde bulunan Rus Koleji'nde kayak sporu yapılırmış. Rus istilasından sonra düşmanı püskürten ecdadımız Ruslardan kalan kayakları inceleyip, benzerlerini üretmeye başlamışlardır. Kayak sporu ile zaten tanışmış olan Dideban, Çift Kaya, Duap Dağları daha sonra iyice kayak sporunun yapıldığı yerler haline gelmişlerdir. Hatta o dönemler Bitlis'in bir kayak şehri havasına büründüğü de bilenen bir gerçektir. Fakat daha sonra bunun devam etmediği de ayrı bir gerçektir. Ta ki; 1962 yılında Vilayet Tahrikât kâtibi görevinde bulunan Hasan Tahsin Özdemir, Vali Nurettin Hazar tarafından fahri olarak Gençlik ve Spor Bölge Müdürlüğü'ne getirilinceye kadar. Hasan Tahsin Özdemir gayretli çalışmaları ile ilimize yeni tesisler kazandırmıştır. Birçok Milli kayakçımızın yetiştiği, Teleksi'nin "Çift Kaya Kayak Tesisleri" kurulması için de teşebbüslerde bulunmuş ve çabaları sonucunda ilimiz kıymetli bir tesise kavuşmuştur. Çift kaya kayak tesisi ilimizin kayak sporunun gelişmesinde büyük rol oynamıştır. Bu tesis eski Kayak Federasyonu Başkanı rahmetli Asım Kurt'un ve Bölge Müdürü Hasan Tahsin Özdemir'in müşterek çalışması neticesinde kurulmuştur. Daha sonra tahrip olan bu tesis maalesef yıkılmıştır. İl kayak sporunda geriye gitmeye başlamış alt yapıdan sınırlı sayıda sporcu yetişmeye başlamıştır. 1995 yılında Bitlis'e vali olarak atanan Osman Badraslı spora ve sporcuya olan ilgisinden dolayı ilin spor geçmişini incelemiş ve ilk olarak 8 Ağustos Stadı'nı çim yapmış, spor
salonunun ve stadyumun daha modernleşmesi için çaba sarf etmiştir. Ayrıca çeşitli spor etkinlikleri düzenlemiş ve sporculara teşvik için ödüller vermiştir. Bir de yıkılmış olan Çift Kaya Kayak tesisinin tekrar yapımı için uğraşmış ve çabaları sonuçsuz kalmamıştır. Tesisin büyük bir kısmı yapılmıştır. Fakat tesisi tamamlamaya ömrü vefa etmemiştir. O'nun
BİTLİS’İM ölümünden sonra tesis 2000 yılında Uğur Boran Bitlis'e Vali olarak atanıncaya kadar olduğu gibi kalmıştır. Uğur Boran doğru ve kararlı spor politikaları ile bölge sporunun gelişmesinde büyük rol oynamış gençleri spora çekmeyi başarmıştır. Bitlisli iş adamlarımızın da desteğini alarak Osman Badraslı zamanında yarım kalan kayak evi tesisini tamamlamış ilimizi modern bir tesise kavuşturmuştur. İlde kaldığı 2 yılda böyle bir başarıyı yakalaması Bitlis halkı tarafından takdirle karşılanmış ve unutulmazlar arasına adını yazdırmıştır. Yapımı tamamlanan Çift Kaya Kayak Tesisleri yeniden ilimizin kayak sporunu canlandırmış, başarılı kayakçı sayımızda ciddi bir artış olmuştur. Yine son yıllarda, özelikle 2004 ve sonrası ilimizde kurulan kayak kulüpleri ilimizin kayak sporunun ilerleme kaydetmesi için önemli bir çaba içerisinde olmuşlardır. Bunlar; Dideban Kayak Kulübü, Bitlis Nemrut Kayak Kulübü, Tatvan Sahil Spor Kayak Kulübü ve eski kulüplerimizden Gençlik Spor, Yıldırım Spor, Telekom Spor, Polis Gücü Spor Kulüpleri de kayak sporunda faal kulüpler olmuşlardır. Uzun yıllar yapımı gündemde olan Bitlis Nemrut Dağı'nın Van Gölü'ne bakan yüzüne bir kayak tesisi kurulması 2007 yılında neticelendi. 2005 yılında yapımına başlanan Nemrut Kayak Tesisleri 2 yıl gibi kısa bir süre içerisinde tamamlandı. Bu tesis yapılmaya başlanmadan, yani henüz yapılması gündemde iken bir yazı kaleme almış, böyle büyük bir tesisin yapılması ile ilgili olarak şunları ifade etmiştim; En altta bir ana istasyon, buna teferrüç'te deniyor mutlaka yapılmalı. Bu kadar uzun bir pistte ara istasyonlar olmalı. Teleferik mutlaka kapalı olmalı aksi taktirde havada kalma süresi uzun olan bu pistte açık teleferik birçok kişiyi donma tehlikesi ile karşı karşıya bırakabilir demiştim. Yapılacak kapalı bir teleferik ortak bir teleferik olma gayesi taşımalı, yeni yapılacak motellerin, otellerin vs. konaklama tesislerinin kendi teleferiklerini istedikleri gibi kurabileceklerini ifade etmiştim. Yine mutlaka ilgili bölgenin çok yüksek bir irtifaya sahip olduğunu ve mutlaka rüzgar için başta ağaçlandırma olmak üzere, rüzgar panelleri gibi önlemlerin alınması gerektiğini yazmıştım. Aksi takdirde ilgili tesisin ömrünün kısa olacağını belirtmiştim. Nitekim dediğim gibi de oldu ve tesis kısa bir süre içerisinde kullanılamaz hale geldi. Şiddetli bir rüzgar tesisin başta halatları olmak üzere bütün mekanizmasını alt üst etti. Birkaç yıl kullanılamayan tesis bir süre önce Valimizin ve Milletvekillerimizin çabaları ile tadilattan geçirilip yeniden halkımızın hizmetine açıldı. Tekrar diyorum; bu tesis baştan aşağı ilgili bölgenin durumu gözetilerek düzenlenmedikçe
71
hedeflenen verim yakalanamayacaktır. Türkiye'de kalıcı kar sınırı en yüksek illerden biri, hatta birincisi olan Bitlis'i önümüzdeki yıllar için bir kayak şehri haline getirebiliriz. Bunun için yapmamız gereken başta merkeze yakın dağlarımızı kayak sporu için elverişli hale getirmek olmalıdır. Minimum maksimum prensipleri ile bunu gerçekleştirebiliriz. Yani en az masrafı yapıp en çok verimi sağlayabiliriz. Bakın bir örnek vereyim; yıllardır Dideban Kayak Kulübü Bitlis'te faaliyetlerini başarılı bir şekilde sürdürmektedir. Dideban Dağı'nın eteklerine Kulüp Başkanı Ecevit Sulukaya'nın kendi çaba ve gayretleri ile basit bir tesis kuruldu. Kurulduğu tarihte dönemin Bitlis Valisine ilgili bölge için yapılacak azıcık daha büyük bir tesisin projesini hazırlayabileceğimi ve çok cüzi bir masrafla değerli bir eseri Bitlis'e kazandırabileceklerini ifade ettiysem de sonuç alamamıştık. Oysa Milyonlarca lirayı heba etmektense bu ve benzer çalışmaların daha hedeflenen noktaya ulaşabileceği aşikardır. Not: Bir süre önce Erzurum Konaklı Kayak Merkezi'nde, yarışlar için antrenman yaptığı sırada düşerek hayatını kaybeden 17 yaşındaki Milli Kayakçı Aslı Nemutlu hepimizi yasa boğdu. Bitlis'im Dergisi aracılığı ile bu köşeden ailesine ve sevdiklerine sabırlar diliyorum.
72
BİTLİS’İM
BİTLİS’İM
73
Ercan TAN
74
BİTLİS’İM
İllah Bitlis'te Gözüm
Bitlisli'yi severim, billah doğridür sözüm, Yiddi göbek dededan, Bitlisli'yem men özüm, Felek böyle emretti, gerçi düştüm gurbete, Çoh memleketler gezdım, illah Bitlis'te gözüm. Men Bitlis'in topraği, men Bitlis'in taşiyem, Men Bitlis'in insani, elde üzük kaşiyem, Men Bitlis'in bahari, yazi, güzi, kışiyem, Bahçesınde, bağınde, illah Bitlis'te gözüm. Üksek, üksek dağınde, tipi menem, kar menem, Men insanın hasiyem, namus menem, ar menem, Yetmiş dört vilayete kardeş menem, yar menem, Her memleket hoş amma, illah Bitlis'te gözüm. Tarlede yer elmasi, dağlerde ohçınem men, Ayri gayri bilmenem, birlige tutkunem men, Bitlis'te beş minare, one de meftunem men, Öz vatanım, öz yerım, illah Bitlis'te gözüm. Rehva'da fizzılduman, varsın savursun meni, Kalede kızğın güneş, yaksın kavursun meni, Dağda bir kahpe kurşun, vursun devürsün meni, Yine de vaz geçemem, illah Bitlis'te gözüm. Meni anleten diller, topyekün lâl olse de, Diktiğim dut ağaci, kuru bir dal olse de, Bir zaman öz evimdi, şimdi gurbet olse de, Men Bitlis'li dişçiyem, illah Bitlis'te gözüm. Dr. Hüsamettin BİLGEN
Gör
Sen benim ilimi bilmezsin gülüm, Hele bir kış bitsin, kar çekilsin de gör. Her günü alemdir, her günü düğün, Tandıra büryanlar sürülsün de gör. Görmedin sen bizim buzlu suları, İçtikçe at sürer, aşk orduları, Mirkelam'la Altun Kalbur pınarı, Hele taştan taşa sökülsün de gör. Bilemezsin güzelim, nasıldır bizde, Renk bu alemde, ve bu denizde, Kağnılar yollarda, yoncalar da dizde, Hele bir ekinler ekilsin de gör. Bitmez bir yeşilliktir, bizde ovalar, Ve bizde müzikler, geceler başlar, Reyhan kokar soğuk, sulu tarlalar, Tütünler bağlara dikilsin de gör. Arılar bal toplar, özlü çiçekte, Eşi yok Bitlis'in bir başka renkte, Mertliği bulursun bir çekirdekte, Gelinlik terzide, biçilsin de gör. Ak telli kızların, semaver demler, Ayakta şalvarlar, başta leçekler, Sinede taht kurmuş, yanık türküler, Düğmeler ilikte, sökülsün de gör. Dert dolu nağmeler, bizde şarkılar, Geceler çökmeden, lambalar yanar, Davul-zurna ile yola çıkanlar, Hele bir kolkola dizilsinde gör. M.Cemal SAYDAM
Ahlat
Sırtını verdin Sühpan ve Nemrut'a Yüzün Van Gölü'ne dönüktür Ahlat. Bakışın uzamış karşı ufukta Ateşin körelmiş sönüktür Ahlat. Ne hallere geldin neyin uğruna Kara bir hançer sokulmuş bağrına Kulak verenin yok artık çağrına Ağacın kesilmiş güdüktür Ahlat. Yıllardır hep kendinden bildiklerin Eşim, dostum, yandaşım dediklerin Dost diye koynunda beslediklerin İliğini emer sülüktür Ahlat. Tan yeri ağarırken bu sabahtan Kem gözleri gördüm dikilmiş tahtan İyilik mi düşer sanırsın bahtan Yetişen mahsülün çürüktür Ahlat. Velhasıl dünyada düşmanın çokmuş Geçmişe hasretin içini yakmış Külün karıştıran çomaklar sokmuş Üstüne gelenler körüktür Ahlat. Ahmet ALPTEKİN
BİTLİS’İM
Adilcevaz
Anadolumuzun mavi cenneti Ataları yiğit can Adilcevaz Arıdır milleti yoktur illeti Ataları yiğit can Adilcevaz Dillerinden düşmez sevda türküsü Dargınlık bilinmez yoktur hiç küsü Dalgalanır bayrak büyür ülküsü Dünyada eşin yok can Adilcevaz İsminin geldiği tarih bellidir İlkbaharda sular coşkun sellidir İnsanların cömert hayır ellidir İyilik diyarı can Adilcevaz Laleler sümbüller mayısta açar Lal olan dalgalar letafet saçar Lutfun çeşit çeşit kalınmaz naçar Layıksın övgüye can Adilcevaz Canlanınca doğa Süphan dağında Cevizlerin büyür yeşil bağında Cümle alem sanki gençlik çağında Cana can katarsın can Adilcevaz Erciş'le komşusun Ahlat'la cansın Engin denizinle mavi vatansın Ebediyyen bize kucak açansın Elvan elvan kokan can Adilcevaz Verince Filistan kederi yoktur Vicdanları hür ve gözleri toktur Velhasıl birdanem hayranın çoktur Vallahi özledim can Adilcevaz Ardında yükselir Kefir kalası Ahengin timsali Sütey yaylası Arıkovanında balın alası Adınla çok yaşa can Adilcevaz Zaman akargider uykuya dalmaz Zemin bağlar bazen sılaya salmaz Zaten Şair Faik kayıtsız kalmaz Ziyade her şeyin can Adilcevaz Faik TOZOĞLU
Nazım Amca
Yine esiyor deli deli, bu sene hiç ara vermedi Kazma kürek yaktırdı ama yine de yetinmedi Camlar buğulu anlayacağınız içerisi sıcak Dışarısı ise kutup soğuğu Her zamanki köşesinde Nazım amca Tezgâhındaki birkaç parçayı satamazsa Bugün de doymayacak çocuğu Isıtmak için ovuşturuyor nasırlı ellerini Beş yıl önce hediye edilen palto da olmasa Mart soğuğu iyiden iyiye kıracak belini Deryadaki dalgalar misali yüzündeki çizgiler Aklaşmış saçı ve sakalı Tırmandığı hayat merdiveninde Peşini hiç bırakmadı düzen çakalı Kısılmış gözlerin Nazım amca Umudun yok, takatin de kalmamış Belli artık gelmiş yaşamın son turları Bugüne kadar mutluluğu tatmamışsan Ve sevgi Ve aşk Sana ninni gibi gelmişse Karlara yazdığın hayallerin baharı görmemişse Ve umut bile teğet geçmişse Demek ki iyi tutulmamış düzen yuları Yanlış anlama, bunda senin suçun yok Bu sistem ne Nazımlar yedi doymadı Sen Nazım'a mı acıyacak paranın kulları Sefa YETİŞKİN
75
76
BİTLİS’İM
Bitlis
BİTLİS’İM
77
Ahlat aynı zamanda Van Gölü çevresinin en güzel sahillerine sahiptir. Kıyı turizmi ve su sporları açısından gelişmeye müsait ilçe sahillerinde 4 ay yüzme imkanı vardı. Ayrıca ilçenin kuzeyinde kalan Sütay Yaylası, yayla turizminin canlanması açısından elverişlidir. El sanatları, ürünlerinden olan "Ahlat Bastonu", ülkemize ün salmıştır.
Tatvan
78
BİTLİS’İM
Dergisi’nin İlk Sayısının Tanıtım Etkinlikleri
BİTLİS’İM
79
80
BİTLİS’İM
İlimiz sınırları içindeki eşsiz doğa harikası Nemrut Yanardağı son olarak 1440 yılında faaliyetini göstermiştir. Patlamalar sonucu oluşan ve krater ağzı genişliği 48 kilometrekare olan Nemrut Kalderasında, deniz seviyesinden 2247 m. yükseklikte, irili ufaklı 5 tane göl bulunmaktadır.
Emir Bayındır Kümbeti (Ahlat) Taht-ı Süleyman mahallesindedir. Kümbeti üst taraftan çepeçevre saran kitabesinde, Hicri 886 yılında ölen Melik Bayındır İbn-i Rüstem Bey'in adı yazılıdır. Ahlat Kümbetleri içerisinde en ilgi çekenidir. Sütunlar ve kemerlerle binaya doğru açılan silindirik gövdesi kare kaide üzerine oturtulmuştur. Dışarı doğru taşan konik külahı ve süslemesi ile diğer kümbetlerden oldukça farklıdır.
BİTLİS’İM
81
Adilcevaz
82
BİTLİS’İM
Abonelik Formu Tarih:....../........./.................... Adı .............................................................................................. Soyadı .............................................................................................. Adres .............................................................................................. .............................................................................................. Posta Kodu ................................ Şehir ............................................... Telefon ................................ E-posta ............................................... Faks ................................ Gsm ................................ Aboneliğin Başlangıç Tarihi ....................................................................... Abone ve Kargo Ücreti KDV dahil ....TL dir.
Nasıl Ödemek İstersiniz? Nakit ödemek istiyorum Hesabına yatırmak istiyorum. (Ptt Şirinevler Şubesi. Hesap No: 09612924) Kredi kartı ile ödemek istiyorum Visa
Master - Euro Card
Kredi Kartı No
Güvenlik No
Son Kullanma Tarihi.........../............ (Ay/Yıl) Diğer BİTLİS’İM Dergisi Yazışma Adresi: Mareşal Fevzi Çakmak Cad. 1.Sok.No:4 K:4 D:24 Şirinevler /İSTANBUL Tel: 0212 639 33 13 - 14 Bu formu doldurarak yukarıdaki adrese gönderdiğinizde abonelik işleminiz yapılmış olacaktır.
BİTLİS’İM
83
84
BİTLİS’İM