Haber Revizyon Dergisi Ağustos 2013

Page 1




KÜNYE İmtiyaz Sahibi R. Aytekin TÜRKER

Sorumlu Yazı İşleri Müdürü Arzu ATASOY Genel Koordinatör Halil PETEK

Grafik Tasarım ATS Graphic Design Studio

NİSAN www.h 2013 SAY www.h aberrev I: 7 aberrev izyon.co m izyo n.tv

Bak an F Lok at man ma ŞA AYV H A, H İN alit E RG

Onla

rlayd

Halkla İlişkiler Merve PETEK

GEN

Ayıp mEı?LEV İhtiyaç m Günah mı? ı?

Reklam Yönetimi Gülbin SERTOĞLU Yiğit ORHUN

Değişim

tarih

i

mezten gizlenen arl ik

GÜ FA

İletişim Çözümleri www.coordination.tv

Baskı Dünya ‘Globus’ Basımevi 100. Yıl Mah. Bağcılar - İSTANBUL Tel: 0212 440 28 78 Dağıtım: DÜNYA SÜPER DAĞITIM Abone Dağıtım: Traffic Kurye Tel: 0212 217 06 26

RK

MI

GÖRÜŞ VE

YORUMLARINIZI

PAYLAŞIN

Haber Revizyon Dergisinde okuduklarınızla ilgili görüş ve yorumlarınızı gönderin.

ARAŞTIRMANIZI DENEYİMİNİZİ PAYLAŞIN

Yaptığınız çalışmalarda elde ettiğiniz sonuçları veya deneyimlerinizi paylaşın.

/ Inte ÜRKL ER rv çlü TÜ iew

n Gü

RKİY

N

zm ve

N

A

11,5

yÖ ZT

ortaj

Kadı

Siyoni

IND

SI

?

Danışma Kurulu Cahit ÜLKÜ Erol CANDABAKOĞLU Alaaddin SİNAN İsmail Ahmet ORHUN Mustafa DURDUDİLER Mustafa KESKİN Prof. Dr. Arif VERİMLİ Aydın ÇELİK Şahin MENGÜ Lokman AYVA

Bölge Haber Temsilcileri KKTC: Murat CEYLAN Güney Doğu Anadolu: İbrahim H. KARACA Ege: Ülkü AKTAŞ Karadeniz: Şükrü YAVUZ Avrupa: Reha ERUS

Kora

Röp

10 KKT C:

Proje UTLU Hibe BSizden izden

Rafa SADİ el

FİYA T:

İstan

Hüsebul Valisi yin A vni M

Güçlü

Dr. Ha

Cinsi ydar DÜ yet MEN

Hukuk Danışmanı Av. Zihni Levent DURAK Av. Mevlüt AYDIN

Katkıda Bulunanlar Bekir KAPLAN Rafael SADİ Cahit ÜLKÜ Şahin MENGÜ Sunay AKIN Prof. Dr. Arif VERİMLİ Dr. Haydar DÜMEN İsmail Ahmet ORHUN M. Metin YILGÖR Onur BELGE Murat AKTÜRK Yüksel GÜLEÇ Prof. Dr. Vecdet ÖZ Dr. Ömer Vehbi Hatipoğlu Dr. Yavuz DİZDAR Ahmet GÜNEŞTEKİN Avraham İŞCEN Egemen TÖRELİ İstanbul Valiliği

ENÇ

ı...

E

Erdoğa

n

Su na y AK Ege Vapu IN Salın ru’nun cağı

Şahin

ME

Dem NG okra Ü Tem sin Özgü inatı in r Ba sın

HABERİNİZİ PAYLAŞIN Gönüllü habercimiz olup haberlerinizi gönderin, haberinizden herkesin haberi olsun.

Çözüm Ortağımız

ATS Elektronik Güvenlik Sistemleri San. Tic. ve Ltd. Şti. www.ats.gen.tr Yayın Türü Ulusal, Süreli, Aylık

Yönetim Yeri Hürriyet Bulvarı ATS Plaza No:129 Beylikdüzü / İstanbul İletişim 0212 875 5 880 – 0544 875 5 880 haber@haberrevizyon.com www.haberrevizyon.com

haber@haberrevizyon.com

@Haberrevizyon /haber.revizyon Haber Revizyon Dergisi, Türkiye Cumhuriyeti yasalarına uygun olarak yayımlanmaktadır. Haber Revizyon Dergisi’nin tüm hakları R. Aytekin TÜRKER’e aittir. Dergide yayımlanan yazı, fotoğraf, harita, illüstrasyon ve konuların her hakkı saklıdır. Makalelerdeki görüş ve düşünceler yazarlarına aittir. Yazılı izin alınmadan, kaynak gösterilse dahi kullanılamaz.

BASIN HÜRDÜR, SANSÜR EDİLEMEZ.

ISSN 1304 - 8813


E ditör’den Merhaba, Dramatik eylemler ile ülkemizin gündemi sürekli iniş çıkışlarla savrulup duruyor. Günleri, saatleri ilerleyen günler takip ederken tekrar başka bir eylem şekliyle savruluyoruz. Acıyı çeken işçiler, esnaflar, memurlar, öğrenci hatta bebek denilebilecek çocuklar var hepside sebepsiz ve sonuç ilişkisi olmayan bir düşüncenin içerisindeler. Er meydanlarını tutup her konudaki haklarımızı burada aramaya başladık. NEDEN? Benliğimiz neden zarar gördü? Halkımız kardeşlerimiz ne için acı çekiyordu? Birilerinin düşüncelerinin içinde mi kayboluyorlar yoksa düşünce mi yaratmaya çalışıyorlardı? Bir Saniye! Araya karışan o farklı grup kim? Ne yapıyorlar? Ne yapmaya çalışıyorlar? Heey Orada sopanın, bıçağın işi ne? Bölücü, marjinal, huzur bozucu gruplar karşılaştığı zaman meydanlarda değil,aynı yerde yemek dahi yemeyecek insanlar sebepsiz farklı çıkar amaçları için birleştiklerini düşündüler. Oysa ki yaşananların bir çoğu yalandı! Dünya ülkeleri ve ülkemiz içinde en değerli şey, uğruna her şeyini feda edebilecekleri nokta ÖZGÜRLÜK… Peki, nerede, kimin için, ne ifade ediyordu? Bu ülkede doğabilmem ilk özgürlüğüm, nefes alabilmem ise en mutlu edendi. İstediğim gibi okumak, şartların iyi ise başkalarına el uzatmak, istediğim ve sevdiğim kadınla evlenebilmek, istediğim işi yapıp kazancımı da rahatça harcamak bunlarda özgürlük hemde herkesin hakkı olan özgürlük. Dünya ülkelerinin bir çoğunda bunların ve düşündüklerimizi yapma imkanı bulmak için sağlıklı doğabilmekte gerekir. Demek ki önce, Türkiye Cumhuriyeti’nde doğduğum için şanslıyım diyebilirim. Tavırlar, düşünceler, davranışlar her ne olursa olsun Özgürlük işgal edilmemiş, suyunu içebildiğin, toprağında yetişen çiçeğini koklayabildiğin için evlatların için bir gelecek düşünebildiğin tek yerdir. Özgürlük içindedir! Türkiye Cumhuriyet’inde

ÖZGÜRLÜĞÜ YOK SAYAN DA, YOKTUR…

R. Aytekin Türker


CONTENTS İÇİNDEKİLER

@Haberrevizyon /haber.revizyon

AYLARIN SULTANI RAMAZAN

6

İstanbul Valisi

Hüseyin Avni MUTLU

8 SANAT ve DEVLET Ahmet GÜNEŞTEKİN

BENDE SORUMLUYUM

14

Bekir KAPLAN ÇİZİK ÇİZİK ÜSTÜNE

16

Rafael SADİ AYDINLIKTAKİ KARANLIK

26

HER GENÇ BEYİN AYRI BİR RENKTİR

20

Lokman AYVA

İsmail Ahmet ORHUN MR. SPOCK IŞINLAYIN BENİ LÜTFEN

28 Yüksel GÜLEÇ

24

KIZ KULESİNDE TURNA Sunay KUŞU

AKIN

BAŞIMIZ DERTTE

30 Dr. Ömer Vehbi HATİPOĞLU


U G AU

3 1 0 2 T S

AĞUSTOS 2013

34

48

İDEAL DEVLET YÖNETİM MODELİ Prof. Dr. Vecdet ÖZ

52 ELEŞTİRİLER, AÇIKLAMALAR ve YURDUMUN TARİHÇİLERİ

KILIÇDAROĞLU’NA MEKTUP Şahin MENGÜ

54 Murat AKTÜRK

Cahit ÜLKÜ

40

KIBRIS NEREYE GİDİYOR

42

İYİMSERLİĞİ ÖĞRENECEĞİM de NE OLACAK?

44

ENDÜSTRİYEL ÜRÜNLER VE KATKI MADDELERİ Dr. Yavuz DİZDAR

58

ONE OF THE LERRY THE BIRDS GENÇLERİN ÜNLÜLERİ TAKLİT ETMESİ Prof. Dr. Arif VERİMLİ

60 FRİJİDİTE Dr. Haydar DÜMEN

62

AYLIK BURÇ YORUMLARI Astrolog Egemen TÖRELİ


Bakış

Ayların Sultanı Ramazan

Ayların Sultanı

İstanbul Valisi Hüseyin Avni MUTLU

RAMAZAN

İslam âlemi olarak arınma, temizlenme ve yenilenme bilincimizin tazelendiği 11 ayın sultanı Ramazan’a kavuşmuş bulunuyoruz. Rahmet ve bereketin inananlara sunulduğu Ramazan ayı, bir rahmet pınarı ve şifa kaynağıdır. Gecesi ve gündüzüyle bu zaman dilimi, Müslümanlar için nefis muhasebesi, farzlara özen gösterme, nafilelere ağırlık verme, suçtan ve günahtan arınma günleridir.

6 haberrevizyon.com Ağustos 2013


Ramazan ayı, bir yıl boyunca kaybolan yüksek değerlerin yeniden kazanıldığı, iç âlemimizin zenginleştiği, gönül dünyamızın aydınlandığı eşsiz bir zaman dilimidir. Ramazan’da kazanılan yüksek değerler bütün davranışlarımızı ahlakî kılar. Ramazan, İslam adaletini, İslam ahlakını, İslam’ın hoşgörü anlayışını bütün insanlığa gösteren bir rahmet, bağışlanma ve paylaşma ayıdır. İslam’ın bu aya mahsus olmazsa olmaz şartlarından biri de oruç ibadetidir. Oruç, açlığın ne demek olduğunu insana hissettiren, fakir ve yoksulların yardımına koşmamızı sağlayan irade, merhamet ve özgürlük eğitimidir. Ramazan’ın bir başka önemli özelliği de bencilleşen, bireyselleşen, yalnızlaşan insanı şefkat ve rahmetle bağrına basıp toplum hayatına katmaktır. Ramazan ayı asil insanımızın yalnız kendi dünyalarında, kendi evlerinde, kendi sofralarında yaşadıkları bir zevk olarak kalmaz. Sevginin çoğaldığı, umutların arttığı, paylaşma ve hoşgörünün en güzel örneklerinin sergilendiği bu özel ayın ülkemize ve dünyaya, barış ve huzur getirmesini diliyorum. Hepimiz ortak bir geçmişi ve medeniyeti aynı geleceği paylaşıyoruz. Yurttaşlarımız arasında ayrılıklar oluşturmaya, huzur ve mutluluğumuzu bozmaya çalışanlara asla fırsat tanımayalım. Tahriklere kapılmayalım. Birbirimize destek olmaktan, dayanışmadan, paylaşmadan vazgeçmeyelim. Şundan herkes emin olmalıdır ki bu ülke hepimizindir. Herkes bu ülkenin eşit haklara sahip asil vatandaşlarıdır. Farklılıklarımız ve çeşitliliklerimiz en önemli zenginliğimiz bizleri ayrıştıran değil aksine birleştiren unsurlarımızdır. Bu topraklarda birbirimizi severek hoşgörü ve diyalog kültürünü egemen kılarak ön yargıları aşarak duygu ve değerlerimize saygı göstererek barış içinde yaşayacağız. Sorunlarımızı öz güven ile aşacak, parlak yarınları hep birlikte kucaklayacağız. Ramazan’ın bizleri ortak duygularda buluşturmasını, birlik ve beraberliğimizi güçlendirmesini kardeşliğimizi pekiştirmesini temenni ediyorum. Ramazan ayının yüce milletimize, İslâm âlemine ve bütün insanlık âlemine hayırlar ve bereketler, huzur ve barış getirmesini Cenâb-ı Hak’tan niyaz ediyor, değerli hemşerilerimin Ramazan Bayramını tebrik ediyorum.

7 Ağustos 2013

haberrevizyon.tv


BAKIŞ

Sanat ve Devlet

SANAT ve DEVLET İlk-el Sanat, İlk-el Devlet Sanat, insanın doğayla olan mücadelesini anlatmakla başladı yaşamına; devletin temelleri ise bu mücadeleyi daha etkin yürütebilmek için örgütlenen insan toplulukları tarafından atıldı. Acıktığında avlanan, boş zamanlarında o avının hikâyesini anlatmak için resimler, heykeller yapan insan, kutsal saydığı eylemlerini ayinlerle kutlarken de müziğin, dansın, tiyatronun, edebiyatın temellerini attı. Tarihin akışını değiştiren ve günümüz yönetim sistemlerinin tohumlarınıatan “artı ürün” ve “Mülkiyet” kavramlarının ortaya çıkmasıyla birlikte, onun korunması, yönetilmesi ve -dolaylı ya da doğrudan- elde edilmesinde emek veren topluluk kişileri arasında adil paylaşımı sorununu da beraberinde getirdi. Bu yeni kavramların insan yaşamına girmesiyle birlikte ortaya çıkan “yönetim ve kontrol” gereksinimi, özgür sanat ile kısıtlayıcı devlet arasındaki uçurumun ilk metrelerini oluşturdu. Özgürlük ve adalet anlayışları temelinde “iktidar” ile “muhalefet” kavramlarının oluşmasıyla birlikte bu uçurum, yatay ve dikey eksende, günümüze doğru hızla ilerlemeye, yükselmeye başladı.

İktidar Devlet ve Muhalif Sanat

Ahmet GÜNEŞTEKİN

Dünya’da Sanat ve Devlet Sanatçı devlet Sanat ile devlet arasındaki ilişkiyi açıklayabilmek ve bu ilişkiye dair farklı yaklaşımları anlayabilmek için ikisinin de temelleri olarak kabul edilen yapıların ilk günlerine gitmek gerekiyor. Bu yapılar, insanın ilk anlatım biçimleri olan “sembol, alet ve davranış vb.” ile insanın ilk örgütlü yapıları olan “topluluk” olarak açıklanabilir. Bu açıklama doğrultusunda, mağara duvarlarına yapılan çizimler sanatın, bir av ya da tarım faaliyeti için ortak hareket etmek üzere ya da bir doğum, ölüm, evlilik gibi bir olayı kutsamak üzere bir ritüel etrafında fikir ve eylem birliğine varmış topluluk ise devletin ilk halidir. İnsanın bugünkü algısı itibariyle birbirinden tamamen farklı ve ayrı gibi duran bu iki “kurum” ilk günlerinde aynı insanlar tarafından meydana getirilmiştir. Mağara duvarına bir aslanla bir insanın boğuşmasını anlatan resmi çizen ve o olayı başarıyla gerçekleştirdiği için dans edip şarkılar söyleyen kişi aynı zamanda o aslanla boğuşan kişidir. Bu ilişki göz önüne alındığında,“Sanat çı,devleti;devlet, sanatı meydana getirmiştir.” denebilir. 8 haberrevizyon.com Ağustos 2013

Yeryüzünü, “ortak-doğal” mülkiyetten, “özel” ve “kamusal” mülkiyetler şeklinde bölen devlet, bu bölümlere yönelik çok farklı ekonomik anlayışlara sahip olsa da sanatın bu yöndeki hiçbir fikrini istikrarlı bir şekilde kabul etmez. Çünkü devlet, değişken bir aygıttır; kişi ya da kişiler yönetir ve onlar da sürekli değişirler. Yönetim sistemi ne olursa olsun, biçimi ne şekilde olursa olsun, özgürlükleri kısıtlayıcı ve dolayısıyla da baskıcıdır. İnsanı yönetmek, aynı zamanda onun özgür düşüncesini de yönetmek demektir. Bu yönetimin yarattığı baskının, sanatçının hareket alanına müdahalesi ile birlikte gösterdiği doğal savunma tepkileri, “iktidar” nezdinde yine “muhalefet” olarak algılandı; çünkü sanat, özü itibariyle “yönetilmeyi” reddeder. Tüm bu hızlı gelişmeler sonrasında insanın karşısına, mücadele ettiği vahşi doğanın yanına daha vahşi bir düşman eklenince, sanatçı da boğuştuğu aslanın yerine iktidarı yerleştirmek zorunda kaldı! Ham maddesi “özgürlük” olan bir eylem ile bu eylemin gerçekleştiği alana kanunlarla müdahale eden “yasakçı” devlet artık ne aynı avda ne de aynı ayindeyer alamazlardı. Devlet, yasama ve yargı sistemini güçlendirdikçe ve ceza sistemini ağırlaştırdıkça “özgür düşünce” ezilmeye, cezalandırılmaya başlandı. İlk günlerinde aynı yastığı paylaşan sanat ile devlet, bir süre sonra ayrı odalara taşındılar ve zamanla evlerini ayırmak zorunda kaldılar.


İlk-el Sanattan Çağdaş ve Modern Sanata…

Sanat Ekonomisi

Sanatın türü, şekli, düşüncesi ne olursa olsun politiktir, muhaliftir. Araçları da amaçları da temelde birbirinden çok farklı olan; kültürleri, medeniyetleri, imparatorlukları ve günümüz modern çağının “yapıcıları” arasındaki mücadele günümüze kadar böyle devam etmektedir. İnsanı dizginleme ile onu özgürleştirme arasında süren bu mücadelenin yakın zamandan günümüze kadarki sürecinde, önceki dönemlerine göre çok daha farklı gelişmeler yaşandı.

Gelişen, genişleyen dünya, aynı oranda yakınlaşıyor. Bilim ve tekniğin hızla ilerlemesi, iletişim ve erişim olanaklarının artması, bu gelişmeler sayesinde gerçekleşen hızlı bilgi paylaşımıyla birlikte ortaya çıkan “küresel yenidünya” sistemi tüm alanlara olduğu gibi sanata da büyük etkileri oldu. Temelinde sanatın özgür düşünce mücadelesiyle elde edilen kazanımların yattığı bu gelişmeler sonrasında ortaya çıkan yeni üretim teknikleri ve araçları ile sergileme yöntemleri, sanatın da artık bir ekonomiye ihtiyaç duymasına yol açtı. Böylelikle “sanatın devletle ilişkisi” tartışmasına artık “sanatın sermayeyle ilişkisi” de eklendi. Modern sanat anlayışı ile birlikte çağdaş ve güncel sanat üretiminin yüksek bütçelere ihtiyaç duyması, bu tartışmadan çekilmek isteyen bir sanatçının en büyük handikapı oldu. Bu büyük çatışmadan çıkış bulmaya yönelik geliştirdiği her savunma gibi “kendi kendini” finanse edebilmeye yönelik olarak eserine biçtiği yüksek (!) maddi değer tartışmalar yarattı.

Rönesans ve Fransız ihtilaliyle birlikte sanat, dünyayı değiştirebileceğini devlete açıkça deklare etmiş oldu. Bu yenilgiyi çok iyi etüt eden devlet, yasaklamak ve cezalandırmak yerine onu kişiliksizleştirmek, itibarsızlaştırmak, muhalif niteliklerini yontup etkisizleştirmeye yönelik politikalar geliştirdi. Tıpkı dini, kendine göre reforme edip iktidarını sürdürmeye yönelik bir araca dönüştürdüğü gibi sanatı da propaganda ve halkın iradesini uyuşturan bir eğlence aracına dönüştürdü. Sanatçılar arasında büyük ve çok farklı ayrışmalara yol açan bu devlet politikaları, günümüz sanat dünyasındaki iç savaşın başta gelen nedenlerini yarattı. Sanatçı ile yönetici arasındaki yakınlaşma beraberinde, sanatçı ile sanat arasındaki uzaklaşmayı da getirdi.Bu da büyük bir buhran yarattı. İşte bu buhranın içinden çıkan çağdaş, modern ve güncel sanat akımları, büyük soru içinden doğan birçok soruyu cevaplamışsa da hem kendisiyle hem de devletle olan büyük yüzleşmeyi gerçekleştiremedi.

“Yeni Sanat Düzeni” Devlet, sermaye ve üretim maliyeti arasında sıkışan çağdaş sanatçı, “Esere giden her yol mübahtır.” gibi bir anlayış geliştirmek zorunda kaldı. Sanatçı, eserindeki düşüncenin karşısında olduğunu bildiği halde amacını gerçekleştirmek için birileriyle ekonomik bir ilişki kurmak gibi politik bir tavır sergilemek zorunda kaldı.

Cennetin Kapısı

9 Ağustos 2013

haberrevizyon.tv


BAKIŞ

Sanat ve Devlet

Bankaların sömürü düzenini eleştiren bir sinema filmi yapmak isteyen yönetmene en büyük sermaye desteğini bir bankanın verdiği yeni düzen, iki düşmanın Birbiriyle kol kola savaşmasına benzer paradoksal ilişkiler yarattı. Özünde birbirini reddeden taraflar arasında böyle bir işbirliğinin mümkün olması, sanatın muhalefeti karşısında, tarihsel belleği çarpıtılıp etrafında gelişen olaylara karşı muhakeme gücü zayıflatılmış olan toplumun haliyle tepkisiz kalmasının sermayeye ve devlete verdiği güvenle alakalıdır.

Yeni Bir Taraf: Sermaye Varlığını koruyup sürdürebilmek için toplumun bellek yönetiminin ve ekonomik sistemin istikrarına ihtiyaç duyan sermaye, bunu sağlamaya yönelik olarak devlete ve onu yönetene tüm gücüyle destek verir.Yönetici sınıfla bu sıkı ilişkiden aldığı güvenle, hiçbir insani değer ve tarihi sorumluluk duymadan, ürettiği mal ve hizmetleri pazarlayabilmek için de toplumun kutsal saydığı değerleri yozlaştırıp daha da büyümek için bir araç olarak kullanır. Küresel markalı içeceklerin iftar sofralarının vazgeçilmezleri olması, sermayenin “kültürel sermayeyi” ne kadar etkin kullandığını ve dini temelli ideolojiye sahip olan bir ülkede dahi nasıl da rahat hareket edebildiğini gösterir. Sermaye, sanata da aynı yaklaşımda bulunur. Örneğin, toplumda saygınlık

10 haberrevizyon.com Ağustos 2013

kazanmış bir sanatçıya vereceği herhangi bir desteğin, toplumun o saygınlıktan kendisine pay vermesini sağlayacağını iyi bilir. Kültür sanat etkinliklerini, sanatın en çok karşı durduğu faaliyet ve yöntemleri kullanan markaların finanse etmesi, yeni sanat düzeninin çelişkilerle dolu dünyasının büyük paradokslarındandır.

Sanatın Üretim ve Gösterim Mücadelesi Karşısında mücadele ettiği tarafın hızla büyüyüp toplum üzerindeki etkisini arttırması karşısında, araçları gittikçe çoğalan, gelişen ve değişen sanat da kendisini daha etkili bir şekilde gerçekleştirebilmek için artık büyük organizasyonlara ihtiyaç duyar. Bu organizasyon içinde yer alan üretim ve sergileme aşamalarının maliyeti sanatçıyı farklı arayışlara, diyaloglara iter. Sosyal devlet kavramı içinde kendisine yer arayan sanatçının devletle ilişkisi bu arayışla zaten başlamış olur. Toplumun kültür-sanat ihtiyacını karşılamakla yükümlü olan yönetim bu hizmeti gerçekleştirmek için ya kendi sanatçısını sunar ya da toplumun beklediği sanatçıyı kendisine muhalefet etmeden sunum yapmaya zorlar. Sanatçı, ikinci bir arayış içine girer. Bu arayış yolunun sonunda -çaresiz- sermayenin kapısına gider. Sanat da sermaye için bir ticari araç olur. Sanatçı, bunu bildiği halde sermayeden destek ister; sermaye de kendisine muhalif olduğunu bildiği halde sanata destek verir.

Kâbe’nin Bekçileri


Türkiye’de Sanat ve Devlet Avrupa’nın Yaşayan Sanat Tarihi: Türkiye

Çağdaş Toplum ve Sanat

Sanat, Batı’da 500 yıllık bir geçmişi olan resim özelinden ve Türkiye kapsamında ele alındığında henüz emekleme döneminde olduğunu rahatlıkla söylenebilir. Tüm dünya üzerindeki sanat hareketlerinin onun gelişimi üzerindeki etkileri içinden Türkiye etkisi çıkarıldığında, tabloda sadece, dikkate alınmayacak derecede bir değişim gözlenir. Bu zayıf etkinin en önemli nedeni de Türkiye’nin bu konuyadini paradigmalarla yaklaşmasıdır ki İslam’da sanatın hareket alanı, en yasaklayıcı devletin sanatçıya sunduğu alandan dahi çok dardır! Bu anlayışı, kültürel ve demografik anlamda Osmanlı’nın devamı bir ülke olan Türkiye’nin devam ettirmesi ya da bu yönde onarıcı bir politika geliştirmemesi, Türkiye’nin sanat ile ilgili tarihi sorunlarınındüğümlerini oluşturur.

Çağdaş yönetim anlayışlarında toplumun gelişmesinin ekonomiden çok kültürel kalkınmayla gerçekleştirildiği bir dünyada Osmanlı’nın sanat anlayışıyla hareket etmek, net bir ifadeyle, tarihi ve çağı anla-ya-mamaktır. Türkiye’de sanat ve devlet arasındaki bu türdeki savaşını 500 yıl önce yapıp ağır bedeller ödemiş olan Avrupa gibi bir örneğin varlığı karşısında bile iktidarların üç maymunu oynaması, Türkiye’deki sanatın nasıl bir devletle karşı karşıya olduğunu gösterir. Avrupa örneğine eşdeğer bir referans olan ABD ve Çin devleti ile sanatçılarının üretimleri ve politikaları da bu anlamda incelenmeye, takip edilmeye değerdir.

Halkının büyük bir kesiminin, sahip olduğu dini ideolojiden dolayı, daha çok, modern sanat bağlamında kültür tüketicisi olmaması da, Türkiye’nin, toplum özelinde devlet ve sanat ilişkisini açıklamış olur. Sanat-sermaye-devlet üçgenine Türkiye’de ciddi ve tuhaf bir taraf eklenir bu durumda: Toplum!

Türkiye’yle hemen hemen ortak bir din ideolojisine ve bunun belirlediği devlet yönetim sistemine sahip olmasına karşın Ortadoğu’daki birçok ülke; özellikle Katar, Dubai ve hatta Kuveyt ile Irak bile ciddi bir sanat koleksiyonuna sahip olup Avrupa ile ABD ve Çin’le rekabet edebilecek güçtedir. Bu ülkelerle aynı tarihe ve toplumsal yapılara sahip olan Türkiye’deki sanat koleksiyonunun sayısının sadece birkaç adetle sınırlı olup devletin uluslararası düzeyde bir müzeye sahip olmaması, sanat ve devlet arasındaki mücadelenin bir başka boyutudur.

Çağdaş yönetim anlayışlarında toplumun gelişmesinin ekonomiden çok kültürel kalkınmayla gerçekleştirildiği bir dünyada Osmanlı’nın sanat anlayışıyla hareket etmek, net bir ifadeyle, tarihi ve çağı anla-ya-mamaktır

11 Ağustos 2013

haberrevizyon.tv


BAKIŞ

Sanat ve Devlet

Kainatın Yedi Sırrı

Sanayiye ve özel teşebbüslere hem toprak ve mekân hem de yüksek sermaye ve vergi muafiyeti sunan devlet, sanata öcü muamelesiyle yaklaşıp vergiler ve yasaklarla boğmaya çalışır. Sanayiye Teşvik, Sanata Tehdit Dünya, sanata yönelik ciddi politikalar geliştirip uygulaması karşısında sanatın Türkiye’de devletin olanakları ile desteklenmesi beklenirken, sanatçılar ve sanat kurumları yüksek vergilere tabi tutulur! Dünyayla ülkeleri arasındaki açığı kendi imkân ve çabalarıyla kapatmaya çalışan sanatçılarla kurumların,uluslararası rekabet koşullarında verdiği çetin mücadelede zayıf düşmesine yol açar. Avrupa ülkelerinin, bütçelerinin çok azını sanatı desteklemeye ayırdığı halde kendisinin çok ilerisinde olması gerçeği karşısında Türkiye’nin sanata, Avrupa’daki bütçenin sadece üçte birini ayırması bir trajedidir. Sanayiye ve özel teşebbüslere hem toprak ve mekân hem de yüksek sermaye ve vergi muafiyeti sunan devlet, sanata öcü muamelesiyle yaklaşıp vergiler ve yasaklarla boğmaya çalışır. Sanat ile arasındaki savaşta devletin bu kadar açık ve korkusuzca şiddet uygulaması, halkın bu konudaki bilgisizliği yanında devletin sanatı itibarsızlaştırma politikalarında başarılı olduğunu bir daha gözler önüne serer. 12 haberrevizyon.com Temmuz 2013

Türkiye Sanat Politikası Türkiye, hangi alanda olursa olsun uluslararası rekabette üst sıralara yükselebilmek için ekonomik gücü yanında, sanatı özgürleştirip sahip olduğu kültürel değerler özgünlüğünde zengin bir kültürel sermaye yaratması gerektiğini bilmesi gerekiyor. Bu bilincin ilk yapı taşı da sanata, yasakçı ve retçi dini paradigmalarla yaklaşmayı bırakıp, sahip olduğu tarihe, demografik yapıya ve evrensel değerlere göre bir sanat politikasını hayata geçirmek olacaktır.

Sanatın Ütopyası Sermayenin de devletin de kapısını çaldığında, karşı taraftan aynı taleplerle karşılaşan sanatçının, kendi kendini finanse edebilmek için eserine biçtiği bedeli karşılayabilecek güç olarak karşısına yine ya devlet ya da sermaye çıkar! Bu çıkmazın ya da kısır döngünün yanında, yasayanın yasakçı anlayışı karşısında yargılanıp cezalandırılmadan hareket edebilmesi de dünyanın en gelişmiş demokrasiye sahip olan ülkesinde bile çok zor görünmektedir. Zaman, dün ve bugün olduğu gibi sanat için hep zorlu akacaktır.



Bakış

Ben de Sorumluyum

BEN DE SORUMLUYUM Bekir KAPLAN Başta İstanbul olmak üzere ülkemizin yaşamış olduğu Taksim Gezi Parkı sürecinde her yurttaşımız “Ben de Sorumluyum” anlayışını sürdürebilseydi, eylemler “eylem” olarak kalırdı… Başta İstanbul olmak üzere ülkemizin yaşamış olduğu Taksim Gezi Parkı sürecinde her yurttaşımız “Ben de Sorumluyum” anlayışını sürdürebilseydi, eylemler “eylem” olarak kalırdı… Geçtiğimiz günlerde, tesadüfen tanıma fırsatı yakaladığım, Fatih İlçe Emniyet Müdürlüğü’nün başlattığı “Ben de Sorumluyum” adlı projesini sizlerle paylaşmak istiyorum… Sık uğradığım bir çay ocağında, hemen yanı başımdaki masada oturan bir amca, yanında bulunan kalabalığa Fatih Emniyet Müdürlüğü’nün bir projesinden heyecanlı bir şekilde bahsediyordu. Hemen kulak kabarttım. Amca şöyle diyordu: Ya arkadaş, bu proje (Ben de Sorumluyum) o kadar güzel bir proje ki, başta çocuklarım ve eşim olmak üzere mahallede bulunan herkesin sorumluluk anlayışını değiştirdi. Artık çocuklar interneti gerektiği zamanlarda kullanıyor, eşim yemek yaparken daha dikkatli davranıyor hatta mahalleli sokağa çöp atanları uyarıyor. Bizim mahallede artık herkes sorumlu… Hemen söze daldım, “Amca nasıl oluyor bu iş, bana da anlatır mısın?” dedim. Amca da maşallah hazır kıta, hemen başladı anlatmaya... 14

“Evladım, çocuklarımızın kullandığı internetten; önce çocuklarımız, sonra bizler (annebaba) sonra devlet sorumlu… Sağlımızdan önce kendimiz, sonra aile bireyleri, sonra devlet sorumlu… İş yerimizden önce kendimiz (yani esnaflar), sonra devlet sorumlu… Sokağa park ettiğimiz araçtan önce kendimiz, sonra mahalleli, sonra devlet sorumlu… Biz bugüne kadar bu sorumluluğu üzerimize almış olsaydık, ne suç oranlarında artış olurdu, ne de aile parçalanmaları…” Amca haklıydı… Önce, “Ben de Sorumluyum” demek çok anlamlı bir ifadedir. Bu proje hedefinin; kamu kesimi, sivil toplum, üniversiteler, özel sektör ve esnaf başta olmak üzere halktan her kesimin güvenlik algısını ve polisle ilişkilerini saygı – sevgi çerçevesinde yükseltecek ve güvenlik ihtiyaçlarına karşılık verebilecek projeler üreterek; toplum destekli güvenlik paylaşımını artırmak olduğunu öğrenince projenin, bu kadar kısa süre içinde ne kadar amacına ulaştığını yukarıdaki diyalogdan anlayacaksınız. Yüz yüze tebrik ettim ama Fatih Emniyet Müdürü İrfan Bekaroğulları’nı, Emniyet Amiri Savaş Bey’i ve emeği geçen tüm Emniyet Teşkilatı’nı tekrar yürekten kutluyorum. Ben de sorumluyum arkadaş…

haberrevizyon.com Ağustos 2013



Geçtiğimiz iki ay oldukça hareketli geçti dünyada ve özellikle bölgemizde. İsterseniz gelişen olaylara bir ışık tutalım ve kendimizce olayları ve muhtemel sonuçları irdelemeye bakalım.

Rafael SADİ

www.haberrevizyon.com

Ağustos 2013

ÇİZİK, ÇİZİK Ü S T Ü N E Taksim gezi Parkındaki ağaçların sökülmesi ile Taş Kışla benzeri bir AVM inşaatı kararı çevreciler tarafından protesto edilirken bu çevre koruması birden bire istikamet değiştirerek Başbakan Erdoğan ve AKP iktidarını hedef alır hale geldi ve belki de 10 senelik tek parti iktidarında duyulan HÜKÜMET İSTİFA sesleri yükselmiş oldu.

Hükümet ve İstanbul Polisi bu gösterilere oldukça sert cevap verdi ve BİBER GAZI , TAZYİKLİ SU ve coplar ile oldukça ORANTILI !!!! bir tepki verdi. Orantılı tepkinin ikinci merhalesi ise gözaltı, tutuklamalar ve Polis tarafından öldürülenler oldu. Bu tam bir ay sürdü ve ülke geneline yayıldı. Sayın Başbakan İstifa etmedi ama sanırım yeni Türkçe tabir ile karizmayı fena halde çizdirdi. 16 haberrevizyon.com Ağustos 2013

Olaylar her hafta sonu yenileniyor ve bu kez de nasibini alan taksim çevresindeki içkili barlar ile eski meyhanelerin bulunduğu çiçek pasajı almakta ve TOMALARIN hiç bir gösterici olmayan bu sokaklara tazyikli su sıktığını haberlerde hepimiz gördük sanırım. Sanki İçkili mekanlara adeta bir ceza niteliğindeydi bu eylemler. Türk halkı sabırlıdır ve bir sonraki seçimlere kadar yönetime olan güvenin ne olduğuna kararını sandıkta verecektir. Karizma çiziği sanırım geçmiyor...


www.haberrevizyon.com Ağustos 2013

AKP - PKK - BDP ANLAŞMASI Ne ki yazık AKP Hükümeti PKK ve/veya BDP ile yapılan anlaşma metnini kimse ile paylaşmamıştır. En azından basında ve CHP Başkanı Sayın Kılıçdaroğlu’nun beyanlarından anladığımız kadarı ile varılan anlaşma içeriği Muhalefet ile bile paylaşılmamıştır. Bu oldukça büyük bir eksik olup Hükümetin ve tek partisinin başına dert olacak gibi durmaktadır. Belirsizlikler spekülasyonlara açık olup her konuda suçlanmaları olasıdır. Ki bu suçlamaların buzdağının ucu görünmeye başlamıştır bile. PKK üyelerinin Türkiye dışına çıkmalarına müsaade edilmiş midir?, edilmiş ise ne şekilde edildi? ve bu kimler tarafından nasıl denetlenmiştir? sorularının halen havada kaldığını sanıyorum. Verilen söz ve taahhütler içinde bir bağımsız Kürt devleti oluşumu veya muhtariyeti var mıdır yok mudur? Diyarbakır bu oluşumun başkenti midir? Basında izlediğimiz Kürt şehitlikleri ve PKK bayraklı tören-

ler bu anlaşma metninde varmıdır? Varsa ortada PKK ve Kürt vatandaşlar açısından işlenmiş bir suç yoktur. Suç varsa böylesi bir anlaşmaya imza atanlardadır. Attılarsa veya her şey Kürtler açısından da havada değilse de başka bir sorundur tabii. Muhalefetine izahat vermeyen bir yönetimin ‘’Düşman’a ‘’ yazılı taahhüt vereceğine de nasıl inanabiliriz bilmiyorum. Gün geçmiyor ki Türk basınında APO haberleri çıkmasın ve geleceğin Milletvekili değerlendirmeleri yapılmıyor olsun. Dediğim gibi bizim seçtiğimiz hükümet bu onayı vermiş ise kızacak bir şey yok eh kendimize kızabiliriz istersek böylesi bir yönetimi seçtik diye, ama bir daha seçmeyebiliriz tabii. Patron biziz nasıl olsa.....

SURİYE NE DURUMDA?

Gün geçmiyor ki komşudan olumsuz sesler görüntüler gelmiyor olsun. En son haberlerde PYD’nin (PKK Suriye muadili ) Suriye’nin Türkiye sınırında bağımsız bir KÜRT DEVLETİ kurmakta olduğu belirtiliyor. Hatta bu yazının yazıldığı tarih olan 24 Temmuz günü çıkan haberlerde ABD’nin muhtemel bir Suriye Operasyonu konuşulmaktaydı. Kim bilir bu dergi yayınlanana kadar belki de ABD’yi Suriye’de görmüş olacağız. Ancak en gerçekçi yorumcular aslında ABD ile Rusya’nın Suriye konusunda anlaşmaya vardıklarını ve Suriye’yi böle-

rek aralarında paylaştıklarını söylüyorlar. Kaldı ki benim Eski Mossad Ajanı Eliyezer Tsafrir ile yaptığım ve Haber Revizyon Aralık sayısında röportajda Eliyezer Tsafrir bu bölünmenin mesajını çok açık ve net bir şekilde vermişti. Lattakiye liman şehrinde bir ESAD devleti kurulacağını söylemiş biz de yayınlamıştık. Peki AKP hükümeti ve Dış İşleri bu konuda ne durumdadır. Sanırım karizmatik bir kaç çizik te buradan almıştır. Esad yarın devirilecek diyen Sayın Davutoğlu karşısında yeni bir Suriye Devleti ve başında da ESAD veya ESED nasıl isterseniz bulursa sanırım oldukça derin bir çiziğe maruz kalacaktır. 17 Ağustos 2013

haberrevizyon.tv


www.haberrevizyon.com Ağustos 2013

Çizik, Çizik Üstüne

MISIR ve SİSİ

Evet aynen tahmin ettiğiniz gibi MURSİ gitti SİSİ geldi.

Mısır’da resmen bir ASKERİ DARBE gerçekleşti ve daha ne olduğu tam olarak belli olmadan Türkiye Başbakanı elinde tuzlukla koşuverdi ve Darbeci General’e verdi veriştirdi. Mısır demokrasisinin koruyuculuğunu üstleniverdi. Mısır Darbe yönetiminden sabahına bir tepki , Biz sizin iç işlerinize karışmıyoruz , lütfen siz de bizim iç işlerimize karışmayın. Türkiye ye kırgınız. NOKTA. İki gün sonra AKP -MKYK (Merkez Karar Yönetim Kurulu) toplanarak konuyu görüştü ve AKP Hükümeti Mısır Hükümeti ile ilişki kuracak ve ilişkileri idame ettirecektir diye bir karar yayınladı. Evet haklısınız devletler darbelerle değil seçimlerle idare edilmelidir. Kimse sabah erken kalktı diye seçilmiş parti veya liderleri devirip GÜÇ BENDE diyememelidir Ama seçildiklerinde mevcut ideolojileri de değiştirememelidirler. Ümmü Gülsüm dinlenmesini yasaklamak , Mısır’ın milli göbek dansını müstehcen saymak ve yasa dışı sayarak gece klüplerini kapatmak, nargile kıraathanelerine kilit vurmakta haklı bir durum değildir. Eş değerde olmazsa da ortada darbeyi ne gibi olayların davet ettiğini izah etmeye anlamamıza yarayacak ip uçlarıdır. Bunları yazmak veya anlamak ise 18 haberrevizyon.com Ağustos 2013

darbeyi onaylamak anlamına gelmez sadece ders almamızı ve saçma sapan kararlar alınamaması gerektiğini anlatmak açısından önemlidir. Nasıl derler sana söylüyorum kızım sen anla gelinim. Evet bu konuda da Sayın Erdoğan bir çizik daha almıştır .



Bakış

Aydınlıktaki Karanlık

Lokman AYVA

AYDINLIKTAKİ

Aydınlıktaki karanlığı anlamak için yanımdakilere şöyle bir soru sordum: “Bir salonda aynı şiddette farklı renklerde ışık olsa ortam nasıl olur?” “Karma karışık, rahatsız edici ve loş bir ortam olur.” dendi. Meramımı anlatmak için yeterli bir cevap olduğu için daha fazla uzatmadım. Çocukluğumuz, gençliğimizden beri kafamızın içini karma karışık hale getiren, birbirinden farklı hatta birbirinin zıttı birçok bilgi dolaşıyor ortalıkta. Son Gezi Park ve Mısır olaylarında da bunu yaşadık. Bir taraftan “şiddet uygulandı” deniyor, bir taraftan da “hastanelere hiç bir başvuru yok deniyor”. Bir yanda paramparça olmuş çocuk cesedi resmi, köpeğe gaz sıkan polis fotoğrafı diğer yanda cesedi param parça olmuş çocuk resminin 2 sene önceki bir trafik kazasına ait olduğu, köpeğe gaz sıkan polis fotoğrafının Alman polisine ait olduğu bilgileri… Hangisi doğru bilemiyor, ne yapacağımızı şaşırıyoruz. Mısır hadiseleri de bundan pek geri değil. Çocukluktan gençliğe döndüğümüz dönemler, öğrendiklerimizin tersine bilgileri de duymaya başladığımız dönemlerdi. Pek çok tartışmalar olurdu. “Cin var mı yok mu?” tartışmaları ilerleyen yıllarda “Allah var mı yok mu?” tartışmaları ile devam etti. Üniversiteye geldiğimizde de Atatürk’le, masonlukla, siyonizmle, ideolojilerle ilgili olumlu veya olumsuz bilgiler havada uçuşurdu. Yıllarca ders kitaplarından bile vatan haini olarak bildiğimiz Sultan Vahdettin’in bir vatansever olduğunu rahmetli Ecevit’ten öğrendik. Ne doğru Allah aşkına? Sadece düşünsel konular mı? Ispanağın demir içerdiği, yumurtanın kolesterol yaptığı, margarinin tereyağından daha sağlıklı olduğunu bir tıp bilgisi olarak söylememişler miydi? Şimdi de zayıflama konularında öyle zıt bilgiler duyuyorum ki neredeyse tüm iplerin ucunu bırakacağım gitsin. Bir şey duyuyorum kanser yapacak, başka bir şey duyuyorum aynı şey kanseri önleyecek. Avrupa Konseyi’nde Domuz Gribi konusunda Dünya Sağlık Teşkilatı’nın düştüğü durum hiç aklımdan çıkmıyor. Ya ülkemizde? O dönemki Sağlık Bakanımız Domuz Gribi için aşı yaptırmamızı zorunlu tutarken, hekim olmamasına rağmen Başbakanımız’ın domuz gribi aşısına karşı çıkması ve sonunda da haklı çıkması hepimizi şok etmemiş miydi?

20 haberrevizyon.com Ağustos 2013

Yıllarca ders kitaplarından bile vatan haini olarak bildiğimiz Sultan Vahdettin’in bir vatansever olduğunu rahmetli Ecevit’ten öğrendik


KARANLIK Tüm bunları konuşunca Türk filmlerindeki o sahneler gözümün önüne geliyor: Yıllarca anne-baba bildiği kişilerin gerçek annesi babası olmadığını öğrenen çocuk gibi hissediyorum kendimi

Tüm bunları konuşunca Türk filmlerindeki o sahneler gözümün önüne geliyor: Yıllarca anne-baba bildiği kişilerin gerçek annesi babası olmadığını öğrenen çocuk gibi hissediyorum kendimi. Bir de duyuyoruz ki Amerika’nın Ay’a adam gönderme işi meğer bir mizansenmiş. Türk Filmleri’ndeki o çocuğun çok sevdiği kardeşine yaklaşıp “Yoksa sen de benim gerçek kardeşim değil misin?” diye sorduğu gibi sorasım geliyor. Ne doğru Allah aşkına? Öyle bir durumdayız ki “Hızımın doruğundayım ama nerede olduğumu bilmiyorum” diyen pilotun telsiz konuşmasıyla sanırım durumumuz özetlenmiş oluyor. Evet. O kadar yoğun bir bilgi üretimi, bilgi aktarımı var ki bu kadar farklı renkteki lambaların ışığında yolumuzu bulamayan insanlar durumundayız. Pekiyi ne yapacağız? Doğruyu nasıl bulacağız? Doğruluk aydınlıktaki karanlığı yaşıyor. İstatistik Hocamız Deniz Gökçe bir gün demişti ki, “Matematikte sistemi kurmak için bir şeyi esas almanız gerekir. 1 sayısı da esas alınmıştır.” Aynı kelimelerle aktaramamış olsam bile buradaki kasıt, bir şeye inanacaksınız ve ona bağlı olarak diğerlerini belirleyeceksiniz. Mesela 1 sayısını esas aldığınızda, iki tane 1 olursa iki oluyor, üç tane olursa üç oluyor. Bütün matematiği bu şekilde düşünebilirsiniz. Bu mantıktan yola çıkarak ben de hayatımı şöyle devam ettiriyorum: Olmazsa olmaz değerlerim var. O değerlerime uygun olanları doğru, uygun olmayanları yanlış buluyorum. Bilgilerin doğruluğu konusunu da şu şekilde değerlendiriyorum: Gerek zaman olarak gerek mekan olarak, gerekse ilgi alanı olarak şahsıma yaklaştıkça o bilginin doğruluğunu araştırıyorum. Uzaklaştıkça da doğru olup olmadığı çok acil bir gündemim olmuyor. Piramitler yapılırken görevli gece vardiya komutanının adı şu olmuş, bu olmuş çok da önemli değil. Satürn’deki deprem de acil konularımdan biri değil. Şahsıma yaklaştıkça o bilginin doğruluğunu en ince ayrıntısına kadar araştırıyorum. Bir ameliyat kararı için bir kaç doktora gitmeyi doğru buluyorum. Tabii ki bu, benim yöntemim. Başka yöntemleri de öğrendikçe doğru olanları kendimce uygulamak isterim. Şimdiye kadar da uygulanacak aman aman öyle bir yöntem bulamadım. Tüm bunların evrensel çözümü ise hepimizin doğruluk konusunda katı ve kararlı olmasıdır. Zira sadece ben sen değil, o da aynı aydınlıktaki karanlığı yaşıyor, yaşamaya devam edecek… 21 Ağustos 2013

haberrevizyon.tv


BAKIŞ

RamaZAM ve İsraf

Mehmet İMREK Tüketiciler Birliği Genel Sekreteri

RamaZ AM ve İSRAF

“Ahilik terbiyesinden yoksun bir esnaf kesimi, haksız şekilde para kazanmaktadır” Mübarek Ramazan ayı bütün kutsiyetiyle geldi. Ramazan ayı bereketin, paylaşımın, hayırda yarışmanın ve ibadetin huşu içinde idrak edildiği bir aydır. Keşke şu fırsatçı zamlar ve israf da olmasa… Ramazan berekettir… Bu mübarek ay kendi bereketiyle gelir. Sofralar, hoşsohbetler, dostluklar bir başka güzel olur… Ancak bunun tadını da kaçırmayanlarda yok değil?! Yani Ramazan fırsatçılarından bahsediyorum. Her Ramazan öncesi çarşı pazarı mutlaka gezer, temel ihtiyaçların fiyatlarına şöyle bir alıcı gözle bakarım. Fiyatlar üç aşağı beş yukarı aynıdır. Fakat Ramazan’dan bir hafta öncesi fiyatlarda ortada haklı bir sebep yokken bazı izahı samimi ve gerçekçi olmayan artışlar olur. Bir anlam veremez ve “Neden böyle oluyor?” sorusunun cevabını aramaya koyulurum kendimce. Taa ki bu Ramazan ayı bitene kadar… Cevabını bulamadan, Ramazan biter. İşin gerçeği şudur; fırsatçılık kanımıza işlemiş vesselam. Fakir fukara denilmez, mübarek ay denilmez nasıl kısa yoldan tabiri amiyaneyle malı götürürüz hep bunun hesabını yapar durur bizim ahi terbiyesinden yoksun esnafımız!.. Tabi buna kayıtsız ve eylemsiz kalan denetim mekanizmasına ne demeliyiz?! “Bu bir kul hakkıdır; bari mübarek ayda kendimize çeki düzen verelim” denilmeyecek mi? Bu başıboşluktan fırsat yaratanlar ve sebep olanlar unutmamalıdırlar ki kul 22 haberrevizyon.com Ağustos 2013

hakkıyla öbür tarafa giden bunun hesabını veremez.

aynı nimetleri paylaşmak demek değil midir?

Bu temaşaya bir son verilmelidir.

Gösterişli, aşırı abartılı ve bol yıldızlı hotellerde verilen iftar davetlerini bu paylaşımın dışında tutmak gerekir. Çünkü daveti veren gösteriş peşindedir. Davete icabet edenlerin bir kesimi ise biz her yere gitmeyiz havası içinde olan insanlardır. Zaten oraya fakir davet edilmez. Ve hatta oraya gidenlerin çoğunluğu da oruç bile tutmaz!..

Bu işin bilenleri ve söz sahibi kişiler “Ramazan öncesi et, temel gıda, sebze ve meyve fiyatlarında bir artış beklemiyoruz, zira elde stokta mevcut üretimde de herhangi bir sıkıntı yok” açıklamaları yaparlar. Buna rağmen cevval (!) satıcımız hep bildiğini okumaya devam eder. Dedik ya ahilik terbiyesinden yoksun bir esnaf kesimi kendi kendine bahane üreterek fiyatları artırmakta ve haksız şekilde para kazanmaktadır. Kazandığı haklı günahlardan ise bi haberdir tabi… Burada biz tüketiciler daha dikkatli olmak zorundayız. Zira bu arz ve talebe göre şekillenmektedir. Bir kere alış verişe çıkmadan önce bir ihtiyaç listesi hazırlamalı ve mümkünse fiyatları iyice inceleyerek alış veriş yapmalıyız. Yoksa hem gereğinden fazla alış veriş yapmış olacak ve gereksizce paramızı harcamış olacağız. Bu iki israfı mutlaka yapmamalıyız... Çünkü israf sadece sofrada bıraktıklarımızı çöpe atmak demek değildir. Ramazan paylaşımdır… Zengin ve fakirin aynı sofrada tevazu içinde buluştuğu tek yerdir iftar sofrası. Zaten bu ayın asıl maksadı da ibadetin yanı sıra makam ve mevki ayırımı yapmadan aynı sofra etrafında toplanmak ve

Ramazan israfı önlemektir… Bu bol yıldızlı oteller ve restaurantlarda verilen iftar yemekleri gösteriş uğruna yapılan fuzuli israftan başka bir şey değildir. İftar sofrası tevazu ve nefsin terbiyesinden nasibini almamıştır. Görgüsüzlük o kadar ki iftar sofrası eğlence yeri sofrasına dönüştürülmüştür. Dışarıda birçok fakir fukara iftar sofrasında bir parça kuru ekmeğe muhtaç iken nimeti israf etmek hiçbir haklı gerekçeyle izah edilecek bir durum değildir. Hiçbir zaman bu gibi davetlere gidip katılmayı kabul etmedim, etmem de, gitmem de. Diyeceğim o ki bu sofralarda gösteriş yapıp nimeti israf edenler her ne kadar kendi paralarıyla davet vermiş olsalar bile Allah katında kul hakkını yediklerini de unutmamalıdırlar. Din alimi değilim, fetva vermiyorum ama israfa karşı olan bir insan ve müslüman olarak aklım ve mantığım kabul etmiyor artık bu görgüsüzlükleri!!!


O zaman paylaşım tevazu içinde olmalıdır. İftar sofrası gösterişten ve israftan uzak olmalıdır. Ramazan hayırda yarışmaktır… Bu kutsal ayda herkes kendi çapında hayırda yarış içinde olmalıdır. Hali vakti yerinde olanların iftar sofrasında sevdiklerini veya muhtaçları buluşturamıyor olsalar bile mutlaka muhtaçların iftarda sofrasında aşı olacak katkıyı yapmalıdırlar. Ramazan kumanya paketleri… Dedik ya Ramazan ayı hayırda yarışmaktır. Biraz durumu olanlar, market veya toptancıların hazırladığı hazır kumanya kolilerini alır ve dağıtırlar. Buna birçok işverenimizi de dahil edebiliriz. Ancak burada bazı hususlara değinmekte yarar görmekteyim. Şöyle ki; Bu işi hayır adına yapanları tenzih ederek!

Tavsiyelerimiz… • Alışverişe mümkün olduğunca iftar saatine yakın çıkmayınız. • Alışveriş listesi hazırlayıp çarşıya pazara öyle çıkınız. • Mümkün olduğunca kredi kartı ile alışveriş yapmayınız. • İhtiyaçlarınızı israf olmayacak miktarda alınız. • Gıda ürünlerinin son kullanım tarihlerine, ambalajlarının sağlık açısından tehlike oluşturacak kirli, delik ve paslı olmamasına dikkat ediniz. • Açıkta satılan ürünlerin mutlak surette buzdolabı ve kapalı kaplarda bulundurulanlarını tercih ediniz. • Tatlı ürünlerinin glikoz, fruktoz ve diğer katkı maddeleri içeren ürünler olmamasına dikkat ediniz. • İftar ve sahur sofralarında kolalı içeceklerden içmeyiniz. • Yemeklerin aşırı yağlı, tuzlu ve baharatlı olmamasına özen gösteriniz. • İftarda çok yemek yiyip uyumayınız. Yemek sonrası mutlaka hafif tempolu yürüyüş yapınız. • Her şeyden önemlisi sigara içmeyiniz.

• Ramazan hediyelik kumanya kolilerinin içindeki gıda ürünlerinin çoğunluğunun son kullanım tarihi geçmiş, bozuk, kalitesiz ve eksik olduğunu belirtmek isterim. • Bir kere fakirin gıdası kuru fasulye, nohut, barbunya, yeşil mercimek fiyatı ekonomik olan kolilerde yok. Bu kolilerde un, bulgur, makarna, toz şeker, çay, salça ve tahin helva gibi azar miktarda temel ihtiyaçlar bulunmaktadır. Aslında koli fiyatının karşılığı değildir. Çünkü bu kolinin tutarı para verilecek olsa eminim ki daha fazla ihtiyaç maddesi alınabilir. Her şeyden önemlisi hazır kumanya kolilerini dağıtacak hayır sahibi insanlarımızın kendilerini market ve toptancının insafına bırakmamalarıdır. Yoksa kurtlu böcekli kolilerin günahından da kaçamazlar. Keşke kumanya kolisi yerine zarf içinde parasını verebilsek. Bunu bire bir yapmak zor olsa da bu işleri gönüllü olarak yürüten dernek ve vakıflara nakdi yardımı aktararak kotarabiliriz.

İftar sofrası tevazu ve nefsin terbiyesinden nasibini almamıştır Buraya kadar her şey tamam. Ancak oruçlu insan biraz dalgın ve unutkan olabilir... Dolayısıyla satın aldığınız gıdanın sağlık koşullarına haiz ortamlarda üretilmediğini, muhafaza edilmediğini veya insan sağlığını tehlikeye düşürecek şekilde bozuk olarak satıldığını görürseniz bilinçli bir tüketici sorumluluğu içerisinde hareket ederek satıcıyı şikayet ediniz. Şikayetleriniz olursa, Hazır gıda ürünleri için “Alo 174” gıda hattını arayınız. Uygunsuz gıda üretimi yapan ve raf fiyatı ile kasa fiyatı arasında bir farklılık görürseniz “Tüketici Hakları Zabıta Birimi”ni arayınız. 23 Ağustos 2013

haberrevizyon.tv


Bakış

Kız Kulesinde Turna Kuşu

Sunay AKIN

KIZ KULESİNDE

TURNA KUŞU Bin turna kuşu yap dileğin gerçek olsun Abdülhamit II’nin armağanlarını Japon İmparatoru’na sunduktan sonra, geri dönüş yolunda fırtınaya yakalanan ve 500’ü aşkın denizcimizle batan Ertuğrul, iki ülke arasında kurulan dostluğun simgesi olan bir gemidir. 1890 yılında yaşanılan bu facianın ardından İstanbul’a gelen Nakamuro Eijiro, “Çiçek Pasajı” olarak bilinen Hristaki Pasajı’nda “Japon Mağazası” açar. Burası, Japon kültürünü kente tanıtan ilk mağazadır. Mağaza, İstiklâl Caddesi’ne taşınınca, Japonya’dan getirilen eşyaların yanında oyuncaklar da görünmeye başlanır. Japon mağazasını bir Beyoğlu çocuğu olan Giovanni Scognamillo’ya kulak vererek daha yakından tanıyalım: “Japon Pazarı, biz çocuklar için başlı başına bir dünya idi, hâlâ egzotism kokan. Sağdaki vitrin, boydan boya oyuncaklarla doluydu (ve bu konuda, karşı sıradaki, İpekçiler’e ait Bonmarşe’yi rahatlıkla bastırıyordu); askerler, kaleler, arabalar, tanklar, yelkenliler, gemiler, tabancalar, kovboy şapkaları, silah kılıfları, asker miğferleri, itfaiyeci üniformaları, bebekler, minyatür mutfaklar, buzdolapları, boylarına uygun mutfak takımları, alçıdan yemekler, meyveler, sebzeler vb. Sağ vitrinin giriş kapısına yakın köşesinde kimonolar ve Japon bebekleri, minik geyşalar, bol bol yelpazeler, şemsiyeler bulunurdu. Soldaki vitrin ise züccaciye çeşitlerine ve biblolara ayrılmıştı.” EnolaGay, dünyaya getirdiği erkek çocuğuna “Tibbets” adını koyar. Çocuk büyür ve pilot olur. O da, annesinin adını verir uçağına. EnolaGay’in 6 Ağustos 1945 24 haberrevizyon.com Ağustos 2013

tarihinde, Hiroşima üstünde açılan kapakları bu kez 250 bin insanın ölümüne neden olan atom bombasını doğurur! Böylelikle, oyuncakla oynayan bir Japon çocuk, Nâzım Hikmet’in dizeleriyle ilk kez girer şiirimize: Koşuyor altı yaşında bir oğlan, Uçurtması geçiyor ağaçlardan, Siz de böyle koşmuştunuz bir zaman. Çocuklara kıymayın efendiler. Bulutlar adam öldürmesin. Japonya’da çocuklar, geleneksel el sanatlarından olan kâğıt oyuncaklarla oynamayı severler; ama Sadako Sasaki’nin öyküsü oldukça farklı ve bir o kadar da hüzünlüdür... Atom bombası atıldığında iki yaşında olan Sadako, on iki yaşına geldiğinde radyasyonun etkisiyle yatağa düşer. Bir Japon inancına göre kâğıttan bin turna kuşu yapanın dileği gerçekleşirmiş. Ölümün pençesine düştüğünü öğrenen Sadako, hasta yatağında başlar kâğıtlardan turna kuşları yapmaya! 5 Mayıs 1957’de, “Atom Bombası Çocukları” adına bir anıt dikilir Hiroşima’ya. Anıtın tepesinde omzuna turna kuşu konmuş bir kız çocuğunun heykeli vardır. Sadako Sasaki’dir heykeldeki çocuk... 646. turna kuşundan sonra gözlerini kapayan Sadako’nun etrafındaki rüzgâr, kâğıtlardan yapılan binlerce turna kuşunu uçurur yaz kış. On binlerce küçük el, savaşlar olmasın, çocuklar ölmesin diye Sadako’nun bıraktığı yerden turna yapmayı hâlâ sürdürmektedir.


Koşuyor altı yaşında bir oğlan, Uçurtması geçiyor ağaçlardan, Siz de böyle koşmuştunuz bir zaman. Çocuklara kıymayın efendiler. Bulutlar adam öldürmesin.

Atom bombası öykülerinin en korkuncunu, eski bir Bursa evine açılan Kitabevi’nin bahçesindeki bir sohbet sırasında, Prof. Dr. Halil Rifat Alpay’dan dinledim: Nâzım Hikmet’in dünyadan ayrıldığı 1963 yılında, Ödemiş 27 Mayıs İlkokulu’nda öğrenci olan Alpay, izcilik eğitiminde kendilerine ezberletilen bir şarkıyı unutmamış. Çocuklara neşe içinde söylettirilen şarkının sözleri şöyle:

Kız Kulesi, bir gün lokanta olmaktan kurtulacak ve direğinde Şiir Cumhuriyeti’nin bayrağının dalgalandığı bir sanat merkezine dönüşecek; buna yürekten inanıyorum. İşte o gün, kulenin eski dönemine ait hiçbir yemek listesi, hesap fişi ya da masalara konan servis kâğıtları atılmayacak... O kâğıtlar, her 6 Ağustos günü kulede toplanan çocuklara verilecek ve yapılan turna kuşları Sadako Sasaki anıtına gönderilecek!..

Hiroşima Nagazaki Hiroşima bum, bum, bum Hiroşima Nagazaki Hiroşima bum Hihirrohito Hiroşima Nagazaki Hihirrohito Hiroşima bum Şarkıda adı geçen Hirohita, Hiroşima’nın ardından 9 Ağustos’ta Nagazaki’ye atom bombasının atılmasının ardından teslim olmayı kabul eden Japon İmparatoru’dur! Tokyo Körfezi’ne demirleyen Amerikan donanmasına ait bir gemide 2 Eylül 1945 gününün sabahı Japonya teslim belgelerini imzalar. Atom bombalarından ölen on binlerce sivil insan için mezarların kazıldığı günlerde, zafer kazanan Amerika’nın bayrağını Japonya’ya taşıyan ve güvertesinde teslim kâğıtlarının imzalandığı geminin adını, birkaç yıl sonra Kız Kulesi’nin beyaz duvarlarına yazılan şu yazıda görürüz: “Welcome Missouri.” Oysa, Ertuğrul fırkateyni Kız Kulesi’nden top atışlarıyla uğurlanmıştı Japonya’ya!.. Dostluk ve kardeşlik taşıyan Ertuğrul’u selamlayan Kız Kulesi’nin, nice Japon çocuğun katili olan bir ülkenin bayrağını taşıyan bir gemiyi İstanbul’da “Welcome” diye karşılaması, anıt eserin tarihine kara bir sayfa olarak girecektir. 25 Ağustos 2013

haberrevizyon.tv


Bakış

Her Genç Beyin Ayrı Bir Renktir

HER GENÇ BEYİN AY R I B İ R RENKTİR İsmail Ahmet ORHUN Bizim neslin en iyi yaptıklarından biri de geçmişi güzel, renkli, baktığında keyif alacağın bir tablo gibi gözler önüne sermesi ve kendisinden sonra gelen nesillere “Bak, gördünüz mü biz neler gördük? Siz önce bunları öğrenin” şeklinde bilgiçlik mesajları vermektir. Son Taksim parkındaki ağaçların kesilmesi pardon başka yere nakli ve o bölgeye yapılmasına karar verilen bir kışla projesi ile meydana gelen ve “Diren Gezi” sloganı ile renklenen oluşum gösterdi ki bizim bilgiçlik yaptığımız nesil bizden çok daha zeki, çok daha akıllı, çok daha bilgili ve çok daha entelektüelmiş. Bunun için öyle uzun uzun anketler yapmaya, sorup soruşturmaya hiç gerek yok. Sadece günlük okunan gazete ve dergi rakamlarına baksanız çok bilen köşe yazarlarına dünyalar kadar para vermeye gerek olmadığını görürsünüz. Bu gençler yabancı yayınları takip ediyor. Bu gençler, uluslar arası tüm sorunları köşe yazarlarından değil yabancı ülkedeki arkadaşlarından öğreniyor; tabii onlar da bunlardan öğreniyor ülkelerindeki gelişmeleri. TV’lere çıkıp açık oturumlar yapmak, sadece bir sunucunun karşısına oturup sorulara cevap vermek bu gençlerin ilgisini çekmiyor. Onlar bu programları izlemiyorlar; onlar programın içinde olmayı seviyor.

yapacak, sen ne istersen onu okuyacak ve daima seni alkışlayacak… Bence berbat; sonun başlangıcı. Adeta tek bir renkle yapılan manzara resmi gibi… Sadece mavi rengi kullansan, ne çizersen çiz soğuk olacaktır; asla canlılığı veremeyeceksin… “Öteki-beriki demeyeceksin” İşte, hep yazılarımda sizlerle paylaştığım gibi “öteki-beriki” demeyeceksin. ‘O içki içiyor kötü çocuk, bu ağzına içki koymuyor iyi çocuk’ ayrımı yapmayacaksın. “Senin karakterin zayıf sen kendine hakim olamazsın ben reklamları senin için yasaklıyorum” diye savunmayacaksın yaptıklarını. Ya da “Bu kanun zaten vardı, ben güncelledim” demeyeceksin… Din ve Allah sevgisinin tamamı kul ve Allah arasında olduğunu kabul etmiyor musun? Ediyorsun. O zaman ne diye karışıyorsun başkasının yaptığına veya ne diye aşağılayıp eziyorsun senin çizginden farklı diye? Acaba bir başkasını eleştirenlerin evlerinde de böyle mi oluyordu? Kendi çocukları anne ve babaları ne derse koşulsuz kabul mü ediyor? Aile de devletin en küçük bireyi değil mi? Bize yurttaşlık bilgisi dersinde böyle öğretmişlerdi. Ailede her bireyin söz hakkı vardır benim bildiğim. Yoksa “Ben senin babanım, ben ne dersem o olur” denirdi, olur biterdi. Aile içinde böyle olamıyorsa ailelerin oluşturduğu kitlelerde nasıl olabilir? Tabii, demiyoruz ki her kafadan bir ses çıksın.

Bu gençleri yok farz etmek, yaptıklarını küçümsemek, onları aşağılamak hiç bir yönetim tarzına uymaz, bilakis bugün olduğu gibi tüm dünyanın tepkisini almaktan başka işe yaramaz.

Tüm kurumlara saygılı olmak her bireyin görevi olduğu gibi, bireylerin hak ve özgürlüklerini anayasal çerçeve içinde kullanmak istemesi de gayet normal. Yükselen sesleri işine gelmiyorsa göz ardı etmek son derece sakat bir davranış.

Keşke imkan olsa her yeni doğan çocuğun beynine kendi fikirlerini, düşüncelerini yükleyip yetiştirebilsen. Ne güzel olurdu değil mi? Tek tip çocuklar… Sen ne istersen onu

Ne diyor şair “Bir kıvılcım düşer önce, büyür yavaş yavaş…’’

Gençleri yok farz etmek, yaptıklarını küçümsemek, onları aşağılamak hiç bir yönetim tarzına uymaz, bilakis bugün olduğu gibi tüm dünyanın tepkisini almaktan başka işe yaramaz. 26 haberrevizyon.com Ağustos 2013


Gözlerini Çıkaracağımıza Gözümüz Gibi Bakmalıyız Bu gençlerle aramızdaki kuşak farkı iyice açıldı. Bunu toparlamak, onları belli bir seviyede tutmak imkansız. Bir ülkenin geleceği de gençler ise onların gözünü çıkaracağımıza gözümüz gibi bakmalıyız ve sap ile samanı ayırabilecek kapasitede görevliler seçmeliyiz . Gençleri anlamıyorsak onların bizi anlamalarını beklemek gereksiz zaman kaybı. Yapılacak tek şey acil çözüm yolları bulmak, onların dediğine kulak vermek, onları sevmesen de saygı duymak. Sen saygı duyacaksın ki onlar da sana duysun. Gerekirse o geleceğimizin teminatı genç beyinleri yönetim katlarında olmasa bile ona yakın yerlerde ve özellikle, ayrı fikirden ayrı düşünceden olsa da danışman olarak kullanacaksın, onları dinleyeceksin. Düşüncesine, yaşam tarzına, davranışına, kılığına kıyafetine

bakarak bir köşeye ayırmayacaksın. İşte bunu başarabilirsen, yaptığın tabloda tüm renkler mükemmel bir uyum içinde yapılan eseri güzelleştirecektir. Gökkuşağı neden bu kadar güzeldir sanıyorsunuz? Allah tüm renkleri bir su damlasının içine yerleştirmiş ve bir yudum ışıkla onu tüm dünyaya gösteriyor. Daha nasıl anlatırsın her rengin ayrı ayrı ne kadar güzel olduğunu? Aksi takdirde “Ben en büyüğüm, ben ne dersem o olacak” dersen, Shakespeare’in sözünü hatırlatırlar; “Bazıları büyük doğar, bazıları sonradan büyüklük kazanır, bazılarını da zorla büyük yaparlar”. Ve sorarlar; sen hangisi olmak isterdin?

27 Ağustos 2013

haberrevizyon.tv


FİNANS

Mr. Spock Beni Işınlayın Lütfen

MR. SPOCK BENİ IŞINLAYIN LÜTFEN Yüksel GÜLEÇ Uzay Yolunun ilk bölümlerinde böyle seslenmişti Kaptan Kirk, Vulcanlı sivri kulaklı zeki yardımcısına. Sonraki bölümlerinde Scotty de söylemişti ama ben Mr. Spock’ ın yaptığı işe güvenirim. Ne de olsa Vulcanlı, dünyalı değil, onlar yaptıkları her işte mantık ararlar. Peki ne olmuştu bu emirden sonra? Garip bir ışıma ve bulundukları odadan silinip gitmişlerdi başka bir yere. Ne güzel bir makineydi öyle. Bir anda bir yerden yere götürüyordu bir kaç saniye içinde. Keşke bizde böyle makinelere sahip olsaydık diye düşünmüştüm o çocukluk günlerimde. Ne otobüs ne minibüs. Oh ne rahat. Şıp diye giderdik istediğimiz yere, aradaki zamanda bize kalırdı ne güzel. Bilim kurgu filmlerinde olanlar hep orada kalacak sanmıştım. Ama yanılmışım. Teknoloji hayatımıza girdikçe bilim kurgu filmlerindeki her şeyin yavaş yavaş hayatımıza girmeye başladığını gördüm. Önüne geldiğimizde kendiliğinden açılan kapılar, cep telefonları, 3 boyutlu filmler ve benzerleri. Sanki yıllar öncesinde bunların hepsi biliniyordu ve biz teknoloji karşısında delirmeyelim diye önce dizilerde, filmlerde anlatılarak alıştırmaya çalıştılar. Maalesef böyle bir düşünce olma ihtimali olsa bile insanlık ya da en azından bizim ülkemizdeki insanlar teknolojiyi kullanırken her zamanki gibi işe yarar bir şekilde kullanmaktansa, ne kadar faydasız yönü var ise bunu kullanmayı tercih ettiler. Özellikle iletişim alanında işin suyunu çıkardık. Kaptan Kirk bir Türk olsaydı, uzayda Klingonlar ile savaşırken bir anda telefonuna gelen bankaların ucuz kredi tanıtımları ile dikkati dağılır ve esir düşerdi kesin olarak. Daha da kötüsü iletişim cihazı ile dolandırılabilirdi yüzlerce ışık yılı ötede iken. İşte milletimizin teknolojiye bu kadar hızla dalmak istemesi elbette tüm kurumlara ve bunlar bünyesinde çalışan, yöneten herkese yayıldı. Daha önce ki yazılarımda bahsettiğim gibi daha tebliğ vesaire çıkmadan twitter hesaplarını kullanarak beyanlar yapmak, kurumsal bilgi işlem alt yapısı kaldırıp kaldırmayacağı bilinmeden tüm beyanları ve işlemleri internet ortamına aktarmak moda oldu. Peki sebep ne? Gelişen teknoloji ile beraber zamana ayak uydurup işlemleri hızlandırmak. Yani “ Mr. Spock bizi ışınlayın lütfen” Bu doğru mu? Evet bir çok yönden doğru ama bazı şeyler var ki bunlarda teknolojik kolaylıkları kullanmaya her zaman varım ama hız yapılacak yer var, hız yapılmayacak yer var. Örneğin bir süre önce Türkiye Noterler Odası Başkanının beyanı vardı. 28 haberrevizyon.com Ağustos 2013

Bir günde şirket kurulacak. Işınla bizi sayın noter. Buna bir kaç yönden bakalım. Bir kere bir günde şirket kurulur lafı basın karşısında belki biraz yaptıklarını daha iyi göstermek için yada işlemin ne olduğunu ve sürecini tam olarak düşünmeden söylenmiş bir laftır. Şöyleki şirket kuruluşlarının bir kaç safhası vardır. Bunların tamamı bitmeden şirket faaliyet yapabilir duruma geçemez ve sizde şirketi kurmuş olamazsınız. Şu anki sistemde evrakı toplarsınız, ana sözleşme hazırlanır, noterde onaylanır. Ticaret tescil’ e götürüp şirketi tescil ettirirsiniz. Peki bitti mi hayır. İlgili evrakın ticaret sicilden vergi dairesine gönderilmesi ve sonrasında dairenin yoklama memurluklarına yazı yazarak, bu memurların şirket merkezlerine gidip şirket hakkında tespit tutanağı tutmaları ve bundan sonra bu tutanağı mali sisteme kaydetmeleri ile şirket faaliyete geçebilir. Tüm bu süreç bitmeden şirket kurulmuş sayılmaz. Dolayısıyla bir günde şirket kurduracağız lafı eksik bir laftır. Bu sürecin bize düşen kısmını biz daha da hızlandıracağız deyin, tamam. Hadi diyelim ki ışınlama cihazını icat ettiler ve bir günde değil, evrakı içine koy bir saatte şirketi kurdun. Acaba buna ne kadar ihtiyaç var. Şöyle bir düşünün 6102 sayılı yeni Ticaret Ticaret kanunun getirdiği en önemli hususlardan bir tanesi bugüne kadar kurulmuş, ancak bir şekilde ticari yaşamda


ancak bir şekilde ticari yaşamda tutunamamış bir çok şirketin hızlı bir şekilde sicilden silinmelerini ve tamamen kapanmalarını sağlayacaktı. Bu kanun sayesinde sicil kayıtlarında yer alan ama çoktan beri kapanmış, hiç bir işlevi kalmamış binlerce kaydı şirketleri tamamen yok edecektik. Ortakları da elleri böğründe olmadan rahat bir nefes alabileceklerdi. Peki biz ne yapıyoruz!... Bir günde şirket kuruyoruz… Yukarıda anlattığım gibi bir sürü insanımız ölçüp, biçmeden, olur mu, olmaz mı demeden şirket kurmaya koşsunlar. Ne olacak sonuçta; eskiden kalanları yok etmek için, kanun maddeleri çıkardığımız tabela şirketleri biraz daha çoğalsın. Bizim insanımız, etrafındakilerin gaz vermesi ile elindeki sermayeye bakmadan, işin fizibilitesini çıkarmadan daha verginin, sigortanın ne olduğunu bilmeden işe soyunan kişilerdir. Varını yoğunu kısa sürede kazanç elde edeceği düşüncesi ile işe yatırır sonra iş battığı zaman sağı solu suçlar. Kazanç elde etmek o kadar kolay olsa idi şirket kurmayı çok iyi bilen bir sürü muhasebeci var onlar muhasebe gibi zahmetli bir işi bırakır daha çok kazanç sağlayacakları başka işlere yönelirlerdi. İşte şirketleri hızlı kurmanın dezavantajı budur. Ayrıca kuruluşu bu kadar hızla yapıyorsak kapa-

nış işlemlerini de aynı oranda hızlandırmamız ve “ucuzlatmamız” gerekir. (zaten kapatmaya giden adamın cebinde parası kalmamıştır. Daha ne alınmak isteniyor!) Şirket kuracak kişilere kuruluşu hızlandırmaktansa, belli prosedürler ile işi biraz daha yavaşlatarak düşünme fırsatı vermek gerekir. Hatta şirket ortaklarını kuruluş öncesinde kim olursa olsun, finansman, yatırım yapma, şirket organizasyonları, vergi, sgk ve benzeri mevzuatlar hakkında bilgi verilecek eğitimlerden geçirip bir sertifika aldıktan sonra bu işlerin tescil edilmesi gerektiğine inanıyorum. Bu şekilde olmaz ise geçmişte olduğu gibi bundan sonra da düşüncesizce bir sürü şirket kurulacak ve ticaret sicillerimiz yine hayalet şirketler ile dolup taşacaktır. Lütfen bir işe atılmadan önce şapkamızı önümüze koyup bir düşünelim. Bizden ne alacak ne verecek. Bunun hesabını yaptıktan sonra harekete geçelim. Unutmayın trafik sloganlarından birisinde “acele giden ecele gider” diyor. Ticari yaşamda belki ecele gitmiyoruz ama bu tip düşüncesizlikler ile cebimizden de çok şey kaybediyoruz.

Lütfen bir işe atılmadan önce şapkamızı önümüze koyup bir düşünelim. Bizden ne alacak ne verecek. Bunun hesabını yaptıktan sonra harekete geçelim.

29 Ağustos 2013

haberrevizyon.tv


Bakış

Başımız Dertte

Dr. Ömer Vehbi HATİPOĞLU

Irak At Suriye Fil Mısır Kale İran Vezir TÜRKİYE

ŞAH

30 haberrevizyon.com Ağustos 2013


BAŞIMIZ DERTTE İslam coğrafyası baştan başa operasyona muhatap. Küresel sistem, kendisine karşı çıkma potansiyeline sahip olan bu coğrafyayı kendi iç problemleri ile boğuşturup rakip olma riskini ortadan kaldırmak için peş peşe projeler üretip mazlum ve masum halklara sunuyor. Yıllarca Küresel sistemin eyalet valisi gibi davranan Kralları, Melikleri tahtından indiren sözüm ona Arap baharının aslında Müslüman halklara altın kasede sunulan bir zehir olduğu yeni yeni anlaşılıyor. Son kullanma tarihi geçmiş despotları yenisi ile değiştirmek için hazırlanan bu proje, kurbanları tarafından alkışlarla, gösteriler ile ve tekbir sesleri ile karşılandı. Zorba yöneticiler tarafından onlarca yıl zulum altında inim inim inleyen masum halk kitleleri bir halk devrimi gerçekleştirdiklerini zannediyorlardı. Oysa varılan sonuç hiç de bekledikleri gibi değildi. Irak fiilen üçe bölündü. Kardeş kanı akmaya devam ediyor. Irak halkı belki bir despottan kurtulmuştu ama yüzlerce kan dökücü çağdaş despot üretmişti ABD’nin sinsi siyaseti. Sudan üçe bölündü. Kardeş kanı oluk oluk aktı. Yoksulluk diz boyu. İnsanların gelecek umudu katledildi. Libya’da Kaddafi’nin cesedi üzerinde tepinenlerin cesetleri sokaklardan kanalizasyonlardan toplanıyor. Halk açlık ve yoksullukla pençeleşiyor. Kaddafi bugün dirilecek ve seçime girecek olsa ezici bir çoğunlukla kazanır. Libya bölünmenin eşiğinde. Suriye’deki durum malum. Suriye şimdiden üçe bölünmüş durumda. Mısır ise çırpınıp duruyor. Biz Türkiye’den olup bitenleri film seyreder gibi seyrediyo-

ruz. Oysa bu projenin merkezindeki asıl ülke Türkiye’dir. Ortadoğu’da emperyalizmin oynadığı oyunu bir satranca benzetirsek burada, Irak at, Suriye fil, Mısır Kale, İran vezir ve Türkiye şahtır. Körfez ülkeleri ise piyon. Önce at alındı, fil devrildi devrilecek. Kale gitti gidiyor. Ama bütün bunlar gitse bile oyun kazanılmış olmayacaktır. Oyun ancak şah mat ile kazanılır. Bu ülkenin vatansever evlatları bu oyunu görmek ve boşa çıkarmak zorundadırlar. Buradan bu ülkenin namuslu, vatansever Türklerine- Kürtlerine, Alevilerine- Sünnilerine sesleniyorum. Türkiye’nin başı belada. Etnik ve mezhebi ayrılıkları bir kenara bırakarak medeniyet değerlerimiz etrafında bir olmak, birlik olmak zorundayız. Özgürlük, demokrasi , insan hakları ve barış temelinde ortak paydalarımız etrafında kucaklaşmak zorundayız. Türkiye; kargaşa ve kardeş kavgalarından siyasi rant devşirme peşinde olan siyaset baronlarının çıkar hesaplarına feda edilecek bir ülke değil. Sorumluluğu kuşanmanın, hoş görü ile biri birimize yaklaşmanın vakti gelmiştir. Küresel sistemin projelerini uygulamaya koyduğu bir ülke olmak talihsizliğine uğramak istemiyorsak attığımız adımların, katıldığımız eylem ve gösterilerin sonucunda oluşacak vahim tabloyu önceden kestirmek zorundayız. Yoksa yitireceğimiz sadece özgürlüğümüz değil, aynı zamanda vatanımız olacaktır. Kardeş kavgasının, kargaşanın kazananı olmaz. Hep birlikte kaybederiz.

Türkiye; kargaşa ve kardeş kavgalarından siyasi rant devşirme peşinde olan siyaset baronlarının çıkar hesaplarına feda edilecek bir ülke değil 31 Ağustos 2013

haberrevizyon.tv




Bakış

Eleştiriler, Açıklamalar ve Yurdumun Tarihçileri

Konusunu Osmanlı Tarihi’nden alan romanların yazarı Cahit Ülkü’ye, gerek internet kanalıyla, gerekse muhtelif dergilerdeki açıklamalarıyla önemli tarihçilerimizden hayli sert eleştiriler yöneltildi. Haber Revizyon olarak kendisine bu eleştiriler hakkındaki düşüncelerini sorduk. İşte Cahit Ülkü’nün açıklamaları…

Cahit ÜLKÜ İnternet aracılığı ile şahsıma yönlendirilmiş yığınla küfür ve suçlamaların sadeleştirilmiş hâliyle ortak motifleri şöyle:

*Ruhunu şeytana satmış bir yazar… *Psikolojik, sinsi ve gizli propagandalar… *Tam bir Siyonist düzenleme… *İsrail ajanı, vs… Bu suçlamaların önemli bölümü, sözümona milliyetçiler tarafından yapılıyor. Aslında kavrama yeteneği kıt insanları muhatap almanın gereksizliğini biliyorum; ama bu tür yaklaşımların ne menem milliyetçilik olduğunu anlamaktan da acizim. Bakınız, 1950’li yıllardan bu yana ortaokul ve liselerde zorunlu yardımcı ders kitabı olarak kullanılan “Tarih Atlası”nda, İtalyan Site devletlerinden tutunuz da adı sanı bilinmeyen pek çok devletçiğin haritaları vardır da, Osmanlı İmparatorluğu’ndan sonra en uzun süre tarih sahnesinde kalmış, üstelik Cumhurbaşkanlığı forsunda bir yıldızla temsil edilen Hazar İmparatorluğu’na ilişkin tek bir harita yoktur. Ders kitaplarında ise bu muazzam imparatorluğa birkaç satırı geçmeyen küçücük bir paragrafla yer verilir. İnsan, “Neden?” diye sormadan yapamıyor. Ama esas sorun, milliyetçi geçinenlerin akıl almaz bir duyarsızlık ve farkında olmazsızlıkla neden bu gerçeği sorgulamadıklarıdır. Değinmek istediğim diğer nokta da eğitimimize yön verenlere dek uzanan bu ilkel milliyetçiliktir. Hürrem Sultan’ın özbeöz Türk olduğunu söylememi gözardı ederek onun Musevi oluşuna ışıldaklarını dikenlere sormak gerekir: Dinsel kimliği ön plâna çıkarıp etnik kimliği hiçe saymak, milliyetçilik midir, ümmetçilik midir? Yeri gelmişken, kendi milliyetçilik anlayışımı da kısaca tanımlamak isterim. Çünkü bir kesimce de etnik milliyetçilikle suçlanıyorum.

Dinsel kimliği ön plâna çıkarıp etnik kimliği hiçe saymak, milliyetçilik midir, ümmetçilik midir? 34 haberrevizyon.com Ağustos 2013

Benim milliyetçiliğim, etnik kökenden beslenen değil, vatandaşı olmaktan gurur duyduğum Türkiye Cumhuriyeti’nin her vatandaşını hiçbir ayrım yapmadan, eşit biçimde ve yürekten sevme milliyetçiliğidir. Bu tür milliyetçiliğin doğal sonuçlarından biri de tarihe bir övgü aracı olarak değil, insanlığın ortak etkinliğini öğrenme, yani “kendini bilme” çabası açısından sorgulayıcı tutumla ve araştırmayı tetikleyen şüphecilikle bakmaktır. Çünkü bu ülkede eğitimimiz boyunca zorlandığımız gibi, bize sunulanı irdelemeden, gerçeği merak etmeden olduğu gibi doğru kabullenmek, insanı yalanların sarmalında, çağımızdan ve doğrulardan kopuk, önyargılı ve dolayısıyla üretmeden yalnızca dayatmacıları izleyen kısırlığa mahkûm ediyor.


ELEŞTİRİLER, AÇIKLAMALAR ve YURDUMUN TARİHÇİLERİ Parmak basmak istediğim en önemli nokta ise, çoğu toplumda saygın bir konuma ulaşmış kimi tarihçilerimizin gerçek bilim adamlığından ne denli uzakta olduklarını gözler önüne sermektir. Örneğin, bir dönem “Tarih Kurumu” başkanlığı yapmış, sonradan kendi isteği ile mi, yoksa gönderme yoluyla mı bu görevden ayrıldığını izleyemediğim Prof. Dr. Sayın Ali Birinci, benim yazdığım şeyler gibi şeyler yazmanın “ahlaksızlık” olduğunu söylüyor.

Cumhurbaşkanlığı forsunda bir yıldızla temsil edilen Hazar İmparatorluğu’na ilişkin tek bir harita yoktur

Kendisinden herhangi bir tekzip gelmediğine göre, bu sözlerin ona ait olduğunu kabullenmek durumundayım. Bu kişinin, muhabirin sorusuna dayanarak böylesine talihsiz bir söylemde bulunurken, aslında romanımı okumadığını düşünüyorum. Çünkü söylemlerinde romanım hakkındaki bilgisizliği buram buram kokuyor. Kendisine huzurunuzda soruyorum: Okumadığı bir roman hakkında düzeysiz sözcüklerle hüküm vermek, bilim adamlığına yakışır mı? Gerçek ahlaksızlık, bu tür tanımlamalarda bulunmak değil midir? Dahası, düşünce özgürlüğü, böylesi tavırlar sergileyen ve etiketine bakılırsa “aydın” sanabileceğimiz öğretim görevlileri aracılığı ile mi gelişip serpilebilir? Belki de ülkemizin gerçek demokrasi alanında ayıplı kalmasının bir nedeni de bu yapıdaki öğretim görevlilerinin bolluğudur.

Prof. Dr. Ali BİRİNCİ

Buna karşın, tarih kitaplarından ve haritalardan silinmek istenen ve tek bir bilim adamımızca hakkında çalışma yapılmamış Hazar İmparatorluğu’nu bir roman konusu olarak da olsa gündeme taşıyan ilk yazar olduğum için buruk bir gurur duyduğumu da ifade etmek isterim. Bu gururun kaynağı ilkel milliyetçilik değil, gerçeklere karşı duyulan aşktır. “İsrail ajanlığı” etiketinin üzerime yapıştırılması da ilginçtir. Aslında İsrail, Hazar imparatorluğundan söz edilmesini ve hele o devletin Musa dinini kabullenmesini daima tepkiyle karşılamıştır ve bu yöndeki söylemlerden müthiş tedirginlik duymuştur. Çünkü onlara göre bu gerçek, “Son Hazaryalı” adlı romanımın “Son Söz”ünde açıkladığım gibi, İsrail’in varlık nedenleriyle çelişir. Bu tür nitelendirmeleri uluorta yakıştıranlar, bu “Son Söz” ü anlayarak okuyabilselerdi, benim ajan değil, İsrail’in varlık nedenine saldıran biri olduğumu sanabilirlerdi. Ama benim iki yönde de amacım yoktur. Ben, üstü örtülmüş tarih yazımına tepki duyan, ama davranışlarını bu tepkiyle oluşturmayan gerçek arayıcısı bir kimse olabilme çabasını harcayan kimseyim.

Parmak basmak istediğim en önemli nokta ise, çoğu toplumda saygın bir konuma ulaşmış kimi tarihçilerimizin gerçek bilim adamlığından ne denli uzakta olduklarını gözler önüne sermektir 35 Ağustos 2013 haberrevizyon.tv


Bakış

Eleştiriler, Açıklamalar ve Yurdumun Tarihçileri

Erhan AFYONCU Kendisine duyduğum saygının gereği olarak burada ismini zikredemeyeceğim bir başka duayen tarihçimiz de, “Hürrem Sultan Ukraynalıdır,” diyerek onun Hazaryalı olduğuna ilişkin tezimin gerçekle bağdaşmadığını söylemek istiyor. Bu sözlerinden, bu kişinin de kitabımı okumadan hüküm verdiği belli oluyor. Anlaşılıyor ki, son zamanların klişeleşmiş söylemiyle, bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olmak, tarihçilerimizin ortak özelliği hâline gelmiş. Ben Hürrem’in Hazaryalı olduğunu söylemiyorum, Hazaryalı anne- babadan doğduğunu ileri sürüyorum. Ayrıca onun doğum yeri olarak belirttiğim Robatyn Kasabası Ukrayna’dadır. Sanırım sayın tarihçimiz, eleştireyim derken farkında bile olmadan beni doğruluyor. Ama daha acısı, Ukrayna, en parlak döneminde Hazar İmparatorluğu’nun sınırları içindedir. Bu da gösteriyor ki, ülkemizin en önemli tarihçilerinin başında gelen bu zat, Hazar İmparatorluğu konusunda benim kadar bile bilgi sahibi değildir. “Tarihin Arka Odası”ndaki, rolü ve özellikle “Muhteşem Yüzyıl” dizisine yaptığı danışmansızlıkla bilim çevresinde ve -az bile olsa- bilgi sahibi olanların nazarında hak ettiği üne kavuşan Sayın Erhan Afyoncu ise Osmanlı sarayında Yahudi kökenli padişah kadını olmadığını söylüyor! Ona yanıtı ben değil, bilimsel çapı ondan misli misli geniş olan rahmetli İsmail Hami Danişmend versin.

Bu saygın tarihçimiz, “İzahlı Osmanlı Tarihi Kronolojisi” adlı abidevî eserinde “Selim II’nin karısı ve III. Murad’ın annesi Nurbanu Sultan Yahudi’dir,” diyor. Harem hakkındaki araştırma ve eserleriyle ünlü ve bu konularda verdiği eserleri en ciddî kaynaklardan olan Çağatay Uluçay da bu kadının Yahudi olmasının kuvvetle muhtemel olduğunu belirtiyor. Sayın Zafer Toprak ve Sayın Mustafa Armağan, “Koestler’in kitabı bilimsel değil,” diyerek bu esere dayanan tüm çıkarımların bilimsel olmadığını ileri sürüyorlar. Onlara sormak gerekir: Bir eserin bilimsel olabilmesi için mutlaka bir akademisyen tarafından mı üretilmesi gerekir? Koestler, o eserindeki sonuçlara ulaşabilmek için yüzlerce yılı kapsayan kilise kayıtlarını yıllar boyunca özenle tarayarak orada belirtilen özellikle göçleri, doğum ve ölümleri dikkate almış, konu hakkındaki bilgi ve belgeleri sabırla taramıştır. Acaba kendileri, onun bu uğurda harcadıkları zamanın onda birini, Hazarya gerçeğini anlayabilmek için harcamışlar mıdır?

“Muhteşem Yüzyıl” dizisine yaptığı danışmansızlıkla bilim çevresinde ve -az bile olsa- bilgi sahibi olanların nazarında hak ettiği üne kavuşan Sayın Erhan Afyoncu ise Osmanlı sarayında Yahudi kökenli padişah kadını olmadığını söylüyor! Kaldı ki, bence bir serüvenci olan Alman maceracı Heinrich Schliemann, babasının ona çocukluğunda yaş günü armağanı olarak verdiği Homeros’a ait İlyada ve Odysseta adlı eserin etkisinde kalarak ve hiçbir bilimsel kariyeri olmadığı sırada Anadolu’ya gelerek hazinelerine sahip olabilmek amacıyla Troya kazılarını yapıyor ve bu antik kenti buluyor. Yaptığı çalışma asla bilimsel değil. Ama şimdi biz, onun bu çalışmalarına bakarak sonucu ve sonucun bilimsel değerini inkâr mı edeceğiz?

Age. Cilt 2, s:555. Ayrıca yazar, bu eserinin Cilt 3, S. 1’inde “Sultan Murad’ın anası bir Yahudi dönmesi olan ve Osmanlı sarayında Yahudi nüfuzuna kapı açan Nûr Bânû Sultandır” diyor… (Doğu Kütüphanesi yayınları) 36 haberrevizyon.com Ağustos 2013


Sayın İlber Ortaylı ise, yüzeysel bir yaklaşımla “Romandaki tezler şarlatanlıktır,” diyor. Sakın gerçek şarlatanlık, okumadığı, bilgi sahibi olmadığı bir roman hakkında böylesine tanımlamalarda bulunmak olmasın? Bu apoleti kalabalık kişiler şunu unutmasınlar ki “bilmek ile bilim adamlığı” çok farklı şeylerdir. Ben bu kişinin yerinde olsam, öncelikle Y. Hakan Erdem’in “Tarih-Lenk” adlı araştırmasında sergilenen ayıplarımı nasıl temizleyeceğimi düşünürdüm. Ayrıca bazı sözlerin bumeranga benzediğini, dönüp dolaşıp sözün sahibini tanımlayabileceğini de hesaba katardım. Televizyonda katıldığım bir programda söz bana verilince, sorulan soruyu açıklamama yardımcı olacağı için Hazar İmparatorluğu’nun Cumhurbaşkanlığı forsunda bir yıldızla

İlber ORTAYLI temsil edildiğini henüz söylemişim ki, bir dönem Türk Tarih Kurumu Başkanlığı görevini yapmış olan bir profesör telâşla sözümü keserek, aslında bu forsa biri Memluklar, diğeri Safeviler olmak üzere iki yıldızın daha eklenmesi gerektiğini öne sürerek uzun uzadıya konuştu. Hep düşünmüşümdür, bu zat evinde vicdanıyla baş başa kaldığında acaba “Adam ne diyecekti, ben neler söyledim?” diye düşünmüş müdür? Hiç sanmıyorum. Belki de onunki Hazar İmparatorluğu konusunda eksikli olmasının içtepisi idi. O gün, beni programa davet eden Sayın Balçiçek İlter’i zor durumda bırakmamak için masadan kalkmadım, ama önümdeki kâğıtlara karikatürler çizerek vakit geçirdim.

Aslında bu açılamalarımla ortaya çıkan acı gerçek, ünlü tarihçilerimizin Hazar İmparatorluğu konusundaki korkaklığa varan ürkeklikleri ve ansiklopedik verileri aşamayan bilgisizlikleridir. Belki onlara göre Bruno akılsızlığı, Galileo ise aklı temsil ediyordur! Kanımca bu sonuç, uzun uzadıya irdelenmelidir. “Tarih Araştırmacısı ve Yazar” olarak tanıtılan Sayın Mustafa Armağan, “Sarı Selim” adlı romanımda öne sürdüğüm bir sava karşı gelmek için, Ertuğrul Gazi’nin Ahvat’tan ilk girişinde “Ezan okunmuştur!” diyor. Sayın araştırmacı sanırım son araştırmaları inceleyememiş; çünkü inceleyebilseydi, Ertuğrul Gazi’nin “Ahvat’tan ilk girişi” gibi bir olayın artık söz konusu olmadığını öğrenirdi. Ayrıca, çok önemli olguların sisler arasında kaldığı bir dönemde, Ahvat’ta ezan okunduğunu bilebilmek ancak vahiy yoluyla mümkündür. Kaldı ki, yabancı tarihçilerden Gibbons, “Vazıhan görülüyor ki Osman ve aşireti, Söğüt’e gelip yerleştiklerinde müşrik idiler,” diyor. Ayrıca Nöldeke’nin, Rambaud’nun, F. Babinger ve H. Grousset’nin kabul ettikleri görüş de bu yönde. Bizim tarihçilerden Halil İbrahim İnal da “Ertuğrul ve oğlu Osman Anadolu’ya geldiklerinde Müslümanlıkla ilgileri yoktu,” demektedir. Daha önemlisi, Neşri, ünlü eseri “Kitâb-ı CihanNümâ” sayfa 79’da Osman gazi döneminden söz ederken “Kâfiri yakup ol namdar, Din-i İslâm’ı etti aşikâr,” demekte, Oruç Bey ise Neşri’nin Osman Bey dönemine atfettiği bu sözleri Orhan Gazi dönemi için tekrarlamaktadır. Anonim “Tevarih-i Âl-i Osman” da aynı bilgiyi verir. “İslâm’ı etti aşikâr” sözünün ne anlama gelebileceğini, sayın okurların takdirlerine bırakıyorum.

“Ertuğrul ve oğlu Osman Anadolu’ya geldiklerinde Müslümanlıkla ilgileri yoktu,”

Hazarya konusunu, şu gerçeği dile getirerek kapatmak istiyorum: Ne yazık ki dikkatle, sabırla aramama karşın, bizim tarihçilerce kaleme alınmış bırakın kapsamlı bir araştırmaya, tek bir makaleye dahi rastlayamadım. Eğer rastlayan varsa ve bana bildirirse inanınız ki çok sevineceğim.

İlber Ortaylı “ Romandaki tezler şarlatanlıktır”

Y. Hakan ERDEM 37 Ağustos 2013 haberrevizyon.tv


Bakış

Eleştiriler, Açıklamalar ve Yurdumun Tarihçileri

Şurası önemle dikkate alınmalıdır ki, eserinde açıkladığı gibi Âşıkpaşazade, kuvvetle muhtemel olarak Neşri, Oruç Bey hatta adı bilinmeyen “Tevarih-i Âl-i Osman” yazarı, eserlerindeki bilgileri, Orhan Gazi’nin imamlarından olan Dursun Fakih’in kayıp eserinden derlemiştir. Osman ya da Orhan Gazi’nin Müslüman olduklarını açıkladıklarına ilişkin bilgiyi de ondan aldıkları kuvvetle muhtemeldir. Bu yazarlar, Osmanoğullarının o döneminde geçerli olan egemen değerler gereğince Müslüman olduğunu belirtme gayretini sergilerlerken, bilimsel ahlâkları gereğince, hep aynı sözcüklerle gizlenmeye çalışılan gerçeğe değinme zorunluluğunu duymuşlardır. Keşke bizim tarihçilerin de hepsi, onlar kadar bilimsel ahlâka sahip olabilselerdi! Elbette ona nasıl konuşması gerektiğini öğretmek haddime değil, ama sayın araştırıcı da mesnetsiz kesin hükümler ileri süreceğine, “Bu yönde iddialar varsa da kesin deliller yoktur,” diyebilseydi, bence daha bilimsel bir dil kullanmış olurdu. Bu konuyu açıklarken, bir başka üzücü gerçek de su yüzüne çıkıyor. Ne yazık ki tarihçilerimiz, Neşri ve Oruç Bey gibi kaynak kabul edilen kimselerin bu sözleri üzerinde yeterli özenle ve dikkatle hiç durmamışlardır. Bu korkudan mı yoksa yüzeysellikten mi kaynaklanıyor, bu noktaya ancak kendileri açıklık getirebilirler. Kimbilir, belki de “Bu görüşler bilimsel değildir,” deyip geçmişlerdir. Saygın bilinen kimi tarihçilerin bu yürek yaralayıcı tutum ve

38 haberrevizyon.com Ağustos 2013

kapasiteleri, beni gerçekten çok üzmüştür. Galiba bir tarihçinin, “Tarih, tarihçilere bırakılamayacak denli önemlidir,” demesinde büyük gerçeklik payı var. Bu primitif yaklaşımlar beni o denli üzüyor ki, bu üzüntünün etkisiyle, ileride “Yurdumun Tarihçileri” başlığını taşıyan bir inceleme kitabımda konuya her boyutuyla değinmeyi dahi plânlıyorum.

Bu sayımızda Cahit Ülkü’nün eleştirdiği sayın tarihçilerimizden her birine teker teker ulaşarak onlara cevap haklarının bulunduğunu ve karşı görüşlerini serbestçe dile getirebileceklerini, görüşlerini olduğu gibi yayınlayacağımızı ilettik. Tarihçilerimizden yalnızca biri yanıtlarını göndereceğini birdirdi. Ne yazık ki dergimiz yayına girerken yanıt gelmedi. Haber Revizyon dergisi “Basın Ahlâk Yasasına” uymayı taahhüt etmiştir ve cevap hakkına saygı gösterir. Bu nedenle bu tarihçilerimizden herhangi bir yanıt geldiğinde, bu yanıtları aynen yayınlayacağımızı kendilerine ve değerli okurlarımıza özellikle duyururuz.



Haber

Kıbrıs Nereye Gidiyor?

K I B R I S

NEREYE

GİDİYOR?

1974 barış harekatı ile başlayan, fakat barışın getiremediği adına ATEŞKES denilen sürecin 40. yılına girerken Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyetin de yapılan son erken seçimlerde KKTC’yi temsil ve yönetme hakkını elde eden vekiller seçim sonucunda belirlendi.

İki ay öncesine kadar ülkenin Başbakanı olan ve UBP Genel Başkanlığı görevini yürüten Sn. İrsen Küçük partinin genel sekreteri, meclis başkanı vekil seçilemedi. Seçimlerden birinci parti çıkan CTP Genel Başkanı Sn. Özkan Yorgancıoğlu 4. Sıradan vekil seçilebildi. 50 sandalyeli meclisin 23 sandalyesi ilk defa meclise giren vekillerin oldu. Neredeyse meclisin önceki sahiplerinin yarısı kendilerine yer bulamadı. Sonuç itibari ile KKTC halkı gelecek süreç için yeni meclise tokat atıp sonra ellerine su testisini verdi. Sancılı bir siyasi iktidarsızlık sürecinin sonunda seçilen vekillerin ve muhtemelen iktidarı paylaşacak olan partilerin

40 haberrevizyon.com Ağustos 2013

önümüzdeki yakın süreçte kendi iç meselelerini bir kenara bırakıp Ekim ayında KKTC ve Rum kesimi arasında başlatılacak olan müzakereler ve temsil edecekleri KKTC halkı için çok hızlı bir çalışma dönemine girmeleri gerekmektedir. Rum tarafı ile Ekim ayında başlatılacak olan müzakereler 2014 yılında Türkiye Cumhuriyeti’nin adaya getireceği su, kırk yıldır kapalı olan Maraş bölgesinin muhtemelen açılacak olması, kırk yıllık süreçte biriktirilmiş olan sorunların müzakere sürecindeki zamanla güncellenmesi, kırk yıl önce münferit hak sahiplerinin bir çoğunun hayatta olmaması sebebi ile mirasçılarının muhatap alınacak olması ve garantör ülkelerin ada üzerindeki talepleri müzakere süreci taraflarının kendi talepleri ile çözüme ulaşacak veya bir kırk yıl daha geciktirilecektir. 28.07.2013 tarihinde yapılan erken genel seçimlerde her şeyin geciktiği ve geciktirildiği KKTC’de seçim sonuçları halkın temsilcilerini seçerken tek başına iktidara olanak vermemiştir.


Birinci çıkan partinin ada siyaseti ve Rum tarafına bakış açısı daha önce de denenmiş olan iktidar süreci ile orantılı olacaktır. KKTC meclisinin yeni temsilcilerini bu müzakere sürecinde sıkıntılı bir dönem beklemektedir. Aşılması zor ve duygusal bir süreçtir. Çünkü birçok KKTC vatandaşı aynı zamanda Güney Rum kesiminin de vatandaşıdır. Bu insanların arasında vekiller ve birinci dereceden akrabaları bulunmaktadır. Temsilcisi olduğu halkı mı? Yakın akrabalarının vatandaşı olduğu ülkenin çıkarları mı? Bu durumda KKTC’yi temsil eden heyet akrabalarının ve yakınlarının vatandaşı olduğu ülkenin çıkarlarını mı?

ÜLKE GENELİ OY DAĞILIMI CTP 38,37 % DP - UG 23,11 % BKP 3,21 % TDP 7,43 % UBP 27,30 % BAĞIMSIZ 0,58 % T. SANDIK 670

Yoksa temsil ettikleri onları iktidara taşıyan halkın çıkarlarını mı ön planda tutacaktır…

41 Ağustos 2013 haberrevizyon.tv


HABER

İyimserliği Öğreneceğim de Ne Olacak?

i g i l r e s

İyim Ögrenecegim Ne Olacak

de

Duygular mı düşünceleri oluşturur, düşünceler mi duyguları? Bu soru hala ruhbilimcilerin tartıştığı bir konu. Bununla birlikte yapılan pek çok bilimsel araştırma, düşüncelerini yönetebilen insanların duygularını yönetme konusunda da başarılı olduğunu ifade ediyor.

K

endinizi tanımlarken, hayata ve olaylara bakış açınızla ilgili hangi sıfatları kullanırsınız? İyimser, kötümser, karamsar, hayalperest, gerçekçi, temkinli… Peki, başkaları sizi bu konuda nasıl tanımlıyor veya tanımlardı? Olaylara bakış açımız kişiliğimizin oluşumundaki pek çok etken sonucunda ortaya çıkar. Paul Mclean, insanların kişiliklerinde, doğuştan getirdiği ve travmatik olaylar dışında değişmeyen, uygun ortam ve koşullarda potansiyelini azami ölçüde ortaya koyabileceği özellikleri olduğunu savunur. Bunlar genetik kodlardan taşınan bilgilerdir ve değişmezler. Bu bağlamda, bazı kişilik özellikleri açısından “yedisinde neyse yetmişinde de odur“ sözü pek de yanlış sayılmaz. Bir de öğrenebildiğimiz, kişiliğimizin kalıcı bir özelliği olarak ruh sağlığımızı, yaşam kalitemizi ve çevremizle olan iletişimimizi etkileyen beceriler var. İyimserlik de bunlardan bir tanesi. Bu beceriyi öğrenmek, yaşam alışkanlıkları arasına katmak, çözümün bir parçası 42 haberrevizyon.com Ağustos 2013

olmak, dünyayı da daha yaşanabilir ve barışçıl bir yer haline getirmek konusunda bireylerin önce kendi yaşamlarında ve etki alanlarında yapabilecekleri ne odaklanmaları önemlidir. Geçtiğimiz yıl vefat eden ünlü araştırmacı, psikiyatrist ve yazar Stephen Covey’in de önerdiği gibi, etkili insanlar önce kendi etki alanlarına odaklandıklarında, yapmak istedikleri şeyler konusunda başarıya daha yakın oluyorlar. Etki alanımıza odaklandığımızda en çok gereksinim duyacağımız düşünme becerilerinden birisi olan ise iyimserlik konusunda çalışmaları ve yöntemleri en çok bilinen isimlerden birisi de aynı zamanda Pozitif Psikoloji’nin kurucularından olan Pensilvanya Devlet Üniversitesi Pozitif Psikoloji Bölüm Başkanı Prof. Dr. Martin Seligman. Seligman, çalışmalarına başladığı zaman öncelikle çaresizlik kavramı üzerine çalışmalar yapmış. Araştırma ve deneylerinin sonunda, çaresizliğin öğrenildiğini ispatlamış. “Çaresizlik öğrenilebiliyorsa, iyimserlik neden öğrenilemesin?” diyerek araştırmalarını

sürdürmüş. Bu doğrultuda yaptığı çalışmalarla, özellikle çocuk ve ergenlerin depresyon süreçlerini azaltma veya ortadan kaldırmayı başarmış. Ebeveynleriyle tartışan, okul başarısı düşük, kendi halinden ve yaşamından memnun olmayan çocukların büyük çoğunluğunda olumlu sonuçlar alınmış. Seligman, yetişkinlerle yaptığı çalışmalarda ise, iyimserliği öğrenmiş olan çalışanların, özellikle de satış pazarlama alanlarında çalışanların performanslarının, diğerlerine göre daha yüksek olduğundan, şirketlerin çalışanlarını seçerken bu özelliklere sahip adayları daha çok tercih ettiklerinde iş potansiyelinin arttığına ve alınan çalışanın kuruma kattığı katma değere kadar birçok noktada etkili olduğunu ispatlamış. İyimserliğin öğrenilebileceğini bilmekle yaşam alışkanlığı haline getirmek farklı şeyler. İyimserlik bir kişilik özelliği değil bir tutum. Bu tutumu yaşam boyu sürdürmek de bizlere daha huzurlu ve yönetmesi kolay bir hayat için gerekli.


Peki, olumlu düşünme ve iyimserliği öğrenme konusunda düşüncelerimizi nasıl yönetebiliriz? Üzerine tonlarca kitap yazılmış, araştırmaların hala devam ettiği bu konuda başlangıç olarak yapılabilecekler şunlar: Öncelikle genellemelerden kaçının. Alışverişten dönüyorsunuz. N Aldıklarınızı arabanızGENELLEMELERDE dan çıkartırken poşetKAÇININ lerden birini yere düşürdünüz ve varsayalım ki o poşetin içinde de arkadaşınıza aldığınız şık bir vazo vardı ama siz onu düşürünce kırıldı. Kendinize; “Çok sakarım! Ne kadar Dikkatsizim!” gibi sözler söylüyorsanız, işte size soru: Her zaman mı sakarsınız? Her zaman mı dikkatsizsiniz? “Bugün poşeti düşürdüm ve vazoyu kırdım. Dikkatimi başka bir şeye vermiştim. Dalgın bir anıma denk geldi.” diyerek hem kendinize doğru muameleyi yapmış hem de yanınızdaki kişilere, özellikle de çocuğunuza olumlu düşünme becerileri geliştirmesinde rol model olmuş olursunuz.

DURUMU TANIMLAYIN

ÖNCELİKLENDİRİN

YAPIN VE KUTLAYIN

Karşılaştığınız bir zorluğun nedenlerine odaklandığınızda soruna odaklanmış olduğunuz için çözüm uzağınızda kalabilir. Durumu veya zorluğu nesnel bir değerlendirmeyle tanımlarken,

örneğin; “işimde yeteri kadar kazanamıyorum ve bu motivasyonumu düşürüyor” tanımlamasını yaptıktan sonra “Şu anda bu durumda yapabileceklerim neler? Kendimi iyi hissetmem ve ilişkilerimi olumlu bir yapıya kavuşturmam için nelere gereksinimim var? Daha önce doğru yaptığımı düşündüğüm ve olumlu sonuçlar veren davranışlarım neler?” sorularını sorun

NASIL? SORUSUNU SORUN

Yapabileceklerinizin listesini önünüze alın ve maddelerin hangisinden başlamanın diğer maddeleri de olumlu etkileyeceğini kararlaştırın ve sıralayın. Sıralamanızın yanına kendinize belirli tarihler koyun ve her bir madde için neye ihtiyaç duyduğunuzu belirleyin.

Sorularınıza cevaplarınızı gerçekçi bir şekilde verdikten sonra “İstediğim şeye kavuşmanın yolları neler olabilir ve bunları elde etmem için nasıl davranmalıyım?” sorusunu sorun ve yapabileceklerinizi listeleyin.

Yukarıdaki aşamaları kendinize tanıdığınız sürelerde gerçekleştirin ve başardığınız her maddede kendinizi kutlayın. İyimserliğin öğrenilebileceğini bilmekle yaşam alışkanlığı haline getirmek farklı şeyler. İyimserlik bir kişilik özelliği değil bir tutum. Bu tutumu yaşam boyu sürdürmek de bizlere daha huzurlu ve yönetmesi kolay bir hayat için gerekli. İyimserliğin öğrenilebileceğini bilmekle yaşam alışkanlığı haline getirmek farklı şeyler. İyimserlik bir kişilik özelliği değil bir tutum. Bu tutumu yaşam boyu sürdürmek de bizlere daha huzurlu ve yönetmesi kolay bir hayat için gerekli. 43 Ağustos 2013

haberrevizyon.tv


Bakış

Endüstriyel Ürünler ve Katkı Maddeleri

GIDA SORUNUMUZUN MERKEZ NOKTASI Dr. Yavuz DİZDAR

K

endinizi tanımlarken, hayata ve olaylara bakış açınızla ilgili hangi sıfatları kullanırsınız? İyimser, kötümser, karamsar, hayalperest, gerçekçi, temkinli… Peki, başkaları sizi bu konuda nasıl tanımlıyor veya tanımlardı? Olaylara bakış açımız kişiliğimizin oluşumundaki pek çok etken sonucunda ortaya çıkar. Paul Mclean, insanların kişiliklerinde, doğuştan getirdiği ve travmatik olaylar dışında değişmeyen, uygun ortam ve koşullarda potansiyelini azami ölçüde ortaya koyabileceği özellikleri olduğunu savunur. Bunlar genetik kodlardan taşınan bilgilerdir ve değişmezler. Bu bağlamda, bazı kişilik özellikleri açısından “yedisinde neyse yetmişinde de odur“ sözü pek de yanlış sayılmaz. Bir de öğrenebildiğimiz, kişiliğimizin kalıcı bir özelliği olarak ruh sağlığımızı, yaşam kalitemizi ve çevremizle olan iletişimimizi etkileyen beceriler var. İyimserlik de bunlardan bir tanesi. Bu beceriyi öğrenmek, yaşam alışkanlıkları arasına katmak, çözümün bir parçası olmak, dünyayı da daha yaşanabilir ve barışçıl bir yer haline getirmek

44 haberrevizyon.com Ağustos 2013

konusunda bireylerin önce kendi yaşamlarında ve etki alanlarında yapabileceklerine odaklanmaları önemlidir. Geçtiğimiz yıl vefat eden ünlü araştırmacı, psikiyatrist ve yazar Stephen Covey’in de önerdiği gibi, etkili insanlar önce kendi etki alanlarına odaklandıklarında, yapmak istedikleri şeyler konusunda başarıya daha yakın oluyorlar. Etki alanımıza odaklandığımızda en çok gereksinim duyacağımız düşünme becerilerinden birisi olan ise iyimserlik konusunda çalışmaları ve yöntemleri en çok bilinen isimlerden birisi de aynı zamanda Pozitif Psikoloji’nin kurucularından olan Pensilvanya Devlet Üniversitesi Pozitif Psikoloji Bölüm Başkanı Prof. Dr. Martin Seligman. Seligman, çalışmalarına başladığı zaman öncelikle çaresizlik kavramı üzerine çalışmalar yapmış. Araştırma ve deneylerinin sonunda, çaresizliğin öğrenildiğini ispatlamış. “Çaresizlik öğrenilebiliyorsa, iyimserlik neden öğrenilemesin?” diyerek araştırmalarını sürdürmüş. Bu doğrultuda yaptığı çalışmalarla, özellikle çocuk ve ergenlerin depresyon süreçlerini azaltma

veya ortadan kaldırmayı başarmış. Ebeveynleriyle tartışan, okul başarısı düşük, kendi halinden ve yaşamından memnun olmayan çocukların büyük çoğunluğunda olumlu sonuçlar alınmış. Seligman, yetişkinlerle yaptığı çalışmalarda ise, iyimserliği öğrenmiş olan çalışanların, özellikle de satış pazarlama alanlarında çalışanların performanslarının, diğerlerine göre daha yüksek olduğundan, şirketlerin çalışanlarını seçerken bu özelliklere sahip adayları daha çok tercih ettiklerinde iş potansiyelinin arttığına ve alınan çalışanın kuruma kattığı katma değere kadar birçok noktada etkili olduğunu ispatlamış. İyimserliğin öğrenilebileceğini bilmekle yaşam alışkanlığı haline getirmek farklı şeyler. İyimserlik bir kişilik özelliği değil bir tutum. Bu tutumu yaşam boyu sürdürmek de bizlere daha huzurlu ve yönetmesi kolay bir hayat için gerekli.

“ yüzde 100 DANA” yazması kandırmacadır


ENDÜSTRİYEL ÜRÜNLER ve KATKI MADDELERİ O nedenle hamburger köftesinde tuzlu krakere kadar tatlı tuzlu bütün endüstriyel ürünlere konmaktadır. Kıvam artırıcılar da benzer şekilde, yapay gıdanın aslının kıvamını tutturması amacıyla kullanılır. Kaynaklar silikon dioksitin ise topaklanmayı önlemek amacıyla kullanıldığını yazmakta. Endüstri bir ürünü geliştirirken duyuları aldatma üzerine odaklanır ve bunu “palatibilite”, damak zevkini karşılama, kandırma, diyebiliriz, olarak adlandırır. Bundan sonrası ürünün tadıcılarda test edilmesi ve ne kadar tatminkar olduğunun sınanmasıdır. Testi geçen ürün piyasaya sürülür, oysa ürünün aslıyla bir ilişkisi yoktur. Gıdanın bir diğer sorunu: Kılıfına uydurulmuş kandırmaca

Tüketiciyi kandırabilmenin yolu damak tadına uygun olmaktan geçer Burada dikkate alınması gereken şey “kullanımının gerekli olup olmadığı” olmalıdır. Çünkü raf ömrünü uzatmak dışındaki katkıların neredeyse bütünü “taklit etmek” amacıyla gıdaya eklenir. Örneğin tat, aroma kullanılarak karşılanır, ama kıvam ve rengin de tutması gereklidir. O zaman bu katkı maddeleri kaçınılmaz bir şekilde kullanılmak zorundadır. Endüstriyel gıdada sorun bir şeyi ucuza mal etmek ve uzun raf ömrü sağlamaktır. Bu yaklaşıma gerçek gıdada ihtiyacınız yoktur. O nedenle önerim endüstriyel bütün ürünlerden özellikle uzak durulmasıdır. Tüketici ürünün aslının ne kadar sürede bozulduğunu, ama endüstriyel formunun açıldığında ne kadar süre bozulmadan kalabildiğini dikkate almalıdır. Örneğin mayonez için bu derin bir uçurumdur. Yumurta ve yağdan üretildiği söylenen bir ürün açıldıktan sonra bu kadar uzun süre bozulmadan kalabiliyorsa ya mayonez değildir, ya da bol miktarda katkı maddesi barındırır. Amaç ucuz üretim olduğunda yapay aroma ya da esans kullanımı kaçınılmazdır. Bunun en acı örneklerinden birini üstelik hiç ummadığım yerde yaşadım.

Mesela ürünün üzerinde “yüzde 100 dana” yazması genellikle bir kandırmacadır, etten bahsetmemektedir. Bu ürünler genellikle dananın etinden değil, diğer kısımlarından hazırlanır, o nedenle “et” lafını kullanmayarak kendilerini kurtarırlar. Ancak “eser miktarda içerebilir” ifadesi olasılıkla aynı üretim bandında başka ürünlerden olabilecek bulaşmayı güvence altına almak için kullanılmaktadır. Bunun bir örneğini dana ürünlerinde tavuk çıkması ile de yaşadık, sorun tağşiş değil, aynı üretim bandının kullanılmasıydı. Ancak mesele sucuk, sosis ve salamlara geldiğinde durum değişir. Bunlar aslında “fermente et” ürünleridir, yani üretimleri geleneksel kurallarla bağırsak içinde yapılmalıdır. Etin fermentasyonu aynen yoğurt ya da peynir gibi başlı başına doğal bir süreçtir. Oysa piyasadaki markalı ürünlerin hemen hepsi üretimi enzimatik olarak yaparlar, gerçek bir mayalanma söz konusu değildir.

Beşiktaş çarşısının içinde bir tarihi fırın vardır, onlar bile portakal ve elma yerine esans kullanmak kolaycılığına kapıldılar. Meyve açısından yeterli üretim yapabilen ülkemizde hele hele tarihi bir fırın esans kullanmayı düşünülmemelidir bile. Früktoz ise yapay bir tatlandırıcıdır, pancar şekerine göre daha ucuzdur, ayrıca gıdanın bozulmasını da önler. 45 Ağustos 2013 haberrevizyon.tv


Bakış

Endüstriyel Ürünler ve Katkı Maddeleri

Soya kıyması suyla şişer ve katıldığı ürünün ağırlığını olağanüstü artırırken maliyetini de düşürür “Soyulmuş sosis” dendiğinde, plastik içinde şekillendirilmiş bir et ürünü anlatılmaktadır, soyulmuş olmasının nedeni de budur. Nitekim yine üretim teknolojilerine bakıldığında, fermentasyon gerçekleşmediği için yüksek miktarda koruyucu içermek zorundadırlar. Dahası, olasılıkla rengin tutması için boya katılması da söz konusudur, zira anneler sosis haşlama suyunun kırmızıya döndüğünü ifade ediyorlar, gerçek sosis için bu söz konusu olamaz. Bir önemli gözlem daha, hayvanlar bu sosisleri yememekteler. İşte bu son özellik endüstriyel sosis ve salamdan uzak durulması gerektiğinin en önemli göstergesidir. Önerilebilecek tek çözüm endüstriyel gıdadan uzak durulması Soya ve soya ürünleri pek çok amaçla kullanılabilmekte. Soya kıyması suyla şişer ve katıldığı ürünün ağırlığını olağanüstü artırırken maliyetini de düşürür. Bunun yanı sıra mesela fındık kremasında olduğu üzere, ürünün su ve yağ bileşenlerinin birleştirilmesinde de soya lesitini kullanılır, böylelikle yağ ürünün üzerinde toplanmaz. Aynı şey çikolata dahil bütün yağlı endüstriyel ürünler için de geçerlidir. Burada uyarı geneldir, endüstriyel ürünlerden uzak durulmalıdır. Tüketici kek yemek istiyorsa bunun adresi ya bildiği bir fırın ya da kendi mutfağıdır. Ambalajı açılmış bir endüstriyel keki bir buçuk yıldır saklıyorum, hala bir şey olmadı. Endüstrinin son tüketim tarihi yazması sadece kanun gereğidir, yoksa bunlara pratik olarak zaten bir şey olmaz. Ancak durum soyaya gelince bir de ot ilacı riski ortaya çıkmakta. Dünya soya üretiminin neredeyse bütünü genetiği değiştirilmiş soyadır. Bu üretim sırasında maliyet düşürmek için kullanılan ot ilaçlarının soyanın içerisine geçtiği de bilimsel araştırmalarla kanıtlanmıştır. Bazı kaynakların soyayı kanser ve üreme bozukluğuyla ilişkilendirilmelerinin en önemli nedeni olasılıkla bu ilaç artıklarıdır.

Dolayısıyla tüketici endüstriyel üründen tamamen uzak durmalı, çocuklarını da uzak tutmalıdır. Çocuklar tat duyularının gelişmekte olması nedeniyle bu ürünlerin etkisine daha açıktır. Etiket içeriğinde anlaşılamayan bir madde varsa ki mutlaka vardır almamalıdır. Bu yaklaşım uygulama açısından kolay değildir, çünkü mayonezden, ketçapa, kekten çorbaya her şeyi kapsar. Besleyici değere hiç değinmiyorum, endüstriyel ürünler zaten beslenme amacıyla üretilmez. Bir diğer gösterge raf ömrüdür, ancak ülkemizde ürünlerin üretim tarihi değil, son tüketim tarihi yazmaktadır. Uzun raf ömrüne sahip gıdalardan tamamen uzak durulmalıdır.

Yumurta ve yağdan üretildiği söylenen bir ürün açıldıktan sonra bu kadar uzun süre bozulmadan kalabiliyorsa mayonez değildir

46 haberrevizyon.com Ağustos 2013


O D G Esas büyük sorun gıdanın içeriğinin değişmesidir

Ambalajı açılmış bir endüstriyel keki bir buçuk yıldır saklıyorum, hala bir şey olmadı

Esas büyük sorun süt, yoğurt, tavuk gibi “katkısız” olduğu iddia edilen ürünlere ilişkin sıkıntılardır. Yüksek ısıl işlem uygulanan sütün organik ya da katkısız olması bir şey ifade etmez, besin değerini büyük ölçüde yitirir, zira açıldıktan sonraki raf ömrü bir aydan uzundur. Bu durum ciddi kayba uğradığının açık göstergesidir ki, UHT sütten yoğurt yapılamaması da bunu destekler. Aynı şey ekşime özelliği olmayan homojenize yoğurtlar için de geçerlidir. Bunlar da katkısız diye satılır, oysa homojenizasyon kaymak oluşumunu önler, üzerlerindeki kaymak margarinden yapılmaktadır, o yüzden bir tabaka olarak kolaylıkla kalkar. Bu yoğurtların antioksidan özellikleri kalmadığından besleyici değerleri çok sınırlıdır. Ama endüstriyel tavuk meselesi daha da ağırdır, besleme yöntemi tamamen yeme dayalı ve sentetiktir. Büyümeleri için zorunlu amino asitler, bakterilere tanklarda ürettirilmekte, genetiği değiştirilmiş soya yem olarak kullanılmaktadır, çünkü ancak bu şekilde hızlı büyütülüp ucuza mal edilebilmekteler. Antibiyotik meselesi ise tahmin edilenden çok daha ağır bir sorundur, “kullanılmıyor” denmesine karşılık alandan gelen bilgiler antibiyotik kullanmadan hızlı büyütmenin söz konusu olamayacağını söylemekte. Oysa sayılan üç gıda grubu da ana besin maddeleridir. İşte o yüzden bu endüstrilerin kaynaklarını ivedilikle gözden geçirmelerini ve kendilerini yenilemelerini bekliyoruz.

47 Ağustos 2013 haberrevizyon.tv


Bakış

İdeal Devlet Yönetim Modeli

Prof. Dr. Vecdet ÖZ

İDEAL DEVLET YÖNETİM MODELİ

“DEVLET YÖNETİMİ AKIL ve CESARET İŞİDİR” Devleti yönetirken dış dayatmalara mecbur kalmayacak ve ülkenin milli onurunu koruyacaksın. Tecrübeli devlet kadroları oluşturup, öncelikle halkı ve paylaşımda adaleti esas alan ulaşılabilir kalkınma hedefleri koyacaksın. Milli, manevi, ahlâki ve etnik değerlerde uzlaşı sağlayarak, tüm değerleri bir potada eritip ülkede barış, istikrar ve ortak uzlaşı kültürü oluşturacaksın. Sonunda öyle bir devlet olacaksınız ki ürettiğin politikalar ülkeni kalkındırmakla kalmayacak bölge ve hatta dünya çapında örnek alınacak bir ülke haline geleceksin ve sonunda dış dünya sana mecbur kalacak. Bu şekilde Yeni Dünya düzeni yönetiminde söz sahibi olan güçlü, onurlu ve belirleyici bir ülke olacaksın. Devlet yönetiminde şu ilkelerden asla taviz vermeyeceksin; 1. Devlet sosyal uzlaşmaya dayalı bir kurum olmalıdır. Devletin meşruiyeti için ilk ve temel koşul sosyal uzlaşmadır. Devletin gücünün kaynağı insanlardır. Vatandaşlar, can ve mal varlıklarının korunmasının ötesinde, devlete ne tür görevler devredecekleri konusunda diyalog ve görüşmeler yoluyla uzlaşmaya çalışmalıdırlar. Pratik olarak bunu gerçekleştirmenin yolları pekâlâ mümkündür. İnsanlar iyi bir devlet yönetimi için gerekli ilkeleri katılımcı ve uzlaşmacı yollarla tespit edebilirler. 2. Devlet sosyal sözleşmeye dayalı bir kurum olmalıdır. Vatandaşların üzerinde uzlaştıkları ilkelerin resmi ve yazılı bir sözleşmeye dökülmesi gereklidir. Bu, devlet ile vatandaşlar arasında bir resmi kontrat (sözleşme) yapılması demektir. Bu resmi kontrat Anayasa’dır. Anayasa, bireylerin hak ve özgürlüklerini güvence altına alan, bununla birlikte devletin güç, yetki, görev ve fonksiyonlarının sınırlarını çizen bir resmi kontrat hüviyetini taşımalıdır. Devletin güç ve yetkilerini sınırlamayan ve bununla birlikte vatandaşların hak ve özgürlüklerini güvence altına almayan hiç bir anayasa meşru değildir. 48 haberrevizyon.com Ağustos 2013

İdeal devletin bu ikinci boyutunu Anayasal Devlet olarak adlandırıyoruz. Anayasaya sahip olan her devlet Anayasal Devlet olarak kabul edilemez; olsa olsa “Anayasalı Devlet” olarak adlandırılabilir. Vatandaşların evrensel hak ve özgürlüklerini güvence altına almayan ve etkin bir şekilde koruyamayan bir devlet anayasası Sembolik Anayasa olarak kabul edilebilir. Temenniden öteye geçmeyen hükümlerle dolu sembolik bir anayasaya sahip olan bir devlet hiç bir zaman Anayasal Devlet olarak kabul edilemez. 3. Devletin sahip olduğu güç ve yetkiler tek bir elde toplanmamalı; yasama, yürütme ve yargı organları arasında dağıtılmalıdır. Kuvvetler Ayrılığı olarak ifade edilen bu ilke, optimal devletin bir başka boyutunu oluşturmaktadır. Kuvvetler ayrılığı ilkesinin anayasada güvence altına alınması ve etkin bir şekilde uygulanması büyük önem taşımaktadır. Özetle, ideal devlet; Kuvvetler Ayrılığına Dayalı Devlet’tir.


“Devletin İlk ve Temel Görevi, İnsanların Canlarının ve Mallarının Güvenliğini Sağlamaktır” 4. Devletin sahip olduğu güç ve yetkiler merkezde toplanmamalı; bir kısım güç, yetki, görev ve fonksiyonlar yerel yönetimlere ve diğer devlet birimlerine aktarılmalıdır. İdeal devletin bu boyutunu Adem-i Merkeziyetçi Devlet (Desantralize Devlet) olarak adlandırıyoruz. İyi bir devlet için idareler arasında hem hizmet, hem de gelir bölüşümünün anayasal düzeyde yapılması gerekir. Federal devlet yapısında idari ve mali federalizm; üniter devlet yapısında ise merkezi idare ile yerel idareler arasındaki hizmet ve gelir bölüşümünün mutlaka anayasada güvence altına alınması gereklidir. 5. Devletin sahip olduğu “siyasi” güç ve yetkilerin çerçevesi ve sınırları mutlaka devlet anayasasının bir bölümünü oluşturan “Siyasal Anayasa” içerisinde sınırlandırılmalıdır. Devlet, vatandaşların hak ve özgürlüklerini koruyan bir kurum olmalıdır. Ancak tarihinin her sayfası devleti temsil eden kralların, monarkların, sultanların, imparatorların despotluğu ve zalimliği ile doludur. Bireyleri, devlete karşı korumak için devletin hukuk kuralları (anayasal ve yasal kurallar/ normlar) ile sınırlandırılması gereklidir. İdeal devletin bu boyutu Hukuk Devleti olarak adlandırılabilir. Habeas Corpus ilkesinin anayasada ve yasalarda açık bir şekilde güvence altına alınmasını bu konuda bir örnek olarak vermek mümkündür. Vatandaşın suçu ne olursa olsun, kendisine suçu tebliğ edilmeden gözaltına alınması, tutuklanması ve avukat bulundurma hakkından yoksun bırakılması, demokratik hukuk devleti anlayışı ile bağdaşmaz. Özetle, iyi devlet, güç ve yetkileri hukuk kuralları ile etkin bir şekilde sınırlandırılmış devlettir. 6. Devletin sahip olduğu “ekonomik” güç, yetki, görev ve fonksiyonlarının çerçevesi ve sınırları mutlaka devlet anayasınının bir bölümünü oluşturan “Ekonomik Anayasa” içerisinde sınırlandırılmalıdır.Devletin ilk ve temel görevi, insanların canlarının ve mallarının güvenliğini sağlamaktır. Şüphesiz bir toplumda bu Minimal Devlet fonksiyonları (iç ve dış güvenlik, adalet ve yargı hizmetleri) dışında diğer bazı hizmetlerin ve görevlerin devlet tarafından üstlenilmesi kaçınılmazdır. Ancak devletin görev ve fonksiyonlarına bir sınır çizilme-

mesi devletin giderek genişlemesi ve büyümesi sonucunu doğurmaktadır. Artan devlet faaliyetleri, kamu harcamalarını artırmakta, bunun sonucu olarak da vergi ve borç yükü ağırlaşmakta, hükümetler para basma yoluyla harcamaların finansmanına yönelmektedirler. Özetle, sınırsız devlet, ekonomik ve siyasi sorunların daha da artması sonucunu doğurmaktadır. Yine sınırsız devlet anlayışında mali ve parasal disiplin bozulmakta ve ekonomik sorunlar ağırlaşmaktadır. İdeal devlet için mutlaka hükümetlerin harcama, vergileme, borçlanma ve para basma yetkilerinin çerçevesinin anayasal ve yasal normlarla sınırlandırılması önem taşımaktadır. İdeal devletin bu boyutunu Sınırlı Devlet olarak adlandırıyoruz. Çerçeve Devlet olarak da adlandırabileceğimiz bu anlayış ile devletin en uygun görev ve fonksiyonlarının ve optimum büyüklüğünün tesbit edilmesi amaçlanmaktadır. 7. Devlet halk egemenliğine dayalı bir kurum olmalıdır. Millet, kendini yönetecek temsilcilerini serbest seçimler yoluyla belirleyebilmeli ve yönetime katılabilmelidir. İdeal devletin bu boyutunu Demokratik Devlet olarak ifade edebiliriz. Demokratik devlet, aynı zamanda vatandaşların temel hak ve özgürlüklerinin etkin bir şekilde korunması demektir. 8. Devletin piyasa ekonomisinin işleyişine ve fiyat mekanizmasına müdahaleleri ancak gerektiğinde ve çok sınırlı düzeyde olmalıdır. Piyasa ve fiyat mekanizmasına dayalı bir devlet anlayışı oluşturulmalıdır. Devlet, mal ve hizmetleri direkt sunan değil, piyasa mekanizması aracılığıyla hizmetlerin sunulmasını kolaylaştıran bir konumda olmalıdır. İdeal devletin bu boyutunu, Katalizör Devlet olarak adlandırıyoruz. 9. Devlet, özel teşebbüslerin daha iyi ve etkin bir şekilde sunabilecekleri mal ve hizmetleri üretmekten kaçınmalı, bunun yerine piyasa ekonomisinde oyunun kurallarını tesbit etmelidir. İdeal devletin bu boyutunu, Hakem Devlet olarak adlandırabiliriz. Devlet, ancak özel teşebbüslerin yetersizliği sözkonusu olduğunda ekonomik faaliyetleri üstlenebilmelidir. 49 Ağustos 2013

haberrevizyon.tv


Bakış

İdeal Devlet Yönetim Modeli Bunun için bütçe denkliğinin -ve hangi hallerde bu denklikden vazgeçilebileceğinin- anayasada ve yasalarda açık olarak yeralması gereklidir. İdeal devlet, Denk Bütçeli Devlet anlayışına dayalı olmalıdır. 16. Devlet, uluslararası siyasi ve ekonomik ilişkilere önem veren, uluslararası rekabete kenetlenmeyi ve dünya ekonomisi ile bütünleşmeyi hedef alan bir kurum olmalıdır. Dünyadaki küreselleşme trendi bu yaklaşımı zorunlu kılmaktadır. İdeal devletin bu boyutunu, Global Devlet ya da Küresel Devlet olarak adlandırıyoruz.

Bunun dışında, devletin piyasa ekonomisinde “oyununun kurallarını” tanzim etmesi (örneğin, rekabet hukukunu oluşturması) ve oyunun kurallarını ihlal edenleri cezalandırması (anti-tekel ve anti-tröst yasaları vs.önlemler) dışında oyuna direkt olarak müdahale etmemesi gerekir. İyi hakemlik yapan devlet, en iyi devlettir. 10. Devlet yönetiminde açıklık/şeffaflık sağlanmalıdır. Vatandaşların devlet yönetimi hakkında bilgi edinme ve bilgiye ulaşabilme haklarının anayasal ve yasal normlarla güvence altına alınması gereklidir. İdeal devletin bu boyutunu Açık Devlet ya da Şeffaf Devlet olarak adlandırıyoruz. 11. Devletin varlık sebebi bireylerin haklarının ve özgürlüklerinin korunmasıdır. Kutsal olan devlet değil, insandır ve onun hak ve özgürlükleridir. Özetle, ideal devlet, Özgürlükçü ve Bireyci Devlet anlayışına dayalı olmalıdır. 12. Devlet, dinsel kurallara bağlı olarak değil, bireylerin özgür düşünceleri ile oluşturdukları hukuk kuralları ile yönetilmelidir. Din ve devlet işleri birbirinden tamamen ayrılmalıdır. Devlet, aynı zamanda tüm dinlere karşı tarafsız(nötr) bir konumda olmalı ve hiç bir dini resmi olarak desteklememelidir. İdeal devletin bu boyutunu Tarafsız Laik Devlet olarak adlandırıyoruz. 13. Devlet, insanlar arasında cinsiyet, ırk, din, dil, etnik köken farkı gözetmeyen bir kurum olmalıdır. Bir ülkedeki tüm dinlere, dillere, ırklara ve kültürlere aynı ölçüde saygı duyulmalı ve eşit davranılmalıdır. İdeal devletin bu boyutunu, Çoğulcu (Plüralist) Devlet olarak adlandırabiliriz. 14. Devlet, tüm vatandaşlarının her türlü sorunlarını çözecek bir kurum değil, gözetilmeye ve korunmaya muhtaç kimselere yardım ve destek sağlayacak bir kurum olmalıdır. Paternalist devlet (baba devlet) anlayışının değil, Sorumlu Devlet anlayışının benimsenmesi gereklidir. 15. Devlet, gelir ve giderleri prensip olarak birbirine denk olan bir kurum olmalıdır. Devlet yönetiminde mali disiplinin ve mali sorumluluk ahlakının bir gereği olarak kamu harcamaları ve gelirleri arasında denklik sağlanmasına gereken özen gösterilmelidir. 50 haberrevizyon.com Ağustos 2013

17. Devlet evrensel değerlere sahip bir kurum olmalıdır. Her ülkenin ve milletin sahip olduğu kültür, gelenek, örf ve adetlere şüphesiz saygı duyulması gerekir. Ancak önemli olan bigotizm ve dogmatizmin dar sınırlarını aşmak ve aynı zamanda “geleneklerin tiranlığı” altında ezilmemektir. Özetle, bir devletin oluşturulmasında yerel/bölgesel/milli değerlerle birlikte evrensel/global değerlerin ilke olarak alınması ve benimsenmesi gereklidir. İdeal devletin bu boyutunu, Evrensel Değerlere Dayalı Devlet olarak adlandırıyoruz. 18. Devlet, yönetiminde liyakat sistemi (merit system) geçerli olmalıdır. Kamu görevlilerinin istihdamında kayırmacılık değil, bilgi, beceri ve yeteneğe dayalı liyakat sistemi uygulanmalıdır. Özetle, Meritokratik Devlet anlayışı kurumsallaştırılmalıdır. 19. Devlet, katılıma dayalı bir kurum olmalıdır. Vatandaşların, devlet yönetimine katılımını özendirecek tekniklerin (referandum, halk girişimi, halk vetosu, geri çağırma hakkı vs.) uygulanmasına önem verilmelidir. Yarı doğrudan demokrasi, halkın yönetime katılmasını sağlayacak yegane siyasal sistemdir. İdeal devletin bu boyutu, Katılımcı Devlet olarak adlandırılabilir. 20 .Devlet yönetiminde kalitenin artırılması ve geliştirilmesi için Toplam Kalite felsefesinin benimsenmesi ve uygulanması gereklidir. İdeal devletin bu son boyutunu Kaliteli Devlet olarak adlandırıyoruz. Daha iyi bir devlet için ilk yapılması gereken; devletin görev ve fonksiyonlarının çerçevesinin ve sınırlarının çizilmesidir. İkinci aşamada devletin, toplam kalite ilkelerini uygulama konusunda kararlı olması şarttır. Devlet yönetiminde, hem insan kalitesinin, hem de sistem kalitesinin birlikte ve eşanlı olarak gerçekleştirilmesi hedeflenmelidir.


51 Temmuz 2013

haberrevizyon.tv


Bakış

Kılıçdaroğlu’na Açık Mektup

K I L IÇ DA RO Ğ LU ’ NA Şahin MENGÜ

Sayın Kılıçdaroğlu, Genel Başkanı olduğunuz Cumhuriyet Halk Partisi, Atatürk’ün önderliğinde; Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyetleri’nin devamı olarak kurulmuştur. Ulusal Bağımsızlık Mücadelemizin birikimleri ve Atatürk devrimleri ile bu sürecin felsefi ve ahlaki değerlerinin özünü oluşturan Altı Ok ilkeleri Partimizin kuruluş felsefesini oluşturur. Bu felsefenin temeli; Büyük Önderinin “Bağımsızlık benim karakterimdir” sözleri ile ifadesini bulur. Cumhuriyet Halk Partisi’nin temel felsefesi “BAĞIMSIZLIKTIR” Bu nedenle Cumhuriyet Halk Partililer bu temel felsefeye uygun söylemlerde bulunmak zorundadırlar. Cumhuriyet Halk Partililer, adına ister Kürt Sorunu, ister Demokrasi Sorunu ve de ister Güneydoğu Sorunu densin, bu konuda, Kurultayından geçmiş programına uygun söylemlerde bulunmak zorundadırlar. Cumhuriyet Halk Partisi, 1989 yılından bu yana, bireysel kültürel haklara olan inancı, demokratik değerlere, eşitliğe ve hoşgörüye bağlılığı çerçevesinde, halkımıza, üniter devlet ve 52 haberrevizyon.com Ağustos 2013

ulus devlet inancı dikkate alınarak, kısıtlamaların kaldırılması ve çağdaş, kalıcı çözümler bulunması için politikalarını sunmuşken, bir üst düzey yönetici “Bölünme sürecini” destekler şekilde açıklamalar yapamaz. Bu sorunun çözümü hakkında 21 Aralık 2008 tarihinde toplanan 14. Olağanüstü Kurultay’da alınan kararlar, siz dahil tüm partilileri bağlar. Sizin söylemleriniz de, program ve tüzüğe uygun olmak şartıyla, partiyi bağlar. 4 Ocak 2013 tarihli Parti Meclisi toplantısında, iktidarın dikkat etmesi gereken dört noktayı “1-Samimi Olacaksınız, 2-Gizli Kişisel Ajandanız olmayacak, 3-Millete izah edemeyeceğiniz, açıklayamayacağınız angajmanlara girmeyeceksiniz, 4-Ana muhalefet partisine veya millete bilgi vereceksiniz” şeklinde açıklamıştınız. O tarihten bu yana, PKK ve onun siyasal uzantılarına hangi tavizlerin verildiği Büyük Türk Milletine bugüne kadar açıklanmadığına göre, bu konuda ki bilgiler, Ana Muhalefet Partisi Genel Başkanı olarak size mi verildi? Size verildi ise bunu Kurultaydan sonra ki en yetkili organ olan Parti Meclisi ile paylaştınız mı?. .


AÇIK

MEKTUP

Bu bilgilerin parti programına uygun olup olmadığını irdelediniz mi? “Açılım” denen süreç çıkmaza girmiştir. Devletin terör örgütü karşısında acz içine düşürülmesi halk arasında geniş rahatsızlık yaratmıştır. Adalet ve Kalkınma Partisi’ne yakın yazarlar bile artık gidişin tehlikelerine işaret etmektedirler. Sayın Kılıçdaroğlu, Parti Genel Başkan Yardımcısı Sezgin Tanrıkulu Diyarbakır İl Başkanlığında yaptığı basın toplantısında, eli silahlı terör örgütü mensuplarının tamamının ülkeyi terk etmesini beklemeden “ikinci” aşamanın hayata geçirilmesini istemiştir. Sayın Kılıçdaroğlu, Bu söylem Adalet ve Kalkınma Partisi’nin terör örgütü önündeki aczinden daha vahim bir durumdur. Siz 4 Mart 2013 tarihli Parti Meclisinde “AKP’nin ne dediği belli değil. Hangi soruna hangi çözümü önerdiği bilinmiyor. AKP’nin hangi çözümü önerdiği bile belli değilken, arkadaşlarımız sanki biz iktidardaymışız gibi davranıyor ve partimizi gereksiz şekilde tartışmaların içine sokuyor” dediniz. Devletin terör örgütüyle görüşemeyeceğini, doğru bir şekilde yine siz söylediniz. Parti Kurultayını toplamadan, sizin söylemleriniz ortadayken, çıkmaza girmiş “açılım” politikalarına destek verme yetkisini

bu şahıs nereden ve kimden almaktadır. Devletin güvenliği açısından yapması gereken karakolların yapımına karşı çıkmak parti programının neresinde vardır. Bu şahıs bazılarının söylemek isteyip de, söyleyemediklerini söylemekle mi görevlidir? Parti yetkili organlarının ve tabanının görüşlerini almadan, Partiyi bağlar şekilde böyle açıklamalar yapılması, Cumhuriyet Halk Partisi’nin temel felsefesine, parti programına ve tüzüğüne aykırıdır. Sayın Kılıçdaroğlu, Sizin ve çevrenizin, değişik yer ve zamanlarda yaptığınız, bir biriyle çelişen konuşmalarınız, akıl karışıklılığı ve halkta güvensizlik yaratmaktadır. Halka güven vermek, öncelikle, ülkenin, sosyal, siyasal, ekonomik ve kültürel sorunlarıyla ilgili, ne anlama geldiği belli olan tutarlı görüşler ortaya koymayı ve inandırıcı hedefler belirlemeyi gerektirir. Bu da halka ve parti tabanına güven veren, tutarlı ve ilerici kadrolarla olur. Cumhuriyet Halk Partisi, ancak o zaman, yeni bir güçle halkın partisi olmak konumuna yükselebilir. Cumhuriyet Halk Partisi, ancak o zaman, kurucusu Mustafa Kemal Atatürk’ten devraldığı Kuva-i Milliye ruhuna yeniden canlılık kazandırabilir.

53 Ağustos 2013

haberrevizyon.tv


Bakış

One of the Lerry the Birds says

One Of The Lerry the Birds Says Murat AKTÜRK Birşey yapmazsan, birşey yapmamış olursun...

Semitik dinlerde Bozkurtluk olur mu?

Gün doğdu, hep uyandık............keşke!

Terörist olduklarından ölen Kürtler maraba, sözümona Kürdistan’ı kurma hayalleri de onların ağalarında. Caniler yumağı pkk’nın anlayamadığı şey: kendi halkını katlederek kurtuluş savaşı yapamaz ve kukla da olsa bir devlet kuramazsınız. Kürt bebeklerinin, onların ana ve babalarının ölüm emirlerini kim verdi, hangi vampir? Aydınlığın önünde kalıcı olarak duramaz karanlık. Evler kentsel dönüştürülüyor, sokaklar, caddeler aynı, gene alt yapılar günlük çözümlerde... Günlük çözümler, ancak dünkü sorunları çözebilir, bugün ve yarının değil.

Devrimle doğacak güneş, özgürlükle nur dolacak dünyalarımız, aşkla içlerimiz ısınacak. Tarih boyunca bu topraklardaki halkın başına gelen en büyük bela, Araplaşmış, yoldan çıkmış, Emevi müslümanlığıdır. Sol düşünceyle servet düşmanlığını karıştıranların, hem sol düşünceye, hem de sınıflarına ihanetlerini gördüm. Yaşam, evrendeki bir meteor yağmuru altında yürümeye benziyor; kimimiz korkak bir sürüngen gibi, kimimiz de dik durarak ilerliyoruz geleceğe… Yok edilirken seyrediyoruz, bizim başımıza gelmez sanıyoruz. Vergilerimizle yapılan fabrikalar, otoyollar ve köprüler satıldı, peki biz zenginleştik mi, daha mı az vergi ödeyeceğiz??? Bir bakarsın yarın olmuş ve o yarınlar da göz açıp kapayana dek dün oluverirler. Ne söylerim, ne yazarım arkadaş; yaparım geçer gider... Et Güney Amerika’dan, arabalar Uzak Doğudan, her bi halt Çin’den gelir o mühim değil de, yoğurdumun Acıpayam’dan gelmesi globallik göstergesi... Muhalefet yapmak, 1500 metreyi, 100 metreci hızıyla koşmaktır. Nefesiniz ne kadar? Ulus ve din kavramları birbirine karışamaz, zeytinyağı ve su gibi.

Bu kentsel dönüşüm ne menemdir. Eğer dönüştürüldükten sonra kentlerde yaşayacaksak, şimdi nerelerde yaşıyoruz? Patriot, vatansever demek de, o vatanseverler neden NATO’dan gelir, NATO’dan gelenin bizim topraklarda işi ne? Bu patriotlar hangi vatanın severleri? Döner dolaşır Şamanizm’in asıl olduğuna gelirsiniz... Hep bir rüyadır geçmişimiz, geleceği kabusa çevirmeyin... Gariptir, yaşayacağız diye ölüyor öldürüyoruz; yaşayamıyoruz da, korku her yeri felç etmiş, bekliyoruz... Avrupa bize Osmanlı zamanında bile Türk diyordu, Müslüman kimliğinde olan tüm halka. Şimdi Türkiye Cumhuriyeti olduk, Türklüğümüz mü fazla geldi? Hugo Chavez, bundan böyle devrimler seni minnetle anacaklardır. Hugo Chavez, örgütlü halkın ve tüm dünya antiemperyalistleri seni unutmayacaktır, hatta emperyalistler de… Hugo Chavez, Amerika’ya Berring’i yürüyerek geçenlerin soyundandı, Avrupa’dan gemilerle gelen işgalci, talancı, katliamcı, dinci güruhtan değil Che gibi, Chavez de bizlerin yüreğindeki yerini alacak... Güney Amerikalı devrimcilerin yüreğinde Atatürk vardır, uslarında da Atamızla ilgili derinlemesine bilgiler.

54 haberrevizyon.com Ağustos 2013


Bari bu gün kadın öldürülmesin. Emek ve çalışmak insanın Tanrı tarafıdır. Sürecin acısını yaşıyoruz, veremi de gösteriyorlar, sıtmayı da... yakında ölmüş eşekler olacağız!!! Dünya tarihinde can düşmanıyla yapılan barışın kalıcı olduğunu gösteren bir örnek var mı? Bazıları oturup kafa patlatıyor herhalde: “nasıl ihanet edebilirim?” Bu romantizmle sağcı olacak halimiz yok ya!!! Kadınlar ne isterse, Tanrı da onu ister. Öyle dostlarım var ki; ben düşerken elimden tutup, koşarken çelme takan... 1915’de Çanakkale’de şehit düşen 200 binden fazla vatan evledının en büyük dramı, 1918’de onları katledenlerin boğazları serbestçe geçmesidir. Ne garip bir tarihin tekrarını yaşıyoruz; yıllardan bu yana verdiğimiz şehitlerin kanları kurumadan, katilleri serbest kalıp saygın olacak. 1915’den sonra 1918’in yaşanmasına baktığımızda gerçekten anlıyoruz; bu gün, bazılarının ecdadının gerçekten Osmanlı olduğunu... Çanakkale’de şehit düşerek yücelen kahramanlarımızın sadece yedisinin gerçek mezarının belli olduğunu biliyor muydunuz? Çanakkale’m, kutsalım, Kabe’m, aşkım, göz yaşım, yürek burukluğum, umudum, onurum, namusum...

Kadınlar ne isterse, Tanrı da onu ister. 1915’de 17 lise vardı yurt sathında. O yıl, pek mezun veremediler... Osmanlı,Çanakkale’de Mustafa Kemal’in kahramanlık ve dehasını öylesine saklamıştır ki; Atamızın Çanakkale’mizde yaptıkları ancak 1936 da ortaya çıktı. 1915’i bir kez yaşadık, ama 1918’i defalarca; ihaneti, cehaleti, teslimiyeti. Better late than never. “tabi ki de” Türkçe değildir, belki lümpence... “ şaka gibi “ de Türkçe değildir. Kelimelerin cinsiyetinin olmadığı güzel Türkçem... Fatih Sultan Mehmet İstanbul’u fethetti ve Osmanlı bitti... Özlerine döndüler, Bizans oldular... Çöküşü Osmanlının, Kanuni devrinde başlamıştır, ilk kapitülasyonların başlangıcı... Yaşamın en güzel sesidir Beethoven. Ekonomik bağımsızlık olmazsa ahlak çöker, devletlerde de, kişilerde de...

Sen farzını yapma, sünnet için koştur, hadi len takiyeci... Dinin peygamberi ölür ve din yozlaşma sürecine girer, önce peygamberin ailesini katletmeden başlayarak... Tanrım, ışığı eksik etme yaşantılarımızdan, görebilelim diye... Türklük üst kimliktir, ait olduğunuz ailenizle birlikte. Gerisi hep alt kimlikler... ve Tanrı dünyadan sıkıldı, onu yok etmek için de insanları yarattı... Evlilik kurumu, halis muhlis Siyonist icadı. Musa’ya kadar yoktu böyle birşey...hadi bakalım ahlak zabıtaları... Sosyalist oldun diye aslını inkar etme, çelişmez Türklükle sosyalizm. Faşizmi 12 Mart ve 12 Eylül askerlerinden öğrendiler, boynuz kulağı geçti. Beklemenin en tehlikeli yanı, beklentilerin sürekli artması... Bana silah doğrultanı af edecek kadar meczup değilim. Solcunun eskisi olmaz, solcu sürekli yeniler kendini. Hep kolayına kaçıyoruz, yaşamımızı cehenneme çeviriyoruz. Atatürk sizi bir dertten kurtardı; “Ne mutlu Türküm diyene” dedi. Anlamadınız siz onu, eşeleyip durun geçmişinizi... 55 Ağustos 2013

haberrevizyon.tv


Bakış

One of the Lerry the Birds says

Gezi Direnişi, zaten bir referandumdur, ilgili, bilgili ve kaygılı olanların katıldığı bir referandum. Kaybetmeyi göze alamayan, kazanamaz... Bundan böyle bizi, Irak’taki Türkmenlerden, Suriye’deki akrabalardan pkk mı koruyacak? Ey Türk Ulusu, eğer Atatürk’ümüzün yok edilmesine göz yumar, Türkiye Cumhuriyeti’nin ortadan kaldırılmasına sesiz kalır, ülkenin bölünmesini seyredersen ne şerefin var senin, ne de namusun. Sana bu topraklar da, Atatürk de haram. Hangi ulus, bir başka kültürün etkisi altında varlığını korudu ki? Araplaştıkça yok oluyoruz...

örfünün gereğinden... Ergenekon’un bir numaraları direnişte... Halk direnişte... Türk halkı direnişte... Ellisinden sonra çapulcu olup, sokak aralarında Tomalarla köşe kapmaca oynamak, üst üste atılan biber gazı yemek için biraz daha ağrı kesici gerek. “Şiddet kullananlara müsemma gösterilmeyecek” Yandı polisler...

Metroda, milleti ahlaklı olmaya çağıran kafaları, Allahlı olmaya çağırıyorum...

Şu İngilizler de çok gıcık, Karadeniz’e Black Sea diyorlar da, Akdeniz’e neden White Sea demiyorlar???

1980’den önce çoğunluk din şovu yapmazdı, oruçlar sessizce tutulur, namazlar sessizce kılınırdı. Bu günleri 12 Eylül faşizmine borçluyuz ve ABD’ye.

Kuran-ı Kerim’de dinsizler ve başka inançlara mensuplar için ceza yazan bir tek ayet yoktur. Tüm cezalar, Allah ile, Kuran ile aldatanlara...

Başı dumanlı Taksim.

Madımak’ta ateş değildi canları alan, canları yakan; karanlığın ziftiydi, kurumuydu, katranıydı...

Biber Gazının yan etkisi: alışkanlık ve kanıksama... 31 Mayıs Gezi Direnişinin rengi belli olmuştur: Ulu Atatürk tüm ülkenin yüreğinde yaşamaktadır. Uyuyan dev uyandı artık... Alkolü yasakladın, ayıldık. Ama ayran da içmedik, uyumadık. Gezi Direnişi, zaten bir referandumdur, ilgili, bilgili ve kaygılı olanların katıldığı bir referandum. Her yer Türk Bayrağı; kimi ödünün kopmasından, kimi de 56 haberrevizyon.com Ağustos 2013

Ne... Mursi, devletin tüm kurumlarını yobazlaştırmış, yalan ve talana sapmış, Allah ile aldatan bir diktatör mü olmuş?!!! Teknen batmıyorsa suyun derinliğinin ne önemi var. Teknen batıyorsa suyun derinliğinin ne önemi var. Sevgili Dostum Yaşar Nuri Öztürk Hocama acil şifalar diliyorum, iyileşin de biran önce, çay içelim. Merhaba…


55 Temmuz 2013

haberrevizyon.tv


SAĞLIK

Gençlerin Ünlüleri Taklit Etmesi

GENÇLERİN ÜNLÜLERİ Psikiyatrist Prof. Dr. Arif VERİMLİ

TAKLİT ETMESİ

Doğada varolan bir kural vardır ki; o da güçlü olma arzusu ve güçlü olma isteğidir. Güç sahibi olma canlılar tarihinde ve ayrıca insanlık tarihinde her zaman varolan bir bilinçaltı mekanizmadır. Güç sahibi olmak ise 3 şekilde mümkün olabilir. Ya çok zenginsinizdir, ya politika yaparak kitleleri peşinizde sürüklersiniz ya da şöhretli olarak sanat yaparak. (popüler kültür içinde bulunarak) Son yıllarda artan trend özellikle gençler arasında şöhret peşinde olmaktır. Şöhretli olmak, tanınmak, kitleleri ve medyayı peşinden koşturmak global dünyaya entegre olmaya çalışan ülkemiz gençleri arasında da çok büyük sıklıkla rastlanılan bir istektir. Ancak ülkemizde istek boyutunu da aşarak bir hırs ve tutku halini almaya başlamıştır. Son yıllarda medya tarafından sunulan tiyatro, ses ve müzik yarışmaları çok büyük ratingler almakta ve gençlere emeksiz, kolay yoldan şöhret ve ün sahibi olmayı vaat etmektedir. Halbuki halkın takdirini kazanmak, doğru dürüst ve dünya standartlarında sanat yapmak bir kalite, eğitim ve emek işidir. Uzun ve meşakkatli bir yol gerektirir. Oysaki rating uğruna insani değerlerin ezildiği emeksiz bir şekilde bütün Türkiye’nin konuştuğu manşetlerden ve televizyon programlarından inmeyen programlar peşpeşe hazırlanmıştır. Yılların sanat yapan bu uğurda pek çok emekler veren sanatçıları unutulmakta daha dün bir yarışmayla tanınan ve çok büyük kitleleri peşine takan yarışma sanatçıları oluşmaya başlamıştır.

Son yıllarda artan trend özellikle gençler arasında şöhret peşinde olmaktır 58 haberrevizyon.com Ağustos 2013


ŞÖHRET HEVESLERİ ve BUNLARIN KİŞİLİK GELİŞİMLERİNE OLUMSUZ ETKİLERİ

Yarışmalara katılan on binlerce kişiden sadece 10 - 20 şöhret çıkmaktadır Elbette ülkemizin koşulları herkese her istediği meslekte başarılı olmayı ve istihdam sağlamayı mümkün kılmamaktadır. Beklide gençlerimizin böyle programlarla kısa yoldan başarıyı seçmeleri kendi mantıklarınca doğrudur. Ama yinede ne olursa olsun özellikle yapımcı programların gençlerin şöhret heveslerinden sömürürcesine yararlandıkları açıktır. İnsani değerler ezilmekte yarışmaya katılan onbinlerce kişiden sadece 10-20 şöhret çıkmaktadır. Peki kalan onbinlerin ruh halini düşünen var mı? Bir de millet olarak çok çabuk seven çok çabuk da silebilen bir yapımız var. İşte bu kısa yoldan şöhret hevesi acı yüzünü burada ortaya çıkarmaktadır. Bir gün önce el üstünde tuttuğumuzu, sen bizim her şeyimizsin dediğimizi bir sonraki gün unutabiliriz. (Türk halkı bileğinin hakkıyla sanat yapan hiçbir sanatçıyı unutmamıştır.) İşte bu durumda o geçici şöhret öyle bir boyuta gelir ki genci depresyona, kimlik bunalımına, davranış bozukluklarına, alkol ve madde kullanımına, öfke, özgüven eksikliği ve panik bozukluğa, akut stres bozukluğuna, yetersiz kişilik gelişimine ve hatta intihara kadar gidebilen bir psikiyatrik bozukluklar silsilesi içerisine sokabilir. Peki bunun hesabını kim verecek? Yarışma programları o kadar akıllıca davranıyorlar ki; katılımcılara imzalattıkları sözleşmeler gencin hak aramasının da yolunu tıkıyor. 59 Ağustos 2013

haberrevizyon.tv


SAĞLIK

Frijidite

Haydar DÜMEN

r F Sözcük anlamı, kadında cinsel soğukluk demektir. İnsanın soyunun sürmesi için programlanmasına karşın, kadınlarda görülen bu cinsel soğukluğun, yani eylemin daha yolun başında engellenmesinin anlamı nedir? Yaşam bir amaca yönelik gelişirken, amacın kendini engellemesi, doğada öteki canlılarda görülmemektedir. Bu çelişkilerin, daha başka anlamları olması gerekir ve de vardır. Kadınların cinsel yapısı, oldukça yüklü oranda duygusallık üzerine oturur. Cinsellikte, ten ve fizik frekanslar psikolojik yapı ile birleştiğinde, insanlar bu birliktelikte doruklara çıkarlar. Bir başka gerçek daha vardır; birçok kadın cinselliğinden vazgeçecek kadar frijit, erkeğine karşı soğuk olurken, duygusal yönden erkeğinden başka bir kimseye bakamayacak kadar da ona sadıktır. Bu gibi çelişkileri, kadınlar kolay anlayamazlar ve bozukluğun nereden kaynaklandığını kavrayamadıklarından, içlerine de sindiremezler. Bu da onlarda kompleks yaratır.

d i ij

e t i

Her alanda olduğu gibi, özellikle cinsel doyumsuzluklarda ortaya çıkan sinirlilik, uyumsuzluk, uykusuzluk, baş ağrısı vb. şikayetlerin çoğunun altında, cinsel sorunlar yatar. Erkek için cinsel yetersizlik (iktidarsızlık) ne ise, frijidite de geniş anlamıyla kadın için aynı şeydir. Cinsel yetersizlik hakkında söylenenlerin çoğu kadına uygulandığında frijidite, cinsel yetersizlikten farklı değildir. Asıl olarak, belirli koşullar altında görülen bu durum, başka koşullar altında görülmezse, bu frijiditeye, fizyolojik bir neden aramaya kalkışmak saçmadır. Yine kadın, erkeklerle birleşmelerinde frijit olabilir de cinsel düşler görerek, hayaller kurarak ya da başka biçimlerde orgazm olabilir. Frijiditenin ne gibi özel durumlarda oluştuğunun saptanması, son derece nazik bir konudur ve büyük önem taşır. Bu nedenle frijit bir kadının durumu incelendiğinde, aşağıdaki soruların, o kadına ustalık ve kesinlikle sorulması gerekir:

Erkek i çi n iktidarsızlık ne ise, kadın için de frijidite aynı şeydir 1. Kadın orgazm olmakta mıdır? Ne gibi koşullar altında orgazm olmaktadır? 2. Kadın, mastürbasyon (kendi kendini tatmin) yaptığında orgazm olmakta mıdır? 3. Kadın, ne gibi koşullar altında cinsel yönden uyarılmaktadır (tahrik olmaktadır)? 4. Kocasından başka bir erkekle birleşmede bulunmuşsa, orgazm olmuş mudur? 60 haberrevizyon.com Ağustos 2013

5. Gündüzleri cinsel hayallere ya da hülyalara dalarak tahrik oluyor mu? Erotik kitaplar okuduğu, açık filmler seyrettiği zaman tahrik olmakta mıdır? 6. Başka koşullar altında cinsel yönden tahrik olup orgazm görmekte midir? 7. Cinsel yönden uyarıldığında ve cinsel birleşme sırasında normal tepkileri nelerdir?


“Soğuk” bir kadın, saydığımız 7 koşullardan herhangi biri altında tahrik oluyor ve orgazma erişiyorsa, o kadında orgazm olmak için gerekli bedensel yetenek var demektir. Ancak sorun sürüyorsa, uzmanından profesyonel yardım almanız gerekir.

61 Ağustos 2013

haberrevizyon.tv


ASTROLOJİ

astrolog

B

A Ş

A

K

A

S L

A

N

YENGEÇ

İ K İ Z L E R

B

O

Ğ

A

K O

Ç

EGEMEN TÖRELİ Güneş ışınları artık tatil zamanı ve sıkıntılardan kurtulma işlerde gevşemeyi müjdeliyor. Sevdiğine daha fazla zaman ayıracak hatta romantik saatler, yerler, yeni keşifler var uzun yıllardır yapamadıklarınız istedikleriniz kapınızda engellerden atlamış şekilde düzlüğe çıkmış olacaksınız. Para evinizde bolluk belirtileri 1 Ağustos Dolunayı neşeli sorunsuz bir birey yapacak sizleri enerjinizi güneşe yönelterek güç kazanacaksınız. İşlerinizde huysuz mükemmeliyetçi yaklaşımlar artık yerini rahata keyifli şekle bırakıyor. Nova günleri 8-15 Ağustos değişim farklı yaklaşımlar bunların güze sonuçları size ahenk katacak. Cesur özgüvenli adımlar sizinle bu ay Dolunay size para akışını hızlandıracak çoğaltacak etkiler metotlar bulmanı sağlayacak yeni fırsatları teklifleri değerlendirecek tarzınızın dışına çıkarak her alanda başarılı marifetli olabileceğinizi ispatlayacaksın. Zorunluluklar aile bağları artık gevşedi özgür, kendinizle olacağınız bu ay güneşten destekleyici enerjilerle dik çıkışlar yükselişler var. Nova günleri 11-19 Ağustos para konusunda yeni fırsatlar yeni iş alanları ortaya çıkması yeniliklere adım atmanız hayırlı sonuçlar doğuracak. Kimselere taviz vermeden bildiğiniz yolda yürüyecek tedirgin olsanız da sonuçlar size çok yakışacak. Çok önceleri yapılan yatırım iyilikler güzel şekilde sana geri dönüşlerde olacak. Dolunay sizi biraz sinirli atak aceleci yapsa da sevecenliğiniz neşeniz artacak dostlarınız yardımı aranan kişi olmanız geçmişle bağlantılı aşk meşk konuları gündeme gelecek. Eskilerle işim yok deseniz de yaşanmışlıklar güzel günler hatırına affedici olacak yeni sayfalar açmanız size fırsatları getirecek. Nova günleri 2-16 Ağustos para önemsiz olacak ama işlerde yükseliş hızlı adımlar çeşitli yönlerden destekleyici olacak para ağırlıklı aşkta farklılaşma günleri karşınıza çıkıyor. Mars ile bu ay olumlu açılar kurarak üretken planlı projeli bir ay geliyor size şanslı güzel bir üçgen içinde yeni yüksek mertebeden insanlarla tanışmalar çalışmalar size yükselmenizin anlamını ortaya koyacak. Mutluluk konusunda değişik noktalardan Jüpiter size ışık güzellik saçacak fırsatları getirecek. Nova günleri 17 -30 Ağustos zihnini açan korkunu yenen faydalı bağlantılar kurmanı sağlayan enerjilerle dolu günler olacak işlere yoğun kaptırmış gözüksen de aşk bir yandan beynini saracak birine karşı yakın hisler seni mutlu edecek . Cesaret ve yaratıcılığınız titizlikle birleşecek sizin değişim farklı imajlarda beyin yapısında olmanızı sağlayacaktır. Güneş sizin evinizde size güç enerji destek verecek sıkıntı üzüntü ortadan kalkacağı gibi kalplerdeki boşluğu da dolduracak. Dolunay sizi bu ay daha sosyal aktif hale getirecek ışıltınızda yüksek farklılıkla etkili enerjileri beraberinde getirecek. Aklınıza dilinize geleni söyleme cesareti ile dik çıkışlar yapmanızı sağlayan ortamlar yaratacak. Nova günleri 1-22 Ağustos cesur özgüven yüksek olacak bir o kadar içe kapalı şekilde kendinizi kısıtlayabileceksiniz teklifler işlerde bolluk parada akıcılık gelecek. Para konusunda adımlar geçmişten gelen atılımların sonuçları şeklinde karşınızda güzelliklerle çıkacak iyi değerlendirmelisiniz. Dolunay ayın ilk günlerinden itibaren yeni ortak girişim eski dost destekleri işlerde zirveye doğru güzel adımlar kalplerdeki kişi ile orta noktada buluşup geleceğe güze bakmak ve kararlar alma günlerini size sunuyor. Sıkıntı kalp ağrıları sızıları yerini uzun süreli beraberliklere bırakarak aşka yelken açacaksınız. 22-30 Ağustos NOVA günleri sadakat güven ön plana çıkacak eskilerden kurtulup sıyrılarak yeniliklerle kendinizi bulacaksınız. Yöneticiniz Merkür gezegeni size ayın 8’inden itibaren hoş etkiler farklı kararlar almanızı sağlar, atmosferiniz yıllardır takılı kaldığın insanları bile değiştirecek güçte olacaktır. Bunlar sana yeni bir imaj olarak farklılık yaratacaktır.

62 haberrevizyon.com Ağustos 2013


Güneş sadece içimizi değil; dünyamızı etrafımızla birlikte beynimizi aydınlatacak güzellikte geliyor

AĞUSTOS

B

A L

I

K

K

O

V

A

O

Ğ

L

A K

Y

A

Y

A

K

R

E

P

T E R A Z

İ

günleri gecelerine …. Bu ay gözünü Dolunay ile açacak şanslı günlere birden merhaba diyeceksiniz. Bu ay yaşam değiştiren bir deneyime heyecan veren bir maceraya atılmanızı sağlayacak güçlerlesiniz. Popüler ve havai durumlar sizi yollara değişik ortamlara sürükleyecek biraz asi isyankar düşünerek farklı şeylere sıcak bakacaksınız. Nova günleri 8-21 Ağustos akıllı davranışlar karşına çıkan hem iş hem aşk konusunda imkanlar sosyal hayata geri döndürecek eski üzüntüleri sıkıcı dönemi atlatmanı sağlayacaktır. Duygusallıktan göremediğiniz gerçekleri gözünüz açılarak farkına vararak görecek ona uygun adımlar atacaksınız.

Artık kalp boşlukları dolmaya, adaylar oluşmaya başlıyor ilk adaya, hemen incelemeden, ölçmeden yaklaşmayın beklemesini biliniz bu ay farklılaştıran güzellikler kapınızda alternatifler arasında boğulacaksınız. Dolunay iç dünyanızda isteksiz tavırlar yada ani hemen olsun diye atılımlar yapacaktır. Sakin davranarak siz kazanacak ve etrafınızı daha iyi göreceksiniz. Nova günleri 17 -30 meslek yaşantınızda patlama olacak yeniay cesaret ve risk alma eğilimi verecektir. İşinizde saygınlık kendinizi ticarete atma cesareti bulacaksınız. Etrafın fikir sözlerinden çok kendi düşünceniz niyetiniz ağır basacak. Dolunay yoğun hızlı bir ay işaret etmektedir Jüpiter’den desteğiniz mutlu bir üçgen yaratacak dostluklarla işler birleşecek ortaklık yeni iş alanlarına, şaka ile karışık adım atacaksınız. Para konusunda değişen fikirler sonunda güzel alanda değerlendirmeni sağlayacak. Maceralara sıcak bakacak size destekleyici enerjiler ayın 22 sinden itibaren güç verecektir. Nova günleri 8-18 Ağustos işlerinizde açılma yeni konulara imzalar adımlar var parayı artık farklı şekilde kazanma yönlendiremeye başlayacaksınız. Aşk ta huzur var ama onu üzmeden sorun yaratmadan kıymet bilerek olmalı. Dolunay sizi aradığınız konu, kişi ve işlerde destek olacak yeni sayfalar açmaya zorlayacaktır. Aklınız eski giden aşk ve diğer konularda olsa da artık piştiniz olgunlaştınız. Eskileri kafanızdan atma zamanı geldi. Yeni bir ben olarak güzel adımları farklı ortamlarda yaratacak aklınızla seri adımlar sürekli bağlantılarınızla güzellikleri üstünüze çekeceksiniz. Nova günleri 11-24 Ağustos girişimci bağışlayıcı şaşırtıcı adımlar Jüpiter destekli olacaktır. Arzu ettiğin şeyleri elde edecek bu size yaşamsal önem kazandıracaktır. Neşeli girişken tavırlar eski güzelliğini bulacak cesaretlenmiş olacaksınız. Farklı olduğunuzu ortaya koyacaksınız. Dolunay ayın ilk günü burcunuzda gerçekleşecek. Size fırsat ve farklı enerjiler yükleyecek olan Ağustos ayı yoğun düşünce beyin fırtınaları ile geçecek içinizde tutup söyleyemedikleriniz için ortamlar oluşacak fikirlerini değerlendireceğin günler sana ışıltı katacak. Enerji yoğunluğu devamlı dolunayın burcunuzda gerçekleşmesi şans güzellik fırsat üçgenini size sunmaktadır. Nova günleri 1 - 14 Ağustos özgüvendeki yükseklik adımlarda sağlamlık ve yeniliğe doğru çıkışlar yaptıracaktır. Pahalı yatırımlarda başarı sizinle olacak risk almanın keyfini, hazzını duyacaksınız. Aşk süregelen tekdüzeliği değiştirecek ya uzun beraberlik yada içinizden söküp kestirip atmayı getirecek. Dolunay sağlıkla ilgili rahatsızlıkları üstünüzden söküp atacak. Yeni bir ben, yenilenme güzelliğini size sağlayacak ayın 8’indeki yeni ay düşüncelerde tutuculuğu bir kenara bırakmanı farklı bakışı sana getirerek işlerinize kazancınıza da olumlu etki yapacaktır. Nova günleri 13 - 25 Ağustos gözünü açacak etrafındaki güzellikler kısmetlerin farkına varacaksınız yollar tatiller kısmetler fırsatları sana sunacak iyi değerlendiriniz. İçinizde kopan fırtına, arzu istekleri hapsettiğiniz sürece mutsuz olacak kendinize eziyet edeceksiniz. Davet edildiğin yerde kalabalıklarda yılların güzelliği aşkı fırsatı işleri karşında olacak sosyal olmanız faydanıza. 63 Ağustos 2013

haberrevizyon.tv


ADRESİNİZE GELSİN Tarafsızlık, bağımsızlık ve gerçeğin temel ilke olarak kabul edildiği, profesyonel yaklaşımıyla aylık olarak yayımlanan, ulusal ve uluslararası dağıtımı gerçekleştirilen Haber Revizyon Aylık Haber Dergisi, ulusal medyanın bir üyesidir. Haber Revizyon okurlarının önceliği tarafsız, çarpıcı ve gerçek haberleri aylık olarak okumak olacaktır. Haber Revizyon News Magazine, where objectivity, independence and reality are held as core principles is a member of the national media published monthly and delivered nationally and internationally with a professional approach. The privilege of Haber Revizyon readers will be reading objective, striking and real news reviewing the monthly agenda.

ABONELİK FORMU / SUBSCRIPTION FORM AD:

NAME:

SOYAD:

LAST NAME:

MESLEK: OCCUPATION:

Şahin MENGÜ

D. TARİHİ:

“Kürdistan’ın En Önemli Ayağı Türkiye’dir.”

Sunay AKIN

Aşkın semti neresi mi?

DATE of BIRTH:

Prof. Dr. Haydar DÜMEN

VAGİNİSMUS NEDİR? TEDAVİSİ VAR MIDIR?

ADRES: ADDRESS:

ŞUBAT 2013 SAYI: 5 www.haberrevizyon.com www.haberrevizyon.tv

POSTA KODU:

Freedom in your hands!

FRANSA MALİ’DE DİĞERLERİ NEREDE?

ZIP/ POSTAL CODE:

GELECEĞİNİZİ NASIL ALIRDINIZ?

İLÇE: REGION:

FİYAT:

10 KKTC:

www.haberrevizyon.com Başkan: Freedom in your hands! www.haberrevizyon.tv “SAVAŞ ÇIĞLIKLARI ATILDIKÇA ALTIN YÜKSELİR” OCAK 2013 SAYI: 4

İŞTE EŞİTLİK PLATFORMU

Kan, Toprak, İnsan OUR DUTY IS TO SERVE HUMANITY

CITY:

BUGÜN 33.GÜN

TELEFON:

HİÇ MÜLTECİ OLDUN MU?

TELEPHONE:

FAKS:

Have You Ever Been a Refugee?

FAX:

İstanbul Valiliği Basın ve Halkla İlişkiler Müdürü Nazır ŞENTÜRK Röportaj

The Unopened Door of the EU M. Metin YILGÖR

E-MAIL:

FİYAT:

10 KKTC:

11,5

Avrupa’ya En Yakın Mezarımız Sunay AKIN Sanatıma Dokunma! Sefa ZENGİN Cem Vakfı Firuzköy Şubesi Başkanı:

DEVLETİ YÖNETENLER VEBALDE GEZİYORLAR

Kadının Düzensiz Yeri

AB’nin Açılmayan Kapısı

Sevginde sebep arama!

KONTROLSÜZ ZAMANIN

E-MAIL:

İSRAİL’DE SEÇİM 2013

11,5

EQUALITY AT WORK ERCÜMENTPLATFORM YÜCELER GÖREVİMİZ KIRMIZI İPİNHİZMET GİZEMİ İNSANLIĞA

İL:

Rafael SADİ

Çağın Zorunluluğu İNOVASYON KONTROLSÜZ BEDENLERİ

T.C. KİMLİK NO: ID NUMBER:

( Abonelik onayı ile fatura kesim için gereklidir. ) ( Required for invoicing after subscription )

6 AYLIK ABONELİK

SUBSCRIPTION FOR 6 MONTHS

25

12 AYLIK ABONELİK 50

SUBSCRIPTION FOR 12 MONTHS

+ KDV VAT

LÜTFEN DERGİMİZİN AYLIK SAYISINDAN KAÇ KOPYA İSTEDİĞİNİZİ YAZINIZ.

ADET

KARGO BEDELSİZDİR

İMZA

PLEASE WRITE HOW MANY COPIES OF THE SAME ISSUE YOU WISH TO BUY.

+ KDV VAT

NO CHARGE FOR DELIVERY

ABONELİK BİLGİ FORMU TARAFIMIZA ULAŞTIKTAN SONRA MÜŞTERİ HİZMETLERİMİZ SİZİNLE İLETİŞİME GEÇECEKTİR. Haber Revizyon Customer Services will be contacting you after the submission of this form.

FORMU EKSİKSİZ DOLDURDUKTAN SONRA, AŞAĞIDAKİ ADRESE POSTALAYINIZ. PLEASE COMPLETE THE FORM ABOVE AND MAIL IT TO THE ADDRESS BELOW.

HÜRRİYET BULVARI ATS PLAZA NO:129 BEYLİKDÜZÜ - İSTANBUL

DİLERSENİZ www.haberrevizyon.com ADRESİNDEKİ ÜYELİK BİLGİ FORMUNU DOLDURABİLİRSİNİZ. YOU MAY ALSO COMPLETE THIS FORM ONLINE at www.haberrevizyon.com

www.haberrevizyon.com

www.haberrevizyon.tv

0212 875 5 880

COPIES

SIGNATURE




Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.