Haberexen #03 Ocak 2010

Page 1

Samsunluluk ruhunun ana yollar覺ndan biri de futbola el atmaktan ge癟iyor. Bu ayak oyununda hayat var; ayak oyunlar覺na kanmay覺n !


AAAAAAAA

2. Reklam

2 SAYI 3 / OCAK 2010


3. Reklam

3 SAYI 3 / OCAK 2010


Sayı 3 Ocak 2010

içindekiler 6

EDİTÖR

8

AKILDA KALANLAR

14 YILMAZ: “BEN BU ŞEHRE HAYATIMI VERDİM”

12 KÖŞE YAZISI - BEKİR REŞİTOĞLU 14 YILMAZ: “BEN BU ŞEHRE HAYATIMI VERDİM”

18 SAMSUN’U MEYVE ÜSSÜ YAPACAĞIZ 22 SAMSUN’DAKİ ÖZELLEŞTİRMELER İSABETSİZ MİYDİ?

18 SAMSUN’U MEYVE ÜSSÜ YAPACAĞIZ

24 DOMUZ GRİBİ KORKUSU

24

VİRÜSTEN BETER

28 ONDOKUZMAYIS’TA SIRA DIŞI

DOMUZ GRİBİ KORKUSU VİRÜSTEN BETER

PROJE AVI

32 SAMSUNSPOR SPONSORLARINI ARIYOR 52 SAMSUN MİNYATÜR İSTANBUL 54 KAPLICALARI DÜNYAYA AÇMAK İSTİYORLAR 56 ALIŞVERİŞ 58 SİNEMA

32 SAMSUNSPOR SPONSORLARINI ARIYOR

52 SAMSUN MİNYATÜR İSTANBUL

4 SAYI 3 / OCAK 2010


5. Reklam

5 SAYI 3 / OCAK 2010


EDİTÖR 2009’un izlerini silmeliyiz Hayat yolculuğumuz devam ediyor. İyilik ve güzelliklerinin yanı sıra ders çıkarılacak olayları ile 2009’u uğurladık. Yeni bir yıl ile yeni bir süreç yaşayacağız. Kısır ve anlamsız tartışmaların arasında kaybolmadan biradım öne çıkmak yerine topyekün kalkınmanın yollarını arayacağız. Kavuran sıcaklığı ve parlaklığı ile her zamanki yerinde duran güneşi inkar edenleri dinlemekten çok yorulduk. Gözlerini kapatan sadece kendine gece yapar… Samsun’un onlarca fırsatı var. Ulaşım, enerji, tarım, spor, eğitim, sağlık, üretim gücü…. Bunların kaçını adam gibi kullanıyoruz? Kaçının hakkını veriyoruz? Bakın 2009 haberlerine iki tür haber var; üçüncü sayfa niteliğindekileri zaten haberden saymak akıllara ziyan. İlki vaatler. 2009, seçim ve sonrasını kapsadığından vaatler ve şikayetlerle geçti. Seçim öncesi bolca vaat aldık, alkımız ve karnımız vaatler doldu. Sonrasında ise şikayet haberlerini sıkça okuduk. Bir de kin ve öfkenin sınırlarını aştığı kavgalara şahit olduk. Tam 12 ay böyle geçti. Fakat, en azından şimdi, şehrin gerçek gündemlerine dönme zamanı. Kaybettiğimiz her yıl sadece 12 ay ve 365 günden ibaret değil. Nesilleri kaybediyoruz. Kaçan yatırım ve fırsatlarla iş-aş çağındaki gençlerimizi kaybediyoruz. Batan bir gemide kaptan köşkündeki ile tayfa kamerasında bulunanların tek farkı biri diğerinden daha sonra boğulma mücadelesi veriyor olması. Sonuça baktığınızda ise kaptan da tayfa da yara alma ya da hayatını kaybetmeyle karşı karşıya kalıyor. Sanal gündemlerle birbirimizi yormadığımız, rekabeti toplumsal paylaşma olarak algıladığımız, tayfa ile kaptanın sadece rotada değil eylemde de buluştuğu bir yıl geçirmeyi umuyorum. Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş yolunda azim ve kararlığını göstermiş bu kentin evlatları 2009’un izlerini de silmeyi başaracaktır.

6 SAYI 3 / OCAK 2010

AYLIK BAĞIMSIZ HABER DERGİSİ

w w w. h a b e rexen.com

Marka Evi Ajans ve Danışmanlık Hizmetleri Ltd. Şti. Adına İmtiyaz Sahibi

Mustafa ÇAKIR SORUMLU YAZI İŞERİ MÜDÜRÜ

Ahmet AK HABER MERKEZİ

Mustafa BİLİK Vedat ATICI REKLAM SATIŞ KOORDİNATÖRÜ

Erdal BOZKURT Rezervasyon Tel : 0 362 432 64 64 Rezervasyon Mail : reklam@haberexen.com HALKLA İLİŞKİLER KOORDİNATÖRÜ

AYŞEGÜL KANKAL Tel : 0 362 432 64 64 Faks : 0 362 435 47 77 Mail : abone@haberexen.com HUKUK DANIŞMANLARI

AV. Hakan KARADUMAN AV. Hasan Tahsin ŞENGÜL AV. Adem AKSOY TASARIM

Serdar ILGIN

www.fmd.com.tr

BASIM YERİ Erol Ofset Ltd. Şti. Pazar mh. Necati Efendi Sk. No: 43 / SAMSUN Tel: 0 362 431 98 96 YAZIŞMA ADRESİ Ulugazi Mh. 19 Mayıs Bulvarı Sarı Konaklar Apt. No: 16 / 1 - 3 SAMSUN YAYIN TÜRÜ Aylık Yerel Süreli Yayın

Bu dergi’de yer alan yazı, makale, fotoğraf ve illüstrasyonların elektronik ortamlar da dahil olmak üzere çoğaltılma hakları Marka Evi Ajans ve Danışmanlık Hizmetleri Ltd. Şti. ‘ye aittir. Yazılı ve ön izin olmaksızın hangi dilde ve hangi ortamda olursa olsun materyalin tamamının ya da bir bölümünün çoğaltılması yasaktır. Bu dergi, basın meslek ilkelerine uymaya söz vermiştir.


7 SAYI 3 / OCAK 2010


AKILDA KALANLAR Lozan mübadilleri tek çatıda buluştu

5-6 Aralık 2009’da Samsun’da gerçekleştirilen 3’üncü Ulusal Mübadele ve Balkan Türk Kültürü Araştırmaları Kongresi’nde, Türkiye’deki mübadilleri yakından alakadar eden önemli bir karara imza atıldı. İstanbul merkezli Lozan Mübadilleri Vakfı ile ülkenin değişik yörelerinde faaliyet gösteren 13 Mübadil Derneği, “Türkiye Mübadil Kuruluşları İşbirliği, İletişim ve Dayanışma Platformu”, kısa adıyla “Türkiye Mübadiller Platformu” (TPM) çatısında birleşti.

Samsun’a turizm yatırımı sözü İstanbul Genç Girişimciler Derneği (İSGİD) Başkanı Erkan Güral’dan, Türkiye Genç İşadamları Konfederasyonu (TÜGİK) başkanlığı için destek arama ziyareti yaptığı Samsun’a turizm yatırımı sözü verdi. Şehrin bu alandaki yetersizliği, Kütahya ve Güral Porselen Yönetim Kurulu başkanlığı görevlerini de yürüten Güral’ı, bir hayli şaşırtmıştı: “Samsun gibi bir büyükşehirde başta otel olmak üzere birçok turizm eksikliği bulunması beni hayrete düşürdü. Bu yönde Samsun’da önemli yatırımlar için adımlar atılmasını sağlayacağım.”

Tekel binaları alışveriş merkezi ve otel oluyor... Samsun Büyükşehir Belediyesi’nin açtığı eski tekel binaları ihalesini Torunlar ve Türkmall ortak girişimi kazandı. Girişim alışveriş merkezi ve otele dönüştüreceği binalardan elde edeceği cironun yüzde 4’ünü Büyükşehir Belediyesi’ne verecek. Binalar 30 yıl sonra tamamen belediyeye devredilecek.

Samsun’un genç girişimcileri belirlendi Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği’nin (TOBB) her ilde örgütlediği Genç Girişimciler Kurulu, Samsun’da da faaliyetine başladı. Ticaret ve Sanayi Odası (STSO) bünyesindeki kurulda görev dağılımı belirlendi. İlk toplantı oda binasında yapıldı. Toplantıyı oda başkanı Salih Zeki Murzioğlu, yönetim kurulu üyesi Mustafa Kemal Şahin, Çarşamba Ticaret ve Sanayi Odası Başkanı Yusuf Kefeli ile Vezirköprü Ticaret ve Sanayi Odası Başkanı Mustafa Bahri Kalaycıoğlu da izledi.

SGK hileli boşananların peşine düştü... Sosyal Güvenlik Kurumu (SGK), anlaşmalı boşanarak dul ve yetim aylığı bağlatan ya da bağlatmak isteyenlere, Samsun’da da göz açtırmamaya kararlı görünüyor. İl Müdürlüğü, haksız maaş için boşanan ama evlilik hayatını devam ettirenleri sıkı takibe aldı. Boşanarak maaş talep edenlerin işlemleri didik didik inceleniyor. Müdürlük, 2008 yılının ekim ayından bu zamana kadar gerek şikâyet üzerine, gerekse şüphelenilen 275 maaş talebini inceledi. 77 çiftin anlaşmalı boşandığını ve birlikte yaşadığı tespit edildi. 20 boşanmada sahtekârlığa rastlanmadı.

8 SAYI 3 / OCAK 2010


9 SAYI 3 / OCAK 2010


AKILDA KALANLAR Süpürge operasyonunda 34 tutuklama Samsun’da Cumhuriyet Başsavcılığı’nın koordinesiyle Emniyet Müdürlüğü Kaçakçılık ve Organize Suçlarla Mücadele Şube Müdürlüğü’nün 14 aylık teknik takip sonucunda düzenlediği Süpürge adlı çete operasyonunda gözaltına alınan 85 kişiden 49’u adliyeye sevk edildi. 49 şüpheliden 34’ü tutuklanarak cezaevine konuldu. Aralarında 3 gardiyan ile 1 polis memur bulunan 9 kişi adli kontrol şartıyla, 6 kişi de tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakıldı. İstanbul, Çorum ve Samsun’daki eş zamanlı operasyona 500 polis katıldı. Çete üyeleri hakkında “Suç işlemek için örgüt kurmak, örgüte üye olmak, örgütü yönetmek, örgüte yardım etmek, silahlı örgüt faaliyetleri kapsamında hareket etmek, 6136 sayılı kanuna muhalefet, adam öldürmek ve adam öldürmeyi azmettirmek” suçlarından dava açıldı. Demokratik Sol Parti (DSP) eski il Başkanı Enver Mertoğlu’ da operasyon kapsamında gözaltına alındı ve ifadesine başvurulduktan sonra serbest bırakıldı.

Petrobras petrol bulursa Karadeniz’e rafineri kuracak Türkiye Petrolleri Arama Ortaklığı (TPAO) işbirliği ile Karadeniz’de petrol avına hazırlanan Petrobras Oil ve GAS. B.V Şirketi, sondajlarda petrole rastlanırsa bölgeye rafineri için düğmeye basacak. Brezilya’nın petrol devi şirketin Türkiye Ofisi Genel Müdürü Hercules Tadau F. Da Silva, rafinerinin nereye konuşlanacağına açıklık getirmedi. Şubat ayında Sinop’un 145 deniz mili açıklarında dünyanın en büyük sondaj gemisi Leiv Eiriksson ile 5 bin 500 metre derinlikte petrol aramaya başlanacak. Şirket, Sinop-1 kuyusunda 6 ay çalışma yapacak. Karadeniz´de sismik verilerle tespit edilen 10 milyar varillik petrol ve 3 trilyon metreküplük doğalgaz rezervi belirlenmişti. Şirket bu rezervi keşif için günde 1 milyon dolar harcayacak.

Orta Karadeniz OKA ile kalkınacak... Orta Karadeniz Kalkınma Ajansı’nın (OKA) Samsun’daki hizmet binası Devlet Bakanı Cevdet Yılmaz ve Bayındırlık Bakanı Mustafa Demir ile ajansın hinterlandındaki diğer iller Amasya, Tokat ve Çorum’un valileri, belediye başkanları, il genel meclisi üyeleri ve kurum müdürlerinin katıldığı bir törenle açıldı. Bakan Yılmaz, ajansı, “Türkiye şartlarına göre kurulmuş çok özgün bir model” diye niteledi: “Samsun merkezli bir ajans ama Çorum, Tokat ve Amasya illerimizi kapsayan bir ajans. Bu 4 ilimizin hep beraber kalkınmasında, gelişmesinde, dolayısıyla ülkemizin kalkınmasında ve gelişmesinde önemli roller oynayacağına inandığımız bir ajans. Bu yörelerimizin daha hızlı kalkınmasına, gelişmesine katkıda bulunmasını temenni ediyorum. Bu ajanslardan çok şeyler bekliyoruz.”

Pınar, Rossmann’la anlaştı; Türkiye’ye kozmetik satacak... İstanbul’a taşınarak bütün şirketlerini PNR Grup altında toplayan Pınar ailesi, dünyanın en büyük kozmetik perakendecilerinden Alman kökenli Rossmann ile ticari anlaşma imzaladı. 2010’un ilk üç ayında Ankara, İzmir ve Bursa’da mağaza açılması hedefleniyor. Türkiye pazarına PNR Grup’la adım atan kozmetik devi, altyapı işlemleri tamamlandığında İstanbul’da da boy gösterecek. Ardından, Samsun’dan başlamak kaydıyla, hemen hemen her ilde şubeleşerek bir zincir oluşturulması amaçlanıyor. Firma, uygulayacağı rekabetçi fiyat politikasıyla sektöre hareket getirmeyi planlıyor. 10 SAYI 3 / OCAK 2010


8. Reklam

11 SAYI 3 / OCAK 2010


KÖŞE YAZISI

BEKİR REŞİTOĞLU

Futbolun gücü…

G

ünümüzde büyük düşünceler iş ve prim yapıyor. Tabiî ki eyleme dökülebildiklerinde. Baştan belirtelim; Türk Ceza Kanunu’nun (TCK) çokça tartışılan 301’inci maddesiyle alakası yok gündeme getireceklerimizin. Konumuz suç ya da suçun nitelikleri değil; sportif faaliyet ve başarılardan hangi sonuçlara ulaşılabileceği. En fazla bilinen ve oynanan spor branşlarından futbol ile Samsun arasındaki ilişki. Futbolun -ülke içi ve dışındaki- tanıtımda oynadığı rolün karşılığı reklâm ve halkla ilişkiler faaliyetleriyle sağlanmaya çalışıldığında kocaman bütçelerin gerektiğini, adı geçen sektörlerin duayenleri de dile getiriyor. Çünkü bu spor dalı insanlığın buluştuğu ortak paydalardan biri. Aynı zamanda çoğu sektörde ciro yükselten bir endüstri. Bu derece; birbirine taban tabana zıt fikir, yapı ve inanca sahip kişileri birleştiren; onlara aidiyet duygusu yaşatan; galibiyet anlarında kenetleyen ve biraraya toplayan dünya geneline yayılmış kaç adet spor dalı var? İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi öğretim üyesi bir profesörle, Beyazıt Meydanı’nda ayakkabısını boyattığı -Güneydoğu illerinin birinden daha geçen yıl ailesiyle metropole göçen ilköğretim çağındaki - çocuğun rahatlıkla tartışabildiği bir mevzu futbol; kişinin kendisini ifade ettiği bir kanal: - O gol kaçar mıydı Hocam! - Yok, evladım, sen asıl hakemin vermediği penaltıya bak. Günlük konuşmaları, köşe yazılarını, hatta aydınların sözlerini irdeleyin alıcı gözle. Örneklendirmelerde, konuyu açmalarda, tıkanan noktaları anlaşılır kılmada, 12 SAYI 3 / OCAK 2010

bağırmanın, suskunluğun; özetle hayattaki duygu, düşünce ve davranışların hepsinin içinde barındığı bir hakikat futbol. Samsun, işsizlikle boğuşuyor. Genç nüfus, amaçsız. Sigara, alkol ve belki de uyuşturucu batağında bir kısmı. Çoğu da, bu gidişle batağa sürüklenecek. Onları önce kendilerine, sonra da ailelerine kazandıracak altın formüllerden biri futbol. Nice yetenekler var aralarında. Diğer takımlara, belki de Avrupa’ya oyuncu ihraç eden bir kaynak oluşacak Samsun’da.

bağlantı cümlelerinde, topu taca atmak gerektiğinde (bak burada bile kullanıldı) ya da ortam yumuşatılırken nasıl da futboldan istifade edildiğine şahit olacaksınız. Futbol bireysel ve toplumsal bir terapi aracı öte yandan. Tatmin ve deşarj vesilesi. Aidiyetin iliklere kadar tadıldığı ender atmosferlerden. Tabiî ki, her olgudaki gibi, bunda da kötü, dezavantajlı ve aksi tesirli yanlar var. Fanatiklik, örneğin. Saplantılık hali. Şiddete varan gösteriler. Holigan rezaletleri. Yardımlaşmanın, sevincin, üzüntünün, bireysel yeteneklerin sergilenişin, her türlü zorlukla mücadelenin, son dakikaya dek pes etmemenin, başarmanın, hayal kırıklığının, evdeki hesabın çarşıya uymayışının, plan - disiplin - program koordinesinin, efendiliğin, öfke kontrolünün, yöneticilik özelliklerinin, gülmenin, ağlamanın,

Bir düşünün şöyle; şehirde futbol yeşermiş, Samsunspor ise başarıdan başarıya koşuyor… Ardından Avrupa kupalarında zaferler… Bu ilkin; şehirdeki birliktelik, aidiyet ve bütünleşme ruhunu kamçılayacak. 19 Mayıs şehrine, ‘Samsunluluk’ hissi aşılanacak. Trabzonlusu, Ordulusu, Giresunluğu, Artvinlisi, Çorumlusu; Çerkesi, Gürcüsü, Mübadili “Ben Samsunluyum” diyecek. Şehirdeki iş adamları kendilerini özgüvenle tanıtacak ülkeye ve dünyaya. Dereden tepeye en ufak ayrıntılarıyla bilinen bir şehrin insanı, işletmesi ve diğer bütün kurumları 1-0 önde başlayacak ilişkilerine. Sermaye buraya akacak. Karadeniz’e kıyılı ülkelerle turnuvalar düzenlenecek. Futbolun doğurduğu irtibatla, ekonomik, sanayi ve turizm bağlantıları da oluşacak kendiliğinden. İnsanlar kaynaştıkça, dostluklar perçinlenecek. Futbola bakış açısını değiştirdiğinde Samsun da değişecek. Halkıyla, işadamıyla,

belediyesiyle ve bürokrasisiyle buna inanmak şart. Bu yüzden Samsunspor, hiç düşmemek üzere, bir an evvel ayağa kalkmalı.


î

9. Reklam

13 SAYI 3 / OCAK 2010


SİYASET Büyükşehir Belediye Başkanı Yılmaz:

“Ben bu şehre hayatımı verdim” Eğlence fuarı anlayışının 1980’lerde kaldığını belirten Samsun Büyükşehir Belediye Başkanı Yusuf Ziya Yılmaz, valilik ve ticaret odasıyla birlikte şehre sanayi fuarlarının ve benzer etkinliklerin gerçekleştirilebileceği çok amaçlı kapalı alan kazandıracaklarını söylüyor.

Vedat ATICI

Y

usuf Ziya Yılmaz… Son dönemlerde Samsun kamuoyunda en çok tartışılan isim. Kimileri ‘şehrin kartpostalını değiştiren adam’ dedi onun için, kimilerine de yaranamadı, ne yapsa acımasızca eleştirildi hep. Küsüp, kırılarak; heyecanını öldürmeye hiç de niyeti yok. Çünkü inandığı değerlere ve kendisine haksızlık etmek istemiyor. Büyükşehir Belediye Başkanı Yılmaz, uç noktalarda algılanmayı nasıl değerlendiriyordu acaba? Yaklaşımlardaki ve kritiklerdeki zıtlıklar şehrin kozmopolitliğinden mi kaynaklanıyordu yoksa tecrübeli başkan bazen tezata mı düşmekteydi? Yılmaz Haberexen’in tartışmalı konulara dair sorularını içtenlikle cevaplandırdı. - İddia edildiği gibi ulaşılması zor bir başkan mısınız? Kapım herkese açık. Gelip de kim görüşememiş? Beni 264 Evler’den bir Roman kardeşim arıyor, “Başkanım seninle görüşmek istiyorum.” diyor ve gelip görüşüyor. Benim kapıları kapatıp burada kuluçkaya yatacak halim yok. Kısacası ben insanlarla görüşmek zorundayım, yani böyle bir şey yok. 14 SAYI 3 / OCAK 2010

- Fuar şehir için “Bacasız Sanayi” gibiydi diyenler var. Hala neden kaldırıldığı soruluyor… Günümüzde fuarcılık farklı bir moda büründü. Eski eğlence ve gazino fuarcılığı 1960 - 1980’li yıllarda kaldı. O zamanki şartlarda Türkiye ekonomisinin, sanayisinin ve ticaretinin ulaştığı sıklet ve boyutta; dünyada da geçerli bir fuarcılık anlayışı vardı. Ama 1980 sonrası ihtisas fuarcılığı öne çıktı. Eğlence turizmine değil, ürün tanıtımı ve pazarlamasına dönük. En fazla iki ya da üç gün süreyle sınırlı. - Peki, Samsun ne zaman bu tür fuarlara ev sahipliği yapacak? Ticaret ve Sanayi Odası, Valilik ve Samsun Büyükşehir Belediyesi ortaklaşa bir protokol çerçevesinde birlikte bir tesis yapmaya karar verdik. Bu tesisin yapımıyla ilgili bir firma proje hazırlığı yapıyor. En kısa sürede proje bitecek biz de oradaki tesisi ortaklaşa bir anlayışla inşa edeceğiz. Çok yönlü olarak hizmet verecek fuarımız, kongre ve değişik turizm aktiviteleri için kullanabileceğimiz kapalı bir alan olacak. Aynı yerde yapılması planlanan beş yıldızlı otel ve spor merkezi projelerimizde ilerleyen zamanlarda gerçekleşecek. İnşallah halledebilirsek Yaşar Doğu Spor Salonu’nun alternatifi daha büyük bir salonu, orada yapmayı düşünüyoruz. - Cumhuriyet Meydanı ile ilgili bir planınız vardı… Cumhuriyet Meydanı’na yeni bir kimlik kazandırmayı planlıyoruz. Mevcut kaplamaları sökmeyi ve orayı biraz daha yeşillendirme planlarımız var. Meydanın üzerinde ise süs havuzlarıyla farklı bir görüntü oluşturarak, Gazi Müzesi ile Atatürk’ün Samsun’a çıktığı iskele arasını komple bir paket proje haline getirerek dekore edelim diye düşünüyoruz. - Büyükşehir Genel Sekreteri Kenan Şara, “Büyük Otel yıkılacak” demişti bir ara. Ama tersine açıldı ve hizmete devam ediyor… Büyük Otel’in restore edilerek tekrar bir otel olarak işletilmemesi halinde yıkılıp yeniden yapılma gibi bir şansı yok. Kenan Bey “Eğer Büyük Otel restore edilip yeniden hayata kazandırılmayacaksa yıkılmak zorundadır ve kentin kullanacağı


rekreasyon alanlarına dönüşür.” demişti. Ama şu anda işletmeci restore etme cesaretini gösterdi ve restore etti. İşletilmeye başlanması elbette sevindirici bir gelişme. İnşallah önümüzdeki süreçte Büyük Otel’in kiracısı ve işletmecisi İl Özel İdaremiz arasındaki hukuki sorunlar çözülür ve bu tesisimiz atıl kalmaz. Çünkü ilimizin beş yıldızlı bir otele ihtiyacı var. Ama oradaki işletmecinin de yükümlülüklerini yerine getirmesi lazım. - Sonraki yıllarda açılması planlanan beş yıldızlı otellerle ilgili bir gelişme söz konusu mu? Otel sayısı arttıkça oteller kendi müşteri portföylerini oluşturur. Endişe edecek bir durum yok. Sigara fabrikasının olduğu yerle ilgili görüşmelerimiz devam ediyor. Eski Otogar alanında yapılması planlanan beş yıldızlı otel ise mevcut firmanın ekonomik krizden etkilenmesinden dolayı gerçekleştirilemedi. Şimdi başka bir firmaya devredecekler, onlar gelip yapacak. Ancak her hâlükârda sözleşme gereği bir tazminat ödeyecekler. Samsun önümüzdeki bir yıl içerisinde tüm bu problemleri çözer ve bunların sonuçlarını görürüz. Sizin Fener Plajı ile ilgili düşünceleriniz vardı… Kıyı Kenar Çizgisi Kanunu buna engel teşkil etmiyor mu? Fener Plajı’nın yeri denizden doldurularak kazanılmış değil ama diğer yerler denizden doldurma. Diğer yerler neresi? Büyük Otel’den Eski Borsa Sitesi’nin yerine; vilayet konağı, lunapark ve gar binasına kadarki kesim deniz doldurularak elde edildi. Gar binasından sonrası ise denizden doldurma alan değil. Kılıçtepe Camii’nin karşısındaki atölye binasından SASKİ pompasına kadarki yerler de doldurma değil. Ama Sevgi Kafe ve onun yanındaki Sevgi Gölü’nün yeri denizden dolgu. Ama daha ilerisi doldurma değil. Gelin bu tarafa doğru; lunaparkın yeri denizden dolgu. Vilayet Konağı, Cumhuriyet Meydanı, kapalı spor salonunun yeri de dolgu. Toprak Mahsulleri Ofisi’nden Fener Plajı’na kadarki alan dolgu değil. Oralar farklı değerlendirilmeli. Bir yanlış karar verilmiş, oralar da denizden doldurulmuş gibi düşünülmüş. Şimdi bu yanlış kararı düzeltip ona göre muamele yapmalı. Bayındırlık ve İskân Bakanı’nın katkılarıyla denizden doldurulmuş alanlarla, doldurulmamış alanları birbirinden ayıran bir anlayışla; Valimizin de katkılarıyla problemleri çözüyoruz. Çözdükten sonra Fener Plajı’nın olduğu yere beş yıldızlı bir turizm tesisi yapılabilir hale gelecek. Biz bu alanlarda prestij otel beş yıldızlı otel dışında bir şey düşünmüyoruz. Böyle kıymetli alanların kaliteli yatırımlarla değerlendirilmesi lazım. 15 SAYI 3 / OCAK 2010


SİYASET Samsun’da denizden doldurulmuş ve doldurulmamış alan tartışması doymuş ve doymamış yağ tartışmasına benziyor bir miktar. Herkes rant getirecek yağlı proje kapma peşinde sanki..

- Doğu’da bir çevre yolu yapıldı. Batı’da da yapılıyor. Batı Çevre Yolu Otogar girişini engeller mi?

- Raylı sistemin Belediye Evleri’ne kadar uzatılması planlanıyor. Otogara giriş ve çıkış projesi de var mı?

üniversite şehir bağlantısı. Bundan sonra saçaklanacak. Bir taraftan Belediye Evleri bir taraftan Otogar bir taraftan Gazi Caddesi, belki Çiftlik Caddesi trafikten arındırılacak ve bütün bir Gazi Caddesi, belki Lise Caddesi’nden aşağı inip mevcut hatta entegre olacak. Bunların hepsi zaman içerisinde tartışılacak ve şehrin gelecekte kazanacağı yeni perspektifler olacak. Ama şimdiden birdenbire bunların hepsini yapmanız mümkün değil, hepsini planlamanız da mümkün değil. Ama gelecekte şehir iktisaden güçlendiği ve bunları karşılayabilecek takati kendinde gördüğü sürece bunları yapacak. Belki üniversiteden ileriye doğru, Taflan’a kadar uzatılacak. Daha erken nereyi görüyorum Otogar’ı, Belediye Evleri’ni ve Tekkeköy’ü. Ondan sonra Duruşehir tarafı geliyor. Bildiğiniz gibi Duruşehir tarafında büyük bir yapılaşma var. Mert Çayı’nın olduğu yerde yeni bloklar olacak. Orada yeni nüfus yoğunlukları oluşuyor. Derebahçe’ye doğru yoğunluklar oluşuyor. Orada siteler oluşuyor. Bütün bu oluşan siteler o aks-ta yeni ulaşım ihtiyaçları doğuracak. - Raylı sistem konusunda çok acımasız eleştirilere maruz kalmaktasınız…

Bir sonraki adım otogar. Bir proje olarak devam ediyoruz. Raylı sistemli ilgili bir taban program yapıldı, bir ana program

Siz hep bizim muhaliflerimizi dinliyorsunuz. Dinleyin ama. Önemli değil. Şehrin önünü kapattığımızı söylüyorlar. Nereyi

Hayır etkilemez. Batı Çevre Yolu’nun başlangıcı ile ilgili şu anda karayolları çalışıyor. Projeyi yapacaklar ve yapımı ile ilgili süreçte onlara biz kamulaştırma aşamasında imar planı ile ilgili yardım edeceğiz. Batı Çevre Yolu’nu kastediyorum. Çalışmalar devam ediyor. Doğu’da da yeni bir takım arayışlarımız var, Batı’da da devam ediyor. Doğu’da kastettiğim mevcut çevre yolunun diğerinden ayrılan Hacı İsmail Köyü’nün altından diğer tarafa geçebilir miyiz, öyle bir proje var. Mevcut yolu Mithat Kefeli Parkı’ndan itibaren çift katlı yol olarak Bandırma Plajı’nın oralardan da çift katlı dönüp sahile bağlamak gibi bir alternatif de var. İstanbul Mecidiyeköy ve Zincirlikuyu’daki gibi turnike bir yol yapmak fikri var. Bunların hepsi tartışılıyor. Daha tam netleşmediği için şimdi kesin bir açıklamada bulunmak erken olur diye düşünüyorum.

16 SAYI 3 / OCAK 2010

kapatmışız? Ben bu şehre hayatımı, ömrümün çok önemli bir zamanını feda ettim. Öyle şu şunu dedi, bu bunu dedi, deyip, küsüp darılıp hizmet heyecanımı neden kırayım? O zaman kendime de, inandığım değerlere de haksızlık etmiş olurum. Dünyada benim yapmış olduğum işi yapanların eleştirilmemiş olanı hiç yok. Bir gün buraya raylı sistem firmasından yetkililer geldi. Raylı sistemle ilgili eleştirileri duymuşlar. Başkanım eleştirilere ne diyorsunuz, dediler. Dedim ki, ben eleştirileri hiç duymadım. Hakikaten ama ben işimdeyim gücümdeyim. İşte güzergâhı tenkit ediyorlar. Onların CEO’su şöyle dedi: “Biz Türkiye’de İstanbul’da dâhil birkaç şehirde tren yolu hizmeti yaptık. Bunların hepsinde eleştiriler vardı hepsinde tenkitler vardı. Tenkit edilmemiş eleştirilmemiş hiçbir şehir yoktu. Bunu siz de yaşayacaksınız ve bundan sonra yapanlar da yaşayacak. Ben hayatta hiçbir yerde, hakkında net bir şekilde bilgilenmediğim bir konuda konuşmadım. O zaman birilerinin konuştuğu bir şeyin taşıyıcısı olmaktan öteye gitmezsiniz. Siz şimdi bir yerden bir şey duydunuz. İlgilisi ile ilgili konuşmadan bir şey konuşursanız bunu konuşanın taşıyıcısı durumuna düşeceksiniz. Onun taşeronu olursunuz. Boşu boşuna olmayan bir şeyin taşıyıcısı durumuna düşersiniz. Benimle gelse konuşulsa ondan sonra değerlendirilse bunların çoğu azalır.


10. Reklam

17 SAYI 3 / OCAK 2010


İŞ DÜNYASI

“Samsun’u meyve üssü yapacağız” Bafra ve Çarşamba ovalarının makus talihini yenmek amacıyla yola koyulan SAMMEY Yönetim Kurulu Başkanı Ahmet Kasap, hem Samsun’ u geleneksel tarım ürünleri üretiminden kurtarmak hem de şehir ekonomisine güç kazandırmak amacıyla meyveciliğe yöneldiklerini söylüyor: “Bunu çok iyi araştırdık ve hakikaten hala yaptığımızın doğru olduğuna inanıyoruz. Biz burayı bir meyvecilik üssü haline getirmek için yola çıktık. Bizim hedefimiz ihracat. Bu üretim kalitemizden de belli, üretim kalitesini ona göre ayarladık.” Aysun ASLANER

18 SAYI 3 / OCAK 2010

S

amsun, Türkiye’nin en verimli ovalarından ikisine sahipti. Ancak bu bereketli topraklardan yeterince faydalanılamadığı da gün gibi ortadaydı. Buna iş birliği bilincinden mahrumiyet hakikati de eklenince, “bir gün büyük sermayelerin önemli projeler hayata geçirerek kötü gidişe dur diyeceğine ilişkin inanç da” zayıftı haliyle. Ta ki SAMMEY ‘hey ben varım’ diyene dek. Yaptıkları işe bütün samimiyetleriyle kendilerini veren 23 iş adamı, Samsun’da ve hatta Karadeniz’de bir ilki gerçekleştirir. Sofralık meyveler üreten bir şirket kurup, “Birlikte ve beraber iş yapabilmeye örnek teşkil etmek; bunu başarmak ve göstermek.” amacıyla yola koyulurlar. 2004’te büyük bir titizlik ve emekle başlatılan proje 2009 itibariyle mahsullerini verir. Tamamı Avrupa Birliği (AB) standartlarına uygun sofralık meyveler üretilmektedir. Şirket attığı her adımı beraber çalıştığı uzmanlara danışır. Hedef ihracat hamlesiyle, Bafra ve Çarşamba ovalarının makûs talihini yenmektir. “Samsun Sammey çiftliğinde hayat bulacak.” sloganı ile hareket eden şirketi daha iyi anlamak için Yönetim Kurulu Başkanı Ahmet Kasap ile konuştuk.


üretiminden kurtaralım. Yavaş yavaş Samsun ekonomisine bir şeyler kazandıralım, meyveciliğe yönlendirelim. Bu iki ovada da meyveciliğin çok iyi olacağına inanmıştık. Bunu çok iyi araştırdık ve hakikaten hala yaptığımızın doğru olduğuna inanıyoruz. Biz burayı bir meyvecilik üssü haline getirmek için yola çıktık. Bizim hedefimiz ihracat. Bu üretim kalitemizden de belli, üretim kalitesini ona göre ayarladık. - Samsun, verimli arazilere sahip bir şehir. Böylesine sistemli ve bilinçli bir icraatın fikrin ilginç bir doğuş hikayesi olsa gerek…

- Karadeniz Bölgesi’nin ilk ve tek çok ortaklı şirketini kurdunuz. Çok ortaklılığın ne gibi avantaj ve dezavantajları yaşamaktasınız? Çok ortaklı olmanın avantajı da var, söylediğiniz gibi dezavantajı da. Biz hep avantajlı taraflarına baktık, dezavantajlarını göz ardı ettik. Ancak şu var, tabii ki bu girişim ortaya çıktığında ortak sayısı 3940 civarında idi. Daha sonra seçile seçile 23 kişiye düştü. Bizim ortaklarımızın hepsi bilinçlenmişti, istekliydiler, meyvecilik konusunda değil, SAMMEY konusunda değil, çok ortaklılığın ve birlikteliğin başarılması konusunda çok hevesliydiler. Bu çok önemlidir ve bizim başarılı olmamızın en önemli sebeplerinden birisidir. Bizim Karadeniz insanı, aynı denizin dalgaları gibi hırçındır, sabırsızdır, hemen karar verir. Bunun etkisi çok. Ama bizim yaptığımız işi başaran da Karadenizliler. Biz bunu başardık ve Karadenizliyiz. Samsun bunu başardı. Önemli olan insanların birbirine güvenmesi ve yapılan işe inanmak ve güvenmek. - Karadeniz Bölgesi’nde çok ortaklı şirketler neden kurulamıyor, siz bunu nasıl başardınız? SAMMEY’i oluşturan ortakların ana düşüncesi şu idi: “Birlikte ve beraber iş yapabilmeye örnek teşkil etmek, bunu başarmak, göstermek.” İşin ne olduğu çok önemli değildi. Bütün ortaklarımız bu konuda bilinçlenmişti. Ne pahasına olursa olsun biz bu birlikteliği başarmak zorundayız düşüncesindeydiler. Biz yola böyle çıktık. O zaman şöyle düşünmeye başladık. Samsun’da hiç yatırım yapılmamış bir

SAMMEY’i oluşturan ana düşünce birlik ve beraberlik içinde iş yapabilmeye örnek teşkil etmek

alana yatırım yapalım. Benim yaşım 55. Coğrafya kitaplarında zamanında şöyle okurduk, Türkiye’de bir Adana‘da Seyhan ve Ceyhan ovaları vardı bir de Samsun’da Bafra ve Çarşamba ovaları. Türkiye’nin büyük ovaları olarak biz bunları gördük. Daha sonra Harran Ovası çıktı, Menderes ovaları, Iğdır ovası vs. Ama ilk etapta bizim gördüğümüz bu idi ve hâlâ Türkiye’nin en büyük delta ovaları bunlardır. Fakat Samsun’da şimdi bakıyorsunuz, ta dededen kalma yöntemlerle tarım yapılıyor. Yani hiç alternatif ürün arayışı yok. Herkes domates ekiyor, herkes kabak ekiyor. Alternatif tarım ürünlerinin üretilebileceği alanlara hiç olmayacak fındık ekimi yapılıyor. O zamanda ne oluyor, fındık rekoltesi yükseliyor, fındık üretimi artıyor Türkiye’nin, fiyatlar düşüyor. Bu doğaldır. Hem üretim çok olacak hem fiyat yüksek olacak. Dünyada böyle bir şey yok. Biz bu eksiği gördük ve dedik ki buna bir öncülük yapalım. Samsun’u bu geleneksel tarım ürünleri

Samsun’da tarıma gerekli önem verilmemiş. Bu durumda sadece devleti kurum ve kuruluşları suçlamak bence haksızlık olur. Biz toprağımız olmadığı halde bir arayış içine girdik. Toprağı olan kişilerin de arayış içine girmesi gerekiyor. Bizim herhangi bir toprağımız yoktu. Ortada hiçbir şeyimiz yoktu. Hazine arazisi aradık hemen Samsun’un ilçelerinde. Tesadüfen bugün üzerinde fidanlarımızın olduğu çiftlik arazisini bulduk. Pazarda sebze ve meyveyi ucuza aldığımız için sevinmeyelim. Belli bir fiyatın altında tüketiyorsak ürünü, neticede bundan da biz zarar göreceğiz demektir. Bu kırsal alanın fakir olarak kalması demektir. Kırsal alan fakir olarak kalırsa şehirde iş hayatı ticaret hayatı gerektiği gibi gelişemeyecektir ve oradan nemalanacak diğer gruplar, memurlar zarar görecektir. Köylünün eline para geçerse çark daha ferah döner. Bizim karnımızı doyuran köylü. Ben, bir köylü çocuğuyum, köyde doğdum, tütün tarlasında yetiştim, köylünün bu ülkede ne ıstıraplar çektiğini en iyi bilen kişilerden birisiyim. Ürünler gereğinden daha düşük bir fiyata satılmamalı. Zaten üretim çoğaldıkça gereğinden yüksek bir fiyata satılması söz konusu olamaz. Bizim de gayemiz üretimi arttırmak yani kaliteli üretimi arttırmak.

19 SAYI 3 / OCAK 2010


İŞ DÜNYASI - SAMMEY, Karadeniz Bölgesi’nde bu büyüklükte bilimsel ve teknik esaslara dayanan ilk modern tesis. Bölgedeki çiftçiler ile nasıl bir iletişim halindesiniz? Teknik esaslar derken çok araştırma yaptık ve işi ehline bıraktık. Mesela damla sulama sistemi için bize arazinin haritasını yaptıracaksınız dediler. Bu, planlamayla ilgili bir iş. Arazinin tamamını bir harita yaptırdık. Bu işi en iyi yapan İsrail’in Neta firmasına haritamızı gönderdik. Orada projelendirdiler. Onların Adana’da bir temsilcilikleri var. Projelendirme işimiz bitince damla sulama sistemini hayata geçirme vaktimiz gelmişti. Piyasa araştırması yaptık. Baktık ki bu işi en iyi yine İsrailliler yapıyor. Karadeniz’de yaptığımız işin bir benzeri olmadığı için, ilk olduğumuz için her şeyin en iyisini yapmaya çalıştık. Koskoca bir alanda damla sulama sistemi yapıyorsunuz. Burada her saniye çatlaklarla ve aksaklıklar uğraşamazsınız. Hem büyük ekonomik zararlar verebilir, hem çok zaman kaybına neden olur. Bu nedenle en iyisini yapalım dedik biz. Şimdi geriye dönüp baktığımızda eksik bir şey yapmış mıyız derken görüyorum ki hayır yapmamışız. Hatalı olduğumuz bir durum yok, aşağı yukarı hepsini dört dörtlük yaptık diyebiliriz. Bütün bunlar tabii ki bir araştırma sonucu, müthiş titiz bir çalışma neticesi, çok müthiş bir araştırma neticesidir. Bir de araştırma maliyetinden kaçmadık, maddi olarak hiçbir kısıntıya gitmedik. Teknik olarak yapmaya karar vermiştik zaten. Dünyada uygulanan en son sistemleri biz uygulamaya karar vermiştik. İtalyanlar tarafından bizim bahçemiz yılda iki kere kontrol edilir, gelip bakarlar, eksik görülerse bizi hemen uyarırlar. Ama çok sevindirici haberler alıyoruz onlardan, çok iyi durumda olduğumuzu söylüyorlar sürekli olarak.

Karadeniz’de yaptığımız işin bir benzeri olmadığı için, ilk olduğumuz için her şeyin en iyisini yapmaya çalıştık.

- Kısa-orta-uzun vadede yatırım planlarınız nelerdir?

- Peki, bölge insanı ile ilişkiniz hangi seviyede? Biz bu hususta birazcık dertliyiz. Çiftlik arazisini satın almaya gittiğimizde orada üç tane köy gördüm. Onlar adına kendi kendime sevindim. Dedim ki “Ya hu biz burada işe başladığımız zaman, buradaki köyler de işsiz kalmaz. Onlar burada ekmek yiyecekler, çalışacaklar, erkekler çalışacak, hanımlar çalışacak,” çünkü hanım işi biraz da bizim işimiz. Şefkat ve sevgi istiyor, özen istiyor. Onların namına çok sevinmiştim. Biz işe başladıktan sonra, ağaçları dikip, dikim ekibini gönderdikten sonra ekibin işi bitti, artık geriye kalan işlerimizi oradan 20 SAYI 3 / OCAK 2010

yapılacaksa onun bugün yapılması şart. Yarına bıraktığınız zaman çok geç kalmış olabilirsiniz. Bizim mühendislerimiz fotoğraf makineleriyle sürekli gezerler, larvaları takip ederken, onlar tespit edildiği anda, onla ilgili ilacın direkt tatbik edilmesi gerekiyor. Yoksa böceğin önünü alamazsınız. Bütün güçlüklere ve insanların işleri çok da fazla önemsememesine rağmen, biz bütün istihdamı bölgeden sağlamaya çalıştık. Ancak öyle bir noktaya geldik ki baktık o yörenin insanı ile bu iş yürümüyor. O kanaat oluştu bizde. Bu defa ne yapalım ne edelim arayışına girdik. Baktık ki bu işin merkezi Adana. İşçilerimiz geldi, şimdi çalışıyorlar ve biz de çok memnunuz. Ancak biz SAMMEY’ de çalıştıracak ziraat mühendisi de bulamıyoruz. Arıyoruz ancak herkes rahat kolay bir iş istiyor. Bizim işimiz arazi işidir, masa başı işi değil. Benim bildiğim teknik personel masa başında çalışamaz. Bizim orası üniversiteden bile daha çok önemli. Bahçemizde iki ya da üç yıl isteyerek ve kendini geliştirmek için çalışan hevesli bir insan ancak ziraat mühendisi olabilir. Bizim orası üniversite üstü bir okul diyebiliriz. Biliyorsunuz dünyada dikim alanları hızla azalıyor. Ben Kutlukent’te doğdum, o zamanlar orada ekilmeyen bir karış yer yoktu. Şimdi köyüme gidip bakıyorum, ekim alanı yüzde ona düşmüş bir yerde. Samsun’un sadece sanayiye değil tarıma dayalı sanayiye yönlendirilmesi gerekir. Tarım arazisi bu kadar geniş olan bir şehrin bunu değerlendirememesi ülkemizdeki çarpıklıklardan biridir. Bugün Samsun’da bir meyve suyu fabrikası kurmaya kalksak şehirde yeterli hammaddemiz yok.

istihdam edeceğimiz işçilerle sürdürmeyi düşündük ve muhtarlara söyledik, bize gönderebilecekleri kişileri gönderdiler, adamlar geldi. 2008 yılı Ağustos ayına kadar, oradaki insanları istihdam etmeye gayret ettik. Ancak oradaki insanlardan çalışma konusunda verim alamadık. İşi takip etmiyorlardı. Bizim işimizin de hiç aksatılmaması gerekiyor. Bugün ilaçlama

Önümüzdeki sene bir soğuk hava deposu ve paketleme tesisi kurmayı düşünüyoruz. Tabii ki hedefimiz ihracat. Ancak biliyorsunuz ki ihracatta çok büyük rakamlar oynuyor, tonajın çok yüksek olması gerekiyor. Gelecek sene üretimimizin doruk noktasına ulaşmış olacağız. Bunun için bizim yaptığımız ön fizibilite çalışmalarına göre şu an asgari 1000 tonluk bir soğuk hava deposu yapacağız. İhracatta hedefimiz de Rus pazarı. Avrupa’yı hiç düşünmüyoruz çünkü Avrupa’da İtalya ile boy ölçüşemeyiz. Ama onlar da bizle Rus pazarında rekabet edemezler. Çünkü arada büyük bir nakliye farkı var. Ayrıca başka üretim alanlarının kurulmasını teşvik ediyoruz, bunu çok arzu ediyoruz.


11. Reklam

21 SAYI 3 / OCAK 2010


SİVİL İNSİYATİF

Siyaset ve ideoloji sendikaları amacından uzaklaştırıyor

Samsun’daki özelleştirmeler isabetsiz miydi? Mustafa BİLİK

S

endikalar son yıllarda, taşıdıkları misyon ve üstlendikleri fonksiyonun aksine, daha ziyade aralarındaki çekişmelerle gündeme gelmekte. Türkiye’de işçi haklarını savunan bu büyük çaplı kuruluşların, demokratik düzende üzerlerine düşen ‘baskı grubu’ rolünü hakkıyla ya da objektif icra edebildikleri de tartışmalı. İşçilerin yanı sıra memurların örgütlendikleri memur sendikaları da vizyonda yıllardır. Sendikacılığı ve sendika kavramının temel çıkış noktasını irdelediğimiz dosyada ortaya çıktı ki; bölge ölçeğinde de birbirinden tamamen farklı fikirlere sahipler. KESK dönem sözcüsü ve TÜM BELSEN Samsun Şube Başkanı Suat Yılmaz, 1987 sonrası ülke genelinde uygulanan özelleştirme politikalarından en fazla Samsun’un etkilendiğini; şehrin işsizlik girdabında boğulmasına zemin hazırlandığını ileri sürüyor. Geçmişten günümüze istihdam arzının %80’ini kamu kurumlarınca karşılandığı ilde özelleştirmeye Et Balık Kurumu ve Yem Sanayileri’nden başlanıyor. Bunu Azot, Bakır ve Tekel’in özele devri izliyor. YEDAŞ da özelleşenler listesinde. Özelleşme işten çıkarmalarla istihdamı negatif etkiliyor. Yeni iş sahalarının açılmamasıyla işsizlik oranı ve tetiklediği sorunlar artıyor. Sendikalarının sadece ekonomik haklarla uğraşmadığını, her türlü toplumsal olayın içinde yer aldığını ifade eden Yılmaz, 22 SAYI 3 / OCAK 2010

Sendikalar sadece aidat toplayan; üstüne üstlük üzerine vazife olmadığı halde kısır siyasi ve ideolojik tartışmalarda boy gösteren örgütler haline mi geldi? Çalışan sendikasından ne bekliyor? Samsun’daki işsizliğin asıl sebebi ne? Soruları Samsun temsilcilerine yönelttik.

“Özellikle halkı derinden ilgilendiren eğitim sağlık ve yerel yönetimlerde düşüncesini her zaman ortaya koymuştur.” diyor. Siyasal iktidarın arka bahçesi hüviyetindeki oluşumların baskı grubu fonksiyonu eda edememenin ötesinde, bizzat baskı altında kaldıklarını anlatan Yılmaz, “Aidatlar son 3 yıldır devlet tarafından ödenmektedir. Fakat bu da yanlıştır. Hiçbir ülkede sendika aidatlarını devlet ödemez. Bu gönüllülük esasına göre olmalıdır. Bu böyle olduğu sürece işverenin sendikası olursunuz. İşverenler sendikaları sevmezler. Hatta böyle bir yapının olmasını da istemezler. Dolayısıyla hal böyle olunca bir iletişimsizlik olmaktadır. Ama bir demokratik kitle her zaman iletişimi sağlayacak güçtedir.” diye konuşuyor.


yönelik yaptırımlar. Özellikle bu madde Avrupalıların asla işine gelmiyor. İnsan haklarına değer verilecekse önce çalışma hayatı ile ilgili yasalar yeniden ele alınmalı.” Topçu, dünyada hantal ve anrantabl işletmelerin özelleştirilmesiyle istihdam oranının yükseldiğini, ama Türkiye’de tersinin tatbik edildiğini kaydediyor: “Samsun ekonomisinde ana temelleri oluşturan ve lokomotif görevi yapan işletmeler yanlış özelleştirme sonucu kapanınca şu anki istihdam sorununu ortaya çıkartmıştır. Tekel Sigara Fabrikaları, Azot - Bakır işletmelerinin özelleştirilmesiyle, binlerce kişi issiz kaldı. Eskiden bu fabrikaların mesai bitiş saatlerinde inanılmaz bir insan yoğunluğu yaşanırdı şehir merkezinde. Caddeler ve dükkânlar bu insanlarla dolar ve canlılık yaşanırdı.” Memur-Sen Samsun İl Temsilcisi Nurettin Sever de, sendikaların çalışanların hakkı için mücadele ortaya koyduğunu belirtiyor. Ancak ardından açık yüreklilikle bir gerçeği ifade etmekten geri durmuyor: “Maalesef sendika üyeleri sadece ekonomik yönden kazanımlara bakmakta; bu da kamuoyunun sendikaları sadece aidat toplayan bir kuruluş olarak görmelerine sebep olmaktadır.” Sever bunu dile getirmesine rağmen, eleştirinin özüne katılmıyor. Ona göre bu bakış açısı, üyelerin hep ekonomik kazanımı önde tutmasından ve sosyal avantajları önemsememesinden kaynaklanıyor. İşsizliği önleme ve istihdam konularının haricinde üyelerin kişisel gelişimleriyle de yakından ilgilendiklerini söylüyor: “Yerel yönetimlerde zabıta çalışanlarına, kurumlarda çalışan memur ve idarecilere yönelik eğitim çalışmalarını genel merkezimiz öncülüğünde gerçekleştiriyoruz.” Memur sendikaları toplu grev ve sözleşme hakkından mahrum. Peki, bu durum olaya nasıl yansıyor? Yılmaz soruyu şöyle cevaplıyor: “Sendikalar aslında kurumlar üzerinde baskı grubu statüsünde görünmekte fakat hükümetle masaya oturulduğunda memur sendikaları toplu grev ve sözleşme hakkı olmadığı için baskı grubundan çok tehdit grubu olarak ön plana çıkmakta. Siyasetin ve ideolojinin karışması haliyle sendikaları amacından uzaklaştırmaktadır. Çünkü siyasete veya ideolojiye göre üye olan yelpaze zaman zaman değişebiliyor. Bu da sendikaları si-

yasi partilerin güdümünde veya yandaşı gibi algılanmasına neden oluyor.” Türkiye’deki sendikacılığı ve sendikaların istihdam sorununun çözülmesi noktasındaki yerini konuştuğumuz Türk - İş 6. Bölge Temsilcisi İsmail Topçu, sendikaların bilinçli politikalarla güçsüzleştirildiğini iddia ediyor. Uluslararası Çalışma Örgütü’nün (ILO) sözleşmelerinin imzalanmasına rağmen uyum yasalarının asla çıkartılmadığını hatırlatıyor: “En ufak konuda aleyhimize fırtınalar koparan Avrupa Birliği (AB), Uluslararası Çalışma Örgütü sözleşmelerine uyum yasalarını bizden talep etmemektedir. AB, insan hakları dendiğinde sadece Diyarbakır’ı önümüze getiriyor. Bu ülkede çalışan insanlarımızın örgütlenme hakkı söz konusu olduğunda kimsenin sesi çıkmıyor. PKK’nın affedilmesine yönelik açılım gerçekleştiriliyor ise o zaman benim özel sektörde çalışan insanlarım için de açılımlar yapılmalıdır. Kürt diye addedilen insanlarımıza ayrıcalık yapmak için ülkenin bağımsızlığını tehlikeye atan siyasi iktidar, diğer tarafta köle gibi çalıştırılan insanları görmezlikten geliyor.”

Samsun halihazırda kamu yatırımlarından en az nemalanan iller arasında. Sanayiye geçişi tamamlayamadı. Yıllar yılı tarıma ve hizmet sektörüne bağımlı kaldı. Liberal ekonomilerle tarımın bitirilmesi sonucu şehir bugünkü kötü ekonomik tabloya mahkum oldu. Bu tespitler Topçu’ya ait. Şunlar da: Yetişen genç nesil kamuda iş bulamadı. Sanayi zaten yok. Tarımla karnını doyuramadı. Samsun şu an sağlık sektörüne önem veriyor. Ama sektörünün istihdam kapasitesi sınırlı ve kalifiye eleman düzeyinde. Bu yüzden istihdam sorununa çare olamıyor.

Durumun iç sızlattığını anlatan Topçu, şöyle diyor: “AB bu ülkenin don lastiğinin ebadına varıncaya kadar çeşitli normlar sunarak istekte bulunurken iki konuyu asla Türkiye’nin önüne getirmedi ve bu konularda iyileştirme istemedi. Birincisi işçilerin insanca yaşamasını sağlayacak sendikal yasaların çıkması, ikincisi ise siyasal partiler ve seçim yasasının değişmesine 23 SAYI 3 / OCAK 2010


SAĞLIK

Domuz gribi korkusu virüsten beter... Domuz gribi hastalığına ilişkin o kadar çok söz söylendi ki artı bir kelimeye dahi ihtiyaç yok aslında. Ancak bu sözler tezatlarla dolu. Bu yüzden kafalar bir hayli karışık. Toplumun bir bölümü korku ve panik halinde. Haberexen konunun ihmal edilen ve hesaba katılmayan psikolojik boyutunu ele aldı. Atiye Gülfer KAYMAK

D

omuz gribi hastalığı epeydir hayatımızda. Amerika ve Meksika’da ortaya çıkan ve kısa bir sürede birçok ülkeye yayılan H1N1 virüsü, en sık kullanılan sözcükler listesinin ilk 10’unda. Her taraf, Sağlık Bakanlığı’nın konuya ilişkin afişleriyle dolu. TV programları, haber bültenleri ve yazılı basında anlatılanlara kulak tıkamak imkânsız. Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın söz konusu hastalıktan koruyan aşıyı kendisine ve ailesine tatbik ettirmeyeceğini söylemesi, bilim adamlarının zıt açıklamalarıyla zaten karışan kafaları iyice çıkmaza itti. Sıradan vatandaştan uzmanlara kadar hemen herkesin bu konuda ifade etmek istediği birkaç kelimesi var gibi. İnsanlar panik ve korku hali içinde. Tam cevabı alınamayan soruları bir de Ondokuz Mayıs Üniversitesi, Eğitim Bilimleri Bölümü, Eğitimde Psikolojik Hizmetler Anabilim Dalı öğretim üyelerinden Yrd. Doç. Dr. Canani Kaygusuz’a yönelttik. Umarım zihin bulanıklığı bir miktar azalır bu röportajla. 24 SAYI 3 / OCAK 2010

- Bir şeyin şüyu‘u vuku‘undan beter. Bu güne kadar bu hastalığın genellikle vuku’ndan bahsedildi. Biz ise sizinle olayın şüyu‘ alanını konuşmak istiyoruz…. Bir şey olmadan o şeyin olacağına ilişkin bir söylentinin çıkması ya da söylentilerin yayılması aslında sık rastlanılan bir insani hal; yani yadırgatıcı değil. Hatta bazen bunun olmaması yadırgatıcı. Bunun insani bir hal olması, önemli oranda, insanın belirsizliklere karşı tahammülsüzlükleriyle ilişkili. Şöyle söylemek daha doğru belki; herhangi bir konuda açık seçik bir fikre sahip değilsek ve bu açık seçik olmama durumu bizi tedirginleştiriyorsa, o şeyi açık seçik hale getirmek için bilişsel süreçler neredeyse otomatik olarak devreye girer ve durumu anlamlandırmayı dener. Bilişsel süreçlerin bu anlamlandırma çabası, insanın hem fiziksel hem psikolojik varoluşuna ciddi destek sunar ya da insan bu sayede yaşamda kalmayı ve yaşama tutunmayı becerebilmektedir ve bu durum insanın tarihsel bir canlı oluşuyla ilgilidir. Söylentiler aracılığı ile ya da söylentilere de kulak kabartarak gerçeği keşfetmeye çalışmak, insanın doğayı yeteri kadar kontrol edemediği/doğa karşısında güçsüz olduğu onbinlerce yıl boyunca, kendini tehlikelerden koruması için geliştirdiği bir yoldur. Bu yüzden en azından başlangıçta yani insanoğlunun henüz çıkar ilişkileri üzerinden dünyayı “kurmadığı” zamanlarda “bir şeyin şüyu‘u vuku‘undan beter” değildi. Şöyle düşünürsek söylediklerim daha anlaşılabilir. Onbinlerce yıl önceye gidelim. İnsan henüz doğa karşısında korunmasız. Yırtıcı hayvanlar, beklenmedik doğa olayları, kıtlık dönemleri, giderek başka kabilelerle karşılaşma ve savaşlar vs… O koşullar altında insan, o ana kadar kendi zihinsel ya da kültürel belleğinde yeri olmayan bir durumla karşılaştığında ve tedirginleştiğinde, hayatta kalmak için ilk olarak bu durumu anlamlandırmak üzere hızla bilişsel süreçlerini devreye koydu ve bu durum bugün de böyle işliyor. İnsanın bilişsel süreçleri durumu anlamada yetersiz kaldığında, o olaya / duruma yanında yöresindekilerin nasıl anlamlar yüklediğine odaklandı ve onların algılamalarını kendi bilişsel süreçlerine dayanak yaptı.


Böylelikle kendisi için yeni bir durum karşısında kendini yalnız hissetmeyip, durum yanlış anlamlandırılsa bile tek sorumlu olarak kendini görmedi. Durumla ilgili olarak diğerleriyle ortak bir fikre sahip olmanın huzuruna ulaştı hatta. Yeni duruma ilişkin anlamlandırma eğer kişiye ya da gruba fayda sağlamışsa bu sadece bireyi huzura kavuşturmadı, giderek bu ortaklaşmadan duruma ilişkin kültürel bir norm da oluşturdu ve yeni kuşaklara bunu kültür mirası olarak aktardı. Yani öz olarak, bir şeyin söylentisi, en azından insanoğlunun tarih sahnesinde kişisel çıkar eksenli çıkmadığı dönemlerde, müphem olanın açık hale getirilmesinde elzem olup, insanın belirsizlikten kurtulmasını sağlayan dinamikleri içinde barındıran bir durum. Ve bu bağlamda, o şeyin “şüyu‘u vuku‘undan beter” değil… Buraya kadar söylediklerim, her şeyin doğal seyrinde işlediği durumlarda, söylentinin, aslında insan için rahatlatıcı/ koruyucu bir işlevi olduğuna ilişkin. Ama bu koruyucu işlev, tüm tarih boyunca hep koruyucu olmuş mudur? Ya da günümüzde hala koruyucu olmakta mıdır? Günümüzde özellikle kitlesel olarak yayılma riski olan durumlarda ve gene özellikle bireylerin paniklemesinin birilerinin çıkarına işlediği durumlarda, söylenti, müphem olanın anlaşılması için bir koruyucu işlev üstlenmekten ziyade, “gerçeğin” çıkarlar ekseninde yeniden “kurulmasının” bir aracı haline dönüşebilmektedir. Kuş gribi, domuz gribi ya da şimdiden bizleri hazırladıkları olası “at gribi” vs… gibi hızla yayılma olasılığı olan durumlar için bu söylentile-

istenmeyen bir durumun gerçekleşeceği yönündeki panik, korku arttıkça, söz konusu durumun meydana gelme ihtimali yükselir mi?

İnsanların domuz gribi konusunda söylenen zıt kutuplu şeylere şaşırma hali, gayet insanidir ve onbinlerce yıl geriden gelen bir korunma halidir.

rin neden ve nasıl yayıldığı, kimler aracılığı ile ve kimin çıkarı için bu söylentilerden yeni bir “hakikat” oluşturulmaya çalışıldığı hususunu analiz etmek epey ekonomi konuşmayı gerektirir. Ama açıkçası benim sınırlarımı aşar. Ya da bu konularda da, herkesin birbirlerinden etkilenerek kendi söylentilerini oluşturduğu da bir vaka ki, hani şu komplo teorileri ışığında yırtılmaya çalışılan karanlık zihin kalıplarıyla ilgili olan mezra -ki, dedim ya benim değerlendirebilme sınırlarımın dışında. - Şu anda sanki potansiyel “jel adam”lar gibi evlerde, okullarda, sokaklarda tam steril dolaşıyoruz. Neredeyse, bileklerimizden örümcek adam misali her daim jel sabun fırlatacak, yüzümüzde uzmanların salık verdiği bir maskeyle dolaşacak potansiyel obsesif kompülsif (takıntılılık hali) kıvamındayız. Peki,

“Jel adamlar” benzetmesi güzel gerçekten. “Steril hayat” sürdürebilme kurgularıyla hayatı sürdürme düşleri de güzel. Birbirimize örümcek adam misali her daim jel sabun fırlatma metaforu da… Ama açıkçası “istenmeyen bir durumun gerçekleşeceği yönündeki panik, korku arttıkça, söz konusu durumun gerçekleşme olasılığı artar mı” gibi net soruya benim net bir cevabım yok. Korku ya da paniğin psikoloji literatüründe “histerik bulaşma” ya da “kolektif histeri” diye adlandırılan bir yönü olduğu biliniyor. Başlangıçta özellikle kışla, yurt, okul vs… gibi toplu yaşam alanlarında ortaya çıkan bir “kötü durumun”, diyelim bir dizanteri durumunun, o grubu hızla etkilediği ve gerçekte o fiziksel hastalığa sahip olmayan kişilerin de benzer tepkilerle hastanelere başvurdukları 1968 yılından beri biliniyor. Ancak bir hastalığı taklit eden belirtiler göstermekle o hastalığa yakalanmak aynı şey değil. Yani, istenmeyen bir şeyle yüz yüze kalacağını düşünen kişinin o istenmeyen şeye dair “taklit belirtiler” geliştirmesi mümkün. Ancak bu “taklit belirtilerin” hastalığa dönüştüğüne dair en azından benim bildiğim vakıalar yok. Gene de insanın bir hastalığa yakalanacağına ilişkin inancının zamanla o hastalığı davet ettiğine dair “sezgisel bilgiye” sahip olduğumu söyleyebilirim. Ama bu daha çok kişisel deneyimlerle ilgili. Yani, akademik ya da bilimsel bir kıymeti yok bu son söylediğimin. 25 SAYI 3 / OCAK 2010


SAĞLIK kaldıklarından şaşırmışlardır. Onların şaşırmalarının asıl nedeni, bu belirsizlik karşısında duydukları korkudur, kuşku değil. Onlar, neyi yaparsak doğru olur? diye kuşkuyla(ymış gibi) çevreden gelecek her tür bilgiye kulak aralarken bile, bu konuda “gerçeğin” bilgisine yaklaşayım diye kuşkulu bir hal içinde olmanın değil, başlarına gelecek “felaketin” daha aza indirilmesinin derdinde olduklarından dolayı şaşkınlar. Bu noktada, onları güdüleyen kuşkuları değil, korkuları… Bu süreçte insanların ekserisi bu konuda güvenecekleri birilerini, daha açıkçası akıllarını teslim edecek birilerini arıyorlar. Ki bu bence “özgürlükten kaçma” için ciddi bir alan açıyor bu kişilere. Nitekim şimdiden bu kişilerin bir kısmı, akıllarını teslim edecek “dayanaklar” buldu. Mesela hızla iki kutba bölündü insanlar. Ki bu kutuplarda toplanmalar, tam da “otoriterliğin” altyapısını oluşturuyor. Gerçekten fıkra gibi ama ben sokakta konuyu konuşanlar arasında, “Erdoğan olmuyorsa ben de olmam” ya da “Erdoğan olmuyorsa ben gidip olurum” demeye başlayan insanlara tanık olmaya başladım bile… Bu hal, aklı tatile çıkarma, aklın boşalttığı alanı korkuya teslim etme halinin tipik gündelik örneği… - Domuzun adını anmaktan imtina ederiz. Hatta bazı insanları bu hastalığı “hınzır gribi” diye tesmiye etmekte. Bu gribe toplumca gösterdiğimiz korku ve panik dolu reaksiyonlarımızın dinî kodlarımızla bir ilgisi olabilir mi? - Bugünkü domuz gribi endişesi ortaçağdaki “kara veba ya da sıtma” salgınlarını hatırlatıyor. Yarın bu hastalıkla ilgili olağan üstü hal ilan edilse kimse şaşırmayacak! Hâlbuki söylenenlere göre, olağan gripten her yıl daha fazla insanımız ölüyormuş. Acaba kuşku ve şüphe çağı mı yaşamaktayız? Çağımız kuşku çağı mı? Doğrusu pek bilmiyorum. Hatta ben çağımızda, aklın korkuyla kuşatıldığı ve kuşkuya yer bırakmayacak biçimde aklın korku tarafından teslim alındığını düşünenlerdenim. Bunu yaşamın her alanında görmek mümkün. Erken çocukluk yıllarımızdan başlayarak o kadar çok “öcüyle” yüz yüze bırakılıyoruz ki, o öcülerle bizi korkutanların gerçekte bir öcü olup olmadığından bile kuşku duyamaz hale geliyoruz. Uzun konu bu “öcüler” meselesi aslında ve sanırım bu söyleşinin sınırları içinde yanıtlanması da mümkün değil. Ben söylemek istediklerimi “domuz gribi” örneği üzerinden anlatmayı denersem: Siz bakmayın mikrofonlara insanların “bu konu 26 SAYI 3 / OCAK 2010

da kafalarının karıştığını”, “Başbakan’ın bir şey Sağlık Bakanı’nın başka bir şey söylemesinin onları şaşırıp bıraktığına”. Doğrudur insanların bir kısmı şaşırmış kalmıştır. Başta dediğim üzere, bu şaşırma hali, yeni bir durumla yüzleşen ve kendi bilişsel süreçleriyle yeni durumu anlamlandıramayan insanların, “çevremdekiler acaba duruma nasıl bakıyor” diye çevrelerine kulak kabartma durumudur, gayet insanidir ve onbinlerce yıl geriden gelen bir korunma halidir. “Çevremdekiler” diyip baktıklarında da dayanak noktası olarak elbette bu konuda “akil adam” olanların söylediklerine daha fazla kulak kabartacaklar. Bu da oldukça doğaldır ve gene kökleri çok eskilere gitmektedir. Bu “akil adamlar” birbiriyle zıt ya da çelişen fikirler öne sürdüklerinde de, insanların bir kısmı şaşıracak. Bunda da bizim şaşıracağımız bir şey yok. Ama bizi ilgilendiren, bu şaşırmışlar içinde olanların büyük bir kısmını bile, kendiliklerinden ya da akılları kuşkuya düştüğü için şaşırmadıklarını görmek. Yani önemli bir kısım şaşırmış insan, olup bitenden kuşku duyarak şaşırmamışlar, şaşırmışların içinde

Ülkemizde insanların önemli bir kesiminin Müslüman olması ve domuzun İslam dininde, Yahudilikte, hatta bazı kaynaklarda kısmen Hıristiyanlıkta haram kılınması, haramı çağrıştıran tüm sembollere, bu bağlamda domuz sözcüğüne de daha mesafeli durmaya kaynaklık edebilir. İnsanlar belki biraz espriyle karışık hınzır vs… kavramlarıyla durumun olası olumsuz sonuçlarını zihinsel olarak dengelemeye de yönelebilirler. Ancak bunlar korkuyu değil, iğrenmeyi yaygınlaştırır gibime geliyor. Açıkçası, gribe verilen adın, yani, bu salgına “domuz gribi” denmesinin gripten korkuyu derinleştirdiğini düşünmüyorum. Bu tanımlamanın domuz gribinden korkuyu nasıl etkilediğini değil de, domuz gribi aşısına karşı oluşan tutumları nasıl etkilediğini bilmeyi daha çok isterdim. Yani insanların örneğin, domuz gibi aşısının domuzdan üretildiği efsanesi etrafına ne kadar kümelendiklerini ve bu kümelenmenin grip aşısı yapılmamasını ne oranda etkilediğini bilmek ilginç olabilirdi.


12. Reklam

27 SAYI 3 / OCAK 2010


EĞİTİM

Ondokuzmayıs’ta sıra dışı proje avı! Merak ettik acaba Samsun Ondokuzmayıs Üniversite’sindeki öğrencilerin ne kadarı farklı ve sıra dışı projelerle öğretim üyelerinin kapılarını çalmaktaydı? Hocalar bu orijinal ürünlere nasıl yaklaşmaktaydı? Atiye Gülfer KAYMAK

S

amsun Ondokuz Mayıs Üniversitesi bünyesindeki 10 fakülte ve 1 konservatuarda yaklaşık 23 bin öğrenci öğrenim görüyor. Kimisi tıp, kimisi mühendislik, kimisi ise ilahiyat okuyor. Şüphesiz her birinin, buraya gelirken kurdukları hayalleri vardı. Peki, acaba kaçı bunları hocalarıyla paylaşmaktaydı? Hocaları hayallerini sırtlanarak karşılarına çıkan öğrencilerini nasıl karşılıyor ve yönlendiriyordu? Alameti farikası (markası) kendilerinden projeler hayata geçirmesi adına öğrencilerine kışkırtıcı davranıyorlar mıydı? Öğrencilerin ürettikleri hangi açıdan değerlendirmeye tabi tutuluyordu? Ders geçmenin bir vesilesi miydi bu ürünler; yoksa üniversitenin ana fonksiyonlarının, -keşif, tecrübe etme ve oluşturuculuğunbir icrası mı? Bu soruların cevabını ilk önce Türk Dili ve Edebiyatı bölümünde aradık. Çünkü keşif ve üretme denince bu bölüm akla 28 SAYI 3 / OCAK 2010

geliyor ilkin. Edindiğimiz bilgilere göre hocalar bölüm öğrencilerini üretkenliği bir hayli motive ediyor. Fen - Edebiyat Fakültesi’ndeki Lacivert Salon, lisans yıllarının başından itibaren tüm öğrencilerin her türlü projesine açık. Üstelik bölümde üç dönemdir ‘Yazarlık’ adlı ders müfredatta. Yazarlık Atölyeleri’nin ilk ürünü ‘Saathanenin Tiktakları’ adlı proje, Prof. Dr. Yavuz Demir danışmanlığında gerçekleştirilerek milli mücadelenin 90’ıncı yılında Samsun’a hediye edilmiş. Kısacası, mezuniyet akabinde arkalarından bir eserle anılma endişesi güden öğrencilere sahipti bu bölüm. İkinci durağımız Fizik Bölümü. Atom ve Moleküler Fiziği bölümü hocası, Prof. Dr. Recep Tapramaz’ın yanındayız. Öğrencilerinin imza atacağı orijinal projelere kapılar burada da her zaman açık.

“4 yıl içinde üniversiteyi bitirelim, diplomamızı alalım, haydi bakalım gidelim” diyen öğrenciler değil, bu işleri seven ve ilgi duyanlar kapıları aşındırıyor. Onların sayısı da maalesef bir elin parmaklarını geçmiyor. Bazı projelerdeki orijinallik gerçekten şaşırtıcılığı zorluyormuş. Ama bazen de ayakları yere basmayan, ütopik projelerle çıkılıyormuş hocaların karşısına. Tapramaz’a, Devr-i Daim makinesiyle gidenler dahi olabiliyormuş. Oysa klasik fizikteki genel yasalardan biri şöyle demekte: “Enerji yoktan var edilemez.” Hoca, bu durumda öğrencileri güçleri kırılmasın diye pek eleştirmediklerini ama gerçekçi projelere yönelttiklerini anlatıyor. Fizik, kimya, biyoloji projeleri haliyle derin bilgi birikimi ve büyük yatırım gerektiriyor. Bu yüzden çok az üretiliyor. Hemen pratik imkanı yok gibi. Daha ziyade tartışma zemininde irdeleniyorlar.


Dosya için görüştüğümüz Mühendislik Fakültesi Elektrik ve Elektronik Mühendisliği bölümü öğretim üyelerinden Doç.Dr. Okan Özgönelel ise konuya dair şunları söylüyor: “Bizim öğrenci projelerimiz bitirme projelerinden meydana geliyor. Bitirme projeleri, öğrencilerimizin 4 yıl boyunca elde ettikleri mesleki bilgi, beceri ve deneyimleri bir konu üzerinde derinleştirebilecekleri kapsamlı çalışmalar. Böylelikle, öğrenciler yılsonunda ilgili hocalardan almış oldukları bitirme projelerini hayata geçiriyor. Proje seçim konularında öncelikli olarak öğrencilerimizi özgür bırakmayı yeğliyoruz, onların hayallerini gerçekleştirebilmeleri için. Öğrenci konu bulamadığında ise hocalarımız öğrencileri yönlendirmeye mecbur oluyor. Tabii bu projeler bitirme projesi olduğu için bu projeleri tamamen kendi istekleriyle gerçekleştirdiklerini söyleyemeyiz, bu durum pek de öğrencilerin ellerinde

değil çünkü. İşin içine ister istemez ders geçme kaygısı giriyor. Güneş enerjisi ile araba yürütme gibi projeleri olan OMÜ Robot Teknolojileri Kulübü de var tabii. Öğrencilerin tamamen özgür ve bireysel olarak yaptıkları projelerle ise oldukça nadir karşılaşıyoruz. Bu tür fikirler zaten 3. ,4. sınıflarda bir şeyler oturmaya başlayınca ortaya çıkar. ‘Hocam şöyle bir konu var, şu konuyu araştırıyoruz, internette gördük de’ diyerek kafalarındaki projelerle yanımıza gelen öğrenci sayısı çok az. 1 ya da 2 öğrenci her yıl ya çıkar ya çıkmaz. Zaten, o tür öğrencilerle oldukça sivil bir ilişkimiz vardır. Mezun olduklarından sonra da akıllarda kalacak olanlar onlardır.” Ziraat Fakültesi’nde de durum aynı mıydı? Bahçe Bitkileri Bölümü öğretim görevlilerinden Doç. Dr. Ümit Serdar’a yılda kaç öğrencinin bireysel çalışma tasarlayıp ürettiğini soruyoruz. Biraz

düşündükten sonra sadece bir öğrencisini hatırlıyor. Anlıyoruz ki, özel projeleriyle kapı aşındıran üniversiteli bulmak başlı başına bir araştırma konusu! Her ne kadar eser meydana getirmede ve bireysel proje katsayısında ayrıca değerlendirilmeleri gerekse de, Güzel Sanatlar Fakültesi ve Konservatuar’da da, peşine düştüğümüz sorunun cevabını arıyoruz. Güzel Sanatlar Resim Bölümü öğrencileri, bir projeyle hocalarına uğrayan hiç kimsenin geriye boş dönmediğini; farklı ve sıra dışı resimler için özel sergi açılabildiğini ifade ettiler. Konservatuar müzik bölümündeki hocalar da, farkı arayan, alanlarına kendilerinden bir şeyler katma çabasındaki öğrencilere olumlu ve yapıcı yaklaşmakta ve gelecek vaat edenleri yönlendirmekteydi. 29 SAYI 3 / OCAK 2010


AAAAAAAA

13. Reklam

30 SAYI 3 / OCAK 2010


14. Reklam

31 SAYI 3 / OCAK 2010


KAPAK

Samsun sponsorlarını arıyor... Futbol Samsun’un tanınması, gelişmesi ve kenetlenmesinde çok önemli bir unsur. Samsunspor’u yeniden Süper Lig’e çıkarmakla nelerin değiştiğini görmek için bir an önce harekete geçme zamanı şimdi. Samsunluluk ruhunun ana yollarından biri de futbola el atmaktan geçiyor. Bu ayak oyununda hayat var; ayak oyunlarına kanmayın. Mustafa BİLİK - Vedat ATICI

Samsunspor, ambleminde Atatürk’ün resmini taşıyan tek kulüptür.

F

utbol, sadece futbol değildir.” sözü, tescilli bir gerçek artık. Futbol bir endüstri; iletişim kanalı; gücü mukayesesiz tanıtım aracı; diğer uçları ekonomiye, ticarete, siyasete ve diplomasiye açılan insanlığın soluklandığı sosyal bir atmosfer. Hakkındaki olumsuz fikir ve yorumlar bir yana, dünyanın ortak paydalarından aynı zamanda. Futbol öte yandan en yaygın dil, hemen hemen herkesin konuşabildiği. Aidiyet duygusuna muhtaç kozmopolit Samsun için biçilmiş bir kaftan futbol. Şehre hiç de yabancı değil bu özelliğiyle. 1980 ila 90’ların Samsunspor’u başarıdan başarıya koşarken hissedildi bu duygu. Kulübün efsane kaptanlarından Emin Kar, “Bizim idman yapmaya sahamız bile yoktu. 32 SAYI 3 / OCAK 2010

Ya kumlukta idman yapardık ya da Azot işletmesinin sahasında. Şimdi ise 3 tane çim sahamız, saunalarımız, her futbolcuya özel odalarımız var, buna rağmen başarıyı yakalayamıyoruz maalesef.” diyor. Bugünkü imkânlarla süper lig şampiyonluğunu yakalayabileceklerini söylüyor. “O zaman kulüp neden bu hallere düştü?” sorusunu ise şöyle cevaplıyor: “Bizde o zamanlar forma aşkı ön plandaydı. Biz o zamanlar tam bir takım olmuştuk, tam anlamıyla ekiptik.” Kar’ın ifade ettikleri olayın önemli ama sadece bir boyutunu ortaya koyuyor. Sponsor desteği en az takım ruhu kadar mühim şimdi. Şehir sermayesinin takımına sahip çıkması. Bir şehrin markalaşmasında sportif başarının rolü tartışılamaz. Barselona’yı

dünya şehri yapan ana unsur futbol. 25 yıldır şampiyonluğa erişemese de Trabzon’un popülerliğinin arka planında da bu ayak oyunu var. Tarıma elverişsiz topraklarında dev sanayi tesisleri yeşerten Kayseri bile keşfetti hakikati. Galatasaray’ın 2000 UEFA şampiyonluğunun Türkiye’ye tanıtım katkısının meyvelerini yiyoruz hala. Brezilya için çarkları tıkır tıkır işleyen tam anlamıyla endüstri futbol. Bu güzel ayak oyunu, ayak oyunlarına karşı çok kırılgan. Bir anda tozu dumana katmak mümkün. Alt yapısız, plan ve programsız ne ayakta kalmak imkan dahilinde ne de kalıcılığın temellerini atabilmek. Samsun’un gelişmesi, büyümesi ve Türkiye’de sözü geçmesi biraz da futbola bağlı.


Yıl 1965. Amatör lig takımları 19 Mayıs, Fener Gençlik, Akınspor ve Samsunspor tek bir çatıda birleşir. Samsunspor adıyla profesyonelliğe adım atılır. Kurucu takımlardan amatör Samsunspor’un geçmişi 1927’ye uzanmaktadır. Forma renkleri de siyah-beyazdır. Birleşmeyle kurulan Samsunspor’un renkleri ise kırmızı-beyaz. Takım 1969’da Birinci Lig’e yükselir. 1980’lerin ikinci yarısında altın dönemini yaşar. 1985–89 arasında iki defa lig üçüncüsü, bir kez de dördüncü olur. Şampiyonluğu son anlarda kaçırır. Anadolu kulüplerinden Balkan Kupası’nı müzesine götüren tek takımdır.

Samsunspor’un elde ettiği başarılar 55 plakalı şehrin takımı, 1966 - 69 yılları arasında Türkiye 2. Ligi’nde evinde oynadığı 55 lig maçında yenilmedi.

Aynı süreçte Beşiktaş ile oynadığı 7 maçı da kaybetmedi. Trabzonspor’a ise Samsun’da hiç mağlup olmadı.

- Türkiye 1. Ligi’ne (şimdiki adıyla Süper Lig) 2. Lig’den yükseldiği sezon en iyi dereceyi elde eden takımdır. - Süper Lig tarihinde 3 kez gol kralı çıkarmıştır. Tanju Çolak 1985-86 (Avrupa’da Bronz Ayakkabı) Tanju Çolak 1986-87, Serkan Aykut 1999-2000.

- Birinci Ligi 1985-86 ve 1986-87’de sezonlarında üçüncü, 1987-88 sezonundaysa dördüncü bitirdi.

- Bir resmi maçta, Türk Milli Takımı’na en fazla oyuncu gönderen Anadolu takımıdır. 12 Kasım 1986’da, 0-0 biten Türkiye-K.İrlanda maçında 4 Samsunsporlu futbolcu ilk onbirde yer aldı.

Takım istikrarsızdır. Sık sık ikinci lige düşer. Ama çok vakit kaybetmeden yeniden üst lige geri döner. Bu yüzden de ‘asansör takım’ diye anılır yıllarca. İkinci ligde 6 defa şampiyon olur. 20 Ocak 1989 Samsunspor tarihinin en acı günüdür. Takımı Malatya deplesmanına götüren otobüs Havza yakınlarında kamyonla kafa kafaya çarpışır. Teknik direktörü, üç oyuncusu ve şoförü elim kazada hayatını kaybeder. Çok sayıda futbolcu da yaralanmıştır. Futbol Federasyonu özel bir kararla kaza sonrası maç oynayamayan takımı o yıl ligde tutar. Kazayla kulübün forma renklerine siyah da eklenir. Geleceği parlak ya da parlamış oyuncular kazanın fiziki ve psikolojik izlerinden kolay kolay sıyrılamaz. Düşüş kaçınılmazdır. Örneğin Ümit Milli takımın kuvvetli golcüsü Mustafa Sinecek kariyerini 2’nci Lig takımlarında sürdürür. Keza ileride çok iyi bir santrafor olması beklenen genç futbolcu Yüksel de 2’inci Lig takımlarında oynar ve futbolu bırakır. Takım sonraki 5 yılda ikinci lige gidip gelir. Kırmızı - Beyaz-Siyahlılar 20 Haziran 1994’te gelecek vaat eden oyuncuları Müjdat Gürsu’yu da tatilini geçirdiği Antalya’da trafik terörüne kurban verir.

- Samsunspor, 1985-88 yılları arasında F.Bahçe, Beşiktaş ve Trabzonspor’a sahaları dar etti. Söz konusu dönemde Fenerbahçe ile oynadığı 9 resmi maçta yalnızca 1 kez yenildi. İlk 6 maçtan 5’ini kazanırken kalesinde gol görmedi. Toplamda 14 gol atıp, 3 gol yedi.

- Birinci Lig tarihinin 23 haftayla en fazla liderlik koltuğunda oturan 5’inci takımıdır. - 1 kez Türkiye Kupası finali oynamıştır. - 1993 - 1994 Balkan Kupası Şampiyonu. Finalde Yunanistan’ın Giannini takımını her iki maçta da 2-0 mağlup ederek kupayı müzesine götürdü. - 2 kez UEFA Intertoto Kupasına katıldı. 10 maçta 6 galibiyet, 4 mağlubiyet almış, attığı 14 gole karşılık 12 gol yemiştir. - 5 defa TSYD Karadeniz Kupası şampiyonu, bir kez de Akdeniz kupa şampiyonu olmuştur.

Samsunspor, en başarılı Anadolu takımlarından biri. Futbolcu potansiyeli açısından da adeta bir kaynak gibi. 33 SAYI 3 / OCAK 2010


KAPAK

İz bırakan futbolcuları 1960’lar-70’ler: Yılmaz Yurttaş, Abidin Akmanol, Coşkun Sapmaz, Nuri Asan, Halil Rifat Usta, Temel Keskindemir, Adem Kurukaya, Cengiz Güngör, Yalçın Aytüner, Hamdi Tezol, Hayri Koloğlu, Sami Tali, Şendoğan Çakmaker, Ömer Kuranel, 1980’ler: Hasan Şengün, Necati Öksüz, Murat Şimşek, Emin Kar, Tanju Çolak, Muzaffer Badaloğlu, Mete Adanır, Burhaneddin Beadini, Nasır Beadini, Savaş Demiral, Orhan Kapucu, Rıfat Benli, Yaşar Yiğit, Zafer Çabalar, Erol Dinler, Mustafa Sinecek, Giorgi Jovanovsky 1990’lar: Daniel Timofte, Yücel Uyar, Kasım Çıkla, Ertuğrul Sağlam, Serkan Aykut, Ercan Koloğlu, Celil Sağır, Cenk İşler, Bogdan Stelea, Ike Shorunmu, Dusko Milinkoviç, Osman Akyol, Sinan Yeşil, Bünyamin Kubat, Müjdat Gürsu, Ali Akdeniz, Erman Güraçar, Wilson Oruma, İsa Turan, Allum Bouker, Michel Ngonge, Vural Korkmaz, Sergei Epirueanu, İsmet Taşdemir 2000’ler: Alfred Phiri, Musa Aydın, Mehmet Nas, Kenan Yelek, Tümer Metin, Adnan Güngör, İlhan Mansız, Kaies Ghodhbane, Anis Ayari 34 SAYI 3 / OCAK 2010

A milli oyuncuları Temel Keskindemir, Hasan Şengün, Tanju Çolak, Savaş Demiral, Fatih Uraz, Orhan Kapucu, Ertuğrul Sağlam, Sinan Yeşil, Osman Akyol, Celil Sağır, Ercan Kol, Vural Korkmaz, Serkan Aykut, Kenan Yelek.

Görev yapan başkanlar 06.07.65 - 27.02.68 28.02.68 - 31.05.71 01.06.71 - 13.03.72 14.03.72 - 28.06.73 29.06.73 - 20.01.74 21.01.74 - 01.04.74 02.04.74 - 05.06.79 06.06.79 - 25.02.82 26.02.82 - 19.02.84 20.02.84 - 23.04.89

Kadri Ersan Yılmaz Ulusoy Nüzhed Ulusoy Bülent Semizoğlu Fevzi Tombuloğlu Bülent Semizoğlu Fehmi Sağlamer Ender Cengiz Hüseyin Altuncu Hasbi Menteşoğlu

24.04.89 - 16.06.91 Hakkı Tomaç 17.06.91 - 31.05.92 Aslan Çınar 01.06.92 - 20.01.01 İsmail Uyanık 21.01.01 - 25.06.02 Y. Ziya Yılmaz 26.06.02 - 20.06.05 İsmail Uyanık 26.07.05 - 01.07.06 Adnan Ölmez 01.07.06 - 13.08.07 Mazhar Başoğlu 13.08.07 - 12.07.08 Sezgin Gümüş 12.07.08 - 14.03.09 Fuat Köktaş 14.03.09 Şu anki başkanı Hakkı Tomaç.


15 reklam

35 SAYI 3 / OCAK 2010


KAPAK

Efsane kaptan Emin Kar Samsunspor aşkıyla yaşıyor... “25 futbolcusundan 15 tanesi Samsun’un evladı olmalı ki takım omuzlansın. Şimdi ki futbolcular tamamen paraya endeksli, bizde o zamanlar forma aşkı ön plandaydı. Biz o zamanlar tam bir takım olmuştuk, tam anlamıyla ekiptik.” diyor efsane kaptan. O yıllarda forma aşkı ön plandadır. Bir daire karşılığında dört yıl top koşturur. Şehir ile takımın bütünleştirilmesinin önemine de işaret ediyor.

B

ir maçta, 20 oyuncu kadar top kazanabildiği için lakabı “Kırkayak Emin” idi. O gün Samsun sanki tarihindeki en kasvetli havayı yaşıyordu. Hayatında sadece Samsunspor’da top koşturan efsane kaptan Emin Kar, 20 Ocak 1989’daki kazada sakat kalarak fiili futbolculuğa veda etti. Arka koltuklarda seyahat ettiği için Malatya deplasman yolundaki kazayı en iyi o görmüştü: “Hatalı 36 SAYI 3 / OCAK 2010

sollama yapan kamyon bizimle kafa kafaya çarpıştı. Şoförümüz kendini feda etmese hiç kimse sağ kurtulamazdı.” Kaza günü kar yağmaktadır. Çarpışmada ölen Mete Adanir ve Muzaffer Badalioğlu, hareket öncesi içlerinde bir sıkıntı hissettiklerini söyler kaptana. Sağ taraf uçurumdur. Şoför otobüsün o tarafa devrilmesini engeller. Otobüsün içinde

inanılmaz bir görüntü vardır kazanın ardından: “Can ciğer arkadaşlarımızı kaybettik o kazada. Benim hiçbir yerimde bir şey yoktu cebimdeki telefon jetonları dahi dökülmemişti. Otobüsün içinden arkadaşlarımın feryatları yükseliyordu. Ancak kımıldayamıyordum. Çarpmanın etkisi ile otobüsün koridoruna kalçamın üzerine düştüğümde omuriliğim zarar görmüş.”


Çarşambaspor’u deplasmana götüren otobüs 5 dakikalık mesafeyle arkalarındadır. Onların yardımları sayesinde kurtulurlar. Kötü günler başlamıştır. 20 gün yattığı Ondokuz Mayıs Üniversitesi Tıp Fakültesi’nde yatalak kalacağı söylenir Emin’e. Ailesi Amerika’dan bir doktor getirtir İstanbul’a. Başbakan Turgut Özal, hastanelere para ödettirmez. Altı ay İstanbul’da özel bir hastanede kalır. Altı ay da Ankara’da rehabilite tedavisi görür. Bir dizi ameliyattan sonra oturmaya başlar. Şu an araba kullanabiliyor. Kazanın seneyi devriyesinde oynanan Samsun - Galatasaray maçını sahada izler. Tekerlikli sandalyeye mahkumdur ama takımının galibiyetiyle mutlu olur.

Trabzon’da doğdu, Samsunlu oldu Trabzon’un Faroz mahallesinde doğan, şehirdeki endüstri meslek lisesinin okul takımında futbola başlayan ve 1980’de Yalı Spor’da oynayan Emin Kar, 1981’de Fuat Şengün tarafından beğenilince kendini Samsunspor’da bulur. Takım 21 Hafta Süper Lig’de liderdir. Trabzonspor, Galatasaray ve Konyaspor kendisine ısrarla transferlik teklif eder. Ama o tercihini Samsunspor’dan yana kullanır. Kaza sırasında da kaptandır. Sakatlandığı için futboldan uzaklaşır. Fakat Samsun’u ve Samsunspor’u hiç terk etmez: “Samsun’da çevre edinmiş olmam ve Samsun’da Emin Kar olmam beni buraya bağladı. Samsunspor aşkı da ne olursa olsun içimden hiç silinmedi.”

Geçmişte şartlar nasıldı? 1980’lerin başında Samsunspor’un durumu, şu ankiyle kıyaslanmayacak kadar kötüdür. Kulüpte yemek imkanı ve yiyecek yoktur. 30 futbolcu tek bir kabinde duş almaktadır. “Şimdiki tesisler, imkanlar olsaydı biz hep şampiyon olurduk. Bizim idman yapmaya sahamız bile yoktu. Ya kumlukta idman yapardık ya da Azot işletmesinin sahasında. Şimdi ise 3 tane çim saha, saunalar, her futbolcuya özel odalar var. Buna rağmen başarıyı yakalayamıyoruz maalesef.” diyor efsane kaptan Emin Kar. Peki eskinin elverişsiz şartlarındaki başarılar nasıl yakalanmıştı? ‘Özveri’ ve ‘fedakarlık’ kavramlarına atıf yapan Kar şunları anlatıyor: “ Samsunspor’un 25 futbolcusundan 15 tanesi Samsun’un evladı olmalı ki takım omuzlansın. Şimdiki futbolcular tamamen paraya endeksli, bizde o zamanlar forma aşkı ön plandaydı. Biz o zamanlar tam bir takım olmuştuk, tam anlamıyla ekiptik. Ailelerimizle birlikte bir araya gelirdik. Yemeklerde buluşurduk, pikniğe giderdik. Takım birlikteliği sağlardık. Antrenörümüz idmana gidiyoruz diye bizi

rağmen Türkiye Kupası’nda final oynama başarısını bile gösterdik. Takım altyapıya daha fazla önem vermeli. Samsunspor’un köklü bir kulüp olmasının en büyük sebebi altyapısından çıkardığı yetenekli ve karakterli futbolcularıdır. Her çocuk başarılı olmak ister ve biz kötü gittikçe yeni nesil başarıyı dışarıda aramak zorunda kalıyor.”.

Düşüş kazayla başladı...

alır pideciye götürürdü ve bu şekilde takım birlikteliğini sağlardı. Ancak biz o yıllarda bir renkli televizyon için üç sezon oynardık. Bir daire için dört yıl forma giydim. Bizim için önemli olan bunlar değil forma idi. İyi bir takım oluşturulup şehir ve futbol takımını buluşturmak lazım. Futbolcunun zaman zaman halkla bütünleşmesi gerek. Biz okullara ziyaretlerde bulunur, tatil günlerinde taraftarımızla iç içe olmaya gayret gösterirdik.”

Kurtuluş alt yapıda... Kar, takımın kendisinin de bir hayli üzüldüğü durumdan alt yapıya ve istikrara daha fazla ehemmiyet vererek kurtulabileceğinin altını çiziyor. “Bu takıma Samsunlu çocukların sahip çıkması gerekir başarı oradan gelir. Bu memleket çok başarılı ve değerli oyuncuların çıktığı bir yer. Hala daha bu tür oyuncular var bu memlekette ama heba ediliyorlar. Samsunspor artık dönüp alt yapısına bakmalı. Ancak aynı sirkülasyon alt yapıda da var oradaki hocalar da devamlı değişiyor. Bizim son bir yıl içinde 7–8 tane alt yapıda ki futbolcumuz başka kulüplere gitti. Samsunspor’un kurtuluşu alt yapıdır. Bizim çok yüksek rakamlarla iyi futbolcu alacak durumumuz yok artık. Trabzonspor’un şu anki durumu da Samsunspor gibi. Trabzonspor’un şampiyon olduğu yıllardaki kadrosuna bakarsak tamamen Trabzonlu oyunculardan oluşuyordu. Ancak şimdi öyle değil kadroda Trabzonlu oyuncu yok ve Trabzonspor’da o yıllardaki başarılara hasret.” İfade ettiklerinin ‘mikro milliyetçilik’ kapsamına girmediğini belirten Kar, “Tabiî ki para çok önemli ancak burada parayı konuşmak manasız.” görüşünü savunuyor: “Samsunspor’da kimsenin parası kalmıyor. Paralar bir şekilde faiziyle alınıyor. Şehrin çocuklarının şehir için oynaması gerekiyor. Samsunspor bugünü değil geleceğini düşünmek ve kurtarmak zorundadır.” Alt yapıyı sağlam tutmanın gücünü bir vakıayla izah ediyor: “Dönemimizde İstanbul takımları kadromuza göz koyup birkaç futbolcumuzu transfer etmelerine

Bu hallere birden gelinmediğini; alt yapı zaafı ve yönetim hatalarının adım adım yıkılışı hazırladığını dile getiren Kaptan Emin, kulüpteki düşüşün kazayla başladığı kanaatinde: “Bir anda 17–18 futbolcunun değişmesi uzun vadede devam eden Samsunspor düşüşünü başlattı. O sene ligde bırakıldık. Ancak sonrasında İsmail Uyanık ile tekrar başarı yakalanmaya başlaması ve süper lige çıkmamıza rağmen Uyanık’tan sonra kalıcı olunamadı. Son 4–5 senedir Samsunspor iyi yönetilemedi. Uyanık’tan sonra istikrar kayboldu ve çok kongre gördük. Uyanık bütün takımlar ve TFF üzerinde etkiliydi.” Kar, bir türlü sistem oturtulamadığını vurgulayıp, bunu da çok sık antrenör değiştirilmesine bağlıyor: “Son üç yılda defalarca hoca gelip gitti. Hepsinin yoğurt yiyişi farklı. İstikrar için bir hoca ile en azından 2–3 yıl devam edilmeli. Başarılı yıllarda Fethi Demircan ve Petroviç 3’er 4’er sene çalışmıştık. Bütün bu problemlerin başında da yönetim eksikliği geliyor. 3 ayda bir kongreye gidiliyor. Yönetim de istikrarsız. Bunlar başarısızlık grafiğini devamlı körükledi.” Kaptan bu gidişin nereye varabileceği konusunda da açık konuşuyor: Ne acıdır ki Samsunspor’a ilk kez bu sezon gelen adam kaptan kolluğu ile maça çıkıyor. Samsun Büyükşehir Belediye Başkanı haklı da olsa haksız da olsa artık bu işe el atmalı. El atmazsa Bank Asya Birinci Ligi’nden de düşülecek. Bu çok acı olur.”

Sadece 20 Ocak’larda hatırlanıyoruz... Emin Kar, sadece 20 Ocak günleri hatırlanmalarına da çok üzülüyor. Vefasızlığı, “Kazadan sonra Samsun halkı Samsunspor’a ve bizlere sahip çıkmadı. O dönemin siyasileri bizlere büyük sözler verdiler ancak hiçbirisi tutulmadı. Ben kendi adıma Samsunspor’dan maddi manevi destek göremedim. Biz hakkımız olmayanı da istemedik. Benim kazanın olduğu sezondan hala alacaklarım var.” sözleriyle anlatan Kar’dan çarpıcı bir gerçek daha: “Ancak Samsunspor’a göbekten bağlı olduklarını söyleyenler Samsunspor’u mahkemeye vererek alacaklarını çatır çatır alıyorlar.” 37 SAYI 3 / OCAK 2010


KAPAK

Bir yanımız siyahtır bizim (Kırmızı beyaz kara sevda) Ali İhsan Hasanpaşaoğlu

B

undan tam 21 yıl önce 20 Ocak 1989 tarihinde Samsun şehrine kara bir haber ulaştı. Türkiye’de fırtına gibi esen, önüne geleni deviren, Milli Takım’a sürekli oyuncu veren, Tanju Çolak, Fatih Uraz, Emin Kar, Muzaffer Badalıoğlu, Rıfat Benli, Orhan Kapucu ve Savaş Demiral gibi kaliteli isimleri bünyesinde barındıran ve Türk Futboluna armağan eden, başında dünya beyefendisi Nuri Asan bulunan ve başkanlığını belki de Türk futbolunun en renkli siması olan Hasbi Menteşoğlu’nun yaptığı Samsunspor’umuz Malatya deplasmanına giderken Havza yakınlarında elim bir trafik kazası geçirdi. Karlı yolların, puslu havanın hakim olduğu 20 Ocak 1989 tarihi Samsunspor kulübünün Kırmızı-Beyaz olan renklerine Siyah’ı da eklemesine neden olan bir matem günü olmuştu artık.

Kazanın acı blançosu 20 Ocak 1989 tarihindeki kazada hayatlarını kaybedenlerin ve yaralananların isimleri: Teknik Direktör : Nuri Asan (Vefat Etti) Futbolcu : Muzaffer BADALOĞLU (Vefat etti) Futbolcu : Mete Adanir (Vefat etti) Futbolcu : Zoran TOMIC (Yugoslavya’da 6 ay komada kaldıktan sonra vefat etti) Otobüs Şöförü : Asım ÖZKAN (Vefat etti) Menajer : Yüksel ÖZAN (Yaralandı) Futbolcu : Emin KAR (Yaralandı, Belden aşağısı felç olduğundan malulen emekli oldu) Futbolcu : Erol DİNLER (Yaralandı, Bir kolunu kullanamaz duruma geldiğinden malulen emekli oldu) Futbolcu : Şanver GÖYMEN (Yaralandı, Altay’da futbolu bıraktı) Futbolcu : Kasım ÇIKLA (Yaralandı) Futbolcu : Yüksel ÖĞÜTEN (Yaralandı, 1994’te Merzifonspor’da futbolu bıraktı) Malzemeci : Halil ALBAYRAK (Yaralandı, Malulen emekli) 38 SAYI 3 / OCAK 2010


16 reklam

39 SAYI 3 / OCAK 2010


KAPAK

Bir şehri ayağa kaldıran, insanlarına coşku, heyecan ve mutluluğu tattıran o takım rakiplerine değil ama trafik canavarına yenilmişti. Sahada bir heykel gibi asil duran, takım için sahada tüm benliğini ortaya koyan Muzaffer artık aramızda değildi. 19 Mayıs Stadında Galatasaray’a attığı golle maçı bize kazandıran, Samsun şehrini sokaklara döken, maç sonu röportajında beyefendiliği ve heyecanı yüzünden okunan golcümüz Mete de aramızda değildi artık. O Mete ki rüyasında, geçirecekleri bir kazada öleceğini gören ve bu rüyasını kalecimiz Fatih ile paylaşan kalbi temiz pırıl pırıl bir isimdi. Vefatı sadece ülkemizi değil KKTC’yi de yasa boğan Mete’yi geçen 21 yıla rağmen hangi Samsunspor’lu unutabildi? Ya Samsunspor kurulur kurulmaz futbolcu olarak şehrinin takımına dönen, daha sonra hoca olarak her çağrıldığında para lafı etmeden koşarak gelen, ”Dünya’nın neresinde olursam olayım Samsunspor çağırdığında hiç düşünmeden gelirim” diyen futbolcuların abisi, hocası, sırdaşı olan Nuri Asan hocamızı geçen 21 sene bize unutturabilir mi? Her ne kadar ismini tesislerimize vererek adını yaşatıyor olsak bile bütün Samsunspor’luların onu kalplerinin en müstesna köşesinde sakladığını hissetmek zor olmasa gerek. Aynı otobüs şoförümüz Asım Özkan’ı, uzun sürede komada kaldıktan sonra vefat eden Yugoslav futbolcumuz Tomiç’i unutamadığımız gibi. Halen Samsunspor’un maçlarını arabasının içinde saha kenarından izleyen kaptanımız Emin Kar o kazada felç olmuştu. Sahada basmadık yer bırakmadığı için kırkayak lakabını alan Emin kaptan ve birçok arkadaşı kaza sonrası bir daha futbola dönemediler. Dönenler ise eski performanslarının çok uzağındaydı artık. Kazadan sonra hükümet bir miktar para yardımı yaptı Samsunspor’a, bazı yardım kampanyaları düzenlendi. Kapağını o efsane kadronun süslediği bir kaset çıkarıldı. 2.devre oynayamadığımız maçlarda hükmen mağlup sayılmamıza rağmen Birinci Ligde kalma hakkı verildi. Sonraki sene ise takım küme düştü. Demek ki yaşanılan bu travma öyle kolay atlatılacak cinsten değildi. Lakin Samsunspor’un yeri İkinci Lig 40 SAYI 3 / OCAK 2010

”Dünya’nın neresinde olursam olayım Samsunspor çağırdığında hiç düşünmeden gelirim” diyen futbolcuların abisi, hocası, sırdaşı olan Nuri Asan hocamızı geçen 21 sene bize unutturabilir mi?

olamazdı. Düştüğü senenin akabinde tekrar Birinci Lige döndü. Tekrar düştü ama direnmek bu takımın mayasında vardı. Aynı sene tekrar Birinci Lige döndü. Hasbi Ağa’dan sonra takımın başkanlık koltuğuna oturan Hakkı Tomaç ve Aslan Çınar başarılı olamadılar. Yapılan maddi yardımlara rağmen takımı sağlıklı bir yapıya oturtamadılar. Aslan Çınar’dan ise bayrağı o zamanlar

genç bir iş adamı olan İsmail Uyanık aldı. Hafızam beni yanıltmıyorsa İsmail Uyanık başkan olduğunda 33 yaşındaydı ve gazetelerde liglerin en genç başkanı diye haberler okumuştuk. Samsunspor onun başkanlığında çıktığı Birinci Ligde tam 13 yıl kesintisiz yer aldı. 93-94 sezonunda Balkan Kupasını kazanan ilk ve tek Anadolu takımı oldu. Tekrar fırtına gibi esmeye başlamıştık artık. İnter toto kupasına katılmıştık. Milli takımlar düzeyinde gol bile atamadığımız İngilizlerin o dönem güçlü ekiplerinden olan Crystal Palace’ı hem İngiltere’de hem de Samsun’da aynı skorla 2-0 mağlup etmiştik. Bu sefer gol atamayan İngilizler olmuştu ve biz Samsun’da bu gururla dolaşmıştık. Tanju’dan sonra yeni bir gol kralı daha çıkarmıştık. Serkan Aykut 99-00 sezonunda gol kralı olurken adeta Samsun’un golcülerin anavatanı olduğunu haykırmıştı. Kazadan önceki kadroyu hatırlatan bir takım vardı artık. Serkan, Celil, Vural, Ercan, Cenk gibi altyapı mahsülü isimleri Ertuğrul, Osman, Timofte, Oruma, Stelea, Tümer, Allum gibi üst düzey isimlerle harmanlamıştık. Tribünler tekrar dolmuş, bilet kuyrukları alabildiğine uzamıştı gene eskisi gibi. Fakat bu mutluluk da çok uzun sürmedi. Şehrin ve siyasilerin yeterli desteği vermediği İsmail Uyanık daha fazla bu yükü kaldıramadı ve kulüp başkanlığından ayrıldı. Takım 1 yıl bile dayanamadı ve o yıl küme düştük. Destek vermeyen siyasiler kulüpten çıkmaz oldu, maçımıza gelmeyenler kulübe başkan oldu, başkanların biri geldi diğeri gitti ama biz hala düştüğümüz yerdeyiz. Yiğit düştüğü yerden kalkarmış demiş atalarımız ama biz bir türlü kalkamadık. Sorunlarımız kartopu gibi arttıkça arttı. Ve ne hazindir ki artık direnemiyoruz bile… Samsunspor ait olduğu yere yani Süper Lige çıkmak bir yana dursun bulunduğu ligden düşmemeye oynar hale geldi.19-20 yaşındayken leblebi gibi gol atan Serkan Aykut gene o yaşlardayken tribünlerde özel seyircisi olan, takımı atağa kaldırırken tribünleri de ayağa kaldıran bir Celil altyapıdan gelmiyor artık. Bize göre, Kırmızı Beyaz bir Kara Sevda olan Samsunspor sevgisinin karşısında duracak bir güç mevcut değildir. Bu takım layık olduğu değeri ona layık ellerde er geç bulacaktır.


Kral Tanju “Samsun’daki İrlandalılar”dan yakınıyor... Tanju Çolak, “Her zaman ve her yerde Samsunspor ile ilgilenmeye devam edeceğim.” diyor ama biraz kırgın. Birilerinin futbol tecrübesi, çevresi ve gücünü şehir için kullanmasını engellediğini ima ediyor. Bu topraklardan şimdi de futbolcu çıktığını ancak alt yapıda işlenemediğini söylüyor.

S

amsunspor’un Türk futboluna kazandırdığı en büyük golcü Tanju Çolak, acaba kulübün Bank Asya Ligi’nde bile zor tutunur hale gelmesi hakkında neler düşünmekteydi. O nevi şahsına münhasır bir oyuncuydu. Golcülüğünü gittiği Galatasaray ve ardından Fenerbahçe’de de ispat etmişti. Ama Samsun’daki başarı dolu yılların elbette ki farklı bir anlamı vardı onun için. O yıllarda bireysel kabiliyetlerin ötesinde takım ruhu, dayanışma ve kenetlenme ortaya konulmaktaydı. Yakalanan havayı ve bunun nasıl oluşturulduğunu öğrenmek istedik Kral Tanju’dan. - Samsunspor’da futbol oynadığınız dönemlerde başarı nasıl yakalandı?

yönetenler futbolun içinden gelen insanlar. Bu çok önemli. Türkiye’ de ise bu tablo tam tersi. Kulüplerimizi yönetenler, futbolu hayatlarında sadece hobi olarak seyretmiş insanlar, sanayici, tüccar, beyaz eşyacı, marketçi ve rantın güzelliklerini tadınca bırakmayanlar değil mi? Olayı Samsunspor’a indirgersek bugünün futbolunda kapital çok önemli. Kulüplerin gelir kaynakları olmadan yaşamaları çok zor. Samsunspor’da taktikten, oyun anlayışından önce bu argümanların oluşturulması ve yarınların garanti altına alınması gerekirdi.

Benim zamanımdaki Samsunspor’da hem şeh-rin hem de yöneticilerin desteği vardı. Sadece şu anki kadar teknoloji ve iletişim araçları ileri seviyede olmadığından güzellikler, başarılar bugünkü kadar her yere kolay ulaşmıyordu. Takım olarak kazanmayı isteyen kaybedince çok üzülen ve kaybetmeyi asla sevmeyen bir karaktere sahiptik. Bu da takım ruhunu oluşturdu. ‘Ben’ yoktu ‘biz’ vardı. Tabii ki Samsunlu oyuncu sayısının takım içinde sayısal olarak bugünlerden fazla olması da buna bir etkendi. Özel seyircilerimiz vardı. Alınan başarılarla beraber samsun ve cevre ilçelerden köylerden gelen seyirci sayısı bugünden kat ve kat fazlaydı. Bu da bize başarıya ulaşmada seyirci sayısının artmasındaki etkiyi göstermiyor mu sizce de? - Sırlar bir yana, günümüzün bazı gerçekleri var. Bunları inkâr edemeyiz. Finansal güç, futboldaki yeni argümanlar, oyun anlayışları, taktikler ve tarzlar. Oyuncuların bunları bilmesi. Hocanın takımı bu gerçekler çerçevesinde çalıştırması. Modern tesisler. Samsun’un bu noktadaki eksikleri nelerdir ve nasıl telafi edilebilir? Günümüzde futbol bir endüstri hem de öyle böyle değil, rantı gayet yüksek bir endüstri. Gelişmiş ülkelere bakıldığında takımları 41 SAYI 3 / OCAK 2010


KAPAK

Ama maalesef bu hiçbir yönetim tarafından yapılmadı. Samsunsporumuzun tesisleri oldukça güzel. Ama oyuncuların alacakları, tesislerin İşletimini sağlayacak parasal kaynaklar olmayınca delik her geçen gün büyüyor. Öncelikle bu sorunlar giderilmeli. Ardından da futbolu gerçekten bilen, Türkiye’yi tanıyan ve çevreden bihaber olmayan insanlara ihtiyaç var diyorum. İzleme ekipleri oluşturulmalı Türkiye taranmalı ve gelecek vadeden oyuncular takıma katılmalıdır. -

Takımla şimdi ilgileniyor musunuz?

Güzel söylüyorsunuz da, bu kadar başarılara imza atmış bir Samsunlu olarak kapımın bu kadar geç çalınması, çok geç kalınmış bir atılım bence. Ben her yerde Samsunlu olduğumu haykırıyorum ama Mustafa Denizli’nin çok meşhur lafı olan ‘İçimizdeki İrlandalılar’ herkesten medet umdu bugüne kadar fakat beni futbol adamı olarak görmeleri onlara dokunuyor. Futboldaki çevremi Samsun’a ve Samsunspor’a kullandırmamaları benim değil beni Samsunspor’da görmek istemeyenlerin küçük görüşleri. Samsunspor’la 42 SAYI 3 / OCAK 2010

ilgileniyorum tabii ki. Samsunspor kimsenin malı değil bizlerin, Samsunlular’ın kulübü. Benim Tanju Çolak olmamda Samsun’un ve Samsunspor’un yeri yadsınamaz. Her zaman ve her yerde Samsunspor ile ilgilenmeye de devam edeceğim.” - Yerel yönetimlerin spora yeterince destek vermediği yönündeki eleştiriler için ne diyorsunuz? Samsunumuz son yıllarda hem şehir olarak hem de sosyal anlamda çok güzelliklerle donatıldı. Belediye başkanımızı bu konuda tebrik ediyorum ve çalışmalarını da beğeniyle izliyorum. Ancak Samsunspor ile ilgili konu olunca bu anlamda hiç bir atılım ve çalışmanın olmayışı sanırım benim gibi Samsun halkını da üzüyor. Artık belediye başkanımızın da Samsunspor’a el atmasının zamanı geldi diye düşünüyorum. Bir şehir kendi takımı ve kulübünün bu durumlara düşmesini seyretme ve atalete düşme hakkına sahip değildir. Her geçen gün bizi ligde kötü günlere ve bir alt kademeye düşmeye götürüyor. Hastaya neşter vurulması gerekmiyor mu? ‘Ne olursa olsun’ zihniyeti bizlere ve büyüklerimize

yakışmaz. Herkesi göreve davet ediyorum, bütünleşmenin ve tek vücut olmanın zamanı geldi de çoktan geçiyor. - Eskisi gibi futbolcu çıkmıyor mu bu topraklardan? Var da heba mı ediliyor yoksa? Bu topraklarda yıllardır kaliteli futbolcu yetişir. Nedeni ise yapı olarak Karadeniz Bölgesi’nin insanı Karadeniz gibi hırçın, savaşan, agresif ve kaybetmeyi sevmeyen özelliklere sahip olmasıdır. Ama ne olursa olsun bu insanları işlemek ve onlara belirli vasıfları kazandırmak gerekir. Sanırım bu konuda Samsunspor alt yapısında sorunlar var. Burada da yine ekonomik krizler ve doğru kişilerin eline bırakılmayan yönetim ön plana çıkıyor. Antrenör kardeşlerim bunlarla boğuşurken istediklerini sahaya yansıtamazlar. Sonuç olarak da neden oyuncularımız eskisi gibi üst takımlara çıkamıyor ya da neden altyapıdan oyuncu gelmiyor diye hayıflanırız. Heba edilen bir şey yok. Samsunumuzda her zaman iyi oyuncular çıkacaktır. Çocuklarımıza iyi eğitim ve futbol bilgisi verilirse nice Tanjular, Dobi Hasanlar çıkacağından gram şüphem yok.


43 SAYI 3 / OCAK 2010


KAPAK

Tomaç’ın kurtuluş reçetesinde alt yapı yazıyor... Samsunspor Kulübü Başkanı Hakkı Tomaç, yeniden Süper Lig’e çıkmak için yöneticisi, iş adamı ve halkıyla şehrin bütünleşmesi gerektiğini söylüyor. Alt yapının önemini vurguluyor.

S

amsunspor Kulübü Başkanı Hakkı Tomaç, 20 Ocak 1989 tarihindeki elim kazanın yaşandığı dönemde (Hasbi Menteşoğlu’nun yönetiminde) as başkandı. Kazadan dört ay sonra 24 Nisan’da başkanlık koltuğuna oturdu. Bu görevi 16 Haziran 1991’e kadar sürdürdü. Kazayla ilgili konuşurken ilkin kulüp renkleri kırmızı beyaza bir de siyahın eklendiğini hatırlayan Tomaç, siyah rengine ‘futbol şehitlerinin ve gazilerinin sembolü’ gözüyle bakıyor: “Türk futbolundaki yeri ve ağırlığını takım, itibarının avantajını iyi kullanarak yeni bir kadro 44 SAYI 3 / OCAK 2010

oluşturmuş, Samsunspor’un temelleri yeniden atılmıştı. İhtiyaç duyulan yerlere ileride de yararlanılacak ve geleceği olan futbolculardan transfer edilmişti. Bu dönem Samsunspor’un, Samsun ve tüm sevenleri ile bütünleştiği dönemdir.” “Türkiye’de Trabzon’dan başka 6 yılda 5 defa şampiyonluk tadan takım yok. Ama 25 yıldır şampiyonluğa hasret. Onların durumu da Samsunspor’a benziyor mu?” diye soruyoruz Tomaç’a: “Trabzonsporlu sadece Trabzonsporludur. Bugün Samsunsporluyum diyenlerin çoğu aynı zamanda büyük İstanbul kulüplerinin de taraftarıdır.

Samsun’da 55 plakalı arabasının arkasında bu takımların arması veya bayrağını taşıyanları görürsünüz. Ancak, Trabzon’da 61 plakalı araçta bunu göremezsiniz. Trabzon’un şampiyon olduğu yıllara bakıldığında kadrosunun ağırlıklı olarak kendi memleketinin çocuklarından oluştuğu görülür. O yıllarda aynı zamanda Karadeniz takımlarının sayısı oldukça fazla idi. Bu iki fonksiyonun şampiyonluktaki payı inkâr edilemeyecek kadar büyük ve gerçektir.” Tomaç, gelecek yönetimlere borç mirası bırakılmaması gerektiğini de vurguluyor: “Her takım kendi konumunu ve imkânlarını en iyi şekilde değerlendirerek en akılcı yolu ve hedefi belirlemelidir. Kulüplerinde ekonomik kurumlar gibi hedefleri ve bu hedefe taşıyacak planları olmalıdır. Profesyonel kulüpler profesyonelce yönetilmeli, kurallar aksatılmadan uygulanmalıdır. Yöneticiler mevcut imkânları en iyi şekilde kullanmalı, ‘ Benden sonraki tufan’ mantığı ile gereksiz harcama ve borçlanma yapmamalı, vergi ve sigorta borçları aksatılmadan ödenmelidir.” diyor. Samsunspor’un bugün nasıl yeniden atağa kalkabileceğini, yani kurtuluşunun formülünü sorduğumuzda ise, ”Samsun Valiliği, Büyükşehir Belediyesi, ilçe belediyeleri, meslek kuruluşları, sivil toplum örgütleri, iş adamları ve tüm Samsun ile bütünleşilmeli, sorunlar paylaşılarak tartışılmalı ve müşterek formül üretilerek çözümlenmelidir. Bugün olduğu gibi, “Bana dokunmasınlar da ne yaparlarsa yapsınlar.” mantığından uzaklaşılmalı, maddi sorunların çözümünde her zaman bir elin beş parmağından az sayıdaki iş adamlarının desteğine başvurmaktan vazgeçilmesini sağlayacak kalıcı gelir temini için çareler üretilmelidir.” cevabını alıyoruz Tomaç’tan. Peki teknik adam ve futbolculara düşen nedir?: “Futbolcular profesyonelce davranmalı, profesyonelliğin gereklerini eksiksizce yapmalıdırlar. Yetenekleri kadar kişiliklerini de geliştirmelidirler. Teknik adamlar futboldaki gelişmeleri yakından takip eden ve uygulayan olmalıdırlar. Değişen şartlarda gereken tedbirleri alabilecek görüş ve yeteneğe sahip iyi bir teknik adam oldukları kadar iyi bir de psikolog olmalıdırlar.”


Tomaç’a göre bugün Samsunspor’un karşı karşıya kaldığı diğer bir sorun da alt yapı: “Samsun alt yapı olarak Türk futboluna geçmişte yıldızlar kazandırmış ve gelecekte de kazandırabilecek potansiyele sahip bir şehirdir. Samsunspor, zor günleri aşarak alt yapıdan ve kendi içinden iyi eğitimli, kişilikli gençler yetiştirmeli; yoluna çoğunluğu alt yapıdan yetiştirilmiş bu gençlerden kurulu bir takımla devam etmelidir.” Aslında alt yapıya yönelme Samsunspor için mecburi istikamet. Kulübün yaşadığı zorluklar, diriliş için alt yapıyı adres gösteriyor. Tomaç da altını çiziyor; günümüzde başarı skorla ölçülüyor. Tecrübeli başkan, bu konudaki tespitlerini şöyle anlatıyor: “Samsunspor’un içinde bulunduğu pek çok olumsuzluk kulübün alt yapıyı yeterince değerlendirmesine ve alt yapı ağırlıklı kadro oluşturulmasına olanak vermemektedir. Alt yapının verimli hale getirilmesi için öncelikle yeniden düzenlenmesi ve yeni bir yapılanma içine girmesi kaçınılmazdır. Bu gerçekleştiğinde geçmişte olduğu gibi gelecekte de Samsunspor’un Türk futboluna yeni yıldızlar kazandıracağı tartışmasızdır.”

Samsun Büyükşehir Belediye Başkanı Yusuf Ziya Yılmaz, “A Takımı” operasyonu ile ilgili yargı süreci yüzünden, hiçbir yerde Samsunspor’dan bahsetmiyor. 29 Mart yerel seçimlerinin propaganda döneminde de kulübü ağzına almadı. Eleştirilere rağmen, takımın kongre ve maçlarına inatla gitmedi. Aynı gerekçelerle Samsunspor hakkında konuşmaktan kaçınan Başkan Yılmaz, Dava sürecinde hakkında bir kelime yorumda bulunmadığı Samsunspor’un 10 Nisan 2009’daki olağanüstü genel kuruluna katılarak, “Kan tükürdüm,‘ kızılcık şerbeti içtim’ dedim ve ben kan ağlarken kimse beni anlamadı.” demişti.

Eski kulüp başkanlarından Adnan Ölmez: “Samsunspor sevdalısıyım” diyenler nerede? Görevdeyken kulübü canla başla yönetmeye çalıştıklarını söyleyen Adnan Ölmez, onca icraata rağmen, ligin ilk maçındaki şahsına ve yönetime yönelik küfürleri bugün bile unutmuş değil. Büyükşehir Belediyesi’nin mutlaka takıma destek vermesi gerektiğini söylüyor.

S

amsunspor eski yöneticilerinden Adnan Ölmez, kulübün bu denli güç kaybetmesinde, yöneticilerin yanı sıra, şehirde yaşayıp da “Samsunsporluyum” diyen herkesi suçluyor. Devraldığında, işletilemez hale düşmüş ve 25 milyon dolara yakın borca sahip bir kulüple karşı karşıya kaldığını ifade eden Ölmez “İnanılmaz sıkıntılı günlerdi. Bu halde ligin başlamasına 20 gün vardı. Hemen Brezilyadan iki tane transfer gerçekleştik. Kara getirmiş bir gemiyi yüzdürdük ve lige çıkardık.” diyor. Yeni sezonun ilk maçında 20’inci dakikaya kadar bir grubun küfür dolu tezahüratına anlam veremez Ölmez. Bırakın anlamlandırmayı, kulaklarına inanamaz aslında: “Kulübü devraldığım 20 gün boyunca 18 saat uyku uyumadan risklere girerek, krediler kullanarak takımın önünü açıp sahaya çıkarmışım.” Bu kötü hatıranın izleri hala taptaze Ölmez’in benliğinde.

sunspor sevdalısıyım” diyenlerin destek çıkmamalarının da rolü büyük. Kulübün her geçen gün daha kötüye gittiğini üzüntüyle takip ediyormuş: “Türkiye’de bugün bir gerçek var. Büyük kulüpler hariç futbola belediyeler destek veriyor. Şehrin bütün kaynaklarını yönetmek için yetki verilen Büyükşehir Belediyesinin Samsun’un önemli bir markası olan Samsunspor’a birinci derecede sahip çıkması gerekiyor. Tabiî ki belediye sahip çıktıktan sonra bizim gibi şehrin önde gelen sanayicileri işadamları da takımı destekleyecektir. Tek kurtuluş reçetesi budur.”

Maçı izleyen 10 bin taraftarın gruba tepki göstermemesi de üzmüş Ölmez’i: “Böylesine bir yaklaşım tarzına maruz kaldığınız zaman anlıyorsunuz ki sorumsuzluk buradan başlıyor.” Yine de her şeyin üzerine sünger çektiklerini ve gemiyi yola devam ettirdiklerini anlatıyor kırgın başkan: “Takımın borçlarını da görevde olduğumuz süre içerisinde önemli ölçüde azalttık.” Ölmez’in taraftar tutkunluğuyla sevdiği kulüpten küserek ayrılmasında, “Sam45 SAYI 3 / OCAK 2010


KAPAK

Samsunspor eski Başkanı Mazhar Başoğlu:

“Sevgi şart ama parasız da olmuyor” Mazhar Başoğlu, başkanlığa geliş sürecini, neler yapmaya çalıştıklarını ve bugün için neler düşündüğünü Haberexen’e anlattı. Ona göre ‘sevginin gücü’ ve ‘forma aşkı’ formülü hala geçerli. Ancak parasız da olmuyor. Bir işadamının cebinden ciddi miktarlar çıkarması da imkânsız. Geriye tek alternatif kalıyor: “Damlaya damlaya göl olur.”

M

azhar Başoğlu, 2006’daki olağanüstü genel kurulda, Vali Hasan Basri Güzeloğlu ve Büyükşehir Belediye Başkanı Yusuf Ziya Yılmaz’ın destek sözleriyle Samsunspor’a başkan seçildiğinde kulübün borçları vardır ve Bank Asya Birinci Ligi’ndedir. “A Takımı” operasyonuyla 4 ay sonra görevi Sezgin Gümüş’e devreder. Operasyonda bazı belediye yöneticileri, işadamları ve siyasetçiler dahil 63 kişi, imara aykırı ruhsat tesisi ve takıma zorla bağış toplanması iddialarıyla gözaltına alınır. Başoğlu, o dönemdeki bir basın açıklamasında : “Samsunspor maddi imkânsızlıklar nedeniyle çok zor günler geçiriyor. Önemli bölümü Maliye’ye ve SSK’ya olan borçlarla iflas noktasına gelmişken, Büyükşehir Belediyesi sahip çıkmıştır. Bizim ortalama giderimiz 7 ile 12 milyon lira arasındadır.” demişti. 46 SAYI 3 / OCAK 2010


19 fmd

47 SAYI 3 / OCAK 2010


KAPAK Kulüpte daha öncesinde basın sözcülüğü görevini de yerine getiren Başoğlu’nun ağzından başkanlığa geliş süreci: “Samsunspor’un açık ve net şekilde küme düşürüldüğü zamanlardı. Ne olduğunu anlamanın mümkün olmadığı zamanlardı. Hakemlerin yahut futbol federasyonunun Samsunspor’a anlamsız şekilde cephe aldığı zamanlardı. Küme düştükten sonra Adnan Ölmez’in istifasının ardından Samsun Büyükşehir Belediye Başkanı Yusuf Ziya Yılmaz benimle görüşerek, iyi bir yönetimle benim başkanlığım söz konusu olursa destek vereceğini belirtti. O dönem bir karar vermek zorunda idik. Borçları daha da artmış, hacizlerle sarsılmış, Türkiye çapında rezil olmuş bir Samsunspor, buna rağmen içeride kalmaya çalışan ve süper lige çıkmak için tüm paralarını harcayan bir Samsunspor yahut bir yandan borçlarını ödemeye çalışan bu arada da eğer olursa süper lige çıkabilen bir Samsunspor arasında tercih yapmak zorundaydık. Sonuç olarak borçlarını ödemeye çalışan bir Samsunspor’u tercih ettik.” Kulüp bütçesi, Samsun Büyükşehir Belediyesi’nin kasasından değil, aracılığıyla sağlanan 5 milyon lirayla derin bir nefes alır. Adnan Ölmez döneminde yapılandırılan eski borçlar ödenir ve hacizler kaldırılır. Başoğlu, bu yardım sebebiyle belediyede çalışan çok sayıda kişinin yargılanmasını anlamlandıramaz: “Oysaki bu yardımların hepsi makbuzlu ve nerelere harcandığı belli. Nitekim soruşturmalar sonucu bu gerçekler de ortaya çıktı ve Samsunspor’a gelen bu paranın doğru şekilde harcandığı görüldü.” Her şey giderek kötüleşir. Belediye, çalkantılı bir döneme girilmesine rağmen takıma bir daha destek çıkmaz. Eski borçlarla birlikte bütçe 12 Milyon liradır. Geri kalanın nasıl toplanacağı sorunu içinden çıkılmaz bir hale dönüşür. Üstüne üstlük Samsunspor kulübünde soruşturma kapsamındaki aramalar oyuncuları da olumsuz etkiliyordu. Samsunspor artık futbolcularına ve personeline para ödeyemiyordu. Başoğlu yönetimi, bir süreliğine ‘para yerine sevgi formülünü’ devreye sokmayı planlar. “Forma aşkı” pompalanacaktır. Alt yapıdan gelen Samsunlu futbolculara ‘ağabey’ edasıyla davranılacaktır. Formül Başoğlu’nun mizacına da uygundur. Hem Trabzonspor’un şaşalı başarılar elde ettiği dönemdeki formülü de bu değil miydi? Karadenizli oyuncular sahada canını verircesine mücadele ortaya koymuşlardı. 48 SAYI 3 / OCAK 2010

kaybettiğinde çok olumsuz etkileniyorum. Çünkü Samsunspor çok ayrı bir yerde, halen daha iş hayatımı bile etkiliyor.”

Kulüp bütçesi, Samsun Büyükşehir Belediyesi’nin kasasından değil, belediye aracılığıyla sağlanan 5 milyon lirayla derin bir nefes alır. Geçmişte bu formülü Samsunspor da tatbik etmişti öte yandan. Başoğlu, Ercüment Coşkundere başkanlığında bir futbolcu takip komisyonu kurar. ‘Forma aşkı’ ile oynayacak oyuncular profesyonel kadroya alınır. “Gerçekten o şehir ve takımı için savaşacak futbolcuların ilk 11 içinde çoğunluğa sahip olması durumunda takımın sırtı yere gelmeyeceğine inanmıştık” diyor Başoğlu: “Fakat, her şeyin başı para idi. Profesyonel futbolda para olmayınca hiç bir şey olmuyor. Yerli oyuncuların az olmasından kaynaklı olarak dışarıdan para verilerek oyuncu almak zorunda kalınması içinden çıkılmaz bir hale gelinmesine neden oluyordu. Her zaman Tanju Çolak, Emin Kar, Ertuğrul Sağlam, Serkan Aykut, Celil Sağır gibi oyuncular yetişmiyor. Bunlar şans ve Samsunspor’dan bu dönemlerde böylesine yıldız futbolcular çıkmadı.” Halen takımla yoğun olarak ilgilendiğini söylüyor Başoğlu: “Herhangi bir özel işim olmadığında önemsemiyorum. Bir başkası olur diyorum. Başıma kötü bir şey geldiğinde düzelir diyorum ve kafama takmıyorum. Ancak Samsunspor maç

Futbolcularla görüşmeyi sürdürdüğünü ifade eden Mazhar Başoğlu, takımdaki kötü gidişatın sebeplerine dair şöyle düşünüyor: “Aldığım izlenimler, para sorunundan ziyade bir sevgi eksikliğinin olduğu yönünde. Takımla ilgilenilse de futbolcularla ilgilenilmediği yönünde. Futbolda çok teknik bir takımınız olmayabilir. Ancak, genç, savaşan bir ekibiniz varsa hırsla puan kazanılabilir. En iyi takımları dize getiren amatör lig takımları örneği ile birçok kez karşılaşıldı. Bunlar mucize değil. Takımdaki oyuncuların bireysel başarılarına bakıldığında yönetim tarafından sadece hırs aşılanabilse en azından şu anki olunan durumdan daha iyi bir sıralamada yer alırdı Samsunspor.” Ortada bir gerçek var; belediye yardımı gerekçesiyle yargılandı. Valilik herhangi bir metotla para aktaramaz zaten. Geriye tek alternatif kalıyor. İşadamlarının desteği. Bunun için bir kampanya düzenlenebilir. Fakat şu da bir gerçek ki, Samsunlu Samsunspor’a sahip çıkmıyor. İşadamlarından münferit manada ciddi meblağlar toplanması hayal. Çok fazla sayıdaki insandan azar azar miktarlar talep edilerek “damlaya damlaya göl olması sağlanabilir.” Geçmişteki 1000 Altın Adam Kampanyası’ndaki gibi. Az önceki tespitleri sıralayan Başoğlu, şöyle devam ediyor: “Samsun’da bu da başarılamıyor. 400 küsür bin TL parayı ben kendi dönemimde, kapalı tahtayı açtırmak için cebimden ödedim. Çünkü biliyordum ki bu parayı insanlardan toplayamayacaktık. Herkes sokakta ‘Ne olacak bu Samsunspor’un hali’ diye konuşmayı biliyor ama Samsun’da ciddi anlamda takıma destek veren kişi sayısı bir elin beş parmağını geçmez. Bunların başında da Cemal Yeşilyurt gelir. Diğer işadamlarının nerede olduğunu ise ben de bulamadım.” Başoğlu önerisini şöyle netleştiriyor: “Samsun’da vergi sıralamasında ilk 100 içerisinde olan kişiler 10’ar bin lira verseler, bunu da 2 taksitte verseler Samsunspor için bir çıkış noktası olur. Ancak insanlar güven mazeretinin arkasına sığınarak bu işten sıyrılıyorlar. Hâlbuki yardımların takibi oldukça şeffaf ve kolay yapılabiliyor. Bunların tek başına çözüm olmayacağı da bilinen bir gerçek ve asıl mesele ise kalıcı gelirler. Bunlar borçları asla kapatmaz ancak personel maaşları futbolcu primleri zamanında ödenerek moral anlamında fayda sağlanabilir.”


49 SAYI 3 / OCAK 2010


KAPAK

Samsunspor eski başkanlarından Fuat Köktaş: “Taşın altına el koyma zamanı” “Arkandayız” diyenlerce yüz üstü bırakıldığını söyleyen Fuat Köktaş, çok önemli bir gerçeğin altını çiziyor: “Samsunspor aynı zamanda Samsun’un en önemli tanıtım aracıdır. Ne kadar para harcarsanız harcayın iyi bir spor kulübünün yaptığı reklamı hiçbir şekilde yapamazsınız.”

H

acizler içerisinde boğuşan, borç kıskacı altında köşeye sıkışan hepsinden önemlisi deplasmanda oynayacağı maçlara parasızlık yüzünden gidemeyen bir kulüp tüm sorunlarıyla karşımızdaydı.” Bu sözler 2002’den beri Samsunspor kulüp yönetiminde yer alan ve 2007-2008 sezonunda da başkanlık görevini üstlenen Fuat Köktaş’a ait. Kulüpte aldığı aktif rollerden her zaman onurlandığını söyleyen Köktaş’ın başından Ankara’da çok ilginç bir olay geçer. Dönemin Maliye Bakanı Kemal Unakıtan, Samsun milletvekilleri ve Türkiye’nin önde gelen kulüp başkanlarının katıldığı bir toplantıda bürokratlarına dönerek “Tamam ben bu işi çözeceğim, kulüplerin stopaj borçlarını aslına döndüreceğiz ancak bunu sadece Samsunspor için yapıyoruz. Diğer kulüplerimizle Samsunspor’un yüzü suyu hürmetine bu durumdan istifade ediyor.” der. Bu sözler üzerine Samsun heyeti bir hayli gururlanır. Aynı zamanda Samsunspor gerçeğini zihinlerinden silmek isteyenlere tokattır bu. Takımı başarıya yöneticilerin götürmediği tespitini benimseyen Köktaş, bunu şöyle açıyor: “Yöneticiler imkânları sunar 50 SAYI 3 / OCAK 2010

lar, futbolculara ve teknik heyete maç kazanmak kalır. Başarılı olursanız futbolcu ve teknik heyet ön plana çıkarken başarısız olunması durumunda gözler yönetime çevrilir. Bazen ne kadar gayret etseniz de bir işe yaramaz çünkü sahada karar verici yöneticiler değildir. Futbolcu bir hata yapar maçı kaybedersiniz yönetici eleştirilir.” Köktaş’ın yöneticiliğe gelmesi için şehirdeki dinamikler ve kanaat önderleri kamuoyu baskısını alevlendirir. Karar aşamasında “Sen başkanlık koltuğuna otur, biz maddi manevi sana desteğe hazırız ” diyenler Köktaş’ı etkiler. Kendi deyimiyle ‘yüz üstü’ bırakılır. Ancak o ‘Samsunspor üst kimlik’ bilinciyle hareket eder: “Samsun’u birleştirici, bütünleştirici bir kurum olan Samsunspor aynı zamanda Samsun’un en önemli tanıtım aracıdır. Ne kadar para harcarsanız harcayın iyi bir spor kulübünün yaptığı reklamı hiçbir şekilde yapamazsınız. Samsundaki en büyük problem parçaların bir araya gelememesi. Söylemlerde kimse mangalda kül bırakmıyor. Ama arkadaş taşın altına ben gövdemi koydum gel sen de elini koy dediğinizde insanlar kaçıyorlar.” Görevdeyken, “Her yönetim önceki yönetimi kötüler” tavrından uzak durduklarını

iddia eden Köktaş, bunun karşılığını gördüğünü de dile getiriyor: “Biz geçmişte farklı yerlerdeki tecrübelerimizden aldığımız dersle bizden önce görev yapan arkadaşlarımızı kucaklayan bir anlayış icra ettik. Yöneticilik tahriklere kapılmadan, aklıselim bir davranış içerisinde hareket etmeyi gerektirir. Herkes bir şeyler söyler ama yönetici en iyisini alır ve uygular. Ben olaylara bu şekilde bakarım. Böyle davrandığımız için de bizden önce görev yapan arkadaşlardan her zaman hem maddi hem manevi istediğimiz desteği aldım.” Köktaş, Samsunspor’a katkı sağlayacak dinamiklerin hiçbir zaman fonksiyonel hale gelemediğini; kulübün yükünün üç beş işadamının omuzlarına yıkıldığını söylüyor: “O dönem içerisinde İlkadım Belediye Başkanı Erdoğan Tok dışında ne Büyükşehir Belediyesi ne de diğer alt belediyeler bize destek vermedi. Hatta bir belediye başkanı gönderdiğimiz kombine biletleri iade etti.” Köktaş’a göre eski günlerle şimdiyi kıyaslamak da aslında pek doğru değil. Çünkü futbol özellikle 1998 yıllarından sonra endüstrileşti.


“Futbolda başarı tek faktöre bağlı değil...” Temel Camadan’a göre futbolda başarı tek sebebe bağlı olamaz. A Takımı operasyonu, Samsunspor’u kökten sarstı. Bir an önce şehirde ‘Samsunluluk ruhu’ esas kılınmalı.

Ç

eşitli yönetim kurullarında görev aldığı Samsunspor’da bir süre başkanlık da yapan Temel Camadan, futbolda başarının tek sebebe dayandırılamayacağını söylüyor: “Futbolcu kadrosu, antrenör, finansman desteği gibi bir çok argümanın bir araya gelmesi hepsinden önemlisi ise futboldan anlayan, futbolu bilen, futbolun dinamiklerini ve enstrümanlarını tanıyan bir başkanın kulüpte yönetici olması başarıyı getirir.” Şehir kamuoyunda ‘darbe’ etkisi uyandıran A Takımı operasyonunun kulübe olumsuz yansıdığını belirten Camadan, “Siz

belediye başkanı olarak şehrinizin takımına sahip çıkma adına bir şeyler yapmaya çalışıyorsunuz, insanlardan yardım talep ediyorsunuz neticede katkılar sağlıyorsunuz. Daha sonra yakışmayan bir tarzda gözaltına alınıp mahkemeye çıkartılıyorsunuz. Bu durum insanların Samsunsporla olan bağlarını koparmıştır.” diyor ve herkesi Büyükşehir Belediyesi Başkanı Yusuf Ziya Yılmaz lehine empatiye çağırıyor: “Bugün insanlar neden Samsunspor’a yardım etmiyor diye Büyükşehir Belediyesi’ni suçluyor. Yılmaz’ın yerinde kim olsa daha farklı davranmazdı.” Camadan, sadece birkaç işadamının desteğiyle kulübün ayağa kaldırılamaya-

cağının çok iyi bilinmesine rağmen yine de pozitif yönde atım atılmadığını vurguluyor. Gelir için düşünülen kum ocakları konusunun ise Bayındırlık ve İskân Bakanı Mustafa Demir’in inisiyatifiyle çözüme kavuşturulabileceğini kaydediyor. Camadan da alt yapı gerçeğini gündeme getiriyor. Takım özüne dönmesinden yana. Yönetimdeyken buna itina gösterdiklerini anlatıyor. Ancak son dönemlerde kulüp altyapısında yetişen futbolcularda anlaşılmaz bir şımarıklık, kendini beğenme, lakayt tavırlar sezdiğini ifade ediyor: “Futbol bir takım oyunudur. Başarı kolektif bir oyunla mümkün olabilir.” Son yirmi yıldaki yeni yönetimlerin kendinden önceki yönetimleri suçlama ve yerden yere vurma gibi bir alışkanlığı olduğuna dem vuran Camadan; “Bu işler eleştirmekle, suçlamakla olmuyor. Birliktelik ruhu oluşturulamadıktan sonra başarıyı yakalamak zor.” diye konuşuyor. Camadan’ın, şehrin en kadim problemine ilişkin teklifi gerçekten kayda değer: “Şehrimiz son derece kozmopolit bir yapıya sahip. Samsun’da ilk önce, ‘Samsunluluk’ fikrinin oturması lazım. Bana insanlar soruyor nerelisin? Samsunluyum diyorum. Yok, aslen nerelisin? Kardeşim 71 yıldan beri ben buralıyım. İnsanları konuşmalarınızda, sohbetlerinizde bir yerlere kanalize etmeye çalışırsanız ‘Samsunluluk ruhunu oluşturamazsınız. Bu noktada siyasilerimize de çok büyük roller düşüyor fakat onların da Samsunsporla çokça ilgilendiklerini düşünmüyorum.” 51 SAYI 3 / OCAK 2010


KÜLTÜR & SANAT

Her sokağını kısa filme benzettiğim bir şehir

Samsun, minyatür İstanbul... Sıddık Akbayır, 55 Nokta Kuzey adlı çalışmasıyla kurtuluş savaşının 90’ıncı yılında Samsun’a anlamlı bir hediye sundu. Şehirle ilgili 3 tasarımı daha var. Akbayır, Erzurumlu bir yazar. Ona göre bir şehri illa da hemşerisi anlatacak diye bir yazılan kural yok. İstanbul’a dair son 40 kitabın en az 30’unun yazarı başka şehirden. Atiye Gülfer KAYMAK

S

ıddık Akbayır… Samsun sanatının en geniş gigabaytlı belleği... Kurtuluş meşalesinin yanmasının tam 90’ıncı yılında şehre en anlamlı hediyeyi, “55 Nokta Kuzey” adlı çalışmasıyla o verdi. Bu kitabıyla yüzleşen her okurunu, şehrin bazı yönleriyle gölgede kalmış bir sanat birikimi yolculuğuna çıkardı. Çalışkan kent kültürü araştırmacısı Akbayır ile 55 Nokta Kuzey’i ve Samsun’la ilgili heyecan verici diğer projelerini konuştuk. - Aslen Erzurumlu olduğunuzu biliyoruz. Yazmasaydınız Samsun’un kocaman hikâyesi belki de hiç anlatılmayacaktı. Bir değerin içindeki insanlar bazen gerçekten de bu değerlere bigâne kalabiliyor. Erzurumlu bir araştırmacının Samsun’un hikâyesini anlatmasıyla ilgili siz neler söylemek istersiniz? Kent Kültürü araştırmaları yeni bir alan, pek bilinmiyor. Nesnellik adına daha çok o şehrin dışındaki kişiler tarafından yapılır. Sözgelimi, Erzurum’la ilgili önemli çalışmaların büyük bir bölümü Erzurumlu olmayanlarca yapılmıştır. İstanbul’la ilgili 52 SAYI 3 / OCAK 2010

geçen ay 40 kitap yayımlandı kırk yazar tarafından ve sanırım en az 30’u İstanbullu değildi. - Herkesin merak ettiği bir soru. Samsun’da ikamet ettiğiniz için mi yapıyorsunuz bu çalışmaları? Sizi bu şehrin hikâyesini anlatmaya hangi sebepler itiyor?

Akbayır ile 55 Nokta Kuzey’i ve Samsun’la ilgili heyecan verici diğer projelerini konuştuk.

Bu tabi ki, şehir ile insan arasındaki bağla ilgili. Sanırım, kuzeyde, suyun kıyısında yaşamak beni etkiledi. Yönlerden en çok kuzeyi severim. Her sokağını kısa bir filme benzettiğim bir şehir Samsun, minyatür İstanbul… Tütün kokulu sokaklarından etkilendim. Kendi hayatına yeni bir manşet arayan bu Karadeniz şehrinde beni çeken özel şeyler oldu. Söylenmemiş bir masal gibi, Zerrin Koç’un yarım bıraktığı baharlar gibi… - 55 Nokta Kuzey adlı çalışmanızın mutfak aşamasında, ülkemiz sanatına Samsun’dan çıkıp zenginlik katan birçok sanatçıyla konuştunuz, hasbihal ettiniz. Bildiğimiz kadarıyla bu sanatçıların çoğu Samsun dışında yaşıyor. Merak ediyoruz, bu sanatçıların doğup büyüyüp sonra bir vesile ile ayrıldıkları Samsun ile ilişkileri, Samsun’a dair bakış açıları nasıl? Mesela, Samsun için böyle bir kitap hazırlamanız onları heyecanlandırdı mı? Tabiî ki heyecanlandırdı. 55 Nokta Kuzey’de adı geçen sanatçılardan büyük bir bölümünü Samsun dışında - daha çok İstanbul’da - yaşadıkları için, yaptığım röportajlar boyunca, bu sanatçılarda, yoğun bir daüssıla duygusunu (yurdunu arama, yurdunu özleme, yurtsama) fark ettim.


Fotoğraf: Cem Gençoğlu

- 55 Nokta Kuzey / Samsun Sanat Atlası isimli kitabı yazarken ilginç durumlarla karşılaştınız mı hiç? Tabiî, karşılaşmaz mıyım? “Kitapta ben neden yoğum, ben de bir zamanlar tiyatroda rol almıştım”, “Ben de saz çalıyorum”, “Ben de şiir yazıyorum, yüzlerce şiirim var, internette bile çıktı” diyenlerden “36’ıncı Bölümdeki Parmaklıklar ardındaki mahkûmlardan biri de bendim, neden yoğum”, “Amcamın kızı hikâye yazıyor onu da yazsana hoca!”diyenlere dek. - Bildiğimiz kadarıyla 55 Nokta Kuzey valilik desteği ile oluşturuldu. Ancak, bu kitap sınırlı sayıda basıldığı için, Samsun’da yaşayan çoğu insanın bu kitaptan haberi yok. Böylesine önemli bir çalışmayı çok geniş bir kitlenin okuması gerekmez mi? Söylediğiniz şey, herhalde, bu kitabının yazarını en fazla mutlu edebilecek şeylerden biri. Basılan kitap sayısının sınırlılığı hususunda ben de çok muzdaripim. Bu kitapla ilgili yaptığım yerel ve özel röportajlar sonrasında e-posta kutum doldu taştı. Kitap isteyen birçok insan not bırakıyor, her gün sayısız kişi tarafından kitap soruluyor. “Satışta değil, ben de bile yok” diyorum. Bu konuyla ilgili, Samsun’un tanıtımının daha iyi ve etkili yapılabilmesi için isteğim şu: Geçen yıl Kadıköy Süreyya Sahnesinde kitapta adı geçen sanatçıların katılımıyla gerçekleştirilen İstanbul’daki 55 Nokta Kuzey / Samsun Sanat Atlası isimli belgesel kitabın tanıtım/dağıtım kokteylinin aynısı daha da zenginleştirilip 2010’da Samsun’da yapılmalı. Basınla aylar öncesin

den iletişim kurulmalı. Reklam panolarında sanatçıların geleceği duyurulmalı. Etkinlik programı bir haftaya yayılmalı. 1. gün: Samsunlu Müzik Sanatçıları Günü. (Sözgelimi Orhan Hakalmaz Konseri) 2. gün: Samsunlu Oyuncular\Yönetmenler Günü. (İsmail Güneş filmleri, Mehmet Aslantuğ, Ahu Türkpençe, Nebahat Çehre, Süreyya Duru filmleri…) 3. gün: Samsunlu Tiyatrocular (Ferhan Şensoy ya da Levent Kırca’dan bir oyun) 4. gün: Karikatüristler, Ressamlar, Heykeltıraşlar (Muhtelif Sergiler ve İmza Günleri) 5. gün: Edebiyatçılar ( imza günü vs.) Gündüz bunlar, akşam söyleşiler. 5. günün akşamı halka açık bir yerde toplu söyleşi töreni. En az 5 bin baskı daha. Tabiî, bütün bunlar benim düşündüklerim. Türkiye Samsun’u konuşsun bir hafta. Nebahat Çehre 20 yıldır gelmemiş mesela Samsun’a. 5 gün devam eden etkinlikler ulusal basına rahatlıkla yansıtılır. Samsun’un tanıtımına çok büyük bir katkı sağlar bu. - Samsunla ilgili çalışmalarınız bu kitapla sınırlı değil diye biliyoruz. Mesela, şehrin Yeşilçam’ı diye adlandırdığınız Mescizade Sokak’ının yeniden düzenlenmesi için Büyükşehir Belediye Başkanı Yusuf Ziya Yılmaz’a açık bir mektup yazdınız. Başkandan sokağın bu şehirde yaşayan kültür-sanat tutkunu insanların rahat nefes alabilecekleri bir mekâna dönüştürülmesini talep ettiniz. Nasıl sonuçlandı acaba? Evet, Samsunla ilgili 5 çalışma tasarımım var. İkisi tamam (1-Samsun’da Tiyatro, 2-55 Nokta Kuzey) kaldı üçü. 3- Kuzey Defterinde 55 Kayıt 4- Régie / tütün kokulu

sesler: uzun metrajlı film senaryosu, 5Çaltı Belgeseli (Samsun’un 1960’lı yıllarda Türkiye’yi sarsan önemli dergisi) Kuzey defterinde 55 kayıt’ın yarısı tamam gibi. 26 isim yazıldı. Régie devam ediyor. Öykü bölümü bitti, mekân tespiti ve Osmanlıca metinlerinin çözümü tamamlandı, şimdi sinema tekniğine uyarlıyorum. Çaltı projesi ise henüz dosya biçiminde. Régie ile ilgili yönetmen İsmail Güneş ve oyuncu / yapımcı Mehmet Aslantuğ’la konuşuldu. Sıcak baktılar. Samsun’da bir film… Samsunlu oyuncular… Samsun Tekel Binalarında… Samsun köylerinde… Bunlar başkana 3. Mektupta yazılacak. Mektup meselesine gelmişken, Mescizade Sokağının düzenlenmesiyle ilgili sorduğunuz soruyla ilgili, maalesef, başkanın haberinin bile olduğunu sanmıyorum. Ama demin de söylediğim gibi, ben mektup yazmaya devam edeceğim tabiî ki. - Bugüne kadar nevi sahsına münhasır üslûbunuzla onlarca portre çalışmasına imza attınız. Hatta Haydar Ergülen Varlık Dergisi’ndeki yazısında, Cemal Süreya’nın 99 Yüz’ünden sonra okumaktan en fazla haz aldığı portre kitabının sizinkisi olduğunu söylemişti. Gündeme geldiğinde portrenizi kimin yazmasını dilersiniz? Türkiye’deki en iyi portre yazılarını Cemal Süreya, Enis Batur, Feridun Andaç, Muhsin Kızılkaya, Onat Kutlar, Beşir Ayvazoğlu, Işık Kansu ve Haydar Ergülen yazıyor. Bu kişiler severek okuduğum portre yazarları. Eğer bir portrem yazılacaksa; ya bu isimlerden ya da öğrencilerimden birinin yazmasını isterdim. 53 SAYI 3 / OCAK 2010


TURİZM

Havza kaplıcalarını dünyaya açmak istiyorlar... Mustafa Kemal Atatürk’ün de şifalı sularından faydalandığını söylediği Havza’daki kaplıcaların Türkiye, hatta dünya çapında tanınması için bölgeye 5 yıldızlı tesisler kurmak gerekiyor. Vedat ATICI

“5 yıldızlı otel kenti olacağız”

T

arihi 2 bin 500 yıl öncesine giden Havza Kaplıcaları, Orta Karadeniz Bölgesi’nin şifa ve sağlık turizmi merkezi. Suyunun kimyasal yapısı çok sayıdaki hastalık için iyileştirici özelliğe sahip. Her yıl 10 binlerce hasta günü birlik ya da birkaç günlüğüne bu önemli kaplıcaya gelerek sıhhat arıyor. 1936 yılında Yüksek Ziraat Enstitüsü’nün görevlendirmesiyle kaplıcayı inceleyen Prof. Dr. Kerim Ömer Çağlar, binlerce kişinin burada hastalıklarından kurtulduğunu vurguluyor. 25 Mayıs 1919’da Mustafa Kemal Atatürk de ziyaret ediyor. “Havza kaplıcalarında şifa buldum.” sözü ona ait. 54 SAYI 3 / OCAK 2010

Murat İkiz, iki dönemdir ilçenin belediye başkanı. Kaplıcaları Türkiye, hatta dünya ölçeğinde hak ettiği yere getirmek için çabalıyor. İlçede inşa edilecek yeni tesislerle bu amaca ulaşacaklarına inanıyor: “Maalesef ilçemiz bu güne kadar Afyon gibi yeterince tanınamadı. Sadece Karadeniz’de bilinen termal turizm merkeziyiz. İlçemizin en önemli problemi 5 yıldızlı otel olmaması. Şu anda kılavuz bölgesi dediğimiz yerde Turizm Bakanlığı’na ait üç tane arsanın aralık ayında ihalesi var. Bu alana yapılacak 5 yıldızlı otellerle Havza, Afyon’la rekabet edecek hale gelecektir. 5 yıldızlı otel istiyoruz.”

“Havza’dan geçen araçların yüzde ikisini Havza’ya çekebilirsek patlama yaparız”

Günde 15 bini aşkın aracın Samsun - Ankara Kara-yolu üzerindeki Havza’dan geçtiğini belirten İkiz, “Bu araçlardan yüzde ikisini Havza’ya çekebilsek, sorunu çözdük demektir. Böyle bir durumda Havza patlama yapar. Ankara’dan, İstanbul’dan, Türkiye’nin dört bir yanından insanlar Havza’yı tercih eder hale gelir. Asıl sorun İlçemizde Ancere otelimizden başka kaliteli hizmet veren başka bir kuruluşun olmaması. Amacımız en kısa zamanda ikinci termal turizm alanını biran önce hayata geçirmek. Gerekli alt yapı hizmetlerini tamamladıktan sonra özel girişimcilerin bölgeye gelmesiyle nihai amacımıza ulaşacağız.” diye konuşuyor.


Ancere, Havza’nın antik ismi Bölgedeki tek 4 yıldızlı turistik tesis niteliğindeki Ancere Thermal Hotel, şifalı suyu bin 200 metre derinlikten tesislerine taşıyarak ilçede kaplıca turizmine hizmet ediyor. Ancere, Havza’nın antik dönemdeki ismi. Tesisteki tabii su, romatizmal hastalıklar, boyun, bel fıtığı ve kireçlenmeler, siyatik ağrıları, çocuk felçleri, kadın ve erkeklere özgü hastalıklar, cilt sorunları, hazımsızlık, böbrek ve idrar yolları sorunları, bel ve boyun ağrıları, damar sertliği, hipertansiyon ve kan dolaşımı sorunları, karaciğer hastalıkları, yorgunluk, bağırsak, mide rahatsızlıkları ve kansızlığa için bire bir.

Evliya Çelebi de anlatmış...

Otel sahibi Kemal Zeybek, yerleşim birimine, adeta bir boğaz gibi Havza’yı Karadeniz sahillerine bağladığı için 712 ve 1174 yılları arasında Ancera denildiğini belirtiyor. Bünyelerinde havuz, Türk hamamı, sauna, masaj jakuzi ve konusunun uzmanı bir ekibin denetimi altında spor yapılabilmesi için fitness bulunduğunu ifade eden Zeybek, “58 triple, 18 double, 3 süite olmak üzere toplam 80 odamız var. 145 yatak ile 220 kişiye hizmet verebiliyoruz. Ayrıca konuklarının sağlığını düşünerek birbirinden lezzetli, Türk ve dünya damak zevkine uygun yemekleri de misafirlerimize sunuyoruz.” diyor. Hotel için büyük emek sarf edildiğini de anlatan Zeybek, çok mühim bir konuya dikkati çekiyor. Kılavuz bölgesine 5 yıldızlı tesisler kurulabilir ama yeni su kaynaklarının keşfi gerekiyor. Mevcut kaynak potansiyeli artı yatırımları besleyebilecek çapta değil. Su problemi halledildiğinde kendisi de başka tesisler düşünüyor.

Hamamayağı Kaplıcaları, Evliya Çelebi’nin “ Seyahatname “ adlı eserine konu olacak kadar eski. Aydın Thermal Yönetim Kurulu Başkanı Mustafa Aydın, bölgeye 150 milyon liralık yatırıma hazır. Projesi şimdilik global ekonomik kriz kurbanı. Ellerindeki diğer projelerin tamamlanmasından birkaç ay sonra söz konusu tesislerin inşaatına başlamayı kafaya koymuş durumda. 2009’un Nisan ya da Mayıs ayları içerisinde temel atmayı, yılsonuna kadar da insanların konaklayacakları bölümleri bitirmeyi amaçlıyor. Karadeniz Bölgesi’nin doğal güzelliklerinin yıllardır kendisini cezp ettiğini kaydeden Aydın, Ladik’i hem kayak, hem de thermal turizmine imkan tanıması sebebiyle önce-

likle tercih ettiğini dile getiriyor. Valilik, İl Özel İdare, AR-GE Daire Başkanlığı ve yerel yönetimin yatırım noktasında her türlü kolaylığı gösterdiğini de belirtiyor: “Hamamayağı suyu çok kaliteli fakat şu anki mevcut tesisler ne yazık ki ihtiyaca cevap verebilecek düzeyde değil. Bölgeyi gördüğümde kafamda beliren projede ilk etapta açık ve kapalı yüzme havuzları, 300 kadar üçer katlı stüdyo tipi daire ve bunların yanında hamam ve havuzun birlikte yer aldığı sosyal tesisler canlanmıştı. Bunlar sadece projenin ilk ayağını oluşturacaktı ilerleyen zamanlarda ise toplamda 150 milyon TL’yi bulan bir yatırım bölgede hizmete açılmış olacaktı.”

55 SAYI 3 / OCAK 2010


ALIŞVERİŞ

Pançolarınızı dolaplardan çıkarın Havaların soğuması ile yeni yeni trendler gün yüzüne çıkmaya başladı

Kademoğlu balıkçılık Migros’larda... 1864 yılından bu yana, nesilden nesile, balıkçılık sektöründe gücünü kanıtlamış, güvenilirliğini ispatlamış Kademoğlu Balıkçılık, bundan böyle Migros Balık reyonlarında da Samsunlu tüketicileriyle buluşuyor. Türkiye’nin dört bir yanına ve yurt dışına toptan balık ticareti yapan Kademoğlu Balıkçılık, kalite ve lezzet anlayışını, günlük taze balık alternatifleriyle, artık Samsun 3M Migros ve Atakum Yeşilyurt Migros’ta da hissettiriyor.

Aslına bakarsanız hepimizin evinde mutlaka panço tarzı trikolardan vardır mutlaka. İşte o panço trikolarınızı dolaplardan çıkarmanın tam zamanı. Bu senenin en trend parçalarından biri olan pançolar rahatlığı ile herkesin tercihi. Desenlisi, kollusu, kolsuzu, yakalısı, kapşonlusu, uzunu, kısası, kemerlisi… 2010 yılında bol bol göreceksiniz pançoları.

Kadınlar bu bota bayıldı Bu senenin en beğenilen bir kaç trendinden biri de hiç kuşkusuz yağmur botları Kışın hem soğuktan korunmak, hem de senenin trendini yakından takip etmek isteyen bayanların vazgeçilmezi oldu yağmur botları. İtalyan bayanların en beğendiği bot olan Woz yağmur botları Türkiye’de Twigy ile alıcısıyla buluşturuluyor. “Ben topuklu modellerden vazgeçmem” diyorsanız Woz sizler için topuklu olarak da yağmur botu modelleri üretmiş. İç kısmındaki özel çorap ile istediğiniz zaman çıkarıp yıkayabiliyorsunuz. İster çoraplı isterseniz çorapsız kullanabileceğiniz Twigy Woz yağmur botunun fiyatı ise 120 TL’den satılıyor. En popüler modeli ise dergi ve gazete baskılı olan modelleri. İtalyan Woz markası çizmeler Twigy mağzalarından, 36-40 numaralarında bulabilirsiniz. 56 SAYI 3 / OCAK 2010


Sabri Özel’den size özel, içinizi ısıtacak kampanyalar lerinde yapılan indirimin ve uygun fiyatlı Eco-Lıne ürünlerin yanı sıra, seri sonu ürünlerdeki tek fiyat uygulamasıyla da, kaliteden ödün vermeden üretilen ürünler arasında yer alan; gömlekler 19 TL, bay bayan trikolar 29-19 TL, pantolonlar 29 TL, takım elbiseler, 99-129 TL ve daha birçok ürün indirimli fiyatlardan alıcısına ulaşıyor. Ayrıca Hediye seçmenin zor olduğu anlarda Sabri Özel Hediye çekleri yeni bir alternatif sunuyor. Tutarları 50 TL ile 500 TL arasında değişen bu çekler sevdiğinize en özel hediyeyi bulmakta zorlandığınız anlarda size zamandan tasarruf, sevdiğinize de seçim özgürlüğü sağlıyor. Mağaza açılışlarıyla hız kesmeyen, en son Forum İstanbul AVM ve Forum Kapadokya AVM’de açtığı mağazalarla mağaza sayısını 44’e çıkaran Sabri Özel, gerçekleştireceği kampanyalara, önümüzdeki soğuk kış günlerinde de hız kesmeden devam edecek. Sabri Özel Mağazaları’nda yılbaşı öncesi sevdiklerine özel hediye almak isteyenlere hem geçmiş sezon hem yeni sezon ürünleriyle şık, farklı ve zarif seçenekler sunuluyor. Günümüz trendlerini zarif, şık, klasik çizgilerle birleştirerek tasarlanan ürünlerin yer aldığı Sabri Özel mağazalarında, bu yılbaşında da hediye alma telaşı zevke dönüşüyor. Sevdiklerinize ayrıcalıklı olmanın keyfini yaşatmak ve onlara olan sevginizi en şık ve özel şekilde anlatmak için, Sabri Özel’in özenle hazırladığı yeni koleksiyonuna indirim fırsatıyla sahip olmanın tam zamanı.

Kaliteyi uygun fiyatla alıcısına ulaşmayı ilke edinen Sabri Özel Mağazaları’nda büyük indirim başladı. Modern ve şık tasarımları, canlı renkleriyle üretilen ürünlerin indirimli fiyatları ile, soğuk kış günlerine ve yeni yıla sıcacık bir merhaba demek mümkün. Yapacakları alışverişleri kendileri ve sevdikleri için özel kılmak isteyen Sabri Özel müşterileri, Sabri Özel mağazalarında sezon ürünlerinde %50’ye varan indirim oranı ve ödeme kolaylığı sağlayan taksit avantajları ile karşılanıyor.

Modern, kaliteli, şık ve özgün tasarımlı ürünler yeni yıl öncesi sezon fiyatlarına göre %50’ye varan indirim fırsatıyla tüm Sabri Özel Mağazaları’nda satışa sunuluyor. Sabri Özel müşterilerine yönelik düzenlediği kampanyalarla hız kesmiyor. Sezon ürünlerde %50’ye varan indirimin yanı sıra, bu sene ECO-LINE adı altında hazırlanan koleksiyonda yer alan ürünler de herkese uygun, ulaşılabilir fiyatlarıyla müşterilere aradıkları kaliteyi uygun fiyata bulabileceklerini kanıtlıyor. Sezon ürün57 SAYI 3 / OCAK 2010


SİNEMA KIRIK KUCAKLAŞMALAR Tür : Gerilim / Dram Gösterim Tarihi : 8 Ocak 2009 Yönetmen : Pedro Almodóvar Senaryo : Pedro Almodóvar Görüntü Yönetmeni : Rodrigo Prieto Oyuncular: Penélope Cruz (Lena) , Lluís Homar (Mateo Blanco / Harry Caine) , Blanca Portillo (Judit García) , José Luis Gómez (Ernesto Martel) , Tamar Novas (Diego) , Rubén Ochandiano (Ray X) Filmin konusu: Karanlıkta yazan, yaşayan ve seven bir adam. Bundan 14 yıl önce Lanzarote adasında geçirdiği korkunç trafik kazasında sadece görme yeteneğini değil, Lena’yı, yani hayatının kadınını da kaybetmiştir.O günden sonra kendi adını bir daha kullanmaz ve senaryo yazarken kullandığı takma adı Harry Caine ismiyle hikayeler yazmaya devam eder. Penelope Cruz’un başrolünde olduğu ve 2009 Cannes Film Festivali programında da yer alan Broken Embraces, klasik Almadovar filmleri çizgisi dışında olma özelliğini taşıyor.

AKLI HAVADA Tür: Dram / Komedi Gösterim Tarihi: 15 Ocak 2010 Yönetmen: Jason Reitman Senaryo: Jason Reitman , Sheldon Turner , Walter Kirn(Kitap) Görüntü Yönetmeni: Eric Steelberg Oyuncular : George Clooney (Ryan Bingham) , Vera Farmiga (Alex Goran) , Anna Kendrick (Natalie Keener) , Jason Bateman (Craig Gregory) , Amy Morton (Kara Bingham) , Melanie Lynskey (Julie Bingham) Filmin konusu: Juno’nun Oscar adayı yönetmeni Jason Reitman’dan Aklı Havada Ryan Bingham’ın (Oscar ödüllü George Clooney) Zamane gezginliği. Şirket küçültme konusunda uzman olan Ryan, yıllardır bir şehirden diğerine dur durak bilmeden uçmaktayken, birden kendisini biriyle gerçek bir bağ kurmaya hazır hisseder. Ryan, Amerika’nın bir ucundan diğer ucuna havalimanlarında, Otellerde ve kiralık arabalarda geçen özgür yaşam tarzından oldukça memnun. İhtiyacı olan her şeyi bir valize sığdırabiliyor. Var olan tüm uçuş mili programlarının seçkin ve el üstünde tutulan bir üyesi. Üstelik hayatındaki en önemli amaç olan 10 milyon uçuş miline ulaşmasına da az kalmış durumda. Fakat Ryan’ın hayatında elle tutulur bir şey yok. Sempatik yol arkadaşına vurulduğunda, Ryan’ın Müdürü, genç bir verimlilik uzmanının etkisinde kalarak, Ryan’ı ebediyen yollardan çekmekle tehdit eder. Bu ihtimalle karşılaşınca, yere inmekten başta KORKAN Ryan, insanın bir evi olmasının aslında ne demek olduğunu düşünmeye başlar.

PARANORMAL ACTİVİTY Tür: Gerilim / Korku / Gizem Gösterim Tarihi: 15 Ocak 2010 Yönetmen: Oren Peli Senaryo: Oren Peli Görüntü Yönetmeni: Oren Peli . Oyuncular: Amber Armstrong , Michael Bayouth (Şeytanbilimci) , Katie Featherston , Mark Fredrichs Filmin konusu: Genç bir çift evlerindeki paranormal olaylardan şüphelenmeye başlar. Bir kamera sistemi kurarak gece uyuduklarında neler olup bittiğini kaydetmeye başlarlar. Son derece basit bir hikayeye ve Blair Cadısı mantığına sahip olmasına rağmen şimdiden gelmiş geçmiş en korkunç filmlerden biri olduğu soyleniyor. 58 SAYI 3 / OCAK 2010


59 SAYI 3 / OCAK 2010


AAAAAAAA

imza reklam

60 SAYI 3 / OCAK 2010


Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.