2 SAYI 11 / EYLÜL 2010
3 SAYI 11 / EYLÜL 2010
Sayı 11 Eylül 2010
içindekiler
12
12 EYLÜL’DE ASLINDA NE OLACAK ?
6
EDİTÖR
8
AKILDA KALANLAR
18
ALTIN MAKASLARA KONFEKSİYON PASI
10 KÖŞE YAZISI - BEKİR REŞİTOĞLU 12 12 EYLÜL’DE ASLINDA NE OLACAK ? 16 KAYIT DIŞINA TÜTEV ÇÖZÜMÜ 18 ALTIN MAKASLARA KONFEKSİYON PASI 20 MUHTARLAR DERT KÜPÜ
22
İŞİTME ENGELİ DÜNYANIN SONU DEĞİL !
22 İŞİTME ENGELİ DÜNYANIN SONU DEĞİL ! 26 TÜVTURK’TEN HERKESE “ÖZEL” MUAMELE
30
30 TİYATRO DÜŞKÜNLÜĞÜNDEN TİYATROYA
TİYATRO DÜŞKÜNLÜĞÜNDEN TİYATROYA DÜŞKÜNLÜĞE
DÜŞKÜNLÜĞE
34 İNSANA YATIRIM ZAMANI 52 C6 PATRONLARA HİTAP EDİYOR 55 SAMSUNSPOR’DA MAZİYİ SUÇLAMA DERDİNE SON
34
İNSANA YATIRIM ZAMANI
55
SAMSUNSPOR’DA MAZİYİ SUÇLAMA DERDİNE SON
4 SAYI 11 / EYLÜL 2010
EDİTÖR Geleceğimiz gençlerde…
270 bin gencecik beyin yetişiyor Samsun’da. Bu şehrin, belki de ülkenin teminatı onlar. Birçok Avrupa şehrindeki nüfustan fazla bu sayı.
Gençlik, gelecek demek. Peki, biz geleceğimiz için ne yapıyoruz? Yani insana yatırımda olayın neresindeyiz? Yeterli imkanları sunarak, gençleri önümüzdeki on yıllara hazırlayabiliyor muyuz? Son soruya herkes canı gönülden ‘evet’ demek ister ama maalesef hakikatler buna mani. Sınav sisteminin her yıl değiştiği, kaygısının ise her işin önüne geçtiği bir süreçte, öğrenciler pek tabiidir ki kendilerini gelişmeye konsantre edemiyorlar. Tıpkı yarış atı gibi, bir hipodromdan diğerine sürüklenip duruyorlar adeta. Hafta içi okul, hafta sonu dershane, maddi durum iyiyse okul sonrası saatlerde özel ders… Söylesenize hayat bunun neresinde? Kişiliğin örgülendiği en kıymetli ömür dilimi, stres, endişe ve kargaşaya kurban gidiyor. Bir gün imtihan ve okul haricindeki yaşamla tanışılınca sudan çıkmış balığa dönülüyor. Binlerce gencin içine düştüğü hayal kırıklığı tablosunun hesabını kim verecek, söylesenize? Samsun yüksek öğrenimin gözde şehirlerinden. Canik ilçesi sınırlarında Karadeniz Bölgesi’nin ilk vakıf üniversitesi Başarı’nın da açılmasıyla, şehir ülkenin her yanından öğrenci çekecek. Eğitim yatırımları, ekonominin diğer ayaklarını yakından etkiliyor. Çeşitli şehirlerden insanların şehre akını, müspet propaganda açısından mühim bir kazanım. Ulaşım kolaylığı, başta deniz ve orman tabiat güzellikleri ve misafirperverliği 19 Mayıs Şehri’nin artı puanları. Bu avantaj kalkınma hamlesindeki şehri uçurabilir. Şehir, Türkiye’nin eğitim üstlüğüne aday. Okulların açıldığı dönemde şehrin eğitim profilini çıkaralım istedik: Nerede aksıyor, nerede almış başını gidiyor? Samsun’da eğitimin halini şehrin konuyla alakalı en yetkili mercilerine yönelttik. Bilmediğimiz ama aslında yüksek derece önem arz eden çok miktarda anlayış varmış. Bildiklerimizi yeniden gözden geçirme zamanı artık. Görev sadece devlet ya da eğitimcilerin değil. Konuyu, aileler dertlenmeli ve sahiplenmeli en başta. Sağlıcakla kalın...
AYLIK BAĞ IMS IZ HAB ER DERG İS İ
w w w. h a b e rexen .co m
Marka Evi Ajans ve Danışmanlık Hizmetleri Ltd. Şti. Adına İmtiyaz Sahibi
Mustafa ÇAKIR SORUMLU YAZI İŞERİ MÜDÜRÜ
Ahmet AK HABER MERKEZİ
Mustafa BİLİK HALKLA İLİŞKİLER Tel : 0 362 432 64 64 Faks : 0 362 435 47 77 Mail : abone@haberexen.com REKLAM REZERVASYON Rezervasyon Tel : 0 362 432 64 64 Rezervasyon Mail : reklam@haberexen.com HUKUK DANIŞMANLARI
AV. Hakan KARADUMAN AV. Hasan Tahsin ŞENGÜL AV. Adem AKSOY TASARIM
Serdar ILGIN
www.fmd.com.tr
BASIM YERİ Erol Ofset Ltd. Şti. Pazar mh. Necati Efendi Sk. No: 43 / SAMSUN Tel: 0 362 431 98 96 YAZIŞMA ADRESİ Ulugazi Mh. 19 Mayıs Bulvarı Sarı Konaklar Apt. No: 16 / 1 - 3 SAMSUN YAYIN TÜRÜ Aylık Yerel Süreli Yayın Bu dergi’de yer alan yazı, makale, fotoğraf ve illüstrasyonların elektronik ortamlar da dahil olmak üzere çoğaltılma hakları Marka Evi Ajans ve Danışmanlık Hizmetleri Ltd. Şti. ‘ye aittir. Yazılı ve ön izin olmaksızın hangi dilde ve hangi ortamda olursa olsun materyalin tamamının ya da bir bölümünün çoğaltılması yasaktır. Bu dergi, basın meslek ilkelerine uymaya söz vermiştir.
6 SAYI 11 / EYLÜL 2010
7 SAYI 11 / EYLÜL 2010
AKILDA KALANLAR Adalet Sarayı projesi tamam! Samsun Cumhuriyet Başsavcısı Canip Yetişir, Bölge Mahkemesi ile Adliye Sarayı inşaatı projesinin tamamlandığını, kısa süre sonra temel atılacağını müjdeliyor. Mevcut adliye binasının yetersizliği ve bölge mahkemesinin bulunmaması üzerine Başsavcı Yetişir’in başlattığı girişimler sonuçlarını veriyor. Kılıçdede Mahallesi’ndeki eski TEKEL binaları Adalet Bakanlığı’na devredilmişti.
Şenlik yasa dönüştü… Samsun’un Alaçam ilçesinde Bafra Alaçamlılar Derneği’nin her yıl düzenlediği geleneksel Bafra-Alaçamlılar Yayla Şenliği’nde, seyircilerin üzerinde bulunduğu tribün çökünce 1 kişi öldü, 22 kişi de yaralandı.
Tapu Kadastro’da rüşvete geçit yok Tapu ve Kadastro 10’uncu Bölge Müdürü Abdullah Burak Keser, tapu dairelerindeki çirkin dedikoduları önlemek ve yetkisiz aracılar nedeniyle yaşanan mağduriyetleri ortadan kaldırmak amacıyla, kurumda ‘İşlem Yönetim Performans Sistemi’ oluşturduklarını açıkladı.
Atakum Stadı’na Büyükşehir eli… Samsun Büyükşehir Belediyesi ile Atakum Belediyesi arasında varılan anlaşmaya göre Ömürevleri mevkiindeki stadın tamamlanabilmesi için ihale açılacak.
STSO’dan Lojistik Köy için mastır planı
İlkadım’ın bayan tekstilcileri… İlkadım Belediyesi “Tekstilde Kadının Adı Var” projesi kapsamında, işsiz, vasıfsız ve soyal refahtan mahrum 100 kadını tekstil alanında meslek sahibi yapmayı hedefliyor. Samsun Esnaf ve Sanatkarlar Odası (ESOB), Özel İdaresi AR-GE Dairesi, Tekstil ve Konfeksiyon İmalatçıları Derneği ve İlkadım Belediyesi AR-GE çalışanları, Gazi Hizmet Binası Encümen Salonunda ile bir araya gelerek projeyi görüştü. 8 SAYI 11 / EYLÜL 2010
Samsun Ticaret ve Sanayi Odası (STSO), Lojistik Köy Projesi için mastır planı yaptıracak. Şehirdeki ciddi lojistik potansiyele dikkat çeken STSO Yönetim Kurulu Başkanı Salih Zeki Murzioğlu, Lojistik Köy’ün çok şey kazandıracağını söylüyor.
KASİAD, lisans mezunlarını iş dünyasına kazandıracak Karadeniz Sanayici ve İşadamları Derneği (KASİAD), lisans mezunlarına yüksek lisans eğitimi verecek. KASİAD Başkanı Abdurrahman Hacıkerimoğlu, eğitimin Samsunlular için önem arz ettiğini belirterek, ciddi firmaların bundan böyle profesyonellerini yurtdışına göndermek zorunda kalmayacağını ifade ediyor.
Pınar ilk mağazasını Ankara’da açtı Samsun’un büyük süper market zincirleri işletmesiyle tanınan Pınar, ortaklık anlaşması imzaladığı Alman kozmetik devi Roosmann ile Türkiye’deki ilk mağazasını Ankara’da açtı. Güzellikten sağlığa, temizlikten bebek bakımına, kuru gıdadan organik besinlere kadar tüm yaşamsal ihtiyaçlara hitap eden ürünlerin satıldığı “Yaşam Bakım Marketi” Rossmann, çok kısa bir süre sonra Samsun’da da bir şube açmayı planlıyor.
Romatem’den yeni hizmet binası Özel Romatem Fizik Tedavi ve Rehabilitasyon Hastanesi, 4 bin metrekare kapalı alana sahip hizmet binasını faaliyete soktu. Bina için yaklaşık 5 milyon lira harcandığı belirtiliyor.
Samsunspor’da devir teslim töreni Samsunspor’a uzan yıllar hizmet veren Hakkı Tomaç, son kongrede başkan seçilen Erkut Tutu’ya görevi devretti. Tutu’nun ilk hedefi birlik ve beraberliği sağlamak.
Kömür denetimleri artırılıyor Samsun, 2009-2010 yılını yıllık mikrogram metreküp hesaplamasında 15 kükürtdioksit ve 35 partiküler ile en az hava kirliğini yaşanan iller arasındaydı. Kış yavaş yavaş yaklaşırken, temiz hava ve tabiatın korunması amacıyla kömür nakliyesi ve kullanımında denetimler sıklaştırıldı. 9 SAYI 11 / EYLÜL 2010
KÖŞE YAZISI
BEKİR REŞİTOĞLU
Rejim elden gidiyormuş peki ya gençlik !
H
er toplum evlatlarına bütün değerlerini aktarmak ister. Çünkü o bir sigortadır. Aynı zamanda, dıştaki değerlerin pozitiflerinden faydalanmak da gerekir. Çocuk ailede öğrenmeye başlar ilke, kural ve kaideleri. Tanır kendini yetiştirecekleri. Kişilik hafızasına bazı kodlar işlenir. Ardından okul yıllarında birçok bilgi yerleşir dağarcığına. Davranış kalıpları olgunlaşır dimağında. Ergenlik çağında biyolojik kimliğiyle yüzleşir. Ahlaki kıstasları iyice kavradığında da reşittir artık; yani birey. Doğruyla yanlışı, iyiyle kötüyü, güzelle çirkini ve geçiciyle bakiyi birbirinden ayırt eden bireylerden oluşan milletleri hiçbir saldırının yıkamayacağını söyleyebiliriz rahatlıkla. Biliyorum şimdi ortaya hemen görecelilik tabiri atılacak. Neye göre iyi, güzel ya da doğru, diye sorulacak. İşte bütün tartışmalar buradan kaynaklanıyor zaten. Sigara, alkol ve kumarın hem fiziki hem de ruhsal sağlığı derinden bozduğunu kimse inkar etmiyor günümüzde. Buna bir de çeşit çeşit uyuşturucu maddeleri ekleyin. İngiltere gençliği alkolün pençesinde. Hükümet ne yapacağını şaşırmış durumda. Sivil toplum kuruluşları canla başla çalışıyor, bu üzücü tabloyu düzeltebilmek adına. 10 SAYI 11 / EYLÜL 2010
Tabirleri hoş görün ama hayatın içinde bunlar; ‘sap’ ve ‘manita’ peşinde koşan bir genç nesil tehlikesi kapımızda. Bu basitliğe indirgenen ilişkilerden faydalanarak onları her türlü menfi alışkanlığa götürecek şer güçler ise dinamik, her an hazır. Bin bir türlü tezgahlarla kafalarını çeliyorlar gençlerimizin. Sonrasındaki ah, vah ve oflar boşuna. Aktarılan değerlerin bir bölümü kültürel, ahlaki ve dini nitelik taşıyor. Taşımalı. Yoksa az önce özetlediğimiz manzara kaçınılmaz. Kavga, gürültü ve yaftalamalara aldırmadan biricik varlıklarına sahip çıkmalı aileler. Hükümetler, o toplumun kültürel birikimlerinin evlatlara nakledilmesi için plan ve projeler üretmeli. Medya da vazifesini layıkıyla yerine getirmeli. ‘Bir erkeği ya da kızı avlamanın 10 yolu’ türü yayınlara son vermeli. Çarşaf çarşaf alkol reklamlarını basmadan evvel kılı kırk yarmalı. Alkol kullanmayan bürokratın mesleğinde yükselmesini engelleyenler elbette bu uğurda mesai harcayacak. Yüzlerce içkili restoran varken, içki satılmayan mekanlar gözlere batacak. Karşı cinsle laubali tavırlar sergilememeye dik-
kat edenler de damgalanacak. Asosyal damgası vurulacak arkasından. Ve bütün bu saçmalıklar ‘rejimi korumak’ için sahnelenecek. Laiklik perdesinin arkasına gizlenilecek. Oysa içerde ve ülke sınırları haricindeki güçlerin manipülasyon oyunlarının tesiri altındayız hepimiz. Demokrasi, insan hakları, özgürlük ve tarafsızlık gibi olguların saflığını kaybettiğini görmekteyiz. Münazara eara edebiyatının mahir kalemleri son çırpınışlarını sergiliyorlar. Ak’a, kara diyebilmekteler hiç sıkılmadan. Yalan dolanın bini bir para. Gençlik, nesil, gelecek kuşaklar; hepsini bir çırpıda yakmaya dünden razılar. Yeter ki güncel çıkarları zedelenmesin. Eğitim ve öğretim faaliyetleri, tahayyüllerini aşan ölçüde stratejik anlam ve öncelik yüklü bugünlerde. 12 Eylül’deki referandum, sıradan bir sandık macerası değil. Kadim rejim tüccarlarının; laiklik elden gidiyor ve şeriat geliyor safsatalarını sloganlaştıranların omurgalarından kırılacağı bir güne şahitlik edeceğiz her beraber o gün. Son pişmanlığın tamamen hükümsüzleşeceği zaman boyutunda savrulup gitmek mi; yoksa emin adımlarla geleceği garanti altına almak mı? Tabi ki ikinci şıkka ‘evet’ dediğinizi duyar gibiyim.
11 SAYI 11 / EYLÜL 2010
SİYASET
Türkiye’nin en önemli oylamasının yapılacağı
12 Eylül’de aslında ne olacak ? AK Parti Grup Başkanvekili Suat Kılıç, CHP’nin kendi yandaş yargı düzeninin bozulmasından dolayı büyük rahatsızlık duyduğunu ileri sürüyor: “Alışkın oldukları yandaş yargı düzeninde, Al gülüm ver gülüm gidiyordu. Mehmet Moğultay’ın yargıda kadrolaşma ile ilgili sözlerini unutmadık.”
12
Eylül günü Türkiye sandığa gidiyor. Ancak bu seferki diğerlerinden çok farklı bir anlam taşıyor. Çünkü bu ne bir seçim, ne de sıradan bir o kullanımı. Aslında, ülke kurulduğundan bu yana devam eden kuru ve ön tıkayıcı rejim tartışmalarını oylayacak vatandaşlar. Bu ne AK Parti’nin, ne de ana muhalefet partilerinin siyasi yelpazedeki yerini işaretleyemeyecek. En yakın seçimde o oranları ortaya çıkacaktır. Bu, seçmenin ülkenin geleceğini düşünerek iradesini ortaya koyacağı tarihi bir olay aslında. AK Parti Grup Başkan Vekili ve Samsun Milletvekili Suat Kılıç, 12 Eylül’de yapılacak referandumu yandaş yargı iddialarıyla manipüle etmek isteyenlere, CHP’li Adalet eski Bakanı Mehmet Moğultay’ın dönemindeki usulsüz hakim atamalarına dair itiraflarını hatırlatıyor. CHP’nin kendi yandaş yargı düzeninin bozulmasından dolayı büyük rahatsızlık duyduğunu ileri süren Kılıç, şunları kaydediyor: “Alışkın oldukları yandaş yargı düzeninde, Al gülüm ver gülüm gidiyordu. Mehmet Moğultay’ın yargıda kadrolaşma ile ilgili sözlerini unutmadık. 22 Ağustos 1995’te, “Doğu’dan, Güneydoğu’dan gelen insanlar aç mı, işsiz mi kalsın? Bu kadroları örgütüme vermeyip de MHP’lilere ve RP’lilere mi verseydim? Seyfi Oktay ve benim dönemimde de iki bin hâkim aldık. Bu aldığımız kadrolar, ileride yeşerecek demokrat insanlardır. Yaptığım suçsa, işlemeye devam edeceğim.” demişti. Bu sözler ile yargıda kadrolaşmayı, öteki
12 SAYI 11 / EYLÜL 2010
gördüklerini nasıl dışarı attıklarını, referans verdiklerini nasıl yargıda kadrolaştırdıklarını açık şekilde itiraf etmişlerdir. Biz AK Parti’ye yandaş bir yargı istemiyoruz. Ancak biz Türkiye’de ki yargı düzeninin CHP’ye yandaş kalmasını da istemiyoruz.”
GÜVEN OYLAMASI DEĞİL, HALK OYLAMASI 12 Eylül’de güven oylaması değil, halk oylaması gerçekleşeceğini belirten Kılıç;” Demokrasiye evet mi hayır mı? Çeteler ile mücadeleye evet mi hayır mı? Darbe planlarının açığa çıkartılmasına evet mi hayır mı? Oylanacak olan budur. Hükümetin başarıları ya da başarısızlıkları değil. Tamamen sivil anayasa özgürlükçü ve demokratik bir Türkiye’yi oylayacağız.” diyor. Memur sendikalarının onlarca yıldır Anayasa değişikliği pake-tindeki toplu sözleşme hakkının mücadelesini verdiklerini vurgulayan Kılıç, bu haktan emeklilerin de faydalanacağının altını çizerek, paketteki her bir düzenlemenin demokrasi adına ciddi adımlar nitelediği taşıdığını belirtiyor. Kadınlar, özürlüler, şehit yakınları ve gaziler için pozitif ayrımcılık hükümlerinin anayasanın eşitlik ilkesine aykırıdır değerlendirilmesinin önüne geçildiğini; başta çocuklara uygulananı, her türlü cinsel
Suat Kılıç; ” Demokrasiye evet mi hayır mı? Çeteler ile mücadeleye evet mi hayır mı? Darbe planlarının açığa çıkartılmasına evet mi hayır mı? Oylanacak olan budur.”
istismarın önleneceğini; hak gaspına uğrayan her vatandaşa TBMM Başkanının kontrolündeki om-budsmanlık sistemine avukatsız ve mahkemesiz müracaat hakkı tanındığını; yine anayasa mahkemesine doğrudan bireysel başvuru hakkı getirildiğini; sivillerin askeri mahkemelerde yargılanmayacağının ve askerlerle ilgili davaların da askeri suçlar hariç sivil mahkemelerde görüleceğinin teminat altına alındığını söylüyor.
KOÇ : PAKETİN ARKASINDA YÜCE DİVAN KORKUSU VAR CHP Genel Başkan Yardımcısı ve MYK Üyesi Samsun Milletvekili Prof. Dr. Haluk Koç ise, Meclis’ten geçen paketin, Anayasa’nın ruhuna aykırı davranılarak, geniş toplumsal uzlaşma gereği hiçe sayılarak halkın önüne konulduğunu iddia ediyor. Anayasa metinleri diğer normal yasalara benzemediğini dile getiren Koç, iddiasını şöyle detaylandırıyor: “Bugün AKP’nin getirdiği anayasa değişikliği paketi bir tek AKP mutfağında hazırlanarak diğer siyasi partilerin süreç içerisinde talepleri dinlenmeyerek dikkate alınmamış ve mecliste görüşmeleri yapılırken sadece AKP hükümeti tarafından savunulmuş diğer partilerin bu işin içinde olmamasına özen gösterilmiş bir anayasa değişiklik paketidir.” 13 SAYI 11 / EYLÜL 2010
SİYASET Koç, yüzde 51 evet tablosu durumunda, paketi toplumun önemli bir kısmı onaylamadığı için meşruiyet tartışmasının doğacağı görüşünü de ortaya atıyor: “Sürecin başına dönecek olursak biz bu anayasa paketi değişikliğinde temel olarak üç maddeye itiraz ettik. Bunlardan bir tanesi parti kapatmanın zorlaştırılacağı madde idi. Bu madde 327 oyla Meclis’ten geçemedi. Diğerleri de HSYK’nın ve anayasa mahkemesinin yapısına ilişkindi. Geçen maddeler ise şu an reklam billboardlarını süsleyen propaganda ifadeleri ile yansıtılıyor. Bu propagandanın ne kadar çelişkili ve boş olduğunu hep beraber görmeliyiz. CHP eksiklikler çok olsa da özüne itiraz etmiyoruz. En başında Meclis’te de ifade ettik. Yaklaşan genel seçimleri dikkate alarak tartışmalı bu iki maddeyi paketten ayırın diğer maddelere eksikliklerine rağmen biz de evet diyelim. Böylece bir referandum sürecinden Türkiye’yi milleti yormadan, ekonomik kaynakları tüketmeden kurtulalım, dedik. Referandum süresince hükümet çok ciddi anlamda ekonomik kaynakları tüketmektedir.” İki maddeye itiraz gerekçelerini de şöyle anlatıyor: “Anayasa Mahkemesi’nin görevi anayasal değişimlerin anayasaya
14 SAYI 11 / EYLÜL 2010
CHP Genel Başkan Yardımcısı Haluk Koç: “Anayasa Mahkemesi’nin yapısını kendine yakın bir yapıya döndürme gayretidir bu. 12 Eylül’deki referandumdan evet çıkması halinde Başbakan Recep Tayip Erdoğan, hayır çıkması durumundaysa Türkiye kazanacak.”
uygunluğunu yargılamak. Bir de yüce divan olarak görev yapıyor. Tartışma ve sıkıntı bu noktada başlıyor. Yarın gerçekleşebilecek bir iktidar değişikliğinde 2002 ile 2010 arasında gerçekleştirilen tüm şaibeli özelleştirmeler, Danıştay kararları ile ortaya çıkan yolsuzluklar o dönemin sorumluları bakımından bir soruşturma konusu haline gelecek. Meclis’te 276 gizli oy ile o dönemin sorumluları yüce divana sevk edilebilecek. Evet dedirtme ısrarının ve aceleciliğinin temel sebebini görmek lazım. Anayasa Mahkemesi’nin yapısını kendine yakın bir yapıya döndürme gayretidir bu. 12 Eylül’deki referandumdan evet çıkması halinde Başbakan Recep Tayip Erdoğan, hayır çıkması durumundaysa Türkiye kazanacak.” Hükümetin demokrasi, insan hakları, kişisel hak ve özgürlükler söylemlerinin ardında aslında tam aksi hesapların yattığını da öne sürüyor Koç: “Hükümetin özel yetkili mahkemeler eli ile yaptıkları ortada. Ne kadar demokrasi diyorsa bir o kadar antidemokratik, ne kadar özgürlük diyorlarsa o kadar kişisel hak ve özgürlükleri hiçe sayan uygulamalar yapıyorlar. Ne kadar insan hakları diyorlarsa o kadar çok ihlal ediyorlar. Bunun sonucunda bu iş tek parti ve tek
suretiyle paketin bütününü kabul ettirmektir.”
kişi yönetiminin önünü açar. Türkiye’de referandumu boykot eden bir siyasi partinin hitap ettiği kitleyi kazanmak adına evet oyu için çeşitli pazarlıklar ile yönlendirmeler yapılmaya çalışılıyor.”
ÇAKIR : 12 EYLÜLCÜLER YARGILANAMAYACAK MHP Genel Başkan Yardımcısı ve Samsun Milletvekili Prof. Dr. Osman Çakır; Anayasa’nın geçici 15’inci maddesinin kaldırılmasıyla 12 Eylül darbesine imza atanların yargılanamayacağını savunuyor: “ TBMM Genel Kurul’unda AK Parti’nin Anayasa değişiklik teklifi ile ilgili görüşmeler süresince üzerinde en çok durulan ve tartışılan maddelerden biri geçici 15’inci madde olmuştu. 12 Eylülcülerin yargılanmasının yolunun açılacağı iddia edilen bu değişiklik, geçici 15’inci maddenin tamamen kaldırılmasını öngörüyor. Ancak, partimize göre değişikliğinin hiç bir yaptırımı yok. Getirilen hükümlerin sanık lehine olan koruma hukukunu geriye götürmesi söz konusu değildir. Olay üzerinden 30 yıl geçtiği için ayrıca zaman aşımı da var.” AK Parti’nin bu maddeyi pakete, karşı duranlara ‘12 Eylül savunucusu’ diyebilmek amacıyla eklediğini de ileri sürüyor: “Amaç, 12 Eylül cuntasını yargılamak değil, bu cuntaya karşı oluşmuş olan nefreti tahrik etmek
MHP Genel Başkan Yardımcısı Osman Çakır: “12 Eylülcülerin yargılanmasının yolunun açılacağı iddia edilen bu değişiklik, geçici 15’inci maddenin tamamen kaldırılmasını öngörüyor. Ancak, partimize göre değişikliğinin hiç bir yaptırımı yok. Getirilen hükümlerin sanık lehine olan koruma hukukunu geriye götürmesi söz konusu değildir.”
“12 Eylül’de mağdur olmuş, mazlum olmuş, sıkıntı çekmiş binlerce ülkücünün halini hiçbir zaman sormayan, onlar hapislerde sürünürken ailelerinin ve çocuklarının durumunu hiç bilmeyen, geleceklerinin ne olacağı konusunda en küçük bir endişesi ve fikri olmayanlara nasıl inanılabileceğinin cevabı da bir o kadar nettir.” diyen Çakır, ülkücülerin evet oyu kullanmayacağına inanıyor: “Ülkücü camianın muhteşem mücadelesinin, hayatlarını hainlerin sıktığı kurşunlarla, işkencelerde ve idam sehpalarında kaybedenlerin vatan, millet ve bayrak sevgilerini bunlar hiç anlayabilmişler midir? Onların aile ve yakınlarının çektikleri sıkıntı ve acıları yaşamış, onlara hiç ortak olmuşlar mıdır? AKP oyununu öyle sinsi ve kurnazca planlamış ki asıl yapmak istediklerini, yani Yüce Divan’dan kaçış yollarını, partilerinin kapatılmasını engellemeyi, Yargı’yı da diğer bazı kurumlar gibi kendilerine bağımlı duruma getirme amacını topluma hoş gelebilecek birkaç değişiklik maddesinin arkasına saklamıştır. Bu maddeler tabiri caizse ‘yemlik’ ve “vitrinliktir”. Maalesef referandumda da bütün maddeler aynı pakette birlikte oylanacaktır.” Çakır, iddiaları arasına, AK Parti’nin açılım projesi için Anayasal zemin hazırladığı görüşünü de ekliyor: “Bu teklif, yüce divan korkusu sarmışların, hesap verme korkusu ile uykusu kaçmışların son hamlesidir. Bu teklif, ‘acaba yeni bir mağduriyet alanı oluşturabilir miyiz, tarih boyu mağdurun, mazlumun yanında yer almış, milletimizin bu güzel hasletinden yeniden faydalanabilir miyiz’ diye düşünenlerin teklifidir. Yoksulluğun, işsizliğin, yolsuzluğun ve bölücülüğün bu denli artmasının sebebi Anayasa değil, AKP hükümetidir. Anayasa değişikliği adı altında gerçekleştirilmek istenilenlerin gerçekte demokratikleşme ile ilgisi yoktur. Bu değişikliklerin ne demokrasi ile ne insan hakları ile ne de kişisel hak ve özgürlüklerle ilişkisi vardır. Çünkü Tayyip Erdoğan, Anayasa değişikliklerine hayır diyecekleri “darbeci” olarak nitelemektedir. Yani bir halk oylamasında “evet” demenin yanında “hayır” demenin de demokratik bir hak olduğunu kabul etmeyen ve suç olarak tanımlayan bir Başbakan’ın demokrasi anlayışı ortadadır.” 15 SAYI 11 / EYLÜL 2010
İŞ DÜNYASI
AB’den mesleki eğitim projesine 307 bin Avro hibe edildi
Kayıt dışına Tütev çözümü
Kayıtdışılık ülke ekonomilerin baş problemleri arasında yer alıyor. Vergi ve sigorta primi ödemelerindeki kaçağın teorik çözümlerle sonlandırılması hayal gibi. Sanayiciler yetişmiş ara elaman bulamamaktan yakınıyor. Bir an önce mesleki eğitime yeniden can verilmeli. TÜTEV, kayıt dışı istihdama dair projesiyle örnek bir performans sergiliyor.
Samsun Şubesi’nin programına katılacakların yarısı bir işe yerleştirilecek.
16 SAYI 11 / EYLÜL 2010
1991 yılında İzmir’de kurulan Türkiye Teknik Elemanlar Vakfı ( TÜTEV ), şuanda 15 ilde açtığı şubeleriyle faaliyetlerine devam ediyor. 2000 yılından itibaren de Samsun’da. Başta kamu ve özeldeki mühendisler, teknik branştaki elemanları çatısı altında toplayan şubenin eğitim çalışmaları da var. Bünyesinde teknik kulüpler oluşturan şube, son yıllarda ilgi gösterilen Avrupa Birliği (AB) hibe projeleri üzerine yoğunlaşmış durumda. Her yıl hibe programlarına proje sunan Vakıf, çevre ve ziraat külüpleri aracılığıyla 2007’de 62 bin Avro’luk projeyi başarıyla uygulamış. Makine Kulübü, “Kayıtlı İstihdamın Teşviki İçin Mesleki Eğitim ve Farkındalık” projesiyle bu yıl AB’den 307 bin Avro hibe kazanmış. Dünyada, özellikle de gelişme aşamasındaki ülkelerde kayıt dışı ekonomi giderek yaygınlaşıyor. Kayıt dışılık bilhassa vergi ve sigorta primi gibi mali yükümlülüklerden kurtulmak adına tercih ediliyor. Bunda sosyal, psikolojik, siyasi ve ahlaki faktörler de etkin tabi ki. Sorunu çözmek için çok sayıda teorik öneri var ama pratiğe gelince iş zorlaşıyor. Kayıt dışını, ekonomi ana başlığıyla irdelediğimizde önümüze ilkin kaçak istihdam konusu çıkıyor. Kayıt dışında üretilen mal ve hizmetler büyük ölçüde, kayıtsız çalışanlarca üretiliyor. Ülkemizdeki kayıt dışı oranı tahminen yüzde 48. Bu oran Samsun’da yüzde 65’lere tırmanıyor. Özellikle sanayi sektöründe yaşanan hızlı gelişme ve makineleşme ile birlikte; ihtiyaç duyulan görevler için kalifiye eleman bulunamayışı işverenleri kayıt dışılığa itiyor. CNC makinelerindeki kalifiye eleman yetersizliği buna bir örnek. Bu tezatlığın ortaya çıkmasında en büyük sebep, meslek liselerinin gereken önemden mahrum bırakılması. Bu yüzden ihtiyacı karşılayacak çapta nitelikli ara personel yetiştirilemiyor. Diplomalı işsizler kavramı da bu gerçeğin bir yansıması. Lisans ve ön lisans eğitimindeki bilgilerle, özek sektörün isteği örtüşmüyor. Teorik eğitim bir yere kadar. Özel sektör nokta alanlara uzman kişi talep ediyor. Onlara mesela kaynakçı lazım. İşverenlerin, diplomanın yanı sara spesifik branşlarda sertifika aramasının bir sebebi de bu. Ne yazık ki Türkiye, genç, dinamik fakat vasıfsız insan gücü cennetine dönüştü. Bu
paradoksu çözebilmenin tek yolu, meslek okullarının altyapısının güçlendirilerek istihdama dayalı eğitime yönelmek. Sanayinin ihtiyaç duyduğu nitelikte eleman yetiştirilmesi sağlanmalıdır. TÜTEV Samsun Şube Başkanı Dursun Aksoy, hibe hakkı elde eden projeyle neyi amaçladıklarını şöyle anlatıyor: “Kayıtlı İstihdamın Teşviki İçin Mesleki Eğitim ve Farkındalık Yaratma Projemiz ile hedef kitlenin kalifiye ve donanımlı meslek sahibi olarak ekonomik özgürlüklerinin kazandırılması, bu yolla ilimizdeki ekonomik sıkıntılardan kaynaklanan sosyal sorunların önüne geçilmesi hedeflenmektedir. Buna paralel olarak yürütülecek, “Kayıtdışı Çalışma Başkasının Ekmeğini Çalmaktır” kampanyası ile de ilimizde kayıt dışı istihdamın orta vadede oluşturacağı sosyal ve ekonomik olumsuzluklar hakkında farkındalık meydana getirilecektir. Projemizde “yenilikçi yöntemlerle kayıtlı istihdamın teşvik edilmesi” konusuna iki açıdan yaklaşılmıştır. Bunlardan birincisi Kayıtlı istihdamın teşvikine odaklanan mesleki eğitim faaliyeti, diğeri ise kayıtlı istihdamın özendirilmesi ve kayıtdışı istihdamla mücadele açısından tarafların bilgilendirilmesi ve bilinçlendirilmesine yönelik faaliyetler yürütmek yolu ile kayıtlı istihdamın teşvik edilmesini sağlamaktır. Proje ile temelde işgücü piyasasına katılamamış Teknik resim eğitimi alan ve/veya Meslek Lisesi Mezunu 18-29 yaş arası belli oranda bedensel engelliyi de içeren bay ve bayanın CNC programcılığı ve operatörlüğü konusunda proje süresi
olan 12 aylık dönemde eğitilmesi ve en az yüzde 50 sinin istihdamının sağlanması hedeflenmektedir. Bu kapsamda proje sahibi TÜTEV Vakfı bünyesinde oluşturulacak teorik eğitim merkezinde verilecek eğitimleri uygulamalı olarak desteklemek amacıyla proje ortağımız Samsun Mesleki Eğitim Merkezimizde kurulacak uygulamalı eğitim merkezinde gerçekleştirilecektir. Projemizin istihdam ayağında ise sanayici iş adamları derneği olan ve ilimizde ciddi bir yere sahip olan Karadeniz Sanayici ve İş Adamları Derneği (KASİAD) yer almaktadır. Projemizin eğitim faaliyeti kapsamında günümüzde sanayi sektöründe en çok ihtiyaç duyulan CNC programcılığı ve operatörlüğü konusunda kalifiye eleman yetiştirilecek ve proje sayesinde kurgulanmış ortaklık yapısı ile bunun sürdürülebilirliği sağlanacaktır.” İl Milli Eğitim Müdürlüğü, SGK il Müdürlüğü, Kalkınma Ofisi ve İşkur İl Müdürlüğü’nden proje hayata geçirilirken özellikle uzman alanında etkin boyutta destek alınacak. Hedef kitleye ulaşılırken altyapılarından istifade edilecek. Proje kapsamında CNC programcılığı ve operatörlüğü eğitimi alacak 30 asıl ve 10 yedek kursiyer seçilecek. Katılımcıları proje ortakları ile birlikte oluşturulacak komisyon seçecek. Uygulamalı eğitim proje ortağı Samsun Mesleki Eğitim merkezinin atölyelerinde yapılacak. 416 saatlik teorik ve pratik eğitim 7 ay sürecek. Kursiyerlerin eğitim sonrasında yüzde 50’si istihdam edilecek. 17 SAYI 11 / EYLÜL 2010
YAŞAM
Hem kumaşa ve hem de dikime para ve zaman ayırma lüksü kalmadı artık
Altın makaslara konfeksiyon pası Samsun Terziler Odası Başkanı Karadeniz, “Terziliğin yaşayabilmesinin tek şartı birkaç tane terzinin bir araya gelerek ortaklaşa işletmeler açmasıdır. Tek kira, tek vergi olacak bu işletmelerde maliyet daha düşük olacağından dikim fiyatları da daha cazip olur.” diyor.
T
erzilik mesleğinin tarihi, insanlığınki kadar eski. İlk insan ve Peygamber Hz. Adem Aleyhisselam zamanından beri insanlar, çeşitli maddelerden üretilen giysilerle vücutlarını örtüyorlar. Elbiseler başlangıçta deriden imal ediliyordu. Haliyle biraz kaba sabaydı. Kumaş dokuma tekniklerinin gelişmesiyle giyinme anlayışı da değişti. Kumaş kesilip biçiliyor, insan vücuduna uygun hale getiriliyor, süsleniyor ve dikiliyordu. Terzilik mesleği giderek yapılanıyordu. Kur’an-ı Kerim’in bildirdiğine göre, İdris Aleyhisselam, ilk defa kalemle yazmanın, ok ve yay kullanmanın yanı sıra, insanlara elbise dikmenin nüanslarını da öğretti. Bu yüzden O’na, terzilerin ve âlimlerin piri denir. Meslek zamanla estetik ve sanat değerleriyle bütünleşti. Zevk ve beğenme unsuru ön plana çıktı. İş, ustalık, maharet 18 SAYI 11 / EYLÜL 2010
ve tasarım istiyordu. Başta terziler hem erkek, hem de bayan kıyafeti siparişlerini kabul ederdi. Sonraları herkes bir cinste uzmanlaştı. Günümüzde de böyle devam ediyor.
Konfeksiyon giyimin yaygınlaşması, terziye giden insan sayısını azalttı. Bu mesleğe rağbeti düşürdü. Acaba meslek tamamen yok olma tehlikesiyle mi karşı karşıyaydı? Suali bizzat terzilere yönelttik.
İLKÖĞRETİM 8 YILA ÇIKTI, ÇIRAKLAR TÜKENDİ…
.
Samsun Terziler ve Konfeksiyon Benzeri Giyim Sanatkarları Odası Başkanı Turgay Karadeniz, mesleğin teknolojiye yenik düştüğünü söylüyor. Zanaatçıların çırak bulmakta zorlandıklarını belirterek; “Günümüzde eğitimin 8 yıl zorunlu olması ve terzilik mesleğinin artık gelecek vaat etmemesi nedeniyle artık çırak bulamıyoruz. Geriden terzi yetişmiyor. Dikkat edilirse genç ve işyerini yeni açmış terzilere artık rastlamak nerede ise imkânsız. Bizler bu mesleğin son kuşaklarıyız. Zaten terzilerin de yanında çırak ya da kalfa çalıştıracak onlara ücret ödeyecek durumları yok.” diyor.
Turgay Karadeniz, gelecekte konfeksiyon atölyelerinde çalışmış ve ayrılmış kişilerce “terzi dükkanı” adında iş yerleri açılacağını ve buralarda sadece paça ve bel tamiri ile kimi düzeltme işlerinin yapılacağını; şahısa özel takım, ceket ve pantolon diken zanaat devrinin sona ereceğini öngörüyor: “Terziliğin yaşayabilmesinin tek şartı birkaç tane terzinin bir araya gelerek ortaklaşa işletmeler açmasıdır. Tek kira, tek vergi olacak bu işletmelerde maliyet daha düşük olacağından dikim fiyatları da daha cazip olur. Fakat bu fikri paylaştığım hiçbir meslektaşımdan olumlu yanıt alamadım. Herkes ortaklığa yanaşmayacağını söyledi. Karşımızda dev firmalar varken tüm terziler de borçlu olmasına karşın akıl almayan bu tavırlar sebebi ile birleşmelerin mümkün olamaması nedeni ile terziler maalesef zamana ve çağa yenilmeye mahkûm oluyorlar. Günün şartlarına uymak şart. Eskiden kağnı ile seyahat ediliyordu. Şimdi uçakla.” Mağazalardaki çoraptan saate; takım elbiseden iç çamaşıra kadar geniş ürün yelpazesine rağmen inatla terziye koşanları ise kumaş seçimi ve dikim süreci yıldırıyor. Hele defalarca provalara gitmek mecburiyetinde kalması, iyice meslekten soğutuyor. Meslektaşlarının sıkıntılarla boğuştuğunu dile getiriyor Karadeniz: “Konfeksiyon teknolojisi çok geliştiğinden dolayı hazır elbise kalıpları insanlara terzi dikimi kadar uyum sağlayabiliyor. Terzilerde sadece özel kalıplardaki kişilere elbise dikiliyor artık. Zaten erkek terzi sayısında da bu sebeple düşüş yaşanmakta. Mevcut terzilerin büyük çoğunluğu da emekli. Dükkanını emekli maaşının
katkısıyla ayakta tutabiliyor.” Terzi, bakkal ve ayakkabıcıları da; kalaycı, yorgancı ve nalbantlarınkine benzer bir sonun beklediği gerçeğinin altını çiziyor özenle.
MESLEK, HAZIR GİYİMİN ES GEÇTİĞİ ALANLARA SIKIŞTI… 15 yıldır bayan terziliği yapan Terziler Odası Başkan Yardımcısı Özcan, meslekteki ustaların yetiştirecek eleman bulmada büyük sıkıntı yaşadığını vurguluyor. Yeni kuşağın sabırsızlık ve çok para kazanma arzusu yüzünden bu işlere rağbet göstermediğini belirtiyor. Odanın başkan yardımcısı Nuray Özcan, 15 yıldır bayan terziliğiyle uğraşıyor. Özcan’ın anlattıklarına göre, erkek terziciliği daha ince işçilik gerektiriyor. Ancak bayan müşterilerin seçici ve titiz davranışları sebebiyle, kadın terziliğinin güçlük katsayısı artıyor. Meslekteki ustaların en büyük sıkıntısı, yeni neslin işe rağbet göstermemesi. Yetiştirecek eleman bulunamıyor. Özcan, durumu şöyle özetliyor: “Eskiden hazır giyim bu kadar yaygın değildi. Şimdilerde ise biz sadece kapalı, kilolu bayanlar gibi özel dikim isteyen bayanlara hazır giyimde bulunamayan elbiseler dikiyoruz. Biz en son çareyiz. Bir bayan hazır giyimde istediğini bulamayınca bize başvuruyor. Bu nedenle giderek azalıyoruz ve yeni nesil terzilik gibi meslekleri tercih etmiyor. Yetiştirecek eleman yok. Sabırsızlık ve çok para kazanma arzusu şimdiki kuşağı bu tür işlerden uzak tutuyor. Biz de bu işi sadece meslek aşkı ile yürütebiliyoruz. Bizlerden sonra bu mesleğin ortadan kalkacağını düşünüyorum.”
TERZİLİK BİR ZAMANLAR ÇOK CAZİPMİŞ… Burhanettin Hazır, 1954’de tanıştığı makası elinden bırakmamaya, hazır giyimle sonuna dek mücadeleye kararlı. Ustası, Samsun’da başka bir terzinin yanında henüz makastarken, Vali’den fazla para kazanıyormuş. Ustalığa terfi ettiği dönemlerde terziler rahatlıkla dükkan ev ve araba sahibi olabiliyorlarmış. Meslek, devlet memurluğundan daha evla imiş. Şu anda ekmek parasını çıkartabildiklerine şükrettiklerini kaydediyor Hazır. Konfeksiyon sürekli moda ve tarz değiştiriyor. Terziliği bitiren sebep-
lerden biri de bu. Özellikle günümüzdeki gençlerin giyim biçimi, bu mesleğin sonunu işaret ediyor Hazır’a göre. Öte yandan, kumaşa ve dikişine ayrı para verebilecek sınıf da eridi. Hayat hızlanınca buna zaman da ayrılamıyor eskisi gibi. Önceleri terzilik denildiğinde, akla zarafet, incelik, kibarlık ve saygınlığın geldiğini söylüyor Hazır. Burhanettin Hazır 1965’te dükkan açmayı kafaya koyduğunda bir lira eksiği vardır. Esnaf ve Sanatkarlar Kredi ve Kefalet Kooperatifine başvurur. Cevap olumsuzdur. Kooperatifte para yoktur, Halk Bankası da kredi ödemeyi kesmiştir. Kooperatif çıkışında, Kökçüoğlu kütüphanesine uğrar. Bir gazetedeki haber dikkatini çekmiştir. Haberde Başbakan İstem İnönü ile Sanayi ve Ticaret Bakanı Muammer Erten esnaf kredisi için bütçe ayrıldığından bahsetmektedir. Eve giderken iki kağıt ve iki zarf alır yanına. İnönü’ ye ve Erten’e birer mektup yazar. Amacı sitemini belirtmektir. Sonuç alamayacağından da emindir üstelik. Aradan henüz bir iki hafta geçmiştir. Şık giyimli kalantor birisi yanına gelerek, “Ben Halk Bankası Müdürüyüm. Bizi İsmet Paşa’ya şikâyet etmişsiniz.” der. Şikayet etmediğini belirterek, mektuplarında başına gelenleri anlattığını söyler müdüre. Derhal Esnaf ve Sanatkarlar Kredi ve Kefalet Kooperatifi’ne müracaat etmesini isteyen müdür, bankadan istediği krediyi tahsil edebileceğini söyler. Bir iki adım atmışken karşısında elinde başvuru kayıt defteri bulunan kooperatif başkanını görür. Bir iki haftaya krediye kavuşur. Taksitle bir makine edinir hemen. 1990’lara değin iyi standartlarda yaşamını sürdürür Hazır. 19 SAYI 11 / EYLÜL 2010
GÜNCEL
Birkaç soru yönelttik, bin ah işittik
Muhtarlar dert küpü
Yerel yönetimin güçlendirilmesi gerektiği gerçeğini hakkıyla algılayabilmek için muhtarları dinlemek kafi. Sorumlulukları çok ama gelirleri yok. Bulabilirlerse siyasilere mahalle ya da köyün sorunlarını anlatmaktan dillerinde tüy bitiyor. Emekli değillerse 360 liralık aylıkları ancak Bağ-Kur primine yetiyor. Vatandaş her türlü problemin çözümünü ilkin onlardan bekliyor.
1
977’den beri genel bütçeden ödenek verilen köy ve mahalle muhtarlara şu anda ayda 360 lira ödenek sağlanıyor. Bu işten kazanç elde etmedikleri gibi çoğu zaman cepten harcıyorlar. Peki, insanları muhtarlığa hangi etkenler motive ediyor? Nüfus kâğıdı örneği ve ikametgah türü belge ücretini il idare kurulları belirliyor. Samsun’daki tarife 3,5 lira. Ulugazi Mahallesi’nde 3 dönemdir muhtarlık yapan Filiz Kavalcı, muhtar emekli değilse zaten maaşın büyük miktarının Bağ-Kur primine yatırıldığını söylüyor. Artık pek çok belge nüfus müdürlüklerinden alınabiliyor. Sadece nüfus cüzdanı kaybolduğunda muhtarın kapısı çalınıyor. Her biri için 3,5 lira talep ettikleri belge geliri minimuma inmiş neredeyse. Bir çok resmi işlem e-devlet sisteminde halledilebiliyor. Kavalcı, muhtarlık 20 SAYI 11 / EYLÜL 2010
müessesesinin top yekun kaldırılacağını düşünüyor: “ Biz muhtarlıkların elektrik, su ve diğer masraflarının yanı sıra kırtasiye masraflarını da kendi cebimizden ödüyoruz. Yani bu işe maddiyat açısından bakmamak lazım. Çünkü giderler gelir-lerden fazla. Sadece hizmet aşkı varsa muhtarlık yapılabilir. Getirdiği artılar sadece saygınlık ve çevrenizin gelişmesi.” Sorumluk alanına hizmet götürmenin ilk şartı, başta belediyeler, kamu kurumlarıyla iyi ilişkiler kurabilmek. Tabi ki siyasilerle de. İşlerin yürümesi, bu ilişkilerin kalitesi ve sağlamlığına bağlı. Hizmet aşkıyla çalışan her muhtarın herkese ve her kuruma ulaşabileceğini ifade ediyor bayan muhtar: “En azından ben ulaşabiliyorum. Şimdiye kadar da asla kendim için kimseden bir şey istemedim. Ancak mahallelim için bir şey istediğimde önümde kimse duramaz. İstediğimi mutlaka alırım.”
Muhtarlığın her daim vatandaşın derdine koşabilmeyi gerektirdiğini de belirtiyor Artut: “Muhtarlar bire bir halkın yanında. İhtiyaç sahibinin, dertlinin, ağlayanın, gülenin… Başta hiçbir seçilmiş kimse bu denli halkla iç içe değil. Olamaz da. Ama muhtarlık bitmiştir artık.”
ONURLU VE HAYIRLI İŞ
HER İŞ MUHTARDAN BEKLENMEMELİ 27 bin nüfuslu Kadıköy.Mahallesi’nde
4 dönemdir muhtar seçilen Şerif Artut ise Bağ-Kur kesintisi sonrası maaştan geriye 100 lira bile kalmadığını belirterek, emeklilik hakkı elde edemediklerinden yakınıyor. Kendisinin bu konuda derdi yok. Emeklilik öncesi bu görevi hiç aklına koymamış: “Muhtarın tüm masrafları kendi cebinden gidiyor. Ben emekli paramı muhtarlıkta harcıyorum. Hizmet verebilmek için kullandığımız Internet ücreti dahi cebimizden çıkıyor. Bu hizmet karşılığında birçok kişiden de para talep edemiyoruz.” Muhtarların işi gerçekten zor. Dayanabilecekleri ve yüklenebilecekleri tek mercii siyasilerin yüzünü ancak seçimden seçime görebiliyorlar. O sıralar sorunlarını uzun uzun anlatma fırsatı yakılıyorlar. Bir takım taahhütler dile getirilse de, ya unutuluyor ya da hiç oralı olunmuyor bir sonraki sandığa kadar. Artut, bu üzücü hakikati şöyle anlatıyor: “Seçim dönemlerinde mahalle sorunlarını anlatmak için siyasilere ulaşmaya çalışmamıza gerek olmuyor. Onlar mahallemize hatta muhtarlıklarımıza kadar gelip sorunlarımızı dinliyorlar onlarla çok rahat görüşebiliyoruz. Bir sonraki seçim için söz veriyorlar. Ben bildim bileli bu ülkede halka inmeyen seçimden seçime halkı tanımak isteyen bir siyasi yapı var. Böyle gelmiş şimdide böyle gidiyor. Vatandaş muhtara oy verdiği için birçok hizmeti ondan bekliyor. Bir vekilin, belediye başkanının yapacağı bir işi bile. Bir çok noktaları da aşamamamız da sıkıntının ayrı boyutu.”
Unkapanı Mahalle Muhtarı Selahattin Çelik, eş, dost, ahbaplık ve arkadaşlıktan ötürü düzenlenen belgelerden çoğu zaman ücret talep etmediklerini kaydediyor: “Bizim mahallemizde gelir seviyesi orta derece ve altı ile yoksul insanlardan oturuyorlar. Öğrenci sayısı da epeyce var. Bunun yanı sıra mahallemizde herkes birbirini tanır. Durum böyle olunca insanlardan yaptığınız evrak karşılığında ücret isteyemiyorsunuz. Yeri geliyor muhtar olduğumuz için insanlar bizlerden yardım istiyor mecburen onları geri çeviremiyorsunuz.” Muhtarlıktaki birinci dönemini yaşayan Çelik, olumsuzluklara rağmen görevi üstlenmekten pişman değil: “Benim babam mahallemizin eski muhtarı idi. O yüzden muhtarlığın benim kalbimde ki yeri bambaşka. Hem vakit geçiriyorum, hem de yoksullara yardım edebiliyorum bu sayede. Onurlu ve hayırlı bir iş yapmış oluyorum. Mahallemin sorunlarına çözüm arayarak hizmet etmeye çalışmak benim hoşuma gidiyor. Aksi takdirde bu işi maddiyat için yapmak zarardan başka bir şey değil.”
SORUMLULUK ÇOK GELİR YOK
Samsun’un gelişen ve parlayan yıldızı Atakum İlçesi’nin Mimar Sinan Mahallesi Muhtarı Bayram Boz da aynı sıkıntılardan şikâyetçi: “İnsanlar muhtarlığı mahallesine ve mahalle halkına hizmet etme
hevesi ile yapıyor. Muhtarlar şu an devletin en alt kademe temsilcisi olarak gözüküyor ama sorumlulukları çok. Ben iki dönemdir 20 bin nüfuslu bu mahallenin muhtarlığını yapıyorum. Ancak, milletvekillerimize ulaşmamızın imkânı zaten mümkün değil. Dışarıdan televizyondan gözüktüğü gibi falan değil. Biz ancak belediye başkanlarına ve partilerin il ve ilçe başkanlarına ulaşabiliyoruz.” Boz, medyada siyasilerin sanki halkla hep birlikte izlenimi oluşturulmaya çalışılmasını da eleştiriyor. Problemleri dernekler vasıtasıyla aşmaya çabalıyorlarmış. Canik İlçesi Belediyeevleri Mahallesi birinci azası Mehmet Önal, “Eskiden muhtarların gelirleri çok iyiydi. İkematgah, nüfus il muhabiri veriyordu. Bunların karşılığında para kazanıyordu. Şimdi bunlar kalktı. Muhtarlıklara da kimse gelmemeye başladı zaten. Muhtarlık bir hobiye dönüştü. Emekli olanlar yaşadıkları mahallelerde bir şeyler yapabilmek adına muhtar olmak istiyor. Ancak, alınan emekli maaşı muhtarlığa harcanıyor. Bu nedenle bizde önümüzde ki dönem aday olmayı düşünmüyoruz. Cebimizden gitmese razıyız aslında. Ama kendi emekli maaşlarımızı harcar olduk.” diye konuşuyor. Siyasilerden şunları bekliyor: “Mahallemize iyi hizmet götürmelerini istiyoruz. Biz nasıl olsa emekliyiz. Emekli maaşımızla gezer tozar yaşardık. Çevremizdeki eksiklikleri görünce içimiz rahat etmediği için bu göreve talip olduk. Bir devlet büyüğe gelecekse şehrin caddeleri asfaltlanır, sokakları yıkanır. Bunun vatandaş için yapılmasını istiyoruz. Ancak bu anlayışla ilerleyebiliriz.” 21 SAYI 11 / EYLÜL 2010
SAĞLIK
Duyma problemi çekenlerin cihaz kompleksinden kurtulmaları gerekiyor…
İşitme engeli dünyanın sonu değil ! Sağlık Bakanlığı’nın başlattığı ‘yeni doğan işitme taraması’ bir hayli önem taşıyor. Çünkü doğuştan duyma yeteneğinden mahrum çocuklara 6’ıncı aydan itibaren işitme cihazı takılabiliyor. 5 yaşına kadar cihazsız yaşayan çocuklar konuşamıyor. Yani dilsiz bireyler arasına katılıyor.
D
ünyada her bin kişiden biri sağır doğuyor. Yine aynı oranda insan hayatının ilerleyen döneminde işitme yeteneğini kaybediyor. “İşitme duyusunun azalması ya da yitirilmesi” diye tarif edilen sağırlığın hafif, orta ve ağır dereceleri 22 SAYI 11 / EYLÜL 2010
var. Bazen işitilebilir bütün frekanslar, kimi zaman da yalnızca tiz ya da pes tonlar duyulmuyor. Sağırlığa yol açan iletimdeki ve algılamadaki bozukluk, çağdaş işitme ölçümü (Odyoloji) yöntemleriyle ayırt ediliyor. İşitme cihazlarının yardımıyla, söz
konusu duyu engeli kısmen ortadan kaldırılabiliyor. Halk arasında “Biyonik Kulak Implantı” adıyla bilinen “Cochlear Implant” teknolojisiyle de, duyma kabiliyetinden tamamen mahrum kişiler seslerle tanışıyor. “Cochlear implant” sistemi iki parçadan oluşuyor. Biri, ameliyatla kulak arkasındaki kemiğe yerleştiriliyor.
Diğeri ise dışta, normal işitme cihazına benziyor. Cihazla, duyma siniri elektronik frekanslarla uyarılıyor; bir nevi iç kulağın fonksiyonu yerine getiriliyor. Ameliyatta takılan cihaza bir ana elektrot aracılığıyla 22–24 adet kılcal elektrot ucu bağlanıyor. Kafatası içine bir aktarma ünitesi yerleştiriliyor. Bu sistemden hem doğuştan duymayan hem de sonradan sağırlaşanlar faydalanabiliyor. Teknik, Karadeniz Bölgesi’nde sadece Samsun Ondokuz Mayıs Üniversitesi Tıp Fakültesi’nde tatbik ediliyor. Kulak Burun Boğaz Hastalıkları Uzmanı Prof. Dr. Mehmet Koyuncu, sağırlığın ya genetik ya da hamilelik ve doğum sonrasındaki sebeplerle meydana geldiğini söylüyor. Annenin bebek karnındayken geçirdiği enfeksiyonlar, travmalar ya da kullandığı bazı ilaçlar bunda rol oynayabiliyor. Doğum gerçekleşirken ki kimi durumlar da bebeği sağır bırakabiliyor. Örneğin doğumun uzun sürmesi, çocuğun oksijensiz kalması, erken doğum ve yeni doğan sarılığı. Geçirilen ateşli ve mikrobik hastalıklar da işitme engeli sebepleri arasında. Bilhassa menenjit. Bu hastalığa yakalanan çocukların yüzde 10’u ila 20’si sağırlaşıyor. Duyma engeli ne kadar erken anlaşılırsa olaya müdahale imkânı o derece artıyor. Sağlık Bakanlığı’nca başlatılan ‘yeni doğan işitme taraması’ bu yüzden hayati önem arz ediyor. Çocukta doğuştan sağırlık varsa ve bu taramayla belirlenirse, 6’ıncı aydan itibaren devreye sokulan işitme cihazıyla konuşabiliyor. Aksi halde engelle dilsizlik de ekleniyor. Sağır-dilsizlerde gırtlak, dil, ağız ve burun sağlıklı kişiden farksız. Sadece kulak hasta. Konuşamama beyin ve sinir hastalığından kaynaklanmıyor. 5 yaşına dek herhangi bir sesle karşılaşmayan çocuğun asla konuşamayacağını vurgulayan kulak burun boğaz hastalıkları uzmanı Prof. Dr. Koyuncu, kritik süreci ilişkin şunları anlatıyor: “İşitme cihazı olan çocuk etrafında ki sesler ile, annesinin kendisine seslenmesi ile ilgilenmiyorsa, refleks vermiyorsa, 1,5 - 2 yaşına geldiğinde konuşamıyorsa Cochlear Implant Ameliyatı uyguluyoruz. Son derece gelişmiş, hassas ve ufak bir işitme cihazı mikroskop yardımıyla iç kulağa yerleştiriliyor. Bu yöntemdeki başarı oranı yüzde 95. Tabi ki çocuk 5 yaşını geçmemiş olmalı. Yöntem şu ana kadar
fakültemizde 110 kişiye tatbik edildi.”
Ondokuz Mayıs Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Mehmet Koyuncu, 1,5-2 yaşına kadar konuşamayan çocuklara ‘Cochlear Implant Ameliyatı’ yaptıklarını söylüyor. Son derece gelişmiş, hassas ve ufak bir işitme cihazının iç kulağa yerleştirildiği yöntemin başarı oranı yüzde 95. Samsun Tıp’ta şimdiye kadar 110 kişiye tatbik edilmiş.
SAĞIR DAMGASI ASOSYALLİĞE İTİYOR Prof. Koyuncu sağırlığın, insanları asosyalliğe iten başlıca etkenlerinden arasında yer aldığını belirtiyor: “İnsan duymadığı zaman diğer insanların arasına girmek istemiyor. Çünkü kendisine bir şey söylendiğinde anlamıyor. İster istemez toplumla olan iletişimleri kopan bu insanlar daha çok içe kapanıyor. Bu durum çocuklarda daha belirgin oluyor. Ayrıca az düzeyde işiten çocuklar okulda öğretmenlerini duymakta da zorlanacakları için başarı düzeyleri düşecektir.” Mesleki zorunluluk veya başka bir sebeple uzun süre gürültülü ortamlarda bulunmak iç kulağı tahrip ettiği için sağırlığa açık. davetiye çıkarıyor. Kişi şiddetine maruz kaldığı frekanstaki sesi zamanla işitemiyor artık. Koyuncu, aspirin ve sonu ‘misin’ ile biten ilaçların da iç kulakta sağırlığa varan hasarlarından bahsediyor: “Aspirin uzun süre kullanıldığında kulak uğultusu yapar. Uzun süre ve aşırı kullanımı belki düşük frekanslı seslerde sağırlığa neden olabilir. Ancak bundan ‘aspirin kullananlarda sağırlık olur’ anlamı çıkmamalıdır. Ancak sonu ‘misin’ ile biten antibiyotik ilaçların kulağa toksin etkisi vardır. Bu toksin etki iç kulağa zarar verebilir ve aniden sağırlık ortaya çıkarabilirler. Özellikle diyaliz hastaları bu ilaçları kullandıkları için onlarda sıkça işitme kaybı görülebilir.”
Aynı fakülteden Doç. Dr. Figen Başar, hastalığa sağırlık yerine, işitme engeli denilmesinde bir hayli ısrarcı. Odyoloji ve konuşma bozuklukları uzmanı Başar, anne ve babaların genellikle ‘hafif’ ve ‘hafif orta’ işitme kayıplarını fark etmede zorlandıklarına dikkati çekiyor. Çünkü çocuğun yüksek sesleri duyması ebeveynleri yanıltıyor. Çocuğun diğer seslere tepki vermemesi, ‘canı istemediği için bakmıyor’ diye yorumlanıyor. Doç. Dr. Başar, en az seviyedeki kayıpların dahi konuşma bozukluğuna sebep olduğunu kaydediyor: “Çünkü konuşma duyarak ve tekrar ederek öğrenilen bir motor özelliktir. Konuşma problemi olan tüm çocuklara bu nedenle işitme testi yaparız. Eskiden bir çocuğun ailesi tarafından işitme engeli şüphesiyle getirilme ortalaması 36 23 SAYI 11 / EYLÜL 2010
SAĞLIK
ay, yani üç yaştı. Ancak, Sağlık Bakanlığı tarafından başlatılan ‘ Yeni doğan işitme taraması’ uygulaması sayesinde bebeğin işitme engelli olduğunun çok erken farkına varabiliyoruz. Bu sistem yaygınlaştıkça 6 aylık bebeklere dahi işitme cihazı takabilmeye başladık.”
İŞİTME CİHAZINA SOĞUK BAKILIYOR Sonuçta işitme cihazı da gözlük gibi hayatı kolaylaştırıcı protez aslında. Çok bilinmediğinden onun gibi sıcak karşılanmıyor toplumda. Müthiş bir yanılgı: Sanki az duymak ayıplı bir özür! Doç. Başar, bir çok kişinin bu gereksiz kompleks girdabına düşerek cihazını yastık altında sakladığını ifade ediyor: “İşitme cihazı kişiye uygun verilir ve fayda sağlarsa, kişi toplumla düzgün iletişim kurar. Dolayısıyla da insanların cihazıyla alakalı düşüncelerine aldırmaz. Çünkü ondan vazgeçemez.” Çocuklar bu kompleks pek görülmüyor. Erişkinlerden daha çabuk ve kolay alışıyor cihazına. Başar, erişkin ve çocuğun konuya yaklaşım farkına dair şunları da ilave ediyor sözlerine: “İşitme cihazı takan çocuk bu sayede etrafla iletişime geçiyor. Bunun öneminin farkına ailesinden daha çabuk varıyor. İşitme kayıplı bir çocuk isteklerini anlatamadığı için hırçın olabilir, öfkeli olabilir, içine kapanık olabilir. İşitme cihazı ise bu olumsuzlukları ortadan kaldırıyor. Arkadaşlarını anlamasını, ailesini anlamasını ve
Odyoloji ve konuşma bozuklukları uzmanı Doç. Dr. Figen Başar, duyma problemine sağırlık yerine, işitme engeli denilmesinde bir hayli ısrarcı. Anne ve babaların genellikle ‘hafif’ ve ‘hafif orta’ işitme kayıplarını fark etmede zorlandıklarına dikkati çekiyor. öğretmenini anlamasını sağlayan bu cihaz onun iletişimini sağladığı için onu bir parçası olarak kabulleniyor. Ancak, anne baba çocuklarının işitme cihazı takmasını kabullenmeleri çok zor oluyor. En büyük sıkıntı ergen grubunda. Ergenlik çağına kadar gelen çocuk daha önce işitme cihazını kullanmamış veya ihtiyaç duymamış ise görünüm kaygıları nedeni ile işitme cihazını çok zor kabulleniyorlar.”
İŞİTME SAĞLIĞININ GARANTİSİ YOK Akşam yatağa sağlam yatan sabah işitme engeliyle uyanabilir mi? Doç. Doç. Başar, “Birçok işitme kayıplı kişi eşinden dahi bu durumu saklayabiliyor veya işitme kayıplı kişilerin en yakınları dahi bunun farkına varamıyorlar.” diyor.
24 SAYI 11 / EYLÜL 2010
Başar’a göre ‘evet’: “Gün içerisinde pazarda ağır yük taşımış olabilirsiniz. Halı sahada maç yapmışsınızdır çok gayret sarf etmişsinizdir. Yahut bir olaya çok üzülmüşsünüzdür. Çok hassas bir sistemi olan iç kulak bütün bunlardan ve hormonlardan, ilaçlardan, stresten, sistemik hastalıklardan çok fazla etkileniyor. Bu nedenle her an işitme engelli olunmayacağının garantisi yok. Bu nedenle daha düzenli bir hayat yaşamak olmazsa olmaz. Hayattan mutlu olmayı da öğrenmek gerekiyor. Ancak, bunlara rağmen yine de işitme engelli olunabilir.” Başar’dan ilginç bir bilgi daha: “Birçok işitme kayıplı kişi eşinden dahi bu durumu saklayabiliyor veya işitme kayıplı kişilerin en yakınları dahi bunun farkına varamıyorlar.” Dudak okuma yeteneğine haiz kişiler işitme kayıplarını çevrelerine belli etmeyebiliyor. Arkası dönük birisi, yıllar geçtikçe böyle bir kabiliyet kazananlara sesini duyuramadığında, ‘herhalde söylediklerim işine gelmedi’ düşüncesine kapılıyor. Bu durum özellikle eşler arasında yaygın. Fakülte hastanesine çok çeşitli taleplerle hastaların başvurduğunu da dile getiriyor Doç. Başar: “Örneğin altın gününde ki arkadaşlarının konuşmalarını duyamadıkları için işitme cihazı isteyen iki bayan bize başvurdu. Tek sıkıntıları buydu. Görme engelli bir kişinin dünya ile bağlantısı kesiliyor. Ancak, insanlar ile bağlantısı devam ediyor. Oysa işitme engelli bir kişinin insanlar ile bağlantısı kesiliyor. O nedenle sosyal çevre kaybediliyor ya da zaten bir sosyal çevreye sahip olamazlar.” Çok sayıda mesleğin icrası sırasında işitme kaybı oluşabiliyor. Tahmini zor ama bunlardan biri diş hekimliği. Üniversitede bu bölümün birinci sınıfındaki öğrenci her yıl teste tabi tutulduğunda belirgin miktarda kayıp tespit ediliyor. Kaybın sebebi, çalışılan aletler. Yüksek basınç tehlikesi dalgıç ve pilotların duyma sağlığını riske sokuyor. Uluslararası standartlara göre, işitmeyi tehdit eden mesleklerle uğraşanlara işe girişte duyma testi yapılması mecburi. Ardından her yıl periyodik testlerle kişinin duyma yeteneği kontrolden geçirilir. İşitme kaybı tazminat ya da erken emeklilik gerekçesi.
25 SAYI 11 / EYLÜL 2010
GÜNCEL
Ruhsat üzerinden araç muayene devri sona erdi…
Tüvturk’ten herkese ‘özel’ muamele
Türkiye’de araç muayeneleri 15 Ağustos 2007’deki sözleşmeden bu yana özel sektörce gerçekleştiriliyor. 19 Aralık 2004’teki ihaleyi kazanan TÜVTURK 3 bin personeliyle 192 sabit ve 71 gezici istasyonda hizmet veriyor. Denetimler eskisiyle kıyaslanmayacak oranda sıkı. Önceleri muayeneye ruhsatın gitmesi kafiydi. Hala tek tük benzer vakıaların yaşandığı ileri sürülüyor. “
A
raç muayene istasyonları işletim hakkı 19 Aralık 2004 tarihindeki ihaleyle özelleştirilmeden önce, kelimenin tam anlamıyla yolgeçen hanı gibiydi. “Muamelecilik” sektörü devreye girdiğinde, istasyona aracın ruhsatının gitmesi kafiydi. 613 milyon dolarla en yüksek teklifi vererek ihaleyi kazanan Doğuş Otomotiv - Akfen Holding- TÜV SÜD konsorsiyumunun (Afken Holding hissesini Bridgepoint’e sattı) işe başlamasından sonra muayeneler cid26 SAYI 11 / EYLÜL 2010
Dileyen araç sahibi TÜVTURK’ten randevu alarak, randevu ve iş planlamasını buna göre ayarlayabiliyor.
den sıkılaşıp düzene girdi. 15 Ağustos 2007’de Başbakanlık Özelleştirme İdaresi ile konsorsiyum arasında muayeneyi 20 yıllığına özelleştiren resmi sözleşme imzalandı ama muamelecilerin sistemi yer yer deldiklerine dair duyumlar kafaları karıştırmıyor değil. TÜVTURK şu anda 192 sabit ve 71 gezici istasyonda 3 bin personeliyle trafikteki araçların muayenesinde tek yetkili ve görevli kuruluş sıfatıyla ülke genelinde hizmet vermeye devam ediyor. Yılda 6 milyona yakın araç denetimden geçiyor. Tekrarlar ve diğer işlemlerle sayı 8,5 milyona çıkıyor. Bakalım TÜVTURK sonrası veriler neler söylüyor? Bugüne kadar muayeneye giren 7.794.000 araçtan 3.211.986’sı geri çevriliyor. Yüzde 40’ındaki kusur fren tertibatındaki kusur. Trafikteki her 10 araçtan birinin fren problemi ya da mühim başka bir kusuru var. 100 araçtan birinde emniyet kemeri kusurlu. Ağır kusurlu veya emniyetsiz araç sayısı 1.377.315. Bunun yanı sıra 70.249 ticari aracın 2.294’ünde taksimetrenin mühürsüz ya da hatalı ayarlandığı belirleniyor. Türkiye genelinde 01 Ocak- 31 Temmuz 2010 tarihleri arasında 4.616.790
Türkiye genelinde 01 Ocak- 31 Temmuz 2010 tarihleri arasında 4.616.790 adet araç muayene edilmiş. 3.240.193’ünün ilk kontrolü. Buna rağmen 1.391.575’i yani yüzde 43’ü emniyetsizlik ve ağır kusur sebebiyle refüze. Kusurlarını gidererek yeniden istasyona gelen 1.376.597’i aracın yüzde 97’si bu defa testten başarıyla ayrılmış. Araçlar, Ulaştırma Bakanlığı Kara Ulaştırması Genel Müdürlüğü’nün 01 Ocak 2010 tarihinde yayınladığı “Araç Muayene Kusurlar Tablosu” doğrultusunda inceleniyor. “Araç Muayene İstasyonlarının Açılması, İşletilmesi ve Araç Muayenesi Yönetmeliği” gereğince yayınlanan yönetmeliğe göre tüm motorlu ve motorsuz araçlarda şu aksam, sistem veya parçaların kontrol ediliyor: Taşıt tanıtımı, fren sistemi, direksiyon ve sistemi, görüş özellikleri, lambalar-yansıtıcılar-elektrik teçhizatı-aydınlatma sistemi, dingiller (tekerlekler)-lastikler-süspansiyon, şayi ve bağlantıları, zorunlu ekipmanlar, gürültü kirliliği ve buna dair seviye, yolcu taşıyan araçlarda bazı ilave unsur ve fonksiyonlar. Başta, tanıtım, şasi ve motor numaraları ile plakanın, araca ait Trafik Tescil veya Motorlu Araç Trafik belgelerinde belirtilenlerle örtüşmesi gerekiyor tabi ki. İstasyonlarda periyodik araç muayenesinin yanı sıra, yola elverişlilik muayenesi, tadilat sonrası muayene, zorunlu muayene, egzoz gazi emisyon ölçünü ve tespit işlemleri de gerçekleştiriliyor. Muayene sırasında ruhsat, geçerli trafik sigortası, geçerli egzoz gazı emisyon ölçüm ruhsatı, Ek 1 belgesi, LPG ve CNG dönüşümü varsa Makine Mühendisleri Odası’nca düzenlenen gaz sızdırmazlık raporu, yetkili mühendislerce çizilmiş onaylı proje hazır bulunmalı. Aracın vergi ve OGS geçiş borcu ile trafik cezası muayeneye engel teşkil ediyor.
Özel muayene istasyonlarında uluslararası standartlar gereği, tamir, bakım ve yedek parça bölümleri bulunamıyor. Ancak bir ampul eksikliği yüzünden aracın geri çevrilmesi vatandaşları çileden çıkarıyor. TÜVTURK yetkilileri web sitelerinde nelerin kontrol edildiğine dair bilgilerin yer aldığını belirterek, aracın muayene öncesinde gözden geçirilmesini öneriyor.
Türkiye genelinde araçlarda en fazla fren tertibatına dair sorunlarla karşılaşılıyor. Bunu aydınlatma sistemleri ve hareketli aksamlardaki problemler takip ediyor. Kusur hemen giderilebilecek cinstense, araç muayene istasyonlarının kurusu bir çırpıda halledebilecek sanayi siteleri ya da dükkânların uzağına konuşlanması araç sahiplerinin zaman kaybetmesine yol açıyor. Defalarca gelgitler çileden çıkarıyor açıkçası. Sıkıntıyı ilettiğimiz TÜVTURK Ticari İşler Direktörü Koray Özcan, bunun ihale şartnamesindeki bazı maddelerden kaynaklandığını söylüyor. İstasyon kurulacak yerde minimum arsa büyüklüğü, karayolu bağlantı, arsada sanayi imarı, giriş-çıkış yolları ve şehir merkezi veya ilçe sınırları şartları aranıyormuş: “Bu gereklilikleri sağlayan arsaların özellikle dağlık bölgelerde veya kıyı şeridinde bulunan illerimizde kısıtlı olması istasyonların kuruluşları aşamasında yaşadığımız en büyük sıkıntıların başında gelmekte. Araç sahipleri araçlarının bakımlarını düzenli olarak yaparak, eksikliklerini tamamlayarak, muayeneye gelmeden önce web sayfası veya Çağrı Merkezi üzerinden gerekli ekipman ve belgeleri öğrenerek ve eksikliklerini tamamlayarak gelmeleri durumunda defalarca istasyona gelmeleri söz konusu olmayacaktır. Eksikliklerini tamamlamamakta ısrar eden, araç güvenliğini sağlamayan araç sahiplerinin ikinci muayeneden de kalarak üçüncü defa muayeneye geldikleri görülmektedir.” Özcan öte yandan, TÜVTURK Araç Muayene
27 SAYI 11 / EYLÜL 2010
GÜNCEL TÜVTURK Ticari İşler Direktörü Koray Özcan, “Bağımsızlık ve tarafsızlık ilkelerimiz gereğince araçlar bakım ve onarımlarını tamamlanarak istasyonlarımıza getirilmelidir. Araçların kusurlarının giderilmesinde yetkili servis veya bu işi yapan diğer kuruluşlar ile iletişime geçilmelidir.” diyor. İstasyonlarının, Uluslararası ISO 17000 standardı çerçevesinde yetkili akreditasyon kuruluşunca onaylandığını belirterek; standart gereği tarafsızlık, bağımsızlık ve dürüstlük ana ilkelerine uygun çalıştıklarını, bu yüzden de yalnızca muayene hizmeti sunabileceklerinin altını çiziyor. Bakım, tamir ve yedek parça satışı ilkelere aykırı. Özcan, “Bağımsızlık ve tarafsızlık ilkelerimiz gereğince araçlar bakım ve onarımlarını tamamlanarak istasyonlarımıza getirilmelidir. Araçların kusurlarının giderilmesinde yetkili servis veya bu işi yapan diğer kuruluşlar ile iletişime geçilmelidir.” diyor. İstasyonlarda yeni başlayan kafe departmanının tüm şubelere yayılacağını
da ifade ediyor Özcan: “Vatandaşlarımızın hiçbir sıkıntı yaşamadan araçlarının muayenesi esnasında vakit geçirebilecekleri alanlar oluşturulacaktır. Ayrıca araç sahiplerimiz randevulu muayene sistemimiz ile vakit kaybını en az düzeye indirebilirler. Randevu sisteminde, araç kullanıcıları 0212 444 8008 numaralı TÜVTURK Çağrı Merkezi’nden randevu alarak araçlarını muayeneye götürülebilecekleri gibi, www.tuvturk.com.tr internet sitesi aracılığıyla da gerekli bilgileri sisteme kaydederek randevu alabiliyorlar. Bugün itibariyle 80 ilde 138 istasyonda randevulu olarak hizmet verilmektedir. Araç sahipleri gidecekleri istas-yon için aynı gün içinde dahi istedikleri saat aralığına randevu alabilmektedirler.
Randevular yarım saatlik aralıklarla verilmektedir.” Özcan, web sitelerindeki “Muayene Ön Hazırlık Kontrol Listesi” yardımıyla araçların gözden geçirilebileceğini de sözlerine ekliyor. 1 Ocak 2010’dan itibaren ilk yardım çantası, yangın söndürme tüpü ve takograf eksikliği ya da bunların çalışmaması ağır kusur’dan hafif Kusur kategorisine inerken; el freni kilit sistemindeki arıza, ağır vasıtalarda arkadan çarpmaya karşı koruma çerçevesinin yokluğu, hasarlılığı ve hatalı montajı ile egzoz emisyon pulsuzluğu daha önce hafifken ağır kusur kabul edilmeye başlandı.
2009 YILI MUAYANE İŞLEM TABLOSU Araç Cinsi (Adet 000)
Tescilli araç parkı
Kayıtlarda olmasına rağmen mevcudiyeti şüpheli araç sayısı
Düzeltilmiş araç parkı
Periyodik muayeneye gelmesi gereken
Muayeneye
Muayene
Binek araç
7.093
424
6.670
3.068
2.686
88 %
Hafif ticari
2.761
224
2.537
2.365
1.746
74 %
Ağır ticari
928
181
747
735
503
68 %
Traktör
1.368
360
1.008
403
121
30 %
Motosiklet
2.303
519
1.783
713
134
19 %
Toplam
14.453
1.708
12.745
7.284
5.190
71 %
28 SAYI 11 / EYLÜL 2010
29 SAYI 11 / EYLÜL 2010
KÜLTÜR & SANAT
Düş Evi Oyuncuları, Samsun’u düştüğü yerden
Tiyatro düşkünlüğünden Cumhuriyet’in ilanından hemen önce ve sonra, İstanbul tiyatroları Avrupa gitmeden deniz yoluyla Samsun’a gelerek oyunlarını sahnelermiş. Hatta bazı ilçelere dahi uğrarlarmış. Şehirdeki kültür ve sanata düşkünlük 1960’lara dek sürmüş. Şu anda sadece Gazi Sahnesi ayakta. O da hayatta kalma mücadelesi veriyor. Cem Kaynar dahil üç arkadaşın 1998’de kurduğu Düş Evi Oyuncuları, kendi yağlarıyla kavrulmaya çabalıyor.
D
üş Evi Oyuncuları, Cumhuriyetin ilanından bu yana Samsun’da perdelerini kesintisiz en uzun süre açık tutan özel tiyatro unvanını elinde bulunduruyor. 1999 yılından bu yana da, Kültür ve Turizm Bakanlığı’nca Haluk Bilginer, Yıldız Kenter ve Levent Kırca gibi ‘profesyonel proje yardımıyla’ destekleniyor. Düş Evi Oyuncuları Genel Yayın Yönetmeni Cem Kaynar, 1991’den beri bu sanat dalıyla meşgul. Devlet Su İşleri’nde (DSİ) çalışırken kurumda işçi tiyatrosu kurma fikrini ortaya atan arkadaşlarıyla beraber hareket eder. Sonunda, DSİ işçi tiyatrosu fikri gerçekleşir. Tiyatro, Ferhan Şensoy’ a ait ‘Kahraman bakkal süpermarkete karşı’ adlı oyunu sahneler. Proje ne yazık ki sadece bir yıl hayatta ka-
30 SAYI 11 / EYLÜL 2010
labilir. İşçi tiyatrosu kapansa da, Kaynar sahne tozunu yutmuştur bir kere. Konservatuarda dört yıl eğitim görür. Birkaç teşebbüsün ardından 1998’de Kaynar dahil üç arkadaş Düş Evi Oyuncuları adlı tiyatroyu sanat dünyasına kazandırır. Tiyatro uzun yıllar ünlü Türk yazarların oyunlarını seyirciye sunar. 2005’te bir oyun yazmaya karar verirler. Oyunun Türkiye gündemini kapsamasını da düşünürler. Araştırmalar neticesinde, tema belirlenir: Kadına uygulanan şiddet. O günlerde Türkiye, Güldünya adlı bir kızın töre cinayetine kurban gitmesini konuşmaktadır. Cem Kaynar’la bağlantılı İstanbul’daki bir ajans Milliyet için Almanak hazırlamaktadır. Milliyet’in kocaman arşivi Kaynar’ın önündedir. 3’üncü sayfa
kaldırmaya çalışıyor…
tiyatroya düşkünlüğe... Kaynar, “Bu şehirde 25 bin üniversite öğrencisi var en fazla 500 tanesi tiyatro izleyicisi.” diyor. Tiyatroya para ve zaman ayırmak; araştırmalarla şekillenen ihtiyaç listesinin 100’üncü sıralarında.
haberlerinden yaşanmış hikâyeleri tarar. Yüzlercesinden 6’sını seçer. İsim, mekân ve tarihler değiştirilerek ‘Üçüncü Sayfadan Kadın Hikâyeleri’ isimli oyun doğar.
Düş Evi Oyuncuları, ‘Üçüncü Sayfadan Kadın Hikayeleri’ oyununu kendi imkanlarıyla İstanbul’a götürür. Oyun İstanbul’da da beğenilir. O kadar ilgi çeker ki çok satan ulusal gazetelerden Hürriyet, Sabah ve Milliyet, kültür sanat sayfalarında oyuna küçümsenemeyecek ebatta yer verir.
tiyatro için. Oysa Cumhuriyet’ ten hemen önce ve sonraki yıllarda Bedia Muvahhit, (Emine Bedia) Şehir Tiyatroları’nın (Darülbedayi) kurucusu Muhsin Ertuğrul ve Vasfi Rıza Zobu, Avrupa’ya turneye çıkmadan deniz yoluyla Samsun’a gelip sahne alırlarmış. Şehrin külhanbeyleri (kabadayıları) rıhtımda karşıladıkları sanatçıların muhafızlıklarını üstlenirlermiş. Amaç tiyatro ekibindeki bayan oyuncuların istenmeyen hadiselerle karşılaşmasını engellemek. Çevre ilçelere de turne düzenlenirmiş hatta. 1930’lu yıllarda ‘Şekspir’ oynanırmış 19 Mayıs Şehri’nde. Mekanik döner sahne bile varmış. Onlarca tiyatro salonu dolup taşarmış. Tiyatro, kültür ve sanata düşkünlük 1960’lı yıllara dek sürmüş.
İstanbul, Kaynar’ın gözünde, Samsun’la kıyas götürmez ölçüde elverişlidir
Günümüzde şehir bu eski vasfının çok gerisinde. Bunun en belli başlı sebebi,
Başrolü Kaynar’ın eşi oynayacaktır. Ferda Hanım’ın siması, insanlarda profesyonel ve ünlü oyuncu etkisi uyandırınca, oyun daha da çekicileşir.
31 SAYI 11 / EYLÜL 2010
KÜLTÜR & SANAT
insanların çeşitli gerekçelerle televizyona kilitlenmeleri. Bunda, 1980’leri takiben toplumdaki sosyo-ekonomik yapının değişimi de etkili ama asıl etkenlerden biri de şu: Gençler de tiyatroya ilgi göstermiyor. “Bu şehirde 25 bin üniversite öğrencisi var en fazla 500 tanesi tiyatro izleyicisi.” diyor Kaynar. Tiyatroya para ve zaman ayırmak; araştırmalarla şekillenen ihtiyaç listesinin 100’üncü sıralarında. Tiyatro ülke genelinde sancılı ve zor bir dönem geçirse de, bazı sorunlar Samsun’a özgü. Şu anda yalnızca Gazi Sahnesi faaliyette. O da ‘gariban’ ve ‘zavallı’ duruşuyla ayakta kalmaya çabalıyor. 2010 başında kapanma tehlikesi atlattı. Kaynar üzülerek ekliyor, koltukları bile Vezirköprü Belediye Sineması’ndan devşirme. Milletvekili Suat Binici, ilçenin başkanıyken bizzat söktürüp Samsun’a göndermiş. Makyaj odası ışıksız, tuvaletleri dökülen bir tiyatro sahnesi. Düş Evi Oyuncuları ‘Üçüncü Sayfadan Kadın Hikayeleri’ adlı oyunun ardından ilk k ez kendilerinin sahneleyecekleri eserlere yönelirler. Erzurum Güzel 32 SAYI 11 / EYLÜL 2010
Sanatlar Fakültesi Dramatik Yazarlık Bölümü mezunu Murat Can Kibiroğlu yazmaktadır yeni sahne ürünlerini. Kibiroğlu’nun ‘Sarı Köpek’ isimli oyunu, ünlü yazarlara gıpta ettirircesine, Devlet Tiyatrosu repertuarında kendine yer buldu. Düş Evi Oyuncuları, Lidert, İnsan Dükkanı ve Bir Garip Masal gibi eserleri ilk defa kendileri sahneler ardı sıra. Üstelik, temasının benzerliğiyle Bir Garip Masal, hükümetin roman açılımıyla çakışır. Oyun, Roman vatandaşların yoğunlaştığı Canik ilçesinde açılım çerçevesinde halka izlettirilmek istenir. Ancak Kaymakamlık bünyesindeki Sosyal Yardımlaşma Vakfı ödenek talebini geri çevirir. “Samsun’da sanayi gelişse kültür sanatta gelişir. Yatırımcılar ister istemez sosyal sorumluluk projeleri içinde yer alıyorlar. Ancak Samsun’da her şey güdük kaldığı için kültür sanatta gelişemiyor.” tezini dile getiren Kaynar; şöyle konuşuyor: “38 yıldır bu memlekette yaşıyorum hiçbir şeyin köklü vaziyette değiştiğini görmedim. Hep konuşuluyor ancak icraat yok ve bu süre zarfında iş işten geçiyor boşa zaman kaybediliyor. Bu şehrin genel yapısı bu. Örneğin Tica-
ret ve Sanayi Odası tarafından başlatılan ‘Samsun’da Var Samsun İçin Al Projesi’. Proje başlatılırken geniş bir kesime yayılması amacı ile tiyatro oyunları sergilenecekti. Bir Garip Masal adlı oyunumuzun içinde yaşanılan çevreye ve ürünlerine sahip çıkma fikri de işleniyor. Bu oyunun kampanya çerçevesinde oynanması gündeme geldi. Önceleri 20 - 30 oyundan bahsedilirken, 3-5’e düştü. Hiç sahnelenmeden unutuldu. Bir sene sürecek çok büyük kampanyalar, büyük etkinliklerle her kesime ulaştırılacak. Samsun’da Var Samsun İçin al Projesi’ şimdi ne durumda? Projenin kendisi unutulmaya başladı.” Kaynar’a göre Samsun’a kesinlikle yobaz yaftası atılamaz. Ama ilerici bir şehir de değil. Ne gerici, ne de çağdaş. Sanayi ya da tarım şehirliğinden söz edilemez. Arada derede bir vilayet işte… “Bu şehrin en büyük markası, M. Kemal Atatürk’ün 19 Mayıs 1919 tarihinde Samsun’a ayak basarak Kurtuluş Savaşı’nı başlatması. Bu marka da olmasa Samsun’un içi bomboş. Samsun’da insan kısalmıyor ama uzamıyor da. Bu yaştan sonra İstanbul’a gidip yerleşmeyi düşünüyorum bazen.” diyor Kaynar.
33 SAYI 11 / EYLÜL 2010
KAPAK
Her işin başı eğitimden geçiyor
İnsana yatırım zamanı 270 bin öğrencisi, 14 binden fazla öğretmeni ve binin üzerindeki okuluyla Samsun dev bir eğitim camiasına sahip. Vakıf Üniversitesi Başarı’nın faaliyete girmesiyle, yükseköğretim de dahil, Türkiye’nin en önemli eğitim üstlerinden biri haline gelebilir.
Mustafa BİLİK
34 SAYI 11 / EYLÜL 2010
En önemli yatırım, insana yapılanı. Bu da ancak iyi bir eğitim ve öğretimle mümkün. Eğitim, salt bilgi yüklemesi anlamına gelmiyor. Neslin çağın ve geleceğin ihtiyacını karşılayacak düzeyde yetiştirilmesinde; kültürel, ahlaki ve dini değerlerin aktarılması da son derece mühim. Fonksiyonun temelinde, çocuğun terbiyesi yatıyor. Ailesine, çevresine ve ülkesine; tabi ki bütün insanlığa faydalı bir kıvama getirilmesi esas. Bu yüzden okul-aile işbirliği ciddiye alınmalı. Temel eğitim tabiri, ilk defa 1961 yılında çıkartılan 222 sayılı İlköğretim ve Eğitim Kanunu’nda zik-rediliyor. Tabir metinde, “her yurttasın görmesi gereken bir eğitim biçimi” diye geçiyor.
Kavram, 1739 sayılı Millî Eğitim Temel Kanunu’nda şöyle tanımlanıyor: “614 yaslar arasında bulunan çocukları hayat ve üst öğrenime hazırlayan en az 8 yıllık temel eğitim veren, temel eğitim görmeyen yetişkinlere ise gelişmelerine ve ihtiyaçlarına uygun bir süre eğitim hizmeti sunan bir eğitim kademesidir.” Türkiye’nin en can sıkan problemlerinden biri işsizlik şüphesiz. İşsiz kesimin anormal bir bölümü maalesef vasıfsız. Ne gariptir ki, sürekli büyüyen sanayi sektörü vasıflı personel diye kıvranıyor. Mesleki eğitimin önündeki engellerin bir an önce kaldırılması gerektiği gerçeğini anlama, bu yaman çelişkiyi kökten bitirme zamanı şimdi. Ataletin beli de ancak böyle kırılabilir. Negatif tablodan aileler de sorumlu ama asıl görev devletin. Anlamsız rejim tartışmalarıyla vakit kaybederken harcanan enerjilerin tümden eğitime aktarılması da şart diğer yandan. Bir şehrin gelişmişliği irdelenirken, mutlaka eğitimde ulaştığı mesafe de değerlendiriliyor. Samsun yüksek öğrenimin gözde şehirlerinden. Canik ilçesi sınırlarında Karadeniz Bölgesi’nin ilk vakıf üniversitesi Başarı’nın da açılmasıyla, şehir ülkenin her yanından öğrenci çekecek. Eğitim yatırımları, ekonominin diğer ayaklarını yakından etkiliyor. Çeşitli şehirlerden insanların şehre akını, müspet propaganda açısından büyük kazanım. Ulaşım kolaylığı, başta deniz ve orman ta-
biat güzellikleri ve misafirperverliği Samsun’un artı puanları. Bu avantaj kalkınma hamlesindeki şehri uçurabilir. Şehir pekala Türkiye’nin eğitim üstlüğüne aday. Okulların açıldığı dönemde şehrin eğitim profilini çıkaralım istedik: Nerede aksıyor, nerede almış başını gidiyor? Konuyu sektörün yetkili isimleriyle konuştuk. Samsun, 270 bin öğrenci, 14 bin civarındaki öğretmeni ve binin üzerindeki okuluyla dev bir eğitim camiasına sahip. Şehirde düzenlenen 18. Millî Eğitim
Şurası Bölge Çalıştayı Komisyon Raporu’na göre, okullaşma oranı Türkiye ve bölge ortalamalarıyla paralel. İlk ve orta öğretimdeki öğretmen başına düsen öğrenci sayısı da. Yalnız, okul öncesindeki öğretmen dağılımı farklılık arz ediyor. İstihdam alanlarındaki zorluğu gören ebeveynler, kısıtlı imkânlarına aldırmadan çocuklarını daha ziyade teknik okullara yönlendiriyor. 2002’den bu yana birleştirilmiş sınıf ve buralarda okuyan öğrenci sayısı yüzde 57; okul sayısı da yüzde 67 oranında azalmış. 19 Yatılı İlköğretim Bölge Okulu’nda (YİBO) 7 bin 347 çocuk öğrenim görüyor.
Vasıfsız işçi tanımını yok etmenin tek yolu mesleki eğitime ağırlık verilmesi. Sanayi sektörü vasıflı insan bulamamaktan kıvranıyor. Ataletin beli eğitimle kırılacak.
Samsun her açıdan güzelliği, ulaşım kolaylığı ve sosyal huzuruyla sadece bölgesi değil, ülke geneli için de cazip bir şehir. Bu alanda vakit kaybetmeden proje üstüne proje geliştirilmeli. Eksiklik ve aksaklıklar vakit kaybetmeden giderilmeli.
35 SAYI 11 / EYLÜL 2010
KAPAK
İLKÖĞRETİM SINIFLARI AŞIRI KALABALIK
Rapora göre 19 Mayıs Şehri’ndeki Şehri’ndeki ilköğretimin sorunları:
Veli eğitim sitemine etkin dâhil edilemiyor. İlköğretime başlayan öğrenciler aynı düzeyde hazır değil. Öğrencilerin yıl içinde aldığı puanların merkezi sınavlarda kullanılması, objektiflik ve hakkaniyet ölçülerinde farklı sonuçlar doğuruyor. İlköğretim 1, 2, 3, 4 ve 5’inci sınıf öğrencilerinin YİBO’larda yatılı
kalması duygusal gelişim ve ihtiyaçlarının karşılanmasında problemlere yol açıyor. İlköğretim okullarındaki öğrenci mevcutları idealden fazla. Özellikle şehir merkezindeki sınıflar kalabalık ve derslik sayısı yetersiz. Okul derslikleri kitaplık ve diğer ders araç gereçleri konusunda da eksik. Öğretmenlere yönelik hizmet içi
eğitimi ve kişisel gelişim çalışmaları noksan. Hizmet içi eğitimlere öğretmenler teveccüh göstermiyor. Öğretmenlerin özlük hakları iyileştirilmeli ve akademik çalışmalara özendirecek yöntemler geliştirilmeli. Yeni ders müfredatlarına ilişkin bilgi ve deneyim istenilen seviyenin altında. Rehberlik saatleri tam değerlendirilemiyor. Sınıf rehber öğretmenliği işlevi yetersiz. Eğitsel kulüp faaliyetleri kağıt üzerinde kalıyor. Yönlendirme ilköğretimin 8’inci sınıfında ağırlık kazanınca, aileler ve çevrenin baskısı öğrencilerde psikolojik baskı oluşturuyor; öte yandan sınav sisteminin yapısı kararları belli okul türleri ve alanlara yoğunlaştırıyor. Bilhassa mesleki ve teknik ortaöğretim kurumlarının ilgi, meslek ve yetenek tanınmadan aile zoruyla tercih edildiği gözleniyor. Birçok öğrenci sonrasında seçiminden memnun kalmıyor ve mutsuzluğa itiliyor. Vaktin önemli bir bölümünün geçirildiği okul bahçeleri beton duvarlarla örülü ve yeşil alansız. Okullar maddi anlamda zorda, üstelik başlarının çaresine bakmak zorunda. Okullardaki temizlik hizmetleri sorunlu, tuvalet ve sınıflarda hijyen problemi var. Öğrenci devamsızlık hakkı süresi çok uzun. Ortaöğretimdeki sorunlar, ilköğretimdekilerle benzeşiyor.
KIZ ÖĞRENCİLER EĞİTİMDEN KOPUYOR Ortaöğretimdeki problemler: Ekonomik sosyal ve kültürel sebepler eğitime devamı engelliyor. Ortaöğretimde barınma imkanı ihtiyacın gerisinde. İlköğretim yöneltme yönergesinde tatbik yetersiz. Kırsal kesimlerde ulaşım da büyük problem. Ortaöğretim kurumlarına öğrencinin nakledildiği vasıtalar da az. Devlet desteksiz okula gitme oranı çok düşük. Kırsal kesimdeki kız çocuklarında devam problemi var. İlköğretimdeki yöneltme kifayetsiz; çok miktardaki öğrencinin ortaöğretimde okulla ilişkisi kesiliyor. Devam edenlerin büyük bir kısmı da, 1-2 yıl içersinde ya başarısızlık ya da okula gelememe sebebiyle eğitimden kopuyor. 36 SAYI 11 / EYLÜL 2010
İlköğretime dair öneriler: Sorunlu öğrencilerin evi sınıf rehber ve ders öğretmenlerinden oluşan bir ekipçe yılda birkaç kez ziyaret edilebilir. İlköğretimde yönlendirme yönergesi sonucunda çıkan yöneltme formunun ortaöğretime geçişte aynen kullanılmalı. Ders kitapları, müfredata ve AB standartlarına uygunluğun temini için, akademisyen ve öğretmenlerin görüşleri alınarak hazırlanmalı. Her yıl kitap yeni kitap dağıtmak yerine; öğrencilere veya öğretmenlere zimmet işlemiyle, aynı kitaplar yıllarca elden ele geçebilir. Yıpranma ve öğrenci fazlalaşırsa,
takviye edilebilir. Ders kitaplarında başta cinsiyet her türlü ayrımcılık ve şiddeti çağrıştıran ifade ile görselden kaçınılmalı. İlköğretimdeki çalışma kitaplarında, hazırcılıktan uzaklaştıran, tasarım, tahayyül ve tasarım kabiliyetini artırıcı iyileştirilmelere gidilmeli. Okul temizliğinde görevli personel fazlalaşmalı. Hizmetli personel sayısına kurum bazında norm uygulanmalı. 1, 2, 3, 4 ve 5’inci sınıf öğrencileri YİBO’larda yatılı kalmamalı. Ya evlerine taşınmalılar ya da en yakın okula nakledilmeliler. İlköğretim okullarının öğrenci sayıları
da norma tabi olmalı. Miktar 750’yi aşmamalı. İlköğretime merhaba diyen öğrencilerdeki hazırlık katsayısının eşitlenmesi için okul öncesi eğitimdeki fiziki mekân ve donanım eşitlenmeli. İl merkezleri ile gerekli ilçelerde derslik sayısının arttırılarak, sınıf mevcutları azaltılmalı. Dersliklerin donanım ihtiyacın etkin karşılanması ve çağa ayak uydurulabilmesi için tedbirler alınmalı. Dersliklere hızla teknolojik ürünlerin kazandırılmalı.
TAM GÜN EĞİTİMDE BESLENME HAYATİ ÖNEME SAHİP Tam gün eğitim ve öğretim yapan okullarda yemek için uygun mekânlar oluşturulmalı. İlköğretim okullarının fiziki dizaynında yaş farkları göz önüne alınmalı. Hizmet içi faaliyetler çoğaltılarak öğretmenlere alanlarında gelişim ortamı hazırlanmalı. Seminerlerdeki ağırlık teorikten pratiğe kaydırılmalı. Mahalli hizmet içi faaliyetleri seminer dönemlerinde verilmeli. İllere öğretmenlerin gerektiğinde başvurabilecekleri hizmet içi seminer merkezi kurulmalı. Başarılı çalışmalara, projelere imza atan, bu yönde emek harcayan öğretmenler, kariyerinde anlam ifade edecek ölçüde taltif edilmeli. Veli, öğretmen ve öğrenciyi kapsayan projelerle okullardaki kötü eğilim ve alışkanlıklar en aza indirilmeli. Bu amaçla etkili konferans ve seminerler düzenlenmeli. Rehberlik ve kulüp saatlerindeki fayda ve işlevselliğin çoğaltılması için tedbirler alınmalı. Kulüplerin öğrencilerin tercihlerine göre oluşturulması ve her öğrencinin istediği kulübe gitmesinin sağlanması. Özel eğitime muhtaç
engelli öğrenciler yönetmeliklere tam uyularak; uzun süreli gözlemler ve daha objektif kriterlerle tespit edilmeli. Bilim ve sanat merkezlerinde çalışan öğretmenlerin özlük hakları iyileştirilmeli. Bilim ve sanat merkezlerine devam eden öğrencilerin kuruma devamını sağlamak amacıyla, kariyerlerine katkı sağlayacak düzenlemeler yapılmalı. Bu kurumların yönergesi değiştirilmeli. Okul bahçeleri ve çevresi yeşillendirilip sosyal faaliyet alanları
artırılarak cazipleştirilmeli. Okullara ayrılan ödenekler yükseltilerek, veli bağımlılığı en aza inmeli. Eğitimde dünya standartlarının yakalanması için ülke ekonomisinden eğitime ayrılan pay çoğalmalı. Öğrenci devamsızlık hakkı süresi kısaltılarak, çocuğu başarısızlığa götüren yollardan biri tıkanmalı.
Ortaöğretime erişim için öneriler: Devletin muhtaç öğrencilere barınma, beslenme ve ulaşım sunmalı. Ortaöğretim kız öğrenci yurtlarına yenileri eklenmeli. İlköğretimde yönlendirme yönergesi sonucunda çıkan yöneltme formu, ortaöğretime geçişte de aynen kullanılmalı. Ortaöğretimdeki okullaşma oranına, gerekirse ödeneğe ilave yapılarak hız verilmeli. Ortaöğretime erişimin kolaylaştırılması için; ilçe ve köyler bazında projeler hazırlanmalı. Beldenin ileri gelenlerinden oluşacak heyetler muhtarlarla birlikte aileleri gezerek, kız çocuklarının okula devamı yönünde ikna faaliyeti yürütmeli.
37 SAYI 11 / EYLÜL 2010
KAPAK
Eğitimde belirli bir ivmenin yakalandığını söyleyen Hülya Ertürk Koç:
Samsun özel okul fakiri Milli Eğitim Müdürü Hülya Ertürk Koç,“Samsun eğitimde de daha iyiye gitme ivmesini yakaladı, biz hem kamuoyunun hem de ailelerin buna destek olmalarını istiyoruz.” diyor. İl genelinde sınıf ortalaması 30’a indirilmiş. Birleştirilmiş sınıf sayısı 900’den 490’a düşürülmüş. Samsun Milli Eğitim Müdürü Hülya Ertürk Koç, başarı ivmesinin yakalandığını söylüyor. “Samsun büyük bir il. Eğitimde elbette bir takım sıkıntılar yaşanacaktır.” diyen Koç, durum değerlendirmesi yapılırken, nereden nereye gelindiğine bakılması gerektiğini belirtiyor. Koç’a göre, eğitimin fiziki alt yapısında geçmişe nazaran olağanüstü bir gelişme var: “2000’li yıllara yeni girildiği dönemlerde Samsun’da öğrencileri yerleştirecek yer bulunamadığı için sabahçı, öğlenci ve ara eğitim olmak üzere üçlü eğitime geçilmesi düşünülürken, sınıf mevcutları 60 civarını bulurken bugün birçok yeni okul yapılıyor. İl bütününü ele aldığımızda hem ilköğretim hem de ortaöğretim için sınıf mevcut ortalaması 30’lara inmiş durumda. Bu ideal bir rakamdır.” Müdürün de vurguladığı üzere 30 ortalama bir sayı; sınıf mevcudu bazı ilçelerde 20’ye düşerken, merkez ilçelerde 40’a varabiliyor.
Koç, eğitim-öğretimdeki tek amacın akademik başarıdan ibaret sayılamayacağını, önceliğin mutlu ve iyi nesiller yetiştirmeye verilmesi gerektiğini söylüyor. 38 SAYI 11 / EYLÜL 2010
Köylerdeki ‘birleştirilmiş sınıflar’ tablosunu ‘coğrafi şartlara’ bağlayan bayan milli eğitim müdürü, “Coğrafya ile alakalı bir durum. Samsun’da 900 civarında birleştirilmiş sınıf bulunurken bu sayıda 490’lara kadar indi. Bu iyi mi? Elbette hayır? Ama şartlar ile ilişkili bir durum.” diye konuşuyor. Şehir merkezinde derslik ihtiyacı sürekli artarken, boşalan köylerdeki dersliklerin atıl kalmasına da dikkati çekiyor. Coğrafi vaziyetin eğitimi pek çok şehirden daha fazla etkilediğini ifade ediyor.
Müdür Koç’un bir tespiti var ki bir hayli kritik: “İnsanlar tarımla geçiniyorsa çocukta okumak yerine tarıma yönelebilir. Ya da ailenin bir ticarethanesi varsa çocuk bunu işletmeyi planlayarak okumayabilir. Samsun bu anlamda okumaktan başka çaresi olmayan bir il değil.” Ortaöğretim ve yükseköğretim sınavlarında şehrin başarısız sayılamayacağını dile getiriyor: “İstenilen noktada olmasak da çok kötü durumda değiliz. Ama hep kötüyüz dersek gerçekten kötü oluruz.” 2009’da 310 puan ortalamasıyla SBS’de 52’inciliği elde eden vilayet, ortalama puanı bu yıl 317’ye yükseltmiş. İlçelerde de bir artış söz konusu. Yükseköğretimde de belirgin bir kıpırdanma yaşanıyor. Baraj puanını aşmada 30’uncuyken 15 basamak birden tırmanmış şehir. Puan türleri ortalamasında da 37’cilikten 25’inciliğe ilerlemiş. Başarı üniversite ikinci kademe sınavında da tescilleniyor. Dört yıllık lisans programına yerleşen öğrenci listesinde 40’ıncılıktan 32’inciğe terfi ediliyor. Ortaöğretim mezunlarının yüzde 47’si yükseköğretimde yoluna devam ediyor 19 Mayıs Şehri’nde. 2009–2010 sezonunda 12 bin 500 öğrenci liseden mezun olmuş. Üniversite sınavına giren kişi sayısı 30 bin. Herhangi bir bölümü kazanan sayısı ise 15 bin civarında. Kaba bir hesapla her iki öğrenciden biri kendini üniversiteye atıyor. Yükseköğretime öğrenci yerleştirmede Türkiye birincisi vilayetin oranı yüzde 52,32. Son sıradaki illerin oranı yüzde 34. Samsun’un oranıysa yüzde 47,81. Milli Eğitim Bakanlığı’nın düz liselerden uygunlarını Anadolu Lisesi’ne çevirme projesi henüz ortada yokken, şehirdeki 6 lise için bu yönde karar alınmış. Şehir şu anda 31 Anadolu Lisesi’ne sahip. Fen Lisesi sayısı da, Çarşamba ve Bafra’ya açılanlarla üçe çıkartılmış. Pek çok büyükşehir geçilmiş böylece. Samsun’da Atatürk’ün şehre ayak basışının 100’üncü yılı dolayısıyla ‘2019 Eğitim Vizyonu’ adlı bir proje geliştirilmiş. Projeyi Valilik, Ondokuzmayıs Üniversitesi ve Milli Eğitim Müdürlüğü elbirliğiyle yürütüyor. Anketler vasıtasıyla her kesimin görüşleri toplanıyor. Sonuç, bir sempozyumla açıklanacak. Şehirde 14-18 yaş kuşağındakilerin yüzde 65’i ortaöğretime devam ediyor. Her 10
Samsun’da Atatürk’ün şehre ayak basışının 100’üncü yılı dolayısıyla geliştirilen ‘2019 Eğitim Vizyonu’ adlı bir projeyi Valilik, Ondokuzmayıs Üniversitesi ve Milli Eğitim Müdürlüğü elbirliğiyle yürütüyor. Anketler vasıtasıyla her kesimin görüşleri toplanıyor. Sonuç, bir sempozyumla açıklanacak.
ilköğretim mezunundan 3 ya da 4’ü eğitimle ilişkisini kesiyor. Fakat ilköğretimin 8 sınıfını bitiren 10 öğrenciden 8’ i liseye gidiyor. Açık liselerle oran yüzde 85’leri buluyor. Oranı artırmak amacıyla kız öğrenciler için yurt inşasına ağırlık verildiğini belirtiyor Milli Eğitim Müdürü Koç. Çünkü köydeki vatandaşlar, çocuklarını emin ellerde görmek istiyor. Devlet yurtları daha güvenli geliyor onlara. Aksi takdirde evladını şehre gönderip lisede okutmaya yanaşmıyor.
İLKOKUL KAMPUSLARI ÇÖZÜM MÜ? Şehir dışına ilkokul kampusları fikri gündeme getiriliyor zaman zaman. Müdür Koç, bu fikre sıcak bakmayanların tarafında yer alıyor: “Eğitim kampusu ortaöğretim için olabilir ancak biz ilköğretim öğrencilerinin mümkün olduğunca evlerine en yakın okulda okumalarını istiyoruz. İlköğretim öğrencisini servis ile şehrin dışına taşımak çok sağlıklı değil.” Öğretmen, eğitim-öğretim hizmetinin olmazsa olmazı. Daha doğru bir tabirle, her şeyi. Samsun’da en az 2 bin 200 öğretmene ihtiyaç var. Koç, konuya dair şunları söylüyor: “Türkiye genelinden farklı değiliz. Eksiklerimize rağmen, bazı illere göre daha şanslıyız. Bazı illere göre de ihtiyaçlarımız daha fazla. Şehir merkezimizde yaşını almış öğretmenler, gençlerden fazla. Ancak; öğretmenliğin yaşla çokta bağlantılı olduğunu düşünmüyorum; bir insan 30 yaşında bile 60 yaş bezginliği yaşayabilir. Bazı insanda 50 yaşındayken 25 imiş gibi performans ortaya koyar. Burada kişi önemli. Enerjisini, dinamizmini ve heyecanını yitirmemiş öğretmenlerden milli eğitim faydalanmalı. Özellikle İlkadım, Atakum, Canik ilçelerinde yeni okul ihtiyacımız var. Göç ve yeni yerleşim birimlerinin oluşması ile birlikte okul ve derslik ihtiyacı artıyor.”
ÖZEL OKUL ORANI YÜZDE BİR Hülya Ertürk Koç, şehirdeki özel okul sayısının azlığından yakınıyor. Hâlihazırdaki oran, devlet okullarının yüzde biri. Böylesine büyükşehirlerde oranın yükselmesi gerektiğini düşünüyor: “Samsun’da ki mevcut özel okullarda eğitim gören ilköğretim ve ortaöğretim 39 SAYI 11 / EYLÜL 2010
KAPAK öğrencileri toplam öğrenci sayısının yüzde ikisini ancak oluşturuyor. Bu rakamın en az yüzde ona ulaşması gerekli. Milli eğitimin üzerindeki yüklerin alınması konusunda özel okulların önemli olduğunu düşünüyorum. Özel okullar ile devlet okulları birbirini görerek etkileşim ve rekabet içerisinde eğitimde ki kalitenin arttırdıklarını görüyoruz. Özel okullar daha başarılı devlet okulu daha başarısız diyemeyiz. Devlet okulları hiçbir şekilde özel okulların altında değil. 8’inci sınıf SBS sonuçları açıklandığında Samsun’da 500 tam puan alan 37 öğrenciden Devlet okuluna gidenlerin sayısı özel okullara gidenlerin sayısından daha fazla idi.” Samsun’daki 60 – 72 ay (5 yaş) arasındaki çocukların yüzde 99’u ana sınıfına gidiyor. 32 pilot il arasında yer alması şehre bu konuda büyük avantaj sağlamış. Sırf bu sebeple 550 ana sınıfı öğretmeni atanmış. Bu branşta hala 200 civarında öğretmen açığı söz konusu. Şehir, okul öncesi devam sıralamasında pilot illerin birincisi, Türkiye genelinde ise 8’inci. Modernleşme ile birlikte bağımlılık yapan uyuşturucu madde kullanımının arttığı görülüyor. Ailelerin parçalanmışlığı ve çevredeki uyaranların çoğalması çocukların farklı seslere kulak kabartmasına yol açıyor. Okul dışındaki mekanlarda uyuşturucu ve benzeri illetlerle kolayca tanışabiliyor. Ailenin çocuğunu takip ederek, sürekli pozitif telkinlerle koruması şart. Rehberlik öğretmenleri ve
40 SAYI 11 / EYLÜL 2010
emniyet tuzaklarla ortaklaşa mücadele ediyor. Bu işte aile faktörü çok önemli. Ailede kullanıcı varsa çocuk mutlaka o kişiden etkileniyor. Şiddet, sosyolojik bir vakıa. Okulları toplumdan soyutlamak imkânsız. Koç, velileri uyarıyor: “Emniyet müdürlüğü ile yürüttüğümüz projelerimiz Özellikle şiddetin önlenmesine yönelik. Rehberlik öğretmenlerimiz bu konuda ciddi anlamda emek sarf ediyor. Aileler ile iletişim kuruluyor. Okullarımızın eylem planları var bu konuda. Okullarımız çevrili güvenlik sistemi var. Yılda 270 bin olayın olduğu yerde mutlaka bazı münferit istenmeyen hadiseler meydana gelebilir.”
TEK AMAÇ AKADEMİK BAŞARI DEĞİL Eğitimdeki birinci amaç sadece akademik başarı mı yoksa öncelik mutlu ve iyi bireyler yetiştirmede mi? İdeali her ikisinde de başarıya ulaşılmak. Ama denge mutluluk ve iyilik aleyhine bozulmamalı hiçbir zaman. Dersteki başarının yanı sıra; sosyal, kültürel, sportif ve bilimsel çalışmalarla öğrencilere iyilik aşılamanın ortamı hazırlanmalı. Okullarda buna dönük faaliyetlerin çeşitlenerek artığını da kaydediyor Koç. 2009 - 2010 eğitimöğretim yılında Samsun’daki öğrenciler ferdi spor branşlarında 11 Türkiye birinciliği, 7 ikincilik, 14 üçüncülük
ve 11 dördüncülük elde etmiş. Takım sporlarında da 4 birincilik, 3’er ikincilik üçüncülük kazanılmış. Şehirde ayrıca kamp çalışmalarını aksatmayan 154 izci ünitesi mevcut. Altıncı uluslararası bilişim olimpiyatlarında ilçeler ve hatta köy okullarındaki çocuklar çok güzel sonuçlar almış. Alaçam Göçkün 75 yıl YİBO’dan bir öğrenci birinci olmuş. Asarcık YİBO’dan bir çocuk da resim dalında Türkiye birinciliğine layık görülmüş. Kardeşine de jüri özel ödülü takdim edilmiş. Bafra Mustafa Kemal İlköğretim Okulu’ndan bir öğrenci de ODTÜ’nün ‘Anlat Okulunu’ konulu web sitesi tasarım yarışmasında Türkiye üçüncülüğüne imza atmış. Yine Bafra Barbaros İlköğretim Okulu’ndan bir öğrenci de, Çanakkale Savaşı’nın 95’inci yılı münasebetiyle tertiplenen kompozisyon yarışmasında mansiyonla ödüllendirilmiş. TÜBİTAK bilim olimpiyatlarının hem proje hem de bilim branşında dereceler var. Samsun 2043’le en fazla proje üreten dördüncü il. İlk ve ortaöğretimde proje kültürünün yerleştiğini anlatan Koç’un, 2010 - 2011 eğitim-öğretim mesajı ise şöyle: “Yeni bir eğitim öğretim yılına başlıyoruz. Bunun eğitim camiamıza ve samsunumuza hayırlı olmasını diliyorum. Samsun eğitimde de daha iyiye gitme ivmesini yakaladı, biz hem kamuoyunun hem de ailelerin buna destek olmalarını istiyoruz.”
Prof. Dr. Akan, OMÜ’ye iletişim, mimarlık ve havacılık-uzay bilimleri fakülteleri kurulacağını müjdeliyor.
21’inci yüzyılın birikimi Samsun’a aktarılacak
Eğitime 1919 ruhu aşılanacak
Samsun Ondokuz Mayıs Üniversitesi, 2019 Eğitim Vizyonu projesine öncülük ediyor. Rektör Hüseyin Akan, önce eğitimde neredeyiz soruna cevap arayacaklarını, ardından da çözüm yollarını belirleyeceklerini söylüyor: “Biz toplum olarak Güneydoğu’da mahrumiyet olduğunu düşünürüz. Ancak, Samsun’un da oldukça mahrumiyet yaşanan ilçeleri, bölgeleri var.”
Ondokuz Mayıs Üniversitesi (OMÜ) Rektörü Prof. Dr. Hüseyin Akan, “2019 Eğitim Vizyonu” projesiyle Samsun’un yükseköğretim giriş sınavındaki derecesini yükseltmek için çalışacaklarını söylüyor. Eğitim Fakültesi geliştirdiği proje, Milli Eğitim Müdürlüğü ve Özel İdare’nin işbirliğiyle yürütülüyor. Üniversitenin bilimsel araştırmalar fonundan 150 bin lira ayrıldığını ifade eden Rektör
Akan, ilk önce “Eğitimde neredeyiz?” sorusuna cevap bulunacağını dile getiriyor: “Ardından, ‘sorunların ne olduğu’ belirlenerek çözüm aranacak. 2-3 yıl kadar çalıştaylar, bilimsel toplantılar, anketler ve istatistikî çalışmalar yapılacak.” 57 araştırmacıyla niçin böyle bir projeye başlandığı Prof. Akan’ın şu sözlerinden çok net anlaşılıyor: “Biz toplum
olarak Güneydoğu’da mahrumiyet olduğunu düşünürüz. Ancak, Samsun’un da oldukça mahrumiyet yaşanan ilçeleri, bölgeleri var. Bunun yanında çevre illerden, ilçelerden Samsun’a, Samsun’dan da İstanbul’a sürekli göçler yaşandığı için verilerde değişiyor. Bu göç devam ettiği için eğitimine daha önem veren o yapıyı her zaman göremeyebiliyoruz.” 41 SAYI 11 / EYLÜL 2010
KAPAK
1919’DAN 100 YIL SONRA
öğrenciler kazandırır. Bir şehre üniversite öğrencileri geliyorsa şehir onlar için yurtlar, restaurantlar, cafeler yapar. Sinemalar açılır, tiyatrolar olur. Eğlence mekânları bulunur. Bu açılardan bakıldığında Samsun’da bu sosyal imkanlar var. Devlet opera ve balesi var. Devlet tiyatrosu var. Samsun’daki özel tiyatrolar oldukça gelişmiş durumda. Televizyonlar ve internet özel tiyatrolara olan dikkatleri azaltıyor sadece. Samsun’da sinema, alışveriş merkezleri, sahili ve her an denize ulaşım imkânı var. Öğrenciler için mükemmel bir şehir.”
Projeyle; şehirdeki okul öncesi, ilköğretim ve ortaöğretimdeki öğrenci, öğretmen, veli, yönetici ve müfettişlerden ana problem ve çözüm önerileri dinlenecek. Akabinde bunlara uygun eğitim programları dizayn edilecek. En nihayetinde de elde edilen somut veriler kamuoyuyla paylaşılacak. Projenin adı, Atatürk’ün Samsun’a çıkışının 100’üncü yılı düşünülerek konulmuş. Proje kapsamında, 17 ilçeden datalar toplanarak, şehrin merkezi sınav sonuçlarındaki performansı analiz edilecek. 21’inci yüzyılın bilimsel birikimiyle eğitim plan, program ve faaliyetlerine ışık tutulacak. OMÜ’nün bölge üniversitesi niteliği taşıdığını belirten Rektör Akan, “Dolayısıyla bünyesinde birçok fakülte barındırıyor. Buna rağmen bazı fakültelerin eksikliğini hissediyoruz. Müracaatlarımız var. Güzel sanatlar, su ürünleri ve eczacılık gibi bilinen bazı fakülteler bizim bünyemizde yok. Sosyal bilimlerde geç kalındığı görülüyor. Göreve başladığımda İktisadi ve İdari Bilimler fakültesinin birinci sınıfında öğrenciler vardı. Şimdi hem iktisat hem işletme hem siyaset bilimi hem de kamu yönetimi bölümlerinde öğrenci okuyor. Bu yıl hukuk fakültemizde ilk öğrencilerini aldı.” diyor. Öğrenci almak önemli ama tek başına yeterli değil elbette. Öğretim üyelerinin kalite ve kifayeti de çok daha mühim. Yeni kurulan fakültelerde dahi, bu konuda eksik yok. Hukuk Fakültesi şimdilik, İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi’ne ait binanın bir bölümünde hizmet veriyor. Çarşamba ilçesinde kendine ait dekanlık binası ve kampus inşa edilecek. İletişim, mimarlık ve havacılık-uzay bilimleri fakülteleri kuruluş aşamasında. Dekan, mekan ve öğretim üyesi ayarlanıyor.
SAMSUN, ÖĞRENCİLER İÇİN MÜKEMMEL Akan, üniversitenin şehre, şehrinde öğrenciler sunduğu imkanlara ilişkin şöyle konuşuyor: “Şehre sosyal imkanları 42 SAYI 11 / EYLÜL 2010
Prof. Akan’ın aktardığı bilgiler, “OMÜ öğrencilerinin yüzde 70-80’nin şehir ve civarındandır” tahminini doğrulamıyor: “Karadeniz bölgesi ağırlıklı olsa da, Türkiye’nin dört bir yanından öğrencilerimiz var. En çok İstanbul’dan öğrenci geliyor. Çoğunluğun Samsun ve çevresinden olmayışının sebebi, Samsunlu öğrencilerin anne babasının kontrolünden çekinip, başka şehre giderek özgür yaşama isteğidir. Bu yaklaşım, tüm şehirlerdeki öğrenciler için geçerli. Bu düşünce Türkiye’nin bir ucundaki öğrenciyi Samsun’a Samsunlu bir öğrenciyi de Türkiye’nin başka bir ucuna götürüyor.” OMÜ Rektörü’ne göre, Samsun öğrenciler için mükemmel bir şehir.
Tıp, mühendislik ve yabancı diller öğretmenliği bölümlerinin yanı sıra OMÜ’nün zihinsel ve işitme engelliler, okul öncesi-çocuk gelişimi, psikolojik danışmanlık-rehberlik öğretmenliği bölümleri de rağbet görenler arasında. Öğrenciler tercihleri iş bulma odaklı işaretliyorlar artık. Akan barınmaya ilişkin de şunları anlatıyor: “Üniversitemizin öğrenci sayısı geçtiğimiz yıl 23 bin idi. Devlet yurtlarının kapasitesi 5 bin civarında. Bu nasıl yeter diye çok şaşırdım. Daha sonra diğer şehirlere kıyasladığımda iyi durumda olduğumuzu gördüm. 30 bin öğrencili şehirlerde kapasite 2 bin 500 – 3 bindi. Geçen yıl 900 kişi hariç, müracaat eden herkes devlet yurtlarına yerleştirildi. 900 kişiye de zamanla yer açıldı. Özel yurtlar da mevcut. Üniversitemiz sınırları içerisindeki Tepe Otel’in 40 odası öğrencilere tahsisli.”
Başarı Üniversitesi Rektörü Bekdemir’den çözüm önerisi:
Öğrenci merkezli eğitim Başarı Üniversitesi Kurucu Rektörü Yunus Bekdemir, kalitelinesillerin ancak ilk öğretim yıllarından itibaren öğretmen - öğrenci ilişkisinin iyi temellere oturtulmasıyla yetiştirilebileceğini söylüyor. Bekdemir’e göre devlet kısmen eğitimden çekilmeli: “Devletin bütçesi ile idare edilen bir nevi özel okul mantığı oluşturulmuş durumda. Ben İngiltere’de bulunduğum sıralarda bu mantıkla idare edilen birçok başarılı okul gördüm.” Başarı Vakfı Üniversitesi Kurucu Rektörü Yunus Bekdemir, kaliteli nesiller yetiştirebilmek için, öğretmen-öğrenci ilişkilerinin daha ilköğretim yıllarından itibaren iyi düzenlenmesi gerektiğini söylüyor. Bilginin sürekli yenilendiğini ve katlandığını belirten Bekdemir, “Bu nedenle öğretmenlerimizin daha dinamik olmalı. Ezbercilik hepimizin derdi. Bunun çözümü adına en başta öğretmenlerimizin ölçme değerlendirmesi sonrasında dersleri verme şekilleri ile alakalı geliştirilebilecek şeyler var. Bunlardan biri de öğrenci merkezli uygulama. Yani öğrenci dersin ve müfredatın işlenmesinde ödev hazırlıyor, sunum yapıyor, dersin bizatihi işlenmesinin içinde yer alıyor. Bir diğer unsur da, çocuklara proje hazırlama yetisi kazandırılmalı. İnternetten kopyala yapıştır sistemi değişmeli.” diyor. Rektöre göre, görevdeki milli eğitim müdürüyle birlikte bir takım hareketlilikler gözleniyor.
DEVLET EĞİTİMDEN KISMEN ÇEKİLMELİ Dünyada artık devletlerin fiilen eğitimin içerisinden çekilmeye başladığını anlatan Bekdemir, konu hakkında şunları ifade ediyor: “Devlet okuldaki öğrenci sayısı kadar bir bütçeyi okullara veriyor. Yerelde bu okullar bu bütçe dâhilinde öğretmenini dahil mülakat ile işe alarak okul idaresi sağlıyorlar. Devletin bütçesi ile idare edilen bir nevi özel okul mantığı oluşturulmuş durumda. Ben İngiltere’de bulunduğum sıralarda bu mantıkla idare edilen birçok başarılı okul gördüm. Şehrin ileri gelenlerinden ve velilerden oluşan yönetim kurulu var. Bütçe müdürün inisiyatifi ile harcanıyor. Okulların laboratuarları, spor ve konferans salonu tvar. Öğrenciler gayet başarılı oluyor dolayısı ile. Birçok insan çocuğunu o okullarda okutmak için
yarışıyor. Bunun bir üstü özel okullar. Birçok ülke devleti özel okullara bir bütçe sağlayarak çocukların bu okullara gitmesini sağlıyor. Bu özel okulların masrafı 5 lira ise bunun 1 lirasını devlet karşılıyor. Sınıflarda öğrenci sayısı azalacağından geri kalan öğrencilere nitelikli eğitim verilebilme şansı artıyor. Ancak, devlet burada kendi müfredatını belirleyecektir elbette. Türkiye Cumhuriyeti’nin temellerinin dayandığı değerlerimiz üzerine eğitim veren, çağdaş, yenilikçi, ufku açık, proje tabanlı, analitik düşünce sahibi çocukların yetiştirildiği bir sistem istiyoruz. Ondan sonra müfettişler vasıtası ile bu okullar sürekli denetlenebilir.”
MEDYAYA BÜYÜK GÖREV DÜŞÜYOR… Üniversite öğrencileri arasında çok yaygınlaşmasa da; uyuşturucu ve bağımlılık yapan maddelere karşı gençlerimizi koruYunus Bekdemir, ısrarla eğitim ailede başladığının altını çiziyor.
mak için müthiş bir eğitim kampanyasına ihtiyaç duyulduğunu vurgulayan Bekdemir, sözlerini şöyle sürdürüyor: “Gelişmemiş, çağa ayak uyduramamış ve geri kalmış ülkelerde hala sigara reklamları duvarları süslüyor. Çünkü bu ülkelerin pazarları sigara üreticileri için bulunmaz nimet. Bu reklamları ülkemizden kovmanın meyvelerini biz bugün alıyoruz. Sigara içen genç nüfusumuzun sayısı daha az. Ben kendi çevremden biliyorum sigara içen insanlarda sigarayı bırakıyorlar artık. Bunlar önemli mihenk taşları. Ama yetersiz. Anne ve babaya evde çocuğunun yanında sigara içmemeli. Günümüzde çocuklar kendilerini bilgisayar ve internete kaptırmış vaziyette başka bir dünyanın içerisinde yaşıyorlar.” Kamera konulan yerlerde suç oranının birden bire azalığına dikkat çeken Başarı Rektörü, “Günümüzde bütün modern kurumların içerisinde güvenlik kameraları mevcut. Bu toplu yaşam alanlarının olmazsa olmaz bir parçası haline geldi. Buna rağmen özel hayatında kötü alışkanlıkları bulunan kişilere ise yapabileceğiniz hiçbir şey yok. Onlar ancak eğitim ile düzelebilirler. Eğitim ile kişinin özel hayatına dokunabilirsiniz. Burada medya ve basın kuruluşlarına çok büyük görevler düşüyor. Televizyonlarda uyuşturucu konusunda sosyal sorumluluk projeleri gerçekleştirilebilir. Buna dönük yayınlara yer verilebilir. Aksi takdirde bu gençler hepimizin geleceği ve bir noktada bu iş bindiğimiz dalı kesmeye benziyor. Bunun cezasını hepimiz çekmek zorunda kalabiliriz. Televizyon kanallarında yer verilecek bu eğitici yayınlara devlet ödenek de ayırarak bir kısım masrafları karşılayabilir. Ben medyadan çok şey bekliyorum ve reytinglerinde artacağı kanaatindeyim.” diye konuşuyor. Medyayı da, bu konuda haber üretirken, özendiricilikten kaçınmaya, ibret olgusunu ön palana çıkartmaya davet ediyor. 43 SAYI 11 / EYLÜL 2010
KAPAK
Sendika temsilcileri, Samsun’un potansiyelinin gerisinde kaldığını söylüyor
Eğitimde ekonomi, liyakat ve ahlak denetimi Diğer sendikacılar gibi Türk Eğitim Sen Samsun Şube Başkanı Levent Kuruoğlu da sorunları sıralıyor ancak karamsar değil: “Tüm olumsuzluklara rağmen eğitim çalışanları umutludur. Samsun’da eğitim düzeyinin artması çocuklarımızın daha iyi yerlerde eğitim görmesi ve Türk Milleti’ne yakışır bireyler olarak yetiştirilmesi için mücadelemiz sonuna kadar sürecektir.”
derek yaygınlaştığını anlatan Kuruoğlu; Azimli birkaç yönetici hariç, diğerlerinin meseleyi örttüğünü ileri sürüyor. Sportif alan eksikliğine, çocukların bu yüzden sağlıksız mekanlara itildiğine de dikkati çekiyor. Teşvik ve desteğin müdür ya da okuluna göre yapıldığını ileri sürüyor. Kantinlerin sil baştan düzeltilmesi gerektiği kanaatinde. Kantinlerde sırf para kazanmak uğruna gelişim çağındaki çocukların sağlığını etkileyecek gıdaların satıldığını belirterek, yasaklanmasını istiyor.
Türk Eğitim Sen Samsun Şube Başkanı Levent Kuruoğlu’ndan çok tartışılacak bir iddia: “Samsun’da eğitimin en önemli problemi yıllardır yetersiz kişiler tarafından yönetilmesidir.” Hayırsever desteğiyle okul sayısı ve fiziksel alt yapı anlamında önemli mesafeler kat edildiğini ancak çağın gereklerine uygun materyal eksikliği ve teknoloji yetersizliği sorunun çözülemediğini belirten Kuruoğlu; öğretmen açığının hızla arttığını; bunun yanı sıra hizmetli personel alınamaması sebebiyle okulların 44 SAYI 11 / EYLÜL 2010
temizlenemediğini söylüyor. Kuruoğlu’na göre, son on yılda şehirdeki eğitim ağır darbe aldı. Kötünün iyisi durumlarda sevinilir hale gelinmiş. İşin kötüsü herkes bu üzücü tablonun sorumluluğunu üstlenmekten kaçındı. Ortaöğretim ve üniversiteye giriş sınavlarındaki sonuçlar olayı kanıtlıyor. Eğitimci kadrosunun moral ve motivasyonu dibe vurmuş vaziyette. Sindirilmiş eğitim kadrosuyla daha iyisini elde etmek hiç de kolay değil. Uyuşturucu bağımlılığı ve kötü alışkanlıkların öğrenciler arasında gi-
Kuruoğlu da özel okul sayısının yetmediğini kaydedenlerle hemfikir: “Daha fazla özel okul rekabeti arttıracaktır. Başarıda itici güç olacaktır. Özel okullaşmadan korkulmamalı. Aksine kalitesini ispatlamış okulların şehre yatırımı teşvik edilmeli.” Dershanelerin bir açılıp bir kapanmasından rahatsız: “Samsun’da faaliyet gösteren dershaneler kendilerine çeki düzen vermelidirler.” Kuruoğlu sözlerini şöyle sürdürüyor; “Valilik her okula özel güvenlik tahsis etmeli. Özel güvenlik hem caydırıcı hem de etkili. Milli Eğitim Bakanlığı son 8 yılı eğitim çalışanları ile kavga etmekle geçirmiş; her türlü hukuksuzluğu denemiş, yüzlerce uygulaması yargıdan dönmüş ama yinede hukuksuz uygulamalardan vazgeçmemiştir. Öğretmenler kendi içlerinde ayrıma tabi tutulmuş
rağmen Samsun yükseköğretim sınavlarında yinede hak ettiği noktalara ulaşamamakta.” Yıllardır geniş alanlara konuşlanacak kampus okul sistemini önerdiklerini kaydeden Macit, “Şehir merkezinde kalan okulların okul bahçeleri dahi yok ve eğitim öğretim açısından sıkıntılı okullardır. İlkadım bölgesi içerisinde kampus çalışmaları devam ediyor. Oraya yapılacak okullar ile şehir dışına uzaklaştırılan eğitim daha rahat ve verimli olacaktır. Sosyal imkan ve tesisleri ile spor imkanları ile daha iyi eğitim ve öğretim verilebilecektedir.” diyor.
yandaşlara makam verebilmek için her türlü yöntem denenmiştir. Tüm olumsuzluklara rağmen eğitim çalışanları umutludur. Samsun’da eğitim düzeyinin artması çocuklarımızın daha iyi yerlerde eğitim görmesi ve Türk Milleti’ne yakışır bireyler olarak yetiştirilmesi için mücadelemiz sonuna kadar sürecektir.”
AHLAKİ BUHRAN ÇÖKERTİYOR Eğitim-Bir-Sen Samsun Şube Başkanı Necmi Macit; şehir merkezindeki okullarda sınıf mevcudunun 60 - 70’ten 3540’lara inmesine ve çok sayıda dershane ile özel okula rağmen, şehrin eğitim başarısı sıralamasında gerilerde kaldığını vurguluyor: “Samsun’da son dönemlerde okul yapımı ve derslik sayısının arttırılması konusunda gerçekten önemli adımlar atıldı. Ancak, bunları yeterli değil. Birleşmiş Milletler nezdinde sınıflardaki ideal öğrenci sayısı 30 civarındadır. Samsun’da öğretmen açığı söz konusu değil. Bunun sebebi de Samsun’a gelen eğitimcilerin şehirden ayrılmak istememeleri. Diğer büyükşehirlere göre daha ucuz, ovaları ile sebzesi ve meyvesi bol olan Samsun öğretmenler içinde ideal. Dolayısı ile hem bir emekli hem de bir memur ve öğretmen şehridir. Aldığımız bilgiler Samsun’da öğretmen fazlalığı olduğu yönünde. Bütün bu avantajlara
Eğitim-Bir-Sen Samsun Şube Başkanı Necmi Macit; geniş ve geleceğe dair ufuklar kazandırılmasıyla gençlerin içine düştükleri ahlaki buhrandan kurtarılabileceğini söylüyor: “Eğitim öğretim sulandırılmış bir tarza ve ‘okusak ne olur okumasak ne olur’ anlayışına doğru günübirlik yaşam tarzının seçilmesine doğru gidiyor gençlerimiz.”
Şehirdeki dershane ve özel okulların arzu ettikleri seviyeyi yakalayamadıkları görüşünü savunan Macit, “Her ne kadar Türkiye genelinde derece yapan çocuklarımız bu dershanelerden çıkıyor olsa da, Samsun’u ön sıralara çekecek bir derece göremiyoruz. Ölçü liselere ve yükseköğretime giriş sınavlarıdır. Bunlarda çok gerilerdeyiz. Bu sene birkaç puan ilerleme mevcut. Umarım devam eder.” diye konuşuyor. Ancak şu söyledikleri belki de diğerlerinden kat kat daha önem arz ediyor: “Okullardaki münferit istenmeyen ve sonu bıçakla yaralamaya varan olaylar, kız erkek ilişkilerindeki laubalilik, yer altı cafeleri diye tabir edilen zararlı mekânlar öğrencilerin hedefini ve ufkunu daraltıyor. Eğitim öğretim sulandırılmış bir tarza ve ‘okusak ne olur okumasak ne olur’ anlayışına doğru günübirlik yaşam tarzının seçilmesine doğru gidiyor gençlerimiz. Bu durumda geleceğe dair sınav başarıları beklemekte zor.” Peki bu sorun nasıl çözülebilir? Geniş ve geleceğe dair ufuklar kazandırılmasıyla gençlerin içine düştükleri ahlaki buhrandan kurtarılabileceğini söylüyor Macit: “Zaman zaman asayiş ekiplerinin yaptığı baskınlarda internet cafelerde pornogrofik içerikli siteleri dolaşan veya şiddet içerikli sitelerde gezinen veya oyun oynayan öğrencilerimiz ve bunlara göz yuman iş yerleri tespit edildi. Gençlerimiz için bunlar tehlikeli ve ahlaki buhranlara sevk edici olaylar. Bunların denetimi çok iyi yapılmalı. Velilere de burada çok önemli görevler düşüyor onlarda çocuklarını denetlemeli ve takibini yapmalı.” 45
SAYI 11 / EYLÜL 2010
KAPAK
LİYAKATSİZ KİŞİLER GÖREVE GELİYOR İDDİASI Eğitim ve Bilim İşgörenleri Sendikası (Eğitim-İş) Samsun Şube Başkanı İsmail Tutoğlu’na göre; bir çok özelliği sebebiyle Samsun aslında eğitimde üst düzey başarılar elde etmeli. “Liyakati olmayan insanlar belirli mevkilere getirildiği için” şehir şimdilik potansiyelindeki cevheri ortaya koyamıyor. Ekonominin eğitimdeki başarıyı doğrudan etkilediğini dile getiren Tutoğlu, şöyle konuşuyor: “Ekonomisi az gelişmiş toplumlarda eğitimi ayrılan pay ve önem azdır. Örneğin Samsun gibi gelir seviyesi düşük ilde eğitim için ayrılan pay daha düşüktür. Samsun’da birleştirilmiş sınıflar, dershaneye gidemeyen öğrenciler var. Her öğrencinin evinde bilgisayar ve internet yok, dilediği kitabı, dergiyi alamıyor. Ekonomik durum ve yaşam kalitesi yükseltilmeli. Bunlar yükseldikçe eğitim-öğretim seviyesi de yükselecektir.” “Şehir merkezinde tek sınıflı, bilgisayarlı ve tek hocalı eğitim alan bir öğrenci ile köyde 5 sınıfı bir arada okuyan ve bilgisayarı hiç görmemiş bir öğrenci bir olur mu?” sorusunu yönelten Tutoğlu, bu faktörlerin eğitimdeki başarı ortalamasını gerilere çektiğini belirterek, her şeyden önce alt yapının sağlamlaştırılması gerektiğinin altını çiziyor. 46 SAYI 11 / EYLÜL 2010
Eğitim ve Bilim İşgörenleri Sendikası Samsun Şube Başkanı İsmail Tutoğlu, ilköğretim okullarındaki güvenlik sorununa özellikle dikkati çekiyor: “İlköğretim 5. sınıf öğrencisine okul kapısında nöbet tutturulan bir güvenlik sistemine sahibiz. İlköğretim öğrencilerinin nasıl bir caydırıcı güvenlik gücü olabilir ki?”
İlkokullardaki bir diğer sorun da güvenlik. Tutoğlu konuya dair şunları ifade ediyor: “İlköğretim 5. sınıf öğrencisine okul kapısında nöbet tutturulan bir güvenlik sistemine sahibiz. İlköğretim öğrencilerinin nasıl bir caydırıcı güvenlik gücü olabilir ki? Okullarımızda zaman zaman kötü olayların yaşandığı bir gerçek. Bu toplumun gelişmişlik ve ekonomik seviyesi ile doğrudan bağlantılı.” Öğretmen sayısı ve branşlara dağılım açısından şehirdeki ve ülke genelindeki fotoğrafın tıpatıp benzeştiğini anlatan Tutoğlu, “Bazı branşlardan bir çok öğretmen mezun olurken bazı branşlarda öğretmen yokluğu çekiliyor. KPSS sınavından 20 puan alan rehberlik ve psikolojik danışmanlık öğretmenlerinin atamalarının yapıldığı halde birçok öğretmen adayının sırada beklemesi de bundan kaynaklanıyor.” diyor. Şunu da iddia ediyor öte yandan: “Özellikle mevcut hükümet döneminde 1400 tane din kültürü ve ahlak bilgisi öğretmeni ataması yapılırken, çok az sayıda fizik öğretmeni ataması yapılması buna örnek. Hükümet din kültürü ve ahlak bilgisi öğretmenlerini sınıftan çekerek okul idarelerine milli eğitim idarelerine veya başka kurumların idarelerine atamıştır. Bu nedenle daima bir din kültürü ve ahlak bilgisi öğretmeni ihtiyacı ve sirkülâsyonu sağlanmıştır.” Bu iddia sonrası eklemeliyiz ki, istatistiki veriler çok iyi araştırılmalı. Öncesindeki durum ve gelecek perspektifinde analiz ortaya konulmalı. Bu hakikat her iddialı demeç için de geçerli tabi ki.
AÇ-KAPA DERSANELER MAĞDUR EDİYOR İsmail Tutoğlu’na göre, Samsun’daki dershaneler patlamaya hazır birer bomba gibi: “Dershaneler her an herkesin zarar görebileceği bir durumdalar. Şehirdeki dershane açılma ve kapanma oranlarını incelerseniz, bu tehlike net şekilde görülebilir. Sezon başında bir dershane açılıyor. Öğrenciler anne babalar buraya kayıt yaptırıyor, para ödüyor, sezon ortasında bu dershanenin kapandığı veya el değiştirdiği görülüyor. Öğrenciler mağdur oluyorlar. Genç öğretmenler de asgari ücretin altında ve köle düzeni içerisinde çalışıyor.” 12 Eylül darbesinden kalan bir miras ayrıca: “Bu darbeyi yapanlar ve şu anki hükümetin beslendiği o kaynak, üniversitelerdeki 1402 profesörü görevden attı. Bu profesörler devlet kurumlarında hiçbir şekilde iş bulamadılar. Gruplar halinde bir araya gelerek aç kalmamak adına gençleri üniversite sınavına hazırlayan dershaneler kurdular. Bu iş günümüzdeki hale geldi.”
.
Madde bağımlısı gençlerle karşılaşıldığına da dikkati çeken Tutoğlu, olumsuz ve üzücü tabloyu ekonomiye bağlıyor: “Ekonomiye sahip olan beyinlere de sahip olur. Ekonomik yapıdaki gelişmişlik yahut az gelişmişlik toplumsal yaşayışın düzenlenmesinde birinci derecede etkilidir. Ekonomik durumu iyi olmayan bir genç uyuşturucu veya benzeri bağımlılık yapıcı maddeler kullanamasa da bunları satabilir. Okuldaki arkadaşlarına satabilir, bunu okula getirebilir. Bu sorunların çözümü noktasında öncelikle mutlaka bu ekonomik durum düzeltilmelidir. Emekten ve emekçiden yana politikalar geliştirmek, çağdaş, demokratik, laik, hukuk devleti ve sosyal devletini ön plana çıkarmak gerekir.”
Feza Eğitim Kurumları Genel Müdürü Küçükkaya:
Özel okul hayata da hazırlıyor Feza Eğitim Kurumları Genel Müdürü Kemal Küçükkaya’ya göre Samsun en az 20 özel okulu daha kaldırabilecek potansiyele sahip. Özel okullar sınav başarılarını doğrudan etkiliyor. Özelin çoğalmasıyla hedefine ulaşan öğrenci sayısı artacaktır. Sınıf mevcudu yüksekliği ile okullaşma azlığının eğitim ana problemleri arasında yer aldığını belirten Feza Eğitim Kurumları Genel Müdürü Kemal Küçükkaya şehir merkezinde bulunmalarından dolayı Samsun’daki okullarda gürültü ve trafik sorunlarının da hat safhada hissedildiğini söylüyor. Sadece sınıf başına düşen öğrenci miktarını ideale yaklaştırarak eğitimdeki so-
runların hal yoluna konulamayacağını belirten Küçükkaya; özel sektördeki öğretmen sözleşmelerinin verimlilik ve veli ile öğrenci memnuniyetinin üst düzeye çıkarılabilmesi amacıyla birer yıllık yapıldığını ifade ediyor: “Milli Eğitim’de kişi öğretmen olunca emekliliğine dek görevde kalıyor. Psikolojik sorunlar yaşasa da, formasyonu yetersizse de, verimi düşükse de, kötü alışkanlıkları olsa da… Sınıf
mevcudu yüksekliği ile müfredat yetersizliğini buna eklerseniz, Türkiye’deki eğitimin sıkıntılarını tahmin edersiniz.” Küçükkaya’ya göre Samsun, 20’den fazla özel okulu kaldırabilecek potansiyele sahip. Ama şehir halkı, son yıllarda çok kaliteli örnekleri faaliyet göstermesine rağmen, nedense özel eğitimden uzak duruyor. Özel okullar sınav başarılarını doğrudan etkiliyor
Küçükkaya; özel sektördeki öğretmen sözleşmelerinin verimlilik ve veli ile öğrenci memnuniyetinin üst düzeye çıkarılabilmesi amacıyla birer yıllık yapıldığını ifade ediyor. 47 SAYI 11 / EYLÜL 2010
KAPAK Atakum’daki başarının sebebi, diğer ilçelere nazaran daha fazla özel okul bulunması. Özelin çoğalmasıyla hedefine ulaşan öğrenci sayısı artacaktır. Özel okulların sınav haricinde öğrencileri hayata da hazırladığını kaydeden Küçükkaya, “Çocuk, ortaöğretimden temel hayati becerileri kazanarak mezun olmalı. Donanımıyla bir başına hayatını idame ettirebilmeli. Ancak Türkiye’deki eğitim sistemi müfredatı buna izin vermiyor. Şu andaki müfredatın temel hedefi, disiplinle hazırlanan öğrencinin tüm soruları cevaplandırması üzerine. Sistem ezberciliğe dayalı. Bu sistem davranış kazandırmıyor.” diye konuşuyor. Özel okulların farkıda burada ortaya çıktığını dile getiren Küçükkaya, şöyle devam ediyor: “Hangi öğrencimiz okuldan mezun olduktan sonra kendi ütüsünü yapabiliyor, yemeğini pişirebiliyor, musluğunu tamir edebiliyor, söküğünü dikebiliyor? İşte asıl bunlar okulda öğretilmelidir. Bunlar Türk eğitim sisteminin problemleri. Ben bunların okullarda uygulanması hayalini kuruyorum. Benim bir hayalim var. Öğrencilere yemek yapmayı, ütüyü, sökük dikmeyi, ev tamiratlarını öğretmek için hayat laboratuarı kurmak istiyorum.” İngiltere’de çocukların, yıllığına 50 bin lira ödenen okullarda tuvalet temizleyip, cam sildiklerini; 18 yaşında evlerinden ayrıldıklarını; temizlik ve yemek yapmayı öğrendikleri gören Küçükkaya, ardından şunları ilave ediyor: “Oysa ülkemizde üniversiteyi kazanan kız çocuklarını dahi aileleri şehir dışına göndermek istemiyor. Çünkü ihtiyaçlarını karşılayabilecek temel becerileri kazanmadığını bilen aile çocuğuna güvenmiyor. Çocukların 15 yılı okullarda geçecek ama hayatta bu 15 yıllık süre hiç yaşanmamış gibi önemsiz olacak. Bir kız isteseniz okulda 15 yıl ne yaptığının ne öğrendiğinin değil yemek yapabilmesinin, temizlik yapabilmesinin ev geçindirebilmesinin önemi oluyor.”
çok daha yukarılara taşıyabiliyorlar. Anadolu lisemizin yükseköğretime öğrenci yerleştirme oranı yüzde 75. Bunlar da Anadolu lisesini kazanamamış öğrenciler. Yani devlet okuluna devam etseler düz lise okuyacaklardı. Düz liselerin yükseköğretime öğrenci yerleştirme oranı yüzde 10. Feza eğitim kurumları olarak geçtiğimiz yılsonunda bir program yaptık. TÜBİTAK proje yarışmalarında, olimpiyatlarda, ulusal ve uluslar arası yarışmalarda, sportif yarışmalarda dereceye giren öğrencilerimizi ödüllendirelim istedik. Beklentimiz 50 ila 100 öğrenci idi. Ancak, bir yılda Feza eğitim kurumlarında ulusal ve uluslar arası tüm yarışmalarda 201 öğrencimiz dereceye girdi. Bizim eğitim koordinatörü müdür yardımcımız var. Proje koordinatörü müdür yardımcımız var. Yabancı diller zümre başkanı müdür yardımcımız var. Bunların amacı Türkiye’deki uygulamaları dünyadaki gelişmeleri takip ederek öğrencilerimizin performansını arttırmaya yönelik çalışmalar yapmak. Dünyanın herhangi bir yerindeki öğrenciler arası organizasyonlara proje yarışmalarına öğretmen ve öğrenci gönderiyoruz. Bunun maddi külfeti de ağır oluyor. Ama öğrencilerimize ufuk kazandırıyor. Sporda bireysel branşlarda Avrupa ve balkan şampiyonluklarımız oldu. Olimpiyatlara hazırlanıyor.”
ZARARLI ALIŞKANLIKLAR TEHLİKESİNE DİKKAT
.
Feza eğitim kurumları, yükseköğretime öğrenci yerleştirmenin yanı sıra kültürel ve sportif faaliyetlere de bir hayli önem veriyormuş: “Feza fen lisesinin yükseköğretime öğrenci yerleştirme oranı yüzde yüz. Son beş yıldır Türkiye’nin en iyi 5 ortaöğretim kurumundan bir tanesi. Yani özel okullara kaliteli öğrenci geldiği zaman özel okullar bu kalite çıtasını 48 SAYI 11 / EYLÜL 2010
Küçükkaya, öğrencilerin madde bağımlığı ve benzeri kötü alışkanlıklardan korunmasına ilişkin şunları söylüyor: “Özel okullarda maddi durumu nispeten iyi olan çocuklar art niyetli insanların hedefi haline geliyorlar. Feza eğitim kurumları bünyesinde 180 civarında öğretmen 110 civarında yardımcı personel var. Ancak, bir tane sigara içen personelimiz yok. Öğretmen dahil tüm personelimizi seçerken bu kritere dikkat ederiz. Bizim personelimizde sigara alkol gibi zararlı alışkanlıkları olan hiç kimse bulunamaz. Bir defasında cebinde sigara paketi gördüğüm bir personelimi ilk ve son kez kati biçimde uyardım. Sigarayı bırakması halinde kendisini ödüllendireceğimi de söyledim. Bütün bunlar öğrencinin bizden yanlış bir alışkanlığı görmemesi için. Özel eğitim kurumları ayrıca önemli bir avantaj olarak şehir merkezinden uzaklar. Etraflarında internet cafe, uyuşturucu satıcıları ve zararlı insanların olabileceği kalabalık ortamlardan uzaktalar. Burada formül öğretimi yapan insanların oluşturdukları hava ve gelenek. Feza eğitim kurumlarında zararlı alışkanlıklar sıfır denecek kadar az. Biz okul duvarlarımıza kanuni olarak sigara içilmesinin yasak olduğunu belirten afişleri asarken çocukların dikkatini çekecek noktalardan uzakta asmaya çalışıyoruz. Çocukların çevresi iyi insanlar ile oluşturulmaz ise çocuk bu çevreyi kendisi oluştururken hata yapabilir. Biz velilerimize evde güvenli internet kullanımı konusunda bilgiler veriyoruz. Öğrenciler kadar aileleri de eğitmek gerekiyor. Bu tür kötü alışkanlıkları edinen çocuklarda en büyük neden bunların manevi veballerinin onlara hiç anlatılmamış olması. Bizim manevi dinamiklerimiz var. Bir çocuk kötü alışkanlıkların yahut interneti pornografik içerikli kullanması durumunda günah işleyeceğini bilirse bir adım geride durur. Biz çocuğumuzu iyi eğitmez isek o kendine bir model seçecektir.”
KANTİNDE SARMA VE SALATA
Küçükkaya’nın bir hayali var: “Öğrencilere yemek yapmayı, ütüyü, sökük dikmeyi, ev tamiratlarını öğretmek için hayat laboratuarı kurmak istiyorum.”
Kantinlerin kola, hamburger ve cips türü ürünlerin satılmadığını kaydeden Küçükkaya, gerekçelerini şöyle açıklıyor: “Kola dünyanın birçok ülkesinde yasaklanmış bir ürün. Oysa bizim ülkemizde çocukları teşvik edici boyutlara ulaşmış. Biz kantinlerimizde
kola, cips, hamburger gibi ürünlere yer vermeyerek bunlara alternatif sağlıklı ürünleri tercih ediyoruz. Örneğin meyve suları, süt ve meyve aromalı çeşitleri gibi ürünlere yer veriyoruz. Meyve ve ev yapımı sarma satılıyor kantinlerimizde. Öğlen yemeklerinde açık büfe salata çeşitlerimiz oluyor. İdeal bir okulda kantin dahil olmamalı. Sabah gelen öğrenci için saat 10.00’ da ufak bir atıştırmalık kek vs. konularak, akşama doğru saat 15.00 için yine kek süt konularak sabah kahvaltı yapan ve öğlen yemek yiyen bir çocuk için yeterli beslenme sağlanabilir. Oysa okuldaki hamburgere güvenen anne sabah çocuğuna kahvaltı hazırlamıyor. Devlet kantinlerinde boyalı ürünler dahi satılıyor. Ben kendi çocuğuma yedirmeyeceğim hiçbir ürünü öğrencilerime yedirmem. Kafein gibi maddelere, domuz yağı katkılarına çok dikkat ediyoruz.”
ÖĞRETMEN BAŞARILIYSA ÇALIŞTIRILMALI Yaz tatili dönemini çok uzun bulan Küçükkaya, şöyle konuşuyor: “Biz kendi okullarımızdaki öğretmenlerimize bir ay yaz tatili izni veriyoruz. Bu sürenin dışında öğretmenlerimiz yaz boyunca öğrencilerinin neler yapması gerektiğini hangi kitapları okuması gerektiğini planlıyorlar. Bu planları bir dosyaya dönüştürerek ailelere ulaştırıyorlar. Yani yazında biz öğrencilerimiz ile diyalogumuzu koparmıyor ve çalışmalarımızıt sürdürüyoruz. Aksi takdirde Milli eğitimin belirlediği üç aylık yaz tatili oldukça uzun bir dönem. Ayrıca devlet eğitimi merkezden yönetmek yerine temel standartları belirleyerek yönetimi illere bırakmalı. Öğretmenleri performansa dayalı bir sözleşmeli sistem ile çalıştırmalı. Öğretmen performans gösteremediği zaman ertesi sene çalıştırılmamalı. Bugün devlet öğretmenlerinin arasında yılın yarısını rapor ile geçirenler var. Samsun merkezindeki öğretmenlerimize bakıldığında yaş ortalamaları oldukça yüksek. Bu kişiler eski müfredatlara göre yetiştirilmiş kişiler. Bu öğretmenler yeniliğe ve yeni müfredatlara ayak uyduramayabilirler. Milli eğitim kendi öğretmenlerine ceza ve ödül sistemi getirmeli. Başarılı öğretmenler ödüllendirilerek daha çok teşvik edilmeli başarısız öğretmenler ise cezalandırılmalı.”
Kaya veli ve öğrencilerin artık bilinçlendiklerini; üniversite ve bölüm tercih ederken iş garantisi ya da imkanlarının araştırıldığını söylüyor.
Samsun potansiyelini kullanamıyor
Sakarya Dershanesi Psikolojik Danışmanlık ve Rehberlik Uzmanı Selahattin Kaya, “Samsun halkı oldukça zeki. Ancak bu eğitime çok dönüşmüyor. Bu zekânın işlenebilmesi lazım. Samsun’da bir potansiyel var. Bu işlendiği zaman Türkiye genelinde iyi derecelerin yapıldığını görüyoruz.” diyor. Bunu da, zekayı işleme kapasitesine sahip özel okul ve dershane azlığına bağlıyor. ÖSYM’nin gerçekleştirdiği ulusal ölçekli öğrenci ve memur sınavlarındaki performans, şehirlerin eğitim kalitesini orta yere seriyor. Samsun’un derecesi ortanın biraz üzerinde. Sakarya Dershanesi Psikolojik Danışmanlık ve Rehberlik Uzmanı Selahattin Kaya, bu verilerle düşünüldüğünde, şehirdeki eğitimin geliştirilmesi gerektiğini belirtiyor. Geçmişe nazaran başarı ortalamasının iyileşme yolunda ilerlediğini ancak henüz tatmin edeci noktaların uzağında bulunduğunu ifade eden Kaya, “Geçmiş senelerdeki başarı ortalamaları Samsun’a yakışmayacak kadar kötü idi. Samsun Türkiye ortalamasında ilk 15’e mutlaka girmeli.” diyor. 19 Mayıs Şehri’nin, köy nüfusunun yoğunluğu
sebebiyle en fazla birleştirilmiş sınıfa sahip iller arasında yer aldığını söyleyen Kaya, eğitim kalitesinin bundan ciddi oranda olumsuz etkilendiğini anlatıyor: “Örneğin Samsun gibi illerin çok çok önüne geçen Doğu illerinde köylerde nüfus az olduğundan dolayı sınıf mevcudu az olan okullarda öğrenciler daha nitelikli eğitime imkan buluyorlar. Samsun’un uzak köylerindeki çocuklar dershane, internet, kitap gibi imkânlardan yoksun. Çevresinde motive edici iyi örnekler, okuyan çocuklar olmuyor. İyi rakipleri yok. Ailesi çiftçilik ile geçimini sağlıyor. Çocuğun vizyonu dar kalıyor. Bu çocuklar kendi yağı ile kavrulmaya çalışıyor. İyi bir üniversite kazanmanın hayatında yapacağı değişikliklerin farkında değil.” 49 SAYI 11 / EYLÜL 2010
KAPAK AAA BİZİM KÖYDEN DE ANADOLU LİSESİ KAZANILABİLİYORMUŞ Kaya tespitlerini dershanenin Vezirköprü şubesinde meydana gelen bir olayı paylaşarak örneklendiriyor: “Vezirköprü şubemize ilçenin uzak köylerinden birkaç çocuk hasbel kader başvuruyorlar. Aldıkları eğitim neticesinde Anadolu Lisesini kazanıyorlar. O köyde ‘Aaa bizim köyümüzün çocukları da Anadolu Lisesini kazanabiliyorlarmış.’ diye bir imaj oluşuyor. Ertesi yıl o köyden dershanemize daha çok öğrenci geliyor ve kazananların sayısı sürekli artıyor. Orada ki sorun iyi örneklerin olmaması, ailelerin çocuklarına güvenememesi, cesaretsiz olması imiş birkaç iyi örnekle bu sorun aşılmış oldu.” Kaya’dan şehir halkını hem sevindiren, hem de üzen başka bir tespit daha: “Ben Psikolojik Danışman ve Rehberlik Uzmanıyım bunu bilmek benim işim olduğu için söylüyorum; Samsun halkı oldukça zeki. Ancak bu eğitime çok dönüşmüyor. Bu zekânın işlenebilmesi lazım. Samsun’da bir potansiyel var. Bu işlendiği zaman Türkiye genelinde iyi derecelerin yapıldığını görüyoruz.” Ardından, potansiyelin niçin atıl kaldığını da açıklıyor: “Sorun şu ki; bu potansiyeli işeyebilecek yeterli derecede kaliteli dershane yok. Özel okul sayısı çok az. Ailelerin eğitim bilinci zayıf. Motivasyon ve rekabet koşulları zayıf. Bunlardan dolayı var olan potansiyel ulusal sınavlarda sonuçlara dönüşmüyor.”
DERSHANEYE HAZIRLAYAN DERSHANELER! Hemen hemen dünyanın tüm ülkelerinde okullara sınavla girildiğini, dolayısıyla dershanenin kaçınılmazlaştığını belirten Kaya, bu defa ülke dışından bir örneği dile getiriyor: “Afganistan’daki Türk okullarının dershaneleri de var. Bu ders-hane 400 civarında bir öğrenci alıyor ve bu öğrencilerin tamamını ülkenin iyi üniversitelerine mutlaka yerleştiriyor. Ancak, kapasitesi 400 ile sınırlı. Bu yüzden alacağı öğrencileri sınavla belirliyor. Afganistan’da bu dershanenin sınavına öğrencileri hazırlayan dershaneler 50 SAYI 11 / EYLÜL 2010
açılmış durumda. Ciddi sayıda öğrenciye sahipler. Bu bir realite ve çok önemli bir örnek.” Kaya, Türkiye’deki duruma dönerek, şöyle konuşuyor: “Türkiye ve Samsun’da dershaneciliğe baktığımızda bu kadar çok dershanenin olması, bu kadar kolay açılıp kapanması, niteliklerinin belli bir standardizasyonunun olmaması eğitim açısından çok olumsuz bir durum. Maalesef ailelerinde biraz eğitim bilincinin zayıf olması, dershanelerden ne istediklerini, ne beklenti olması gerektiğini bilememeleri ucuz, kalitesiz ve verimsiz dershaneciliğin ortaya çıkmasına sebep oluyor. Bir sürü dershane var. Öğretmen nitelik ve kaliteleri yetersiz. Doküman nitelik ve kaliteleri yetersiz. Ancak çok kolay açılıp kapanabiliyorlar. Veli fiyatın düşük olmasına aldanıyor. Çocuğunu bir kere kayıt ettirmiş bulunuyor. Dolayısı ile çocuğun bir senesi kaybolmuş oluyor. Veli dershaneleri birbirleri ile sağlıklı biçimde kıyaslayamıyor velinin tek kıstası ücretler.”
ÜNİVERSİTEYİ KAZANMAK DEĞİL, İŞ BULMAK ÖNEMLİ Üniversite kontenjanları giderek artıyor. Dört yıl önce toplam lisans kontenjanı 202 bindi. 372 bine yükseldi. 750 bin civarına çıkartılması hedefleniyor. Her ortaöğretim mezunu için 4 yıllık bölüm fırsatı oluşuyor açıkça. Kaya, tercihlerin artık iş imkanına göre şekillendiğini kaydediyor: “Okuldan sonra iş bulunabilecek mi? En önemli soru bu. Çünkü, üniversitelerin artmasına, kontenjanların artmasına ve üniversite diplomalı insan sayısının artmasına paralel olarak nitelik ve değer düşüyor. Dolayısı ile piyasada iş bulma imkanı azalıyor. Türkiye’de en çok öğrenci alan bölüm işletme. En çok mezun olunan bölüm işletme. Mezun olduktan sonra en çok iş bulunan bölüm işletme. Yine bitirdikten sonra en çok işsiz kalınan bölüm işletme. Çünkü rakam yüksek en çok iş bulanda en çok işsiz kalan da işletme mezunları. İş bulan piyasanın istediği, gerektirdiği niteliklere sahip biçimde kendini yetiştirmiş olanlar.
İşletme için aranan özellikler çok iyi derecede İngilizce ve bilgisayar bilmek. Ticaret hukukundan anlamak, bir çek nasıl kullanılır bunu bilmek. Bunları bilmeyen bir işletme mezununu kimse işe almak istemez. Eğer kişi okulda iken bunları öğrenmiş ve kendini geliştirmiş ise bu kişi iş bulabiliyor. Piyasa diplomaya değil niteliğe değer veriyor. Bu nitelikleri taşıyan bir lise mezununu ben bu özelliklere sahip olmayan işletme mezununa tercih ederim. İşletmeler diplomayı değil kişiyi çalıştırıyor.” Veli ve öğrencilerin öncesine kıyasla bilinçlendiklerini de söylüyor Kaya: “Eskiden tercihler dershanelerde Psikolojik Danışmanlık ve Rehberlik uzmanlarına yaptırılırdı. Tercihler önce çocuğun yeteneği göz önünde bulundurularak yapılmalı. Ardından ailenin, ülkenin koşulları gibi unsurlara bakılır. Fakat burada meslek seçiminde kişinin mutlu olması kendisine uygun bir meslekte çalışması da önemli bir etken olduğu kadar hayatını devam ettirebileceği bir geliri kazanacağı mesleği yapabilmesi de önemlidir. Bir çocuğu geçmiş çağlara ve uygarlıklara ilgi duyuyor diye biz bir çocuğu antropolojiye göndersek bu çocuk Türkiye’de antropolog olarak nasıl gelir elde edecek? En doğru seçim bu çocuğun bireysel özelliklerine uygun ve beraberinde hayatını devam ettirebilecek bir gelir elde edeceği bir alana yönlendirmek olur. Antropoloji yerine Tarih öğretmenliğine yönlendirilebilir örneğin çocuk.”
SBS KALKMAMALIYDI .
Kaya, Seviye Belirleme Sınavı’nın (SBS) kaldırılmaması gerektiğini de sözlerine ilave ediyor bu arada: “SBS sınavları öğrencilere düzenli ders çalışma alışkanlığı kazandırmaya başlamış bir sistemdi. Fakat bunun olumsuz bir yönü de vardı. Stresi ve kaygıyı yükseltiyordu bu sınavlar. Ancak biz sistemin aksayan bu yanını düzeltmek yerine sistemi ortadan tamamen kaldırdık. Bir sınav sistemini değiştirdiğinizde en az 10 yıl bunu uygulayacaksınız ve hızlı değiştirmeyeceksiniz ki bilimsel veriler elde edilebilsin. Tersini yapıyoruz. Her sene sınav sistemi değişiyor. Çocuklar adapte olmakta zorlanıyor.”
OMÜ Vakfı İlköğretim Okulu Müdürü Kamuran Erdem:
Samsun’daki eğitim kalitesini arttıracağız Ondokuz Mayıs Üniversitesi (OMÜ) Vakfı’nca açılan özel ilköğretim okulunda ilk ders zili 2010 - 2011 eğitim-öğretim yılında çalacak. 5 bini açık 10 metrekare alana sahip okulda 240 öğrenci, 20 ila 24 kişilik sınıflarda okuyacak. Okul Müdürü Kamuran Erdem, şehirdeki eğitim kalitesini artırmayı amaçladıklarını ifade ediyor.
Erdem’e göre, Samsun’da özlenen kaliteye erişilememesinde milli eğitim müdürlerinin sık sık değişmesinin rolü de var.
Ondokuz Mayıs Üniversitesi (OMÜ) Vakfı’nın faaliyetleri tamamıyla eğitim ve öğretime dönük. Vakfın kurduğu ilköğretim ve anaokulu 2010 - 2011 eğitim-öğretim yılında hizmete giriyor. Okulun müdürlüğünü 31 yıllık eğitimci Kamuran Erdem üstleniyor. Erdem, Samsun’daki eğitimin kalitesini arttırmayı ve çocuklarıyla problem yaşayan velilere destek vermeyi amaçladıklarını ifade ediyor. Üniversitenin bu konuda geç kaldığını bile düşünüyor: “Çünkü diğer şehirlerdeki üniversiteler kendi bünyelerinde anaokulundan üniversiteye kadar uzanan kolejler ve eğitim kompleksleri kurdular. OMÜ Vakfı özel ilköğretim okulunun açılması ile geleceğe yönelik sağlam temeller atılmıştır. Samsun istenilen eğitim kalitesinin yakalandığı bir il değil. Bu Türkiye sıralamasında da görülüyor. Yükseköğretim ve ulusal düzeydeki
ortaöğretim giriş sınavlarındaki tablo ortada.” Erdem tespitlerini iki sebebe dayandırıyor: “Bunlardan bir tanesi idareciler ve öğretmenler arasındaki kopukluk, uyumsuzluk. Yani yöneticiler kendilerinden bekleneni veremiyorlar. Bunun yanı sıra milli eğitim müdürlerimiz çok kısa süre görevde kalıyorlar. Vekâleten geliyorlar, burayı sıçrama tahtası olarak kullanıyorlar, tam şehre alıştıklarında tayinleri çıkıyor.” Erdem’e göre, çözüm yolları irdelenirken, okulların fiziki ve ekonomik vaziyetine takılmamak gerekiyor: “Herkesin üzerine düşen görevi tam anlamı ile yaparak elini taşın altına sokmalı. Asıl önemli olan okul yöneticileri ile personelin uyumlu çalışması, verilen görevlerin bilincinde olmaları ve görevlerini çok iyi şekilde yapmaları gerekir.”
Erdem, OMÜVakfı’nın özel ilköğretim okulu hakkında ise şu bilgileri veriyor: “Okulumuz dışarıdaki özel okullardan hem fiyat hem de bakış açısı olarak farklı. Burada amaç kar etmek değil Samsun eğitimine katkıda bulunmak. Özelleşme günümüzde bir ihtiyaç haline geldi. Samsun’da ki özel okulların sayısının artması da bir ihtiyaç. Biz parayı hedeflemiyoruz. Bize kaydolan öğrencilerin başarılarını bulundukları yerlerden daha iyi noktalara getirebilmek.” Okul, 5 bin metrekare kapalı ve bir o kadar da kapalı açık sahip. Ayrıca öğrenciler OMÜ imkanlarından tümüyle faydalanabilecek. Örneğin, veterinerlik fakültesinde hayvanları, ziraat fakültesinde de tarım ürünlerini inceleyebilecekler. Toplam 240 öğrenci 20 ila 24 kişilik sınıflarda eğitim görecek. 51 SAYI 11 / EYLÜL 2010
OTOMOTİV
C6
patronlara hitap ediyor
T
asarımıyla bir coupe’yi andıran fakat sunduğu konfor ile piyasadaki diğer makam otomobillerini aratmayan C6, bir süre önce Türkiye’de satışa sunuldu. Performansının yanı sıra düşük yakıt tüketimi ile dikkat çeken 6 silindirli dizel bir motor ile donatılan C6, 89 bin Euro’ dan
başlayan anahtar teslim satış fiyatına sahip. Citroen, Türkiye’ de Almanların hakim olduğu lüks daha doğrusu makam otomobili pazarına, C6 ile giriş yaptı. Citroen’in prestij modeli olarak nitelediği C6, dikkat çeken Coupe görünümlü tasarımını konforlu bir makam otomobili ile birleştiriyor.
FARKLILIK ARAYANLARA ÖZEL C6, sahip olduğu teknoloji ile şu anda Fransız markanın amiral gemisi pozisyonunda. Araç gerek dış tasarımı gerekse iç mekanıyla, farklılık arayan patronları hedefliyor. Çünkü mevcut makam otomobillerine benzer çizgileri yok. Uzun motor kaputu üçgen formlu ön farlar ile başlıyor. Geniş ve sivri burun araca ağır bir görünüm kazandırıyor. Aracın yanına geçildiğinde ise uzun dingil mesafesi aracın üst sınıfa ait olduğu izlenimini veriyor. Basık ve geriye doğru alçalan uzun tavan sayesinde bir coupe gibi görünen araç olgunluğu ile sportifliğini dengeliyor. Coupe otomobillerde görmeye alışık olduğumuz çerçevesiz camlar da C6’da kullanılıyor. Araca arkadan bakıldığında ise bombeli bagaj kapağı dikkatlerden kaçmıyor. 52 SAYI 11 / EYLÜL 2010
Köşelere yerleştirilmiş stop grubu tasarımdaki bütünlüğün sağlanmasında önemli katkı sağlarken; aracın D sütunlarının içinde kalan kavisli arka camı da farklı tasarımın bir örneği. Arka tasarımdan bahsetmişken bagajı da es geçmemek lazım. Çünkü farklı tasarım yapacağız diye bagajı oldukça küçük tutulmuş. Ama tabi patron adam ne yapsın bagajı.
HIZ GÖSTERGESİ ÖN CAMDA Ayrıca bagaj kapağındaki aktif spoyler, 65 kilometre hıza ulaşınca otomatik olarak aktif hale geliyor.
Yayaları da unutmamış Sağlam görünen karoser yapısının yanı sıra 9 hava yastığı, ABS ve ESP gibi aktif ve pasif güvenlik ekipmanlarını standart olarak sunan C6, yayaları da unutmamış. Aktif kaput sistemi, yayaya çarpıldığında kaputun saniyenin yüzde 1’i gibi kısa bir sürede özel aktif menteşelerle 65 milimetre yukarı kaldırıyor. Böylece, çarpılan kişinin başının motor aksamına değmesi ve ölümcül yara alması engelleniyor. İç mekana geçildiğinde ise ferah atmosfer ve konfor odaklı tasarlanmış koltuklar yolcuları karşılıyor. Geniş açılan arka kapı, aracın aslında arka koltukta oturanlar için tasarlandığının bir göstergesi. Arka koltuklarda sunulan geniş diz mesafesi de uzun yolculuklarda büyük rahatlık sağlayabilir. Aracın hızı ve navigasyon bilgilerini ön cama yansıtarak sürücünün gözünü yoldan ayırmadan istediği bilgilere ulaşmasını sağlayan ‘Head -up display’ teknolojisi, istem dışı şerit değişiminde devreye giren uyarı sistemi (Lane Departure Warning System) gibi birçok teknolojik yenilik C6’ da yer alıyor. Akıllı Süspansiyon Sistemi’ ise aracın yol tutuşunu önemli ölçüde artırırken, ‘uçan halı’ üzerinde seyahat hissi oluşturabilir. Değişken amortisör sertliğine sahip bu aktif süspansiyon sistemi, otomatik olarak yol şartlarını algılayarak, 16 farklı amortisör ayarından uygun olanı devreye sokuyor.
100 kilometrede 8,7 litre tüketiyor C6’da 2.7 litre hacminde 6 silindirli HDI motor görev yapıyor. Bu motor 4000 d/d’ de 208 beygir güç üretirken, 1900 d/d’ de 440 Nm maksimum tork elde ediyor. 0’dan 100 km/s hıza 9.1 saniyede ulaşan aracın ortalama yakıt tüketimi ise 8.7 litre. Araç gücünü ise 6 ileri otomatik şanzıman ile ön tekerleklere aktarıyor. 53 SAYI 11 / EYLÜL 2010
SPOR
Başkan Tutu’dan takımı yeniden Süper Lig’e taşıyacak slogan
Samsunspor’da maziyi suçlama devrine son Samsunspor’un yeni Başkanı İsmail Erkut Tutu, koltuğa oturduktan sonra ilk röportajını Dergi Haberexen’e verdi: “Bizim yönetimimizde siyasi bir kimlik yok. Çok karma bir yönetim var. Göreve geldiğimizde ilk iş olarak geçmişte Samsunspor’da yapılmış hataları ve doğruları bir bir yazdık. Samsunspor’u eski günlerine kavuşturmak için bu yanlışları yapmama kararı aldık.” Tutu’nun en büyük hayali, çoğunluğu Samsun’da yetişen oyunculardan bir takım oluşturmak.
B
ank Asya 1’inci Lig’de mücadele eden ama süper aranan ekiplerinden Samsunspor’un yeni başkanı İsmail Erkut Tutu, geçmişle kavgayı bırakarak, geleceğe bakacaklarını taahhüt ediyor. Futbola bölge amatör karması seçmeleri ile başlayan daha sonra Fener Gençlik Spor Kulübü’nde futbola devam eden sonraki dönemde de alt yapısından girdiği Samsunspor’la profesyonel sözleşme imzalayan; fakat iş ve ailevi sebeplerle mecburen futbolu bırakarak ticaret hayatına atılan Samsunspor sevdalısı o. 1993’te başkan İsmail Uyanık’ın yönetimde yer alır. Hakkı Tomaç’ın başkanlık yönetiminde de yedek listedeyken ikinci başkanlık koltuğuna oturur. Son genel kurulda Tomaç adaylığını 54 SAYI 11 / EYLÜL 2010
koymayınca bir adım öne çıkar. Uzun zamandır ilk defa iki listenin yarıştığı kulüp kongresinde, rakibi Ayhan Keskin’in kadrosundan bazı isimlerin üye niteliği taşımadığı anlaşılınca, başkan seçilir. İsmail Erkut Tutu’nun yönetiminde şu isimler bulunuyor: Ömer Çoruh, Hasan Bozal, Metin Ateş, Haluk Tan, Rüştü Araboğlu, Fikret Yalçın, Adem Yazıcı, Hasan Kaya Aşçı, Abdurrahman Güngör, Yaşar Köksal, Mehmet Cahit Kaya, Suat Çakır, Hüseyin Şenel, Tahsin Raci Kosif, Ali İhsan Kaya, Ahmet Bulut, Ali İhsan Yeşilyurt, Ahmet Bülent Günen ve Ömür Tekin. İlk başkanlık röportajını Dergi Haberexen’e veren Tutu, Tomaç’ın en sonki dönemi için “Ben Samsunspor’da uzun dönemler yöneticilik yaptım. Ancak o dönem kadar üzüntülü ve sıkıntılı günler hiç geçirmemiştim.” diyor. Buna rağmen
görevi istediğini ve taşın altına elini koyduğunu belirtiyor. Tutu bu süreci şu sözler ile anlatıyor: “Bu zamana kadar Samsunspor’a destek veren hiçbir zaman katkı vermekten kaçınmayan şehrimizin önde gelen kişilerinin bizden istekleri vardı. Bu istekler, verdikleri maddi desteğin geçmişin sorunlarına gitmemesi ve artık bugünün sorunlarının çözülmesi idi. Verdikleri paranın geçmişin temizlenmesi için değil de bugün için harcanmasını istediler. Ya bu işi hep bırakacaktık yahut kongreye gidecektik. Hakkı bey ve o dönem ki yönetim kurulundan bazı arkadaşlarımız yeniden göreve talip olmayacaklarını beyan ettiler. Mecburen bizde yönetim kurulu olarak Samsunspor’un menfaatleri doğrultusunda karar almak ve adım atmak zorunda idik. sonra Samsunspor’u
Transfer dönemi geliyordu. Kararımızda bir dönem daha göreve devam etmek yönünde oldu. Son kongre de gördüğümüz güzel bir gelişme de uzun zamandan sonra Samsunspor’u yönetmeye talip olanların çıkması bizi sevindirmiştir. Samsunspor’un sahipsiz kalmayacağı yönünde güven sağladı. Bundan sonra yapacağımız iş ise Ayhan Keskin’in yönetim listesinde ki bütün arkadaşların bu kulübe gelerek Samsunspor’un bir ucundan tutmalarını sağlamak olacak. Bir şeyler başarmak için herkesin desteğine ihtiyaç var.”
Başkan Tutu, Samsunspor’un Türkiye’deki 165 kulüp içinde, alt yapısından profesyonel oyuncu yetiştirmede 4’üncü sırada yer aldığına dikkati çekiyor.
MİLAT OLACAK! Takımın bu duruma, hep geçmişteki kavga, eleştiri ve tartışmaların gündeme getirilmesi; öte yandan da sürekli kötülenmesi sebebiyle gerilediğini inanan Tutu,
ders alınması halinde kulübü mazideki güzel günlerin beklediğini düşünüyor: “Samsunspor büyük bir camia Türkiye’de futbolda markalaşmış kulüplerden
bir tanesi. Birçok futbolcu halen daha Samsunspor kulübünün futbolcusu olabilmek için transferleri kabul etmekte. Geçmişte görev yapan arkadaşlarımızın hepsi çok iyi niyet içerisinde, hiçbir menfaat düşünmeden sadece Samsunspor’a faydalı olabilmek için görev yapmışlardır. Bunu geçmişi karalamak ya da geçmişle savaşmak adına söylemiyorum. Ancak, sportif anlamda yaşanan başarısızlıklar, transferlerdeki yanlış tercihler Samsunspor’a olan güveni düşürdü. Futbolda en önemli şey sportif anlamda başarı sağlamak. Göreve geldiğimizde de ilk olarak bir çizgi çekelim ve bu çizgi bir milat olsun dedik. Sonuç nereye giderse gitsin Samsunspor’u güvenilir bir kulüp haline getirelim dedik. Futbolcusu ile teknik kadrosu ile yöneticisi ile iş adamı ile taraftarı ile saygı duyulacak bir kulüp haline nasıl getiririz diye düşündük. Sportif başarıyı dışarıya attık.” 55 SAYI 11 / EYLÜL 2010
SPOR GEÇMİŞE SÜNGER ÇEKTİK Geçmişe dair aslı bir kelime bile sarf etmediğini anlatan Tutu, “Eğer göreve talip olunmuş ise şartlar biliniyor demektir. Geçmişi yargılayarak sorunlara çare bulunamaz. Yalnızca Samsunspor’un menfaatlerini koruyarak verilecek mücadelenin sürdürülmesi gerekiyor. Samsunspor kulübünün kapısını herkese açmamız lazım geldiğini, Samsunspor’un hep birlikte el ele verilirse birlik beraberlik sağlanırsa güven ortamı sağlanırsa ve istikrar sağlanırsa başarılı olabileceğine inandık ve bunu her yerde anlatmaya çalışıyoruz. Bunu insanlara anlattıkça insanların içindeki yüreğinde ki küllenmiş olan Samsunspor sevgisinin yeniden alevlenmeye başladığını görü-yoruz.” diye konuşuyor. “Kulüp yönetmek bir takım oyunu.” diyen Tutu, şöyle devam ediyor: “Bu takımın parçaları var. Bu parçalar sadece futbolcu ve yöneticilerden oluşmuyor.
56 SAYI 11 / EYLÜL 2010
Bu kulübü doğru yönetmeye çalışırken desteklerine ihtiyaç duyacağımız insanlar var. Bunlar şehrin ileri gelenleri, siyasetçileri, bürokratları, valisi, büyükşehir belediye başkanı, alt belediye başkanları, kurum müdürleri taraftarlar ve iş adamları. Bunlardan bir tanesi eksik kalırsa sonuç alınamaz. Biz her platformda hepsi ile eşit mesafede ve Samsunspor’a en iyi şekilde fayda sağlayabilecek bir mesafede olmaya çalışıyoruz. Bizim projelerimiz içerisinde en önemli olan birlik ve beraberliğin sağlanması. Bu birlik ve beraberliğin sağlanması konusunda başta Bakanımız, milletvekillerimiz ve Vali bey olmak üzere mesajlarını alıyorum. Samsun Valimiz Hüseyin Aksoy şehrimize geldiği günden bu yana Samsunspor’a elinden gelen her türlü desteği verdi ve ayrıca takipçisi olarak yapması gerekenleri fazlası ile yapmaya özen gösteriyor. Büyükşehir belediye başkanımız göreve geldiğimizden bu yana sürekli destek verdi.” Samsunspor’ a yönelecek muhtemel
desteklerin ‘Erkut Tutu başkan oldu destek geldi’ diye yorumlanmaması gerektiğini de kaydediyor: “Burası Erkut Tutu değil, Samsunspor kulübü. Ancak, şu bir gerçek ki Erkut Tutu için değil ama birlik ve beraberliği sağlamak için mücadele eden bir yönetime insanların bakışı farklı olur. Bizim yönetimimizde siyasi bir kimlik yok. Çok karma bir yönetim var. Göreve geldiğimizde ilk iş olarak geçmişte Samsunspor’da yapılmış hataları ve doğruları bir bir yazdık. Samsunspor’u eski günlerine kavuşturmak için bu yanlışları yapmama kararı aldık. Bu yanlışlar futbolcu transferlerinin uçuk rakamlara yapılması ve bu paraların ödenememesi, şehrin bir bölümü ile barışık bir bölümü ile küskün olunması idi biz bunları yapmayarak ve ayrıca gidip insanlardan para istemeyerek, bunun yerine her kurumla ilgili bir proje hazırlayarak ve o kurumdan bu projeye destek isteyerek yönetilen bir Samsunspor için mücadele veriyoruz. Örneğin Samsun
Valiliği desteği ile gerçekleştirilebilecek bir proje oluşturarak bu proje için vali beyden destek istiyoruz. Bunun neticesinde Samsunspor için bir kaynak oluşturuyoruz. Bunlardan bir tanesi fuar alanında Samsunspor için otopark ücreti toplanması idi. Bunu Valilik, Milli Emlak Müdürlüğü ve Büyükşehir Belediyesi’nin desteği ile gerçekleştirdik.”
Hedefi zaman gösterecek temkinli olmakta fayda var. Ancak Samsunspor gibi bir kulüp neden süper ligde olmasın. Benim tek arzum şehirle kulüp arasında birlik beraberliğin sağlanmasıdır. Bu başarıyı da getirecektir.”
SAMSUNLULAR’DAN OLUŞAN TAKIM HAYALİ
İSTİKLAL İÇİN İHALE BEDELİ YÜKSEKTİ Tutu, İstiklal ile Cumhuriyet caddelerine ilişkin otopark projeleri için de şunları anlatıyor: “İhale için bildirilen rakam oldukça yüksek geldi. İhalede bu rakamı vermeyi kabul etse idik otopark projesinden bir kazanç elde edemezdik. Bu nedenle ihale sürecine girmedik. Diğer il ve ilçelerde olan örnekleri gibi yeni bir ihale ile daha makul şartlar olursa bizde bu ihaleye girerek bu otopark projelerini hayata geçirebiliriz. Siz kulübü doğru idare etmek için mücadele ederseniz ve sorunları şeffaf bir biçimde paylaşırsanız insanların kulübe olan bakışlarında müthiş bir değişiklik algılıyorsunuz. Biz bu dönem bir mali denetleme şirketi ile anlaşacağız. Sürekli üç aylık ve altı aylık dönemlerde kulübün mali yapısını denetlettireceğiz. Bu insanların verdikleri paraların nereye gittiğini bilmelerini sağlayacak ve kulübe duyulan güveni arttıracak. Bu kulübü güvenilir ve istikrarlı bir kulüp haline getirmek için mücadele veriyoruz. Dikkat edilirse teknik ekibimiz geçen seneki hoca ve teknik kadrodan oluşmakta. Takım kadromuzun 17 futbolcusu geçen seneden kalma oyuncular. Yönetim kurulunda 20 yöneticinin 13-14 tanesi geçen yönetimde var olan arkadaşlar. Bütün bunlar istikrarın en iyi göstergesi. Bu kulübün kapısına insanlar ‘Bende yönetici olmak istiyorum’ diye gelene kadar bu istikrarı sürdüreceğiz.”
TUTU’DAN ÖZ ELEŞTİRİ Tutu, geçmişteki hataları sıralarken, kendisini sütten çıkmış ak kaşık iddiası sergilemiyor ve öz eleştiriden kaçınmıyor: “Bizler geçmişteki hataları yapmasa idik ve bu kulübü doğru yönetebilse idik bu noktada olmazdık. Bu kulübe siyasetçisinden bürokratına, milletvekillin-
den velisine, iş adamından belediye başkanına herkes sahip çıktı. Sağlanan imkanlar ve verilen destekler herkes tarafından biliniyor. Biz bu şanslarımızı daha iyi kullanabilse idik şu an Samsunspor çok farklı bir noktada olurdu. Bugün kulübe destek vermeye kaygı ile bakan ve destek vermekten imtina eden insanları anlayabiliyorum onlara haklılık veriyorum. Buna rağmen biz geçen sezon 7,5 milyon TL bir para döndürerek 6 milyon TL bir borç ödedik. Bu parayı bize yine bu şehir verdi. Biz bunu kendi cebimizden vermedik. Zaten cebinden vererek kulüp yönetilmesi yönetimin istikrarını bozuyor. Burada önemli olan kaynak yaratan, şehrin dinamiklerini harekete geçiren yarattığı bu kaynakları doğru ve mütevazi bir şekilde kullanan yöneticiler oluşturmaktı. Geçen sene biz bunu başlattık. İnşallah bundan sonra artarak devam edecektir.”
BİRLİK BERABERLİK BAŞARIYI DA GETİRECEKTİR Haliyle herkes takımın yeni sezondaki hedeflerini, süper lige çıkıp çıkamayacağını merak ediyor. Başkan Tutu, konuya dair sorumuzu şöyle cevaplandırıyor: “Bizim hedefimiz geçmişte yaşanan sıkıntıları bir daha yaşamamak. Bu nedenle geçen seneden ve ondan önceki seneden çok daha iyi bir konuma gelmemiz gerekiyor. İyi bir takım oluştuğuna inanıyorum. Kamuoyundaki yansımalarda bu yönde.
Tutu, çoğunluğu alt yapıdan gelen bir takım hayal ediyor öte yandan: “Benim bu hayalime karşın dünyada bir gerçek var. Futbolun beşiği olan İngiltere’de milli takımın başında yabancı bir hoca var. Ancak, bu şehrin çocuklarının bu şehrin takımı ve forma aşkı ile oynayan bir takım hayalimiz var. Bunun içinde alt yapı çok önemli. Siz eğer alt yapı ile ilgili yatırımları zamanında yapmaz iseniz bu mümkün olmaz. Türkiye’de 165 kulüp içerisinde alt yapısından profesyonel futbolcu yetiştirme sıralamasında Samsunspor 4’üncü sırada yer alıyor. Bizim yeni sezondaki takımımızda Samsun’daki amatör kulüplerden gelme oyuncular ile birlikte ki bu kulüplerde Samsunspor’un alt yapısı sayılır. 24 kişilik kadromuzda 4 oyuncu var. İlk adımımız alt yapımızın daha iyi tesislere kavuşturulmasını sağlamaya çalışıyoruz. Çinik’te bulunan bir alt yapı tesisimiz vardı. Bunu yeniden faal hale getirmeye çalışıyoruz. İlkadım Belediye Başkanı’mızın destekleri ile Gazi ve ilkadım statları ile ilgili çalışmalar yapıyoruz.”
TARAFTARA RİCA “Spor kulüplerinin olmazsa olmazı taraftarlardır” değerlendirmesinde bulunan Tutu’nun, Samsunspor’a gönül verenlerden bir ricası var: “Eğer biz bu mücadeleyi veriyorsak taraftarımız da bu mücadelenin içinde olmalı. Biz mücadele verirken onlar mücadele etmezler ise bize destek vermezler ise maddi ve manevi bu işin içerisinde olmazlar ise bizimde başarılı olmamız mümkün değil. Taraftarsız bir kulüp yönetmek mümkün olmadığı gibi onlarsız sahada başarılı olmakta mümkün değil. Bizim istediğimiz her zaman taraftarın bu kulübün yanında olması. Başarılı olduğunda da başarısız olduğunda da bu kulübün yanında olmaları.” 57 SAYI 11 / EYLÜL 2010
SİNEMA Resident Evil: Ölümden Sonra (3D) Tür : Gerilim / Korku / Aksiyon Gösterim Tarihi : 10 Eylül 2010 Yönetmen : Paul W.S. Anderson Senaryo : Paul W.S. Anderson Yapım : 2010, ABD / İngiltere / Almanya Oyuncular : AMilla Jovovich (Alice) , Wentworth Miller (Chris Redfield) , Ali Larter (Claire Redfield) , Sienna Guillory (Jill Valentine) , Spencer Locke (K-Mart) Filmin konusu: Dünya virüsün etkilerinden sarsılıp insanlar zombiye dönüşürken, Alice (Milla Jovovich) sağ kalanları bulup onları kurtarma macerasına devam ediyor. Umbrella Corporation ile olan savaşı yeni boyutlar kazanır. Fakat Alice beklenmedik eski bir arkadaşından yardım alır. Arkadaşıyla yeni bir yol bulular; bu yol onları zombilerden uzak Los Angeles’daki bir sığınağa götürür. Ancak, şehre vardıklarında şehir binlerce zombi onları beklemektedir. Alice ve arkadaşları ölümcül bir tuzağa doğru adım atmaktadır.
Centilmen Tür : Gerilim / Dram Gösterim Tarihi : : 10 Eylül 2010 Yönetmen : Anton Corbijn Senaryo : Rowan Joffe , Martin Booth Yapım : 2010, ABD Oyuncular : George Clooney (Jack) , Bruce Altman (Larry) , Thekla Reuten (Mathilde) , Thekla Reuten (Mathilde) , Irina Björklund (Ingrid) , Violante Placido (Clara) Filmin konusu: Kiralık katiller arasında Jack (G. Clooney) yıllar içinde usta mertebesine yükselmiş, acımasızlığıyla tanınan biridir. İsveç’deki işi beklediğinden farklı bir şekilde sonuçlanır. Sıradaki işi onun son işi olacaktır. Her görevden sonra yaptığı gibi küçük bir İtalyan kasabasında kendine yarattığı “vaha”da inzivaya çekilir. Bu kasabada “ölüm”den bir süreliğine de olsa uzaklaşmaktadır. Kasabanın rahibi Peder Benedetto’yla (İtalyan sinema ve tiyatrosunun usta aktörü Paolo Bonacelli) bir dostluk kurar. Aynı sırada, kasabada tanıştığı Clara (Violante Placido) isimli genç kadınla da yakınlaşır. Yeni görevini ona Belçikalı bir kadın (Thekla Reuten) bildirecektir. Jack, Clara’yla başlayan ilişkisi yüzünden konsantrasyonunu kaybetmektedir ve bir tetikçi için en tehlikeli şey açık vermektir. Centilmen, Martin Booth imzalı “A Very Private Gentleman” adlı romandan sinemaya uyarlandı.
Şeytan Tür : Gerilim / Korku Gösterim Tarihi : 17 Eylül 2010 Yönetmen : Drew Dowdle John Erick Dowdle Senaryo : Brian Nelson , M. Night Shyamalan Yapım : 2010, ABD Oyuncular : Chris Messina (Bowden) , Geoffrey Arend , Bojana Novakovic , Logan MarshallGreen , Caroline Dhavernas Filmin konusu: Bir grup insan bir gökdelenin asansöründe mahsur kalır, buraya kadar tek sorun bu gibi görünse de aralarında bir kişinin şeytan olduğunu henüz bilmiyorlardır. M. Night Shyamalan’ın öyküsünden uyarlanan filmin yapımcılığını da yine Shyamalan üstlenmiş.
58 SAYI 11 / EYLÜL 2010
59 SAYI 11 / EYLÜL 2010
AAAAAAAA
60 SAYI 3 / OCAK 2010