Freedom in in your hands! Freedom TEMMUZ 2013 SAYI: 10 www.haberrevizyon.com www.haberrevizyon.tv
FİYAT:
MİLLİ EĞİTİM BAKANI
Röportaj / Interview
NABİ AVCI
Lokman AYVA
Katmerli Taksim / Taksim Layered R a f a e l S A D İ Taksim Meydanı Öldüğümde Beni Ayakta Gömün Bury Me Standing When I Die
Dr. Haydar DÜMEN
Fanteziler / Fantasies Prof. Dr. Arif Verimli Toplumsal Ruh Sağlığı ve Önemi Social Sanity and its Importance
5
KKTC:
6,5
Vicdan mı, Haber mi? Röportaj / Interview
Erol CANDABAKOĞLU
Bekir KAPLAN
Gönüllerin
Sultanları
Şahin MENGÜ
KİM BU GENÇLİK? Sunay AKIN -
CADI PARMAGI Dr. Ömer Vehbi Hatipoğlu Tarihin Tanıkları
Hayatımızı Yöneten Tanrı, Yarattıklarını YarattıklarıylaMetaller Korur!
KÜNYE İmtiyaz Sahibi R. Aytekin TÜRKER
Sorumlu Yazı İşleri Müdürü Arzu ATASOY Genel Koordinatör Halil PETEK
Grafik Tasarım ATS Graphic Design Studio
NİSAN www.h 2013 SAY www.h aberrev I: 7 aberrev izyon.co m izyo n.tv
Bak an F Lok at man ma ŞA AYV H A, H İN alit E RG
Onla
rlayd
Halkla İlişkiler Merve PETEK
GEN
Ayıp mEı?LEV İhtiyaç m Günah mı? ı?
Reklam Yönetimi Gülbin SERTOĞLU Yiğit ORHUN
Değişim
tarih
i
mezten gizlenen arl ik
GÜ FA
İletişim Çözümleri www.coordination.tv
Baskı Dünya ‘Globus’ Basımevi 100. Yıl Mah. Bağcılar - İSTANBUL Tel: 0212 440 28 78 Dağıtım: DÜNYA SÜPER DAĞITIM Abone Dağıtım: Traffic Kurye Tel: 0212 217 06 26
RK
MI
GÖRÜŞ VE
YORUMLARINIZI
PAYLAŞIN
Haber Revizyon Dergisinde okuduklarınızla ilgili görüş ve yorumlarınızı gönderin.
ARAŞTIRMANIZI DENEYİMİNİZİ PAYLAŞIN
Yaptığınız çalışmalarda elde ettiğiniz sonuçları veya deneyimlerinizi paylaşın.
/ Inte ÜRKL ER rv çlü TÜ iew
n Gü
RKİY
N
zm ve
N
A
11,5
yÖ ZT
ortaj
Kadı
Siyoni
IND
SI
?
Danışma Kurulu Cahit ÜLKÜ Erol CANDABAKOĞLU Alaaddin SİNAN İsmail Ahmet ORHUN Mustafa DURDUDİLER Mustafa KESKİN Prof. Dr. Arif VERİMLİ Aydın ÇELİK Şahin MENGÜ Lokman AYVA
Bölge Haber Temsilcileri Güney Doğu Anadolu: İbrahim H. KARACA Ege: Ülkü AKTAŞ Karadeniz: Şükrü YAVUZ Avrupa: Reha ERUS
Kora
Röp
NÜ
10 KKT C:
Proje UTLU Hibe BSizden izden
Rafa SADİ el
CÜ
FİYA T:
İstan
Hüsebul Valisi yin A vni M
Güçlü
Dr. Ha
Cinsi ydar DÜ yet MEN
Hukuk Danışmanı Av. Zihni Levent DURAK Av. Mevlüt AYDIN
Katkıda Bulunanlar Bekir KAPLAN Rafael SADİ Şahin MENGÜ Sunay AKIN Prof. Dr. Arif VERİMLİ Dr. Haydar DÜMEN İsmail Ahmet ORHUN M. Metin YILGÖR Onur BELGE Murat AKTÜRK Yüksel GÜLEÇ Prof. Dr. Vecdet ÖZ Dr. Ömer Vehbi Hatipoğlu Orhan SAMAST Avraham İŞCEN Egemen TÖRELİ Fırat KORSAN İstanbul Valiliği Milli Eğitim Bakanlığı
ENÇ
ı...
E
Erdoğa
n
Su na y AK Ege Vapu IN Salın ru’nun cağı
Şahin
ME
Dem NG okra Ü Tem sin Özgü inatı in r Ba sın
HABERİNİZİ PAYLAŞIN Gönüllü habercimiz olup haberlerinizi gönderin, haberinizden herkesin haberi olsun.
Çözüm Ortağımız
ATS Elektronik Güvenlik Sistemleri San. Tic. ve Ltd. Şti. www.ats.gen.tr Yayın Türü Ulusal, Süreli, Aylık
Yönetim Yeri Hürriyet Bulvarı ATS Plaza No:129 Beylikdüzü / İstanbul İletişim 0212 875 5 880 – 0544 875 5 880 haber@haberrevizyon.com www.haberrevizyon.com
haber@haberrevizyon.com
@Haberrevizyon /haber.revizyon Haber Revizyon Dergisi, Türkiye Cumhuriyeti yasalarına uygun olarak yayımlanmaktadır. Haber Revizyon Dergisi’nin tüm hakları R. Aytekin TÜRKER’e aittir. Dergide yayımlanan yazı, fotoğraf, harita, illüstrasyon ve konuların her hakkı saklıdır. Makalelerdeki görüş ve düşünceler yazarlarına aittir. Yazılı izin alınmadan, kaynak gösterilse dahi kullanılamaz.
BASIN HÜRDÜR, SANSÜR EDİLEMEZ.
ISSN 1304 - 8813
E ditör’den Kendin için bir yalnızlık seçtiğinde kalbinde ve düşüncelerinde yaşadıklarınla tek yüzleşebileceğin, sığınmayı seçebileceğin ve korunduğunu tüm damarlarında hissedeceğin an, Yaradanın ile paylaşmayı seçtiğin andır.
When you choose a moment of loneliness for yourself, that moment you can only face what you go through in your heart and thoughts, choose to resort and feel in all your veins that you are protected is the one you choose to share with your God.
Sığınırken inanmayı, inancın ile ulaşmayı, ulaştığın an da huzuru yaşarsın. O huzur sen ne düşünürsen düşün, içinde var olacaktır. Bir ses olacaktır. Seni sürekli huzurlu kılan ve mutlu eden bir ses... Bazen bir yaprak hışırtısı, bazen yağmurun sesi… Bazen de hüzünle baktığın gökyüzü renklenecektir.
You believe when you resort, you reach with your faith and at the moment you reach you feel peaceful. That peace will be there, inside you, no matter what you think. It will be a voice. A voice that keeps you peaceful and happy all the time… Sometimes a rustle of leaves and sometimes the sound of rain… And sometimes the sky you look at when you have the blues will be colored.
Önce kendi varlığına inan, görevini öğren ve yaşa. Amaçlarını belirle, onlara sımsıkı sarıl ve en önemlisi hiç kimseyi kırma. Değerli gibi gözüken bedeller için bir gün uğurlanman gerektiğinde de yalnız kalma. Varlığına ihtiyaç duyduğun anlarda hatırladığın yüce Yaradan her an senin yanında. Kim sana Dünya ve evrenin sonsuz güzelliklerini sunar? Kim hatalarınla seni her zaman kabul eder? Kim sadece ihtiyaç duyduğun anlarda “hep varım” der? Kim yaratır? Kim?
First believe in your existence, learn your mission and live. Set your goals and hold on tight to them and most importantly, do not break anybody’s heart. And for the prices that had seemed valuable once, don’t be left unaccompanied when you are to be bidden farewell to. Mighty God whom you recall when you need his presence is always with you. Who would only say he is always there when you are in need? Who would welcome you with all your mistakes? Who would bless the endless beauties of the Earth and the universe? Who creates? Who?
TANRI, YARATTIKLARINI YARATTIKLARIYLA KORUR!
GOD PROTECTS WHAT HE CREATED VIA THOSE WHOM HE CREATED!
R. Aytekin Türker
CONTENTS İÇİNDEKİLER
@Haberrevizyon /haber.revizyon
Gönüllerin sultanları
6
Bekir KAPLAN Röportaj / Interview
8
VİCDAN MI, HABER Mİ? CONSCIOUS OR NEWS? Erol CANDABAKOĞLU KURUMSAL İTİBAR YÖNETİMİ
12
Orhan SAMAST TAKSİM MEYDANI
16
26
DEMOKRATİK OLMAYA VAR MISINIZ?
Rafael SADİ KATMERLİ TAKSİM TAKSİM LAYERED
MİLLİ EĞİTİM BAKANI NABİ AVCI
20
İsmail Ahmet ORHUN
28
BEN BARIŞ İSTEMİYORUM
Lokman AYVA
CADI PARMAĞI
Sunay AKIN
Yüksel GÜLEÇ
24
TARİHİN TANIKLARI
30
Dr. Ömer Vehbi HATİPOĞLU
JU
3 1 0 2 Y L TEMMUZ 2013 34
52
YA SONRA... Murat AKTÜRK
54
ADEMOĞLUNUN ÜVEY ANASI LİLİTH Avraham İŞCEN
Röportaj Interview
42
56
TOPLUMSAL RUH SAĞLIĞI ve SOCIAL SANITY ÖNEMİ AND ITS IMPORTANCE Prof. Dr. Arif VERİMLİ
58
FANTEZİLER FANTASIES Dr. Haydar DÜMEN
ÖLDÜĞÜMDE BENİ AYAKTA GÖMÜN BURY ME STANDING WHEN I DIE
48
60
KİM BU GENÇLİK? Şahin MENGÜ
50
ONE MINUTE TAYYİP Prof. Dr. Vecdet ÖZ
EL ELE SÜPER KUPA FİNALİ’NE Onur BELGE
62
AYLIK BURÇ YORUMLARI Astrolog Egemen TÖRELİ
Bakış
Gönüllerin Sultanları
Gönüllerin
Sultanları
Bekir KAPLAN Eyüp Sultan Türbesi, yıl boyunca devam etmekle birlikte, özellikle Ramazan ayında ziyaretçi akınına uğramakta. Restorasyon çalışmaları nedeniyle uzun zamandır ziyarete kapalı olan Türbe, bu yıl Ramazan ayında da henüz çalışmalar tamamlanmadığından dolayı ziyaretçi girişlerine kapalı. Kutsal değerler arasında önemli bir yere sahip olan Eyüp Sultan Hazretleri’nin hikayesini ve önemini, İstanbul Valiliği İstanbul Ajansı Genel Yayın Yönetmeni Bekir Kaplan anlattı. Mihmandâr-ı Nebî, Ebû Eyyûb el-Ensârî... Yani çoğumuzun bildiği adıyla: Eyüp Sultan Hazretleri… Bir ümit elçisi ve gönüllerin sultanı olan Eyüp Sultan Hazretleri, esasen Medine sahabelerindendir. Allah Resûlü’nü (s.a.v.) yedi ay evinde ağırlamış; O’nun mihmandarı, sancaktarı, koruması, hizmet eri, komşusu ve dostu olmuştur. Eyüp Sultan Hazretleri’nin, İstanbul için de önemi büyüktür. Zira Eyüp Sultan, Peygamber Efendimizin “İstanbul elbette feth olunacaktır, onu fetheden kumandan ne güzel kumandan, onu fetheden asker ne güzel askerdir” müjdesine nail olmak isteyen Müslümanlarla birlikte 80 yaşında canla başla savaşmış, çabalamış ve İstanbul yolunda, İstanbul uğruna vefat etmiştir. Bu mübarek şehir yolunda vefat etmeden önce, hasta yatağında Eyüp Sultan’ı ziyarete gelen komutanı, Eyyub el-Ensari’ye “Ey Ebû Eyyûb! Bir dileğin, bir vasiyetin var mı?” diye sorar. Eyüp Sultan’ın dileği, ne mevkii, ne mal mülk, ne dünya işleri içindir. Eyüp Sultan Hazretleri, “Cenazemi düşman toprakları içinde gücünüzün yettiği ve götürebildiğiniz kadar ileriye taşıyın. Daha ileriye götürme imkanınız olmadığı yere kadar götürüp oraya gömün. Sonra da atlarınızla kabrimin üzerinde gidip gelerek kabrin yerini gizleyerek geri dönün” der, “Allah Resûlü’nün (s.a.v.) ‘Kostantiniyye (İstanbul) surlarının dibine salih bir kişi defnolunacaktır ‘ buyurduğunu duydum. Bahsettiği kişinin ben olacağımı umuyorum.” Eyüp Sultan Hazretleri’nin vefatı ve defninden yüzyıllar sonra, 1453 yılında Fatih Sultan Mehmet; Eyüp Sultan’ın kabrini bulmak istedi. Padişah bu isteğini hocası Ak-Şemsettin’e iletti ve Ak-Şemsettin, kabrin olduğunu bildirdiği yer bir iki arşın kadar kazılınca bir beyaz mermer çıkacağını söyledi. Orası kazıldı, Fatih’in hocası Ak-Şemsettin’in dediği gibi beyaz mermer meydana çıktı, mermerin üzerinde “Haza kabri Halit İbn-i Zeyd” ibaresi yazılıydı. Neresinden bakarsanız bakın, insanın kalbini coşturan, ruhunu 6 haberrevizyon.com Temmuz 2013
aydınlatan bu muazzam hikaye, tam da şu an üzerinde olduğumuz topraklarda yaşandı. Peygamber Efendimizin müjdelediği bu güzel şehir; havasıyla, suyuyla nice ümit elçilerine, nice kıymetli tarihe tanıklık ve ev sahipliği etti ve etmeye devam edecek. Boşuna demiyoruz bu Şehr-i İstanbul ki, taşı toprağı manevi kıymetlerle dolu... Çok şükür ki Allah, bize bu güzide, bu müstesna ve farklı şehirde yaşamayı nasip etmiş. Onu fetheden komutana da, askere de hayır dualarımızla...
VİCDAN MI, HABER Mİ? CONSCIOUS OR NEWS? Habere ulaşmak, mesleği habercilik olmayanlar için oldukça kolay. Hele günümüzde, akıllı telefon ekranlarından, telefonlardan, tabletlerden, TV’den, radyodan veya gazeteden haberleri okumak, izlemek veya dinlemek daha da kolay.
Reaching news is quite easy for those who are not journalists. And today, reading, watching or listening to the news on the screens of smart phones, tablets, TV, radio or newspapers is much easier.
Pekiyi, mesleği televizyonda birkaç dakikada izlediğiniz, radyoda bir veya iki cümleyle özetlenen, gazetelerde de fotoğraf ve detaylarıyla önünüze gelen bu haberleri, hayatlarını riske atarak ve tüm görünür-görünmez engelleri aşarak önünüze getirmek olanların işi ne kadar kolay?
Well, how easy is the job of those who sometimes risk their lives and overcome many seen or unseen obstacles to bring those news which you watch for a few minutes on TV, summarized in a couple of sentences on the radio or published with photos and in detail on the papers?
Haberciliğin deneyimli isimlerinden FOX TV Haber Editörü Erol Candabakoğlu, Haber Revizyon’un sorularını yanıtladı. 8 haberrevizyon.com Temmuz 2013
Fox TV News Editor, Erol Candabakoğlu, an experienced name of journalism answered Haber Revizyon’s questions.
Haber Revizyon: Gazeteci olarak gittiğiniz savaş bölgesinden evinize döndüğünüzde neler hissediyorsunuz?
Haber Revizyon: What do you feel when you return home from a war zone that you had gone as a journalist?
Erol Candabakoğlu: Aklım orada kalıyor... “Bir süre daha kalsam daha neler yapabilirdim?” diye düşünüyorum. Ruhsal durumum haliyle etkileniyor çünkü sürekli çatışmalar var. Patlama sesleriyle irkiliyorsunuz ve haber yaparken “acaba gelecek bir mermiden veya bir şarapnel parçasından nasıl korunurum?” diye düşünüyorsunuz. Çoğu zaman yemek yemeyi, hatta su içmeyi bile unutuyorsunuz.
Erol Candabakoğlu: I am wrapped up in there… I think what I could do if I stayed a little longer. My psychology is naturally affected because there are clashes. You get startled with the noise of explosions and while you are shooting the news, you think “How can I avoid a bullet or a shrapnel piece that will come?” Most of the time, you forget to eat and even to drink water.
Tabii böyle bir ortamdan eve dönmek mutluluk verici. En azından evinizde güvende olduğunuzu hissediyorsunuz. Ailenize kavuşuyorsunuz. Birçok kez kabusla uyandığım olmuştur. Rüyada çatışmanın arasında kaldığımı, yaralandığımı falan görüyordum...
Of course returning home from such an atmosphere is a bit of fresh air. At least you feel safe at home. You rejoin your family. There are many times that I woke up with a nightmare. I used to dream that I was stuck in between clashes and got injured.
2 kez İstanbul’a döndükten sonra psikologa mı gitsem düşündüğüm oldu. Biri Hakkari dönüşünde, biri de Mısır’da kaçırıldıktan sonra. Aslında benim eve döndükten sonra neler hissettiğim değil, her gün korku içinde olan ailemin neler hissettiği daha önemli.
There were two times that I considered consulting a psychologist. One of them was when I returned from Hakkari and the other was after I had been abducted in Egypt. Actually not what I feel after I come back home but what my family who are in a blue funk everyday feel matters more.
Haber Revizyon: Bugüne kadar birçok olayın içinde gerilimli anlar yaşadınız. Peki, hiç vicdan ve mesleğiniz arasında bir durumda kaldınız mı?
Haber Revizyon: You have been through many stressful moments so far. Well, have you ever been in a tight situation where you were in between your conscious and your job?
Erol Candabakoğlu: Vicdanı duygusal anlamda soruyorsanız, evet birçok kez oldu. Yaralı insanlar görüyorsunuz. Normalde yardım etmek gerekir. Ancak orada bulunma amacınız haber yapmak. O insan can çekişirken biz en iyi görüntüyü çekme, en iyi röportajı yapma gayreti içinde oluyoruz. Elbette yardım ettiklerimiz de oldu ama öncelikli olarak yapacağınız haberi düşünüyorsunuz. Vicdanımın çok sızladığı, çok üzüldüğüm birçok olay oldu tabi. Bunlardan biri, Reyhanlı saldırısı oldu. Reyhanlı’ya birçok kez gittim. Orada yaşayan birçok insanla yakın dost olmuştuk. Patlamadan sonra gittiğimde, yemek yediğim restoranın, ilaç aldığım eczanenin, taksi durağının ve birçok yerin yerle bir olduğunu görmek beni çok sarstı.
Erol Candabakoğlu: If it is emotional conscious that you are asking, yes, that happened many times. You see injured people. Normally you should help. However, the reason you are there is to make news. While that person is struggling to survive, we are usually in an effort to shoot the best scene or make the best interview. Of course there are those that we helped but first of all you think about the news you will make. There is one occasion that I felt remorseful and terribly sorry about. One of them is the Reyhanlı attack. I have been to Reyhanlı many times. We had made good friends with many people who live there. When I went there after the explosion, seeing that the restaurant that I ate at, the pharmacy I bought medicine, the taxi station and many other places were blown up devastated me. 9 Temmuz 2013
haberrevizyon.tv
RÖPORTAJ / INTERVIEW Burada tanıştığım insanlardan bazılarının hayatını kaybettiğini, bazılarının da yaralandığını öğrendiğimde gerçekten çok üzülmüştüm. Bir başka örneği de Suriye’den vereyim... Suriye’ye birkaç kez gittim. Tanıştığım Özgür Suriye Ordusu askeri Muhammed, benimle yemeğini paylaşmıştı. Çatışma bölgesinde güvenliğimiz için çok uğraşmıştı. Bir süre sonra tekrar gittiğimde, çatışmada hayatını kaybettiğini öğrendim, çok yakın bir arkadaşımı kaybetmiş gibi üzüldüm. Vicdanen etkilendiğimiz olaylar bir hayli fazla tabii, tek tek anlatmak uzun sürer...
Vicdan mı, Haber mi? / Conscious Or News? I was deplored to learn that some of the people had lost their lives and some others had been injured. Let me also give another example from Syria.. I have been to Syria a few times. Mohammed, a soldier of the Free Syrian Army had shared his food. He really did his best to keep us safe at the region where the clashes took place. When I went there after a while, I learned that he had lost his life during a clash and I felt sad as if I had lost a close friend of mine. Of course, there have been many incidents that bothered our conscious but it takes too long to talk about each one of them.
Haber Revizyon: Suriye’de Mart 2011’den bu yana süregelen olaylarda toplam 17 gazeteci hayatını kaybetti. Gazetecilerin can güvenliği için sizce nasıl bir önlem alınmalı?
Haber Revizyon: During the ongoing conflicts in Syria since March 2011, 17 journalists in total have died so far. What kind of a precaution should be taken for the safety of journalists?
Erol Candabakoğlu: Savaş ortamında önlem almak çoğu zaman işe yaramayabilir. Ben gittiğimde yanıma çelik yelek, miğfer ve gaz maskesi alırım. Ama bunlar bazen yeterli olmuyor. Örneğin; Şanlıurfa’nın Ceylanpınar ilçesinin hemen karşısında Suriye’ye bağlı Ras-ul Ayn ilçesinde şiddetli çatışmalar yaşandı. İnsanlar sokağa çıkmaya korkuyordu.
Erol Candabakoğlu:Taking precautions in the event of war may mostly not work. When I go there, I usually take a steel vest, a helmet and a gas mask. But sometimes these are not enough. For example; there were heavy clash of arms in Ras-ul Ayn of Syria which stands just across Ceylanpınar of Şanlıurfa.
“ANONS ÇEKERKEN YARIM METRE YAKINIMDAN MERMİ GEÇTİ.” “A BULLET HALF A METER AWAY FLEW BY WHILE I WAS MAKING AN ANNOUNCEMENT.”
Tam anons çekerken, yaklaşık yarım metre yakınımdan bir mermi geçti. Jetlerin bıraktığı bombalar patladıktan sonra şarapnel parçaları yakınımıza kadar düştü. Bunların isabet etmesi halinde korkunç sonuçlar yaşanabilir. Birçok kez çatışmaların tam ortasında kaldım. Taraflar birbirine kurşun sıkarken hem gizlenip hem işimi yapmaya çalıştım. Ayrıca dikkat edilmesi gereken bir nokta da şu: Böyle ortamlarda durumu ranta dönüştürmeye çalışan çeteler türüyor. Size yardımcı olacaklarını söylüyorlar ama değerli eşyalarınızı alıyor sonra öldürüyorlar. Haber Revizyon: Savaş bölgesinde gazeteci olmak kişinin aile hayatini nasıl etkiler? 10 haberrevizyon.com Temmuz 2013
People were afraid to go out to the streets. While I was just making an announcement, a bullet half a meter away flew by. The after bombs that jets had released exploded, shrapnel pieces fell down very close to us. There may be horrible results in case they hit. I’ve been stuck in between clashes for many times. While both parties were shooting at each other, I both tried to hide and do my job. Also, another thing to be careful with is this: In such cases, gangs who try to change the situation into an annuity breed. They say they will help you but then they seize your valuable stuff and then kill. Haber Revizyon: How does being a journalist at the war zone affect his/her family life?
Erol Candabakoğlu: Daha önce de söylediğim gibi, bizden çok ailelerimiz etkileniyor. Akılları hep sizde... Gittiğimiz yerden telefonla arayıp, konuşarak rahatlatmaya çalışıyoruz ama bu da yeterli olmuyor tabii. Ta ki evinize dönene kadar. Sizi sağ salim görünce onlar da rahatlıyor...
Erol Candabakoğlu: As I have said before, they are affected more than we are. They keep worrying about you. We try to call and help them relieve but this is also not sufficient. Until you are safely back home. They also feel relieved when they see you safe and sound.
Haber Revizyon: Mısır’da isyanlar başladığında Kahire’den ilk canlı yayını yapan sizdiniz ve çekim yaptığınız sırada bir çete tarafından kaçırıldınız. Bu süreçte neler yaşadınız?
Haber Revizyon: When riots began in Egypt, ou were the first one to broadcast live and while you were shooting the news, you were abducted by a gang. What did you go through during this process?
“‘MÜSLÜMAN’IM’ DEDİM, ‘GAZETECİYİM’ DEDİM, DİNLETEMEDİM” Erol Candabakoğlu: Çok şiddet gördüm... Türk olduğumu söyledim, “Müslüman’ım” dedim,” gazeteciyim” dedim, dinletemedim. İlk başta kaçıranların hangi taraftan olduğunu bilmiyordum. Israrla “Hüsnü Mübarek yanlısı mısın, karşıtı mısın?” diye soruyorlardı. “Ben Türk’üm, Mübarek beni ilgilendirmiyor” cevabım onları tatmin etmiyordu ve dövmeye devam ediyorlardı. Türk Büyükelçiliği’nde görevli komandolarla Mısır Ordusu askerlerinin ortak operasyonuyla kurtarıldıktan sonra hayatta kaldığıma uzun süre inanamadım çünkü kurtarılmadan önce, “artık her şey bitti, buraya kadarmış” diyordum kendi kendime. Bu olayda beni kurtaran gazeteci dayanışmasıydı. Anadolu Ajansı Kahire Temsilcisi Kemal Firik’i arayıp ondan yardım istemiştim. O da, olayı “flaş haber” olarak Türkiye’ye geçti. Haberin yayılmasıyla birlikte kurtarılma süreci de hızlandı tabii. “SURİYELİ MÜLTECİLERİN KONTROLÜ MUTLAKA SAĞLANMALI”
“I SAID ‘I AM A MUSLIM AND A JOURNALIST’ BUT COULD NOT MAKE THEM LISTEN” Erol Candabakoğlu: I was heavily tortured... I said ‘I am a Muslim and a journalist’ but could not make them listen. At the very beginning, I did not know which side they were on. They were insistently asking whether I was a supporter of Hosni Mobarak or against him. They were not satisfied with my replies saying “I am a Turk and I am not interested in Mobarak” and they kept on beating. After being saved by the joint operation of the rangers of the Turkish Embassy and the soldiers of the Egyptian Army, I was unable to believe that I had survived because just before I was rescued, I was telling myself that everything was over and I was done. In this event, what saved me was a journalist solidarity. I had called Kemal Firik, the Anatolian Agency Cairo Correspondent. He then sent the news as “breaking news” to Turkey. Of course the rescue process geared up with the spread of the news. “CONTROL OVER THE SYRIAN REFUGEES MUST DEFINITELY BE GAINED”
Haber Revizyon: 11 Mayıs 2013’te Hatay - Reyhanlı’da yaşanan patlamalarda birçok insan hayatını kaybetti. Suriye’deki iç savaş Türkiye’ye de sıçradı. Bir gazeteci olarak bu durumu nasıl değerlendiriyorsunuz?
Haber Revizyon: Many people died at the bombings in Reyhanlı of Hatay on May 11, 2013. The civil war in Syria spread to Turkey, too. How do you approach this situation as a journalist?
Erol Candabakoğlu: Sınırdaki askeri birliklerin bazılarında “Hudut Namustur” yazısını görebilirsiniz. Ancak Suriye ile olan yaklaşık 920 kilometrelik sınırımız şu anda delik deşik. Tel örgülerin altından, üstünden her iki tarafa girip çıkan yüzlerce, binlerce insan olmuştur bu güne kadar.
Erol Candabakoğlu: You can see the note saying “Border is Honor” at some of the military units at the border. However, our almost 920- kilometer border is riddled now. Until today, there have been thousands of people who trespassed to and from Syria from under or over the barbed wires.
Reyhanlı patlamasının hemen ertesi günü, yine Reyhanlı’da Suriye’den gelen kadın, çocuk, yaşlı kalabalık bir gurup tel örgülerin altından Türkiye tarafına geçtiler. Bunları aynı gün haber yaptık ve buna dikkat çekmeye çalıştık
The day after the Reyhanlı explosion, again in Reyhanlı, a crowded group consisting of women, children and the elderly trespassed from under the wires. We made the news on the same day and tried to raise concerns over this.
Bu örneği şunun için verdim. Yani patlayıcılar, silahlar kolaylıkla bu şekilde de Türkiye’ye sokulabilir. Gelen Suriyeli mültecilerin kontrolü mutlaka sağlanmalı. Gelenler kim, gerçekten mağdur olan Suriyeliler mi? Çadır ve konteynır kentler kuruldu. Buralarda kalmalılar, dışarı çıkmalarına izin verilmemeli. Gaziantep merkezinde ve Reyhanlı’da yaşanan patlamalar, bana göre bu ihmallerin sonucudur.
The reason I gave this is that explosives, weapons can easily be smuggled in through the same way. Taking control of Syrian refugees must be achieved. Who are those that come? Are they really Syrian victims? Tent and container villages have been set up. They must stay here and must not be allowed to get out. I think the explosions which happened at the city center of Gaziantep and Reyhanlı are an outcome of this negligence. 11 Temmuz 2013
haberrevizyon.tv
BAKIŞ
Kurumsal İtibar Yönetimi
KURUMSAL İTİBAR Orhan SAMAST İtibar Yönetimi Enstitüsü Başkanı
YÖNETİMİ
İtibar, sözlükte “saygınlık, kredi, güvenilir olma durumu” olarak ifade edilmiştir. Halk arasında ise çoğunlukla “saygınlık, güven, dürüstlük, para, değer” gibi kelimelerle ifade edilmektedir. İtibarın İngilizcedeki en yakın karşılığı olan “reputation” ise saygınlık ile ilgili anlamların yanı sıra, ün, şöhret gibi anlamları da barındırmaktadır. Bir tanıma göre itibar, önde gelen rakiplerle kıyaslandığında, şirketin hedef kitlesi gözündeki genel cazibesini tanımlamayan, geçmişteki hareketlerinin ve gelecekteki muhtemel görüntüsünün algısal temsilidir. İtibar, zaman içinde oluşan ve kolaylıkla zarar görebilen hassas bir kaynaktır. Artık önemli finansal verilere sahip şirketler kendilerini tanımlarken en değerli varlıklarının itibar olduğunu açıkça ifade etmektedirler.
İtibar aynı zamanda bir kurumun fırsatları değerlendirmesini veya tehditlere karşı da koruma sağlayan bir varlıktır. Bir kaynak olarak düşünüldüğünde itibar; değerli, taklidi zor, yeri kolay doldurulamaz bir varlık, aynı zamanda kârı artıran bir kaynak olarak düşünülebilir.
risk olarak nitelendirilmektedir.
İyi bir itibar, finansal değeri büyük olan soyut bir varlıktır. Yapılan araştırmalarda, itibar kaybı özel ve kamu kurumları tarafından önlerindeki en büyük
İtibar, soyut bir varlık ve değerler bütünü olmasına rağmen, olumsuzluk yaşandığında sonuçları bilançoyu somut olarak ciddi bir biçimde etkilemektedir.
Ülkemizde de son yıllarda kurumların nasıl itibar kaybettiği ve yaşadıkları itibar krizi sırasında nasıl zorlandıkları ve kriz yönetimini pek bilmedikleri gün yüzüne çıkmıştır.
İşletmeler için iyi bir “Kurumsal İtibar”ın sağladığı bazı yararlar kısaca şöyle sıralanabilir: İşletme değerinin artması Fazla kâr elde edilmesi Yeni iş ortakları ve sermayeyi çekmek Yatırımları güvence altına almak Yeni müşteriler çekmek Tanıtıma ve pazarlamaya katkı sağlamak Siyasi ve hukuki ilişkileri kolaylaştırmak En iyi çalışanları çekmek ve elde tutma sürelerini uzatmak Yeni pazarlara daha kolay giriş sağlamak Başarılı satın almalar yapmak Tüm paydaşlarla ilişkilerin güçlendirilmesine katkı sağlamak Sivil toplum kuruluşları ile ilişkileri geliştirmek Kriz risklerini azaltmak Kriz durumunda zararı en aza indirecek şekilde kalkan görevi üstlenmek Sürdürülebilirliğe katkı sağlamak Finansal performansta artışa katkıda bulunmak Ürünlerin rakiplere göre daha yüksek fiyatla satabilme şansı oluşturma Satın almalarda düşük fiyat ödeme Müşteri ve çalışan sadakatini artırma Paydaşların kurumun hareketlerine daha fazla serbesti tanımasını sağlama Kurumsal özgüveni pekiştirme Fiziki olmayan varlıkları kapsayarak ifade kolaylığı sağlama
12 haberrevizyon.com Temmuz 2013
İtibar, artık işletmeler için dinamik bir şekilde yönetilmesi gereken stratejik bir varlıktır. İtibar, algı bakımından bir şirketle ilgili her şeyi birleştiren önemli bir kavramdır. Bu açıdan İtibar Yönetimine Algı Yönetimi de denmektedir. Aslında İtibar Yönetimi, Algı Yönetiminden farklı ancak kapsayıcı bir konudur. İtibar yönetimi geçmişe bakıldığında çok da yeni bir kavram değildir. Kişi ve kuruluşlar eskiden beri başkaları tarafından nasıl göründüklerine dair endişeler taşımaktadırlar. Günümüzde değişen şey ise işletmelerin bu alanın yönetimine dair yaklaşımları, anlayışları ve verdikleri önemdir. İşletmelerin
başarısında fiziki varlıklar kadar fiziki olmayan varlıkların da önem taşıdığı artık keşfedilmiştir. İtibar, yöneticilerin ciddi olarak ele almaları ve yönetmeleri gereken kaynak türünün bir simgesidir. Soyuttur, bilgi ile ilgilidir. İtibar artık hem bireylerin hem de kurumların gündemindedir; yatırımcılar, finans uzmanları, çalışanlar, tedarikçiler, iş ortakları, basın, siyasi yöneticiler. Amerikalı Prof. Charles Fombrun itibarın önemini şu benzetme ile ifade etmiştir: “Rekabet, Pazar ekonomisinin motoru ise, itibar da onun çalışmasını sağlayan yakıttır.”
Toplum nezdinde itibarlı olduğunu değerlendiren bir kuruluş aslında etrafına şu mesajları vermektedir. Çalışanlara Müşterilere Topluma Hükümete Yatırımcı/Ortaklara Sigortacılara Denetleyicilere
: “Çalışmak için iyi, güvenli bir yeriz. Çalışanlara değer veririz.” : “Ürünlerimizin ve hizmetlerimizin arkasındayız.” : “Toplumsal değerlere sahip çıkarız. Kurumsal sorumluluklarımızın farkındayız.” : “İstihdam ve faaliyetlerimizle ülkeye ekonomik ve sosyal katkı veriyoruz.” : “Raporlarımız ve tahminlerimiz güvenilirdir.” : “Makul bir risk düzeyine sahibiz.” : “Kanunlara ve hukuka uygun hareket ederiz.”
Kuruluşların ayakta kalabilmesi ve faaliyetlerini sürdürebilmesi için insan, makine parkı, tesis, ekipman gibi somut varlıkların yanı sıra bilgi, marka değeri ve itibar gibi önemli soyut varlıklara da ihtiyacı vardır. Soyut bir varlık olan itibar, son dönemde yapılan bazı bilimsel çalışmalarla somut verilere dönüştürülmeye başlanmıştır. Son derece önemli bir konu olan İtibar ölçümü yakın zamanda işletmelerin gündemine oturacaktır. “Ölçmezseniz bilemezsiniz, bilmezseniz yönetemezsiniz” yaklaşımı itibar içinde geçerlidir denebilir. Ülkemizde henüz patentli özgün bir itibar ölçüm modeli bulunmasa da bazı iş dünyası dergileri her yılın en beğenilen şirketlerini açıklayan anketler yapmaktadır. Bu anketlerin büyük bir kısmı internet üzerinden gerçekleştirilmektedir.
Online İtibar Yönetimi Bilindiği gibi İnternet artık hayatın her aşamasında vazgeçilmez bir şekilde yerini almıştır. Kullanıcı sayısının ve sosyal ağların her geçen gün arttığı bu ortamlarda kurumsal olarak yer alınması, takip edilmesi ve algı oluşturulması zorunluluk haline gelmiştir. Bu sebeplerle Online İtibar Yönetimi kavramı da şirketlerin gündemine girmeye başlamıştır. Dijital ortamlarda dolayısıyla Sosyal Medyada itibar yönetimi yapılmazsa oluşacak boşluktan beklenmeyen krizler çıkabilecektir. 2013 yılı itibariyle Facebook kullanıcı sayısı 1 milyardan fazla olduğu bilinmektedir. Ülkemizde ise 32 milyondan fazla Facebook kullanıcısı vardır. Linkedin’in ise dünyada 200 milyon kullanıcıya ulaştığı duyurulmuştu. Türkiye, 2012 yılı sonu itibariyle dünya genelinde Linkedin’de en hızlı büyüyen ülke oldu. Google arama motorunun en çok kullanıldığı ülke sıralamasında 2. sıradayız. İşletmeler hakkında bilgi almak için ilk başvurulan yer Google arama motoru ve sosyal ağlar olduğuna göre, ayrıca sosyal ağlarda ortalama ne kadar zaman geçirildiğine ilişkin araştırma sonuçlarını bakıldığında Türkiye ülke sıralamasında 5. sırada yer alıyor.
Türkiye’deki kullanıcılar sosyal ağlarda ortalama 8.6 saat geçiriyor. Tüm bu verilere bakıldığında işletmelerin bu mecralardaki konumlarını gözden geçirmeleri yararlı olacaktır. Örneğin işletme adının arama motorlarına yazıldığında ne gibi sonuçlarla karşılaşıldığının analiz edilmesi gerekmektedir. Yapılacak analizlere göre bir Arama motorlarına ve Siber yaşam alanlarına yönelik İtibar Yönetimi Stratejisi oluşturulması gerekmektedir. Kitlelerin sosyal medyada aktif olarak yer aldığı bilindiğinden, elektronik ortamlarda İtibar Yönetimine önem veren şirketlerin marka bilinirliği hızla artacak ve uzun vadede önemli faydalar elde edeceklerdir. Her mecranın kendine özgü özellikleri olduğu dikkate alınırsa bu çalışmaların genel bir Online İtibar Stratejisi dahilinde seçilen mecranın yapısına ve kullanıcı kitlesinin beklentilerine uygun olacak şekilde özel olarak planlanması gerekiyor. Elektronik mecralar, işletmelere olumsuz içeriklerle mücadele etmek gibi ek bir yük oluştursa da aslında çok büyük olumlu avantajları da beraberinde getiriyor. Müşterilerin ne düşündüğü, işletmeden ne beklediği, hangi konularda şikayetlerinin olduğunu anlamanın dolayısıyla müşteriyi anlamının en pratik yolu diyebiliriz. Tabi bu etkileşimi yakalayabilmek için dijital ortamlarda iletişim sürecine hazır olmak gerekiyor. Hazırlıksız adım atılan dijital mecralar işletmeye beklemediği çok sayıda sorunu beraberinde getirebilir.
Dijital İletişim Türk Dil Kurumu iletişim kelimesini “Duygu, düşünce veya bilgilerin akla gelebilecek her türlü yolla başkalarına aktarılması, bildirişim, haberleşme, komünikasyon.” olarak tanımlıyor. Dijital kelimesini ise “Sayısal” ve “Verileri bir ekran üzerinde elektronik olarak gösteren” olarak tanımlıyor. Günümüzde bu iki kelime işletmeler için çok önem taşıyor. 13 Temmuz 2013
haberrevizyon.tv
BAKIŞ
Kurumsal İtibar Yönetimi
Sayın Cumhurbaşkanımızın da ifade ettiği gibi “Hepimizin didinerek oluşturduğu büyük bir Türkiye imajı var ortada. Bu Türkiye imajını hepimizin her yanı ile koruması lazım.” 1969 yılında askeri amaçlı ARPANET ile başlayan İnternet 1990’lı yıllarında kişiler arası iletişim için yoğun olarak kullanılmaya başlanmış ve hem akademik camiaların hem de özel sektördeki kişilerin ve işletmelerin yoğun kullandığı bir iletişim ağına dönüştü. 1998 yılında Google’ın ortaya çıkışının ardından sağladığı “bilgiye erişim kolaylığı” sayesinde gördüğü ilginin ardından 2004 yılında halka arz edildi. 2006’da Google’ın Youtube’u satın alması, Facebook ve Twitter’ın kuruluşu, 2007’de iPhone’un satışa sunulması ve akıllı telefonların yaygınlaşması ile iletişim yeni bir boyut kazandı. Tüm bu gelişmeler elektronik ortamların giderek daha fazla önem kazandığını ve işletmelerinde bu ortamlara kayıtsız 14 haberrevizyon.com Temmuz 2013
kalamayacağını gösteriyor. Artık işletmelerin başta Google, Facebook, Twitter olmak üzere diğer tüm sosyal ağlar ve mecralarda haklarında ne konuşulduğunu bilmeden elektronik ortamlarda nasıl bir algıya sahip olduklarını bilmeden faaliyetlerine devam etmeleri pek mümkün görünmemektedir. Bu sebeple işletmeler tüm paydaşları ile aktif bir iletişim içinde olmaları gerekiyor. Bunun için işletmeye özel olarak hazırlanmış bir dijital iletişim stratejisi oluşturulması gerekiyor. Son günlerde ülkemizde yaşanan olaylar muhtevası itibariyle ayrı bir yazı konusudur ancak her yönüyle görülmüştür ki; Kamu Kurumları da itibar yönetimine önem vermeli ve kurumsal itibarını yö-
netmelidir. Dikkat ve titizlikle ele alınmayan bir konu birden yıllar içerisinde zorluklarla oluşturulan itibarı zedeleyebilmekte hatta yok edebilmektedir. Son bir ay içerisinde bazı birey, kurum, kuruluş ve şirketlerin nasıl itibar kaybettiklerini hep birlikte izledik. Hatta ülkenin itibarını etkileyecek boyutta gelişmeler yaşandı. Bilindiği gibi itibar yönetimi en üst seviyede ele alınması gereken bir konu. Sayın Cumhurbaşkanımızın da ifade ettiği gibi “Hepimizin didinerek oluşturduğu büyük bir Türkiye imajı var ortada. Bu Türkiye imajını hepimizin her yanı ile koruması lazım.”
Söz konusu Topçu Kışlası 1780 yılında dönemin Osmanlı Padişahı 1. Abdülhamit tarafından inşa ettirildi. Aradan sadece 1 yıl geçtikten sonra Kabakçı Mustafa İsyanı esnasında tahrip edildi. II. Mahmut döneminde ise yeniden onarıldı.
Rafael SADİ
www.haberrevizyon.com
Temmuz 2013
TA K S İ M M E Y D A N I Son iki haftadır, dünyanın neresinde olursak olalım televizyonlarımızın karşısından kaldırtmayan ve gece yarılarına kadar “acaba direniş ne durumda?” diye sordurtan Taksim Gezi Parkı benim ve benim yaştakiler için neler ifade ediyor anlatmadan önce, adı çok geçen, ben yaştakilerin asla görmediğimiz ve yıkılmaması için de direnemeyenlerin de anlayabilmesi adına yeniden yapılandırılması istenen Topçu Kışlası konusunda bilgilendirmek gerektiğini düşünüyorum.
Söz konusu Topçu Kışlası 1780 yılında dönemin Osmanlı Padişahı 1. Abdülhamit tarafından inşa ettirildi.
eşim ve ailem beni öyle çağırırlar.) gayretleri ile 19. yüzyılda çok görkemli olarak yeniden inşa edildi.
Aradan sadece 1 yıl geçtikten sonra Kabakçı Mustafa İsyanı esnasında tahrip edildi. II. Mahmut döneminde ise yeniden onarıldı.
Söz konusu kışla 31 Mart 1909 gecesi Taksim kışlasındaki Avcı Taburu askerlerinin subaylarına karşı ayaklanması ile gelişen isyan sonucu 27 Nisan 1909 günü Sultan II. Abdülhamit’in tahtan indirilmesi ile son buluyor.
Birkaç kez de geçirmiş olduğu yangınlardan sonra Sultan Abdülmecit döneminde Tophane Müşiri (Osmanlıca Topçu Komutanı) Damat Gürcü Halil Rıfat Paşa’nın (Aslında adaşım; işte Türkçe adım Rıfat’tır. Bilmeyenler için; 16
haberrevizyon.com Temmuz 2013
O zamanlarda Ergenekon ve Balyoz davalarının açılmasında erken hareket edilmediğinden olsa gerek söz konusu ihtilal gerçekleşmiş oldu.
www.haberrevizyon.com Temmuz 2013 16 Eylül 2011 tarihinde İstanbul Büyükşehir Belediye Meclisi’nin aldığı kararla yapının Kentsel Tasarım Projesi ile bir bütünlük içerisinde değerlendirilerek tekrar inşa edilmesi kararlaştırıldı. Fakat 17 Ocak 2013 tarihinde Kültür Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu yapının inşasına, Gezi Parkının İstanbul’un belleğinde yer ettiği gerekçesiyle onay vermedi. Bu karara İstanbul Büyükşehir Belediyesi tarafından Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Yüksek Kurulu nezdinde itiraz edildi. Üst kurul, 1 Mart 2013 tarihinde bölgesel kurulun kararını iptal ederek Kışla’nın tekrar inşasına kesin olarak onay verdi. 31.05.2013 tarihinde Kültür Varlıklarını Koruma Yüksek Kurulu tarafından Gezi Parkı’nda Topçu Kışlası yapımına onay veren karara İstanbul 6. İdare Mahkemesi yürütmeyi durdurma kararı verdi. Evet, Taksim Kışlasının tarihi hep isyanlar ve devrimler ile iç içe. Taksim Meydanı da gösterilerden nasibini en fazla almış meydanlarımızdan biri. Kanlı Pazar ve daha nice 1 Mayısların, öğrenci yürüyüş ve çatışmalarının odak noktası Taksim Meydanı değil miydi? Yanlış mı hatırlıyorum yoksa Adnan Menderes’in yakasına yapışarak daha fazla özgürlük isteyen Deniz Baykal da bunu Taksim’de mi yapmıştı acaba? Neyse, bunlar eski siyasi olaylar ama bu meydanın bir anlamı var ve kimse değişmesini istemiyor; yani halkın bir kısmı demek daha doğru olacak. Topçu Kışlası’nın eski yeri ve bugünkü Gezi Parkı’nın bulunduğu arazinin mali değeri nedir, benim hiç bilgim yok ama o arazinin İstanbul’un en pahalı toprak parçası olduğunu tahmin etmek için emlak uzmanı olmaya gerek yoktur sanırım. Bu isyandan sonra kışla önemini yitirdi ve 1913’te Osmanlı Milli Ticaret Şirketi’ne satıldı. (İhale yapıldı mı acaba bilmiyorum.) Binanın orta kısmı ise Futbol Sahası haline getirildi. 1. Dünya Savaşı sonrası İşgal Kuvvetleri adına çarpışan Senegalli askerlere tahsis edildi. (Muhtemelen kira alınmamıştır.) Cumhuriyetin ilanı ile resmen Futbol Sahası kimliğini kazandı ve 1923’te ilk milli maç Romanya ile yapıldı. Buraya kadar olan kısmı ile bu kışlanın aslında pek de hayırlı ve uğurlu olmadığını söylemek çok yanlış olmaz. Cumhuriyet Hükümetinin de bu kışlaya pek sıcak baktığını ve yeniden inşasını düşündüğünü söyleyebilecek kanıt pek yok gibi. Hatta 1940 yılında İstanbul dünyaca ünlü bir şehir planlamacısının eline teslim edilir. Fransız Şehir planlama mimarı Henri Prost İstanbul’u baştan yaratma görevi aldı ve İstanbul’un çehresini değiştirecek planların altına imzasını attı. İhaleleri kimler aldı ve taşeronlar kimlerdi, ben bilmiyorum. Bilenler bilmeyenlere anlatsın lütfen. Bildiğimiz odur ki devrin İstanbul Belediye Başkanı Lütfü Kırdar idi. 1940 yılında Taksim Kışlasının yerine Taksim Gezi Parkı inşa edildi.
Evet, o AVM’yi elinde bulunduracak olan kişi ve/veya kuruluşların oldukça büyük bir rant ve gelir, hatta prestij edinecekleri öyle böyle bir hayal olmasa gerek. Tabii mekanın uğursuzluğunu bir kenara bırakmak gerek. Yahu daha çivi bile çakılmadan 11 yıldır iktidarda olan ve Türkiye’nin gelmiş en popüler, en karizmatik en fazla oy alabilmiş Başbakanını neredeyse devirecek hale getirdi bu mekan ve tezahürü. Hani ben öyle hurafelere inanmam ama tahtaya üç kez vurup iki kez de kulağımızı da çekelim ki maazallah tu tu tu... Ne olur ne olmaz yani... Neyse, esas demek istediğim; o parkta ben sadece 3 yaşımda iken bilemedin 5, anında zam yaptım hatırınız kalmasın diye, çekilmiş resimlerim vardı. Herhalde halen vardır ama nerede acaba? Heykeller, yanılmıyorsam geyik ve aslan heykelleriydi… Hurdacılar götürmedilerse yerlerinde olması gerek; çok ağırdılar. Bronz heykellerdi ve bire bir orijinallerine uygundu. Bu heykellerin üzerinde resmi olmayan benim yaşımda İstanbullu azdır sanırım. Resmi yoksa İstanbullu değildir herhalde. 17
Temmuz 2013
haberrevizyon.tv
Taksim Meydanı
www.haberrevizyon.com Temmuz 2013
Taksim Gezi Parkı’nın bir başka nostaljik köşesi ise okul çaylarımızın yapıldığı Taksim Belediye Gazinosu’ydu. Gazino’nun değişmez orkestrası kimdi, bilin bakalım? Yahu, bunu da yazmazsam meraktan çatlarsınız herhalde.
sin… Doğru sesi bulana kadar bütün okul İstiklal Marşı’nı tekrar tekrar söylemek zorundaydık. Şimdilerde okullarda Pazartesi sabah ve Cuma akşamları İstiklal Marşı ve bayrak töreni var mı acaba?
Kıyamam sizlere. Orkestra adı ile sanı ile ROBERTO LORANO orkestrası idi.
İşte Taksim Gezi Parkı benim için bunları ifade ederken 23 Nisan ve Cumhuriyet Bayramlarında Tepebaşı’ndaki Farabi Pulcusunun karşısındaki Hayat Spor’dan alınmış ve kolumuzda Okulumuz Beyoğlu Özel Musevi Lisesi’nin izci oymağı numarası olan 61 örülmüş olan forması ile resmi-geçit törenine katılmak kadar onur verici bir olay olmamıştır o yaşlarımızda. Tabii ki izcilik anılarımız da başka bir yazının konusu olabilir.
Taksim Belediye Gazinosu benim de sahneye ilk çıktığım mekandı. Yok, sandığınız gibi şarkıcı veya uvertür diye çıkmadım. Şarkı söyleyen sınıf arkadaşım David Yanarocak’a orgda eşlik etmek için çıkmıştım. Piyano hocam da sağ olsun Devlet Operası baritonu Sayın Serdar Öztürk idi. Allah uzun ömürler versin. Sıkıysa İstiklal Marşı’nı okurken çatlak ses çıkartan oluver-
Bakalım Taksim Gezi’si ve Topçu Kışlası daha kimleri zedeleyecek. Aman Allah korusun, lütfen kimse gaz’a gelmesin...
Bakalım Taksim Gezi’si ve Topçu Kışlası daha kimleri zedeleyecek. Aman Allah korusun, lütfen kimse gaz’a gelmesin... 18 haberrevizyon.com Temmuz 2013
Bakış
Katmerli Taksim / Taksim Layered
Lokman AYVA
KATMERLİ TAKSİM Ülkeler fakir dönemlerinde, güçlü dönemlerinde çeşitli rahatsızlıklar yaşarlar.
Yeni milletvekili olduğum zamanlardaydı. Zatürree başlangıcı hastalığı geçirmiştim. Gazeteci arkadaşımla konuşurken, milletvekilliği olmanın zorluğunu anlatırken bu hastalıktan bahsettim ve “fakir hastalığı bile yaşıyorsun” demiştim ve arkadaşım da çok şaşırmıştı. Meğer böyle bir sıfatlandırma duymamış. Yetersiz beslenme, soğuk, stres zatürreenin başlıca sebepleri. ‘Zengin hastalığı da olur mu?’ diye konuştuğumuzda “evet” demiştim. Obezite de zengin hastalığıdır. Ülkelerin de böyle rahatsızlıkları olur. Ülkeler fakir dönemlerinde, güçlü dönemlerinde çeşitli rahatsızlıklar yaşarlar. PKK gibi terör sorunu, kenar mahallelerde vurdulu kırdılı olaylar yaşanıyorsa bilin ki o ülke “geri kalmış ülke” sorunu yaşıyordur. Ama havaalanlarında, lüks meydanlarında, üniversitelerde çevre konulu, başka bir ülkedeki haksızlıklara karşı çıkan sorunlar varsa artık “gelişmiş ülke sorunları” yaşanmaya başlanmış demektir. Tabii bu katmerlerden biri. Meselenin diğer katları da var. “Bu tür olaylara nasıl bir tutumla yaklaşıyoruz?” sorusuna verilecek cevap da sizin düzeyinizi gösteriveriyor. Bu olayları anlatan bir tişört yapan bir üretici de olabilirsiniz, “bu kadar kalabalık toplanmış ben de boy göstereyim” diyen bir siyasi görüş sahibi de. Sanırım en kötüsü de hem eylemcilerin yanına sokulan, hem de eylemcilere eylem yaptıran kararı alanlardan biri olmak. Katmerli Taksim’in katları bu kadarla kalır mı? Tabi ki kalmaz. İşin uluslararası boyutu bile var. Fakat önce hem fedakarlık yapıp hem de protesto edilmek durumunu konuşalım. 20 haberrevizyon.com Temmuz 2013
It was when I had just become an MP. I had recovered from the inchoate stage of pneumonia. While I was talking and explaining the difficult sides of being an MP to a journalist friend of mine, I mentioned about this illness and I said; “you even catch the illness of the poor” and my friend was surprised to hear that. It seems that he had never heard such a characterization. Malnutrition, cold and stress are the main causes of pneumonia. When we discussed whether there is an illness of the rich, I said “yes”. Obesity is an illness of the rich. Countries also catch such illnesses. Countries have various sicknesses at times they are poor and also at times they are strong. If a country is having terrorism problems such as the PKK problem and if stories of blood and thunder are written at the suburbs, you should know that the country is going through an “underdeveloped country” problem. However, if there are conflicts where people protest for the environment or object to injustice in another country at airports, luxurious squares and universities, then this means that the problems of a “developed country” have occurred. Of course this is one of the layers. The response to the question “How do we approach such cases?” reflects your level. You may be a textile producer who tailors t-shirts on which the issue is explained or a defender of a political view who says “there is such a crowd and I should be there, too”. I guess the worst is to be one of those who both creep amongst the activists and to be the one who makes the decision to provoke the demonstrators to protest.
TAKSİM LAYERED İstanbul Büyükşehir Belediyesi Taksim için hayli maliyetli bir proje hazırladı. İstanbul Büyükşehir Belediyesi Taksim için hayli maliyetli bir proje hazırladı. İstanbul’un en çok ziyaret edilen, hem yurt içinden, hem de yurt dışından pek çok insanın uğrak yeri olan bu yerin güzelleştirilmesini, özellikle Batı’daki aynı kategorideki şehirlere fark atmasını sağlayacak bir proje. İstanbul’un değerini de fevkalade artıracak bir çalışma planlandı… Gel gör ki İstanbul’u bırakın bir parka, bir bahçeye çevirmek için elinden gelenden fazlasını yapan Parti ve Belediye protesto ediliyor. Emirgan Korusu, Florya sahil bandı, ilçelerdeki yüzlerce park, daha niceleri. Florya sahili güzelleşsin diye birçok yapı kaldırıldı. Engelliler Kampı da taşınanlardandır. Şehir içindeki yerlerde artık denize girilebiliyor. Bu büyük resimden bakıp projeyi incelediğinizde Gezi Park’ta eylem yapanları anlayamıyor oluveriyorsunuz. Proje sonunda hem yeşil alan artıyor, hem de daha insani bir ortam meydana geliyor. Trafik de yer altına alınıyor. İşin insanın içine ümit damlacıkları serpen “kat” ise özellikle gençlerin yeşili korumak için hiç bir menfaatleri olmaksızın böyle bir eylem yapmalarıdır. Belki yanlış biliyorlar, belki dış güçlerin istismarına uğradılar, belki kandırıldılar ama niyetleri beni rahatsız etmiyor açıkçası. Evrensel değerler için bir takım fedakarlıklarda bulunacak insanların olması hoş ve ümit veren bir durum. Bilmem olur mu ama ben yine de ummak istiyorum. Benim çocuklarım herhangi bir mağduriyete uğradıkları zaman onların hakları için mücadele edecek bir kitle var artık.
But, is it all about the layers of Taksim? Of course, no. It also has international dimensions. But first let’s talk about both devoting yourself and being protested. The Istanbul Metropolitan Municipality has prepared a high cost project for Taksim. It is a project to beautify this mostly visited place which is also the stomping ground for both domestic and international visitors and will beat the pants off of cities in the same category, especially in the West. A Project which will remarkably increase the value of İstanbul… However, the Party and the Municipality who do their best to turn Istanbul let alone a park but a garden indeed is being protested. The Emirgan Woods, Florya coastline, hundreds of parks in villages and many others. Many buildings were removed so that the Florya coastline becomes beautiful. The Camp of the Disadvantaged is also among the removed buildings. It is now possible to swim in the coasts of the city. When you examine the project and see the big picture, you become one of those who cannot understand the demonstrators at the Gezi Park. At the end of the Project, the amount of green area gets wider and at the same time, a more humanly environment becomes a reality. The traffic is also moved under the ground. Here, the “layer” which spreads drips of white hope to the person is especially the young’s protesting to protect the green with no personal interest at all. Maybe they know it wrong, maybe it is because they were abused or cheated by outer powers but to be frank, I am not bothered with their intentions. 21 Temmuz 2013
haberrevizyon.tv
Bakış
Katmerli Taksim / Taksim Layered
“İyi de mücadele başkalarına zarar vererek mi olmalı? O zarar görenlerin mağduriyeti mağduriyet değil mi?” soruları da katmerimizin başka bir katı. Eğitilmemiş duygularıma sorduğumda mücadeleyi kazanmak için her şeyi vurup kırmak istiyor. Bu ise büsbütün haksızlık, zarar, mağduriyet, hatta zulüm demek. Bilmem kaç bin TL dükkan kirası olan, vergisi, sigortalı elemanı olan bir işyerinin 15 gün kapalı kalması ne demek bilir misiniz? Kazanmazsınız ama ne kira, ne sigorta, ne vergi, ne de eleman maaşı kesintiye uğrar. Kırılan camlar, harap olan duvarlar, kapılar, pencereler, tezgahlar... Artık o günler geri gelmez. Bu insanların suçu neydi de bu kadar zarar gördüler? Ülkeyi yönetenlerin durumları da “kat”larımızdan biri… Bir tarafta halkımızın bir kısmının talebi, talep etme şekli, bu talep etme şeklinden zarar gören vatandaşlar, bu talebe sıcak bakmayan büyük kitle, diğer tarafta her talebin eylemlerle gündeme gelmesi halinde ülkenin yönetilemez bir boyut kazanması. Hükümeti demokratik yolla değiştiremeyen güçlerin sokak kargaşalarıyla değiştirmeye kalkma gerçeği ve hükümetin halkın birbirine zıt da olsa talepleriyle baş başa kalmasının engellenmesi çözümü zorlaştıran unsurlar.
It is a promising thing that there are people who make sacrifices for the sake of universal values. I do not know if it will happen but I still do want to hope. There is a populace who will fight for their rights when my children are subject to an unjust treatment. In addition, the questions; “It is all very well, but does this have to happen by harming others and isn’t the situation of the harmed ones’ also an unjust one?” consist of another layer among others. When I consult the uneducated emotions of mine, its desire is to destroy everything to win the struggle. This completely means injustice, harm, victimhood and even cruelty. Do you know what it means for a workplace which has so and so thousand Turkish Liras of rent, tax and insured staff? You do not earn but still, neither the rent insurance and tax nor the salaries are cut. Broken glass, damaged walls, windows, counters… Those days are over. What was those people’s mistake that they had so much damage?
Ne kadar doğru bilmiyorum ama Taksim olaylarından kısa bir süre önce yabancı TV kanallarının Türkiye’den canlı yayın aracı kiralama çalışmaları yaptıklarını duymak tüylerimi diken diken ediyor. Daha sonra olaylar esnasında saatlerce canlı yayın yapmaları, gerçeğin de gerçeği olduğunu ispatladı. Kendi kendime “şu insanlık türü namına yazıklar olsun” dedim.
The situation of governors is also another “layer” of ours… On one hand, there is the demand of our people, citizens who are harmed due to the way of this demand and a mass society who does not take kindly to it and on the other hand, there is the country having an unmanageable dimension in case every single demand is brought to the agenda through protests. The factors making the solution difficult are the reality that the powers who could not make the government fall via riots on streets and obstruction of the government with the demands of people even if they are poles apart.
Şu Türkiye; adeta kendi küllerinden doğmaya çalışan, hiç kimseyi sömürmeyi aklından geçirmeyen, halkı Somali’dir, Bosna’dır, Açe’dir, Pakistan’dır yardıma koşan, bir dilim ekmeğini din, dil, ırk, ayırmadan paylaşan bu insanlara bu yapılır mı?
I don’t know how real it is but it makes my skin crawl to hear that international TV channels have been trying to rent outside broadcast vehicles just before the Taksim events. And their live broadcast during the events for hours proved that it was the plain truth. “What a shame for mankind!” I said to myself.
22 haberrevizyon.com Temmuz 2013
Soruyorum, biz bu Amerikan devletine veya halkına ne yaptık Allah aşkına? Biz bu Almanyası’na, İngilteresi’ne, Fransa’sına ne yaptık? Bunların malını “Avrupa malı” deyip Türk malından üstün tutup satın alıp bunlara para kazandırmadık mı? Bunların lisanlarını, kendi Kürtçemiz’den, Arapçamız’dan, Rumcamız’dan, Ermenicemiz’den, Lazca’mızdan, Çerkezcemiz’den hatta Türkçemiz’den üstün tutup okullarımızda resmi lisan yapmadık mı? Alışveriş merkezlerimizin ismini koymadık mı? Bunların kültürlerini, sigaralarını, içkilerini hayatlarımızın ayrılmaz bir parçası haline getirmenin karşılığı bu mu olmalıydı? Anladım ki hala bizi sömürmeye çalışıyorlar, hala bizim çocuklarımızın ağaç sevgisinden bir kaos üretip bizi iflas ettirmeye çalışıyorlar. Böylelikle bize turist gelmeyecek, böylelikle bizim ürettiğimiz teknoloji, tekstil, vs. ürün oralarda satılmayacak. En büyük iddiayla söylüyorum ve istediğiniz bahse de girerim. Bunların hakkından kim gelecek biliyor musunuz? Acımasızca istismar ettikleri, Gezi Park’ta doğa için eylem yapan, yetişmiş, teknoloji kullanan, özgüvenli pırıl pırıl gençler gelecek. Çünkü insanlık düşmanı bu güçlerin maskesiz yüzleri, o çocukların en nefret ettiği tiptir de ondan bu kadar iddialı konuşuyorum. Katmerimizin katları inanın daha pek çok. Lakin sayfalarımız sınırlı, sizin zamanınız sınırlı. Çözüm olarak da şunu öneriyorum: Gezi Park’a yapılacak her metre kare yapı için o büyüklükte yeşil alan açılmalı. Yeşil alanlar mevcuttan daha büyük hale getirilmeli. Her yıl Gezi Park’ta bu günler anılmalı. Ayrıca devletimizin de vatandaşın ihtiyaçlarına ve taleplerine daha duyarlı, daha hızlı olması sağlanmalı. Hep beraber bu evrensel değerler mücadelemizi bütün şer güçlere karşı da sürdürmeliyiz.
Is it right to do this to Turkey who as if rises from its ashes and does not even consider imposing on anybody and whose people run for help to everybody such as Somali, Bosnia, Aceh, Pakistan and share his slice of bread without discriminating according to their religion, language or race? I’m asking: What have we done to the government of America or its people? What have we done to Germany, England or France? Didn’t we help them make money by buying and promoting their products as “European product” and put it above the Turkish products? Didn’t we treasure their language and made it official while we put it above our own Kurdish, Arabic, Romaic, Armenian, Lazuri, Circassian and even our Turkish? Didn’t we name our shopping malls in English? Did this have to be the reward for making their culture, tobacco and drinks a part and parcel of our lives? I realized that they are still trying to exploit us and trying to create a chaos out of our children’s love of trees and make us go bankrupt. Therefore tourists will not come and products such as the technology, textile, etc. That we produce will not be sold there. I claim with all my heart and will be in any bet on this. Do you know who will defeat these? The cruelly exploited but well-educated, self confident and brilliant young people using technology who protested for the nature in Gezi Park will pay them back. The reason I speak so pretentiously is that the bare faces of these powers are types that these children exactly hate. Believe me, there are many layers. However, we have limited number of pages and you have limited time. And here is what I suggest as a solution: For each meter square of buildings built there should be the same amount of land spared for green areas. The green areas should be expanded. Every year, these days should be commemorated. In addition, it must be ensured that our government responds to his citizens’ needs and demands more sensibly and fast. We must also altogether continue our struggle for our universal values against these evil powers. 23 Temmuz 2013
haberrevizyon.tv
Bakış
Cadı Parmağı
Sunay AKIN
cadi parmagi Rakamları parmaklarımızı sayarak öğreniriz.: “Bir, iki, üç, dört, beş.” Bu sayma işlemini yaparken, parmak adlarını sıraladığımızı pek çoğumuz bilmeyiz. Serçe parmağının adı “pir” dir. Yanındaki yüzük parmağının adı ise “ekki. Orta parmağa “uç” denir.
“Bana pek sert vurmuşlar bir yerlerim ağrıyor
Sonraki parmağımızı işaret etmek ve dokunmak için kullanırız, yani “dürt”. Son sırada yer alan parmağa da “baş” adı verilir. Parmak adlarını yan yana getirelim: “Pir, ekki, uç, dürt, baş”.
Behçet Necatigil’in yukarıdaki dizelerle başlayan şiirinin adını yazmazsak dayak yiyen bir adam anlattı sanılabilir. Şiirin adı şudur: “Daktilo”… Gramofon gibi tahtından indirilen daktilo, parmaktan almaktadır adını. “Daktyl” parmak demektir. Eski Anadolu tanrılarının anası sayılan Kibele’nin Girit’teki mağarada Zeus’u dünyaya getirirken sağ elini toprağa bastığına inanılır. Toprakta izi çıkan beş ‘daktyl’in her birinden savaşçı rahip dünyaya gelir ve kalkanlarını vuruşturarak raksa başlarlar. İşte bunu bildiğimden daktilomu bir kenara atıp bilgisayar kullanmaya bir türlü el vermiyor yüreğim. Tuşlara her vuruşumda sözcüklerin kağıt üzerindeki dansını görebiliyorum.
Ortaçağ hekimlerinde elin ortaparmağının apayrı bir önemi vardı. Hekimler ilaç karıştırmak için yalnızca bu parmaklarını kullanırlardı. Bunun nedeni, kalbe tek sinirle doğrudan bağlı olan bu parmağın, ilaçta zehir olması durumunda uyarıcı görevi görmesiydi. Sahi, nişan ya da evlilik yüzükleri neden kalbe doğrudan bağlanan sol elin orta parmağına takılmaz? İlkokul sıralarında söz almak istediğimizde sağ elimizin işaret parmağını kaldırırdık. Oysa yaralara merhem sürmek için kullanılmazdı bu parmak. “Cadı parmağı olarak da adlandırılan sağ elimizin işaret parmağı, kara büyü yapılırken kullanılırdı. Tansu Çiller’in partililerini selamlamak için yaptığı parmak işareti uğursuzluktan başka bir şey değildir. 24 haberrevizyon.com Temmuz 2013
Ya gün boyu bastıran bir uyku Sevincin sesi çıkmıyor.”
Daktilo bir zamanlar gelişmenin, ilerlemenin simgesiyken günümüzde geri kalmışlığın göstergesi olarak kabul ediliyor. Oysa alıştığımız görüntüsüne hiç de kolay kavuşmamıştır daktilo. İlk daktilolar, daha doğrusu yazı makineleri halı dokuma tezgahlarına benziyorlardı. İşin garip yanı, daktiloya doğru atılan ilk adımın William Austin Burt adlı Amerikalı bir çiftçiye ait olmasıdır. Bu adımları koşuya dönüştüren ise Christopher Sholes’tir. Gazeteci ve aktör olan Sholes’in ilham kaynağını yakından tanıyoruz: Piyano!...
Eski Anadolu tanrılarının anası sayılan Kibele’nin Girit’teki mağarada Zeus’u dünyaya getirirken sağ elini toprağa bastığına inanılır. Sholes, tıpkı piyano gibi küçük çekiçlerin hareket etmesi sonucu yazı yazan bir makine yapabilmek için tüm servetini ortaya koyar. Günde hiç durmaksızın on altı saat çalışan kaşif amacına sonunda ulaşır. Ne var ki yalnızca bisküvi ve elma yiyerek çalıştığı günlerin ardından icat ettiği makineyi üretecek bir yatırımcı bulamaz. Eliphalet Remington adlı yatırımcı Sholes’le masaya oturur ama parasını çöpe atıyor diye de eleştirilir arkadaşları tarafından. Remington, Sholes’in projesini, o günlerde üstünde çalıştığı yeni bir makineyle birleştirir ve böylelikle daktilo doğar. Piyanodan esinlenilerek hazırlanan yazı makinesinin çizimlerini, üretmekte olduğu dikiş makinesiyle kaynaştırır Remington. Uzun lafın kısası, şu bizim yakından tanıdığımız daktilonun babası piyano, annesi ise dikiş makinesidir.
1874 yılında piyasaya çıkan daktilolar pahalı oldukları gerekçesiyle alıcı bulamazlar. Mark Twain, bu makinelerden alarak romanını daktiloyla yazıp yayınevine veren ilk yazardır. Daktilonun öncülerinden olan bir başka yazar da Tolstoy’dur. Karadenizli halk ozanlarından Maçkalı Kara Haydar, seksenli yılların başında İstanbul’a ailesiyle göç ettiğinde ailesiyle birlikte misafirliğe gelmişti evimize. Odamda şiirlerimi daktilo ederken, Kara Haydar’ın yedi yaşındaki oğlu kapıyı açarak içeri girdi. Hiç konuşmayan çocuk başını masaya dayadı ellerinin üstüne koyarak, dakikalarca daktiloya baktı. Sonra şunları söyledi, hayranlık taşıyan ses tonuyla: “Ne güzel çalaysun. Benim babam da kemençe çalay!...”
25 Temmuz 2013
haberrevizyon.tv
Bakış
Demokratik olmaya var mısınız?
DEMOKRATİK OLMAYA İsmail Ahmet ORHUN
Her canlı doğar, büyür ve ölür… Hayatta bilinen tek gerçek ölümdür; gerisi boş.
?
26 haberrevizyon.com Temmuz 2013
VA R M I S I N I Z ?
Her canlı doğar, büyür ve ölür… Hayatta bilinen tek gerçek ölümdür; gerisi boş.
Bizi olgunlaştıran, yönlendiren ve insan özelliklerimizin ortaya çıkmasını sağlayan ise başta ailemiz eğitmenlerimiz, komşularımız, arkadaşlarımız ve ülkemizin içinde bulunduğu şartlardır. Evde hiçbir zaman demokratik bir ortam bulunacağını zannetmiyorum. Anne ve baba çocuklar için neyin daha iyi olacağını onlardan daha iyi bilir ve sonunda anne ve babanın dediği olur. Bazen bu zorla olur, bazen ise karşılıklı uzlaşma ile olur. Ama her çocuk kendi sağlığı için sevmediği yemekleri zorla yer, istemediği saatlerde uyur, ailesinin istediği saatlerde oyun oynar. Okulda zaten demokratik bir ortam olamaz. Belirli kurallar vardır ve bu kurallar talebelerin sağlıklı yetişmeleri, onların doğru düşünmeleri için konmuş kurallardır ve uyulması zorunludur. Her genç, yanlış sistem gereği at yarışı gibi yetişir ve sınavdan sınava koşarak gençlik yıllarına ulaşır. Evlilik tam anti-demokratik bir müessese; eğer geçinmek istiyorsanız mutlaka “feda’’ diyeceksiniz ya da herkes yoluna gidecek. Ancak burada ince bir çizgi var. Çocukluk ve gençlik yıllarına gelirken henüz hür olmadığımız için bizi bizden çok sevenlerin biraz da zorunlu olarak anti-demokratik kurallarına “eyvallah” derken artık iş hayatında ve evlilik hayatında kendi arzumuzla “evet” diyoruz ve kendi isteğimizle zaman içinde anlamadan koyulmuş kurallara adapte oluyoruz.
Tüm hayatımız boyunca bu kadar demokratik olmayan aşamalardan geçerken ülkemize yön veren siyasi partilerimizin ve onların başında bulunan liderlerin demokratik olduğu düşünülür mü?
hataları sadece kendilerinin demokratik olduklarını düşünmeleri ve yönetmekle, haklarını korumakla sorumlu oldukları vatandaşlarını doğru anlayamamaları, gereksiz bir güç tutkunu olmaya başlamalarıdır.
“Evet” diyorsanız çok iyi niyetli ve saf bir yapınız var demektir.
Ama kim olursa olsun en başta yazdığım gibi yolun sonunda mutlaka ölüm var ve hepimizin gidiş şekli bir diğerinden farklı değil.
Demokrasinin tanımını artık bilmeyen yok. Tüm üye ve vatandaşların organizasyon veya devlet politikasını şekillendirmede eşit haklara sahip olduğu, çoğunluğun yönetimi ve azınlığın tüm haklarının korunduğu bir yönetim biçimi. Çok güzel, muhteşem bir yönetim şekli…Peki, nerede var bu sistem? Hangi partimizde tam olarak böyle bir uygulama var? Parti başkanı ne derse o oluyor; o kimi isterse yönetime o giriyor… Tarih boyunca eleştirilen ve tek adam olmakla suçlanan liderler oldu. Yerlerine gelenler farklı bir uygulama mı yaptılar? Hep dediğimiz; “sen neymişsin be abi! ’’ Allah hepsine uzun ömür versin ama bir gün takdir- i ilahi tecelli edince kurdukları düzen iskambilden saray gibi dağılıp gidiyor. Ama tüm liderler kendi sistemlerini en demokratik, en adil, en doğru, bunun karşısında itiraz eden tüm azınlıkları maalesef anti-demokratik kabul etmişlerdir. Bunun sebebini anlayabilmek gerçekten zor. Belki mevkii hırsı, belki zengin olma hırsı, belki kudretli olma hırsı… Adeta üç günah, fakat kullanmasını bilmeyene… Devrilen tüm liderlerin bence tek ortak
Galiba ilahi adalet dedikleri bu… En demokratik olan hepimizin gidiş şekli, gittiği yer. O zaman, ne gerek var bu dünyada kalp kırmaya, ne gerek var düşman kazanmaya, ne gerek var hırslarımızın esiri olmaya, ne gerek var öteki yaratmaya, ne gerek var onu ezmeye? Ben demiyorum ki el ele tutuşup hep beraber şarkı söyleyelim. Bu hayali ve güzel bir rüya ama elimizden geldiğince inanmasak da, beceremezsek de demokratik olmaya çalışalım. Belki de başarırız.
Haydi, gelin el ele tutuşmaya Taksim Meydanı’ndan başlayalım…
27 Temmuz 2013
haberrevizyon.tv
FİNANS
Ben Barış İstemiyorum
BEN BARIŞ İSTEMİYORUM!... Yüksel GÜLEÇ Böyle bir başlık atınca, bir an kendimi başrolde Nicolas Cage’ nin oynadığı “Savaş Tanrısı” filmindeki “Yuriy Orlov” gibi hissettim. Kendimi binlerce silahı pazarlayacağım üçüncü dünya ülkelerini düşünen biri gibi zannettim. Ne diyordu Yuri Orlov? “Dünyada 550 milyon ateşli silah bulunmaktadır. Bu da her 12 kişiden birinin silahlı olduğunu gösterir. Tek soru: Geri kalan 11 kişiyi nasıl silahlandırabiliriz?” Evet, o filmin en can alıcı noktasıydı bu söylenen. Ama merak etmeyin, benim dünyayı ya da başka bir gezegeni silahlandırmak gibi bir niyetim yok. Sinemalarda macera, savaş veya benzeri atraksiyonlarla dolu filmleri sevmeme rağmen günlük hayatımda gayet barışçıl biriyim. “Ben barış istemiyorum” derken kastettiğim ise eskiden, yedi sekiz senede bir gelen, son zamanlarda ise nerdeyse üç dört senede bir tekrar eden varlık barışı, mali barış veya benzeri isimlerdeki, her türlü barışı artık istemediğim.
“Yüzde ikiyi öde, gerisini boşver.”
“Kümesteki Kaz Muamelesi Görenler...”
Bildiğiniz gibi son varlık barışı sayesinde yurt dışındaki nakit, döviz, menkul kıymet ve benzeri varlıkları 31/07/2013 tarihine kadar beyan ettikten sonra, yüzde iki gibi gayet düşük bir oranla verginizi ödeyerek sistemin içine sokabiliyorsunuz. Ayrıca mali idare bu varlığın kaynağını, bunca zamandır neden saklandığını ve beyan edilmediğini hiç bir şekilde sormayacak.
Ama bu tarafta kümesteki kaz muamelesi gören ve doğru düzgün çalışıp vergisini zamanında ödemek için çırpınan diğerlerine, vergi içermeyen sadece çapraz kontrollerde işimize yarayan BA, BS formlarındaki en küçük hatada bile yüzlerce liralık ceza kes!..
Yüzde ikiyi öde, gerisini boşver. Burada aslında şu anlatılmaktadır bence; “Parayı nasıl kazandıysan kazandın, legal mi değil mi önemli değil, ister vergi idaresinin yakalayamadığı kaçırdığın vergi olsun, ister kara para olsun, ister illegal yollar ile kazanmış olduğun başka paralar olsun, gel onu şu an beyan et, hadi kimsenin kalbi de kırılmasın, yüzde iki vergi öde, el sıkışıp barışalım”.
“Dünyada 550 milyon ateşli silah bulunmaktadır. Bu da her 12 kişiden birinin silahlı olduğunu gösterir. Tek soru: Geri kalan 11 kişiyi nasıl silahlandırabiliriz?” 28 haberrevizyon.com Temmuz 2013
Her iki üç senede bir bazılarının ödemediği vergilerin faizlerini sileceksek, kaçırdığı vergileri daha düşük vergi oranları ile sisteme sokmak için tırmalayacaksak, sorarım size, sistemler kurmak için biz neden uğraşıyoruz? Muhasebe kayıtlarını düzenlemek, evrakı kaydetmek, doğru düzgün finansal tablolar yapmak için neden uğraşıyoruz? Ne mükellef açısından ne de muhasebe ve benzeri taraflar açısından hiç bir şeyin ciddiyeti kalmıyor. Bunun sonucunda muhasebeciler veya müşavirler, mükellefe olması gerekenler hakkında bilgi verdiklerinde alınan cevap şu oluyor; “aman boşver nasıl olsa bir iki sene sonra af çıkar.”
“Boşver, nasıl olsa bir iki sene sonra af çıkar.” Madem yüzde iki size yetiyor, halen uygulanan yıllık vergi oranlarını bir kaç puan düşürün ki, vergi kaçırmayı planlayanlar için, bu yaptıkları iş daha pahalı olsun ve vergi kaçırmak yerine mevcut vergiyi ödemenin daha avantajlı olduğunu görüp bu işten vazgeçsinler. Mali disiplin bir iki yılda bir af çıkartarak sağlanamaz. Tam tersi dürüst mükellefleri de o yöne doğru döndürmeye başlarsınız. “Mali Disiplin Nasıl Çalışmalı?”
Gelelim iş güvenliği cephesine. Birçok şirket bir temmuz yaklaşırken iş güvenliği uzmanı ve işyeri hekimi bulmak için çırpınmaya başlamışlardı. Sağolsun daha çok yeni olan kanun ile ortaya çıkmış olan iş güvenliği şirketleri de kuzu sürüsünün içine dalmış kurtları aratmadılar. Şirketleri karşılaşacakları cezalar ve benzeri uygulamalar hakkında her çeşit bilgi ile (E-mail, faks, vs.) bombardımana tutarak birbirleri ile kıyasıya yarışmaya başladılar.
Mali idarenin nasıl çalışması gerektiği hakkında size küçük bir şey anlatayım. Haziran ayı içerisinde Batum’a küçük bir seyahatim oldu. Bir arkadaşım beni orada gezdirirken, küçük tekerlekli bir römorkta doğu bloğu ülkelerine has içilen Kvas adı verilen alkolsüz bir içecek gösterdi. Sokağın köşesine çekilmiş olan römorkun başında yaşlı, tonton bir teyze plastik bardaklara doldurup bu içeceği satıyordu. Ortalama iki bardağa 50 kuruş verdik.
Daha düne kadar olmayan bir mesleğin, çok hızlı bir şekilde üye kazanması insanı endişelendiriyor. Peki, bu iş güvenliği firmalarının verdikleri hizmetlerin kalitesini ölçecek, değerlendirmeler yapacak kamu gözetim kurumu benzeri bir kurum varmı, varsa bile pıtrak gibi çoğalan bu firmaların tamamını kontrol edebilecek kapasiteye sahip mi?
Parayı alan teyze önce, bizdeki kredi kartı cihazlarına benzeyen yazar kasasına o tutarı yazdı, fişini kesti ve ondan sonra bardakları doldurdu. Ben şaşırmıştım. Orada böyle bir mali disiplini nasıl olup da aldıklarını düşünmeden edemedim. Ama sonra aklıma ülkemizdeki bu aflar ve sonrasında maliyenin yaptığı saçma ceza ve uygulamalar geldi. Bu uygulamalar böyle devam ederse, vergi oranları biraz olsun düşürülmezse, KDV ve benzeri dolaylı vergiler yerine, vergi tabana adaletli bir şekilde yayılmaz, her iki üç senede bir bazı kişilere aflar ve benzeri uygulamalar yapılmaya devam eder ise yukarıda bahsetmiş olduğum mali disiplin zor kazanılır.
Neyse ki daha önce ki birçok kanunda da yapıldığı gibi sonrasında ne olur düşüncesi olmayan kanunlar yürürlüğe girmeden ya da yolun başında iken güncel hayata uymayan bazı kısımları tıraşlanıyor.
Neyse, yeni gelir vergisi kanunu tasarısı da ortaya çıktı. Bir sonraki yazımda bu tasarı hakkında da bir kaç satır kelam edeceğim. Yeni kanunumuz (eğer Meclis’ten geçer ise) vatana millete hayırlı olsun.
Son zamanlarda her işte kendini Osmanlı İmparatorluğu’na benzeten devletimizin ilgili icra makamları, kanunların çıkarılması hususunda Mehter Takımı’nı örnek olarak almışlar zannedersem. Çünkü herhangi bir kanunu onayladıktan sonra mutlaka bir kısmını çıkartıp bir kısmına ek yapıyorlar; tıpkı Mehter Takımı’nın yürüyüşü gibi üç ileri bir geri adım atarak ilerliyorlar. Son çıkan iş kanunumuzun 01 Temmuz 2013 ve 2014 yılında yürürlüğe girecek olan maddelerini birer sene erteletecek torba yasa yolda. Alın işte Mehter Takımı yürüyüşü. Hayırlı olsun!.. Temmuz 2013 haberrevizyon.tv
29
Bakış
Tarihin Tanıkları
TARİHİN TANIKLARI Dr. Ömer Vehbi HATİPOĞLU Türkiye belki de Cumhuriyet tarihinin en önemli dönemeçlerinden birinden geçiyor. Son yıllarda dünyadaki değişim ve dönüşümü doğru okumaya çalışmış olmanın bile ülkeye ne kadar ciddi mesafeler aldırabildiği ortadadır. Statükoyu muhafaza etmek ve değişime ayak diretmek şeklinde özetlenebilecek eski siyaset mantığı artık pek alıcı bulamıyor. Bizler hep birlikte tarihin tanıklarıyız. Tarih de elbette bize tanıklık edecektir. Bu süreçte takınacağımız tavırla ya küresel sisteme entegre edilmiş, edilgen, buyruk alan ve itibarsızlaştırılmış bir ülke olarak varlığımızı sürdüreceğiz ya da kendi bölgesinde etkin, dünya siyasetinde sözü dinlenir, demokrasisi ayıplardan ve vesayetten arındırılmış, bağımsız, özgür ve müreffeh bir ülke olacağız. İçinde yaşadığımız coğrafya ve taşıdığımız tarihi misyon bize, pısırık, kendi sınırları içine hapsolmuş bir siyaseti sürdürme hakkı ve fırsatı vermez. Çünkü düşmanı çok olan bir ülkede yaşıyoruz. Üstelik çok hareketli fay hatları üzerinde yükselen bir sosyo-politik yapımız var. Etnik, mezhebi ve siyasi farklılıklar birer fay hattıdır. Ya bu hatları derinleştirir ve toplumsal depremleri daha derin ve daha güçlü hissederiz ya da farklılıkları birer zenginlik olarak algılar, bu farklılıklarla birlikte mutlu bir yaşamı seçer ve çocuklarımıza huzurlu bir ülke bırakırız. Unutulmamalıdır ki; Türkiye Cumhuriyeti, Osmanlı İmparatorluğu’nun enkazı üzerine kurulmuş bir devlettir. Her ne kadar devlet felsefesi ve kurumları itibari ile T.C. bir ulus devlet ise de, popülasyonu (içinde barındırdığı halklar) itibari ile hala bir imparatorluktur. Değişik etnik unsurlar, farklı din
ve mezheplere bağlı vatandaşlarımız vardır. Popülasyonu “İmparatorluk” olan bir ülkede etnik milliyetçilik kanserojendir. Düşünce kodlarımızı ve siyasal çözümlerimizi milliyetçilik paradigması ile hapsedecek olursak sorunları derinleştirmekten başka bir neticeye ulaşamayız. Aynı şekilde ülkedeki herkesi tek tipleştirmeye kalkışır ve bir mezhebi adeta devletin resmi mezhebi gibi dayatırsak toplumsal farklılıkları çatışma sürecine sokmuş oluruz. Türkiye, yaklaşık otuz yıldır boğuştuğu ve çok pahalı bedeller ödeyerek etkisizleştirmek istediği bir terör ve şiddet sarmalından kurtulmak için tam da adım atmışken şimdilerde küresel sistemin organize ettiği yeni bir çatışma zeminine doğru hızla yuvarlanmaya çalışılmaktadır. Bu defa oyun kurucular, mezhep farklılığını kaşıma hevesine kapılmış görünüyorlar. Toplumsal tabanını Alevi vatandaşlarımızın oluşturacağı bir senaryonun uygulamaya konulduğuna tanık oluyoruz. Ümit ediyorum ki bu ülkenin aklı başında aydınları, düşünce adamları, siyasal kadroları da yanlarına alarak bu tehlikeli oyunu deşifre ederler ve ülkeyi bir çılgınlıktan korumayı başarabilirler. Aksi takdirde tarih önünde sorumluluğunun gereğini yapmayan birer suçlu olmaktan kurtulamayız.
Etnik, mezhebi ve siyasi farklılıklar birer fay hattıdır. 30 haberrevizyon.com Temmuz 2013
51 Haziran 2013
haberrevizyon.tv
RÖPORTAJ / INTERVIEW
Milli Eğitim Bakanı Nabi AVCI
BAKAN AVCI’NIN İLK RÖPORTAJI
Okullar kapandı ve bir akademik yıl daha geride kaldı. Öğrenciler, ebeveynler, öğretmenler ve her kademeden yöneticiler, farklı deneyim ve gelişim süreçleriyle yılı tamamladılar. Öğrenciler karnelerini aldı. Öğrencilerin gidişinin ardından öğretmenler son bir enerjiyle hizmet-içi eğitimlere katıldılar ve yılsonu değerlendirmelerini yaptılar. Yönetciler okullarındaki fiziksel koşullar ve eğitim ihtiyaçlarını değerlendirip ilgili yerlerle paylaştılar. Kabinedeki revizyon ile Eski Bakan Ömer Dinçer görevini yeni Bakan Nabi Avcı’ya devretti.
Schools have closed and another academic year is left behind. Students, parents, teachers and managers of all levels have completed the year through different experiences and processes of development. Students have received their reports. After the students left, teachers used their final efforts while they attended inservice trainings and made their evaluations on the year finished. Managers also evaluated the physical and educational requirements at their schools. With the revision at the Cabinet, former Minister Ömer Dinçer passed on his duty to the new Minister Nabi Avcı.
Haber Revizyon, yeni başladığı görevinde ilk eğitim yılını tamamlayan Bakan Nabi Avcı’ya sorularını yöneltti.
Haber Revizyon directed its questions to Minister Nabi Avcı who has just completed the first academic year in his new duty.
34 haberrevizyon.com Temmuz 2013
“Yeni seçmeli derslerle daha demokratik ve esnek bir eğitim sisteminin temelleri atılmıştır.”
“With the new electives, the foundations of a more democratic and flexible education system have been established.”
Haber Revizyon: 4+4+4 sistemi ülkemizde birinci yılını doldurdu. Başlangıçta eleştirilerin yapıldığı bu uygulamanın pratikteki işleyişine ve geçişteki uyum sürecine bakıldığında başarılı ve öte yandan gelişime açık yönleri neler oldu?
Haber Revizyon: The 4+4+4 system has completed its first year in our country. When the practical implementations and the orientation process are considered, what have been the successful and on the other hand improvement requiring areas in this implementation which received criticism at the beginning?
Ortalama eğitim süresini yükseltecek, dünyadaki çağdaşları ile rekabet edebilecek becerilerle donanmış bir kuşak yetiştirecek, öğrencilerin ilgi ve yeteneklerini keşfetmelerini ve geliştirmelerini sağlayacak, eğitim sistemini demokratikleştirecek ve esnekleştirecek bir öğretim yapısının oluşturulması için zorunlu eğitim süresi 8 yıldan 12 yıla çıkarılmıştır. Zorunlu eğitim süresinin 12 yıla çıkarılmasıyla birlikte, kademeler arasında diploma düzenlenmeden ortaöğretimin bitiminde diploma verilmesi ilkesi getirilmiş olup, toplam nüfusun ortalama eğitim yılı artırılacak ve okullaşma oranındaki bölgesel farklılıklar da azaltılmış olacaktır. Eğitim kademeleri ise birinci kademe 4 yıl süreli ilkokul, ikinci kademe 4 yıl süreli ortaokul ve üçüncü kademe 4 yıl süreli lise olarak yapılandırılmıştır. Böylece kademeler arası yatay ve dikey geçişlere imkan tanınmış, esnek yapı sayesinde bireye yetenek ve gelişimine göre erken yaşlarda tercih hakkı tanınmıştır. Ayrıca geçmiş yıllarda 6 yaşındaki çocukla 14 yaşındaki çocuğun aynı binada eğitim öğretim görmesi ve bunun sonucu olarak aynı koridor, lavabo, okul bahçesi vb. ortak mekanları kullanma zorunluluğu ortadan kaldırılmıştır. Böylece bu çocukların aynı tuvaleti kullanmaları, aynı koridorda koşmaları, aynı bahçede oynamaları, aynı kantinden alışveriş yapmalarının getirdiği sıkıntılar ortadan kaldırılmıştır. Bu uygulamalarla kendi yaş grubundaki öğrencilerin sportif ve kültürel faaliyetlerde kendilerini daha iyi ifade edebilme imkanı kazandıkları ve bu fırsatın geliştirilerek artacağı öngörülmektedir. İlkokul ve ortaokulların ayrıştırılmasından sonra geleceğe daha donanımlı bireyler yetiştirmek için haftalık ders çizelgesinde ve öğretim programlarında da değişikliğe gidilmiştir. Yapılan değişiklik sonrası öğrencilerin ilgi, istidat ve yeteneklerini ortaya koyabilecekleri yeni seçmeli dersler ihdas edilmiş olup daha demokratik ve esnek bir eğitim sisteminin temelleri atılmıştır. Seçmeli derslerin ders saati sayıları ortalama 1-2 ders saatinden 8 ders saatine çıkarılarak öğrencilere bu dersleri kendilerinin seçme imkanı tanınmıştır. Seçmeli derslerde Kuran-ı Kerim, Hz. Muhammed’in Hayatı, Yaşayan Diller ve Lehçeler, Zeka Oyunları, Hukuk ve Adalet, Düşünme Eğitimi gibi yeni dersler ihdas edilmiştir.
In order to create an educational structure which will increase the average duration of education, to raise a generation equipped with skills with which they can compete with their coequals in the world, to ensure that the students explore and improve their interests and skills and to make the education system more democratic and flexible, the duration of compulsory education has been extended from 8 years to 12 years. With the extension of compulsory education to 12 years, the principle to the delivery of diplomas at the end of middle school without preparing them in between levels have been adopted, and now the number of years for average education will be increased and regional differences on schooling rates will have been eliminated. The education levels have been structured as 4 years of primary school for the first level, 4 years of middle school for the second level and 4 years of high school for the third level. Therefore, lateral and external transfers have been enabled and due to the flexible structure, the individual has been granted with a choice of rights at early ages according to his/her skills and achievement. In addition, the obligation for a 6 year-old child to get education in the same building with a twelve-year old one and consequently the obligation to use the same premises such as the corridor, lavatory and backyard has been relieved. Therefore problems that using the same toilet, running in the same corridor, playing in the same backyard and shopping from the same cafeteria created are eliminated. Via these implementations, it is anticipated that they have the opportunity to express themselves better in sportive and cultural activities and this opportunity is likely to advance progressively. After the separation of the primary and middle schools, a revision over the weekly schedules and the curriculums have been made to raise better equipped individuals for the future. After the change, new electives that students can express their interests, tendencies and talents and the foundations of a flexible education system have been established. The average hours for electives have been increased from approximately 1-2 hours to 8 hours and the opportunity for students to make their own choices is provided. 35 Temmuz 2013
haberrevizyon.tv
RÖPORTAJ / INTERVIEW Böylece gelecekte hür düşünebilen, kendi kararlarını alabilen, şahsiyetli bireyler yetişmesine de ortam hazırlanmıştır. Yeni sistemle birlikte okul öncesi eğitime erişimde yeni imkanlar oluşturulmuştur. Örneğin önceki yıllarda okul öncesi eğitim alanında çocukların büyük çoğunluğunun eğitildiği anasınıflarına 60-72 aylık çocuklar alınıyordu. Yeni sistemle birlikte anasınıflarında 48-66 ay arası çocukların okul öncesi eğitim alma imkanı sağlanmıştır. Ortaöğretimin zorunlu eğitim kapsamına alınması ve öğrencilerin potansiyel, yetenek, ilgi ve ihtiyaçlarında farklılıklar gözetilerek, öğretim programlarında esneklik ve seviye farklılıklarını dikkate alan bir yapı oluşturularak öğretim programları yeniden güncellenmiştir. Her öğrencinin hedeflediği yükseköğretim programına daha iyi hazırlanması ve farklı yükseköğretim programlarını tercih edebilmesine imkan vermek amacıyla bu uygulamaya geçilmiştir. Lise eğitiminde ise okul çeşitliliği yerine program çeşitliliği esas olacağından kademeler arası geçiş sisteminde programlardaki kazanımların ölçülmesi ve değerlendirilmesi amaçlı bir yapı öngörülmektedir. Bu sistem, katsayı farklılığını da ortadan kaldırdığı için eğitimde fırsat eşitliğini sağlaması bakımından da önem arz etmektedir. Kesintisiz eğitimde 15 yaşında ilköğretimden mezun olunduğu için alan belirleme açısından çok geç kalınıyor ve çocukların kabiliyetleri erken yaşlarda keşfedilip, başarılı oldukları alanlara yönlendirilmesi mümkün olamıyordu. Yeni sistemin uzun vadedeki yansımaları ise herkes için eşit ve erişilebilir fırsatlar, AB kalite standartlarının uygulanabildiği ve tüm sosyal ortakların dahil olabileceği katılımcı bir yaklaşım, kamu kaynaklarının etkin kullanımı, kamu desteği ve eğitime yatırım olarak özetlenebilir. Geçiş sürecinde; Bakanlık merkez teşkilatında zamanında yapılan düzenlemeler (talimatlar ve genelgeler) ile taşra teşkilatımıza bir geçiş süreci yol haritası çizilmiştir. Yerelde yapılan çalışmalar, alınan önlemler ve önemli planlamalar ile geçiş süreci başarılı bir şekilde yönetilmiştir. 12 yıllık kademeli zorunlu eğitim sisteminin uygulamasının ilk yılında, bir önceki yıla göre okullaşma oranlarında artışlar gerçekleşmiştir. 36 haberrevizyon.com Temmuz 2013
Milli Eğitim Bakanı Nabi AVCI
In terms of electives, lessons such as the Quran, Prophet Mohammed’s Biography, Living Languages and Dialects, Mind Games, Law and Justice and Thinking Skills are introduced. Therefore, an environment which will also prepare the basis for raising individuals who can think freely and make his/her own decisions is prepared. With the new system, new opportunities for pre-school education are also created. For example; in the previous years, children mostly aged between 60-72 months were accepted to kindergartens. With the new system, it is provided for 48-66 months old children to get pre-school education. The curriculum has been revised and updated by including mid-school to the compulsory education and considering the students’ different potential, talent, interest and needs as well as structuring flexible programs which also take the level differences into consideration. This implementation has been adopted for each student to prepare for his/her target higher education program better and to bring him/her the opportunity to have a variety of higher education options. In terms of high school education, since the variety of programs instead of the variety of schools will be the basis, a structure that aims to assess and evaluate the attainments of the programs in transition is anticipated. Since this system eliminates the differences of parameters, it is highly important that it provides the equality of opportunities in education. In the continuous education, since graduation from primary school was at the age of 15, it was too late for determining an area and it was impossible to identify children’s talents and guide them to areas where they are successful at. The long-term reflections of the new system can be summarized as equal and accessible opportunities for everybody, a participative approach in which the EU quality standards are applied and all social shareholders are included. During the transition process; With the regulations (instructions and notices) at the central organization a transition guide for the field organization is determined. With the local studies, precautions and serious plans, the transition period has successfully managed. When compared to the previous year, the schooling rates have increased in the first year of the 12 year progressive obligatory education system.
Tarihin hiçbir döneminde öğretmene gösterilen itibar, onun ekonomik kazancı sebebiyle olmamıştır.
Not in any period of history has respect towards the teacher been due to his/her economic income.
Ülkemizin başta OECD ülkelerindeki ortalama eğitimde kalma sürelerini yakalaması adına 12 yıllık kademeli zorunlu eğitim sisteminin uygulanmasındaki kararlılık, okul dönüşümleri, müfredat yenilenmeleri, ortaöğretime geçiş sistemi çalışmalarıyla hiç ara vermeden devam etmektedir. Amacımız ülkemizdeki tüm gençlerimizi en az lise mezunu yapmaktır. Sonuç olarak yeni sistemle birlikte gerek okula başlama yaşı, gerek okulların fiziki mekanlarının yaş gruplarına göre ayrımı gerekse öğretim programlarının ve haftalık ders çizelgelerinin değişimi geleceğe yönelik olarak öğrencilerimize ve ülkemize yeni fırsatlar sunacaktır. Haber Revizyon: Süreç odaklı, soran-sorgulayan, eleştiren bireyler yetiştirmeyi ve bilgiyi kullanma yöntemlerini öğretmeyi hedefleyen bir eğitim programımız var. Bununla beraber öğrencilerin gelişim düzeyi, yeterlilikleri ve mesleki hedefleri yıllardır sonuç odaklı çoktan seçmeli sınavlarla belirleniyor. Bu çelişkinin sizce çözümü nasıl olmalıdır? Nabi AVCI: Süreç odaklı, soran-sorgulayan, eleştiren bireyler yetiştirmeyi ve bilgiyi kullanma yöntemlerini öğretmeyi hedefleyen bir öğretim programı yapısına sahip olmakla birlikte, çok büyük bir öğrenci kitlesine de sahibiz. Dolayısıyla bu büyük kitle içerisinden, mevcut şartların zorunlu olarak doğurduğu seçme süreçlerinin algıda herhangi bir risk oluşturmayacak şekilde tasarlanması gerektiği inkar edilemez bir gerçektir. Ancak böylesi büyük kitleler üzerinde, yukarıda belirtilen hedeflerle, her bireyin farklılıklarını irdeleyen seçme sistemleri oluşturmak ve uygulamak çok kısa vadede ortaya çıkarılacak bir şey değildir. Bu nedenle Bakanlığımız, bu konuyu uzun bir dilime yayarak, sabırla ve eski sistemlerin iyi yönlerini alarak yaptığı bir çalışmanın içerisindedir. Bu süreç olgunlaştırılıncaya kadar da mevcut sistemler alternatifinde hareket edilmektedir.
In our country, the decisiveness to apply the 12 year compulsory education especially for the sake of keeping our country’s average schooling durations up with the OECD countries, school transformations, and curriculum revisions and with the studies held for the transition to the middle school are continuing without a break. Our purpose is to make our teenagers at least high school graduates. As a result, along with the new system, either the age for beginning school or the designation of school buildings according to age groups or the change in the curriculum and weekly schedules will provide new opportunities for our students and our country towards the future. Haber Revizyon: We have a processoriented curriculum which aims to raise inquisitive individuals and teach methods of using information. In addition to this, the students’ level of improvement, their capabilities and professional goals have been determined by result-oriented multiple-choice tests for years. How do you think the solution to this dilemma should be? Nabi AVCI: Besides having a curriculum which aims to educate process-oriented, inquisitive and critically thinking individuals and teach methods of using information, we also have a huge number of students. Therefore, it is an undeniable fact that it has to be designed in such a way that the selection processes which current conditions inevitably created due to the huge population will not create any risks of perception. However, implementing systems that scrutinize each individual’s differences and applying them on such a huge population and with the goals mentioned above, it is not something that can be achieved in shortterm. For this reason, our Ministry is in a patient study extended over a long period of time where the good aspects of the old systems are included. And current systems are followed until this process is brought to maturity.
Haber Revizyon: Öğretmenlik mesleğinin Haber Revizyon: How do you think the saygınlığı sizce nasıl artar? respectability of the teaching profession increases? Nabi AVCI: Türkiye’nin toplumsal ve kültürel kodlarında öğretmenlik saygın Nabi AVCI: Teaching has been a respectbir meslek olarak algılana gelmiştir. able profession in Turkey’s social and culGünümüzde birçok kişi öğretmenlik tural codes. Today, many people state that mesleğinin gün geçtikçe itibar kaybettiğini, the teaching profession loses its reputation bunun da özellikle öğretmenlerimizin day by day and this is due to not being able ekonomik bakımdan hak ettikleri kazancı to receive the economic income that teachalamamalarından kaynaklı olduğunu belirti- ers deserve. 37 yor. Temmuz 2013
haberrevizyon.tv
RÖPORTAJ / INTERVIEW
Milli Eğitim Bakanı Nabi AVCI
Öğretmenin ekonomik bakımdan güçlü olması elbette ki bizlerin de temel dileğidir. Öğretmenlerimizin bu konuda gerçekten çaba sarf ettiğimizi bilmelerini isterim. Ancak bilindiği gibi, bu durum ülke ekonomisiyle yakından ilişkilidir. Yine de bana kalırsa itibarı doğrudan para ile özdeşleştiren bu görüş yüzeysel ve eksiktir.
The teachers’ economic welfare is certainly what we basically desire. I would like to ensure our teachers that we are really trying hard on this issue. However, as it is known, this is closely relevant to the county’s economy. Thus, in my opinion, this view which identifies reputation directly with money is groundling and deficient.
Belirtmeliyim ki toplum tarafından gösterilen itibarın çeşitli kaynakları vardır. Bunlar bazen ekonomik güç olabileceği gibi, bazen bilgi, otorite, liderlik, bazen de inançlar olabilmektedir. Bu örnekleri uzatmak mümkün. Ancak herkesin hemfikir olacağı bir husus var ki o da tarihin hiçbir döneminde öğretmene gösterilen itibar, onun ekonomik kazancı sebebiyle olmamıştır.
I should state that the respectability shown by the society has various sources. Besides economic strength, these can be knowledge, leadership and sometimes beliefs. It is possible to extend these examples. However, there is one issue that everyone would share the same opinion is that not in any period of history has respect towards the teacher been due to his/her economic income.
Toplumun öğretmene yüklediği çok kutsal ve önemli görevler vardır. İşte öğretmenin itibarı bu görevleri ile ilişkilidir. Öğretmen hemen hemen her dönemde bilginin öncüsüdür, liderdir ve insanları entelektüel birikimleriyle etkiler. Ülkenin gençliği için bir örnek ve ilham kaynağıdır ve en önemlisi toplumları şekillendiren, kendi kültürel mirasını gelecek nesillere aktaran en önemli kişidir.
There are very holy and significant duties that the society loads on teachers. Well, the teachers’ reputation is relevant to these duties. In almost every age, teachers are the pioneers and the leaders of knowledge. They affect people with their intellectual backgrounds. They are the source of inspiration and most importantly, teachers are the most important people who shape societies and transmit their cultural inheritence to the next generations.
Çağımız, malumunuz olduğu üzere çok farklı bir çağ. Bu çağda toplumdaki tüm fertler çok daha farklı becerileri edinmek durumunda ve bunların içerisinde de en önemli grup tabi ki öğretmenlerdir. Bu çağ da bilmek değil, neredeyse sonsuz bilgi arasından doğru bilgiye ulaşabilmek önemli. Artık küresel düzeyde gelişmeleri takip etmek gerekmekte ve bu nedenle iyi derecede yabancı dil bilmek çok daha önemli hale gelmiştir. 38 haberrevizyon.com Temmuz 2013
As you know, our age is a very different one. In this age, all individuals need to acquire much more different skills and among these people, teachers are of course the most important. In this age, not knowing but reaching the right information among almost the endless options. Now it is required to follow developments on global basis and therefore speaking a foreign language becomes more crucial.
Entelektüel yönden gelişmişliği, estetik duyguyu, çok güçlü iletişim becerisini ve daha onlarca farklı özelliği en iyi temsil eden grup öğretmenler olmak durumundadır. İşte öğretmenlerimiz toplum tarafından kendilerine yüklenilen bu ödevleri ne kadar başarılı bir şekilde yerine getirirse toplumsal saygınlığı ve itibarı elbette ki o kadar yükselecektir. Az önce belirtmiş olduğum özelliklere sahip çok sayıda saygın ve kıymetli öğretmenimiz var tabii ki. Hepimizin tanıdığı, ailelerin çocuklarını okutmaları için birbirleriyle yarıştığı öğretmenlerimiz yok mu? Elbette var. Ancak Bakanlık olarak bizlerin görevi tüm öğretmenlerimizin bu becerilerle donanmasında yardımcı olmak ve bunun için uygun ortamı sağlamaktır. Bu zamana kadar eğitim fakültelerimiz ve Bakanlık olarak bizler değişime yeteri kadar uyum sağlayamadık belki. Ama özellikle son yıllarda Bakanlık ve yüksek öğretim kurumları çok sıkı işbirliği içerisindedir. Bu konuda yine Bakanlığın hizmet içi eğitim faaliyetlerinde çok daha yenilikçi ve sınırsız öğrenme ortamlarını içeren bir gelişimin sağlanması da öncelikli hedeflerimizdendir. Bunlarla birlikte tüm öğretmenler için belirlemiş olduğumuz genel öğretmen yeterlikleri, her alan için belirlemekte olduğumuz özel alan yeterlikleri ile öğretmenlerimizin gelişimini daha etkin olarak takip edip yönlendirebileceğiz. Bilindiği gibi öğretmenlik bir ihtisas mesleğidir. Bu zamana kadar öğretmenlerimiz için etkili bir kariyer yolu planlanamamıştı. Geçmişte yapmış olduğumuz uzman öğretmenlik ve başöğretmenlik ile ilgili düzenlemeler yeniden hâlihazırda revize edilmekte ve öğretmenlerimizin kariyerlerini geliştirebilmeleri için imkânlar sağlanmaya çalışılmaktadır.
Teachers are those who should represent intellectual development, aesthetics, very strong communication skills and many other different characteristics best. Here, the more teachers accomplish these duties given by the society, the higher respectability and reputation they will receive. Of course there are numerous respected and valuable teachers who bear these characteristics that I have mentioned. Aren’t there teachers that we all recognize and compete with each other to get to teach our children? There surely are. However, as the Ministry, our duty is to support all our teachers to learn these skills and provide the suitable environment for this. Until today, maybe our education faculties and we as the Ministry could not adapt to change well enough. But especially in recent years, the Ministry and the higher education institutions are in strong cooperation. And again, in terms of the Ministry’s in-service trainings, achieving a development which innovative and limitless learning environments are involved is among our prior goals. Besides these, with the general teacher qualifications which we have determined for all teachers and the particularly specialized teacher qualifications for every subject we will be able to follow our teachers’ development more effectively. As it is known, teaching is an occupation of profession. Until today, it has not been possible to draw an effective career planning map for our teachers. The previously applied expert teacher and head teacher implementations are currently revised and new opportunities for our teachers to develop their careers are tried to be provided.
39 Temmuz 2013
haberrevizyon.tv
RÖPORTAJ / INTERVIEW
“Millî Eğitim Bakanlığının yeni bir kurumsal imaja ihtiyacı bulunmaktadır.”
Milli Eğitim Bakanı Nabi AVCI
“The Ministry of National Education requires a new institutional image”
Bu sayede öğretmenlerimiz sürekli kendilerini yenileme ve geliştirme konusunda da motive olabileceklerdir. Bu çalışmaların da öğretmenlerimizin itibarının artmasına önemli katkılarda bulunacağını düşünüyorum.
By this means, our teachers will be motivated to renew and improve themselves. I think these studies will also have huge contributions to the respectability of our teachers.
Son olarak ilgili akademisyenler ile işbirliği içerisinde öğretmenin sosyal itibarı ve statüsü konularında önemli bir takım çalışmalar gerçekleştirilmektedir. Çalışmaların sonuçlarına göre bu konu ile ilgili bir perspektif oluşturulabilecektir.
Finally, there are some important studies held in cooperation with relevant academicians on the social reputation and the status of teachers. As a result of these studies, a perspective about this issue will be able to be created.
Eğitim sisteminin ve Millî Eğitim Bakanlığının içeriden ve dışarıdan nasıl görüldüğünü tanımlayan en önemli değişkenlerden biri de öğretmenlik mesleği ve öğretmenlere yönelik benimsenen politikalar ve uygulamalardır. Eğitim sistemi ve onun kurumsal karşılığı Millî Eğitim Bakanlığının Türkiye’nin gelecek vizyonuna ilişkin iddiasını, öğretmen ve öğrencileri merkeze alarak gerçekleştireceği yeni bir kurumsal imaja ihtiyacı bulunmaktadır. Bu kapsamda “Ulusal Öğretmen Strateji Belgesi” çalışmaları devam etmektedir. Buna göre; İlgili iç ve dış paydaşlar ile uzmanların katılımıyla kurumsal imaj analizinin yapılması, başta öğretmenler olmak üzere tüm eğitim çalışanlarının (iç paydaşlar) ve toplumsal kesimler ile STK’ların (dış paydaşlar) beklenti ve ihtiyaçlarını, kurumsal sorumluluk, saygınlık, liderlik, iş yapma biçimi, değerler, kültür ve politikalar çerçevesinde dikkate alan kurumsal imaj planının oluşturulması çalışmaları planlanmaktadır. 40 haberrevizyon.com Temmuz 2013
One of the most important components of how the education system and the Ministry of National Education is seen from inside or outside is the teaching profession and the policies and implementations adopted for teachers. There education system and its institutional correspondence, the Ministry of Education requires a new institutional image with which it can realize the vision Turkey claims for the future by putting teachers and students in the center. Within this content, the “National Teacher Strategy Document” studies are continued. According to this; Involving with the relevant shareholders from inside and outside and by considering the expectations and requirements of all inner shareholders of education, involving teachers primarily, parts of society and NGO’s (outer shareholders), studies to make a corporate image analysis which also regards corporate responsibility, reputation, leadership, the usage, values, culture and policies are planned.
HABER
Öldüğümde Beni Ayakta Gömün / Bury Me Standing When I Die
Öldüğümde Beni Ayakta Gömün
Bury Me Standing When I Die
42 haberrevizyon.com Temmuz 2013
R
om ailesi Hindistan’dan 1500 yıl kadar önce büyük bir yolculuğa çıkıp dünyanın dört bir yanına yayılmaya başladığından bu yana Romanlar her yerdeler. Örneğin; Amerika Birleşik Devletleri’nde 1 milyon civarında Roman yaşıyor. Türkiye’de ise bu sayı 500 bin civarında. Türkiye’deki Romanların, dünyadaki en fazla dördüncü büyük Roman nüfusu olduğu çeşitli kaynaklarda yer almakta. Onlar için kullanılan “Çingene” kelimesi toplumda olumsuz etiketlemeleri çağrıştırdığından, kökenlerini de tanımlayan “Roman” kelimesinin kullanımı son yıllarda daha yaygın. Alt kültür grubu olarak tanımlanan, öte yandan da farklılıkların zenginliğine katkıda bulunan Romanlar, belirli hak ve özgürlüklere ulaşmada en dezavantajlı topluluklar arasında yer alıyor. Romanların ataları; sepet, elek, metal eşya, kalay gibi ürün ve hizmetleri sunarak bunları tarım ve hayvancılıkla geçinen diğer toplumlara satmışlardır.
Diğer toplumlar gibi hayvan sürülerine ve geniş topraklara sahip olmadıklarından göçebe zanaatçılıktan başka bir geçim imkanı bulamamışlardır. Sanıldığı gibi Romanlarla diğer insanları birbirinden ten rengi, ırksal özellikler ya da dil değil. Esmer Romanlar kadar beyaz tenli ya da sarışın Romanlar da var. Farklı ırklara mensup Roman grupları da farklı diller konuşan Roman grupları da var. Yaşam biçimleri ve yetersiz ekonomik güçleri nedeniyle genellikle toplu yaşam alanlarının dışında ama yine de bir arada yaşıyorlar. Buna rağmen günlük hayatın akışı içinde ele alındığında; “her yerdeler” denebilir. Çiçek mi almak istiyorsunuz? Sokaktaki çiçekçi Roman… Geri dönüşüm için çöplerden kağıt, cam, plastik mi toplanacak? Çöp konteynırının başında veya elinde arabasını iteleyen kişi Roman. Canınız eğlence mi çekti? Kumkapı’dan başlayıp Beyoğlu’nun hemen hemen her sokağında kulağa gelen ritim ve melodilerin kaynağı yine Roman.
S
ince the Rom tribe took a big journey starting from India almost 1500 years ago and spread all around the world, Romanies are all around. For example, there are almost 1 million Romans in the United States of America. In Turkey, this number is nearly 500 thousand. It is stated in various resources that Romanies in Turkey consist of the fourth biggest Romani population in the world.
wide lands, they had no other way to make a living than nomadic craftsmanship.
Since the word “Gypsy” associates with negative labeling, use of the word “Romani” which also defines their origins is more commonly used.
Due to their life style and insufficient economic power, they usually live in the suburbs but still in troops. Despite this, when the flow of daily life is considered, it can be said that they are everywhere.
Romanies who are defined as a sub-culture group and contribute to the richness of diversity are placed among the most disadvantaged societies in the world. The ancestors of Romanies had provided products and services such as baskets, sieves, metal objects and tin-coating and sold them to societies who made a living through agriculture and livestock. Since they did not possess herds of cattle and
Unlike it is considered, it is not the color of skin, racial properties or the language that separates Romanies from other people. There are dark skinned Romanies as well as fair or blond. There are also Romanies who belong to different racial origins and speak different languages.
Is it flowers that you want to buy? The flower girl/woman on the street is a Romani. Will paper, glass or plastic be collected for recycling? The person next to the garbage container or the one pushing his pushcart is a Romani. Is it fun that you want to have? Beginning from Kumkapı to almost every street of Beyoğlu, the source of rhythm and melodies that you hear is again, Romanies.
43 Temmuz 2013 haberrevizyon.tv
HABER
Öldüğümde Beni Ayakta Gömün / Bury Me Standing When I Die
T
ürkiye’de küçük bölgelerde çeyiz hazırlayan anneler ve kızları, bir dönem Çingene bohçacıların en düzenli müşterisiydiler. Omuzladıkları ürünlerini, sokak sokak, ev ev dolaşıp usta pazarlamacılara taş çıkartacak şekilde satmaya çalışan bohçacılar birçok kişinin nostaljik hatıraları arasında olsa da zamanında önemli bir ihtiyacı karşılamışlardır. “Öldüğümde beni ayakta gömün” sözü de onların belirli bir yere ait olmayan göçebe ruhlarını ifade eden anonim bir Çingene sözüdür. Geçmiş kültürlerinden getirdikleri sepetçilik, demircilik, elekçilik, kalaycılık gibi işler artık güncelliğini yitirince, ülkede kağıt, cam ve
plastik gibi maddelerin geri dönüşümünde ihtiyacı karşılayan ve ekmek paralarını her türlü hijyenik dezavantaja rağmen kazanmaya çalışan, toplumun görünen ama görünmeyen üyeleri onlar. Kimsenin yapmak istemediği işleri yaparken toplumun önyargılarına, insan fiziki ve ruhsal yapısının bağışıklık sistemi sınırlarına ve pek çok konudaki öğrenilmiş çaresizliklerine dahi meydan okuyarak; “Biz de varız” diyorlar. Toplumun gürültülü ama sessiz, hüzünlü ama neşeli insanları onlar. Konuşurken dahi yüksek sesle kendilerini ifade ediyorlar. Kavgaları eksik olmasa da öfkeleri çabucak sönen saman alevi misali. Nesilden nesile aktardıkları neşeleri ve umutları da hiç sönmeyen meşale.
I
n Turkey, mothers and daughters in small regions who prepare dowries were the most regular customers of Gypsy peddlers. Although these are nostalgic memories in many people’s minds, gypsies who shouldered their products and wandered street by street and house by house, running rings around skilled marketers have met a huge need of those times. The expression “bury me standing when I die” is an anonymous gypsy expression explaining their nomadic spirits which belong nowhere. They are the visible but invisible members of the society who meet the needs in collecting paper, glass and plastic for recycling and make a living despite
Göçebe Zanaatçiler… Nomadic Craftsmen... Göçebe kültürleri ile bulundukları hemen hemen her toplumda benzer zorluklarla karşılaşmış Romanlar.
With their nomadic culture, Romanies have always faced challenges in almost every society they have been in.
Türkiye’de yaşayan Romanlar aslında ülkenin dört bir yanında herkesin kafasını çevirdiğinde görebileceği kadar yakınlardalar. Büyük şehirlerde gerek villaların hemen yanı başında, gerek yüksek gökdelenlerin gölgesinde gerekse de şehrin varoşlarında aykırı yaşamlarıyla kimilerinin rahatsız olduğu, kimilerinin duyarlılıkla yaklaştığı, kimilerinin de fark etmeden yanlarından geçip gidiverdiği insanlar onlar. Sabahın erken saatlerinde çöp konteynırlarının içinden kağıt ayıklayıp toplayan, canlı geri dönüşüm hizmetkarları… Yoğunlukla Trakya Bölgesi’nde yerleşmiş olsalar da Samsun’dan Hatay’a, İzmir’den Zonguldak’a kadar ülkenin dört bir yanındalar.
Romanies in Turkey are so close that everyone can see when they turn their heads all corners of the country. They are the people whom some are disturbed by their divergent lives, some approach sensibly and some others just walk by and do not notice in metropolitans, either just next to villas, or in the shadow of skyscrapers or in the suburbs. The live servants of recycling who separate and collect paper from the garbage containers at very early times in the morning… Although they are mostly settled in the Trakya Region, they are all around the country from Samsun to Hatay and from İzmir to Zonguldak.
44 haberrevizyon.com Temmuz 2013
all kinds of hygienic disadvantages when jobs such as basketry, iron and sieve working, tin-coating which they had inherited from their past culture have lost its currency. While they do the work that nobody wants to do, they challenge the limits of the physical and psychological limits of the human immune system and even many learned helplessness in many issues and say “We are here, too”. They are the loud but silent and sad but cheerful people of the society. They express themselves quite loudly while they speak. Even if they cannot stay away fighting, their anger is just like flash in the pan. The joy and hope they have passed on from generation to generation is a never ending torch.
Erken yaşta evleniyorlar. 30 yaşında büyükanne, büyükbaba olanları var. Gösterişli, renkli, cıvıl cıvıl kıyafetleri giymeyi seviyorlar. Geleceğe yatırımı için kaygılanmaktansa, “carpe diem”, “gün bir gündür, o da bugündür” felsefesiyle yarını çok da umursamadan yaşıyorlar. Okula düzenli gidenleri az. Uzun zamandır maruz kaldıkları psiko-sosyal yoksunluk yüzlerindeki kirlere benzemiyor. Yine kimsenin çalışmak istemediği alanlarda önemli bir yükü
omuzladıkları; zira ülkedeki atık kağıt toplayıcılarının yüzde 70’ini onlar oluşturuyor. Sosyal boyutlarına bakıldığında Romanlar seslerini duyurmaya ve örgütlenmeye son 10 yılda başladılar. 2004’ten bu yana sosyal ve yasal hakları için yapılan çalışmalar olmakla birlikte onlar da seslerini duyurmak için farklı şehirlerde Roman dernekleri kurmuşlar. Hatta Roman dilinin kaybolmasını engellemek ve örgütlenmek için yayımladıkları Romca adlı bir dergileri bile var.
Toplumun gürültülü ama sessiz, hüzünlü ama neşeli insanları onlar.
They marry at early ages. There are the ones who become grandmothers or grandparents at the age of 30. They like wearing glossy, colorful and sparkly clothes. Instead of worrying for future investments, they adopt the “carpe diem”, “the day is a day, and it is today” philosophy and care less about tomorrow. Those who attend school regularly are not many. The psychosocial deprivation they have long been exposed to is not like the dirt on their faces. Still, it is evident that they shoulder a huge load in
areas where nobody wants to work and yet they make up 70% of the disposed paper collectors. When social dimensions are considered, Romanies have begun speaking out loud and organizing in the last decade. In addition to the studies on their social and legal rights, they have founded Romani associations in different cities to get their voices heard. Moreover, they have a new magazine named Romca which they publish to get organized and prevent their language to disappear.
They are the loud but silent and sad but cheerful people of the society.
Dünyada ilk ilk Uluslararası Roman Kongresi Nisan 1971’de Londra’da toplanmış. Bu kongreye atfen, 1990 yılından bu yana da her yıl 8 Nisan Dünya Romanlar Günü olarak kutlanıyor.
The first International Romani Congress was held in London in April, 1971. Referring to this congress, 8 April is being celebrated as the International Romani Day since 1990. 45
Temmuz 2013
haberrevizyon.tv
HABER
Öldüğümde Beni Ayakta Gömün / Bury Me Standing When I Die
İlk çağlardan beri Çingeneler, insanlığın ilk yıllarında olduğu gibi avcıydılar. Yaşamlarını idame ettirmek için avlanıyorlardı. Yaşamın kendilerine bahşettiği zenginliği biliyor ve doğanın içinden kendilerine yaşam alanı oluşturuyorlardı. Zekalarıyla doğanın kendilerine bahşettiği değerleri ihtiyaçlara cevap verecek zanaatlara dönüştürüyorlar ve insanlığın yaşamını kolaylaştırıyorlardı. Eski sanayiciler Çingeneler/ Romanlardı. Romanlar sanayi devrimini okuyamadığı için evrilemedi ve Osmanlı İmparatorluğu bu zeki toplumu lojistik silah sanayicileri olarak gördü. Balkanlardaki değişik toplumlara bu lojistik imkanları verebilmek için özellikle onları göç ettirerek ihtiyaçlara cevap alıyordu.
Haber Revizyon, İzmir Romanlar Derneği Başkanı Abdullah Cıstır’a Romanların ülke ekonomisine katkılarını ve toplumdaki yerlerini sordu. Haber Revizyon asked the Chairman of the Izmir Romanies Association Abdullah Cıstır about the contribution of Romanies to the country’s economy and their walk of life.
Çok eskiden beri üreten ve ekonomiye döngü kazandıran bir toplumdur Çingeneler/Romanlar.
Early manufacturers were the Gypsies/ Romanies. Romanies could not evolve because they could not interpret the Industrial Revolution and the Ottoman Empire considered this smart society as logistic gun traders. It was meeting the requirements by especially making them immigrate in order to provide these logistic opportunities to various Balkan societies.
When today is considered, technological developments in the European Union Adjustment Laws framework, Romanies are not able to continue their previous jobs and excluded from the system. When today is considered, technological developments in the European Union Adjustment Laws framework, Romanies are not able to continue their previous jobs and excluded from the system.
Buna rağmen Romanlar, insanlığın ihtiyacını ilk çağlardaki ataları gibi çabuk keşfetmiş ve dün olmayan hurdacılık işinde ‘sokak toplayıcılığı’ denen kağıt ambalaj geri dönüşüm işlerinde çok başarılı bir şekilde ekonomiye katkı koymaktadırlar.
Despite this, Romanies, just like their ancestors have figured out the needs of humanity quickly and started contributing to the economy successfully in the ‘street waste collection’ business by collecting scrap materials such as recycling paper and packages.
2013 Türkiye’sinde kapitalist sistemin köle-işçi mantığı halen geçerlidir. İnsanların eldiven kullanarak dahi ellerini değdiremeyecekleri alanlarda toplamda %70’e yakın Romanlar bu işleri yapmaktadır.
Ekonominin yüz akıdır Romanlar…
They were using their intellect to turn the values that the nature has bestowed them into arts to satisfy needs and easing the life of humanity.
Gypsies/Romanies are a society who has been producing and who brings the economy a loop.
Günümüze gelince; Avrupa Birliği uyum yasaları çerçevesinde teknolojinin daha da gelişmesi ile Romanlar eski işlerini yapamamakta ve unutulmaya yüz tutmuş işler ile sistemin dışında bırakılmaktadır.
Sistem bunları görmezden gelip, sağlık sorunlarını, hijyen sorunlarını, sigorta ve güvence sorunlarını vurdumduymaz bir şekilde suistimal etmektedir.
Since the very early ages, Gypsies were hunters just like the rest of the humanity in those days. They used to hunt to survive. They were aware of the richness that life has blessed them and they used to create an area for them to live.
Abdullah CISTIR İzmir Romanlar Derneği Başkanı
In 2013’s Turkey, the slave-laborer sense is still valid. In areas where people would never touch even if they wear gloves, almost 70% of Romanies do these jobs. The system ignores these and insensitively misuses the problems of hygiene, insurance and security.
Romanies are the honor of the economy…
46 haberrevizyon.com Temmuz 2013
“MÜZİK SUSARSA DÜNYA SUSAR”
“If music stops then the whole world stops”
Müzisyenlerimiz, en entelektüel öncü guruplardır. Ülkenin en önde gelen sanatçılarının arkasında sanatlarını icra ederek büyük bir ekonomik döngünün en önemli dişlisi oldukları da bilinmez… Romanlar, “MÜZİK SUSARSA DÜNYA SUSAR” felsefesi temelinde konuşturur sazını, zilini, dümbeleğini. Belki de böyle ifade ediyorlardır kendilerini ama kimse anlamaz ve bazen sarhoş mezesi oluverirler. Sanatı ve neşesi ile ekonominin can damarıdır müzisyenlerimiz. Kah kederden kah neşeden, mekanın tüm ambiansı değişiverir birden; Romanın sazı, şarkısı ile ekonomi orada canlanıverir. Ver bir şişe daha… Ev işine giden kadınlarımız hayatını kolaylaştırır iş kadınının çünkü o iş kadınıdır ve evde bugünkü adıyla (asistan deniliyor) yardımcısı olmadan kolaylaştıramaz hayatını. Çiçek bahçeleri, mezatları Romanların eli değmezse, o rengarenk çiçekler, gülen yüzler ile sunulmazsa, bazen de unutulan sevgiliyi hatırlatmazsa çiçek tezgahları… Romanlar olmadan güler miydi bu kadar yüz? Hamalımız, boyacımız, hurdacımız, müzisyenimiz, dansözümüz, ev işine giden kadınımız, yüzünden gülmek eksilmeyen çiçekçimiz ile yaşamı kolaylaştıran ekonomistleriz biz. 3 milyon Roman’la ve Çingeneler bütününde 6-8 milyon nüfus sadece tüketerek bile ülkeye katkı koyuyoruz. Gayri safi milli hasıladan da kişi başına 10 bin dolar değil de günlük geçimimizi sağlıyoruz. Biz böyle de mutluyuz. Hayata bakış açımızla, yaşama bağlılığımızla aslında herkesin Çingene/Roman olmak istediğini de biliyoruz, ama utandıklarından söyleyemediklerini de biliyoruz. Biz utanmıyoruz! Artık kimse utandıramaz bizi, aşağılayan bakışlar artık dokunamaz bize. Biliyoruz ki biz gerçekten farklıyız; özgür, hırçın, dayanıklı, güçlü, insancıl, yaratıcıyız... Biz buradayız...
Our musicians are the most intellectual pioneering groups. It is also unknown that by performing their art behind the most leading singers they are the most significant gear of a huge economy… Romanies play their instruments, cymbals and drums adopting the philosophy “If music stops then the whole world stops”. Maybe this is the way they express themselves but no one understands this and sometimes they turn into the appetizers of the drunk. With their art and joy, our musicians are the heart of the economy. Both because of sorrow or joy, the ambiance of the atmosphere suddenly changes and the economy livens up with the instruments and the songs of the Romani. Our women who clean houses eases the businesswomen’s lives because they are businesswomen and cannot make their lives easier without their helpers (assistants as said today) at home. If Romanies’ hands do not touch the flower gardens and auctions and if those colorful flowers are not presented with smiling faces and sometimes if the flower benches do not remind of the forgotten lover…Would so many faces smile without the Romanies? With our porters, painters, waste collectors, musicians, belly dancers, household assistants and flower sellers who never give up smiling, we are the economists making life easier. With 3 million Romans and 6-8 million Gypsies in total contribute to the country only by consuming. We get our share from the gross national product not as 10 thousand dollars per person but our daily living. We are happy this way. With our approach and conduct of life , we know that everybody wants to be a Gypsy / Romani but can not say it loud because they are ashamed. We are not ashamed! No one can make us feel ashamed anymore and humiliating looks cannot upset us anymore. We know that we are really different; we are free, factitious, resilient, strong, humanistic and creative… We are here…
47 Temmuz 2013
haberrevizyon.tv
Bakış
Kim Bu Gençlik?
Şahin MENGÜ
Gezi Parkında ve Türkiye’nin altmış beş ilinde devam eden eylemleri gerçekleştiren bu gençler kim? Ne istiyorlar? Bu gençlerin kim olduğunu, ne istediklerini tespit etmeden, soruyu doğru cevaplandırmak mümkün değildir. Bu gençler gerçekler karşısında hoşnutsuzluklarını hiç çekinmeden açıkça ortaya koyanlardır. Sağcısı, solcusu, liberali, muhafazakarıyla her görüşten gençlerin ortaya koydukları tepki, yaşam ve laik hayat tarzını koruma çabalarıdır.
KİM
GENÇ
Gezi direnişi diye adlandırılan olaylara katkı veren Türkiye’nin her tarafındaki, her yaştan genç, kendisine emanet edilen Atatürk devrimlerine ve onun kurduğu Cumhuriyete sahip çıkmaktadırlar. Eylemlerde Türk bayraklarının ve Atatürk posterlerinin yoğun bir şekilde sallanması bunu ortaya koymaktadır. Onlar Atatürk Devrimlerinin doğruluğuna herkesten çok inanmış ve en ateşli savunucularıdır. Onlar, AKP İktidarının yaşam ve laik hayat tarzına müdahaleye başlamasıyla, bu ülkenin çağdaş medeniyetin bir parçası olmaktan uzaklaştırılacağını gördükleri anda, kimseden yardım beklemeden, bu ülkenin muhalefet partileri vardır demeden, başka güçlerden medet ummadan, kendisine emanet edilen laik Cumhuriyeti koruma ve kollama kararı vermiş, birileri rahatsız bile olsa Kemalist gençlik bu görevini yapmak için alanlara inmiştir. Siyasi iktidarın emrindeki kolluk, haksız bir şekilde gelip kendisini yakaladığı zaman bile, davranması gerektiği gibi davranmış, aman dileyip yalvarmamıştır. Hatta kolluğun kendi attığı gazdan zarar gören mensubuna, ‘o beni biraz evvel copluyordu’ diye düşünmeden, ilk tıbbi müdahaleyi yapmayı bir insanlık görevi saymıştır. Geleceğine sahip çıkarken bile, insana verdiği değeri ortaya koyarak, çağdaş bir toplumun üyesi olduğunu göstermiştir. Kendisinden alınacak çok dersler olduğunu dosta düşmana göstermiştir.
“Gençlik hareketiyle bütünleşmeyen siyasi
48 haberrevizyon.com Temmuz 2013
BU
ÇLİK?
Atatürk’ten ve onun devrimlerinden, hangi sebeple olursa olsun uzaklaşanlardan, Atatürk gençliği de uzaklaşmaktadır Bu çağdaş yaşamı ve laik düzeni koruma direnişinin içine bölücü ve illegal örgütlerin sızmasını önlemek için, onlardan kendisini dikkatle ayrıştırarak, iktidarın oyununu bozmuştur. Bölücülerin, illegal örgütlerin bu gruba yaklaşmasını ve sızmasını asıl engellemesi gereken iktidar, bu gençliği toplum vicdanında mahkum etmek için, bu sızma harekatına göz bile yummuş, ama gençlik bu oyunu da bozmuştur. Yani yaşam tarzlarını, laik Cumhuriyeti ve dolayısıyla kişisel özgürlüklerini koruma savaşından, Atatürk’ün Bursa Nutkunda tarif ettiği Türk gençliği galip çıkmıştır. Bunlar, namaz kılan arkadaşları kışkırtmaya maruz kalmasınlar diye ibadetleri boyunca onları korumaya almışlardır. Bunlar kindar bir gençlik değildir, bunlar yürekleri insan sevgisiyle dolu, insanı inançlarından, mezheplerinden, etnik kökenlerinden dolayı değil, insan olduğu için seven ve kollayan Atatürk gençliğidir. Atatürk’ü toplum hafızasından silmeye, gözden düşürmeye çalışan; Atatürk’e “soykırımcı”, “katil”, “ayyaş” diyenler ve buna göz yuman hatta destek verenler, şunu unutmayın, bu gençlik Atatürk’ün Bursa Nutkunda tarif ettiği gençliktir, buna izin vermeyecektir. Birileri bu hareketten ders çıkartmalıdırlar. Atatürk’ten ve onun devrimlerinden, hangi sebeple olursa olsun uzaklaşanlardan, Atatürk gençliği de uzaklaşmaktadır. Atatürkçü bir partinin iktidara gelme şansı olduğuna bu gençlik inansaydı, o partiden kopma olmazdı. Acı ama gerçek, Atatürk Gençliği indinde itibarını yitirmişlerin bu öğrenci hareketiyle bütünleşmesi mümkün değildir. Gençlik hareketiyle bütünleşmeyen siyasi partilerin iktidara gelme şansı da yoktur.
partilerin iktidara gelme şansı da yoktur.”
49 Temmuz 2013
haberrevizyon.tv
Bakış
One Minute Tayyip
ONE MINUTE Prof. Dr. Vecdet ÖZ
TAYYİP
Gezi Parkı meselesi ağaç ve doğa meselesi olsaydı bu millet yıllardır yanan ormanlar yüzünden yıllarca aynı şekilde sokaklara dökülürdü. Anlaşılıyor ki Gezi Parkı’ndaki ağaç meselesi bu işin bahanesidir. Buradaki enteresanlık, olayların Başbakan Erdoğan’ın Amerika gezisinden hemen sonra ortaya çıkmasıdır. Anlaşılan odur ki Amerika gezisinde ciddi bir şeyler olmuştur ve bu işin altında yine dış güçlerin parmağı vardır. Aksi halde hangi güç tüm farklı ideolojileri Taksim meydanında düğümleyebilir ve çıkardığı yangını önce Türkiye geneline, sonra da tüm Dünya’ya yaymayı başarabilir? Normal şartlarda Türkiye’de siyasi bir otoriter anlayışın varlığı ve bazen aşırılık kazanıp diktatörlük boyutlarına ulaştığı inkar edilemez. Diğer taraftan projeleri ile bir varlık gösteremeyen ve bu zafiyeti siyasi çıkara dönüştürmeye çalışan fırsatçı muhalefeti de göz ardı etmemek gerekir. Ancak daha önemlisi ise tüm bu olumsuzlukları ve halkın yıllar içindeki tepkisini kullanıp karanlık emellerini gerçekleştirmek için ülkeyi karıştırmak isteyen dış güçleri asla unutmamak gerekir. Taksim Gezi Parkı meselesi ile bir anda ortaya çıkan apolitik gençlik hareketini, devreye giren provokatörleri, nereye varacağı belli olmayan neticelerini hafife almamak ve işin üstüne sağduyu ile gitmek halkın ve hükümetin yapacağı en isabetli iştir. Ancak ne yazık ki hükümet cephesi yangına körükle gitme ve halkla idrar yarıştırma yolunu seçerek provokatörlerin değirmenine su taşımaktadır. Bize One Minute Tayyip demek düşer…. Başbakan’ın Amerika seyahati sonrası aniden gelişen bu olaylar, planlı bir şekilde oluşturulan diktatörlük ve provokatörlük çarkları arasına sıkıştırılmış masum halkın karanlık bir istikamete götürülme, ülkeyi karıştırma ve bir iç savaşa sürüklenme girişiminden başka bir şey değildir.
50 haberrevizyon.com Temmuz 2013
Olaya baskı gören halk cephesinden baktığımızda, doğal olarak halkın yanında olma vicdani duygusu ve diktatör siyasi anlayışa karşı çıkma fikri normal kabul edilebilir. Asıl yapılmaya çalışılanın gizlenmesi açısından dış güçlerce bu masum mantık özellikle ortaya konmuştur ki halk isyanı her gün daha da tırmansın! İşte olayın püf noktası budur ve oyun da burada gizlidir. Bir taşla onlarca kuş vurma oyunu olan bu hain çalışma ülkemize son on günde bile milyarlarca dolar para ile itibar kaybettirmeye yetmiştir ve olaylar arttıkça da bu kayıp devam edecektir.
Çıkan olayların ardından AKP’lilerin yazdıkları bir slogan ise çok ilginçtir; “Menderes’i astınız, Özal’ı zehirlediniz, Tayyip’i yedirmeyeceğiz”… Belli ki AKP’liler ve slogana izin veren Başbakan merhumlara ölüm emri veren muhatapları biliyorlar.
Peki, ekonomik kayıp boyutu da olan bu oyununun asıl amacı nedir? Afganistan, Irak, Suriye, Mısır ve Libya örneklerinde olduğu gibi, dış güçler hedef ülkelerde önceden diktatör bir siyasi rejim ile korku imparatorluğu oluşmasını sağlarlar ve halk yıllarca korku içinde bu baskıya maruz bırakılır. Halkın mağduriyeti zirve yaptığı an plan neticesini vermeye başlar, derhal birileri halka ne yapması gerektiğini telkin etmeye başlar ve bu provokasyon faaliyetleri ülkede bir iç savaş çıkarılana dek sürdürülür. Sonunda aynı dış güçler yarattıkları canavardan mağdur halkı sözde insan hakları gereği kurtarmak için gelirler ve yönetimi ele geçirirler. Bu ülke bir de uluslar arası savaşa sokabilirlerse olay dış güçlerce tadından yenmez hale gelir. Ne yazık ki ülkemiz de bu sürecin içine sokulmuştur ve başımızdaki Suriye meselesi de önceden altyapısı bu işin devamı olabilecek şekilde yapılmış bir hazırlıktan başka bir şey değildir.
Sayın Başbakan’a Amerika’da dayatılan şeyin ne yazık ki ne olduğunu bilmemiz mümkün değildir; Ancak bilinen bir şey var ki bu kez Sayın Başbakan’ın bile evet diyemeyeceği bir talep sonucu köprüler aniden atılmıştır. Amerika seyahati sonrası hiçbir açıklama yapılmamış ve AKP cephesinde büyük bir panik başlamıştır. Çıkan olayların ardından AKP’lilerin yazdıkları bir slogan ise çok ilginçtir; “Menderes’i astınız, Özal’ı zehirlediniz, Tayyip’i yedirmeyeceğiz”… Belli ki AKP’liler ve slogana izin veren Başbakan merhumlara ölüm emri veren muhatapları biliyorlar. Bizim bildiğimiz şey ise bu muhatabın kesinlikle halk olmadığıdır. Olayların hemen ardından Başbakan ve yardımcılarının birkaç gün önce kendilerini ihtişamlı bir şekilde devlet töreni ile karşılayan Amerika’ya ve aynı şekilde Avrupa ülkelerine karşı yaptıkları sert eleştiriler, bizlere belki merhumların muhatapları hakkında bir fikir verebilir. Türkiye Cumhuriyeti bir müstemleke değildir. Halkından sürekli bilgi kaçıran, yabancılarla kapalı kapılar ardındaki özel görüşmelerle ülkeyi yöneten ve terörist başının yönlendirdiği otoriter anlayışın ülkemizi getirdiği sonuç ortadadır. Burada yapılması gereken şey, halkın samimi duygularını ifade ederken tertiplenen provokasyon faaliyetlerine alet olmaması, demokratik hakkı olan tepkisini tadında bırakması ve gerekli cevabı seçim sandığında vermesidir. Ülkemizde oluşturulan otoriter siyasetin varlığını uzun süre sürdürmesinin sebebi, rakiplerinin bir şekilde etkisizleştirilmek suretiyle özellikle alternatifsiz hale getirilmesidir. Tek kale oynanan bu maçın bir an önce halk tarafından çift kaleye çevrilmesi bu siyasi mühendislik hesabını bozacak ve ülkemiz üzerinde oynanan bu tür oyunlara son noktayı koyacaktır. Meydanlarda hak arayan toplumun artık mevcudu eleştirmek yerine bir an önce alternatif milli siyaseti kurarak ülke yönetimine aktif olarak katılması gerekmektedir.
51 Temmuz 2013
haberrevizyon.tv
Bakış
Ya sonra...
Murat AKTÜRK
YA SONRA... Kesilmemiş kuru otlar, rüzgar, sıcak hava ve dikkatsizce atılmış bir sigara parçası binlerce ağacı kısa zamanda yok edebilir, zira şartlar olgunlaşmıştır.
B
ir patlama sesiyle birlikte bağrışmalar başlar: “Geliyor, başladılar gene…” Bembeyaz kesilir etraf. Gerçekten biberi hissedersin önce. Sonrası fena; gözlerin kör olacakmış gibiyken, nefes alamazsın. “Ölüyorum herhalde” diye düşünmeye başlarsın kaçarken. Tanrıya şükür ki, bacakların işlevini yitirmemiştir. Aklın, nefes darlığından öleceğinin paniğindeyken etrafına bakarsın, ‘yardıma gereksinimi olanlar var mı’ diye. Uzaklaştıkça dumandan, rahatlarsın. Gözlerin kör oluyormuşçasına gene yanıyordur, nefes almaya başlamışsındır sürekli akan burnundan. Güvenli bir yere vardığında, çantalardan çıkan anti-asit ev yapımı solüsyonlar yüzüne sıkılır, “sakın gözünü ovuşturma” tavsiyeleriyle. Bir kaç dakika sonra da toparlanırsın ‘eğer buysa sorun yokmuş’ diye kendine cesaret vererek. Hazırsındır artık yeni biber gazlarına; ilk deneyiminden kazasız çıkmışsındır. Ama her seferinde aynı cehennem anlarını yaşarsın, daha donanımlı olman gerektiğini kendine itiraf ederek. Üzerinde doğru dürüst bir maske, yüzme gözlüğü veya baret yoktur, üstelik de şort ve tişörtlüsündür; amatörsündür yani… Çoğunluk orman yangınlarının başlangıcı ne bir lav silahından çıkan alevlerdir, ne de bir napalm bombası; bahardaki yeşilliğini yaz güneşinin sıcağıyla yitirmiş kuru otlara atılan ufacık, önemsiz, yanmakta olan izmarit nice ormanların yok oluşlarına neden olmuştur. Kesilmemiş kuru otlar, rüzgar, sıcak hava ve dikkatsizce atılmış bir sigara parçası binlerce ağacı kısa zamanda yok edebilir, zira şartlar olgunlaşmıştır. Dergimizin Haziran sayısındaki yazımda ‘Umut Eylemdir’ demiştim. Yazıyı yazdığım günlerde, henüz herhangi bir ağaç 52 haberrevizyon.com Temmuz 2013
kesimi yoktu Gezi Parkı’nda. Ağaçların, köklerinden kopartılarak yok edilmeye başlanmasıyla, parkı ve ağaçları korumaya almak isteyen küçük bir gurubun Gezi’ye birkaç çadır kurması ve onlara yapılan bir gece yarısı baskınıyla başladı her şey. İngilizce deyimiyle “the rest is history” yani, gerisi hepimizin malumu… Şu satırları yazdığım sırada üçüncü haftasını bitirmekte olan Gezi Hareketi’nde, her ne kadar ilk başlarda içinde pek çok renk barındırıyormuş gibi görünse de, halkın desteği ve kararlı gençlerin mücadelelerine devam etmesi sonucu; o ilk günlerin farklı görüntü vermeye çalışan şovmenlerinin nefesi yetmemiştir. Apartman balkonlarından gelen tencere tava sesleri, yurdun dört bir yanına yayılmış, camlardan sallandırılan Türk Bayrakları ve Yüce Atatürk’ümüzün posterleriyle gençlerimiz gönüllerindeki ışığı hareketlerine yansıtır olmuşlardır. Protestocuların kararlı tutumlarıyla da, direnişlere hiçbir siyasi erk sahip çıkamamış sadece uzaktan desteklemekle yetinmişlerdir. Bilgili ve bilinçli guruplar, daima Türkiye Cumhuriyetimiz Anayasasının tanıdığı hakları kullanarak hep savunmada kalmışlardır. Yıllardır birbirlerine karşı neredeyse düşmanlaştırılmış futbol kulüplerinin taraftarları kendiliklerinden birleşmişler, inanç farklılıkları ne olursa olsun hedefi özgürlük ve demokrasi olan bireyler Mustafa Kemal’in hoşgörü çatısı altında yerlerini almışlardır. Gösteriler, bazen görsel sanatların icra edildiği sahne haline gelmiş, bazen de içinde muhteşem insancıllık barındıran hikayelerin doğum yeri.
“Hareketin rengi bellidir” Tüm bunlara karşın, yurdun pek çok yerindeki gösteri düzenleme isteklerine karşı toleranssız müdahaleler sonucunda dört can yitirilmiş, yüzlerce yaralı gerek hastanelerde, gerekse de eylem yerleri yakınlarındaki binalarda hemencecik oluşturulan revirlerde sağlıklarına kavuşturulmaya çalıştırılmıştır. Ancak, gözlerini kaybedenlerin, beyin travması geçirenlerin, bacak ve kol kemikleri kırılanların belirsiz sayısı vicdanları rahatsız eder olmuştur. Tüm bu güzellikler, acılar, yanlış ve travmatik olaylar bir büyük gerçeği tekrar gözler önüne sermiştir; insanın içindeki sonsuz sevgiyi. Yaşayageldiğimiz zamanlar içinde varlığını unuttuğumuz sevgi, muhteşem bir komün yaşantısına dönüşmüş, iki gün önce gaz bombalarını atanlar ve yiyenler aslında aynı gemide seyahat ettiklerini anlar olmuşlardır. Olayların büyümeyip, sadece direniş, protesto ve savunma şeklinde kalması, eğitimin, kültürün ve insan sevgisinin ne denli büyük bir güç olduğunu, Gezi Parkı’nın tüm dünyada destekleyici ses getirmesiyle anlaşılır hale gelmiştir. Hareketin rengi bellidir. Onlarca yıldır unutturulmaya çalışı-
lan Atatürk sevgisi, Türk Bayrağı aşkı, özgürlüğe olan hasret ve Türkiye Cumhuriyeti bilinci toplumun tüm katmanlarında bir umut çiçeği olarak sürgün vermiştir. Ve “çabalama kaptan ben gidemem” diyen iktidar gemisinin rotasını belirlemiştir. Tüm karşı çabalara karşın halk, bölünmeyeceğinin işaretini göstermiş olduğu olgunluk ve vakarla yedi düvele ispatlamıştır. Bundan böyle ‘ben yaptım oldu’ zihniyeti çökmüş, halkla birlikte, halk için esecek yeni rüzgarlarla ülkemizin yelkenleri şişecektir. Yıllardan beri özlenen, sıkıştıkça ‘keşke hayatta olsaydı’ diye hayıflanılan Atatürk, artık milyonlarda yaşam bulmuştur. Artık fakir olmayacağız, cahil kalmayacağız, bağnazlık batağına saplanmayacağız, uyandık. Özgürlüğümüzün kıymetini bilecek, ne kimsenin kulu ne de müridi olacağız. Gün ağarmaya başlamıştır. Sönmekte olan yıldızlar, yepyeni bir güneşin habercisidir. Yüce Atatürk’ümüzün düşü gerçekleşiyor… 53 Temmuz 2013
haberrevizyon.tv
KEŞİF
Ademoğlunun Üvey Anası Lilith
..
-
ADEMOGLUNUN UVEY ANASI
. .
LILITH
54 haberrevizyon.com Temmuz 2013
Lilith kimdir? Bizimle akrabalık derecesi nedir? Günlük hayatımızdaki hangi alışkanlarımızı etkilemiştir? Lilith etimolojik olarak, Arapça Layl, İbranice Lil, Akadca Lilitu, Sümerce Lilu köklü bir kelimeden türemiştir. Kelime kökü itibariyle “gece-akşam” manasına da gelmektedir. Lilith Hz. Adem A.S.’ın ilk eşidir. Tora (Tevrat)’ın Yaratılış (Bereşit) kitabında Hz. Adem’in eşi ile beraber yaratıldığından bahseder. Lilith, Hz. Adem ile beraber aynı anda ve aynı elementten yaratıldığından, kendisini her koşulda Hz. Adem’e eşit görmüştür. Tarihteki ilk feminist Hz. Adem’in ona karşı olan yoğun sevgisine rağmen hiçbir şekilde Hz. Adem’e itaat etmemiştir. Bu nedenden ötürü çoğu Batılı feminist tarafından “ilk feminist” olarak da kabul edilmektedir. İtaatsizliğinden ötürü Allah tarafından cennetinden kovulmuştur. Lilith, kendine Şeytanı dost edinmiş, iblis ve ifritlerin anası olmuştur. Hz. Adem’in yalnızlığı ve mutsuzluğunu gören Allah, yanına üç büyük melek gönderterek, Lilith’i geri çağırtmıştır. Lilith ise her zamanki küstah tavrı ile bu teklifi reddetmiştir.
Bu nedenle Allah, onu cezalandırmıştır. Her gün Lilith’in yüz çocuğu melekler tarafından öldürülmektedir. Lilith’in geri gelmeyeceğini görünce Allah, Hz. Adem’in kaburga kemiğinden Lilith’e bire bir benzeyen Havva’yı yaratmıştır. Hz. Adem uyanınca karşısındakinin başka birisi olduğunu dahi anlamaz; hatta Lilith’in uslandığını düşünür. Loğusa adetlerinin nedeni ne? Lilith, Ademoğulları’ndan doğacak her bebeği öldürmeye ant içer. Bundan dolayı çeşitli din ve kültürlerde lohusa adetleri bebeğin ve annesinin korunması üzerine kurulmuştur. Lilith’in aynaları ve ağaçları mesken tuttuğuna inanılır. Bu yüzden kötülüklerden korunmak maksadıyla birçok kültürde tahtaya vurma adeti mevcuttur. Lilith ile ilgili olarak Babil, Mezopotamya, Asur, Kumran, Ölü Deniz Parşömenleri, Akad, Gılgamış ve Arslan Taş kitabelerinde çeşitli anlatımlara rastlanmaktadır. Hamile veya doğum yapmakta olan kadınlara musallat olup, ölümlere neden olduğuna inanılır. Yalnız yatan erkeklerin rüyalarına girerek erotik rüyalarıyla hamile kalır. Cin ve ifrit nüfusunun artmasını sağladığına da inanılır.
Avraham İŞCEN
55 Temmuz 2013
haberrevizyon.tv
SAĞLIK
Toplumsal Ruh Sağlığı / Social Sanity
TOPLUMSAL RUH SAĞLIĞI VE SOCIAL SANITY AND
Psikiyatrist Prof. Dr. Arif VERİMLİ Sağlıklı insan demek bedensel, ruhsal ve toplumsal olarak bir bütün halinde sağlıklı olan insan demektir. Bunlardan biri eksik olsa ‘birey tam sağlıklıdır’ denilemez. Beden, zihin ve ruh sağlığı bir bütün olarak sağlıklı bireyi ve bu sağlıklı bireylerin oluşturduğu toplum da sağlıklı toplumu ifade eder. Bu yazımda özellikle üzerinde durmak istediğim konu; toplumumuzun ruh sağlığına bakışı, toplumsal ruh sağlığının önemi ve bazı göze çarpan vakalar. Meslek hayatım süresince en çok mücadele ettiğim konu; psikiyatrik hastalıkların ‘delilik, akıl hastalığı, tımarhane hastalığı’ gibi yanlış ve çirkin isimlerle adlandırılmasıdır. Hangi ortamda olursam olayım, karşımda kim olduğuna hiç bakmaksızın bu yanlışı yapan kişiyi uyarır ve yanlışını düzeltmeye çabalarım. Psikiyatrik hastalıklar aynı mide, böbrek, safra kesesi hastalıkları gibi bir organımızın yani beynimizin kimyasının bozulmasıyla ilgili hastalıklardır ve asla alay, eğlence, küçültme, hor görme gibi davranış ve sözlere maruz kalamazlar. Bir zavallı kimsesiz şizofren hastaya deli damgası vurmak; bir uçucu madde (tiner, bali) bağımlısı ve evinden ayrı sokaklarda yaşayan, sokakların her türlü kötü ve karanlık yüzüne maruz kalmış çocuğa, potansiyel katil ve suçlu damgası vurmak; psikiyatri hastalarına deli, tımarhanelik, Mazhar Osmanlık gibi damgalar vurmak hangi vicdana sığar? ? İşte, şiddetle karşı çıktığım ve sürekli mücadele ettiğim konuların başında bu toplumsal hata gelir! 56 haberrevizyon.com Temmuz 2013
A healthy person means a person who is physically, mentally and socially healthy as a whole. If one of these is missing, then it cannot be said that ‘the individual is completely healthy’. Physical, mental and psychological health as a whole defines a healthy person and the society formed by these healthy individuals define a healthy society. The issue I would like to focus on in this piece of writing of mine is our society’s approach towards mental health, the importance of it and some noteworthy cases. The issue I fought against during my whole career is nicknaming psychiatric illnesses with wrong and ugly words such as ‘craziness, lunacy, asylum illness”. No matter where I am and with no regard to who I am together with, I warn the person who makes this mistake and try to correct it. Psychiatric illnesses are disorders just like the stomach, kidney, gall bladder illnesses which the chemistry of an organ of ours, I mean our brain breaks down and never ever can they be exposed to behavior and speeches of taunting, teasing, belittling and despise. Which conscious would bear labeling a poor, helpless schizophrenic as mad, a volatile substance (thinner, glue) addict who lives in streets away from home and abused to all the bad and dark faces of streets as a potential killer or criminal and psychiatry patients as lunatic, nutty or Mazhar Osman? Here, this social mistake comes first among the issues that I strongly object to and fight against!
Çünkü toplum sağlığı ve huzurunun en üst düzeyde sağlanması; bütünsel sağlık prensibi ve bilimin ışığı doğrultusunda yapılandırılacak bir ruh sağlığı politikasıyla mümkündür. Burada devlet kurum ve kuruluşlarıyla birlikte, özel kurum ve kuruluşlarına, psikiyatristlere (en başta), eğitimcilere, topluma görevler düşüyor. Biz geleceğe sağlıklı ve huzurlu nesiller bırakmak istiyorsak ruh sağlığına en bilimsel ve en gerçekçi açıdan yaklaşmalı, toplum kafasında var olan yanlış bilgi ve hitap şekillerini de yok etmeye çabalamalıyız.
ÖNEMİ ITS IMPORTANCE
Toplumsal Öfke Nasıl Yok Edilir?
How to Eliminate Social Rage?
Değinmek istediğim bir başka konu ise toplumsal öfkenin nasıl yok edilebileceği. Toplumsal öfke derken toplum hayatı içerisinde bireyin yaşadığı herhangi olumsuz bir olay karşısında verdiği yanlış tepkileri kastediyorum.
Another issue I would like to mention is how to eliminate social rage. When I say social rage, I mean the sharp reactions with which an individual responses towards a negative event that he goes through in social life.
Eğer dünyada kaybedeceğiniz bir şeyiniz varsa, o halde kimseye dalaşmayın. Herkes yatıştırılabilir, herkesle yumuşak ve nazik ilişki kurulabilir. Herhangi bir olumsuzluk karşısında öfkelenmeden, sinirlenmeden, alttan almaya çabalayarak, karşınızdakine hakaret anlamına gelecek söz ve işaretler yapmayarak, kızdırmadan, tahrik etmeden ve tahrik olmadan çözüm yolları bulmak aslında o kadar da zor bir şey değil!
Do not mess with anyone if you have something to lose in the world. Everyone can be calmed down and a soft and polite relationship can be formed with them. Finding ways of solution by trying to meet halfway, without getting angry, avoiding words and signs that may mean offensive to the other, without enraging, irritating that person and not getting irritated is actually not that hard!
Eğer metropolde yaşıyorsak, çevremiz tanımadığımız insanlarla çevriliyse, karşımızdaki insanın anlık öfke patlamasına muhatap olabileceğimizi unutmamalıyız. Karşımızdaki kişi bir madde bağımlısı ve bir yoksunluk krizi mi geçiriyor? Karakter ve kişilik bozukluğu mu gösteriyor? Bunu önceden kestiremezsiniz.
If we live in a metropolitan and if we are surrounded with people that we are not familiar to then we should not forget that we may be the object of the other person’s sudden outburst of anger. Is the person that we come across with a substance addict or is he/she having a deprivation attack? Does he/she show signs of character and personality disorder? You cannot dope this out.
Dolayısıyla sakin, ağırbaşlı, öfkelenmeden, sinirlerimize hakim olarak ve soğukkanlı bir yaklaşımla yaşadığımız soruna eğilmeliyiz. Önce kendimizi sonra çevremizdeki diğer insanları çok sevmeli ve saymalıyız.
Because achieving maximum level of society’s health and peace is only possible with a mental health policy which will be structured with a holistic health approach and in accordance with the light of science. Here, together with the state organizations and institutions, all private companies, (mainly) psychiatrists, educators and the society have responsibilities. If we want to leave healthy and peaceful generations to the future, then we have to approach mental health with the most scientific and realistic ways and we must try to eliminate the misinformation and wrong terms of address in the society’s mind.
Tekrar söylüyorum; eğer dünyada kaybedecek bir şeyiniz varsa lütfen kimseye dalaşmayın ve sorunlarınıza profesyonel yardım alınız.
Therefore, we must handle the situation by staying calm and solemn without getting angry and holding our temper and going easy. Once more; if you have something to lose in the world do not mess with anyone and get professional help for your problems.
Hepinize sağlık ve huzur dolu günler dilerim. IIwish wishallallofofyou youhealth healthand andpeaceful peacefuldays. days. 57 Temmuz 2013
haberrevizyon.tv
SAĞLIK
Fanteziler / Fantasies
Haydar DÜMEN
FAN
Fanteziler, cinsel yaşamımızın çiçek bahçeleridir. Renk renk değişik boyut ve kokularla bizlere cinselliğin labirentlerinde zevk katsayımızı arttırmada yardımcı olurlar. En önemli cinsel organımız beynimizdir. Bu nedenle beyin sürekli canlı ve enerjik tutulmalıdır. İşte burada fanteziler işe yarar.
Fantasies are the flower gardens of our sexual lives. With different colors, sizes and scents, they help us to increase our coefficient of pleasure in the labyrinths of sex. The most important sexual organ of ours is our brain. Therefore the brain must always be kept live and energetic. At this point, fantasies work.
Beynimiz sınırsız özgürlüklerde kanat çırpan, ele avuca sığmayan bir kuş gibidir. Kendi engin maviliklerinde yakaladığı frekanslarla kendine bir dünya kurmuş ise “bunun ne kadarı bilimseldir, ne kadarı insanı tehlikeli dönemeçlere götürür” sorusunu örneklerle yanıtlayayım.
Our brain is like a handful bird fluttering through infinite freedoms. If it has built up a world with the frequencies that it had caught up in its open blues, I would like to answer how much of this is scientific and how much of it takes a person to dangerous corners.
Öyle insan vardır ki, fanteziye kapalıdır. Özellikle kadınlar, bir fanteziyi bile eşlerine ihanet sanarak, özgür maviliklerinde uçan duygularını bastırılmış önyargılarla budayıverirler. Belki evlilikte, bir zaman diliminde fanteziye gerek duyulmaz ama bu konuda monotonluk günün birinde eşlerin kapısını çalar ve fantezi o zaman cankurtaran simidi gibi olur.
There are such people who refuse fantasies. Especially women shear their emotions flying in their free blues with suppressed prejudices; thinking even only one fantasy is a betrayal to their spouse. In marriages, may be for a while, fantasies are not needed but one day monotony knocks on the door of one of the spouses and fantasies act like a life buoy.
Öte yandan bazı insanlar da fantezisiz bir cinsel birliktelikten hiç zevk almazlar.
On the other hand, there are people who do not feel pleased with sex without fantasies.
Çiftlerden biri fantezi düşkünü, öteki de bu konuya kapalıysa ne olacak? Birini coşturan şey, ötekinin midesini bulandırıyorsa, buralarda özveri nereye kadar olmalı? Hareket noktamızı bilim mi, insan hakları mı yoksa tabular mı belirleyecek? Fanteziler düş dünyamızda özgürce uçtuğumuz sanal alemimizdir. Aslında bilinçaltı duygularımızın motive ettiği kimi zaman cinsel kişilik hakkında ipuçları veren fantezilerimiz herkese özel olup kimlik kartımızın arka yüzüdür. Fantezisiz bir dünya bu alanda yavan ve kısır sayılabilir. Aslında buna da benzer; güzel bir yemek yerken masadaki çiçek, süs, düzen yemeğin tadına tat katar.
58 haberrevizyon.com Temmuz 2013
What will happen if one of the spouses is a fan of fantasies and the other is totally uninterested in them? If it is something that makes one horny and the other feel nausea then what is the limit for devotion? Is it science, human rights or taboos that will state our point of action? Fantasies are our virtual world where we fly freely in our dreams. In fact, our fantasies which motivate our subconscious emotions and sometimes give clues about the sexual personality are private and they are the other side of our identity cards. A world without fantasies may be considered as unsavory and unproductive. Actually it is like the flowers and decorations on the table and its order that brings more pleasure to the taste of the food.
. TEZILER FANTASIES
Bu konuda kendi fantezinizi kendiniz bulun. Fantezinizin tutsağı olmayın. Partneriniz katılmıyorsa zorlamayın.Belirli sınırları da aşmayın. Hangi fantezi doğru, hangisi sakıncalı ve ne kadar süre devam edilebilir konuları eşe de bağlı olduğundan uzmanından öneri almanız gerekir.
Find your own fantasy yourself. Do not be a addicted to your fantasy. If your partner does not want to join you, do not insist and do not cross certain limits. Since which fantasy is right or unfavorable and how long could it be continued depends on the partner, you should get advice from an expert. 59 Temmuz 2013
haberrevizyon.tv
SPOR
Kıyamet Alameti mi?
El ele Süper Kupa Finali’ne Kadıköy’den vapurla karşıya geçip, Tünel’den yukarı çıkmak... Önce Beyoğlu’ndaki Aydınlık ve Ulusal’a uğrayarak ver elini Taksim, Gezi Parkı... Çocukluktan gençliğe geçerken, disiplinli futbola da artık başlamıştım. Baktılar fırt oraya, fırt buraya koşuyorum; “Oğlum, her topa girilmez, sakatlanırsın sonra” dediler. Gerçekten de ne demek olduğunu oynayanlar, sakatlıkları çekenler bilir. Ama bu kez Türk Halkının aydınlık Türk gençliği bekledi, sabretti ve öyle zamanında, öyle güzelliklerle topa girdi ki, hayran kalmamak elde değil. Ben zaten daha ortaokul öğrencisi iken 1960 ile yürümeye başlamıştım. Hala devam ediyorum, ömrüm el verdiğince devam edeceğim. Evet, işim futbol ama insan kendini gördüklerinin, yaşadıklarının dışında tutamıyor. Zaten aslında bizim aslan taraftarlar değil mi, Gezi Parkı fitilini ilk ateşleyen. Onlar renk ve takım ayırımına bakmadan el ele verdiler. Ne olduğunu gördük. Yalakalar ve kışkırtıcılar sürüsü, aralarına nifak sokup tribünde birbirlerine kırdırdı şimdiye dek. Bir de televizyonlarda, gazetelerdeki köşelerine çıkıp utanmadan barış, kardeşlik nutukları atıyorlar. Yahu, bu gençlik yalnız yönetenlere değil, şu andaki düzene başkaldırdı. Ekranlara çıkmışlar utanmadan soruyorlar “Neyi beğenmiyorsunuz?” diye. Seni beğenmiyorlar seni. Her düzenin adamı, yalakası… Yaygın medyanın borazanı… Sizden bıktılar, anlamıyor musunuz? Her etkin televizyonda, gazetede sizler. Yetmiyor, birkaçına birden çıkıyorsunuz. “Gazetecilik bitti” dediniz ama fena halde yanıldınız. O gazetelerinizde, televizyonlarınızda budadığınız gençlik, sosyal medya ile asıl gazetecilik görevini yaptı ve sizi rezil etti. Daha fazla rezil olmadan artık ekranları sütunları gerçek spor yazarlarına teslim edin. Yoksa aynı son ile karşılaşacaksınız... Fenerbahçeliler, Galatasaraylı taraftarları davet etmiş Süper Kupa Finali’ne. El ele kol kola gidelim diye. Karşıdan da “tamam” diye cevap gelmiş. Ne güzel değil mi? Ama unutmak yok. Maç 11 Ağustos’ta. Bekliyoruz... 60 haberrevizyon.com Temmuz 2013
KIYAMET ALAMETİ Mİ? Peki, “Buram buram siyaset kokan bu protestolar neden spor sayfasında yer alıyor?” diye sorarsanız şöyle yanıtlayalım; Bu 3 büyük kulübümüzün, formasını giyip de bu şekilde sarmaş dolaş olduklarını ne zaman gördünüz? Yaşı 50’nin üzerinde olanlar “Yan yana oturup izlediğimiz maçları ne çabuk unuttunuz?” diye sorabilir. Ama ben o yıllarda yoktum. Olmayan milyonlarca sporsever gibi... Bu yüzden uzun yıllardır bu kulüpleri bir araya getiren yegane olay bu olduğu için, sayfaya başka bir konu yazmayı aklımızdan dahi geçirmedik. Bir gazeteci olarak olayları adım adım takip etmekle beraber, taraftarların arasında fazlasıyla yer aldım. Birçok insanla konuştum. Herkesin farklı farklı istekleri ve düşünceleri vardı. Ama genel anlamda büyük bir çoğunluk siyasi baskı ve özgürlükten söz ediyor. Sonuçta taraftar da olsa bir Türk vatandaşı olarak bu kendi hak ve özgürlüklerini koruyacaklardır. “Çarşı” “TOMA”ya karşı
Gezi Parkı protestolarına katılan takım taraftarları, eylemciler arasında en çok ön plana çıkan insanlar oldu. Uzun yıllardır göremediğimiz kardeşlik duyguları tavan yaptı. Normalde tahammül edemedikleri rakip renklere sarıldılar, hep beraber omuz omuza direndiler. Bu fotoğrafı bundan 1 ay önce görseydik kesinlikle şu soruyu sorardık; “Kıyamet alameti mi yoksa?” Sezon bitmiş, ortalık yangın yeri. Şampiyon Galatasaraylılar seviniyor, Fenerbahçe ve Beşiktaşlılar çıldırıyor. Yöneticiler birbirleriyle atışıyor, takım kaptanları gırtlak gırtlağa kavga ediyor. Hatta cinayet bile oluyor. Evet, bundan yaklaşık 2 ay önceydi bu yazdıklarım. Bu fotoğraf ise 1 ay önce çekildi. Peki, ne oldu bu 1 ay içerisinde? Ne oldu da böylesine bir sarmaş dolaş oldu bu can düşmanlar… Bilindiği üzere “Haber Revizyon” gibi aylık yayım yapan dergilerde 1 ay boyunca gelişen konular diğer ayın başında çıkacak sayıda ele alınır, en önemli olaylar farklı bir bakış açısıyla siz okurlarımıza yansıtılır. Spor sayfasını yapan ben ve Onur Belge hocam ile Temmuz ayı için fikir alışverişinde bulunurken, öne çıkan tek gündem maddesi Taksim Gezi Parkı’nda yaşanan olaylar oldu. “Çevreci” bakış açısıyla başlayan protestolar tüm ülkeye yayıldı. Yaklaşık 20 gün boyunca konuşacak tek konu bulamadık. Halbuki spor gündeminde Roland Garros’ta Rafael Nadal tarihe geçmiş, ülkemizde U20 Dünya Şampiyonası var. Mersin’deki Akdeniz Oyunları’nda madalya gösterisi yapıyoruz. A Milli Kadın Basketbol Takımımız Avrupa Şampiyonluğuna koşuyor… Kimsenin umurunda değil.
Protestolara destek veren taraftarlar arasında sayı bakımından 3 büyük kulüp ön plana çıksa da Karşıyaka-Göztepe gibi yıllarca düşmanlıkları dillerden düşmeyen bu taraftarların kol kola girip yürüdüğü haberleri İzmir’den fazlasıyla geldi. Birçok takımdan forma, bayrak gördük eylemlerde. Ama başta Beşiktaş’ın meşhur grubu “Çarşı” olmak üzere Fenerbahçe ve Galatasaray’ın önemli grupları yer aldı. Olaylarda “Çarşı” ön plandaydı. Polis ile olan mücadelesinde ilginç diyalog ve görüntüler ortaya çıktı. Bir kaç tane örnek verecek olursak, Polisin eylemlerde kullandığı TOMA (Toplumsal Olaylara Müdahale Aracı) “Çarşı”yı zorlamış olsa ki buna karşılık İnönü Stadı yıkımında kullanılan bir kepçeyi alıp adını da POMA (Polis Olaylarına Müdahele Aracı) koyarak karşı atak yaptılar. Daha sonra işi büyüterek gerçek bir TOMA çaldılar. Polislerle karşılıklı tezahürat yaptılar… Gezi Parkı’nın üzerinde sürekli dolaşan helikopterler gördük. Tam bu anda Çarşı’nın resmi Twitter hesabından “Helikopter kullanmayı bilen var mı?” sorusunu görünce “yok artık!” demekten başka bir şey gelmedi içimizden. “Çarşı”nın bu davranışlarının yanı sıra Fenerbahçe taraftarlarının 11 Ağustos’ta Galatasaray ile oynanacak Süper Kupa Finali’ne “Polis olmadan el ele kol kola gidelim” çağrısı yaptığını ve Sarı-Kırmızılıların bu çağrıya olumlu cevap verdiğini de unutmayalım. Kim kazandı? Tabii, bunlar olayların komik tarafları. İşin bir de diğer yönü var. Ölen vatandaşlarımız, şehit olan 1 polisimiz ve yüzlerce yaralı… Bunlar insanı çok üzüyor kuşkusuz. Peki, ne oldu? Kim kazandı, kim kaybetti? Gezi Parkı olduğu yerde duruyor. Hatta İstanbul Büyükşehir Belediyesi yeni çiçekler, ağaçlar ekmiş. Eskisinden daha güzel bir vaziyette… Olan, olaylarda ölenlere, yaralılara ve maddi zarara uğrayan esnafa oldu. Biliyorum, “keşke”lerle yürümüyor hayat. Ama keşke Başbakan ilk gün “Tamam, Gezi Parkı’nı yıkmayacağız” deseydi. Keşke polis bu kadar sert müdahale etmeseydi. Keşke binlerce insan, çocuk, engelli vatandaşımız biber gazı yemeseydi. Keşke, keşke, keşke…
Fırat KORSAN 61 Haziran 2013
haberrevizyon.tv
ASTROLOJİ
astrolog EGEMEN TÖRELİ
KOÇ
BOĞA
İKİZLER
Bu ay işlere kendinizi teslim edemeden, aklınızdaki başka konulara endekslisiniz. İş dışında yapılması gereken şeyler önemli. Destek göreceksiniz. Hayaller, artık gerçekle kucaklaşmakta. Daha keyifli, canınızın istediği konu, objeler ve yerlerde yaşam bilinci yüksek olacak. Ayın ortasından itibaren aşk konusunda garip bir şekilde eskiyi hatırlatan anılar, gözlerinizin önünde şekillenmeye başlayabilir. Ailevi ilişkiler açısından bu dönem evinizle alakalı meselelere duygusal yaklaşımınız, yuvanızın dirlik ve düzeni adına kendinizi ayarlamaya çalışmanız açısından olumludur. Mükemmeliyetçi ruh tatilde bile yakanızda. NOVA GÜNLERİ: 1 Temmuz-12 Temmuz arası özgür olma hissi daha fazla. Para konusunda bazı dalgalanmalar olabilir. Bir düzensizlik, gelecek paranın belirli yerlerde kullanılması mecburiyetini doğurabilir. Aşkta kıpırtılar var. Tatil için uygun günler.
Farklı konuların ortaya çıktığı, hoş sürprizlerin olduğu ay size Oğlak burcu dolunay etkisi ile güzellikleri ruh halinize ve iç dünyanıza, uygun şekilde önünüze serecektir. Sizin için tam her şey yoluna giriyor gibi dururken ve siz sahiplenici, koruyucu tarzda hareket ederken başlayan Mars enerjisi, vermeye çalıştığınız kararlar üzerinde durup düşünmeye farklı yönden bakmaya yol açabilir. 26 Temmuz tarihine kadar devam edecek olan bu seyir, parasal kazanımlar açısından duyarlılığın yükselmesi, iletişimde bulunurken olayları kendi bakış açınıza göre değerlendirerek girişimlerde bulunacağınızın ve bolluk göstergesidir. NOVA GÜNLERİ: 3-17 Temmuz. Şanslısınız. Önünüze gelecek fırsatları iyi değerlendirmeli, “kalbim boş” dememelisiniz çünkü etrafınız dolu. Artık tercih yapıp yakından tanıma şansı vermelisiniz. Mutlu olmanın formülü budur.
Bu ay Güneş etkisi Jüpiter’in burcunuzdan çıkışı hassasiyetin artmasına neden olduğu gibi, bir yandan eski ve aşina olan her şeye sarılmak isterken diğer yandan yarınlarınızın ne kadar güven içinde olduğunu düşünmeye başlayabilirsiniz. Bu durum doğal olarak yenileşmenin önünde bir duvar gibidir. Bu ise İkizlerin doğasına son derece aykırı çünkü o her zaman geçmişten ziyade gelecekle ilgilenmeyi tercih eden bir burç. Bu süreçte her şey maddi olarak değerlendirilmeye çalışılacağı için, doğal olarak “karşınızdaki kişi size ne sunabilir, böyle bir ilişkiye girilirse ne denli güvenli olunur?” gibi sorular nedeniyle aşkı aşk gibi yaşamak neredeyse zor görünüyor. Bu dönemde pozitif düşünerek şüpheleri tatile ve yaz sıcaklarına taşımayacaksınız. NOVA GÜNLERİ: 4-18 Temmuz. Ferah, yenilenme, karşılaşmalarda kısmetleri yakalama zamanı.
YENGEÇ
ASLAN
BAŞAK
Jüpiter 12 yıl sonra burcunuzda. Ayrılıklar, para çöküşleri, kayıpları ile geçen yıllar bitti. Artık size yeni ufuklar, eskilerdeki ihtişamlı güzel günleri önünüze serecek ve adeta oturduğunuz yerde güzel konuları kendiliğinden yakalayacaksınız. Bunu iyi değerlendirmek elinizde. Aradığınız aşk, ömrünüzün büyük değişimleri bu sürede olacak. Evlilik, gelecek planları bu ay yüksek verimli. NOVA GÜNLERİ:10-17 Temmuz tarihleri. Şans, güç ve enerjiler oldukça etkilidir. Birlikte mücadele etmeli, iş ve aile yaşantınızda birlikte çalışarak geleceğinizi kurgulamalısınız. Burada güçlü olan taraf siz olduğunuza göre, anlayışlı olmak da size düşmektedir. Her şeyden önemlisi de, iletişiminizi güçlü tutmanız lazım. Fırsatlar size iletişim, karşılaşma ve sosyal etkinliklerle gelecek. Sıkıntılara sünger çekilmesi ile yepyeni bir kişi olacaksınız.
Sakin başlayan ay 22 Temmuz’da yönetici gezegeniniz Güneş’in burcunuza geçişi, devamındaki hareketlilik ve gezegenlerin olumlu açıları size güç ve değişim verecek. Aşk hayatınız açısından gayet keyifli bir dönem başlayacak diyebiliriz. Yani artık sizin için her konuda yeni bir adım atılması mümkün olacaktır. Böylece Haziran ortalarından bu yana neredeyse bir ay boyunca, geri plana çekilerek hassas ve oldukça içe dönük şekilde yaşanan bir dönemin ardından güçlü bir kendini ifade ediş, iletişimsel açıdan çevrenizle irtibat kurmaya yönelik zihinsel bir süreç ve ilişkinizle alakalı konularda egemenliği ele geçirme, verici ve cömert bir tarzda hareket, eğilimsel olarak gayet keyifli bir dönem başlamış olacaktır. NOVA GÜNLERİ: 20 -30 Temmuz. Finansal konularda direk etkili olacak, ferahlama katacak. İyi çıkışlar yaparak ihtişamlı günlere adım atacaksınız.
Bu ay güçlü bir imaj sahibi olarak kendinizi gerçek hayatta göstermeniz ve düzgün bir ilişki yaşamanız için öncelikle mantıklı düşünmeniz ve gerçekçi davranmanız şarttır. Bunu başarmanın yolu ise, öncelikle kendinize ait sorumluluklarınıza sahip çıkmaktır. Siz kimlik duygunuzu tam olarak oturtmadığınız, varmayı düşündüğünüz hedefle alakalı kesin saptamayı yapmadığınız sürece yaşam bunu yapmanız için size daha fazla baskı ve daha fazla zorunluluk yükleyecektir. Doğal olarak en kolayı bile başarmakta zorluk çekerken birden ani çıkışlar ve azim ile büyümeye gideceksiniz. NOVA GÜNLERİ: 3-10-19 Temmuz tarihleri hem kendinizi hem de beraberliğinizi gözden geçirmeniz veya kimlik yapınıza göre uygun seçimlerde bulunmanız, ilişkinizi gözden geçirmeniz, kiminle beraber olduğunuzu net olarak saptamanız ve ilişkinizin kalitesi üzerine düşünmeniz açısından önemli günler.
62 haberrevizyon.com Temmuz 2013
Tatil a şkl arı yaz ay l a rı nda ba ş ka dı r. Güneş, güç, güzellik ve cesaret verirken fırsatlarınızı değerlendirin; sonra “kısmetsizim” demeyin…
TERAZİ
AKREP
YAY
Sevdikleriniz için son derece özverili davranacağınız bu ay yardımseverliğiniz ve iyi niyetinizle herkesi kucaklayabilirsiniz. Bütün bu güzel adımlar size güçlü enerjiler ve fayda ile geri dönecektir. Sorumluluklarınızın her zaman olduğu gibi bu dönemde de farkında olacağınız muhakkaktır. Bu yüzden de başarılı olmak için geçmiş tecrübelerinizden yararlanmak gerektiğinin bilincinde olunuz. Kimileriniz için bu süre ailenizi yönlendirmek adına her türlü zorunluluğu gönüllü kabul etmenizdir. Kimilerinize göre yeni bir aile düzeni kurabilmek adına girişimci olmanızdır. Bu dönemi olumlu geçirebilmenin yolu, uzun yıllardır hedefiniz olan her şeyi gerçeğe dönüştürmek olmalıdır. Bu size hem maddi yönden hem de çevrenizi genişletmeniz açısından rehber olacaktır. NOVA GÜNLERİ: 8-21 Temmuz tatil, fırsatlar, karşılaşmalar ve aşk kıpırtıları dönemi; değerlendiriniz.
Bu ay kariyeriniz çok önemli olmasa da, para daima önemli olacak. Önemli bir iş anlaşması yapmak istiyorsanız, işte size güzel bir fırsat doğuyor. Kendinizi denetleme gereği duyacak ve ciddi aşamalar içinde olacaksınız. Bulunduğunuz konumu farklı platformlara taşımayı amaçlarken, eski alışkanlıklarınızdan kurtulmak isteyeceksiniz. Yaşama yeni bir tablo ile çıkmak isteyecek ve deneyimlerinizi genişleteceksiniz. Bu dönemde toplum sal reformistlerin çıkması sizin de yaşam felsefenizi etkileyecektir. Başka kültürler ve alanlar merak sahanıza girerken, denemediğiniz işlere girişebilir, iyi konumlara gelebilirsiniz. Biraz daha cesur olmalı ve size verilen sunumları iyi değerlendirmelisiniz. Bu ay, öncelikle duygularınız bir hayli yoğun seyrediyor. Bu macera duygusunun istenemeyen sonuçlarına katlanmak zorunda kalabilirsiniz.
Dostlarınızı, çevrenizi sınamak ve önemli fırsatları görmek için bu ay tam zamanı. Yıllardır sizi kendi amaçları için kullanan dostlarınızın gerçek yüzlerini görebileceksiniz. Hem iyi, güzel hem de farklı şekilde. Yine bu ay kişisel enerjinizi evinize ve sevdiğinize ayıracaksınız. Kariyer ve aile yaşamınızı bir arada yürütecek, aile desteği ile yükseleceksiniz. Ay boyunca; duygularınıza rağmen, mantığın gerektirdiği kurallar çerçevesinde davranacak ve ilişkilerinize saygın bir mesafe koyacaksınız. Gizemli düşünceleriniz önem kazanacaktır. Yine bu ay yanılgılar ve farklı anlaşılmalar söz konusu. Siz ne kadar iyi niyetli olursanız olun, ilişiklerinizde istemediğiniz durumlar ortaya çıkacaktır. NOVA GÜNLERİ: 5-15 Temmuz tutkularınızı ve yeni fikirlerinizi yaşama geçirmek için her türlü olanağa sahip olacaksınız. Bu ay aşka mantıklı, akılcı fakat coşkulu bakacaksınız.
OĞLAK
KOVA
Bu ay dolunay etkisi sizi cesur ve atak yapacaktır. Çalıştığınız işyerinde, çalışanlar arasında bazı değişimler söz konusu. Çevrenizdeki kişilerin sorunları sizin de başınızı ağrıtabilir. Yine bu dönemde imzalamanız gereken işlemlere dikkat etmelisiniz. Her türlü riskten ve spekülasyondan uzak kalmalısınız. Yaratıcılığınızın kısıtlandığını hissedeceğiniz bir ay. Bu arada kendinizi daha çok geliştirmenin yollarını bulacaksınız. Uzak yollarla ilgili planlarınızı gözden geçirecek ve gerekli görüşmeleri gizlice sağlayacaksınız. Dış görünüşünüze yansıtmak istemediğiniz kendi doğrularınız var. Başkalarının fikrine saygılı gibi davransanız bile, en son final fikir size ait oluyor. Bazılarınız kazandığı paraları yeni projelerine ayıracaklar. NOVA GÜNLERİ: 9-23 Temmuz. Yenilenme, farklılaşma size aşkta durgun günleri unutturacak; gözbebeği ve aranan kişi olacaksınız.
Paraya karşı ilginiz artacak. Para kazanma konusunda bu ay iddialı bir tutum izlemeniz sizi şanslı kılacaktır. Bir bakıma kendi şansınızı kendiniz yaratacaksınız. Cesur, aktif ve risk almaya hazırsınız. Maddi korkularınızı bir kenara atacaksınız. Akıllıca adımlar atmalı ve hata yapmamalısınız. Ay boyunca, gelirleriniz konusunda tutumlu bir tavır sergilemelisiniz. Üretim yapan bir firmada çalışıyorsanız; piyasaya yeni mallar sürmek yerine eski ürünlerinizi iyileştirme ve daha iyi sunma projeleri geliştirmelisiniz. İşyerinizdeki huzursuzluk sizi de rahatsız edecektir. Bazı arkadaşlarınızla aranızdaki sürtüşmeler yüzünden ruhsal dengeniz bozulabilir. Hedefleriniz konusunda isabetli tahminler yapacak ve pozisyona uygun tavırlar alacaksınız. NOVA GÜNLERİ: 6-22 Temmuz dönemi, yeni konularda sunumları, yaratıcılığı ve dahi fikirleri bir güzellik üçgeni şeklinde ortaya koyacak.
BALIK Düşündüğünüz birçok şeyi bu ay içinde gerçekleştirme çabası içinde yoğunlaşırken, eski alışkanlıklarınızı gözden geçirerek gelişen şartlara göre rotanızı ayarlayacak, yeni bir şeyler yaratma konusunda gayretli olacaksınız. Bazen kibirli davranışlar sergileyebilir ve çevrenizin tepkilerini üzerinize çekebilirsiniz. Fakat konuşma kabiliyetinizi iş konularında başarılı bir şekilde kullanacaksınız. İşinizle ilgili konularda tatlı dilli ve politik davranmanın avantajlarını göreceksiniz. İletişim konusunda oldukça başarılısınız ve çevrenize olumlu bir görüntü veriyorsunuz. Başarılı çalışmalara imza atarak, işinizde manevi tatmin sağlayacaksınız. Entelektüel yönlerinizi ortaya çıkaracak aktivitelerde, aynı meslekten kişilerle aranızda duygusal bir çekim meydana gelebilir. NOVA GÜNLERİ: 425 Temmuz günlerinde kariyerinizle ilgili duygu değişimleri yaşarken, yaşama daha keskin bakacaksınız. 63 Temmuz 2013
haberrevizyon.tv
ADRESİNİZE GELSİN Tarafsızlık, bağımsızlık ve gerçeğin temel ilke olarak kabul edildiği, profesyonel yaklaşımıyla aylık olarak yayımlanan, ulusal ve uluslararası dağıtımı gerçekleştirilen Haber Revizyon Aylık Haber Dergisi, ulusal medyanın bir üyesidir. Haber Revizyon okurlarının önceliği tarafsız, çarpıcı ve gerçek haberleri aylık olarak okumak olacaktır. Haber Revizyon News Magazine, where objectivity, independence and reality are held as core principles is a member of the national media published monthly and delivered nationally and internationally with a professional approach. The privilege of Haber Revizyon readers will be reading objective, striking and real news reviewing the monthly agenda.
ABONELİK FORMU / SUBSCRIPTION FORM AD:
NAME:
SOYAD:
LAST NAME:
MESLEK: OCCUPATION:
Şahin MENGÜ
D. TARİHİ:
“Kürdistan’ın En Önemli Ayağı Türkiye’dir.”
Sunay AKIN
Aşkın semti neresi mi?
DATE of BIRTH:
Prof. Dr. Haydar DÜMEN
VAGİNİSMUS NEDİR? TEDAVİSİ VAR MIDIR?
ADRES: ADDRESS:
ŞUBAT 2013 SAYI: 5 www.haberrevizyon.com www.haberrevizyon.tv
POSTA KODU:
Freedom in your hands!
FRANSA MALİ’DE DİĞERLERİ NEREDE?
ZIP/ POSTAL CODE:
GELECEĞİNİZİ NASIL ALIRDINIZ?
İLÇE: REGION:
FİYAT:
10 KKTC:
www.haberrevizyon.com Başkan: Freedom in your hands! www.haberrevizyon.tv “SAVAŞ ÇIĞLIKLARI ATILDIKÇA ALTIN YÜKSELİR” OCAK 2013 SAYI: 4
İŞTE EŞİTLİK PLATFORMU
Kan, Toprak, İnsan OUR DUTY IS TO SERVE HUMANITY
CITY:
BUGÜN 33.GÜN
TELEFON:
HİÇ MÜLTECİ OLDUN MU?
TELEPHONE:
FAKS:
Have You Ever Been a Refugee?
FAX:
İstanbul Valiliği Basın ve Halkla İlişkiler Müdürü Nazır ŞENTÜRK Röportaj
The Unopened Door of the EU M. Metin YILGÖR
E-MAIL:
FİYAT:
10 KKTC:
11,5
Avrupa’ya En Yakın Mezarımız Sunay AKIN Sanatıma Dokunma! Sefa ZENGİN Cem Vakfı Firuzköy Şubesi Başkanı:
DEVLETİ YÖNETENLER VEBALDE GEZİYORLAR
Kadının Düzensiz Yeri
AB’nin Açılmayan Kapısı
Sevginde sebep arama!
KONTROLSÜZ ZAMANIN
E-MAIL:
İSRAİL’DE SEÇİM 2013
11,5
EQUALITY AT WORK ERCÜMENTPLATFORM YÜCELER GÖREVİMİZ KIRMIZI İPİNHİZMET GİZEMİ İNSANLIĞA
İL:
Rafael SADİ
Çağın Zorunluluğu İNOVASYON KONTROLSÜZ BEDENLERİ
T.C. KİMLİK NO: ID NUMBER:
( Abonelik onayı ile fatura kesim için gereklidir. ) ( Required for invoicing after subscription )
6 AYLIK ABONELİK
SUBSCRIPTION FOR 6 MONTHS
25
12 AYLIK ABONELİK 50
SUBSCRIPTION FOR 12 MONTHS
+ KDV VAT
LÜTFEN DERGİMİZİN AYLIK SAYISINDAN KAÇ KOPYA İSTEDİĞİNİZİ YAZINIZ.
ADET
KARGO BEDELSİZDİR
İMZA
PLEASE WRITE HOW MANY COPIES OF THE SAME ISSUE YOU WISH TO BUY.
+ KDV VAT
NO CHARGE FOR DELIVERY
ABONELİK BİLGİ FORMU TARAFIMIZA ULAŞTIKTAN SONRA MÜŞTERİ HİZMETLERİMİZ SİZİNLE İLETİŞİME GEÇECEKTİR. Haber Revizyon Customer Services will be contacting you after the submission of this form.
FORMU EKSİKSİZ DOLDURDUKTAN SONRA, AŞAĞIDAKİ ADRESE POSTALAYINIZ. PLEASE COMPLETE THE FORM ABOVE AND MAIL IT TO THE ADDRESS BELOW.
HÜRRİYET BULVARI ATS PLAZA NO:129 BEYLİKDÜZÜ - İSTANBUL
DİLERSENİZ www.haberrevizyon.com ADRESİNDEKİ ÜYELİK BİLGİ FORMUNU DOLDURABİLİRSİNİZ. YOU MAY ALSO COMPLETE THIS FORM ONLINE at www.haberrevizyon.com
www.haberrevizyon.com
www.haberrevizyon.tv
0212 875 5 880
COPIES
SIGNATURE