Organize Sanayi Bölgesi Ali Osman Sönmez Bulvarı 2. Sokak No: 1 Nilüfer Bursa Tel: 0.224 243 29 29 (Pbx) Fax: 0.224 242 51 00
güneybursa dergisinde yer alan yazı ve fotoğraflar tanıtım amacı dışında izinsiz kllanılamaz. Dergimizde yer alan ilan, yazı ve fotoğrafların sorumluluğu sahiplerine aittir. www.guneybursa.org www.dagder.org.tr
OCAK-ŞUBAT2012
Dağ-Der Yardımlaşma ve Kültür Derneği Adına İmtiyaz Sahibi ve Yazı İşleri Sorumlusu Erkan Aydın (Dağ-Der Genel Başkanı) Görsel Yönetmen Sefer Göltekin Yayın Kurulu İsmail Fedai, Hüseyin Koçak, Fethi Yıldız, Selami Acar, İhsan Aydın, Kamil Yılmaz İletişim Dağ-Der Kültür Merkezi Fışkırık Caddesi Tahtakale / BURSA Tel: 024 272 58 58 Reklam Rezervasyon 0535 564 94 25 guneybursa@gmail.com Baskı AKMAT Akınoğlu Matbaacılık San. Tic. A.Ş.
27
BURSA’NIN YEREL KÜLTÜR DERGİSİ
SAYI
İçindekiler 03 Başkan’dan 04 Haberler 12 Çeyrek Asırda Katedilen Mesafe - İhsan Aydın 14 Orhaneli’nin Merkezi Beyce - Ömer Faruk Dinçel 19 Osmangazi Bel. Bşk. Dağlı Olsun - Fahretin Beşli 22 Bir Ulu Çınar: Hacı Arif - İdris Arpat 25 Fergana - Ekrem Hayri Peker 28 Eğitime Katkı - Mustafa Basrık 30 Yıkıldık - Orkun Çetin 32 Hikayelerin Hikayesi - Sefer Göltekin 34 Han ve Bedestenler 36 3. Dağ Yöresi Kültür Şenliği 40 Zaferiye Köyü 42 Tekst’l’n Zaman Tüneli: Merinos Tekstil Müzesi 46 Foto-Öykü - Nilay Şahinkanat
03
Dağ-Der, Bursa’nın bir değeridir...
M
ERKANAYDIN
Bizler köklü bir geleneğin temsilcileriyiz. Bizler sevgi ve hoşgörünün, bereketin sembolüyüz. Ecdadımızın mirasına sahip çıkarak kültürümüzü kimliğimizi yaşatmaya ve geleceğe taşımaya çalışıyoruz. Bizi biz yapan değerlerin bizi el üstünde tuttuğunun farkındayız. Bu değerlerimizle gurur duyuyoruz.
erhaba değerli Güney Bursa okuyucuları. Dergimizin 27. sayısıyla karşınızdayız...
Bizler köklü bir geleneğin temsilcileriyiz. Bizler sevgi ve hoşgörünün, bereketin sembolüyüz. Ecdadımızın mirasına sahip çıkarak kültürümüzü kimliğimizi yaşatmaya ve geleceğe taşımaya çalışıyoruz. Bizi biz yapan değerlerin bizi el üstünde tuttuğunun farkındayız. Bu değerlerimizle gurur duyuyoruz. Geçtiğimiz ay içinde yine birlik beraberliğimizin tecelli ettiği günlerden birini yaşadık. 3. Dağ Yöresi Kültür Şenliğimizi TKM’de gerçekleştirdik. Şenliğimize katılan tüm hemşehrilerimize, uzaktan yakından şenliğimize gelen tüm kurum ve kuruluşlara bir kez daha teşekkür ediyorum. Yönetim olarak göreve geldiğimiz ilk günden beri önceliğimiz, üyelerimiz ve yöre insanının bir araya gelmesini sağlamak ve bütünleştirici olmaktır. Bu misyonu gerçekleştirmek için de çeşitli etkinliklere imza atmaya çalıştık, bundan sonra da elimizden geldiği kadar etkinlikler yapmaya çalışacağız. Çünkü biz biliyoruz ki birlik beraberlik ölümden başka her şeyi yener. Tabi ki bu birlik beraberliği sağlamak sadece etkinlikler düzenlemekle olmaz. Aynı zamanda gece gündüz demeden çalışmamız gerekir. Özellikle üzerinde durduğumuz konulardan biri de dernek üye sayımızı artırma noktasındadır. şu anda on bin civarında olan üye sayımızı elli binlere taşımayı hedefliyoruz. Bir başka önem verdiğimiz ve gece gündüz demeden üzerinde emek harcadığımız konu da DAĞDER KÜLTÜR MERKEZİ yani DKM. Dağlıları yeniden Tahtakale’de buluşturacak olan dernek merkezimiz nihayet hizmete açıldı. DKM nin bütün dağlıların hayatında ufak da olsa anısı bulunan Tahtakale yi de tekrar
eski günlerine kavuşturacağı inancındayız. İnanıyoruz ki bundan sonra yöremizin sesi daha gür çıkacak. Biliyorsunuz Dağ-Der olarak, gerek yöremizin Bursa’da temsiliyetinde gerekse dağ yöremizin sorunlarının çözümünde önemli adımlar atıyoruz. Dile getirdiğimiz sorunlar bir şekilde karşılık buluyor. Ekonomik yapımız, eğitim durumumuz, sosyal yaşam standartlarımızın iyileştirilmesi konusunda yetkililerden önemli sözler aldık. Biz bu sözlerin takipçisi olacağız. Şimdiye kadar olduğu gibi bundan sonra da yöremizin gelişebilmesi için her türlü adımı atacağız. Dağ-Der bugün Bursa’nın en güçlü sivil toplum kuruluşlarından biridir. Derneğimiz bir yandan Dağ yöremizin gelişimine katkıda bulunurken bir yandan da Bursa’nın sosyal ve kültürel hayatına renk katmaktadır. Dernek merkezimizde olsun, Bursa’nın değişik merkezlerinde olsun, danışık geceleriyle, konferanslarla, kampanyalarla, kurduğumuz çadırlarla, ikramlarımızla, kültürümüzün kimliğimizin aynası olduk. Yaptığımız organizasyonlar herkesin ve her kesimin takdirini kazanmaktadır. Dağ-Der artık Bursa’nın değerlerinden biridir. Dergimiz GüneyBursa bu sayısıyla birlikte yeni bir döneme girdi. Daha kaliteli ve dolu dolu bir içeriğin dışında daha sistemli bir şekilde okuyucusuyla buluşabilmesi için dergimiz iki aylık yayın periyoduyla yayınlanacaktır. Bugüne kadar gösterdiğiniz desteği bugünden sonra da göstereceğinize inanıyor, sevgi ve saygılarımı sunuyorum.
ydın A n a k r E
4
DAĞ-DER’den
Ankara çıkarması BURSA’NIN GÜNEY İLÇELERİ ORHANELİ, KELES, BÜYÜKORHAN VE HARMANCIK’IN BURSA’DAKİ TEMSİLCİSİ OLAN DAĞ-DER YARDIMLAŞMA VE KÜLTÜR DERNEĞİ ANKARA’YA ÇIKARMA YAPTI. Ankara’da yönetimiyle birlikte Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Faruk Çelik ve Bursa milletvekilleriyle bir araya gelen Dağ-Der Genel Başkanı Erkan Aydın, yörenin sorun ve çözüm önerilerinin yer aldığı dosyaları kendilerine sundu. Ankara’da gerek Arınç gerekse Çelik ile görüşmelerinin son derece faydalı geçtiğini açıklayan Aydın, “Başbakan Yardımcımız Arınç’a dört ilçemizin sorunlarını ve çözüm önerilerinin bulunduğu dosyaları teslim ettik. İlçelerimizin sektörel anlamda teşvik kapsamına alınmasını talep ettik. Ayrıca, bölgedeki meyveciliğin yaygınlaşması için de soğuk hava depoları yapılmasını istedik” dedi. Aydın, Arınç’ın ziyaretten memnun kaldığını ve bölgenin ihtiyaçlarının karşılanmasına katkı sunacaklarını söylediğini kaydetti. Aydın, “Başbakan Yardımcımız, dağ bölgesinin her zaman emrinde olduklarını söyledi. Orhaneli Hastanesi ve stadının son durumunu sordu” dedi. Arınç’ın ardından Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Faruk Çelik’le de görüştüklerini belirten Dağ-Der
Genel Başkanı Aydın, “Bakanımıza ilçelerimizin tarım, hayvancılık ve turizm alanlarında kalkınması için hazırladığımız dosyayı daha önce Bursa’da derneğimizi ziyaretinde vermiştik. Ankara’da da kendisi Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanımız Mehdi Eker Bey’i aradı. Dağ bölgesine özel ağırlık verilmesini talep etti. Bakan Eker yarın Orhaneli’de Bursa Valiliği öncülüğünde düzenlenecek, “Güney İlçelerimizde Tarımsal ve Ekonomik Kalkınma” konulu panele katılacak” diye konuştu. Başkan Aydın, ayrıca TBMM’de AK Parti Grubu’nu izlediklerini, Meclis kulisinde de Bursa’nın AK Partili 10 milletvekiliyle görüştüklerini, onlardan da Dağ bölgesinin sorunlarının çözümü konusunda yakın ilgi ve destek gördüklerini aktardı. Aydın, TBMM kulisinde ayrıca Gençlik ve Spor Bakanı Suat Kılıç’la da konuştuklarını anlattı. Ankara temasları sırasında bölgenin yol sorununun halledilmesinin de ele alındığını aktaran Aydın, “Başkent’te bölgemiz adına çok yararlı temaslarda bulunduk. Bunun meyvelerini önümüzdeki günlerde alacağımızı umut ediyoruz” diye konuştu.
5
6
DAĞ-DER’den Emniyet Müdürü’ne ziyaret BİR SÜRE ÖNCE HALİL YILMAZ’DAN BOŞALAN BURSA EMNİYET MÜDÜRLÜĞÜ GÖREVİNE ATANAN ALİ OSMAN KAHYA’NIN ZİYARETÇİLERİ BU KEZ DAĞDER YÖNETİMİ OLDU. Bursa’nın arka yüzündeki Orhaneli, Keles, Büyükorhan ve Harmancık’tan oluşan dağ ilçelerini temsilcisi DAĞ-DER’in Genel Başkanı Erkan Aydın ile yöneticileri Müdür Kahya’yı makamında ziyaret ederek başarı dilediler. Ziyarette yeni Müdür Kahya’nın Antalya Yörüklerinden olduğunu öğrenen DAĞ-DER Yöneticileri burada sıcak bir ilgiyle karşılandılar. Kahya’yı bir süre önce hizmete giren Tahtakale’deki Dağ-Der Kültür Merkezi’ne davet eden Başkan Aydın, burada yaşatılan Yörük Türkmen kültürüne vurgu yaptı. Müdür Kahya ise, kentin güvenliği için STK’ların önemine işaret etti ve Dağ-Der yönetiminin ziyaretinden duyduğu memnuniyeti dile getirdi. Görüşmenin ardından Başkan Aydın, günün anısına Emniyet Müdürü’ne yöre sembollerinden bir ahşap kaşık motifi verdi.
7
Keles’in Coğrafya sınıfı hazır KELES ÇOK PROGRAMLI LİSESİ ÖĞRENCİLERİ VE COĞRAFYA ÖĞRETMENLERİ YUNUS EMRE COŞAN TARAFINDAN BAŞLATILAN KAMPANYA İLE COĞRAFYA SINIFI DÜZENLENDİ. Keles Çok Programlı Lisesi öğrencileri ve Coğrafya Öğretmenleri Yunus Emre Coşan tarafından başlatılan kampanya ile Coğrafya Sınıfı düzenlendi. Öğrencilerin ilk olarak sınıfı boyamasıyla başlayan sınıf düzenleme çalışmaları kapsamında Besaş Genel Müdürü Mustafa Bektaş’a ve bazı hayırseverlere de öğrencilerin kaleme aldığı mektupla proje dosyası gönderilmişti. Yüksek İnşaat Mühendisi Sadettin Topçu tarafından projeksiyon hediye edilirken Avukat Halil Gündüz de maddi destekte bulundu. Sınıfı silbaştan ele alan öğrenciler coğrafya dersliklerini taş koleksiyonları, coğrafya yayınları, kabartma haritalar ve değişik coğrafi materyallerle dolu olan bir sınıf haline getirdiler. Geçtiğimiz günlerde kapanan Keles Meteoroloji İstasyonu’ndan da bulut türlerini gösteren panolar ve coğrafi materyaller de okula kazandırıldı. Eğitimin keyifle yapılacağı bir öğrenme ortamı oluşturmak istediklerini belirten Coğrafya Öğretmeni Yunus Emre Coşan “Bu projemiz aynı zamanda Fatih projesine de hazırlık anlamı taşıyor. Öğrencilerimiz de sınıfı ve okulu güzelleştirme adına heyecanla çalıştılar. Dersliklerimiz öğrencilerimize huzur veren bir özelliğe bürünecek. Bu da coğrafya sınıfı ile başladı. Fatih projesini ve tabletlerin gelmesini de sabırsızlıkla bekliyoruz.” diye konuştu. Okullarındaki bu çalışmanın diğer dersliklere de örnek olacağını belirten Okul Müdürü Derya Sari, emeği geçen öğrencilere ve öğretmenlere teşekkür
8
Dağyenice, termal turizmin merkezi olacak DAĞYENİCE BÖLGESİNİ TÜRKİYE’NİN TERMAL VE DOĞA TURİZMİ AÇISINDAN CAZİBE MERKEZİ HALİNE GETİRECEK PROJENİN TUTARININ 2 MİLYAR DOLAR CİVARINDA OLMASI BEKLENİYOR. Bursa Valisi Şahabettin Harput, Dağyenice tatil köyü projesinin 1/25 binlik projesinin Turizm Bakanlığı tarafından onaylandığını, bütün uygulama planlarının bu sene içinde bitmesini beklediklerini söyledi. Tatil köyünün 7 bin yatak kapasitesi olduğunu, 5 bin kişiye istihdam sağlayacağını belirten Harput, “Dağyenice Bursa’nın 2023 yılındaki 5 milyon turizm hedefinin yüzde 10’unu karşılayacak. Tatil köyü 10 bölgeden oluşacak. Kamulaştırma bedelleri yaklaşık 80 milyon TL’ye mal olacak. Bu yıl içinde alt yapı ve ulaşım çalışmalarını başlatmayı hedefliyoruz” dedi. Nilüfer ilçesinin Dağyenice köyüne yapılması planlanan termal tatil köyü ile ilgili son gelişmeler hakkında bilgi veren Vali Harput, bütün tenkit ve teklifleri hassasiyetle takip ettiklerini söyledi. Bursa’nın sanayiye doyduğunu, her sene 50 binden fazla nüfus artışı olduğunu kaydeden Harput, “Birinci
derecede istihdam sektörü, hizmet sektörü olmalı. Bunun lokomotifi de turizmdir. Bursa’da sanayi ve otomotiv dönemi devrim ise, turizm de Bursa’da ikinci bir devrim olacaktır. Bursa bu konuda da söz sahibi olacak. Turizm ile ilgili şu an için dünya da 1 trilyon dolarlık pasta var. Bu pastadan bizim de pay almak hakkımız. Bunun için gereken imkan ve gücümüz var” dedi. Harput, Dağyenice projesi ile ilgili zaman zaman eksik bilgiye dayalı farklı yorumlar olduğunu dile getirdi. Bu projenin seçimi ile alakalı STK ve meslek odalarıyla iş birliği yapıldığını söyleyen Harput, turizm kasabasında yaklaşık 7 bin yatak kapasitesi olacağını söyleyerek, “Bursa’nın 2023 yılı 5 milyon turist hedefinin yüzde 10’unu karşılayacak. 400 milyon dolarlık yıllık asgari gelir hedefliyoruz. Projenin maliyeti 2 milyar dolar. 5 bin kişilik de bir istihdam bekliyoruz. Bu köyde gelişmiş dünya
ülkelerinde hızlıca yayınlanan akıllı kent anlayışı esas alındı. 21. yüzyıl bilgi, bilişim ve çevre anlayışı ilke alınmıştır. Sıfır karbon ve sıfır atık anlayışı hakim olacaktır” diye konuştu. Dağyenice’den Uludağ’a teleferikle ulaşımın sağlanacağını anlatan Harput, “Aynı zamanda bölge şehir merkezi ile de entegre olacaktır. Bu bölgeye gelen tatilci yarım saat içinde Uludağ’a çıkabilecek. Burada zirvenin tadını çıkaracak, yine aynı şekilde teleferikle tatil köyüne geri gelerek sıcak suyun tadını çıkartabilecek. Bursa’mızın belli oranda mimarisini yansıtmayı hedefliyoruz. Bakanlar kurulu da bu bölgeyi turizm bölgesi olarak belirledi. Bölge bin 6 hektardır. Bölge ile ilgili master plan tamamlandı. 1/25 binlik plan da Turizm Bakanlığı tarafından geçen hafta cuma günü onaylandı” açıklamalarında bulundu. Dağyenice termal kasabasında termal merkez, tiyatro ve operalar
9
için tasarlanan kültür merkezleri, binicilik merkezi, golf sahası bulunacağını kaydeden Harput, sosyal donatılar ile tatil köyünde çeşitli faaliyetler yapılacağını belirtti. Kasabanın 10 bölgeden oluşacağını söyleyen Harput, sözlerini şu şekilde sürdürdü: “Tepeköy, Ortaköy ve Gölköy isimli bölgeler olacak. Binicilik merkezi de bu bölgede yer alacak. Ayrıca karşılama ve kültür merkezi termal kasabada yer alacak. Burada 2 bin araçlık otopark olacak. Tramvay istasyonu bu bölgede yer alacak. Kasaba merkezinde 5 bin kişilik
stadyum, cami, kongre cafe, yöresel market ve oteller var. Alışveriş merkezi var. Spor merkezi alanında açık kapalı yüzme havuzu, tenis merkezi, tenis kortları, stadyum, ve 2 adet antrenman sahası olacak. 18 delikli golf sahası da bölgede yer alacak. Paris ve Antalya’dan golf sahası yapılması konusunda talepler oldu. Getirisi çok fazla olan iş”. Bu projenin tamamen özel sektör tarafından yapılacağını, sadece alt yapıyı devletin yapacağını dile getiren Harput, “Bu proje bir Türkiye projesidir. Vizyon ve hitap ettiği
kitle olarak ise Dünya projesidir. Bu proje ile ilgili yerli ve yabancı yatırımcılar talepte bulundu. Biz orayı birbiriyle entegre olarak götürmek istiyoruz. Bundan sonra 3 çalışma yapacağız. Bunlardan bir tanesi 5 binlik ve binlik planların yapılması, Kamusallaştırma çalışmalarını tam anlamıyla bitirmek. Kanun gereği 1/25 binlik plan tasdik olduğu için orman alanlarının turizm yatırımlarına tahsisini talep edeceğiz. İdari süreç başlıyor. İmar planının bitmesinin ardından yol ve alt yapı çalışmaları başlayacak. Ondan sonra emin adımlarla devam edeceğiz. Alın size bir çılgın proje. Burası insanların nefes alacağı ve akın akın koşacağı bir yer olacaktır” Dağyenice’de 2 bin 500 dekar civarında alanın kamulaştırılacağını söyleyen Harput, bunların yaklaşık tutarının ise 80 milyon TL civarında olduğunu belirtti. Harput, “Şu an orası bir tarla. Bu planlamalar biterse tarla arsa olur. Değeri 10 kat artar. Burada Jeotermal A.Ş.’nin yanı sıra ikinci şirket kurmayı da düşünüyoruz” diye konuştu. Bölgede 25 ve 26 dereceli mineral değerleri yüksek iki su bulduklarını söyleyen Harput, “Güçlü bir debiye ulaşamadık. Biz Dağyenice projesine başladığımız zaman o bölgede su arama ve su bulma gibi niyetimiz yoktu. Biz Dağyenice’ye Bursa’dan su götürerek projelendirdik. Hatta Biz Bursa’dan Uludağ’a da su götürmeyi hedefliyoruz. Bu sıcak su 10 kilometrede bir derece ısı kaybına maruz kalıyor. Biz o bölge için 50 litrelik bir suyu rezerv olarak öngördük” şeklinde konuştu. Harput, uygulama planlamalarının bu yıl içinde bitmesini beklediğini söyledi. Harput, “Bu sene ilk kazmayı vururuz. İstimlak ile bir bölümüne başlarız. Alt yapı ve yol çalışmalarına bu sene başlayacağız. Özel sektörün orada bu sene işe başlayabileceği yönünde pek fazla bir şey diyemiyorum” dedi.
10
Orhangazi Meydanı için en güzel proje BURSA BÜYÜKŞEHİR BELEDİYESİ’NİN, YERLİ VE YABANCI TURİSTLERİN YOĞUN İLGİ GÖSTERDİKLERİ ORHANGAZİ MEYDANI’NIN YENİDEN DİZAYNI İÇİN BAŞLATTIĞI ‘ORHANGAZİ MEYDANI VE ÇEVRESİ KENTSEL TASARIM PROJE YARIŞMASI’NDA BİRİNCİ OLAN ESER JÜRİNİN OY BİRLİĞİYLE SEÇİLDİ. Büyükşehir Belediyesi, zamanın olumsuz etkileriyle görsel ve fonksiyonel bozulmalar yaşanan meydanı yakın çevresiyle birlikte tarihi kimliğine ve vatandaşların ihtiyaçlarına hizmet edecek şekilde yeniden düzenlenmesi amacıyla proje yarışması düzenlemişti. Şehir kimliği açısından çok büyük önem taşıyan meydanın projelendirme sürecinde farklı bakış açılarının değerlendirilmesi amacıyla düzenlenen ‘Orhangazi Meydanı ve Çevresi Kentsel Tasarım Proje Yarışması’na toplam 61 eser katıldı. Uludağ Üniversitesi Mimarlık Bölüm Başkanı Prof. Dr. Nilüfer Akıncıtürk’ün başkanlığındaki alanında uzman isimlerden oluşan jüri, 2 gün süren değerlendirmenin ardından birinci projeyi oybirliğiyle seçti. Bursa’nın buluşma noktası Dereceye giren projelerin kamuoyuna duyurulması amacıyla
Atatürk Kongre Kültür Merkezi Müzeyyen Senar Sergi Salonu’nda düzenlenen toplantıya katılan Büyükşehir Belediye Başkanı Recep Altepe, 61 projenin katıldığı yarışmada birinci olan eserin oy
birliğiyle seçilmesinin ne kadar doğru bir iş yaptıklarının göstergesi olduğunu söyledi. Orhangazi Meydanı’nın yine 1985 yılında düzenlenen bir yarışma projesinin uygulanması sonucu bugünkü
11
şeklini altığını ifade eden Başkan Altepe, “Ancak zaman içinde meydanın yenilenmesi ihtiyacı hissedildi. Bizde alanında uzman olan herkesin görüşlerine açık bir yarışma düzenleyerek en iyi projeyi Bursa’ya kazandırmak istedik. Ulucami, Kozahan, Orhan Cami ve Tarihi Belediye Binası gibi kent kimliği açısından son derece önemli yapılarla sınırlanan Orhangazi Meydanı, Fidan Han ve Geyve Han arasında yakın bir tarihte düzenlenmiş olan Ertuğrul Bey Meydanı haricinde, tarihi kent merkezindeki tek büyük açık alanı olma özelliği taşıyor. Yerli ve yabancı turistlerin de en uğrak yeri olan bu bölgenin daha vizyoner, modern ve herkesin gezmekten sevk alacağı bir bölge olmasını istiyoruz. Yarışmaya katılan tüm eser sahiplerine ve jürimize katkıları nedeniyle teşekkür ediyorum” dedi. Bursa’nın kentsel belleğine dokunduk Bursa’nın kentsel belleğinde önemli bir yeri olan Orhangazi Meydanı’nda uygulanması düşünülen projeyi yarışmaya açtıkları
için Başkan Altepe’ye teşekkür eden Jüri Başkanı Uludağ Üniversitesi Mimarlık Bölüm Başkanı Prof. Dr. Nilüfer Akıncıtürk, “Jüri olarak kentsel belleğe dokunma fırsatı verilmesi jüri olarak bizleri gururlandırdı” dedi. Her projenin kendine göre eksileri ve artıları bulunduğunu dile getiren Akıncıtürk, birinci olan projenin ise oybirliğiyle seçildiğini söyledi. Ödül töreni 14 Mart’ta Değerlendirmeler sonucunda Kadir Uyanık, Doğan Zafer ErtürkEmel Birer, Ali Kemal Terlemez ve Orkan Zeynel Güzelce tarafından hazırlanan proje birinci oldu. Nevzat Oğuz Özer, Yasemen Say Özer ve İlhan Aydın Meltem’in hazırladığı proje ikinci olurken, Ervin Garip ve Banu Garip’in hazırladığı proje de üçüncü oldu. Ayrıca 5 eser mansiyona layık görülürken, 5 eser de satın almaya değer görüldü. Yarışmaya katılan tüm eserler 5-14 Mart tarihleri arasında Atatürk Kongre Kültür Merkezi’nde sergilenecek ve ödül töreni ise 14 Mart’ta aynı yerde gerçekleştirilecek.
12
Çeyrek asırda katedilen mesafe DAĞ-DER ARTIK DÖRT DAĞ İLÇESİNİ TEMSİLDEN ÖTE, İÇİNDE BURSA’NIN GEÇTİĞİ HER ORGANİZASYONDA MUTLAKA OLMASI GEREKEN, ARANAN BİR STK HALİNE GELMİŞTİR.
İHSANAYDIN
Şüphesiz, sivil toplum örgütlerinin uzun soluklu olanlarının geçmişinde hep başarı öyküleri vardır. Bursa’nın en aktif STK’larından olan Dağ-Der bunlardan biridir. 1986’da bir avuç memleket sevdalısı büyüğümüzün kurduğu Dağ-Der şimdilerde çeyrek asrı geride bıraktı. Dile kolay. Hepimizin gurur duyduğu bu büyük kurum 26. yılını kutluyor. Çeyrek asırlık köklü geçmişe sahip Dağ-Der bu başarısını çok büyük bir proje ile taçlandırılmıştır. Geri bırakılmış, yoksul ve mağdur bir halkı Bursa’da temsil görevi üstlenen Dağ-Der, hitap ettiği kitleye ve kente kısıtlı olanaklarla çok anlamlı bir kültür merkezi armağan etmiştir. Tahtakale’de paha biçilmez eski tarihi konak 1 milyon TL’lik harcamayla Dağ-Der’in, yöremizin ve kentimizin envanterine katılmıştır. Bugün için kültürümüzün harman olduğu bir mekana dönüşen DağDer Kültür Merkezi(DKM) her salı
akşamı yöre sanat ve sanatçılarının kendilerini gösterdikleri önemli bir misyon üstlenmiştir. DKM’nin yöre insanımızın gurur duyacağı bir mekan haline getirilmesinde şüphesiz, Genel Başkan Erkan Aydın’ın çok büyük fedekârlıkları olmuştur. Erkan Başkan bu açıdan tarihe geçecek projeye silinmez imzasını atmıştır. Aynı şekilde, Yönetim Kurulu’nun, işadamlarımızın ve Büyükşehir Belediyesi’nin DKM’nin yeniden ayağa kaldırılması için yaptıkları katkıyı da küçümseyemeyiz. Kapıların yöre tarihine, kültürüne ve değerlerine sonuna dek açmış bu merkez Bursa’ya da ayrı bir değer katmıştır. Butik kültür merkezi kıvamında, tarih kokan görüntüsü yakın bir gelecekte Osmanlı-Türk mutfağına da ev sahipliği yapacaktır. Dağ-Der sadece bu yönüyle bile Bursa’ya önemli bir mekan sunmuş oluyor.
13
DKM ile Dağ-Der artık daha da güçlü bir hale gelmiştir. Yerli yabancı tüm konuklarını burada rahatlıkla ağırlayabilmektedir. DKM, yakın bir gelecekte, kent yöneticilerimizin yabancı misafirlerinin de ağırlayacağı bir mekan olacaktır. Dağ-Der’i biz kültür hamalı ve kente sadece kültür merkezi kazandıran bir dernek olarak görmüyoruz. Bugün adeta bir Bursa derneği olarak kentin çok önemli organizasyonlarında görüşüne, desteğine ihtiyaç duyulan kurum olma başarısı da Dağ-Der’i giderek büyütmektedir. 26 yıl sonra gelinen bu noktada, şüphesiz eski başkanlarımızın, yönetim kurulu üyelerimizin ve derneğe gönül vermiş hemşerilerimizin katkısı da büyüktür. Dağ-Der artık dört dağ ilçesini temsilden öte, içinde Bursa’nın geçtiği her organizasyonda mutlaka olması gereken, aranan bir STK haline gelmiştir. 200’den fazla yöre çocuğuna burs veren bir kurum hüvviyeti de 26
Dağ-Der ayrıca yeni ve eski bütün hemşeri dernekleri tarafından da örnek alınan, yakından izlenen ve sözü geçen bir STK olma başarısını da gururla üzerinde taşımaktadır. yıl sonra varılan aşamanın net bir göstergesidir. Dağ-Der ayrıca yeni ve eski bütün hemşeri dernekleri tarafından da örnek alınan, yakından izlenen ve sözü geçen bir STK olma başarısını da gururla üzerinde taşımaktadır. Bu açıdan, Dağ-Der’in daha nice çeyrek asırlar ayakta kalması da yöremiz ve Bursamız için bir zorunluluktur. Bursa’nın, böylesi güçlü bir sivil toplum örgütüne sahip olması bir şanstır. Çünkü, Dağ-Der sadece yöre sorunları ve kültürüyle ilgilenmekle kalmayıp, kent sorunlarına da duyarsız değildir. İyi ki varsın Dağ-Der diyoruz.
14
ÖMER FARUKDİNÇEL
TEMETTUAT DEFTERİNE GÖRE 1844 YILINDA
ORHANELİ’NİN MERKEZİ BEYCE
BAŞBAKANLIK OSMANLI ARŞİVİNDE ML.VRD.TMT.D FON KODUNDA YER ALAN VE 40 SAYFADAN OLUŞAN 7102 NUMARALI DEFTER, ORHANELİ’NİN MERKEZİ BEYCE’DE YAŞAYAN HANE REİSLERİNİN MESLEKLERİ, YILLIK KAZANÇ VE VERGİLERİ HAKKINDA BİLGİLER İÇERMEKTEDİR. Başbakanlık Osmanlı Arşivinde ML.VRD.TMT.d Fon kodunda yer alan ve 40 sayfadan oluşan 7102 numaralı defter, Orhaneli’nin merkezi Beyce’de yaşayan hane reislerinin meslekleri, yıllık kazanç ve vergileri hakkında bilgiler içermektedir. Beyce bu dönemde Hüdâvendigâr Eyaleti’nin AdranosKazası’nın bir köyüdür. Bu köy, günümüzde Orhaneli ilçe merkezidir. Bu tarihte Beyce’de toplam 106 hane bulunur. Halkın büyük bir çoğunluğunun yıllık geliri 1.000 kuruşun
altındadır. Beyce’nin en zengini yıllık geliri 7.245 kuruş ile 5 no’lu hanede ikamet etmekte olan ziraat erbabı Hacı Mustafa, en fakiri ise yıllık geliri 50 kuruş ile geçimini çobanlıkla sağlayan 1 no’lu hanenin 3 numaralı evinde ikamet eden Molla Abdullahoğlu Osman’dır. 91 kişinin yıllık geliri 1.000 kuruşun altındadır.15 kişinin geliri ise 1.000 kuruşun üzerindedir. Bu durum Beyce halkının % 85’inin ekonomik durumunun iyi olmadığı anlamına gelir.
15 Hane1/No1: Molla Abdullahoğlu İbrahim. Cami imamı. Yıllık geliri 1250 kuruş. Hane 1/No2: Molla Abdullahoğlu Halil. Ziraat erbabı. Yıllık geliri 820 kuruş. Hane 1/No 3: Molla Abdullahoğulları Osman ve Mehmet. Kazanç erbabı. Halkın yardımlarıyla geçinmektedirler. Vasileri anneleri Hatice Hatundur.Osman, çobanlık yapmaktadır. Çobanlıktan kazandığı yıllık geliri 50 kuruş. Hane 2/No 1: Hatiboğlu Emin ve kardeşi Osman. Ziraat erbabı. Cami imamı. Durdu Bey vakıflarından Yakuplar ve Gedikler köylerinin gelirleri ile vazifelidir.Yıllık geliri 2339 kuruş Hane 3/ No 1: İmamoğlu İsmail. Ziraat erbabı. Yıllık geliri 110 kuruş. Hane 4/ No 1: Hacı Ahmetoğlu Hacı Osman. Ziraat erbabı. Yıllık geliri 1690 kuruş. Hane 5/No 1: Hacı Mustafa. Ziraat erbabı.Yıllık geliri 7245 kuruş. Hane 6/No1 : Hasancıkoğlu Osman. Ziraat erbabı. Yıllık geliri 1625 kuruş Hane 7/No 2: Hasancıkoğlu Hasan. Ziraat erbabı. Yıllık geliri 810 kuruş. Hane 8/No 3: HasancıkoğluMehmed Ali. Ziraat erbabı. Yıllık geliri 780 kuruş. Hane 9/No 4. Hasancıkoğlu Emin. Ziraat erbabı. Yıllık geliri yazılmamış. Hane 10/No 1: Dini bütün oğlu Süleyman. Ziraat erbabı. Yıllık geliri 1335 kuruş. Hane 11/ No 1: Osmanoğlu Ali. Ziraat erbabı. Yıllık geliri 95 kuruş. Hane 12/ No 1: Baba Alioğlu Yusuf. Ziraat erbabı. Yıllık geliri 700 kuruş. Hane 13/No 1: Çakır İsmailoğlu Osman. Ziraat erbabı. Yıllık geliri 1120 kuruş. Hane 14/No 1: Berberoğlu Ali. Ziraat erbabı. Yıllık geliri 650 kuruş. Hane 15/No 1: Davulcuğlu Şerif. Vasisi annesidir. Yıllık geliri 400 kuruş.
16
Hane 16/No 1: Hacı İsmailoğlu Hüseyin. Kazanç erbabı. Yıllık geliri 235 kuruş. Hane 16/No 2: Hacı İsmail’in Mustafa. Ziraat erbabı. Yıllık geliri 700 kuruş. Hane 17/No 1: Eyüboğlu Ali. Ziraat erbabı. Yıllık geliri 1070 kuruş. Hane 18/No 1: Külahlıoğlu Mustafa. Ziraat erbabı. 915 kuruş. Hane 19/No 1: Uzunoğlu Salih. Ziraat erbabı. Yıllık geliri 600 kuruş. Hane 20/No 1: Musaoğlu Mehmed. Ziraat erbabı. Yıllık geliri 1010 kuruş. Hane 21/No 2: Musaoğlu Molla Ahmed. Yıllık geliri 345 kuruş. Hane 22/ No 1: Sarıoğlu İbrahim. Kazanç erbabı. Yıllık geliri 270 kuruş. Hane 23/ No 1: Anbarcıoğlu Emin. Ziraat erbabı. Yıllık geliri 680 kuruş. Hane 24/ No 1: Küçük Beşeoğlu İbrahim. Ziraat erbabı. Yıllık geliri 1170 kuruş. Hane 25/ No 1: Hacı İsmailoğlu İsmail. Ziraat erbabı. Yıllık geliri 635 kuruş. Hane 25/No 4: Sarıoğlu Ali. Ziraat erbabı. Yıllık geliri 320 kuruş. Hane 26/No 2: Sarıoğlu Mehmed. Ziraat erbabı. Yıllık geliri 595 kuruş. Hane 26/No 4: Sarıoğlu Mustafa. Kazanç erbabı. Yıllık geliri 120 kuruş. Hane 27/No 1: Sarıoğlu İbrahim ve kardeşi Osman. Ziraat erbabı. Yıllık geliri 250 kuruş. Hane 28/ No 1: Müdhallioğlu Ali. Kazanç erbabı. Yıllık geliri 80 kuruş. Hane 29/ No 1: Memişoğlu Halil. Kazanç erbabı. Yıllık geliri 260 kuruş. Hane 30/No 1: Sarıoğlu Memiş. Kazanç erbabı. Yıllık geliri 310 kuruş.
17 Hane 31/No 1: Kalyoncuoğlu Ali. Ziraat erbabı. Yıllık geliri 550 kuruş. Hane 32/No 1: Kalpaklıoğlu Mustafa. Ziraat erbabı. Yıllık geliri 485 kuruş. Hane 33/No 2: Kalpaklıoğlu İbrahim. Ziraat erbabı. Yıllık geliri 850 kuruş. Hane 34/No 1: Hırbat(?) Osman. Ziraat erbabı. Yıllık geliri 310 kuruş. Hane 35/No 1: Kara Bekiroğlu Osman. Ziraat erbabı. Yıllık geliri 870 kuruş. Hane 36/No 1: Semercioğlu Ahmed. Ziraat erbabı. Yıllık geliri 435 kuruş. Hane 37/No 1: Hacıoğlu Osman. Ziraat erbabı. Yıllık geliri 1540 kuruş. Hane 38/No 1: Şakiroğlu Mustafa. Ziraat erbabı. Yıllık geliri 2380 kuruş. Hane 39/No 2: Şakiroğlu Ali. Ziraat erbabı. Yıllık geliri 1320 kuruş. Hane 40/No 1: Hacı Mustafaoğlu Osman. Ziraat erbabı. Yıllık geliri 2140 kuruş. Hane 41/No 1: Kalyoncuoğlu Halil. Ziraat erbabı. Yıllık geliri 430 kuruş. Hane 42/No 2: Kalyoncuoğlu Mehmed. Ziraat erbabı. Yıllık geliri 340 kuruş. Hane 43/No 4: Kalyoncuoğlu Hüseyin. Kazanç erbabı. Yıllık geliri 250 kuruş. Hane 44/No 4: Kalyoncuoğlu Ahmed. Kazanç erbabı. Yıllık geliri 120 kuruş. Hane 45/No 1: Kasaboğlu Osman. Kazanç erbabı. Yıllık geliri 290 kuruş. Hane 46/No 1: Molla Ömeroğlu Ali. Ziraat erbabı. Yıllık geliri 765 kuruş. Hane 47/No 1: Ali’nin oğlu Berber İbrahim. Ziraat erbabı. Yıllık geliri 380 kuruş. Hane 48/No 1: Zenderes(?)oğlu Mehmed. Ziraat erbabı. Yıllık geliri 1295 kuruş. Hane 49/No 1: Hacı Musaoğlu Şerif. Ziraat erbabı. Yıllık geliri 1580 kuruş. Hane 50/No 1: Hatiboğlu Molla İbrahim. Ziraat erbabı. Yıllık geliri 910 kuruş. Hane 51/No 1: Hatiboğlu Ali Efendi. Kardeşleri Abbas ve İsmail. Ziraat erbabı. Yıllık geliri 835 kuruş. Hane 52/No 2: Hatiboğlu Molla Mehmed. Ziraat erbabı. Yıllık geliri 1840 kuruş. Hane 53/No 1:Hacı Velioğlu Hafız Arif. Ziraat erbabı. Yıllık geliri 730 kuruş. Hane 54/No 1: Emir Ali oğlu Mehmed. Ziraat erbabı. Yıllık geliri 540 kuruş. Hane55/No 1: Semercioğlu İsmail. Ziraat erbabı. Yıllık geliri 720 kuruş. Hane56/No 1: Memişoğlu Salih. Kazanç erbabı. Yıllık geliri 320 kuruş. Hane 57/No1: Dur Alioğlu Ali. Kardeşi Mehmed. Kazanç erbabı. Yıllık geliri 520 kuruş. Hane58/No 1: Hatiboğlu Ali. Kazanç erbabı. Yıllık geliri 360 kuruş. Hane 59/No 1: Çelebioğlu Osman. Kardeşleri Abdullah ve İsmail. Kazanç erbabı. Yıllık geliri 470 kuruş. Hane 60/No1: Köseoğlu İbrahim. Ziraat erbabı. Yıllık geliri 630 kuruş. Hane 61/No 1: Musaoğlu İbrahim. Ziraat erbabı. Yıllık geliri 675 kuruş. Hane 62/No 1: Haliloğlu İsmail. Ziraat erbabı. Yıllık geliri 855 kuruş. Hane 63/No 1. Semercioğlu Halil. Ziraat erbabı. Yıllık geliri 625 kuruş. Hane 64/No 1: Hatiboğlu Mehmed. Ziraat erbabı. Yıllık geliri 325 kuruş. Hane 65/No 1: HavaceoğluAhmed .Ziraat erbabı. Yıllık geliri 550 kuruş. Hane 66/No 1: Gökçeoğlu Hasan .Ziraat erbabı. Yıllık geliri 660 kuruş. Hane 67/No 1: Kara Musaoğlu İsmail. Kardeşi Mehmed Ali. Ziraat erbabı. Yıllık geliri 1365 kuruş. Hane 68/No 1: Abdullahoğlu Mehmed. Ziraat erbabı. (ve İbrahim). Yıllık geliri 600 kuruş. Hane 69/No 1: Hasanoğlu Ömer. Ziraat erbabı. Yıllık geliri 530 kuruş. Hane 70/No 1: Yakuboğlu Mustafa. Ziraat erbabı. Yıllık geliri 610 kuruş. Hane 71/No 1: Torunoğlu Mustafa. Ziraat erbabı. Yıllık geliri 1063 kuruş. Hane72/No 1: Torunoğlu Mehmed. Ziraat erbabı. Yıllık geliri 605 kuruş. Hane 73/No1: Ömer BeşeoğluMehmed. Ziraat erbabı. Yıllık geliri 775 kuruş. Hane 74/No 1: Ömer Beşeoğlu Osman. Ziraat erbabı. Yıllık geliri 703 kuruş. Hane75/No1: Torunoğlu Hüseyin. Ziraat erbabı. Yıllık geliri 990 kuruş. Hane 76/No1: Torunoğlu İbrahim. Ziraat erbabı. Yıllık geliri 670 kuruş. Hane 77/No 1: Çelebioğlu Mustafa. Ziraat erbabı. Yıllık geliri 1095 kuruş.
18
Hane 78/No 1: Çelebioğlu Salih Efendi. Ziraat erbabı. Yıllık geliri 930 kuruş. Hane 79/No 1: Çelebioğlu Ali. Ziraat erbabı. Yıllık geliri 530 kuruş. Hane 80/No 1: Çelebioğlu Halil. Kazanç erbabı. Yıllık geliri 375 kuruş. Hane 81/No 1: Sarı Ahmedoğlu Ali. Ziraat erbabı. Yıllık geliri 955 kuruş. Hane82/No 1: HimmetoğluMustafa. Ziraat erbabı. Yıllık geliri 520 kuruş. Hane 83/No 1: Ak MehmedoğluMehmed. Ziraat erbabı. Yıllık geliri 1330 kuruş. Hane 84/No 1: Ak MehmedoğluMehmed. Ziraat erbabı. Yıllık geliri 1315 kuruş. Hane 85/No 1: HimmetoğluAhmed. Ziraat erbabı. Yıllık geliri 330 kuruş. Hane 86/No 1: Himmetoğlu Ali. Kazanç erbabı. Yıllık geliri 175 kuruş. Hane 87/No 1: Ak Mehmedoğlu Mustafa. Ziraat erbabı. Yıllık geliri 770 kuruş. Hane 88/ No 1: Ömer Beşeoğlu Abdi. Ziraat erbabı. Yıllık geliri 770 kuruş. Hane 89/No 1: Hüseyinoğlu İsmail. Ziraat erbabı. Yıllık geliri 520 kuruş. Hane 90/No 1: Cebelikoğlu Mustafa. Ziraat erbabı. Yıllık geliri 185 kuruş. Hane 91/No 1: Timurcuoğlu İbrahim. Kazanç erbabı. Yıllık geliri 230 kuruş. Hane 91/No 3:Timurcuoğlu Osman. Kazanç erbabı. Yıllık geliri 100 kuruş. Hane 92/No 1: İmamoğlu Mustafa. Ziraat erbabı. Yıllık geliri 715 kuruş Hane 93/No 1: Ak Mehmedoğlu Salih. Ziraat erbabı. Yıllık geliri 365 kuruş. Hane 94/No 1: AhmedoğluAhmed. Ziraat erbabı. Yıllık geliri 580 kuruş. Hane 95/No 1:Müderrisoğlu Ali. Ziraat erbabı. Yıllık geliri 325 kuruş. Hane 96/No 1: Düdükçüoğlu Ali.Kazanç erbabı. 295 kuruş. Hane 96/No 2: DüdükçüoğluAhmed. Kazanç erbabı. 130 kuruş. Hane 97/No 1: Abidinoğlu Abdullah. Kazanç erbabı. Yıllık geliri 80 kuruş. Hane 98/No 1: Sinanoğlu Ali. Kazanç erbabı. Yıllık geliri 200 kuruş. Hane 99/No 1: Sarıoğlu Ali. Ziraat erbabı. Yıllık geliri 540 kuruş. Hane 100/No 1: Hacı Mehmedoğlu Halil. Ziraat erbabı. Yıllık geliri 113 kuruş. Hane 101/No 1: Berberoğlu Berber Mehmed. Kazanç erbabı. 100 kuruş. Hane 102/No 1: Beşe BalioğluMehmed. Ziraat erbabı. Yıllık geliri 690 kuruş. Hane 103/No 1: Semercioğlu İbrahim. Ziraat erbabı. Yıllık geliri 265 kuruş. Hane 104/No 1: Hasancıkoğlu Hüseyin.Ziraat erbabı. Yıllık geliri 655 kuruş. Hane 104/No 1: Musaoğlu Molla Ahmed’in hanımı Zahide Hatun. Kazanç erbabı. Yıllık geliri 75 kuruş. Hane-No: (Yazılmamış) Burmilioğlu Ömer Ağa. Yıllık geliri 430 kuruş. Hane-No: (Yazılmamış) İsmail Ağa oğlu Sadık Ağa. Yıllık geliri 1330 kuruş. Toplam kazanç: 74.355 kuruş. Toplam vergi: 13.868 kuruş. Toplam: 104+2 Hanedir.
19 19
OSMANGAZİ BELEDİYE BAŞKANI “DAĞLI” OLSUN
FAHRETTİNBEŞLİ
Türkçenin esnek anlam içermesinden ötürü bu beyan mevcut Osmangazi Belediye Başkanımızın nüfus kayıtlarını değiştirip dağ yöresine ait ilçelerden birine kaydolması anlaşılmasın. Kastım, önümüzdeki dönem Osmangazi Belediye Başkanının dağ yöresinin değerlerinin içinden çıkmasıdır. Böylece Dağ Yöresinden çıkan ilçe belediye başkanı sayısı 5 olsun. O da yetmez; Uludağ isimli dünya güzelinin alnına dizili altınlar gibi, dağ yöresi ilçe belediye başkanları her daim “beşi bir yerde” olsun. Bu peşinen olmayacak duaya âmin demek değildir. Önce bu işi isteyelim, sonra bunu hayata geçirmek için yola çıkalım, el ele tutuşalım, yükümüzü paylaşalım, menzile doğru yürüyelim. Gayeyi olacak hale getirdikten sonra; yarı yolda dizlerimizin dermanının kesilmemesi, yılmamak, vazgeçmemek, yolumuzu şaşırmamak ve hedefe ulaşmak için olacak duaya âmin diyelim. 2014 yılındaki yerel seçimlere hazırlıklar için çalışmalara hemen başlayalım. Seçim dönemi başladıktan sonraki kaotik döneme bir şey bırakmayalım. Bir kerecik de olsa “atı alıp Üsküdar’ı geçen” biz olalım. Başkalarının ekonomik ve siyasi güçlerine karşılık biz de zamanı lehimize kullanalım. 2010 yılı nüfus sayım sonuçları, Osmangazi ilçesinde ikamet edenlerin toplam nüfusunu 775.951 kişi olarak belirlemiş. Bu sayının 444.821 Bursa nüfusuna kayıtlı, kalan 331.130 kişinin kaydı ise bir başka ilde. Bu durumda bu sayının içindeki dağlıların oranının yüksek olduğuna dair kuvvetli bir umuda sahibim. Osmangazi İlçesinde oturan Dağlıların tamamının aynı istikamete bakmalarını sağlarsak, inanç ve özgüvenlerini canlandırıp, kararlılıklarını tüm süreç boyunca muhafaza etmek çok zor olmaz. Bir noktada toplanmış gönüllere yol gösterecek ve hizmet edecek etkin bir çalışma ekibi kurup iyi koordinasyonla süreci iyi yönetelim ve siyasi tarihimize eşsiz bir not düşelim.
20 Bunu başarmak istiyorsak işin en başında insanın fıtratından gelen kirlerden arınalım. Aramızdaki çekişmeleri, olmayan şeyi bölüşemeyişlerimizi, kendi yapamadıklarımızı başkasının yapabilmesine tahammül edemeyişimizi bir süreliğine buzluğa kaldıralım. Nasıl olsa bunu sürdürmek için daha çok vaktimiz olacak. Hem dağlıların bir mevkii, makamı olursa üzerinde didişecek gerçek neden de olur, çekememezliklerimiz daha anlamlı olur. Önce DAĞDER’in, iş dünyasının, tecrübeli siyasetçilerimizin temsilcilerinden, yöremizdeki akil adamlardan ve aksakallılardan oluşan bir komisyon kurulsun. Dağ yöresinden olmasa dahi bu maksada gönüllü hizmet edecek başkalarını da bu komisyona dahil edebiliriz. Bu komisyon bu süreci başından sonuna yönetsin. Varsa gönlünden geçen, aklına fikrine, ekonomik ve sosyal gücüne güvenen göreve talip olduğunu duyursun. Yedeklemeyi de ihmal etmemek için belirlenecek kriterlere uygun birkaç aday seçilip kispetlerini giydirilip mindere çıkarılsın. Gönüllü çıkmazsa potansiyeli olan yöremizin değerleri, bu iş için teşvik edilip cesaretlendirilsin, gerekirse bunun için görevlendirilsin. Neticede ortaya mevcut siyasi ve sosyal koşullara uygun, çok geniş bir alanda kabul görecek, etrafında farklı görüşteki dağlıların toplanmasını kolaylaştıracak bir isim çıksın. Bir çalışma ekibi oluşturulsun. Eli kalem tutan, sözü dinlenen, emeğini zamanını aklını fikrini esirgemeyecek azimli ve samimi gönüllülerden oluşacak sıkı bir ekip kurulsun. Sürecin gerektirdiği tüm ameli işleri yerine getirsin. Siyasetçiler tecrübelerini, birikimlerini, siyaset yolundaki yaş tahtaları, aldıkları dersleri adaylarımıza aktarsınlar. Gidişatı gözetsinler. Kökü bu toprakta olan ağacın meyvesi de, tohumu da bu toprağa düşsün. Osmangazi ilçesinin nüfusu 388.525 i erkek, 387.426 i kadin olmak üzere eşit bir dağılım gösteriyor. Bu durumda hanımlar için özel bir ekiple özel bir plan uygulanarak yolun yarısı güvence altına alınsın. Gençlerin daha dinamik, daha bilimsel, daha heyecanlı olamları avantaja dönüştürülüp her ortamda bu gayenin duyurucusu ve savunucusu olmaları sağlansın. Dağ yöresinin yerel medyası bu stratejiye uygun rol alsın. Mahalli sanatçılar her ortamda bu gayeyi duyursun ve davet etsin. İş adamlarımız ellerindeki ekonomik ve sosyal gücün bir kısmını bu harekete tahsis etsin. “Osmangazi Belediye Başkanı Dağlı Olsun” bir slogana dönüşüp her ortamda ifade edilerek dağlı ovalı, genç yaşlı, kadın erkek, seçen seçilen herkesin kafasına işlensin. Ortaya çıkarılan adaylar, her ortamda tanıtılsın.
Yerinde ve zamanında beyanatlar, görüşler, projeler ortaya koymaları sağlansın. Dağın adayları karar vereceklerin de, oy vereceklerin de zihinlerindeki en uygun aday tahtına oturtulsun. Bunun doğal sonucu olarak da Osmangazi Belediye Başkanını belirleyecek en güçlü siyasi partinin adayı olmakla, bağımsız aday olmak arasındaki yelpazede en doğru noktadan seçim sürecine dahil olsun. Geriye kalan her dağlı bir kereye mahsus vereceği oya değer kazandırsın ve Büyükşehirde gönlünden geçirdiğine, Osmangazi ise dağın adayına oy versin. DAĞDER, bu sürecin içinde mi yoksa dışında mı, merkezinde mi yoksa kıyısında mı olacak kendisi karar versin. Bu günün ve yarının şartlarını değerlendirerek en doğru seçeneği tercih etsin. Yöremizin her bakımdan temsilcisi ve yegâne güçlü organizasyonu olan DAĞDER ve onun başkanı “BEY” imiz umulur ki bu çalışmayı başsız bırakmazlar. Birlikte ve koordineli avlanan kurt sürüsünden, topladıkları damlaları bala dönüştüren arı kovanından, kışın tedbirini yazdan alan karınca kolonisinden, velhasıl tabiattaki bireysel yetersizliklerini müşterek hareket eden diğer canlılardan neyimiz eksik bizim. Onlar kadar düşünemiyorsak bari taklit edelim. Bu gayretin sonunda kaybetmek yok. Ya belediye başkanlığı makamını kazanacağız, ya da haklı bir saygınlığı, örnek ve önemli bir çalışmayı gerçekleşirmiş olmanın haklı gururunu, saygınlığını, itibarını ve en önemlisi bir ve beraber olmanın hazzını kazanacağız. Bu maksatla harekete geçenlerden hiç kimsenin Osmangazi Belediye Başkanının Dağlı olmasından başka bir gayesi ve beklentisi olmamalı. Dağın okumuşu da cahili de tıpkı tarihteki emsalsiz örneklerindeki gibi davranmalı. Mimar Sinan’ın yaşadığı tarihi bir gerçeği bilip peşinen kabul edecek. Biz öyle yapıyoruz ve zararını görmedik. İstanbul devamlı bir su problemi içerisindedir. Bu problemin çaresi asırlar önce Kanuni zamanında, Mimar Sinan’ın günlerinde konuşulmuş ve en büyük çare Sinan’la bulunmuştur. İstanbul’un o günkü nüfusu çoğalınca Kanuni Sultan Süleyman, Sinan’ı huzuruna çağırır, Der ki: “Mimarbaşı, halkımız su ihtiyacı içinde. Bir at yükü suya çok miktar akçe ödüyorlar. Acaba halkımızın bu su ihtiyacını karşılamak için birşeyler düşünmez misiniz?” Mimarbaşı der ki: “Sultanım siz müsaade buyurun, ben İstanbul’un çevresini bir dolaşayım, dışarıda mevcut suları İstanbul’a getirmenin mümkün olup olmadığını bir inceleyeyim ve ondan sonra size bir cevap veririm.” Ve Sinan Ağa atına biner, yanına yardımcılarını da alır, Çekmece’den başlayarak kıyıları dolaşır, Beşiktaş’a kadar İstanbul’un kıyılarında, dereleri, akan suları tespit
21 eder. Bu suların önü örüldüğü, baraj yapıldığı takdirde nereye kadar yükselir, nereden nereye kemer yapılarak İstanbul’a getirilebilir, diye, bunun günlerce hesabını yapar ve Kanuni’nin huzuruna çıkar. Sultan sorar: “Mimarbaşı, İstanbul’a su getirmek mümkün müdür?” Mimarbaşının cevabı: “Belki sultanım, mümkündür. Ancak çok ağır bir şartı var.” “Nedir o mimarbaşı?” “Sultanım, altın dolu keseleri uç uca dizmek şartıyla ancak İstanbul’a su gelebilir.“ Kanuni’nin cevabı şu olur: “Mimarbaşı sen İstanbul’a su getirmenin mümkün olup olmadığını söyle. Eğer mümkünse ben keseleri uç uca değil, yan yana dizmeye razıyım.” Bunun üzerine Mimar Sinan kolları sıvar ve İstanbul’un dışındaki suları Kağıthane civarında belli yerlerde toplar, oradan da dere içlerine büyük geçitler yaparak İstanbul’a getirir ve şehrin belli meydanlarında umumi çeşmeler yaparak suyu akıtır. Bu çeşmelerin tamamı da kırkı bulur. Ve Kırk Çeşme suları akmaya başlar. O güne gelinceye kadar, musluk gibi bir adet olmadığı için sular boşa akıp gitmektedir. O gün çok pahalıya mal olan suyu artık bostanlara, yollara akıtmak istemiyorlar ve ilk defa İstanbul’da lüle dedikleri musluğu çeşmelere koyuyorlar. Su böylesine pahalıya geldiği ve kıymet kazanmaya başladığı için Kanuni bir ferman çıkanr, der ki: “İstanbul meydanlarındaki umumi çeşmeler halkın malıdır. Hiç kimse bu çeşmelerden gizlice yeraltından evine su alamayacaktır.” Bu umumi kaidenin bir istisnasını da koyar Kanuni. O da özel olarak Sinan’a iletilir. “Sen İstanbul’a böylesine güzel bir çalışma sonunda kırk çeşme sularını getirdin. Sen evine özel olarak bir lüle su alabilirsin.” Ve Süleymaniye civarındaki meydan çeşmesinden Sinan’ın evine özel olarak yol yapılarak su akıtılır. Böylece Mimar Sinan evinde özel suyu olan tek kişi olur. Mimar Sinan Şehzadebaşı Camiini, Süleymaniye Camiini ve Edirne’deki Selimiye Camiini yaptıktan sonra yaşlanır. Devir hep öyle geçmemiştir. İtibarının yüksekte olduğu devirde, kendisinin kıymetini takdir edenler bir bir bu dünyadan göçmüşler. Kanuni vefat etmiş, yerine başka padişahlar geçmiştir. Ve Sinan 99 yaşında!.. Çevresindeki dostları göçtüğü için de kendisi İstanbul’da adeta yapayalnız kalmış. Ve artık yeni bir nesil yetişmiştir. Bir gün Sinan’ın kapısına birisi gelip dayanır. Kapıyı çalar. Sinan bastonuna dayanarak kapıyı açar, “Buyurun” der. Gelen meçhul ihsan,
“Ben Topkapı Sarayı postacısıyım. Sizi divana çağırıyorlar. Herhalde bir soruşturmaya tabi tutulacaksınız” der. Sinan Ağa, bu ihtiyar halinde, dostlarının tümünün göçüp gittiği, kendisini eserleri inşaat halindeyken görenlerin kalmadığı bu ihtiyar dünyada, “Acaba Topkapı Sarayına niye çağırılıyorum?” diye bastonuna dayana dayana gider. Saraya girer, orada bir soruşturma heyeti kurulmuştur: Kadılar, ulemalar, müftüler, o günün vükelası. Sinan’a şöyle derler: “Sinan Ağa, hakkında şikayet var. Eve su almak yasak olduğu, hiç kimse evine özel olarak su almasın, diye padişah fermanı olduğu halde, sizin evinizde özel su varmış.” “Evet,” der, “Cihan Padişahı bana öyle özel olarak müsaade etmişti. İstanbul’a yaptığım, su hizmetinden dolayı sadece benim şahsıma su müsaade etmişti de almıştım.” “O zaman şu müsaadenizi, fermam görelim de ses çıkarmayalım. Kimseye verilmemesine rağmen, sizinki devam etsin.” Sinan’ın cevabı şu: “Ben o zaman Cihan Padişahından ferman istemekten hicap etmiştim. Fermanım falan yok, ama su benim evimde akıyor.” Divan müşkül durumda kalır, konuşmalar olur: “Sinan büyük hizmetler etmiştir, evinde suyu aksın.” Oradan başkaları cevap verir: “Bu Âl-i Osman’a hizmet eden sadece Sinan mı? Sinan gibi daha nice hizmet edenler vardır. Ya onların da evine özel su verilsin, ya da Sinan’a da bu ayrıcalık tanınmasın.” Divanda uzun münakaşalar olur, son olarak verilen karar şudur: “Sinan gibi diğer hizmet edenlerin de evine su bağlanamayacağına göre, Sinan’a verilen su kesilmeli, fakat şimdiye kadar kullandığı su fermansız kullandığı için bir cezaya mucip olmamalıdır.” Ve bu karardan sonra Sinan evine gelir. Üzgün, bezgin, fakat fazla müteessir değil. Çünkü Sinan hizmetini Allah için yapmıştır. Kendisine bir ayrıcalık tanınsın veya özel bir mükafat verilsin diye değil. Sinan 100 yaşına girerken hastalanır, yatağa düşer. Vefat sırasında bir bezi suya batırıp da dudağına çalmak isterlerken bakarlar ki, evindeki musluktan su akmıyor. İstanbul’a su getiren Sinan, susuz evde vefat eder. Vefat sırasında bu olayı başında konuşanlara verdiği cevap enteresandır: “Biz hizmetimizi dünyada bir bardak suya satacak kadar menfaat düşkünü değiliz. Biz hizmetimizi Allah için yaptık ve mükafatını da ahirette bekliyoruz. Dünyada evimize su verilmediği için müteessir değiliz.” Koca Sinan’ın neslinden bir avuç gayretkeş çıkmaz mı bu topraklardan.
22
İDRİSARPAT
BİR ULU ÇINAR Kİ...
HACI ARİF
HACI ARİF, DOKSAN KÜSÜR YILIK BİR ÖMRÜ BAŞTANBAŞA FAZİLET MÜCADELELERİYLE DOLDURMUŞ BİR ULU KİŞİ Kİ, YERİNİ DOLDURMAK NE MÜMKÜN. HACI DAYI ZOR YETİŞİR, ZOR BULUNUR BİR İNSANDIR. BÖYLE İNSANLAR ÜMMET-İ MUHAMMED’İN ŞANSI, KADERİN GÜLEN YÜZÜDÜR. ALLAH (C.C.) UZUN ÖMÜRLER VERSİN.
23
Hacı Arif, Bursa’nın Orhaneli İlçesine bağlı Tepecik Köyünde el an yaşamakta olan, doksan küsür yaşında, iri yarı bir muhterem büyüğümüzdür. Şu anda çalışacak durum de değildir ama kendi kendini taşımakta, evlatlarına bile yük olmamaktadır. Pek çok evlat ve torun sahibi olan Hacı Arif geleneksel bir ailede doğdu ve yaşadı. Son derece çalışkan bir insandı. Rençperliğin yanı sıra seyyar esnaflık ta yapıyordu. Basma, dediğimiz ticaret mallarıyla civar pazarları ve büyük köyleri dolaşırdı. Bu iki yönlü çalışmayı, elden ayaktan düşünceye kadar sürdürdü. İlerlemiş yaşına rağmen çilek üretimi yapar, ‘bu işi, işçi çalıştırayım da fakir fukara sebeplensin, üç-beş kuruş kazansın diye yapıyorum’’ derdi. Bu sözünde son derece samimiydi. ‘Ah biraz daha yaşım müsait olsaydı, bir minibüs alır, sabah namazından sonra hemen davranır, ne paralar kazanırdım. Yakınında olsa başkasının arabasıyla bu kadar oluyor. Eşek, beygir devri de kapandı. Yaş da ilerledi’’ der hayıflanırdı. Eli açık, cömert bir kimse olan Hacı Arif’in evi bolluktan taşar dökülürdü. Yedirip içirme, giydirip kuşatma onun genlerine işlemişti. Cuma pazarında, öğle yemeği açıkta yenecekse, alacaklarını fazla fazla alır, geleni geçeni buyur ederdi. Köyde müsait zamanlarda çocuk-
ları evine çağırır, onlara kahve içirir, namaz sürelerini okutur, dinden imandan birkaç mesele öğretir ve şeker dağıtıp gönderirdi. Bu faaliyet böylece yıllar yılı sürerdi. Ziyaretine gittiğimizde, zor eğilip-doğrulmasına rağmen bize kahve yapar, sair ikramlarda bulunur ve ayrılacağımız zaman her birimizin eline poşet tutuştururdu. Poşetlerde helva olurdu. Bütün ısrarımıza rağmen, ‘misafir ev sahibine tabidir’ der, yine bildiğini okurdu. Kendi tarlalarından su çıkartır, köyün münasip yerlerine çeşmeler yaptırırdı. Tek başına caminin halılarını değiştirirdi. Falanca müessese veya hayır faaliyeti için para toplanacaksa, herkesten çok o katkı da bulunurdu. Toplanan paraların tamamı kadar onun ilave ettiği olurdu. Emekli maaşının tamamını müftülüğe ve hayır kuruluşlarına bırakır geçerdi. Dahası: ‘ Bazen içimden şöyle geçiyor; elinde avucunda ne varsa, sermayenin tamamını ver Allah rızası için! Sonra düşünüyorum ki, ileri de yine vermek gerekir de, verecek bir şey bulamam da boynum bükük kalır, diye birazını bırakıyorum’ derdi. Onun oturduğu masada çay paralarını başkasının vermesi mümkün değildi. Hacı Arif’in annesi de eve geleni boş çevirmeyen bir insandı. Köyde kulaktan kulağa dolaşırdı: Bu muhterem
24
annenin cömertliğine karşılık küpte pekmez hiç eksilmezdi. Bir gün gelin hanım, kayın validesine, ‘neden bizim pekmez hiç eksilmiyor, ne zaman küpün kapağını açsam hep aynı’ dedi. Kayınvalide geline manalı manalı baktıktan sonra ‘sırrı muhafaza edemedin kızım’ dedi. Artık küpte pekmez eksilmişti. Hacı Arif’in bir meziyeti de okumaya, öğrenmeye düşkün oluşuydu. Bilmediğini güvendiği hocalara sorar, öğrendiğini yaşar ve başkalarına anlatırdı. Doksan küsür yaşına rağmen evinde bulunan Dürretül va’izin, Huccetül İslam, Kimya-yı Saadet gibi eserleri defalarca oku, önemli bulduğu yerlere işaretler koyar, münasip kimselere okurdu. Ziyaretine gelenlere, belli bir sohbet faslından sonra, ‘Şu kitabı al, falanca sayfayı aç, oradan okumaya başla’ der, kendisi de okunanları dikkat ve ciddiyetle dinlerdi. ‘Vaktimizi boşa geçirmeyem’’ cümlesini sık sık tekrarlardı. Beğendiği hoca ‘Düğüncüler Köylü Süleyman Efendi’den nakiller yapar dururdu. Kur’an-ı Kerim’den pek çok sureyi ezbere bilir, münasip zamanlarda sevap niyetiyle okurdu. Öğrendiği ayetlerin meallerini ezberden aktarırdı. Sosyal yönü de kuvvetli bir insan olan Hacı Arif düğünde dernekte eksik olmazdı. İşini gücünü bırakır, giyinir kuşanır davetlere katılırdı. Ziyaretine gittiğimizde, ayrılacağımız zaman bizi sokak kapısına kadar uğurlar, ayaküzeri, ‘Sık sık gelin, arayı uzatmayın. Yaşım ilerledi. Emr-i Hak vaki olabilir’ der sesi titrerdi. Davetlerde olsun, sair zamanlarda olsun yanlış gördüğü tavır ve davranışlara müdahale derdi. Mesela, falanca kahvehanede kumar oynanıyorsa oradan çay içmez, içilmemesi için de gerekli müdahaleyi yapardı. Teset-
türe uymayan bayanlara ikazda bulunurdu. Hastanede hemşireyi kıyafetinden dolayı geri çevirmiş, erkek hasta bakıcı istemiştir. Hacı Arif doğru bildiği meselede direnen, mücadelesini sürdüren bir kimseydi. Doğruluk ve din konusunda taviz vermeyen Hacı Arif, eğri ve laubali olanlarla sık sık karşı karşıya gelirdi. Doğru bildiğini yaşar, yaşadığını yaygınlaştırmaya çalışır, bu uğurda bitmez tükenmez mücadelelere girişirdi. Din, onun için her şeydi. Allah emredince akan sular durmalıydı, emir demiri kesmeliydi. Hacı Arif’in diğer bir yönü de ibadetine düşkün oluşuydu. Namazlarını mümkün olduğunca camide cemaatle kılardı. Bin taneli uzun bir tespihi vardı. Belli zikirlerle onu çevirirdi. ‘Tespih namazı için şuraya, kadir namazı için buraya gittik’ der dururdu. Zekât ve öşrünü eksiksiz verirdi. Hacı Arif Adırnaz (Adronos) dediğimiz pek çok köyü barındıran bölgede bir çınar gibi yaşamakta, gölgesinden nice canlar faydalanmaktadır. ‘Hacı Dayı’ öyle bir kadr-u kıymettir ki çevresinde onu tartacak terazi yoktur. Hacı Arif, doksan küsür yılık bir ömrü baştanbaşa fazilet mücadeleleriyle doldurmuş bir ulu kişi ki, yerini doldurmak ne mümkün. Hacı Dayı zor yetişir, zor bulunur bir insandır. Böyle insanlar Ümmet-i Muhammed’in şansı, kaderin gülen yüzüdür. Allah (c.c.) uzun ömürler versin. (Küçük hatırlatma Hacı Arif Dağder eski başkanlarından Mustafa Kahraman’ın dedesi olmaktadır.) Dergiye hazırlayan: Mevlit Oruç
Fergana EKREM HAYRİPEKER
BİLDİĞİNİZ GİBİ AFGANİSTAN’IN KUZEYBATI BÖLGELERİ TARİHİ ÖZBEK TOPRAĞIDIR. BUGÜN AFGAN TOPRAKLARINDA YER ALAN HERAT KENTİ ŞAİR HÜKÜMDAR HÜSEYİN BAYKARA’NIN BAŞKENTİDİR. SAVAŞ BİTER, YENİ REJİM YERLEŞİR VE KENT HIZLA BÜYÜR. FERGANA İÇİN TAŞKENT’İN KÜÇÜK BİR KOPYASI DEMİŞTİ BİR ARKADAŞIM.
Yazar dostum Talip Eke’den Fergana’nın yeni bir kent olduğunu duyunca doğrusu çok şaşırdım. Evet, vadinin adı binlerce yıldır Fergana ama aynı isimli kent yeni. Rus Çarlığı kendine tabi kıldığı Hokand Hanlığı’nda çıkan isyanı kanla bastırır -1876-. Son Hokand Hanı Hudayar Hanın halktan topladığı ağır vergiler halkı isyan ettirir. İsyanı bastıramayan Han Afganistan’a kaçar. Afganistan, kaçan hanların sığınma yeri olur. Elli yıl sonra da Buhara Hanı buraya kaçar. Rus kuvvetleri Hokant’ı kana boğarak bu isyanı bastırır. Binlerce insan ölür. Ruslar hanlığı ortadan kaldırıp askeri valilerle bölgeyi yönetirler. İsyan biter ama halkın huzursuzluğu bitmez. Ufak tefek ayaklanmalar görülür. Ruslar Hokant çevresindeki bataklıkların kokusunu bahane edip tarihi Margilan kenti yakınında yeni bir yerleşim yeri kurarlar. Novi (yeni)Margilan veya kurucusu olan General Skobelev’in adı verilir bu yeni
kente. 1887’de kurulan kentin nüfusu ancak 1910’larda on bini bulur.2007’de Margilan kentinin 2500. kuruluş yıldönümü devlet başkanı İslam Kerimov’un katıldığı bir törenle kutlandı. 1920’ lerde başlayan bağımsızlık hareketiyle muhtar Hokant Cumhuriyeti ilan edilir. Ruslar bu cumhuriyeti yıksalar da mücadele 1924 yılına kadar sürer. Mücahitler veya Rusların “Basmacı” diye küçümsediği isyancılar bölgeye hâkim olurlar. Sadece Fergana bu alanın dışında kalır. Bolşeviklere karşı ortak mücadeleye giren Ruslar, Bolşeviklerin Rusya’ya hâkim olmasından sonra onlara katılırlar Rusya’daki iç savaş bitmiş, Bolşevikler direnenleri ezmiştir. Kızıl Ordu, Başkırt gönüllüleriyle bölgeye çullanır. Tren yolları tamir edilir. Buhara topraklarında savaşan Enver Paşa’nın şahadeti dengeleri değiştirir. Başsız kalan mücahitler parça parça yenilirler. Az sayıda savaşçı Afganistan’a sığınır. Bildiğiniz gibi Afganistan’ın kuzeybatı bölgeleri tarihi Özbek toprağıdır. Bugün Afgan topraklarında yer alan Herat kenti şair hükümdar Hüseyin Baykara’nın
25
26 başkentidir. Savaş biter, yeni rejim yerleşir ve kent hızla büyür. Fergana için Taşkent’in küçük bir kopyası demişti bir arkadaşım. Kent merkezine inip merkezden geçen su kanalının yanındaki müzeyle gezmeye başlıyorum kenti tanımaya. Su kanalın yanında yer alan kent müzesi üç katlı güzel bir bina. İlk kattaki girişte bir kaç büst ve ofisler yer alıyor. Esas sergi salonları üst katlar da. Müzede bir şehir müzesi havası var. Bursa şehir müzesinin muhteşemliği aklıma geldi. Emeği geçenlere şükranlarımı sundum. İlk salonda vadinin jeolojik yapısının sergilendiği bir köşe var. Hemen yanında bölgenin flora ve faunasına ait bitki ve hayvan örnekler sergilenmiş. İlk katın girişinde General Skobelev’in büstü var. Büst bir zamanlar şehirdeki bir sütunun üzerindeymiş, bağımsızlıktan sonra yerinden sökülüp buraya getirilmiş. Ayrıca giysileri, silahları ve bazı özel eşyaları sergileniyor. Müzedeki eserler bronz çağdan başlıyor, bu çağa ait çok sayıda eser var. Bu eserlerin yanında ilk çağlara ait kaya resimleri var. Kaya resimleri Saymalıtaş bölgesinden gelme. Bölge yılın on, on bir ayı karlarla kaplı. Bu durum geçmişte bölgede yaşanan iklim değişmelerini gösteriyor. Kaya resimleri bu kısıtlı süre içinde görülüyor, araştırılıyor. Müze salonlarında şehrin kuruluş yıllarına ait resimler, gazeteler sergileniyor.1910 yılında şehrin nüfusu onbini bulmuş. Müzedeki bazı resimler hüzün verici. Hokant’ın işgalini kabullenmeyip Çarlık Rusyası’na başkaldıran asilerin idamlarını gösteren resimler var. Bu resimlerden birisi aydın bir din adamı, medrese hocası olan Dükçü İşan’a ait. Bölgeyi sarsan bu isyan zorlukla bastırılmış. Vaaz verdiği caminin kapısı da müzede sergileniyor. Hüzünlü resimler sadece bununla kalmıyor. Çar,1916 yılında ordusunun verdiği ağır kayıpları gidermek için bölgedeki Türk ve Müslümanlardan bir milyon kişiyi askere almak iste. Ayrıca savaş giderleri için ek vergiler yükler. Elli yıldır baskıdan bunalan halk ayaklanır. Bölgede Teşkilat-ı Mahsusa’ nın ajanları vardır. Yedisu Kırgızları içinde bulunan Kuşçubaşı Eşref’in kardeşi Hacı Sami Bey buradadır. Türkistan’ın elden çıkacağını gören Çarlık Hükümeti cepheden çektiği binlerce askeri bölgeye gönderir. Bir yandan askerler, diğer yandan Kazaklar kendilerine önderlik edecek bir yapı oluşturamamış, ağır silahlara sahip olmayan isyancıları büyük bir vahşetle ezer. Bölge halkının maddi-manevi kaybı büyüktür. İsyanı bastırmak için girişilen harekâtta 300 bin kişi öldürülür.300 bin kişi Sibirya’ya sürülür.600 bin insan Doğu Türkistan’a kaçar. İsyancıların mallarına el konma kararı askerlerin yanı sıra Kazaklara ve bölgedeki Rus göçmenlere büyük şevk verir. İsyana ait haberler, isyancıların resimlerinin basıldığı gazeteler sergilenmekte. Yıllar geçer, ikinci dünya savaşı patlar. Alman orduları Moskova’ya kadar gelir. Sovyetler seferber olur. Almanlar teslim olmayacak askerlere, orduya katılacak gönüllülere ihtiyaç vardır. Afişler basılır, halk anayurdu savunmaya çağrılır. Kimi afişlerde asker resimleri, kimi afişlerde pos bıyıklı işçi resimleri, kimilerinde de kadın resimleri vardır. Hepsi şunu soruyor,”vatan için ne yaptın?”.
27 Müzede savaşta Nazilerden ele geçen silahlar sergileniyor. Gamalı haçlı miğferler, savaşta partizanların ve Sovyet ordusunun kullandığı silahlar da sergileniyor. Ayrıca bölgeden gönüllü olarak savaşa katılan partizanlara ait çok sayıda resim var. Özbekistan yetişkin nüfusunun % 10’unu kaybeder bu savaşta. O yüzden her yerde bu savaşta ölen ve yaralananlar için anıtlar yapılmış. Ordu günü Özbekistan’da bir bayram havasında kutlanıyor. Müzeden çıktıktan sonra hemen yakınındaki büyük parka doğru yürüyorum. Parkta ünlü gökbilimci El-Fergani’ye ait büyük bir heykel var. Fergani elindeki yıldız haritasını inceliyor, arkasındaki fonda yıldızlar var. Heykel bağımsızlıktan sonra dikilmiş. Devirler değiştikçe kahramanlar da heykeller de değişiyor. Geniş ve bakımlı parktan caddeye iniyorum. Caddede Sosyal Bilimler Üniversitesi ve 1900’lü yıllardan kalma sivil mimari örneği binalar yer alıyor. Sanırım soğuk iklimden dolayı Ruslarda balkon olayı yok. Süs olarak kullanıyorlar. Bunun dışında Rusların şehircilik anlayışına saygı duymamak mümkün değil. Birbirine paralel caddeler, bunları dik kesen sokaklar. Cadde ve sokaklara yıllar önce dikilmiş, şimdi asırlık olan çınarlar, meşeler. Merkezde yer alan Gum, Üniversal adındaki büyük mağazalar. Rus kenti olmasından dolayı tarihi özellikte cami ve türbe yok. Bu tür yapılar Hokant ve çevresinde bulunuyor. Caddeye iniyorum, sonundaki bir sokakta küçük bir kiliseye gidiyorum. Kilise Taşkent’te gördüğüm kiliseye göre daha küçük ve daha sade. Soğan kubbeli görünümüyle Rus-Ortodoks kiliseleri batının geleneksel kilise mimarisinden çok farklı. İçeride ibadet eden bir kaç kişi var. Ukrayna asıllı bir kadın rehberlik etti. Bildiğim Rusça anlaşmamıza yetti. Parkın yakınında modern bir stadyum var. Yaklaşık on bin kişilik bu stadyumda bağımsızlık kutlamalarını seyrettim; ilk ve orta öğrenim öğrencilerin danslarını izledim, şarkılarını dinledim. Fergana’ya gelmişken kuruluşunun 2500 yılını kutlayan Margilan’ı gezmemek olmazdı. Fergana’dan Margilan merkezine ulaşmak 15 dakika sürüyor. Merkeze ulaştığımızda vakit geç olmuş ve kent müzesi kapanmıştı. Bu nedenle gezemedim. Hemen yakınındaki tarihi camiden başladım gezmeye. Hemen yanında kentteki tek medrese yer alıyordu. Bir kaç otantik eser konularak müze havası verilmiş. Sonraki durağımız El-Margilani’nin temsili mezarı oldu. El-Mergilani ünlü bir fıkıh bilgini. Burada doğmuş, Semerkant’ta ölmüş. Park havasındaki anıt-mezarı son ziyaret yerimiz oldu. Buradan bizi Hokant’ a götürecek otomobilimize döndük. Fergana için şunu söyleyebilirim. Bölgenin en iyi otelleri ve lokantaları burada Güzel bir tenis kortu var. Tenis kortunun yakınlarında Kapalı Spor salonu ve fuar alanı var. Hokant’da otel yok. Güzel lokantaları ve Türk dönerinin satıldığı “İstanbul Kafe’si var. Bölgedeki yemek kültürü et ağırlıklı. Yemek esnasında çoğunlukla yeşil çay içiliyor. Kim yaygınlaştırmışsa tebrik ederim. Yüz milyonlarca insana hastalıktan korunması için kaynamış, hastalık bulaştıracak mikroplardan arınmış suyu şifa diye içirmek kolay bir iş değil.
28
Eğitime Katkı: Bir Burs da Benden! OKUYANA DESTEK OLMALIYIZ..BENİM GÖRDÜĞÜM KADARI İLE ARTIK YÖREMİZ İNSANI ÇOCUĞUNU OKUTUYOR.. ÜNİVERSİTEYE GÖNDERİYOR..GENÇLERİMİZ ARTIK GÜZEL ÜNİVERSİTELER DE KAZANIYOR.. FAKAT MADDİ OLARAK ÇOK BÜYÜK SIKINTILAR ÇEKİYOR..
MUSTAFABASRIK
Dağ-Der. Muhasip ve Burs Kom. Bşk. Gazcılar-Bedir C.İ.H
Şehitlik, peygamberlikten sonra en yüce bir mertebedir. Şehitler der ki: Şehitlik mertebesine ulaşmamıza âlimler vesile oldu. Onlar şehitliğin ne olduğunu öğretmeselerdi, biz şehit olamazdık. Âlimler der ki: Kitabımız, kalemimiz, yiyecek, giyecek ve barınacak yerimizi temin eden zenginler olmasaydı, biz okuyamazdık. Zenginler der ki: Âlimler bize cömertliği ve yardım severliği öğretmeselerdi, biz veremez ve yardım edemezdik. Bir toplumda mutlaka zenginler olur, fakat cömert ve yardımsever değilse çok anlamı yoktur. Bir toplumun gençleri, bireyleri vardır, fakat vatanı için ölen yoksa o toplum vatansızdır. Şehit olmayı da, cömert olmayı da öğreten âlimlerdir. Fakat bu işin hareket noktası zenginlerdir. Ordunuz var teçhizatı yok ise, Okuyup bu ülkeye hizmet edecek insanınız var, fakat okutacak kimse yok ise; vatan savunmasız kalır, toplumda düzensizlik hâkim olur. Askeri donatacak, silah mühimmat alacak, okumak isteyeni okutacak, isthdam sağlayacak, ancak ve ancak cömert zenginlerimizdir. Elbiseniz, bedeniniz veya bir eşyanız
kirlendi ise, onu su ile yıkarsınız. Fakat suyunuz kirlendi ise ne ile yıkayacaksınız?.. Bir toplum bozulmuş ise, o toplumu düzeltecek olan toplum önderleri, âlimlerdir. Fakat onlar da bozulmuş veya kalmamış ise, o toplum yok olmaya mahkûmdur. Peygamberimizin S.A.S.“Veren el alan elden üstündür.” (Buhari, Zekat, 18; Müslim, Zekat, 94) sözünün muhatabı olan zenginlerimiz!! Geliniz bu eğitim döneminde daha cömert ve yardımsever olalım. Okullarımız açılıyor. Yeni eğitim ve öğretim yılı başlıyor. Öğrenciler ve aileler için ise dertler başlıyor. Üniversite harcını ödeyemeyenler, kalacak yer bulamayanlar, yurt veya kira parası veremeyenler. İmkansızlıklar yüzünden okuluna devam edemeyenler…. Ülkemiz şartlarında eğitim çok pahalı. Bırakın dar gelirli fakir aileleri, sabit gelirli, orta sınıf insanımızın bile çocuğunu okutması mümkün görünmüyor. Özellikle Üniversite öğrencileri bu konuda daha çok mağdur. Çünkü üniversite öğrencilerinin çoğunluğu ailesinden ayrı başka bir şehirde öğrenimini sürdürdüğü için, kira, yeme içme vs. masrafları çok daha fazla olmaktadır. Yaklaşık bir öğrencinin aylık mas-
29
rafı altıyüz-yediyüz tl.dir. Çocuğu lisede okuyup, okumalı…okumalı…Bunun için ise okutmalıyız.. kendisi köyde oturan aileler de bu konuda mağdur Okuyana destek olmalıyız..Benim gördüğüm kadurumdalar. Hele birden fazla çocuğu üniversitede darı ile artık yöremiz insanı çocuğunu okutuyor.. veya dershaneye gidiyor ise, bunlar tam anlamıyla üniversiteye gönderiyor..Gençlerimiz artık güzel yardım edilmesi gereken öğrencilerdir. üniversiteler de kazanıyor..fakat maddi olarak çok büyük sıkıntılar çekiyor..Bunu anlayalım artık… Ülkemiz ve Dağ yöresinin eğitimli, üniversite Eğer bu yaraya mehlem olmaz isek yarın çok geç bitirmiş insanlara çok ihtiyacı var. Mühendislerin, olur ve hala serzenişler-sıkıntı ve geri kalmışlığıkimyagerlerin, doktorların, teknik elamanların, mızdan şikayetler devam eder… Köşe başlarına eğitimcilerin, ilahiyatçıların ve diğer alanlardaki sağlam köşe taşlarını yerleştirmedikçe seni anlayan yetişmiş elaman sayımızın yeterli olması halinde ve sahip çıkan olmayacaktır. Kapısını vurmadan yeni istihdam alanları ve yeni iş sahaları açılacak, girebileceğim doktorum..Hukukçum…Bürokrat ve fakirlik ve işsizlik azalacaktır. siyasetçim ve idareci…yönetici …iş adamı ticaret Doktorumuzu, mühendisimizi vs. her alanda uzerbabı insanları yetiştirme…ve yetişmesi için katkı man insan yetiştirmez ve buna katkıda bulunamakoymak…hepimizin görevi olsa gerek..haydi öyle dığımız takdirde; yurt dışından doktor, mühendis ise durmayalım..katkı koyalım..burs verelim.. gibi elamanları ithal etmemiz gerekecektir. Bu ise yardım edelim… bir ülke ve Müslüman bir topluluk için utanılacak DAĞ’IN Gülen yüzü, gelecek ve istikbali olan bir durumdur. ÜNİDAĞ’LI(Üniversiteli Dağlı Öğrenciler)gençleriMüslümanların her alanda mize Burs vermenin ve onların elaman yetiştirmeleri Dinimizin harç ve harçlıklarını tamamlaBizden isteyiniz, hangi okulemri olup, Farzı Kifayedir. Bu manın tam zamanı. demektir ki, hangi branşta ve da nasıl bir öğrenci istiyor- Haydi varlıklı yardımsever hangi okulda olursa olsun, ayısanız bulalım. İster hesap Dağlılar!! Bilinçli iş ve ibadet rım yapmadan bütün öğrencileüretime katkı sağlayare yardım etmek gereklidir. numarasını verelim. İsterse yapacak, cak, insanımızın önünü açacak Fakirlere doyacak kadar yardım belge verelim. Yeter ki, Bir yöremiz ve insanımıza sahip çıedin; öğrencilere ise okulunu kacak ve onları yönlendirecek; tamamlayıncaya kadar burs Burs da Benden diyelim. idareci, hukukçu, ilahiyatçı, verin. eğitimci, ekonomist, mühendis Bu gün devletimiz başta olmak ve mimarların yetişmesinde üzere, bazı hayır kurumları ve dernekler her ne sizin de, bizim de hepimizin katkısı olsun. Geride kadar burs verseler de bu yetersizdir. Üzülerek eser bırakın, hayırlı nesiller yetiştirerek ölümsüzifade edeyim ki, yardımlaşmanın, hayırlı ve güzel leşin. Öldüğü halde ölümsüzleşenler, geride eser işlerin devamlı anlatıldığı camilerimizden, fakirbırakan, hayırlı insanları yetiştirenlerdir. “Merkep fukaraya, muhtaçlara ve imkânsızlıklarından dolayı ölür semeri kalır, İnsan ölür eseri kalır. İnsan ola okuyamayan öğrencilere yardım edilmemektedir. bıraka bir eser; eser bırakmayanın yerinde yeller Esas bunun öncülüğünü yapacak camilerimizdir. eser.” Cennete yakın,Cehenneme uzak olmak için Camilerimizin bünyesinde bulunan derneklerimiz- bir öğrenci de biz okutalım.. Bir Burs’da biz verelim dir. Bir an önce müştemilatı tamam, inşaatı bitmiş “Cömert kişi Allah’a, cennete ve insanlara yakın, camilerimizin dernekleri, tüzüklerini değiştirerek cehennemden ise uzaktır. Cimri kişi Allah’tan, bu hayırlı işi yapmalıdırlar. Ben çok iyi biliyocennetten ve insanlardan uzak, cehenneme ise rum ki aylık geliri üç bin tl. olan camilerimiz var. yakındır. Cahil ama cömert bir kişi Allah katında Ama insana yatırım yok. Kapı çerçeve, kilim-halı âbid ama cimri olan bir kişiden daha makbuldür.” değiştirmekle meşguller. Bursa’mızda yaklaşık (Tirmizi, Seha, 40) buyuran, yüce peygamberimibin altı yüz cami mevcut. Her Cami ortalama beş zin sözüne kulak verelim. öğrenci okutursa yedi bin beş yüz öğrenci yapar. Bizden isteyiniz, hangi okulda nasıl bir öğrenci isBir üniversite öğrencisinin, beni cami okutuyor tiyorsanız bulalım. İster hesap numarasını verelim. demesi çok önemlidir. Dağlı öğrencilerimizin beni İsterse belge verelim. Yeter ki, Bir Burs da Benden DAĞ-DER okutuyor demesi daha çok önemlidir. DAĞ yöresi insanımızın okumaktan başka yapacağı diyelim. Dağ’lı öğrencilerimize destek için DAĞDER’E müracaat edip yardım edelim… çok fazla bir şeyi yok. Yöre insanımız okumalı…
30
! k ı d l ı k ı Y ETİN
ORKUNÇ
iye. ölü var d adı r a d a k u yıkıldı, ş alıştı, olm dar bina dışarı çıkmaya ç çatlağına k u ş , e , sadec uvarların ir kaçmaya havli ile ı oracıkta. Önce dra sırtına düştü b us, hem n n u a Y C tı k a c n ld a n o a y a s r k , la a a la i tamam ama, ka n toz çıktı ortay Canı yandı ve k Sonra a ha ödevin vi kızardı babası… kadaşlaa d i k u dan oluş ğu ve bir vücut…ı, bağırdı, bağırdı. nları. lb r e A Ha e öd ı… s z d e y i lı lo m d a b ir ir m il it n b ap pamad nus’ta o beto sonra b ermişti, y t cafe’ye, nereden bir şey ya nus’un sesini, Yu soğukkanv f, v a e tr d e ö i tı e n lık o, eyleri Yu i Yunus, Öğretme ştu ve gitti intern … duydu ağab tıklarında sakind çünkü. Halbuki bile n lu ’u u … s b u tı k n la a u c ş tı rıy la an la ış ayalleri Y ölümü o Yunus’a u meliydi, geç kalm e kadar kaldığınd bilir, ne h arı hep pekiyi. ki ödevi n it im g a k d ı e v d ın r lı. E sınıfl arı va sağlam rının alt Ne umutl apacak, geçecekti mühendis olup n yığınla to e b i y i lk i. Ödevin caktı belki, be incisine… bihaberd la , iş c r E , Avukat o pacaktı doğu’nun a a alye, bin tu binalar y uğu sand u oysa. Duymuş d r tu o ı d d r n a o ll iy a s m Birden prem nedir bil e Van… D
31 Küçük Yunus’u çıkardı enkazdan ağabeyleri, büyük bir alkış tufanıyla bindirdiler ambulansa, hemen götürdüler Hastaneye. Sonra geldi Yunus’un haberi, Erciş yıkıldı, öldü Yunus. Yunus öldü, Türkiye ağladı… Hâlbuki hiç suçu yoktu Yunus’un… Ödevini yapacaktı sadece, okuyacak büyük adam olacaktı… Depremin ne olduğundan haberi yok Yunuslarımızın. Depremin değil, binanın öldürdüğü sorumluluğunu kendimiz kazanamadık ki çocuklarımıza aşılayalım. Yanımıza kar kalır sandık hep malzeme kaçırmayı. Sağlam binaları büyüklerimiz yapacak, peki yarının büyüklerinin bugünden bilmesi gerekenler ne? Depremden korunma… Nedir Deprem? Uzmanlar depremi en basit ve yalın hali ile; “Yerkabuğu içindeki kırılmalar nedeniyle ani olarak ortaya çıkan titreşimlerin dalgalar halinde yayılarak geçtikleri ortamları ve yeryüzeyini sarsma olayı” olarak tanımlıyor. Ve çok acı ki; bu titreşimler önceden tahmin edilemiyor… Depremden korunmanın yollarından biri ve en önemlisi; sağlam ve yönetmeliklere uygun yapı inşaa etmek. Yapı stoğumuza baktığımızda bunun -ne yazık ki- böyle olmadığını görüyoruz. Madem öyle, ne yapsak en az hasarla atlatırız afeti? En az hasar derken, binalar değil kastım, biz nasıl atlatabiliriz bu durumu… Konunun uzmanları, yaşadığımız yeri iyice analiz etmemiz gerektiğini ve muhtemel kaçış yollarını planlamamızı söylüyor, ancak bu yöntemin zemin ve zemine yakın katlarda ikamet edenler için geçerli olduğunu da ekliyorlar.... Deprem esnasında ilk 10-20 saniye binayı terk edebilmek açısından oldukça önemlidir. Binalarda yıkıma yol açan hissettiğiniz ilk sarsıntı değil, devamında gelendir. Bu da size 10-20 saniyelik süre kazandırır.
Bu süre içinde kaçma eylemini gerçekleştirebilecek bir yöntem bulduğunuz taktirde tatbik ederek zamanı saptayın. Böylelikle hem kesin kaçış sürenizi öğrenebilir, hem de bu süreyi daha da kısaltacak yöntemler geliştirebilirsiniz.. Deprem sırasında herşey çok hızlı geliştiğinden ve panik bir ortam olduğundan yapmanız gerekenleri düşünme süresi çok azdır, bu nedenledir ki, yapılması gerekenler tatbikatlarla öğrenilirse zaman kaybı olmayacağı önerilir. Alınması gereken bir diğer önlem ise; ağır beyaz eşyayı, mobilyayı ve rafları düşmeyecek veya devrilmeyecek şekilde duvara vida marifeti ile sabitlemek. Böylelikle afet esnasında bunlar devrilmeyecek ve olası kaçış yolunu kapatmayacaktır. Deprem esnasında her nerede olursanız olun kendinizi sağlam bir nesnenin korumasına alın. Bunu yapamıyorsanız yere çökün başınızı ve yüzünüzü koruyacak biçimde kapatarak cenin pozisyonu alın. Eğer 1020 saniyede binayı terk etme olanağı bulunmuyorsa kesinlikle oradan oraya koşmayın ve ayakta durmayın. Mutfaklar ve banyolar en uygun korunma mekanlarıdır. Çünkü enkaz altında kalındığı takdirde bu bölümde hem yaşam üçgeni alanı yaratabileceğiniz unsurlar vardır, hem de patlayan borulardan sızan su içilebilir. Deprem gerçeği ile yaşamak ve bu gerçeğe alışmak zorundayız. Deprem öncesi, esnası ve sonrasında yapılması gerekenleri öğrenip, Yunuslarımıza, çocuklarımıza öğretip bilinçlendirmeliyiz. Ve unutmamalıyız ki; Deprem değil bina öldürür.” Allah bir daha böyle afetler yaşatmasın, Yunus’larımızı almasın… Depremlerde ölen vatandaşlarımızı rahmetle yad ediyoruz.
32
Hikayelerin hikayesi SEFERGÖLTEKİN
İKİ BİN ON BİR YILININ YAZ AYLARIYDI. İÇİNDE YAŞADIĞIM ŞEHRİN BENİMLE KONUŞTUĞUNA TANIK OLDUM. İLK KEZ O AKŞAM, NEREDEN GİDECEĞİMİ BİLEMEDİM EVİME. İLK KEZ O AKŞAM, NE KONUŞACAĞIMI BULAMADIM ÇOCUKLARIMLA. İLK KEZ O AKŞAM ŞEHİRDE YAŞAYAN BİRİ GİBİ DEĞİL DE ŞEHİRLE YAŞAYAN BİRİ GİBİ UZANDIM YATAĞA…
İki bin on bir yılının yaz aylarıydı. Doğu kapısından şehre girişimin dördüncü yılıydı. İkindi sularındaydı vakit. Orhan Camii’nin yanındaki Eskici Dede Çınarı’nın altına oturup, bir yandan Köylü Pazarı’ndaki baharatçılardan taşan nane, kekik, tarçın, kimyon ve reyhan kokularından mürekkep havayı solurken bir yandan da Tuz Pazarına doğru denizine koşan ırmaklar gibi akan insanlara bakıyor ve bu çağlayışın hiç bitmeyeceği vehmine kapılıyordum. Nereden geldiklerini anlayamadığım bir turist kafilesine Koza Han’ın tarihini anlatmaya çalışıyordu bir rehber, yanı başımda. Az ötemde, ellerindeki çantaların ağırlığıyla yıkıldı yıkılacak bir adam, bir yandan peşleri sıra gelen çocuklarına acele etmelerini söylüyor diğer yandan karısına söyleniyordu durmadan. Gömlekleri pantolonlarına sığmayan, yakaları bağırları açık, kravatları boyunlarıyla göğüsleri arasına kondurulmuş, kimi lacivert, kimi kırmızı, kimi mavi üniformalarıyla her hallerinden talebe oldukları anlaşılan tekmil gençlerin kulakları siyah ve beyaz kablolarla ceplerine bağlıydı. On yedilerinde bir kızın ellerini; saçlarının her teli ayrı istikametlere bakan, kulak memelerinden, dudak uçlarından renkli küpeler sallanan bir gencin elleri kavramıştı sıkı sıkıya. İki bin on bir yılının yaz aylarıydı. Hava sıcaktı. Birden beşe kadar bütün talebelerin aynı sınıfı paylaştığı ilk mektep çağlarım, dünyanın en büyük şehirlerinden biri sandığım bir ilçede; girişi var çıkışı yok saydığım, alt katı yemekhane, ikinci ve üçüncü katları dershane, dördüncü katı mütalaa salonları, beşinci katı yurt olan binadaki ortaokul anılarım, aynı köyden dört farklı ailenin biricik oğullarıyla bir bekâr evinde kaldığım lise
yıllarım bir bir geçti gözlerimin önünden. Okuduğum ilk kitap, işittiğim ilk azar, yazdığım ilk mektup, karıştığım ilk kavga, gizlice içtiğim ilk sigara gelip durdular karşımda. Onların hemen yanında beliren dedeme, nineme, babama, anneme, kardeşlerime, eşime ve en nihayet oğluma ve kızıma bakarken buğulu bir camdan bakar gibiydim âleme… Ne vakit geçmişti onca yıl. Hangi ara dayanmıştım kapısına kırkların… İki bin on bir yılının yaz aylarıydı. Gündem kaç gündür aynıydı. Radyolar, aylardır liste başından inmeyen şarkıyı yayınlarken, televizyonlar yılın skandalına karışan adamı az sonra canlı yayın konuğu yapacaklarının anonslarını geçiyorlardı alt yazılarda. Bazı gazetelerin üç yıl öncesinin haberini daha dün olmuş gibi manşetine taşımasını kimse yadırgamadı. Sinemalara doluşan insanlar üçüncü boyut teknolojisinin sunduğu imkânlarla çekilen korku filmine aynı anda çığlık atarken, alışveriş merkezlerinin vitrinleri dünyaca ünlü modacıların belirlediği renklerle bezeniyordu. Doktorlar, dünyanın birçok ülkesinde görülen ve sonbahar aylarında ortaya çıkan bir gribal enfeksiyona karşı uyarılarda bulunurken, eczaneler bu hastalığa çare diye üretilen aşıları stokluyordu depolarına. Emlakçılar gayrimenkullerde yapılan vergi indirimini fırsat bilip ucuza arsa kapatmanın telaşını taşırken reklam afişlerine, çay bahçelerinde açılan sohbetleri futboldaki şike iddiaları süslüyordu. Piyangodan büyük ikramiye çıkınca kayıplara karışan adamdan henüz bir haber alınamamış, kişi başına düşen milli gelir hesapları yine tutmamıştı. Halk otobüsleri beş dakikalık yolu hep bir saatte alıyor, zabıtalar hala köşeyi dönen seyyar satıcıları arıyordu…
33
İki bin on bir yılının yaz aylarıydı. İçimin hangi tenhasından taştığını anlayamadığım bir saik, Eskici Dede Çınarı’na veda etmemi, Maksem Caddesi’ni yürüyerek geçip, bir vakit de Temenyeri’nde eğlenmemi salık veriyordu. İçimden gelen sesleri dinlemek âdetim değildi. Maksem yokuşunun Pınarbaşı Caddesine ulandığı yoldan değil de Taşkapı’dan, Nalbantoğlu’ndan, Muslihittin Sokak’tan, İbrahim Paşa Caddesinden, Karabaş-ı Veli’den, Külhan Sokak’tan geçerek, Temenyeri’ne geldim. Aşağılarda esmeyen rüzgâr ara sokakları geçtikçe sertleşiyor; insana bunaltı veren kesif gürültü, merkezden uzaklaştıkça yerini dinginliğe bırakıyordu. Lakin bu kavi yokuş, göğsümün sıkışmasına, nabzımın hızlanmasına sebep oldu... İki bin on bir yılının yaz aylarıydı. Ortalık alaca karanlıktı. Yokuş aşağı inerken Pınarbaşı’na sapan aklımın başıma gelmesini bekliyordum. Niyetim, Saat Kulesi’nin altındaki korkuluklara yaslanıp şehri bir kez daha seyrederek eve dönmekti. Telaş henüz terk etmemişti caddeleri, sokakları. Gündoğdu tarafına uzanan bakışlarım, ansızın havalanan bir kuş sürüsüne takıldı. Alacakaranlıkta simsiyah noktalar gibi göğü kaplayan kuşlara Çataltepe’ye kadar eşlik ettim. Başımın döndüğünü hissettiğimde aklım başıma gelmiş lakin kalbim kabına sığmaz olmuştu… İki bin on bir yılının yaz aylarıydı. Doğu kapısından şehre girişimin dördüncü yılında ilk kez bu akşam; önceki hiçbir akşamda, hiçbir sabahta, hiçbir gecede hiçbir gündüzde görmediklerim göründü gözüme. Antropologlar, arkeologların Aktoprak-lık’tan çıkardığı kafataslarında şehrin ilk sakinlerini araştıradursun,
ben Yedi Göller’de Sebe Melikesi Belkıs’ın yanında yürüyen Süleyman’ın serçe parmağından kayan yeşil yakut yüzüğü gördüm… Müverrihler, Hanibal’ın Akdeniz Kıyılarından Anadolu içlerine kadar peşinde sürüklediği ordusunun sayısını tartı-şadursun, ben Kartacalı Ahras’ın hançerindeki yara izlerini gördüm… Sosyologlar, Çelebi’nin kayıtlarında geçen günlük hayatla bugünkü yaşamı karşılaştıradursun, ben Mağripli Seyyah’ın meşin kaplı defterinden taşan şehirlerin Emir Han’ın üst katındaki otuz sekiz odayı nasıl doldurduğunu gördüm… Aynacı Mahir’in kalfası Cemal’in Bahanur’unu gördüm sonra. Cemâlinin gaip oluşuna yanıyordu hala… Nakkaş Ali’nin Semerkant dönüşü titreyen ellerini gördüm. Yeşil Camiin nakışlarını bitirmenin huzuru, Yeşil Türbe’ye nakşedeceklerinin heyecanı vardı içinde. Kırk savaşta kırk zafer kazanan, kırkıncısında kalbini savaş meydanında bırakan bir sultanın muradına erdiğini gördüm… Aktar Nevzat’ın Mührüsüleyman aşkını, “Ab-ı Hayatım” dediği zevcesine bakışını… Üç Kuzulardan Safiyyüddin’in herkesler uyurken kardeşlerine bakışını, Berhuz’u mecnun eden Nazende’yi… İki bin on bir yılının yaz aylarıydı. İçinde yaşadığım şehrin benimle konuştuğuna tanık oldum. İlk kez o akşam, nereden gideceğimi bilemedim evime. İlk kez o akşam, ne konuşacağımı bulamadım çocuklarımla. İlk kez o akşam şehirde yaşayan biri gibi değil de şehirle yaşayan biri gibi uzandım yatağa… Uyanınca düş gördüğümü sandım lakin sonraki her akşam içinden geçenleri anlattı şehir. O konuştu ben dinledim…
34
Han ve Bedestenler
OKUYANA DESTEK OLMALIYIZ..BENİM GÖRDÜĞÜM KADARI İLE ARTIK YÖREMİZ İNSANI ÇOCUĞUNU OKUTUYOR.. ÜNİVERSİTEYE GÖNDERİYOR..GENÇLERİMİZ ARTIK GÜZEL ÜNİVERSİTELER DE KAZANIYOR.. FAKAT MADDİ OLARAK ÇOK BÜYÜK SIKINTILAR ÇEKİYOR.. Anadolu´da ticaret yolları üzerinde bulunan ve kervansaraylarla ticaret yapan tacirlerin gece konaklamaları ve dinlenmeleri için yapılan binalara han, daha büyük olanlarına kervansaray denilirdi. Osmanlılarda, Bursa´nın fethiyle siyasi olduğu gibi ticari hayatta da hızla bir büyüme başlamış ve Bursa, Anadolu ile Rumeli arasında bir ticaret merkezi durumuna gelmiştir.Bu nedenle Bursa´da birçok han yapılmıştır. Bugün bir kısmı yıkılmış ve kaybolmuş olan Bursa hanları, daha ziyade ticaret için kullanılan hanlardır. Bu bölge sadece Bursa´nın değil yıllarca bütün imparatorluğun ticaret merkezi olmuştur.Tarih boyunca Bursa önemli bir ticaret kenti idi. Han ve bedestenler de birer ticaret borsası,birer fabrikaydı aslında. O nedenle Bursa´da çok sayıda han yapılmıştır. Bursa´da 25 kadar han yapılmışken bunlardan sadece 13 tanesi ayakta kalmıştır. Hanların Özellikleri: Bursa hanları çoğunlukla dikdörtgen bir plan üzerine birer kale gibi yapılmıştır. Üç veya dört tarafından revaklı odalar ile çevrili bulunan hanlar, çoğunlukla iki katlıdır. Üç katlı hanların en ünlüsü Kırkmerdivenler´in hemen yanında bulunan Balibey Hanı´dır. Ayrıca Bursa´daki hanlar,
belli tip malların belli merkezlerde toplanarak örgütsel bir kuruluş içersinde alınıp satıldıkları yerlerdir. Bu nedenle hanlar ipek, Koza, Yoğurt, Bezir, Nalbur, Katır Han gibi adlar almışlardır.Ayrıca Sipahi Çarşısı, Gelincik Çarşısı gibi birçok ticari anıtları bulunan Bursa’da hanlarının çoğunda, kervansarayların aksine pek konaklama yapılmaz. Ancak sadece çok zengin tüccar ve gezginler buralarda kalabilirlerdi. 1655 yılında Jean de Thevenot, 1701 yılında Edmund D. Chishull Bursa´ya geldiklerinde İpek Hanı´nda kalmıştır. Nitekim ikinci kattaki odalarda ocak, baca, ufak nişler ve pencere gibi mimari elamanlarının bulunması, bu odaların işlev açısından alt kat odalarından farklı olduğunu gösterir.19. yüzyılın başında Bursa´ya gelen Von der Moltke´ye göre hanlar, Bursa´da rastlanan biricik taş meskenlerdir. “Birer dörtgen plan içinde ve avlularında, hiç değilse büyüklerinde bir mescit ile çeşme, kibar yolcular için bir köşk ile birkaç dut veya çınar ağacı bulunur.Dış cephede bir sıra hücre(oda) vardır. Buralarda yolcunun bulacağı tek eşya, bir hasırdan ibarettir. Ne hizmet eden bir kimse ne de yiyecek bulunur. Herkes kendisine gerekli olan
şeyleri yanında getirir.” Moltke´nin anılarından da anlaşıldığı gibi Bursa hanları asla bir otel değil iş yapılan yerlerdir. 18. yüzyılda Bursa´ya gelen Carsten Niebuhr handaki güvenliği şöyle anlatır: “Hanın kapıcısı her sabah, günün erken saatlerinde yolculara, mallarını dikkatle gözden geçirmelerini hatırlatıyor. Herhangi bir şahıs eşyasının çalındığını bildirince, çalınan mal bulununcaya kadar hanın kapıları açılmıyor. Hırsızlık olmadığı söylenince kapı ağır ağır açılıyordu. Artık hiç kimse,kapının açılışından sonra şikayette bulunamazdı.”Han sakinleri bir aile gibidir. Herkes birbirine keŞl olmuştur. Hanlarını evlerinden daha özenle bakarlardı. Han’da yaşayanların çoğu aynı işi yapardı. Böylece aynı işi yapanların bir handa toplanmaları meslek dayanışmalarını güçlendirmekteydi. Zamanla hanın işlevi değişince adı da değişirdi. Örneğin İpek Hanı daha sonraki yıllarda Arabacılar Hanı olmuştur.Bursa’da günümüze gelemeyen diğer hanlar hakkındaki bilgiler eski kaynaklardan edinilmekte olup, bunların başında; Bezir Hanı, Doğan Gözü Hanı, İvaz Paşa Hanı, Kamberler Hanı, Karacabey Hanı, Katır Hanı, Molla Hüsrev Hanı, Nalbur Hanı, Yeşil Hanı ve
35
Yoğurt Hanı gelmektedir. Balibey Hanı, Tuz Hanı gibi tarihi hanlar restore edilerek yeniden gün ışığına çıkarılmışlardır. Pirinç Han: 1508 yılında Sultan II. Bayezid tarafından hayır işlerine gelir sağlamak amacıyla yaptırılan Pirinç Han; büyük bir avlunun çevresinde, iki katlı olarak sıralanmış revaklar ve onların arkası nda odalardan oluşmakta. Üst katta otuz sekiz, alt katta ise kırk oda bulunmakta. Hanın avlusunda gövde çevresi 7,10 metre olan tarihi bir çınar ağacı bulunmaktadır. Koza Hanı:Ulucami ile Orhan Camii arasında yer alan “Koza Han”, II. Bayezid tarafından, hayır işlerine gelir sağlamak amacıyla 1490 yılında yaptırılmıştır. Bursa´nın en güzel ve günümüzde en yoğun kullanılan bu han, iki katlı olup, asırlardır ipek kozası ticaretine ev sahipliği yapmıştır. Günümüzde de
ipek mamülü kumaş ve ürünlerin satıldığı dükkanlara ev sahipliği yapmaktadır. Dikdörtgen bir avlunun çevresinde yer alan hanın alt katında kırk beş, üst katta ise elli odası bulunur. Kapalı çarşı tarafından, çok güzel işlenmiş bir taç kapıdan girilen hanın bulunduğu avlunun ortasında taştan yapılmış, altında şadırvan bulunan, sekiz ayak üzerine oturtulmuş bir mescit bulunur.Yalnız Bursa’nın değil, Türkiye’nin de sembol hanlarından olan Koza Han en son 2008 yılında İngiltere Kraliçesi’ni ağırlamıştır. İpek Han:Sultan Mehmed Çelebi tarafından yaptırılmış olup, zemin katta 39, üst katta 41 olmak üzere 80 oda bulunmaktadır. Bursa’nın çarşı merkezinde yer alan, en güzel ve en büyük ticari yapılardan biridir. Geyve Han:15 yüzy›lda yapılmış olup iki katlıdır.2007 yılında restore edilen bu tarihi hanın alt katında
26, üst katında ise 30 oda vardır. Emir Han:Bey Hanı olarak bilinen emir Han, Orhan Gazi Külliyesi’nin bir parçası olarak 1340 yılında yapılmıştır. Dün olduğu gibi günümüzde de hem ticaret hem de kent merkezini oluşturma görevini devam ettirmektedir. İki katlı bu tarihi hanın alt katında 36, üst katında ise 38 oda mevcuttur. Fidan Han:Bursa’nın en güzel hanlarından biri olup Mahmut Paşa tarafından yaptırılmıştır. XV yüzyıl yapısı olan han, iki avlulu olup, iki katlıdır ve 98 odası bulunmaktadır. Tuz Hanı:Bursa hanlar bölgesinde Uzunçarşı’da yer alan ve Bursa’nın en küçük hanlarından biri olan Tuz Hanı, 1454’de iki katlı olarak yaptırılmıştır. 2007’de yeniden restore edilerek hizmete açılan hanın üst katında 25, alt katında ise 20 odası bulunmaktadır..
36
3. Dağ Yöresi Kültür Şenliği
37
Tayyare Kültür Merkezi’nde 3.’sü düzenlenen Dağ-Der Kültür Şenliği Dağ Yöresi’nin unutulmaya yüz tutmuş oyunlarının, kültürel değerlerinin sergilenerek gelecek kuşaklara aktarılmasını sağladı.
38
Tayyare Kültür Merkezi’nde 3.’sü düzenlenen Dağ-Der Kültür Şenliği Dağ Yöresi’nin unutulmaya yüz tutmuş oyunlarının, kültürel değerlerinin sergilenerek gelecek kuşaklara aktarılmasını sağladı. Daha önceki kültür şenliklerinin aksine dar bir katılımla gerçekleşen etkinlikte Dağ-Der Başkanı Erkan Aydın geleneksel olarak 3.’sü düzenlenen şenlikte kültürel değerlerin, örf ve ananelerin, Bursalılar ile birlikte dağ yöresi insanına sunmayı hedeflediklerini, 3 yıl içerisinde de yapılacak çalışmalarla üye sayısını 50 bin’e çıkartacaklarını belirtti. Milletvekillerinin, parti yöneticilerinin, belediye başkanlarının, çeşitli dernek başkanlarının da bulunduğu kültür şenliğinde, Dağ Yöresi Halkı da kültürüne sahip çıktığını göstererek üst düzey bir katılım gösterdi. Dağ Yöresi’nin yemek, giyim, oda oyunları, halk oyunları ve tahta arabaları, güreşi, toprak çanakları gibi ögelerle sosyal yaşantısının ve kültürünün anlatıldığı şölende, yoğun katılım nedeniyle bazı misafirler şöleni ayakta izlemek zorunda kaldı. Şölenden mutlu olarak ayrılan insanların temennisi bu geleneğin korunması ve yaşatılması yönündeydi.
39
40
Zaferiye Köyü Büyükorhan ilçesine 7 km uzaklıkta yeşilin ve mavinin buluştuğu harkulade bir köydür Zaferiye... Köyün eski adı “Çan” dır. Adından anlaşıldığı kadarıyla eski bir Rum yerleşimi olan köyde kilisenin bulunduğu zannedilmektedir. Köyün adı, 1920 yılında “Zaferiye” olarak değiştirilmiştir. Ancak, bugün köylüler yine de eski adını kullanmaktadırlar. Köyün, H 937/M 1530 tarihli muhasebe defterinde kaydı görünmemektedir. Ancak, diğer eski kaynakların çoğunda yer almaktadır. Sözgelişi, 1908 Salnamesindeki Mülki taksimatta
“Çan” olarak, 1927 yılı Salnamesindeki köyler haritasında yine “Çan” olarak kayıtlıdır. İç İşleri Bakanlığının 1933 tarihli “Köylerimiz” adlı yayınında ise “Zaferiye” adıyla Orhaneli’ ye kayıtlıdır. Köyün 1927 yılında nüfusu 112 kişi , 1997’de 265 kişi, 2007’de 293 kişidir. Zaferiye, Bursa’ya 86 km, Büyükorhan’a 7 km uzaklıktadır. Köyün ekonomisi tarım ve hayvancılığa dayalıdır.
41 41
42
Tekstilin Zaman Tüneli BURSA’NIN TARİHİ VE KÜLTÜREL MİRASINI AYAĞA KALDIRMA ÇALIŞMALARINI HIZLA SÜRDÜREN BÜYÜKŞEHİR BELEDİYESİ, SOMUT OLMAYAN KÜLTÜREL MİRAS ÇALIŞMALARI KAPSAMINDA AÇTIĞI ‘DÜNDEN BUGÜNE BURSA’DA GELİNLİK SERGİSİ’YLE, HER GENÇ KIZIN HAYALİNİ SÜSLEYEN GELİNLİĞİN TARİHSEL SÜRECİNE IŞIK TUTUYOR.
Üretim ömrünü tamamladıktan sonra, Özelleştirme Yüksek Kurulu tarafından 2004 yılında kapatılan, Merinos Yünlü Sanayi Müessesesi, daha sonra Bursa Büyükşehir Belediyesi’ne devredildi.
Merinos kuruluyor Türkiye, Cumhuriyet’in ilk yıllarında, emek yoğun tekniklerle gerçekleştirilen sanayi kollarına el atmıştı. Pamuk ve yünlü dokuma sektörleri Sümerbank’ın öncelikleri oldu. Sümerbank’ın Bursa’da kurmayı planladığı fabrikanın adı Merinos olarak saptandı. Merinos, ince uzunca yün anlamına geliyordu. Gazi Mustafa Kemal açılışı anahtarla yaptı Başvekil İsmet İnönü’nün 28 Kasım
1935 tarihinde elleriyle temelini attığı Merinos fabrikası 1938 yılında açıldı. Mustafa Kemal Atatürk Gemlik’e gelerek önce Sunğipek fabrikasını açtı, ardından Merinos için Bursa’ya geçti. Ulu Önder 17. ve son kez Bursa’ya gelmişti. 2 şubat 1938 tarihinde, Gazi Mustafa Kemal Atatürk, bu dev kuruluşu o günün gelenekleri dışında kurdele kesmek yerine, kapıyı anahtarla açarak hizmete soktu.
Şeref defterine düşülen not Açılış töreni sırasında konuşma yerine şeref defterinin ilk sayfasına anlamlı cümleler yazan Mustafa Kemal Atatürk, Merinos’un Bursa bölgesi ve Türkiye için önemli olduğunu belirte-
43 rek, ülkenin büyük bir ihtiyacını karşılayacağını vurguladı. “Sümerbank Merinos Fabrikası, çok kıymetli bir eser olarak millî sevinci artıracaktır. Bu eser, yurdun, özellikle Bursa bölgesinin endüstri gelişimine ve büyük millî ihtiyacın giderilmesine yardım edecektir. Eserin başarılmasından Ekonomi Bakanlığı’nı tebrik ederim. Sümerbank direktörlüğüne teşekkür ve fabrikayı gördüğüm gibi yüksek bilgi, tam düzenli idarede, direktörüne başarı temenni ederim.” K. Atatürk
Bin 500 kişiyeiş imkanı Merinos fabrikası, açıldığı yıllarda Bursa için çok önemliydi. İşletme hizmete girdiğinde 1442 işçi ve 67 memuru istihdam etti. 1938 yılında yaklaşık 150 bin nüfusa sahip Bursa’da, Merinos yaklaşık bin 500 kişiye istihdam sağlayarak, bir anlamda Türkiye için önemini de vurgulamıştı.Bursa Merinos fabrikası, Balkanlar ve Ortadoğu’nun en büyük iplik fabrikası oldu.
Dokuma kısmı oluşturuldu Merinos, açılıştan 5 yıl sonra yeni bir hamleye girdi. Yapımına 1943 yılında başlanan dokuma kısmı 1944 yılında tamamlandı ve 37 adet kamgarn dokuma tezgahıyla kumaş üretimine geçildi. Merinos Fabrikası, kumaş üretimine geçerken, ürün kalitesini de giderek artırmıştı. Bunun sonucu olarak, 1951-52 sezonunda ilk kez Amerika Birleşik Devletleri’ne yünlü kumaş ihracı gerçekleştirildi. 1967 yılı verilerine göre, toplam 30 milyon liralık yatırım gerçekleştirilerek, iplik dokuma ve apre makineleri yenilendi. Bunun sonucu olarak üretim kalitesi de yükseldi. 1973 yılında sosyal donatı alanlarıyla birlikte 404 bin 372 metrekare alana yayılan Merinos Fabrikası’nda 3 bin 500 işçi ve 200 e yakın memur çalışmakta ve yaklaşık 16 bin kişinin geçimi fabrika sayesinde sağlanmaktaydı.
Son bölüm; hazır giyim 1961 den itibaren uygulanan 1 ve 2. planlı kalkınma dönemleri, Merinos Fabrikası’nda da gelişmelere yol açmıştı. İğ sayısı giderek arttı. Gelişmenin sonucu olarak 1977 yılında bu kez hazır giyim bölümü devreye girdi. İşletme tam anlamıyla entegre özelliğine kavuştu.
Merinos Fabrikası sonraki yıllarda, 1950-60 döneminin görkemli görüntüsüne kavuşamadı ama uzun süre özelliğini de yitirmedi. Bu gelişmede, Türkiye’nin sanayileşme hamlesinin, yeni kurulan özel sektöre ait dev işletmelerin de rolü vardı. Uzun sayılabilecek bir süre, ABD’ye yapılan ihracat ve yerli piyasaya sunulan kali-
44
teli yünlü kumaş üretimiyle ayakta kalmayı başaran Merinos, 1972’den sonra düşüş dönemine girdi. Bursa için önemi giderek azalan Merinos Fabrikası 1977 yılında yaşamındaki tek grevi gördü. Makineler 4 ay süreyle sustu. TEKSİF’e üye 3 bin 37 işçisiyle 21 nisan 1977’de greve çıkan Merinos’ta üretim tam 126 gün durdu. Bu arada işveren de lokavt kararı aldı, Buna karşın 5 Eylül 1977 günü anlaşma sağlandı. 2001 verilerine göre Sümerbank işletmeleri içinde önemli bir yeri olan Merinos’un sermayesi, 40 milyon Türk Lirasıydı. Son resmi ismi de, Sümer Holding A.Ş. Bursa Merinos Yünlü Sanayi Müessesesi idi. Merinos; kuruluşundan itibaren, toplam olarak 17 bin 500 kişiyi istihdam etti.
Özelleştirme 14 Kasım 2000 tarihinde Özelleştirme Yüksek Kurulu, Merinos Yünlü Sanayi İşletmesi’nin toplam 314 bin 569 metrekarelik arazisi ve taşınmazların, öncelikle, eğitim, halka açık kültür, sanat, spor ve rekreasyon amaçlarında kullanılması kaydıyla Bursa Büyükşehir Belediye Başkanlığı’na bedelsiz devredilmesine karar verdi. Ancak kararın yargıya taşınması nedeniyle devir işlemleri 25 ekim 2004 tarihinde gerçekleşti.
Sanayi sembolü müze oluyor 2011 yılında Bursa Büyükşehir Belediye Başkanı Recep Altepe’nin aldığı karar ile müze yapımına başlandı. Önce elimizde bulunan tüm koleksiyon malzemeleri gözden geçirilip, makine parkı üretim akışına göre düzenlendi. Yani Merinos Koyunu yetiştirip yününü elde etmekten, bu yünün işlemlerden geçip kumaş oluncaya kadarki serüveni aynen canlandırıldı. Avrupa’da birçok sanayi müzesi örnek alınarak bu düzenlemeler yapılırken Merinos’a
ait hiçbir parça göz ardı edilmedi, fabrikaya ait her parça kullanıldı. Merinos’un teknik özelliklerinin yanı sıra sosyal yönü de müzede sergilendi. Merinoslularla görüşülerek belge ve anıları toplandı. Müzenin en önemli özelliği, Türkiye’de açılan ilk Tekstil Sanayi Müzesi olmasıdır. Sanayi mirasının kültür mekanı ve müzeye çevrilmesinin Avrupa Müze Akademisi tarafından da çok önemsendiğini biliyoruz. Türkiye Tarihi Kentler Birliği kurucu üyesi Bursa, bu konuda da öncülük yaptı.
45
Müze dört bölümden oluşuyor Birinci bölümde Merinos’un tarihi ve yünün çeşitli safhalarda nasıl işlemden geçtiği anlatılmaktadır. Bu bölümde ayrıca koleksiyon değeri de olan birçok eşya da sergilenmekte. Örneğin; Atatürk’ün Merinos’un açılışında fabrikaya girdiği kapının mermer levhası, Merinos’un maketi, müdürlerin fotoğrafları gibi… İkinci bölümde yünün iplik haline getirilme işlemleri görülecek. Burada da Merinos Fabrikası’nda kullanılan
yemek takımları, itfaiye bölümü, sinema makinası ve tabloları görülebilecek. Üçüncü bölümde Merinos’un fizik ve kimya laboratuvarını tam teşekküllü görmek mümkün. Ayrıca bu bölümde ipliğin kumaş haline gelişi görülebilecek. Üst katta Atatürk’e ait bir oda düzenlemesi yapıldı. Burada Atatürk Merinos’a geldiği zaman kullandığı eşyalar ve o dönemin eşyaları sergileniyor. Aynı zamanda Merinos’un
açılışında kullanılan kürsü ve orijinal anı defterleri de bu bölümde yer alıyor. Üst katın devamında müdürlerin odası ve içinde o dönemlere ait koleksiyonlar görülebilecek. Dördüncü bölümde ise boyahane ve kumaşın paketlemesi bölümü bulunuyor. Ayrıca dikimhane, Merinos Kumaş Mağazası canlandırması ve çok amaçlı salon da bu bölümde yer alıyor. Mankenler, televizyon, bilgi köşkü gibi interaktif bölümler müze ziyaretçilerinin algısını kolaylaştıracaktır. Engelli ziyaretçilerin de rahatça gezebileceği müzede Bursa’ya özgün tekstil örneklerini de görmek mümkündür. Eğitime de önem veren müzede özellikle öğrencilerle atölye çalışması yapılacak bölümler de hazırlanmıştır. Aynı zamanda üniversite ile birlikte tekstil konusunda çalışmalar yapılarak, elindeki koleksiyonu bilimsel olarak araştırmacılara sunacaktır.
Yaklaşık 10 bin adet kartela… Türkiye yünlü kumaş tarihinin beyni-hafızası niteliğinde yaklaşık 10 bin adet kartela bulunuyor müzede. Bu kartelalar, gelecekte modacılar tarafından örnek alınabilecek.
46
DİNLEN BİRAZ NİLAYŞAHİNKANAT
47
‘’çok yordular seni be küçük kız. ömründen çok çaldılar.Çok adım attın, çok yol aldın ardlarında. Çok uzattın ellerini, çok verdin karşılığını almak aklına bile gelmedi. Sen inandın hep sevgiye. Sonunda ne oldu küçük kız? Gidenlerin ardından okyanus kadar ağladın, dönüşler hep senin oldu. Sonrasında yine seni suçladılar. Çünkü hep kabul ettin. İnandın hep sevgiye safça. Hayat bir savaştı ya senin için. Yanında olduğun, yarınlarınız için savaştıkların meğer sıyırıp geçen kurşunla pes edecek kadar inanıyormuş geleceğinize. Bunu sonunda gördün. gel biraz şu sazlıklarla çevrilmiş küçük limandaki senin gibi küçük kayığın içinde saklan. dinlen biraz.’’
48 48