Haberexen #10 Ağustos 2010

Page 1


AAAAAAAA

2 SAYI 10 / AĞUSTOS 2010


3

w w w. s e r d a r i l g i n . c o m . t r

SAYI 10 / AĞUSTOS 2010


Sayı 10 Ağustos 2010

12

içindekiler 6

EDİTÖR

8

AKILDA KALANLAR

18 ALLAH K9’LARA MUHTAÇ BIRAKMASIN !

12 TRAFİK AHTAPOTU SAMSUN’U BOĞMADAN ! 15 RESMAN BÜYÜK OYNUYOR

22 SİLAH DELİKANLILIK GÖSTERGESİ DEĞİL 26 ZİYAFET, AFİYET VE RAMAZAN 28 SAKIN RANTİYECİLER DUYMASIN, SAMSUN HIZLA BÜYÜYOR !

32 FINDIĞI KİM KIRIYOR ? 54 EN GÜZEL YOLDAN ÇIKIŞ OFFROAD !

RESMAN BÜYÜK OYNUYOR

TRAFİK AHTAPOTU SAMSUN’U BOĞMADAN !..

10 KÖŞE YAZISI - BEKİR REŞİTOĞLU

18 ALLAH K9’LARA MUHTAÇ BIRAKMASIN !

15

22

SİLAH DELİKANLILIK GÖSTERGESİ DEĞİL

26 ZİYAFET, AFİYET VE RAMAZAN

28

SAKIN RANTİYECİLER DUYMASIN, SAMSUN HIZLA BÜYÜYOR !

22

58 SİNEMA

FINDIĞI KİM KIRIYOR ?

54 EN GÜZEL YOLDAN ÇIKIŞ OFFROAD !

4 SAYI 10 / AĞUSTOS 2010



EDİTÖR Keyfinden fındık kıranlara! AK Parti İktidarı’nın Yeni Fındık Stratejisi’ni, Temmuz 2009’da Tarım ve Köyişleri Bakanı Mehdi Eker’den öğrendik. Ruhsatlı alanlardaki üreticilere “Alan Bazlı Gelir Desteği” sunulurken; ruhsatsız arazilerden fındığın sökülmesi amaçlanıyordu. Hükümetin çağrısına uyanlara ‘Alternatif Ürün Desteği’ verilecekti. Toprak Mahsulleri Ofisi (TMO) artık alım yamayacaktı. Aslında fındık ekim alanlarına ilişkin ilk tedbirler 1980’li yıllarda başlıyor. Ancak en keskin kararlara Temmuz 2009’da imza atılıyor. İktidar oy kaybetme riskine rağmen, gittikçe kronikleşen yaraya neşter vurmaktan çekinmedi. Tarım Bakanlığı’nın yürüteceği, “Alan bazlı gelir desteği ve alternatif ürene geçen üreticilere telafi edici ödemeler yapılması” projesi 3 yılda sonuçlandırılacak. Projenin detayları ve bunlara dair eleştiriler kapak dosyalarımızda genişçe dile getiriliyor. Peki, ülkemize yıllık ihracat geliri 2 milyar doları bulan bu bitkiden vazgeçmek bu kadar kolay mı? Çiftçiye fındığını söktürüp alternatif ürün yetiştirtmek için hangi gerçekçi politikalar uygulanmalı? Öte yandan ürün sökmek ne kadar realist? Fındık üretiminde dünya lideriyiz ama pazarlama ve tanıtımda etkin miyiz? Dünya halkları fındığın tadından ve besin değerinden yeterince haberdar mı? Bırakalım dünyayı ülke içinde kendi insanımıza neden fındık yediremiyoruz? Rekoltenin talebi bir miktar aştığı kesin. Acaba fazlalık kontrol edilemez mi? Bu ürünün ihracından yılda 2 milyar dolar geliyor Türkiye’ye. Dışarıya her yıl 200–250 bin ton civarında iç fındık satıyoruz. Kabuklu haliyle 500 bin ton. Dikkatle incelendiğinde üretim fazlamız korkunç boyutlarda değil. Yaklaşık 2 milyon ailenin geçim kaynağı fındığı hasat zamanında kapağa taşıdık. Elimizden geldiğince ilgili her kesimin sesini dinleyip dosyamızda duyurmaya çalıştık. Bakalım yönelttiğimiz sorunun cevabını yani fındığı kimin kırdığını siz bulabilecek misiniz? Sağlıcakla ve huzurla kalınız.

AYLIK BAĞIMSIZ HABER DERGİSİ

w w w. h a b e rexen.com

Marka Evi Ajans ve Danışmanlık Hizmetleri Ltd. Şti. Adına İmtiyaz Sahibi

Mustafa ÇAKIR SORUMLU YAZI İŞERİ MÜDÜRÜ

Ahmet AK HABER MERKEZİ

Mustafa BİLİK Vedat ATICI HALKLA İLİŞKİLER KOORDİNATÖRÜ

AYŞEGÜL KANKAL Tel : 0 362 432 64 64 Faks : 0 362 435 47 77 Mail : abone@haberexen.com REKLAM REZERVASYON Rezervasyon Tel : 0 362 432 64 64 Rezervasyon Mail : reklam@haberexen.com HUKUK DANIŞMANLARI

AV. Hakan KARADUMAN AV. Hasan Tahsin ŞENGÜL AV. Adem AKSOY TASARIM

Serdar ILGIN

www.fmd.com.tr

BASIM YERİ Erol Ofset Ltd. Şti. Pazar mh. Necati Efendi Sk. No: 43 / SAMSUN Tel: 0 362 431 98 96 YAZIŞMA ADRESİ Ulugazi Mh. 19 Mayıs Bulvarı Sarı Konaklar Apt. No: 16 / 1 - 3 SAMSUN YAYIN TÜRÜ Aylık Yerel Süreli Yayın Bu dergi’de yer alan yazı, makale, fotoğraf ve illüstrasyonların elektronik ortamlar da dahil olmak üzere çoğaltılma hakları Marka Evi Ajans ve Danışmanlık Hizmetleri Ltd. Şti. ‘ye aittir. Yazılı ve ön izin olmaksızın hangi dilde ve hangi ortamda olursa olsun materyalin tamamının ya da bir bölümünün çoğaltılması yasaktır. Bu dergi, basın meslek ilkelerine uymaya söz vermiştir.

6 SAYI 10 / AĞUSTOS 2010



AKILDA KALANLAR POLİS TEŞKİLATI’NA SAMSUN’DAN 505 TAZE KAN Ondokuz Mayıs Polis Meslek Yüksek Okulu, 8’inci dönemde 466’sı erkek 505 öğrencisini mezun etti. Diplomaların sahiplerine verildiği törene Samsun Valisi Hüseyin Aksoy, Emniyet Müdürü Emniyet Müdürü Hulusi Çelik, Garnizon Komutanını temsilen Piyade Albay Yaşar Aydın ve diğer protokol üyeleri katıldı.

LÂDİK ESKİ BAŞKANINI EBEDİYETE UĞURLADI Kullandığı aracın Havza’da yolcu otobüsüyle çarpıştığı trafik kazasında vefat eden Laik Belediyesi eski Başkanı Kemal Kaplan’ı ilçe halkı ve sevenleri ebediyete uğurladı. AK Partili Kaplan’la birlikte Hüseyin Orakçı ve Eyüp Vural da aynı kazada hayatını kaybetmişti. Ağır yaralanan Musa Başar ise 17 gün sonra ölmüştü.

BAYAT TAVUĞUN ŞAKASI YOK

İlkadım Kışla Mahallesi’ndeki bir sünnet merasiminde ikram edilen tavuklu pilavdan zehirlenen 70’i çocuk 149 kişi hastanede tedavi edildi. Doğum ve Çocuk Hastalıkları, Mehmet Aydın Eğitim ve Araştırma ile Gazi Devlet hastaneleri zehirlenen kişilerin akınına uğradı.

ETLER ŞAP’A OTURMADAN! SAMSUN’DA GÜNDE 500 TON ÇÖP TOPLANIYOR Samsun’da merkeze bağlı Atakum, İlkadım, Canik ve Tekkeköy ilçelerinde bir günde toplanan 500 ton evsel atık, Büyükşehir Belediyesi Katı Atık Tesisi’nde depolanıyor. 2008 yılında faaliyete giren tesise biçilen ömür 20 yıl. Çöp araçları depoya günde toplam 80 sefer yapıyor. Ayrıca hastanelerin 2,5 tonu bulan günlük tıbbi atığı da aynı merkezde toplanıyor.

Türkiye’yi tehdit eden Şap hastalığı dünya genelinde hızla yayılıyor. Başta Havza ve Vezirköprü; Salıpazarı, Kavak, Bafra ve Tekkeköy ilçelerinde dergi yayına hazırlana kadar 20’ye yakın Şap salgını tespit edildi. Havza ve Vezirköprü’deki hayvan pazarları kapatıldı. Aşılı hayvanlar da tehdit altında. Et fiyatlarının yeniden büyük artış göstereceğini belirtiyorlar. Salgının insan sağlığı riske etmiyor. Tarım İl Müdürlüğü, tedbir amacıyla 21 Temmuz’a kadar Samsun’a canlı hayvan giriş-çıkışı engelledi.

CANİK’E VİYADÜKTEN VAZGEÇİLDİ Karayolları Genel Müdürü Mehmet Cahit Turhan, Canik’e planlanan bin 800 metre uzunluğundaki ‘Viyadük Projesi’nin iptal edildiğini söyledi. İlçeyi ikiye ayıracak viyadüke halk karşı çıkmaktaydı. Milletvekili Cemal Yılmaz Demir ve Canik Belediye Başkanı Osman Genç de, projenin yanlışlığını anlatmak için baştan bu yana büyük mücadele verdi. Asarcık köprüsünden başlayan viyadük Belediye Evleri kavşağında son bulacaktı.

8 SAYI 10 / AĞUSTOS 2010


EKOLOJİK PAZAR YENİ YERİNE TAŞINDI

HİBE KREDİLER SAHİPLERİNİ BEKLİYOR İl Özel İdaresi’nin ekolojik tarım projesi kapsamındaki destekleriyle hayatiyet kazanan Yüzde 100 Ekolojik Pazar, yeni yerine taşındı. İl Özel İdaresi ve İlkadım Belediyesi’nce kurulan pazar, eski yerinden bazı sorunlar sebebiyle taşınmak zorunda kalmıştı. Pazar bundan böyle İlkadım ilçesi, Adalet Mahallesi, Mevlana Caddesi’nde halka hizmet verecek.

Tarım ve Kırsal Kalkınmayı Destekleme Kurumu (TKDK) Samsun İl Koordinatörlüğü hibe kredilerden ildeki üretici ve girişimcilerin yeterince pay ayabilmesi için bilgilendirme çalışmalarını sürdürüyor. 1 Milyar 165 milyon Euro’luk hibenin 874 milyonu Avrupa Birliği’nden, geri kalanı ise ulusal destek programından sağlanmakta.

SAMGAZ, 6’INCI YILINDA TAM GAZ!

Enerji Piyasası Düzenleme Kurumu’nun (EPDK) izniyle 6 Temmuz 2004 tarihinde kurulan SAMGAZ 6 yaşında. Kurumun doğum günü, üst düzey bürokratlar, yönetim kurulundan üyeler ile temsilci Ahmet Ceneşrifi ve yöneticilerin katıldığı bir etkinlikle kutlandı.

DOĞALGAZ ÇEVRİMDE SÖZ HAKKI HALKTA İnceleme ve değerlendirme sürecindeki Borasco Elektrik Üretim San. ve Tic. A.Ş.’nin çalışmalarını yürüttüğü Samsun Doğalgaz Kombine Çevrim Santrali Doğalgaz Boru Hattı Projesi’nin Çevresel Etki Değerlendirmesi (ÇED) Raporu halkın görüşlerine açıldı. İl Çevre ve Orman Müdürlüğü, isteyenlerin bakanlık ya da valiliği fikirlerini iletmelerini istedi.

DOĞA VE BİLİM OKULU’NDA İLK KAMP OMÜ’nün hazırladığı Çevre Orman Müdürlüğü’nün desteklediği ve TUBİTAK’ın 70 bin lira kaynak sağladığı Kızılırmak Deltası’ndaki Doğa Bilim Okulu’ndaki 15 gün süreli ilk dönem kampına Türkiye’nin çeşitli üniversitelerinden 7’si bayan 17 öğrenci katıldı. Okul; Samsun Valisi Hüseyin Aksoy, OMÜ Rektör Vekili Prof. Dr. Ferşat Kolbakır, Bafra Kaymakamı Ayhan Boyacı, 19 Mayıs Kaymakamı Kadir Ekinci, İl Çevre Orman Müdürü Ömer Albayrak, öğretim üyeleri ve öğrencilerin katıldığı bir törenle faaliyete başladı. 17 öğrenci, 15 günlük kamp dönemi boyunca deltada yaşadı.

9 SAYI 10 / AĞUSTOS 2010


KÖŞE YAZISI

BEKİR REŞİTOĞLU

Fındığı sökmeden önceki son çıkış !

Y

ıllardır, Karadeniz Bölgesi halkını; fındık, tütün ve çay alım fiyatlarıyla oy’alayıp durdu siyaset mühendisleri. Her defasında politik oyunlara aldattı. Bu bitkilerin dikim alanlarına dair de aynı çirkinlik tezgâhlandı. Allah’tan da korkmadılar. Çünkü laik bir devlette dine dayalı kaygılar güdülemezdi! Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı açacağı kapatma davasına pekâlâ malzeme yapabilirdi durumu. AK Parti Hükümeti, ucunun sandıkta kendine dokunacağını bilse de halkı kandırma geleneğini ortadan kaldırmak istiyor. En azından öyle görünüyor ! Üç yıl içinde, belirli eğim ve rakımın haricindeki arazilerden fındığın sökülmesi hedefleniyor. Amaç; fazla üretimi sonlandırmak. Söküm gerçekleştirilen bahçelerde alternatif ürün yetiştirenler desteklenecek. Peki, bu kâğıt üzerindeki kadar kolay mı? Teori ile pratiğin hangi ölçüde örtüştüğü yeterince hesaba katıldı mı? Yoksa iyi niyetlerle yola çıkılmasına rağmen, yine gaflete düşülerek hakikatler göz ardı mı edildi? İlk sualden başlarsak cevaplamaya; çoğu zaman, evdeki hesabın çarşıya uymadığına şahidizdir. Söz konusu tarımsa, bin defa fikir jimnastiği yapıp, bir ama pir tatbik etmeliyiz projeleri. Aksi takdirde, toprak reformu basit bir genel 10 SAYI 10 / AĞUSTOS 2010

geye bakardı! Feodal sistem beş dakikada bitirildi. İkinci soruya da gönül rahatlığıyla olumlu cevap vermek imkansız maalesef. Dergi Haberexen’in bu ayki kapak dosyasında okuyacaklarınızla fazlasıyla aydınlanacaksınız. Üçüncü soruyu yanıtlarken, peşinen belirtmek isterim ki, gaflete düşmek ya da benzeri bir acziyeti hükümete şahsen layık görebileceklerden değim. İç ve dışa dönük faaliyetlerini yakından takip etmekteyim. Ancak iyi niyetin tek başına problem çözmediği de acı bir gerçek. Ayakları yere basan tedbirler vizyona koymak gerekiyor. Bürokratlar sahaya inmeli. Ankara’nın ofis odalarından Türkiye’yi teşhis ve tedavi etme dönemi yavaş yavaş nihayete eriyor. Farkına varmayanlara şimdiden günaydın! Fındık rekoltesi ihtiyacı hangi oranda aşıyor? Randımanlı fındıkta arzu edilen noktada mıyız? İhracatımızın, günümüz şartlarında doyuma ulaştığından söz edilebilir mi? Bu harika bitkiyi iç ve dış piyasalara tanıtabildik mi? Müteşebbislerimiz entegre tesisler kurup çeşitli mamuller elde etmede niçin bu denli iştahsız? Genel ataletin tabii bir yansımasıyla mı karşı karşıyayız? Birilerinin keyiflerinden fındık kırdıklarına eminim. Şartlar değişse de bu züm-

renin kazancı ırgalanmıyor bile. Menfaat ve çıkar peşinde koşanlar yarışta ön sıraları işgal ediyor. Uzak sayılamayacak bir gelecekte, tamamına yakınının piyasadan silineceklerine yürekten inanıyorum. Pratikle çakışmayan iyi planlarla, sadece fındıktan dahi çok kazanabileceğine inanmayanların ufuksuzluğunun faturasını Karadenizlilerin hepsi ödemeyecek artık. Bafra ve Çarşamba ovalarının mümbit ovaları fındık ağaçlarıyla donatılmalı düşüncesini elbette benimsemiyoruz. Ama fındığı kanserli bitki statüsüne geriletmemeye de tümden razı değiliz. Fındığı kırıp, yılanı deliğinden çıkaran mahir ellere bir çağrım var: Bu değerli bitkideki üstünlüğü basit hesaplara kurban etmeyin. İnanın bereketine. Siyasetçileri fındık bahçenize sokmayın. Fındık bahçesini yılda bir defa, o da toplamaya geldiğinde görenler, yaşadığınız metropollere döndüğünüzde eşe dosta; arkadaş ve komşulara da dağıtın biraz bu sağlık iksiri yemişten. Fıstık ve ceviz de çok güzel kuşkusuz. İnanın onların güzelliği fındığınınkini gölgeliyor. Bir gün alışkanlıklar ve tercihler zamanla değişecek. Herkes fındık yiyecek, hem de severek.



GÜNCEL

Şehir merkezindeki araç sayısı bir yılda 7 bin 601 arttı

Trafik ahtapotu Samsun’u boğmadan ! Samsun merkez nüfusu, 519 bin 601. Merkezdeki araç sayısı ise dışarıdan gelenler eklendiğinde 150 bini buluyor. Yani yaklaşık her 4 kişiden birine araç düşüyor. Eğer önlem alınmazsa şehir trafiği üç yılda kilitlenecek. Trafik Kazalarını Önleme Derneği İl Başkanı Dursun Kavuran, apartman bodrumlarındaki otopark uygulamasının süratle işlev kazanması gerektiğini söylüyor…

12 SAYI 10 / AĞUSTOS 2010


S

amsun merkezinde trafiğe tescilli araç sayısı yılın ilk 5 aylık dilimi baz alındığında, 2009’dan 2010’a 7 bin 601 arttı. 1 Haziran itibariyle merkezdeki miktar 120 bin 646. Türkiye Trafik Kazalarını Önleme Derneği Samsun Şube Başkanı Dursun Kavuran, dışarıdan gelenler eklendiğinde miktarın 150 bini bulduğunu söylüyor. Kaba bir hesapla, şehirde dört kişiye bir araç düşüyor. Araç yoğunluğunda işin sonunun nereye varacağı kestirilemiyor. Kavuran’a göre, görünen köy kılavuz istemiyor. Şehrin coğrafi konumu bu kadar aracı barındıracak kapasiteye sahip değil. Ara sokakların otoparka dönüşmesi, cadde üzerlerine çift sıra araç park edilmesinin sebebi bu. Samsun’daki trafik giderek içinden çıkılmazlaşıyor. Durum gayet açık; böyle devam ederse, şehirde ne araç park edilecek ne de yürünecek yer kalmayacak. İnsanların sürekli stres halinde dolaştığını vurgulayan Kavuran, “En ufak bir tartışma istenmeyen görüntülerle son buluyor. Bugün Samsun merkezde 120 binin üzerinde araç bulunmakta. Bu sayıya dışarıdan gelen araçlarda dahil edildiğinde 150 binin üzerine çıkıyor. Samsun ne altyapı, ne de otopark sayısıyla böyle bir kapasiteyi kaldıramaz. Bu iş ancak ve ancak valilik, belediyeler, kamu kurumları ve sivil toplum örgütlerinin ortak hareketiyle çözülebilir. Herkes kendi üzerine düşen görevi mutlaka yapmalıdır.” diyor. Konunun çözümü, çözümsüzlüğü tetikleyen yanlıştan dönmekte aslında. Apartman altlarındaki otoparklar işlevsel hale getirilmeli. En azından bundan böyle yeni binalarda otoparksızlığa izin verilmemeli. Kavuran, aksi taktirde şehri hangi sonucun beklediğini şöyle anlatıyor: “Buna müsamahakar davranıldığı takdirde fazla değil üç sene sonra Samsun trafik açısından kilitlenecek, hiçbir kavşaktan uzun süre beklemedikten sonra geçiş mümkün olmayacak. Samsun’da bir çok binanın bodrum katları imar izninde otopark olarak gösterilmesine rağmen, binayı yapan müteahhit tarafından işgal edilerek, depo yada dükkan şeklinde kullanılmakta. Buraların derhal asli işlevine geri döndürülmesi lazım. Burada

yerel belediyelerimize büyük görevler düşüyor. Alacaklar ellerine projeleri ayda bir mahalle olmak üzere bu tür yerlerin tespitini yapacaklar. Bu yapıldığı takdirde trafiğimiz bir nebze olsun rahatlayacaktır.” İlkadım İlçesi’nde artık otoparka tahsis edilecek alan bulunmadığına dikkati çekiyor: “Bu nedenle acilen belediyemizin alanlar istimlâk ederek buralara katlı ve çok katlı otoparklar yapması zaruri bir hal almıştır. Bunu yapmadıkları takdirde bugün itibariyle yüzde 60’ı otopark olarak kullanılan sokaklarımız, üç sene sonra adım atılamayacak, bırakın acil durumlarda ambulans veya itfaiye araçlarının geçiş yapmasını yayalar dahi yürüyemeyecek hale gelecek. Şu anda kentimizde var olan iş merkezlerinin bulunduğu binaların altında bulunan otoparkların yeterli olduğuna inanmıyorum. Kanıt isteyen kent merkezinde ya da Atakum İlçemizde bulunan iş merkezlerinin çevrelerine, varsa otoparklarına baksın. Vatandaşların araçlarını cadde ve sokaklara park etmelerinden dolayı hem trafik aksıyor, hem de trafik kazalarına zemin hazırlanıyor.” Özellikle 100’üncü Yıl ile Atatürk bulvarlarıyla Atakum istikametinde yollar çift sıralı park işgalinde. Kavuran, “Atakum istikametindeki trafik kazalarının başlıca sebebinin bu.” iddiasını ortaya atıyor. Büyükşehir Bele-diyesi ve alt kademe belediyelerinin yaya geçitle-

İstatistikler, 2010’un ilk 6 ayında şehir merkezi ve çevresinde 7 bin trafik kazasının meydana geldiğini söylüyor.

rinde ve yol bölünmelerinde standart bir çizim uygulamadığını ileri sürüyor: “Karayolları dahi şehir merkezindeki kendilerine düşen bölümde bu işaret ve işaretlemeleri yerinde ve zamanında kullanmamışlardır.” Kavuran, kamuoyuna açıklanan kaza istatistiklerinin gerçeği yansıtmadığını savunuyor. Maddi hasarlı olaylarda sürücülerin aralarında anlaşarak imzaladıkları “kaza tespit tutanaklarının” kayıtlara girmediğini söylüyor. Sadece 2010 yılının ilk altı ayında Samsun il merkezi ve çevresinde 7 bini aşkın kaza gerçekleştiğini ifade ediyor: “Emniyet ve jandarma resmi kayıtlarına bakıldığında ise bu oran yaklaşık 2200 civarında. Sadece Samsun merkez ve çevresinde ilk beş ayda 30’a yakın ölümlü trafik kazasının yaşanması konunun ehemmiyetini bir kez daha gözler önüne seriyor.” Kazaları salt polisiye tedbirlerle engellemek zor. Bilinçlenme ve cezaların caydırıcılığı şart. Trafik kurallarına uyulmamasının kazaları çoğalttığını belirten Kavuran, “Ehliyet almak araç kullanabilmek için yeterli değildir. Ehliyet almak isteyenlere yetersiz eğitim verilmesi ve bu kişinin bir süre sonra trafiğe karışması gerçekten büyük tehlike arz ediyor. Kazasız bir trafik istiyorsak sürücülerin trafik kurallarına uyarak, kursta öğrendiklerini bire bir uygulaması gerekmektedir. Öğrenilenleri hiçe sayarak araç kullanılmamalıdır” diyor. Kavuran, TBMM Genel Kurulu’nda kabul edilen Karayolları Genel Müdürlüğü Teşkilat ve Görevleri Hakkındaki Kanun ile bölünmüş yollardaki hız sınırının 110 kilometreye çıkarılmasını eleştiriyor: “Bu karar gerek yol mühendisliği gerekse sürücülerin Türkiye’de çok yetersiz direksiyon eğitimi alması nedeniyle daha çok ölümleri tetikleyecektir. Kanun yürürlüğe girdiğinde hız sınırı, yüzde 10 sollama toleransıyla 121 kilometreye çıkacak. Yapılan hatalardan ders almayan bir millet olduğumuz bir kez daha gün yüzüne çıkıyor. Hızdan dolayı 1 kilometre artış, riski yaklaşık 3 kat artırıyor. Hızın artması halinde yaralanma kat sayısı karesi ile ölüm oranı da dördüncü kuvvet ile artmaktadır. Türkiye’de trafik kazalarındaki toplam ölümlerin yaklaşık yüzde 50’si de hızdan kaynaklanıyor.” 13 SAYI 10 / AĞUSTOS 2010


İŞ DÜNYASI

Samsun’un köklü firmalarından

Resman, büyük oynuyor

Resman AŞ Genel Müdürü Resul Tüfekçi, “İstanbul’da olsaydık ‘Resman’ şimdiki halinden iki ya da üç kat daha güçlü olabilirdi. Ama babam, ‘Biz Samsun’da kazandık, buraya yatırım yapacağız, bu şehirde istihdam sağlayacağız” dedi. Biz böyle bir inanışla geldik. Biz Samsunlu’yuz. Burası bizim memleketimiz.” diyor. Vedat ATICI

S

amsun’da üç kişi bir araya gelse mutlaka sohbetin ana konulardan biridir ‘kozmopolitlik’. İşadamları, siyasiler ve yöneticilerin şehre yeterince sahip çıkmadığından yakınılır hep. Yayın hayatına başladığımız ilk günden bu yana, şehir için bırakın elini, gerektiğinde tüm vücudunu taşın altına koymaya hazır iş adamlarımızın sesini duyurmaya çalışmaktayız. Ağustos sayımızda ise ‘Samsunluluk sevdasını’ bayraklaştıran Resman’ı konuk ettik sayfalarımıza. Resman Cam Sanayi Ticaret A.Ş. 1957 yılında kurulan Samsun’un köklü firmalarından. Şu anda üçüncü kuşak yönetiyor. Uzun yıllardan beri cam sektöründe. 2003’te pazardaki açığı da görerek alüminyum cephe giydirme işine de giriyor. 2005’te ise faaliyet 14 SAYI 10 / AĞUSTOS 2010

sahasına plastik pencere ve kapı profili üretimini de katıyor. Merkez Organize Sanayi Bölgesi’nde 23 dönüm üzerine konuşlanan fabrikada 180 kişi çalışıyor. Türkiye’nin belli yerlerinde plastik depoları ve 200’den fazla atölyesi var. Camdaki geçmişi çok eski, haliyle müşteri portföyü de geniş. Alüminyumda yeniler ama büyük ölçekli projeleri üstlenmişler. Resman Genel Müdürü Resul Tüfekçi, sektörde çok sayıda firmanın kıyasıya rekabet ettiğini belirterek, hiçbir zaman kaliteden tavizi, gramaj eksiltmeyi akıllarına bile getirmediklerini; sonuna kadar teknik katalogdaki bilgilere sadık kalacaklarını söylüyor. Tüfekçi, “Makine alırken hangi ülke o makinede daha iyiyse, kapasitesi daha üstünse, ona yönlendik. 1992’de ısıcam

imalatına başlarken, Lisec marka ısıcam hatları, kesim hatları aldık. 1995’de cam işlemeye girerken, Bavaloni ile beraber başladık. Alüminyum’da Elumatec ile devam ettik. Plastikte kalıplarda Avustralya’da Greiner firması ile imalata başladık. Bu dediğimiz markalar pahalıydı ama biz yaptığımız araştırmalarda piyasanın en iyisi olduğu sonucuna vardık. Pazarda bizi en çok mutlu eden nokta; profilimizi her götürdüğümüz atölyeye veya her tanıştırdığımız firmaya “Bu gerçekten iyi bir profil” dedirtmemiz. Yani bizim firmamızın ürününün beğenilmesi birinci lige konması bizi çok mutlu ediyor.” diyor.


Resman’da kaliteden tavizi düşünmek bile yasak. Katalogda ne yazıyorsa o. Tüfekçi, “Bu gerçekten iyi bir profil” dedirtmemiz. Yani bizim firmamızın ürününün beğenilmesi birinci lige konması bizi çok mutlu ediyor.” diyor.

Resman iş sahasını genişletirken, müşterilerine de örnek oluyor. Camda birlikte iş yaptıkları şirketlerin ısıcam ve plastik pencere imalatına yönelmelerini de sağlamışlar. Atölyelere bitmiş doğrama ürünü arz etmişler. Bu yaklaşım cirolarını menfi yönde etkilese de pişman değiller: “Türkiye’nin her yerinde satmıyoruz ama biz akşam eve gelip yatağımıza yattığımız zaman, başımızı yastığımıza huzurlu koyuyoruz. 2005 yılından beri verdiğimiz hiçbir ürünü geri almadık. Hiç hatalı bir ürün piyasadan toplamadık. Türkiye’nin her yerinde, sağında da, solunda da malzememiz çalıştı.”

Üçüncü kuşak yöneticilerden Tüfekçi, firmadaki büyümenin yakın şahitlerinden. Başlarken fabrika sahasının 12 bin metrekaresi açık, bin 500 metrekaresi kapalıdır. 2000’den sonra yan taraflardaki parsellerin de dahiliyle 15 bini kapalı 24 bin metre kareye genişler. Sadece şehrin değil, bölgenin en büyük cam işleme tesisidir artık. Plastikte de son teknolojiyle üretim gerçekleştiriliyor. Stokluluk prensibiyle alüminyumda hızla hareket edebiliyor Resman. Şimdi, Karadeniz’in simge şirketlerinden biri. Tüfekçi, “Kırılma, dağılma, renk bozulması gibi sıkıntıyla karşılaşmadık. Profil kaplamada da, en iyisiyle çalışıyoruz. 15 SAYI 10 / AĞUSTOS 2010


İŞ DÜNYASI Hammadde de bu işin en iyileriyle işbirliği içindeyiz. Kalite standardı ilkesini kesinlikle bozmuyoruz. Malımızda 1’inci sınıfız, diyoruz. Malımızı 1’inci sınıf işleyecek insanlar yine 1’inci sınıf hizmet vererek tüketiciye ulaştıracak. Kendimize bunu misyon edindik, bu yolda ilerliyoruz.” diye konuşuyor. Tüfekçi’nin şu ifadeleri, Samsun’da boy gösterip kapağı başka şehirlere atanlara ders ve ibret niteliğinde: “Resman, İstanbul’da şimdiki halinden iki ya da üç kat daha güçlü olabilirdi. Ama babam, ‘Samsun’da kazandık. Buraya yatırım yapacağız. Bu şehirde istihdamı sağlayacağız’ dedi. Böyle bir inanışla geldik. Biz Samsunlu’yuz. Burası bizim memleketimiz.” Plastik işine müşterilerinin zoruyla girmişler: “Biz Türkiye’de şu üründen, bu üründen alıp işliyoruz. Bizim niye bölgemizde böyle bir firma yok. ‘Niye siz bu ürünü üretmiyorsunuz?’ dediler. İyi de yaptık. Cam var, PVC var, Alüminyum var. Yani bir paket hizmeti oldu.”

16 SAYI 10 / AĞUSTOS 2010

Tanıtım ve reklam büyümenin ya da büyüdüğünü bildirmenin kaçınılmaz yolu. Tüfekçi de farkında, işin bu cephesindeki açığın. Eksikliği, şehirde profesyonel çapta ajans hizmeti sunulmamasına bağlıyor: “Bir iki deneyim geçti başımızdan bu konuyla ilgili. Arkadaşlar açıyor. Bir sene sonra kapatıyorlar. Sıkıntılı oluyor. Şu anda fabrikamda, inşaat halinde olan yerlerim var. Komple inşaat alanımı bitirdikten sonra, kurumsal kimliği zaten kazanmış durumdayız. Bahsettiğim sorunu ise sonraki yıllarda profesyonel bir ajans ile beraber çözme yoluna gideceğiz. TV ve radyo çalışması ile adım atacağız. Yavaş yavaş ama emin adımlarda ilerleyeceğiz.” Zaman zaman sektör dergilerinin kendileri adına stratejik sayılarında reklamlarının yayımlandığını anlatan Tüfekçi’nin meselenin kökten halline dair planları da söz konusu: “Aslına bakarsanız reklam hakikaten başlı başına bir iş. Birini bu iş için ayırsanız, ancak baş edilebilir. Yoğunluk içerisinde neye reklam verip neye vermeyeceğimizi noktasında

zaman, zaman biz de karamsarlığa kapılıyoruz. Ancak önümüzdeki aylarda ciddi bir reklam ajansıyla anlaşıp reklam çalışmalarını ufak da olsa başlatacağız. Belki bölgesel çalışmalardan sonra ulusal televizyonlara reklam vererek adım adım ilerlemeyi düşünüyoruz.” Resman’ın ihracat politikasına da değinen Tüfekçi, Romanya, Libya ve Gürcistan ile çalıştıklarını söylüyor. Bilhassa Gürcistan’a yoğunlaştıklarından söz ediyor: “Kapı açıldığından beri oradayız. İhracatımız düşük. Biz esasında ilk önce yurtdışına açılırken 2005’de 60’lık üç odacıklı seri ile çıktık. 2008’de 70’lik 5 odacıklı ile 60’lık 4 odacıklı serilerimizi tamamladık. İlk girdiğimizde 17 kalıbımız vardı. Şimdi 38. Yurtdışına çıkmadan önce ‘70’liğim yok veya benim 60’lık 4 odacığım yok demek’ bize çok ters geldi. Firmamı olumsuz etkileyemem diye düşündüm. Bunu tamamlamamız gerektiğine inandık. Nitekim tamamladık. 2009 yılında iyi bir fuar organizasyonu yaptık. 15-16 tane ülke seçtik. Bunlarda fuarlara aktif olarak


katılalım istedik. Fakat kriz patlak verince frene bastık. Bundan sonraki zamanlarda, yine sektör dergilerinde, birçok fuarlarda yer aldık. İhracatta çok iyi yerlerdeyiz diyemeyiz. Ama şu anki yaklaşık 6 aydır yurtdışından gelen talepler ile artık markamızın sektörde bilindiğine olan inancımız arttı. Önceden biz 2005 yılında fuara ilk katıldığımızda Resman ne ? Nereden çıktı ? Alman firması mı ? Kimdir ? Nedir ? gibi söylemler oluyordu. Geçen sene fuara gelen ziyaretçiler “Ben bu firmayı biliyorum. Çok doğru bir ürün üretiyor ” demeye başladı. Ve ben de bu sene fuarda hiçbir doğrama koymadım. Sadece kesitini koydum. Dedim ki ben marka imajı oluşturacağım. Benim zaten profilim biliniyor. Benim ile çalışmak isteyen de şartları sağlarsa çalışırız.”

Amacımız çok büyük satış cirosu ve rakamlarına ulaşmak değil. Örneğin pazara ilk girdiğimizde, cam müşterilerini Resman’ın PVC halkasına dahil ederek yaptığımız ilk büyük çıkışın ardından yavaşlama kararı aldık. Karadeniz’de güçlüyüz. İç Anadolu, Güney Doğu Anadolu, Akdeniz ve İstanbul’da varız.” Tüfekçi’ye göre global ekonomik kriz hala tam manasıyla atlatılabilinmiş değil. Eğer gerçekten bitseydi Yunanistan ve bir çok Avrupa ülkesindeki iflas sinyalleri yanmazdı. Türk firmalarının ağır tahrip

görmemesinde, bir takım önlemleri devreye sokmaları rol oynadı. Resman da krizin soğuk yüzüyle karşı karşıya kalmış: “Kontrollü hareket etmeye çalıştık. Eskiden belki sınırsız açmış olduğumuz kredi limitlerini çekmek zorunda kaldık. Sistemle çalışana yine her türlü imkânı sağlamaya çalışıyoruz. Büyük bir pazardayız. Firma çok. Pasta belki çok küçüldü. Ama şimdi ben bakıyorum bizim bayileri yokluyorum. Hepsinin işi var. “Niye var?” Tek kelimeyle cevabı şu: ‘Ben işimi doğru yapıyorum’. Her gittiğim yerde bana artı müşteri geliyor.”

Sözlerinin arasında kaliteden ödünsüzlük ilkesinin bir bedeli bulunduğunu da kaydediyor Tüfekçi: “Fiyat marjları her sektörde olduğu gibi, bizde de düşüyor. Zaten çok kar etmek peşinde değiliz. Ürünümüzün hakkını alalım. Hakkı ile de piyasada değerini bulsun istiyoruz. Sektörde küçük ama sağlam adımlarla büyümeyi hedefliyoruz. 17 SAYI 10 / AĞUSTOS 2010


YAŞAM

Allah K9’lara muhtaç bırakmasın !

Allah, hiçbir gün Samsunluları K-9’lara muhtaç bırakmasın. Ama önce tedbir ilkesi bilinciyle onlar 19 Mayıs Şehri’nde göreve amade bekliyorlar. Nedir bu K9, bir şifre mi diye merak ettiyseniz, buyurun dosyamızı okumaya! Mustafa BİLİK

C

anine İngilizce’de “ Canine familyasından gelen” anlamındadır. Köpek ve kurt gibi köpekgiller de “Canine familyası” dâhilindedir. Canine sözcüğüyle genellikle ‘köpek’ ifade edilir. Cümle içinde kullanıldığındaysa ifade, ‘köpekle ilgili’ diye değişir. Nine de aynı dildeki 9 rakamının karşılığıdır. Bu bilgileri K9’u açıklamak için verdik. Canine ile K-9’un telaffuzları ortaktır. Bu kadar detaylandırmaya değer miydi bilemiyoruz ama anlattıklarımız şöyle özetlenebilir: CANINE: CA (K)-NİNE (9) CANINE=K9 18 SAYI 10 / AĞUSTOS 2010

K9, belirli standartlarda eğitimden geçmiş polis ve asker köpeklerinin kısa adı. İlk önce Amerika Birleşik Devletleri’nde (ABD), ardından da tüm dünyada benimsendi. Terimden habersiz pek çok kişi, halk dilinde yerleşen ‘Alman Kurdu’ ya da ‘Alman Çoban Köpeği’ ile karıştırmakta. Zekidirler ve sahiplerini memnun edici hareketleri sergilemekten zevk duyarlar. Samsun Büyükşehir Belediyesi bünyesinde K9’lardan dört tane var. Olası bir depremde bizim veya bir yakınımızın

hayatını kurtarabilmek için eğitiliyor ve yetiştiriliyorlar Hiç arzu etmesek de dünya bu ya, bir gün herhangi birimiz onlara muhtaç kalabilir. 1999 depreminde yakınlarını kaybeden Ahmet Uygun, 2001 yılından bu yana Samsun Büyükşehir Belediyesi’nde çalışmakta. Bu yüzden tektonik sarsıntı kuşağındaki Türkiye’de bu tür köpeklerin öneminin farkında. 3 yıl önce İtfaiye Daire Başkanlığı’ndaki görevine atandığında “K9 Arama ve Kurtarma Birimi” kurmak için kolları sıvar. Eski bir emniyet men-


subudur. Narkotik ve bomba detektörü köpeklerle iç içe kalmıştır yıllarca. Daire Başkanı Hasan İnce ve Büyükşehir Genel Sekreteri Kenan Şara’nın birimin oluşumunda yoğun destek verdiğini vurguluyor. İtfaiye eri Şevket Cemal Coşkun ve Ahmet Uygun, Ankara İtfaiyesi’nde K9 eğitmenliği konusunda eğitim ve sertifika alır. Eğitim sırasında kendilerine eşlik eden dört Alman kurdu ve sertifikalarıyla Samsun’a döndüklerinde, Karadeniz’de ki ilk ve tek İtfaiye K9 Arama ve Kurtarma Birimi kurulmuştur artık. Birimdeki dört köpeğin birbirinden ilginç özellikleri var. Zeyna, 9 yaşında. Biraz kocamış sayılıyor ancak bir hayli tecrübeli. Bu özelliği sayesinde ekibin gözdesi. 2003 yılında arama kurtarmada ülke şampiyonu. Uzun yıllar hizmet ortaya koyduğu Ankara İtfaiyesi’nce hibe edildi. Aşkar, henüz 13 aylık. Görünümü, yaşının iki katı gibi. Yeni doğuran Zeyno, 4 yaşında. Eşi ise Bulgar polisine ait bir narkotik detektör köpeği. Annesi arama kurtarma uzmanı, babası da narkotik detektörü. Yavruları şimdiden, her biri aynı genetik özellikleri taşıyacağından iyi birer K9 adayı. Bulgar polisi babalık hakkı doğrultusunda, Zeyno nun yavrularından bir dişi bir erkek yavru talep ediyor. Narkotik ya da bomba detektör köpeği eğitimi görecekler. Şiva da ekibin gözdelerinden. Medyayla arası sıkı. Sable cinsi Alman kurdu. Performansıyla göz kamaştırıyor. Grubun en hareketlisi. Samsun’un K9’ları, İlkadım ilçesi Çay

Mahallesi’ndeki kentsel dönüşüm enkazı yıkık binalarda, ‘ezber’ yerine ‘ şartlı refleks’ tekniğiyle yani ‘ödül sistemine dayalı’ eğitiliyor. Eğitimin tek amacı, enkazda canlı insan bulmak. Ölü insanla zaman kaybetmiyorlar. Sağ kalan kişiyi kokusundan ayırt ediyor. Tespitini havlayarak duyuruyor. K9 köpeği yetiştirilmesindeki püf noktaları ve çalışmaları anlatan Uygun, “Her şeyden önce yetiştirilecek köpeğin bazı özellikleri taşıması gerekiyor. Köpeğin nu özellikleri taşıyıp taşımadığının belirlenmesinde 3 temel unsur var. Bu üç unsur olmazsa olmaz kırmızı çizgiler anlamına geliyor. Bir tanesi eksik olursa diğerleri üstün derecede iyi olsa da köpek K9 olamıyor.” diyor. İki ay sonra anne sütünden kesilince

yavrular arasında seçim yapılıyor. Yavruda aranan ilk kriter cesaret. Köpeğin arkası dönük iken yere yüksek ses çıkartıcı sert bir cisim atılır. Böylece köpeğin refleksi ölçülür. Korku refleksi gösterir ya da kaçarsa, eleniyor. Korkmayıp sesin geldiği yöne dönerek olanları anlamaya çalışırsa sınavı geçiyor. Bu davranış cesaretine işaret ediyor. İkinci kriter oyundur. Yavrunun oyun gücü dört aylıkken gözleniyor. Bir K9 köpeğinin oyundan hoşlanmaması düşünülemez. Oyuna isteklilik ve hareketlilik şart. Kriter de yükseklik korkusu. Böyle bir korku, K9 adayı için büyük bir özür. Daha doğrusu görevini yerine getirmesinde ciddi bir engel. Korku derecesi, testle belirleniyor. Örneğin ayakları sallanan bir masanın üzerine konuyor. Masa sallandığında korkmayıp ayakta durması gerekiyor. Korkuya çöküyorsa, başarısızdır. Bu üç özellikten birisi dahi eksikse yavru K9 sınavını kaybediyor. Üç özellik ortalama on bin köpekten birinde bulunuyor. Sakin ve uyumlu dişiler daha makbul. Erkek daha agresif. K9 çiftleştirilmesinde saf ırk arayışı yok. Anne ve babanın K9 özellikleri taşıması esas. K9’luk kan ve genlerle yavruya taşınıyor. K9 Alman kurdu ile K9 Golden Retriever’ın çiftleşmesi; birisi K9, diğeri değil iki Alman kurdunun çiftleşmesinden daha tercih edilir. Deprem akabinde yaralıların bir an önce enkaz altından kurtarılmasına uğraşılır. 19 SAYI 10 / AĞUSTOS 2010


YAŞAM

Samsun Büyükşehir Belediyesi İtfaiye Dairesi’ndeki arama ve kurtarma biriminde dört K9 köpeği görev yapıyor. Saniyeler ve en ufak ses dahi hayati önemdedir. Arama ve kurtarma faaliyetinde eğitimli köpekler büyük iş görüyor. Bu gerçeği sarsıntı risksiz ülkeler de biliyor. Arama kurtarma köpeklerinin eğitimi diğerlerinden farklı. Çünkü buradaki amaç insan kurtarmak. Bu köpekler enkaz altındaki ölü ve diriyi ayırabiliyorlar. Böylece ölüden ziyade zaman kaybetmeden yaşayan yaralıya yöneliyor. Bir K9 eğitmeninin en büyük korkusu, görev anında köpeğe hükmedememesi. Küçük riskler dahi göze alınamıyor. Eğitimlerine ömür adanıyor. Ayrıca arama kurtarma köpeği eğitmenliğinin normal bir itfaiye erine hiçbir katkısı yok. Aksine normal mesai haricinde, özel hayatından 4-5 saat feragat ettiriyor. Bu bir gönül işi. Testlerden geçen köpeklerin önce sosyalleşmesi sağlanıyor. Eğitim öncesi yetiştirildikleri alanlarda civciv ve kedi gibi hayvanlarla haşır neşir oluyorlar. İnsanlara alıştırıyorlar. Bu kurala dikkat edilmediğinde, enkazda canlı ararken konsantrasyon kaybı söz konusu. Örneğin gözleri hiç gereksiz yere bir köpeğe takılabilir. Bu durum bir eğitmen için sertifikasını yırtıp atmasını gerektirecek düzeyde utanç verici bir tablodur. Uygun’un tabiri ile ‘Ülkeyi terk 20 SAYI 10 / AĞUSTOS 2010

edip gitmeli’. İnsanların canlı aramasını beklediği köpeğin bir kedinin peşinde koşturması, eğitimcinin bittiği andır. K9’lar, iş makinelerinin, sirenlerin gürültülerine de alıştırılmalı. Narkotik veya bomba köpekleri belli çalışma alanları içinde çalışırken, arama kurtarma köpekleri gürültü ve karışıklıklar arasında tonlarca beton yığının altında canlı aramak zorundalar. Arama kurtarma köpeklerinin eğitimleri de diğer tüm dallardaki gibi temel itaat eğitimi ile başlıyor. YÜRÜ: Köpek emredince yürür, OTUR: Sessizce oturup, 2’inci bir komuta kadar o pozisyonda kalır. YAT: 2’inci bir komuta kadar yatar. BEKLE: Otur veya yat pozisyonunda uzun müddet bekler. KAL: 4 ayağı üzerinde hareketsiz olur; taranır, yıkanır veya veteriner kontrolünden geçer. GEL: Çağırılınca gelip, tam önünüzde oturur. 2’inci bir komutu bekler. Ardından enkaz üzerindeki eğitime sıra geliyor. Çalışmada, görev anında köpeğin eğitimcisince yönlendirilmesi sağlanıyor. Köpek vücut lisanından anladığı için el hareketleri veya yönlendirmeler ile en

kaz üzerinde geziniyor. Enkazda gezinen ve seslere alışan K9, artık enkazda yaralı kovalamak için eğitilmeye hazırdır. Bundan sonrasında ilkin havlatma eğitimi veriliyor. Neticede köpek enkaz altında karşılaştığı yaralının yerini havlayarak bildirebilir. Bu öyle kolay değil. Oyun gücü yüksekliği kıstasının gerekliliği bu eğitimde ortaya çıkıyor. Köpek oyunu ve oyuncağı severse bu eğitimi başarabiliyor. Köpek bir yere bağlanıyor ve karşısında onun en sevdiği oyuncakla oynanıyor. Ta ki köpek havlayana kadar. Bu bazen günler alabilir. Havlama gerçekleştiği anda köpeğe oyuncağı verilir köpek mutlu olur bu sayede köpek havladığında mutlu edileceğini anlar. Bu eğitim tekrarlanarak köpeğe pratiklik kazandırılır. Ancak köpeğin enkaz altındaki yaralıyı bulduğunda havlaması sağlanmalı. Bunun ilk ayağı da havlama kutusudur. Eğitmenlerden birisi karanlık bir barakanın içine girer. Dışarıdaki eğitmen köpeğin oyuncağını içeri atar. Böylece köpek içeride ki eğitmenden havlayarak oyuncağını ister. Bu eğitim köpeğin enkaz altındaki yaralıya havlayarak ondan oyuncak istemesine sebep olur ve böylece enkaz altında ki yaralı tespit edilir.


Aslında bu köpekler depremde enkaz altında yaralıyı değil oyuncağını alabileceği canlı birini arıyor. Oyuncağımı verin manasında havlıyor. Sonra köpek kokuları ayırt edebilsin diyerek köylerdeki ahırlara gidilir. Eğitmenlerden Şevket Cemal Coşkun hayvan pisliklerinin içinde yuvarlanarak kendi kokusunu üzerine sinen pis ve keskin koku ile sakladıktan sonra ahırın bir yerine gizleniyor. Ahıra bırakılan köpek eğitimcisini bulmalıdır. Oyuncağını elde etme isteği ile köpek eğitimcisinin yerini tespit eder ve ondan oyuncağını alır mutlu olur. Bu eğitim enkaz altında çeşitli kokuların yaralının kokusunu bastırabileceği düşünülerek veriliyor. Depremde en önemli unsur zaman. Bazen enkaz altındaki bir yaralının hayatı saniyelere bağlıdır. Bu nedenle köpek bir cesetle vakit oyalanmamalı. Sadece canlılara ve yaralılara odaklanmalı. Köpeğin canlı ve ölü insan kokusunu ayırt edebilmesinin sağlanması için Ahmet Uygun morgdaki çekmecelerden birinin içine gizleniyor. Diğer çekmecelerde ölüler var. Köpek burada yine canlı insanı yani eğitimcisini bulmak ve bu sayede oyuncağına ulaşmak arzusundadır. Bu

nedenle ölü ve canlı insan kokusunu birbirinden ayırt etmeye, bu sayede enkaz altında ölüleri değil yaralıları bulmaya meyleder. Eski bir emniyet mensubu Uygun için ölüler ile iç içe morgda yatmak sorun değil; ancak bunu her eğitimciden beklemek de haksızlık. Bu köpeklerin mutlu edilmeleri çok önemli bir detay. Sadece görevlerini başardıklarındaki an değil, tüm hayatları mutlu geçmeli ki köpekten verim alınabilsin. Aksi takdirde heveslerini kaybedebilirler. Bu nedenle iyi beslenmeli, bakılmalı, sık sık oyun oynayarak ve dolaştırılarak mutlu edilmeliler. Bunların hepsi fedakâr eğitimciler sayesinde gerçekleştiriliyorlar. Arama kurtarma köpekleri enkazda en az iki köpekle çalıştırılıyor. Asla tek köpek ile enkazda arama kurtarma çalışması yapılmaz. İnsanlardaki gibi o gün kendini iyi hissetme ve hissetmeme hissi köpeklerde de vardır. Yani o gün köpek moralsizdir. Canı sıkılabilir. İşini tam yapamaz. Bu sebeple depremde riske girilmeyerek en az iki köpekle arama ve kurtarma faaliyeti yürütülür. K9 eğitimlerine ilişkin insanlarımızın doğru bildiği yanlış ve yanlış bildiği

doğrular o kadar çok ki; eğitimciler Ahmet Uygun ve Şevket Cemal Coşkun bu konuda kitap yazmayı bile düşünüyorlar. Türkiye’de köpek eğitimcilerinin ise kıymeti yok. Bu da eğitimciler için büyük bir problem. Samsunlu eğitimciler, eğitmen eğitimciliği kursları verebilmek için Tarım Bakanlığı ile görüşüyor. Şu anda Türkiye’de köpek eğitmenliği belgesi düzenleyecek kurum yok. Yurtdışındaki kurslardan alınacak belgeler ise kanun gereği Milli Eğitim Bakanlığı’nca onay gerektiği için geçerli değil. Ahmet Uygun bu konuda şunları söylüyor: “Bizler büyük bir ihtimalle Ankara’ da katılacağımız eğitim seminerinin ardından eğitimci yetiştirmeye hak kazanacağız. Karadeniz bölgesinde eğitmen olmak isteyen kişiler Samsun’a gelerek bizim verdiğimiz eğitimlere katılacaklar. Bizim onayımız ile köpek eğitmeni olabilecekler. Samsun’un bu konuda pilot il olması için mücadele veriyoruz. Çünkü Samsun için gerçekten çok prestijli bir durum oluşacak. Samsun kamuoyundan bu noktada destek bekliyoruz. Güzel şehrimiz için bu büyük ve önemli imajı kaçırmamalıyız.”

K9 köpeklerini eğitmek çok zor. Öyle ki, deprem sonrası enkazda canlı ararken bütün dikkatlerini buna vermelerini sağlamak gerekiyor. Cesetlerle vakit kaybetmemeliler. Çevredeki kedi ve diğer evcil hayvanlara odaklanarak konsantrasyon kaybına uğramamalılar.

21 SAYI 10 / AĞUSTOS 2010


RÖPORTAJ

Samsun Emniyet Müdürü Çelik’e göre kavgada silah ya da bıçağa sarılanlara mert denemez

Silah delikanlılık göstergesi değil

Güvenlik ile Terörle Mücadele daire başkanlıkları da yapan Çelik, “Adam bir fikrin tesirinde kalarak almış silahı eline ve dağa çıkmış. Buna delilik olarak bakıyorum. Felsefi ve fikri derinliği olmayan bir politikanın ürünüdür bunlar. Bütün gayretimiz; bu insanlar bu illegal yapıya bulaşmadan, kendilerine ve çevrelerine zarar vermeden nasıl engelleyebiliriz ve hayata kazandırabiliriz üzerine.”diye konuşuyor.

“Bilgimizle becerimizle görevlendirildiğimiz yerde gece-gündüz demeden, kanunun verdiği yetkileri uygulayabilmek ve bizden bekleneni verebilmek için çalışırız. Niye geldim, beni niye atadılar gibi bir düşünce içerisine girmeyiz” diyen, Çelik’in şu tespiti Samsunluları fazlasıyla memnun edecek cinsten: “Samsun geleceğe taşınan suç unsurunun azlığı nedeniyle yaşanabilir, huzurlu bir kent.” Vedat ATICI 22 SAYI 10 / AĞUSTOS 2010


S

amsun Emniyet Müdürü Hulu-si Çelik, beş sınıfın aynı anda eğitim gördüğü Sivas’ın Kangal ilçesine bağlı doğduğu köydeki okulun dördüncü sınıfındayken ailesiyle beraber İstanbul’a göçer. Babası inşaat işlerinde çalışmaktadır. “Hayatımı değiştiren insanlardan birisidir” dediği Fevzi isimli öğretmeni Anadolu’dan kopup gelen küçük öğrencisine tüm sevecenliği ve içtenliğiyle kucak açar. Bir yıl boyunca ilgisini esirgemez. O günleri anlatırken öğretmenini hala hayırla yâd ediyor Çelik. Hayat İstanbul’da hiç de kolay değildir Çelik için. Ortaokul yıllarında hem çalışmış hem okumuş. Kimya öğretmeni Fedai Güçyener’in, “Çocuklar kendinize bir hedef belirleyin ve o doğrultuda çalışın” telkinlerinden etkilenmiş. “Sen polis olacaksın” sözleri üzerine de polis koleji imtihanlarına girmiş ve kazanmış. 1978’de Ankara’da koleje başladığında mesleğin detaylarını pek bilmiyordur: “Daha sonra buradan mezun olduktan sonra komiser olacaksın dediklerinde sevincim bir kat daha arttı”. 1985’te bitirir koleji. Polistir artık. Yatılı okumuştur. Burada ulaştığı olgunluk ve içselleştirdiği disiplin anlayışı hayatını düzene oturtmada bir hayli işine yarar. Akademide ekol öğretmenlerce eğitildiklerini belirtiyor Çelik: “Okulu bitirip komiser yardımcısı olduğumuzda dünyayı değiştirebileceğimize inanıyorduk. Fakat zaman içerisinde diyorsun ki, hedeflerim, hülyalarım, hayallerim başka birinin hedefleri ve hülyalarıyla örtüşürse çok daha iyi oluyor. İnsanlara yardım edeceksiniz, insanları sevecekseniz. Sadece kendiniz için değil, çevreniz, dostlarınız, aileniz için de yaşamayı becerebilme kabiliyetine sahip olmanız gerekiyor.” Çelik’e göre polislik duyuların en fazla kullanıldığı mesleklerden: “Bu şu anlama geliyor. Birinin üzüntüsüyle üzülürken başka bir yerde düğün töreninde sevinçleri paylaşmak zorunda oluyoruz. Başka bir yerde toplumsal bir hadisede çıkmazdaki insanlarla beraber, kendilerine ve çevrelerine zarar vermeden nasıl medeni bir şekilde olayı atlatabiliriz onun hesabını yapıyoruz. Tüm bu şartlar altında, Türkiye Cumhuriyeti sınırları içerisinde halkın huzuru ve yaşayan tüm canlılara karşı duyarlı bir şekilde çalışma zorunluluğumuz var ve onun bilincindeyiz. Her şeyin başı bana göre sevgi ve anlayış. Size bir örnek vereyim. Odam-

da bulunan bir çiçek var. Geçtiğimiz günlerde bir haftalığına izne ayrıldım yapraklarını dökmüş.” Çelik, silahın caydırıcılığını ön plana çıkarıyor söyleşimiz sırasında. Dayak yerken dahi tabancayı aklına getirmeyen kişiye yiğit ya da mert denebileceğini söylüyor: “O tabancayı canına, namusuna, malına, ülkene haksız yere kasteden biri olduğunda aklına g e t i r e c e ksin. Bunun dışında silahın hangi

türünü kullanan olursa olsun o kişilerde ben mertlik görmüyorum. 20 yaşında bir gencin karşı tarafa daha fazla zarar vermek adına aklına bıçağın geliyor olması, o şahsın, o delikanlının yürekliliğinden, delikanlılığından kaynaklandığını sanmıyorum. Çünkü bu bir cesaret göstergesi değil korkaklığın göstergesidir. Bunun dışında şöyle de yanlış bir algı var. Adam bıçakladı, korkulacak adam. Yapılan dengesizliği korku salan bir hale getirmesini tasvip eder bir yaklaşımı çok hoş bulmuyorum. Bir ağacın ya da bir bitkinin yaşaması bizim hayatımızı olumlu yönde etkiler diye düşünürken başka bir insana karşı böyle bir hareket asla ve asla kabul edilemez.” Emniyet Genel Müdürlüğü’nde Güvenlik Daire Başkanlığı ve Terörle Mücadele Daire Başkanlığı görevlerinde de bulunan Çelik, teşkilat yapısının büyüklüğüne işaret ederek, birçok alanda uzmanlaşma gerektiğini vurguluyor. İnsanın tecrübeleriyle değer kazandığına inanıyor. Bunun yanı sıra bilimsel gerçeklere riayet edilmeli tabi ki. Kısaca realistlikten yana. Teşkilatının bu anlamda diğer kamu kurum ve kuruluşlarını geçtiğini düşünüyor. Değişik alanlarda 300 teşkilat mensubunun yurt dışında doktorasını yaptığı bilgisini aktararak, “Terörle mücadele anlamında da aynı paralelde lokal düzeyde değil farklı bir bakış açısıyla düşünmek gerekli.” diyor. Çelik, fikir ve amaçların pekâlâ değişebileceğinin altını çiziyor. Rusya komünizmle yönetilirken ‘eşit ücret’ politikasının güdülmek istendiğini, ancak binlerce insanın mağduriyet yaşadığını belirtiyor: “Sonra bakıyorlar ki getirmek istedikleri bu sistem mümkün değil, herkese eşit ücret demeye başlıyorlar. Bir devletin bile fikirleri değişebiliyorsa, sadece lokal düzeyde kalmış fikirlerin fazla bir önemi yok. Dünyayla entegre olabilecek ve dünyada yaşaması muhtemel ve bütün dünya insanlığına faydalı bir iş yapıyor musunuz ona bakılmalı.” Demokratik açılımın tartışıldığı dönemde şu sözlerinin önemi artıyor: “Adam bir fikrin tesirinde kalarak almış silahı eline ve dağa çıkmış. Buna delilik olarak bakıyorum. Felsefi ve fikri derinliği olmayan bir politikanın ürünüdür bunlar. 23 SAYI 10 / AĞUSTOS 2010


RÖPORTAJ

Samsun Emniyet Müdürü Çelik, Eğer şehirlerin zekâ seviyeleri tespit edilebilseydi Samsun yüksek zekâya sahip bir şehir olarak ön plana çıkardı. Bundan daha güzel bir şey olacağını sanmıyorum.” diyor.

Bütün gayretimiz; bu insanlar bu illegal yapıya bulaşmadan, kendilerine ve çevrelerine zarar vermeden nasıl engelleyebiliriz ve hayata kazandırabiliriz üzerine.” Terörle mücadelede şunları öneriyor: “Olayların toplumlar üzerinde değiştirici bir rolü vardır. Bir mahallede sürekli şiddet varsa, mahalle onu kanıksar. Ama olmayan bir yerde ufak bir hadise yaşanır, toplum infial edecek hale gelir. Burada şehrin ileri gelenlerine ve basına büyük görev düşüyor. Toplum ve var olan bu kurumlar arasında ki güven ortaya şunu çıkaracaktır. ‘Evet, bu basit bir problemdir bizim yöneticilerimiz bu sorunu en kısa zamanda aşarlar. Verecek cevabın varsa problem olmaz, ancak verecek cevabın yoksa o zaman sıkıntı ortaya çıkmaya başlar. Aslında burada ailelerimize de büyük görevler düşüyor. Aileler çocuklarıyla devamlı surette iletişim halinde olacaklar. Çocuğuyla konuşmaya utanmayacak. Her konuyu rahatlıkla çocuğuyla konuşabilecek. Eğer denerlerse gençlerin buna hazır olduğunu görecekler. İlgilerini çekmezlerse hiçbir örgüt onları ailesinin elinden alamaz.” Acaba Çelik’in Samsun’a atanmasının özel bir anlamı var mıydı? Çelik, bu konuda polemik üretilmesini istemi24 SAYI 10 / AĞUSTOS 2010

yor: “Biz bilgimizle becerimizle görevlendirildiğimiz yerde gece-gündüz demeden, kanunun verdiği yetkileri uygulayabilmek ve bizden beklenen karşılığı verebilmek için çalışırız. Bu anlamda sadece işimizi yaparız. Ben niye geldim, beni niye atadılar gibi bir düşünce içerisine girmeyiz. Biz devlet memuruyuz, bugün burada yarın başka bir yerde toplumun huzuru için görevimizi yaparız.” Samsun’la alakalı tespiti şehir halkını fazlasıyla memnun edecek cinsten: “Samsun çok canlı bir şehir. Ekonomik, kültürel ve sanatsal yönleri kuvvetli, insanlar birbirlerine saygıyı becerebilmiş bir şehir. Karşı tarafla empati yapıp, anlamaya ve algılamaya çalışan bir şehir. Eğer şehirlerin zekâ seviyeleri tespit edilebilseydi Samsun yüksek zekâya sahip bir şehir olarak ön plana çıkardı. Bundan daha güzel bir şey olacağını sanmıyorum.” Çelik, şehrin geleceğe taşınan suç olaylarındaki sakinliğine dikkati çekiyor: “Birini yaralamak, sakat bırakmak geleceğe taşınan bir suç unsurudur. Bunun yanı sıra birinin dolandırılması, mallarının gasp edilmesi, çoluk çocuğunun hayatının karartılması, birisinin kişiliğini hiçe sayıp onuruyla oynama, toplumda küçük düşürücü kalıcı bir fiilde bulunma gibi hareketler de

geleceğe taşınan suç unsurudur. Bu anlamda Samsun geleceğe taşınan suç unsurunun azlığı nedeniyle yaşanabilir, huzurlu bir kent.” Çelik, mümkün mertebe sivil toplum örgütleriyle ortaklaşa çalışmaya özen gösterdiğini de kaydediyor: “Önümüzdeki dönemlerde şubelerimizin hepsinin sosyal anlamda projeleri olacak. Şu an arkadaşlarımız değişik konularda çalışmalar yapıyor. Çok güzelde geri dönüşler alıyoruz. Ziyaret gelen sivil toplum örgütleri içerisinde bizimle çalışmak isteyen onlarca kuruluş oldu. Şu anda beyin fırtınası yapıyoruz. İlerleyen zamanlarda sizde emniyet teşkilatını bir sürü faaliyetin içerisinde göreceksiniz. İnsanlar suçlu doğmuyor. Suçlu olan insanları sokaktan şu suçu işlemiş diye alıp cezaevine göndermek ya da yakalamak büyüklük değil. Önemli olan onu o kapıya getirmeden tespit edip lokal olarak yerinde bu hastalığı tedavi edebilmek. Samsun’da şu kadar insanı yakaladık başarısının hazzını tatmak istemiyorum. Ama suç oranlarında şu kadar insana ulaşıldı ve şu kadar insanın suç işlemesi engellendi başarısını hissetmek istiyorum. Polisin tek başına bunun üzerinden gelmesi mümkün değil. Ortak bir sinerji yakalayarak, bir bütün altından bu sorunların altından geleceğiz.”



SAĞLIK

Zafiyetleri test etmeden fiziki ve ruhi sağlık bir hayal…

Ziyafet, afiyet ve Ramazan...

Ramazan sadece aile bireyleri, eş ve dostların mükemmel iftar sofralarında ağırlandığı bir ziyafet ayı değil şüphesiz. Fakirlerle zenginlerin aynı masada ve safta buluştuğu manevi terapi ayıdır o. Fiziğin, metafiziksiz kalındığında hiçleştiğinin anlaşıldığı; manevi boşlukların doldurulduğu bir aydır. Hem maddi, hem de ruhi sağlığımızı korumanının yollarını da öğreniriz bu ayda.

R

ahmet ve bereket yağan 11 ayın sultanını, hakkınca idrak edebilmek için bir fırsat daha bizlere. Maddi ve manevi boşlukların birbirini dengelediği; insanın, “yaratılmışların en şereflisi” özelliğini hissettiği ya da hatırladığı ayı, nasıl değerlendirebileceğinin hesabıyla meşgul dünya üzerindeki milyarlarca Müslüman. Olayın doğası gereği, oruç ayı Ramazan’da yemek kültürüne ilişkin dağarcık, öncekine nazaran daha özenle gözden geçirilerek iftar ve sahur sofralarına alternatif yemekler hazırlanır. Ancak hemen belirtilmeli ki; özellikle yüksek tansiyon, şeker ve kalp hastaları öğünlerin zenginlik ve çeşitliliğine gösterdikleri hassasiyeti, sağlıklılarından da e26 SAYI 10 / AĞUSTOS 2010

sirgememeliler. Osmanlı mutfağına özgü mükellef iftar sofraları ne de güzeldir. Henüz yemeden gözler doyar. Geleneksel yiyecek türlerinden mutlaka bir kaçı beğeni alanınızdadır. Hepsi büyük emekle üretilmekte. Albenisi de yüksek. “İnsan bu mükemmel ziyafet ortamında nasıl diyet yapabilir ya da masadan yarı tok kalkabilir ki…” diyenlerin sayısı bir hayli fazladır kuşkusuz. Madalyonun arka yüzünde işin bir de aması var. Hem de menülerdeki lezzet katsayısı oranında korkunç. Bunun içindir ki, oruç açarken aceleci davranılmaması önerilmektedir. Ağır yiyecekler yaşlı, yüksek tansiyonlu ve ilaç kullananlara dokunabilir. Kronik hastalıkları sebebiyle diyet mükellefiyeti bulunanlar elbette ilaçlarını

Ramazan’da da aksatmamalılar. İlaçlardaki toksin maddelerin vücut dışına atılmasında su çok önemli. İftardan orucun başladığı sahura kadar sulu gıdalar ve bol su tüketilerek gündüzün açığı kapatılmalı. Aksi takdirde, böbreklerin zarar görmesi kaçınılmaz bir son. 40 yaş üzerindeki damar sertliği hastalarına günde 1,5- 2 litre su içmeleri tavsiye ediliyor. Oruç sonrası sanki gerçekleştirilmesi zor gibi gelse de, tuz ve yağdan uzak durmak en iyisi. Mutlaka besinler ağızda yeterince çiğnendikten sonra yutulmalı. Kabızlık vakıaları, öğünlerdeki zamanlama değişikliği ve uzun açlık dönemi dolayısıyla oruç ayında sıkça rastlanılan ciddi bir sağlık problemidir. Korkmayın, durum o denli vahim ve çözümsüz değil. Bol su içerek, sebze ve meyve ağırlıklı beslenerek; bilhassa da posalı gıdalar


ve vücut direncini düştüğünde rahatsızlığı çoğalan kişiler de oruç tutmamalı.

Afiyetsiz ziyafet neye yarar; tıpkı manasız maddenin hiçbir anlam taşımadığı gibi… Fiziki ve ruhi sağlığın yolu maddi ve manevi yönün dengelenebilmesinden geçiyor. Ramazan ziyafet değil, zafiyetleri test ayıdır.

tercih edilerek bu sorun kolaylıkla aşılabiliyor aslında. İncir ve kayısının kurusu ya da tazesi (yaşı), bu rahatsızlığın giderilmesinde çok etkin. Kepek ekmeği de fayda sağlıyor ayrıca.

AZ AZ AMA SIK YEME FORMÜLÜ… Sağlığımızı korumak adına, iftar ve sonrasında az ama sık yemek evla. Turşu ve baharat gibi yiyecekler de bu ayda asgariye indirilmeli. Dua sonrası yemeğe geleneksel vazgeçilmezimiz çorbayla başlamak, hem su kaybını telafi etmekte, hem de doygunluk hissi oluşturarak kişiyi frenletmektedir. Şüphesiz tatlıyı da bir hayli sevmekteyiz fakat hamur yerine sütten imal edilenlerine (güllaç, muhallebi ve keşkül) yönelmeliyiz bu ay. Ramazan’da ana öğün sayısı ikiye düşüyor. Bu sanki yiyeceklere yüklenmeyi tetikliyor. İftarda çorba yanında birkaç lokmayla yetinilip hazırlanan diğer yiyecekler ara öğünlere yayıldığında, açlık kısır döngüsü mağlup edilebiliyor. Midemizin kontrolünden kurtulup, onu biz yönetiyoruz. Belki de Ramazan’ın hayatın maddi tarafına, daha doğrusu sağlığa bakan mesajlarından biri de bu. Başarıldığında, her oruç döneminin kötü bakiyesi kiloları vermekle uğraşmamak da mümkün böylece.

RAMAZAN VE KRONİK HASTALIKLAR Yüksek tansiyon hastaları: Kati suretle ilaçlar ihmal edilmemeli. Kolesterolü düşük ve tuzsuz yemekler salık veriliyor. Bol bol su içmeliler. Kilo almamalı, mevcut ağırlıklarını korumaya gayret göstermeliler. Akdeniz tipi beslenme bu hastalık grubu için en iyisi: Sebze ve meyve… Haftada bir iki defa ızgara balık… Şeker hastaları: Şeker hastalarının oruç tutması sakıncalı. Çünkü uzun süre aç kalmak, soruna yol açabiliyor. Bu hastalar gün boyunca az az ve sık besin tüketmeliler zaten. Ağızdan ilaç alanlarının kan şekeri regülâsyonunun (dengesi) bozulmaması gerekiyor. Ancak hekim kararıyla oruç ibadetini yerine getirebilirler. İftar ve sahurda ilaç kullanımı yeterli midir? Bütün günü kurtarabilir mi? Bu sorulara hekim cevaplayabilir. Dışarıdan insülin takviyesi yapılanlarda (A Tipi, Tip 1 şeker hastalarında) risk artmaktadır. Çünkü ani şeker düşmesi ve buna bağlı ölüm ihtimali söz konusudur.

Ramazan ayında mide kanaması riskini en aza geriletmekten için ağrı kesici ilaçlardan da mümkün mertebe uzaklaşabilmeliyiz. Bu kutsal ayın sonlarına doğru özellikle mide ülserlilerde kanamalar görülür. Kan sulandırıcı ilaç alımlarına da dikkat edilmeli. Ramazan ayı öncesinde, kalp damar ve yüksek tansiyonu türü kronik hastalık sahiplerinin tetkik ve tahlil raporları eşliğinde hekim kontrolünden geçmeleri elzem. Bu arada kilo ölçümünün yanı sıra, tansiyon kontrolü, kan şekeri ve kolesterol değerlerini güncelletilmeli. Kilo artışı saptanırsa yürüyüş ve egzersiz programları tatbik edilmeli. Bu tedbir, kalp ve damar hastalıklarından korunmada hayati önem arz ediyor. Yine ramazan ayı içinde de tansiyon sık sık ölçülmeli.

İÇ MUHASEBE VE HUZUR AYIDIR RAMAZAN… Ramazan aynı zamanda manevi yönden terapi ayıdır. Ruhi dengenin yeniden düzene sokulduğu; moral değerlerdeki eksikliklerin görülüp telafi edildiği bir zaman dilimidir. Mükemmel sofralarda sadece aile fertleri, eş ve dostlar değil, maddi açıdan o yiyecekleri hiç tüketemeyenler de yer bulabilmelidir. Öte yandan sosyalliğin ve ahlakiliğin de bir gereğidir bu. Bundan duyulacak hazzın başka bir eylemle hissedilmesi imkansızdır. Çünkü bu duygu ancak Ramazan’daki bu tür güzel davranışlarla yaşanabilir. Huzurun, mutluluğun ve maneviyat hazzının pınarlarıdır böyle eylemler. Ramazan hem maddi, hem de manevi açıdan bir terbiye; iç muhasebe ayıdır.

Birden çok ilaç tüketen, periyotları saate endeksli ve herhangi bir aksamada sağlıkları riske giren hastaların oruca niyetlenmesi sakıncalı. Mide kanaması geçirenler, tedavisi ağır hastalık sahipleri 27 SAYI 10 / AĞUSTOS 2010


ARAŞTIRMA

Sakın rantiyeciler duymasın, Samsun hızla büyüyor !

Sanayisiyle, tarımıyla ve nüfusuyla her açıdan büyüyen şehir Samsun’un imar durumunu masaya yatırdık. İmar ve rant kelimelerinin 19 Mayıs Şehri’nde hangi ölçekte (!) kesiştiğini irdeledik. Gerçi Büyükşehir Belediyesi pek bilgi aktarmaya yanaşmasa da, dosya önemli gerçekleri gözler önüne seriyor. Tarihe not düştüklerimizin sonuçlarını hep birlikte göreceğiz elbette. Mustafa BİLİK 28 SAYI 10 / AĞUSTOS 2010

B

eş yıl öncesiyle dahi kıyaslandığında, Samsun’ da çok hızlı bir imar hareketliliğini yaşandığını görülmekte. Yapılaşma hız keseceğe benzemiyor. Acaba gelecekte şehir hangi hale bürünecek? Yürürlükteki planlar yeterli mi? Yeni plan hazırlıkları var mı? Kaçak inşaat yeterince denetlenebiliyor mu? Soruları, Büyükşehir ve ilçe belediyelerinin yanı sıra mimarlar ve şehir plancıları odalarına yönelttik. Büyükşehir Belediyesi’nin ilgili birimleri her nedense detaylı açıklama yapmamayı yeğledi.

Mecburen bilgi boşluğunu, Türk Mühendis ve Mimar Odaları Birliği (TMMOB)’ ne bağlı Samsun Şehir Plancıları Odası Yönetim Kurulu Başkanı Hüseyin Kahraman’ın anlattıklarıyla doldurduk. Kahraman, “Samsun’un mevcut onaylı imar planları kapsamında, 1/100.000 ölçekli Çevre Düzeni Planı kararlarına göre 2026 yılı için 1800.000 nüfus öngörülmekte ve Büyükşehir Belediyesi sınırları içerisinde 16550 hektar büyüklüğünde İmar Planı bulunmaktadır.” diyor. Kahraman’a göre planlı saha içerisindeki ko-


rin yetersiz kaldığını görüyoruz. İmar kanununda bu hizmetler için gerekli olan alan bellidir. Oysa Samsun’da mevcut durum bu oranın çok çok altında.” Şehirleşmenin en önemli imar sorunlarından biri de, otopark tahsisi. Trafiğe katılan araç sayısı artarken, otopark alanları aynı oranda büyümüyor. Yasalara göre belediyelerin ev yaptıranlardan aldığı paralarla mahallelere otopark oluşturulması gerektiğini söyleyen Özçelik, “Bu paralar nereye gidiyor?” diye soruyor.

MAHALLE SICAKLIĞI ÖLÜYORw

nutlar 2 milyonu aşkın nüfusu taşıyabilir. Dolayısıyla mevcut plan bugünkü gelişim ivmesine açısından kifayet arz ediyor. Bu yüzden ilave yerleşim alanlarını ihtiva eden geniş ölçekli planlama çalışmaları şimdilik ihtiyaç duyulmamış. İşleyen planlar ortaya çıkacak gereksinimlerini karşılayacak konut, sosyal donatı ve teknik altyapı benzeri alanları içeriyor zaten. Gelişme alanları içerisinde özellikle kamyon garajı, OSB, ikinci el otomobilciler ve bunun gibi altyapı, hizmet ve sanayi birimleri için ilave plan çalışmaları mümkün. Merkezdeki sağlıksız, alt yapısız ve yoğun kaçak imar dokusunun geçmişteki imar aflarıyla tescillendiği bir gerçek. Buraların yenilenerek yoğunluğun şehir dışına transferi gerekiyor. Sorumluları bir an önce planlı sahalardaki altyapı eksikliklerini tamamlamaya ve yapılaşmaya hazır imar parsellerini planlamaya davet eden Kahraman, şöyle konuşuyor:

.

“Bu imar planları hazırlanırken, geçmiş yıllarda üst ölçekli bir plan eksikliğinden dolayı, herhangi bir model ya da strateji belirlenmemiş, her bir belediye kendi sınırları itibariyle sorumluluk bölgesini planlamıştır. Planların hazırlanma sürecinde, jeolojik etüt, tarımsal yapı, mülkiyet yapısı v.b. etmenler göz önünde bulundurularak, konut, 2. konut, donatı alanları, sanayi alanı v.b. gibi kullanım kararları belirlenmiştir. Büyükşehir Belediyesi sorumluluk alanı içerisinde, bağımsız her bir belediyenin yapmış olduğu planların, kullanım kararları, ulaşım arterlerinin ve bağlantılarının

devamlılığı açısından bir ölçüde uyumluluğu sağlanmıştır. Kent merkezi içerisinde, eski tarihi yapıların ve tescilli kültür varlıklarının bulunduğu alanlar, bölge olarak ya da yapı bazında koruma imar planları ile korunmaktadır.” 19 Mayıs Şehri’nin büyük bölümü ikinci derece deprem kuşağında. Planlar hazırlanır ve revize edilirken imar planı esas alınıyor. Jeolojik ve jeoteknik etütlerin belirlediği şartlarda yapılaşmaya gidiliyor. Mülkiyetlerde imar planları ve yasanın öngördüğü oranlar dahilinde eğitim, sağlık ve spor türü donatı alanları oluşturulsa da, bu kullanımlar mevcut nüfus ile orantılandığında, yeterli ve büyüklüğe erişemiyor.

PLANSIZ İMAR PLANI! Mimarlar Odası Samsun Şube Başkanı Selami Özçelik, Kahraman’ın söylediklerinin aksini savunuyor. Yeni imar planlaması yapılmadığını, eskisinin bol bol tadil edildiğini ve bunun da mevcudu bozduğunu öne sürüyor. Büyükşehir Belediye Meclisi’nde gündemin yüzde 90’ına yakınını tadilatların meşgul etmesini eleştiriyor: “Mecburen imar plan değişiklikleri elbette ki olacaktır. Ancak bu boyutlara varması yanlıştır. Mevcut imar planları da planlanmadan, belli bir sürede olmuş şekli ile paftada işlenerek elde edilmiş planlar halinde. Özellikle Samsun merkezinde bu durum daha net ortaya çıkıyor. Zaman zaman getirilen imar afları, yoğun ve çok çabuk şehirleşme sonucu yasal olarak dahi alt yapı, yeşil alan ve okul gibi hizmetle-

Modern yapılaşma anlayışının Türk geleneklerindeki mahalle kültürünü ortadan kaldırdığını da vurgulayan Özçelik, bin başka deyişle, yakın komşuluk ilişkilerinin site hayatına kurban edildiğine dikkati çekiyor. Gerçekten de, mahalle okulu, mahalle muhtarı, mahalle bakkalı kavramları artık tarihe karışıyor. Yan yana sıralanan çok katlı binaların üst üste dizilen dairelerde birbirinden habersiz yaşayan duyarsız insanlar topluluğuna dönüşmekteyiz. Özçelik, bu sıkıntılı konuya dair şunları dile getiriyor: “Günümüzde belirli gelir düzeyine sahip hemen hemen aynı sınıf insanların oluşturduğu siteler etrafı duvarlar, korkuluklar, güvenlik kameraları ile çevrelenmiş durumda. Dışarı ile tamamen ilişkinin kesildiği bu sitelerin içinde de insanların birbiri ile ilişki kurabildiğini söylemek zor. Burada bir misafirliğe dahi gitseniz kapıdan içeri girerken güvenlikçilerin uzun sorgulamalarına maruz kalır ve ancak misafirliğe gittiğiniz kişi onay verirse içeri girebilirsiniz. Mahalle

29 SAYI 10 / AĞUSTOS 2010


ARAŞTIRMA yaşantısı kültürel gelişmeyi de arttıran bir yapıdır. Bir mahallenin zengini vardır. Fakiri vardır. Okuyanı vardır. Cahil olanı vardır. Bunlar birbirleri ile etkileşimde olduğu için ortaya tabi olarak bir kültür alışverişi çıkıyor. Böylece kentlerimiz gelişiyor. Oysa günümüzde site yaşantı tarzı ile belirli sınıf insanları bir araya bu sınıfa girmeyen insanları da kendi içinde bir araya getirdi ve birbirlerinden kopuk vaziyette topladı.” Samsun 1860’lı yıllarda büyük bir yangın geçirir. Şehrin büyük bölümü kül olur. Bir Fransız mimara şehir baştan çizdirilir. Dağdan denize uzanan dikey ve bunları kesen paralel yollarla deniz ve dağ havası şehrin içine dolar. İnsanlara nefes aldıran sistemin adı ızgaradır. Köyden kente göçün hızlandığı 1960’a dek, örnek şehir örnek özelliğini muhafaza eder Samsun. Planlar ve parseller uyarlanmadan bahçeli ve müstakil evlerden bitişik nizam apartmanlara geçildikçe, nefesler daralır bu defa Planlama, Avrupa şehirlerinin vazgeçilmeyen ilkesi. Bizdeki şehirleşmeyi ise rant faktörü belirliyor. “Keşke Samsun 20 yıl kadar önce Atakum İlçesi’ne taşabilmiş olsa idi” diyen, Özçelik, eleştirilerini şöyle sürdürüyor: “Avrupa’da tarım, sanayi alanları ayrılır. Hangi hizmet birimlerinin nerelerde oluşturulacağı tespit edilir. Yeşil alanlar, otoparklar, ulaşım, okullar ve sağlık birimlerinin planlamaları yapılır. Tüm alt yapı çalışmalarından sonra imarlaşma olur. Bizde ise nasıl daha çok bina yaparız anlayışı var. Samsun’un bir ulaşım planlaması halen daha yok. Yapılan çevre yolları hemen şehir içinde kalıyor. Etrafında derhal bir yapılaşma başlıyor ve bulvarlara dönüşüyorlar. Samsun’un önüne liman yapılmış. Şehri denizden ayırmışlar. Tarım alanlarına gelince bu alanlarda da sanayileşme olmuş. Dünyanın hiçbir yerinde ovalara sanayi yapılmaz. Samsun’da ise bu yapılıyor. Raylı sistem içinde yapılan güzergah şehrin omurgasından geçmesi gerekirken şehrin dışında sahil kesiminde kaldı. Şehrin üst kısımlarında oturan vatandaşlar sahil yoluna kadar inerek buradan raylı sistemi kullanabilecekler.” Türkiye’de şehirlerin eski yerleşimlerinin mümkün mertebe korunduğunu, buralara yeni binalar kondurulmadığını da söylüyor Özçelik, “Samsun’da durum 30 SAYI 10 / AĞUSTOS 2010

tam tersine. Atatürk bulvarından geçen insanlar iç kısımda kalan Samsun’un tarihine ilişkin dokuyu asla göremeden geçip gidiyorlar. Çünkü bizdeki eski yerleşimleri yansıtan eserler yeni yapılan binaların arasında kaybolup gitmiş vaziyette. Samsun kalesinin kalıntıları dahi bugün yapılan yeni bir binanın temelleri arasında kaldı. Kale duvarının kalıntıları bu binanın bodrum katının içinde duruyor.” Özçelik, heyelan bölgesi belirlenen arazilerin günümüzde imara açılmasına da tepki gösteriyor.

ATAKUM’UN MİMAR BAŞKANLARI Atakum’un iki belediye başkanının da mimarlıktan gelişi ilçe için büyük avantaj. Beldede, merkeze oranla yapılaşma düzgün ilerliyor. Eğitim, sağlık, spor ve diğer sosyal donatı alanları hep ön planda. Ancak maddi darboğaz belediyeyi bir hayli zorluyor. İster istemez mahalle örgüsünden ziyade, bir çok ihtiyacın kendi içinde karşılanmaya çalışıldığı site modeli yaygınlaşıyor ilçede. 06 Mart 2008 tarihinde kabul edilen 5747 sayılı yasa ile; Atakum, Atakent, Kurupelit, Altınkum, Çatalçam, ve Taflan belde belediyeleri birleştirilerek Atakum ilçesi oluştu. 2009 yerel seçimlerinde 100 bini aşkın nüfusa sahip bir yerleşim birimiydi artık. Birleşmeden önce belde belediyelerinin ayrı ayrı 1/1000 ölçekli imar planları vardı.

mini turizm, güneydeki kırsal alanı da tarımsal hayatın sürdürülebilmesine göre planlıyor.

Çok sayıdaki il merkezinden daha büyük şehir haline gelen Atakum’ un imar planlarında dönüşüm ve düzenlemeler gerçekleştiriliyor. Katılımcı bir anlayışla sivil toplum örgütleri, meslek kuruluşları ve halkın görüşleri toparlanıyor. Belediyede deneyimli uzmanlarından oluşan planlama birimi de faal.

Atakum, topografik açıdan büyükşehir merkezinden kopuk. Hafif raylı sistem ulaşım problemini kökten halledecek gibi. Yaz aylarında nüfusun katlanıyor. Kuzey bölümünde otopark ve yol ihtiyacının bu hakikat ışığında dizayna muhtaç. Ayrıca güney mahalleler ile bağlantı yollar tamamlanır ve yenileri oluşturulurken mutlaka gelecekteki değişiklikler hesaba katılmalı.

.

İller Bankası’nda çalıştığı yıllar boyunca belediyelere proje üreten mimar Metin Burma, Atakum Belediyesi’nin kurucu belediye başkanı. Bir dönem sonra yeniden seçildiği ilçeyi, bölgenin şartlarına uygun turizm merkezi yapmayı hedefliyor. Bu doğrultudaki imar planlarını bizzat hazırlıyor. İlçe 20 kilometrelik kumsala sahip. Kıyı kesi-

BÜYÜYEN CANİK. Canik’te revizyon imar planları bitirilmiş. Devgeriş, Gürgenyatak, Dereler, Gazi ve Şirinköy ile Hacıismail ve Düvecik mahallelerini kapsayan alanlardaki ilave imar plan çalışmaları sürüyor. İlçenin


Samsun’un gelecekte Türkiye’nin, hatta Avrupa’nın parmakla gösterilen mamur şehirleri arasına adını yazdırabilmesi için işin bugünden sıkı tutulması gerektiği gün gibi ortada.

yeni şekillenişinde sosyal donatı alanları üzerinde özenle duruluyor. Eğitim, üniversite, turistik tesis, mesire ve piknik yeri ve spor alanları planların en gözde bölümlerini oluşturuyor. Mevcut imar planı, yeterli değil. Revizyonda merkezi ve bölgesel ticaret alanlarıyla birlikte, sosyal ve teknik altyapı ve toplu konut alanları da belirlenmiş. Bölgenin ihtiyaçlarına göre eğitim tesisi sahası da, mevcudun çok üzerine çıkarılmış. İmar planında herhangi bir modele riayet edilmiyor. Kelimenin tam manasıyla Canik’in konumu ve ihtiyaçları göz önünde bulunduruluyor. 1/100.000 ölçekli çevre düzeni planında mevcut yerleşimlerin dışından geçecek ikinci bir çevre yolu öngörülüyor. Canik’ te eski yapılaşma çarpık ve düzensiz. Bu yüzden mevcut dokunun

korunması ilkesi bu ilçede geçerli değil. Çağdaşlık, sağlık ve düzenli yapılaşma ilkeleri üzerine şekillenecek kentsel yenileme projeleri tasarlanmakta. 960 konuttan oluşan birinci etap binalar tamam. Depreme dayanıklılıktan ödün vermiyor Canik Belediyesi.

İLKADIM, UYGUN ADIM Mevcut imar planları şu anda İlkadım için yeterli. İlçede yeni gelişmeler ve nüfus artışı göz önünde tutularak revize düşünülmekte. Uzgur, Kuşçulu, Tepecik, Badırlı ve Ankara yolu üzerinde Toybelen, Çivril, ve Derecik mahallelerinde imar planları ve imar uygulamaları planlanarak arsa üretiliyor. Eski Samsun’un ve tarihi yapıların korunması işine Kültür ve Tabiat Varlıklarını İl Koruma Kurulu bakıyor. Jeolojik etüt hazırlanmış ve onanmış. İmar hakları buna göre belirleniyormuş.

İnşaat aşamasında jeolojik etütler parsel bazında detaylandırılıyormuş.

TEKKEKÖY VE SANAYİİ Son imar kanunuyla Kutlukent, Aşağıçinik ve Büyüklü beldeleri de eklenen Tekkeköy ilçesi; sanayi, tarım, ticaret ve yerleşim alanlarının harmanlandığı model bir bölge. Samsun’un sanayi lokomotifi. Haliyle de, imar planının şekillenmesinde sanayi ve ticaret en önemli figür. Yürürlükteki planlar yetersiz. Eski paftalar hem teknik, hem de günün şartları itibariyle revizeye muhtaç. Merkezle ulaşım, Karadeniz oto yoluyla sağlanıyor. Alternatif yollar şimdilik zor. Maliyet ve fayda analizi çerçevesinden manzara böyle görünüyor. Eğitim, hastane, spor ve sanat alanları planda var. Halkın ihtiyacını karşılayacak yeni sosyal alanlara ihtiyaç duyuluyor. 31 SAYI 10 / AĞUSTOS 2010


KAPAK

Kavga büyük, rant ballı

Fındığı kim kırıyor ?

Fındık üretiminde dünya lideriyiz. Peki ya pazarın oluşumunda yeterince etkin miyiz? Gereğinden fazla alana dikim yapıldığı ortada. Ama fazlalığın boyutu ne kadar? Söküm ve alternatif ürün desteklenirken, bir miktar da basılan dal kesiliyor mu acaba? Üretim-ihracat dengesi gözetiliyor mu? Mustafa BİLİK - Vedat ATICI

F

ındıkla alakalı objektif, yeni ve doğru sözler söyleme arifesindeyiz şimdi. Tartışılan bitki, her açıdan stratejik öneme sahip. Ama öte yandan ekonomiden sosyal hayata çok sayıda kritik eşiğin de temel sebebi. Ekim alanı 1960’ta 211 bin 500 hektar iken 2007’de 640 bin hektara çıkıyor. Ziraat Mühendisleri Odası’nın 3 Ekim 2009 tarihli fındık çalıştayı sonuç raporunda Karadeniz Bölgesi’ndeki 13 ilde toplam 690 bin hektarlık alanda fındık yetiştirildiği belirtiliyor. Üretim ise 80-90 bin tonlardan 500-550 bin tonlara yükseliyor. Bunda hükümetlerin popülist politikalarının payı büyük kuşkusuz. Talepten fazla üretim gerçekleştiği kesin. Ama fazlalık neye göre ve ne kadar? Bu ürünün ihracından yılda 2 milyar dolar geliyor Türkiye’ye. Dışarıya her yıl 200-250 bin ton civarında iç fındık satıyoruz. Kabuklu haliyle 500 bin ton. Dikkatle incelendiğinde aslında üretim fazlamız korkunç boyutlarda değil. Verilere odaklanıldığında hakikat daha iyi görülüyor. Bir defa ülke içi tüketimi çok az. Yıllık 25 bin ton. Kalp-damar sağlığının korunmasında fındık yemenin rolü yeterince anlatılamıyor demek ki. 32 SAYI 10 / AĞUSTOS 2010

Dünyanın tükettiği çikolatanın yüzde 11’i fındık. Başka bir deyişle 76,9 milyar dolarlık çikolata cirosunun 8 milyar 460 milyon doları fındıktan.


Bu bitkinin yağı da bir hayli değerli. Ziraat Mühendisleri Odası’nın söz konusu raporunda, dünyada imal edilen çikolatanın yüzde 11’inin fındıktan oluştuğu belirtiliyor. Herkesin severek yediği bu kakaolu şekerlemenin yıllık cirosu 76,9 milyar dolar. Üretim miktarıysa 6 milyon ton. Fındığın global cirodaki payı 8 milyar 460 milyon dolar. Derhal sormak gerekiyor: Üretiminde liderlik koltuğunda oturduğumuz fındığın pazarlanması ve satışında hangi ölçüde etkiniz? Ekim alanlarını alternatif ürünler teşvik edilerek azaltmak problemin neresini çözüme kavuşturuyor? Dış ve iç tüketimle üretimin ideal oranda dengelenmesi için neler yapılıyor? Yani kısaca pazara hâkim miyiz? İç tüketim demişken, yine Ziraat Mühendisleri Odası’nın fındık çalıştayı sonuç raporuna dayanarak çikolatadan birkaç istatistik aktaralım. Yerli çikolata pazarının 2008 verileriyle 1 milyar 361 milyon Lira. Pazar 2009’da yüzde 16 büyüyor. Geçtiğimiz yılın ilk yarısında pazara 242 yeni ürün sunuluyor. Yabancı firma payı giderek artıyor. Avrupa’da kişi başına 5, Türkiye’de ise 1,5 kilogram çikolata, ülkemizde 10 yıl önce lüks ürün kategorisindeymiş. Ülkede yılda 109 bin ton imal ediliyor bu üründen. Nüfus yoğunluğu ve artışıyla kıyaslandığında pazarın doyuma ulaşmadığı açık. Bu bilgilerin ardından da şu soruyu eklemeliyiz: Başta çikolata, içinde fındık barındıran mamuller kartel zihniyeti terk edilerek şimdikinden ucuza piyasaya sürülemez mi? Fındık girdisi hakikaten pahalı mı; yoksa bir illüzyonla mı karşı karşıyayız? Fındık ekim alanlarına ilişkin ilk tedbirler 1980’li yıllarda başlıyor. En keskin, kararlı ya da ciddisi AK Parti iktidarında icraata geçirildi. Oy kaybetme riskine rağmen iktidar kronikleşen yaraya neşter vurdu. Tarım Bakanlığı’nın yürüteceği “Alan bazlı gelir desteği ve alternatif ürene geçen üreticilere telafi edici ödemeler yapılması” projesi 15 Temmuz

2009 tarihinde çiftçilere duyuruldu. Proje 3 yılda sonuçlandırılacak. Projenin detayları ve bunlara dair eleştiriler kapak dosyalarımızda genişçe dile getiriliyor. w Tarım Satış Kooperatifleri Birlikleri, ülkede geniş alanlarda yetişen her ürün için mevcut. Pamuktan, ayçiçeğine, fındıktan zeytine… Çiftçiye yarenlik amacıyla çok iyi niyetlerle kurulmuşlar ama siyaset, her uzandığı yer gibi, buraları da kurutmuş. Tıpkı, fındık üreticisinin yıllarca ikinci adresi bellediği Fiskobirlik gibi… Birliği devre dışı bırakarak reçperi birkaç yıl önce Toprak Mahsulleri Ofisi’ne (TMO) yönlendiren hükümet, geçen yıl açıkladığı pro-

jeyle bundan böyle başfiyat da belirlemeyecek. Fındığın ederi, piyasa şartlarında olgunlaşacak. Fındıktaki bazı gerçekleri sıralamakta da fayda var bu arada. Evet, ziraatı kolay bir bitki. Tütündeki zahmetin onda biri dahi yaşanmıyor. Belki de uçsuz bucaksız ovalara bu yüzden dikildi sere serpe. Başlarda pek sorun yoktu ele geçen gelire ilişkin. Yetiyordu zira. Ama zamanla nüfus çoğaldı. Araziler bölündü. Fındık yılın mali yükünü taşımak bir yana, karın doyurmuyordu artık. Ekmek parası için büyük şehirlere göçtü yeni kuşak. Yılda bir defa uğradığı bahçesinden nasiplendiğine şükretti. Bu gerçek, alternatif ürün planını da yakinen alakadar

ediyor. Parçalanmış araziler problemi var ortada. Son projede zorluğu bilinse de, bahçelerin birleştirilmesi öngörülüyor. Dünyada yeni pazarlar aranıyordu bir ara. Çinlilerin fındığa alıştırılması iyi fikirdi. Hangi ölçüde devam ediyor, bilemiyoruz. İç piyasaya dönük, aganigi-naganigi kampanyaları da ilgi çekmişti. Ne yazık ki, spekülatif yankıların ötesine taşamadı bu tanıtım programı da. Bu açmaza, “armut piş, ağzıma düş” zihniyetine sahip vatandaşlar ile “oy uğruna her vaat ve icraat mubah” anlayışıyla ülkenin hazinesini heba eden siyasilerin aymazlığıyla düştük. Handikap; hakikatleri görüp, ülke ve milletini sevenlerle laşılacak. Fındığın “içini değerlendirmek” ve “kabuğunu doldurmayan sıkıntıları” def etmesini öğrenmek zorundayız.

Fındıkta içine düşülen açmaz; ‘armut piş, ağzıma düş’ zihniyetiyle, ‘oy için her vaat ve icraat mubah’ anlayışının sonucu. Hakikatleri görme ve siyasetler üstü davranma zamanı şimdi. Aganigi-Aganigi tanıtımları havada kaldı. İç tüketim azlığının sebeplerini de araştırmalıyız bu arada. Yıllık kişi başına çikolata tüketimi Avrupa’da 5, Türkiye’de ise 1,5 kilogram. 2009’un ilk yarısında iç piyasaya 242 yeni ürün sunulmuş. Aman dikkat; yabancı firmaların payı giderek artıyor.

33 SAYI 10 / AĞUSTOS 2010


KAPAK

Çiftçi en çok fındıktan kazanıyorsa ! Ziraat Mühendisleri Odası Samsun Şube Başkanı Murat Akar’a göre 1980’li yıllardan sonra tatbik edilen neoliberal politikalarla tarım sektörümüz dışa bağımlı hale geldi: “Tarıma ve çiftçiye destek veren bütün KİT’ler özelleştirilerek satıldı, yağmalandı, kapatıldı. Çiftçi yalnız bırakıldı.”

Akar,“Birinci ve ikinci sınıf tarım arazilerinde soya, kanola, mısır ve ayçiçeği gibi Türkiye’nin açığı bulunan ve ithal ettiği ürünlerin yetiştirilmesi için çiftçiye alım garantisi ve yetiştirme desteği verilirse herkes fındıktan vazgeçer.” diyor.

Fındık ilk başlarda Ordu, Trabzon ve Giresun’da ana geçim kaynağı imiş. Ziraat Mühendisleri Odası Samsun Şube Başkanı Murat Akar, 1960’lı yıllarda rekoltenin yüzde 87’sinin bu üç ilde gerçekleştiğini belirtiyor. 1975 ve 1980 arasında pay yüzde 70’lere geriliyor. Bugünkü oran ise sadece yüzde 50 seviyesinde. Akar’a göre fındığın Düzce’den Artvin’e 34 SAYI 10 / HAZİRAN 2010

kadar, neredeyse Karadeniz Bölgesi’nin her yanına yayılması, hatalı tarım politikalarının sonucu: “1960 yılında fındık ekim alanı 211.500 hektar iken 2007 yılında 640 bin hektar olduğu tespit edilmiş. Üretim’de 80-90 bin ton aralığından 500-550 bin ton aralığına çıkmıştır. Korkunç bir oranla fındık arzı talebin üzerine çıkmış durumda. Biz fındığı çok ciddi oranda ihraç ediyoruz. İç piyasada az tüketiyoruz. İhracat

talebi ise 200- 250 bin ton civarında iç fındık. Bu da yaklaşık 500 bin ton kabuklu fındık yapar. Bunun üzerindeki her üretim stok anlamına gelir. İç piyasada ise tüketilen 25 bin ton civarında.” Fındık üretiminin planlanarak, dikim alanlarının sınırlandırılması ilk defa 1983 yılında kabul edilen bir yasayla gündeme geliyor. Yönetmeliğin çıkması 1989’u bulmuş. 1995’te -fındık alanlarının tespiti ve sökülen fındık bahçelerinde alternatif ürün yetiştireceklerin desteklenmesine- ilişkin bir kararname yürürlüğe giriyor. Çiftçilere 200 dolar ödenmesi karara bağlanıyor. Ancak sadece 837 üretici çağrıya kulak veriyor. 2326 dolar karşılığında 1163 hektar alandan fındık sökülüyor. Kısaca, 1983’ten bu yana ki tüm çalışmalar akamete uğruyor. En ciddi ve kararlı uygulama niyetini görevdeki AK Parti iktidarı ortaya koyuyor. Tarım Bakanlığı’nın 15 Temmuz 2009 tarihli yeni fındık stratejisinin nasıl sonuçlanacağı merakla bekleniyor. Bakanlık, “Alan bazlı gelir desteği ve alternatif ürüne geçen üreticilere telafi edici ödemeler yapılması” başlıklı projeyle, 2009-2012 yılları arasında söküm işlemlerini istenilen ölçüde tamamlamayı hedefliyor. 1’nci, 2’inci ve yüzde 6’dan az eğimli 3’üncü sınıf tarım arazilerindeki ruhsatlı; öte yandan rakımı 750 metrenin üzerindeki ruhsatsız bahçelerdeki fındığını sökerek alternatif


ürün ya da ürünlere geçen üreticilere telafi edeci ödeme yapılacak. Birinci yıl 300, ikinci ve üçüncü yıllar için 150’er lira ödenecek. 3 yıllık toplam ödeme 600 lira. Bütün bunlara karşın çiftçinin fındığını sökmeye yanaşmadığına anlatan Akar, söz konusu proje kapsamında Samsun Tarım İl Müdürlüğü’ne yalnızca 70 çiftçinin başvurduğunu kaydediyor. “Çarşamba Ovası gibi verimli arazilerimizdeki fındık üretimi istenmeyen bir şeydir. Yüzde altı kotun altındaki birinci ve ikinci sınıf arazilerde fındık ekimi yanlıştır.” diyen Ziraat Mühendisi Akar, şöyle konuşuyor: “Vatandaş verimli ovada fındık yapmasın diyoruz. Bizim ülke olarak yağlı tohum açığımız var. Ancak, çiftçi en çok fındıktan kazanıyor. Duyumlarımıza göre bakanlığın son projesine başvuran 70 çiftçi, ekonomik ömrünü tamamlamış yaşlı fındık

ağaçlarını sökmüşler. Bu politikanın yeterli olmayacağını biz söylemiştik. Çarşamba Ovası’nın fındığa gitmesinden bizde şikâyetçiyiz ancak çiftçi diğer alternatif ürünlerden para kazanamıyor. Çünkü o ürünlerde önünü göremiyor.” Akar’a göre devlet bu sorunu ancak oluşturacağı doğru tarım politikalarıyla çözebilir: “Birinci ve ikinci sınıf tarım arazilerinde soya, kanola, mısır ve ayçiçeği gibi Türkiye’nin açığı bulunan ve ithal ettiği ürünlerin yetiştirilmesi için çiftçiye alım garantisi ve yetiştirme desteği verilirse herkes fındıktan vazgeçer. Babadan oğla miras yolu ile bölünerek gelen ve sonunda mendil kadar kalan araziler insanların karınlarını doyurmaya yetmeyince insanlar büyükşehirlere göç etti. Büyükşehirlerde çalışan ve memleketinde az bir baba toprağı kalan bu kişiler orada fındık yetiştiriyor. Fındık bakım

gerektirmiyor, başında durulmasına gerek yok. Bu kişiler yıllık izinlerinde geliyor ve fındığını topluyor. İşine gücüne geri dönüyor. Karadeniz’de artık dağ, taş, ova fındık ağaçları ile dolmuş durumda.” Akar, 1980’li yıllardan itibaren tatbik edilen ‘neoliberal’ politikaların Türkiye’deki tarım sektörünü dışa bağımlı hale getirildiğini de savunuyor: “Artık kimse köye ve tarıma yatırım yapmıyor. Biz millet olarak tarımdan vazgeçtik. 1980’li yıllardan sonra Türkiye tarımını dışa bağımlı hale getirmek için tarıma ve çiftçiye destek veren bütün KİT’ler özelleştirilerek satıldı, yağmalandı, kapatıldı. Çiftçi yalnız bırakıldı. Bunun en güncel örneği et ithalatı. Çiftçi bütün bunlar lar karşısında para kazanamadığı için toprağını bırakıp şehre gitti. Bugün onların çocukları şehirlerde ki ucuz iş gücünü oluşturuyor.” 35 SAYI 10 / HAZİRAN 2010


KAPAK

Sözleşmeli tarım hayata geçirilmeden

Çarşamba’dan fındık söktürmek zor

Samsun’un iki büyük ovasından biri üzerine kurulu Çarşamba’da baş geçim kaynağı şüphesiz tarım. Sözleşmeli tarıma dikkat çeken İlçe Ticaret ve Sanayi Odası Başkanı Kefeli, açık yüreklilikle konuşuyor:“Vatandaşlar, ekonomik ömrünü tamamlamış yaşlı fındık ağaçlarını sökerek teşvik primi aldıktan sonra yerlerine genç fındık ağaçları dikiyorlar.” Çarşamba Ticaret ve Sanayi Odası Yönetim Kurulu Başkanı Yusuf Kefeli, planlı ve programlı bir tarım sistemi oturtulmadığı sürece çiftçinin fındıktan vazgeçmeyeceğini söylüyor. Hükümetin kararlarını değerlendirmeler ve çeşitli aşamalardan sonra aldığından şüphe duymadığını belirten Kefeli, ancak yine de “Tarımda etkinliğin 36 SAYI 10 / AĞUSTOS 2010

sağlaması gerektiğini” dile getirmeden edemiyor: “Yani nerelerde ürünler rantabl elde edilebiliyorsa ona göre sözleşmeli tarım yapılmalı.”

şuyor: “Çiftçinin ürettiği ürünler para kazandırmıyor. Başta ABD, diğer tarım ülkelerinde hangi ürünlerin nerede ve ne kadar üretileceği belirlenmiş.

Çarşamba Ovası’nda çiftçilerin sözleşmerin sözleşmesiz, kendilerince ürün yetiştirdiklerini; plan ve programsız üretim sonucu arz talep dengesinin bozulduğunu kaydeden Kefeli, şöyle konuşu-

Kota dâhilinde plan ve programlı üretim var. İhracat ne kadar, iç piyasanın tüketimi ne kadar, büyüme oranları nedir? Bunlar belirli. Rantabl olarak hangi ürün nerede üretilebiliyorsa orada ihti-


yaç kadar çiftçiye üretim yaptırılıyor. Bizde ise geçen yıl çeltik para kazandırdı diye bu sene herkes çeltik dikti. Neticesinde bu sene pirinç arzı talepten fazla olacağı için para etmeyecek.” Kefeli’nin tabiriyle, Çarşambalı çiftçi için fındık “vazgeçilmez” bir ürün. Çünkü reçper bu üründen para kazanıyor: “Geçtiğimiz sezon fındık para etmeyecek söylentileri çok yoğun dile getirildi. Ama öyle olmadı. Bu sene fındık rekolteleri de düşük. Buna rağmen fındık üreticilerine fındık söktürülemiyor. Miras yolu ile arazilerin bölünmesi sonucu küçük bir toprağı kalan kişiler bu toprak kendilerini doyurmayınca büyükşehirlere göç etmiş ve bu küçük arazilerde fındık üretimini sürdürüyorlar. Fındık üreticilerinin önemli bir kesimi memur veya başka işlerde çalışıyor. Yüzde 70 oranında bir kesim köyden çıkmış ve izin dönemini fındık toplama mevsimine denk getirerek fındığını tüccara satarak kolay bir ek gelir elde ediyor.” Kefeli’ye göre fındığın sökülerek yerine başka bitki yetiştirilmesi zor. Köylü, ektiğinin mahsulüyle geçiniyor. Artık bu hayata uyum sağlamış ve halinden memnun. Köyden büyükşehirlere göç edenlerse oradaki yaşantıya alışmışlar.

Yeniden köyde oturmaları imkânsız. Açık yüreklilikle, “Bu topraklar o kadar verimli ki ne ekilirse yetişir. Fındığa alternatif ürünler de çok kolaylıkla yetiştirilebilir. Ancak, bunun ön koşulu sözleşmeli tarım. Bu yapılmadan kimse alternatif ürünlere yönelmez. Hükümet iyi niyet çerçevesinde bazı adımlar atsa da bizim milletimiz bunu istismar için kullanıyor.” diyen Kefeliֹ’nin şu sözleri de bir hayli ilginç: “Alan bazlı gelir desteği ve alternatif ürüne geçen üreticilere telafi edici ödemeler yapılması projesi kapsamında fındığını söken vatandaşlar, ekonomik ömrünü tamamlamış yaşlı fındık ağaçlarını sökerek teşvik primi aldıktan sonra yerlerine genç fındık ağaçları dikiyorlar.” Kefeli, ucuz işgücü arayışının son yıllarda fındıkta da ön plana çıktığını vurguluyor öte yandan: “Şuanda Çin’de dahi fındık yetiştirilmeye çalışılıyor. Gürcistan gibi kuzeyimizde ki ülkeler fındık yetiştiriyor. Bunların en büyük avantajı ucuz işgücü. Düşük girdi maliyetleri ucuz işçilik neticede dünya fındık ihtiyacını buralardan daha ucuza karşılayabilir. Çarşamba’nın ileride bunlar ile rekabet gücü kalmayacaktır. Yükseklerde fındık dikilsin elbette. Ama ovada bir kanser gibi yayılan fındık sökülmeli. Samsun’da bir Sammey örneği var. Bin

dönüm arazi üzerinde harika meyveler yetiştiriyor, bin dönümlük yeni bir arazi arayışı da sürüyor. 23 ortağın bir araya gelmesi ile harika bir alternatif ürün yetiştiriciliği örneği sergiliyorlar.” Çarşamba’da fındığın içini kabuğundan ayırarak, paketleyen ve ihraç eden işletmeler var. Ancak, içini işleyen entegre tesisler yok. Kefeli konuya ilişkin şunları anlatıyor: “Bizim işletmecilerimizin bu kadar bir gücü de yok. Kolay para kazanmanın peşindeler. Çarşamba’da bir tanesi açılma aşamasında olan 7 tane fındık kırma tesisi var. Oysa bunlar birleşerek entegre tesis de kursalar, bölgemizde işsizlik sorunu büyük ölçüde çözülür. Şuan belediye başkanımız birçok gezi alanı tesisler ve parklar yapıyor. Ama buralara gelecek para kazandıracak insan yok. İşsizlik hat safhada. İlçemizde Gıda Organize Sanayi Bölgesi kurulsa ve dışarıdan müteşebbisler burada yatırım yapsa, yerli müteşebbislerde bir araya gelse işin başına da uzman bir yönetici koysalar ilçemiz atağa geçecektir. Hatta fındığın işleneceği çikolata, fındık ezmesi gibi alanlarda işleneceği entegre fabrikalar kurulur. Samsun’da kurulacak Gıda OSB için çalışmalar var ancak bunun Çarşamba’ya bir faydası yok. Sanayide işlenecek hammadde burada ama Gıda OSB buraya kurulmuyor.”

37 SAYI 10 / AĞUSTOS 2010


KAPAK

Terme Ticaret ve Sanayi Odası Başkanı Demirtürk:

“Fındıkta bir takım oyunlar var”

Terme Ticaret ve Sanayi Odası Yönetim Kurulu Başkanı Zekai Cengiz Demirtürk, fındığın yerine hangi alternatif ürünü yetiştireceği konusunda kendisinin bile çelişki yaşadığını belirtiyor. Herkes gibi o da, yeni ürünün sökülen fındığa değmesini istiyor. Olay, geçiş sürecinde alt yapı hazırlıklarının tamamlanmasında düğümleniyor. 38 SAYI 10 / AĞUSTOS 2010

Demirtürk, bu hususta şunları anlatıyor: “Ovamızda sulama kanalları sorunu aşılamadı. Yıllardan bu yana arazide tarımla uğraşıldığı için tabanda biriken çorak suyun ıslah edilmesi lazım. Bu işlemler bittikten sonra fındık sökülüp yerine sulamalı tarıma dayalı bir iş yapılacaksa Terme Irmağı üzerine projesi yıllar önce çizilen kürtün baraj gölünün

mutlaka acilen bitirilmesi, alternatif ürün belirtilecekse pazar durumunun da tüm yönleriyle ele alınması gerekli” Türkiye’nin en lezzetli pirincinin Terme Ovası’nda üretildiğini dile getiren Demirtürk, devletin teşvik, ihracat ve ithalat politikalarının değişmesiyle, bilhassa da Rusya’dan ürün getirilmesiyle, köylünün tembelliği itildiğini söylüyor: “Köylünün tekrar teşvik edilmesi, tomesi, tohumların karşılıksız dağıtılması ve yetiştirilen ürünlerin ofisler kanalıyla iç ve dış pazara sürülmesi gerekiyor. Ayrıca pirincin yanı sıra, yıllar evvel mükemmel yetiştirilen mısır, arpa ve soya gibi ürünler de tekrar şaha kaldırılmalı.” Demirtürk’ün dikkatleri çektiği şu örnek uygulama Terme Ovası, hatta Samsun geneli için çok mühim: “Hollanda ve İtalya örnek alınmalı. Biliyorsunuz bu ülkeler, küçük tarım arazilerine sahip olduğu halde, bodur meyvecilik ve bahçe süs bitkileri anlamında başarılı çalışmalara imza atmışlardır.” Demirtürk’e göre tapusuz araziler fındıkta hayli elzem baş problemler arasında. Kadastro geçmemiş ekili ve dikili sahalar var. Böylelikle kayıt dışılık oluşuyor. Bu yüzden rekoltenin hiçbir zaman kesinleştirilemediğini iddia eden Demirtük, “Kimilerine göre 500 kimilerine göre 600 kimilerine göre de 800 bin ton fındık rekoltesi var denmesinin asıl nedeni de budur. Ayrıca fazla rekolte söylemleri de var. Madem Türkiye fındık ülkesi ve bu fındığı dünyaya ihraç ediyor, yapılması gereken en önemli işlerden bir tanesi Türkiye’ye gelen turistlere birer kiloluk işlenmiş fındık paketlerini hediye etmektir. Üzerine Türkiye Cumhuriyeti Devleti ibaresi ve Türk bayrağı logosunun yanı sıra milli ürünümüzde yazmak çok önemlidir. Ben eminim ki bu şekilde hareket edildiğinde fındığın ihracat boyutu çok daha gelişecektir. Size çok daha acı bir gerçeği söylemek istiyorum bugün Türk milleti bile fındığı yeterince bilmiyor. Bugün Adana Bölgesi’nde fındığın tadı damak zevkine ulaşmayan, fındığı


bilmeyen binlerce insan vardır. Aynı şekilde valilikler vasıtasıyla bu bölgelerinde fındıkla tanışması lazım. Böylelikle fındığın pazar sorunu da ortadan kalkar diye düşünüyorum.” diye konuşuyor. Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği’nin (TOBB), lisanslı depoculuk çalışmalarından da söz ediyor: “Köylü fındığını getirecek bırakacak orada devletin himayesinde fındığı duracak, TOBB bu depoların kirasını kendi karşılayacak. Diyelim ki fındık sekizinci ayda toplanıyor, dokuzuncu ayın başında da piyasaya çıkıyor. Dokuzuncu ayda kilosu farz edin 5 lira olursa daha sonraki aylarda 50 kuruş 50 kuruş artışlar yaşanıyor. Köylümüz bu şekilde fındığını depoda tutarak hem bu artışlardan yararlanacak, hem de çalındı, sel vurdu, fare yedi gibi dertlerden kurtulacak.”

TEVŞİK ÜRÜNE VERİLMELİ, ÇİFTÇİYE DEĞİL Devletin Ziraat Bankası kanalıyla fındık üreticisini desteklediğini dile getiren Demirtürk, bir ayrıntıya özellikle işaret ediyor: “İstanbul’da oturan vatandaş Terme’nin dağındaki bahçesini yılda bir defa gördüğü halde fındıkta don oldu, sel

Terme Ticaret ve Sanayi Odası Başkanı Demirtürk, göz ardı edilemez büyüklükteki döviz getirisi sebebiyle, fındığa dair problemlerin sadece Karadeniz’i değil tüm Türkiye’yi ilgilendirdiğini söylüyor. Kadastro geçmeyen ekili ve dikili alanlardan söz ederek, kayıt dışılığa dikkat çekiyor. Bu yüzden rekoltenin bir türlü kesinleştirilemediğini de vurguluyor.

oldu gibi nedenlerden dolayı teşviklerden yararlanıyor. Bu teşvikler köylünün kendisine değil de ürüne verilirse, ürün desteklenirse o vatandaş bahçesiyle tam manasıyla uğraşır ve ortaya kaliteli ürün çıkar. Ama kendisi desteklendiği zaman ben nasıl olsa paramı alıyorum İstanbul’dan oraya gitmeye gerek yok, on günde birisi toplar yarısını da bana gönderir. Tembellik zihniyeti buradan çıkıyor.” Türkiye ezici bir üstünlükle, fındık üreten ülkelerin başında geliyor. Diğer ülkelerdeki ürünün randımanı, yerlininkinin çok gerisinde. Demirtürk’ün deyişiyle fındık adeta, Cenab-ı Allah’ın Karadeniz’e bir lütfü: “Bu fındığı çok iyi değerlendirmeliyiz. Fındık sadece Karadenizli’nin derdi değil, 70 milyonun derdi olmalı. Türkiye’nin en büyük ihracat yaptığı ürün fındıktır. Bu da ancak ve ancak ciddi politika ve işadamlarıyla olur. Fındıkta bir takım oyunlar var. Kendilerini büyük işadamı diye tanıtıp zavallı köylüyü çarpan insanlar olmuştur. Bunun olmaması içinde lisanslı depoculuk birinci ayağı, ikinci ayağı ise derhal fındık politikamızın, dikili alanların tespit edilebilmesi için kadastro geçirilmeli ve uydu yoluyla fotoğraflar çekilmeli ve kayıt dışı ortaya çıkarılmalıdır.” 39 SAYI 10 / AĞUSTOS 2010


KAPAK Trabzon fındığı sökmekle problemin bitmediğine dikkati çekiyor

1960’ların elektrik trafolarıyla ne yapılabilir ki

Terme’de 250 bin dekarda fındık dikili. 150 bini yüzde 6 eğimin altında. İlçe Ticaret Borsası Başkanı Trabzon, çiftçinin tekrar çeltik ekimine dönebileceğini belirtiyor. Ama bir şartla: “Diyelim ki çeltiğe karar verdiniz, eğer ırmakta su varsa çeltik yapabiliyorsunuz. Kısacası, Terme Ovası’nda alternatif ürün yetiştirilecekse öncelikle drenaj ve sulama kanalları sorunun ortadan kaldırılmalı.” 6 eğimin altında. Terme’de taban arazide, çiftçimiz eskiden olduğu gibi tekrar çeltik ekimine dönebilir. Ama bunun yapılması için hükümet görevini yerine getirmeli. Diyelim ki çeltik yapmaya karar verdiniz, eğer ırmakta su varsa çeltik yapabiliyorsunuz. Kısacası, Terme Ovası’nda alternatif ürün yetiştirilecekse öncelikle drenaj ve sulama kanalları sorunun ortadan kaldırılması lazım.”

Haluk Trabzon, 15 yıldır Terme Ticaret Borsası’nın başkanlığını yapıyor. Toprağın dilini çok iyi bilen bir aileye mensup. Bölgedeki tarımsal sıkıntıları en ufak zerresine kadar hissedenlerden. Hükümetin son fındık politikasını o da eleştiriyor. Sadece yüzde altı eğim üzerine destek verilmesini yanlış buluyor. Geçmiş yıllarda ovalara fındık dikilmesinin niçin engellenmediğini sorgulayan Trabzon, fiyat tespitindeki istikrarsızlığın günümüzdeki kaosu doğurduğunu söylüyor. Fiskobirlik’i bi40 SAYI 10 / AĞUSTOS 2010

linçsizlikle itham ederek, bugün 4 liralık fındığa 7 lira fiyat biçilmesinin faturasının ödendiğini kaydediyor. ‘Fındık para ediyor’ diyerek herkesin fındığa yöneldiğini hatırlatıyor. “Ovalardan fındık sökülsün diyorlar ama çiftçi neye istinaden fındığı sökecek.” diye soran Trabzon, eleştirilerini sıralamaya şöyle devam ediyor: “Terme Ovası’nın en büyük alternatifi çeltiktir. Bugün 250 bin dekar arazide fındıklık var. 100 bin dekarı yüzde 6 eğimin üzerinde 150 bin dekarı yüzde

Trabzon, hala 1960 yıllardan kalan elektrik trafolarıyla iş yapmaya çalışıldığının altını çiziyor: “Hükümetin yapacağı ilk iş elektrik ve trafo sisteminin yenilemesi, drenaj ve sulama kanallarını ivedilikle bitirmesi. 1990 yılında Çarşamba Ovası’nda 84 bin dekarlık arazinin sulama sistemi projesine başlandı, 2010’a geldik daha yüzde yedisi bitirilebilindi. Söylediğim gibi hükümet bu konuya el atar ve problemleri ortadan kaldırırsa çoğu insan zaten kendiliğinden çeltiğe dönüş yapar.”

FINDIKTA HALA YOL HARİTASI YOK… İptidai tarım politikasıyla hiçbir yere varılamayacağını da dile getiren Trabzon, “Fındık’ta bugün hala bir yol haritası çizilememiş durumda. İl Tarım Müdürlüğü’nün açıkladığı rekolte miktarı farklı, İhracatçılar Birliği’nin açıkladığı


farklı. Herkes kafasına göre rekolte açıklıyor. Böyle bir şey olamaz. Bu durumu ortadan kaldırmak için vasıfsız 2B arazilerinin şartlı olarak çiftçiye işletme hakkının verilmesi lazım. Sonraki aşama da ise tarım reformunun biran önce çıkarılması gerekli. Tarlalar miras nedeniyle küçüldü. Kaliteli ürün yapmak için arazinin geniş olması lazım. Bu şartlar olmadıktan sonra çiftçinin durumu bitik. Bakın bu sene kendi bölgemizden bahsediyorum taban arazide fındık namına hiçbir şey yok.” diye konuşuyor. Toprak Mahsulleri Ofisi’nin (TMO) hatalı politika yürüttüğünü de ileri sürüyor bu arada. 2007 ve 2008 yılları mahsulü fındığın kavrulup ucuz fiyattan piyasaya sürülmesini şiddetle eleştiriyor: “Bu fındığı yiyen insanın boğazında yanma olduğunu öne süren Trabzon, “Eski fındığı millete yedirirsen, tadını alamayan tüketici bir daha fındık yer mi? Asıl suçlu burada hükümet. Tüketimi artırmak adına yanlış adım atıyor. Avrupa’nın ihtiyacı 450 bin ton. İhtiyaç 450 üretim 650 bin ton. İhtiyaç fazlası denilen 200 bin ton kaliteli fındığı tanıtım adına hem iç hem de dış piyasada dağıtılırsa iki sene içerisinde bu çalışmanın meyveleri toplanır. Ortada bırakın ihtiyaç fazlasını mevcut rekolte bile yetmeyebilir. Bu konuya paralel olarak bir başka sorun ise İhracatçılar Birliği’nde lisan bilmeyen insanların çalıştırılıyor olması. Buralar da istihdam edilen kişilerin işin niteliklerine uygun olması lazım. Bu kişilerle Avrupa’ya fındığı tanıtmaya gidiyorsunuz. Adam kendini anlatmaktan aciz fındığımı tanıtacak?”

Azmi Yılmaz’dan Samsunlulara çok müjdeli bir haber:

Fındık’ta entegre tesis Fındık işleriyle uğraşan ve Türkiye’nin en büyük 500 şirketi listesinde bu yıl 37’ciliğe yerleşen şirketin yöneticisi Azmi Yılmaz, “Çevremizdeki ülkeler de bile fındık dikimini teşvik ederken bizden ovadaki hazır ağaçlarımızı sökmemiz isteniyor. Bunun altında politik oyunlar var dikkatli olalım. Üreticiyi serbest bırakın. Sökerse kendi söksün.” diyor. Karadeniz’in en büyük fındık şirketlerinden biri. Fortune Dergisi’nce bu yıl hazırlanan “Türkiye’nin en büyük 500 firması” sıralamasında net satış itibariyle 37’inci. Özyılmaz Fındık Ticaret Limitet Şirketi’nden bahsediyoruz. Yönetim Kurulu Başkanı Azmi Yılmaz’la fındıkta nelerin dönüp durduğunu irdeledik biraz. Samsun ve bölgesinden 82 bin tonluk rekolte bekliyorlar. Toprak Mahsul-

leri Ofisi’nden (TMO) geçen yıl 15 bin 500 ton fındık almışlar. Bu veri, TMO satışının üçte birine denk. Aile şirketi Özyılmaz, 130 yıldır toprakla iç içe. “O yüzden çiftçinin sıkıntısını çok iyi anlayabiliyoruz.” diyor, Azmi Yılmaz. Birçok Avrupa ülkesinde bulunmuş. Ekmeğinden, çöreğine ve tatlısına varıncaya kadar, neredeyse her unlu mamule fındık katıldığını gözlemlemiş. Fındığın

Trabzon, desteğin çiftçi yerine ürüne verilmesi gerektiğini de vurguluyor: “Hükümet illa da destek verecekse çiftçi ürününü toplamadan vermeli. Çiftçi devletten aldığı o destekle toplatma parasını, gübre borcunu verir ve fındığını saklar.” Trabzon, sözlerini bir uyarıyla bitiriyor: “Ticaret Borsası Başkanı olarak bunu dile getirmek istemiyorum fakat hükümet uyarılarımızı dikkate almazsa bu sene fındık fiyatları 4 TL’nin çok altına düşebilir. Ayrıca lisanlı depoculuk ve il ihtisas borsasının bir an önce devreye girmesi bunlar tamamlandığı zaman da fındığın ivedilikle vadeli işlemler borsasına girmesi lazım.”

Yılmaz,“Ben soruyorum köylüye: Fındık 2 liraya düşse söker misin, hayır sökmem diyor. Kısacası üretimi fazlalaştıralım, fiyatı düşürelim ve pazarın tamamına hâkim olalım.” görüşünü savunuyor. 41 SAYI 10 / AĞUSTOS 2010


KAPAK

Fındığın anavatanı Türkiye’de bu bitkiden habersiz insanların mevcudiyetine hayret ediyor.

çevremizdeki illere ana gündem maddeleri her zaman fındıktır. Bizde ise bir duyarsızlık hâkim.” diye konuşuyor.

İhracatçılar Birliği Fındık Tanıtım Gurubu’na bu anlamda büyük iş düştüğüne inanıyor: “Kısa bir süre önce birlikle Çin’e gittik, sekiz gün boyunca tanıtmak için uğraş verdik. Devlet politikasıdır beni aşar ama fındık İtalya’da, Yunanistan’da İspanya’da yetiştiriliyor. Her zaman rekolte çok fazla denir. Bana göre fındık fiyatını belirli bir süre için 2 liraya çekilmeli, dünya hakimiyeti tamamen bizim elimize geçtikten sonra onlar söksünler fındık ağaçlarını.”

Yılmaz, bütün olumsuzluklara rağmen ellerinden gayreti sarf edeceklerini anlatıyor: “Samsun’da hiç olmayan bir entegre tesisi çok kısa bir zaman içerisinde kentimize kazandırmak için çalışmalarımız devam ediyor. 4 bin metrekare üzerinde yeri hazırlanmış, kentimizin ismini taşıyan, fındığın ezmesinden çikolatasına varıncaya kadar ürün çeşitleri bulunan bu fabrikamız 8 milyon dolara mal olacak. Allah izin verirse hep birlikte buranın açılışını yapacağız. Amacımız Samsun ismini Türkiye’ye ve dünyaya layıkıyla tanıtmak.”

Yılmaz, ‘Fındık neden 6 ya da 7 lira olmasın’ sözlerini ise şöyle değerlendiriyor: “Bakın Amerika badem pazarını elinde bulunduruyor. Arz-talep dengesine bağlı olarak bazen düşük fiyattan bazen de yüksek fiyattan satarak müthiş bir döviz girdisi sağlıyor. Çevremizdeki ülkeler de bile fındık dikimini teşvik ederken bizden ovadaki hazır ağaçlarımızı sökmemiz isteniyor. Bunun altında politik oyunlar var, dikkatli olalım. Üreticiyi serbest bırakın. Sökerse kendi söksün. Hükümet bugün destekleme yaptı. Soruyorum şimdi, ne kadar insan destekleme pirimi aldım diye fındığı söktü? Hiç kimse. Aldı paraya cebine attı sökmedi, sökmeyecek de. Ben soruyorum köylüye: Fındık 2 liSAYI 10 / AĞUSTOS 2010

raya düşse söker misin, hayır sökmem diyor. Kısacası üretimi fazlalaştıralım, fiyatı düşürelim ve pazarın tamamına hâkim olalım.”

EN KALİTELİ FINDIK TÜRKİYE’DE Dünyada en kaliteli fındığın Türkiye’de yetiştirildiğini söyleyen Yılmaz, “Pazarlama noktasında hiçbir sıkıntımız yok aslında. Bakın sayın Başbakanımız dile getiriyor. Dünyanın neresine gidersen git çanta elinde bir Türk işadamıyla karşılaşabilirsin. Bu anlamda sorun yok. Sorun, sadece belirli çevrelerin pazardaki hâkimiyetimizi alaşağı etmek adına sinsice yürüttükleri politikada. Bu anlamda Samsun medyası bence üzerine düşen görevi yerine getirmiyor. Bakın

Yılmaz, bu sene için fındık fiyatının 3 ila 4 lira arasında seyredeceğini tahmin ediyor ve rakamları üretici açısından da makul buluyor. Devletin köylüsüne sahip çıkması talebini de her fırsatta yineliyor. Acaba “Kim gerçek manada fındıkçıdır?” İşte Yılmaz’ın cevabı: “Ankara’da ya da İstanbul’da oturacaksın. Babandan dedenden 10 dönüm yer kalmış, o fındığı toplattırıyorsun gelip satıyorsun. Bana göre fındıkçı A’sından Z’sine kadar bu ürüne hizmet eden insandır. Bugün bir oranlama yapılsın, dediğim şekildeki fındıkçı sayısı yüzde 25’lere kadar düşer.”



KAPAK

Hükümete fındıkla alakalı hayati bir soru:

Sorun rekolte mi, pazarlama mı ? Samsun Ziraat Odası Başkanı Hasan Tütüncü, şehrin tamamen fındık kapsamından çıkartıldığını ancak oda ve çiftçilerin yoğun çabalarıyla dört ilçenin güç bela geri döndürüldüğünü söylüyor. Tütüncü, fındığın Hindistan ve Çin gibi bu ürünü hiç bilmeyen ülkelere aktif politikalarla tanıtılması gerektiğini belirtiyor. Çarşamba Ziraat Odası Başkanı İsmail Güngör ise, Toprak Mahsulleri Ofisi’nin bu yıl da alım gerçekleştirmesini istiyor. Her iki başkana göre de, alternatif ürüne geçilirken, alt yapı hizmetleri gecikmeden, hatta mümkünse eş zamanlı devreye sokulmalı.

44 SAYI 10 / AĞUSTOS 2010


Fındığa ilişkin tartışma ve yeni politikaları Samsun Ziraat Odası Başkanı Hasan Tütüncü ve Çarşamba Ziraat Odası Başkanı İsmail Güngör’le birlikte konuştuk. Baştan belirtmeliyiz ki, iki başkan da bir hayli dertli. Hasan Tütüncü, sözü alır almaz, 19 Mayıs Şehri vekillerine yükleniyor: “Fındık yasası bakanlar kurulunda görüşülürken Ordu’nun yedi tane milletvekili iktidarı muhalefeti bir olmuş illerini, çiftçisini kurtarıyor. Bizim dokuz tane milletvekilimiz var, iktidar ve muhalefet olmak üzere. Bırakın Samsun’u kurtarmayı; fındık yasasının çıkacağından hiç birinin haberi yok.” Samsun’un fındık kapsamından çıkarıldığını ancak en azından dört ilçesinin, -Ziraat odaları ve çiftçilerin bireysel mücadeleleriyle- yeniden geri döndürüldüğünü ifade eden Tütüncü, süreci şöyle anlatıyor: “Ek bir bakanlar kurulu kararnamesi çıkarılarak dört ilçemiz (Çarşamba, Terme, Salıpazarı ve Ayvacık) fındık yasası kapsamına alındı. Fakat ne acıdır ki geriye kalan ilçelerimiz ne fındık dikim desteğinden, ne de söküm desteğinden yararlanamıyor. Mesela, Tekkeköy’de ovada fındık olmamasına ve yasada belirtilen yerlerde fındık yetiştirilmesine rağmen bu kapsama alınmadı. Aynı şekilde 19 Mayıs, Bafra ve Samsun merkez de aynı sorunla karşı karşıya. Buralar alan bazlı 150 lira destekten yararlanamadıkları gibi sökecek olsalar söküm desteğinden de faydalanamıyorlar. Çok büyük bir mağduriyet söz konusu.” Tütüncü’ye göre ilkin fındık söküm tazminatının kabul edilebilir düzeye getirilmesi ve ödemelerin de kısa sürede yapılması şart. Alternatif ürün için mutlaka yeterli teşvik ve pazarlama garantisi verilmeli. Tarımsal sulama çalışmaları hızlandırılmalı. Depolama ve soğuk hava tesisi hizmetlerine ilişkin altyapı hizmetleri de, devlet ya da özel sektörce bir an önce başlatılmalı. Öte yandan geçmişte devletin fındık dikimini teşvik ettiği gerçeğine odaklanıldığında bir adaletsizlikten de söz edilebilir: “Bir Bafra’ya ya da 19 Mayıs’a zamanında fındık dikilirken Tarım İlçe Müdürlükleri fideleri hibe şeklinde vererek yüksek kesimlere fındık diktirmişler ki, oralarda heyelan olmasın, toprak kaymasın. Kimse durup dururken dikmemiş.

Sonrasında gelip de ‘Biz o bölgeyi fındıklık kapsamından çıkardık ne dikersen ne de sökersen hiçbir teşvikten yararlanamazsın’ dene-rek, o insanlar mağdur edilemez.”

“İç piyasada fındık tüketimi çok az. ‘Fındık Tanıtma Grubu’ var. Bu kurumun yaptığı çalışmalar yetersiz. Daha büyük kaynaklar aktarılarak fındığı hem iç piyasada hem dış pazarda tanıtımı yapılabilir. Üretimde dünya birincisi olduğumuz fındığı farklı şekillerde sunarak bu işi ticarileştirmemiz olmazsa olmaz.

Tütüncü de, fındık rekoltesinin baştan beri manipüle edildiğine inanıyor: “Türkiye’de geçmiş yıllarda rekolte 200 bin ton olduğunda da fazla denilmişti, 600 bin olduğu zamanda da. Demek ki bizde rekolte değil, pazarlama sorunu var. Şu anda Hindistan, Çin gibi çok büyük nüfusa sahip ülkeler fındığın ne olduğunu bilmiyor. Buralara yeteri kadar tanıtım yapılması halinde bırakın rekolte fazlalığı tartışmalarını ürettiklerimiz yetmez bile. Diyorlar ki fındığın ekim alanı şu kadar arttı. Evet, bu tespit doğru olabilir ama biz fındığı verim olarak artıramadık. Aslında fındığı sökerek değil, daha iyi bakarak birim alanda alınan verim miktarını yükseltmemiz lazım. Türkiye şu anda pazarın yüzde 80’nin elinde bulunduruyor, bir takım oyunlarla bu liderliği kaybetmeyelim. Yoksa ülkemize yazık olacak” Bir diğer gerçeğe de şöyle işaret ediyor Tütüncü: “İç piyasada fındık tüketimi çok az. ‘Fındık Tanıtma Grubu’ var. Bu kurumun yaptığı çalışmalar yetersiz. Daha büyük kaynaklar aktarılarak fındığı hem iç piyasada hem dış pazarda tanıtımı yapılabilir. Üretimde dünya birincisi olduğumuz fındığı farklı şekillerde sunarak bu işi ticarileştirmemiz olmazsa olmaz. Öyle ki fındık yetiştiriciliğinde bizim üretim düzeyimize ulaşmış tek bir ülke yok. Hemen hemen tüm fındık üreticileri Türkiye’yi çok geriden takip ediyor ya da emekleyerek bize yetişmeye çalışıyorlar. Üretimde dünya şampiyonu olduğumuz fındığın iç piyasada sadece “kuruyemiş” olarak tüketilmesi çok acı bir gerçek. Oysa fındığın kendisi ve yan ürünleri birer lezzet kaynağı. Sağlıkla ilgili özellikleri ise tartışılamayacak kadar da olağanüstü! Bu nitelikleriyle fındık, aslında kendi içinde muazzam bir dünyayı temsil ediyor. Biz sadece fındığın kabuğunu kırıp yemesini biliyoruz. Aldığımız duyumlara göre şu anda yüzde 40’ını mamul ederek satmaya başladık. Eğer bu şekilde devam ederse yakın bir zamanda fındık borsasının da elimize geçeceğini düşünüyorum.” Çarşamba Ziraat Odası Başkanı İsmail Güngör ise hükümetin politikalarını 45 SAYI 10 / AĞUSTOS 2010


KAPAK

FINDIK ÜRETİMİ NERELERDE SERBEST? Türkiye’de fındık üretilecek yerler sınırlandırıldı. Fındık alanlarının tespiti ve sökülen fındık bahçeleriyle birlikte yerine alternatif ürün yetiştireceklerin desteklenmesine ilişkin Bakanlar Kurulu Kararı Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe girdi. Kararda beş yıl süreyle fındık üretilebilecek il ve ilçeler belirlendi. Dışında kalan beldelerde fındık yetiştirilmesi yasaklandı.

akılcı bulmuyor: “Türkiye’de fındık uzun yıllar boyunca devletçe desteklenerek Fiskobirlik tarafından satın alındı. Sonrasında ise IMF ve Dünya Bankası ile yapılan anlaşmalar gereği 2000 yılında hazırlanan ve 2002 yılında yürürlüğe giren Tarım Satış Kooperatif ve Birlikleri Hakkında Kanun’la birlikte, kooperatif ve birliklere sunulan devlet desteği kesilmeye başlandı. ‘Kooperatif ve birliklere devlet veya diğer kamu tüzel kişilerden herhangi bir destek sağlanamaz’ maddesini içeren bu kanun, 2002 yılından itibaren yürürlüğe girse de, AKP hükümeti 2006’ya kadar kararnameler çıkararak Fiskobirlik’e kredi desteği vermeye devam etmişti. Fakat geçtiğimiz yıllarda Fiskobirlik yönetimi ile AKP hükümeti arasındaki kavga doruğa tırmanınca kredilerin önü tamamen kesildi. Bana göre hükümet piyasayı özel sektörün eline bırakmamalı. Bir şekilde müdahil olmaya devam etmeli. Toprak Mahsulleri Ofisi alımlarına devam etmeli yoksa çiftçimiz perişan olur. Bu sene Samsun merkez ve ilçelerdeki toplam rekoltemiz yaklaşık 70 bin ton. Maliyetler ise ova ve yüksek ke”simlerde farklılık gösteriyor. Samsun’da bazı alanlar var fındık maliyeti 4 lira civarında. Siz şimdi 5 liradan aşağı bir fiyat açıklarsanız, üreticiler mağdur olur.” Güngör, Türkiye’nin petrolün ardından en fazla açığı ham yağda çektiğini de hatırlatarak, konuyu fındıkla şöyle ilişkilendiriyor: “Bölgemiz bu açığı kapatmak üzere yetişecek ürünler için oldukça uygun. Hazineden bu ürünlere 46 SAYI 10 / HAZİRAN 2010

verilen desteklerin artırılması lazım. Eğer bu ürünlerin artmasını, fındığında azalmasını istiyorsak çiftçi olarak bizim yaptığımız diğer ürünlerden para kazanmamız lazım. En azından fındık kadar ya da ondan daha fazla getirisi olması gerekli ki çiftçi kendiliğinden fındıktan vazgeçsin ve alternatif ürünlere dönsün. Doğuda Yeşilırmak, batıda Kızılırmak yıllardan bu yana boşa akıp duruyor. ‘Su akar Türk bakar’ diye bir deyim var. Böylesine verimli bir yerde hala drenaj sorunu halledilmedi, kanallar açılmadı, bekleniyor. Bir an önce altyapı tamamlanarak, çiftçi alternatif ürünlere yöneltilmeli.”

YASALA PRİM, YASAĞA TELAFİ ÖDENEĞİ… Devlet fındık alımına son vererek, olayı piyasa şartlarına bıraktı. Fındık tarımına müsaade edilen ilçelerde (2001/3267 sayılı bakanlar kurulu kararı ile) yüzde 6 meylin üstü ve 750 metre rakımın altındaki alanlar yasal kabul ediliyor. Buralarda 3 yıl süreyle dönüm başına 150 lira prim desteği ödenecek. Yüzde 6 meylin altı (taban arazi) ve 750 rakımın üstündeki araziler yasal değil. Hükümet fındığın buralardan sökülmesini istiyor. Söküp başka ürene geçenler de her bir dönüm için birinci yıl 300, ikinci ve üçüncü yıl ise 150’er, toplamda 600’er lira telafi ödeneğine hak kazanıyor.

Bakanlar Kurulu kararına göre fındık üretimine izin verilen yerler: “Artvin’in Borçka ve Arhavi ilçeleri, Düzce’ye bağlı Akçakoca, Cumayeri, Gölkaya, Çilimli, Gümüşova ve Yağlıca, Giresun’a bağlı Merkez ilçe ile Bulancak, Keşap, Tirebolu, Görele, Eynesil, Espiye, Dereli, Çanakçı, Güce, Doğankent, Yağlıdere ve Piraziz, Kastamonu’ya bağlı Abana, Bozkurt, Cide, Çatalzeytin ve İnebolu ilçeleri, Kocaeli’nin Kandıra, Ordu’nun bütün ilçeleri, Rize’nin Ardeşen, Fındıklı ve Pazar ilçeleri, Sakarya’ya bağlı Kocaali, Karasu, Akyazı ve Hendek, Samsun’a bağlı Çarşamba, Terme, Ayvacık ve Salıpazarı, Sinop’un Merkez ilçesi ile Ayancık, Türkeli, Erfelek, Gerze ve Dikmen, Trabzon’un bütün ilçeleri, Zonguldak’a bağlı Alaplı ve Ereğli, Bartın’ın Merkez ile Amasra ve Kurucaşile ilçeleri.”



KAPAK

Ziraat Odası Başkanı Karamollaoğlu’nun bu sözlerinin arkasında acı bir feryat var aslında

“Terme’de 9 bin ton fındık bulsunlar kendimi yakarım” Terme Ziraat Odası Başkanı Yetkin Karamollaoğlu, renkli ve sevilen kişiliğinin de desteğiyle, belgesinde tarımın gelişmesi için adeta bu yola baş koymuş. Engel çıkaranlara ya da çıkarmak iste-yenlere öfkeli. “Milletvekillerimiz bu işi sahiplenmedi.” diyerek başlıyor sözlerine. Bizzat bir bölge vekilinden: ‘Fındığı bırak arz fazlası var’ cümlesini duymuş. Sormuş, “Türkiye’de ne kadar arz fazlası var?” 100 bin ton, cevabı üzerine, “Bu sözü, Çin ve Hindistan gibi dünyanın en kalabalık ülkelerinin fındıktan bihaber 48 SAYI 10 / AĞUSTOS 2010

olduğu bir ortamda söylüyorsun” demiş. Karamollaoğlu sadece vekillere değil, işadamlarına da kızgın. “Bizim ihracatçımız ‘alivre’ (önceden) satış yapıyor” diyor. Kelime, olgunlaşmadan satma anlamına geliyor. Fındığın yüzde 80 oranında çikolata sanayinde kullanıldığını belirtiyor: “Avrupalı için

fındık 10 lira, beş lira ya da 100 lira etmiş hiç önemli değil. Alivre usulü fındık aldıkları için bana fındığı şirket olarak taaddüt ettiğin şekilde getir diyorlar… İhracatçı bu şekilde fındığı satıyor, parayı alıyor bankaya koyuyor. Bundan sonra başlıyor spekülasyon yapmaya. Neymiş efendim Türkiye’de fındık bol. Olsa da bol olmasa da. Neden? Amaç üreticinin ürününü düşük fiyattan almak. Avrupalıya verdiği fiyatın üstünde alırsa batar. Kaldı ki geçmişte birçok kişinin bu şekilde battığı bizzat şahit olduk.”


Terme Tarım İlçe Müdürlüğü verilerine göre ilçede 240 bin dekar fındıklık alan var. Bunun 140 bin dekarı ovada, 100 bini yüksek kesimlerde. 140 bin dekarlık alandaki fındık ağaçlarının tamamı yaşlı. Bunun yanı sıra sulama sistemi ve drenaj kanalları yok. Bu yüzden araziler tuzlanmış. Haliyle fındık verimi de düşmüş. “Şu anda Terme Ovası’nda 70 bin dekar fındıklık ya bulursun ya da bulamazsın. Çoğu ağaç kesildi çeltik ve farklı tarım argümanları yetiştirilmeye başlandı. Kalan bu yerlerinde kesilmesi anlamında çiftçi üzerinde inanılmaz bir baskı var. Lanet olsun diyerek fındığı kesmeye çalışıyorlar. Ama biz oda, yönetim kurulu ve meclisteki arkadaşlarımızla birlikte her toplantımızda fındığın tek bir dalının dahi kesilmemesi için mücadele veriyoruz. Türkiye’nin 600 bin ton fındığa ihtiyacı olduğu söyleniyor.” diye konuşan Karamollaoğlu, soruyor: “Bu fındığın ovadan sökülmesi halinde ihtiyaç nereden karşılanacak?” Ulusal Fındık Konseyi ve Ziraat Odalarının rekolte çalışmaları devam ediyormuş. Karamollaoğlu’nun bu toplam üretim tahmini 500 ya da 550 bin ton. Aldığı bazı duyumlardan dolayı ürkmüş oda başkanı. Her sene fındık bol diyen tüccarın bu yıl yok demesine akıl sır erdiremiyor. Sonrasını Karamollaoğlu’ndan dinleyelim. “Bu şeytanlar, ben bunlara şeytan diyorum bir şey planlıyorlar yine. Eskiden yok dendiği zaman araya giren Fiskobirlik ya da TMO’nun elindeki fındığa güveniyorlardı. Şimdi ise seçim arifesine girdiğimiz için hükümet tutarda TMO’yu araya sokarsa biz batarız mantığıyla serbest piyasa ekonomisine bırakmak istiyorlar. Yani hükümete, fındık yok sizin girmenize de lüzum yok şeklinde mesaj gönderiyorlar. Kısacası fındık 6 liradan aşağı olursa çiftçimiz mağdur olur.” Hükümetin projelerini çok eleştirmeyi ukalalıkla niteleyen Karamollaoğlu, Türkiye’nin tarım politikasına ihtiyaç duyduğunu kaydediyor: “Karadeniz Bölgesi fındığın anavatanı. Başka hangi bölgede yetiştirilmek istenirse istensin ama fındık Allahın bir lütfü olarak bu bölgeye bahşettiği bir değer. Ben istiyorum ki bu bölgede dağında taşında, ovasında fındık teşvik edilsin. Amerika, İspanya, İtalya fındık dikimini teşvik ettiği bir dönemde sen kesmeye çalışıyorsun. Ben hangi hükümet olursa olsun bu şekilde politika güdenlerin akıllıca hareket ettiğine inanmıyorum. Geçmişte başka

Terme Ziraat Odası Başkanı Yetkin Karamollaoğlu, Türkiye’nin her yıl 600 bin ton fındığa ihtiyacı bulunduğunun söylendiğini belirterek, “Bu fındığın ovadan sökülmesi halinde ihtiyaç nereden karşılanacak?” diye soruyor. Müthiş de bir iddiası var oda başkanının: “Terme’de bu sene 9 bin ton fındık bulsunlar ben kendimi Cumhuriyet Meydanı’nda yakarım.” Olumsuz hava yüzünden bu sene mahsulün yandığını haykırıyor yetkilere.

ürünlerde yaşadığımız ve sonrasında zararının gördüğümüz durum fındıkta da yaşatılmak isteniyor. Türkiye’de fındığın ovada yetiştirilmesine karşı olan belirli siyasi gruplar var. Şimdi bunlar kendi bölgelerinde zor şartlar altında fındık yetiştirdiklerini öne sürerek ovadakiler işçilik ve her türlü giderde daha az maliyet ödeyerek fındık yetiştiriyorlar. Bu fındığı ovadan kestirin şeklinde kampanya yürütüyorlar. Ben açıkça söylüyorum, bizim doğumuzda bulunan ve fındık işiyle uğraşan tüm iller bizim fındık yetiştirmemizi istemiyor.” “Terme’de bu sene 9 bin ton fındık bulsunlar ben kendimi Cumhuriyet Meydanı’nda yakarım.” iddiasını da ortaya atan Karamollaoğlu, açıklamasını şöyle sürdürüyor: “Olumsuz hava koşulları sonucu bu sene fındık yandı. Dedik ki bu bölgede büyük zararımız var ürünlerimizi don vurdu. Bize sizin bölgenizi don vurduysa o bölge TARSİM’e kayıtlı, tarım sigortası olan çiftçiler zararlarını oradan karşılasınlar. Ama bakın bizim bölgemiz dışında Türkiye genelinde 26 bölge aynı şekilde TARSİM’e kayıtlı olduğu halde don afetleri nedeni ile zarar gören çiftçilere telafi edici destek ödemesi yapılma hakkından yararlandılar. Bizim bastırmamız neticesinde Tarım İlçe Müdürlükleri, yukarının da talimatıyla yüzde 10 ile yüzde 30 arasında zararımız olduğuna dair rapor verdi. Biz de ilişkin raporu, koruma kontrol müdürlüğüne gönderdikten sonra bakanlarımız ve bölge milletvekillerimizle görüştük. Daha sonra Tarım Komisyonu Başkanı ve Adana Milletvekili Vahit Kirişli’yle bir araya geldik. Bize ‘Raporu bana gönderin Samsun Bölgesi’ni aynı kanun kapsamına aldıracağım’ dedi. Ben o arada Samsun milletvekilleri de olduğu halde biz devamlı dışlanıyoruz dedikten sonra vekillerimize dönerek siz neden bize sahip çıkmıyorsunuz diye konuştum. Sonuç olarak sayın Kirişçi ek bir kararnameyle Samsun’un da aynı kanun kapsamına aldıracağı sözünü verdi. Geçtiğimiz günlerde Bayındırlık ve İskan Bakanımız Mustafa Demir bey Terme İlçemize geldi. Orada ben kendisiyle de görüşmek istedim. O arada Samsunlu bir milletvekilimiz bakanımızla görüştürmemek adına büyük çaba harcadı. Sonuç olarak tüm olumsuzluklara rağmen bakanımızla konuştuk ve zorunun giderilmesi anlamında bakanımızda elinden gelen bütün gayreti göstereceğine söyledi.” 49 SAYI 10 / AĞUSTOS 2010


KAPAK

Sözde alternatif güven vermiyor; çiftçi özde sözleşme istiyor Dergi Haberexen’e konuşan üretici ve çiftçiler, Çarşamba Ovası’nın ancak “Sözleşmeli tarım” uygulamasıyla fındıktan arındırılabileceğini dile getiriyor. Alternatif ürüne geçilebilmesinin tek yolu bu onlara göre. Türkiye’deki yağlık bitki açığı büyüyor. Her yıl yağ ithal ediyoruz. Ovada soya, kanola ve ayçiçeği yerine hala fındık dikili.

Fındık Yetiştiricisi Mustafa Ortaboy, “Bu yıl fındık rekoltesi düşük. Fiyatlar 5 lira civarında seyrediyor. Üretici için 4-5 lira aralığı fena değil.” diyor. Geleceğe yatırım amacıyla halen fındık fidanı dikiyormuş Ortaboy ailesi. Teknik ve mekanik tarımla iyi verim alıyor ve kazanç sağlıyorlarmış. Kilosunu 2 li-

radan satabilecekleri yağlık fındık ocak sayısını dahi artırıyorlarmış. “Ancak arazisi ufak verimsiz, teknik tarım yapmayan veya başka işler yapıp fındığı ek gelir olarak gören insanlar bu gidişle fındıktan hiç para kazanamamaya başlayacak. İşte o zaman toprağının başında duran çiftçi ile onlar ayrışacak.” diye konuşuyor Ortaboy. Fındık üreticisi Mustafa Ortaboy:“Devlet soya ve kanola gibi bitkileri yetiştirenlere desteğini arttırır ise ben kendi arazimde de soya yetiştirmeye başlarım. Fındığın gözünün yaşına bile bakmam hepsini keserim.”

Başta İstanbul olmak üzere büyükşehirlerden yılda bir defa fındık toplamaya gelenlerin, kendileri gibi sadece fındıktan geçinenleri mağdur ettiklerini savunuyor: “İzin süreleri içinde topladıkları fındığı tüccara ucuz pahalı bakmadan veren bu kişiler, piyasa fiyatlarını düşürüyor. Devletin fındığı söktürmesinin tek yolu güvenilir biçimde alım garantili olarak alternatif ürün yetiştiriciliğini primler ile de desteklemesi ve sözleşmeli tarım yaptırması. Bu olursa fındıktan vazgeçmeyen kimse kalmaz. Benim arazimde hep fındık dikili ancak, kiraladığım bir arazide soya yetiştiriyorum. Devlet soya ve kanola gibi bitkileri yetiştirenlere desteğini arttırır ise ben kendi arazimde de soya yetiştirmeye başlarım. Fındığın gözünün yaşına bile bakmam hepsini keserim. Böylece devlette fındığı söktürmek için prim desteği vermek zorunda kalmaz.”

ALTERNATİF ÜRÜN SÖZDE Mİ KALIYOR? Ortaboy ailesi aslında daha öncesinde 18 dönüm araziden fındık sökerek 50 SAYI 10 / AĞUSTOS 2010


karşılığında prim almış. Alternatif ürünsüz bırakıldıkları için primi yemişler. Boşalan araziye kavak dikmişler mecburen. 18 dönüm kavaklıkları varmış. Ortaboy, geçen yıl fındık almayan Toprak Mahsulleri Ofisi’nin (TMO), yaklaşan seçim sebebiyle bu yıl karar değiştirebileceğini öngörüyor: “TMO’nun fındık almasına karşıyım. Çünkü devlet alımlarda zarar ediyor. Az destekle çiftçinin işi görülüyor zaten. Biz yıllardır tarım ile hayatımızı sürdürdük ve mal mülk sahibi olduk. Tarımdan hiçbir zaman kayba uğramadık. Fındıkçıyız ama yılda 10-15 kilo fındık tüketemiyoruz.” 5-6 sene önce Kafkaslara Tırlar dolusu fındık fidanı götürüldüğünü duyduklarını da belirten Ortaboy, “Şimdi o fidanlar yetişti ve Kafkas ülkeleri de fındık üretmeye başladı. Bu arz talep meselesi köylü fındıktan para kazanamaz ise zaten kendiliğinden söker. Eskiden şeftali ağaçlarının altına fındık iyi kazandırıyor diye fındık dikenler oldu. Şimdilerde ise düşünüyorlar. ‘Fındıkçı mı olsam, Şeftali mi yetiştirsem’ diye.” diyor.

SÖZLEŞMELİ TARIMA GEÇİLEREK TARIM KURTARILMALI. Fındık ticaretiyle uğraşan (Zahireci) İsmail Ak’ın kesin konuşuyor: “Ovadan fındığın kalkmasının tek yolu; alım garantili, prim destekli alternatif ürünlerin yetiştirildiği sözleşmeli tarıma geçiştir.” Ak, kalkınmanın temelinde üretmenin yattığını belirtiyor: “Bugün köylere Çarşamba’dan, Terme’den ekmek getirilerek satılıyor. Eskiden diğer seneki mısır mahsulünün alınacağı mevsime kadar ambarlarda yetecek kadar mısır olurdu. Şimdi böyle bir şey yok. Kışın köye kar yağıyor. Eğer ekmek arabası köye gelemezse köylü ekmeksiz kalıyor. Fındık kolay bir ürün ve emek istemiyor. Bu nedenle fındık dikimi çiftçi tarafından tercih ediliyor. Tarım bu halde iken Türkiye’de kalkınma olmaz. Acilen sözleşmeli ve alım garantili tarıma geçilerek tarım kurtarılmalıdır. Çiftçi yaş sebzeden yılda birkaç defa mahsul alıyor. Çiftçinin salatalığı, domatesi para etse çiftçi kendi geçimini doğrultabilir. Ancak, salatalığın kilosunun 10 kuruşa satıldığı gün, fındığın kilo fiyatı 5 TL Çarşamba’da.

Zahireci İsmail Ak: “Salatalığın kilosunun 10 kuruşa satıldığı gün, fındığın kilo fiyatı 5 TL Çarşamba’da. Çözüm sözleşmeli tarımda.” Ak’tan başka bir tespit: “Çiftçi satımı ile birlikte soyadan kilo başına 2 lira kazansa fındığını söker.”

Çözüm sözleşmeli tarımda. “ Aynı zamanda akaryakıt istasyonu işleten Ak’ın dile getirdiği şu anekdot fındık probleminin sinir uçlarına dokunuyor: “1982 yılında açtığımız akaryakıt istasyonunda haftada iki tanker mazot bitirirdik. Traktörler o derece çalışırdı. Bir kilo çeltik karşılığı 2,5 litre mazot fiyatı ediyordu. Şimdi ise bırakın çeltiği 2,5 kilo pirinç anca bir litre mazot ediyor. Köylerde eski çalışma da kalmadı. Biz akaryakıt istasyonunu açarken köyümüzün bulunduğu mıntıkaya açmak Samsun-Çarşamba yolu üzerine açmaktan çok çok daha kazançlı idi. Şimdi durum tam tersi oldu. Bizim köyümüzün olduğu bölgede 11 köy var. Bunların hepsinde tarım yapılır sadece bizim köyümüzde fındık yapılırdı. Şimdi bu 11 köyün tamamında tarım arazilerinde sadece fındık var.” Ak, Turgut Özal döneminde ‘Köylerden kaçan kendini kurtardı’ tabirinin dillere yerleştiğini söylüyor: “Arazisine fındık veya kavak diken kendini büyükşehirlere attı. Türkiye’de bildiğimiz kadarı ile soya üretimi 50 bin ton iken, 950 bin ton ithal ediliyormuş. Fındık arzı talebin çok çok üzerindeyken halen daha arazilere fındık dikiliyor. Devlet soya üretimini daha fazla teşvik eder, sözleşmeli tarım yaparsa bu durum değişir. Bu sene devlet sertifikalı soyaya 35 kuruş civarında destek sağlıyor. Ama bu yeterli değil. Çiftçi satımı ile birlikte soyadan kilo başına 2 lira kazansa fındığını söker.” Ak’a göre devlet fındık alımını bırakmakta gecikti bile. Herkes devletin yıllarca IMF ve Dünya Bankası kredileriyle fahiş fi-

yata topladığı fındığı depolara yığıldığını biliyor. Bu fındıklar yağa dönüştürüldü. Kamu zarara uğradı. Artık yöre haklı da bu durumun değişmesini istiyor. Çünkü dış borç külfeti çocuklarının sırtına binecek.

BÖLÜNEN ARAZİLER BİRLEŞEBİLECEK Mİ? Ak, Çarşamba Ovası’nın aslında dışarıdan gözüktüğü gibi olmadığını da kaydediyor: “Ova kişi başına bölündüğünde çiftçi başına düşen araziler mendil kadar. Miras yolu ile bölüne bölüne çok küçük kalmış topraklar. Bu tarafın halkı toprak birleştirmesi konusuna da çok sıcak bakmıyor. DSİ şu an yaptığı drenaj çalışmalarının bir benzerini geçmişte yapmaya kalkmış. Tarla sınırları nedeni ile o dönem bu çalışma başlamadan bitmişti. Bölgede yetiştirilebilecek ürünler ise belli.” Bir ara kivi yetiştirildiğini ama iklim şartlarının elverişsizliği yüzünden çiftçinin zarara uğradığını anlatan Ak, “Bölgemizde yapılabilecek alternatif ürünler çeltik, soya, mısır, yemlik bitkiler, ayçiçeği yetiştiriciliğidir. Bölgemizde eskiden banka, vatandaşın ahırındaki hayvanı idi. Sıkıştığında hemen onu satar paraya çevirirdi. Şimdi bu da kalmadı. Zaten et ithalatı yapılıyor. Üretici desteklenerek hayvancılığın geliştirilmesi lazım. Eskiden her hanede ortalama 50 baş hayvan bulunurdu. Ufak yaşta köyden ayrılan genç nüfus nedeni ile tarım gelecek nesillere devredilemiyor. Doğa, ara51 SAYI 10 / AĞUSTOS 2010


KAPAK zi şartlarını bilen çiftçi bildiklerini ge-lecek nesillere aktaramıyor. Türk tarımı rotasını bir an önce çizmeli. Geçen sene çeltik para yaptı herkes bu sene çeltik yaptı. Şimdi para etmeyecek. Bir taraftan da iç piyasada üretim artarken ucuz maliyetli diye yapılan ithalat çiftçinin belini daha faz la büküyor. Çiftçi ürününün maliyetini dahi karşılayamaz hale geliyor.” diyor. “Toptancıların ve tüccarlar ne kadar para vermek istemese de insanlarla olan beşeri ilişkiler nedeni ile son yıllara kadar üreticiler gelir fındık ile ödenmek üzere tüccarlardan para alırdı. Elindeki sıcak para bu şekilde kaybolan tüccar ise sıkıntı çekerdi.” diyen Ak, son yıllarda bankaların üreticilere düşük faizle sağladığı kredilerle yükün tüccarların sırtından kalktığını belirtiyor. Bu seneki fındık fiyatları konusundaysa şunları düşünüyor: “Geçtiğimiz yıl TMO fındık almadı. Yinede fiyatlar iyi gitti. Bu sene ise kırsalda fındık var ama ovada yok. Ancak TMO arz talep dengesini sağlıyordu. İhtiyaç fazlası fındığı depoluyor ve fındık ihtiyacı olursa depolanan fındığı piyasaya sürüyor ve ihraç ediyordu. Şimdi ise üretici elinde fındığı ne kadar bekletebilirse bekletecek sonuçta ihtiyaçlarını bu fındıkla karşılamak zorunda ve bu süre fazla olamaz. Sonrasında tüccara satacak. Tüccarın da fındığı elinde çok uzun süre bekletme şansı yok oda kendi işini çevirmek zorunda. Sonuç itibari ile oldukça yüksek miktarda fındık kısa sürede piyasaya girecek. Bu da ister istemez ihraç edilen fındığın ucuza gitmesine neden olacaktır. Fındık bol olduğu sene ise durum daha kötü olacak. Bu yıl fındık rekoltesi 650 bin ton civarında olursa fiyatlar 4 liraya kadar düşer. Ancak, tarım sigortası yapan eksperlerden aldığımız bilgiye göre bu sene fındık rekoltesinin 350-400 bin ton olacağı söyleniyor. O zaman da fındık 5 liranın üstünde seyreder. Elinde fındık bekletenler de ortaya çıkar.” 52 SAYI 10 / AĞUSTOS 2010

Türkay Öztürk: “Fındık yemediği için ölen kaç kişi var. Vatandaş ekmek parasının derdine düşmüş. Ne yapsın fındığı. Meyveler turfanda iken bu ülkede kaç kişi alıp yiyebiliyor. Ama mevsimi gelip de fiyatı ucuzlayınca ikişer kilo alıp yiyebiliyoruz.”

AMERİKALILARA, JAPONLARDAN DERS Aynı zamanda kendisini de fındık yetiştiren başka bir Zahireci Türkay Öztürk ise, “Gönlüm fındığın Avrupa’ya en değerli biçimde gitmesini sağlayacak sistemin olmasından yana.” diyor. Fındıktan arpaya; çeltikten buğdaya tüm toprak ürünlerinde devletin ticarete bulaşmasına sıcak bakmıyor: “Fındık, buğday, fasulye, pirinç hiçbir ürün desteklenmemeli. İyi bir gelecek için devlet tüm tarım ürünlerinden elini çekmelidir. Her kalemde devletimiz zarar etmekte. Bunlara ekipman sağlıyor. Yer sağlıyor. Para veriyor. Ürünleri çürütüyor. Kaldırıp atıyor, yakıyor, birinci kalite fındığı üç beş sene bekletmek zorunda kalıyor ve sonunda yağlık olarak kullanıyor. Fındık tek başına bir sorun değil. Fındık Karadeniz’de diğer ürünlerin para etmemesinden dolayı ortaya çıkan vatandaşın mecburen yönlendiği bir ürün. Fındık vatandaş için kurtuluş iken şimdi çiftçi ve devlet için bir sıkıntı haline geldi. Çünkü arz talepten fazla oluyor.” Öztürk, Özal yönetimdeyken Amerika’dan Carlos pirinci ithal edilinceye dek geçimini ovada yetişen yerli çeltik ticaretiyle sağladığını söylüyor: “Vatandaş ucuz pirinç varken neden yerli ve pahalı olan pirinci alsın ki? Yerli pirinç yüksek girdi maliyetleri nedeni ile para kazandırmaz oldu. Ne zaman ki ucuza Amerika’dan pirinç ithal edilmeye başladı biz fındık alım satımına başladık. Çiftçi içinde aynı durum geçerli oldu.” Öztürk’ten o senelere dair bir anekdot: “Amerikalılar Japonya’ya giderek tica-ret anlaşması teklif ediyor.

Teklifte bir madde çok manidar. Japonlara ürettikleri pirincin yarı parasına pirinç satmayı öneriyorlar. Japonlar ‘hayır’ diyor. ‘Çünkü üreticimiz şu anki pirinç fiyatları ile para kazanıyor. Tüketici de pirinci bu fiyattan alınca bütçesi sarsılmıyor. Oysa sizden yarı parasına pirinç alırsak seneye pirinç üretecek çiftçi bulamayız. Bu çiftçiler de toprağını bırakıp şehre gelir biz de onlara istihdam sağlayamayız.’ cevabını veriyorlar. Bizde ise tam tersi aç kapıları ne gelirse gelsin mantığı var.”

ÇİFTÇİ PARASINI KOYACAK YER BULAMAZ. “Çarşamba’da kargo bölümlü havaalanımız, soğuk hava depolarımız var. Çiftçimiz, ziraat odalarımız, ziraat mühendislerimiz var. Biz bu imkânları kullanamıyoruz. Yunanistan ve Hollanda Avrupa’ ya 1,5 liradan sebze satıyorsa Çarşamba Ovası’nda yetişen sebzeyi biz Avrupa’ya 50 kuruştan satsak çiftçimiz parasını koyacak yer bulamaz.” iddiasını da dillendiren Öztürk, sözlerine şöyle devam ediyor: “Fındık tek başına bir sorun değil. Sadece diğer ürünlerin alt yapısı oluşturulmadan ovadan sökülemez. Pirinç 3 liradan satılsa vatandaşın cebi yanmaz, üretici de kazanır. Fındık yerine çeltik eker. Bir paket sigaraya 7,5 lira veren vatandaş pirincin kilosunu 3 liraya yemesin diye biz ithalat yapıyoruz. Bu da üreticinin sonu oluyor. Vatandaş pirinci 2 liradan yerse üretici çeltik yerine fındık yetiştiriyor. Sonuçta yine devletin başı ağrıyor. Devlet bu zaman kadar fındığa ödediği parayı dış borç olarak aldı. Yine pirinci 2 liradan yiyen vatandaşın cebindeki para kat kat fazlasıyla buharlaştı.”


Öztürk, “Alan bazlı gelir desteği ve alternatif ürüne geçen üreticilere telafi edici ödemeler yapılması” projesinin başarısızlıkla sonuçlanacağını tahmin ediyor: “Alternatif ürünler ayağa kaldırılmadan sözleşmeli tarıma geçilmeden alternatif ürünler para kazandırmadığı sürece ne bugün, ne yarın asla başarılı olamaz. Şu an çiftçi sadece kurumuş ve yaşlı ağaçların olduğu bahçelerde söküm yapılıyor.” Dış piyasaya işlenmiş fındık ürünleri satılamaz mı? İç piyasada tüketim çeşitli yollarla artırılamaz mı? Türkay Öztürk soruları, “Avrupa’ya da fındığı işleyerek satamazsınız. Türk müteşebbisler Avrupa’ya Avrupa’nın ürettiğinden daha kaliteli çikolatalar ve benzeri ürünler yapıp satamazlar. Avrupalı büyük firmalar size yaşama şansı vermez. Avrupalı devlerle rekabet için ucuz ürün satmalısınız ki bu da kaliteyi düşürür bu defa da kaliteden dolayı yaşayamazsın. Bu dağa kafa atmaya benzer. Dağı kafa atarak yıkamazsınız. Fındık pahalı ürün olduğu için iç piyasada da tüketimi arttıramazsınız. Fındık yemediği için ölen kaç kişi var. Vatandaş ekmek parasının derdine düşmüş. Ne yapsın fındığı. Meyveler turfanda iken bu ülkede kaç kişi alıp yiyebiliyor. Ama mevsimi gelip de fiyatı ucuzlayınca ikişer kilo alıp yiyebiliyoruz. Fındığı Avrupa’ya azar azar satmak lazım. Ama bizim üreticimizin de, tüccarımızın da fındıktan bir an önce gelecek paraya ihtiyacı var. Kimse fındığını elinde bekletecek güce sahip değil. Birden bire tüm fındığın piyasaya yıkılması ise Avrupalı’nın işine geliyor. Avrupa’ya ilk iki ayda giden mahsul fazla olduğu takdirde Avrupa geri kalan mahsulü kedinin fare ile oynaması gibi alıyor.” diye cevaplıyor. Tüccarın üreticiyi kendine borçlandırarak fındığı ucuza kapattığı iddiasını ise yalanlıyor: “Biz tüccarız fındık üreticisine yıl boyunca para vermeye mecbur kalıyoruz. Hiçbir esnaf elindeki sıcak parayı kaybetmek istemez. Her tüccarın 200 müşterisi olsa 500 bin lirayı bulur. Cebimdeki paramı niye başkasına vereyim? Altına yatırırım ya da başka alanlara. Kimse bu durumdan hoşnut değil. Biz üreticiye yıl boyunca para verince karşılığında iki ton fındık alacağız. Üretici bana ürününü iki ay sonra satmak istediğini söylüyor. Geçen sene fındık 3,5 liradan başladı bir ay içerisinde 4,5 liraya çıktı. 100 ton fındık 350 bin lira iken bir

ay sonra 450 bin lira oldu. Benim param sağda solda. Üreticiye para vermemiş olsam cebimdeki paramla istediğim fındığı hasat zamanı alabilirim.” Öztürk, fındık borsasının Hamburg’da konuşlanmasında bir mahsur görmüyor: “Türkiye dünyanın fındık ihtiyacının yüzde 75’ini karşılıyor diye fındık borsası Türkiye’de olsa idi herkes erkek olurdu. Türkiye’de düzen yok. Biz hangi kurumu kurduk da dürüstçe iş yaptık?”

TMO SEÇİM İÇİN ALIM YAPAR TAHMİNİ Hükümetin seçim yatırımı amacıyla bu sene TMO’ya fındık toplatabileceği görüşünü tüccar Servet Çalışkan da paylaşıyor. 2010 başfiyat tahmini 4 ya da 5 lira: “Bundan üç ay kadar evvel fındık ağaçları mahsulün az olduğunu belli edince vatandaş bu sene fındıkla birlikte çeltiğe yönlendi ve önceki yıllara nazaran daha fazla bir üretim olacak. Bu durum çeltiğin fiyatını da düşürecek. Fındıkta da durum böyle arz talep dengesi önemli. Fazla üretim düşük fiyat demek. Ancak seçim öncesi hem fındıkta hem çeltikte TMO iyi bir fiyata alım yapacaktır diye düşünüyorum.” Çalışkan, “Fındığın ovadan kalkmasına kimse taraftar değil.” diyor. İşte gerçekler ve sebepleri: “Vatandaş ovada fındıktan başka ürünlere yönlenmiyor. Çünkü alternatif ürünlere güvenmiyor. Üretici ürettiği mahsulün para etmesi konusunda bir güvencesi olmadan fındıktan başka

ürünlere yönelmez. Ancak bu durum sözleşmeli tarım ile değişebilir. Aksi takdirde fındık ovadan kalkmaz. Çarşamba Ovası’na tarıma dayalı sanayi kurularak, ithalat durdurulur ve sözleşmeli tarıma geçilirse ova fındıktan kurtulur.” Hatalı tarım ve hayvancılık politikalarıyla çiftçinin bitirildiğini ileri süren Çalışkan, “Hayvan fiyatları yükselir yükselmez hükümet işin kolayına kaçarak hemen ithalata başvurdu. Üreticiyi düşünen yok. Doğru hayvancılık ve tarım politikaları uygulansa et ithal etmek zorunda kalınmaz tüketici rahatlıkla et alır ve üreticide para kazanırdı. Üreticiye devletin yem desteği yapması lazım. Bir çuval yem 25 lira. Bir hayvanın günlük masrafı 6-7 lirayı buluyor. Bugün canlı hayvanın kesiminde kilosu 13-14 lira. Bu hayvanın masrafını kurtarması için günde bir kilo et yapması lazım ki mümkün değil. Diğer ürünlerde yapılan ithalatlar ile nasıl çiftçi bitirildi ise şimdi de et ithalatı ile hayvancılık bitirilecek.” Çalışkan, fındık ekim alanlarının bu denli çoğalmasını şöyle açıklıyor: “Fındık fazla emek gerektirmiyor. Köyden büyükşehirlere göç eden vatandaşlar köylerdeki akrabalarına eşine dostuna telefon açarak anlaşıyor ve bahçesini gübreletiyor, çapalatıyor. Fındık toplama zamanı gelince izne ayrılıyor gelip fındığını topluyor tüccara satıyor ve işinin başına dönüyor. Fındığın bir yıllık masrafı bin lirayı asla geçmez. 1 ton fındık üretse 4000 ya da 5000 lira demek. Masraf düşünce cebine 3-4 bin lira giriyor. Büyükşehirlerde çalışanlar için çok iyi bir ek gelir.”

Tüccar Servet Çalışkan, “Üretici ürettiği mahsulün para etmesi konusunda bir güvencesi olmadan fındıktan başka ürünlere yönelmez. Ancak bu durum sözleşmeli tarım ile değişebilir. Aksi takdirde fındık ovadan kalkmaz. Çarşamba Ovası’na tarıma dayalı sanayi kurularak, ithalat durdurulur ve sözleşmeli tarıma geçilirse ova fındıktan kurtulur.”

53 SAYI 10 / AĞUSTOS 2010


ALTERNATİF SPOR

En güzel yoldan Bir yandan zorlu tabiat şartlarında özel donanımlı 4x4’lerde yarışırken, diğer yandan eşsiz doğal güzelliklere şahitlik etmenin kısa adı “offroad”. Adrenalin tutkusu, olayın başka bir yönü. Offroad parkurları için daha ziyade ormanlık, sahil ya da yayla gibi açık doğa alanlarıyla; çamurlu, kumlu ve kayalık zeminlerin tercih ediliyor.

İ

ngilizce “offroad” kelimesinin sözlükteki karşılığı, ‘yol dışı’. 4 tekerleği de çekiş kabiliyetine sahip araçlarla zorlu arazi ve iklim şartlarındaki mekanik bir motor sporunun adı aynı zamanda. Bünyesinde kamp, kampçılık ve doğada yaşam gibi unsurları barındıran bu spor türünde, tabiatla kucaklaşmak hedefleniyor. Bu spor, cip ya da Jeep diye tabir edilen araçlarla yapılıyor. Araçlar özel malzemelerle güçlendiriliyor. Araçların en önemli donanım farkı, lastikleri. Çamur, kar, su ya da kayalık mevkide yere 54 SAYI 10 / AĞUSTOS 2010

tutunmayı sağlıyorlar. Parçalanmaya ve patlamaya karşı daha dayanıklılar. Aracın yol tutuşunu güçlendiren süspansiyon sistemleri ile dönen tekerlek parçalarını oluşturan kısımlar da burulmaya ve bükülmeye direnç gösterebilen sert metalden imal ediliyor. Yerden yükseklik arttırılarak aracın alt kısımlarının araziye çarpma ihtimali en aza indiriliyor. Bunun yanı sıra vinç, sis farları, çeki halatları, özel yapım tamponlar da vazgeçilmez ekipmanlardan. Türkiye’de maddi gücü el veren herkes elbette ki bayiden 4x4 araç satın alabilir.

Ancak spor için Türkiye Otomobil Sporları Federasyonu’ndan lisans şart. Yarışa, Federasyon’un belirlediği güvenlik tedbirlerine haiz 4x4’lerle katılabiliniyor. Hobi amaçlı 4x4 etkinliklerinde lisansa gerek yok. Offroad ayrıca; Türkiye Motor Sporları Federasyonu’na bağlı, müsabaka takvimini federasyonun belirlediği bir motor sporudur. Türkiye’de illerdeki Offroad Kulüpleri vasıtasıyla gerçekleştirilmekte. Geliştirilip, tanıtılmakta haliyle. Türkiye’de yer alan bu kulüpler gerek özel düzenlenmiş, gerekse doğal alanlarda bu sporu icra edebiliyor.


çıkış:

offroad! Tabi ki özel izinler ve güvenlik tedbirleri sonrasında. Bu kulüplerden bir tanesi de kısa adıyla, Samoff (Samsun Offroad Kulübü).

YARIŞIRKEN HAYAT KURTARMAK Samsun Offroad Kulübü, 1994 yılında bir araya gelen amatörlerce zaman içinde profesyonelleşerek kurulmuş. Kulüp vilayet ve civarında bu sporu yaygınlaştırmak, sevdirmek, kurallarını doğru öğretmek amacıyla yarışlar, kamplar ve etkinlikler düzenliyor. Sportif faaliyet alanı dışında sosyal etkinlik projeleri dâhilinde; kışın zorlu şartlarda kapalı köy

yolları açılmakta ve buralarda sağlık taramaları icra edilmekte. Ekip üyeleri gönüllü Sivil Savunma Uzmanı gibi çalışıyor. Doğal afetlerde de olaya müdahale bilgisi ve becerisine sahipler. Offroad parkurları için daha ziyade ormanlık, sahil ya da yayla gibi açık doğa alanlarıyla; çamurlu, kumlu ve kayalık zeminlerin tercih edildiğini belirten Samsun Off-Road Kulübü Başkanı Ömer Sezgin, “Bu sporda amaç en kısa sürede en uzun yolu kat etmek ya da kapı adı verilen zorlu bir engeli en kolay ve hatasız şekilde geçmektir. Türkiye’de yarış olarak seyircilerin izlemesine olanak

Tabiatı seven insanların bir virajda ya da dağın ulaşılmaz yerinde fotoğraf makinesiyle görüntülemeye çalıştığı offroad yarışçısı için bu enstantane her şeye değiyor.

55 SAYI 10 / AĞUSTOS 2010


ALTERNATİF SPOR

tanıyan seyirci etapları, zamana karşı koşulan hız etapları ve mukavemet yarışı denilen zorlu engelleri aşmak şeklinde yapılan trophy tabir edilen yarışlar düzenlenmekte. Hepsinde de amaç yarışı bitirebilmektir.” diyor. Offroad sporunu çekici kılan en önemli yanı, doğal güzellikler eşliğinde tabiatın zor şartlarıyla mücadele edilmesi. Ayrıca yarış dönemindeki kamp faaliyetleri sporu zenginleştiriyor. Hız ve güç dürtülerinin aynı anda tatmini de yaşanası bir duygu. Fotoğraf sanatıyla ilgilenenlere bulunmaz bir fırsat da sunuyor bu spor dalı. Yüksek çekiş özelliğine sahip araçların çamurda ilerleyişi mekaniğe ve hıza meraklı seyircileri hayran bırakıyor. Seyirci kitlesinde, yediden yetmişe her

yaş grubundan meraklı var. Tabiatı seven insanların bir virajda ya da dağın ulaşılmaz yerinde fotoğraf makinesiyle görüntülemeye çalıştığı offroad yarışçısı için bu enstantane her şeye değiyor. Ehliyetsiz offroad yarışçılığı imkânsız. Baştan bilinesi bir diğer şartı da pahalı

bir spor. Aracı, yarışçının her şeyi. Bakım ve malzeme ihtiyacına para ayırmak gerekiyor. Bu yüzden spora ekonomik özgürlüğe sahip, maddi kaygı taşımayan bir kesime yönlenmekte. Offroad sırasındaki bilinçsiz davranışlar hayat kaybı riskini artırıyor. Aracın bilinçsiz şekilde kullanılması, güvenlik önlemlerine dikkat edilmemesi, içindeki sürücü ve yolcuların hayatına mal olabilecek kazalara neden olabilir. Bu yüzden Ömer Sezgin, offroad sporu ile ilgilenen amatörlere doğru bilgileri doğru şekilde öğretmek için insanları kulübe üye olmaya davet ediyor. Çünkü her spor dalında olduğu gibi bu sporunda kuralları var ve kulüp üyeliği bu kurallara uymayı zorunlu kılmakta.

CİDDİ REKLAM POTANSİYELİ Offroad, turizm anlamında başlı başına bir tanıtım ve reklam kaynağı. Samoff bölgesi, turizm kapsamına alınarak tanıtılıyor. Yurtdışı ve yurtiçi turistlerine geziler tertip edilmekte. Tabiat ve çevre fotoğrafçıları ile gazetecilere yerinde sunum gerçekleştirilmekte. “Arabistan Çölleri’ndeki safari turlarında, insanlar 40 dereceyi aşan sıcaklıkta çölde kum tepelerinde araç kullanmak için bir yığın para harcamaktalar. Bizde ise Karadeniz Bölgesi’nin eşsiz doğa güzelliği var.” diyen Kulübün Genel Sekreteri Sinan Yeğin de Başkan Sezgin’in sözlerinin ardından şöyle devam ediyor, “Yeşilin bin bir tonu

56 SAYI 10 / AĞUSTOS 2010


bu tarz gezilerde turistlere gösterilmekte. Aynı şekilde Akdeniz Bölgesinde de bu tarz Safari turları ile bir takım firmalar turistleri 4x4 araçlar ile Toros Dağları’nın tepelerine çıkararak para kazanır hale gelmişler. Samsun Offroad Kulübü, geçen yıl turizm tanıtımı amaçlı Yunanistan’dan gelen 8 araçlık bir kafileye gezi organize etti. Ayvacık İlçesini, Baraj gölünü Yunan misafirlere gezdirdik, Ayvacık yaylalarını güzelliklerini gösterdik. Ayrıca Vezirköprü Kunduz Ormanlarında Karadeniz Offroad Birliği Kampı organizesi ile Karadeniz Bölgesi’nde yer alan Offroad severleri burada iki günlük bir kamp ile misafir ettik. Bu ve bunun gibi gezilerle birçok offroad severi bölgemizde misafir ederek Samsun tanıtımlarına katkı vermeye çalışıyoruz.”

57 SAYI 10 / AĞUSTOS 2010


SİNEMA

Ajan Salt Tür : Gerilim / Aksiyon Gösterim Tarihi : : 6 Ağustos 2010 Yönetmen : Phillip Noyce Senaryo : Kurt Wimmer Yapım : 2010, ABD Oyuncular : Angelina Jolie (Evelyn Salt) , Liev Schreiber (Winter) , Chiwetel Ejiofor (Peabody) , Yara Shahidi (Cleo) , Zoe Lister Jones (Zoe Kinnally) Filmin konusu: Evelyn Salt (Jolie), görevi, şerefi ve ülkesi üzerine yemin etmiş bir CIA ajanıdır. Ancak bir itirafçının onu Rus ajanı olmakla suçlamasıyla bağlılığı test edilecektir. Salt sahip olduğu tüm gizli görev tecrübesini kullanarak kendini temize çıkarmak amacıyla kaçar. Salt’ın masum olduğunu kanıtlamak için gösterdiği tüm çaba hakkındaki şüpheleri arttıracak ve geriye yanıtlanması gerekn bir tek soru bırakacaktır; “Salt kimdir?”

Cehennem Melekleri Tür : Gerilim / Macera / Aksiyon Gösterim Tarihi : 13 Ağustos 2010 Yönetmen : Sylvester Stallone Senaryo : Dave Callaham , Sylvester Stallone Yapım : 2010, ABD Oyuncular : : Sylvester Stallone (Barney Ross) , Jason Statham (Lee Christmas) , Jet Li (Bao Thao) , Dolph Lundgren (Gunnar Jensen) , Eric Roberts (Monroe) Filmin konusu: Cehennem Melekleri’nde, bir Güney Amerika ülkesinin kural tanımaz diktatörünü yıkmak ve diktatörlük rejimini sona erdirmek için ülkeye gizlice sızan bir grup paralı askerin hikayesi anlatılıyor... Yeni görevleri nedeniyle ülkeye gizlice giriş yapan özel birlik kısa sürede hiçbir şeyin kendilerine anlatıldığı gibi olmadığını fark eder. Akabinde ekip kendini büyük bir yanılsama ve ihanet içinde bulur. Olaylar kontrolden çıkmaya başladığında ve masum hayatlar tehlike altına girdiğinde bu ekip çok daha büyük bir düşmana karşı mücadele etmeye başlar. Bu kardeşler takımını yok etmek adına onları bu görevin içine sokmuş olan ve geleceklerini tehdit eden kişiye karşı.

Son Savaşçı Tür : Dram / Macera / Aksiyon Gösterim Tarihi : 27 Ağustos 2010 Yönetmen : Neil Marshall Senaryo : Neil Marshall Yapım : 2010, İngiltere , 97 dk. Oyuncular : Michael Fassbender (Quintus Dias) , Dominic West (Virilus) , Olga Kurylenko (Etain) , Noel Clarke (Macros) , David Morrissey (Bothos) , JJ Feild (Thax) Filmin konusu: ZM. S. 117. Roma İmparatorluğu Mısır’dan İspanya’ya kadar, Doğu’da da Karadeniz’e kadar genişlemiştir. Fakat Kuzey Britanya’da fetihler gerilla taktikleriyle yenilmez bir düşman haline gelen Pict’ler tarafından durdurulmuştur. Romalılar’ın İngiltere’yi işgali sırasında geçen film, Pict saldırısında geriye kalan son savaşçı Quintus Dias adında bir adamın öyküsünü anlatıyor. General Virilus’un efsanevi 9. Lejyonuna katılan genç adam, Pict ırkını ve liderleri Gorlacon’ı yer yüzünden silmek için ordusuyla beraber kuzeye doğru gitmeye başlar. 58 SAYI 10 / AĞUSTOS 2010



AAAAAAAA

60 SAYI 3 / OCAK 2010


Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.