Haber Revizyon Dergisi Ekim 2012

Page 1




İmtiyaz Sahibi R. Aytekin TÜRKER

Sorumlu Yazı İşleri Müdürü Arzu ATASOY Genel Koordinatör Halil PETEK Yayın Yönetmeni Selçuk DURAK

Grafik Tasarım Emir KARAGÖL Serhat BAYRAKTAR

Operasyon Sorumlusu Caner BERDİCİ Halkla İlişkiler Merve PETEK Semra İNCE

Reklam Yönetimi Gülbin SERTOĞLU

Hukuk Danışmanı Av. Mevlüt AYDIN

Danışma Kurulu Cahit ÜLKÜ Erol CANDABAKOĞLU Yiğit ÖZTİRYAKİ İsmail Ahmet ORHUN Mustafa DURDUDİLER Saffet SANCAKLI Mustafa KESKİN Prof. Dr. Arif VERİMLİ Süha Fazlı BEZİRAY Aydın ÇELİK Katkıda Bulunanlar Rafael SADİ Cahit ÜLKÜ Sunay AKIN Prof. Dr. Arif VERİMLİ Dr. Haydar DÜMEN İsmail Ahmet ORHUN Avraham İŞCEN Bülent ÖZTÜRK Çelebi ÇİÇEK Nazır ŞENTÜRK Zeynep AKSU Sefa ZENGİN Av. Mevlüt AYDIN Sema KEÇECİ

Bölge Haber Temsilcileri Güney Doğu Anadolu: İbrahim H. KARACA Ege: Ülkü AKTAŞ Karadeniz: Şükrü YAVUZ Avrupa: Reha ERUS

Baskı Dünya ‘Globus’ Basımevi Balamir Sokak No: 7 34810 Kavacık / Beykoz - İstanbul Tel: 0216 681 18 00 - Fax: 0216 680 39 71 Ücretsiz Danışma: 0800 219 20 24 - 25 Baskı: DÜNYA YAYINCILIK A.Ş. Dağıtım: DÜNYA SÜPER DAĞITIM A.Ş. Çözüm Ortağımız

ATS Elektronik Güvenlik Sistemleri San. Tic. ve Ltd. Şti. www.ats.gen.tr Yayın Türü Ulusal, Süreli, Aylık

Yönetim Yeri Hürriyet Bulvarı ATS Plaza No:129 Beylikdüzü / İstanbul

İletişim 0212 875 5 880 – 0544 875 5 880 haber@haberrevizyon.com www.haberrevizyon.com @Haberrevizyon

www.facebook.com/haber.revizyon

ISSN 1304 - 8813

Haber Revizyon Dergisi, Türkiye Cumhuriyeti yasalarına uygun olarak yayımlanmaktadır. Haber Revizyon Dergisi’nin tüm hakları R. Aytekin TÜRKER’e aittir. Dergide yayımlanan yazı, fotoğraf, harita, illüstrasyon ve konuların her hakkı saklıdır. Makalelerdeki görüş ve düşünceler yazarlarına aittir. Yazılı izin alınmadan, kaynak gösterilse dahi kullanılamaz.

BASIN HÜRDÜR, SANSÜR EDİLEMEZ.


E

ditör’den

S

anal hayata ve hayatın içindeki hayattan uzak kalmış olan insanlıktan bahsetmek istiyorum bu sayımızda.

Tabii ki paylaşım. Paylaşmak, kişinin insani duygularının en yoğun olduğu anlarda ortaya çıkan bir istektir. Bilgi paylaşımı, gördüklerimizi, duyduklarımızı, yaşadıklarımızı paylaşmak. Yeri geldiğinde elimizde ki bir parça simit’i bindiğimiz vapuru takip eden martıyla paylaşmak, yani insanlığımızı paylaşmak. Ne yazık ki dünyamız ve insanlık soyut bir düzen içine doğru gidiyor. Kişi, karşısındaki insanların ne bilmesini istiyorsa bunu kendisi belirliyor, hatta kimin ne görmesini gerektiğini de. Haber Revizyon bu sebepten dolayı sizlerle, paylaşmanız için yanınızda. Size ve çevrenizdekilere bir şeyler daha öğretmek için elinizde… İsterseniz kırılmaması için bir bardak sarın dergi yaprağına, emin olun ki onu da koruyacaktır. Biraz daha ince düşündüğümüzde, o paket için kullanılmış olan kağıdı bile okuyacak insanların var olduğunu göreceksiniz. Hiçbir şey olmayacaksa da doğaya, ait olduğu yere dönecektir bir revizyonla. Dünya düzenindeki güzellik ve bu güzellikler ile yaşanmış mutluluklara ne kalemler ne de kağıtlar yeter. Yeşilin milyonlarca tonu, masmavi rengin tüm dünyayı sarıp kucaklaması gibi. Ya birlik, dostluk, arkadaşlık… Bunların da koskocaman dünyadan ufacık odalara hatta küçücük zamanlarda ufacık ekranlara sıkıştırıldığını görüyoruz. Evren, varoluşun gerçek anlamı.

Önce bu harikalar diyarı dünyayı dostça, kardeşçe içimizde hiçbir kötü düşünce olmadan paylaşalım, birlik ve beraberlik içinde mutlu olalım… Dünya, Sen Ondan Ne Alırsan O’dur…

I

n this issue, I would like to write about the virtual life and humanity which is far from the life itself.

It is surely, sharing. Sharing is a desire that comes up at moments when a person is at the peak of his/her most humanly feelings. Sharing what we know, see, hear, go through and sometimes sharing a piece of the ‘simit’ in our hands with the seagull flying above the ferry we took; I mean sharing our humanity. Unfortunately, our world and humanity is going deep into an abstract deception. People determine what they want others to know, even whom to see what. That is why Haber Revizyon is with you; right beside you to share… It is in your hands to teach you and those around you. If you want, you can just wrap up a glass with a page of it and it surely would protect that glass, too. When you think deeper, you will see that there are people who would even read the used paper that you had wrapped the glass with. Even if there is nothing, it will go back to where it belongs with a ‘revision’. Neither pens nor paper would be adequate to express the beauties in the order of the World or the happiness felt. Just like the millions of shades of green and the deep blue, putting their arms around and surrounding the Earth. How about unity, bonhomie, friendship… From that prodigious world, we witness that these are all stuck in tiny rooms and even in tiny screens stuck in short times. The universe is the real meaning of existence. First let’s share this wonderland, the Earth in a friendly manner, peacefully by keeping no evil thought in ourselves and be happy in unity and togetherness. The world is what you take out of it…

R. Aytekin Türker


6

8

Nasıl Özür Dilenir? Mi? Rafael Sadi

28

Cahit Ülkü anlatıyor...

Müzik Yazarı Murat Beşer’den samimi itiraflar

16

50

Türkiye’de İslami Cemaatler Islamic Communities in Turkey

Kamu binaları depreme dayanıklı hale getirildi State buildings are earthquake-strengthened

14

Vazgeçilmeyen Enerji Nükleer

34

“Doğrudan Başbakanlık” uygulaması BİMER

38

Kredilerde Zorunlu Hayat Sigortası Primlerin İadesi

40

Erkeğin Çaresizliği R. Aytekin Türker

44

Yılan Tanrısı GLYKON Bülent Öztürk

48

Sahibini Bekleyen Üniforma Sunay Akın

56

Elektronik Kelepçe Avukat Mevlüt Aydın


Sonbahar-Kış Moda Akımları Zeynep Aksu

60

Kurumsal Eğitimler ve Değişim Arzu Atasoy

62

Spor-Sponsorluk

68

Stres Prof. Dr. Arif Verimli

72

Hibrid Otomobil Teknolojisi

74

Sinema En Yeni Filmler

76

Savaş Oyunu Gerçek Mi Oluyor? Is The War Game Turning Real?

Atatürk’ün Gizlenen Vasiyeti mi var?

Tanrılarım İçimde Dr. Haydar Dümen Aklın Rehberliğinde Arınmak Sefa Zengin

77

Çelebi Çiçek ile Astroloji

78

Amerika Keşfedildi mi? Avraham İşcen

20

64 36 58


Haber

Kamu binaları depreme dayanıklı hale getirildi.

State buildings are earthquakestrengthened

İstanbul Valisi Hüseyin Avni Mutlu, İstanbul Emniyet Müdürlüğü’nün 3 bloktan oluşan kompleksinde yapılan deprem güçlendirme çalışmalarını inceledi. Vali Mutlu’yu İstanbul Emniyet Müdürü Hüseyin Çapkın karşıladı. Fatih Kaymakamı Ahmet Ümit ve Fatih Belediye Başkanı Mustafa Demir de incelemelerde Vali Mutlu’ya eşlik etti. Önce çalışmaların son aşamaya geldiği, dış cephesi tamamlanan C Blok’a bakan Vali Mutlu, daha sonda güçlendirme çalışmasına yeni başlanan B ve dış cephe yenilenmesine başlanan A blokları inceledi.

Governor of Istanbul Hüseyin Avni Mutlu paid an official visit to the Police Headquarters of Istanbul and examined the maintenance work performed to earthquake-strengthen the three-block complex. Police Chief of Istanbul Hüseyin Çapkın welcomed Governor Mutlu. District Governor of Fatih Ahmet Ümit and Fatih Mayor Mustafa Demir also accompanied Governor Mutlu during the visit. Governor Mutlu who first examined the C Block where the prior work has reached the last phase and the exterior work has been completed then continued his visit with the B Blocks where the earthquake-strengthening has just started and the A Blocks where the exterior developments have started. Governor Mutlu made a statement during his examination at the A Block. Governor Mutlu, who explained the reason of his visit and the earthquake-strengthening said: “In preparation for earthquakes, earthquake-trengthening the Istanbul Police Headquarters buildings is one of the projects run within the other projects that we have been working on to develop, demolish or rebuild the state buildings in Istanbul.

Vali Mutlu, A Blok’ta inceleme yaparken açıklamalarda bulundu. Ziyaretinin sebebini ve yapılan çalışmaları anlatan Vali Mutlu, “İstanbul’da depreme hazırlık noktasında, yürütmüş olduğumuz kamu binalarının güçlendirilmesi veya yıkılıp yapılması ile ilgili yaptığımız çalışmalar kapsamında yürüttüğümüz projelerden bir tanesi de İstanbul Emniyet Müdürlüğümüzün güçlendirme işidir. Yaklaşık 1 yıla yakın bir süredir yapmakta olduğumuz çalışmalarla İl Emniyet Müdürlüğü binamızı inşallah önümüzdeki 3 ay içerisinde tamamlayarak, hizmete tekrar açmış olacağız” dedi. İstanbul’da önemli projelerin tamamlandığını belirten Vali Mutlu, İl Emniyet Müdürlüğü binasının yanı sıra Üsküdar Çevik Kuvvet binasının da bu kapsamda yıkılıp yeniden inşa edildiğini dile getirdi.

With the work we have been doing for almost a year, I hope we will be able to complete our City Police Headquarters building and make it ready for service in three months.” Governor Mutlu expressed that important projects have been completed and also added that besides the İstanbul Police Headquarters, the Üsküdar Flying Squads building has also been demolished and rebuilt.

Özel ikametler de güçlendirilmeli

Vali Mutlu ayrıca, İstanbul’daki kamu binalarının yanı sıra özel ikametlerin de güçlendirilmesi ve depreme dayanıklı hale getirilmesi gerektiğini belirterek “Özel ikametlerin de güçlendirilmesi ve depreme dayanıklı hale getirilmesi, şehrimizin sağlığı ve geleceği açısından büyük önem arz ediyor. Bu konuda da önümüzdeki dönemde çok daha iyi projelerin, İstanbullularımızla ortaklaşarak, en iyi şekilde realize edilmesi dileğimiz. Bu konuda daha fazla ortaklaşmamız ve şehirde bu konuda müşterek projeleri gerçekleştirmemiz gerekiyor” diye konuştu.

Private residences must be strengthened Governor Mutlu also stated that private residences must be earthquake-strengthened besides the state buildings and he said, “Strengthening the private residences and making them resilient to earthquakes is of great importance to the future of our city. We wish to realize better projects in the best way in the coming days in cooperation with Istanbulians. We must cooperate and realize common projects in the city.” 95% of state buildings have been completed

Kamu binalarının yüzde 95’i tamamlandı

Vali Mutlu, kamu binalarının yüzde 95’inin İstanbul’da yaşanacak depreme karşı güçlendirildiğini de belirterek, “Bunu yüzde 100 seviyesine çok kısa sürede getireceğiz” dedi.

Governor Mutlu pointed out that 95% of state buildings have been strengthened to resist an earthquake that will happen in Istanbul and said, “We will be increasing this to 100% very soon”.

8

www.haberrevizyon.com

www.haberrevizyon.tv


Haberinizi gĂśnderin, herkesin haberi olsun


Son iki yıldır İsrail ile Türkiye arasında en fazla konuşulan konu, İsrail’in Mavi Marmara baskınında 9 eylemcinin (yardım gönüllüsünün) silahlı çatışma sonucu etkisiz hale getirilmesi (öldürülmesi) nedeni ile özür dileyip dilemeyeceği oldu ve olmaya da devam edecek gibi görünüyor.

RAFAEL SADİ Özgürlük Elinizde!

www.haberrevizyon.com 2012

NASIL ÖZÜR DİLENİR? Mİ?

Sinirlioğlu - Ciehanover görüşmelerinin bilinen ve basına yansıyan kısmındaki ana temalarından biri de o sıralarda açılacağı söylenen davalardan vazgeçilmesiydi. Bu anlaşma gerçekleşmediği gibi Türkiye özürden, İsrail de normalleşmeden mahsur kaldı.

Kuşkusuz bu konunun konuşulmasında Türkiye Başbakanı Sayın Recep Tayyip Erdoğan’ın bu konuyu gündemin en başköşesine oturtmuş olmasının etkisi yadsınamaz. İsrail Hükümeti de her ne kadar bu konuya yaklaşmış olsa da Sayın Erdoğan’ın beklediği özür metni, bir türlü onay alabilmiş değildir.

“Kim ne kazandı ve kim ne kaybetti? Hesap etmek ne kadar kolay?” tartışılabilir kuşkusuz. Bu bir gerçek ki benim gibi iki ülkesi / vatanı olanları mevcut durum ziyadesi ile üzmektedir. Söylenebilecek yegane şey ise iki ülkemin soğuk ilişkiler içinde olması, iki ülkemin de düşmanlarını sevindirmekten başka bir işe yaramamaktadır.

Dışişleri Bakanlığı Müsteşarı Sayın Feridun Sinirlioğlu ile İsrail’in BM Palmer komisyonu yetkilisi Joseph Ciechanover’in aynı komisyon devam ederken yaptıkları görüşmelerde; ‘özür’ meselesi, İsrail’in özre çok yakın sayılabilecek “keşke olmasaydı, çok üzgünüz’’ ifadesi ve talep edilen tazminatın ödenmesine razı olunduktan sonra bu ifadenin Sayın Erdoğan tarafından reddi ve de son anda normalleşmeye dönebilmenin fiyatı da yükseltilip Gazze ablukasına son verilme talebi ile görüşmeler sonuçsuz kalmıştı.

Son bir kaç aydır İsrail tarafından Türkiye ile ilişkilerin normalleştirilmesi konusunda çaba gösteren taraflar olduğu, inkar edilemeyecek derecede aşikardır. Ancak aynı derecede ve benzer ağırlıkta İsrail ile ilişkilerin normalleştirilmesi için çaba gösteren Türkiye kaynaklı tarafların da olduğunu söylemek yanlış olmaz.

Bu sonucun, Sayın Erdoğan’ın seçimi olduğu ve aslında normalleşmeye dönülmesine gönlü olmadığını ortaya koymak olarak değerlendirmek çok yanlış olmaz.

Peki, bu taraflar kimlerdir ve ne gibi çabalar sarfediliyor?

0 1


www.haberrevizyon.com 2012

İsrail tarafında bu çabaları açıklıkla ve iyi niyet ile ortaya koyan bir düşünce kuruluşu mevcuttur. Adı MİTVİM ve başında gencecik bir akademisyen bulunuyor; adı Dr. Nimrod Goren. Yeruşalayim İbrani Üniversitesi’nde Ortadoğu politikaları uzmanlığı eğitimi görmüş, aynı zamanda da İbrani Üniversitesi’nde eğitmendir. Nimrod Goren ismi akademik yaşamı takip edenler için çok yabancı değil, hele hele İsrail - Türkiye ilişkilerini yakından takip edenlerin bilmesi gereken bir isim. MİTVİM kurumunun en önemli hedeflerinden birisi ise Türkiye ve Ortadoğu’da alternatif politikalar üreterek, tıkanan barış yolunu açabilmektir. Nimrod Goren ile dün buluşarak çok yönlü bir sohbet yaptık.

Başka ve daha açık bir şekilde ifade etmek için de sorumu utanmadan açıklıkla ve direkt olarak sordum.

Nimrod Goren, eski dostum olan ve İsrail’in eski maslahatgüzarlığını deruhte etmiş olan Alon Liel ile birlikte çalışıyor MİTVİM kurumunda. Açık söylemek gerekirse, Alon Liel de Nimrod Goren de İsrail siyasi yelpazesinin ortasından daha solda bir yerlerde dururlar.

RS. Nimrod (İsrail’de Sayın ve Bey-Bay sözcükleri pek kullanılmaz, kullanırsanız adamla dalga geçtiğinizi sanıp bozulabilirler) lütfen söyler misin İsrail’in Türkiye’den özür dilemesi gerektiğini ve İsrail halkının bunu istediğini ortaya koyan bir kamuoyu araştırması yaptırdınız. Bunu size sipariş eden İsrail Hükümeti miydi veya bu konuda Devletten aldığınız bir talimat ve talep var mı?

Dr. NİMROD GOREN

1

NG. (gülerek) Sanırım benim ve Alon Liel’in hükümetten farklı görüşlerde olduğumuzu biliyorsunuz. Biz aksine hükümetlerin söyleyemecekleri şeyleri söylemeye ve alternatif politikalar üretmeye çalışıyoruz. Hayır, biz İsrail Hükümeti adına çalışmıyoruz. Umarım bizi dinlerler ve yarar getirebilecek politikaları uygularlar.


www.haberrevizyon.com 2012

Neler görüştük sorunuza gelecek olursak, İsrail – Türkiye ilişkileri ve tabii ki özür konusu nasıl aşılır onu konuştuk ağırlıklı olarak. Rafi Smith kurumuna yaptırmış olduğumuz bir kamuoyu araştırmamız var biliyorsunuz. İsrailli’lerin %45'i özür dilenmesinden yana olduklarını beyan ettiler. %39'u ise özür dilenmesine karşılar. Geriye kalan %16'sı ise çekimser duruyorlar. Tabii ki Sayın Erdoğan’ın gerek özür gerekse Gazze ablukasının kaldırılması konusundaki talepleri ve tutumu, İsrail hükümetinin de özür dilenmemesi konusundaki tutumu ile karşı karşıya gelince; durum adeta imkansız gibi duruyor. Ama biz iki toplum arasında özellikle akademik platformlarda bir araya gelerek alternatif çözümler üretmeye devam edeceğiz.

RS. Peki, siz geçen hafta Türkiye’deydiniz ve İstanbul Kültür Üniversitesi’nde STK olan Küresel Siyasal Eğilimler Merkezi GPOT'un konuğuydunuz ve başka İsrailli akademisyenler de vardı bildiğim kadarı ile. NG. Evet, İsrail'den Alon Liel (İsrail'in Eski Türkiye Maslahatgüzarı ve Dışişleri Müsteşarı ve MİTVİM Kurumu uzmanı) Arik Segal (Genç bir diplomat adayı ve Toronto Üniversitesi’nde uluslarası ilişkiler okumuş ve Tel-Aviv Üniversitesi’nde de master yapmış) Ghida Rinawi-Zoabi ( Interpeace barış kurumu ve İnjaz kurumunun görevlisi – İsrailli Arap azınlığı temsil ediyor) ve ben Nimrod Goren (MİTVİM kurumu kurucu başkanı). RS. Türk tarafından kimler vardı ve bu toplantıda neler görüştünüz? NG. Can Yirik, Mansur Akgün, Silvia Kiryaki, Yalım Eralp, Özdem Sanberk, Sami Kohen, Kerim Balcı ve toplam yaklaşık 20 kadar Türk akademisyen ve gazeteci vardı.

“Sağolun ve başarılı olmaya çaba gösterin lütfen.” dedikten sonra ofisime döndüm ve kapatıp, eve, bilgisayar başına geçtim. Sıra eski dost Alon Liel ile konuşmaya gelmişti. Alon Liel ile yaklaşık 10 sene önce tanıştık. O zamanlar DEMOİSLAM isimli kitabı yazmıştı ve bana imzalı bir nüshasını hediye etmişti. Geçenlerde de Can Yirik ile birlikte yayınladıkları İsrail - Türkiye ilişkilerini anlatan bir fotoğraf albümünü imzalatabilmiştim. Bu kez kitabı satın almıştım; eh, bu albüm oldukça pahalıydı ve ortağı vardı. Ellerine sağlık, oldukça güzel bir çalışmaydı. Tavsiye ederim, bulun ve alın. RS. Merhaba Alon, nasılsın? AL. Sağol senden ne haber? RS. İyilik çok şükür, Memleketime gitmişsin geçen hafta, yediklerin içtiklerin senin olsun gördüklerini anlat. AL. Ne diyorsun, anlamadım? RS. Haklısın, Türkçe’den tercüme konuşuyorum anlamazsın. Neler konuştunuz işleri yoluna sokabildiniz mi? İsrail’e özür diletebilecek misiniz? AL. He hee, vallahi kolay iş değil. Senin arkadaşın (Tayyip’ten söz ediyor) çok sert duruyor, yumuşaması imkansız gibi. RS. Eh öyledir, delikanlı adamdır, öyle yumuşayacak bir mahallede yetişmedi. (Alon yumuşama esprisini anlamadı ama olsun) AL. Ne yapacağız peki? “Özür, tazminat ve Gazze ablukasından çekilmeden bu iş olamaz” diyor. Bu tarafta da özür dileyebilecek kimse yok, biliyorsun siyasi olarak hükümettekileri sarsar.

ALON LİEL

12


www.haberrevizyon.com 2012

RS. Alon özrü sen dilersen kabul etmiyorlar mı acaba? AL. “Vallahi Peres dilesin” dediler, O da “Davos için özür dilerse, ben de dilerim” dedi. Barak dileyebilir ama arkadaşın kabul eder mi bilmiyorum. RS. Bak Alon, bizim mahallede yani Kasımpaşa’da aracılara g...at denir, yani Türkçesi p...menk. İşte bizim mahallenin insanı aracılar ile iş görmez. İsrail Başbakanı bu işi halletmek istiyorsa, açacak telefonu Türkiye Başbakanı’na, “arkadaş bak, ikimiz de bir halt ettik; sen gemiyi gönderdin ben de elimi fazla hızlı indirdim. Gel şu işi halledelim, anlaşalım bitsin” derse anlaşırlar bana kalırsa. Kaldı ki bu türden bir yaklaşımla hem özür de kabahatinden büyük olmayacaktır. (Alon yine anlamadı tabii) AL. Nasıl yani? RS. Bak, şöyle; iki yiğit çıkmış meydane biri diğerinden merdane. Birbirlerinin gönüllerini kırmazlar diyorum; artık özür mü dilenir, yoksa “ayıp ettik” mi denir, “ben ettim sen etme” mi derler… Artık aralarındaki mesele olur ve iş tatlıya bağlanır. AL. Ne yani, bu kadar basit midir? RS. Evet. Tayyip ile konuşmak Obama ve Merkel ile konuşmaya benzemez. Karşında Abu Mazen yok, Kasımpaşalı Recep Tayyip Erdoğan var; ona göre konuşmak ve davranmak gerekir. Alon sen bana şunu söyle allasen, iki ülkemin birbirine ihtiyacı var mı, yok mu? Mesele budur. İhtiyaç yoksa bu iş daha çok uzar. İhtiyaç varsa geriye sadece formalite kalır. AL. Bak işte şimdi diplomat gibi konuştun. RS. Arkadaşım lütfen bana hakaret etme. AL. (Gülüyor) Bak, şu anda bozulma ama Türkiye’nin İsrail’e olan ihtiyacı İsrail’in Türkiye’ye olan ihtiyacından fazladır. RS. Neden? AL. Şu anda Türkiye; Suriye ile bozuştu, İran ile limoni ve Irak ile hırlaşıyor. Üç koldan Kürtler Türkiye’ye tehdit oluşturuyor. İsrail’siz bir Türkiye İsrail’li bir Türkiye’den

daha iyi değil. Birlik içindeki bir İsrail-Türkiye ile Suriye Başkanı Esad daha kolay düşebilir. Suriye’deki Kürtlerin palazlanması, kazara otonomileşmesiyle Irak Kürtleri ile domino gibi Türkiye’nin üzerine devrilmesi demek olabilir. Bu nedenle Türkiye şu sıralarda İsrail ile işbirliği içinde olmayı istiyordur derim. RS. Güzel, peki İsrail’in Türkiye’ye ihtiyacı nedendir ki? AL. Vallahi olmazsa da olur tabii ama olursa tadından da yenmez (Ek; bunu da ben ekledim tabii) Ufukta bir İran sürtüşmesi var. Devrilmesi kaçınılmaz bir Suriye rejimi var. Kızışabilecek bir Lübnan var. Bu dengeler (pardon dengesizlikler) arasında yanında Türkiye olan bir İsrail, yanında Türkiye olmayan bir İsrail’den daha iyidir. RS. Valla haklısın gibi görünüyor. İyi de neden bir telefon görüşmesi ile halledilebilecek iş 2 senedir sürüncemede? AL. Eh diplomasi öyledir... :)) RS. Bak gördün mü neden diplomat dediğinde bozuldum? AL. Haklısın galiba. RS. Sağol Alon, siz çabalarınıza devam edin. Bize ihtiyaç duyarsanız bilesiniz ki buradayız. RS. Ha bir de şu var; buluştuğunuz isimler arasında “istemez, İsrail kahrolsun” diyenler oldu mu? AL. Hadi ya, biz iki ülkenin iyiliğini ve barışı isteyenler ile görüştük, öyle aşırılar yoktu çok şükür. RS. Biliyorum, biliyorum. Hani ne olur ne olmaz diye sordum bende... AL. Yine işlettin beni. Hadi, ben yatmaya gidiyorum. İyi geceler.

13


www.haberrevizyon.com 2012

Evet saygıdeğer okurlar, iki ülkem arasındaki ilişkiler her an çözülebilir. Sayın Erdoğan 3 madde ile sıralamış ilişkilerin normale döndürülmesini: 1- Özür dilenecek. 2- Tazminat ödenecek. 3- Gazze ablukası kaldırılacak. İşte benim formülüm: Peki, İsrail karşılığında ne alır:

1- Özür dilenecek ama İsrail Başbakanı Türkiye Başbakanı’nı arayıp rencide edilmeyecek bir şekilde özür dileyecek. Mesela: İnsanların ölmesi bizleri de çok üzmüş ve rahatsız etmiştir. Ölümlerin olmasından dolayı Türk halkından özür dileriz. Umarım böylesi tatsız olaylar bir daha gerçekleşmez.

1- Açılmış ve açılacak davaların düşmesi temin edilmelidir. 2- Elçiler karşılıklı iade edilmeli ve görevlerine kaldıkları yerden devam ettirilmelidirler.

2- Uygun bir tazminat, uzmanların bir araya gelmesi ve makul miktarın tespiti ile ödenebilir. Tarafları mağdur etmeyecek meblağ tespit edilmelidir. Hiç bir bedel ölenleri geri getiremez ama ailelerinin ve çocuklarının geleceklerini teminat altına alabilecek bir meblağ olmalıdır. Devletin TSK şehitlerine uyguladığı tazminat veya şehit ailelerine ödenen maaşlar, standart tespit edilerek yapılabilir mesela. 3- Gazze’de aslında fiili anlamda bir abluka olmadığı ve her hafta 1000 kadar TIR dolusu mal ve eşya geçtiği gerçeğinden hareketle, Sayın Erdoğan’ın bu durumu anlamasına yardımcı olunmalı ve aslında fiili ablukanın olmadığı, sadece mal ve hizmetlerin geçişinde doğal kontrollerin olduğu kabul edilirse bu konu da rahatlıkla aşılabilir bence. 14

3- Stratejik işbirliği çalışmaları kaldığı yerden devam ettirilebilmelidir. Askeri ilişkilerin bir anda eski düzeyine gelmesi söz konusu olamaz ama zaman içerisinde 5-10-15 sene içinde bu andakinden daha uygun yerlere getirilebilir. Ama bana kalırsa bu iş, iki liderin karşılıklı görüşmesi ile gerçekleşebilir. Bu da olmazsa, liderlerin yaşlanıp çekilmelerini veya bir seçimle değiştirilmelerini beklemek gerekecek. Allah ikisine de uzun ömürler versin. Eh, ne yapalım olanla idare edeceğiz işte.


İş Dünyası

MERKEZ BANKASI’NIN DOĞRU KARARI

M

erkez Bankası'nın ekonomideki kredi hacmini genişleterek ve kredi maliyetleri düşürerek, reel sektörü ve ihracatı daha fazla desteklemesi gerektiğini ve bu amaçla da faiz koridorunun üst bandının hızla aşağıya çekilmesi beklentisini birçok platformda dile getirdik. Merkez Bankası'nın yaptığı açıklama ile birlikte faiz koridorunun üst bandını yüzde 11,5'ten yüzde 10'a çekmesini çok olumlu karşıladık. Yapılan bu indirim ile birlikte kredi maliyetlerinin aşağı inecektir. İhracatçılar olarak, finansal istikrarın Türkiye'nin geleceği açısından önemli olduğunu 2 yıldan beri sık sık vurguluyoruz ve bu konuda farkındalık yaratılması için elimizden gelen gayreti gösteriyoruz. Dünyada yaşanan olumsuz gelişmelere rağmen aktif politikalar uygulamaya gayret eden Merkez Bankamıza, fiyat istikrarına odaklandığı ve gereken önlemleri almaya devam ettiği için ihracatçılar olarak teşekkür ediyoruz.

İhracatımız, son dönemde çok yoğun bir rekabet ortamı ile karşı karşıya bulunuyor. Bu ortamda ihracatçı firmalarımız, finansman konusunda önemli sıkıntılar yaşıyor. Kredi maliyetlerinin yüksek olması, bu sıkıntıların en başında geliyor. Merkez Bankası'nın faiz indirimi ile birlikte, kredi maliyetlerinin aşağıya çekilmesini bekliyoruz. Şimdi sıra finans sektörümüze geldi. Tüm bankalarımızı, katılım bankalarımızı ve banka dışı finans kurumlarını aktif bir şekilde ihracatı desteklemeye davet ediyoruz. İhracat, ekonomimizin itici motoru konumuna geldi. İhracatın büyümeye verdiği aktif destek ile birlikte ihracat, büyümeyi sırtlıyor. Bu desteğin artması için ihracatçılarımızın finansman maliyetlerinin azaltılması, her zamankinden daha fazla önem taşımaktadır. Merkez Bankası'na gerçekleştirdiği faiz indiriminden dolayı bir daha teşekkür ediyor, önümüzdeki dönemde de faiz indirimlerinin devam etmesini diliyor, kredi maliyetlerinin azaltılması ve finansman olanaklarının daha da geliştirilmesi ile birlikte, ihracatımızın ülkemizin ekonomisine daha fazla katkı vereceğine inanıyoruz.

www.haberrevizyon.com

Mehmet Büyükekşi 15 Türkiye İhracatçılar Meclisi Başkanı

www.haberrevizyon.tv


Haber

Türkiye’nin yarım asırlık nükleer güç santrali kurma ideali Mersin Akkuyu Sahasında gerçekleştiriliyor. İkinci nokta yine 4 reaktörlük Sinop.

R E E L NÜK

Vazgeçilmeyen Enerji

A

500 milyar kWh’a çıkması öngörülmektedir. Ancak, tüm hidrolik, rüzgar, güneş, jeotermal, biyokütle potansiyelimizin tamamını kullansak dahi, bu talebin (500 milyar kWh) yaklaşık yarısını karşılayabilmekteyiz.

kkuyu’da kurulacak santral, her biri 1200 MWe olan, 4 güç ünitesinden inşaatı tamamlandıktan sonra yılda yaklaşık 35 milyar kWh elektrik enerjisinin üretilmesi planlanıyor. 2014 – 2022 yılları arasında inşaatı tamamlanması öngörülen Akkuyu NGS’nin işletme ömrü 60 yıl. İlk güç ünitesinin devreye giriş tarihi 2019.

Bakanlık raporuna göre, yenilenebilir enerjide kurulu güç potansiyelimiz yaklaşık 136.600 MW, kullanmakta olduğumuz 18.659 MW. Geriye kalan kullanabileceğimiz yenilenebilir potansiyelimiz yaklaşık 118.000 MW olmasına karşın, kapasite faktörü nedeniyle gerçekte kullanabileceğimiz, potansiyelimizin az bir kısmı.

Akkuyu santralinin güç ünitesi VVER-1200 tipi 3. Nesil (Gen III ) nükleer reaktördür. VVER-1200 tipi reaktörler, işletimde olan VVER-1000 tipi reaktörlerin mevcut işletme ömrü, gücü, termal verimi ve güvenlik sistemleri artırılmış modelleridir.

Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı (IAEA) ve Dünya Nükleer Birliği (WNA) verilerine dayandırılarak hazırlanmış olan 13 Eylül 2011 tarihli belgeye göre, dünyada toplam 375,9 GWe kurulu güce sahip, dünyadaki elektrik üretiminin %13,5’ini sağlayan 439 adet nükleer reaktör var. 61 nükleer reaktör ise inşa aşamasında. 31 ülkede kullanılan değişik tiplerdeki reaktörler, enerji üretiminde önemli bir yere sahip. Komşularımızdan Bulgaristan’da 2, İran ve Ermenistan’da’ 1er adet reaktör bulunuyor.

Rusya Federasyonu ile imzalanan anlaşmanın 6 Ekim 2010 tarihli ve 27721 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanmasıyla birlikte Akkuyu NGS Elektrik Üretim A.Ş. kurulmuştu. Şirketin Proje yatırımcısı olan Rusya Federasyonu Devlet Atom Enerjisi Kuruluşu Rosatom’un, 270’ten fazla sanayi ve bilimsel araştırma kuruluşunu bünyesinde barındırdığı belirtilmekte.

Bakanlık, Bilgilendirme Yayınlarına Başladı

Japonya Fukushima’da yaşanan nükleer kazası sonrasında Almanya 2022’ye kadar santralleri kapatma kararı alırken, İtalya yeni tesis kurulmaması kararı aldı. Gelişmekte olan ülkeler ise nükleer enerjideki tedbirli ısrarını sürdürüyor.

Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı Nükleer Enerji Proje Uygulama Dairesi Başkanlığı’nın hazırlamış olduğu rapor yayına göre; 2010 yılı sonu itibariyle ülkemizin elektrik ihtiyacı yaklaşık yıllık 212 milyar kWh iken, bunun 2023’te

16

www.haberrevizyon.com

www


Haber Bakanlık raporunda 1980’lerin sonuna doğru nükleer enerjiye olan talep artışının azalma eğilimine geçtiği ve 1990’lı yıllardan itibaren durağanlaştığı belirtiliyor. Neden olarak ise Three Mile Island (1979, ABD) ve Çernobil (1986, Sovyetler Birliği) nükleer kazalarının olduğu söylense de asıl etkenlerin, dünya ekonomisinde oluşan yavaşlama ve doğalgazın enerji piyasasına girmesi gösteriliyor.

Rakamlarla Kullanımdaki Nükleer Reaktörler ABD 104 Fransa 58 Japonya 51 Rusya Federasyonu 32 Güney Kore 21 Hindistan 20 İngiltere 18 Almanya ve Kanada 17 Ukrayna 15 Çin 14 İsveç 10

Nükleer Karşıtı Platform’un (NKP) Türkiye Atom Enerjisi Kurumu’na İtirazları Sert!

Biz söyleyelim %16. Peki dünya çapında verilen bu veriler süreçleri ve eğilimleri incelemek için yeterli mi? Yani gelişmiş ülkelerde rüzgar ve güneş enerjisi üzerine yürütülen projeler ve uygulamalar bu rakamlara dahil mi? Nükleer santral teknolojisi üreten ülkelerin rüzgar enerjisinin %15’ten fazlasını kullandıkları ve bu oranı yükseltecek projeleri bu rakamlarda göremiyoruz.

TAEK’in İnternet sitesinde ‘TAEK diyor ki’ başlığı altında konuya doğalgaz kaynaklı termik santraller tartışılarak giriliyor ve şöyle devam ediliyor: ‘Dünya elektrik enerjisi üretiminin %80’inin yenilenemeyen kaynaklardan, %19’u ise hidrolik kaynaklardan sağlanmakta, rüzgar, güneş, jeotermal, biokütle gibi yenilenebilir kaynakların payı ise %1’in altında kalmaktadır’.

Enerji ihtiyacının %30’dan fazlasını rüzgardan sağlayan Danimarka’yı burada göremiyoruz. Son yıllarda 16 bin MW’lık rüzgar santrali kuran Almanya’yı burada göremiyoruz. Tüm gerçeklerin üzerinden atlayan toplam bir rakam. Yüksek teknoloji ile uğraşan uzmanlar için son derece basit bir ayak ya da söz oyunu.

Tartışmanın iki tarafını belirlediğiniz zaman, elbetteki böyle işinize geldiğince daldan dala atlama hakkına sahipsiniz. Peki verilerdeki bu kaypaklık niye? Bu %80’in içinde nükleer santrallerin oranı ne?

w.haberrevizyon.com

17

www.haberrevizyon.tv www.haberrevizyon.tv


Röportaj

Müzik Yazarı Murat Beşer’den

samimi itiraflar! Her Türk çocuğu o Kur’an kursunu tadacaktır.

Üniversitedeki öğrencilik yıllarımda da dönemin önemli gazete ve dergilerine müzik yazarlığı yaparak harçlığımı çıkarıyordum. O harçlıkla öğrenciliğimi idare ettiriyordum. Pahalı bir okulda okuyordum.

Baba Zula, Murat Ertel. Evlerinin alt katında prova yapıyorlardı. Provalardan sonra ben fikirlerimi paylaşıyordum.

* Murat Bey, Mimar Sinan Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Resim Bölümü mezunusunuz. Müzik yazarısınız, radyo programcısısınız, özel partilerde DJ’lik yapıyorsunuz. Tam olarak mesleğiniz nedir? Tam olarak mesleğimin adı yok. Yaptığım işlerin bütünü düşünüldüğü zaman ‘Müslüman mahallesinde salyangoz satıcısı’ olarak tarif edilebilir. Bu piyasada neyin ticari olduğu, neyin bir açık olduğu ve kapatılması gereken ticari bir boşluk olduğu gibi meselelere hiç çok fazla bulaşmadan bana her zaman çocukluğumdan ve gençlik yıllarımdan kalan iyi bir miras diyelim. Çocukken resim yaparak büyüdüm. Bir odam vardı; yalnızdım bu odada. O odada hep resim yaparak büyüdüm. İlkokul, ortaokul, lise yıllarında hep resim yaptım ve üniversiteye de başka hiçbir üniversiteye girme amacında olmadan sadece Güzel Sanatlar Fakültesi’nin yetenek sınavlarına girerek gittim. Dolayısıyla o dönemi hep adı resim olan bir hayalin peşinde büyüyerek geçirdim. Üniversitedeki öğrencilik yıllarımda da dönemin önemli gazete ve dergilerine müzik yazarlığı yaparak harçlığımı çıkarıyordum. O harçlıkla öğrenciliğimi idare ettiriyordum. Pahalı bir okulda okuyordum. Benim içinden geldiğim sınıfın gücünün yetmeyeceği kadar pahalı bir okulda okuyordum. Fakat okulu bitirmemle birlikte müzik yazarlığı bana daha elverişli bir alan olarak göründü. Ben ani bir kararla bütün sanat tarihi, resim eğitimi birikimimi müzikle olan ilişkiye aktararak müzik yazarlığında karar kıldım ve müzik sektörünün içinde kaldım. Resim sektörüne girmedim. Müzik sektörünün içinde kalmak da bana zaman içerisinde 18

www.haberrevizyon.com

organizasyonlara katılmak, organizasyonlarda görev almak ve DJ’lik yapmak gibi ek işler getirdi. Ben bunların hepsini tutkuyla sürdürdüm. Severek sevdiğim işi yapmanın peşinden koşturdum ve bu güne kadar geldim.

* Okul harçlığınızı çıkarmak için gazetelerde veya dergilerde yazarlık yaptığınızı söylediniz. Peki, o kabiliyetinizi nasıl keşfettiniz? Yani müziğe karşı olan yoğun ilginizden mi yoksa yine örnek aldığınız birileri var mıydı? Müzik dinlemek hep eşlik ediyordu ama bu hiçbir zaman resim gibi, resim yapmak gibi bir hülyaya erişmemişti. Yani resim yapmayı hep hayal ediyordum ve yapıyordum. Ama müzik yapmayı hiç düşünmedim. Müzik sadece resim yaparken bana eşlik ediyordu. Ve onu da tutku derecesinde dinliyordum. Bunu ilk parmaklayanlardan bir tanesi Murat Ertel olmuştu. Baba Zula, Murat Ertel. Evlerinin alt katında prova yapıyorlardı ve o dönem kurdukları bir blues rock grubunun davulcusu da benim aynı sokaktan arkadaşımdı. Ben onların provalarını dinlemeye gidiyordum ve sohbet ediyorduk. Provalardan sonra ben fikirlerimi paylaşıyordum. Murat Ertel’in çokça çevresi vardı. Dönemin bütün gazete ve dergilerinin sahipleri, editörleri, yazarları, hepsi babasının arkadaşları olduğu için onun bir şekilde teşriki mesaisi vardı. Zorla beni buralarda ki iyi ki de zorla yazmaya teşvik etti. Hatta metazori yaptığını da hatırlarım, zorla yazdırdığını da hatırlarım.


Röportaj

* Müzik olarak ilgilendiğiniz tarz yerli, yabancı sizin için fark eder mi? Şimdi fark etmiyor ama yakın bir vakte kadar fark ediyordu çünkü şundan 3-5 yıl öncesine kadar ben ağırlıklı olarak, ağırlıktan kastımda %90 diyebilirim, yabancı müzikle yani caz, punk, rock, pop formatlı batı müziğiyle ilgileniyordum. Son 3-5 yıldır ağırlık noktasını bu coğrafyaya, bu topraklara kaydırdım çünkü burada ciddi ciddi bir bu işin tarihiyle, bölgesiyle, yarınıyla geçmişini değerlendirip geleceğiyle ilgili adımların atılmasında sorun var. Yazılı tarihin bu kültüre geçirilmemesiyle ilgili bir sorun var. Kendimi buna omuz atmakla mükellef saydığım için ağırlık noktası oradan buraya geldi.

* Murat Beşer’e göre Türkiye’de gerçek müzik yapan isimlere örnek istesek, kimleri verirsiniz? Şimdi isim vermek çok sübjektif, bir ölçüde de spekülasyona kaçan bir şey olduğu için ben çok isim vermek istemiyorum ancak şunu söylemekle yetinebilirim. Çok iyi müzik yapanlar var. Bunlar majör değiller. Yani benim gözüm majörler de değil. Majörlerin ne kadar iyi müzik yaptığıyla ilgilenmiyorum. Çünkü majörlerin neticede hedefleriyle benim gözümü diktiğim arasında ciddi bir açı olduğu için majörlere bakmıyorum ama daha alternatif kulvarlarda ve altlarda olanların arasında çok iyi müzik yapan gruplar var. Bunların içinde alttan, dipten gelen bir dalga olarak yarına çıkacak, yani yarın daha iyi müzik yapacak olanlar da var. Dolayısıyla kötü müzik yapanların sayısı çok, iyi müzik yapanların sayısı çok çok az olmasına rağmen, iyi müzik yapanlar var. * Peki, son yıllarda Türkiye’de neler değişti müzikte? Şimdi müziğin hangi kategorisinde bir şeylerin değiştiğine bakarak farklı şeyler söylemek mümkün olabilir. Bir kere müzik, ‘sınırları ortadan kalkıyor’ türünden bir palavranın adı altında tek tipleşmeye başladı. Yani sınırlar ortadan kalkıyor, müzik özgürleşiyor. Artık ‘her tarz her tarzla iç içe’ denen şey tamamen bir palavra. Bunun müziğin özgürleştirilmesiyle veya müziğin başkalaştırılmasıyla, yetkinleştirilmesiyle hiç bir alakası yok. Müzikte değişen

şeyle değişmesi gereken şey arasında bir açı var. Öncelikle değişen şeyleri çok fazla tasvip ettiğimi söyleyemem. Çünkü tek tipleşmeye başlıyor. Bir şey tuttuğu zaman ticari bir başarı elde ettiği zaman onun onlarca, yüzlerce, binlerce kopyası üretilmeye başlanıyor. Bu kopyalardan da çok fazla bir şey olmuyor. Dolayısıyla müzikte neyin değiştiği konusu çok iç açıcı bir konu değil. Ama neyin değişmesi gerektiği konusuna gelecek olursak öncelikle müziğin özgürce üretildiği ve paylaşıldığı bir şeyin demokratik bir ona endüstri mi denir ya da yeni bir endüstri mi denir, nasıl bir bağ ise bu, o demokratik ağın kurulması, özgürce üretilmesi, paylaşılması ve paylaştırılması gerekir. * Peki etnik ve dini müziğe bakış açınız nedir?

Birkaç konu benim ilgi alanımın yani evimde dinlediğim şeylerin dışında kalıyor. Etnik müzikten kastınız? * Yöresel müzikler. Örnek veriyorum; Türk Halk Müziği.

Halk müziği ise, yani otantik geleneksel müzik ise, evet, ama dini müzikle bu güne kadar hiç alakam olmadı. Ama türküleri seviyorum. Mümkün olduğu kadar onları iyi yorumlayan insanlardan fırsat buldukça dinlemeye çalışıyorum. Ama benim ana konum değil. * Dini müzikte insanlara bir şeyler öğretilmeye çalışıldığından bahsediliyor. Özellikle bu konu hakkındaki düşünceniz nedir? Ben müzikte ajitasyona karşı değilim. Didaktik olmamak ve basite indirgememek ve kaba slogana düşürmemek kaydıyla, o mesaj denen şey şarkılarda verilmeli. Ama dini müziğin içindeki şey bu söylediğimle çok alakalı değil. O daha başka bir hal. Ben o hale uzağım.

19

www.haberrevizyon.tv


Röportaj

İsmail Ağa Cami’sinin olduğu sokakta doğdum, büyüdüm ve ilk gittiğim Kur’an kursunda kafaya uzunca bir değnek yedim. Kaçtım, bir daha da gitmedim.

* Peki, bu dini görüşünüzden mi yoksa dini müziği beğenmediğinizden mi kaynaklanıyor? Öncelikle bir kurum olarak dinle hiç alakam olmadı. Yani dini kurumlarla hiç ilişkim olmadı. Bir kültür olarak da din ile ve din kültürüyle çok alakam olmadı. Dolayısıyla bu işin uzmanları var. Yani ben din ya da dini müzik konusunda bir şey söyleyecek, o yetkinliğe sahip insanlardan birisi değilim. Benim tamamen konumun dışında. Dini müzik konumun dışında. Dini müzik dinlemiyorum, hakkında yorum da yapmayacağım. * Peki, iyi bir müzik dinleyicisisiniz ve bunu yorumlayıp, yazıyorsunuz. Hiç şarkı söylediniz mi? Yok, söylemedim.

* Kendinizi bir şarkıyla ifade edin desek bu hangi şarkı olurdu?

* Genelde o yaşlarda aileler biraz yönlendirmek istiyorlar. Fatihli, Çarşambalı olduğumuz için kaçmak mümkün değil. Yani her Türk çocuğu o Kur’an kursunu tadacaktır. * Bu Zincirli kuyu Mezarlığının başındaki yazıya benzedi. “her canlı bir gün ölümü tadacaktır” ama söylediğinizle çok güzel bir şeye değindiniz. O Kur’an kursuna gidip de o değneği yemeyen çocuk var mıdır? Değnek ne kelime oooo!… Tekme tokat dayak yiyen çocuklar var. Bizi oraya yönlendiren aile büyüklerimiz de korkuyla yönlendiriyorlar. Sırf o korku da değil. Bir de ‘mahalle baskısı’ denilen bir korku var. Oturduğun yerde komşun, akraban, herkes gidiyor. Bir tek seni göndermeseler, dedikodu çıkmaya, baskı görmeye, hor görülmeye çok müsait ortamlar. Hanzade ile Tayyip Erdoğan el sıkıştı. Anlaştı.

Tekila. Çünkü biliyorsunuz sadece “tekila” diyorsunuz ve bitiyor. Din ve müzik üzerine sorular nerden çıktı?

* Bu aralar ilahilere farklı bakış açıları var. İlahi müzikle insanların yönlendirildiği, kandırıldığı gibi söylemler çok olduğu için bu konuda sizin fikrinizi merak ettim. Ben o konuya müzik olarak değil de din olarak bakıyorum. Ama bu da hoş sohbetin dışında tamamen. Tahmin ettiğiniz üzere dinle hiç uzaktan yakından alakası olmuş birisi değilim. Hayatımda bir kere Kur’an kursuna gittim, yazdırdılar. Çarşamba’da doğdum büyüdüm. İsmail Ağa Cami’sinin olduğu sokakta doğdum, büyüdüm ve ilk gittiğim Kur’an kursunda kafaya uzunca bir değnek yedim. Kaçtım, bir daha da gitmedim. * Küçük yaşta gittiniz değil mi?

Tabii, tabii. İlkokulda, 7 yaşında falan.

* Peki, Türkiye’deki yayın hayatına bakışınız nasıl? İşimiz çok zor. Yakın gelecekte daha da zor gibi görünüyor. Sedat Ergin Milliyet’in başına geldiğinde ilk transfer ettiği kişiydim ama orda hükümet baskısı gelince, Aydın Doğan’ın üstündeki basınç artınca hepimiz çil yavrusu gibi dağıldık. En son Sedat Ergin de gitti. Şimdi Hürriyet’ten de gönderiyorlar onu.

Hanzade ile Tayyip Erdoğan el sıkıştı. Anlaştı. “Sen benim üstüme gelme, beni eleştirme, benim sevmediğim yazarları gönder, benim istediğim çizgiye gel, ben de seni hiç rahatsız etmeyeyim.” El sıkıştılar. Hatta 3-5 kişi gitti. Şimdi bu önümüzdeki haftalarda da gidecekler var.

20

www.haberrevizyon.com

www.haberrevizyon.tv


Haberinizi gĂśnderin, herkesin haberi olsun


Haber

SAVAŞ OYUNU GERÇEK Mİ OLUYOR? Brookings Enstitüsü’nden Kenneth M. Pollack, Frederick W. Kagan, Kimberly Kagan ve Marisa C. Sullivan tarafından hazırlanan simülasyon notları kamuoyunda ilgi uyandırdı. Haber Revizyon olarak “Suriye Karışıklığını Çözmek: Suriye İç Savaşının Yayılmasının Kriz Simülasyonu” adlı bu raporun dikkat çekici bölümlerini sizlerle paylaşıyoruz. On June 27, 2012, the American Enterprise Institute, the Institute for the Study of War, and the Saban Center for Middle East Policy at the Brookings Institution jointly conducted a one-day crisis simulation that focused on the impact of spillover from the deepening civil war in Syria. The simulation consisted of three moves and featured an American, a Turkish, and a Saudi team. The intent was to explore the interaction between the U.S. government and two of its most important regional allies, allies most able to act in Syria for various reasons (and among the most affected by the violence in Syria). The simulation looked at potential developments between August 2012 and April 2013.

27 Haziran 2012 tarihinde, Amerikan Girişimcilik Enstitüsü, Savaş Çalışmaları Enstitüsü ve Brookings Enstitüsü’ndeki Orta Doğu Politikaları ile ilgili Saban Center, Suriye’de derinleşen iç savaşın yansımalarının etkisine odaklanan bir günlük bir simülasyonu ortaklaşa yürüttüler. Üç adımda gerçekleştirilen simülasyonda bir Amerikan, bir Türk ve bir de Suudi takım yer aldı. Amaç, Birleşik Devletler hükümeti ile çeşitli nedenlerden dolayı Suriye’ye yönelik işbirliği içinde hareket edebilecek (ve Suriye’deki şiddetten en çok etkilenen) en önemli iki bölgesel müttefikinin etkileşimini keşfetmekti. Simülasyon, Ağustos 2012 ile Nisan 2013 arasındaki potansiyel gelişmeleri inceledi. 22

www.haberrevizyon.com


News

IS THE WAR GAME TURNING REAL? The simulation memo titled “Unraveling the Syria Mess: A Crisis simulation of Spillover from the Syrian Civil War” by Kenneth M. Pollack, Frederick W. Kagan, Kimberly Kagan ve Marisa C. Sullivan has raised the interest of public opinion. As Haber Revizyon, we would like to share some striking parts of this memo with you. Bu Tamamen Yayılma ile İlgili

It’s All About The Spillover

Simülasyonun cevap aradığı sorulardan biri, muhtemelen Libya’da olduğu gibi Suriye’de bir Batı-Arap müdahalesini tetiklemek için insani gerekçelerin yeterli olup olmayacağını ortaya koymaktı. Bu senaryo böylelikle ortaya daha hızla kötüye giden bir insani trajedi ortaya çıkardı. Bu durumda takımların tepkileri, tek başına insani meselelerin Irak ve Afganistan’da sonradan olduğu gibi sonuçlanması için yeterli olmayacağını ortaya koydu. Bunun yerine, isteksizce bir müdahaleyi üreten faktör, çatışmanın yayılmasının yarattığı, terörizm, sığınmacı akışı, sınır ötesi çatışmalar, ekonomik problemler ve halihazırda Suriye iç savaşında kendilerini ortaya koyan komşu nüfusların radikalleşmesi gibi stratejik tehditlerdi.

One question that the simulation sought to test was whether humanitarian motives would be enough to trigger a Western‐ Arab intervention in Syria as it (arguably) did in Libya. The scenario therefore depicted a rapidly worsening humanitarian tragedy in Syria. In this instance, the teams’ responses suggested that humanitarian issues alone might not suffice to prompt intervention in the post Iraq, post Afghanistan world. Instead, the factor that eventually produced a reluctant intervention was the strategic threats created by spillover from the conflict: terrorism, refugee flows, cross border fighting, economic problems, and radicalization of the neighboring populations that typically accompany any such inter-communal civil war and that are already manifesting themselves in the case of the Syrian civil war. 23

www.haberrevizyon.tv


news

Türkiye’nin Kritik Rolü Turkey’s Crucial Role

24

www.haberrevizyon.com

www.haberrevizyon.tv


News

Türkiye’nin Kritik Rolü

Turkey’s Crucial Role

Belki de simülasyondan çıkan en çarpıcı ders, Türkiye’nin kritik rolüydü. Gözlemcilerin ve katılımcıların ortaklaşa ifade ettikleri şey, Amerika’nın Suriye’de yapmak istediği anlamlı her şey için Türkiye’nin tam işbirliğine ihtiyaç olduğuydu. Dolayısıyla Türkiye’nin Amerikan yabancı politika çalışmalarında öncelikli odak noktasında olması gereklidir. Türkiye’nin önemi simülasyonda ortaya çıktı çünkü senaryo, tüm takımları Suriye iç savaşının geleceğe yönelik durumunu oynarken başarılı bir sonuca (her takımın “başarı” tanımı az çok farklılık göstermekle birlikte) nasıl ulaşılabileceğini düşünmeye zorladı.

Perhaps the most striking lesson to emerge from the simulation was the central role of Turkey. Both participants and observers alike said that the simulation demonstrated that anything meaningful the United States might want to do in Syria would require full Turkish cooperation. Turkey should therefore have priority of focus in the U.S. foreign policy effort. Turkey’s importance emerged in the simulation because the scenario played out events in the Syrian civil war into the future, forcing all of the teams to think about how to bring the conflict in Syria to a successful close (with each team defining “success” fairly differently).

Ülke takımları seçeneklerini değerlendirdikçe ve bu seçenekleri uygulamanın ve kendi çıkarlarına uygun şekilde en kolay nasıl yapılacağını belirlemeye çalıştıkça Türk takımının kararları, Amerikan takımının seçeneklerini giderek sınırladı. Takımlar seçeneklerini değerlendirdikçe ve en iyi nasıl uygulayacakları üzerine çalıştıkça, bunların işe yaraması için kilit noktanın Türkiye olduğu sonucuna vardılar. Yine de, Türkiye’nin önemine rağmen Amerikan gücü hala öndeydi.

Once the country teams began to look at these options and to consider which would best serve their interests and be the easiest to implement, the Turkish team’s decisions increasingly constrained the U.S. team’s options. The more that the teams considered their options and worked through how best to implement them, the more they came to the conclusion that Turkey was the key to making any of them work. Nevertheless, despite Turkey’s significance, American power still went a long way.

25

www.haberrevizyon.com

www.haberrevizyon.tv


news Haber

In addition to highlighting Turkey’s centrality, the simulation underlined the terrible dilemmas that Turkey faces when it contemplates its options toward Syria. Consequently, in early 2013 (in simulation time) the American team increasingly focused on bringing about a resolution to the Syrian civil war. However, the U.S. team did not want to absorb the costs (financial, political, diplomatic, and military) of a major American military commitment and so increasingly focused on convincing the Turks to intervene instead. Turkish team was terrified of exactly this prospect because they concluded that Turkey simply could not absorb those costs itself. As a result, the American team found itself pressing hard for ever; greater Turkish intervention, while trying to limit American/ NATO commitments of support.

Simülasyon, merkeziliğini vurgulamanın yanında Türkiye’nin Suriye’ye yönelik seçeneklerini tasarlarken karşılaştığı feci ikilemin de altını çizdi. Sonuç olarak (simülasyon zamanına göre) 2013 başlarında Amerikan takımı Suriye iç savaşına bir çözüm getirmeye daha da odaklandı. Öte yandan Amerikan takımı (finansal, politik, diplomatik ve askeri) maliyetin Amerikan askeri fedakarlığını üstlenmek istemedi ve daha çok Türkleri onların yerine müdahalede bulunmaya ikna etmeye uğraştı. Türk takımı kendi tarafında tam da bu olasılıktan dolayı dehşete düştü çünkü Türkiye’nin kendi başına bu bedelleri karşılayamayacağı sonucuna vardı. Sonuç olarak Amerikan takımı kendini, bir yandan Amerikan / NATO destek vaatlerini sınırlamaya çalışırken diğer yandan da Türkiye’nin müdahalesi konusunda daha da bastırırken buldu.

The Turkish team was equally determined not to intervene without extracting maximum support from NATO and the Arab states. (The Saudi team from the very start of the simulation had decided that it needed to convince both the Americans and Turks to intervene to topple the Asad regime and shut down the violence there.)

Türk takımı da NATO ve Arap ülkelerinden maksimum destek alamadığı sürece müdahalede bulunmamakta eşit derecede kararlıydı. Suudi takım simülasyonun en başından bu yana hem Amerikalıları hem de Türkleri Esad rejimini devirmek ve oradaki şiddete son vermek için müdahale etmeleri konusunda ikna etmeye kararlıydı.

26

www.haberrevizyon.com


Anahtar Tespitler • •

• •

Key Findings

Suriye’de yayılan insani kriz, takımların hiç birisinin için tek • başına müdahale etmesi için yeterli değildi.

An expanding humanitarian crisis in Syria was insufficient on its own to drive any of the teams toward intervention.

Türk ve Amerikan takımları, Esad’ın düşüşü sonrasındaki • hesaplamalar konusunda farklı sebeplerden dolayı endişeliydi. Birleşik Devletler takımı öncelikle Esad’ın ayrılışından sonra Suriye’den sorumlu olmayacaklarını garantileme konusunda kararlıydı ve sonrasında olacaklarla daha az ilgiliydi. Türk takımı benzer şekilde topun elinde kalmasından korkarken Birleşik Devletler takımından farklı olarak Suriye’de nasıl bir devlet görmek istediği ile ilgili farklı görüşlere sahipti. Suudi takım ise Sünni çoğunluk yönetimde olduğu sürece Esad sonrası dönemle pek ilgili değildi.

The Turkish and American teams were concerned about the aftermath of Asad’s fall, but for different reasons: The U.S. team was primarily determined to ensure that the United States would not be responsible for Syria after Asad’s departure and cared less about what followed; the Turkish team similarly feared being left holding the bag, but unlike the U.S. team, had distinct views about what kind of government it wanted to see emerge in Syria. The Saudi team cared very little about post,Asad Syria so long as the Sunni majority was in power.

Suudi takımı düşüşteki Irak ile ilgili endişelendi ancak • durumu değiştirmek için yapabileceklerinin çok az olduğunu anladı. Türk takımı Irak’ta kötüye giden durumla ilgili ciddi endişelerini belirtti ancak Suriye konusunun öncelikli olduğuna karar verdi. Çeşitli sebeplerden dolayı Amerikan takımı Irak’taki olaylarla çok ilgilenmedi ve neredeyse hiç harekete geçmedi.

Saudi team came to be concerned about the collapsing situation in Iraq, but found that Saudi Arabia could do little to affect that situation. The Turkish team evinced considerable concern with the deteriorating situation in Iraq, but felt that Turkey’s interests in Syria had to take precedence. For a variety of reasons, the American team showed little interest in the events in Iraq and took virtually no action in response.

Birleşik Devletler takımının Irak’ta büyüyen krizi yönetmekle • ilgili seçenekleri dikkate almaktaki isteksizliği, Amerikan siyasetinde Irak’la ilgili feci gelişmeler olsa bile (simülasyonda da tarif edildiği gibi) Amerikan’ın dahil olmasının anlamlı olmayabileceğini gösteriyor. Bunun anlamı, Amerika’nın, Suriye’deki içi savaşı, Irak’ın dengesini bozmadan bitirmek için daha baskın bir şekilde hareket etmesi gerektiğidir çünkü bir kez tekrar başladığında, her ne kadar hayati çıkarlarını tehdit etse de Amerika’nın pek yapabileceği bir şey yoktur.

The U.S. team’s unwillingness to consider options for handling the evolving crisis in Iraq suggests that there is such an aversion to anything Iraq,related among the U.S. policy elite that even catastrophic developments there (as depicted in the simulation) may not elicit meaningful American involvement. It means that the United States may have a more pressing need to take action to shut down the Syrian civil war sooner, before it destabilizes Iraq, because the United States is not likely to do anything to shut down an Iraqi civil war once it has resumed, even though an Iraqi civil war could be extremely threatening to American vital interests.

Hem Amerikan hem de Türk takımları genel olarak çatışmaya • girme konusunda gönülsüzdü. Suudi takım ise finansal (isyana fon sağlama gibi)olarak katılma konusunda istekliydi fakat verebileceği destek, Suriye’deki durum bir yana, Ankara veya Washington’daki kararları etkileme konusunda da sınırlıydı.

Both the American and the Turkish teams were generally reluctant to be drawn into the conflict. The Saudi team was eager to participate financially (by funding rebels, for instance), but had little ability to affect decision making in Ankara or Washington—let alone the situation on the ground in Syria.

Amerikan ve Suudi takımlar herhangi bir eylemde Türkiye’nin • bulunmasının şart olduğunu anladılar ve Türklerin ikna edilebilecekleri konularla ilgili sınırlandırılmış hissettiler.

The U.S. and Saudi teams regarded Turkey as indispensable for any action in Syria and felt constrained in their actions by what the Turks could be persuaded to do.

Oyun, Suriye’nin devlet olarak çöküşü, Türk askeri güçlerinin • Suriye’nin kontrolünü ele almadan yavaş yavaş ilerleyen müdahalesi, Irak’ın 2006’daki şiddet ve iç-çatışma dönemine geri dönmesi ve Lübnan’ın da mezhep çatışmaları sebebiyle iç savaşa sürüklenmesiyle son buldu. Suudi takımı bu sonucu bir başarı olarak kabul etti. Türk takımı bu durumdan son derece endişeli olmasına rağmen diğer seçeneklerin çok daha kötü olduğunu anladı. Birleşik Devletler takımı Suriye’deki sonuçtan dolayı rahattı ve bu sonuca, diğer bölgesel sorunların çözümü açısından odaklandı.

The game ended with Syria collapsed as a state and Turkish military forces mounting a creeping intervention but not in control of Syria, Iraq headed back toward 2006,levels of violence and internal conflict, and Lebanon devolving toward sectarian civil war as well. The Saudi team regarded that outcome as a success. The Turkish team was extremely concerned about this situation, but felt that all of its other options were far worse. The U.S. team was largely content with the result in Syria and focused on that outcome to the exclusion of the other regional problems.

27

www.haberrevizyon.tv


Bakış

Mutluluk Pozu

Ismail Ahmet ORHUN haber@haberrevizyon.com

Asansör beklerken rastladım ona. Altı ay önce belli süreli bir etkinlik sırasında, haftada toplasan 20 dakika konuşmuşuzdur. İsmini bile unutmuştum. Yüzünde mahzun bir ifade vardı; belki de onun için, “ merhaba, nasılsınız, nasıl geçti yaz mevsimi?” diye sordum. Hay sormaz olaydım! Öyle bakıyor yüzüme boş boş… Duymadı herhalde… “Yaz mevsimi…” dedim, “Nasıl geçti?”

“Babamı kaybettik Temmuz ayında” demez mi! “Yahu”, dedim içimden, “nereden sordum?” Sanırım benden gençti babası, diye düşündüm bir an… “Neden öldü?” diye sordum meraktan… Hani benden genç ya, nedense kalp krizi geçirenler benden küçükse iyice rahatsız oluyorum. Sanırım ölüm korkusunun bir türü bu düşünceler… “Kanser…” dedi. “Başınız sağ olsun, üzüldüm” dedim. “Nişanlım da düğüne yirmi gün kala evi terk etti gitti, hiç bir şey söylemedi. Şimdi ev arıyorum” demez mi! Haydaa, şimdi ‘başın sağ olsun’dan sonra ne demem gerekiyor? “Canınız sağ olsun hiç olmazsa ayaktasınız, gençsiniz, her şey unutulur” dedim. Ben zannettim ki “nasıl geçti yaz mevsimi?” diye sorunca, “eh işte, idare eder… Stajım yeni bitti, yeni dönem için biraz para biriktirdim” veya “ailemin yanına gittim; özlem giderdik…” Veya “sınavlar vardı, idare ediyoruz” gibi bir şeyler söyleyecek ama hayat öyle kolay değil, bazen çok ağır yükler çıkıyor karşımıza taşımamız için. Ama rahat olun, kesin bir şey varsa o da ilahi gücün asla taşıyamayacağımız bir yükü sırtımıza yüklemediği. Bu kızcağız da bunları yaşayacak ve görecekmiş… Aslında birisine: “ nasılsın, nasıl gidiyor?” diye sorduğunuzda size, “iyilik, güzellik” derse hiç inanmayın.

Geçen gün bir arkadaşım, yirmi yıldan sonra boşanmaya karar verdiklerini söyledi. “Yahu bu saatten sonra ne diye böyle bir karar aldınız?” dedim; “Abi sen bir de bana sor, mutlu muyduk ki?” dedi. “Hepsi dışa karşı poz, rol yapıyorduk.” Ama ne zaman sorsak, hep “iyilik” derdi. İşte biz böyleyiz; hep bir maske takma alışkanlığı… Hep dışa karşı bir poz verme… Nasılsın? İyilik, güzellik… “Abi”, diyor “az gün kaldı şunu yapalım ne olur!”. “Önce yap bir güzellik” diyor karşındaki.

Bakıyor güzel bir kadın, “buna bir iyilik yapmalı” diyor arkadaşına… Hele seçim kazananlar… İşleri güçleri iyilik, güzellik. İnsan kötüyü merak ediyor… Yani inanmayın ‘iyilik, güzellik’ dendiğinde… Piyasada hep bir hinlik, hep bir numara var.

Kimse o genç kız gibi dürüstçe ayaküstü, gayet samimi, tüm canı yanmışlığıyla, yaşadığı kötü deneyimleri sizinle paylaşmıyor.

Oysa sevgiler, mutluluklar paylaştıkça artar, üzüntüler, sıkıntılar paylaştıkça azalırmış… Maskeleri takmayalım, mutluluk pozları vermeyelim gereksiz yere. Şairin dediği gibi; bırakın solgun çıksın resmimiz. Kime ne?

28

www.haberrevizyon.com

www.haberrevizyon.tv


Haber

Yoğun çalışma temposu içerisinde zaman ve emek göz önüne alındığında, dondurulmuş gıdaların tüketiminin günden güne arttığı ve buna bağlı olarak satış noktalarındaki reyonların daha geniş alanlar kapladığı görülmekte.

0 0 0 1 MARKETTEN ALDIM gram eve geldim...! D

ondurma işlemi, gıdaların kalite, tat, koku ve besin değerinin en iyi korunduğu gıda saklama yöntemi olarak kabul edilmektedir. Dondurma işlemi sayesinde gıdaların içerdikleri su, buz kristallerine dönüşerek bozulmasına yol açan mikro organizmalar yaşayamamakta, kimyasal ve biyokimyasal değişmeler asgariye indirilerek gıdaların en doğal haliyle korunması sağlanmaktadır. Dondurulmuş gıdaların, katkı maddesi içermemeleri, uygun ortamlarda uzun süre saklanmaları, yıkanmış, ayıklanmış ve pişirmeye hazır halde tüketime sunulmaları açısından diğer saklama türlerine avantajları bulunmakta.

Her ne kadar avantajları varsa da, tüketicilerin dikkatli olmaları gereken konular var. Bir tüketici, marketten aldığı dondurulmuş gıdanın gramajını, aldığı ürünün paketine baktığında görebiliyor, ancak aldığı ürünü evinde pişirdiğinde veya ürünün buzu çözüldüğünde farklı gramajla karşılaşıyor.

Tüketiciler Birliği, son yaptığı açıklamalarla tüketicilerin dikkatini çekti ve uygulamanın tüketici haklarını koruyucu niteliğe gelmesini sağlayacak çalışmalar yapacağını belirtti.

29

www.haberrevizyon.com

DONDURULUYORUZ Türk Gıda Kodeksi Etiketleme Yönetmeliği’nin 8. Maddesi gıdaların etiketinde gıdanın net miktarının yer almasını zorunlu tutmaktadır. Bu zorunluluk Hızlı Dondurulmuş Gıda Maddeleri Tebliği’nde de ifade edilmektedir. Tüketici aldığı ürünün ambalajında ürünün net ve brüt miktarlarını görmelidir. Satın alma kararını, fiyat-miktar karşılaştırmasını yaparak verecek olan tüketicinin bu hakkı yasa ile de güvence altındadır. Tüketicinin aldığı ürünün ambalajında gördüğü miktarı net olarak algılaması doğru olandır, tüketiciler net ürüne bedel öderler. SUYUN KİLOSU

22

Derneğimizin yapmış olduğu incelemelerde özellikle dondurulmuş gıdaların ambalajında net veya brüt ifadesine yer verilmeksizin ağırlıkların yazıldığı görülmüştür. Yasalar gereği net miktarın yazılma zorunluluğu dikkate alınarak, ürünler satın alınıp tartım işlemi yapılmış ve satılan ürün miktarının ambalajında belirtilen miktardan çok farklı olduğu tespit edilmiştir. Bu farkın %50’lere kadar çıkmış olması ile tüketici verdiği bedelin yarısını suya veriyor olmaktadır. Özellikle deniz mahsullerine ait dondurulmuş gıdalarda, bedellerin yüksek oluşu ile tüketiciye suyun kilosu 22’den satılmaktadır.

Ambalajında miktarı net olarak belirtmeyen üreticiler yasalarımıza göre suç işlemektedirler. Ülkemizde gıda konusunda gittikçe yerleşen güvensizlik, miktar konusunda da apaçık görülmektedir. Tüketicinin reklam, ambalaj ve etiketlere güvenerek aldatılmasının önüne ciddi bir denetim ve ceza sistemi ile geçilebilir. Aldığımız ürünlerin gramajında yaşanan bu aldatıcı ifadeler, ülkemizde denetimlerin ve cezai yaptırımların yetersizliğini işaret etmektedir. Dondurulmuş gıdalarda yaşanan bu aldatma dikkate alınarak, gıda sektöründe yer alan tüm ürünlerin denetiminin yapılmasını, hileye başvuran ve tüketiciyi aldatan şirketlerin yetkililerce tespit edilip, hak ettikleri cezaları almaları sağlanmalıdır.

www.haberrevizyon.tv


Bakış

CAHİT ÜLKÜ Gelecek sayımızda, “Yahudiler, Aleviler ve Osmanlılar” konusundaki araştırmalarının sonuçlarını okurlarımızla paylaşacak olan ve kendi deyimi ile “Tarihin Romanı”nı yazan Cahit Ülkü’yle, Yahudilerin çektikleri mezalimi, Alevileri ve Mavi Marmara olaylarını konuştuk.

We have interviewed Cahit ÜLKÜ, who with his words has written “The Novel of History” and will share the results of his research on “Jews, Alawites and Ottomans” with Haber Revizyon readers in our next issue and spoke about the atrocities the Jews suffered, the Alawites and the Blue Marmara cases.

30

www.haberrevizyon.com


Bakış

İşte Ülkü’nün bu konudaki gündem yaratmaya aday düşüncelerinden derlediğimiz bir demet…

Here is a collection of Ülkü’s opinions that are likely to bring up the agenda…

The exodus from Spain is more disastrous than the exodus from Babylon. People became food to fish in the seas. Those who were robbed…raped… At that time, a philosopher Named Abranev comes up and “Hang on!” he says, “These disasters are precursors that the redeemer is soon to arrive!”… Although they suffer, Jews are exemplifying an exceptional model of strength to the world by resisting.

İspanya sürgünü Babil sürgününden de feci şey… İnsanlar denizlerde balıklara yem oluyorlar... Soyulanlar... Irzına geçilenler... O dönemde bir felsefeci çıkıyor ortaya, adı Abranev…“Dayanın!” diyor, “Bu felaketler Mesih’in yakında geleceğini müjdeliyor!”... Acı çekerek direnme konusunda Yahudiler dünyaya aslında olağanüstü bir örnek veriyorlar.

Unfortunately, our Alawites could not do this… In fact, the Alawite culture is a type of culture that could bring brotherhood and peace to the world. What we call “uniting the religions” is in fact in it and the Alawite belief has held higher values of humanism than in the century we live in, even since before the world has met them.

Ne yazık ki bizim Aleviler bunu yapamadılar... Aslında Alevi kültürü, dünyaya kardeşliği ve barışı götürebilecek bir kültür... Yani dinleri birleştirmek dediğimiz şey var ya, Aleviliğin içinde dinleri birleştirmek var... Ve dünya henüz hümanizmayla tanışmamışken, yaşadığımız çağdan bile ileri değerleri olan hümanizmayı barındırıyor, Alevi inanç yapısı…

Fakat Hallac-ı Mansur’un derisi yüzüldü diye…ki Yahudilerin gördüğü katliamın yüzde birini görmemiştir Anadolu Alevileri...- tırsmışlardır, kendilerini gizlenmişlerdir ve yok olmayla yüz yüze gelmişlerdir. Bugün Alevi’nin kendisi, kendisini tanımlayamaz, aslının ne olduğunu bilemez hâlde!

However, because Hallac-I Mansur’s skin had been removed… - that the Anatolian Alawites have not gaced one percent of the massacre the Jews had endured… - they have dreaded, hidden themselves and faced extinction. Today, even the Alawite himself is in a situation where he cannot define himself and his origins! 31

www.haberrevizyon.tv


Bakış

Musa Heykeli, Michelanjelo

İşte bu noktada Yahudilere hayranım… Dirençleriyle kimliklerini yitirmedikleri için, Yahudilere insanlık ödülü verilmelidir... Yahudilerin onca mezalimin acılarına sessizce katlanması ve kimliğini yitirmemesi… Kimlik yitirmemek kolay değil! Ama bugün ayaktalar, azalmış olsalar da varlar...

Seçilmiş kavim konusunda ise onlarla hemfikir değilim... Tanrı neden bir kavmi seçsin? Üstelik seçilmişlik, başkalarını dışlayan, ötekileştiren ve düşman yaratan bir kavram... Beni bağışlayınız; bu açıklamalarıma “Ama…” ile devam etmek zorundayım. Geçen yıllarda gazetelerde bir haber okudum. Beni şaşırtan bir haber… Daha sonra muhtelif kaynaklara başvurarak haberin içeriğini incelemeye çalıştım.

This is what I admire Jews for. Jews must be awarded for their humanity because of their resistance to protect their identity. Jews suffering from all the pain of massacres silently and still protecting their identity… It is difficult to protect one’s identity! However, today they still stand straight and strong; even if they are less in number, they still exist… On the other hand, I disagree with them on the issue that they are God’s chosen people. Why would God choose a race? Moreover, being “chosen” is a concept that creates exclusion, discrimination and enemies… Forgive me for carrying on my remarks with a “but”… I saw an article on the newspaper a few years ago. An article that took me by surprise… Later on, I conducted some research about the content of this article from various resources.

Musa Heykeli, Michelanjelo

32

www.haberrevizyon.com


Bakış

Konu, özetle şu:

A brief summary of the article is as follows:

2009 yılında İzak Şapira ve Yosef Elitzur tarafından “Kralların öğretisi-Torat Hameleh” adlı bir kitap yazılıyor. Kitapta şunlar ileri sürülmüş:

A book named “Torat HaMelech” was written by Rabbis Yitzak Shapira and Yosef Elitzur in 2009. The book claims the following:

* “Öldürmeyeceksin” yolundaki buyruk, bir başka Yahudi’yi öldüren Yahudi için geçerlidir. Yoksa Yahudi olmayanlar doğaları gereği vicdansız olduklarından onlara yönelik saldırılar “kötü eğilimlerini sınırlamaya yarar!”.

* The commandment “You shall not kill” only applies to a Jew, killing another Jew. Otherwise, since non-Jews are intrinsically remorseless, attacks towards them ‘helps limiting their evil proclivities’! * In the book, it is stated to have said that “there is nothing wrong with murdering the babies and the children of the enemies of Israel because when they grow up, without a doubt that they will harm us”.

Koalisyon ortağı Şas Partisi’nin lideri Ovadia Yosef’in oğlu kitabı onaylayıp tasvip ettiğini açıklıyor. Polis, oğul Haham Yaakov’un aracını durdurarak onu polis karargâhına götürüyor ve sorguluyor. İşte bu olay sonucunda kıyamet kopuyor; Tel-Aviv’de, özellikle Kudüs’te aşırı dinci ve sağcılar sokaklara dökülüyor, sağcı milletvekilleri öfkeleniyor. Ulusal Birlik Partisi’nden iki milletvekili Netanyahu’yu hedef alarak hükümetin meşruluğunu kaybettiğini öne sürüyor.

The son of Ovadia Yosef who is the leader of the coalition partner Shas Party declares that he approved and supported the book. The Police stops Rabbi Yaakov’s (the son) car and takes him to the police station to interrogate him. As a result of this incident, all hell broke loose; In Tel-Aviv, especially in Jerusalem, supporters of the radical religious right take to the streets, the right-wing members of the parliament get furious. Addressing their remarks to Netanyahu, two members of the parliament from the National Union Party asserted that the government had lost its legitimacy.

* Kitapta, “İsrail düşmanlarının bebek ve çocuklarına gelince, onları öldürmekte herhangi bir sakınca yoktur. Çünkü büyüdüklerinde bize zarar verecekleri kuşkusuzdur!” dendiği belirtiliyor.

Kitaba yazdığı önsözle kitaptaki görüşleri paylaştıklarını deklare eden iki Haham gözaltına alınınca bu kişilerin taraftarları Kudüs’teki yüksek mahkeme önünde polisle çatışıyor, bunlardan 24’ü tutuklanıyor ve bir ay süreyle Kudüs’e giriş çıkışları yasaklanıyor. Bu olaydan bir esinti, ne yazık ki bizim basında yer almıyor. Bunu güdümlülük mü, yoksa duyarsızlık olarak mı yorumlamalıyız; bilmiyorum.

When the two Rabbis, who declared that they share the opinions in the book with the foreword they wrote, were taken into custody; supporters of these people clashed with the police and finally 24 of them were arrested and banned to go in or out of Jerusalem for a month. Unfortunately, no trace of this event took place in our media. I do not know if we should consider this as being controlled or insensitivity.

Haham/Rabbi Yaakov Yosef

33

www.haberrevizyon.tv


Bakış

Mescid-i Aksa, Kudüs

Neyse, bunlar marjinal kesimlerin marifetleri olmalı ve yapıp söyledikleri tüm Musevi-Yahudi cemaatini bağlamaz. Ama bazı soruları cesaretle sormalıyız: Bu ifadelerde göze göz-dişe diş kavramları yok mu? Şu yaşında olan ben, “çocukların öldürülebileceği” tezini ilk kez duyuyorum ve olayı tiksintiyle karşılıyorum. Ne var ki Müslüman mutaassıplar şöyle düşünemezler mi: “Dünya, Gazze’deki katliamlara istediği kadar lânet etsin; Yahudi askerler için çocuk öldürme, aslında bir dinsel görev!”.

Anyway, these must be the actions of marginal groups and what they do and say does not apply to the rest of the Hebrew – Jewish community. However, we have to ask some questions courageously: Doesn’t the concept “eye for an eye – tooth for a tooth” exist in these statements? I am hearing the thesis that “children can be killed” for the first time at this age of mine and I approach this incident with disgust. On the other hand, can’t the bigoted Muslims think: “no matter how much the world condemns the massacres in Gaza; it is a religious duty for Jewish soldiers to kill children”?

Heykelsiz bir mabet düşünemeyen hoşgörülü Romalılar, heykelsiz mekânlarda toplanan Yahudilerin orada devlet hakkında şer plânladıklarına yürekten inanmış olamazlar mı?

Couldn’t the tolerant Romans who could never imagine a temple without statues have believed with all their hearts that Jews, who had gathered at places without statues, were planning evil acts against the government?

Aynı şekilde, “kurban kesme”ye -bir Müslüman o anda bir ibadetini yerine getirdiğini düşünürken- marjinal hayvan severler hangi gözle bakıyorlar? Bir Müslüman da Gazze’de çocuk öldüren İsrail askerinin aslında -yukarı da bahsettiğim kitaba göre- dinsel vecibesini yerine getirdiğini düşünemez mi?

Similarly, how do animal lovers approach “sacrificing animals” while a Muslim believes he is fulfilling his worship – and religious obligations? Can’t a Muslim also think -according to the book I have mentioned above -that the Israeli soldier who kills children in Gaza is actually fulfilling his religious obligation?

Medeni dünya, insanlık için yüz kızartıcı olan ve İkinci Dünya Savaşı sonrasında yalnız Almanya tarihine değil, tüm insanlık tarihine en kara lekelerden birini süren Yahudi mezalimini nefretle anıyor. Ama bu mezalimi yapan ve lânetlenen toplumların ne düşündüğünü araştırırsak, “Acaba onlar korunma içgüdüsüyle mi öyle davranmışlardı?” sorusuyla karşılaşmaz mıyız?

After the Second World War, the civilized world condemns the Jewish genocide which is a shame for humanity; not only a disgrace to the history of Germany but also to the history of the humanity itself. But if we research on what these condemned societies who committed to the genocide think, don’t we come across with the question; “Was it an intrinsic act for protection?”…

Nitekim Müslümanlık genelde barış dini olarak anlatılırken, “Cihat” sözcüğünün farklı yorumlanması yüzünden tüm batı dünyasında bu din, dövüşken, kan dökücü olarak lanse edilmiştir.

As a matter of fact, Islam which is said to be the religion of peace has been introduced as a religion of fight and bloodshedding in the rest of the Western world because the word “Jihad” is interpreted differently.

www.haberrevizyon.com

34


Bakış

Bu arada Türk Hükümeti’nin İsrail politikasına da değinmek istiyorum. Tayyip Erdoğan, İsrail’den yalnızca özür dilemesini ve Mavi Marmara’da öldürenlere tazminat ödemesini isteseydi, inanıyorum ki İsrail bu istekleri hemen yerine getirecek, İsrail Mısır’a girerek Mısır askerlerini kurşunlarken buna ses çıkaramayan Mısır ortadayken vatandaşlarının hakkını-hukukunu koruyan Türkiye, İsrail dahil tüm dünyada saygınlık kazanacaktı. Ama Erdoğan bu iki koşulun peşine, kabul edilemeyeceğini bile bile bir de “Gazze’den ambargonun kaldırılmasını” ekledi. İsrail de yerine getirilmesinin hiç işe yaramayacağı ilk iki koşulu reddetmek durumunda kaldı. Erdoğan’ın kabul edilmez bir koşulu kabul edilebilir koşullara ekleyerek bunalım yaratma politikasının nedenleri üzerinde Türk aydınlarının ve kamuoyunun düşünmesi gerekir. Ama bu konuda hayret verici bir suskunluk sürüp gidiyor.

By the way, I would like to comment on the politics of the Turkish Government towards Israel. If Tayyip Erdoğan wanted Israel to apologize and wanted death gratuity for those killed on the Blue Marmara, I believe Israel would have answered these demands, and Turkey, who could not say anything while Israel entered Egypt and shot the Egyptian soldiers and protected their citizens’ rights while Egypt was in the middle, would earn respect from the rest of the world including Israel. However, although he knew that it would not be accepted, Erdoğan deliberately added the removal of the embargo from Gaza. And Israel, knowing that it would be useless to accept, had to refuse the first two demands. The Turkish intellectuals and the public must think about the reasons for Erdoğan’s crisis-creating politics, as he adds an unacceptable condition to the acceptable ones. But still, there is a surprising silence on this matter.

Bana, yakın gelecekte düşünce yaşamımıza kılavuz olmasını temenni ettiğim derginizin okurlarıyla görüşlerimi paylaşma fırsatını verdiğiniz için size içtenlikle teşekkür ederim.

I thank you with all my heart that you gave me the opportunity to share these opinions of mine with the readers of your magazine which I wish will be a guide to our intellectual life in the close future.

The reason why I mention these topics is that religions are for the prevalence and the reinforcement of peace and brotherhood; it is some people who distort and take advantage of it for their own agenda. Exploiters of this kind who expect to take advantage of fighting can be seen in any society or community. However, we must resist these quarters in concurrence and highlight the common honor of being human. We mustn’t feel ourselves superior to any other ethnicity and belief system. Above all, we must object to people who approve and support those people’s thesis in Israel courageously and explicitly. We definitely must be able to put ourselves in the shoes of those who dislike us and never fear self-criticism.

Bu konulara şunun için değiniyorum: Dinler, barış ve kardeşliği yaygınlaştırıp pekiştirmek içindir, onları tersi amaçlar için çarpıtan, istismar eden insanlardır. Bu türden istismarcılar, kavgadan çıkar umanlar her toplumdan, cemaatten çıkarlar. Ama bu kesimlere elbirliğiyle direnip insan olmanın ortak onurunu ön plâna çıkarmalıyız. Kendimizi bir başka etnik ve inançsal yapıdan üstün görmemeliyiz. Hele İsrail’deki şu insanların tezlerini onaylayanlara, onları destekleyenlere yüreklice ve açık biçimde karşı çıkmalıyız. Mutlaka, kendimizi, bizi sevmeyenlerin yerine koymayı becermeliyiz ve özeleştiriden korkmamalıyız.

35

www.haberrevizyon.tv


haber

36

www.haberrevizyon.com

www.haberrevizyon.tv


Haber

istek, şikayet, ihbar, görüş ve öneri request, complaint, denouncement, opinion, suggestion “Doğrudan Başbakanlık” uygulaması olarak Başbakanlığa bağlı kuruluşlar, bakanlıklar, valilikler, belediyeler ve kaymakamlıklar arasında bir otomasyon sistemi içerisinde koordinasyonu da sağlayan BİMER, Kamu Hizmet Standartları açısından önemli bir işleve sahip oldu.

BİMER, as an implementation of “Explicitly to the Prime Ministry”, managing the coordination between the institutions of the Prime Ministry, ministries, governorships, municipalities and district governorships has gained an important function in terms of Public Service Standards.

B

T

İMER ile oluşturulan sistem sayesinde vatandaş ile devlet arasındaki iletişim kanallarının tümü açık tutularak müracaatların her zaman ve her yerden yapılabilmesi yanı sıra, müracaatlara cevapların da hızlı, etkin ve daha ekonomik bir şekilde verilebilmesine imkan sağlanmak isteniyor. 2006–2010 yılları arasında toplam 2.192.590 başvuru işlemi elektronik ortamda sonuçlandırıldığı BİMER uygulaması kapsamında Kaymakamlık, Valilik ve Bakanlıkların tümünde “Halkla İlişkiler Müracaat Büroları” kurulmuş durumda. “Alo 150” hattını cevaplamak üzere ise sadece valiliklerde çağrı merkezleri bulunuyor.

hrough the system set up within BİMER, it is desired to provide all the communication channels between the citizens and the government at any time and from everywhere besides providing answers quickly, efficiently and more economically.

“Public Relations Application Offices” have been established in all the district governorships, governorships and ministries, under the BİMER appliance where 2.192.590 applications have been resulted between the years 20062010. Only in governorships are there call centers to answer the “Hello 150” line. BİMER can be contacted in person, by telephone, internet and mail when institutions do not meet the public service standards and when there is a non-transparent application. Since there is an obligation to present a written demand for obtaining information, it is necessary to apply to the Public Relations Information Offices in person. A demand for information can also be made through the web site of the Prime Ministry.

Kurumlarda Kamu Hizmet Standartları’na uyulmadığı ve şeffaf olmayan haksız bir uygulama ile karşılaşıldığında BİMER’ e şahsen, telefon, internet ve mektup ile ulaşılabiliyor. Bilgi edinme talebinin yazılı yapılması zorunluluğu bulunduğundan Halkla İlişkiler Müracaat Bürosu’na şahsen gelinmesi gerekmekte. BİMER’ e Yapılacak Müracaatların Kapsamı Nedir?

What is the extent of the applications to BİMER?

Bilgi Edinme Hakkı Kanunu, Dilekçe Hakkının Kullanılması Hakkındaki Kanun, Kamu Görevlileri Etik Kurulu’na yapılacak müracaatlar ile İnsan Hakları İhlallerine ilişkin müracaatlar BİMER’ e yapılabilir.

Applications related to the law regarding the right to obtain information, the law regarding the right to present a petition, applications to the Public Officers Ethical Council and applications about the violation of human rights can be made to BİMER. Applications to the Public Officers Ethical Council can also be made via BİMER.

Kamu Görevlileri Etik Kurulu’na yapılacak müracaatlar da BİMER aracılığı ile yapılabiliyor. En az genel müdür veya eşiti seviyedeki kamu görevlilerinin etik davranış ilkelerine aykırı uygulamaları hakkındaki müracaatlar sistem üzerinden Kamu Görevlileri Etik Kurulu’na gönderilmektedir. Kurul tarafından müracaata ilişkin yapılan işlem sisteme kaydedilerek müracaat sahibine bilgi verilir. Diğer kamu görevlilerinin (genel müdür seviyesi altındaki unvanlar) etik davranış ilkelerine aykırı uygulamaları hakkındaki müracaatlar, ilgili kurumun yetkili Disiplin Kurulu’nca incelenmek üzere sistem üzerinden ilgili kurumlara gönderilir. Burada yapılacak işlemler sisteme kaydedilir ve müracaat sahibine bilgi verilir.

Applications about the violation of the ethical code of conduct by public officers in the managing position or the same level are sent to the Public Officers Ethical Council over the system. The applier is informed by the council after recording the operation of the application on the system. Other applications regarding the violence of ethical code of conduct by public officers below the level of “general director” are sent over the system to the related institutions by the authorized Discipline Committee of the relevant institution. The operations held are recorded over the system and the owner of the application is informed. 37

www.haberrevizyon.com

www.haberrevizyon.tv


Bakış

TANRILARIM İÇİMDE

B

enim tanrılarım bedenimin içinde ve de tüm dokularımda. Trilyonlarca varlar. Hücrelerimden söz ediyorum. Bedenimdeki hücrelerimin her biri, benim gizemli birer tanrım.

Her biri, içindeki hücre bilinciyle beni canlı ve ayakta ve de hayatta tutmak için harıl harıl çalışıyorlar. Derimde, ter bezlerimde, ağzımda, dişimde, kemiklerimde, kanımda, bağırsaklarımda, karaciğerim ve beynimde… Müthiş bir düzen ve bilinçle, ağır işçiler gibi çalışıyorlar. Bir dakika bile dinlenme hakları yok.

38

www.haberrevizyon.com


HAYDAR DÜMEN Bakış

HAYDAR DÜMEN

Onlar Benim Hem Tanrılarım, Hem Irgatlarım

Onlar benim tanrılarım, çünkü yaşamımı, davranışlarımı, ruhsal bütünlüğümü, aşkımı, sevgimi, ne varsa hazırlayıp, beni yaşam savaşımda gerekli olan silahlarla donatıp hayata salıyorlar. Dünya’nın en hassas bilgisayarlarından daha öte bir bilince ve düzene sahipler.

Eğer ben nankör olmayacaksam, önce kendi ırgatlarıma nankör olmamam gerekir. Yani onlara kötü bir patron olarak, yaşam haklarını zora sokmamalıyım.

“Daha çok yorulmayalım, kendimizi zararlı dış etkenlerden koruyalım. Geç saatlere kadar eğlence vb. yerlerde uykusuz kalmayalım. Kahvehanelerin tozlu ve dumanlı havalarını koklamayalım” diyorlar.

Benim ırgatlarım benden ne istiyorlar? Onlarla konuşuyorum.

Hay hay! Dileğiniz kabul edildi; ufak tanrılar, istekleriniz benden yana. Ben de aklımı peynir ekmekle yemediğime göre onandınız.

Çok bir şey değil. Sadece, “bize zarar verme, çalışma enerjimizi engelleme yeter” diyorlar. Ben de nankör bir diktatör, yaşam gaspçısı olmadığıma göre, bu isteklerine ortak çıkarlarımız için uyum sağlamalıyım.

“Patron, başka isteklerimiz de var!” diye çığlık attılar ve isteklerini dile getirdiler. “Üzerimize kilolar ekleyerek yer çekimine karşı bizi zor duruma düşürme. Fazla yağ dokusu işimizi engellemesin. Damar sertliği de olmasın ki, yeterli oksijen alıp, atık maddeleri de atarak genç ve dinamik kalalım; uzun yıllar birlikte bu hayatın tadını çıkaralım.”

Neler istemiyorlar? Canlarına ve yaşamlarına zarar verecek şeyler istemiyorlar. Örneğin sigara. Sigara içerek onları katledecek kadar acımasız ve nankör olamam, sigara içmem olur biter.

Irgatlarım, mesaj alındı. Başka ne istiyorsunuz?

Fazla alkol, gereksiz kimyasallar falan filanları da istemiyorlar. Neden olmasın, bu isteklerine de uyarım; onlarla barışık olurum.

“Arada bizi gezmeye götür. Oksijen depolaması yapalım; biraz gülüp eğlenelim. Mutluluk hormonuna bizim de ihtiyacımız var; stresin olumsuz etkisinden kurtulalım.”

Hemen devreye girdim: “Bu benim elimde değil, toplumla da ilgili,” deyince, “Biraz senden, biraz bizden” dedikten sonra eklediler: “ İyi uyu, az ve dengeli ye, yürüyüş, bol bol çalışmalar, bol bol yazmalar”. “Son iki öneriniz neden?”

“Çünkü bizim tanrımız da başkalarının tanrısından küçük olmasın,” dediler. Dediklerine uydum, hep öyle yaptım.

39

www.haberrevizyon.tv


finans Finans

KREDİLERDE

Şüphesiz ki bankalar, tüketicilerin finansal ihtiyaçlarını karşılamak için ilk başvurdukları ilk yerler. Bireysel kredi ihtiyaçlarına bakıldığında; finans sektöründeki rekabet ortamı da göz önüne alınınca bankalar, pek çok farklı seçenek ile çıkıyor müşterilerinin karşısına. Türkiye Bankalar Birliği’nin son verilerine göre konut, otomobil, ihtiyaç, eğitim, sağlık ve seyahat gibi amaçlarla, 2012 ilk yarı yılında toplam 60.160.930 kişinin kredi kullanmış olduğu görülüyor. Alınan net kredi miktarı ile faiz, masraflar (KKDF ve BSMV Vergileri, dosya ücreti, Talep ve Tahsis Ücreti, vb.) ve bir de hayat sigortasının dahil edildiği geri ödeme miktarı tüketiciyi zorlasa da ihtiyaçları karşılamak ve uzun vadede kolaylaştırıcı çözümlerle yaşamak açısından tercih nedeni. Son zamanlarda bankaların uygulamalarına yönelik tüketici yasaları ve buna bağlı olarak tüketici hakları ile ilgili konularda halkın bilinçlendirilmesi ve yasal haklarını takip etmeleri teşvik ediliyor ve ortaya çıkan yasal kararlar kamuoyuna duyuruluyor.

Nasıl?

Öncelikle, hayat sigortaları kredi alınış tarihinden itibaren yıllık olarak yapılıyor. Tüketiciler, ödeme planlarını 12 ay ve katları vadelerde ödemek dışında başka tercihlerde bulunduklarında, örneğin 30 aylık bir ödeme planını tercih ettiklerinde, hayat sigortası 36 ay üzerinden yapılmış oluyor. Bu da kredinin geri ödemesi bittikten sonraki 6 aylık dönem için tüketiciye hayat sigortası yapılmış ve onun da bunu ödemiş olması demek. Dolayısıyla artık tüketici için 6 aylık ödemesini geri alabileceği bir durum söz konusu. Dahası, tüketicilerin geriye dönük son 10 yılda kullanmış ve iade almamış oldukları hayat sigortası masraflarını almalarının da yolu açılmış oluyor.

www.haberrevizyon.com

40

www.haberrevizyon.tv


Finans

Yargıtay Kararı

Bunun en son örneği, Yargıtay’ın, bankaların kredinin verilmesi için sadece zorunlu olan masrafları tüketiciden isteyebileceği kararı. 4077 sayılı Tüketicinin Korunması Hakkındaki Kanunun 10. maddesindeki Tüketici Kredisi’ni düzenleyen hükümlere aykırı olmakla birlikte, bu masrafların ne olduğunun açık şekilde belirtilmesi gerektiği yönündeki kararının ardından, kredi kullanırken zorunlu olarak hayat sigortası yaptıranların, kredilerinin geri ödemesi bittikten sonraki dönemler için geçerli olan kısmını bankalardan talep edebileceği konusu gündeme geldi. Bu kararla birlikte artık tüketiciler, kredi geri ödemelerinin hayat sigortasının kapsama süresinden önce tamamlanması halinde, ödemiş oldukları hayat sigortasının geri kalan kısmını bankalardan geri alabilecekler.

Ne Yapılmalı? Konuyla ilgili açıklama yapan Tüketiciler Birliği Kurucu Başkanı Bülent Deniz de, tüketicilerin kredi bitiminden sonraki hayat sigortası primlerini geri alabileceğini ve ayrıca kredi borcunu erken kapatanların da, hem faiz indirimden yararlanabildiğini hem de geri kalan günlerdeki hayat sigortası primlerini geri alabildiğini ifade etti. Hayat sigortası priminin ödemelerin tamamlanmasının ardından arda kalan kısmını geri alabilmek için, kredi kullanılan bankadan belgelerin ve ödemenin talep edildiği bir dilekçe yazmak ve bunu ilgili bankanın genel müdürlüğüne göndermek gerekiyor.

Şaşırtan Gerçek !

Öte yandan, BDDK verilerine göre 2002 yılı başından 2012’nin ikinci yarısına kadar geçen sürede bankaların toplam kredilerden aldığı ücret ve komisyonlar 23 milyar TL’nin üzerinde. Dikkat çeken bir başka nokta ise, tüketicilerin son 10 yıla dönük iade talepleri olması halinde bankalardan talep edecekleri toplam tutarın, sektörün yıllık kâr rakamına yakın olduğu. 41

www.haberrevizyon.com

www.haberrevizyon.tv



ERKEĞİN

ÇARESİZLİĞİ

“Erkek çocuğum” diye başlar hayat. Sevgi, övgüler ve güreşler yaşanır hayatın devamında.

R. Aytekin TÜRKER


İlişkiler

Erkek çocuğum diye başlar hayat. Sevgi, övgüler ve güreşler yaşanır hayatın devamında.

T

ürk toplumuna genel baktığımızda erkeklerin egemen olduğu bir toplumun içindeyiz. Erkektir her şeyin sorumlusu; erkektir her şeyi çözmesi gereken. Hiç kimse konuşmaz erkeklerin çektiği zorlukları, içlerinde kopan fırtınaları dışarıdan.

Sonra üstüne “ Erkek adam ağlamaz “ derler. Ne olacak ki ağlamak istediği zaman ağlasa? Ya kendini ağlıyor bir şekilde bulursa ya da ağlatırsa birini ne olacak? Erkeklik mi bitecek? Bağırmak, haykırmak istediğinde, boğazının tam orta yerine yumruk yemiş etkisini hissettiği anda ne yapabilecek? Anlayacaksın bir gün duygu yoğunluğu yaşadığın anlarda ve ağladığında erkekliğinden bir şey kaybetmediğini. Ama ne zaman? Ya da iş işten geçmiş olacak mı? Erkek olmak başkadır. Hele ki çaresiz kaldığı anlarda… Hiç kimsenin anlamayacağı kadar… Çünkü erkek sadece çaresizken, ÇARESİZDİR.

Ama kim ne derse desin ağlar; için için değil, içine içine, kan kan ağlar. Her damarının atışını, kanının vücudunda gezerken yarattığı sıcaklıkla ağlar. Damarlarındaki kan zehir olur ama soğutur yine o sıcacık kalbini bir anda.

Kasları sıkışır, gözleri kararır, dizlerinin bağı çözülür, aldığı nefesi bile düğümlenir boğazında o güçsüzlükle anlatmaya çalışır hissettiklerini ve yaşadıklarını, başarılı olamaz, anlatamaz erkek ona acı veren bir duyguyu. Peki, bir erkeğin gözünden üç damla yaş düşmüş çok mu? Çaresizlik, herkes yaşar ama erkek adam çaresizliğini de adam gibi yaşar. Kalbi uzaklaşır bazı anlarda dünyadan. Ruhu bedenini terk eder, sarılamaz hayata ama yine de adamdır o çaresiz! Erkeğin çaresizliği erkek gibi anlatılır; Hayata başlarken yaşadığı çaresizlik… Evine ekmek götürürken yaşadığı çaresizlik…

Annesini parası olmadığından dolayı tedavi ettiremediğinde yaşadığı çaresizlik… İşten çıkarıldığındaki çaresizliği…

İflas ettiğindeki yaşadığı çaresizlik... 44

www.haberrevizyon.com


İlişkiler

Hele hele hayatındaki her şeyini verdiği kadının, onu yüz üstü bırakıp gittiğinde yaşadığı çaresizlik... Boşanmadan bir saniye önce yaşadığı çaresizlik…

Çok sevip, bir o kadar da yalnız kaldığındaki yaşadığı çaresizlik… Kararsızlığa, sevdiği tarafından düşürüldüğündeki çaresizlik… Hayatındaki dostları, sevdiğinin kaprisiyle kaybettiğindeki çaresizlik… Sürekli yalana yöneltildiğindeki yaşadığı çaresizlik… Kadın ile mahkemesinde haklı olsa dahi erkek olduğu için kaybettiğindeki çaresizlik…

Cinselliği, sevdiğini yaşamaya çalışırken unuttuğu andaki çaresizlik… Anlatamadığı, dinlenmediği, konuşamadığı andaki çaresizlik…

Ya bakamadığındaki çaresizliği… Düşünce ve tercihlerinde özgür davranamadığındaki çaresizlik...

Gülmek, gülümsemek zorunda kaldığı anlarda yaşadığı çaresizlik... ALDATILDIĞINDAKİ çaresizlik… ALDATTIĞINDAKİ çaresizlik...

Arabası bozulduğunda bile sevdiği tarafından aşağılandığı çaresizlik…

Sevdiği için mutluluk üretmeye çalıştığı çaresizlik… Ve en önemlisi, derdini anlatırken bir de diğer erkekler tarafından aşağılandığı durumlarda yaşadığı çaresizlik… Yaşamın kanunu gibi bu ÇARESİZLİK…

Peki, tamam da erkek neden var? Var olması gerektiği için mi? Var edildiği için mi? Sevmek için mi? Çalışmak için mi? İnanmak için mi? Kadınlara enerji olabilmek için mi? İltifat edip pişman olmak için mi? İltifat etmeden yaşayamayacağını öğrenmek için mi? Çok fazla zorlamayacağım :)

Mutlu bir ailenin var olması için, prensesler kadar güzel olan eşini mutlu etmek için var olmuş, atasını, sevgisini ve ahlakını korumakla yükümlüdür o çaresiz erkek…

AMA BİR ERKEĞİ ÇARESİZLİĞE DÜŞÜREN SADECE KARŞI CİNSİDİR. İyi bir adamın arkasında iyi bir kadın var ise ordular dahi o adamı yıkamaz… 45

www.haberrevizyon.tv


Tarih

Antik Çağ’ın Karadenizli Sahte Peygamberi Aleksandros ve

Yılan Tanrısı

Bülent ÖZTÜRK

GLYKON

Hakkındaki bilgileri Roma Dönemi’nin ünlü hiciv yazarı Samosatalı (Adıyaman/Samsat) Lukianos’tan (M.S. ca. 120190) edindiğimiz ve yazımıza konu olan bu önemli kişi, Abonouteikhos’lu, bugünkü adıyla Kastamonu İnebolulu, Büyük İskender (Aleksandros) ile de aynı adı taşıyan Aleksandros’tu. Uzun boylu, yakışıklı, beyaz tenli, gözleri ateş gibi parlayan bir adamdı. Zeki, kurnaz, öngörülü, cesur, gözü pek, çalışkan, amacını bilen ve güzel konuşma yetisine sahip olmasına karşın bir o kadar da yalancı, düzenbaz, ikiyüzlü ve utanmazdı. Geçmişinde kadın erkek demeden birçok insanla aşk ilişkisi kurmuş, bu ilişkiler karşılığında onlardan paranın yanı sıra engin hayat tecrübesi edinmiş, Tyana’lı (Niğde/ Kemerhisar) bir hekimden ise muazzam tıp bilgisi öğrenmişti.

Günümüzde örneklerine sıkça rastladığımız veya bununla ilgili haberlerini duyduğumuz, insan yaratımı modern sahte dinlerin ve tarikatların veya kendini peygamber ilan eden insanların ilk örneklerinden biri Karadeniz’de ortaya çıkmış. Bu coğrafya, Antik Çağ’da sahip olduğu Doğu ve Helen kökenli çok-tanrılı pagan inanışın yanında ortaya bir de sahte peygamber ve onun yaratımı dinsel bir inancı da doğurmuştur.

46

www.haberrevizyon.com


Tarih

İnsanların din karşısındaki zaafını ve korkaklığını fırsat bilen Aleksandros, Sağlık Tanrısı Asklepios’un bir yılan şeklinde kendi memleketi Abonouteikhos’ta yeniden dirileceğini duyurmuş ve etkileyici karakteri sayesinde dikkatleri üzerine çekmeyi başarmıştı.

A

leksandros’un yaşadığı Antik Çağ’da insanlar, her türlü doğa olayını veya oluşumunu tanrılaştırmışlar ve çok tanrılı bir yaşam sürdürüyorlardı. Bu tanrısal güçler için mitolojik hikâyeler anlatarak onlar adına devasa tapınaklar inşa ediyorlardı. Bu tanrılardan ise her türlü konuda medet umar hale gelmişlerdi. Tapınaklara kendilerini adayan rahip/rahibeler aracılığıyla tanrı/tanrıçaların kehanetlerini öğrenebilen insanlar ve hatta devletler, gelecekleri hakkında her türlü kararı yine bu kehanetler ışığında şekillendiriyorlardı. Kuşkusuz tapınağa ödenecek belirlenmiş bir para karşılığında. İşte böylesine bir dönem içinde, insanların din karşısındaki zaafını ve korkaklığını fırsat bilen Aleksandros, Sağlık Tanrısı Asklepios’un bir yılan şeklinde kendi memleketi Abonouteikhos’ta yeniden dirileceğini duyurmuş ve etkileyici karakteri sayesinde dikkatleri üzerine çekmeyi başarmıştı. Zira anlatıldığına göre Asklepios çok eskiden, ölüm döşeğindeki insanları iyileştirerek yeraltı dünyasının karanlığına mahkûm olmaktan kurtardığı ve kaderlerine müdahale ettiği için Olympos’un Baş Tanrısı Zeus tarafından cezalandırılarak öldürülmüştü.

Ses olayını halletmek için ise turna kuşlarının soluk borularını uç uca birleştirip yılanbaşının içinden geçirmişti, böylece onun yerine dışarıdan başkası konuşabiliyordu. Ancak Tanrının konuşması, çok veren önemli kimseler için olacaktı.

para mümkün

Bir diğer yöntemi neyi öğrenmek yazıp kapatacak ve buna benzer bir açılmasın diye. tapınağın iç insanları ona

ise şuydu: Her kim isterse bunu kağıda ağzını ise mum, kil ya da maddeyle mühürleyecekti Aleksandros, yazıları alarak kısmına gidiyor, sonra tek tek içeri buyur ediyordu. Sözüm mühür açılmadan öğrenmek istediklerinin cevabı, yazının altına Tanrı tarafından ekleniyor ve sahiplerine geri veriliyordu. Bu da bir mucizeydi cahil insanlar için; zira Aleksandros türlü tekniklerle mührü bozmadan kağıtları açmayı çok iyi biliyordu; metinleri okuyor, altlarına cevaplarını da kendi eliyle ekliyordu. Aleksandros, bunun cevapları yazarken, üstün zekâsını ve bilgilerini kullanıyor, hile ile birlikte olasılıkları da çok iyi hesap ediyordu.

Bu hikâyeyi Aleksandros, bir bir yılanın, gözü önünde Glykon adını “Yeni

kendine temel alan yumurta içine sakladığı yavru sanki mucizeymiş gibi, insanların doğumunu gerçekleştirmiş ve verdiği İnsan Yüzlü Yılan Tanrı’yı, Asklepios” diye halka tanıtmıştır. Aleksandros hemen ertesi gün evinin içinde küçük bir odada karanlık bir ortam hazırlamıştı. Epeyce uzun bir kuyruğa sahip başka bir evcil yılanı boynuna dolamış, kuyruğunu kucağından yere doğru sarkıtıp; yılanın başını da koltuğunun altına saklamıştır. Sözüm ona iki gün önce doğan yavru yılan bir anda mucizevî biçimde devasa boyuta ulaşmıştı. Sakladığı yılanbaşının yerine ise keten bezinden hazırladığı, insan yüzünü andıran bir yüze sahip, kendisinin bir kukla gibi oynatabileceği bir yılanbaşı hazırladı. Yılanın dışarı uzanıp çekilen çatal dilini at kılından yapmıştı; böylece onu, ağzını oynatarak konuşur şekilde de gösterebiliyordu. Bu, durumu daha da inandırıcı kılıyordu.

Soruların bir kısmına dolaylı ve genel cevaplar veriyor, bazıları için ise anlaşılmaz sözler söylüyordu. Artık işler büyümeye, bir şirket gibi çalışmaya başlamıştı. Zamanla yardımcıları, casusları, kehanet yazarları, bekçileri, yazmanları olmuştu. Bir de kehanet yorumcuları vardı ki; bunlar, ileriki zamanda hızla artan insan kalabalıkları karşısında yetersiz kalan Aleksandros’un verdiği saçmasapan cevapları yorumluyor ve bundan da para kazanıyorlardı. Üstelik bunun rüşveti olarak Aleksandros’a bir de para ödüyorlardı.

47

Kısa sürede bu mucizeyi duyan bölge halkı akın akın Glykon’u görmeye ve kehanetini öğrenmeye gelmeye başladı. Parayla tuttuğu insanların dedikoduları sayesinde Glykon’un ve kendisinin namını kısa zamanda Karadeniz’den Anadolu’ya ve buradan da dönemim etkin siyasi gücü Roma’ya yayılmasını sağlayan sahte peygamber, eskiden önemsiz olan bu küçük kenti ise, bir dinsel kehanet ve sağlık merkezi haline getirmiş, kent halkı ise gelenler sayesinde refaha kavuşmaya başlamıştı.

www.haberrevizyon.tv


Tarih Tanrının ağzından birkaç söz almak isteyen zengin insanların bir kısmı kendi geliyor bir kısmı ise adamlarını veya hizmetçilerini yolluyordu. Üst düzey yöneticiler bile bu çarkın içinde yerlerini almışlardı. Aleksandros daha da ileri giderek, Romalıların Tanrı’ya sormuş oldukları sorulardan, onların özel bilgilerini öğreniyor, bunları geri vermeyerek kendisine bağımlı kalsınlar diye tehdit malzemesi olarak saklıyordu. Bununla birlikte kentin her yerine adamlarını casus olarak yerleştirmişti; onlar sayesinde kendisine gelecek insanlar hakkında soruşturma yaptırıyor, sorunlarını önceden öğrenerek, vereceği cevapları da hazır ediyordu. O’nun kehanetlerine danışmadan savaşbarış gibi önemli kararlara imza atılmaz olmuştu artık ve bu kararlar gerçekten insanlığın tarihini değiştirir nitelikteydi. Kaçınılmaz olarak kehanetlerinde yanıldığı da oluyordu Aleksandros’un ama hepsinden sıyrılmayı başarıyordu zekâsı ve uyanıklığı sayesinde.

Hasta olanlara iyileşeceklerine dair umut vererek paralarını alıyor; onlar ölünce de yazdığı kehaneti değiştiriyordu. Savaştan önce zafer vaat ettiği komutanlar savaşı kaybedince, suçu komutanlara atıp, yine bir yolunu bulup durumu kendi lehine çevirmeyi biliyordu. Kuşkusuz, onun bu sahtekârlıklarıyla halkı kandırmasından rahatsız olan ve sesini yükselten dönemin aydınları olmamış da değildi. Ama Aleksandros ne yapıp ne edip, hatta üst düzey yöneticileri de kendisine bağlayıp muhaliflerinin sesini kısmayı başarmıştı. Aleksandros’un “düşman” ilan ettiği ve büyük bir savaş açtığı Epikürcü filozoflar vardı. Onlara karşı bir uydurma kehanet atmaktan da geriye kalmadı: “Pontos ülkesini tanrıtanımazlarla Hıristiyanlar doldurmuş. Bu adamları taşa tutun, Tanrı’nın lütfuna mazhar olursunuz”. Hatta bir keresinde herkesin içinde Aleksandros’un yalanını ayan beyan ortaya döken Epikürcülerden birisini müritlerine taşlatmaktan bile çekinmemişti.

Abonouteikhos kentinin yanında Glykon inancının Anadolu’da güçlü olduğu başka kentler de olmuştu şüphesiz; Amastris (Amasra), Tios/Tieion (Zonguldak/Filyos), Amaseia (Amasya), Nikomedeia (İzmit) ve diğer bölge kentlerinden elimize geçen gerek arkeolojik buluntular tanrının dinsel yaşam içindeki varlığını ve etkinliğini doğrulamaktadır.

Hem zenginliği hem de namı, alıp başını yürümüştü. Artık bir efsane haline gelmişti. Ancak çok uzun sürmedi onun bu saltanatı. Nasıl olduysa olmuş, herkesin derdine deva bulduğunu iddia eden Aleksandros, bilinmeyen bir sebeple kendi bacağının kangren olması yüzünden ölüp gitmiştir trajik bir şekilde. Onun yerine ise Romalı üst düzey yönetici tarafından bir vasi tayin etmesi istenmiş, o da bunu, belki de bilerek yapmayınca, bütün düzen bozulmuş, Tanrıya duyulan inanç da ondan sonra sadece en fazla bir yüzyıl daha etkisini sürdürmüştür.

48

www.haberrevizyon.com

Antik Çağ insanı kendi döneminin bilgi seviyesinde öğrenmenin veya algılamanın olası olmadığı; ölümler, doğal afetler, salgın hastalıklar, aşk acıları, geleceğin gizemli bilinmezi gibi durumlar karşısında zihnin başka bir yetisi olan inanmayı devreye sokmuştur.

Kendisinden daha iyi bilen, doğaüstü güçlere sahip, yetenekli ve elbette acılara deva olacağı iddiasını taşıyan bir diğer insansa başvurulacak ideal kişidir, çaresiz ve içinden çıkılamaz sorunlara sahip insanlar için. Hal böyleyken her dönemde insanların, toplumların inanç ve zaaflarını kullanacak ve bundan getiri sağlayacak kişiler çıkması yine insanın doğası gereği kaçınılmaz olmuştur. Bu kişilerin kimileri bulunduğu dönemin sorunlarını ve zayıf noktaları çok iyi analiz edip, daha evrensel ölçekli çözümler üretmiş ve inanılmaya hak kazanarak tarih sayfasında onurlu yerini almışlardır. Kimileri ise küçük hesapların içinde boğulup, kendi zaaflarının tuzağına düşmüş ve tarihe “sahte peygamber” olarak geçmekten kurtulamamıştır bizim Aleksandros gibi.

www.haberrevizyon.tv


G端vende misiniz?

www.ats.gen.tr


Bakış

SUNAY AKIN Sahibini Bekleyen

Üniforma

G

enç adam, en güzel üniformaları diken Mercan’daki “Altın Makas” terzihanesinin kapısından içeri girdiğinde, siparişi birlikte verdiği yakın arkadaşının elbisesinin de hazır olduğunu ama gelip almadığını öğrenir. “Herhalde işleri vardır, bir fırsat bulduğunda gelecektir” diyen adam, elinde yeni üniformasıyla ayrılır dükkandan. Harbiye’den yeni mezun olmuş genç subayın diktirdiği yüzbaşı üniforması, içi boş bir şekilde askıda öylece beklemeye başlar. Altın Makas’ın kapısından içeri girip çıkanlarla birlikte yeni ölçüler alınır, provalar yapılır, düğmeler iliklenir, pantolon paçalarının boyu belirlenir, tamamlanmış elbiseler sahiplerine teslim edilir ama o yüzbaşı üniforması tüm bu hareketliliğin ortasında, günlerce, içini dolduracak sahibini bekler durur…

Oysa, üniformanın sahibi, elbisenin asılı olduğu Altın Makas terzihanesinin hiç de uzağında değildir. Günümüzde İstanbul Üniversitesi olarak kullanılan Beyazıt’taki tarihi bina o yıllarda Harbiye Nezareti’dir. Binanın Haliç’e bakan arka bahçesinin hemen altı Mercan semtidir ve nezaretin bu kısmında II. Abdülhamit’in rejimine karşı çıkanların kapatıldığı ünlü “Bekir Ağa Bölüğü” vardır. Yüzbaşı elbisesinin askıda tutsak olmasının nedeni de, sahibinin Yıldız Sarayı’nda sorgulandıktan sonra Bekir Ağa Bölüğü’ne hapsedilmesidir. Yüzbaşı üniforması ve sahibi, birbirlerinden yüz metre mesafede, biri askıya, öteki dört duvara tutsak, kavuşacakları günü beklemektedir! Üniforma kendini sahibinin sırtında, Şam sokaklarında bulur. Yüzbaşı devrimci düşüncelerinden dolayı “hayat zindanı” denilen sürgüne gönderilmiştir. Yüreği, Şam sokakları gibi yalnızlıktan toz tutsa da, üniforması umutları gibi pırıl pırıldır. Akşamları hayat duvarların arkasına çekildiğinde Yüzbaşı, ıssız Şam sokaklarını ağır ağır yürüyerek gitmektedir evine. İki odalı evinde kendini bekleyen kimse yoktur, neden acele etsin ki!?.

50

www.haberrevizyon.com


Bakış

Yine böyle bir akşam evine doğru yürürken bir müzik sesi duyar. Sesin geldiği yöne doğru yürür. Adımlarını günün bu saatlerinde ilk kez böylesine telaşlı atmaktadır. Bir labirente benzeyen sokaklarda çabuk çabuk yürümekte, sokak başına geldiğinde bir an durup, müziğin geldiği yöne dönmektedir…

Yüzbaşı, pencereleri kağıtla kaplı bir kahvehanenin önünde durur. Bir an tereddüt etse de, kapıyı hafifçe aralar… İçeride, Hicaz demiryolunda çalışan İtalyan işçiler, eşleri ve kızlarıyla birlikte mandolin çalıyor, şarkılar söylüyor ve dans ediyorlardır! Hepsinin masalarda işçi kıyafetleriyle oturduğunu görünce üniformasına bakar ve kapıyı açtığı gibi usulca kapatarak oradan uzaklaşır…

Ertesi akşam, aynı kahvehanede toplanan İtalyan işçiler yine neşe içinde eğlenmekte, şarkı söylemektedir. Aralarına yeni bir arkadaşları katılmıştır! Çarşıdan satın aldığı işçi kıyafeti içindeki bu genç adam, Yüzbaşı üniformasını çıkararak, yüreğinden gurbetin yalnızlık tozlarını silmek isteyen Mustafa Kemal’dir! Ayakkabı ustası Tanaş Elefteriadis, en iyi müşterisini şöyle anlatır bizlere: “Ayakkabıda moda ne ise onu istiyordu. Ayakkabılarını sağlam yapmaya çalışıyordum. Fakat Atatürk’ün ayakkabıları devamlı çalınırdı. Herhalde herkes ondan bir hatıra almak için çalardı ayakkabılarını. Bir gün Atatürk beni yanına çağırdı, bana ‘Bu ayakkabıları kalıpla yapın’ dedi. ‘Niçin’ dedim.

O da bana ‘Çalan kalıpsız mı çalsın?’ demişti. O zaman moda, kaba, çift köseleli ayakkabılardı. Biz yeni ayakkabı yapınca bunlar moda oluyordu, millet de giyiyordu. Sayısız ayakkabı yaptım. Atatürk’e çok ayakkabı yapmamın sebebi Atatürk’ün ayakkabılarının devamlı çalınmasıydı, onlar çalındıkça ben de yapıyordum. Şunu gördüm, yaptığım düğmeli bordo ayakkabıları çalmıyorlardı. En çok çalınan ayakkabı ise iskarpindi. Kendisi bütün yaptığım ayakkabıları beğenirdi, ayakkabılarda renk ayırt etmezdi. Ama ben de onun ne istediğini bilirdim. Atatürk’ün ayak yapısı biraz değişikti, başparmağı aşağı tarafa basıyordu.” Ayakkabıcısı Elefteriadis’in dediği gibi, herkes Atatürk’ten bir hatıra almak istiyordu, bu nedenle de ayakkabıları sürekli çalınıyordu. Bu olay en son 10 Kasım günü yaşanmıştır. Kamil Çifter’e kulak veriyoruz: ”Ölümü sırasında Swith Wesson marka tabancasıyla köstekli saati, yatağının ucundaki komodinin gözündeydi. Ölümü anında odada hizmetindeydim. Fakat on dakika sonra geldim baktım yerinde yeller esiyor. Ne tabanca var, ne saat. Gardrob lebalep çamaşır doluydu; gömlek, kravat, pijama vesaire. Fakat ölümü anında sarayın içerisi bir hengame halinde idi. O bakımdan hiçbir şeyle ilgilenemedik tabii. Ölümünden yarım saat sonra gardrobu açtım, ne bir kravat kalmış, ne bir tek gömlek, hiçbir şey kalmamış. Tabii herkes Atatürk’ten hatıra diye almışlar.”

27 Eylül 1938 günü, Mustafa Kemal Atatürk, arkadaşı Salih Bozok’u hasta odasına çağırarak, gördüğü şu rüyayı anlatır:”Bana bir çift kundura getirmişler, beğendim. Binbir’i (hizmetli Binnaz hanım) çağırdım. Böyle ‘Binbiiirr’ diye çağırırken odaya Rıdvan girdi. Bunun üzerine uyandım ve rüya gördüğümü anladım.” 51

www.haberrevizyon.tv


Haber

TÜRKİYE’DE İSLAMİ CEMAATLER

ISLAMIC COMMUNITIES IN TURKEY

İslami Cemaat Nedir?

What is an Islamic Community?

Cemaat kelimesi, dinde ibadet etmek için bir araya gelen topluluklara verilen isimdir. Her ne kadar cemaat kelimesi diğer dinler için de geçerli olsa da Türkiye’de daha çok akla İslami cemaatler gelmektedir. Öte yandan, İslami cemaatler de birbirinden farklı özellikler göstermektedir. Uzun zamandır var olmalarına rağmen Türkiye’de İslami cemaatlerin tanınırlıkları artmış ve cemaat kelimesi, pek çok açıdan farklı bir anlam kazanmıştır.

In religious terms, the word “community” is the name given to groups of people who unite in order to worship. In Turkey, the term “community” is used for various groups from different religions. However, Islamic communities some characteristic differences from the others. Although they have existed for years, Islamic communities have gained more popularity and attention during the last decade in Turkey and the word “community” gained a different meaning in terms of rituals and behavior.

Neredeyse tüm cemaatler liderlerini (şeyhlerini) Hz. Muhammed’in vekili hatta ahir zamanda dünyaya gelip, tüm dünyaya İslam dinini hakim kılacağına inanan kişi, yani mehdi olarak görürler.

Almost every Islamic community considers his leader (sheikh) as a successor of Prophet Muhammad, and for that matter, members believe that he is the Mahdi, the prophesied redeemer of Islam who will come to this World on the doomsday and will make Islam rule the World.

Cemaatlerde kişisel irade ve görüş hiçbir zaman ön planda olmamıştır. Şeyhlerin söylemleri, istekleri Allah’ın isteğidir ve bu fikre karşı gelen veya tartışan kişilerin dinden çıkacağı anlatılır. Dolayısıyla ‘acaba şeyh doğru mu söyledi? Bizi yanlışa sevk ediyor mu?’ gibi sorulara grup içinde asla yer yoktur. Cemaat liderlerinin müritlerini yanlış yönlendirdiği şüphesi pek çok akılda soru işaretidir. Peki, tüm cemaati arkasından sürükleyen bu liderler gerçekte doğruyu uyguluyorlar mı? Eskiden gelen kurallar zaman içerisinde yozlaşmış olabilir mi?

Personal will has never been at the first place in Islamic communities. It is explained that the word or the wishes of the Sheikh is God’s will and whoever questions this will be rejecting his religion. Therefore, there’s no place for questions such as ‘has the Sheikh told the truth? Is he leading us to the wrong?’ among the group. The suspicion that the leaders of communities mislead their followers is a question mark in many minds. So, do these leaders who trail the rest of the community really do the right thing? Could the rules of old times have corrupted?

Türkiye’de cemaatler genel olarak bakıldığında iktidarı destekler ve ters düşmemeye özen gösterirler. Öte yandan, fikirleri ve işleyiş biçimleri açısından farklılık gösterirler. Açıkça yansıtmasalar da arkadaşlıklar ve alış - verişler genelde dışarıdan değil kendi içlerindendir. Cemaate mensup kişilerin birbirlerinden kopmaları pek mümkün değildir. Ticari alış - verişlerden elde edilen kazanç liderde toplanır. Bu sebepten dolayı lider gideceği zaman yerine ailesinden birisinin geçmesini ister.

The Islamic communities in Turkey generally support and intend not to go into any conflicts with the government. On the other hand, the opinions and the way the communities function vary. They do not reflect it explicitly but friendships and trades are usually not from the people outside the community but amongst themselves. It’s hardly that the members of the community separate from each other. The income collected from commercial trades is gathered at the leader. For this reason, the leader wants a family member of his own to replace him when he is to leave.

Sonuç olarak, tüm İslami cemaatlerde Şeyhlerin istekleri emir kabul edilir ve bu emirler müridler tarafından yerine getirilir.

Consequently, it can be summarized that in all Islamic communities, the Sheikhs’ wishes are considered as orders and these orders are fulfilled by the followers. 52

www.haberrevizyon.com


Haber

Gülen, yakın geçmişte Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın ‘gurbet bitsin’ çağrısına olumsuz cevap vermişti.

Recently, Gülen, who does not consider returning to Turkey had turned down Prime Minister Recep Tayyip Erdoğan’s call for ending his homesickness.

Türkiye’de İslami Cemaatler

Islamic Communities in Turkey

Türkiye’de cemaatlere bakıldığında akla ilk olarak NUR yani herkes tarafından bilinen adıyla Fettullah Gülen cemaati gelmektedir. Mürit olarak bakıldığında Nur’cuların bir hayli kalabalık olduğu herkes tarafından bilinmektedir. Tarikatın en güçlü ismi Fettullah Gülen, aynı zamanda dünyanın pek çok farklı yerinde açmış olduğu okulları ile tanınıyor.

When Islamic Communities in Turkey are considered, the Nur Community, also known as Fethullah Gülen Community is the first to recall. When the number of followers is considered, the Nur Community seems to have the highest number of followers. Fethullah Gülen as the strongest name of this religious order is also known for the schools he opened in many different countries in the world.

Yüksek gelir sağlayan medya, eğitim gibi değişik iş kollarına sahip müritleri olduğundan, cemaatin güçlü finans kaynakları olduğu ortadadır. Cemaatin lideri Gülen, Türkiye’nin içinde bulunduğu siyasi koşullar sebebiyle 1999 yılında Amerika Birleşik Devletlerine gidip, o tarihten beri Pensilvanya’da yaşamaktadır.

Bediüzzaman Said-i Nursi

53

It is clearly evident that they have strong financial resources since they have followers running various businesses of high income such as media and education. Gülen, known as the leader of the community has been living in Pennsylvania, since he moved to the United States of America in 1999, due to the political conditions Turkey had been going through and he has been residing there since then.

www.haberrevizyon.tv



Haber Cemaatler arasında ikinci dikkati çeken ise İsmail Ağa Cemaatidir. İstanbul, Fatih-Çarşamba bölgesinde merkezlenen İsmail Ağa Cemaati, Nakşibendi Tarikat’ına bağlıdır. Cemaat kendini ehli-i sünnet yolundaki Müslümanların bir ilim ve kardeşlik cemiyeti olarak tanımlar. Erkek üyeler uzun sakallı, cübbeli ve şalvarlı şekilde dolaşırlar. Cemaate bağlı kadınlar ise siyah çarşaf giyerler. Cemaatin lideri 1954 yılından 1996 yılına kadar İsmail Ağa Camii’nin imamlığını yapmış olan Mahmut Ustaosmanoğlu’dur. En tanınmış ismi ise Cübbeli Ahmet Hoca olarak tanınan Ahmet Mahmut Ünlü’dür. Süleymancılar olarak tanınan cemaatin kurucusu Süleyman Hilmi Tunahan, soyunu Nakşibendi Şeyhi Selahaddin İbni Seracettin ’e dayandırıyor. Zamanla bağımsız bir yol izleyen Tunahan, kurduğu Kuran kurslarından yetişen öğrenciler, hocalarının mehdiliğine iman edip, Süleymancılar cemaatini oluşturdu. Ege ve Akdeniz bölgelerinde güçlenen Süleymancılar zamanla tüm yurda yayıldı.

Faaliyetlerini “kurs ve okul talebelerine yardım dernekleri” adı altında yürütüyor. Hakikatçılar’ın şeyhi Ömer Öngüt, Süleymancılar’ı “Dinleri Süleymancılık, imanları para, huyları gasp, meslekleri de dilencilik olan bir cemaat” olarak tanımlıyor. Türkiye’nin her ilinde en az bir Kuran kursuna sahip cemaatin, kurs ve öğrenci yurtlarının toplam sayısının 1500’ü bulduğu söyleniyor. Tunahan’ın ölümünün ardından cemaat liderliğine Kemal Kaçar geçti. Onun vefatı sonrasında ise cemaat her ne kadar reddedilse de iki kardeş Ahmet Denizolgun ile Beyazıt Denizolgun arasında bölündü.

Ahmet Mahmut Ünlü

Süleyman Hilmi Tunahan

Geçmişi 1800’lü yıllara, Ahmed Ziyaüddin Gümüşhanevi’ne uzanan İskender Paşa Cemaati’nin adı, uzun süre, Gümüşhanevi Tekkesi’ydi. Mehmet Zahit Kotku şeyhlik olunca, görev yaptığı İskenderpaşa Camii tarikata ismini verdi.

The Ismail Ağa Community is the second Islamic community that draws the attention among other communities. The community based in ÇarşambaFatih area in Istanbul is dedicated to the Naqshbandi order. The community, who consider themselves a part of the golden chain in Prophet Muhammad’s way, define themselves as a society of wisdom and brotherhood. Male members of the community wear long beards, frocks and baggy trousers. Female members wear chadors. Mahmut Ustaosmanoğlu, who had been the Imam of the İsmail Ağa Mosque between 1954 and 1996, is the leader of the community. Süleyman Hilmi Tunahan, the leader of the community known as Suleymanians, grounds his origins to Selahaddin Ibni Seracettin, the Sheikh of Naqshbandi. Tunahan, who took an independent path in time is followed by his scholars raised at the Quran courses who believed in his being a Mahdi, established the Suleymanians Community. Suleymanians who got stronger in the Aegean and Meditteranean regions of Turkey then spread all around the country. They function under the name “charity houses for courses and students”. Ömer Öngüt, the Sheikh of the Hakikatta Community defines the Suleymanians as “a community which sees Suleymanian as religion, money as faith, robbery as nature and begging for occupation”. It is said that the total number of courses and dormitories the community owns are almost 1500, at least one in almost every city. Following Tunahan’s death, Kemal Kaçar took over the community. After his death, although it is renounced, the community was split into two between the two brothers Ahmet Denizolgun and Beyazıt Denizolgun. The İskenderpaşa Community whose history goes back to 1800s to the Ahmet Ziyauddin Gumushanevi was once named the Gumushanevi Lodge. When Mehmet Zahit Kotku became the Sheikh, he called the community with the name of the Iskenderpaşa Mosque where he had served.

Kotku’nun ölümünden sonra liderliğe geçen damadı Prof. Esad Coşan da 2001 Şubat’ında Avustralya’da trafik kazasında öldü. Post, oğlu Nurettin Coşan’a kaldı. Esat Coşan, tarikatı, kurduğu vakıflar sayesinde büyüttü.

Prof. Esad Coşan

His son-in law, Professor Esad Coşan who took over the sheikhdom after his death also died in a traffic accident in February, 2001. The sheikhdom was passed on to his son, Nurettin Coşan. Esad Coşan had empowered the community with the foundations he had established.

55

www.haberrevizyon.com

www.haberrevizyon.tv


Haber Bunların en etkini Hakyol Vakfı. Koşan, İlim Kültür ve Sanat Vakfı ile Sağlık Vakfı’nı da kurarak örgütlenmeyi genişletti. Hanım Dernekleri’yle kadın örgütlenmesine yöneldi. Şu andaki lider Nurettin Coşan, dini eğitiminin yanı sıra New York’ta işletme öğrenimi gördü. Babasının isteğiyle 1996’da aile şirketi Server Holding’in yöneticiliğini üstlendi. Yoğun iş gündemi nedeniyle liderlik görevini yerine getiremediğini iddia eden bir grubun muhalefet başlattığı ve tarikattan koptuğu söyleniyor.

The most active one of these foundations is the Hakyol Foundation. He also founded the Science, Culture and Art Foundation and the Health Foundation and expanded the organization. He headed women’s organizations by establishing the ‘ladies associations’. Nurettin Coşan, the current leader has studied Business Management in New York besides his religious education. He took over the management of the family firm, Server Holding in 1996 with his fathers will. It’s rumored that a group of members have rolled up opposition, claiming that he cannot fulfill his leadership duties due to his own business agenda and have split up from the community.

Eski Cumhurbaşkanı Turgut Özal, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, Korkut Özal, Maliye Bakanı Kemal Unakıtan, bir dönem için dahi olsa Necmettin Erbakan gibi siyasetin birçok önemli ismi cemaatle gönül birliği içinde. İskenderpaşa Tarikatı’nın bir de siyasi partisi var: "Sağduyu Partisi." Recep Tayyip Erdoğan’ın, 3 Kasım 2002 seçimleri sonrasındaki ilk Cuma namazını Ankara’nın Dikmen semtindeki Mehmet Zait Kotku Camii’nde kılması bu gönül bağının sembolik işareti olarak değerlendiriliyor.

Many important names of politics such as Former President Turgut Özal, Prime Minister Recep Tayyip Erdoğan, Korkut Özal, Minister of Finance Kemal Unakıtan and Necmettin Erbakan even for a period of time have been in harmony with communities. The İskenderpaşa Community also has a political party named “Sağduyu Party”. Recep Tayyip Erdoğan’s attending the first Friday prayer at the Mehmet Zait Kotku Mosque in DikmenAnkara after the September 3, 2002 elections is considered a symbolic expression of his sympathy to the community.

Adapazarı’nda yaşayan Hakikatçılar’ın şeyhi Ömer Öngüt, hemen hemen tüm cemaatlere karşı yürüttüğü mücadeleyle tanınıyor. Öngüt, aynı zamanda Cemalettin Kaplan, Fettullah Gülen, Necmettin Erbakan, Süleymancılar, İsmailağa Cemaati ve Diyanet’e yönelik ağır eleştiri içeren kitaplarıyla tanınıyor. Çoğunluğu Sakarya’da olmak üzere Düzce, Bursa

The Sheikh of the Hakikatta Community Ömer Öngüt, who lives in Adapazarı, is well-known for his opposition to almost all the other Islamic communities. He is also known for his books

ve Ankara’da önemli sayıda müridi vardır. Tarikat, Şeyh’e mutlak itaat ilkesiyle yaşıyor.

containing severe criticism to Cemalettin Kaplan, Fethullah Gülen, Necmettin Erbakan, the Suleymanians, the Ismailağa Community and the Department of Religious Issues. He has a huge number of followers mostly in Sakarya, then in Düzce, Bursa and Ankara. The community functions with the implicit obedience principle to the Sheikh.

Mehmet Raşit Erol tarafından 1929 yılında kurulan Adıyaman merkezli Menzil Cemaati, felsefesini Nakşibendi Tarikatına dayandırır. Diğer cemaatler gibi Menzil de Türkiye Cumhuriyeti’ne muhalif değildir. Topluluğun maddi kaynakları mensuplarının işlettiği firmalardandır. Menzil Cemaati’nin Ankara çevresi Semerkant Grubu olarak da adlandırılıyor.

The Menzil Community established by Mehmet Raşit Erol in1929 has located its center in Adıyaman and the philosophy is grounded on the Naqshbandi Order. Similar to other communities, the Menzil Community also gets along well with the Turkish Republic. The members of this community who live around the Ankara region are also called the Semerkant Group.

Türkiye’de tarikat ve cemaatleri ele aldığımızda çıkan sonuç çoğunlukla kurdukları yardımlaşma grupları ve vakıflar aracılığı ile hareket ettikleri, hatta kimilerinin holding olacak kadar ekonomik güce sahip olduğu ortadadır.

When Islamic communities and orders in Turkey are considered, it is evident that they function through the charity organizations and foundations they have established and we even see that some have such high economic power that they have become holdings.

Şeyhlik bazen babadan oğula, bazen de kardeşe geçiyor. Bazıları siyasete çok yakın; katkılar sağlayıp destekliyor. Bazıları ise hiçbir şekilde politika ile ilgilenmiyor. Buna rağmen, kapalı grup yapılanmaları nedeniyle dikkat çekip merak uyandırıyorlar.

The Sheikhdom is sometimes inherited from father to son and sometimes to the brother. Some of them stay close to politics and provide financial support whereas some others have no interest in politics. However, due to the fact that they are close groups, they draw attention and raise curiosity in all terms. 56

www.haberrevizyon.com

www.haberrevizyon.tv


Eğitim ve Danışmanlık Hizmetleri

Kurumsal Eğitimlerde Sürdürülebilir Gelişim Çözümleri • Etkili İletişim • Öğrenilmiş İyimserlik • Müşteri Yönetme Süreçleri • Geri Bildirim Teknikleri • Takım Yönetimi • Farklılıkları Yönetmek • Duygusal Zeka • Eğitimcinin Eğitimi • Türkler İçin İngilizce

www.revizyon.org


Haber

ELEKTRONİK KELEPÇE Mevlüt AYDIN / Avukat

Türk Hukuk Sistemi’nde yeni ceza yasaları ile getirilen en önemli yeniliklerden biri Denetimli Serbestlik kurumudur. Denetimli Serbestlik, suça uygulanan yaptırımın Ceza İnfaz Kurumu dışında yerine getirilmesi ile ilgili bir kavramdır. Denetimli Serbestlik sistemi; soruşturma, kovuşturma, hükümlülük aşamasında adalet sistemindeki önemli bir boşluğu doldurmayı amaçlayan, çağdaş toplumların yapısına uygun düşen bir sistemdir. Bu sistemde nihai amaç; hükümlüler açısından hürriyeti bağlayıcı cezalar yerine seçenek yaptırımlar uygulanması suretiyle hükümlünün topluma kazandırılması, ailesi ile bağlarının sürdürülmesi ve güçlendirilmesi, şüpheli ve sanıklar açısından ise tutuklama tedbirine seçenek olan adli kontrol uygulaması ile haksız tutuklamaların sebep olduğu mağduriyetlerin önlenmesidir.

58

www.haberrevizyon.com


sosyal Haber proje

Ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası ile örgüt ve terör suçlarından hüküm giyenler ile iki kez hücre cezası alanlar ve cezaevinden firar edenler yasa kapsamı dışındadır.

K

amuoyunda “Elektronik Kelepçe” yasası olarak adlandırılan “Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun ile Denetimli Serbestlik ve Yardım Merkezleri ile Koruma Kurulları Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun” yürürlüğe girmiştir. Elektronik Kelepçe, Denetimli Serbestlik uygulamalarından birisi olup, Amerikan modeli olan bu uygulama, ülkemizde de başlamıştır. Eşine ve çocuklarına şiddet uygulayan kocanın elektronik kelepçeyle kontrol altına alındığı, basın yayın organlarında haber olarak yer almıştır. Hürriyeti bağlayıcı cezalarda olduğu gibi Denetimli Serbestlik uygulamasının bir nevi olan elektronik kelepçe uygulaması için de hakim kararı şarttır.

Ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası ile örgüt ve terör suçlarından hüküm giyenler ile iki kez hücre cezası alanlar ve cezaevinden firar edenler yasa kapsamı dışındadır. Şüpheli, sanık ve hükümlülerin tutuklanarak cezaevine konulması yerine toplum içinde denetim, takip ve iyileştirilmesi yapılacağı için, Amerikan filmlerinde gördüğümüz Elektronik Kelepçe uygulamasının ülkemizde de uygulanması ve uygulamanın yaygınlaştırılması olumlu bir gelişmedir. Son yıllarda AİHM’de yargı konusunda aldığımız mahkumiyetler nazara alınırsa, önemli olan suça karşı caydırıcı olabilmek, haklara saygılı davranan vatandaş yetiştirebilmek ve sorunun kökenine inebilmektir. Amaç insanları hapiste tutmak değil, topluma kazandırmak olmalıdır.

59

www.haberrevizyon.tv


keşif Keşif

AMERİKA KEŞFEDİLDİ Mİ? 1492 yılında Kristof Kolomb, İspanya kıyılarından yola çıkıp Amerika’yı keşfetti. Aslında Amerika ilk defa keşfedilmemişti.

Avraham İŞCEN

D

bir ziyaretin veya keşfin detaylarını verdiği tespit edilir. Tapınak Şövalyeleri bu kitabeyi, bölgelerini işaretlemek için mi yoksa kutsal hazinelerinin yolunu gösteren bir işaret olması için mi koymuşlardır?

aha önceden Amerika’nın haritası, kutsal gizli hazine koruyucuları Tapınak Şövalyeleri’nin elindeydi. Avrupa'da güçlenen Şövalyeleri engellemek için zayıf Papa ve Kral, ferman ile onları idam etmeye başladılar. Katliamdan kaçabilen Şövalyeler kendi sistemlerini tekrar kurabilmek için “Yeni Kudüs” dedikleri Amerika’ya geldiler.

Minnesota'da bir çiftçi, arazisini ağaçlardan temizlerken bir ağacın kökleri arasından 1362 yılına ait gizemli bir kitabe çıktı. Yıllar sonra araştırmacılar ve bilim adamları sayesinde bu taş ve diğer buluntuların Amerika’ya yapılan inanılmaz bir yolculuğun kanıtları olduğunu ispatladılar. Bu bulgular sayesinde Tapınak Şövalyeleri’nin son sırları ortaya çıkıyordu. 1898 yılında Kessington, Minnesota'da İsveçli bir göçmen olan Olof Ohman, arazisini ağaçlardan temizlerken büyük bir ağacı devirir ve ağacın köklerinin sıkıca sardığı bir taş kitabe ortaya çıkar. Bu kitabenin iki tarafındaki yazılarda hiç kimsenin okuyamadığı değişik semboller vardır. İskandinavya'da da aynı şekilde taş kitabelere rastlanır. Bunlar taşın bulunduğu yer veya ölüm hakkında bilgiler verirler. Bu kitabedeki yazılar dünyanın dört bir yanındaki bilim insanlarına gönderilir. Bilim insanları tarafından yapılan tercümelere göre kitabenin, 1362 yılında yapılan

www.haberrevizyon.com

Orta Fransa’dan yola çıkan Şövalyeler, Kudüs ve Hacıları korumak için yola çıkmışlardır. Kudüs’e yerleştikten sonra çok geniş bir finansal sistem kurarlar. Kudüs’ü korumak için Kral Baldwin’in himayesinde

60

Tapınak Dağı’na yerleşirler. Süleyman Mabedinin altında kazı yapıp Hz. Süleyman Mabedi’nin hazinesini bulurlar. Ne bulduklarını hiçbir şekilde açıklamazlar ve 10 yıl sonra Avrupa’ya geri dönerler. Avrupa’da Papalık tarafından meşru bir askeri tarikat olarak takdis edilirler. Papa’nın danışmanları ve Avrupa’nın finansal sistemine egemen olup 175 yıl boyunca Ortaçağ endüstrisini ellerinde tutarlar.


Keşif Oak adasında Tapınakçıların yeraltına inşaa ettikleri bir tuzak bulunur. Ayrıca Westfold Massachusets’te de bir taşın üzerinde bir Tapınak Şövalyeleri resmi bulunur. Kayıt taşı ve harita taşının bulunduğu 6 taşta da kancalı X harfi mevcuttur. Bununla beraber, Westfold’da 1989 yılında bulunan Narragansett taşında da bu gizemli harf, yani Kancalı X vardır.

Çok fazla kazanç elde edip, büyük bir donanma kurarlar. Fransa Kralı Philip, Tapınak Şövalyeleri’ne borçlanır ve onlardan kurtulmak için, mallarına ve mülklerine sahip olup borcunu sildirmek ister. Fransa’yı Vatikan ve Katolik dünyasından uzaklaştırmakla tehdit eder ve Tapınak Şövalyelerini sapıklıkla suçlar. 1307’de tüm Tapınak Şövalyeleri tutuklanır. İşkenceye maruz kalırlar ve 13. Cuma’da ölüme mahkum edilirler. Şövalyelerin %20 ’si yakalanır. Geri kalanlar ise 18 civarında savaş gemisiyle denize açılırlar ve bir daha bu gemilerden haber alınamaz. Tarih sahnesinden adeta gizli bir şekilde kaybolurlar.

Newport Kulesi’nin ne zaman yapıldığı bilinmemektedir. 1524 yılında İtalyan kaşifler bile haritalarına eklemişlerdir. Aslında göründüğünden daha komplike mimariye sahip bir kuledir. Mimarisi, astronomik hareketleri, dönümleri ve gezegenleri belirleyecek şekilde yapılmıştır. Newport Kulesi, astronomik olarak Kessington Tableti’ni işaret etmektedir.

Kristof Kolomb’un aklına bu fikir nereden geldi? Kristof Kolomb’un Tapınak Şövalyeleri Tarikatı’nın Portekiz bölümüyle ailevi bağlantısı vardır. Tapınakçılar Kristof’a Amerika’ya gitmesini söylemiştir.

Tarihten bildiğimiz kadarıyla İskoç Kralı Robert Bruce onlara kucak açar. Beraber İngilizlere karşı savaşırlar. Minnesota Kessington’daki taş tablette ise, daha önce hiç bir bilim adamının tespit edemediği bir şey bulunur. Taş kitabelerde eski İskandinav dilinden farklı bir dizi noktalamalar ve harf vardır. Daha önceden hiç bir kitabede bulunmayan bir harf bulunur. Bu harf ise Kancalı X harfidir.

Kristof Kolomb’un Sinclair ailesi ile evlilik bağı vardır. Babası Bartolomeo Perestrello, Tapınak Şövalyeleri’nin Portekizde’ki üyelerinden biridir.

1883 yılında ise Larsson Parşömenleri ortaya çıkar. Bu parşömenlerde ve Kessington Tabletleri’nde alfabeler açıklanmaktadır.

Babası, Kristof Kolomb’a gizli Amerika’nın yerini gösteren haritaları vermiştir. Kristof Kolomb gemilerinin yelkenlerinde Tapınak Şövalyeleri’nin bayrağı vardır.

Bir mağarada 1982 yılında Amerika, Güney İllinois’te Antik Mısır’a ait sanat eserleri bulunur. Bazı taşlarda Tapınakçı Haçı Sembolleri vardır. Sinclair (tapınakçı aile) ailesi tarafından inşaa edilen meşhur Tapınak Şövalye Rosilin Şapeli’nde kancalı X harfi her yerde vardır.

Kancalı X harfi Kristof Colomb’un imzasında da görülür.

61

www.haberrevizyon.tv www.haberrevizyon.tv


M

Moda Türkiye’de perakende sektörü son yıllarda çok hızlı bir büyüme eğilimi gösteriyor. Bunun en önemli nedeni genç nüfusun özellikle Avrupa ülkelerindekilere oranla çok fazla olması ve bu kitlenin modaya olan ilgisi. Buna paralel olarak high fashion - fast fashion odaklı birçok yabancı marka ülke pazarına oldukça agresif büyüme stratejileri, yoğun reklam ve pazarlama politikalarıyla giriyor. Dolayısıyla; sektördeki mevcut markalar da kendi içlerindeki moda derinliğini arttırmaya başlıyor ve sezon trendlerinin sıkı birer takipçileri oluyor. Hazırlayan: Zeynep AKSU

SONBAHAR - KIŞ MODA AKIMLARI 62

www.haberrevizyon.com


ModA Moda

Hanım hanımcık Leydi ve Minimal Gotik Teması

Sonbahar / Kış sezonunda moda trendleri arasında en öne çıkanlar; hanım hanımcık leydi teması ve siyah kuğu edasıyla minimal gotik teması. Hanım hanımcık temasında; 1940’lara ve 1950’lere geri dönüş gözlemliyoruz. Bel bölgesinin kadınsı inceliğini ve zarafetini vurgulayan, vintage aksesuarlarla kombine edilebilen bu moda akımı tam bir ‘leydi’ havasını yaratıyor. Trendin en belirgin özelliği vücut kıvrımlarını ön plana çıkaran pastel tonlardaki peplum tarzı elbiseler ve etekler. Gotik teması ise; siyah rengin cezp edici etkisi ile özdeşleşiyor. Kadifeden dantele, deriden kürke, hepsi ahenkli bir şekilde adeta bir kuğu gibi siyah asaletine bürünüyor!

Sezonun öne çıkan renkleri haki yeşili, pastel tonları ve siyah olsa da; kırmızı ve morun her tonu ile renklenen kıyafetleri de unutmamak gerekiyor. Bu sıcak tonlarla sonbahar kış sezonu dinamizmini yakalıyor. Bu sezon vurgulanan bir diğer renk ise beyaz. Paltodan elbiseye bastan basa bembeyaz giyim; masumiyeti ve asaleti temsil ediyor.

Aksesuarda ise; giyimdeki trendlere tamamlayıcı olacak moda anlayışı ön plana çıkıyor. Kırmızı, yeşil ve turuncu gibi neon renkleri ile kendinden söz ettiren bu temada; kanvas kumaştan sırt ve kurye çantaları, örgü bere ve eldivenler sıkça kullanılan aksesuarlardan. Leydi temasının etkisini ise; vintage inci kolyeler & bileklikler, kemik çerçeve gözlükler, siyah ya da pastel tonlardaki kısa saplı romantik çantalar olarak fark ediyoruz. Tasarım anlayışında daha lüks algısı olan markalarda ise; soğuk nötr tonlar tercih ediliyor. İşlenmemiş malzemelerle üretilen, formları net olmayan, el yapımı, otantik işlemeli modeller göze çarpıyor. Her sezon olduğu gibi yine, 2012/13 Sonbahar - Kış sezonu birbirinden orijinal trendleri ile heyecan veriyor. Keyifli alternatiflerin olduğu bir sezon bizleri bekliyor. 63

www.haberrevizyon.tv


Eğitim

Kurumsal Eğitimler ve Değişim Arzu ATASOY

arzuatasoy@haberrevizyon.com

G

ünümüz iş dünyasında pek çok kurum, ihtiyaç analizleri doğrultusunda çalışanlarına mesleki ve kişisel gelişim eğitimleri sunuyor. Bu eğitimleri planlamak ve gerçekleştirmekle görevli İnsan Kaynakları birimi, alınan eğitimlerin verimliliğinden, performans değerlendirme sonuçlarına yansımasından ve çalışana yapılan yatırımın geri dönüşünden sorumlu olan birimlerden birisidir. Bu sebepten dolayı, İnsan Kaynakları biriminin alınacak eğitimler konusunda doğru seçimler yapması önemlidir. Öncelikle hatırlanmalıdır ki günümüz yetişkin eğitim modellerinde artık katılımcının pasif bir şekilde yalnızca dinleyip not aldığı eğitim anlayışı çok geride kalmıştır. Dolayısıyla hizmet içi eğitim konusunda karar verirken, yapılacak ön görüşmede eğitimcinin çalışmayı hangi yöntem ve tekniklerle gerçekleştireceği ile ilgili genel bir bilgi sahibi olunmalı ve katılımcıların aktif, öğrenirken duygu-düşünce ve eylemleriyle birbiriyle etkileşim içinde olacağı bir çalışma olacağından emin olunmalıdır.

Bir bilginin kalıcı olması için anlamlı, ihtiyaca yönelik, ilginç ve kullanışlı olması gerekir ve insanlar eğlenirken daha iyi öğrenirler. Her ne kadar katılımcılar etkileşim içinde olsalar da öğrenme bireyseldir ve her birey bilgiyi kendi geçmiş anlam ve deneyimiyle ilişkilendirir. Örneğin; ‘gül’ dediğimizde ve insanlardan tanımını istediğimizde kimi ‘kırmızı bir çiçek’, kimi ‘kadife gibi yumuşak’, kimisi de ‘dikenli bir çiçek ama güzel kokar’ diyebilir. Her birey biriciktir ve bilgiyi kodlaması da farklıdır.

Bununla beraber, Londra’daki University College’dan (UCL) Dr. Phillippa Lally ve ekibinin araştırmasına göre, birey, bir davranışı alışkanlığa dönüştürmek için ortalama 66 gün düzenli tekrar ve uygulama yapmaya ihtiyaç duyuyor. Eğitim bitiminde, ‘iki günlük bir eğitim aldım ve bu hayatımı değiştirdi!’ diyerek kendini ifade eden ve bunu 3 ay sonrasında aynı şekilde inanarak söyleyen kaç kişi var?

64

www.haberrevizyon.com

Alınan eğitimin hayata yansımasında kişi geri bildirim veya mesleki koçluk ile desteklenmediğinde, kalıcı öğrenmenin gerçekleşmesi ve performansa etkili bir şekilde yansıması güçleşiyor. Alınan eğitim, yalnızca bir farkındalık sağlıyor ancak tutum ve davranışta değişikliğe yol açmıyor.

Ne Yapmalı?

Eğitimcinizden, eğitimden sonra ortalama üçer hafta arayla en az bir kez gözlem yapmasını ve ileri bildirim vermesini bekleyin. İleri bildirim, doğru teknikle verildiğinde kişiye eleştirildiği değil, gelişiminde birlikte yol alındığı duygu ve düşüncesini yaratır. Bunun da, kendisine verilen değerden tutun da geliştirdiği olumlu becerilerin kuruma ve diğer çalışanlara katkısından dolayı artacak motivasyonuna kadar pek çok faydası vardır.

Tercih edilebilecek başka bir seçenek de ekipteki belirli kişileri ileri bildirim tekniklerini verme konusunda geliştirmek ve ekip içi meslektaş gelişimini desteklemektir. İleri bildirimde yorumlar değil, gözlemlenebilen davranışlar üzerinden çalışılır ve bu da ileri bildirim konuşmaları sırasında gelişim alanının kişiselleştirilmeden, performans ve gelişim odaklı kalmasını sağlar. Eğitimin ardından katılımcıların dolduracağı değerlendirme formları, neyin iyi gittiğini, neyin gelişme açık alan olarak kaldığının ifadesidir. Tüm değerlendirmelerin sonunda çalışanlara değerlendirmeleriyle ilgili genel bir yansıtma yapmak ve daha sonraki eğitimler için beklentilerini sorarak fikirlerinin değerli olduğunu hissettirmek, gelişim ortağı olmanızda büyük katkı sağlayacaktır.

Son olarak, performans verimliliği ve çalışanlara yapılan yatırımın geri dönüşü arzu ediliyorsa, eğitimlerden sonra olanlar daha da önemli hale gelir. Dahası, asıl fark yaratan, bu gelişim ve değişim sürecinde kalıcılığı ve sürdürülebilirliği sağlamaktır.


Eğitim

Corporate Trainings and Change

I

n today’s business world, many institutions provide their employees with professional and personal development trainings according to the results of their needs analysis. The Human Resources, who is in charge of planning and delivering these trainings is one of the departments responsible for the efficiency of the received trainings, their reflection on performance evaluations and the return of the investment made on the employees. For this reason, it is important that the HR department makes the right choices for the trainings that will be delivered. First of all, it should be kept in mind that in today’s adult education models, the concept of a training where participants passively listen and take notes is far behind. So, when making a decision on an in-service training, a general opinion on which methods and techniques the trainer will be using should be received and it should be confirmed that it will be a period of time where the participants actively take place while they interact with each other. A piece of information should be meaningful, required, interesting and useful in order to be long-lasting and people learn better when they have fun. Although participants interact with each other, learning processes individually and each person associates the new information with his/her previous meanings and experience. For example when we say “rose” and ask people to define it, some might answer as “a red flower”, some might say “soft like velvet” and some others might say “thorny but smells good”. Every individual is unique and the way he/she codes information differs from one another. In addition to this, according to the research conducted by Dr. Phillippa Lally and her team from University College London (UCL), a person needs approximately 66 days of repetition and regular practice in order to turn that behavior into a habit. How many people are there who would express themselves by saying; ‘I’ve received a two day training and that has changed my life!’ and would talk the same way with the same belief even after three months? Unless it is supported by feedback or

professional coaching, it’s getting harder to achieve long-lasting learning and its reflections on performance. The training received only raises awareness but doesn’t lead to change on attitude and behavior. What to Do? Expect three observations and feedback sessions from your trainer at least once in three weeks after the training. Feedback, when given with the right technique doesn’t make the person feel criticized but creates the feeling and the thought of togetherness in the person’s improvement. And this has many benefits such as feeling valued and motivated due to the recognition of the contribution he/she makes with his/her improved skills to the firm and the other employees. Another option that can be taken is to equip particular people amongst the staff with feedback techniques and support collegial learning in the team. It’s not the comments but the observable behavior that’s worked on during feedback and this provides a structured period of time when both sides focus only on performance and improvement without personalizing the areas of improvement. Evaluation sheets filled in by the participants are clear reflections of what went right and what stayed an area yet to be improved. A general projection of these feedbacks and making employees feel valued by asking for expectations for further trainings will have a huge contribution in getting them to become your solution partners in the areas of improvement. Finally, what happens after the training gets even more crucial if efficiency in performance and the return of the investment made on employees are desired. What is more, it is the achievement of permanence and sustainability in this process of improvement and change during this journey that makes the difference.

65 65

www.haberrevizyon.tv


Haber

ATATÜRK’ÜN GİZLENEN VASİYETİ mi var?

Türkiye Cumhuriyeti Tarihi’nin tartışıla gelen çeşitli konu başlıklar arasına son dönemde Mustafa Kemal Atatürk’ün

gizlendiği iddia edilen vasiyeti gündeme geldi.

66

www.haberrevizyon.com


röportaj Haber

Meriç Tumluer, Mustafa Kemal Atatürk’ün Jandarma İstihbarat Subaylarından Teşkilat-ı Mahsusa’nın ve Türk Polis Teşkilatı’nın kurucularından olan dedesi Mehmet Rıfat Efendi’nin günümüze kadar sakladığı belgeleri sunarak, Atatürk’ün gerçek mirası ve vasiyetinin halen açıklanmadığı iddiasıyla yıllardır medyada ve kamuoyunda açıklamalarda bulunuyor. www.ataturkungizlivasiyeti.com adlı internet sitesinde konuya ilişkin bilgi ve belgelere yer veren Tumluer’in açıklamaları şu şekilde: “Atatürk, 6 Eylül 1938’de Dolmabahçe Sarayı’nda, Cumhurbaşkanı Genel Sekreteri Hasan Rıza Soyak, Ordinaryüs Prof. Neşet Ömer İrdelp’in de olduğu sırada, İstanbul Beyoğlu 6’ncı Noteri İsmail Kunter’i makamına davet ederek, el yazısı ile yazmış olduğu vasiyetlerinin olduğu zarfı kapalı bir şekilde 3 yerinden kırmızı bal mumu dökülüp, mühürletti ve notere ’Bu kapalı zarfta vasiyetlerim var. İcap ettiği vakit gerekeni yaparsınız’ diyerek teslim etti. Mühürlü büyük zarf Ankara 3. Sulh Hukuk Mahkemesi tarafından, 28 Kasım 1938’de bir heyet huzurunda açıldı.” .

Kayıt altına alınan 2. Zarf Ziraat Bankası Kasalarında

Meriç Tumluer’e göre; Atatürk’ün vasiyetnamesi eksik açıklandı. Atatürk’ün mühürlettiği zarfın içinden bir zarf daha çıkmış, bu zarf da Ankara 3. Sulh Hukuk Hakimi Osman Selçuk ve görevli bir heyet tarafından 5 Ocak 1939 ‘da Ziraat Bankası Genel Müdürlüğü Merkez Şube’deki özel bir kasaya konmuştu. Bu zarf mahkeme tarafından da kayıt altına alınmıştı. Kasaların gününden önce açılmasını engellemek maksadı ile 50 yıllık süreç için kasaların kapısı özellikle bir kaynakla tutturulmuştu. Vasiyetin açıklanma zamanı geldiğinde ise 7. Cumhurbaşkanı Kenan Evren kamuoyuna hiçbir bilgi vermedi.

67

www.haberrevizyon.tv


Haber

Gözler Cumhurbaşkanı, TBMM ve Genelkurmay’da Meriç Tumluer’in verdiği bilgilere göre; Atatürk’ün ölümünden 50 yıl sonra açılması gereken Ziraat Bankası kasasındaki belgeler, 1988 yılında dönemin Cumhurbaşkanı Kenan Evren ve Başbakan Turgut Özal tarafından “25 yıl” yasak konularak Genelkurmay Başkanlığı Harp Tarihi Dairesi’ne gönderildi. İçindeki görüş ve düşüncelere toplumun henüz hazır olmadığı gerekçesi ile “açıklanması geçici olarak sakıncalı” bulunan vasiyeti gündeme taşıyan isimler arasında, Aytunç Altındal ve eski Savcı Sacit Kayasu da bulunuyor.

Petrol Alanları, Türk Devletleri ve Halifelik

“Gizlenen Vasiyet” tartışmaları Türk yargısının aldığı takipsizlik kararları üzerine Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne taşındı.

Meriç Tumluer, Atatürk’ün Gizlenen Vasiyetinin varlığını iddia etmekten vazgeçmek bir yana, elinde delil olarak nitelendirdiği tüm belgeleri de ifşa etmekten çekinmiyor. İddialara göre vasiyette; Anadolu’da belirlenmiş petrol alanları, Türkiye Demokratik Cumhuriyetler Birliği kurulması ve Hilafetin rotasyonla kurum olarak devamı, öğrencilere karşılıksız burslar sağlanması gibi konular yer almakta.

Atatürk’ün gizli bir vasiyeti olduğu tartışmaları uzun süredir gündemde. Kamuoyuna yansıyan bilgiler arasında Kenan Evren’in, vasiyetin açıklanmasını engellediği, önce böyle birşey olmadığını daha sonra “fasa fiso” son olarak ise “açıklanırsa tehlikelidir” dediği öne sürülüyor. 68

www.haberrevizyon.com

www.haberrevizyon.tv


Haberinizi gĂśnderin, herkesin haberi olsun


Spor

SPOR & SPONSORLUK Medya dünyasından müsabaka alanlarına sporun yeni yol arkadaşları büyük ölçekli şirketler oldu. Sponsorluk, sadece spor kulüplerinin değil birçok branşta “federasyonların” bile ana kaynakları arasına girdi. Profesyonel ve amatör sporlarda kulüplerin şirketler tarafından desteklenmesi, sporculara özel sponsorluk anlaşmaları; markalarla anılan ligleri ile artık uluslarası spor – sponsorluk ilişkilerini çok üst düzeylere taşıdı.

70

www.haberrevizyon.com


B

elediyeler, vakıflar veya dernekler adına yürütülen spor kulübü faaliyetleri yeni dönemde markalar ile birebir anılmaya başlandı. Başarılı kulüp ve sporculara yatırım yaparak marka değerini arttıran şirketler sponsorluklar yoluyla, bu sporların izleyicileri, takipçileri yani ürünlerini sunduğu nihai tüketicileri üzerindeki olumlu etkiyi arttırmayı amaçlıyorlar. Sponsorluk çalışmalarının marka imajını güçlendirme konusunda ciddi etkileri var. Kulüp takımları dışında özellikle liglere ve milli takımlara yapılan yatırımlar da son yıllarda bu desteğin hızla artmasında belirleyici oldu.

Yasal Düzenlemeler Etkili Oldu

Elbette sponsorluğun yaygınlaşmasında yasal düzenlemeler ile getirilen vergi avantajları etkili oldu. 2004 yılından önce sportif amaçlı sponsorluk harcamaları ancak “reklam harcamaları” kapsamında gider yazılabiliyordu. 2004 yılı içinde gelir ve kurumlar vergisi kanununa eklenen hükümlerle, sponsorluk harcamalarının amatör spor dallarında tamamının, profesyonel spor dallarında ise yüzde 50'sinin vergi matrahından indirilmesine olanak sağlandı. Diğer taraftan, spor kulüpleri kamuya yararlı dernek statüsüne sahipse bunlara yapılan bağışlar, beyan edilen gelirin veya kurum kazancının yüzde 5'i ile sınırlı olarak vergi matrahından düşülebilmektedir. Sponsorların vergi ve SSK prim borçları olmaması önkoşullardan biri.

Spor Pazarı Notları: • • •

• •

Dünyada futbol endüstrisinin büyüklüğü, her transfer döneminde yaklaşık 200 milyar dolara ulaşıyor. Coca Cola, 1974 yılından beri Dünya Kupası’nın resmi sponsoru. Son yıllarda spora kaynak ayıran şirketlerin en çok tercih ettiği alan “federasyon sponsorluğu” oldu. Türkiye’de en çok sponsor çeken 20 spor federasyonu arasında; futbol, basketbol, otomobil, satranç ve voleybol öne çıktı. 21 farklı sektörde sponsoru bulunan federasyonlara en çok Türk Hava Yolları (THY) kaynak aktardı. Ana sponsorluklarda öne çıkan markalar: Türk Hava Yolları, Turkcell, Efes Pilsen, Arçelik/Beko, Ülker, TTNet, PTT, Türk Telekom, Garanti Bankası, Vakıfbank, Pınar, Avea, Vestel, Medical Park.

71

www.haberrevizyon.tv


Plaka Ara Grup1

TR

TR

TR

TR

TR

TR

TR

Kontrolü SİZDE!

34 BU 9532 34 DD 5144 16 EK 182 34 EJL 66 06 ZD 9436 34 AH 2302

Aracı Kullanmasınlar Kilitledim

34 KTG 05

TR

34 EJL 66

Grup2

TR

27 AT 327

İŞLEMLER

BİLGİ NOKTALARI

YOL ÇALIŞMALARI

HARİTADA ARA


Takip Edin, Durdurun, Dinleyin, İzleyin,

Benzin Depo Kapağı Açık Kalmış 34 KTG 05

TR

Aracım Kaç KM. Hızla Gidiyor

TR

34 AH 2302

Kontak Açık 1 Saattir Duruyor

TR

16 EK 182

ARACINIZ SADECE SİZİN KONTROLÜNÜZDE www.ats.gen.tr 0212 875 5 880


Sağlık

STRES STRES STRES

Bazı kelimeler vardır, herkes tarafından anlaşılır bir yorum yapılır ama “tanımla” dense herkes kendince bir tanımlama yapar. İşte stres, tam da böyle bir kelime.

Arif VERİMLİ Psikiyatrist Prof. Dr.

Sokakta 100 kişiye sorun, en az 70’i “stresliyim” der ama “stres ne?” deseniz bilimsel olmayan bir takım şeyler söyleyecektir. Stres duygusal yüklenmedir. Bütün dünyada, bütün kültürlerde herkeste bilinen ve aynı olan yüklenme, zorlanma ve gerilmeye yol açan yaşam olaylarına stres denir. Yani kişinin planları ve yaşamsal programını zorlaştıran, kaldıramayacağı, katlanmak için yapabileceğinden fazlasını yapmaya zorlanmaktır.

İ

Görmemek, duymamak, konuşmamak bu olumsuz duygulardan kaçış için asla bir yol olamaz. Ruh sağlığı uzmanları olumsuz duygular yaratan yaşam olayları, stresler ve psikolojik-sosyal aşırı yükleyici olayları tanımlar. Tehlikelilik boyutlarını ölçer. Bu olaylarla karşı karşıya kalındığında gerçeklik ilkesi doğrultusunda bu olaylarla baş etmeyi, göğüs germeyi, üstesinden gelmeyi mümkün kılan gerçekçi mekanizmaları insanlara sunarlar. Gerçek bir yaşam olayına kulak kapamak, göz yummak gibi sağlıklı sayılmayan inkar yöntemlerini önermezler.

nsan beyni eğer bir bilgisayara benzetilirse, nasıl ki bilgisayarda komutlar işlemlere yol açıyorsa, beynimizde de bir, fikir, bir şema, bir resim… insan duygu, düşünce ve davranışlarını belirler. İnsan zihninin dinç kalabilmesi için geleceğe dönük hiçbir endişeli fikir taşımaması gerekir. İnsanın yaşanmış bitmiş olan geçmişteki kötü anı ve acı hatıraları, güncel olaylardan hareketle bugüne asla taşımaması gerekir. İnsan zihnini en çok etkileyen şey ise endişe ve öfkedir. İnsanın endişe ve öfkesini sık yaşaması daha gergin ve stresli bir hayat demektir. Stresli ve gergin bir hayat beyinde geri dönüşümsüz hücre göçüne yol açmaktadır.

İnsanların düşünce uğraşıları çok büyük oranda gündemdeki çağın hadiseleriyle meşguldür. Bu nedenle büyük ekonomik kriz ve savaş ortamlarında ortaya çıkan olumsuz duygular insanların genelini tehdit eden doğal afetler gibi tehlikeler çok belirgin ruhsal etkiler yaratırlar. Dolayısıyla ruhsal etkileri yaşayan halk, bu olumsuz duygulara nasıl katlanacağı konusunda bilgiye gereksinim duyar. Bu da ruh sağlığının insanlar arasında bir miktar daha insanca, etiketlemeden, rahatça konuşulur hale getirebilir. 74

www.haberrevizyon.com

Bu faktörleri biraz açalım. Öncelikle stres herkeste vardır. Anne karnında başlar; bebek doğarken ağır stres altındadır. Özellikle anneleri stresli olan bebekler daha streslidir. Normal doğum daha fazla stres yaratır. Bu sağlıklı olan strestir. İnsanın ilk doğduğu anda hayatın gerçekleriyle karşılaşmasını sağlıklı buluyorum. Organik ve genetiksel faktörler çok önemlidir. Bazı yapısal doğuştan gelen beyin hastalıkları stresin daha fazla olmasına yol açar. Merkezi sinir sistemi bozuklukları en önemli stres faktörlerinden biridir. Ancak stres kültürden kültüre değişiklik gösterir. Afrika’daki bir kabile üyesinin stresi avcılıkken, New York’ta yaşayan birinin stresi başka, Hindistan’da yaşayan birinin stresi başkadır.


Sağlık

Strese yol açan faktörler şunlardır: • Çocuklukta oluşan ve yerleşen mizaç unsurları • Merkezi sinir sistemi bozuklukları • Anne ve babanın çocuk yetiştirirken sergiledikleri tutum • Kültürel faktörler • Fiziksel çevre • Beyin hastalıkları • Biyolojik faktörler • Psikoanalitik faktörler (Bilinçaltı faktörler)

Çevresel faktörler de stres düzeyini çok ciddi etkilemektedir. Bir ülkede iç savaş, trafik varsa, ülke ekonomisi iflasın eşiğindeyse, ülkede terör alarmı, deprem gerçeği varsa, insanlar gelecekleriyle ilgili endişeliyse, o ülkenin insanları daha streslidir.

Bununla birlikte kişinin çocukluk travmaları, kardeş doğumu ve sevginin paylaşımı, yatılı bir okulda okumak zorunda kalma, askerlik, eş kaybı, iflasla beraber bazı olumlu hayat olayları da strese yol açar. Mesela terfi etmek, daha iyi bir mesleksel pozisyona gelmek, anne olmak, baba olmak olumludur ama daha fazla stresli bir hayat demektir. Stres denilince genellikle olumsuz bir çağrışım uyanır ama olumlu hayat olayları ve yaşam değişiklikleri de stresi beraberinde getirir. Stressiz bir insan düşünülemez. Stresi olmayan biri modern batı, liberal toplumlarında pek başarılı olamaz. Çünkü stres itici bir güçtür. Stres iyi yönetilirse başarıyı getirir. Stresin kendinden çok strese nasıl baktığımız da önemli. Stresin dozunda olması kişinin işine yarayabilir. Ancak kronik hale gelen stres, bazı psikiyatrik hastalıkları da tetikler. Panik Atak, genelleşmiş Anksiyete Bozukluğu, Obsesif Kompulsif Bozukluklar ve Somatizasyon bozukluklarını tetikleyebilir.

Stres kişisel başarıyı düşürebilir. Aslında yapabilecekken yapamamaya yol açabilir. Bu da kişide “öğrenilmiş çaresizlik sendromu” dediğimiz, kişinin kendi kendini yenilgiye uğratmasına yol açabilir. Stres girişkenliği azaltır, uykuyla ilgili sorunlar yaratır. Kişinin uyku bozuklukları artabilir. Stres yemeyi arttırabilir. Yeme bağımlılığına dönüşebilir ve ağır stres altında kalmak daha önceden öyle olmayan birini öfkeli, sinirli, yıkıcı ve negatif biri haline getirebilir.

O halde stres vardır, yok edilemez. Ancak stresle başa çıkılabilir. Stresle başa çıkmanın en basit yolu nefes egzersizidir. İyi bir nefes almak iyi bir nefes vermekle başlar. Ağır derin ve sessiz olun. Nefes egzersizine başlamadan önce, sağ elinizi göbeğinizin hemen altına koyun, sol elinizi göğsünüzün üzerine koyun ve gözlerinizi kapatın. Nefes almadan önce ciğerinizi iyice boşaltın. Yeni bir nefes almak için birkaç saniye bekleyin. Ardı ardına iki derin nefes aldıktan sonra kesinlikle 4-5 kez de normal nefes alın. Tüm bu işlemleri günde 40 kez yapın ve bunu alışkanlık haline getirin. Eğer strese kendi başınıza bir çözüm bulamazsanız psikiyatrik danışmanlık almaktan kaçınmayın. 75

www.haberrevizyon.tv


Otomobil

HİBRİD OTOMOBİL Günümüzde yakıt fiyatlarındaki yükseklik ve gelen zamlar, tüketicileri ister benzinli, isterse dizel olsun mutlaka yakıt tüketimi konularında dikkatli tercihler yapmaya itiyor. Yakıt tasarrufu için artık daha küçük motorlu araçlar tercih etmeye başlanırken otomobil teknolojileri de günden güne gelişmekte. Araçlar fazla yakıt tüketimleriyle beraber çıkardıkları egzoz gazları ile de çevreye zarar vermektedir. Öyle bir motor yaratılmalıydı ki hem az yakıt harcamalı hem de çevreci olmalıydı. Bu mantıkla otomobil firmaları ‘Hybrid’ denilen bir teknoloji ürettiler. Hybrid kelimesi Türkçe’de “melez, kırma, karışık” gibi anlamlara gelmektedir. Elektrik motorunun çalışması için gerekli enerji benzin motoru çalıştırıldığı zamanlarda veya frenleme sırasında akülere şarj edilmektedir. Dolayısıyla bu araçların elektriğe bağlanarak şarj edilmesi gibi bir gereksinim yoktur. Hibrid, otomobil elektrik ve benzin motorunun bir arada olduğu sisteme denir.

76

www.haberrevizyon.com


Otomobil

TEKNOLOJİSİ Hibrid arabaların yaklaşık 10 yıl içerisinde, benzin motorlu arabaların yerini alacağı düşünülmektedir. 1997 yılında seri üretime başlanan birinci nesil hibridlerde bulunan elektrik motoru, benzinli motorun devrinin düştüğü noktada devreye girerek yakıt tüketimini azaltıyor. Sistem sayesinde, özellikle sıkışık trafikte tüketilen yakıt ve egzoz gazları sıfırlanıyor. Daha sonra geliştirilen hibrid teknolojilerinde ise güçlendirilen akım sayesinde, elektrik motorunun daha yüksek devirlerde de devreye girerek yakıt tüketimini yüzde 30’lara varan oranda aşağıya çekmesi sağlandı. Şu an piyasalarda benzinli hibrid otomobiller bir hayli artmış durumda.

Hibrid otomobillerin çalışma prensibi, otomobil benzinli motoru sadece arabanın kalkışında ve yüksek hızda kullanıyor olmak. Yani 0-1 2km/s ve 80 km/s üstü hızlarda araba benzinli motoru kullanırken 12 ile 80 km/s’lik dilimde ise elektrikli motoru kullanıyor.

HİBRİD ARAÇLARIN AVANTAJLARI

Hibrid araçlar yakıt verimliliği, düşük kullanım maliyeti ve performansı birleştirir. Hibrid bir araçta, elektrik motoru kalkış ve hızlanmalarda yakıt tüketimini azaltmak üzere benzinli motora destek olur. Aynı boyutta normal bir araçla karşılaştırıldığında, hibrid aracın kullanım maliyeti daha ucuzdur. Elektrikli motorlar güçlü, heyecan verici kalkışlar için maksimum tork ve hızlanma için ilave güç sağlarlar. Düşük yakıt tüketimi ve CO2 emisyonları sayesinde, yakıt verimliliği ve sürüş performansını çevreci performansla birleştirir. 77

www.haberrevizyon.tv


Bakış

Aklın Rehberliğinde

Arınmak

Gün geçmiyor ki yeni bir cinayet haberi, şiddet içeren görüntüler ve terör olayları ile hayatımız alt üst olmasın. Her yanımızı sarmış şiddet sarmalının içinde huzuru bulmaya çalışıyoruz!

Sefa Zengin Peki, insan şiddete neden başvurur? Kişisel bir sevgisizlik dışavurumu olabilir mi veya tam tersi yoğun bir sevginin tezahürü? Sürekli bir şeyleri elde etme çabası, o doğuştan gelen sahiplenme güdüsü olabilir mi şiddetin kaynağı? Doğayla verilen mücadelede doğaya karşı durma isteği olabilir mi? İnsanın bir türlü sırrını çözemediği dünya ve evrenin yaradılışına dair bir tepki midir yoksa şiddet? Hala şiddetin nereden, nasıl beslendiği sırrını koruyor olsa da en bilinen yönü yıkıcılığı. Kendi soyunu yok edercesine, şiddet içeren her türlü tutumu ve silahı benimseyen insanın, tuhaf bir şekilde en benzersiz gayretidir bu yıkıcılığı. Sanıldığı gibi şiddet toplumunu şiddete düşkün olanlar yaratmaz sadece, o şiddette seyirci kalanlar da en az onlar kadar suçludur. Tarihin her döneminde şiddeti baş tacı edenler, beslendikleri kaynağın kurumaması için aynı zamanda onu teşvik de ederler. Dünyaya daha fazla demokrasi hatta ileri demokrasi getireceğini vaat edip daha fazla şiddet üretmek ise ironik!

www.haberrevizyon.com

Otoritenin güçlü olduğu kadar zayıf olduğuna da işaret etmiyor mu bu şiddet sarmalı? Barış ve huzur içinde bir dünyanın daha kolay yönetilebilir olmadığına hangi düşünce yapısı inanabilir? O halde aklı rehber almayan bir zihin, bir düşünce yapısının zayıf ve güçsüz kalışının çaresizliğidir şiddet.

İnsana bahşedilmiş en kıymetli değer olan aklın gücüne her zamankinden daha fazla ihtiyacımız olduğu çok açık. Eğer bizler önce küçük evrenlerimizde şiddet ve onunla beslenen yıkıcılıktan arınmazsak; büyük evrende her gün daha büyük acılar yaşanılması kaçınılmaz olur. Akıl yapıcıdır, yıkıcı değil. Sırf bu özelliği ile akıl bizi şiddetten uzaklaştıracak en güçlü motivasyon sebebidir. Ünlü düşünür Voltaire'in dediği gibi; akıl her şeyi olduğu gibi görmektir.

Dolayısıyla saf düşüncenin eseri yıkıcılık değil, katışıksız bir sevgi, paylaşım ve huzur olabilir. Gönül gözüyle gören insan kötülüğe değil ancak iyiliğe bakıyordur. Akıl, ruhlarımızı şiddetten arındırmadaki en temel rehberimizdir ve ona sımsıkı sarılma zamanıdır. 78

www.haberrevizyon.tv


Sinema

ÇANAKKALE 1915

PARANORMAL ACTIVITY 4

Tarih araştırmacısı ve yazar Turgut Özakman’ın Diriliş adlı eserinden beyazperdeye aktarılan film yönetmenliğini Yeşim Sezgin üstleniyor. Tarihi tüm gerçekliğe yansıtması planlanan yapımın oldukça büyük bütçeli bir proje, yapım firması ise Fida Film. Çekimlerin tamamı da Çanakkale çevresinde gerçekleştiriliyor.

Dünyanın dört yanında fırtınalar kopartan ve kendisine has hayran kitlesi ile gişesini katlayan Paranormal Activity serisinin dördüncü filminin yönetmenliğini Ariel Schulman ve Henry Joost üstleniyor. Gerilimin dozunun yüksek olduğu filmde Kaite ve kardeşinin bu sefer çocukluk yıllarına geri dönerek, geçmişte yaşananlar sıra dışı olaylara tanıklık edeceğiz.

UZUN HİKAYE

ASTERİKS ve OBURİKS TANRI BRİTANYA’YI KORUSUN

Edebiyat dünyasının tanınmış isimlerinden Mustafa Kutlu’nun aynı adlı eserinin sinemaya uyarlanması olan Uzun Hikaye, insana dair sıcacık bir hikaye anlatıyor. Yönetmenliğini Osman Sınav’ın yapacağı ve Kenan İmirzalıoğlu’nun rol alacağı Uzun Hikaye’nin senaryo uyarlamasını ise Yiğit Güralp yazdı.

www.haberrevizyon.com

İÖ 50 yılı… Sezar savaşa susamış, mükemmel lejyon ordusuyla dünyanın sınırlarındaki adayı Britanya’yı (Bretagne) fethetmeye karar verir. Zafer çabuk alınmıştır fakat küçük bir Britanya köyü onlara direnir. Britanya’nın Kraliçesi Cordelia en sadık çalışanı Jolitorax’ı Romalılara karşı direnişleriyle ünlü başka bir küçük köyün yakınlarına Gaule’den yardım istemeye gönderir.

NEW YORK’TA 2 GÜN

KANUNSUZ

2007 yılında çekilmiş Paris’te 2 Gün filminde Marion ve Jack, ilişkilerini canlandırmak için iki günlüğüne Paris’in yolunu tutuyorlardı. New York’ta 2 Gün ise yıllar sonra ilişkilerini devam ettiremeyen ikilinin Marion kısmını ele alıyor. Mingus ile New York’ta oldukça mutlu bir birlikteliği olan Marion, ailenin diğer fertleri tarafından sürekli rahatsız edilmektedir.

Kaçakçılıkla nam salmış kötü şöhretli Bondurant kardeşlerin gerçek hikayesinin anlatıldığı film, Büyük Depresyon döneminde Virginia eyaletinde yasa dışı yollarla zengin olan bir gangster çetesini odağına alıyor. Bondurant ailesine mensup 3 kardeşin birbirine olan sadakati, kaçakçılıkla kazandıkları servetten kendilerine pay isteyen devlet görevlileri karşısında da sınanıyor.

GÖRÜNMEYENLER

79

Selin ve Onur henüz küçük yaştaki kızları Merve ile yeni bir eve taşınırlar. Başta her şey normal gitmektedir ama taşındıktan bir süre sonra evde ve kızları Merve’de bazı gariplikler fark ederler. Zira Merve’nin vücudunda nedeni belirsiz morluklar vardır. Telaşlanan ve bakıcılardan şüphelenen çift, eve güvenlik kamerası kurdurup olan biteni takip etme kararı alırlar ama asıl tehlikenin dışarıdan değil, içeriden geleceğinden habersizdirler.

SAMMY’NİN MACERALARI 2 Sammy ve Ray, iki deniz kaplumbağası, çok uzun süredir arkadaşlardır. Yeni doğmuş olan Ricky ve Ella’ya ilk adımlarında eşlik ederek yol göstermektelerken, kaçak avcılar tarafından yakalanır ve kendilerini Dubai’de kocaman bir akvaryumun içinde bulurlar. Grubun şefi olan büyük patron denizatı onları büyük kaçış planının içine koyar. Ama Sammy ve Ray diğer dostlarıyla başka bir kaçış planı yapmaktadırlar.

www.haberrevizyon.tv


Astroloji

ASTROLOJİ ÇelebiÇiçekİle

KOÇ

Ekim ayının başlangıcı itibariyle, üst düzeyde olan görev bilincinizle başarılı olacaksınız. Küçük detaylar 10-15 arasında sorun olabilir. Önemli olan yaptığınız işi en iyi şekilde sonuçlandırmanızdır. Sevdiğiniz kişinin yaratıcı yönlerini ortaya çıkaracaksınız. Paylaşımcı ruhunuz sayesinde uzun vadeli ve olumlu dostluklar gündeme gelecek.

BOĞA

Bu dönem, enerjinizin yüksek oluşu sizi rahatsız edebilir. Duygularınızı had safhalarda yaşıyorsunuz. Bugünlerde duygularınızı içinizde saklayamıyorsunuz. Paylaşıma ihtiyaç hissetmeniz, yanlışlıklar yapmanıza neden olabilir. Sonradan pişman olacağınız hatalara çok yatkınsınız.

İKİZLER

Ayın ortasında önemli kimselerden gelebilecek olan zarar ve olumsuzluklara açıksınız. Mesela işvereniniz, yöneticiniz, babanız ya da eşiniz ile kavga edebilirsiniz. Biraz sabırlı davranmaya gayret etmelisiniz. Size yakın olan dostlarınızla konuşarak gerilimlerinizden kurtulabilirsiniz. Sizin bir adım atmanız birçok konuyu çözecektir.

YENGEÇ

Dikkat gerektiren işlerde isteksiz duruşunuz bulunduğunuz kariyer açısından risk yaratabilir. Olaylardaki ayrıntıları daha net analiz ederek sonuca kusursuz ulaşabilirsiniz. Yakın akrabalarınızı daha sık ziyaret edin. İkili ilişkilerin getireceği eleştirilerden faydalanmanız gerek.

ASLAN

BAŞAK

Bugünlerde üzerinizde hissettiğiniz baskılar azalacak, herkesin ailesinde binlerce sorun olduğunu düşünerek, kendinize terapi yapacaksınız. Ailenizle daha yakından ilgilenerek ilişkinizi dengelemeyi başaracaksınız. Daha önce dostlarınızla aranızda çıkmış olan sorunları çözümlemeye çalışacaksınız. Geleceğe yönelik istekleriniz artacak. Bugünlerde geleceğinize yönelik kaygılar taşımanız söz konusu olabilir. Sevdiğiniz insanla aranızdaki iletişimlerde kopukluk olabilir. Önümüzdeki günlerde kendinizi duygusal açıdan rahatlamış hissedeceksiniz. Hiç beklemediğiniz güzel gelişmeler size olumlu motivasyon sağlayacak.

80

www.haberrevizyon.com


Astroloji Yaşadığımız çıkmazlarda, zor olduğunu düşündüğümüz sorgulamalarda, astrolojinin önemli rol aldığını akılda tutulmalı çünkü belirsizlikler ve atılması gereken adımlar konusunda veya ileriye dönük yapılan planlarda astrolojinin katkısı önemli. Hedeflerimize odaklanırken, özveri ile şartları genişletmenin yolunu bulmalıyız. Derin duygu içinde; gözlerimizi kapatıp, enerjisi bol olan, bereketli bir yaşam dileyelim. Burcunuza göre; 2012 yılında sizi bekleyen güzel gelişmeleri, göremediğiniz ve size açılan kapıları, sizi ileriye taşıyacak ipuçlarını vereceğim. Umudun yaşamda bir ışık olması için dileğim, güzellik ve sevgi adına olan her şeyin gerçek olması. Mutlu bir yaşam geçirmeniz dileğiyle.

Bugünlerde duygusal hayatınızı değiştirecek gelişmeler içinde olabilirsiniz. Çevrenizin kimi konularda büyük baskıları var. Hayat biçiminizin eleştirilmesi sizi üzebilir. Elinizdeki imkanları iyi ve akılcı kullanmanız gerektiğini biliyorsunuz. Ama unutmayın, kimse sizi incitemeyecek.

Birlikte çalıştığınız kişilerle ilgili çeşitli sorunlar yaşayabilirsiniz. Detaylarla uğraşmak canınızı sıksa da bugün ayrıntılara biraz daha özen göstermeye çalışacaksınız. Karşınıza çıkabilecek problemleri çok fazla düşünmeyerek üstesinden gelebileceğinize inanmalısınız. Duygusal olarak iyi bir döneme giriyorsunuz.

Bu dönem yaptığınız planları iyice gözden geçirmelisiniz. Çünkü ertelemeler sonucu biriken işler, sizi diğer işlerinizi de zamanında yapamama durumuna düşürecektir. Ayrıca başka insanlarla aynı fikirde gibi görünseniz de, aslında onların sizin fikirlerinizi öğrenmelerini istemiyorsunuz.

Bugünlerde hassas ve kırılgan bir yapıya sahipsiniz. Bu yüzden ikili ilişkilerde duygusal tepkiler verebilirsiniz. Hatta istem dışı öfkelenmeleriniz olabilir. Günlük işlerinizin dışına çıkmamalı, iddialı konuşmalardan ve tartışmalardan kaçınmalısınız. Yoksa telafisi olanaksız sorunlar yaratabilirsiniz. Bazı özel sorunlarınızı kendiniz halletmelisiniz. Yakında bir para haberi size ulaşabilir.

Belli kalıplardan çıkarak orijinal fikir ve tasarılar geliştirirseniz hem takdir toplayacak hem de karlı bir getiri elde edeceksiniz. Bir yakınınızın sağlık durumu sizi üzebilir. Akrabalarınızla ilişkilerinizi artık düzeltmelisiniz. Sorunların üstesinden gelebilmeniz için bir süre sebat göstermeniz gerekecek.

İş yerinizde bugünlerde bazı arkadaşlarınızla bir konu üzerinde tartışacaksınız ve bu olay kafanızda bazı soru işaretlerin oluşmasına sebep olacak. İşlerinizi aksattığınız bir dönemde olduğunuzu hatırlatmakta fayda var. Duygusal olarak her şey yolunda gibi görünebilir. Ancak, unutmayın para ve kariyer de önemli…

TERAZİ

AKREP

YAY

OĞLAK

KOVA

BALIK

81

www.haberrevizyon.tv


ADRESİNİZE GELSİN Tarafsızlık, bağımsızlık ve gerçeğin temel ilke olarak kabul edildiği, profesyonel yaklaşımıyla aylık olarak yayımlanan, ulusal ve uluslararası dağıtımı gerçekleştirilen Haber Revizyon Aylık Haber Dergisi, ulusal medyanın bir üyesidir. Haber Revizyon okurlarının önceliği tarafsız, çarpıcı ve gerçek haberleri aylık olarak okumak olacaktır.

Haber Revizyon News Magazine, where objectivity, independence and reality are held as core principles is a member of the national media published monthly and delivered nationally and internationally with a professional approach. The privilege of Haber Revizyon readers will be reading objective, striking and real news reviewing the monthly agenda.

ÜCRETLİ ABONELİK / SUBCRIPTION WITH FEE AD:

ÜCRETSİZ ABONELİK / FREE SUBSCRIPTION AD:

NAME:

NAME:

SOYAD:

OCCUPATION:

SOYAD:

D. TARİHİ:

DATE of BIRTH:

DATE of BIRTH:

ADRES: ADDRESS:

D. TARİHİ:

POSTA KODU: ZIP/ POSTAL CODE:

ADRES:

İLÇE: REGION:

POSTA KODU:

İL:

İLÇE:

TELEPHONE:

İL:

FAKS: E-MAIL:

FAKS:

TC. KİMLİK NO:

TC. KİMLİK NO:

LAST NAME:

LAST NAME:

MESLEK:

MESLEK: OCCUPATION:

ADDRESS:

ZIP/ POSTAL CODE: REGION:

CITY:

CITY:

TELEFON:

TELEFON:

TELEPHONE:

FAX:

FAX:

E-MAIL:

E-MAIL:

E-MAIL:

ID NUMBER:

ID NUMBER:

( Abonelik onayı ile fatura kesim için gereklidir. )

( Abonelik onayı ile fatura kesim için gereklidir. )

( Required for invoicing after subscription )

6 AYLIK ABONELİK

SUBSCRIPTION FOR 6 MONTHS

( Required for invoicing after subscription )

Dergimize yalnızca kargo ücretini ödeyerek sahip olabilirsiniz.

55 + KDV VAT

You can read our magazine only by paying the delivery cost.

12 AYLIK ABONELİK 100 + KDV

SUBSCRIPTION FOR 12 MONTHS

VAT

İMZA

KARGO BEDELSİZDİR

İMZA

SIGNATURE

SIGNATURE

NO CHARGE FOR DELIVERY

ABONELİK BİLGİ FORMU TARAFIMIZA ULAŞTIKTAN SONRA MÜŞTERİ HİZMETLERİMİZ SİZİNLE İLETİŞİME GEÇECEKTİR. Haber Revizyon Customer Services will be contacting you after the submission of this form.

FORMU EKSİKSİZ DOLDURDUKTAN SONRA, AŞAĞIDAKİ ADRESE POSTALAYINIZ. HÜRRİYET BULVARI ATS PLAZA NO:129 BEYLİKDÜZÜ - İSTANBUL PLEASE COMPLETE THE FORM ABOVE AND MAIL IT TO THE ADDRESS BELOW.

HÜRRİYET BULVARI ATS PLAZA NO:129 BEYLİKDÜZÜ - İSTANBUL

DİLERSENİZ www.haberrevizyon.com ADRESİNDEKİ ÜYELİK BİLGİ FORMUNU DOLDURABİLİRSİNİZ. YOU MAY ALSO COMPLETE THIS FORM ONLINE at www.haberrevizyon.com

www.haberrevizyon.com

www.haberrevizyon.tv

0212 875 5 880




Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.