Ayda 25TL ile bir çocuğu okul öncesi eğitimine kavuşturun Erken çocukluk gelişimi kavramının “Çocuk hakları”nın gündemine her geçen gün daha fazla yerleştiğini görüyoruz. Çocuğun fiziksel, duygusal ve sosyal gelişiminde anaokullarının işlevi yadsınamaz. Gelin, hiçbir çocuğumuzu açıkta bırakmadan, bütün çocuklarımıza “hayata eşit koşullarla başlama hakkı”nı tanıyalım. Daha yaşamlarının başında eksikli kalmasınlar. Onları anaokullarına kavuşturalım. Tıpkı kendi yakınlarımız gibi. Çocuklarımızdan bu “can suyu”nu esirgemeyelim. Ayda 25 TL/yılda 300 TL bir yoksul çocuğa bu konuda büyük destek olacak. Var olun!
UNICEF Türkiye İyi Niyet Elçisi Kıvanç TATLITUĞ
Okul Öncesi Eğitiminin Güçlendirilmesi UNICEF’in Türkiye’deki önceliklerinden biri. “Çocuk başına aylık 25TL / yılda toplam 300TL” katkı ile 10 pilot ilin 3’er ilçesinde çocuklarımızı anaokullarına kavuşturuyoruz. Hedef binlerce çocuk.
İmtiyaz Sahibi R. Aytekin TÜRKER
Sorumlu Yazı İşleri Müdürü Arzu ATASOY Genel Koordinatör Halil PETEK Grafik Tasarım Sesil ÇINAR
Grafik Destek Serhat BAYRAKTAR Halkla İlişkiler Merve PETEK
Reklam Yönetimi Gülbin SERTOĞLU Yiğit ORHUN
Hukuk Danışmanı Av. Zihni Levent DURAK Av. Mevlüt AYDIN Danışma Kurulu Cahit ÜLKÜ Erol CANDABAKOĞLU Alaaddin SİNAN İsmail Ahmet ORHUN Mustafa DURDUDİLER Mustafa KESKİN Prof. Dr. Arif VERİMLİ Aydın ÇELİK Şahin MENGÜ Nazır ŞENTÜRK Lokman AYVA
FİYAT:
NİSAN 2013 SAYI: 7 www.haberrevizyon.com www.haberrevizyon.tv
Bakan Fatma ŞAHİN Lokman AYVA, Halit ERGENÇ
Onlarlaydı...
GENELEV
Dr. Haydar DÜMEN
Değişimi
tarihten gizlenen
mezarlik
11,5
İstanbul Valisi
Hüseyin Avni MUTLU
Proje Sizden Hibe Bizden
Koray ÖZTÜRKLER Röportaj / Interview
Ayıp mı? Günah mı? İhtiyaç mı? Cinsiyet
10 KKTC:
Güçlü Kadın Güçlü TÜRKİYE Rafael SADİ
Siyonizm ve Erdoğan
GÜCÜNÜN FARKINDA MISIN
?
Sunay AKIN Ege Vapuru’nun Salıncağı
Şahin MENGÜ
Demokrasinin Teminatı Özgür Basın
Katkıda Bulunanlar Sunay AKIN Prof. Dr. Arif VERİMLİ Dr. Haydar DÜMEN İsmail Ahmet ORHUN Nazır ŞENTÜRK M. Metin YILGÖR Onur BELGE Abdullah CISTIR Avraham İŞCEN Murat AKTÜRK Sevgi ERSOY Rafael SADİ Egemen TÖRELİ Fırat KORSAN Tüketiciler Birliği Türkiye Beyazay Derneği Türkiye İhracatçılar Meclisi İstanbul Valiliği
Bölge Haber Temsilcileri Güney Doğu Anadolu: İbrahim H. KARACA Ege: Ülkü AKTAŞ Karadeniz: Şükrü YAVUZ Avrupa: Reha ERUS İletişim Çözümleri www.coordination.tv
Baskı Dünya ‘Globus’ Basımevi 100. Yıl Mah. Bağcılar - İSTANBUL Tel: 0212 440 28 78 Dağıtım: DÜNYA SÜPER DAĞITIM Abone Dağıtım: Traffic Kurye Tel: 0212 217 06 26 Çözüm Ortağımız
ATS Elektronik Güvenlik Sistemleri San. Tic. ve Ltd. Şti. www.ats.gen.tr Yayın Türü Ulusal, Süreli, Aylık
Yönetim Yeri Hürriyet Bulvarı ATS Plaza No:129 Beylikdüzü / İstanbul İletişim 0212 875 5 880 – 0544 875 5 880 haber@haberrevizyon.com www.haberrevizyon.com
@Haberrevizyon www.facebook.com/haber.revizyon Haber Revizyon Dergisi, Türkiye Cumhuriyeti yasalarına uygun olarak yayımlanmaktadır. Haber Revizyon Dergisi’nin tüm hakları R. Aytekin TÜRKER’e aittir. Dergide yayımlanan yazı, fotoğraf, harita, illüstrasyon ve konuların her hakkı saklıdır. Makalelerdeki görüş ve düşünceler yazarlarına aittir. Yazılı izin alınmadan, kaynak gösterilse dahi kullanılamaz.
BASIN HÜRDÜR, SANSÜR EDİLEMEZ.
ISSN 1304 - 8813
E
ditör’den
Kendini tanıyor musun?
Do you know yourself?
İnanıyorum ki yapmak istediğin birçok şey vardır; hayallerin, düşlerin ve olmasını istediğin pek çok şey… Sadece düşünerek bile kendini tedavi edebilirken ve düşünerek yaratabilirken, organların arasındaki o mükemmel elektriksel sinerjinin içinde yaşarken, içindeki önemli değer ve kaynakları kendin için bulmalısın.
I believe there are many things that you want to reach; your dreams, fantasies and many other things that you want them to happen… While you can heal yourself and create only by thinking and while you live together with the perfect electrical synergy that runs along your organs, you have to find the significant values and resources inside for yourself.
Bazen hayatında üstlendiğin görevler ve hayatının içindeki deneyim çeşitlerin, senin içindeki isteklerindir.
Sometimes the duties that you take responsibility for and the variety of experiences in your lives are your own desires.
İnsan, hayatını kendini tanıdığı ölçüde güzelleştirebilir. Birçok insan, istemediği yerlerde yaşıyor ve kendi yeteneklerinden habersiz, üretkenlikten uzak ve mutsuz bir hayat sürüyor. Yaşadığı tüm çelişkilerin sonuçlarını bile çevresindeki etkenlere göre değil çevresindeki insanlara göre değerlendiriyor. Kimi bilge insanlardan değerlendirmelere ulaşırken kimi de hiçbir şeyden habersiz yaşam içinde olmayan insanların fikirleriyle hayatlarını yönlendiriyor. Yani hayatının anlam ve amacı kendi elinde olmadan yaşıyor. Peki, kendini tanımak nasıl olmalı? Bir insanın ulaşabileceği en üst düzey nedir?
A person can make his life more beautiful only as far as he knows himself. Many people live in places they do not want to and they dwell unaware of their talents, far from productivity and unhappily. They even evaluate the consequences of all the dilemmas they go through not according to the factors around but to the people around. Some consult the insights of wise people and some others, unaware of anything that goes around shape their lives according to the opinions of people who do not exist in life. I mean they live without having a control over the meaning and the purpose of their lives. Well, how should knowing yourself be? What is the highest level that a person can reach?
“Kendi düşünce ve inançlarının farkına varmasıdır.”
It’s his “awareness of his own thoughts and beliefs”.
Önce kendine sor;
First ask yourself;
Ben kimim ve ne için yaratıldım? Ne için yaşamalıyım? Kendim olabiliyor muyum? Hayatımı kim yönetiyor? Kendi hayatımı kendim kontrol edebiliyor muyum? Düşüncelerime sahip çıkıp onları savunabiliyor muyum?
Who am I and what am I created for? What should I live for? Can I be myself? Who is controlling my life? Am I able to control my own life? Can I claim and defend my thoughts?
Bunları sorman seni sen yapan cevaplara ulaşman demek değil. Yaşadığın ortamdaki değerin, senin hayatın içindeki yüce Yaradan’ın sana vermiş olduğu sanatı, yani yaşam sanatını en iyi şekilde sergilemende saklı. Bir kum tanesinin dahi önemini bilen Yaradan seni koruman, güzelleştirmen ve daha iyiye doğru taşıman için yaratmış.
Your asking these does not mean that you will find the answers. Your value in the atmosphere you live is hidden in your best performance in the art of life which God has blessed you. God, who even knows the value of a piece of sand, created you to protect and make things more beautiful and better.
Unutma, seni yönetenler ve kuralları belirleyenler de insan ve bu senin yeni kurallar koyamayacağın veya kendi kurallarının olmayacağı anlamına gelmez. Gücünün farkında mısın?
Do not forget that those who govern you and set the rules are also human and this does not mean that you cannot set new rules or you will not have your own. Are you aware of your power?
R. Aytekin Türker
Hüseyin Avni Mutlu İstanbul Valisi
İSTANBUL’da NELER OLUYOR?
Bakan zafer çağlayan:
“bıçak kemiğe dayandı”
Röportaj / Interview: Koray ÖZTÜRKLER Turkcell Kurumsal İletişim ve İlişkilerden Sorumlu Genel Müdür Yardımcısı Turkcell Chief Corporate Affairs Officer
SİYASİLER VE ÜNLÜLER DOWN SENDROMLU ÇOCUKLAR İÇİN ELELE VERDİ
Sunay AKIN
EGE VAPURU’NUN SALINCAĞI Nazır ŞENTÜRK İstanbul’dan İnsan Öyküleri
BAK BAŞININ ÇARESİNE Rafael SADİ
Siyonizm ve erdoğan
GENELEV AYIP MI? GÜNAH MI? YOKSA İHTİYAÇ MI?
NİSAN 2013 İĞNEYİ KENDİMİZE BATIRABİLİYOR MUYUZ? Can we prick ourselves with the needle? Şahin MENGÜ
DEMOKRASİNİN TEMİNATI ÖZGÜR BASIN M. Metin YILGÖR
BİR CHAVEZ VARDI
Sevgi ERSOY
TANRIYLA BULUŞANLARIN ENERJİSİ: REİKİ Prof. Dr. Arif VERİMLİ
AVRUPA BİRLİĞİNE SOSYAL FOBİK GENÇLERLE Mİ GİRECEĞİZ
Dr. Haydar DÜMEN
Bedensel Değişim Physıcal Change Onur BELGE CİM BOM - FENER BURAYA, ULUSALLAR NEREYE?
EGEMEN TÖRELİ
ASTROLOJİ
Bakış
PROJE SİZDEN HİBE BİZDEN
Bölgeler arası gelişmişlik farklarını ortadan kaldırmak amacıyla kurulan kalkınma ajanslarının önemi her geçen gün artıyor. 26 kalkınma ajansından biri olan İstanbul Kalkınma Ajansı (İSTKA), 2009’dan itibaren aktif olarak İstanbul’un kalkınması için hizmet veriyor. Ajansımızın ilk proje teklif çağrısı 2010 yılında başlayan programlarla olmuştur. Bu kapsamda 2010 yılında toplam 70 milyon liralık bütçeyle “Bilgi Odaklı Ekonomik Kalkınma”, “Yaratıcı Endüstrilerin Geliştirilmesi” ve “Sosyal İçerme ve Toplumsal Bütünleşme Küçük Ölçekli Altyapı” temalarında işletme ve kar amacı gütmeyen kuruluşlara yönelik beş Mali Destek Programı yürütülmüştür.
HÜSEYİN AVNİ MUTLU İSTANBUL VALİSİ
Bu programlar kapsamında yaklaşık 40 milyon liralık kaynak İstanbul Kalkınma Ajansı tarafından hibe edilerek, 89 proje uygulamaya geçmiştir.
“Bilgi Odaklı Ekonomik Kalkınma” temalı programlar yardımıyla ise Ar-Ge faaliyetleri, bilgi ve teknoloji kullanımının yaygınlaştırılması, yenilik üretme kapasitesinin geliştirilmesi gibi spesifik konulara ağırlık verilmiştir.
2011 yılında Mali Destek Programları kapsamında ise toplam 51 milyon liralık bütçe “Engelsiz İstanbul”, “Çevre ve Enerji Dostu İstanbul” temalarında işletmelere ve kar amacı gütmeyen kuruluşlara yönelik olarak hazırlanmıştır. Neticede 41 projeyle sözleşme imzalanmış ve bugüne kadarda bu projeler için 13 milyon liralık kaynak kullandırılmıştır.
“Çevre ve Enerji Dolu İstanbul” temasıyla öncelikli olarak eko-yenilikçi ürün, sistem, süreç, teknoloji ve hizmetlerin geliştirilmesi ve yaygınlaştırılması hedeflenmiştir. Sanayide, binalarda ve ulaşımda çevresel etki ve enerji, enerji talebinin azaltılması, enerji verimliğinin artırılması, temiz ve yenilenebilir enerji kaynaklarının kullanımına yönelik eko-yenilikçi faaliyetlerin geliştirilmesi ve yaygınlaştırılması ise programın diğer hedefleri arasındadır.
“Engelsiz İstanbul” projesiyle engelli gençlerin bilgi, beceri, yapabilirlik ve farkındalıklarını artırmak hedefleniştir. Onların toplumsal hayata aktif katılımlarını sağlamak ve meslek sahibi olmalarına katkıda bulunmak amaçlanmıştır.
8
www.haberrevizyon.com
Bakış 124 Projeye 94 Milyon TL Destek 2012 yılı başında ise üç ana başlık altında ilan edilen, “Bilgi Odaklı Ekonomik Kalkınma”, “Küresel Turizm Merkezi İstanbul”, “Çocukların ve Gençlerin Girişimcilik, Beceri ve Geleceklerini Destekleme”, mali destek programlarında başarılı olan 124 projeye toplam 95 milyon TL tutarında hibe desteği tahsis edilmiştir. “Bilgi Odaklı Ekonomik Kalkınma” temasıyla rekabetçilik ve yenilik üretme kapasitesinin geliştirilmesi, bilgi ve teknolojinin üretilmesi ve ekonomik değere dönüştürülmesine yönelik girişimcilik kapasitenin geliştirilmesi yanı sıra bilgi ve teknoloji transferini sağlayacak iş birliği ağlarının oluşturulması hedeflenmiştir.
Bu dört programla; İstanbul’un yenilik üretme, inovasyon kapasitesini geliştirme ve dolayısıyla rekabet gücünü artırmayı hedefliyoruz.
Küresel Turizm Merkezi İstanbul programıyla da İstanbul’u küresel turizmin merkezi haline getirmek, bölge bütününde turizm çeşitliliğini artırmak amacıyla hibe verilmektedir. Bunun için proje bazında 200 bin TL ile 1 milyon TL arasında önemli hibe desteği sağlanmaktadır.
Şehrimizin dünyada daha rekabetçi bir konuma gelmesi için bu konudaki potansiyelin harekete geçirilmesi gerektiğine inanıyoruz. Bir diğer başlık “Afetlere Hazırlık” programıyla İstanbul’da yaşam ve mekan kalitesi yüksek, güvenli yerleşimler oluşturacak şekilde afet yönetim sisteminin etkinleştirilerek uygulama kapasitesinin artırılması ve afet risklerinin azaltılmasına katkıda bulunacak projelerin desteklenmesini amaçlıyoruz.
İstanbul Bölge Planı’nı hayata geçirmek üzere İSTKA’nın kullandığı en temel araç, hibe programlarıdır. İSTKA, bu anlayış doğrultusunda3 Aralık 2012 tarihi itibarıyla Afetlere Hazırlık, Bilgi ve İletişim Teknolojileri Odaklı Ekonomik Kalkınma, Sosyal İçermeye Yönelik Küçük Ölçekli Altyapı ve Yaratıcı Endüstrilerin Geliştirilmesi temalarında 6 adet mali destek programı daha ilan etmiştir. Bu kapsamda yılın ikinci yarısında toplamda 110 milyon liralık hibe daha kullandırılacaktır.
Hibe desteği verilecek son başlık ise “Sosyal İçermeye Yönelik Küçük Ölçekli Altyapı” olarak belirlenmiştir. Bu programın amacı, çocuk, genç, kadın, engelli ve yaşlılar gibi sosyal dışlanmaya maruz kalabilecek ya da kalan grupların, ekonomik ve sosyal hayata katılımlarının artırılması, yaşam fırsatlarından eşit ve tam olarak yararlanmalarının sağlanmasıdır.
Küresel Turizm Merkezi İstanbul programıyla da İstanbul’u küresel turizmin merkezi haline getirmek, bölge bütününde turizm çeşitliliğini artırmak amacıyla hibe verilmektedir. Bunun için proje bazında 200 bin TL ile 1 milyon TL arasında önemli hibe desteği sağlanmaktadır.
Kurum ve kuruluşlarımızdan beklentimiz, sunulan bu imkanları fırsata çevirerek nitelikli projeler üretmeleri, başarılı bir şekilde uygulamaları ve bu vesileyle İstanbul’umuzun kalkınmasına ve küresel rekabet düzeyinin artmasına katkıda bulunmalarıdır.
İstanbul Bölge Planı’nı hayata geçirmek üzere İSTKA’nın kullandığı en temel araç, hibe programlarıdır. İSTKA, bu anlayış doğrultusunda3 Aralık 2012 tarihi itibarıyla Afetlere Hazırlık, Bilgi ve İletişim Teknolojileri Odaklı Ekonomik Kalkınma, Sosyal İçermeye Yönelik Küçük Ölçekli Altyapı ve Yaratıcı Endüstrilerin Geliştirilmesi temalarında 6 adet mali destek programı daha ilan etmiştir. Bu kapsamda yılın ikinci yarısında toplamda 110 milyon liralık hibe daha kullandırılacaktır.
Daha kalkınmış bir İstanbul için gelin el ele verelim… Sevgi ve selamlarımla.
9
www.haberrevizyon.tv
Haber
TİM Yönetimi DTÖ Direktörü Pascal Lamy’i İstanbul’da ağırladı
T
ürkiye İhracatçılar Meclisi, Ekonomi Bakanı Zafer Çağlayan’ın da katılımıyla, Dünya Ticaret Örgütü Genel Direktörü Pascal Lamy’i Sait Halim Paşa Yalısı’nda düzenlenen yemekte ağırladı. TİM Sektörler Konseyi üyeleriyle bir araya gelen ve ihracatçıların önerilerini dile getirdiği toplantıda Ekonomi Bakanı Zafer Çağlayan’dan da ABD ile Serbest Ticaret Anlaşması’na hazırlanan Avrupa Birliği’ne “Bıçak kemiğe dayandı. Türkiye’yi bu konuda mağdur etmeyin” uyarısı geldi. Türkiye İhracatçılar Meclisi’nin (TİM) Dünya Ticaret Örgütü (DTÖ) Genel Direktörü Pascal Lamy onuruna düzenlediği toplantıda Çağlayan, Pascal Lamy’nin görevinin Ağustos sonu itibariyle sona ereceğini anımsatarak, bunun ardından dostluklarının devam edeceğini söyledi.
Çağlayan, son 5 yıldır dünyanın önemli bir krizden geçtiğini ve birçok ülkenin bu kriz ile yoğun şekilde pençeleştiğini belirterek, “AB’de ekonomik sıkıntı olmamış olsa, belki Türkiye bugün çok daha yüksek ihracat rakamlarıyla dünyaya mesaj verecekti. Dünya ekonomisinin böylesine kriz döneminden geçtiği ortamda, Türkiye ekonomisinin bundan etkilenmemesi mümkün değildi. Türkiye tüm bu olumsuzluklara rağmen önemli ekonomik gelişmeler kaydetti’’ diye konuştu.
“İhracat rakamlarımız dünyaya entegrasyonun göstergesi” Türkiye’nin, mal ve hizmet ihracat rakamlarını anımsatan Çağlayan, Türkiye’nin ihracat rakamlarının, Türkiye’nin dünyaya olan entegrasyonunun göstergesi olduğunu belirtti. 10
www.haberrevizyon.com
Bakan Çağlayan, son 4 yılda AB’nin istihdamın, işsizliğin en fazla yaşandığı bölgelerden biri olduğuna işaret ederek, sözlerini şöyle sürdürdü: “4 yıllık kriz boyunca Avrupa’da 4 milyon istihdam kaybı yaşandı. Buna karşın Türkiye, işsizlik rakamlarında AB ortalamasının daha altında bir işsizlik rakamıyla karşı karşıya. Avrupa’nın 4 milyon istihdam kaybettiği ortamda, Türkiye 5 milyon istihdam sağladı. Cari açıkla Türkiye, baş edebilir pozisyondadır. Bu konuda da ticaretimizin zenginleştirilmesi ve ihracatımızın arttırılmasının etkilerini gördük. Eskiden Türkiye’nin cari açığı Türkiye’nin çakıldığı ortamda, bırakın büyümeyi küçülmenin yaşandığı ortamda düşerdi. Şimdi Türkiye ekonomisi bir taraftan büyürken, ihracatını artırırken, cari açığını azaltabilen ülke konumuna geldi. Bu yıl OVP hedefinin de altında kalacak cari açığın önemli bir sinyalidir.’’
Haber Çağlayan, kurallara dayalı, adil ve rekabetçi serbest ticaretten yana olduklarını anlatarak, böyle bir sistemin kurulması için ciddi bir “savaş’’ verildiğini kaydetti. Türkiye’nin içinde olduğu yükselen pazarların dünya ticaretinde daha fazla söz sahibi olacağını belirten Çağlayan, sözlerini şöyle sürdürdü: “Bize serbest piyasa kurallarından, serbest ekonomiden, insan haklarından bahseden gelişmiş ülkelerin, konu Türkiye olunca bu söylemlerini unuttuklarını görüyoruz. Vize alırken insan hakları ihlali olan uygulamayı nefretle kınıyoruz. Fuar süresince vize verilmesi ticaret yapılmasının en önemli engellerden biridir. İş adamlarının serbest dolaşımını bırakın mallar bile serbest dolaşamıyor. Biz de onlara hodri meydan diyoruz. Biz ticareti her konuda serbestleştirmeye hazırız. Serbest piyasa ekonomisine inanıyorsanız ‘serbest bırakalım’ diyoruz. Daha fazla iş imkanlarını konuşmak yerine vize engellerini anlatmaya çalışıyoruz. Bu artık zulüm haline gelmiştir.’’
AB, Türkiye’ye Gümrük Birliği anlaşmasıyla tam üyelik mükellefiyetleri yüklerken, serbest ticaret anlaşması yapmış ülkelerin sadece gümrük indirimi vardır. Biz de aynı şeyi yapıyoruz. Türkiye için artık Gümrük Birliği haksız bir rekabet unsuru olarak ortaya çıkmıştır. Çünkü Türkiye bu anlaşmayla AB’nin her türlü haksızlığına maruz kalmıştır. Bu konuda AB şunu bilmeli ki şartlar zorlarsa bazı şeyleri gözden geçirecek duruma geldik ve bıçak kemiğe dayanmıştır’’ diye konuştu.
Büyükekşi: Ticarette de kazan-kazan ilkesini benimsiyoruz. AB, Türkiye’ye Gümrük Birliği anlaşmasıyla tam üyelik mükellefiyetleri yüklerken, serbest ticaret anlaşması yapmış ülkelerin sadece gümrük indirimi vardır. Biz de aynı şeyi yapıyoruz. Türkiye için artık Gümrük Birliği haksız bir rekabet unsuru olarak ortaya çıkmıştır. Çünkü Türkiye bu anlaşmayla AB’nin her türlü haksızlığına maruz kalmıştır. Bu konuda AB şunu bilmeli ki şartlar zorlarsa bazı şeyleri gözden geçirecek duruma geldik ve bıçak kemiğe dayanmıştır’’ diye konuştu. Sözlerine, İstanbul’da Pascal Lamy’yi ağırlamaktan büyük mutluluk duyduklarını ifade ederek başlayan Türkiye İhracatçılar Meclisi Başkanı Mehmet Büyükekşi, Türkiye’nin, ticarette çok farklı bir bakış açısına sahip olduğunu belirterek “Dış politikamızda olduğu gibi ticarette de “kazan-kazan” ilkesini benimsedik.” dedi.
“Bıçak kemiğe dayandı”
Dünya Ticaret Örgütü’nün 1 Ocak 2005’ten itibaren kotaları ve tarife dışı engelleri kaldırmak için önemli bir adım attığını hatırlatan Büyükekşi, şunları söyledi:
Çağlayan, Türkiye’nin serbest ticaret anlaşmalarında da zulme uğradığını ifade ederek, AB’nin serbest ticaret anlaşması yaptığı ülkelerin 3 tanesinin Türkiye ile halen müzakereye başlamadığını anlattı. Bu ülkelerin ürünlerinin AB ile Türkiye’ye gümrüksüz giriş yaparken, Türkiye’den giden ürünlerin sıkıntı yaşadığını dile getiren Çağlayan, “Ümit ediyoruz ki AB çifte standardı dikkate alır.
Bu engelleri kaldıran çok taraflı ticaret anlaşmaları ile küresel ticaretin gelişmesine çok büyük katkı yaptı. Ancak bu tarihten sonra çok taraflı anlaşma yapma eğilimi azaldı. Bunun yerini bölgesel ticaret anlaşmaları ve ikili serbest ticaret anlaşmaları almaya başladı. Bu yeni anlaşmalar taraflarına, çok daha fazla avantajlar sağlıyor. Bu yüzden de genelde herkesin eşit yararlandığı çok taraflı anlaşmaların etkinliği azalıyor.
Örgütün ikili ve bölgesel anlaşmalar yerine, tüm ülkelere eşit rekabet koşulları yaratan çok taraflı anlaşma yaklaşımına dönmesini oldukça yararlı görüyoruz. Örgüt, tüm üye ülkeler için eşit rekabet koşulları yaratan ortak ticaret kuralları koyuyor. Ancak bu kurallar ile ticarette ortak olan ülkeler, işin üretim tarafında eşit olamıyor. Bunun nedeni de özellikle çalışma koşullarındaki eşitsizlikler. Bu kurallara uyan ülkeler ile uymayan ülkeler arasında derin işgücü ve üretim maliyetleri oluşuyor. Bu da haksız rekabet ortaya çıkarıyor. Dünya Ticaret Örgütü’nün bu alanda göstereceği hassasiyeti oldukça önemli buluyoruz. Örgütün ticaret önündeki engellerin kaldırılmasına yönelik önemli çabaları var. Bunu takdirle karşılıyoruz. Ancak buna karşın teknik standartlar ticarette önemi bir engel oluşturmaya devam ediyor. ABD, AB ve Çin’in yanı sıra son dönemlerde birçok ülke mal standartları geliştiriyor. Ve bu standartlar da ithal ürünlerde aranıyor. Bu durum birçok karmaşayı da içinde barındırıyor. Tüm ülkeler için ayrı standartlarda ürün imal edilmek durumunda kalınıyor. Her farklı standart, ayrı bir test ve tescil maliyeti de yüklüyor. Bunun sonucunda maliyetler artıyor, ticaret sınırlanıyor. Biz bu noktada, standart uygulamalarının teknik engel olarak uygulanmasının önlenmesi gerektiğine inanıyoruz. Diğer taraftan, küresel iklim koşulları ile ilgili en son anlaşma olan Kyoto anlaşmasında sona yaklaşılıyor. Ancak bu tip anlaşmaya ABD ve Çin gibi en çok karbon salınımı gerçekleştiren ülkeler dahi taraf değil. Dolayısıyla bu da üretim ve ticarette bir diğer haksız rekabete yol açıyor. Dünya Ticaret Örgütü’nde halen gözlemci üye olan Cezayir, Irak, İran, Libya, Azerbaycan, Bosna-Hersek, Kazakistan, Lübnan, Özbekistan, Yemen ve Sudan gibi ülkelerin tam üyelik süreçlerinin hızlandırılmasını temenni ediyoruz. Bu süreç, Türkiye gibi bu ülkelerle ticaret yapan ülkeler için avantaj sağlayacak. İhracatçılar olarak bizler ticaretimizin önündeki her türlü engelin kaldırılmasını istiyoruz. Dünya ticaretinin en iyi dostu Türkiye’nin, dünya ticaretine katkısını artırmak istiyoruz.
11
www.haberrevizyon.tv
Röportaj
TURKCELL
Turkcell Kurumsal İletişim ve İlişkilerden Sorumlu Genel Müdür Yardımcısı Turkcell Chief Corporate Affairs Officer
Koray Öztürkler
Röportaj
“Güçlü Kadın, Güçlü Türkiye” diyor TURKCELL says “Strong Women, Strong Turkey” Haber Revizyon: Geçen haftalarda kadın odaklı sosyal sorumluluk projelerinizi Birleşmiş Milletler’e taşıdınız. Kapsamı tam olarak neydi bu etkinliklerinizin?
Haber Revizyon: In the previous weeks, you have brought your women-oriented social responsibility projects to the United Nations. What was the extent of these activities of yours?
Koray Öztürkler: Bize göre Güçlü Kadın Güçlü Türkiye demek. Bu vizyonumuzu Birleşmiş Milletler Kadın Ofisi tarafından organize edilen “Kadınların Güçlendirilmesi İlkeleri” başlıklı etkinliğin açılış ve kapanış etkinliklerinde Turkcell’i temsilen yaptığım konuşmalarda da anlattım. Genel Sekreter Ban Ki-Moon’un da katıldığı kapanış konuşmasında iki günlük etkinliği özetleyerek, Turkcell’in kadınlar için yaptığı çalışmaları anlattım.
Koray Öztürkler: We think Strong Women means Strong Turkey. I have also explained this vision of ours in the speeches I made representing Turkcell at the plenary and the closing events of the Women’s Empowerment Principles - WEPs Organization that the UN Women held. At the closing speech which General Secretary Ban Ki-Moon also attended, I summarized the two-day event and explained Turkcell’s studies for women. Here we were proud to have represented our country as the first Turkish technology company who signed the “Women’s Empowerment Principles” prepared by the UN Women and the Global Compact Offices. So impressed was Ban Ki-Moon with the concrete steps that Turkcell has so far taken in many areas for women that he thanked in Turkish. And I presented the gift set that the women who benefited from the micro credits provided under the Women Empowerment in Economy Project that we have realized in cooperation with TISVA to the UN Secretary General.
Birleşmiş Millet Kadın (UN Women) ve Küresel İlkeler Ofisleri (Global Compact) tarafından hazırlanan Kadınların Güçlendirilmesi İlkeleri”ne imza atan ilk Türk teknoloji şirketi olarak burada ülkemizi temsil etmekten gurur duyduk. Ban Ki Moon Turkcell’in bugüne kadar pek çok alanda kadınlar için attığı somut adımlardan etkilenerek, Türkçe teşekkür etti. Ben de BM Genel Sekreteri’ne Turkcell’in TİSVA işbirliğinde hayata geçirdiği Ekonomiye Kadın Gücü projesi kapsamında mikrokredi alan kadınların hazırlamış olduğu hediye setini takdim ettim.
Haber Revizyon: Apparently you have a multi dimensional focus on women. You also have run projects with the Ministry of Family and Social Politics, haven’t you?
Haber Revizyon: Görünen o ki çok ayaklı bir kadın odağınız var? Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı ile de projeler yürüttünüz değil mi? Koray Öztürkler: Evet, Ekonomiye Kadın Gücü projemiz, kadına yönelik şiddete karşı Sıfır Tolerans Kampanyamız ve kadının iş dünyasına eşit şartlarla katılımına fırsat veren İşte Eşitlik Bildirgesi kapsamında Aile ve Sosyal Politikalar bakanlığı ile el ele vererek attığımız önemli adımlar var. Bakanımız Fatma Şahin’in önderliğinde “Kadına Yönelik Şiddete Sıfır Tolerans Kampanyası”nda hem teknoloji hem de iletişim gücümüzü kadınların sosyal hayatta güçlenmesi için seferber ettik.Bununla birlikte, 35.1 milyon aboneye sahip, Türkiye’nin lider teknoloji ve iletişim şirketi olarak, yazılı basın, outdoor, TV ve sosyal medyayı dahil ettiğimiz büyük bir farkındalık kampanyası sürdürdük. Program kapsamında, Gaziantep Valiliği ile işbirliğine giderek kadın şiddeti üzerine çağrılar ve şikayetler alan bir çağrı merkezi kurduk.
Koray Öztürkler: Yes, within the scope of our Women Empowerment in Economy Project, our Zero Tolerance of Violence Against Women Campaign and the Declaration on Equality at Work which provides women with the opportunity to participate business life with equal rights, there are serious steps that we have taken in cooperation with the Ministry of Family and Social Politics. Under the leadership of our Minister Fatma Şahin, we have made both our technology and communication power means available to empower women in social life within the Zero Tolerance of Violence against Women Campaign. In addition, as the leading technology and communication company who has 35.1 subscribers, we ran a huge campaign of awareness where we involved print media, outdoor, TV and social media. Within the context of the program, we have cooperated with the Gaziantep Governorship and established a call center receiving calls and complaints on violence against women.
13
www.haberrevizyon.tv
Röportaj Onlar ilk “Hayat paylaşınca güzel” dediklerinde birçok insan belki de gerçek yaşam uygulamalarına dönüşene ve kendilerine bir şekilde ulaşana kadar gerçekten ne demek istediklerini fark etmedi. Haber Revizyon Turkcell Kurumsal İletişim ve İlişkilerden Sorumlu Genel Müdür Yardımcısı Koray Öztürkler’le bir röportaj gerçekleştirdi ve hem profesyonellik hem de içtenlik içeren cevaplar aldı. Yine Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı’nın “İşte Eşitlik Bildirgesi”nin hazırlanmasında da aktif bir rol oynadık ve bu platformun görsel kanallarını tasarlayarak, insanlarla buluşturduk. Gördüğünüz gibi Bakanlığımız’la yaratılan sinerji sayesinde kadın odaklı çok önemli işler gerçekleştirdik.
Haber Revizyon: Ekonomiye Kadın Gücü en son lanse ettiğiniz kapsamlı bir proje sanırım. Bu kapsamda TİSVA ile işbirliği yaptınız değil mi? Koray Öztürkler:Evet, Türkiye İsrafı Önleme Vakfı’nın Grameen Trust ile işbirliği içinde hali hazırda 2003 yılından bu yana yürüttüğü bir mikrokredi sistemi vardı. Turkcell olarak teknolojimizi ve inovatif çözümlerimizi devreye sokarak dünyada ilk defa bir mobil operatörle mikrofinans kuruluşu bir araya geldi. Böylelikle cepten kalkınma seferberliğini başlatmış olduk. Haber Revizyon: Detaylara inecek olursak; bağış yapmak isteyenlerle mikrokrediden yararlanmak isteyen kadınlar nasıl buluşuyor bu sistemde? Koray Öztürkler: Türkiye’de bir ilk olan sosyal borçlanma modeli sayesinde artık dileyen herkes ister cepten (m.ekonomiyekadingucu. com), ister webden (www.ekonomiyekadingucu.com) dar gelirli kadınların hayallerine kavuşmasına bireysel olarak destek verebiliyor. İnternet sitemizde mikrokrediye ihtiyaç duyan tüm kadınlarımız hakkında detaylı bilgiler yer alıyor. Dar gelirli kadınlara destek vermek isteyenler için iki seçenek mevcut; dilerse 1 sene sonra kendisine ödenmek üzere borç verebiliyor ya da TİSVA tarafından dağıtılmak üzere toplanan ortak havuza veya girişimciye bağış yapabiliyorlar. Kadınlara destek vermek için mobil ödemeden kredi kartına kadar, farklı ödeme alternatifleri tercih edilebiliyor. Site üzerinden destek vermenin yanında “fon” yazıp 5886’ya mesaj göndererek de 5 TL katkıda bulunabilirsiniz. 14
www.haberrevizyon.com
Röportaj
When they first said “Life is beautiful when you share”, many people probably did not realize what it really meant until they see real life practices turned into reality and somehow reached them. Haber Revizyon interviewed Koray Öztürkler, Turkcell Chief Corporate Affairs Officer and received answers involving both profession and sincerety.
We also played an active role on the preparation of the “Declaration on Equality at Work” of the Ministry of Family and Social Politics and we brought them to people by designing the visual channels. As you can see, with the synergy created with our Ministry, we have realized many significant women-focused studies. Haber Revizyon: I guess Women Empowerment in Economy that you have introduced is an extensive Project. Within this context, you have cooperated with TISVA, haven’t you? Koray Öztürkler: Yes, there had already been a microcredit system that the Turkish Waste Prevention Foundation used to run in cooperation with Grameen Trust since 2003. As Turkcell, we have we enabled our technology and innovative solutions and for the first time in the world, a mobile operator and a microfinance company came together. Therefore we have given a start to a mobile development mobilization. Haber Revizyon: If we go in detail; how do people who want to make donations and women who want to benefit from microloans meet in this system? Koray Öztürkler: Through the social lending model which is the first in Turkey, whoever wishes can individually support women with low income in achieving their dreams either via handsets (m.ekonomiyekadingucu.com) or the web (www.ekonomiyekadingucu.com). Detailed information about all our women who need microcredit is provided on our web page. There are two options for those who want to support women of low income; if they wish, they can either lend money on condition to be paid back after a year or donate to the pool to be distributed by TISVA or the entrepreneur. From mobile payment to the credit card, it is possible to make a choice of various options to support women. Besides supporting through the website, you can also make a contribution of 5 TLs by writing “fund” and messaging it to 5886.
15
www.haberrevizyon.tv
Röportaj
Haber Revizyon: Cepten kalkınma seferberliğinin başka hangi mobil ayakları olacak?
Haber Revizyon: What other mobile aspects of mobile development mobilization will there be?
Koray Öztürkler: Mobil İlan Platformumuz sayesinde Turkcell’in mobil ilan altyapısı kullanılarak girişimci kadınlara ürünlerini çok daha fazla kişiye pazarlama imkânı sağlayacağız. Mikrokredi alarak kendi işini kuran kadınlara Turkcell’in Mobil Eğitim altyapısı kullanılarak kendilerini daha fazla geliştirmeleri için cepten eğitim vermeye başladık. Temel satış-pazarlama, temel iletişim ve finansal okuryazarlık gibi konularda verilecek eğitimlerle kadınların işlerini büyütebilmelerini hedefliyoruz. Mikrokredinin verilme ve tahsil edilmesi süreçlerinde elden ele nakit akışının azaltarak mobil teknolojilerin yardımıyla elektronik ortama taşıdık.
Koray Öztürkler: Via our Mobile Advertising Platform, we will provide entrepreneur women with the opportunity to market their products to many more people by using Turkcell’s mobile advertising infrastructure. In order to improve them more, we have started mobile training to women who received micro credits and established their own business by using Turkcell’s Mobile Training infrastructure. We aim women to extend their business by trainings to be given on basic sales and marketing, basic communication and financial literacy. In the processes for the provision and withdrawal of micro credits, we have decreased the manual cash flow and moved it to the electronic environment with the help of mobile technologies.
Haber Revizyon: Projenizin yakın vadede ve uzun vadede hedeflerini öğrenebilir miyiz?
Haber Revizyon: Could we learn about the short and long term objectives of your project?
Koray Öztürkler: Projemizle, ilk etapta 55 bin kadın girişimci Turkcell’in teknoloji ve iletişim gücüyle buluşacak. 4 yılda 100 bin kadına ulaşmayı amaçlıyoruz. Kadınlarımıza kişisel-sosyal kazanımlar sağlamak, bilgiye erişimde fırsat eşitliği sunmak, güvenle attıkları adımları desteklemek, eğitimlerle kadınlarımıza vizyon kazandırmak, kamuoyunda kadınlara fırsat verilirse neler yapabileceklerini göstermek öncelikli hedeflerimiz arasındadır.
Koray Öztürkler: Initially, 55 thousand entrepreneur women will meet Turkcell’s technology and communication power with our project. We aim to reach 100 thousand women in 4 years. Providing our women with personal-social benefits, equality in access to information, supporting their confident steps, helping them to adopt a vision and show their capabilities when opportunities are given are among our primary objectives. 16
www.haberrevizyon.com
Haber
BakanFatmaŞAHİN Lokman AYVA Halit ERGENÇ
a l n O
Her yıl 21 Mart’ta çoğumuzun gündeminde bahar kutlamaları varken bazı insanların gündeminde ise sosyal bir farkındalık ve duyarlılık kazandırmak amacıyla tüm dünyada etkinliklerle kutlanan 21 Mart Dünya Down Sendromu Günü var.
Down Sendromu tedavi edilebilen bir hastalık değil, bir kromozom anomalisi. Dünyada her 700 canlı doğumdan birinin sonucunda doğan Down Sendromluların normal diye tanımlanan insanlardan eksik gibi görünen birçok yanı olsa da biyolojik olarak hep 1 fazlalar. Şöyle ki; insan vücudunda normalde bulunan kromozom sayısı 46. Down Sendromlu kişilerde ise 21. Kromozomdan 3 adet var ve onların genlerindeki toplam kromozom sayısı 47. TÜİK araştırmasına göre Türkiye’de 300 bin Down Sendromlu var.
47’den çok daha fazla
. . . ı d lr a y
NEDEN 21 MART?
Birleşmiş Milletler 10 Kasım 2011 kararı ile 21 Mart tarihini resmi Dünya Down Sendromu Günü olarak tanıdı. 21 Mart tarihinin seçilmesindeki en önemli neden ise Down Sendromlu bireylerde 21′inci kromozomun 3 tane olmasını simgeliyor.
DS’lularda görülen bazı fiziksel özellikler çekik küçük gözler, basık burun, kısa parmaklar, kıvrık serçe parmak, kalın ense, avuç içindeki tek çizgi, ayak başparmağının diğer parmaklardan daha açık olmasıdır. Bu özelliklerin hepsi veya birkaçı görülebilir. Annenin hamile kalma yaşı, diğer tiroid gibi bazı hormonal nedenler de çocuğun Down Sendrom’lu doğmasına neden olabiliyor. Düşük-orta ve ileri düzeyde zeka geriliği görülebilen Down’lular, yaşıtlarına kıyasla fiziksel özellikleri bakımından da daha kısa boylu oluyorlar ve metabolizmaları yavaş çalıştığından kilolular. Erken teşhis ve gerekli sevgi ve uygun eğitim programlarıyla düzenli yaşamlarını sürdürürlerse, genellikle ailelerinin de sonsuz desteğiyle, kendi kulvarlarında düzenlenen sportif ve sanatsal alanlarda başarılar kazanıyorlar. Fizyoterapi ve rehabilitasyon en büyük gelişim destekçileri.
Haber ZİHİNSEL ENGELLİ AMA DUYGUSAL ENGELLİ DEĞİL yüksek sesle müzik inlemeyi seven, gülen, dans eden, üzülen, kızan, hüzünlenen kişilerdir. Normal insanlar gibi tüm duyguları yaşarlar. Karşılaşanlar bilir; onlara ne zaman selam verseniz, gülümseseniz, aldığınız gülümseme veya cevap, gözlerinin içiyle gülen ve her an boynunuza atlayıp kalbinin içine alacak kadar içten bir şekilde size sarılabilecek insanlar görürsünüz.
Down Sendrom’lular fiziksel ve zihinsel olarak farklı olsalar da duygusal açıdan bakıldığında diğer insanlarla benzer süreçlerden geçerler. Sevme ve sevilme ihtiyacı olan, cinsel kimlikleri bulunan, ergenlikte yaşıtlarıyla benzer aşamaları deneyimleyen, aşık olan, evlenip yuva kurma planları yapan,
HER BİREY ÖZEL FARKLILIKLAR GÜZEL
ANNELER SARIYOR, BABALAR KAÇINIYOR Her engelli ailesi gibi nice umutlarla beklediği bebeklerinin diğerlerinden farklı olarak dünyaya gelmesi birçok anne ve babaya başlangıçta kabul edilmesi zor bir durum gibi gelir. Sevginin her şeyin ilacı olduğu gibi burada da mucizevi etkisini görüyoruz.
Her insan biriciktir… Kendine has, kimseye benzemeyen özellikleriyle dünyaya gelir ve buraya bir renk ve zenginlik katar. Bu farklılıkları önce fark etmek ve kabullenmek sonra da daha yakından tanıyıp farklılıkların içindeki zenginliği hem kişisel manevi gelişimimiz hem de içinde yaşadığımız toplumun ve genelinde de dünyanın her varlık için daha adil, daha yaşanılabilir, kültürel ve evrensel değerleri yücelten bir yaşam alanı haline gelmesi için değerlendirmek, geleceğe bırakacağımız en önemli miraslardan biridir.
Yapılan araştırmalara göre babalarda bir tür durumu kabullenememe ve reddetme, uzaklaşma görülüyor. Bu durumda özellikle annelerinin her daim tüm hayallerine, beklentilerine, kalp kırıklıklarına ve yorgunluğa rağmen onların daha çok yanı başında olduğunu görürsünüz.
Türkiye’de sosyal bilinç ve duyarlılık her geçen gün gelişiyor. Geliştikçe de özellikle engellilerin önceleri sokağa çıkmadığı günlerden, daha çok toplumla ve yaşamla kaynaştıkları günlere doğru bir ilerleme görülüyor.
Gerek aileler için, gerekse engelliler için sosyal kabul ve destek çok önemlidir. Hem kendileriyle benzer durumlarda olan insanların hem de diğer insanların yanlarında olduklarını bilmek onlara moral ve yılmazlık verir.
MELEKLER’DEN MEKTUPLAR VAR Türkiye Beyazay Derneği de bu süreçte engellilere en önemli hizmetleri veren kuruluşlardan biri. 21 Mart Dünya Down Sendromu Günü’nde Beyazay Derneği Ankara Şubesi’nin organizasyonunda bir dizi etkinlik düzenlendi. “46+Türkiye Dünyanın Melek Yüzleri” başlıklı etkinlik çerçevesinde, 12 ilden davet edilen Down Sendromlu çocuk ve gençler, 3 gün süren bir programa katıldılar. Down Sendrom’lu çocukların ve ailelerinin konuyla ilgili duygu ve düşüncelerini anlattıkları mektupları derledikleri Melekler’den Mektup Var kitabı da konuklarla paylaşıldı. Kamuoyunun Down Sendromu konusunda dikkatini çekmek ve ayrımcılıkla mücadele etmek, Down Sendrom’lu bireylere eğitim imkanı verildiğinde neler yaptıklarını ve toplumsal entegrasyonun nasıl tam katılımla gerçekleştiğini göstermek amacıyla düzenlenen etkinliklerin son gününde bir gala düzenlendi. 19
www.haberrevizyon.tv
Haber
SİYASİLER VE ÜNLÜLER ELELE VERDİ Gala’ya başta Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı Fatma Şahin, Türkiye Beyazay Derneği Genel Başkanı Lokman Ayva, projeye destek veren illerin valileri ve belediye başkanları, milletvekilleri ve ünlüler katıldı.
Kanuni Sultan Süleyman: “Zihinsel engelli kardeşim var” Geceye katılan Muhteşem Yüzyıl dizisinin Kanuni Sultan Süleyman’ı oyuncu Halit Ergenç konuşmasında; kendisinin de zihinsel engelli bir kardeşi olduğunu ve kardeşinin, başlarda zor gibi gelse de bir anne - babaya ve abiye verilebilecek dünyadaki en büyük hediye olduğunu ifade etti. Ergenç şöyle devam etti: “Onlar hayatı bizim görmediğimiz, anlayamadığımız tarafından görüyorlar ve yakınlarında olan insanlara da aslında oradan görebilmeyi ve hayatın değerini anlayabilmeyi öğretiyorlar. Keşke bizler de onlar gibi görebilsek, anlayabilsek ve onlar gibi yaşayabilsek.” “Allah bütün ailelere kolaylık versin. Evlat sahibi olmak kolay değil.” Diyerek duygularını ifade eden Ergenç, kurulacak olan Down Sendromlular Spor Federasyonu’nun da duyurusunu yaptı. “Türkiye’nin her yerinden Down Sendromlu arkadaşlarımız sporu daha aktif ve daha cesaretli yapabilecek imkana kavuşacaklar. Bu bizim için çok önemli. Aslında her ne kadar bu olay içerisinde bir yerlerinde hayatı görebiliyorsak da her zaman buradaki gibi bir araya gelemiyoruz. Aileler evlerine döndükleri zaman yine kendi çevreleri ile başbaşalar. Dolayısıyla bir yerden destek bulabilmeleri ve birlikte yürüyebilmeleri çok önemli. Spor Federasyonu bu noktada gerçekten cok önemli bir yerde; bilhassa olimpiyatlarda çok başarılı bir sürü Down Sendromlu arkadaşımız var” dedi.
LOKMAN AYVA: “DAR DÜŞÜNCELER DÜNYAYI DAR EDİYOR” Açılış konuşmasını yapan Türkiye Beyazay Derneği Başkanı Lokman Ayva ise; “Gecenin ve gündüzün eşit olduğu senede iki defa yaşanan bu günde, sadece Down Sendromlular günü değil Nevruz’un güzelliğinin de başlangıcı olan bu günde hepinizi sevgi ve saygıyla selamlıyorum” diyerek başladığı konuşmasını şöyle sürdürdü. “Bizim dünyaya baktığımız zaman anlayamadığımız bazı şeyler var. Dünyada çok kıymetli insanlar var, fikir üretebilen filozoflar var. Bilmiyorum size şunun cevabı geldi mi…
20
www.haberrevizyon.com
Haber Ben hala anlamış değilim; biz bu kadar büyük, kocaman dünyayı milyonlarca dönümlük, milyarlarca kilometrekarelik karası olan, denizi olan, havası olan bu dünyayı neden birbirimize dar ediyoruz? Neden bu dünyadaki herkes zevk alamıyor? Neden bu dünyanın çocukları çeşitli mahrumiyetlere maruz kalıyorlar? Şu anda hepimiz; yaşlısı, fakiri, zengini, kadını… Hepimiz birbirimizi üzmeye çalışıyoruz. Şu dünyada acaba yer kalmadı mı da birbirimiz yok etmeye çalışıyoruz ve bunun cevabını ne olduğunu bilmiyoruz? Bu insanlar dünyayı dar düşüncelerinden sebep dar bir yer haline getiriyorlar… Anlamış değilim. Şimdi bakıyorum, benden herkes aynı olmamı bekliyor. Yani şu söyleyeceklerimi herkes söyleyecek olsaydı burada konuşmamın ne lüzumu vardı? Biz haklı olabilmenin güzelliğinin tadını neden bilmiyoruz? Neden ben başkasına benzemek zorunda olayım? Bedenim bakımından, fizyolojik bakımdan, duygularım bakımından ben çok farklı olamaz mıyım? İşte bizim anlayamadığımız nokta bu. İnsanlar diyorlar ki; “bedenleri, görünüşleri aynı olan insanlar olsun, farklı kıyafette insanlar olmasın”. İşte bu yüzden bizim anlayamadığımız bu noktada aslında dünyanın da bir sorunu olduğunu fark ediyoruz.
“DÜNYA HEPİMİZİN DÜNYASI” Bizim artık Down Sendrom felsefesi diyebileceğimiz, herkesin iyiliğini isteyeceğimiz hiç bir kimse hakkında üç kağıt, numara, kötü bir şey düşünmeyen bir yaklaşım haline geçmemiz lazım diye düşünüyorum. Down Sendrom felsefesinin, dünyada hiç kimsenin kötülüğünü istemeyen felsefe olmasını istiyoruz. Biz hasta olduğumuz için ayıplanmamalıyız, bir takım haklardan ve imkanlardan mahrum olmamalıyız. İnsanlar kurdukları, ürettikleri, uyguladıkları sistemleri herkese göre yapmaya alışmalılar. Artık dünya hepimizin dünyası, kimse kusura bakmasın, dünyada hepimiz var olmak istiyoruz, tabii şartlarda Allahın yarattığı gibi yaşamak istiyoruz. Biz down sendromlu, zihinsel engelli, görme engelli, zenginde, fakirde olabiliriz ama bu dünyada hepimiz iyi bir şekilde doğru bir şekilde yaşamayı istiyoruz. Buna hakkımız var” dedi.
Gecenin sonunda, Down Sendrom’lu çocuk ve gençler, yaptıkları semah ve ritim gösterileriyle davetlilerin büyük beğenisini kazandı.
Etkinliğe katılan Bakan Fatma Şahin’e de ayrıca teşekkür eden Lokman Ayva, şu sözlerle konuşmasını tamamladı: “Hayat birbirimize destek oldukça o kadar güzel olacak ki… Bu anlamda yalnız kalmadığımızı biliyorum. Sayın Bakanımızın, başımızın tacı olarak her yerde yanımızda olduğunu biliyorum ve inşallah bütün ekip olarak el ele vereceğiz. İnşallah herkesin yer aldığı bir dünya ümid ederek selam ve hürmetlerimi sunuyorum.”
21
www.haberrevizyon.tv
Haber BAKAN FATMA ŞAHİN: “FARKLILIĞIMIZ ZENGİNLİĞİMİZDİR”
Down Sendromlu çocuk ve gençlerin aileleriyle birlikte katıldığı etkinliğin son konuşmasını Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı Fatma Şahin yaptı. “Sevgili melekler” diye başladığı konuşmasına, resmi ve sivil toplum kuruluşlarının bir arada olmalarının sebebinin Down Sendromluların gününü kutlamak olduğunu ifade ederek başladı.
Ben bu bütün illeri dolaşan bir kardeşinizim Allahın izniyle biz bu işi başarabiliriz. Korumalı iş yerlerlerini her yerde açacağız. Anneler babalar rahat edecek. Gelecek adına bizden sonra ne olacak endişesi yaşamayacak çünkü onlar zaten iş sahibi olacaklar. Siz mutluysanız mutluyuz, siz güçlüyseniz güçlüyüz” dedi ve devam etti.
Konuşmasının devamında önemli açıklamalar yapan Bakan Şahin,
“İsmimiz ne olursa olsun, nasıl yüzümüz, saçımızın rengi gözümüz farklıysa, kromozomumuz farklı ve fazla olabilir; bu bir zenginliktir. Doğuştan gelen bütün hakları yaşam hakkını, eğitim hakkını, istihdam hakkını kullanmak ve onların potansiyelini toplumsal hayatta kullanmak ekonominin topluma dayalı kültürel hayatın bir parçasıdır. Peki, hangi aşamadayız?
“Bakanlık olarak sizlerin hizmetkarıyız”
2 Nisanda Başbakanımız Recep Tayyip Erdoğan’ında olduğu bir toplantıda 8.000 kişiyi kadroya yerleştiriyoruz. 2 gün önce de 5000 ilkokul mezunu kardeşimizin kadrosunu yerleştirdik. Siz bizim kaderimizsiniz. Biz sizinle beraberiz. Acınız acımız, sevinciniz sevincimiz, kederiniz kederimiz, çocuklarınız çocuklarımız, bizim çocuklarımız sizin çocuklarınız. Down Sendromlu kardeşlerimizin baktığı yerden birbirimize baktığımız zaman bütün sorunlar çözülecektir.”
“İki tane önemli hedef üzerinden gidiyoruz birincisi istihdam da çok önemli kararlar aldık bu önemli ve güçlü heyetle de paylaşmak istiyorum müsadenizle öncelikle girişimcilik engel tanımaz dedik ve kosgeble beraber 30bin TL hibe ederek engelli kardeşlerimizin girişimci olmalarını sağladık. Çünkü istiyoruz ki engelli kardeşlerimiz kamunun ve özel sektörün her alanında olsunlar. Sevgili anne babaların bizden bir isteği vardı tamam canımız ciğerimiz onlar bizim bir parçamız çocuklarımız güzel şeyler öğreniyorlar ama bizden sonra onların durumu ne olacak. Sorunun cevabı verebilmek için koruyucu iş yeri dediğimiz ve bizim için çok önemli olan isdihtam içinde tutacak otistik olan, zihinsel engelli olan, down sendromlu olan çocuklarımızın korumalı iş yerlerinde güçlerini kullanacağı sistemi geliştirdik. İŞ-KUR’la çalışmalarımızı tamamladık Sayın Bakanımız talimatlandırdı ve şu anda bu yıl için 20 koldan işyeri açmak için belirledik.
“Yeni bir hukuki alt yapı çalışıyoruz. Birleşmiş Milletlerin Engelliler Sözleşmesine göre artık bir tıbbi alandan değil, bir sosyal alandan, bir hak ve adalet temelinden yaşam için çalışıyoruz. Sizin şu anda yaşadığınız birçok sorunu çözecek bütün kurumlar ile olan işbirliğini oluşturuyoruz ve inşallah en kısa sürede sizinle paylaşacağız. Amacımız, isteğimiz çok açık; sizler mutluysanız biz mutluyuz, sizler güçlüyseniz biz güçlüyüz. Bakanlık olarak sizlerin hizmetkarıyız. Bu alanda yapılacak ne varsa sizlerle beraber engellilerimiz için, engellilerimizle beraber yolumuza devam edeceğiz.” diyerek sözlerini tamamladı. 22
www.haberrevizyon.com
Bakış
SUNAY AKIN
EGE VAPURU’NUN SALINCAGI
Deniz yolculuklarında, vapurların güverteleri oyun alanlarına dönüşür. Güneşli havalarda güvertede halka atılır, satranç ya da seksek oynanır. Dalgalar arasında salınan bir gemide salıncağa binmenin tadı ise apayrıdır. Günlerdir Haliç’te bekletilen Ege Vapuru bir hurdacı tarafından satın alındığında, söküm işinde çalışan bir işçi güvertedeki salıncak karşısında duraksar bir süre... Akşam eve döndüğünde, bahçeye çağırdığı çocukları bir ağacın dalına asılı Ege Vapuru’nun salıncağını görünce sevinç çığlıkları atarlar ve ilk binen olmak için koşuşurlar. Ege Vapuru’nun seferde olduğu 1930 yılının 28 Kasım günü, içindeki çocuğun sesini dinleyen bir yolcu salıncağa oturur ve yerden keser ayaklarını... Salıncağın salınımları, çocukluğunun bir döneminin geçtiği köye götürür onu... On altı yoksul çocukla birlikte sünnet edildiği günü yeniden yaşamaktadır. Karagöz’ün karşısında gülerken, eve süslenerek getirilen koçların kavrulan etlerinin taşındığı tepsilere takılır gözü. Kıyafetine bakar; kendisi de süsler içindedir. “Ah babacığım!”
Sünnetçinin karşısındaki acı dolu bu haykırışı üzerine annesi, kısa bir süre önce kaybettiği eşini anımsar ve gözyaşlarını gizlemek için davetliler arasından kuytu bir köşeye doğru uzaklaşır. Sünnet töreninin ardından hokkabazın gösterilerine başlamasıyla neşelerine kavuşur çocuklar yeniden. Ege vapurunun yolcusu salıncakta değil, bir duvar saatinin sarkacında oturmaktadır sanki. Zaman denilen o kıyısız denizdeki yolculuğunda, toprağı kazıyarak yaptığı oyuncak evdedir bu sefer. Burası bir sığınaktır onun için. Taşlardan yaptığı ocakta pişirdiği yemekleri kız kardeşi ve Çingene çocuklarla paylaşmaktadır. Bir gün “Aziz” adlı arkadaşı ocağı yakmak isterken otlar aniden tutuşur ve oyuncak ev yanmaya başlar. Alevler arasından zorlukla dışarı çıkartır kız kardeşini... Oyunlarında bir prenses gibi sakınır kardeşi Makbule’yi. Dallardan bir kulübe yapmak için yeniden kolları sıvar. Üç basamaklı bir merdiveni olan kulübe tamamlandığında kız kardeşini içine oturtur ve koşarak uzaklaşır... Geri döndüğünde bir karpuz vardır ellerinde. Karpuzu dilimler ve kardeşine uzatır. Sonra, kulübenin duvarına yaslanır ve gülümseyerek Makbule’nin karpuzu iştahla yemesini seyreder. Daniel Defoe’nin ölümsüz kahramanı Robinson Crusoe gibi davranmaktadır oyunlarında. O da, hiç sevmediği, canının alabildiğine sıkıldığı köy günlerinde, ıssız bir adaya düşmüş gibi kulübeler yapmaktadır ağaç dallarından. 24
www.haberrevizyon.com
Bakış
Jean-Jacques Rousseau, Robinson’daki bireyciliği mutlak yalnızlık olarak değil, doğanın yeniden alt edilmesi ve uygarlığın yeniden üretilmesinin bir başarısı olarak görür. Fransız düşünürün bu değerlendirmesi Ege Vapuru’nun salıncağında çocukluk günlerine dönen yolcu için tüm yaşamının bir özetidir sanki! Salıncaktaki adam, martı çığlıklarıyla kendine gelir... Yolcuların bir kısmı ekmek atmaktadır deniz kuşlarına. Onun da güvercinleri vardı çocukluğunda. Kümes bile yapmıştı onlara. Dallardan, tahtalardan oyuncaklar üretmekte ustaydı. Hatta bir tambura bile yapmış, üzerine teller takıp çalarak tüm arkadaşlarını eğlendirmişti. Kulübeler yaptığı yer de, babasının ölümünün ardından annesi Zübeyde Hanım’ın isteği üzerine gitmek zorunda kaldığı, dayısı Hüseyin Efendi’nin Langaza’daki çiftliğidir. Mustafa Kemal’in, büyük bir göl kenarında olan Langaza’daki günleri, onun hayat ve okuldan uzaklaştığı bir dönem olarak görülse de, burada oynadığı oyunlar gelecekteki başarısının bir habercisidir aslında. Oyunlarıyla benzeştiği roman kahramanı olan Robinson Crusoe’da şöyle bir bölüm vardır: “Ekini biçmek için bir orak ya da tırpan yokluğu çekiyordum. Tek yapabildiğim şey gemiden kurtardığım silahlardan büyük bir kılıcı tırpan yerine kullanmak oldu.” İnsan öldürmeye yarayan bir kılıcın bir emek aracına dönüştüğü bu bölüm, M.Ö. yaşamış olan Tibullus’un şu dizelerini anımsatır bana: “Barış çağında ışıldar çapayla saban Karanlık bir köşede askerin Korkunç silahları pas tutar.”
Mustafa Kemal’dir salıncakta oturan yolcunun adı. 25
www.haberrevizyon.tv
Bakış
“Kılıçla toprak ele geçirenler, sabanla toprak ele geçirenlere yenilmekten, sonunda bulundukları yerleri bırakmaktan kurtulamazlar.”
“Peki ya devrimcilik, sosyalizm adına günümüzde yapılan hatalar, kendi köklerimizden uzaklaşmalar, daha doğrusu devrimci geleneğimizin köküne kibrit suyu dökme çabaları!.”
Tibullus, iki savaş arasında tutsak olmayan bir barış düşünüyor. Düşünürken de, Barış Çağı’nın nasıl gerçekleşebileceğini açıklıyor: Çapa ve sabanın, yani emeğin ışıldadığı bir dünyada yaşanabilir böylesi bir çağ. Bu da “kul” ve “köle” mantığının yıkıldığı, kılıcın paslandığı bir dünyada olasıdır ancak. Kılıç ve saban...
Atatürk’ün bu sözleri, Tibullus’un dizelerinin de felsefesini oluşturmaktadır. 68 Kuşağı bu düşüncenin takipçisiydi. Peki ya devrimcilik, sosyalizm adına günümüzde yapılan hatalar, kendi köklerimizden uzaklaşmalar, daha doğrusu devrimci geleneğimizin köküne kibrit suyu dökme çabaları!.. Tüm bunlara ne demeli?
Mustafa Kemal Atatürk’ün de söyleyeceği vardır bu konuda: “Kılıçla toprak ele geçirenler, sabanla toprak ele geçirenlere yenilmekten, sonunda bulundukları yerleri bırakmaktan kurtulamazlar.”
Bir Atatürk heykeli düşünüyorum: Bir ağaç dalına asılı salıncakta oturmuş, gülümsüyor... Tıpkı, 28 Kasım 1930’da, Ege vapurunun güvertesinde çekilen fotoğrafındaki gibi...
Bağımsızlığın, özgürlüğün emeğe dayalı politikalarla korunabileceğini çok iyi bilen Atatürk, zorbalığa, sömürüye karşı emeğin yanındadır. Sonunda kazananın emekçiler olacağını şu sözleriyle açıklar: “Kılıç kullanan kol yorulur, nihayet kılıcı kınına koyar ve belki kılıç o kında küflenmeye, paslanmaya mahkûm olur. Lakin saban kullanan kol gün geçtikçe daha ziyade kuvvetlenir ve daha çok kuvvetlendikçe daha çok toprağa sahip olur.”
Salıncaktaki Atatürk’ü sallamak için ağacın ve dolayısıyla heykelin bulunduğu alana yalnızca çocuklar girebilir. Çocukların salladığı bir Atatürk heykeli... Çocuklar dedim; çünkü bir onların elleri kaldı kirlenmemiş!
26
www.haberrevizyon.com
Bakış İstanbul’dan İnsan Öyküleri Nazır ŞENTÜRK
SOĞUK soğuk esiyordu lodos. Sarayburnu’ndan kalın bir iple kıyıya bağlanmış siyah, sarı boyalı küçük kayık bir sağa, bir sola sallanıp duruyordu. Üstünde ihtiyar biri; avurtları çökmüş, ensesi buruşuk... Yüzünün kanı çekilmiş, küçük mavi gözleri gömülmüş göz çukurlarına. Kayığın üstünde sallanıp duruyordu.
Gözleri uzaklarda, lodosun çırpıştırdığı denizi gözlüyordu. Sahilde bir tek o vardı. Başka balıkçılar, lodosun hırçınlığından olacak, çıkmamışlardı anlaşılan. Yağmur da çiseliyordu usul usul. Martılar yolcu vapurlarıyla uçuyordu. Yolcular, vapuru izleyen martılara simit kırıntılarını atıyorlardı. Yolcular da keyifleniyorlardı martıların ekmek kapma yarışına. Simit parçasının her yakalanışında yolculardan, “Bravo!” sesleri yükseliyordu. Kıyıdaki kayıkçı usulca mırıldandı kendi kendine. “Martılara bravo” diye söylendi. “Kuşlara bravo, insanlara yok!” Ayağa kalktı, denizi gözledi. Sonra aldı kürekleri, denize açılacak. Oturdu, küreklere davrandı. Arkadan “Selim! Selim!” diye bir ünleme duydu. Döndü sesin geldiği yöne. “Ne var Ayvaz?” “Nereye gidersin bu havada be ya?” “Ne varmış bu havada?” “Görmez misin, lodos denizi devirir bir o yana, bir bu yana?” Elini salladı; “Olsun, lodos yeni mi esiyor İstanbul Boğazında?” “Yapma Selim. Sen bugün eceline mi susadın?” Bunun üzerine duraksadı, ellerini kenetledi, atladı, indi kayıktan, yürüdü, kıyıdaki parka çıktı, arkadaşının yanına geldi. Üstünü arandı, bulamadı aradığını. “Bir sigara ver” dedi. Yaktılar sigaralarını. “Neyin var yahu?” Ses çıkarmadan sustular. Üsteledi arkadaşı. “Neyin var diyorum. Taş gibi susuyorsun. Garip bir huy var sende.” “Şeyy” dedi, yutkundu. “Oğlan bugün...” dedi. Bugüne kadar dememişti böyle bir söz. “Ne dedi?” “ ‘Bak başının çaresine baba’ dedi.” Gözleri yaşardı, hıçkırdı kesik kesik. 28
www.haberrevizyon.com
Bakış
BAK BAŞININ Çaresİne
“Çocuklaşma be Selim. Sağlık olsun. Niye öyle söyledi ki? İyiydiniz.” “Ben de bilemedim. O da daraldı geçim derdinden herhal. Sıkıntısı hiç dinmedi.” “Nasıl dedi sana?” “Dün akşam, evde çoluk çocuğun ortasında; ‘Baba, artık bak başının derdine’ dedi. Çok kötü oldum. Birdenbire elim, ayağım buz kesti. Sanki İstanbul yıkıldı üstüme. Karanlık soğuk sokaklarda yılkı kalmış gibi sandım kendimi. Yaş 65. Nereye giderim ben bu yaşta, nereye sığarım?” “Haklısın yahu! Yani oğlan aklı başında biriydi.” “Doğru. Şahin, biricik oğlum. Ben başka kimin yanına sığarım? Varımı, yoğumu, ömrümü ona verdim. Şurda elim, ayağım tutuyor. Gücüm yettiğince de eve ekmek götürürüm. Şahin niye birden bana yol gösterip, ‘Baba bak başının çaresine’ dedi? İçim yandı valla.” “Doğrusun Selim, ama o kadar da takma.” “Nasıl takmayım? Aha bu akşam eve gittiğimde, kırk yıldır açıp girdiğim kapı kapanacak yüzüme. Ne zordur, bilir misin? Düşündükçe vücudum buz gibi oluyor. Ben bu akşam ne yapacağım? ‘Baba, bak başının çaresine’ dedi. Hadi, al bakalım.” Arkadaşı, balıkçı Selim’in yüzüne baktı kaldı. Onun yalnızlığını iliklerine dek özümsemiş olmalı ki, gözleri nemlenmişti. Balıkçı Selim, oğlu Şahin’in, “Baba, bak başının derdine” demesiyle belki de ömrünün son basamağında, sokağa konulmanın acısını, yalnızlığını, umutsuzluğunu doldurmuştu yüreğine boş bakışlarla avuçlarını ovalarken. İstanbul’da dünya milenyuma “Merhaba” diyordu. Boğaz da, Sarayburnu’ndaki kıyıda küçük bir kayıkçı teknesiyle yaşama tutunmaya çalışan ihtiyar Balıkçı Selim’e. 29
www.haberrevizyon.tv
Haber ‘‘Bildiğim tek bir şey var ki benim ülkemin Başbakanı, benim milletimin vatanseverliğini ayakları altına alıyor.’’
SİYONİZM Rafael Sadi Saygıdeğer Okurlar, Ne yazık ki geçtiğimiz ay elimde olmayan nedenlerle yazmak istediğim yazıyı yazamadım. Gerekli belgeler zamanında elime geçmedi ve gündem çok hızlı geliştiği için de güzelliklerle dolu bir yazıyı sizlere sunamadım. İlk fırsatta tamamlayıp sizlerle paylaşacağım kısmet olursa.Bu ay yazmak istediğim konu siyasetten uzak hoşluklar ve güzelliklerle dolu istedim ancak iki ülkem arasında gelişen ve ağırlıkla Sayın Başbakan’ın BM Viyana toplantısında sarf ettiği sözler hakkında yazmadan geçemeyeceğimi anlayınca güzellikler, hoşluklar yerine nahoşlukları irdelemek kaldı. Sayın Recep Tayyip Erdoğan, B.M. Viyana Medeniyetler toplantısında hiçbir medeniyet kaidesine uymayan ve hoş karşılanmayan bir şekilde Yahudi Vatanseverliği veya Yahudi Milliyetçiliği olarak da tercüme edebileceğimiz Siyonizm’i, Antisemitizm ve Faşizm ile bir tutmuş ve bunu bir insanlık suçu olarak nitelemiştir. Her ülke ve millet, kendi vatanını sevme ve bu vatana ait topraklar üzerinde bir devlet kurma hakkına sahiptir ve bu uğurda verilen çabalara saygı göstermekle yükümlüdür. Aynen Türk Milletinin vatanını sevmesine veya Fransızların kendi topraklarını savunma hakkına karşı çıkılamayacağı ve bunu suç, hele hele insanlık suçu olarak değerlendiremeyeceği açık ve sarihtir. Tarih boyuna Yahudi Milletinin ne gibi suçlamalara ve karalamalara maruz kaldığını anlatma gereği bile duymuyorum. Ancak doğduğum, büyüdüğüm ülkemin; vatanım saydığım Türkiye’min Başbakanının bu şekildeki ifadesi beni ve benim gibi dünya geneline dağılmış yaklaşık 150.000 kadar Türk Yahudisini derinden yaralamıştır.
En basit ifadesi ile Siyonizm, Yahudi milletinin yüzyıllarca hükümranlık sürdüğü İsrail Krallığının, Yehuda Krallığının toprakları ve baş şehri YERUŞALAYİM (Kudüs) olan şehirde bir devlet kurma ülküsüdür. Bu ülküye kimsenin karşı çıkma veya bu arzuyu hayali Faşizm ile eşdeğerde tutup insanlık suçu olarak değerlendirme hakkı yoktur, olamaz. Bu, Recep Bey olsa bile. Sayın Türkiye Başbakanı’nın neredeyse yaşamı boyunca İsrail karşısında bir siyaset güderek hocası Necmettin Erbakan’dan aldığı feyz ile Yahudi düşmanlığını ve İsrail karşıtlığını siyasi sermaye yaparak iktidar olmayı becerebilmiş olduğunu hepimiz görüyoruz. Bu kendisine siyasi prim getiriyor ve ne zaman Yahudiler ve İsrail aleyhine açsa iç siyasetteki popülaritesi artıyor ve sanal da olsa oyları artıveriyor. İsrail cephesinden Erdoğan aleyhinde neredeyse bir tek söz bile duyulmamış ve yazılmamıştır. İsrailli siyasi liderler bu konuda birçok tepki almalarına rağmen Erdoğan’a resmi tepkiler vermediler. 30
www.haberrevizyon.com
Bunun iki sebebi vardı; 1- Tepki Erdoğan’ın işine yarayacak ve hakkında daha fazla konuşulmasını temin edecekti. Erdoğan’ın istediği de daha fazla reklamdı. Erdoğan’ın ne kadar Yahudi aleyhtarı olduğunun altı çizilirse oyları o kadar artıyor. O zaman İsrail açısından en doğru şey kendisine yardım edecek tepkiler vermemekti. 2- İkinci sebep ise İsrail Hükümeti ve siyasi yetkilileri, Erdoğan’ın ilanihayen iktidarda kalmayacağını ve günün birinde birilerinin kendisini değiştireceğini var sayarak Türk halkını karşısına alabilecek polemiklerden uzak durmayı yeğlediler ki bu birinci sebep ve sonucuna da uygundu. Ta ki Sayın Erdoğan zevahire dokunana kadar. Siyonizm ile oynamak ve bunu insanlık suçu addetmek, hatta faşizm ile eşdeğerde tutmak olacak şey değildi ve en başta İsrail Başbakanı Binyamin Natanyahu bunu dünyadan kaybolmuş sandığı karanlık bir düşüncenin ürünü olduğunu beyan etti ve orada da kaldı; devam etmedi, herhangi bir diyalog ve polemiğe mahal vermedi.
Haber Her ülke ve millet, kendi vatanını sevme ve bu vatana ait topraklar üzerinde bir devlet kurma hakkına sahiptir ve bu uğurda verilen çabalara saygı göstermekle yükümlüdür.
VE ERDOĞAN
Ancak İsrail’in yapması gerekenleri başta ABD Devlet Başkanı Hüseyin Barak Obama, Erdoğan’ı alenen eleştirerek bu ifadenin kabul edilemez olduğunu açıkladı. Türkiye ziyaretinde bulunan ABD Dış işleri Bakanı Kerry ise “Bunu söylemiş olmanızı büyük bir talihsizlik ve nahoş bir ifade olarak görüyorum” dedi ve gerek İsrail ilişkileri gerekse koltuğunun altındaki Ortadoğu artı Suriye dosyası konusunda konuşmadan yoluna devam etti. Ban Ki Moon ağır bir lisan ile, AB Lideri Bayan Ashton da en münasip lisanla Erdoğan’ı eleştirirken 13.03.2013 günü 100 kişilik ABD senatosundan 84 senatörün imzaladığı bir ayıplama ve resmen ‘’Sözlerinizi geri alın’’ diyen mektubu basına düştü.
Bütün bunlar Sayın Erdoğan’a herhangi bir prestij kazandırmıyor ve Türkiye’miz böylesi aşağılayıcı mektupları aslında hak etmiyor. Yoksa hak ediyor muyuz?
Bütün bunlar Sayın
Bakın, Sayın Erdoğan 2005 yılında İsrail’i ziyaret ettiğinde gezisini bizzat takip ettim ve yerde, yakınında oldum. Hatta kendisi ile bir röportaj yapma fırsatım da oldu.
Erdoğan’a herhangi bir
Her yabancı devlet adamı İsrail’e ziyaret’e geldiğinde Soykırım Müzesi Yad-Vaşem’e ziyaret’e götürülür ve gerek saygı duruşunda bulunulur gerekse ona anı ve ziyaret defterine duygularını yazması imkanı tanınır.
aslında hak etmiyor.
prestij kazandırmıyor ve Türkiye’miz böylesi aşağılayıcı mektupları
Yoksa hak ediyor muyuz?
31
www.haberrevizyon.tv
Haber Sayın Erdoğan’ın Yad-Vaşem ziyaret defterine yazdıklarının resmini çeken tek gazeteci bendim. İsrailli gazeteciler bunun ne kadar önemli olabileceğini hissetmemişlerdi. Bakın neler yazmış:
Bugün 01.Mayıs.2005 Holokost tarih boyunca insanlığa karşı işlenmiş en akıl almaz suçtur. İnsanlık bir daha asla benzer bir olayla karşı karşıya kalmamalıdır. Türk Milleti yüzlerce yıldır, barış, sevgi ve karşılıklı anlayış içinde yaşadığı Yahudi halkıyla yakın ve dostane ilişkilerimizi geçmişte olduğu gibi gelecekte de sürdürecektir. Irkçılığa asla ödün verme gibi bir anlayışa sahip olamayız. Aksine mücadele kararlılığımız vardır. İnsanlık tarihinin en karanlık dönemini tüm acı hatıralarıyla gözler önüne seren bu mekanda kadını, erkeği, genci, yaşlısı milyonlarca Holokost kurbanının anısı önünde Türk Milleti ve şahsım adına ihtiramda bulunuyorum. Recep Tayyip Erdoğan Türkiye Cumhuriyeti Başbakan
Bu satırları yazarken Yad Vaşem’de hemen karşısındaydım ve fotoğrafını da çektim. Bu sözcükleri de aklından yazmamıştı; bir kağıttan bakarak yazmıştı. Ayıp değil tabii ama detayı da görmüş olmaktan sevinçliyim. Bugünlerde Türkiye Dış İşleri’nden sızan bilgilere göre Sayın Başbakanın kendisine hazırlanan metin ve açıklamalara sadık kalmadığı ve istediği şekilde freni patlamış kamyon misali evvelce hazırlanmış metinlerden farklı şeyler söylemesinden şikayetçi oldukları söyleniyor.
Kendisini iktidarda tutan ve aslına bakarsanız da başarılı olduğu konu popülaritesini sürekli canlı tutabilmesidir. Bakın hangimizin veya kimin dedikleri ABD başkanı Obama, BM genel Sekreteri Ban Ki Moon, ABD Dış İşleri Bakanı Kerry ve de AB başkanı Bayan Ashton ile 84 Amerikan senatörü tarafından eleştiriliyor? Başbakan Erdoğan eleştirildiğine göre söyledikleri kızdırsa da, yanlış da olsa ‘bunu yapanlar açısından bir anlamı ve değeri var ki eleştiriyorlar’ mantığı ile değerlendirecek olursak Sayın Erdoğan yapmış olduğu bu yanlış ile gurur duyuyor ve “hedefe vardım” diyordur.
Peki, bunu neden anlattım? Gelin irdeleyelim. Sayın Erdoğan’ı tanıyanlar sanırım bilir; kendisinde tesadüf kelimesi mevcut değildir. Hiç bir şeyi planlamadan ve sonuçlarını irdelemeden yapmaz.
Sayın Erdoğan’ı tanıyanlar sanırım bilir; kendisinde tesadüf kelimesi mevcut değildir. Hiç bir şeyi planlamadan ve sonuçlarını irdelemeden yapmaz.
Davos One Minute (veya Van minüt) şovu dahil her şey planlı ve organizedir. Bu ifade de bu şekilde planlıdır diyorum ve ekliyorum. 32
www.haberrevizyon.com
Haber Tabii ki uzun vadede bu türden prestij kayıpları ile Türkiye neler kaybedecek veya gerçekten de kaybedecek mi, hesabını yapabilen belki de yoktur. Kaldı ki Obama ile Ban Ki Moon bunun ne gibi sonuçlar doğurabileceğini biliyorlar mı? Ben neler olabileceğini bilmiyorum, ama bildiğim tek bir şey var ki benim ülkemin Başbakanı, benim milletimin vatanseverliğini ayakları altına alıyor. Hoş Türk milliyetçiliğini ayaklar altına aldığını beyan etmekten kaçınmamış T.C. Başbakanı’nın İsrail ve Yahudi milliyetçiliğini ayaklar altına almaktan çekinebileceğini düşünmek bile abestir.
‘‘Kendilerine “milliyetçi” diyen ancak aşırı uçlarda seyredenlerin de bu damgada payları olmadığını söylemek yanlış olur.’’
Sanırım Sayın Başbakan milli değerler ile değil dini değerler ile yetişti ve yetiştiği dönemlerde ne yazık ki milliyetçilik kavramı ırkçılık ve faşizm ile özdeşleştiriliyordu. Bunun bu şekilde algılanmasının suçlusu, sadece bunu bu şekilde algılayanlar olmasa gerek.
Şunun altını çizelim isterseniz Yahudi Milletinin milliyetçiliği (vatanseverliği) olan Siyonizm’i faşizm ile eşdeğerde tutmak ise Antisemitizm’in ağa babasıdır.
Kendilerine “milliyetçi” diyen ancak aşırı uçlarda seyredenlerin de bu damgada payları olmadığını söylemek yanlış olur.
Ne yazık ki Mavi Marmara da bu şovların en görkemlisi idi; hedefi Türkiye ile İsrail’in arasını açmaktı ve ne yazık ki becerdi.
Yad Vaşem’de altına imzasını atarak karşısında olduğunu yazılı olarak beyan ettiğinin aksini yapmak bir Türkiye Başbakanına yakışmamaktadır.
Bu ifadeler Sayın Erdoğan’ın Siyonizm’i Faşizm ile eşdeğerde saymasını aklamamakla birlikte nasıl şekillendiğimi izah etmek açısından özel bir anlamı vardır. Ne yazık ki Sayın Erdoğan Türkiye’nin milli değerlerinden çok dini değerlerine kaymış ve bundan prim yapmakta geçinmektedir.
‘‘Siyonizm’i faşizm ile eşdeğerde tutmak Antisemitizm’in ağa babasıdır.’’ 33
www.haberrevizyon.tv
YOKSA İHTİYAÇ MI?
Haber
G
Hollanda ve Güney Kore bunlara örnek verilebilir. Türkiye’de genelev işletmek, genelevde çalışmak ve buralardan hizmet almak yasal. Genelev konusu son yıllarda değişik zamanlarda da olsa pek çok boyutta tartışılan ve gündemde yer alan bir konu haline geldi. Bu tartışma konularından bir tanesi de genelevlerin kapatılması istemiyle Meclis Dilekçe Komisyonu’na verilen dilekçe ve yasa teklifiydi.
enel anlamıyla bakıldığında genelev, bir işletmecisi olan ve bu işletmenin bünyesinde çalışan hayat kadınlarının erkeklerle belirli bir ücret karşılığında cinsel ilişki kurdukları mekan olarak tanımlanabilir. Bazı ülkelerde genelevler yasal, bazılarında da tamamen kanun dışı. Bazı ülkelerde, masaj salonları gibi yerlerin genelev olarak da kullanılması da yine yasal kabul ediliyor.
TARİHİN EN ESKİ MESLEKLERİNDEN BİRİ Sex işçiliği, tarihin en eski mesleklerinden birisi. Tarih öncesi toplumlardan günümüze kadar sürdürülen bir meslek. Sümerler, Mısırlılar ve ardından da Eski Roma ve hatta Osmanlı dönemlerine bakıldığında dünyada örneklerini bolca görebileceğimiz, ahlaki boyutu toplumların geçmiş kültürleri ve sosyolojik yapılarına göre değerlendirilse de hep var olmuş bir meslek. Dünyada sex işçiliğine dair tarih öncesi dönemlerden verilebilecek en belirgin örneklerden birisi Roma’lıların, bugünkü adıyla Napoli şehri yakınlarında yer alan Pompei Antik kentindeki kalıntılardır.
Kaynaklara göre Pompei, Vezüv Yanardağı M.Ö. 79 yılında patlamadan önce farklı milletlerden birçok denizcinin ve tüccarın gittiği bir liman şehri. Şehre gelen erkekler sex ihtiyaçlarını gidermek istediklerinde, aynı dili konuşamıyorlarsa, şehrin kaldırımlarında yer alan işareti takip ettiklerinde yol onları doğruca geneleve götürüyor. Geneleve vardıklarında ise yine dil bilmiyor ve isteklerini anlatamıyorlarsa, duvara işlenmiş fresklerde bugün de görülebileceği gibi resimli menüler oluşturulmuş. Gelen müşteri menüden seçimini yapıyor, işi bitince de yemek yemiş de restoranda parasını ödüyormuş gibi menünün karşısında yazan ücreti ödeyip çıkıyor.
GÜNÜMÜZ TÜRKİYE’SİNDE GENELEVLER Türkiye’de yurt genelinde 60 ilde resmi genelev var ve binlerce kadın buralarda seks işçisi olarak çalışıyor. Çalışan kadınlar devlet koruması altında ve genelevde çalışan kadınlara vesika veriliyor. Bu vesikanın verilmesi kadının para karşılığı seks yaptığını emniyet birimlerinin resmi tespitine bağlı. Bu yüzden zaman zaman resmi olarak fuhuş yapmak veya yaptırmak isteyenler polise ihbarda bulunuyor ve para karşılığı seks yaparken yakalanan kadın, tescilli hayat kadını haline geliyor. Sosyal güvenceleri ise, SGK’ya işletmecinin beyan ettiği şekliyle karşılanıyor Fuhuştan kazandıkları paradan devlet vergisini alıyor.
Türkiye’deki kayıtlı genelevler devletin denetimi altındadır ve ruhsatları vardır. Polis koruması altında hizmet verirler. 18 yaş altı erkekler geneleve giremez. Genelevde çalışan kadınların hikayeleri iç burkan, şaşırtan, bazen de “pes artık!” dedirten cinsten olsa da çalışmaya devam ettikleri sürece toplum sağlığını korumak ve cinsel yolla bulaşan hastalıkları erken teşhis etmek adına düzenli sağlık kontrolleri devlet tarafından zorunlu olarak yaptırılır. Genelev’de çalışan kadınlar işçi sıfatındadır.
36
www.haberrevizyon.com
Haber
Türkiye’de yurt genelinde 60 ilde resmi genelev var ve binlerce kadın buralarda seks işçisi olarak çalışıyor.
37
www.haberrevizyon.tv
Haber
Türkiye’de fuhuş yasal ve Türk Ceza Kanunu’nun 5237 sayılı yasanın 227. maddesi tarafından düzenlenmiş. Ancak, fuhuşa teşvik eden ve yolunu kolaylaştırana iki yıldan dört yıla kadar hapis cezası uygulanır. Ayrıca, fahişelerin yabancı olmaması gerekir: pasaport kanunun 8. maddesine göre Türkiye’ye girmeleri izinli olmayan kimseler arasında “Fahişeler ve kadınları fuhuşa sevkederek geçinmeyi meslek edinenlerle beyaz kadın ticareti yapanlar ve her nevi kaçakçılar” bulunmaktadır. Türkiye’de genelevlere ruhsat verilir, bunu düzenleyen tüzük “Genel Kadınlar ve Genelevlerin Tabi Olacakları Hükümler ve Fuhuş Yüzünden Bulaşan Zührevi Hastalıklarla Mücadele Tüzüğü”dür.
Son zamanlarda büyük şehirlerde Zührevi Hastalıklarla Mücadele Tüzüğü’nün verdiği yetkiye dayanarak hayat kadınlarına, Kabahatler Kanunu’nun 32’nci maddesine göre ceza kesilmeye başlanmıştır. Kabahatler Kanunu’nun 32’nci maddesi, “yetkili makamlar tarafından adli işlemler nedeniyle ya da kamu düzeni veya genel sağlığın korunması amacıyla hukuka uygun olarak verilen emre aykırı hareket eden kişiye idari para cezası kesilmesini” öngörür. Modern ülkelerde göçmen olanlar haricinde, fahişelere değil de, teşvikçiye, müşteriye ceza uygulanırken, bu kanunun Türkiye’de fahişeye karşı kullanılmasının mantığı tartışmalıdır.
38
www.haberrevizyon.com
Haber “GENELEVLER KAPATILSIN” DEDİ, YASA TEKLİFİ VERDİ. Ocak ayında AKP İstanbul Milletvekili Nureddin Nebati, partisinin Grup Başkanlığı’na verdiği yasa teklifi ile genelevlerin kapatılmasını istemiş ve gerekçesinde, kadınların bu çağda bir mal gibi satılmasına devletin izin vermemesi gerektiğini belirtmişti. Bu durumun devam etmesinin modern çağda kölelik düzeninin devam ettiği izlenimi yarattığını da ifade eden teklif in ardından bir inceleme yapıldı.
Toplumda ilişkilerin daha rahat yaşanması da ilgiyi azaltmıştır. Genelevler zaman içinde kendiliğinden işlevini yitirecektir. Hala ihtiyaç duyan az da olsa bir kesim vardır. Çok ihtiyaç duyan kesimin bu imkandan mahrum kalması durumunda tecavüzler artabilir, sağlık sorunları yaşanabilir.” Görüşleri çıktı ve teklif beklemeye alındı. Bununla birlikte geçtiğimiz günlerde genelevlerin kapatılması için TBMM Dilekçe Komisyonu’na başvuruda bulunuldu. Hüseyin Acı’nın ilk imzayı attığı dilekçede şu açıklamalar yer alıyor; “Nefis gıdasını aldıkça acıkır, ruh gıdasını aldıkça doyar ilkesini esas almış bir milletin çocukları olarak, her türlü pisliğin döndüğü ve içerisinde açıkça zina yapıldığı bilinen genelevlerin kapatılmasını istiyorum”.
Yapılan değerlendirmede de “Devlet eliyle kadın satışı yapılmıyor. Genelevler özel işletmelerdir, sadece bir izin prosedürü uygulanır. Genelevlere ihtiyaç duyan kesim zaman içinde azalmıştır. Geçmişte olduğu gibi gençler arasında geneleve gidenlerin sayısının yüksek değildir. Daha çok köyden gelenler ilgi göstermektedir.
HAZİNEMİZİN HELAL GELİRİNE HARAM PARA Hüseyin Acı’nın dilekçesi şöyle devam ediyor; “Hele bu işletmelerin kapısına bizim vergilerimiz ile maaşlandırılan Türk polisinin dikilmesi, fuhuş yapan kadınların devlet eliyle kontrollerinin yapılması ve ödenen o pis paralardan bir kısım vergiler alınarak hazinemizin helal gelirine haram para katılması, kabul edilir bir durum değildir.
Devletin bu pis işletmelerden elini çekmesini talep ediyorum. Bu fuhuş bataklığına benim çocuğumun da bulaşma ihtimalini düşünerek Türkiye’deki genelevlerin kapatılmasını talep ediyorum. Örf ve adetlerimize, toplumsal ahlak değerlerimize aykırı olan bu kurumların kapatılması için yeni anayasada düzenleme yapılmasını talep ediyor, bu talebimin ciddiye alınmaması halinde dilekçemi okuyan tüm yetkililerin vebal üstlendiğini hatırlatıyorum.’’
ŞEFKAT-DER: “ERKEK GENELEVİ DE AÇILSIN” Ardından konuyla ilgili bir açıklama da ŞEFKAT-DER’den (Şefkat Kapısı Kimsesizleri Güçsüzleri Barınmasızları Açları ve Zor Durumdakileri Koruma Derneği) geldi. “Erkeklerin kadınları vesikalandırıp köle gibi çalıştırdığı genelevler normal de, erkeklerin vesikalandırılıp kadınların hizmetine sunulacağı genelevler de normal olacak mı?” sorusunu soran Dernek Başkanı Hayrettin Bulan, şunları ifade etti:”Ya kadınların vesikalandırılıp köleleştirilip mal gibi satıldığı insanlık ayıbı genelevlerdeki kadınlardan özür dilenip, vesikaları imha edilip, tazminat ödenerek sosyal haklara kavuşturulacak ya da isteğimizin gerçekleşmesi için gerekirse Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne dahi başvurarak mücadelemize devam edeceğiz. TBMM, Hükümet, siyasi partiler tam bir uyum içerisinde bunlara gerek kalmadan genelevlerin insan hakları, kadın hakları ihlali olduğunu kabul etsin, genelevlerdeki hayatı çalınan hayatsız kadınların vesikalarını imha ederek, bu kadınlardan özür dileyip tazminat ödemesini ve sosyal haklara kavuşturulmasını sağlasınlar. Yoksa tüm dünya yakında Türkiye’deki ‘erkek genelevi’ tartışmasını konuşacak” dedi.
17 Mart’ta TBMM önünde pankart açan ve kadınların genelevde çalışmasının durdurulması için TBMM’den yasa çıkarılmasını talep eden Bulan ve daha önce genelevde çalıştığı belirtilen üç kadın, TBMM’nin Dikmen kapısında ‘’TBMM Seks Köleliğini Sonlandır’’ yazılı pankart açtı ve köleliği sembolize ettiğini söyledikleri zinciri boyunlarına taktı. Grup adına konuşan Bulan, buralarda çalışan kadınlara tazminat ödenmesi, sicil kayıtlarının temizlenmesi ve sosyal güvence kazandırılması gerektiğini belirtti. Bir dönem genelevde çalışan Ayşe Tükrükçü’nün yazdığı ve hayatını anlatan kitabı milletvekillerine gönderdiklerini belirten Bulan, şartları daha iyi anlamaları için siyasileri genelevleri görmeye davet etti.
39
www.haberrevizyon.tv
Haber “1 HAFTADA 2000 ERKEK” İlerleyen günlerde de ŞEFKAT-DER’e 1 hafta içinde 2 bin erkeğin genelevde çalışmakla ilgili sorularla başvurduklarını belirten açıklamalar gündeme düştü.
Yapılan açıklamaya göre erkeklerin genelevde çalışma konusunda en çok sordukları sorular şunlar: “İşsizim, çok zor durumdayım, ben de erkek genelevinde çalışabilir miyim? Bunun için nereye başvurmam gerekiyor?” “Erkekler de kadınlar gibi vesika mı çıkaracak?” “Genelevden çıkmak istediğim zaman çıkabiliyor muyum?” “Erkek genelevinde vizite ücreti ne kadar olur? Patronun payı, devletin vergisi ne kadar olur? Bana ne kadar kalır? Emekli olabilmek için kaç yıl çalışmam gerekir?” “Erkek genelevinde güvenlik olacak mı? Namus cinayetine maruz kalabilir miyim?” “Genelev yaşamını bırakmak istediğim zaman, rahatça bırakabilir miyim? Genelev mafyasının bir baskısı olur mu?” “Evli erkekler de genelevde çalışabilir mi?”
Genelevlerin yasaklanıp kapatılması şimdilik söz konusu değil ancak artık eskisi kadar müşterisi olmadığı için kapanan genelevleri olduğu görülüyor.
“Genelev yaşamını bırakmak istediğim zaman, rahatça bırakabilir miyim? Genelev mafyasının bir baskısı olur mu?”
Bunlardan bir tanesi Afyonkarahisar’daki genelev. Afyonkarahisar Valisi’nin yaptığı açıklamaya göre işletmecisi, kar etmediği için genelevi kapatma kararı almış.
“Vesikalı genelev erkeği olmak çocuklarımın hayatını nasıl etkiler ve çocuklarımın bazı özel mesleklere girmesinde vesikam olumsuz etki yapar mı?” 40
www.haberrevizyon.com
Keşif Balta Tiymez Mezarlığı Avrupa’nın En eski Türk ve Musevi Mezarlığı olma özelliğini taşımaktadır. Bu mezarlığı kuran ve hüküm sürdüğü dönemde Doğu Avrupa’dan Güney Kafkasya’ya kadar çok geniş bir coğrafyaya yayılmış olan Hazar İmparatorluğu, Cumhurbaşkanlığımız forsunda bulunan yıldızlardan bir tanesi ile de temsil edilmektedir. Bu mezarlık, Hazar İmparatorluğunun Mirasçıları olan Kırım Karay Türklerinin, Balta – Tiymez (Balta dokunamaz, değemez, vurulamaz) mezarlığıdır. Mezarlıktaki meşe ağaçlarının kesilmesi yasak olduğundan Balta-Tiymez adı verilmektedir. Balta – Tiymez Mezarlığı Ukrayna’nın güneyinde bulunan Kırım yarımadasının, Bahçesaray şehrinde, Kırk-Yer bölgesindedir. Hemen üst tarafında, Hazar İmparatorluğu zamanından kalma bir garnizon olan Çufut (Çift)-Kale bulunur. Kırım’ın bugünkü tarih itibariyle 2500 yıl öncesinden bir Türk yurdu olduğunu gösteren deliller taşıdığı için Türklük ve Türk Dünyası için oldukça önemlidir.
Aramice ve İbranice yazılmış Türkçe isimler
Karaylar XIII. asırdan önce Türk ve Fars adlarını kullanırlardı. Kırım Tatarları o zamanlar Kırım’da değillerdi. Örneğin Farsça bir ad olan Gulaf (635), Goher (815), Arzu (836) Türk-Tatar adı Bikaçe (635-834), Mamuk (720- 796), Aytolu (815), Türk adı Biyana (845), Tohtar (898), Beklaf-936 bunlardan sayılır. Bu adlar Kırım Tatar Türkleri arasında da yoktur. Biz burada Balta Tiymez Kabristanı’ndaki aile mezar taşlarına nakşedilen, 12. yüzyıla kadarki tarihler ve okunan kadın adlarını örnek olarak gösterelim. Akbike (1030), Ayke (719), Aytolu (825, 1023, 1086), Altınkız (1006), Arzu (836976-1045), Bibüş (1044), Bikeçe (635-834-937-1001-10881127), Biyana (845-1003), Bikelek (936), Biçe (1150), Gulef (635-1025-1064), Devlet (1024), Menevşek (982-1030), Meneveş (653), Murat (1000-1090), Saadet (1045), Sarra-Hatun (669), Severgelin (670), Sultan (975-1035-1049) Tohtar (898-1045-1140), Şahuv (704-1030), Emçi (726).
Adı yalancılıkla karalandı Balta-Tiymez Mezarlığı üzerinde en geniş ve detaylı çalışmayı bir Kırım Karay Türkü olan Haham ve Arkeolog Avraham Ben Şemuel Firkoviç yapmıştır. Bu Karay Türk alimi aynı zamanda Türk Birliği’nin Fikir Babası İsmail Bey Gaspıralı’nın yakın arkadaşıydı. Türk dünyasının ilk ortak dildeki yayını Tercüman Gazetesinde yazıları yayınlanmıştır. Büyük Din Adamı ve Türkolog, yapmış olduğu arkeolojik kazıları Avney Zikkaron adlı kitabında yayımlamış ve verdiği bilgilerin doğruluğu da, mezarlığın tarihi hakkındaki bilgileri de Rusya Kraliyet Bilim Akademisi tarafından da kabul edilmiştir. Vefatından sonra, Rus siyasi hayatının bekası açısından son derece tehlikeli keşif yapmış olan Haham Avraham Ben Şemuel Firkoviç’in adı yalancılıkla karalanmıştır. Bir başka Kırım Karay Türkü olan araştırmacı Aleksander Kokizov da basında bir hayli yer tutan tartışmalara son noktayı koyarak, Haham Avraham Ben Şemuel Firkoviç’in verdiği bilgilerin ve mezarlıktaki taşların Ulu Ata Sınavu isimle ve takvimle uyuştuğunu, ölenlerin ölüm günlerinin bile belli olduğunu ispat etmiştir. İlk önce Haham Avraham Ben Şemuel Firkoviç tarafından bulunan ve daha sonra değişik bilim adamlarınca yapılan kazılar ve araştırmalarla mezarlığın eskiliği ortaya çıkarılmıştır.
Erkek isimleri de şöyledir: Alani (706), Appak (1028), Baba (991), Babay (1046), Babakay (1090), Baba-şah (1047), Balıkay (1090–1098), Bahşi (622–619–667), Duvan (1065), İncirci (1175), Kefeli (1128), Mesud (807), Murza (1049), Parlak (180), Paşa (998–1035–1062), Sakizçi (1061), Temirza (1088), Tohtamış (262–578–1157), Ulu Ata (973), Çaban (1150–1157), Emeldeş (1172), Efendi (824). Arami ve İbrani alfabesi ile yazılı kitabeleri olan mezarların çok eskiliğinin Rusya’nın ve diğer Rabanik Yahudi’lerin itiraz etmemelerinin asıl nedeni, mezarlığın kime ait olduğudur. Çünkü bu mezarlarda yatan kişilerin adları Türkçe’dir. Haham Avraham Ben Şemuel Firkoviç’e karşı çıkan bazı araştırmacılar, kendilerine delil olarak Karay isimlerinin, kardeş topluluk Kırım Tatarları tarafından da kullanıldığını ve dolayısıyla bu isimleri Karayların Kırım Tatar Türkü kardeşlerinden aldıkları tezini savunurlar.
42
www.haberrevizyon.com
Tarihten Gizlenen
Keşif Avraham İŞCEN
Mezarlik
Neden saklı tutuluyor?
Karay Türkleri Balta Tiymez Kabristanı’ndaki bu mezar taşlarını “üzerinde tahrifat yapılıyor ve Türk adları yok ediliyor, mezarlığa saygısızlık yapılıyor” diye saklı tutmaktadırlar. Haham Avraham Ben Şemuel Firkoviç tarafından bulunan mezarlar ve el yazmaları, kitaplar ise o ahirete intikal ettikten sonra Saint Petersburg’da müzeye kaldırılmış ve adeta saklanmıştır. Firkoviç’in Koleksiyonu olarak bilinen bu buluntular bilim aleminden ve herkeslerden saklanmaktadır ve bugün dahi akıbeti meçhuldür. Ancak yüksek düzey Rus Otoritelerinden referansı olan araştırmalara açıktır. Bazı mezar taşları da, Sovyetler Birliği döneminde Bahçesaray’da yaptırılan Lenin Meydanı için kullanılmıştır.
Ağacı kuruyanın soyu da mı kuruyor? Kırım Karayları için bu mezarlık çok önemlidir. Orada, kendi ailelerinin kökü olarak inandıkları ağaçlar (terekler) vardır. Her ailenin bir ağacı olduğu gibi bu ağacın kuruması veya yok edilmesi halinde ailenin soyunun kuruyacağına inanılır. Burası kutsal bir mekan olduğu için, Kırım’ın dışında, çok uzaklarda yaşadığı ve vefat ettiği halde, Kırım Karay Türkleri için faydalı iş yapmış olanlar ve Kırım Karaylarının ileri gelenleri için de adına “Yolcıtaş” dedikleri anıt mezarlar da vardır. Mezar ziyareti, küçük bir taş parçası kabir üzerine konularak yapılmaktadır. Mezarlık içerisinde insanlar oldukça saygılı olmalıdır. İçerde sigara dahi içilmez. Balta – Tiymez Mezarlığı’nda herkes çalışamaz. Ancak ve ancak Kırım Karayları ve Türk soylu halklardan cemaatin izin verdiği kişiler çalışabilirler. Son zamanlarda Rusya Rabban Yahudileri veya İsrail’den geldiği söylenen bilim adamları, Kırım Karaylardan gizli olarak burada değişik kazılar ve araştırmalar yapmışlardır. Kırım Karayları bu durumu öğrendiklerinde şiddetle karşı çıkmışlar ve onları engellemişlerdir.
43
www.haberrevizyon.tv
Bakış
İĞNEYİ
KENDİMİZE
BATIRABİLİYOR MUYUZ Can we prick ourselves with the needle? İsmail Ahmet ORHUN
Gayet iyi hatırlayacaksınız; güzel ülkemizde, eski yıllarda 10 Kasım’da sevgili Atamızın ölüm yıldönümünde içki satışları yasaktı. Eğlence yerleri kapalı olur, sinema ve tiyatrolar perde açmazdı ama kimse de ortaya çıkıp “Ne oluyor kardeşim? Amacınız ne? Ben neden iki duble içip Ata’yı anmayayım?” demiyordu… You would remember it well that in our beautiful country, sale of alcoholic beverages was banned on the death anniversary of our beloved Atatürk. Clubs and pubs were closed and the cinemas and theatres would not open their curtains but no one would ever say; “What is going on brother? What is your purpose? Why can’t I drink and commemorate Atatürk?...
The other day, we were watching a football game with my friend and since the game was boring, we were immersed in a conversation about different things. My friend told me that his previous visit to the States was to Washington on a December 24th which is the Christmas Eve and despite all their search they had not been able to find any single open restaurants and shops after 5pm and even the hotel’s restaurant was empty because everyone was home to celebrate this religious day of theirs that it became traditional.
Geçen gün Amerika’ya sık sık giden bir arkadaşımla oturmuş futbol maçı seyrederken, maçın çok sıkıcı olması sebebiyle farklı konularda konuşmaya daldık. Bana, Amerika’ya önceki bir gidişinde Noel akşamı olan 24 Aralık tarihine Washington kentinde denk geldiklerini ve akşam 17.00’den sonra tüm aramalarına karşı bir tek açık restoran ve kafe bulamadıklarını hatta otel lokantasında dahi kimsenin olmadığını çünkü herkesin evine gidip kendilerince önemli olan bu dini günü evlerinde kutlamayı adet haline getirdiklerini söyledi.
After he said these, some other things stuck in my mind. Another friend of mine who also lives in America had previously told me that selling alcohol is not easy and shops or supermarkets who want to sell alcohol must have not only a license to sell but also a license from the state or the city. Alcoholic beverages are divided into two categories and those who are allowed to sell beer for instance cannot sell whisky. And drinking alcoholic drinks is only allowed in restaurants, bars and their backyards. It is strictly banned to drink alcohol on the streets. It is a reason to get arrested.
Bunları söyledikten sonra aklıma başka başka şeyler takıldı kaldı… Daha önceleri yine devamlı Amerika’da yaşayan bir arkadaşım orada içki satışlarının kolay olmadığını, satmak isteyen dükkan veya marketlerin sadece içki satış ruhsatı değil, eyalet lisansı veya şehir lisanslarına sahip olmaları gerektiğini söylemişti. Satılan içki sert veya hafif olarak iki sınıfa ayrılıyor ve bira satan, örneğin viski satamıyor… İçki içmek ise sadece restoran ile barlarda ve bunların bahçelerinde serbestmiş… Sokakta içki içmek kesinlikle yasak. Anında tutuklanmanız söz konusu olurmuş. Pazar günleri de kiliseye gitme günü olduğu için belli bir saate kadar birçok yerde içki satışı duruyormuş. Eğer siz o saatlerde satmak isterseniz yine özel lisans almak zorundasınız…
www.haberrevizyon.com
As it is the day for going to church, sale of alcoholic beverages in many places stop on Sundays. If you want to sell alcohol at those times, again you have to get a special license. 44
Bakış Yine bir şey paylaşmak istiyorum sizlerle. Gayet iyi hatırlayacaksınız; güzel ülkemizde, eski yıllarda 10 Kasım’da sevgili Atamızın ölüm yıldönümünde içki satışları yasaktı. Eğlence yerleri kapalı olur, sinema ve tiyatrolar perde açmazdı ama kimse de ortaya çıkıp “Ne oluyor kardeşim? Amacınız ne? Ben neden iki duble içip Ata’yı anmayayım?” demiyordu… Gazeteler “vay efendim, bu yasaklar nereden çıktı?” demiyordu; kimse rahatsızlık hissetmiyordu…
Here is another thing I want to share with you. You would remember it well that in our beautiful country, sale of alcoholic beverages was banned on the death anniversary of our beloved Atatürk. Clubs and pubs were closed and the cinemas and theatres would not open their curtains but no one would ever say; “What is going on brother? What is your purpose? Why can’t I drink and commemorate Atatürk?... Newspapers would not say “Where did these bans come from?” and no one would be annoyed with it.
Bence o uygulamanın olduğu yıllar (öteki) diye bir kavram gündeme gelmiyordu. Bu benim sembolüm bu senin sembolün denmiyordu… Dün İstanbul’un tepesinde bir yerde herhangi bir mekanı çalıştıran işletmeci alkollü içki içilmesine izin verirken, bugünkü işletmeciler izin vermeyebilir… Bundan doğal ne olabilir ki?
I think the concept “the other” was not a current issue during the years that this practice took place. “This is my symbol and that is yours” was not a topic of conversation. While the operator of a place on a hill in İstanbul would allow the sale of alcoholic beverages yesterday, today’s operators may not. What is more natural than this?
Aynı şekilde İstanbul’un kalabalık bir bölgesinde içki içilmesi de kimseyi rahatsız etmemeli, hatta bunların ülke ekonomisine olan ciddi katkıları dikkate alınmalı. Gerek alkolsüz servis veren işletmeciler, gerek alkollü içki satan işletmeciler, her gün binlerce liralık alışveriş yapıyor ve bir çok vatandaşımıza istihdam imkanı sağlayarak evlerine ekmek götürmelerine aracı oluyor… Hatta daha da güzeli belki alkol satmayan işletmede çalışan vatandaş haftada bir kez alkollü içki içmekten zevk alırken, bir meyhanede gece yarılarına kadar içki servisi yapan vatandaşımız beş vakit namaz kılıyordur… İkisinin de derdi aynı; ekmek parası, sağlıklı, huzurlu bir hayat…
Similarly, nobody should be disturbed by the drinking at a crowded area of Istanbul and besides this; even their contribution to the country’s economy should be taken into consideration. Either the operators not serving alcohol or the operators selling alcoholic beverages are trading over thousands of Liras, being an agent in providing employment to many citizens and helping them to make a living. And maybe even better than that, a person who works at a place where alcohol is not served enjoys drinking once a week whereas another working at a pub, serving alcohol until late night worships five times a day. Both of them have the same purpose; Money for food, a healthy and peaceful life…
45
www.haberrevizyon.tv
Bakış
Sayın Başbakanımızın işi gerçekten çok zor… Birçok uygulamayı hayata geçirirken bunların geçmiş yıllardaki yanlış ya da eksik uygulamalardan kaynaklandığını, eğer daha önce bir yanlışlık yapılmışsa bunun başka yanlış bir uygulama ile düzelemeyeceğini bildiğini, hele “öteki” kavramını canlandırmak niyetinde hiç olmadığını, seçim akşamı birinci parti olduğunda Parti binası balkonundan yapmış olduğu konuşmadaki gibi tüm ülkeyi kucakladığını, kucaklayacağını vurgulamalı… Altını çizmeli, anlamak istemeyene de anlatmanın bir yolunu bulmalı; bazen bir şeyleri anlatmak için sadece sözler yeterli olmayabilir…
Our Prime Minister has a hard row to hoe… While realizing many implementations, he must emphasize that these are the results of the misconduct or missing implementations and he knows that if something wrong was made in the past then it cannot be fixed with another mistake, and he does not intend to bring back the concept “other” and just like he mentioned at the speech he made on the balcony of the Party building on the evening when they won the elections, he should emphasize that he does and will embrace the rest of the country. He should highlight this and since sometimes words are insufficient in explaining somethings, he should find a way to explain this to those who do not want to understand.
Yazımın başında Amerika’dan örnekler verdim çünkü orada yapılan bir uygulamadan insanlar rahatsız olmuyor, yapılan uygulamalar tepki almıyor. İnsanlar demokrasiyi içlerine sindirmişler ve biliyorlar ki kendi haklarının bittiği yerde bir başkasının hakkı başlıyor… Ben bütün İstanbul’u dolaşmıyor um ama gelin havalar güzelleşince Pazartesi sabahları gidelim Kadıköy yakasındaki sahil yoluna ve sabah spor amaçlı yürümek isteyelim… Herhalde iki adım sonra gördükleriniz karşınızda mideniz bulanır ve yürüyeceğinize pişman olursunuz. Bir gece önce içilen içki şişeleri artık çöp kovalarına sığmamış yerlere saçılmış, yenilen içilen malzemelerin artıkları her yerde, ölçüyü kaçıranların ölçüsüz davranışlarının izlerini kargalar temizliyor… Bu mu özgürlük? Bu genç arkadaşlar gitmek için hayalini kurdukları Amerika’da böyle mi davranabilecek?
I gave examples from America at the beginning of my article because people are not disturbed with the implementations conducted there and they do not react negatively. People have internalized democracy and they know that one’s right ends when the other’s begin. I do not travel all around Istanbul but let’s intend to go for a sportive walk along the Kadıköy coast road on Monday mornings… You will probably feel nauseated and regret to have taken that walk. The bottles of the alcohol drunk the previous night are spread away because the litter bins were full, waste of drinks and food spread all over the ground and crows doing the cleaning up for the ones who knew no limits… Is this freedom? Would these young buddies behave this way in America where they dream to go?
Ya da caddelerde sokaklarda, parklarda bahçelerde erkek arkadaşları ile sarmaş dolaş yürüyen başörtülü genç kızlarımız böyle mi yürüyebilecek gerçek din kanunlarını uygulayan bir ülkede? İğneyi kendine çuvaldızı başkasına batıracaksın. “Birimiz hepimiz, hepimiz birimiz” demek istiyorsak herkes çok dikkatli ve özenli olacak… Yani daha alınacak çok yolumuz var.
www.haberrevizyon.com
Or would our young ladies who cover their heads and walk with their boyfriends embracing each other be able to walk like this in a country where real religious law is strictly followed? Prick yourself with a needle before you stick a darning needle into others. If we want to say “One for all and all for one”,everyone should be very careful and conscientious…I mean we still have a long way to go. 46
aybalik Modern dekorasyonumuz ve eşsiz Boğaz manzaramız ile sizlerin hizmetinizdeyiz. www.aybalik.com
Bakış
Şahin MENGÜ Her rejimde bir parlamento olabilir; ister işlevsel ister göstermelik, ama vardır. Parlamentonun varlığı, birden fazla partilerin bulunması da gerçek anlamda demokrasinin göstergeleri değildir.
DEMOKRASİNİN TEMİNATI
Demokrasinin en büyük teminatının özgür basın olduğunu İngiliz siyasetçi: “Lordlar Kamarası sizin olsun, Avam Kamarası da sizin olsun, siz bana özgür basını verin” diyerek özetlemiştir. Bu ülke insanın büyük bir çoğunluğunun doğru dürüst bilmeden hayranlık duyduğu Amerika Birleşik Devletleri’nin en büyük özelliği “ifade özgürlüğüdür” Orada Başkan Obama dahil herkes ve her eylem en acımasız şekilde eleştirilir, çünkü gerçek demokrasiye inanıyorsanız, düşünce ve ifade özgürlüğünü savunmanız şarttır. Amerika Birleşik Devletleri veya bir başka uygar ülkede, bir devlet başkanı veya hükümet başkanı, hoşlanmadığı yayınları yapan gazetelerin patronlarından, sevmedikleri, haz etmedikleri gazetecilerin işten çıkartılmasını isteyebilirler mi? Mümkün değil. Böyle bir istekte bulunamayacakları gibi akıllarından bile geçiremezler, geçirirlerse adama “sevsinler senin ileri demokrasi anlayışını” derler.
48
www.haberrevizyon.com
Bakış
“Ver Türk tipi başkanlığı, al özerkliği”
Burada gazete ve gazeteci görevlerini yapmışlardır. Görevlerini yapmayanlar bu ülkenin aydınları ve siyasal partileridir.
Demokrasinin hareket noktası, siyasi iktidarların, ancak kontrol edildikleri zaman doğru yolda kalacaklarına olan inançtır.
Demokrasiyi, basın özgürlüğünü içine sindiremeyen de Tayyip Erdoğan’dır.
Burada gazete ve gazeteci halkın haber almasını sağlamış, siyasal iktidarın kontrol edilmesinin önünü açmış, ancak bu ülkenin ne siyasetçileri, ne kamu hukukçuları, ne demokrasi ayıbı bu sözlere ve ne de ortaya dökülen ülke bütünlüğüne yönelik pazarlığa tek tepki vermemişler/verememişlerdir.
Doğru haber alma, doğruları ve gerçekleri bilme; yani doğru bilgilenme hakkı demokrasinin gereğidir. Özgür basın, halkın gerçekleri öğrenerek, doğru siyasal tercih yapabilmesi ve azınlığında çoğunluk haline gelebilme hakkı için şarttır.
Geçmişte ve günümüzde Dünyayı, Türkiye’yi sarsan haberlere bakın, bunların hepsi özgür basının başarısıdır.
Özgür basın, ister siyasi, ister ekonomik gücü elinde bulunduranların kamuoyu önünde hesap verebilmeleri için şarttır.
Demokrasiyi tam özümseyememiş ülkelerde, ülkesinin kaderini dilediği şekilde ele geçirmek isteyen siyasetçiler, önce basın özgürlüğünü yok etmeye çalışırlar. Bunu yaparken de aynen Tayyip Erdoğan’ın bugün yaptığı gibi, ülkenin yararını gözetiyormuş gibi bir algı yaratmaya çalışırlar.
Ülkenin aydınları, siyasi partileri için güçlü, yansız, ilkeli, demokratik bir yazılı ve görsel basın hedef olmalıdır. Bu hedefe ulaşabilmek için en azından siyasi partiler ilk etapta, Başbakan’ın böyle konuşmasının temel nedeni olan vergi inceleme ve denetim gücünün siyasal iktidarın etki ve yetki alanı dışına çıkartılmasının mücadelesini vermek zorundadırlar.
Daha yeni, muhteşem bir gazetecilik örneği olan “İmralı Tutanak”larının yayınlanmasına, büyük tepki veren Başbakan Tayyip Erdoğan “Sevsinler senin gazeteciliğini” diyebilmiştir. Ve bu tepkisini de, “sözde barış süreci” baltalandığı için vermiş gibi yapmıştır.
Dünyanın birçok demokratik ülkesinde, başta Amerika Birleşik Devletleri’nde olmak üzere vergi idareleri siyasal iktidarların kontrolünde olmayıp, özerk kuruluşlardır. Bu temin edilmeden iktidarların hoşuna gitmeyen hiçbir bilgi halka ulaştırılamaz.
Aslında burada tam olarak da yukarıda sözünü ettiğimiz “ülkenin kaderini tek başına eline almak” arzusunun, yani İmralı’da kotarılan “ver Türk tipi başkanlığı, al özerkliği” Anayasa oyununun ortaya dökülmesinden duyduğu rahatsızlıktır.
Nadiren de olsa ulaştırıldığı zaman da son tutanak olayında olduğu gibi, gazete ve gazeteci Başbakan tarafından baskı altına alınır.
Yani basın görevini yapmıştır.
Eğer demokratik bir ülkede yaşamak istiyorsak, demokrasinin teminatı olan özgür basın için hukuk mücadelesi vermek zorundayız.
49
www.haberrevizyon.tv
Bakış
ENERJIMIZI BAKANLIK TUKETTI Tüketiciler gün geçmiyor ki bir sürpriz ile karşılaşmasın. Banka, telefon, internet, su, elektrik faturalarındaki fazla tahakkuk eden tutarlar yetmezmiş gibi çıkarılan yasalarla vatandaşın cebini boşaltmak artık sıradan bir iş haline geldi. Biri Kaçırıyor, Hepimiz Ödüyoruz.
Bir zaman sonra yönetmelikte değişiklik yapıldı ve 2013 yılından itibaren elektrik sayaçlarının değiştirilmesinde abonelerden bedel alınmayacağı, mevzuatta yerini aldı. Hatta bunun üzerine Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Taner Yıldız, basına açıklamada bulunarak tüketicilerin sayaç bedelini ödemeyecekleri müjdesini vermişti. Gerçi dedik ya, zaten neredeyse tüm sayaçlar değiştiği için bu müjde kimeydi, bilinmez.
Elektrik faturalarına farklı isimler altında haksız bedeller yansıtılmakta ve bunun en can sıkıcısı, kayıpkaçak bedeli. Bir yerlerde birileri elektriğini kaçak olarak kullanmakta, dürüst vatandaş da onun kaçak kullandığı elektriğin bedelini ödemekte. Ne vakit ki, elektrik faturalarına “kayıp- kaçak bedeli” aşikar olarak görünmeye başladı, elbette ki, haklı tepkiler yükseldi kamuoyundan. Bu tepkiler karşısında bu bedelin kaldırılmasını beklerken, kaldırılan sadece bu kayıp kaçak bedelinin faturadaki ayrıntısıydı. Yani tüketici hala kayıp kaçak ödüyor ama ödediğini görmüyor. Ne memleket!
Geriye kalan analog sayaçlar da muhtemelen 2013 yılının sonuna kadar değiştirilmiş olacaklar. Yani 2013 yılı sonunda hemen hemen tüm analog sayaçlar değiştirilmiş olacaktır. O zaman, yönetmelik değişikliğine gidilerek “31 Aralık 2013 tarihinden sonra elektronik sayaç değişiminde ücret alınmayacaktır” demenin anlamı nedir? Yani değiştirilecek sayaç kalmamışken neyin kolaylığı sağlanmış oldu, anlayabilene aşk olsun.
Enerji kaybından oluşan zararın alt yapı yetersizliğinin giderilmesi ile mümkün iken, kaçak kullanımın önüne geçilmesi gerekirken, devlet kolay yolu tercih edilerek, bunu vatandaşına yüklemeyi tercih ediyor.
Elektrik Faturalarında İndirim Kime?
Konuyla ilgili Tüketiciler Birliği dışında bu haksızlığı dile getirip değişmesini isteyenler arasında Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı da var. Ne de olsa özellikle dar gelirliler için faturaya yansıyan miktarın yükünü en iyi bilmesi gereken Bakanlık, Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı.
Son günlerde elektrik konusuyla ilgili, en çılgın haberlerden biri de, indirim konusu. Sevindirici diyemiyoruz çünkü bu indirim herkesin nasiplenebileceği bir indirim değil. Elektrik faturası 150 TL ve üzeri olan serbest tüketicilerin faturalarına yüzde 15 oranında bir indirim yapılacak. İyi, ya faturası 70 TL gelene ne olacak?
Sayaçlar Değişti, Değişiyor, Değişecek…
Elbette ki indirim yapılmasına karşı olan yok. Buradaki asıl sorun fatura miktarında gizli. Yani sen ayda 150 TL elektrik faturası ödeyen tüketiciye -ki bu sosyoekonomik düzeyi yüksek olan bir tüketici demektir- indirim yapıyorsun ama ayda o kadar elektrik faturası ödese, yemeğe ekmek bulamayacak az gelirli tüketiciye sen ne geldiyse paşa paşa öde diyorsun…
Söz konusu elektrik olunca, diğer bir masraf kalemi sayaçlar. Hatırlarsınız, analog elektrik sayaçları abonelere bilgi verilmeden menşei ve kalitesi tartışılacak elektronik sayaçlarla değiştirilmiş ve bu sayaçların bedelleri faturalara yansıtılmıştı. Neredeyse değiştirilmemiş elektrik sayacı kalmamıştı. 50
www.haberrevizyon.com
Bakış
Herkes Gider Mersin’e…
Bugün asgari geçim düzeyinde veya bunun biraz üzerinde yaşayanların elektrik faturaları 60-100 TL civarındadır. Yani az tüketim yapmaya özen gösteren, gayret eden, daha doğrusu zorunlu olanlara az tükettikleri için indirim yapılmıyor. Asıl yapılması gerekenlere indirim yapmamak sosyal devlet anlayışının neresinde, bilemiyorum.
Az gelirliye indirim yapacak, sosyal devlet gereğini yerine getireceksiniz, daha çok geliri olana da toplumsal sorumluluğu öğretecek israf etmelerinin önüne geçeceksiniz. İşte yapılması gereken akla yatkın beklenti budur. Ama herkes giderken Mersin’e, bizimkiler gidiyor tersine…
Düşünsenize, hane tüketimlerinde 120 kwh saat üzerine çıkıldığında birim fiyat uygulaması artarak faturalama yapılmakta, bu sebeple bilinçli birçok tüketici elektrik tüketiminde kontrollü ve dikkatli olmaya özen göstermekte ve kendince bazı tedbirler de almaktadır.
Bu aslında biraz da ilgililerin ve yetkililerin, toplumun değer yargıları ve toplum tüketim alışkanlıklarına ait bilgi eksikliğinden kaynaklanıyor sanırım. Yani aynı örnekle gidecek olursak, elektrik tüketimine bağlı olarak 150 TL fatura bedeline yapılacak yüzde 15 oranındaki bu indirimin, aslında kime yapılması gerektiğini, kimin asıl ihtiyaç sahibi olduğunu bilememekten kaynaklanıyor olsa gerek.
Örneğin; televizyon seyredilen odanın ışığının kapatılması, daha az enerji tüketen ampullerin kullanılması gibi… Şimdi siz onlara “boşuna zorlama kendini” mi demek istiyorsunuz? Çünkü işin diğer bir yönü de tasarruf yönü. Siz çok kullanımı özendirir gibi hareket ederseniz, akşam tüm lambaların açılıp, Ramazan mahyası gibi ışıl ışıl parladığı evlerin sayısını arttırırsınız o kadar.
Toplumsal şuur noktasında da sıkıntı görülüyor; elbette, az tüketen ödüllendirilmeli, israf edense ek külfetini taşımalı isteriz. Ki dünya enerjisi, çevre kirliliği gibi konularda israf bireysel bir israf değildir, tüm toplumun kaynağından israf ediyorsunuzdur, yani bana göre enerji israfı ciddi bir suçtur. Hülasa enerji sektörümüz, tüketiciye yaşattıklarıyla, enerjimizi tüketmektedir.
Aysun ÇİNSÇİÇEKÇİ / Tüketiciler Birliği 51
www.haberrevizyon.tv
Bakış
BIR CHAVEZ VARDI Amigo del Pueblo
M. Metin YILGÖR Simon Bolivar, Latin Amerika’nın unutulmaz ve vazgeçilmez tarihsel lideridir. Güney Amerika ülkelerinin, emperyalist güçlere, sömürgecilere, dominyonculara karşı başta İspanyollar olmak üzere, ilk mücadele ışığını yakan ve Venezuela ile beraber birçok komşu ülke insanlarının bağımsızlık timsali olan Bolivar’ın cesaretinin ve fikirlerinin günümüzdeki savunucusu ve Bolivar’cı devrim ruhunu, onlarca yıl ezilmiş, fakirleşmiş Venezuella halkı için tekrar canlandıran Hugo Chavez, Başkan Carlos Perez’e karşı sivil halkla beraber isyan ederek emrindeki askerleri ile Başkanlık Sarayı’nı ele geçirdiğinde genç bir paraşüt subayıydı.
“Şimdi başarısız olduk, tüm sorumluluk bana aittir.”
Chavez’i CIA mi öldürdü? Onun ölümüyle vahim bir iddia dünyada çalkalandı durdu. Chavez’i CIA mi öldürmüştü? Ve devamında, 2011 yılında onun Küba’yı ziyaretinde, Fidel Castro’nun Chavez’e şu söyledikleri dünya medyasında tekrarlanmaya başlandı; “Kendine dikkat et; yediklerine ve içtiklerine… ABD kendisine direnen liderleri geliştirdiği bir silah ile kanser yapıyor.”
Bu darbede başarılı olamayınca tutuklandı ve ülke tarihinde o günden itibaren önemli bir yer aldığı artık yadsınamaz olan Chavez, hükümet güçlerine teslim olmadan bir koşul ileri sürmüş ve halkına bir dakikalık bir konuşma yapmak istemişti. İsteği kabul edildiğinde, tarihe geçen şu kısa sözcüğü kullanmıştı; “Şimdi başarısız olduk, tüm sorumluluk bana aittir.”
Bu sözler ilk başta bir paranoya olarak değerlendirildi ancak unutulmasın ki, uzun yıllar ABD tehdidine direnen Fidel’de kanserdi ve sonra bir büyük zincirin halkaları oluşmaya başladı.
İşte o gün, Chavez, kapitalizmin ve IMF’nin boyunduruğunda inim inim inleyen halkının büyük sevgisini kazanmıştı. Aradan mücadeleli yıllar geçti ve o ülkesinin tek lideri oldu.
Arjantin Cumhurbaşkanı Bayan Christina Kircher, tiroid kanseri idi. Kendisi son zamanlarda ABD ile birçok konuda, İngiltere ile de Falkland Adaları konusunda ters düşüyordu.
Çağdaş bir Sosyalizm uyguladı, ABD’nin her türlü tehdidini savuşturdu, daima dik durdu ve bütün dünyanın izlediği sürecin sonunda ise, o çaresiz hastalığa yenik düşerek ülkesini başsız bıraktı.
Zincirin diğer halkası Lula da Silva’ydı. O da bağımsız bir politika güden bundan önceki Brezilya devlet başkanıydı. Kendisi gırtlak kanseriydi.
Chavez, kanser olduğunu öğrendikten sonra Havana’da sürdürülen tedavisinde oldukça iyi bir sonuç alarak ülkesine döndü ancak hastalığın pençesinden kurtulamadı.
Bu yetmezmiş gibi, şimdiki Brezilya Devlet Başkanı Dilma Rousself’de lenf bezi kanseriydi.
52
www.haberrevizyon.com
Bakış “Hasta Siempre amigo del Pueblo!” Kıtanın güneyine doğru inelim; böylece bir halkanın daha oluştuğunu görüyoruz. O da Paraguay Devlet Başkanı Fernando Lulu idi ve lenf kanseri olmuştu. Belki sırada daha başka başkanlar da var… Böylesi bir tesadüfe inanmak biraz zorlama olmuyor mu? Böyle bir senaryo, bazı çevrelerin dediği gibi bir paranoya mıdır?
Bu esrarengiz zincir eğer tesadüf değilse, Castro’nun Chavez’e verdiği öğüt gerçek olmuyor mu? Politik cinayetlerin artık tabanca ya da dürbünlü tüfek ile yapılmadığı, bir kan alma işleminde veya bir enjektör yapılırken insan vücuduna nelerin girebileceğini de hesaba katmanın hiç de uzak bir ihtimal sayılamayacağını ve tehlikeli bir dünyada yaşadığımızı unutmadan, Hugo Chavez’e biz de “Hasta Siempre amigo del Pueblo!” diyerek veda ediyoruz. O şimdi çok sevdiği Simon Bolivar’ın yanında.
Bakış
Yaşamınızı değiştiren enerji
Reiki Teknigi
Sevgi ERSOY
Mucizeleri kim sevmez, kim istemez ki? Hele yaşam zorluyor, her şey ters gidiyorsa,aksilikler birbirini takip ediyorsa. Hepimiz modern zamanın birer robotu olmuşken, sevgiden ve anlamdan uzaklaşmışken, kendimizi yalnız ve yardımsız hissederken; ne güzel olur sımsıcak bir dokunuşla tanışmak, ne güzel olur sonsuza dek sırlarımızı saklayacak ve en sadık yardımcımız olacak bir dostla buluşmak.
Sizlere soyut olan bir mucizeden bahsetmek istiyorum. Çünkü onun aslı Sevgi. Tıpkı dünyamızdaki milyonlarca insan gibi ben de onunla tanıştığımda çok etkilenmiştim. 1990’lı yıllardı. Herkes gibi ülkemizin insanı da biraz ürkek biraz meraklı, değişimlere ayak uydurmaya çalışıyordu. Batılılar ise daha cesur, daha atak, dünyayı dolaşmaya başlamış, kendilerindeki değişimi heyecanla paylaşmaya koyulmuşlardı. Gruplar isteklilere tanıtımlar yapıyorlardı. Ben de şüpheciliğimi hiç elden bırakmadan hatta grip olmama rağmen bu toplantılardan bir tanesine katıldım. Enerjilerin varlığından, insan yaşamındaki etkilerinden, bilinç ve pratik hayat üzerindeki mucizelerinden haberdardım. Ama nasıl? Zihnimdeki sorular öylesine birikmişti ki, şimdi düşünüyorum da bu kozmik karşılaşmanın nedenini daha iyi anlayabiliyorum. Sevecen birkaç hanım ve bey bir araya toplanmışlar, sakin ve huzurlu tavırlarıyla Reiki adında bir teknikten bahsediyorlardı. Amerikalı olmalarına rağmen, hiç Amerikalı’ya benzemiyorlardı. Bizim gibi, herkes gibiydiler. İçlerinden birisi, ‘çok kolay’ dedi; ‘çocuk da, yaşlı da, eğitimli de, eğitimsiz de, her din, dil, ırk, zengin, fakir gözetmeksizin kim isterse yapabilir. Çünkü Reiki Enerjisi öylesine merkezdedir ki, herkese eşit mesafededir’. Bu cümle beni çok etkilemişti. Üstün bir şey. Ekonomik, sosyal, kültürel, inançsal hiçbir etki olmaksızın bütün insanlığı birleştirebilecek güçte. Bu ne olabilir ki diye düşünürken, konuşmacı devam etti. ‘Bu enerjiyi hepiniz tanıyorsunuz. Onun adı Sevgi’dir’ dedi. Yıllardır aradığımın tam yanıbaşımda olduğunu hissediyordum. Grup, şimdi size bir şifa yapacağız diyerek ayağa kalktı. Hepsi tekniğin en üst seviyesinde oldukları için uzaktan enerji yönlendirebiliyorlardı. “Eyvah!” dedim… Çünkü öksürdüm öksüreceğim. O kadar griptim ki, öksürükler kriz şeklinde geliyorlar. Hem kendim, hem de etrafımdakiler rahatsız olacak diye zor tutuyordum. İşte o an benim mucizem gerçekleşti. Ve Reiki Enerjisi ile tanıştım. Sanki burnumdan içeriye mentollü, yumuşak bir hava girmeye başladı. Sinüslerime ve ciğerlerime yayıldı. Hani biz çocukken hasta olduğumuzda annemiz elini, başımıza, sırtımıza dokundurarak bizi okşardı ya; işte onun gibi bir his. Şefkatli, sevgi dolu ve sıcak... Öksürüğüm durmuş, ayrıca tesirden mest olmuştum. Deliler gibi grubun peşine düştüm. Ertesi gün Amerika’ya dönmüşlerdi. Tam iki yıl Reiki öğrenmek için kendime bir öğretmen aradım durdum. Sonunda Hintli bir guru ile karşılaştım. Bugün ben ve ailem ve on binin üzerindeki Reiki ailemiz yaşamımızın her anını Reiki Enerjisi ile ışıklandırıyoruz. 2000 yılından beri Reiki öğretmenliği yapıyorum.
TANRIYLA BULUŞANLAR 54
www.haberrevizyon.com
RIN ENERJİSİ
Bakış Reiki Tekniği’nin, bilinçlerimiz üzerindeki etkisini, kalbimizdeki sevgimizi çoğaltmasını, bedenimizdeki şifa gücünü ve hayatımıza bolluk-bereket katarak en yüksek korumayla bizi korumakta olduğunu gördükçe minnetim biraz daha artıyor. Hangi aileye girse, sihirli bir değnek gibi etkisini gösteriyor. Üç kademede öğrenilen bu teknik sizi, şuurlu bir enerjiyle, evrensel yaşam enerjisiyle buluşturuyor. Uyumlama prosesi, ancak sizden önce uyumlanmış olan bir öğretmen tarafından açılacak kanalınız vasıtasıyla avuç içlerinizden enerjinin akmasını sağlıyor. Böylece ömür boyu Reiki Enerjisi sizin oluyor. Pratik, ışıklı ve kolay; dahası Sevgi dolu. On üç yıldır binlerce öğrencinin ve yetiştirdiğim birçok öğretmenin ortak kanaati; “yaşamlarımız Reiki’den önce ve sonra olarak çok değişti” şeklinde. Reiki Enerjisi’ni her konuda kullanabilirsiniz. Hastalıklarınızda en büyük destekçiniz olabilir. Sorunlarınıza kolay ve sakin çözümler bulabilmeniz için, dileklerinizin kendi hayrınıza ve Bütün’ün hayrına hızla gerçekleşmesi için size yardım edebilir. Kendinizi onunla güvende ve koruma altında hissedebilirsiniz. Reiki Enerjisi’nin, güç, güven ve duygu programlarımız üzerinde son derece olumlu etkileri vardır. Yaşamınız monotonlaştıysa, her şey ters gidiyorsa ya da bir bilinç atağının zamanının geldiğini hissediyorsanız, Reiki eğitimi sizin için ideal olabilir. Üstelik önce Reiki birinci dereceden başlayacağınız için ayıracağınız zaman sizi hiç zorlamayacak şekildedir. Bir günde tekniği öğrenip, uyumlanıp ellerinizden Reiki Enerjisi akar. Evinize gider gitmez hemen yaşamınızda tekniği uygulayabilirsiniz. 21 gün boyunca arınmanız devam eder. Bol bol su içer, hafif şeyler yersiniz. Bu arada yıllarca biriktirdiğiniz toksinlerden kurtulurken, kendi kendinize yaptığınız terapilerle bedeninizdeki, duygularınızdaki, düşüncelerinizdeki, ruhunuzdaki şifa da başlamış olur. Arzu ederseniz 21 gün sonra Reiki ikinci derece olabilirsiniz. O zaman ellerinizden akan enerji çok daha yüksek olur. Oturduğunuz yerden bütün uzaklıklara enerji yollayabilirsiniz. Çünkü kanalınız ikinci uyumlamayla daha çok açılır, yetenekleriniz de bu oranda çoğalır. Durugörünüz, rüyalarınız, telepati yeteneğiniz vs. hızla gelişir. Tabii ki, her zaman olduğu gibi size öğretilen pratikleri çalışmanız gerekir. Reiki birinci derecedeki gibi ikinci derecede de öğretmeniniz tarafından uyumlanmalısınız. Reiki ikinci dereceyi alan öğrenci en az bir yıl çalışmalarını başarı ile yaptıktan sonra üçüncü dereceye uyumlanabilir. Üçüncü derecede Reiki öğrencisi, bu enerjinin basit bir teknik olmadığını, tamamen bir aydınlanma yolculuğuna çıktığını anlar. İlerler, yaşamı sonsuz zenginliklerle dolar. Bazıları öğretmen olur, öğretir, paylaşır, bereketi iyice arttırır. Bazen de öğrenci ki bu her kademede olabilir, tekrar yaşam çarkına geri döner, hiçbir şey hatırlamadan illüzyonun arasında derin bir uykuya dalar. Fakat Reiki Enerjisi öylesine mucizevi bir yardımcıdır ki, yıllarca unutanlar için bile hatırlandığı anda o kişilerin ellerinden akar. Yeter ki, gerçek bir öğretmenden uyumlanmış olsunlar. Reiki Enerjisi diğer tekniklerde olduğu gibi hiçbir zaman doktorun, ilacın yerine geçmez. Ama mucizevi bir yardımcı, hakiki bir dosttur.
Bol Işıklı, Sevgi dolu günler…
55
www.haberrevizyon.tv
Toplumsal Renklerin İlüzyonu Murat AKTÜRK
56
www.haberrevizyon.com
Yaşadığımız son yıllarda, bir “toplumun bütün renkleri” söylemi almış başını gidiyor. İşin garip tarafı da, bu söylem dillerde pelesenk oldukça, doğal renklerimizi yitirip bulamaç haline gelmemiz. Nasıl bir illüzyonun içindeysek artık, çok renklilik ardında koştukça, renkler uçuyor ama biz toplumumuzu renk cümbüşü içinde görüyoruz. Dilerseniz şöyle bir göz atalım, aslında çok kaygı verici halimize: Bir zamanlar “belkemikli kişi” diye tanımladığımız değerler vardı toplumda. Bunlar, herhangi bir konuda renklerini belli eder ve o düşüncelerinin doğrultusunda yaşam tavırları sergilerlerdi. Düşüncelerinin değişmesi ise korku veya çıkar nedenleriyle değil, kişisel evrimleriyle oluşurdu ve bunu da başları dik, gerektiğinde en acımasız özeleştirilerini yaparak çevrelerine ilan ederlerdi. Renkleri hiçbir zaman silikleşip kişiliksizleşmez, capcanlı toplum tayfının içindeki saygın yerini alırdı. Romantik çağlardı...
Bakış Renk deyince akla resim sanatı geliyor doğal olarak. Resimde, rengin çiğnenip ezilmesi, bulamaç haline getirilip çamurlaştırılması diye bir durum vardır. Bu pek istenilen bir durum değildir ve genellikle boyaları pek fazla tanıyamamış, uğraşını verdiği sanatın daha ilk basamaklarında olanların karabasanıdır. Ustalaştıkça, renkler netleşir, tüm tonlar gerçek değerleriyle ortaya çıkar. Yakın tarihimize geldiğimizde; 12 Mart ve 12 Eylül darbe ve artlarından gelen amansız baskı ve vahşet dönemleriyle Cumhuriyetimizin ilk yıllarından 1970’lere gelene dek yaşadıklarımız ve edindiklerimiz, belleklerden silindi, değerler yok sayıldı, hatta suç sayıldı, ceza gördü. Yetmişlerden 2000’li yıllara kadarki sürede ise toplumsal hırslarımız bir bir önemsizleştirildi; yerlerine hırs, açgözlülük, adamsendecilik, bana dokunmayan yılan bin yaşasıncılık, köşedönücülük ve benzeri kanserli dokular enjekte edildi topluma. Renkler eziliyordu, çamurlaşıyordu… Bunca renk kirliliğinin ve çirkinliğinin doğal bir sonucu olacaktı elbet; her ne kadar bazıları gaflet uykusunda olsa bile. 3 Kasım 2002 tarihinde bir başkalaşım başladı ülkemizde. Kendilerini “diğerleri”, “ezilegelenler” veya “Siyah Türkler” olarak tanımlayan ama aslında hiç öyle olmayan, özellikle Kenan Evren döneminden itibaren palazlanmış, büyük servetler elde etmiş, toplumun tüm katmanlarında saygı ve ilgi gören, ancak söylemleri şimdiye kadarkilerden farklı olanların dönemi başlamıştı. Donanımlı gelmemişlerdi aslında ama proje üreticileri çok başarılıydı; ilüzyon başlamıştı. Ezilmiş, kimliksizleştirilmiş ve çamurlaştırılmış renkleri toplum bir renk cümbüşü olarak görmeğe ve bundan da mutlu olmaya başlamıştı. Kral ve şürekasının çıplaklığı yıllar içinde sezilir oldukça ilüzyonun dozu arttırıldı. Yetmedi, baskılar başladı… “Ezilegelenler” değişmişti. Eğitimli ve eğitimsiz cehaletin büyüyerek saygı görmesi, yönü ışıktan aydınlıktan yana olması gerekenlerin yönlerini çıkarlarına, servete ve güce çevirmeleri ve çeşitli senaryo uygulamalarıyla toplumun aydınlık dinamiklerinin baskı altına alınıp korku imparatorluğu yaratılması sonucu bugün geldiğimiz durum acaba “Bir iktidar uğruna Ya Rab, ne ülkeler batıyor” mu olacak? Asla umutsuz olunmamalı. Renkler orada duruyor aslında; onlar gerçek. Sadece ezildiler, karıştırıldılar ve çamurlaştırıldılar. Gün gelir renkler kendilerine gelir ve Türk Ulusunun tayfı olarak dönmeğe başlarlar. Işık olur, güneş doğar, sabah olur, uyanırız kabusumuzdan.
‘‘Atatürk’lü günlerimiz sonsuz olsun.’’
Unutmayın, karanlığın gücü, küçücük bir mumun ışığı kadardır. Mumu yakarsınız karanlık biter ve renkler gerçekten görünür olur, ilüzyonları değil…
57
www.haberrevizyon.tv
Sağlık
AVRUPA BİRLİĞİ’NE SOSYAL FOBİK GENÇLER Psikiyatrist Prof. Dr. Arif VERİMLİ
Sosyal fobiyi, aşırı utangaçlık olarak da tanımlayabiliriz. Her 100 kişiden üçünde görülen, kişinin toplumsal ve meslek hayatını çok ciddi şekilde etkileyen ve asla hafife alınmaması gereken ciddi bir psikiyatrik rahatsızlıktır.
ANNE - BABALAR DİKKAT!
Sosyal fobide en sık rastlanan belirtiler; titreme, terleme, çarpıntı, gerginlik, sıcak veya soğuk basması, göğüste sıkışma ve baş ağrısıdır. Peki, bu belirtiler sosyal fobide, hangi durumlarda ortaya çıkar?
Sosyal fobi başkalarının sürekli kendisine baktığı ve yaptıklarını incelediği korkusu olarak tanımlanabilir.
Yaşanan bu belirtilerle kişide derin bir korku ve heyecan hali yaşanır. Bu korkudan kaçma yaklaşımı ise çok sık görülür. Bunun sonucu ise bireyin “Sosyal Yalnızlık” yaşamasına kadar varabilir ve kişi bu durumdan kaçmak için olmadık davranışlar sergiler.
Sosyal fobiyi, aşırı utangaçlık olarak da tanımlayabiliriz. Her 100 kişiden üçünde görülen, kişinin toplumsal ve meslek hayatını çok ciddi şekilde etkileyen ve asla hafife alınmaması gereken ciddi bir psikiyatrik rahatsızlıktır.
Sosyal fobisi olanların sosyal ilişkileri sınırlıdır. İş hayatları düzensizdir. Yalnız yaşama oranları yüksektir. Aşırı utangaçtırlar. İçlerine kapanırlar. Duygularını rahatça paylaşamazlar. Karşı cinsle olan ilişkilerinde ciddi sıkıntılar yaşarlar. Sürekli olumsuz yönde etkilenen iletişim çabası, ileriye dönük yaralar açabilir.
Sosyal fobide en sık rastlanan belirtiler; titreme, terleme, çarpıntı, gerginlik, sıcak veya soğuk basması, göğüste sıkışma ve baş ağrısıdır. Peki, bu belirtiler sosyal fobide, hangi durumlarda ortaya çıkar? Sıralayacak olursak, bu belirtiler aşağıdaki gibi durumlarda ortaya çıkar.
Sosyal fobi iki şekilde tedavi edilir
Başkalarının önünde bir şeyler yemek-içmek Topluluk önünde konuşmak Bir iş yaparken başkaları tarafından seyredilmek Başkaları ile tartışmak İlgi odağı olmak Sorumlu ve otorite durumdaki kimselerle temas kurmak Toplulukta telefonla konuşmak Başkalarının bakışlarını üzerinde hissetmek Karşı cinsle temas Başkalarının önünde yazı yazmak
İlaçla Tedavi: Soysal fobi tedavisinde kullanılan anti-depresanlar, doktor kontrolünde ve uygun sürede (en az 6 ay) alındıklarında tedavi çok olumlu sonuçlar verir. İlaç tedavisiyle, tedavi öncesindeki hassasiyet azalır. Tedaviye devam ederken yapılabilecek en büyük hata ise azıcık bir iyileşme görüldüğünde ilacın bırakılmasıdır.
Sosyal fobi başkalarının sürekli kendisine baktığı ve yaptıklarını incelediği korkusu olarak tanımlanabilir.
58
www.haberrevizyon.com
Sağlık
RLE Mİ GİRECEĞİZ? Psikoterapi: Hastalar negatif inançlarıyla yüzleşirler. Hastanın sosyal yaşama uyumu ve sıkıntı duygusunu yenmesi için oldukça başarılı sonuçlar alınır. Sosyal fobi tedavisinde genellikle depresyon tedavisinde kullanılan anti depresanlar kullanılır. En az altı ay tedavi devam etmelidir. Unutulmamalıdır ki; sosyal fobi çok ciddi psikiyatrik bir rahatsızlıktır. Sosyal fobi iyi tanımlanabilen bir rahatsızlıktır. Fobik kaçınma, toplumsal alanda duyulan sıkılmadan kaynaklanır. Toplumumuzun çok büyük bir oranının genç nüfus tarafından oluştuğunu biliyoruz. Ülkemizde yapılan araştırmalara göre 250.000 kişide görülen bir psikiyatrik rahatsızlıktır. Sosyal fobinin % 95 oranında ergenlik döneminde görüldüğü ise bilimsel bir gerçektir. Modern çağa ayak uyduracak, Avrupa Birliği’ne girecek gençlerimizin sosyal fobik tablolar yaşamaları ise bilhassa üzerinde durmak istediğim bir konudur. Toplum ve sosyal yaşam korkusu olan gençliğin, modern çağda ülkemizi temsil etmesi sağlıklı olmayacaktır. Bu sebeple önce anne ve babalar sonra eğitimciler, ergenlik dönemindeki genç nüfusu çok dikkatli izlemeli, sosyal fobi belirtileri gördüklerinde genci tedaviye yönlendirmelidirler. Çünkü sosyal fobi çabuk tanımlanan, kendini hemen belli eden ve kolay tedavi edilebilen bir rahatsızlıktır.
59
www.haberrevizyon.tv
Sağlık
Haydar DÜMEN
Herkesin kendi bedenini kullanmada ve değişiminde hakkı vardır. Ne var ki bu değişim, kişiye, çevresine ve de toplumun yani ülkenin zararına olmasın!
Everyone has the right to use and change his/her body. However, this change should not harm the person, his/her environment and the society.
Bir insan, “ben bir kolumu kestirmek istiyorum” derse hiçbir doktor bu işlemi yapmaz; yaparsa hakkında soruşturma açılır.
If someone says he wants to have his arm amputated, no doctor would hold this operation and if he does, an investigation would be started.
Birçok insanın beden yapılarıyla ruhsal yapıları arasında bir çelişki olunca, cinsel konuda ise kendi cinsinin değil karşı cinsin istek ve davranışlarına programlı gelişmiş ise, toplum içinde dengelerini kurmak kolay olmaz. Dünyanın her yerinde (geçmişten geleceğe) bu tür çelişkiler olagelmiş ve de olagidecektir. Herkes gibi onların da toplum içinde yerlerini almaya hakları vardır.
It is not easy to build balance in society when many people have a dilemma between their physical and psychological existence and sexually if they are programmed for the other gender’s desires and behavior but not to their own. These kinds of dilemmas have existed and will exist in every part of the world (from the past to the future). Like everyone else, they have the right to have their place in society.
Dünya psikiyatri konseptine göre, karşı cinse programlanmış kişileri de değiştiremiyorsak, değişim için zorlayarak o insanın yaşamını, kendine güvenini ve moral değerlerini yıpratmadan, o kimliğiyle barış içinde olması, öyle yaşaması önerilmektedir.
According to the world psychiatry concept, unless we can change the people who are programmed for the opposite sex, it is advised that the person lives in peace with his identity and continues living that way without forcing him to change, ruining his life, selfesteem and moral values.
www.haberrevizyon.com
Beden
Physical Ch
Oyuncu Nil Erkoçlar kardeşimiz, erkek ruhuyla yapılanmış ve öyle yaşamak istiyor. Ona kadın ruhunu monte edemiyorsak, öyle yaşaması doğrudur. Ancak gene onun gibi niceleri ki ben bunları 1970’li yılların başında Cinsel Yaşam ve Cinsel Kültür kitaplarımda belgesel olarak ameliyat sonrası bedensel yapılarını fotoğraflayarak okurlarıma sunmuştum.
Our sibling, actress Nil Erkoçlar has been structured with a male’s soul and wishes to live that way. If we cannot erect the female soul, it is right for her to continue living however she wishes. However, in early 70s, I had photographed their physical appearance and brought examples of such people in my Sexual Life and Sex Culture books to my readers as a documentary.
Bu bağlamda tabuları yıkan ilk kişi olduğumdan, bu tür sorunları yaşayanlar da sıklıkla bana gelmişlerdi. Öylesine bir tepki ve tutku fırtınası içindeydiler ki… Kadın kimliği taşıyan bir erkek düşünün, penisine bakmaktan midesi bulanıyordu. Nefretleri o dereceydi ki onu kesip atmayı düşünecek kadar çareler tasarlıyorlardı. Gene kimileri de adını bile konuşurken yüzlerinde nefret okunuyordu. Kendilerine göre yaşam amaçlarının ve mutluluklarının önündeki tek engel bu ufak et çıkıntısıydı. Ondan kurtulmak için çırpınıyorlardı.
Since I am the first person to knock down the taboos in this context, people who had been having such problems had consulted me. Such a storm of protest and passion that they were in… Think of a male holding a female identity who feels disgusted to look at his penis. So full of hatred they were that they were planning for solutions even such as chopping it off. And there were some others whom you could read their hatred on their faces when their names were pronounced. According to them, this piece of flesh was the only impediment on the way to their purpose of living and happiness. They were struggling to get rid of it.
1980’li yıllardı. Memleketi idare ettiğini sanan Netekim Evren Paşa, Türkiye’nin başka sorunu yokmuş gibi Ünlü sanatçımız Bülent Ersoy’a kafayı takmış, sanatına ambargo koymuş, o da bu tür sürgüne gitmişti.
60
It was 1980s. “In fact” General Evren who thought he was ruling the country got a hard on for famous singer Bülent Ersoy and embargoed her as if the country had no other issues and therefore she was sent to exile.
Sağlık
sel
hange
O’nun en kudretli olduğu dönemlerde, ben Güneş Gazetesi’ndeki köşemde Bülent Ersoy’un doğru yaptığını, erkek kimliği ve yapısıyla kadın rolü oynamasının her yönüyle sakıncalı, özendirici, sağ gösterip sol vurma gibi bir ikilemle kötü örnek olacağını yazmış, “doğrusunu yaptı” diyerek arkasında duran tek kişi ben olmuştum. Sadece bu yazımdan bile bir bahaneyle tutuklanıp bir yakıştırmaca ile işkence de görebilirdim. Ama ben bir tıp adamıydım ve “bilimin yolunda kellemi bile verebilirim” diye çıktığım bu yolda bu günlere geldim.
During the times he held the biggest power, I had written that Bülent Ersoy had done the right thing since acting in a female’s structure with a male’s identity would in all aspects be unfavorable, incentive, and would set a bad example with a fake dilemma and stood as the only person defending that she had done the right thing. Only for this piece of writing of mine could I have been arrested and could have been tortured with a false accusation. However, I was a scientist and on the road that I had taken saying “I can even sacrifice my head for the sake of science”, I have reached today.
Bizim sanatçımız ise kadınlıktan erkekliğe geçiş yapmış. Yani bir erkek daha kazanmışız. Kadın olarak birilerini kandırarak kimliğine ters düşerek bir tür aldatmacaya girmek varken, ben erkeğim diye ortaya çıkmasının sadece alkışlanacak bir yanı vardır.
Our actress has inverted from muliebrity to masculinity. Therefore, another man has joined the manhood. There is only one thing to be applauded which is her standing up and declaring that she is a man instead of cheating anybody and faking others while contradicting to her own identity.
‘Biyolojik beden ölümle bitecek, ama geriye bıraktıkların hiç unutulmayacak’ felsefesi bizi kendimize, çağa biraz daha yakınlaştırır. Duyuyorum ki Nil kardeşime ölüm tehditleri geliyormuş. El insaf… Bir kişi kandırmacalara gitmeyip, yaratılışına isyan etmeyip, yaratılışındaki ruhsal kimliğine uyarak (bir bakıma Tanrısal boyutta) kendine de saygı duyarak, yaşadığı ve dönüşü olmayan bu yolda ruhuyla barışık olmak için bedeninde bir operasyon yaptırıyorsa; bir insan öldürmek bu değişimde inanç bakımından bir suç ise, bu suç bir insanı öldürmenin vebalinden ve de günahından binlerce kat daha fazladır.
The philosophy that “the biological body will end with death but what you leave behind will never be forgotten” will help us get close to ourselves and the age a little bit more.
I hear that she is receiving death threats. Have a heart!
If someone gets an operation done on her body without choosing to cheat, getting along with her innate psychological identity (in a way, celestially), also respecting herself and trying to get along well with her soul on the endless journey she has taken;and if killing a human during this change is a religious crime, this crime is a million times bigger sin. 61
www.haberrevizyon.tv
Spor Cim bom-Fener buraya, Ulusallar nereye!
Eskiler söylerdi de bıyık altından gülerdik gençliğimizde… Şimdi bizler söylüyoruz ama onların söylediği zamanlar gibi aradan pek de öyle büyük vakit geçmedi. Hey gidi günler. Gazete sayfalarından okuduğumuz, radyodan dinlediğimiz, sonra da televizyondan seyrettiğimiz yıldızları yazmaya gittiğimizde bizi küçümseyen, hatta aşağılayan şekilde karşılarlardı. Bir soru sormaya kalksan burunlarından kıl aldırmazlar, kısa bir iki yanıt ile geçiştirirlerdi. Şimdilerde düşünün ki, iki takımımız çeyrek finalde. Üstelik ikisinin de başında Türk teknik adamlar var; Fatih Terim ve Aykut Kocaman. Evet, Fenerbahçe ile Galatasaray’dan bahsediyorum. Umarım yolları finale kadar gider. Üstelik abartılmış, lime lime edilmiş, yerden yere vurulmuş şike sorunun dibe vurdurduğu yakın bir futbol döneminden sonra, çok anlamlı değil mi? Bazıları için ne yazık ki, öyle değil. Aykut Kocaman’ın, Fatih Terim’in, Fenerbahçe Kadın Basketbol Takımı’nın vardığı noktayı kötülemek için ellerinden geleni yapıyorlar. Daha doğrusu başarıyı hazmedemiyorlar. Zaten o nokta değil mi, Milli Takım’ın zaferleriyle coşturduğu ülkeyi, Ulusal anlamda, futbol dahil bu duruma indiren. Bakın “neredeydik, nerelere geldik?” konusunu yaşadığım, çok da uzak geçmiş olmayan bir turnuvayla anlatayım. Genç takımda birlikte oynadığım arkadaşlarım Milli Takım’da idiler henüz. Zincirleme diz sakatlıkları nedeniyle futbolculuk yaşamını erken kapamıştım ve Hürriyet Gazetesi’nde spor yazarlığı yapıyordum. İspanya 82 Dünya Kupası’na görevli gittim. Sırtımda fotoğraf makinem, daha önce akredite olduğum maçlara gideceğim, giriş biletine sıra gelince beni ve Türkiye’den akredite olmuş yaklaşık 40 spor yazarını son dakikaya kadar bekletip boş yer olursa içeri alıyorlar. Gençlik işte, Zico’nun, sonradan Malatyaspor’a gelen Eder’in muhteşem oynadıkları Brezilya –Yeni Zellanda maçına girmek için sabırsızlanıyorum. Sahanın içinde olacağımdan yan yana fotoğraf çektirebilmek için vakit de kalsın istiyorum. Görevliye patladım; “başvurum da var, niye sonradan gelenleri bile alıp beni bekletiyorsun?!” diye çıkıştım. Önce küçümser bir ifade takındı. “Türk takımı yok ki, siz niye geldiniz zaten?” Herhalde sinirden saçlarım dimdik olmuştur. “Önce biz geldik, çok yakında arkamızdan takımımızı da getireceğiz göreceksiniz…” dedim. Hata yaptığını anlamıştı. Sanıyorum Belçikalı idi ve sonradan Türkiye’ye geldi; iyi dost da olduk. Gişeden çıktı, yanıma geldi, elimi sıktı. “Sorry Turko” dedi, büyük bir olgunluk gösterdi, biletimi verdi. Dahası da var. İtalya- Almanya finalinde alıştım ya kenarda sıra bana gelsin diye, sahaya giriş bileti bekliyorum. Uzaktan elini salladı, “Turkooo”. Önce benim biletimi vermişti. Yaa, çok geçmedi, Fatih Terim’in yarattığı Milli Takım önce Avrupa Futbol Şampiyonası finallerine, sonra Şenol Güneş’le Dünya 3.lüğüne uçtu. Arada Mustafa Denizli’nin Avrupa’da çeyrek finali, Fatih Terim’in de Avrupa 3.lükleri var. Peki, Fenerbahçe ile Galatasaray uçuyor da Milli Takım’a ne oluyor acaba. Hala “ikinci olup da Brezilya finallerine gidebilir miyiz?” diye hesaplar yapıyoruz.
Siyaset mi iflas etti, yoksa Ulusal futbolumuz mu, ne dersiniz? 62
www.haberrevizyon.com
Spor
BİTMESİN BU RÜYA!... Avrupa kupalarında mücadele eden iki takımımız kendi turnuvalarında en iyi 8 takım arasına girdi. Galatasaray Şampiyonlar Ligi’nde, Fenerbahçe UEFA Avrupa Ligi’nde çeyrek finale yükseldi. Uzun zamandır böyle bir tabloya hasret kalmıştık. Umarız bu “tablo” bozulmadan en iyi alıcısını bulur: Yarı final “Devler Ligi”nde son 16’ya kalan takımlara baktığımızda “Schalke gelsin” diye haykırdık adeta. Barcelona, Bayern Münih, Juventus gibi takımlara nazaran Alman ekibinin gelmesi çeyrek final adına umutlanmak anlamına geliyordu ve bu dileğimiz gerçek oldu. Bir de kadroya katılan Sneijder ve Drogba gibi dünyaca ünlü yıldızlarla güçlenen Sarı-Kırmızılılar için Schalke artık rakip değil, engel oldu sadece. Ama Alman disiplinine sahip takımları elemek hiç bir zaman kolay olmamıştır. Bunu ilk maçta görsek de, Gelsenkirchen’de 2000 yıllarını hatırlatan bir Galatasaray çeyrek finale çıkıyor, Mourinho’yu Kayseri’ye getirecek kadar büyük bir başarıya imza atıyordu... Barcelona’yı 1 haftada 2 defa yenen, kupanın bir numaralı favorisi Real Madrid’in hocası eğer gelip canlı canlı rakibini görmek istiyorsa, Sarı-Kırmızılı temsilcimizin bu başarısı yabana atılacak şey değil.
Kendisi bile inanmamıştı Tape, şike, Metris, “Kupamızı verin” derken Fenerbahçe Avrupa’nın en önemli ikinci turnuvasında en iyi 8 takım arasında… Ve aradan yıllar yıllar değil, sadece 1.5 sene geçti. Ne oldu peki? Her şey bir anda unutuldu. İyi sonuç, futbol ve başarı gelince, “Bu takıma şike yaptın demek ayıp olur” cümlesini son zamanlarda sık sık duymaya başladık. Belki de Yargıtay bile kararı onamaktan vazgeçti ne bilelim! Böylesine zor bir dönemden geçmiş, üstüne bir de en az 3 Temmuz olayı kadar vahim bir Alex krizi yaşayan Fenerbahçe, ligden kopmamış, Türkiye Kupası’nda yarı final, Avrupa’da çeyrek finale çıkmış durumda. Bu takım, en başta hocasından başlayarak ayakta alkışlanır, laf edenin de ağzının payı verilir. Kimse böyle bir başarı beklemiyordu. Aykut Kocaman bile ilk yarının sonunda istifa etmek istediğinde o bile inanmamış olacak ki, Fenerbahçe Teknik Direktörlüğü gibi bir çok insanın hayallerini süsleyen bu koltuktan gitmek istedi. Kurada Lazio’yu çeken Sarı-Lacivertliler, Galatasaray’a göre daha şanslı. Yine de Fenerbahçe’nin kontrolü elden bırakmadan, Avrupa’da çok özlediği seyircisi önünde ilk maçta işi bitirip, yeni bir tarih yazsın, biz de keyifle seyredelim.
63
www.haberrevizyon.tv
Astroloji Astrolog
Egemen TÖRELİ
KOÇ BURCU
astroloji BOĞA BURCU
Kafanızdaki güzel projeler bu ay şekillenecek. Başlamak için sabırsızlanacaksınız ama kendinize vakit ayırmak güç olacak. Yollarda ve projelerin başında geçen günler ayın 19 ile rahat nefes aldıracak. Biraz özel hayatımıza yöneleceğimiz günler gelecek. Seviliyorsanız daha da katmerlenecek ve ciddi adımlar atılacak. Kalpler boş ise karşılaşma ve tanışma için uygun bir ay. NOVA GÜNLERİ: 13- 19 Nisan. Şanslısınız, bu şansı iyi değerlendiriniz.
Bolluk, şans bir arada ve para konusunda size doğru akacak. Yollar size çıkacak; adeta paylaşılamayan biri olacaksınız bu ay. Çekemeyenler bile yakınlaşmak ve yanınızdan ekmek yemek isteyecek. İş yoğunluğu bereketi ile geliyor. Ortak işlerde sonlanma ve tek başınıza hareket etmek başarı grafiğinizi yükseltecek. Azimle ve hırsla işlerde hayalleriniz karşınıza gelecek. Mutlu keyifli günler var. NOVA GÜNLERİ: 15-27 Nisan Para bolluğu size güven verecek.
YENGEÇ BURCU
ASLAN BURCU
İşlerle geçen günler sizi sevdiklerinize hasret bıraktırdı. Aralıklar vererek işlere devam edin. Bir yandan özel hayatınızı canlandırın ve renklendirin. Yollarda iş ve keyif günleri size enerji verecek. İşleri başka yerlere taşımak heyecanlandıracak. Aile ile onların işleri ve dekorasyon gibi evdeki konular size iyi gelecek. Zevklerinizi yansıtacak ve yaşam alanlarınızı güzel buluşlarla süsleyeceksiniz. NOVA GÜNLERİ: 11-21 Nisan. Güzel zevklerini sergileme ve rahatlama dönemi.
Sıkıntılar artık sona erdi diyebiliriz. Ufak olanlar yaşadıklarınız yanında hiç kalır. Mücadeleci ruhunuz her konuda anaç yapıya sahip olduğu için lider konumda. Ortamlara renk katacak, işlerinizi halledecek, yeni kapılar ve fırsatlar yakalayacaksınız. İhtişam, fiziksel görüntü ve imaj konuları da epey güzellik katacak. Aşkta sıkıntılı olanlar ferahlama ve tam kesin kararları verme günlerinde olacaklardır. Baharla beraber yaşantınızda gerçekleşecek güzel değişim size iyi gelecek. NOVA GÜNLERİ: 5- 18 Nisan. İmaj yenileme ve süper etkiler var.
64
www.haberrevizyon.com
İKİZLER BURCU
Bu ay şans Jüpiter’den dolayı yanı başınızda. Hiç kolunuzu kaldırmadan kısmetler, fırsatlar ayağınıza gelecek. Bunları değerlendirmek size kalmış artık. Şüphelerden kurtulup mülayim bir düşünce yapısına geçmeniz size çok farklı bir enerji ve güzellik verecek. Sizi büyüleyici çekim noktası ile ilgi odağı yapacaktır. Hırsla, ısrarla olmadık konulara girişmeyin. Mizacınıza uygun, tarzınıza yakışan hareketler sizi güzel etkilerde şımartacaktır. NOVA GÜNLERİ: 11- 17 Nisan. Şımartın kendinizi.
BAŞAK BURCU Eski çok ilginizi çekmezdi ama artık esnek düşünüp esnek yaklaşıyorsunuz. Bu ay eski sevdiğinizle birlikte geleceğe adım atacaksınız. Ayrılık yaşayanlarda da kavuşma günleri olacaktır. Seviyor ve seviliyor olmanın verdiği güven ve enerji ile işlerde daha farklı şekilde para kazanma yolları keşfedeceksiniz. NOVA GÜNLERİ: 9 – 24 Nisan. Değişimde ve farklılaşmada adım atacak, bunu güzelliklerle bütünleştireceksiniz. Ev değişikliği ve başka şehir gündemde bu ay.
Astroloji
BURÇLARIN EFENDiSi’NDEN NiSAN ayı yorumları TERAZİ BURCU Duygusallıkta açık denizlerde gibisiniz. Hava ile temas eden her konuda başarılı iken baharla esen rüzgarlar sizi farklı alanlara sürükleyecek. Ticaret hatta yeni farklı alan üzerine işler geliştirmek hobi olmaktan çıkıp para kazancında diğer işleri sollayacaktır. Tekliflere açık olun. Denemeye değer konularda ön yargılı olmadan yaklaşın. Bahar ayları size enerji vermekten öte para katacaktır. NOVA GÜNLERİ: 12- 21 Nisan. Aşk fısıltıları etkileyici; şanslı ve çekicisiniz.
OĞLAK BURCU Unutmayın, siz toprak gurubu burç mensubusunuz. Su sizin kuruluğunuzu alır ve iyi adımlar atmanıza destek verir. Bu ay yeni keşiflerde bulunarak merak saracağınız farklı hobiler yaratacaksınız. Gezeceğiniz yerler ve şehirler, okuyacağınız dergi veya kitap bile yeniliklere destekleyici olacaktır. İyi değerlendirirseniz kazançlı günlere başlarsınız. Şans sizinle ama bu şansı kullanmak etkilenmelerinizin eseri olacaktır. NOVA GÜNLERİ: 20-30 Nisan. Bereketli ve cesaretlisiniz.
AKREP BURCU Eğlence ağırlıklı bir ay başlıyor. Su grubu olmanıza rağmen gönlünüzdeki hava grubu etkileri etrafınızı şaşırtacak hatta işlerde çılgınlık, farklı alanlara işleri taşımalar, iyi ve güzel etkiler, unutulmaz anlar yaşatacak. Artık para kıymetli yatırım yapmak ani merak hem de küçük farklı iş alanları sizin ihtiyacınızı görecek kadar olanlar ile yetineceksiniz. Romantik dakikalar değil günler var. NOVA GÜNLERİ: 13- 26 Nisan. Çekici cazip ve eğlencelisiniz durulmadan hızla coşacaksınız.
KOVA BURCU Unutmayın, siz toprak gurubu burç mensubusunuz. Su sizin kuruluğunuzu alır ve iyi adımlar atmanıza destek verir. Bu ay yeni keşiflerde bulunarak merak saracağınız farklı hobiler yaratacaksınız. Gezeceğiniz yerler ve şehirler, okuyacağınız dergi veya kitap bile yeniliklere destekleyici olacaktır. İyi değerlendirirseniz kazançlı günlere başlarsınız. Şans sizinle ama bu şansı kullanmak etkilenmelerinizin eseri olacaktır. NOVA GÜNLERİ: 20-30 Nisan. Bereketli ve cesaretlisiniz.
YAY BURCU Bu ay farkınızı hissettireceğiniz ilişkiler birazda para savurganlığınız var. Paraya önem vermeyen yapı size büyük alışverişler borç altına girmenizde cesaret verecek ve sonuçta kazançlı çıkacaksınız. Cesaretle adımlar atacak, bahar günlerindeki yeniliklerde gururlu bir şekilde etrafınıza kendinizi ispatlayacaksınız. Geçen kış günleri sıkıntı, yalnızlık ve belirsizlik getirmiş olsa da siz şimdi bambaşka biri olarak sosyal ortamlarda endamınızla yıkıp geçeceksiniz. NOVA GÜNLERİ: 17-27 Nisan. Cazibeniz yıkılıyor ve fevkaladesiniz.
BALIK BURCU Bu ay yeni heyecanlar var. Baharla birlikte aceleci yönünüz hızlanacak ve duygusallık, aşk da bazen sıkıntı bazen de gerçeklerle yüzleşmeyi beraberinde getirecek. Sağlıkta takıntıları rafa kaldır ve yenilen. Bahar aylarında yeni düzen oluşumu size farklı ve yadırganabilir gelse de ‘tebdil-i mekanda ferahlık vardır’ der atalarımız. O yüzden itiraz etmeden değişime ayak uydur. Dostlarını dinle ve tavsiyelere uy. NOVA GÜNLERİ: 19-29 Nisan. Çeşitlenme, hareketlilik ve kıpırdanma zamanı.
65
www.haberrevizyon.tv
ADRESİNİZE GELSİN Tarafsızlık, bağımsızlık ve gerçeğin temel ilke olarak kabul edildiği, profesyonel yaklaşımıyla aylık olarak yayımlanan, ulusal ve uluslararası dağıtımı gerçekleştirilen Haber Revizyon Aylık Haber Dergisi, ulusal medyanın bir üyesidir. Haber Revizyon okurlarının önceliği tarafsız, çarpıcı ve gerçek haberleri aylık olarak okumak olacaktır. Haber Revizyon News Magazine, where objectivity, independence and reality are held as core principles is a member of the national media published monthly and delivered nationally and internationally with a professional approach. The privilege of Haber Revizyon readers will be reading objective, striking and real news reviewing the monthly agenda.
ABONELİK FORMU / SUBSCRIPTION FORM AD:
NAME:
SOYAD:
LAST NAME:
MESLEK: OCCUPATION:
Sunay AKIN
Şahin MENGÜ
D. TARİHİ:
“Kürdistan’ın En Önemli Ayağı Türkiye’dir.”
Aşkın semti neresi mi?
DATE of BIRTH:
Prof. Dr. Haydar DÜMEN
Rafael SADİ
VAGİNİSMUS NEDİR? TEDAVİSİ VAR MIDIR?
ADRES: ADDRESS:
Freedom in your hands!
ŞUBAT 2013 SAYI: 5 www.haberrevizyon.com www.haberrevizyon.tv
POSTA KODU:
FRANSA MALİ’DE DİĞERLERİ NEREDE?
ZIP/ POSTAL CODE:
GELECEĞİNİZİ NASIL ALIRDINIZ?
İLÇE: REGION:
FİYAT:
10 KKTC:
İSRAİL’DE SEÇİM 2013
11,5
www.haberrevizyon.com Başkan: Freedom in your hands! www.haberrevizyon.tv “SAVAŞ ÇIĞLIKLARI ATILDIKÇA ALTIN YÜKSELİR” OCAK 2013 SAYI: 4
İŞTE EŞİTLİK PLATFORMU
FİYAT:
NİSAN 2013 SAYI: 7
10 KKTC:
11,5
www.haberrevizyon.com EQUALITY AT www.haberrevizyon.tv WORK ERCÜMENTPLATFORM YÜCELER İstanbul Valisi Bakan Fatma ŞAHİN GÖREVİMİZ Hüseyin Avni MUTLU KIRMIZI İPİNHİZMET GİZEMİ Lokman AYVA, Halit ERGENÇ İNSANLIĞA
İL:
Onlarlaydı...
BUGÜN 33.GÜN
TELEFON:
HİÇ MÜLTECİ OLDUN MU?
TELEPHONE:
GENELEV
FAKS:
Have You Ever Been a Refugee?
E-MAIL:
Röportaj
The Unopened Door of the EU Rafael SADİ
Siyonizm ve Erdoğan
KONTROLSÜZ ZAMANIN
E-MAIL:
Dr. Haydar DÜMEN
Cinsiyet
Değişimi
T.C. KİMLİK NO:
tarihten gizlenen
ID NUMBER:
mezarlik
( Abonelik onayı ile fatura kesim için gereklidir. )
3 AYLIK ABONELİK
30
+ KDV
6 AYLIK ABONELİK
55
+ KDV
SUBSCRIPTION FOR 3 MONTHS SUBSCRIPTION FOR 6 MONTHS
GÜCÜNÜN FARKINDA MISIN
?
( Required for invoicing after subscription )
DEVLETİ YÖNETENLER VEBALDE GEZİYORLAR
AB’ninKoray ÖZTÜRKLER Röportaj / Interview Açılmayan KapısıGüçlü Kadın Güçlü TÜRKİYE M. Metin YILGÖR
11,5
Cem Vakfı Firuzköy Şubesi Başkanı:
İstanbul Valiliği Basın ve Halkla İlişkiler Müdürü Nazır ŞENTÜRK
Ayıp mı?sebep Günah mı? Sevginde arama! İhtiyaç mı?
FAX:
10 KKTC:
Sanatıma Dokunma! Sefa ZENGİN
Proje Sizden Hibe Bizden
Kan, Toprak, İnsan OUR DUTY IS TO SERVE HUMANITY
CITY:
FİYAT:
Avrupa’ya En Yakın Mezarımız Sunay AKIN
Kadının Düzensiz Yeri
Çağın Zorunluluğu İNOVASYON
KONTROLSÜZ BEDENLERİ Sunay AKIN Ege Vapuru’nun Salıncağı
Şahin MENGÜ
Demokrasinin Teminatı Özgür Basın
LÜTFEN DERGİMİZİN AYLIK SAYISINDAN KAÇ KOPYA İSTEDİĞİNİZİ YAZINIZ.
VAT
PLEASE WRITE HOW MANY COPIES OF THE SAME ISSUE YOU WISH TO BUY.
VAT
12 AYLIK ABONELİK 100 + KDV
SUBSCRIPTION FOR 12 MONTHS
VAT
KARGO BEDELSİZDİR
NO CHARGE FOR DELIVERY
ABONELİK BİLGİ FORMU TARAFIMIZA ULAŞTIKTAN SONRA MÜŞTERİ HİZMETLERİMİZ SİZİNLE İLETİŞİME GEÇECEKTİR. Haber Revizyon Customer Services will be contacting you after the submission of this form.
FORMU EKSİKSİZ DOLDURDUKTAN SONRA, AŞAĞIDAKİ ADRESE POSTALAYINIZ. PLEASE COMPLETE THE FORM ABOVE AND MAIL IT TO THE ADDRESS BELOW.
HÜRRİYET BULVARI ATS PLAZA NO:129 BEYLİKDÜZÜ - İSTANBUL
DİLERSENİZ www.haberrevizyon.com ADRESİNDEKİ ÜYELİK BİLGİ FORMUNU DOLDURABİLİRSİNİZ. YOU MAY ALSO COMPLETE THIS FORM ONLINE at www.haberrevizyon.com
www.haberrevizyon.com
www.haberrevizyon.tv
0212 875 5 880
ADET COPIES
İMZA
SIGNATURE
4x4
Can Güvenliði
da OPSÝYON DEÐÝLDÝR!