Haber Revizyon Dergisi Mart 2014

Page 1




KÜNYE İmtiyaz Sahibi ATS Grup Güvenlik ve Yenilenebilir Enerji Sist. Basım Yayın Reklam İnş. San. Tic. Ltd. Şti. Adına R. Aytekin TÜRKER Sorumlu Yazı İşleri Müdürü R. Aytekin TÜRKER Yayın Koordinatörü Murat AKTÜRK Proje Yönetmeni Halil PETEK

Grafik Tasarım ATS Graphic Design Studio Sanat Direktörü Dewart Digital Agency Adına Aytuğ ÇAKIR Halkla İlişkiler Merve PETEK

Reklam Yönetimi Sibel BALCI Gülbin SERTOĞLU

Hukuk Danışmanı Av. Zihni Levent DURAK Av. Mevlüt AYDIN Muhasebe ve Finans Sevilay BALCI Turan ALPTEKİ Ercan BİLGİN Fahri İstihbarat Operasyon Caner BERDİCİ

Danışma Kurulu Cahit ÜLKÜ Erol CANDABAKOĞLU Alaaddin SİNAN İsmail Ahmet ORHUN Mustafa KESKİN Prof. Dr. Arif VERİMLİ Şahin MENGÜ Lokman AYVA Dinçer YILDIZ Katkıda Bulunanlar Cahit ÜLKÜ Lokman AYVA Şahin MENGÜ Sunay AKIN Prof. Dr. Arif VERİMLİ Dr. Haydar DÜMEN İsmail Ahmet ORHUN M. Metin YILGÖR Rafael SADİ Onur BELGE Murat AKTÜRK Yüksel GÜLEÇ Can KAPYALI Prof. Dr. Vecdet ÖZ Dr. Yavuz DİZDAR Ahmet GÜNEŞTEKİN Egemen TÖRELİ

Fahri Bölge Haber Temsilcileri KKTC: Murat CEYLAN Güney Doğu Anadolu: İbrahim H. KARACA,Refik TÜRKER Ege: Ülkü AKTAŞ Karadeniz: Şükrü YAVUZ Avrupa: Reha ERUS İngilizce tercümelerimiz sözleşmeli yeminli tercüman tarafından yapılmaktadır. İletişim Çözümleri www.coordination.tv

Baskı Dünya ‘Globus’ Basımevi 100. Yıl Mah. Bağcılar - İSTANBUL Tel: 0212 440 28 78 Yayın Türü Ulusal, Süreli, Aylık Yönetim Yeri Hürriyet Bulvarı ATS Plaza No:129/2 Beylikdüzü / İstanbul İletişim 0212 875 5 880 – 0544 875 5 880 haber@haberrevizyon.com www.haberrevizyon.com

Sunay AKIN

Şahin MENGÜ

“Kürdistan’ın En Önemli Ayağı Türkiye’dir.”

Aşkın semti neresi mi? Prof. Dr. Haydar DÜMEN

Rafael SADİ

VAGİNİSMUS NEDİR? TEDAVİSİ VAR MIDIR?

ŞUBAT 2013 SAYI: 5 www.haberrevizyon.com www.haberrevizyon.tv

Freedom in your hands!

FRANSA MALİ’DE DİĞERLERİ NEREDE?

FİYAT:

İSRAİL’DE SEÇİM 2013

11,5

10 KKTC:

www.haberrevizyon.com Başkan: Freedom in your hands! www.haberrevizyon.tv “SAVAŞ ÇIĞLIKLARI ATILDIKÇA ALTIN YÜKSELİR” OCAK 2013 SAYI: 4

GELECEĞİNİZİ NASIL ALIRDINIZ?

İŞTE EŞİTLİK PLATFORMU

FİYAT:

NİSAN 2013 SAYI: 7 www.haberrevizyon.com www.haberrevizyon.tv

10 KKTC:

Onlarlaydı...

Proje Sizden Hibe Bizden

AB’ninKoray ÖZTÜRKLER Röportaj / Interview Açılmayan KapısıGüçlü Kadın Güçlü TÜRKİYE

Ayıp mı?sebep Günah mı? Sevginde arama! İhtiyaç mı?

The Unopened Door of the EU M. Metin YILGÖR

Rafael SADİ

Siyonizm ve Erdoğan

KONTROLSÜZ ZAMANIN

Dr. Haydar DÜMEN

Değişimi

tarihten gizlenen

mezarlik

DEVLETİ YÖNETENLER VEBALDE GEZİYORLAR

Röportaj

GENELEV

Cinsiyet

Cem Vakfı Firuzköy Şubesi Başkanı:

İstanbul Valiliği Basın ve Halkla İlişkiler Müdürü Nazır ŞENTÜRK

HİÇ MÜLTECİ OLDUN MU?

GÜCÜNÜN FARKINDA MISIN

?

GÖRÜŞ VE

YORUMLARINIZI

PAYLAŞIN

Haber Revizyon Dergisinde okuduklarınızla ilgili görüş ve yorumlarınızı gönderin.

11,5

Sanatıma Dokunma! Sefa ZENGİN

Kan, Toprak, İnsan OUR DUTY IS TO SERVE HUMANITY

Have You Ever Been a Refugee?

10 KKTC:

Avrupa’ya En Yakın Mezarımız Sunay AKIN

11,5

EQUALITY AT WORK ERCÜMENTPLATFORM YÜCELER İstanbul Valisi Bakan Fatma ŞAHİN GÖREVİMİZ Hüseyin Avni MUTLU KIRMIZI İPİNHİZMET GİZEMİ Lokman AYVA, Halit ERGENÇ İNSANLIĞA

BUGÜN 33.GÜN

FİYAT:

Kadının Düzensiz Yeri

Çağın Zorunluluğu İNOVASYON

KONTROLSÜZ BEDENLERİ Sunay AKIN Ege Vapuru’nun Salıncağı

Şahin MENGÜ

Demokrasinin Teminatı Özgür Basın

ARAŞTIRMANIZI DENEYİMİNİZİ PAYLAŞIN

Yaptığınız çalışmalarda elde ettiğiniz sonuçları veya deneyimlerinizi paylaşın.

HABERİNİZİ PAYLAŞIN Gönüllü habercimiz olup haberlerinizi gönderin, haberinizden herkesin haberi olsun.

haber@haberrevizyon.com

@Haberrevizyon /haber.revizyon Haber Revizyon Dergisi, Türkiye Cumhuriyeti yasalarına uygun olarak yayımlanmaktadır. Haber Revizyon Dergisi’nin tüm hakları R. Aytekin TÜRKER’e aittir. Dergide yayımlanan yazı, fotoğraf, harita, illüstrasyon ve konuların her hakkı saklıdır. Makalelerdeki görüş ve düşünceler yazarlarına aittir. Yazılı izin alınmadan, kaynak gösterilse dahi kullanılamaz.

BASIN HÜRDÜR, SANSÜR EDİLEMEZ.

ISSN 1304 - 8813


E ditör’den Değerli okuyucularım, Siz Kararınızı Verdiniz Mi? Hepimizin takibinde olduğu, bugüne kadar olmadığı şekilde ülkemize yakışmayan farklı bir dönem içerisindeyiz. Sosyal medya, partiler, yani siyasi hayat derken yaşamın içindeki gerçekliklerden uzaklaşır olduk kendimizi biraz toparlamalı devletimiz, milletimiz için yıkıcı değil, yapıcı ne yapabiliriz diyerek hareket etmeliyiz. Zarar verilmeye çalışılan bizim devletimiz ve bizim üzerinde yaşadığımız topraklardır. Suyundan kana kana içtiğimiz toprağından mucizeler yaratırcasına çıkan mahsuller aldığımız bu vatan hepimiz için elimizde olanların farkına varmak zorunda olduğumuzu gösteriyor. El birliği içinde sevgi, saygı ve en değerli olan sükunet içinde hareket etmeliyiz. Sokakta, soğukta, çöplerden ekmek toplamak zorunda kalmış insanları, yetim, sevgiye, ilgiye aç evlatlarımızı, şiddet içinde yok olan kadınlarımızı ve bu sebepten dağılan yuvaları, ölümleri, var etmeye çalıştığımız hayatımızı düşünmez olduk. Ülkemiz hiçbir şart altında kaosa gidemez. Biz Türkiye Cumhuriyeti evlatları olarak ahlaki değerlerimizi kaybetmeden korumakla yükümlüyüz. Bu ay yani 30 Mart 2014 günü elimizde seçme hakkımız var, bu hakkın ne olduğunu kaç kişi tam olarak biliyor? Kim öğretiyor seçme hakkının kendisine sağlayacaklarını? Sokaklarda bangır bangır bağıran seçim propagandaları mı? Trafiği kilitleyip vatandaşların on dakikalık yolunu üç saate çıkaran propagandalar mı? Yoksa partiler arası birbirlerini çirkin bir şekilde kötülemeleri mi? Hayır! Bence, bize kötülüğü tanımamış birisi gerekli önce halkı bilgilendirmeli, kamu spotları yayımlanmalı. Yapılan iyi ve kötü hizmetleri herkes bireysel değerlendirebiliyor. Bu değerlendirmeler ışığında seçme haklarını kullanıyorlar ama her konuda eğitim grafiğimizi yükseltmeli ve global dünyada bulunan önemli yerimizi değerli bir yer haline getirmeliyiz. Unutmayalım karar mercii biziz! Ne ekersek onu biçeriz! Atalarımızın bizi hangi devirde olursak olalım hiç yalnız bırakmayacak özlü sözleri kulaklarımızda, yaşadıkları da bizlere ders olacak. Özgür olduğunuz sandık başında başarılar dilerim.

R. Aytekin Türker




Ekonomi

Hedef 2023

Mehmet BÜYÜKEKŞİ Türkiye İhracatçılar Meclisi Başkanı 6 haberrevizyon.com Mart 2014


Türkiye İnovasyon Haftası 2014’ün geçtiğimiz yıldan daha kapsamlı ve yenilenerek düzenlenmesi konusunda çalışmalara şimdiden başladık. TİM olarak inovasyon konusundaki aktif misyonumuzu bu yıl Türkiye İnovasyon Ligi çalışmamızla taçlandıracağız. Türkiye’de ilk kez gerçekleştirilecek bu kapsamlı projenin, firmalarımızın inovasyon performanslarını ölçmede önemli bir gösterge olacağına ve firmaların inovasyon kapasite ve kabiliyetlerinin gelişimine ışık tutacağına inanıyoruz. Türk ihracatında Pazar çeşitliliğini artırmak ve Türk ürünlerinin dünyanın her noktasında tercih edilebilir olmasını sağlamak amacıyla ticari heyetlerimize 2014 yılında hız kesmeden devam edeceğiz. Bu yıl İhracatçı Birliklerimiz ve Meclisimiz için yönetim kurullarının yeniden şekilleneceği bir seçim yılı olacak. Şimdiden seçimli genel kurulların tüm ihracat ailesi için hayırlı olmasını temenni ediyorum. Bu yıl da, 58.000 ihracatçı firmayı ulusal ve uluslararası alanda temsil eden Türkiye İhracatçılar Meclisi olarak, yüksek katma değerli ihracat hedefi doğrultusunda ihracatın önündeki engelleri ortadan kaldıracak düzenlemeleri Bakanlıklarımız ve ilgili kuruluşlarla eşgüdüm içerisinde takip edecek ve ihracatçılarımızın ve ülke ekonomisinin bu düzenlemeler hususunda temsilcisi ve iletişim kanalı olmaya etkin bir şekilde devam edeceğiz.

“2023 Türkiye İhracat Stratejisi çalışmalarını arttırarak devam ettireceğiz”

Geçtiğimiz yıl başladığımız ve 2023 hedefi yolunda en önemli adımlardan biri olarak gördüğümüz Türkiye Markası çalışmamızda son aşamalara geldik. Bu yılın ilk çeyreğinde Türk ürünlerinin yurtdışında tanıtımında temsil edilecek yeni slogan ve logomuzu kamuoyuyla paylaşacağız. Bu kapsamda tıpkı inovasyon kavramının toplumda yerleşmesi için yaptığımız öncülük görevini markalaşma alanında da üstlenmek üzere bir dizi etkinlik gerçekleştireceğiz.

“Türkiye Markası çalışmamızda son aşamalara geldik” 500 milyar ihracat hedefine ulaşabilmek amacıyla başlattığımız 2023 Türkiye İhracat Stratejisi çalışmalarını arttırarak devam ettireceğiz. 2013 yılı içinde 26 sektörü kapsayan TİMAKADEMİ 2023 seminerlerine bu yıl Türkiye’nin 10 farklı ilinde devam edeceğiz. Her yıl düzenlenen Ar-Ge proje pazarları ve tasarım yarışmaları bu yıl da genç nüfusumuzun üretken potansiyelini açığa çıkarmaya devam edecek, akademi-sanayi işbirliğinin fitilini ateşleyerek Türkiye’yi rekabetçilik liginde üst sıralara taşıyacaktır. 7 Mart 2014

haberrevizyon.tv


Haber

Vizesiz AB

VİZESİZ

8 haberrevizyon.com Mart 2014

AB


B 9 Mart 2014

haberrevizyon.tv


Haber

Vizesiz AB

İmzalanan Türkiye-AB Vize Serbestisi Diyaloğu Mutabakat Metni ile Türkiye-AB Geri Kabul Anlaşması, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın tarif ettiği gibi Ankara-Brüksel ilişkilerinde bir “dönüm noktası mı” olacak yoksa sadece konjonktürel bir gelişmeyi mi temsil edecek? VİZESİZ SEYAHAT 3 YIL SONRA BAŞLAYACAK AB Türkiye Delegasyonu Müsteşarı Naucodie tarihi imzayı “Türkiye’nin sınırları AB’nin sınırları haline gelecek” diye açıklamıştı. Türkiye ile AB arasında imzalanan ‘Vize Muafiyet Süreci ve Geri Kabul Anlaşması’nın yol haritası şöyle: - Geri Kabul Anlaşmaları, bir ülkede yasadışı bulunan kişilerin anlaşma yapılmış veya en son transit geçiş yaptıkları ülkeye geri gönderilmesini düzenliyor. Yasadışı yolla AB ülkelerine giden veya bu ülkelerde bulunurken yasadışı duruma düşen (vize süresini geçiren) Türk vatandaşları geri kabul edilecek. Aynı uygulama Türkiye’deki yabancılar için de uygulanacak. - Anlaşma tüm AB ülkelerini kapsayacak.

Türkiye ve Avrupa Birliği, Avrupa’ya seyahat etmek isteyen Türk yurttaşlarının “kâbusu” haline gelen vize zorunluluğunu ortadan kaldıracak ve vizesiz seyahatin önünü açacak mutabakat protokolü imzalandı. Karşılığında Türkiye’ de, Avrupa ülkelerinin “karabasanı” olan yasadışı göçmenler konusunda bir adım atacak ve kendi toprakları üzerinden yasa dışı yollarla AB’ye giren göçmenleri geri kabul edecek. İmzalanan Türkiye-AB Vize Serbestisi Diyaloğu Mutabakat Metni ile Türkiye-AB Geri Kabul Anlaşması, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın tarif ettiği gibi Ankara-Brüksel ilişkilerinde bir “dönüm noktası mı” olacak yoksa sadece konjonktürel bir gelişmeyi mi temsil edecek? Anlaşmalar, başkentin tarihi Ankara Palas binasında kalabalık ve üst düzey bir katılımla imzalandı. Erdoğan’ın toplantıya katılıp konuşma yapması, sürece verdiği kişisel önemi gösterirken; kabinedeki hemen her bakanın da salonda olması hükümetin AB üyelik sürecine bağlılığını belirten sembolik bir gelişmeydi. AB Brüksel’i Avrupa Komisyonu’nun İçişlerinden Sorumlu Yetkilisi Cecilia Malström’ün temsil etti. 10 haberrevizyon.com Mart 2014

- Vize Muafiyeti Yol Haritası’nda AB, Türkiye’nin anlaşma koşulları yerine getirip getirmediğini izleyecek. Bu sürec, vize muafiyetinin tanınması bakımından büyük öneme sahip olacak.


- Yol Haritası, seyahat belgelerinin (pasaport vb.) güvenliği, göç, kamu düzeni ve güvenliği ile temel haklar gibi vize muafiyeti ve Geri Kabul Anlaşması’nın düzgün bir şekilde uygulanmasıyla ilgili kurallar ve yükümlülükleri içeriyor. - Atılan imzalar ardından sürecin başarıyla tamamlanması halinde Türk vatandaşları için vize muafiyeti gerçekleşecek. - Vize muafiyeti stratejisi, AB’nin Doğu’ya doğru genişleyen sınırlarını düzensiz göçe karşı koruyacak şekilde tasarlandı. Atılan adımlar neticesinde, o ülke vatandaşlarına önce vize kolaylığı, sonra da vize muafiyeti verilecek. ÜÇ AYA KADAR GİRİŞ SERBEST - Süreç başarıyla tamamlandığında sadece belli kategorideki Türk vatandaşlarının değil, tüm Türk vatandaşları AB ülkelerine üç aya kadar vizesiz seyahat

edebilecek. - Vize muafiyeti süreci Türk vatandaşlarının ortaklık hukuku çerçevesinde kazanmış olduğu haklardan bağımsız olacak ve bu haklara halel getirmeyecek. - Türkiye çeşitli ülkelerle yürürlüğe koyduğu vizesiz seyahat anlaşmasını AB’ye tam üye olana kadar muhafaza edecek. - Türk vatandaşlarının AB ülkelerine vize almadan gidebilmeleri Geri Kabul Anlaşması’nın yürürlüğe girmesinden en geç 3-3,5 yıl sonra başlayacak. - Vize muafiyeti gerçekleştiğinde Schengen Alanı’na dahil AB üyesi ülkelere vizesiz gidilebilecek. Schengen Alanı’na dahil olmayan Romanya, Bulgaristan, Hırvatistan ve Kıbrıs Rum Yönetimi’ne de vizesiz seyahat mümkün olacak. İngiltere ve İrlanda ise özel

durumlarından kendi vize politikalarını sürdürecek. - Geri Kabul Anlaşması, taraflar onayladıklarını bildirdikleri tarihi takip eden ikinci ayın 1. gününde yürürlüğe girecek. - Türkiye-AB Geri Kabul Anlaşması, AB ülkelerinde bulunan, ikamet eden, çalışan vatandaşlarımızı etkilemeyecek. - AB ülkelerine giren göçmenlerin Türkiye’ye iadeleri ancak bu kişilerin ülkemizden AB’ye girdiklerinin tarafımızca kabulu durumunda söz konusu olacak. - Anlaşma Türkiye’nin ‘misafir’ kabul ettiği Suriye vatandaşlarına etkilemeyecek. - Anlaşma çerçevesinde iade edilecek düzensiz göçmenlerin iade masrafları, gönderen ülke tarafından karşılanacak.

VİZE UYGULANMAYAN ÜLKELER Antigua -Barbuda, Arjantin, Arnavutluk, Bahamalar, Barbados, Belize, Bolivya, Bosna-Hersek, Brezilya, Belarus (Beyaz Rusya) Ekvador, El Salvador, Fas, Fiji, Filipinler, Guatemala, Güney Afrika Cumhuriyeti, Gürcistan, Haiti, Hırvatistan, Honduras, Hong Kong, İran, Jamaika, Japonya, Karadağ,

Kazakistan, Kırgızistan, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti, Kolombiya, Kore Cumhuriyeti (Güney Kore), Kosova, Kosta Rika,Karayip, Libya, Lübnan, Makau Özel İdare Bölgesi, Makedonya, Maldivler, Malezya, Mauritus, Moldova, Moğolistan, Nikaragua, Pakistan, Palau Cumhuriyeti, Para-

guay, Rusya, St. Vincent-Grenadines, Singapur, Solomon Adaları, Sri Lanka, Suriye, Svaziland, Şili, Tanzanya, Tayland, Trinidad-Tobago, Tunus, Tuvalu, Uruguay, Ürdün, Venezuela, Vatikan, Katar, Kamerun, Yemen, Yeni Zelanda, Ukrayna.

11 Mart 2014

haberrevizyon.tv


Röportaj / Interview

Prof. Dr. Arif Verimli - PEDOFİLİ

PEDOFİLİ PEDOPHILIA 12

haberrevizyon.com Mart 2014


Prof. Dr. Arif Verimli ile Haber Revizyon Dergisi İmtiyaz Sahibi R. Aytekin Türker “çocuklarımızı bekleyen büyük tehlike” PEDOFİLİ hakkında röportaj gerçekleştirdi.

R. Aytekin Türker who is publisher of Haber Revizyon Journal made an interview with Prof. Dr. Arif Verimli about PEDOPHILIA “a great danger waiting for our children”.

Haber Revizyon: Pedofili Nedir?

Haber Revizyon: What is pedophilia?

Prof. Dr. Arif Verimli: Pedofili psikiyatride cinsel saplantılar ya da cinsel yönelim bozuklukları içerisinde yer alan parafililerden bir tanesi ama belki de en kabul edilemezi, en zoru ve en ağırıdır. Çünkü pedofili ergenliğe ulaşmamış daha çok 3-11 yaş arası çocuklardan cinsel doyum sağlamak, onları izleyerek ya da fiilen birlikte olarak cinsel doyum sağlamaya dönük bir ağır durumdur.

Prof. Dr. Arif Verimli: Pedophilia is one of the paraphilias take place in erotomanias or in sexual orientation disorders, but the one which is the most unacceptable, the most difficult and the most severe in Psychiatry. Because pedophilia is a severe situation directed to receive sexual satisfaction from children who have not reached to puberty yet mostly between 3 -11 years old, and to receive sexual satisfaction by watching them or by having sexual intercourse actually.

Haber Revizyon: Pedofili yasal cezayı hafifletmeyen bir ruhsal hastalık dersek, tedavisi mümkün müdür? Prof. Dr. Arif Verimli: Ne mümkün diyebiliriz ne de mümkün değil. O kadar zor bir hastalıktır ki ruh sağlığı alanında çalışan profesyonellerin karşısına çıkmaması için dua edecekleri kadar ağır, zor ve karmaşık bir durumdur. Pedofili yasal anlamda kişinin cezasını asla hafifletecek tipte bir psikiyatrik bozukluk değildir. Genellikle pedofilik kişi asla tedavi arayışına girmez. Ancak eylem üzerinde yakalanmışsa psikiyatristle karşılaşır. Tedavi etmek son derece zor, karmaşık ve uzun bir süreçtir. Pek çok psikiyatrist tedaviyi reddedebilir.

Haber Revizyon: If we say that pedophilia is a mental illness which does not mitigate the legal punishment, is it a curable disease? Prof. Dr. Arif Verimli: Neither can we say that it is curable nor uncurable. It is a heavy, difficult and complex disease so that the professionals working in mental health will pray not to come across. Pedophilia is not a type of Psychiatric disorder which mitigates the legal punishment of the person. In general, the pedophilic person never seeks for treatment. But he encounters with psychiatrist, if arrested on the action. To treat is extremely difficult, complex and a long process. Many of psychiatrists may refuse the treatment. 13

Mart 2014

haberrevizyon.tv


Röportaj / Interview

Prof. Dr. Arif Verimli - PEDOFİLİ

“15 yaşındaki bir genç kıza karşı cinsel istek duyulması pedofili sınırları içerisinde yer almaz.”

Feeling prurience for a 15 yearsold young girl does not take place within the borders of pedophilia.

Haber Revizyon: Çocuktan kasıt hangi yaş grubudur? Örneğin 30 yaşındaki bir erkek 15 yaşındaki bir geç kıza karşı cinsel istek duyuyorsa buna “Pedofili” denir mi?

Haber Revizyon: Which age group means child? For example, if a 30-years-old male feels prurience to a 15-years-old young girl, is this named as “Pedophilia?”

Prof. Dr. Arif Verimli: 3-11 yaş grubu. Özellikle 6-8 yaş aralığı kurban olarak seçilir. Bu grubun ortak özelliği cinsel gelişim göstermemiş, savunmasız bir grup olmasıdır. 15 yaşındaki bir genç kıza karşı cinsel istek duyulması pedofili sınırları içerisinde yer almaz.

Prof. Dr. Arif Verimli: 3 -11 years-age group. Especially, 6-8 age range is selected as a victim. The common feature of this group is being a group that has not made sexual progress yet and is a vulnerable. Feeling prurience for a 15 years-old young girl does not take place within the borders of pedophilia.

Haber Revizyon: Kimlerin pedofilik olduğunu anlamak mümkün müdür? Bir kişinin kendi çocuğunun olması pedofilik olma ihtimalini ortadan kaldırır mı?

Haber Revizyon: It is possible to understand that who are pedophilic? Does the fact that a person has his own child eliminate the possibility of his being pedophilic?

Prof. Dr. Arif Verimli: Asla bir kişinin pedofili olduğunu anlayamazsınız. Her türlü sosyodemografik düzeyden kişi pedofili olabilir. Eğitim, yaş, ekonomik düzey ve meslek ayrımı yapmak mümkün değildir. Bir kişinin kendi çocuğu olması pedofili olma riskini azaltabilir. Ortadan kaldırabilir dememiz çok zor. Pedofili çok ağır bir dürtü denetim bozukluğu ve parafilidir.

Prof. Dr. Arif Verimli: Never can you understand that a person is pedophilic. A person with any socio-demographic level may be pedophilia. Making education, age, economic level and professional distinction is not possible. The fact that a person has his own child may decrease the risk of him to be pedophilia. Saying that it can be eliminated is very difficult. Pedophilia is a too heavy impetus control disorder a paraphilia.

14 haberrevizyon.com Mart 2014


Haber Revizyon: Hangi durumda akrabamızın ya da yakın çevremizden birinin pedofilik olduğundan şüphe etmeliyiz? Prof. Dr. Arif Verimli: Aslında akraba ya da yakın çevremizdeki kişiyi fiil işlerken yakalamadıkça pedofilik olduğunu anlayamayız. Genellikle çok gizli, sinsi ve belli etmeksizin eyleme geçeceği günü bekler. Tabi çocuk pornografisi içeren görüntüler izlediğine şahit olunmuşsa dikkat katsayımız artacaktır. Kız çocukları günümüzde yazık ki oldukça erken gelişiyorlar. Bir takım hormonal değişikliklerin de erken yaşlara inmesi yüzünden çok küçük yaşta kendilerini “Çocuk”olarak değil de “Kadın” olarak görüyorlar. Yeni ergenliğe girmiş genç kızımıza nasıl davranmalıyız ki yaşça oldukça büyük bir erkek kendisine yakınlık gösteriyorsa bu durumun “Aşk” değil bir “Pedofili” olacağını düşünsün? Ergenliğe girmiş bir genç kızın durumu pedofili değildir. Bir risk alma ve davranış bozukluğudur. Ergenliğe girdikten sonra yapılacaklar az. Siz çocuğunuza yaşam eğitimini 0-6 yaş arasında vermeliydiniz. Ergenlik zaten bir karşı gelme/karşı koyma dönemi. Siz ne yaparsanız yapın yönetmek zordur. Ailece psikiyatrik yardım almak gerekebilir.

Haber Revizyon: Pedofili hastaları genelde hangi yaş grubunu ve ne tür çocukları kendilerine kurban olarak belirler? Prof. Dr. Arif Verimli: Pedofili hastaları genellikle 4-10 yaş arasındaki çocukları kurban olarak seçerler. Çocuğun fiziksel özelliklerini ayırt etmezler, daha çok ailesinin titizlenmediği, çocuğun üzerinde her an anne ve babasının elinin olmadığı, anne ve babası dışında kişilerle küçük yaşta karşılaşan çocuklar, daha fazla risk altındadır.

Haber Revizyon: In which case we should have a suspicion that one of our relatives or one of the people from our close environment is a pedophilic? Prof. Dr. Arif Verimli: In fact, we can not understand that a person one of our relatives or from our close environment is pedophilic unless we catch him on the action. Usually, he waits for the day to act secretly, slyly and without outing. Of course, our attention coefficient will increase if it was observed that he watched images containing child pornography. Unfortunately girl children improve very early at the present time. They consider themselves, at very young age, that they are “Women” but not “Child” because of also certain hormonal changes came down to early ages. That is, how should we behave to our young girl who has newly reached to puberty in order her to think that it will be a “Pedophilia” but not “Love” when an older man behaves warmly to her? The situation of a girl who has reached to puberty is not pedophilia. It is a risk-taking and behavior disorder. Things to be done after reaching to puberty are less. You had to give life education to your child between 0-6 years age. Puberty is already a period of resistance/opposition. Managing is difficult whatever you do. Receiving of Psychiatric help may be required.

Haber Revizyon: In general, pedophilia patients determine which age group and what kind of children as sacrifice to themselves? Prof. Dr. Arif Verimli: Pedophilia patients usually choose 4 10 age group children as sacrifice. They don’t discriminate the physical characteristics of the child; the children on which the families does not become cross, and mother and father do not protect every time, and meet with people other than the father in the little age are mostly under more risk. 15 Mart 2014

haberrevizyon.tv


Röportaj / Interview

Prof. Dr. Arif Verimli - PEDOFİLİ

“Çocuğa hayır demeyi öğretmek en temel bilgidir.”

“to teach the child saying “not” are most basic information.”

Haber Revizyon: 0-3 yaş grubu çocuklarda, çocuğun bir cinsel istismara uğrayıp uğramadığını nasıl anlarız? Nasıl korumalıyız?

Haber Revizyon: How do we understand whether 0-3 age group children are suffered from sexual abuse or not? How should we protect?

Prof. Dr. Arif Verimli: Davranışlara bakarak anlamamız çok zor. Tabiî ki yaşadığı travma kendini davranışsal olarak belli edecek. Bebek hırçın, hareketli, sürekli ağlayan ya da tam tersi çok sessizleşen bir ruh haline büründüyse dikkat etmek gerekebilir. Ama gerçek sebep fiziksel muayene ve yapılacak testlerle ortaya çıkacaktır.

Prof. Dr. Arif Verimli: It is very difficult to understand by looking at behavior. Of course, the trauma lived by her will behaviorally show itself. Paying attention may be required if the baby is in psychological state of combative, restless, continuously crying or vice versa very silent. But, the real reason will appear with physical examination and the tests to be carried out.

Haber Revizyon: 3-6 yaş arasındaki bir çocuğa “Bu işte bir terslik var. Anneme-Babama anlatmalıyım” eğitimi nasıl verilir? Prof. Dr. Arif Verimli: Çocuğunuz doğduğu günden bu yana ona büyük bir sevgi vermişseniz, ona (dolaylı yoldan değil doğrudan) yabancılar ve yabancılardan gelecek risklere karşı konuşmak, çocuktur anlamaz dememek, asla izin vermedikçe çocuğun bedenine dokunmamak, yabancılara sevgi kastıyla bile olsa dokundurmamak, çocuğa hayır demeyi öğretmek en temel bilgidir. 16 haberrevizyon.com Mart 2014

Haber Revizyon: How the education of “There is an adverseness. I must tell to my Mother and Father.” is given to a child between 3-6 ages? Prof. Dr. Arif Verimli: If you show her a great love since her birth date, to speak to her about foreigners and risks (directly, not indirectly) from foreigners; and no saying of “she is child, and does not understand”; and never touching to body of the child except her permission; and not let her to touch to foreigners even if it aims love; and to teach the child saying “not” are most basic information.


Haber Revizyon: Araştırmalarımız sırasında “Çocuğunuz izin vermiyorsa onu zorla öpüp sevmeye çalışmayın. Zorlanmanın doğal olmadığını öğrenmesi lazım.” şeklinde bir yazı gördük. Buna katılır mısınız?

Haber Revizyon: During our researches, we have seen a writing such as “If your child does not allow, don’t kiss and to love her compulsorily. She should learn that compulsion is not natural.” Do you agree with this?

Prof. Dr. Arif Verimli: Buna kesinlikle katılırım. Siz dahil hiçkimse, bir birey olan çocuğa zorla, sıkıştırarak sevgi veremezsiniz.

Prof. Dr. Arif Verimli: I absolutely agree with this. No body including you can give love to child who is an individual by forcibling and pinching.

Haber Revizyon: 6-12 yaş arasındaki çocuklara karşı çok daha özenli davranmak gerekiyor. Çünkü onlar çok fazla sorguluyor. Ama aynı zamanda çok masumlar hala. Cinsel istismar tehlikesi onlara nasıl anlatılır?

Haber Revizyon: Children between 6-12 ages should be behaved much more attentive. Because they interrogate too much. But, at the same time, they are still so innocent. How the risk of sexual abuse is told to them?

Prof. Dr. Arif Verimli: Anlatsanız da anlamaları çok zor. Anlatma yolu yöntemi de yok aslında böyle şeylerin. Çocuğunu seven çocuğunu gözetler, korur, elini üzerinden çekmez. Bir de çocuk gelişim basamakları anne ve baba tarafından yeterince öğrenilmeli. 6-12 yaş arası latens yani basık dönem. Bu dönemde çocuğu anlamak, anne baba dışında, okuldaki öğretmen ve yöneticilere de düşüyor. Kolleberasyon kurulmalı.

Prof. Dr. Arif Verimli: It is very difficult to understand for them, even if you tell. In fact there is no way and method of telling this kind of things. One, who loves his child watches, protects her; and does not take his/her hand off her. Moreover, child development steps should be learned by mother and father adequately. Between 6-12 years age is latency that is depressed period. To understand the child within this period is a task for also the teacher and administrators in school in addition to mother and father. Collaboration should be established.

Haber Revizyon: Çocuğu tehdit ederek tacizde bulunulduğunda çocuk genellikle korkuyor ve inanıyor. Bu yüzden de ailesine anlatmıyor. Böyle bir duruma karşı nasıl önlem almalıyız? Prof. Dr. Arif Verimli: Zaten çocuğunuzu dünyaya getirdiğinizde onun sağlığı, bakımı ve dış dünyadan gelecek tehlikeleri de bertaraf etmeye hazırsanız anne baba olursunuz. Ay ne şirindi, efendim ne tatlıydı… Bunlar bir yere kadar. Doğduğu andan itibaren çocuğunuza karşı gelecek tehlikeleri bertaraf etmeye hazır olmalısınız. Böyle bir durumda korkup anlatmasa bile davranışlarıyla belli edecektir. Ama siz daha önce çocuğun anlattıklarını ciddiye almayan, eleştiren ya da alaya alan ebeveynlerseniz zaten başına geleni size asla anlatamayacaktır.

Haber Revizyon: Children afraid of and believes when abused by threatening. For that reason, she does not tell to her family. How should we take precaution against such a case? Prof. Dr. Arif Verimli: You become mother and father if you are ready to protect her health, to provide her care and to remove the dangers coming from outer World. As sweet as honey... etc. These are up to a certain extent. You have to be ready to eliminate the dangers to come to your child from the time your child was born. In such a case, even if she afraid of and does not tell, she will proclaim with her behaves. But she will not tell you what she incident to, if you are parents who do not take serious, and make critize or ridicule what your child told you.

17 Mart 2014

haberrevizyon.tv


Röportaj / Interview

18 haberrevizyon.com Mart 2014

Prof. Dr. Arif Verimli - PEDOFİLİ


Haber Revizyon: Diyelim ki tüm eğitim ve öğretimlerimize rağmen çocuğumuz tacize ya da en kötüsü tecavüze uğradı. Çocuktaki ne gibi değişimlerle bundan şüphelenebiliriz? Prof. Dr. Arif Verimli: Depresif ve hırçın bir tablo göstermesi muhtemeldir. Depresiftir, iştahı kesilir, uyku düzeni bozulur, gece kalkmayan çocuk bir anda uyanıp ağlamaya başlar, gece alt ıslatması olabilir, etrafa saldırır, kırıcıdır, agresiftir. Haber Revizyon: Çocuğun uğradığı cinsel istismarın psikolojik etkilerini atlatmasını nasıl sağlarız? Prof. Dr. Arif Verimli: Bu işi bir psikiyatriste bırakmakta fayda var.

Haber Revizyon: Let’s say that, despite all of our educations and trainings, our child was abused or rape the worst. How we can suspect about this on which kind of changes of the child? Prof. Dr. Arif Verimli: It is possible that the child displays a table of depressive and combative. She is depressive, she losses the appetite, regular sleep pattern becomes disorder, the child who does not get up in night suddenly wakes up and starts to cry, she may wet her clothes/bed in night, she attacks to around, she is offending and aggressive. Haber Revizyon: How can we obtain the child overcomes psychological effects of the sexual abuse the child suffered.

Çünkü çocuğunun başına böyle bir saldırı gelen anne ve babadan soğukkanlılık beklenemez. Anne baba da büyük bir öfke ve acı içerisinde olacaktır.

Prof. Dr. Arif Verimli: It is useful to leave this matter to a psychiatrist. Because of no calmness can be expected from mother and father whose child was suffered by such an attack. Mother and father will also be in a greater anger and is in a great anger and pain.

Haber Revizyon: Cinsel istismar uygulayan kişinin yakınlarımızdan biri olduğunu anladığımızda nasıl bir davranış sergilemeliyiz?

Haber Revizyon: How should we exhibit a behave when we understood that the person who suffered from sexual abuse is one of our close relatives?

Prof. Dr. Arif Verimli: Birinci derece yakını dahi olsa asla göz yummadan derhal kolluk kuvvetlerine teslim edilmelidir.

Prof. Dr. Arif Verimli: He should immediately be delivered to law-enforcement officers without any passing over even if he is next-of-kin.

Haber Revizyon: Çocuklarımızı taciz ve istismardan korumak adına biz ebeveynlere ne gibi önerileriniz olabilir?

Haber Revizyon: What kind of recommendations do you have for us, parents, in order us to protect our children from abuse?

Prof. Dr. Arif Verimli: Çocuklarınıza dokunun, sarılın, onları öpün ve sevginizi fiziksel olarak gösterin. Sevgiyi ve sevgi olmayanı ayırt edebilsin. Çok zaman onların yanında faydanız olmadan oturacağınıza, faydalı birkaç saat geçirin. Sorunlarını önemseyin, mantıksız da olsa fikirlerini küçümsemeyin. Evle ilgili bir değişiklik yapacaksanız onun da fikrini alın, sohbet edin, derslerine yardımcı olun. İyi davranışa ödül, kötü davranışa eğitim verin. Öfkenizi bile yumuşak sözlerle anlatın, çocuklarınızın yanında tartışmayın, başkalarının dedikodusunu yapmayın, onu başkalarıyla kıyaslamayın. Öğretmek istediğinizi lafla değil, davranışla gösterin. Zorlamayın, sıkmayın, boğmayın. Onun kişiliğini zorla değiştirmeye çalışmayın, sabırla ve emekle onu kazanabilirsiniz. Endişeli, aşırı korumacı ve kaygılı davranmayın. Ona sorumluluklar da verin. Arkadaşlarını tanıyın, arkadaşlarının aileleriyle tanışın. Sanat ve spor faaliyetlerinden uzak tutmayın. Siz bir modelsiniz önce kendi eksiklerinizi eleştirin. Hayatta her şeyin maddiyat olmadığını öğretin ve hatta ezberletin. Kitle iletişim araçlarını beraber kullanın.

Prof. Dr. Arif Verimli: Touch to your children, hug and kiss them, and show your love physically. Let she distinguish the difference between the love and not love. Spend useful a few hours with them in place of you will sit near them uselessly. Pay attention to their questions; and do not underestimate her ideas even if they are irrational. If you are going to do a change in relation to the house, take her idea, talk to her, help for her lessons. Reward for good behavior, train for ban behavior. Tell with gentle words even also your anger, don’t discuss near your children, do not gossip of others; and do not compare her with others. Show with behavior what you want to teach but not with words. Do not use force, do not bore and strangulate. Do not attempt to change her personality; you can gain her with patience and effort. Do not behave in anxious, extreme protectionist and worried. Give her also responsibilities. Familiarize with her friends and with families of her friends. Do not keep her far from art and sport activities. You are a model; first of all criticize your own deficient. Teach moreover memorize her that everything in live is not materiality. Use mass communication tools together with her. 19

Mart 2014

haberrevizyon.tv


Tarih

Alâeddin Keykubad Dönemi Sonrası ve Kösedağ Savaşı

Cahit ÜLKÜ haber@haberrevizyon.com

ALÂEDDİN KEYKUBAD DÖNEMİ SONRASI VE KÖSEDAĞ SAVAŞI 1223 yılında, Kayı Boyundan olan ve Kastamonu civarında uç beylerbeyliği görevini yürüten Hüsameddin Çoban’ın, sultanın emriyle Sinop’ta donanma inşa ederek Kırım’ın en önemli ihraç limanı olan Sudak’ı işgal edip orada üs kurması, Alâeddin Keykubad döneminin dikkate değer olayıdır. Dikkate değerdir, çünkü bu olay, Anadolu Selçuklu Devleti’nin ticarî alanda uluslararası politikalar yürütebilecek düzeye geldiğini göstermektedir. Sudak Limanının, Selçuklu için çok önemli olan kürk ve bal ticaretinin kilit noktası olduğunu ve bu mallarla gerek Avrupa, gerekse Mısır ticaretinden çok yüksek tutarda gelir sağlandığını anımsarsak, söz konusu müdahalenin günümüzde petrol bölgelerine yapılan müdahaleleri andırdığını görebiliriz. Çünkü bal ve kürk de o dönemin petrolüydü. Sık yapılan askerî seferlerin yüksek tutardaki maliyetleri, imar faaliyetlerinin azımsanmayacak giderleri, bir süre sonra vergilerin arttırılmasına neden olacak; bu da, istendiği kadar parlak dönemde yaşansın, halkta hoşnutsuzluk yaratacaktır.

I. Alâeddin Keykubad dönemi, Anadolu Selçuklu Devleti’nin en parlak ve ihtişamlı dönemi olarak gösterilir. Bu dönemde sınırlar doğuya doğru genişletilirken, öte yanda yoğun imar hareketleri sürdürülüyordu. Haçlıların Anadolu’yu çiğnemesinin üzerinden 130 yıla yakın zaman geçmiş ve o kâbusun neredeyse bütün izleri silinmişti. İznik imparatorluğu ile ilişkiler ise barış içinde sürüyordu. 20 haberrevizyon.com Mart 2014

İç ekonomide belirtileri görülmeye başlayan bozulmaya karşın Alâeddin Keykubad’ın saygınlığı içte ve dışta doruk noktasındaydı ve buna ek olarak bu sultan Selçuklu ülkesine karşı art niyetler besleyenlerde korku da yaratıyordu. Nitekim Selçuklu ülkesindeki zenginliği duydukça iştahı kabaran, aynı zamanda cihan hâkimiyeti peşinde koşan İlhanlı-Moğol Hakanı, onun zamanında Anadolu’ya saldırmaya cesaret edememiş, Sivas taraflarında yapılan bazı çapullara karşın Moğolların gücünü iyi bilen Keykubad da bunları sorun etmeyerek durumu bazı anlaşmalarla idare etme politikasını yürütmüştür.


Öte yandan, Alâeddin Keykubad’dan çekinerek sakin duran Moğollar, yeni yönetimin çapsızlığını görünce saldırılarını sıklaştırmış, bu karanlık tablo karşısında halkın umutları tükenmeye başlamıştı. Keyhüsrev giderek güçlenen Saadeddin Köpek’in tahtına göz dikmesinden korkarak bu vezirini öldürtünce devlet büsbütün sahipsiz kalmış ve içki meclislerinden yönetilir hâle düşmüştü. Umudun tükendiği yerde inancın egemenliği başlayacağından, insanlar art arda türeyen tarikatları sığınak olarak görüyorlardı. Bu tarikatların başında, Baba İlyas’ın önderlik ettiği, Baba İshak’ın da onun yanında yer aldığı Babailik tarikatı yer alıyordu. Özü İslâm dinine ve şeriata aykırı olan bu akım sonradan “Alevilik” adını alacak ve Hacı Bektaş’ın düşünsel yapısını şekillendirecektir. Ayrıca, ilerde Osman Bey’in kayınbabası olacak Ede-Balı da Baba İlyas’ın müridiydi. 1239 yılında Baba İlyas, devlete isyan bayrağını açtı. Amacı, kimi araştırıcılara göre Alevi Devleti kurmaktı ve yardıma çağırdığı Hacı Bektaş, devletin dininin olamayacağını savunarak ve “Yetmiş iki milleti bir görmeyen halka müderris olsa da hakikate asidir,” diyerek bu isyana katılmadı; ama onun kardeşi Mintaş, isyancıların safında yer aldı. Anadolu’yu baştanbaşa yangın yerine dönüştüren bu isyan devleti sarsmış, bir dizi savaşlardan sonra 1240 yılında zorlukla bastırılmıştı. İsyan sonunda önce Baba İlyas asılarak idam edilmiş, Hacı Bektaş’ın kardeşi Mintaş savaş meydanında can vermiş, bayrağı ondan devralarak ayaklanmayı sürdüren Baba İshak da daha sonra yakalanarak öldürülmüştür. Ama Moğol tehlikesi, gün geçtikçe görünür hâl alıyordu. Bu tehlikenin kapıyı gümbürdeterek çaldığı günlerde, doğuda çıkabilecek savaşlar sırasında batıdaki olası Bizans saldırılarına karşı önlem almak amacıyla en yetenekli beyler batı sınırlarında görevlendirilmeye başlandı. Doğudaki savaşçı beylerin batı sınırlarına gönderilmesinin bir başka nedeni de, bu beylerin Moğol tecavüzlerine sert tepki göstermeleri nedeniyle bu güçlü hakanlık ile topyekûn savaşa yol açmaları olasılığı idi. Alâeddin Keykubad, 1237 yılında elçilere verdiği ziyafet sırasında zehirlenerek öldü. Çoğu kaynaklar, onun oğullarından Kılıç Aslan’ı veliaht yapmasını hazmedemeyen 15-16 yaşındaki diğer oğlu II. Gıyaseddin Keyhüsrev tarafından zehirlenerek öldürüldüğünü ve bu oğlunun tahtı böylece elde ettiğini söylerler. Şehzadenin Kalonoros hâkimi Kirfard’ın kızı olan Mah-Peri adındaki annesinin de bu entrikalara karıştığını düşünebiliriz. Bu kadının, kocası olan Alâeddin Keykubad’ın ölümüne dek Hıristiyan kaldığını da not edelim. Bütün kaynakların ortak söylemine göre eğlenceye, içkiye ve kadına aşırı derecede düşkün olan bu zayıf karakterli yeni sultan zamanında devlet hızla erozyona uğramıştır. O, eğlence ve sefahat içinde vakit tüketirken sultanın atabeklerinden Saadeddin Köpek, devletin en kıymetli ve nüfuzlu kişilerini ya öldürterek ya da oyuncağı hâline getirdiği sultana azlettirerek Selçuklu Türkiye’sinin tek hâkimi olmuştu. Bu çalkantılar arasında ülke ekonomisi büsbütün bozuldu. Halk, ağırlaşan vergiler altında bunalıyor, sarayda olup bitenleri üzüntü ve nefret içinde seyrediyordu. 21 Mart 2014

haberrevizyon.tv


Tarih

Alâeddin Keykubad Dönemi Sonrası ve Kösedağ Savaşı Selçuklu tarafında ise, toplanan saltanat meclisinde genel seferberliğin ilân edilmesine, komşu Müslüman ve Hıristiyan hükümdarlarından yardım istenmesine ve Moğollar üzerine yürünmesine karar verildi. Hükümet, kesenin ağzını açmıştı. Örneğin Eyyubilere gönderilen elçi, yapacakları yardım karşılığında onlara verilmek üzere yanında 10.000 dinar altın ve 100.000 dirhem gümüşe ek olarak, Ahlat’ın mülkiyetini vereceklerine dair belgeyi de götürüyor; ayrıca oralardan asker toplanabilmesi için milyonlarca dirhem para taşıyordu. Bütün bu çabalardan sonra, 50.000 ile 80.000 arasında asker mevcutlu bir ordu toplandı ve bu ordu, başlarında sultan olduğu hâlde Moğolları karşılamak için Sivas’a doğru yola çıktı. Sultan, hem savaşın yeri hem de zamanı konusunda, geride kalan az sayıdaki deneyimli devlet adamlarının öneri ve ikazlarına uymayarak, genç eğlence arkadaşlarının dediklerine kulak veriyordu. Nitekim Kösedağ’a gelindiğinde, aklı başında devlet adamlarının dağların sırtlarını tutarak düşmanı bekleme önerilerine karşın, heyecanlı gençler ovaya inip düşmana saldırmayı önerdiler. Sultan, Selçuklu ordusunun sayı bakımından düşmanın iki katı olmasına da güvenerek gençlerin önerisini kabul etti ve 20.000 kişilik öncü kuvveti ovaya gönderildi.

Moğollar kentte taş üzerinde taş bırakmadılar, sanatkârlardan, genç kız ve çocuklardan başka herkesi katlettiler. Sonraları “Celâli İsyanları” adını alan, on altıncı yüzyıl sonrasının yönetimlerince haramilik şeklinde gösterilse de aslında Anadolu’yu Osmanlıların işgali altında görüp bağımsızlık peşinde koşan halk kitlelerinin kalkışması olan bu hareket, asırlar boyunca devam etmiştir. “Alevi isyanı” olarak da gösterilmeye çalışılan bu başkaldırılar, gerçekte inançsal temele dayanmıyordu ve isyancıların içinde çok sayıda Sünnî Türk de vardı. Yani bu isyanlar, on beşinci yüzyılın sonlarından itibaren bir anlamda devşirmelerle kendilerini Anadolu’nun gerçek sahibi sayan Türkler arasındaki kavga hâlini alacaktı. Türkiye’nin kudret ve satvetini sarsan bu isyanlardan bir süre sonra, 1242 yılında Moğol saldırıları şiddetlendi. Bu senenin kışı başlarken Moğollar Erzurum’u kuşatma altına aldılar. Kaledekiler kahramanca direndilerse de sultandan yardımın gelmeyişi ve karşılarında orantısız gücün bulunuşu, savunmacıların morallerini bozuyordu. Buna rağmen direnişi bekli de uzun zaman sürdüreceklerdi, ne var ki içlerinden çıkan hainlerin marifetleri sonucunda kent Moğolların eline geçti. Moğollar kentte taş üzerinde taş bırakmadılar, sanatkârlardan, genç kız ve çocuklardan başka herkesi katlettiler. Erzurum’un karşılaştığı bu felâket, zaten uzun zamandır hissedilen Moğol korkusunu iyice görünür hâle getirdi. Moğollar, hem kış bastıracağından hem de Erzurum’da olanların uyandıracağı tepkileri gözlemlemek için istilâya devam etmeyerek geri çekildiler. 22 haberrevizyon.com Mart 2014


Moğollar, klasik Türk harp taktiği olarak kaçar gibi yapıp uygun noktada geri dönerek bu öncü kuvvetleri perişan ettiler. Bu durum sultanı alabildiğine şaşırtmıştı. Zaten Moğolların yenilmez kavim oldukları her yerde irkiltici öykülerle süslenerek anlatılıyordu. Önemli komutanlara göre Selçukluların askerî üstünlüğü devam etse de genç Keyhüsrev korkusundan titremekteydi. Akşama dek bekleyen sultan, ortalık kararınca orduya haber vermeden Tokat yoluyla Konya’ya kaçtı, hatta hızını alamayarak Antalya taraflarına dek gitti. Ertesi sabah daha gün doğmadan, sultanlarının firar ettiğini öğrenen askerler arasında

karışıklık çıktı. Herkes can derdine düşerek düzensiz biçimde dağıldı, hatta ağırlıkları dahi olduğu gibi bırakarak hepsi bir yana kaçıştı. Moğollar ise sabahleyin ortada asker olmadığını, ama çadırların yerli yerinde durduğunu görünce bunun tuzak olduğunu düşünerek birkaç gün beklediler, hiçbir hareket olmayınca gönderdikleri keşif kolları aracılığı ile askerlerden eser kalmadığını öğrendiler ve ordugâha girdiler. Onların bu ordugâhta elde ettikleri, altın, gümüş, kıymetli eşya, sayısız malzeme, silâh, at, katır ve develer uzun süre söylence konusu hâline geldi.

Firari orduyu ise bir daha toparlamak mümkün olmadı. Kösedağ faciasının en ilginç yanı bence şudur: Okul sıralarında, benim neslime burada hep savaş olduğu anlatıldı. Yüce bir ulus yaratma adına nasıl yalan tarih üretildiğine, bu tutum net bir örnektir. Ne yazıktır ki Anadolu’nun, belki de dünyanın kaderini değiştiren, milyonlarca insanın inim inim inlemesine ve Anadolu Selçuklu Devleti’nin yıkımına neden olan bu sözüm ona savaş, savaşmadan, traji-komik biçimde kaybedilmiştir ve bizim tarihçilerimizden çoğu, savaşın bu yönüne hemen hemen hiç değinmezler. 23 Mart 2014

haberrevizyon.tv


Bakış

Ayakkabı Kutuları, Bilal’li Kaset, Paralel Devlet ve Zavallı Millet

Prof. Dr. Vecdet ÖZ

AYAKKABI KUTULARI, BİLAL’Lİ KASET, PARALEL DEVLET VE ZAVALLI MİLLET Ülkemizde siyasiler yıllardır o kadar çok yalan söylediler ve toplumu o kadar çok aldattılar ki sonunda yedek yalanlar da tükendi, toplum doğru siyasetten umudunu kesti ve bu siyasi anlayış bir anda kaderimiz oluverdi. Son günlerdeki olaylara ve işlenen suçlara tepkisiz kalan toplumun “çalıyorlar ama hizmet ediyorlar” anlayışı da bunun en önemli göstergesidir. Bugün ülkemizde çok yaygın olan bu anlayış toplumu da bu yanlışın ve suçun eylemsiz bir parçası haline getirmiştir. Cumhuriyet tarihinin en kritik sürecinden geçen Türk Devleti, yıllardır yakasına yapışmış olan bu oportünist siyasetin “bu fırsat bir daha elimize geçmez” anlayışı yüzünden bu günlere gelmiştir.

Türkiye’nin kalkınmasına karşı olan dış güçlerin işi de bu şekilde kolaylaşmış ve onlara düşen görev sadece yıllardır bu siyasi anlayışa destek verip işbirliği yapmak olmuştur. Aslında Adalet ve Kalkınma Partisi tüm bu olayların tek sebebi değildir, geçmiş siyasi sürecin devamı ve vahim bir neticesidir. Yıllardır siyasileri sorunlu, halkı sorumsuz bir ülkenin kaderinin böyle olması kaçınılmazdır. Yolsuzlukların bir anda plânlı bir şekilde yerel seçimlere yakın ortaya çıkarılmış olması yolsuzluk gerçeğini ortadan kaldırmaz. Burada tabiî ki bir komplonun varlığı söz konusudur, bunu inkâr etmek ancak AKP’nin ekmeğine yağ sürmek olur ve ısrarla komplo meselesini gündeme oturtmaya çalışan AKP’nin arzuladığı gibi asıl meselenin

gündem dışı kalmasını sağlar. Burada dürüst basın mensuplarının ve siyasetçilerin yapması gereken şey yolsuzluk ve komplonun da gerçek olduğunu söylemek ve birlikte gündeme taşımaktır. Ortada bir yolsuzluk ve haram vardır, menfaatler ters düşmüş olay sinsice zamanlanarak seçim üstü ortaya dökülmüştür yani “harama hile katılmıştır”. Sayın Başbakan, yapılan yolsuzluklardan AKP’yi kurtarabilme telaşesi içinde bir taraftan kendine yapılan komployu gündem konusu yapmaya çalışmakta, diğer taraftan ise bir zamanlar kendinin sessiz kaldığı ve güç elinde olduğu halde hiçbir yaptırımda bulunmadığı CHP ve MHP’ye yapılan komploları da gerekçe yapmaya çalışmaktadır.

“BİR TOPLUM SUÇA TEPKİSİZ KALIRSA, BASIN VE ADALET SUÇU GÖRMEZDEN GELİP YANLI HAREKET EDERSE, SUÇLUYA DÜŞEN GÖREV SUÇU İŞLEMEK VE SONRA DA İNKÂR ETMEKTİR” 24 haberrevizyon.com Mart 2014


Bu kez de CHP ve MHP “şeytan azapta gerek” anlayışı içinde sessiz kalmayı tercih etmektedir.

o konuşmaların doğru olup olmadığı ne Başbakan’ın ne de internet ortamında yayın yapan iddia sahiplerinin işidir.

Eski bir söz vardır “terörle uğraşan sonunda teröre kurban gider” derler, bu şekilde AKP hem kendi içinden hem de dışarıdan vurularak sonunda kendi terörünün kurbanı olmuştur.

Ben bir Adli Tıp öğretim üyesi ve bilim insanı olarak Başbakan’a buradan sesleniyorum; Eğer ses kayıtlarının montaj olduğunu iddia ediyor ve gerçeği açıklamak istiyorsanız, “zarafeti terziye bırakın”!.

Yerel seçimlere yakın ortaya çıkan ve Başbakan ile oğlu arasında geçtiği iddia edilen konuşmalara ilişkin ses kayıtları da doğal olarak bu terörün bir neticesidir. Bu dinlemelerinde maksatlı yapıldığı ve komplo olduğu bir gerçektir; Ancak

Neden devlet gibi davranıp işi Adalet Bakanlığı’na bağlı Adli Tıp Kurumu’na ve bilime havale etmiyorsunuz? Bu kadar söze ve gereksiz tartışmaya ne gerek var! “Laf havaya kağıt torbaya”, “Halep oradaysa arşın buradadır”, çıkacak ilmi neticeler bu manasız tartışmalara da son

noktayı koyacaktır. Yıllardır aldatılarak yüzlerce travma yaşamış, siyasetçiye olan güveni yara almış bu toplumu ikna etmek zorundasınız; İnsanlar bir kere aldatılmaya görsünler, gerçekten bile şüphe duyarlar. Bağırmak ve kibirli olmak sadece yanlışı güçlendirir, bağırarak ve tehdit ederek yanlışı yanlışla kapatamazsınız. Siz malı değerli olan bir sarrafın pazarcı gibi bağırarak mal sattığını gördünüz mü hiç!. Malından ve doğrusundan emin olanın bağırmaya da ihtiyacı yoktur.

“Hiçbir kibirli yürek, vakur bir duruşun asaletiyle boy ölçüşebilecek kadar cesur değildir”; Eğer ki vakur olup devlet gibi hareket etmezseniz sonunda devletin değerlerini de bu yanlışın içinde yok edersiniz…! 25 Mart 2014

haberrevizyon.tv


Finans

Paralel Evren - Paralel Devlet

Yüksel GÜLEÇ

BİR KUANTUM TEORİSİ

PARALEL EVREN – PARALEL DEVLET Bugünkü konumuz Kuantum fiziği ! Merak etmeyin, benimde anlamakta zorluk çektiğim, kafamı karmakarışık yapan bu konu da size ahkam kesecek değilim. Konusunda uzman fizikçilerin yanında bu konuda benim konuşmam abes kaçar. Günlük hayatta bu konulara çok uzak olduğumuzu zannetsek de şöyle temel konulara baktığımızda hayatımızın temelini oluşturmaktadır. Kuantum fiziğini araştırdığımızda paralel evrenlerden, zamanda yolculuğun mümkün olup olmadığına kadar çok geniş bir alan karşımıza çıkmaktadır. Kuantum fiziğinin kapsamlı konusunu tamamını burada anlatabilmemizin imkanı olmadığı için hedefi biraz küçültüp paralel evrenler konusunu konuşacağım. İster istemez teknik yönünü bir yana 26 haberrevizyon.com Mart 2014

bırakmak zorundayım çünkü o kadar karışık ki bunu nasıl anlatabileceğimi bilemiyorum. Bu konuda okuduğum yazılar, seyrettiğim belgeseller sonucunda yaşadığımız bu evrenin haricinde bire bir kopya benzer evrenlerin de var olabileceği tartışılmakta. Biz bu anı yaşarken bu evrenin ikizi başka bir evrende, bizim gibi insanların farklı zamanlarda yaşamakta olduğu iddia edilmekte.

Aslında “bakan değil”, “gören gözümüzle” konuyu incelediğimiz zaman paralel evrenlerin günlük hayatımızda var olduğunu kolaylıkla kanıtlayabiliriz. Ben paralel evrenler konusunu işlerken kendi alanıma daha yakın olan paralel devlet konusunda konuşacağım. Zaten mevcut devletin benzeri paralel devletler var ise paralel evren de haydi haydi vardır.

Bu ilk bakışta imkansız gibi geliyor ancak bilim adamları bu konu üzerine ciddi çalışmalar yapıyor. Bir gün bu dediklerim hakkında, nasıl cep telefonları, bilgisayar ve benzeri teknolojiler hayatımızda olmadığı dönemlerde ne yaptığımızı düşünüyor isek benzeri şeyleri düşüneceğiz.

Bu arada merak etmeyin size siyasi ve politik anlamda paralel devlet hakkında konuşmayacağım, buna hiç de meraklı değilim. Zaten benim laf söylemek için ağzımı açtığımda bin akıllı, on bin cümleyi devirmiş olur, bize sıra gelmez.


Şimdi olaya biraz daha odaklanalım ve konumuza dönelim. Bugün bir şirket kurmak istediğiniz zaman evrağınızı hazırlar, notere onaylatır ve tescil için ticaret sicil memurluğunun kapısını çalarsınız, sonrasında sicil memurluğu yaptığı hizmetlerin bedeli olarak sizden haraç, pardon harç ister. Siz elinize tahakkuk fişini alıp, ödemeyi yapmak için memurluktaki vezneye doğru gittiğinizde veznelerin paralel olarak iki tane olduğunu göreceksiniz, parayı bankaya yatırmak istediğinizde dekontta paranın iki ayrı hesaba gittiğini göreceksiniz. Bizim bildiğimiz devlet bir tane neden para ikiye bölünür. Neden mi? Çünkü paranın bir kısmını maliye bakanlığına, bir kısmını da bilim ve sanayi bakanlığına yatırırsınız. Kanuni olarak alınan paranın iki bakanlığın da pay almasını da anlıyorum ama ödeme yapılırken çift vezne kullanmanın manası nedir? Bu devlet tek bir devlet değil midir? İki ayrı devletimiz var da biz mi bilmiyoruz? Kendi paralarını almak için iki

bakanlığın böyle bir şey yapması ne saçma bir şeydir. Sonuçta olay hep halkın başına patlıyor. İşlerini sürdürmek için zamana karşı yarışanlar bir o vezne bir bu vezne diye sürünüp duruyorlar. Bu bir tek örneği burada sanıyorsanız yanılıyorsunuz. Kafanızı nereye döndürürseniz bu karşınıza çıkıyor. Pasaport almak için emniyete gittiğinizde sizi önce maliye veznesine gönderiyor. Polis farklı mesai saatlerinde çalışırken, maliye veznesi farklı mesai de çalışıyor. Bir de öğleden sonra gittiyseniz 15:30’ da vezne kapanır. Siz her zamanki gibi bugün git yarın gel yaparsınız. Sosyal Güvenlik Kurumu’ nun ise kendi içinde apayrı bir yeri vardır. Tüm devlet içinde ayrı bir özerk yapıymış gibi çalışırlar. Her zaman olduğu gibi bürokrasi kendi paralel devletini kurmuştur. Her kurum, her devlet birimi sanki kendileri ayrı bir devletmiş gibi çalışmakta, yaptıkları işlerde vatandaşa karşı sorumlu olduklarını unutarak, zavalllı vatandaşı bir o yana bir bu yana itip kakmaktadırlar. Emrullah Efendi’ nin dediği gibi

şu mektepler olmasa ma’rif ne güzel yönetilirdi.” (her ne kadar burda kastedilen farklı bir şey olsa da) bize hizmet vermek için o noktalara “seçtiğimiz”, “atadığımız” insanlar asıl hedeflerinden saparak her biri kendi devletlerini kurmuş gibi diğer kurumları dikkate almayarak, sadece kendileri varmış gibi davranmaktadır. Bir ülkenin temelinde üç ana unsur vardır. Üzerinde yaşanan toprak, orada yaşayan halk ve devlet. Bu üç unsurdan herhangi birisinin olmaması imkansızdır. Bu unsurlardan devlet unsurunu fazlaca kurcalayıp oynarsanız, ayarı bir daha tutturamayacak şekilde bozarsınız. Sonuç; herkes için kaos olur. Bu unsurların da tüm devlet mensuplarına iyice öğretilmesi gerekmektedir. Peki soruyorum size paralel yapılar, paralel devletler var mıymış? Bu kadar paralel yapı var iken elbette paralel evren olması mümkündür. Önemli olan kimin hangi yapının içinde, ne için var olduğunu bilmesi, kime karşı sorumlu olduğunu bilmesidir.

27 Mart 2014

haberrevizyon.tv


Bakış

Çağdaş ve Çağcıl

Can KAPYALI

DÜNYADA İNSAN İNSANDA DÜNYA

ÇAĞDAŞ ve ÇAĞCIL 28 haberrevizyon.com Mart 2014

Konuşmalar, sohbetler sırasında ve hatta düzenlenen bazı paneller esnasında “çağcıl” sözcüğünün kullanıldığına ilk kez rastladığını belirtenler oldu. Çağdaş ve çağcıl sözcükleri konusu, anılarını tazelemekten onur duyduğum iki ustamızla yıllar önce yapılan bir sohbet sırasında geçmişti: Aziz Nesin ve Onat Kutlar. Beyoğlu Yeni Melek Sineması’nın bulunduğu binada Onat Kutlar’ı ziyarete gitmiştim. “Atatürk’ü öldürmek isteyen casus Mustafa Sagir” konulu bir senaryo çalışması içindeydim. Onat Kutlar’ın yanında Aziz Nesin de vardı. Konuşmalar dönüp dolaşıp “çağdaş ve çağcıl” sözcükleri üzerine geldi. Her iki usta da “çağdaş ve çağcıl” sözcüklerini sanatçı gözüyle irdeleyerek, evrensellik konusuna değinmişlerdi. Aziz Nesin “çağcıl” sözcüğüne Meydan-Larousse’da da yer verildiğini belirttikten sonra, “çağdaş”ın adaş, yurttaş gibi eş anlamlılık belirttiğini; “çağcıl”ın ise öncül, insancıl gibi eğilim, iyelik anlamlarında kullanıldığını söyledi. Yeniliklerin yaratılmasını, benimsenmesini, onlara uyulmasını ve uygulanmasını ifade ediyor dedi. Çağdaşlık, çağcıl hamlelerin açtığı evrensel bir kapıydı. Yüce Atatürk’ün kastettiği “Muasır Medeniyet”, yani aklı ve bilimi temel alan çağdaş uygarlık; çalışmaların insan ve insanlığa yönelik hizmetlere yönlendirildiği, kısır zevklerin ve kişisel tatmin davranışlarının itibar görmediği, topyekûn yükselmeyi, aydınlık yarınları yaratıcı bir düşünce ve yapılanma ortamı yaratmak, geleceğe taşınmasını sağlamak, çağdaşlığı yaratan çağcıl hamlelerdi… Gerçekten de ülkelerin gelişmiş ülke olma özellikleri, her şeyden önce yaşadıkları çağa sanatsal, bilimsel, sosyal vb. gibi buluş ve etkinliklerle damgasını vurmaktan kaynaklanıyordu. Yoksa dünya üzerinde XXI. yüzyılı yaşayan her devlet, aynı çağı paylaşmaktaydı. Bu aynı çağı paylaşan devletlerin günümüzde “gelişmiş” sıfatını kazanması, çağın her anlamdaki uygarlığına ayak uydurması ve çağa bireysel ve toplumsal katkıda bulunmasıyla mümkün olmaktaydı.

“Çağdaş ve çağcıl sözcükleri konusu, anılarını tazelemekten onur duyduğum iki ustamızla yıllar önce yapılan bir sohbet sırasında geçmişti”


Gülüyor adam, mutlu olduğu da söylenebilir, Daha az gökyüzü istemem der gibi sanki. Ancak bir emekçi ozan böyle durabilir ayakta Bunca deney ve bunca sınavdan sonra.

Bilirsiniz sözümde hep durmuşumdur Sevgilime söz verdim yirmi yıl yaşayacağım Düşmanlarım sevinmesin yirmi yıl sonra yok diye, Belli değil yirmi yıla ne zaman başlayacağım.

Onat KUTLAR

Aziz NESİN

Osmanlı’dan Cumhuriyet’e uzanan ve henüz yüzüncü yılını tamamlamayan kısa yakın tarihimize göz atacak olursak, aydınlarımızın elbet örnek olacağına inandığımız zamanın çağdaşlığa, modernliğe dönük hareketlerinin, dünya düzenine ayak uydurmak istek ve özleminden kaynaklandığına tanık olunacaktır. Günümüz dünyası yeni bir çağın içindedir. Günümüzde bir zamanlar yalnızca bilim-kurgu filmlerinde izlediğimiz ve “Acaba böyle şey de olur mu?” diye kendi kendimize sorduğumuz teknolojik gelişmeler yaşanıyor. İnternet ve giderek gelişen cep telefonu, tablet pc’ler gibi bir dönemin şaşırtıcı süreci içindeyiz. Onlarsız olmuyor. Çağcıllık anlamında ilerleyiş ve yükseliş, aşamalı bir şekilde

devam ediyor. Hep Bilgi Çağı’ndan söz ediyorduk. Oysa bu yaşanan gelişim, bir Bilgilenme Çağı’dır. Bu çağın öğretisi bir de felsefi özelliğini ortaya koyuyor: Ödev-görev öğretisi içinde çağcıl değişimlere yönlendiriyor. Yüzyıllardır aynı kalan ve yenileştirilmesi söz konusu olmayan temel prensipler içinde çağcıl hamlelerin, bilimsel ve somut verilerin ışığı altında göreve dönüştürülmesi bekleniyor. Zira ödev devam ederken, görev mükellefiyetinin kusursuzca uygulamaya sokulması gerekiyor. Kaldı ki zaman dahi çağcıl yapılanmalar doğrultusunda insanlık serüveni içinde tarihe geçtiği ve tarihte yer aldığı süreç içinde çağdaş kalıyor. İnancımız insanları birbirine bağlayan kardeşlik duygusu temelinin maddeden uzak, sevgi bağı zincirinin ardı ardına sıralanan halkalarından

oluşması gerçeğinin, daha kolay anlaşılır olacağıdır. Günümüz aydını yükümlülüklerine sadık kaldığı oranda insanlığın mutluluğu için çalışıyor demektir. Dünya ve medeniyet tarihinin en önemli yapı taşlarından ünlü Türk mutasavvıfı Yunus Emre “Ete kemiğe büründüm Yunus diye göründüm” derken, esasen insanoğlunun olması gereken ve zaten ölümle birlikte kaçınılmaz olan gerçek yapısını vurgulamaktadır. Yüce Atatürk’ün “Hizmet edenler, bir namus görevini yerine getirmiş olmaktan başka bir şey yapmamışlardır. Kalp ve vicdanlarında manevi ve kutsal hazlardan başka zevk taşımayan insanlar için, ne kadar yüksek olursa olsun, makamların ve maddi imkânların hiçbir değeri yoktur” sözü, bizce günümüz gerçek Türk aydınının, ödev-görev anlayışının en anlamlı tanımını sergilemektedir.

“Bir millet ki resim yapmaz. Bir millet ki heykel, tiyatro yapmaz. Bir millet ki fennin icap ettirdiği şeyleri yapmaz; itiraf etmeli ki o milletin tarihi terakkide yeri yoktur.” Yüce Atatürk 29 Mart 2014

haberrevizyon.tv


Bakış

“Vaiz” Müstehak Mıyız?

Murat AKTÜRK murat.akturk@haberrevizyon.com Beş altı sene öncesiydi, daha o zamanlar İDO (İstanbul Deniz Otobüsleri) daha insaflı bir ücret politikasına sahip. Ben de sık sık gittiğim Çanakkale’ye hızlı feribotla Bandırma’ya kadar gidiyor, sonrasını karayoluyla devam ediyordum. Bandırma iskelesine sefer saatinden birkaç saat once gelmiş feribotun gelmesini bekliyordum. Bir süre sonra, etrafı çınlatan bir mikrofondan RTE, Recep Tayyip Erdoğan’ın sesi gelmeye başladı. “Allah Allah” dedim, “Bandırma’ya gelmiş demek ki”. Oysa oraya gelirken, dağ taş polis ve koruma ordusunu görmemiştim. Biraz kulak kabarttım, konuşmanın konusu tamamen dini konuları içeriyordu. “Yok artık, bu kadarı da olmaz” diyerek arabadan çıktım, biraz ilerideki kalabalığa doğru yürüdüm. Hac seyahatine gidecek yolcular ve onları yolcu edenlerin oluştuduğu bir kalabalık ve biraz yüksek bir platformda, bir din görevlisi tavsiyelerde bulunuyor ve Kuran-ı Kerimden pasajlarla söylemini süslüyor. Ama ses tonu, kelimeleri vurgulaması ve hatta tavırlarıyla aynen RTE. Sonraları daha dikkat eder oldum,

30 haberrevizyon.com Mart 2014

“VAİZ” MÜSTEHAK MIYIZ?

cenaze namazlarında ve Cuma hutbelerindeki din görevlilerine; çoğunlukla gene aynı ses tonu ve vurgulamalar. Bu kişilerin ortak noktalarının İmam Hatip Liseleri olduğu göz önüne alındığında, bu özelliğin eğitimlerinden geldiği aşikardı. Kitlelere hitap etmek üzere aldıkları söylev derslerinde edindikleri alışkanlıklarıydı. Ve bu konuşma şekli, siyasete uygulanınca da, halkın zaten camiilerimizde hüşu içinde dinlemekte oldukları vaazlardan bir farkı kalmıyor, söylenenlerin içeriği olduğu gibi kabul görüyor ve sonra da akılda kalan süslü birkaç slogandan ibaret oluyordu. Oysa ki iktidara geldiklerinde, alt yapısız, devlet idaresiyle ilgili bilgi ve görgüden uzaklardı. Şimdileri paralel(!) diye adlandırdıkları yapıdan bir ders almamışlar, eğitim ve tecrübelerini devlet idaresi için edinmemişlerdi. Kolayına gittiler, dış politikayı kendilerini bir proje olarak oluşturan ve iktidara getiren dış güçlere; hukuğu, mülki idareyi ve kolluğu cemaate ve geriye kalan diğer konuları da, konularında yetkin kişileri maddi olarak tatmin

edip devşirerek hal yoluna gittiler. İlk yılların ürkekliği içinde yapılagelen icraatların, uzun vadeli getirileri düşünülmeden ve arkasındaki hazırlıklar göz ardı edilerek ve asıl işleri medya olmayan patronların diğer iş konularında, hükümetten beklentisi doğrultusunda, basının önemli bir bölümünün abartılı desteğiyle, halktan takdir gördüğü bir gerçektir. Ancak, zamanla ve özellikle de ABD Başkanlarından alınan desteklerle, durum farklılık göstermeğe başlamış, daha fütursuzca hareketler sergilenmeye başlamış, ülkeyi kuranların tesis ettikleri Cumhuriyet Kurumları bir plan dahilinde gözden düşürülüp, ya işlevsiz ya da tepe taklak edilmişlerdir. Tüm bunlar olurken, bir camii vaizi ses tonu ve vurgularıyla halkı hipnotize etmeye ara verilmemiştir. İktidar güçlerini paylaşan tarafların, Atlantik ötesi projelerini uygulamalarını; cemaatin, İslam dininden Hz. Muhammed’i çıkartarak “Dinler Arası Diyalog” söylemleriyle, iktidarın “Büyük Ortadoğu Projesi Eşbaşkanlığı” böbürlenmelerini hep birlikte gördük, yaşadık.


Her iki grup da kendilerine biçilen rolü bir yandan gereği gibi oynadığına, diğer taraftan da taraftarlarından yeni bir oligarşi oluşturup ve vaktiyle eleştirdikleri “diğerleri” gibi haksız kazanç ve orantısız servet bataklığına saplandıklarına şahit olduk. “Yetmez ama evet”çilerin umursamazlığına, yurdun dört bir yanında mantar gibi bitiveren AVMlerin oluşturduğu, üretimsiz tüketim çılgınlığına, şehir merkezlerinin dışında oluşturulan uydu kentlerin lüks ama ruhtan yoksun çok katlı yapılarına ve trafik sorununu daha da çözümsüz hale getiren son model ithal araçların birer borç halkası gibi kişilerin burunlarına takıldığına kimi zaman gıpta, kimi zaman da hayretle baktık. Ve vaiz, o bildik ses tonu ve vurgulamalarıyla: “daha” diyordu. Ülkeye sürekli olarak akmakta olan sıcak paranın, hiçbir şekilde üretim sektörüne dönüşmeyip, milyarlarca ağacın yok olması ve kıyıların yağmalanması uğruna duble yollara, bir zamanlar Cumhuriyetimizi var eden Kamu İktisadi Teşekküllerinin yabancılar elinde sürekli el değiştirilip, edinilen karların gene yurt dışına gitmesine, bindokuzyüzellilerdeki binlerle ifade edilen dolar rantı

ve suistimalinin, Özal dönemine gelindiğinde milyon dolarlara varması gibi, bu kez yüzlerce milyon ve hatta milyar dolarlara ulaşmasına aracı olduğu gerçeği yadsınamaz. Ve deniz bitti, 2013’e gelindiğinde. Sıcak para akışı durdu, verilen destekler kesildi, telefon konuşmalarında beyzbol sopaları ön plana çıktı. Libya ve Mısır fiyaskoları, Suriye’de felakete dönüştü. Birilerinin halının altına süpürülme zamanı gelmişti. Zaten projeydi, zaten kağıttan kaplandı ve ne yazık ki, zaten donanımsızdı. Ses tonu hırçınlaşmıştı ve vurgulara daha heyecanla basılılıyordu, vaiz, padişah olmuştu. Baskılar sadece gazeteci, bilim insanı veya askerlere değil, halka inmiş ve elle tutulur hale gelmişti. 2013 Haziran’ında patlak veren Gezi Hareketi çınlatıyordu heryeri: “kral çıplak.” Gene aynı yılın 17 Aralığında bir bomba daha patladı. Artık her ne olduysa, belki de ülkeyi yoktan var eden milyonların kemik sızıltılarındandır, bir yerlerde öküz ölmüş, ortaklık bozulmuştu. Her geçen gün yeni ipliklerin pazara operasyonlar, ses kayıtları ve tapelerle çıktığı günleri

yaşıyoruz. İmam beddualara gömüldü, vaiz de hırçınca hakaret ve yalanlara… Biz laik Türkiye Cumhuriyeti halkına da imanların, vaizlerin siyasette bıraktıkları tortu kaldı. Oysa, ulu önderimiz Yüce Atatürk şöyle sesleniyor, 1926’dan: “İnsanlar daima yüksek, temiz ve mukaddes hedeflere yürümelidirler. Bu hareket şeklidir ki insan olanın vicdanını, dimağını ve bütün insanî kavramını tatmin eder. Bu şekilde yürüyenler, ne kadar büyük fedakârlık yaparlarsa, yükselirler ve bu hareket şekli mutlaka açık olur. Çünkü alnı açık, dimağı açık, kalp ve vicdanı açık insanlar tarafından idare olunabilen toplumlar ancak bu manada hareketlerin izleyicisi olabilirler. Fikirlerini, duygularını ve teşebbüslerini gizli tutanlar, gizli vasıtalar uygulamaya girişenler mutlaka utanma ve sıkılmayı gerektiren, akıl ve mantığın haricinde hareket edenler olabilirler. Bu gibi işlere girişenlerin sonu er geç acıdır.”

“Bu kitabı yurduma taşı rüzgar, ne olur! Ölü yaprak açıyor ağaç, köksüz olunca…” Victor Hugo

31 Mart 2014

haberrevizyon.tv


F E M İ N İ Z M


F E M İ N İ Z M


Haber

Feminizm

FEMİNİZM NEDİR? Feminizmi genel olarak kadın-erkek ayrımcılığına karşı çıkarak, cinsiyetler arasında ekonomik, siyasal ve toplumsal eşitliği savunan görüş olarak tanımlayabiliriz. Kadınların hakları ve ilgi alanlarını konu alan heterojen konseptin belirleyicisi kadındır. Kadın ve erkek arasındaki toplumsal eşitsizliğin süregelmesi, feminizmin amacının kadının toplumdaki yerinin iyileştirilmesinin ve toplumda gerçek bir eşitlik durumunun sağlanmasına neden olmuştur. “Feminizm” kavramı altında sayısız hareket özetlenmiştir. Temel amacı kadın özgürlüğü ve kadının toplumdaki yeri konusunda gerçek bir eşitlik durumunun sağlanmasıdır. Feminizm, sosyoloji, politik akım ve etik alanlarından oluşur, temeli ya da temel endişesi daha çok kadın özgürlüğüne dayanmaktadır. Bazı versiyonları geçmiş ve şimdiki toplumsal ilişkilere karşı eleştireldir. Çoğu toplumsal cinsiyet ve cinselliğe ilişkin toplumsal inşa olduğuna inandıkları unsurları analiz etmeye odaklanmıştır. Yine çoğu feminist cinsiyet eşitsizliği ve kadın hakları, ilgileri ve kadın sorunlarını araştırmaya odaklanmıştır. Feminist teori toplumsal cinsiyet eşitsizliğinin doğasını anlamayı amaçlar ve toplumsal cinsiyet politikaları, iktidar ilişkileri ve cinsellik üzerine odaklaşır. Feminist hareket içinde kadın ve erkeğin eşitliğini savunan gruplar olduğu gibi kadının biyolojik ve duygusal olarak erkeğe üstün ve erkeğin “tamamlanmamış kadın” olduğunu savunan daha radikal gruplar da yer almaktadır. Feminizm, bir teori olduğu gibi aynı zamanda da “hak eşitliği, insanlık şerefi ve kadınlara karar verme özgürlüğü” amaçlarıyla, politik bir harekettir. Feminizm, kadınlara cinsiyet hiyerarşisi baskısının sona ermesi ve toplumsal cinsiyet tutumlarının aynı değerde olması için toplumun değişimini amaçlar. 34 haberrevizyon.com Mart 2014

“Bir cinsin diğer bir cinse hakimiyeti yanlış....ve....insanoğlunun gelişmesinin önündeki en büyük engellerden biridir..” FEMİNİZMİN KÖKENİ Modern anlamda bir felsefe ve bir hareket olarak feminizmin kökeni kadının eğitimi hakkını savunan Lady Mary Wortley Montagu ve Marquis de Condorcet gibi özgür düşünürlerin de içinde yer aldığı Aydınlanma dönemine götürülmektedir. Kadınlar için ilk bilimsel topluluk Hollanda Cumhuriyeti’ nin güneyinde yer alan bir şehir olan Middelburg’de 1785 tarihinde kurulmuştur. İngiliz kadın yazar Mary Wollstonecraft’ın feminist olarak adlandırılabilen A Vindication of the Rights of Woman (Kadın Haklarının Müdafaası) (1792) adlı eseri bu konuda ilk çalışmalardan biridir. Feminizm 19.yüzyılda kadınlarda adaletsiz davranıldığına ilişkin inanç arttıkça organize bir hareket haline geldi. Feminist hareketin kökleri ilerlemeci hareket özellikle de 19.yüzyıldaki reform hareketi içinde yer almaktadır. Harekete féminisme adını veren kişi ütopyacı sosyalist Charles Fourier’dir(1837). Fourier, 1808 gibi erken bir tarihte kadın haklarının genişletilmesini tüm toplumsal ilerlemenin genel prensibi olduğunu öne sürmüştür. İlk kadın hakları toplantısı New York, Seneca Falls’da 1848 yılında yapılmıştır. 1869 yılında John Stuart Mill The Subjection of Women (Kadınların Köleleştirilmesi) kitabını yayınlamıştır. Adı geçen kitabında Mill, “bir cinsin diğer bir cinse hakimiyeti yanlış....ve....insanoğlunun gelişmesinin önündeki en büyük engellerden biridir..” demiştir. Pek çok ülke 20.yüzyılın ilk yıllarında özellikle de I. Dünya Savaşı ‘nın son yıllarında kadınlara oy hakkını tanımıştır.


FEMİNİZMİN TARİHİ Feminizm kavramı ilk olarak sosyal filozof Charles Fourier (1772–1837) tarafından ortaya atılmıştır. Fourier sosyal gelişmenin kadınlara verilecek daha fazla özgürlükle mümkün olduğunu savunmaktaydı. Bugün “Yeni Kadın Hareketleri” olarak da adlandırılmaktadır ve temelde kısmen birbiriyle iç içe kısmen de ayrı teorik yapılardan oluşmaktadır. FEMİNİZMİN İLK YILLARI Feminizmle ilgili ilk yaklaşımlar 17.yy’da (insan haklarının da desteğiyle) Marie Le Jars de Gourney’ın yazılarında ortaya çıkmıştır. Bunun yanı sıra Christine de Pizan, Olympe de Gouges, Mary Wollstonecraft ve Hedwig Dohm’un da eserleri feminizm filozofisinin ilkleri arasında sayılabilir. Teori olarak feminizm ilk olarak 18.yy’ ın sonları ve 19.yy’ ın başlarına denk gelen zaman aralığında temel haklar kategorisinde dünya sahnesine çıkmıştır. Başlarda temel haklara sahip olanların sadece erkekler olduğu düşünülürdü; çünkü topluma ataerkil gelenekler hâkimdi; ancak 1793 yılında Fransa da Olympe de Gouges bu durumu protesto etti. Gouges İnsan Hakları olarak görünen “Erkek Hakları”nın onyedi maddesi-

nin kadınlara uyarlanmasını önerdi. Bunu da şu ünlü sözüyle dile getirdi: “Eğer kadının idam sehpahasına mahkûm olma hakkı varsa, tribünden izleme hakkına da sahip olmalıdır.” Fransa’da elde edilen bu haklar kadınlar için bir ilktir. FEMİNİZMİN İLK DALGASI 19.yy’ın son yıllarına doğru birçok Avrupa ülkesinde; Amerika ve Avustralya’da feminizm ve özellikle de kadın hareketlerinin kitlesel ilk dalgası başladı. Bu hareketin başlamasına sebep olan şey sözcülerine göre erkeklerle politik olarak eşit haklara sahip olma isteği, aynı iş için erkeklerle eşit ücret alma isteği ve kadınların da üniversiteye gidip her işte çalışma isteğiydi. Bu akım 19.yy’ın sonlarına kadar birçok ülkeyi etkiledi. Bundan önce üniversitelerde erkeklere oranla daha az kadın eğitim almaktaydı. Kadınlara seçme hakkı, Almanya ve Sovyetler Birliği’nde 1917–1918 yıllarında sosyalist devrimin sonucunda, Amerika ve Büyük Britanya’da aynı zamanlarda savaş döneminde kadınların ülkeye olan katkılarından dolayı ödül olarak verildi. Fransa ve İtalya gibi başka ülkeler ise kadınlara seçme hakkını 2. Dünya Savaşı’nın sonunda vermeye başladılar. Türkiye’de ise 1930 yılından itibaren Türk Kadını seçme ve özellikle seçilme hakkına sahipti.

“Eğer kadının idam sehpahasına mahkûm olma hakkı varsa, tribünden izleme hakkına da sahip olmalıdır.” 35 Mart 2014

haberrevizyon.tv


Haber

Feminizm SİVİL HAKLAR ÜZERİNDEKİ ETKİSİ Feminizmin batı toplumlarında kadınlara oy hakkı, daha eşit ücret, “hata aranmayan” boşanma hakkı, çocukları babalarından uzak tutma hakkı, güvenli kürtaj elde etme hakkı, kadınların kendilerini tecavüzle suçladıkları erkeklerden uzak tutma hakkı, Amerika’da herhangi bir üniversiteye kabul edilme hakkı gibi hakların yürürlüğü koyulmasında büyük etkisi olmuştur. DİN ÜZERİNDEKİ ETKİSİ Feminizmin dinin çeşitli yönleri üzerinde büyük etkisi olmuştur. Protestanlığın liberal kollarında kadınlar günümüzde din adamı olabilmektedir ve reform içindeki muhafazakar ve yeniden yapılanmacı Yahudilikte kadın, rabbi ve cantor olabilmektedir. Bu Hristiyan ve Yahudi gruplarında kadın gittikçe daha fazla iktidar sahibi olup erkekle eşit duruma gelmekte, bakış açıları inanca ait yeni ifadelerin ortaya çıkmasına sebebiyet vermektedir. İslam ülkelerinde de çoğu kadın alim her iki cins tarafından kendilerine yöneltilen İslamiyetle ilişkili soruları Arap televizyonlarında yanıtlamaktadırlar. İçinde bulunduğumuz günlerde İslam ülkelerinde kadınların imamlık sorunu tartışılmakta, müftü yardımcısı olabilmektedir.

FEMİNİZMİN İKİNCİ DALGASI Feminizmin ilk dalgası 20.yy’ın ilk 20 yılına kadar devam etti. Bu süreçte birçok ülkedeki kadınların taleplerinin büyük bir bölümü hali hazırda yerine getiriliyordu. Buna karşılık birçok sebep, kadınların toplumdaki geleneksel yerlerine geri dönmelerine sebep oldu. 1929’daki dünya ekonomik krizinde iş sıkıntısı ortaya çıktı ve işten ilk çıkarılan grup kadınlardı. Alman faşizmi döneminde de kadınların üniversitede eğitim almalarına ve iş hayatlarına sınırlandırılmalar getirildi. İkinci dünya savaşında erkekleri savaşta olması nedeniyle sayısızca kadın, endüstrilerde çalışmaya başladı. Ancak savaş sonrasında tekrar “kadın ve anne olmak” görevlerine geri döndüler. FEMİNİZM ETKİLERİ 20. yy boyunca feminizm, özellikle de kadın hareketleri; ABD, Kanada; Avustralya, Asya’nın bazı bölümleri, Latin Amerika ve Afrika’da, cinsiyetlerin elde ettikleri hukuki, sosyal ve kültürel hak eşitlikleriyle gelişme göstermiştir. Bütün bu gelişmelere rağmen kadınlarının yaşam kalitesinin 1970’li yıllardan beri ABD ve Avrupa Birliği’nde erkeklere oranla azalma gösterdiği kaydedilmiştir. Dünyanın diğer bölgelerinde, kadının yeri son yüzyılda kayda değer bir gelişme göstermemiştir. Buralarda da her iki cinsiyete mensup kişiler de seçme hakkını kullanabilmektedir. Kadınların erkeklere oranla politik yönleri daha güçlüdür; ancak kadınlar, Asya’nın bazı bölgelerinde, birçok Arap ve Afrika ülkelerinde erkeklerin gölgesinde kalmaktadır. Bazı ülkelerde bir erkeğin birden fazla kadınla evlenebilmesi bile yasaldır. Genellikle, kadınların yaptıkları işler daha az göz önünde ve daha az kazandıran işler. Bazı Müslüman ülkelerde mahkeme önünde, kadının erkeğe oranla daha az söz söyleme gücü vardır. Yine bazı Müslüman ülkelerde kadınların kıyafet konusunda sıkı yasaklar koymuşlardır ve bunlara uyulmaması durumunda ölüm cezası uygulamaktadırlar. 36 haberrevizyon.com Mart 2014

Dianik Cadılık kaynağı radikal feminizmde olan bir dindir.


Feminizm aynı zamanda yeni dini formların doğuşunda da önemli bir role sahiptir. Neopagan dinler özellikle Tanrıça ruhsallığının önemini vurgulamaya meyil göstermekte ve kadına ve kutsal dişiye yönelik geleneksel dinlerin düşmanca tutumlarını sorgulamaktadırlar. Dianik Cadılık kaynağı radikal feminizmde olan bir dindir.

TÜRKİYE’DE FEMİNİZM

FEMİNİST FELSEFE

Yine de İKD sadece kadınların katıldığı bir dernekti ve kadın kadına mücadele açısından Türkiye’deki ilk deneyimdi. Zaten önceden İKD’li olan birçok kadın, 80 sonrasında feminist hareket içinde yer aldı.

Feminist felsefe, 20. yy. felsefesi ve günümüz felsefesinde ağırlıklı olarak kadınlar tarafından temsil edilen yaklaşımları; tarihte ve günümüzde cinsiyetler arasındaki doğal ve sosyokültürel farklılıkları ve bunların felsefe, sanat, bilim alanındaki etkileri ile erkek egemen dünyada kadınların durumunu tanımlamaktadır. Bununla temel olarak “kadınlık” ve “erkeklik” arasındaki tarih-felsefi düzenin araştırması yapılmaktadır.

“Feminist kadınlar 12 Eylül sonrasındaki sessizliği bozan ilk hareket oldu.”

Feminist kadınlar 12 Eylül sonrasındaki sessizliği bozan ilk hareket oldu. 80 öncesinde İKD (İlerici Kadınlar Derneği) kadın hakları için çalışan bir organizasyondu ancak, temel aldıkları ideoloji sosyalizmdi.

Ancak ilk feminist örgütlenme 1984 yılında kurulan Kadın Çevresi adında feminist bir yayıneviydi. Ancak bu, bir yayınevi olarak kalmadı. Aynı zamanda feministlerin ve feminizm üzerine düşünmeye başlayan kadınların birbirini bulduğu bir örgütlenme haline geldi ve aktif feminist siyaset burada üretilmeye, hareketler burada örgütlenmeye başlandı. Daha sonra Kadın Çevresi’nde tanışan kadınların ilk çıkardıkları yayın Feminist oldu. Boyutları, kullanılan renkler, iç tasarımı ama daha önemlisi içeriği daha önce yayınlanmış hiçbir dergiye benzemiyordu. 37 Mart 2014 haberrevizyon.tv


Haber

Feminizm

“İffetli Kadın Olmak İstemiyoruz!” 17 Mayıs ta gerçekleşen ilk eylemden sonra yürütülen bir kampanyayla “Mor Çatı” kuruldu. Hemen ardından gelen cinsel tacize ya da sarkıntılığa karşı kampanya ve “İffetli Kadın Olmak İstemiyoruz!” kampanyası sayesinde radikal eylemler başladı. Cinsel tacize karşı yürütülen kampanyanın sembol mor iğneydi. Mor kurdeleler bağlanmış büyük iğneler, tacize karşı kadınların kendilerini taciz eden erkeklere batırması için vapurlarda ve kamuya açık mekânlarda feministler tarafından dağıtıldı. İğne, ilginç bir semboldü çünkü cinsel tacize karşı silah sayılabilecek bir şeyin kullanılmasının meşru müdafaa olduğunu anlatıyordu. Yakaya takılan iğneler, beraberinde meyhane ve kahvehane baskınlarını getirdi. Bir grup feministin, sadece erkeklere mahsus alanlara baskın yapıp oradaki erkeklerle konuşması, basında büyük tepki uyandırdı. Ancak bu gün bile, şehirli kadınların birçok içkili mekânda eğlenebildiğini düşünürsek, 89 yılında yapılan bu kampanyanın etkilerinin ne kadar büyük olduğunu anlarız. Ayrıca kampanya genel olarak, bir kadın nasıl giyinirse veya davranırsa davransın, cinsel tacizin hiçbir özrü olmayacağını 38

haberrevizyon.com Mart 2014

ve tecavüzden farkı olmadığını anlatıyordu. TCK’nın 438. Maddesi bu kampanyalarda büyük bir hedefti. Bu maddeye göre, seks işçisi kadınlar tecavüze uğrayınca üçte iki ceza indirimi uygulanıyordu. Sebep olarak, zaten “iffetsiz” olan kadınların tecavüzü hak ettiği ve “iffetli” kadınlara göre çok daha az hasar aldığı öne sürülüyordu. Hemen ardından çok tartışmalı boşanma kampanyası başladı. Feministler ataerkil aile yapısını protesto etmek için, yani politik nedenlerle boşandılar. 70 sonrası diğer kadınlar feminizm ile ilgili bir şeyler biliyorlardı fakat ne olduğunu tam olarak bilmiyorlardı. Feminizm, lezbiyen/erkek düşmanı gibi özelliklere sahip kadınların politika aracı olarak görülüyordu. Daha önceki dönemlerdeki mücadelelerle bazı haklar kazanılmış ancak feminizm güç kaybetmişti. Bu dönemde farklı yaklaşımlar ortaya çıktı. Bir kısım feministler Wolstonecraft’ın “Kadın ve erkek arasında cinsel arzulama dışında hiçbir fark kalmayıncaya kadar mücadele” sözünü slogan olarak benimsemişlerdi.


“Seks işçisi kadınlar tecavüze uğrayınca üçte iki ceza indirimi uygulanıyordu. Sebep olarak, zaten “iffetsiz” olan kadınların tecavüzü hak ettiği ve “iffetli” kadınlara göre çok daha az hasar aldığı öne sürülüyordu.” Kürt kadınlar için bu hareket, yaşadıklarıyla gün yüzüne çıkmaya başladı. Birçok Kürt kadın dağa çıktı. Bu hem aileden hem de yaşanan zorluklardan kaçış mücadelesiydi. Başörtüsü yasağı ile başlayan protestolarla Müslüman kadınlar da kendi hakları için mücadele etmeye başladılar. Bu protestolar feminist kadınlarla Müslüman kadınların ilk teması sayılabilir. Müslüman kadınların bir kısmı feminizmi kabul etse de bazıları sadece ortak taleplerde mücadeleyi benimsedi. “İmanlı feminist” olduğunu söyleyen Gonca Kuriş bu mücadelenin içinde yer alan söz sahibi bir kişiydi. Fakat muhafazakâr çevreler tarafından hoşgörü ile karşılanmıyordu. İBDA-C tarafından öldürüldü ve öldürenler feministler tarafından protesto edildi. Sürekli okuyan, araştırmacı olan 5 çocuk annesi Kuriş, kayınpederi 75 yaşındaki Abdullah’ın ısrarlarıyla örtündü. Din ve tarikatlarla çok yakından ilgilendi. 1987 yılından 1998’e kadar İslam dinini derinlemesine araştırdı. Kuriş, araştırmasını yaparken dindeki fraksiyonlara da girdi. Hizbullah örgütü ve Nakşibendî tarikatına katıldı. 1996 yılında davetli olduğu Dünya Müslüman Kadınlar Günü nedeniyle İran’a gitti, burada Hizbullah’ın toplantısına katıldı. Bir süre sonra insan ile Allah arasına hiçbir şeyin giremeyeceğini savunarak Hizbullah’tan ayrıldı. Bu da onun sonunu hazırladı. Kadın haklarının savunuculuğu da yapan Kuriş, Mersin’de Bağımsız Kadın Derneği ve Kadın Sığınmaevi faaliyetlerine katıldı. Spastik özürlüler için araç alma girişiminde bulundu. Bir hayat kadınını intihardan kurtardı. Kuriş, özgür düşünceleri ve radikal çıkışlarıyla yurt içinde ve yurtdışında kısa sürede adını duyurdu. 16 Temmuz 1998 tarihinde eşi ile birlikte evlerine dönerken silahlı 3 kişi tarafından, eşi etkisiz hale getirilerek, kaçırılmıştı. Hizbullah tarafından öldürüldü ve cenazesi Konya’da bulundu. 39 Mart 2014 haberrevizyon.tv


Bakış

Sus! Sırası Mı Şimdi...?

Şahin MENGÜ Otuz gün sonra yerel genel seçimler yapılacak. Demokrasisi oturmamış ülkelerde, her seçim hep olağanüstü önemlidir. 30 Mart’ta yapılacak seçimde gene böyle olağanüstü bir önem taşımaktadır. İktidar ortakları arasında çıkan çatışma, dedikodu halinde halk arasında dolaşan yolsuzluk iddialarını gün yüzüne çıkarttı, bütün pislikler ortaya döküldü. İktidar dökülüyordu, AKP iktidarını yerle bir etmek için ufak bir dokunuş kafi idi, yapılacak tek şey vardı. Şaibesiz adaylarla seçime gitmek. Ama maalesef olmadı, oldurulmadı. Önce, aday olabilmek için, parti içi eğitim şart dediler. Her ne kadar parti paralı eğitime karşıysa da, eğitime katılanlardan para da aldılar. Ama sonra eğitime katılmamış bir çok insanı aday yaptılar. Belediye Başkan adaylarının Genel Merkezi “tehdit ederek” liste dayattıkları basında çarşaf çarşaf yazıldı. Ya buna “bizi tehdit etmek kimsenin haddi değildir” demeyi akıl edemediler ya da hakikaten boyun eğdiler. Bunu hangi gerekçeyle olursa olsun eleştirenlere “Sus! Sırası mı Şimdi..!” dediler. Eş, dost, akraba, hemşeri ilişkisine izin verilmeyecek dediler, aksi yapıldığı için eleştirenlere “Sus! Sırası mı Şimdi..!” dediler. Adayları Gençleştiriyoruz dediler. 75 yaşında bir eski Bakanı Belediye Meclisinde birinci sıraya koydular. Baba, oğul, eski eş, çoluk çocuk, yeğenler cümbür cemaat listelerde olunca, “bu ne iş” diyenlere, “Sus! Sırası mı Şimdi..!” dediler. Devrim kanunlarını yasalaştırmış bir İnsanın kurduğu partide, cemaat yandaşının aday gösterilmesine tepki verilince, “Sus! Sırası mı Şimdi..!” halka açılıyoruz dediler. 40 haberrevizyon.com Mart 2014


Başta İzmir olmak üzere pek çok yerde görevde olan veya görevde olmasa bile aday adayı olan Atatürkçüler tasfiye edildiler.

Kendi içlerinde ne dönekler olduğunu, milletvekili yapılmayınca parti değiştirip, gelip, partinin en tepesine kadar çıkanları görmek istemediler.

Nasıl olur diyenlere “Sus! Sırası mı Şimdi..! seçime gidiyoruz” dediler.

Görmek istemediler, çünkü onlar partiyi temel değerlerinden koparmak, Atatürk’ten öç almak arzusu ile gelmişlerdi, getirilmişlerdi.

Hakkında kesinleşmiş Mahkeme hükmü olan şahsı aday yaptılar, adam vaz geçti bu sefer kardeşini aday yaptılar. Bayrağın anlamını bile bilemeyecek, Atatürk’ü parti rozeti zanneden, bu kavramları türbanla eş tutan, bir kendini bilmezi, bir işaretle bayraklarla gelincik bahçesine çevrilen İzmir’in Konak ilçesine belediye başkan adayı yaptılar. Buna haklı olarak itiraz edenlere “Sus! Sırası mı Şimdi..!” dediler. Buna tepki verip, istifa edip gidenlere dönek dediler. Ama dönüp aynaya bakmadılar.

O kadar ileri gittiler ki; Atatürk’e katil bile dediler, Bunu görüp itiraz edenlere, “Sus! Sırası mı Şimdi..!” dediler. Ben odunu koysam seçtiririm, mantığının çok yanlış olduğunu, halkın buna tepki vereceğini söyleyenlere “Sus! Sırası mı Şimdi..!” dediler. Bir anlamda halk ne anlar, uyandırma …. dediler. Halka iniyoruz derken halka hakaret ettiler. Bu “Sus! Sırası mı, Şimdi…!” diyenlerin büyük bir çoğunluğu da iyi niyetli partililer.

Susulursa tepki verilmezse, sessizliğe bürünülürse iktidar olacağını zannedenler. Ama bir şeyin farkında değiller. İktidara giden yol tutarlı ve dürüst olmaktan geçer. Söylediği her şeyin aksini yapan bir yönetim anlayışı, bırak geniş halk kitlelerinde, kendi parti tabanın da bile güven yaratmaz. Güven bunalımı başladığı zamanda bunun nerede duracağı bilinmez. Ayrıca seçim de bitmez. Yerel seçimler bitecek Cumhurbaşkanlığı seçimi gelecek, o bitecek ondan en geç on, on bir ay sonra milletvekili Genel seçimi gelecek. “Sus! Sırası mı..! Şimdi” cilerin mantığı ile parti yönetimi o zaman hiç eleştirilemeyecek.

SUS!

SIRASI MI ŞİMDİ...! 41 Mart 2014

haberrevizyon.tv


Keşif

Torino Kefeni

.

TORINO. KEFENI

Basit bir biçimde söylemek gerekirse Torino Kefeni, 430 santimetre uzunluğunda ve 110 santimetre eninde büyük bir keten kumaş parçasıdır ve üzerinde,önünde ve arkasında çarmıha gerilerek öldüğü anlaşılan bir insanın görüntüsü vardır.

düğü 944 yılına kadar devam etmiştir. Resim burada 1204’e kadar kalmış, o yıl Dördüncü Haçlı Seferi şövalyeleri kenti yağmalamışlar ve bu arada resmi de almışlardır. Kefenin 14. yüzyıl Fransa’sında sergilenebilmesinin açıklaması bu olabilir.

daki kanla ve saç ve sakal ayrıntılarıyla büyük bir doğrulukla betimlenmiştir. Gözlemciler ayrıca büyük bir olasılıkla kırılmış buruna ve gözlerdeki sikkelere de işaret etmektedirler. Kan lekelerine DNA testi yapılmış ve insan kanı, erkek ve AB tipi kan olduğu anlaşılmıştır.

Yalnızca bu bile ilgi uyandırmaya yeterliyken, bunun İsa’nın kefeni olduğu iddiası (kilise yetkilileri bu iddiada bulunmamışlardır) bir tartışma konusu olmuştur. Bu iddia nedeniyle ayrıntılı bilimsel incelemeler yapılmış, uluslararası konferanslar toplanmıştır. 1978’de İtalya’daki Torino’da sergilenen kefen, üç milyon kişi tarafından ziyaret edilmiştir. Gelecek sergilerde bu sayının çok daha yüksek olacağı kuşkusuzdur.

Konstantinopolis’te (İstanbul) 692 ile 695 yılları arasında kesilmiş bir II. Jüstinyen sikkesi. İsa’nın görüntüsünü taşıyan bu ilk sikkelerde, kefendeki görüntüyle yakın bir benzerlik vardır. (Ortada) Sina Dağı’ndaki Azize Katherine Manastırı’nda 6. yüzyıldan kalma bir ikona. (Sağda) Kefenin 1898’de çekilmiş ilk fotoğrafının negatifi. 1999’da sarısabır ve mürrüsafi sürülmüş bir kumaş kullanılarak elde edilen görüntü.

Toprak, toz ve polen zerreleri gibi mikroskopik bulgular da vardır. Polenler incelenmiş ve uzmanlar yalnızca Kudüs ve Eriha çevresinde yetişen 19 ayrı bitki türü tespit ettiklerini iddia etmişlerdir.

Bazıları kefen tarihinin 1357’de, Charney’li II. Geoffrey’in Fransa’da Lirey’de sergilemesiyle başladığını düşünmektedir. Ancak İsa’nın görüntülerinden daha önce de söz edildiği bilinmektedir. Örneğin, 4. yüzyılda bir kaynak Thaddaeus ya da Addai’nin Edessa’da (Urfa), “seçme boyalarla” İsa’nın bir resmini yaptığını nakletmektedir. 6. yüzyılda bir başka kaynak, İsa’nın yüzünü bir havluya sildiğinde üstünde görüntüsünü bıraktığını bildirmiştir. İsa bu havluyu, Edessa Kralı Abgar’ın bir elçisine vermiştir. Edessa’da İsa’nın resmi olduğu hikâyeleri, Bizans ordusunun görüntüyü Konstantinopolis’e (İstanbul) götür-

TORİNO KEFENİ VE TARİHLEME ÇABALARI

42 haberrevizyon.com Mart 2014

Ortaçağlarda İsa’nın pek çok “kefeni” sergilendiği için Torino Kefeni’nin ilginçliği nereden kaynaklanmaktadır?

1988’de Zürih, Oxford ve Tucson’da laboratuarlarda Accelerated Mass Spectrometry tekniği kullanılarak radyokarbon (C-14) tarih saptama testleri yapılmıştır. Bu laboratuar çalışmaları için kefenden kesilmiş, l santimetreye 5,7 santimetrelik bir kumaş parçası üç laboratuvara paylaştırılmıştır. Laboratuvar sonuçları, kefenin 1260 ila 1390 yılları arasından kaldığım göstermiştir. Bu sonuçlar, kumaşın yaşı sorununu çözmüş müdür?

Kefen üzerindeki görüntü, beyaz bir zemin üzerinde gayet soluk, sarımtrak bir benzerliktir. Ancak bunun çarmıha gerilmiş bir insanın negatif görüntüsü olduğu anlaşılmaktadır ve garip olan yanı, üç boyutlu bilgi de içermesidir. Görüntüde şaşırtıcı derecede ayrıntı vardır: Örneğin, insan anatomisi, bilek ve ayaklardaki çivi yaralarından akan kanla, kırbaçlamanın yaralarıyla, kafatasın-

Özellikle başta basın olmak üzere pek çok kişi ve çok sayıda bilimadamı için 1988 sonuçları kesindir. Ancak diğerleri, örneğin kefenin ilk sergilendiğinden bu yana en çok insan eli değen kısmından alındığına işaret etmişlerdir. Ayrıca, kefen 1532’de Torino’da bir yangında kavrulmuştu. Yanmanın yeni maddeler getirdiği kuramı, bilinen örneklerin test edilmesiyle de doğrulanmıştır.


Yine bazıları eski keten elyafında bakterilerin ve mantarların yetiştiğini ve bunların kefen için kullanılan tarih belirleme süreciyle ortadan kaldırılamayacağına dikkat çekmişlerdir. Son olarak da, radyokarbon tarihi 13. ya da 14. yüzyıl olduğuna göre görüntü (eğer sahte ise) ortaçağa ait olmalıdır ama hiç de öyle değildir. TORİNO KEFENİ’NİN AÇIKLANMASI Şu halde Torino Kefeni nasıl açıklanmıştır? Bu bir sahtekârlık mıdır, bir tesadüf ya da mucize midir? Zaman içinde bu açıklamaların hepsi ileri sürülmüştür. Örneğin, kefen üzerinde fırça izleri yoksa da, resim boyaları sürerek yapılmış olabilir. Bazıları görüntünün sıcak bir heykele yaslanan kumaşın kavrulması olduğunu iddia etmişlerdir. Yine bazıları çürümekte olan insan vücudundan çıkan gazların yarattığı bir tür “buğugraf” olduğunu savunmuşlardır. Bazıları bunun bir cesedin doğal izi olduğunu kanıtlamaya çalışmışlardır (Volkringer etkisi ya da keten elyafın suyunun çekilmesi). Bir kısım araştırmacılar da radyasyon

kuramlarına başvurmuşlardır: Vücudun doğal elektromanyetik alanının kumaşla etkileşimi. Bazıları İsa’nın dirildiğindeki doğaüstü elektromanyetik radyasyon patlamasını savunmuştur, İsa’nın dirilmesine ilişkin ruhsal enerjilerin, kefendeki izleri bıraktığını söyleyenler bile vardır. Şu halde bu esrarengiz keten kefeni nasıl açıklayacağız? Bu gerçekten bir mucizenin kanıtı mıdır? iddia ve deney için hâlâ imkân vardır. En inandırıcı kuramlardan bazıları, kefenin üzerindeki izin, henüz tam olarak anlamadığımız karmaşık ve hassas doğal süreçlerin sonucu oluştuğudur. Kudüs’te eski bir mezarda bir anatomi mankeniyle yapılan deneylerde, hararetle (ölüm sonrası ateş) birleşerek tepkimeye giren insan terinin ortaya bir asit çıkardığını ve bunun, mezarın kireçli ve çok rutubetli ortamında ham keten üzerinde bir tür görüntü oluşturabileceğini göstermiştir. Gerçekte her ne olmuşsa olsun, Torino Kefeni, gerçek bir bilimsel anormalliktir ve yıllardır yapılan bütün çözümlemelere ve sınıflandırma çabalarımıza inatla

direnmektedir. HRİSTİYAN DÜNYASI BU KEFENİ TARTIŞIYOR Vatikan, sahip olduğu Torino Kefeni’nin keşfini, “kaderin en karanlık esrarı” olarak yorumluyor. Ancak Katolik Kilisesi bugüne kadar kefenin gerçek olduğunu kanıtlamak adına bir araştırma yapmış değil. Kefenin, 14’üncü yüzyılda haçlı bir şövalye tarafından Fransa ’ya getirilene kadar birçok kez el değiştirdiği düşünülüyor. Yıllarca Fransa’daki bir manastırda tutulan kefen, burada çıkan yangında hasar görünce, rahibeler tarafından onarıldı. Torino Başipiskoposu’na 1578 yılında teslim edilen kefen, o tarihten bu yana Torino Katedrali’nde tutuluyor. Kefenin üzerinde 1988 yılında yapılan karbon testi, kumaşın 1260 ile 1390 yılları arasındaki döneme ait olduğunu gösterince, birçokları kefenin sahte olduğunu savundu.

43 Mart 2014

haberrevizyon.tv


Tarih

Miryokefalon Savaşı

20 haberrevizyon.com Mart 2014


ÖLÜMSÜZ OLMAK İSTER MİSİNİZ? Mart 2014

haberrevizyon.tv

19


Haber

Ölümsüz Olmak İster Misiniz?

Bağışlanan Her Organ Kurtarılan Bir Hayattır Türkiye’de organ nakli bekleyen hastaların sayısı gün geçtikçe artıyor. Bu artışla birlikte organ ve doku naklinin önemi de artıyor. Organ nakli ile ilgili en önemli sorun ise tüm dünyada olduğu gibi ülkemizde de yeter sayıda organın bulunamaması olarak gösteriliyor. Ancak buna rağmen son 10 yılda organ nakli sayısı ve kalitesi giderek yükseliyor. Organ ve doku nakli hizmetleri Türkiye açısından büyük önem taşıyor. Çünkü Türkiye’de tedavileri yalnızca organ ve doku nakliyle mümkün hastaların sayısı giderek artıyor. Tedavisi yalnızca organ ve doku nakliyle mümkün olan hastaların bir bölümü uygun organ ve doku bulunamadığı için hayatını kaybederken, bir kısmı da tedavi olmak amacıyla yurt dışına giderek organ ve doku nakli yaptırmaya çalışıyor. Kalp ve karaciğer nakli bekleyen hastalar, uygun organ bulunamadığı takdirde yaşamlarını kısa bir süre içinde kaybetmektedir. Bugün kronik böbrek yetmezliği hastaları diyaliz cihazlarına bağlı olarak bir gün böbrek nakli olabilmek umuduyla yaşamını sürdürmeye çalışmaktadır. Nakil bekleyen 46 haberrevizyon.com Mart 2014

hastaların bazıları ise tedavi olabilmek umuduyla yurt dışında çareler aramaktalar. Yurt dışına tedaviye giden bazı hastalar ise uygun olmayan koşullarda yapılan nakiller nedeniyle hayatlarını kaybetmektedirler. Ülkemizde organ ve doku nakli hizmetleri bugüne kadar yapılan çalışmalara rağmen halen istenilen düzeye ulaşmamıştır. Benzer ülkeler ile mukayese edildiğinde, ülkemizde 3-5 kat daha az nakil gerçekleşmektedir. Organ ve doku naklinin gerçekleşebilmesi, ancak organ ve doku bağışı ile mümkün olmaktadır. Bu sebeple toplumda, organ nakli bilincinin oluşturulması gerekmektedir. Bu bilincin oluşturulmasında, başta Sağlık Bakanlığı olmak üzere bütün eğitim kurumlarına, basına ve sivil toplum kuruluşlarına önemli görevler düşmektedir.


Organ Nakli Nedir? Tedavisi mümkün olmayan hastalıklar nedeniyle görev yapamayacak derecede hasar gören organların yerine, canlı veya ölüden alınan yeni, sağlam organın konularak hastanın tedavi edilmesine organ nakli denilir. Hangi Organ ve Dokuların Nakli Yapılmaktadır? Ülkemizde nakli yapılan organlar; böbrek, karaciğer, kalp, akciğer, pankreas ve ince barsaktır. Nakli yapılan dokular ise; kalp kapağı, kornea, kemik, kemik iliği, deridir. Böbrekler sağ ve solda olmak üzere iki tanedir. Dakikada 1 litre kanı süzerek vücudu zararlı maddelerden temizlerler. Ancak birçok sebepten böbrek dokusu zarar görerek işlevini yapamaz hale gelebilir. Böbrek yetmezliğine bağlı ölümlerin %60 ‘mı oluşturan kronik iltihabi durumda böbrekler fonksiyonlarını kaybederler. Bu durumda böbrek nakli gerekir. Kalp kasını tutarak harap eden hastalıklarda kalp görevini yapamamaktadır. Bu hastalar nakil olmaz ise çok kısa sürede

hayatlarını kaybetmektedir ve ancak kalp nakli ile yaşamaları mümkündür. Karaciğer karın boşluğunun sağ tarafında yer alır. Karaciğer hücrelerinin tahrip olduğu, siroz, kronik sarılık, karaciğer kanseri gibi tıbbi tedavinin başarısız kaldığı hastalıklarda karaciğer nakli tek çözüm olarak ortaya çıkmaktadır. Organ Nakli Kimlerden Yapılır? Organ ve doku nakli, canlıdan ve kadavradan olmak üzere iki şekilde gerçekleştirilebilmektedir. 1- Kadavra donör (verici) : Trafik kazası, kurşunlanma, beyin kanaması vb. nedenlerle yoğun bakımda tedavisi devam ederken, beyin ölümü denilen geri dönüşümsüz beyin hasarı gelişmiş hastaların organları bağışlandığı takdirde bunlar kadavra donör olarak tanımlanmaktadır. Böbrek, karaciğer, pankreas, kalp, kalp kapaklan, kornea kadavradan nakillerde kullanılmaktadır. 2- Canlı donör: Organ nakli gereken hastanın eşi veya yakın akrabaları doku, kan grubu vb. uyum mevcut ise organ bağışında bulunabilmektedir. Bunlar

canlı donör olarak tanımlanmaktadır Böbrek ve karaciğer canlıdan nakil yapılabilen organlardır. Beyin Ölümü Nedir? Beyin ölümü, beyin fonksiyonlarının irreversibl (geri dönüşümsüz) olarak kaybolmasıdır. Beyin ölümü gerçekleşen kişide solunum ve dolaşım ancak yoğun bakım koşullarında ventilatör gibi destek makinelerine bağlanarak sürdürülebilmektedir. Solunum ve kalp atımları yapay olarak sürdürülebilirken, beyin fonksiyonları yapay olarak sürdürülemez. Bu nedenle kişi beyni öldüğü zaman tıbben ölü kabul edilir. Yoğun bakım ünitelerinde verilen tüm tıbbi desteğe rağmen ortalama 24-36 saat sonra beyin dışındaki organlar da fonksiyonlarını kaybederler. Beyin ölümü tanısı almış kişilerin hayata dönmesi mümkün değildir. Beyin ölümünün gerçekleşmesinden sonra bu kişiler kadavra donör olarak adlandırılır. Bu dönerlerde en kısa süre içerisinde (organlar fonksiyonlarını kaybetmeden önce) organların alınarak bekleyen hastalara nakledilmesi gereklidir.

47 Mart 2014

haberrevizyon.tv


Haber

Ölümsüz Olmak İster Misiniz?

Beyin Ölümü İle Bitkisel Hayat Arasındaki Fark Nedir? Beyin ölümü ile bitkisel hayat kavramları birbirinden farklıdır. En önemli fark, bitkisel hayattaki hastaların solunumlarının devam etmesidir. Bu hastalar aylarca ya da yıllarca yaşamaya devam etmekte ve bazı durumlarda iyileşerek normale döne-

Ülkemizde nakli yapılan organlar: Böbrek Kalp Pankreas

Karaciğer Akciğer İnce barsak

Organ Bağışı Nedir? Kişi hayatta iken, serbest iradesi ile tıbben yaşamı sona erdikten sonra doku ve organlarının başka hastaların tedavisi için kullanılmasına izin vermesidir. Organ bağışında bulunan kişinin organlarının hangi durumda ve nasıl alınacağı 2238 sayılı “Organ ve Doku Alınması, Saklanması ve Nakli Hakkında Kanun”da açıkça belirtilmektedir. 2238 sayılı yasaya göre on sekiz yaşından büyük ve akli dengesi yerinde olan herkes organlarının tamamını veya bir bölümünü bağışlayabilir Bağışlanan Organlar Kimlere Nakledilir? Organ alacak hastalar öncelikle kan grubu ve doku grubu uyumuna, yaş, boy, kilo gibi kriterlere ayrıca tıbbi aciliyet durumuna göre belirlenir.Cins, ırk, din, zengin-fakir ayırımı yapılmaz. Organ Bağışının Dini Yönden Sakıncası Var mı? Organ bağışının dini yönden sakıncası yoktur. Büyük dinlerin çoğu organ bağışını onaylamakta ve desteklemektedir Diyanet İşleri Başkanlığı Din İşleri Yüksek Kurulu , 6.3.1980 tarih ve 396/13 sayılı karan ile organ naklinin caiz olduğunu açıklamıştır. Bu kararda; 48 haberrevizyon.com Mart 2014

bilmektedir. Beyin ölümünü, çok basit bir benzetme ile vazodaki çiçeğe, bitkisel hayatı ise saksıdaki çiçeğe benzetebiliriz. Vazodaki çiçek istesek de istemesek de birkaç gün sonra solacak ve kuruyacaktır. Oysaki saksıdaki çiçek suladığımız müddetçe solmayacaktır.

Ülkemizde nakli yapılan dokular: Kalp kapağı Kemik Deri

Kornea Kemik iliği

1. Zaruret halinin bulunması, yani hastanın hayatını veya hayati bir organını kurtarmak için bundan başka çarenin olmadığının mesleki ehliyet edilmesi, 2. Hastalığın bu yolla tedavi edileceğine ilişkin doktor kararının olması, 3. Doku ve organı alınacak kişinin bu işlemin yapılmış olduğu sırada ölmüş olması, 4. Organ veya dokusu alınacak kişinin sağlığında buna izin vermiş olması veya hayatta iken aksine bir beyanı olmamak şartıyla yakınlarının rızasının sağlanması, 5. Alınacak organ veya doku karşılığında hiçbir şekilde ücret alınmaması, 6. Tedavisi yapılacak hastanın da kendisine yapılacak olan bu nakle razı olması gerektiği belirtilmektedir. Yine aynı kararda “organınızı vereceğiniz kişi yaptığı iyilik ve fenalıklardan kendisi sorumludur” denilmektedir. Kuran-ı Kerim’de de “kim bir insana hayat verirse onun tüm insanlara hayat vermişçesine sevap kazanacağı” beyan olunmaktadır (Maide suresi, ayet 32).


Organ Bağışı Nereye ve Nasıl Yapılır? -Sağlık Müdürlüklerinde, -Hastanelerde, -Emniyet Müdürlüklerinde (Ehliyet Alımı Sırasında), -Organ Nakli Yapan Merkezlerde, -Organ nakli ile ilgilenen Vakıf, Dernek... vs kuruluşlarda organ bağışı işlemi yapılabilir. Organ bağışında bulunabilmek için; organ bağışı kartını iki tanık huzurunda doldurup imzalamak yeterlidir. Organ bağışı yapanların, bu durumdan ailelerini de haberdar etmeleri daha sonra çıkabilecek problemleri önlemek açısından yararlı olacaktır. Organ bağışında bulunan kişilerin organ bağış kartını daima yanında taşıması organ bağışı işleminin karışıklık ve gecikme olmaksızın yerine getirilmesini sağlayacaktır. Kişi organ bağışından vazgeçtiği anda organ bağış kartını taşımaktan vazgeçmeli ve bu kararını ailesine bildirmelidir. Bırakacağınız En Güzel Miras Hayatta İken Yapacağınız Organ Bağışıdır Organ bağışı konusunda aldığınız kararın doğruluğundan tereddüt etmeyin. Organ bağışı bir hayat bağışıdır.

organ bağış kartını taşımaktan vazgeçmeniz ve merkezimize bu durumu telefonla bildirmeniz yeterli olacaktır. Ayrıca yakınlarınızı kaybettiğiniz zaman onların organlarının kullanılmasına izin verdiğiniz takdirde bu hayırsever davranış sizin için rahatlatıcı bir unsur da olabilir. Türkiye’de ve Dünya’da Organ Bağışının Durumu Türkiye’de organ nakli bekleyen hastaların sayısı gün geçtikçe artmaktadır. Organ nakli ile ilgili en önemli sorun ise bağış sayısındaki yetersizliktir. Ülkemizde canlıdan canlıya nakiller daha çok yapılmaktadır. Organ bağışının az olması da buna etkendir. Türkiye’de bir yılda bağışlanması gereken organ sayısının milyon nüfus başına göre düşünüldüğünde 2000 3000 arasında olması gerekmektedir. Bu rakam maalesef 300 - 400 ile sınırlıdır. Yani günümüz şartlarında 10 kat daha fazla bağışa ihtiyaç olduğu görülmektedir. Ülkemizde Avrupa ülkelerinde organ vericilerinin yüzde 80’i kadavra, yüzde 20’si canlı kaynaklıyken, Türkiye’de tam tersine organ vericilerinin yüzde 75‘i canlı, yüzde 25’si kadavra kaynaklıdır. Son yıllarda yapılan organizasyonlar ile ülkemizde kadavra verici bulma oranı az da olsa artmış görünmektedir. Ancak kadavradan nakillerin artması için hastaların beyin ölümünün gerçekleştiği merkezlere önemli görevler düşmekte, halkımızın da bu konuda duyarlı davranması gerekmektedir.

Organ bağışından vazgeçtiğiniz anda üzerinizde taşıdığınız 49 Mart 2014

haberrevizyon.tv


Haber

テ僕テシmsテシz Olmak トーster Misiniz?

50 haberrevizyon.com Mart 2014


Organ Nakli Hakkında Yanlış Bilinenler

- Sadece 1. derece akrabalar organ bağışı yapabilir

Türkiye’de organ nakli konusunda hala ciddi bilgi yetersizliği mevcut. Organ nakli önemli ve ciddi sağlık sorunlarından biridir. Ülkemizde yüzlerce kişi organ nakli beklerken çok az sayıda yapılan bağış bu sorunun büyümesine neden oluyor.

Sağlık Bakanlığının yönetmeliği gereğince 4. dereceye kadar akrabalar arası nakiller olabilir. Bölgesel Etik Kurullarından alınan onay ile akraba dışı organ nakli de söz konusu olabilmektedir. Organ nakilleri açısından çapraz nakil olarak adlandırılan donör değişimleri de yine yasal çerçeve içerisinde gerçekleşebilmektedir.

Tabii bu sorun yalnızca bizim ülkemize ait değil. Tüm dünyada olduğu gibi Türkiye’de de nakil sayıları istenilen oranlara ulaşılamıyor. Nakillerin çoğunlukla canlı vericilerden yapılması özellikle de kadavradan nakillerin sayısının artmaması bu alandaki en büyük sorunların başında yer alıyor. Halkın bu konuda bilinçlendirilmesi çok önemli. İşte Organ nakli hakkında doğru bilinen yanlışlar ve organ nakli konusunda bilinmeyenler. - Organ nakli sadece canlı vericiden diğer bir canlıya yapılır. Organ nakli, canlıdan canlıya ve kadavradan canlıya yapılan bir operasyondur. Kalp nakli dışında önemli bir kısmı canlıdan canlıya yapılmaktadır. Karaciğer ve böbrek nakilleri kadavradan alınarak hastaya nakledilerek gerçekleştirilebilmektedir. - Bitkisel hayata girmiş bir kişinin organları alınabilir. Bitkisel hayata girmiş bir kişiden organ alınamaz. Bitkisel hayat ile beyin ölümü arasındaki farkı ayırmak gerekir. Kişinin kadavra sayılabilmesi için beyin fonksiyonlarının tamamen kaybolması gerekir. Kısacası beyin ölümü gerçekleşmiş olmalıdır. Bitkisel hayatta ise beynin bazı fonksiyonları devam ettiğinden yaşıyor sayılır ve organları alınamaz.

- Organ naklini her hastane ve her cerrah yapabilir Organ naklini her hastane ve her cerrah yapamaz. Teknik ve teknolojik alt yapı gerekliliğinin sağlanması, organ nakli merkezinin sorumlusu olacak kişinin o konuda yeterli olması gerekmektedir. Sağlık Bakanlığı Organ Nakli Bilim Kurulları hastane, merkez sorumlusu ve ekibini bu çerçevede denetimden geçirir ve onay alındıktan sonra nakiller yapılmaya başlanmaktadır. - Yaşlıyım benim organlarım işe yaramaz Yaşa bağlı olarak organın sağlam olup olmadığı belirlenemez. Beyin ölümü olan kişinin organ fonksiyonları değerlendirilir daha sonra risk faktörlerine bağlı olarak organlar kullanılabilir. - Kronik böbrek yetmezliği olan her hastaya böbrek nakli olur Kronik böbrek yetmezliği olan her hasta böbrek nakli olamaz. Özellikli durumlar; yani aktif hepatit ya da enfeksiyon taşıması, damar problemleri, kalp yetmezliği ya da ileri derecede akciğer yetmezliği gibi riskler böbrek yetmezliği olan hastaların organ nakli olmasına izin vermeyebilir.

- Karaciğer naklinde canlı verici olamaz; çünkü tümü alınır Karaciğer naklinde vericinin tüm karaciğeri alınmaz. Uygun görülen parça alınarak nakil gerçekleştirilir. Donör olan kişilerde karaciğer, 6 ya da 8 hafta gibi bir süre içerisinde eski boyutuna ulaşmaktadır. Aynı şekilde nakledilen karaciğer de 2 hafta gibi süre içerisinde kendisini büyüterek eski boyutuna ulaşmaktadır. - Kan grubu uyumsuz ise organ nakli gerçekleşemez Kan grubu uyumsuz olanlarda da nakil yapılabilir. Alıcının özellikle böbrek nakli açısından diyalize giremeyecek duruma gelmiş olması, Acil Fon’dan uygun kan gruplu organ bulunamadığı durumlarda kan grubu uyumsuz nakiller yapılabilmektedir. - Organ nakli ameliyatları ağır ve kalıcı izler bırakır Organ nakli ameliyatları önemli ve ince ameliyatlardır; ancak gelişen modern cerrahi teknoloji ve teknikleri ile tamamen güvenli ve kanamasız gerçekleşebilmektedir. Örneğin Laporoskopik donör ameliyatları (kapalı ameliyatlar) ile insanlar 1 hafta ya da 10 gün sonra normal hayatlarına devam eder; günlük yaşamları açısından bedensel bir engelleri asla olmaz. 51 Mart 2014

haberrevizyon.tv


Haber

Ölümsüz Olmak İster Misiniz?

- Organ bağışını yapan aile organın kime verileceğine karar verir. Organ bağışı yapan 1. derece yakınlar organın kime verileceğine dair bir karar yetkisine sahip değildir hatta kime verileceğini de bilmezler. Bağışlanan organın kime verileceğini Sağlık Bakanlığına bağlı Organ Nakli Ulusal Koordinasyon Merkezi puanlama sistemiyle adil bir şekilde belirler. - Kadavradan alınan organ nakli ameliyatında kadavra parçalanır. Kadavradan alınan organ nakillerinde de yapılan ameliyat tamamen teknik bir ameliyattır. Sadece ince bir ameliyat izi görülür. Bedenin tamamen parçalanması asla söz konusu değildir. - Aynı yaş grupları arasında organ nakli gerçekleşebilir. Bebeğe nakledilecek bir organın yine bebekten alınması gibi bir kural yoktur. Uygun boyutta bir organ olması durumunda bir yetişkinin organı bebeğe nakledilebilir. Örneğin; anneler çocukları için verici olabilir. -Kadından kadına nakil yapılmalıdır, erkekten yapılırsa böbrek çalışmaz. 52 haberrevizyon.com Mart 2014

Kesinlikle böyle bir kısıtlama yok. Her iki cinsten kişiler rahatlıkla karşılıklı bağış yapabilirler. -İnsan tek böbrekli kalırsa uzun yaşayamaz. Çok sayıda böbrek vericisi uzun dönem izlenmiş ve bu kişilerde yaşamlarını değiştirecek olumsuz bir etki görülmemiş. Batılı ülkelerden yapılan yayınlar bunu açıkça gösteriyor. Bu nedenle 30 yaş üzerindeki herkes rahatlıkla böbreğini verebilir. -İki farklı ırktan insan arasında yapılan nakil başarılı olmaz.

gösterirler. -Yüksek tansiyon hastasından ve hepatit B taşıyıcısından böbrek alınmaz. Nakil yapılamaz. Yüksek tansiyon tanımı iyi ortaya konmalı. Eğer tedavi gerektiren bir yüksek tansiyon varsa, kişi böbrek bağışçısı olamaz. Alıcı aşılı ise Hepatit B olan birinden böbrek alabilir. Bu kurallar hastaya göre değişebilir, katı değildir. -Kalp hastasından, şeker hastasından böbrek alınabilir.

Böbreğin dini, dili, ırkı, mezhebi ve rengi olmaz! Zencilerdeki böbrek siyah değil, pembe renktedir.

Şeker hastaları böbrek vericisi olamaz. Çünkü zaten kendi hastalıkları, böbrek fonksiyonlarını bozuyor. Bu kişilerin böbreklerinden birini vermeleri söz konusu olamaz.

-Kadavradan alınan böbrek uzun yaşamaz.

-Obezlere ve çok şişmanlara yapılan nakil başarılı olamaz.

Kadavradan alınan böbreklerin çalışması canlı vericilerinkine göre daha geç olmasına karşın, yine de böbrek kaynağı olarak beyin ölümü gerçekleşmiş kişilerin organları tercih edilmelidir. Çünkü beyin ölümü gerçekleşmiş kişilerden alınan böbrekler, uzun yıllar canlı vericiden alınmış böbreğe yakın fonksiyon

Elbette genel sağlığını koruması için kimsenin fazla kilolu olmasını istemeyiz. Ancak böyle olması da nakle engel bir konu değildir. Sadece verecek kişiler, operasyon öncesi ve sonrası kilo vermeleri konusunda uyarılır.



Bakış

Taşlar Yerinden Oynarken

Dr. Yavuz DİZDAR Gıdada 2013 değerlendirmesi: Taşlar yerinden oynarken Gıda ve beslenme kuşkusuz hepimizin temel ihtiyacımız. Bu ihtiyacın gerektiği gibi karşılanması sadece yaşamsal gıdanın alınması açısından değil, sağlığın sürdürülebilmesi için de gerekli. Ülkemizde gıda alanında biz farkına varmadan yaşanan ciddi değişikliğin dört yıldır farkındayız. Bir gün önümüze konan “yoğurdun artık bozulmadığına ilişkin” bir yazı, durumun farkına varmamızı sağlamakla kalmadı, bu doğa dışı sürecin nedenini araştırdıkça benzer şeyin aslında marketlerde satılan pek çok ürün için de geçerli olduğunu gösterdi. Gıda endüstrisi yediklerimizin normal bozulma biçimini bir şekilde değiştirmeyi başarmıştı, buna da uzun raf ömrü denmekteydi. Ama işin daha dikkat çekici yanı, gıdadaki değişiklik endüstriyel üretim ve yemle besleme yöntemlerinin bir sonucu olarak balık, tavuk ve yumurta üretimini de kapsamıştı. Bugün önümüze gelen piliç, yumurta, et ve sütün çok büyük bir bölümü genetiği değiştirilmiş organizmaların (GDO) yem olarak kullanıldığı bir entegre sistem çerçevesinde üretilmektedir. Özellikle büyük şehirlerde ve alışverişin marketlere kayması sonucu giderek artan bir biçimde artık köylerde de endüstriyel raf ömrü uzatma işleminden ya da GDO’lu yem aşamasından geçmemiş bir ürünle karşılaşma olasılığımız çok azalmıştır. Biz farkına vardığımız bu durumu endüstriyle daha sürecin en başında tartıştık. Bu üretim yöntemlerinin tek başlarına risk oluşturmasalar da, ülkemizin beslenme alışkanlıkları ve gıdanın neredeyse bütünüyle endüstrileşmiş olması nedeniyle sürdürülemez olduğunu açıkça dile getirdik. Hatta 54 haberrevizyon.com Mart 2014

TAŞLAR YERİNDEN OYNARKEN bununla kalmadık, Ulusal Süt Konseyi gibi kurumları da kaynaklarıyla birlikte yazılı olarak bilgilendirdik. Endüstri ya yaptığının doğruluğundan aşırı emin ya da yöntemi değiştirmekte çok zorlandığından üretim koşulları ve meselenin geneline yaklaşımında ciddi bir farklılık göstermedi. Oysa vatandaşın hafızası fazlasıyla tazeydi, süt, yoğurt, tavuk ve yumurtanın doğal halini hatırlamakta gecikmedi. Bu kolay hatırlamanın bir nedeni de bize süt, yoğurt ya da tavuk niyetine satılan ürünlerin gerçekleriyle arasında ciddi bir lezzet ve kıvam farkı olmasıydı. Günlük şişe ve açık süte dönüş, evde yoğurt döneminin yeniden başlaması Gerçek çiğ süt, bir taşım, on dakika kaynatılmasının ardından o kadar lezzetli bir şeye dönüşür ki, bunun kaymağı ayrı bir nefasetken, içerisine biraz şeker ve pirinç katarak sıra dışı bir muhallebi yapabilirsiniz. Aynı şey kuşkusuz bu sütten yapılan yoğurt ya da kefir için de geçerlidir. Hele hele hayvan merada otlayarak beslenmişse, içerik beslemenin ötesinde şifalı bir bileşene dönüşür. Bütün mesele vatandaşın doğru biçimde bilgilendirilmesindedir. Gerçek süt ve endüstriyel uzun raf ömürlü biçimi arasındaki farkın anlaşılmaması mümkün değildir ve açık süte olan talebi olağanüstü artırdı. Bunun sonucu olarak mahallelere sütçüler geri döndü, şehre çiğ süt dağıtımı ayrı bir iş alanına dönüştü. Endüstri bu değişime doğrudan yanıt vermedi, ama süt teknolojisi alanında çalışan akademisyenler “çiğ sütün mikrop kaynağı olabileceği” söylemine sığındılar. Oysa bilgi donanımı iyi veterinerler 10 dakika kaynatmanın zararlı bakterilerin ortadan kaldırılması için yeterli olduğunu ifade etmekteydi. Dahası Gıda Tarım ve

Hayvancılık Bakanlığı verilerine göre ülkemizde ciddi bir hayvan hastalığı salgını bulunmamaktaydı. Üstelik hasta hayvanın süt verebiliyor olması da mümkün değildir, yani sütte hastalık yapıcı bakteri olduğunu ileri sürmek biyolojinin kurallarıyla da çelişiyordu. Bakanlık yine de açık süte olan talebi “Kamu Spotu” olarak adlandırılan televizyon duyurularıyla engellemeye çalıştı. Toplum nezdinde saygın olduğu düşünülen dizi oyuncuları aracılığıyla güğüm sütünün mikrop saçabileceği düşüncesi beslenmeye çalışıldı. Ama vatandaş “yemedi”, açık süt ve işlenmiş sütler arasında gerek lezzet, gerek ekşime özelliği açısından ciddi bir fark vardı. Biz de vatandaşa sütçüsünü tanıması gerektiği, bunun yoldan geçerken alınan simite benzemediği, belli bir sütçü edinilip, güven ilişkisinin kurulması gerektiği uyarısında bulunduk. Derken piyasaya çiğ süt satan, hatta bunu pet ambalaj içerisinde Trakya ya da Anadolu’dan getirerek pazarlayan çok sayıda müteşebbis girdi. Herkes telefonları birbiriyle paylaşıyor, gerçek süt kaynağını ve dolayısıyla yoğurdu güvence altına alıyordu. Bu yıl itibariyla ambalajlı süt üretimi ilk kez açık süt üretiminin gerisinde kaldı. Süt endüstrisine, marketlerde kendi markaları altında işlemden geçmemiş süt ya da günlük pastörize kaymaklı (homojenize edilmemiş) süt satmalarını önerdik. Onlar bu öneriyi televizyonlara “10 günlük günlük süt” reklamları vererek karşıladı. “On günlük günlük sütün” nasıl başarıldığı açıklanmadığı sürece güven tazelemeleri söz konusu olamayacağı gibi, vatandaş günlük sütlerin bile en az bir hafta dayandığını anlayınca, işin tadı iyice kaçtı.


Piliç endüstrisi sarsılan güveni yeniden kazanabilir görünmüyor Geçtiğimiz yıl en büyük değişikliklerden biri de kuşkusuz pilice olan talebin azalmasında görüldü. Ülkemizde “kuş gribi hezeyanıyla” yaktırılan 2.5 milyon tavuğun boşalttığı her yere yerleşen piliç endüstrisi, aslında durumdan zarara uğramış görünse de, orta ve uzun vadede fazlasıyla avantajlıydı. Ne var ki beklemedikleri bir şey gerçekleşti, sattıkları hayvanların pek de sağlıklı olmadığı konusunda yaptığımız uyarılarla aniden toplumsal bir ortak görüş oluşuverdi. Bunun nedeni de elbette halkın hafızasında tavuk kavramının hala taze olmasıydı. Endüstriyel firmalar arasında zaten tavuk diyen yoktu; piliç, beyaz et ya da bakanlıktaki karşılığı olarak “kanatlı” aslında tavuk dışında bir şeyi tanımlamaktaydı. Bu hayvanların ortak özellikleri normal tavuk 1.5-2 saatten önce pişmezken 20 dakikada dağılacak biçimde haşlanmaları, lezzetsizlikleri ve haşlama suyunda jöle oluşturamamalarıydı. Konu elbette aslında en başta yine piliç endüstrisyle görüşülmüştü.

Ritz Otel’de gerçekleştirilen toplantıda sekiz firmanın temsilcisi ve BESD-BİR ile bir araya gelmiş ve üretim yöntemlerini gözden geçirmeleri gerektiğini dile getirmiştik. Buna karşılık endüstri ne GDO soyanın yem olarak kullanılmasından ne de insafsız yetiştirme metodundan vazgeçmedi. Normal tavuğun bir yılda kesilebilir boya gelmesine karşılık, endüstriyel piliçler 40-45 günde 2.5 kilo ağırlığa ulaşmaktaydı ama bir farkla, bu hayvanlar sağlıklı değillerdi. Bütün bilimsel araştırmalar hayvanlarda kalp krizi, vücutta sıvı toplanması, eklem dejenerasyonu ya da tümör gelişimini gösterse de, endüstri bunları 45 günde kestiğinden hastalıktan ölmeden önce market raflarına gönderebiliyordu. Nitekim endüstri birkaç cılız açıklama dışında 45 gün-1 yıl farkını bilimsel gerekçelerle anlamlandıramadı. Veterinerler de harcıalem “bunların soyları geliştirilmiş, çabuk pişiyorlar, çünkü körpeler” dışında elle tutulur bir bilimsel açıklama getiremiyordu. Konuyla ilgili bir veteriner arkadaşımız, söylemini “halkın ucuz protein ihtiyacından” başlattı, “bir miktar tümör çıkabilirle”

sürdürdü ve “zaten çok kaliteli et değil” ile sonlandırdı. Takke bir kere düşmüştü. Piliç etinin ucuz olmasının nedeni yeme dayalı, aslında yarı sentetik bir et özelliği göstermesiydi. 1.7 kilo yem, dünyada hiçbir canlıda olmayan bir biçimde 1 kilo ete dönüştürülebiliyordu. Hayvanlar koruma amaçlı antibiyotik (büyütme amaçlı antibiyotik kullanımının 2006’da sonlandırıldığı söylense de, gerçeği ne kadar yansıttığı tartışmalıdır), yarı sentetik amino asit, GDO soya karışımı bir yemle besleniyor, organlarının çoğu gelişemiyordu. Nitekim esnaf lokantalarında tavuk ciğer yemeği yiyenler, çok küçük kalpleri olduğuna zaten aşinadır. Ama ambalajlara boyunların konamıyor olması, olasılıkla güdük kalmış olmalarına bağlıdır. Nitekim kendini tüketiciyi yanıltmak pahasına “tavukçuluğun soyadı” olarak tanıtan firmanın billboardlara verdiği ilanlardaki hayvanlarda da bu açıkça görülür; tıknaz, boynu kısa, ayakları çok büyük ve ibiği yok denecek kadar güdük mutant kuşlara ne kadar tavuk denebilirse, reklam da o kadar gerçeği yansıtmaktadır.

“Takke bir kere düşmüştü. Piliç etinin ucuz olmasının nedeni yeme dayalı, aslında yarı sentetik bir et özelliği göstermesiydi. 1.7 kilo yem, dünyada hiçbir canlıda olmayan bir biçimde 1 kilo ete dönüştürülebiliyordu” 55 Mart 2014

haberrevizyon.tv


Bakış

Taşlar Yerinden Oynarken

“Klor, yumurtanın içine geçip kokuşmasını önlüyor.” Bugün artık firmalar yaptıkları işin gerçekte ne olduğundan haberdar olduklarına inanıyorum. Tavuk üretmek pahalıdır ama daha önemlisi tavuk bu şifasının doğal sonucu olarak 2 saatten önce pişemeyeceğinden “akşam eve giderken bir tane kapar, 20 dakikada hazır ederim” zihniyeti ortadan kalkmaktadır ve bu endüstri için hız kısıtlayan basamaktır. Nitekim endüstri üretim metodunu değiştirememekte uzun süre direndi ve ardından “organik” kavramına dönmek zorunda kaldı. Buna karşılık tüketiciler organik kavramının karşılığı olarak uzun sürede pişmeyi ve jöle içeriğini kıstas almayı öğrendiler. Nitekim durumu incelemek amacıyla gerçekleştirdiğim bir İngiltere seyahati, oradaki tavukların etiketlerinde ne kadar sürede piştiğinin yazdığını gösteriyordu. Anlaşılan piliç alanında çalışan veterinerlik akademisi ciddi bilgi zaafı gösteriyordu. Bugün artık kendi söylemlerine inandıklarından da kuşkuluyum. Giderek daha fazla sorgulanan yumurta Geçen sene yumurta da aslında hak ettiği kadar incelenmeden sorgulanır bir hal aldı. Bunun bir nedeni, piliçte 45 günde yetiştirmeyi başaran endüstrinin yumurtada da tamamen masum olamayacağı varsayımıydı. Buna karşılık ben yumur56 haberrevizyon.com Mart 2014

ta konusunda konuşmaktan özellikle kaçındım, lakin bir gazeteye verdiğim röportajda endüstrinin bilimsel olarak çok ileri olduğunu kast etmek için söylediğim “günde 2-3 yumurta alabiliyorlarmış” söylemi bile dava konusu olunca, daha fazlası olması gerektiğini doğrudan anladım. Birincisi piyasada bulunan ucuz bembeyaz yumurtaların bir açıklaması olmak zorundaydı, zira yumurta bembeyaz olamazdı. Bunun klorlu bileşiklerle yıkanmaya bağlı olduğunu endüstrinin kendi hazırladığı “hijyenik üretim” tanıtım filmlerini izledikten sonra anladım. Klor yumurtanın içine geçtiğinden, kokuşmasını da önlüyor ama en önemlisi çocukların tercihi bu kokusuz yumurta yönünde oluyordu. Diğer ciddi sorunlar da hayvanların kapatıldıkları dar kafesler ve yem olarak GDO soyaya olan bağımlılıktı. Hayvanın ışıkla oynanırsa günde 2 yumurta verebileceği zaten yapanlar tarafından aktarılmıştı.” işini hatırlattı; “günde üç yumurta, üçüncüsü mecburen likit ve pastörize”. Taraf olan bakanlığa rağmen giderek değişen beslenme algısı Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı’nın gıdaya yaklaşımı istikrarlı olmasa da, sosis, sucuk gibi et ürünlerinde “beyaz ve kırmızı etin ay-

rıştırılması” olasılıkla en iyi uygulamalarıydı. Buna karşılık uzun ömürlü süt, ekşimeyen yoğurt ve hızlı pişen piliçte sorgulamamanın ötesinde taraf oldular. Bu taraflılık durumu İkinci Gıda Kongresi’nde aşikar hale geldi. Aslında aramızda dostluk bulunduğunu zannettiğim bir bakanlık yetkilisi, esas konuşmasını tamamladıktan sonra, “UHT süt, ekşimeyen yoğurt ve 20 dakikada pişen pilici” savununca, durumun Bakanlık nezdinde ciddi endişe yarattığını anlamış olduk. Aynı yaklaşım süt oturumda da kendini gösterdi, uzun ömürlü UHT süt özellikle süt gıda teknolojisi uzmanları tarafından savunuluyordu. Ne var ki beslenme alanında çalışan bilgisine güvendiğim uzmanlar da UHT’nin sütte ciddi değer kaybına neden olduğunu ifade edince, rüzgar birden endüstri aleyhine dönen fırtına şiddetinde esmeye başladı. Bu yaşananları medya ortamında doğrudan paylaşmadım ama süt ve yoğurt konusundaki söylemimiz sürdü ve toplumdan karşılık buldu. Bakanlığın süt endüstrisinden beklentisi ise çok daha farklıydı. Anlaşılan Bakanlık ve endüstri aynı potada erimişlerdi. Nitekim konunun bundan sonrası yoğurt tebliğinin hangi gerekçelerle değiştirilmiş olduğuna odaklanmak zorundaydı.


Ve derken Danıştay GDO mısırı yasakladı… GDO’nun yem olarak kullanılmasının farelerde açık bir biçimde tümör gelişimiyle sonuçlandığı bilgilerini paylaşıldıkça, toplumda hayvanların nasıl beslendiği konusuna daha fazla dikkat edilmeye ve sorgulanmaya başlanmıştı. Çok değil, birkaç yıl öncesinde “organik” denince gülümseyenler, artık meselenin fazlasıyla ciddi olduğunun farkındaydı. Piliç endüstrisi organik üretimi genişletmeye başlamıştı ama, yem konusu ciddi bir endişe kaynağıydı. Geçtiğimiz yıl açıklanan Fransız araştırması, ülkemizde yem olarak kullanımı serbest olan GDO mısır NK608’in açık bir şekilde kansere neden olduğunu gösteriyordu. Konu kuşkusuz Biyogüvenlik Kurulu tarafından da yakından incelendi ve derken GDO mısır 2013 sonu itibarıyla Danıştay

tarafından yasaklandı. Mısır üretiminin altyapısı hazırlanmış olduğundan, endüstri GDO mısırın yasaklanmasından olasılıkla etkilenmedi. Bu sürecin GDO soyaya doğru genişlemesi de anlaşılan süreç meselesi. Bugün için toplumun her kesiminde beslenme konusunda bir bilinçlenme söz konusu olduysa, bunda en büyük katkı vatandaşların duyarlılığındadır. Beslenme ve hastalık ilişkisi olasılıkla dünyada ilk kez bu kadar aşikar hal almıştır. Süt açık alınmakta, yoğurt evde tutturulmakta, piliç konusundaki duyarlılık ise ödünsüz sürdürülmektedir. Sorunun yumurta boyutu, olabildiğince organik yumurta ile çözülmeye çalışılmaktadır. Marketlerin ambalajlı ölü ürünlerinin beslenmek açısından iyi bir seçenek oluşturmadığı herkes tarafından anlaşılmış, alışveriş pazarlara ve imkanı olanlar içinse koli ile şehir dışından

getirilmesi yaklaşımına döndürülmüştür. Gıda endüstrisi üretim koşullarını neden değiştirmesi gerektiği konusunun henüz açık bir şekilde ayırtına gidememiştir. Buna karşılık kamu nezdinde tartışmadan kesinlikle kaçınmakta, bu hatalı üretim modelini hala daha savunmaya çalışan son birkaç bilimsel görüş ise internette yaymaya çalıştıkları seviyesiz açıklamaların ötesine geçememekte, aslında bir yerde endüstrinin kendisine zarar vermektedir. Konunun daha iyi anlaşılabilmesi için okuduklarım, yazdıklarım ve ötesini sonunda bir kitap çerçevesinde birleştirdim: Yemezler! Yayınlanmasının üzerinden yaklaşık dört ay geçti, bugüne kadar, ileri sürdüğüm savları eleştiren bir görüş almadım. Anlaşılan akademi ve endüstri ne kadar ayak sürüse de, vatandaş yemedi ve artık yedirtmez.

“Biyogüvenlik Kurulu tarafından da yakından incelendi ve derken GDO mısır 2013 sonu itibarıyla Danıştay tarafından yasaklandı.” 57 Mart 2014

haberrevizyon.tv


Bakış

Kadınlar Gününüz Kutlu Olsun

İsmail Ahmet ORHUN

KADINLAR GÜNÜNÜZ KUTLU OLSUN

Bir ay önceki yazımda para kazanma yolları ile ilgili yapılan hataların çoğunda hırslarımızın esiri olduğumuz için yaptığımızı paylaşmıştım sizlerle, bu öyle Facebook’ ta sağdan soldan yazı alarak sayfana ilave etmeye benzemez. Aynı Adem ile Havva’nın kandırılıp elmayı yemeleri gibi önünüze çıkan fırsata ilave olarak size öyle teklifler yaparlar ki karşı duramazsınız, sonunu düşünemeden her şeyi kabul edersiniz.

canlanacak inşaat sektörünün yanında bir iki ay için basım yayın sektörü de para kazanacak ,sonuç çöp kutusu. Mart ayının bir başka önemli özelliği kadınlar günü gibi önemli bir güne sahip olması, bakalım bu yıl Taksim anıtında kabartma resmi bulunan Sabiha Hanımı kimse anacak mı? İlk sivil havacı kadın pilotumuz Bedriye Tahir Gökmen veya ilk kadın savaş pilotumuz Sabiha Gökçen hatırlanacak mı ?

Sonunu düşünmezsiniz çünkü fazla zamanınız yoktur ve rakamlar çok büyüktür, zengin olma ya da paranıza para katmak için tüm iyi ve ahlaki duygularınız yenilmiştir. Çevrenizde kimseye anlatamadığınız için ve herkesi kendiniz gibi sandığınızdan kimseye güveniniz de kalmamıştır artık, her şeye, herkese kuşku ile yaklaştığınız için gerçek dostlarınızda azalmıştır, size yakın olanlarda bu paradan faydalanacak ve sizin açıklarınızı bilen sahte dostlardır. Değdi mi şimdi bu kadar eziyete? Ne iyi bir duygu kaldı ne güven kaldı, hayatınızda kocaman bir kuşku var sadece, bana ne zaman ne olacak? Parayı yemesini bilmedikten sonra neye yaradı?

Acaba TBMM’ de görev yapan milletvekili hanımlarımız 1935 yılında meclise giren ilk 17 bayan milletvekilleri için kısa bir konuşma yapacak mı? Peki, ilk Türk güzellik kraliçesi Kerime Halis Hanımı Feriköy’deki mezarı başında kimler anacak?

Ne yaparsanız yapın, hangi deterjanı kullanırsanız kullanın elleriniz temizlenmeyecektir ve bu el kiri temizlenene kadar siz ve sizden sonra soyadınızı taşıyanlar hep bu faturayı ödeyecektir, çünkü sistem böyle kurulmuş, her şey öbür dünyaya kalmıyor , sen olmasan bile senin ailenden birileri ödüyor bunu. İlk duyduğumda ben de şaşırmış ve neden demiştim Yüce Allahımız o kişiye gereken cezayı vermiyor? Bir büyüğüm bana dedi ki ; Yüce Allahımız onu o kadar sevmez ki kendi adını ağzına gerçekten , içten almasın diye ona bu dünyada asla sıkıntı yaşatmaz. Evet, 2014 Mart ayının en merak ettiğimiz bir yönü de bu yıl Yerel seçimlere ev sahipliği yapacak olması ,sanırım önümüzdeki günlerde yine tüm gün gürültülü saatler yaşayacağız ve seçimden dolayı birçok esnafımız çok ciddi paralar kazanacak ve sonuç olarak geçici olarak ekonomi

58 haberrevizyon.com Mart 2014

Ya da dövülen, şiddet gören kadınlar için nasıl tedbirler alınmaya devam edecek? Sayın yöneticilerimiz tarafından kadın örtülü – örtülü olmayan diye ayrılmaya devam edecek mi? Kabataş meydanında bir tek şahit olmadan darp edildiği, nerdeyse Hitler döneminden beter işkence gördüğü ilan edilen türbanlı kadınımız kadar yüzüne biber gazı sıkılan kırmızılı kadınımız da gündemde olacak mı? Hepsi hikaye, hiç bir şey olmayacak. Ben Sunay Akın’ı tanıyana kadar anlamını merak etmeden ‘’ Ana gibi yar olmaz Bağdat gibi diyar olmaz’’ sözünü öğretim sistemimiz sayesinde ezberlemiştim ama şimdi biliyorum ki bu cümlede Ana sözü Anne anlamında değil Bağdat şehrine giderken Ane adlı bir uçurumun yani bir yarın ismi. Bunu da Mart sayımızda Kadınlar günü dolayısı ile tekrar paylaşmak ve Sevgili Sunay Akın’ın kulaklarını çınlatmak istedim. Ümit ederim Mart kapıdan baktırıp doğalgaz yaktırmasın, çünkü ülke ekonomisinde değil ama nedense ev ekonomilerinde sorun yaşıyoruz.



Bakış

Paralel Devlet

Dr. Haydar DÜMEN

PARALEL DEVLET Psikolojik açıdan her insanın içinde bir paralel devlet vardır. Bu iki etkin güçten biri id öteki süper ego’dur. ID: İçinde yaşadığı kişiye daha keyifli, daha rahat yaşayıp zevk ilkelerin doyumunda rol alan bir yapımızdır, sıkıntı ve özveriyi sevmez. SÜPER EGO: İnsanlığın sosyalleşmiş yapısını oluşturur. Orada kazanılmış erdem değerleri, hak, hukuk, özveri vb. yer almıştır. Kişiyi bu yönde denetler, onun üzerinde bir kontrol mekanizması oluşturur. Bu iki gücün dengesini sağlayan bir 60 haberrevizyon.com Mart 2014

de EGO’muz vardır. Türkçesi BEN anlamına gelir. Toplumdaki yerimizi o belirler, iyi kötü ayırım ve dengelerinde hem fazla zedelemeden hem de süper egoyu küstürüp arsızlaştırmadan aracı rol oynar. Bu düzen yaşamımıza kimlik yapımız olarak yansır, yani bizim ruhumuzun resmidir. İşin garibi id de, süper ego da kiş iyi yönlendirirlerken, ondan yana enerji harcarlar. ID doğuştan vardır. Süper ego toplum değerleri olduğundan, 6 yaşları dolaylarında yapılanmaya başlar, giderek yerine oturur. Bu iki güç uzun yıllar içinde bile, hala birbirlerine çalım atıp

mücadele ederler. Ego bu savaşın hakemidir. ID ve Süper ego da sahiplerine hizmet ederlerde kişiye doğru yolu gösteren güç egomuzdur, yani ben ya da benlik duygusu. Bu nedenle ego hep ara bulucu rolündedir. Ne var ki, onun da gücü sınırlıdır. Kimi zaman ID’in, kimi zaman Süper ego’nun dedikleri olur. Arada bir oran paylaşmaları da görülür. Sağlam ve güçlü bir ego insan denilen gemiye, yani varlığa su almadan okyanusları aşırtır. Denge kurulmamışsa insan bundan mutlaka zarar görür.


Örnekleyelim; bir bahçe kenarından geçiyorsunuz. Bahçe duvarından sarkan elma ağaçının dallarında kırmızı elmayı görünce, ID harekete geçer: “Kopar birini ye” komutunu verir. Süper ego devrededir. “O elmanın sahibi var, senin koparmaya hakkın yok, bu hırsızlığa girer ve suçtur” diyerek tavrını koyar. Bunlar kişinin bilinci yani iradesinin dışında geçen çatışmalardır. İşte tam bu aşamada ego devreye girer. ID’den yana çıkarsa kişi elmayı koparır. Süper ego’dan yana tavır koyarsa, kişi elmayı koparmadan oradan geçer gider. Ancak ego dengeyi kuramamışsa, kişi ID’in isteği doğrultusunda elmayı koparmaya uzandığında, buna izin ver-

meyen süper ego harakete geçer. Bu iç çatışmalar sırasında elmayı koparmaya niyetlenen kişinin ayağı birşeye takılır ve düşer. Bu durumda her iki gücün de istedikleri olmuştur. Elmayı yiyemediği halde id’in baskısı biter. Süper ego’nun da dediği oldu... Bu çok basit gibi anlatılan olaylar dizisi bilimsel olarak kabul edilmiş ID, EGO ve SÜPER EGO mekanizmaları, günlük yaşamımızda, tarihsel süreçte her zaman yer almıştır. Elmayı koparan koparır, koparmayan geçer gider de şu ayağın taşa takılma ya da sürçme ne anlama geliyor? Bu EGO’nun dengeyi sağlayamamasından

kaynaklanıyor. Bu dengeyi sağlama mekanizmasının toplumdaki ilk akla gelen kavramı hukuktur. Her konuda hukuk görevini tam yapamıyor, dengeler kuruluyorsa, kişilerin ve toplumların ayakları mutlaka taşa takılır. Bu tür takılmaları tarihte çok görüyoruz. Yaşamı boyunca 40 milyon insanın ölümüne sebep olan Cengiz Han ya da 50 milyon kişinin ölümünde rol oynayan, Hitlerin amacı ve yaptıklarının yorumu, işte böyle etkinlikten kaynaklanmış nice canlar verilmiştir. Politikada bu tür sürçmelerde ise ayaklara taşlar değil, dağlar takılır.

61 Mart 2014

haberrevizyon.tv


Astroloji ASTROLOG EGEMEN TÖRELİ

astroloji

KOÇ

BOĞA

İKİZLER

Geçen ay zor etki altında isteklerinizi hayata geçirmek için iki misli çaba sarf ettiniz ama Merkür Retrosu sebebi ile savaşma ve elde etme gücünüz bu tarihler arasında düşüktü Artık normal seyrinizde hırslı coşkulu günler bekliyor Başarılı olmak, en tepeye çıkmak veya amaçlarınızın peşinde koşarak, bu benim bana ait olmalı diyebilmek zordur İlla birilerinin size yardımcı olmasını bekleyebilir, hangi iş için hangi yolu aşmanız gerektiğini saptamanız zor olabilir ama zoru başaracaksın . Mart ayı ancak NOVA Günleri 20-29 Mart her şey rayında 20 Mart sonrası Güneşin burcunuzda ilerlemeye başlamasıyla canlanacağa benziyor yollar bereketli yeni konuları beraberinde getirmekte.

Bu ay aşk hakkındaki düşünceleriniz benzersiz ve alışık olmadık tarzdadır oldukça sıra dışı fikirler geliştirebilirsiniz. Düşünceleriniz ve sözel ifadenizde heyecanlı tepkileriniz ve kimi zaman sabırsız halinizle hakimiyet kurmaya çalışabilirsiniz.Yapılması gereken öncelikle, tarafsız olmaya çalışmak, karşınızdaki insanı dinlemek, herşeyde tek doğrusunu sizin bildiğinizi ve hep haklı olduğunuz yönünde düşünmemektir. Özellikle ilişkisi olmayan Boğaların bu süreçte yeni tanışacakları kişi üzerinde etkili olmaları için, daha sıcak ve samimi tavırlar göstermeleri ve inatçılıktan uzak durmaları faydalıdır. NOVA Günleri 11-23 Mart para bolluğu ve keyiflisiniz .

Mart ayında belli bir miktar sessizlik içinde olmayı arzulayabilir kafanızın içinde bazı durumları yerli yerine oturtmaya çalışmanız için, ilişkiniz olsun veya olmasın size yollar arayışı ve oluruna bırakmanın keyfini getirecektir. Otorite konumunda bulunan kişilerle veya işiniz gereği muhatap olduğunuz diğer insanlarla aranızdaki yaklaşımlarınızda duyarlılık ön plandadır.Elinizden geldiğince çevrenize yardımcı olmaya çalışabilirsiniz. Uyum sağlamanız kolay olduğu halde kararsızlık arasıra karşınıza çıkacaktır Merkür normal seyrine dönmesi sizi canlandıracaktır ama ,tam olarak önünüzü görmekte zorlanabilirsiniz.

YENGEÇ

ASLAN

BAŞAK

Bu ay iletişim ve haberleşme gezegeni Merkürün,çalışma evinizde başlayacak normal seyri gerek Venüs gerekse Güneş gezegenlerinin yansımalarından farklı değildir mesleki açıdan otoritelerle aranızda sorunlar oluşmaması için subjektif düşünmemeye çalışmalı, olgun ve ılımlı yaklaşımlarda bulunmalı, düşüncelerinizi açıklarken öfkeli veya uzlaşmaz kişi imajı yaratmamalısınız NOVA Günleri 4-15 Mart daha mutlu bir şekilde geçirebilirler. Eşleri ile maddi ve manevi konularda birbirlerine destek olarak sevgilerini çoğaltabilirler. İlişkisinde sorun olanlarsa bu enerji altında partnerlerine karşı kendi kimlik savaşlarını vermeyi tercih etseler dahi, aslında paylaşıma hazır ruh hali içindedirler.

Jüpiter etkisini göstermeye az kaldı çekilen tüm sıkıntı sorun artık geride kalacak yeni sayfa yeni dönem Mart ayı ile birlikte açılıyor şaşıracak sevinecek ama tedbirli olacaksınız.Kimliğinizi dış dünyada güçlü bir şekilde ifade edebilmenizde size destektir. Başlangıçları vurgulayabilir. Kendiniz adına yeni bir şeyler keşfetme ve yaratma güdünüz yükselir. Sıcak, tasasız ve direkt olarak hareket etme isteğiniz yoğundur. Cesaret duygunuz oldukça ön plandadır. Kendinizi tanıtmak, ne istediğinizi saptayarak ilerlemek kolay olabilir. NOVA Günleri 14- 29 Mart tarihleri arasında kimlik duygunuzun ateşli ve yüksek ifadesi olarak dikkat çekicidir.

Bu ay ilişkilerde yargılamadan birbirinizi anlamaya çalışırsanız bir ruhsal danışman gibi karşınızdaki kişiyi algılamak için destek olursanız, onun da size karşı daha nazik, elinden geleni yapmaya çalıştığını fark edebilirsiniz. fiziksel cansızlığın üstünüzden azalmasını ve sevdiğinizle ortak bir noktada mantıklı insanlar gibi anlaşmanızı sağlayabilir.4 Mart sonrası çalışma hayatınızla alakalı konularda etkili olacak Mars önem taşıyor.Çalışma hayatınızla alakalı konularda titiz bir şekilde yapmanız gerektiği halde kimi zaman hızlılık ve heyecan bazen kendi bireyliğinizi ortaya koymada aşırıya kaçma, özgür çalışma arzunuzu ve üzerinizde denetim uygulanmasından hoşlanmadığınızı gösterebilir. NOVA Günleri 18- 29 Mart

62 haberrevizyon.com Mart 2014

NOVA Günleri 13-19 Mart


MERKÜR RETROSU SONRASI RAHAT RELAKS VE HIRSLI GÜNLER YÜKSELİŞ AYLARININ BAŞLANGICI ... TERAZİ

AKREP

YAY

Teraziler yaşam alanında güçlü olsa da, bu ay çatışmalar, anlaşmazlıklar,yanlış anlamalar ön plandadır ilişkinize bakış tarzınızla partnerinizin size karşı olan sevgi alışverişinin bu dönemde karşıt kutuplar oluşturabilir. Direkt ve kimi zaman liderlik gücünü göstermeye yönelik davranışlar içinde olabileceği bu süreçte size anlayış ve ortalığı yumuşatma görevi düşeceğini söyleyebilirim NOVA Günleri 19 -30 Mart tarihleri arasında çalışma hayatınızla alakalı yaşam evinizde seyrini sürdürecek ve Mart ayının yaklaşık üç haftalık diliminde etkisi devam edecek. Güneş’in seyri yaratıcılık ifademiz, canlılığımız, başta sağlığınız olmak üzere, birebir iş ilişkileriniz, iş yeri ortamınız ve hizmet duygunuz üzerinde söz sahibidir..

Bu ay enerjiler ve etkiler aşk hayatınızla alakalı olduğu gibi, çalışma yaşamınızla ilgili konularda da son derece önemli bir zaman Venüs hareketi özellikle iş ortamınızdaki paylaşımlar konusunda bu tarihler arasında dikkatli olmanız gerektiğini gösteriyor. Bu ay size olan yaklaşımlarda veya sizin yaklaşım tarzınızda hareketlilik ve aktivitenin getirdiği gerilim ön plandadır. Kimi zaman rekabetin kimi zaman da üzerinizdeki baskıların yarattığı sıkıntılar sizi içsel manada keyifsizleştirebilir. Maddi ihtiyaçlarınız, ödemeleriniz veya içinde bulunduğuz durum nedeniyle, memnun olmadığınız bir işi sürdürmek zorunda kalmanız rahatsız edicidir.

Gergin ve bencil yaklaşımlardan uzak durmanız gerek ay. İlişkinizin sizin açınızdan önemini mantıklı bir insan gibi gözden geçir iyice düşün beklemede kalın NOVA Günleri 20 – 31 Mart tarihinde başlayacak Güneş gezegeninin Koç burcu seyri size destek bir güç olarak değerledir. İfade gücünüzü yükseltir ve kendinize olan güven duygunuzu yoğunlaştırır. Hassasiyetiniz bu zaman diliminde yoğun olabilir Çalışan kesimde bulunan Yaylar ise bu tarihler arasında, aileleriyle olan ilişkileri, paylaşımları konusunda daha verici ve cömert davranmaları söz konusu olabilir. Yine bu tarihler arasında paranızı çarçur etmemeye çalışın.

OĞLAK

KOVA

BALIK

Ailenizle yaşayan birisiyseniz bu ay Merkür Retro’su ardından enerjiyi evinizdeki sorumluluklarınız, büyüklerinize olan yardımınız,desteğiniz şeklinde kullanırsanız gayet faydalıdır. Yalnız yaşayan bir kişiyseniz kendinize yeni bir ortam yaratmak ve artık geçmişi geride bırakarak güçlü bir şekilde hayata sarılma şeklinde kullanırsanız yararlıdır.Sıkıntılı geçen kış günleri aydınlanacak ferah duygular iç dünyamızdaki sevgi seli açığa çıkarak ay ortasında yeniliklere terfi yükseliş ve başarılı işlere imza atacaksınız NOVA Günleri 11-23 Mart kendinizi sergileme teşhir ve yükselme için zemin günleri parada bolluk değişik kaynaklardan haneye ve size gelen maddi fırsatlar sevindirici rahatlatıcı olacak

Bu ay iş girişimlerinizde veya işinizle alakalı her konuda mücadele gücünüz,dayanıklılığınız düşük relaks olacağından kendinize olan güven duygunuzu muhakkak ayakta tutmanız lazımdır. Bu son derece önemli. motivasyon eksikliğinin yarattığı, herşeyi oluruna bırakma hali, genel bir isteksizlik haliyle baş edebilmenin yolu ise, sizi enerjik kılabilecek ve hırsınızı ayağa kaldırabilecek şekilde dengenizi ayarlamanız.Eski titizlik ve hırs yerini rahatlamaya bırakıyor . İş yaşamı mücadele alanı gibidir. herkes birbirini geçmek,yerinizi almak, arkanızdan konuşup yüzünüze gülerek hareket edebilen olumsuz insanlarla dolu olabilir. o nedenle dikkatli olmakta, dikkat dağınıklığından uzak durmakta fayda var NOVA Günleri 9-20 Mart

Mart ayında yeni başlayabilecek gerek iş gerek duygusal ilişkinizle alakalı konularda her şeyi baştan konuşmakta fayda var abartısız,fazla iyimser düşünmeden ne varsa direkt olarak ortaya koyunuz masaya yatırınız.İş ve Kariyer 1 Mart- 29 Mart tarihleri arasında Güneş gezegeninin burcunuzda seyri , sizlere dış dünyada kendinizi ve potansiyel gücünüzü ortaya koyarak girişimde bulunmanız adına pozitif bir enerji sunmaya başlamıştı. Bugüne dek edindiğiniz bilgi ve tecrübeleri gerek özel ilişkiniz gerekse diğer insanlarla paylaşarak kendinizi ortaya koyabilmeniz mümkün. Bu süreç içinde fiziksel görünümünüzdeki çekicilik karşı cins üzerinde etkinizi arttırabilir.

NOVA Günleri 6-18 Mart

63 Mart 2014

haberrevizyon.tv


ADRESİNİZE GELSİN Tarafsızlık, bağımsızlık ve gerçeğin temel ilke olarak kabul edildiği, profesyonel yaklaşımıyla aylık olarak yayımlanan, ulusal ve uluslararası dağıtımı gerçekleştirilen Haber Revizyon Aylık Haber Dergisi, ulusal medyanın bir üyesidir. Haber Revizyon okurlarının önceliği tarafsız, çarpıcı ve gerçek haberleri aylık olarak okumak olacaktır. Haber Revizyon News Magazine, where objectivity, independence and reality are held as core principles is a member of the national media published monthly and delivered nationally and internationally with a professional approach. The privilege of Haber Revizyon readers will be reading objective, striking and real news reviewing the monthly agenda.

ABONELİK FORMU / SUBSCRIPTION FORM AD:

NAME:

SOYAD:

LAST NAME:

MESLEK: OCCUPATION:

Sunay AKIN

Şahin MENGÜ

D. TARİHİ:

“Kürdistan’ın En Önemli Ayağı Türkiye’dir.”

Aşkın semti neresi mi?

DATE of BIRTH:

Prof. Dr. Haydar DÜMEN

Rafael SADİ

VAGİNİSMUS NEDİR? TEDAVİSİ VAR MIDIR?

ADRES: ADDRESS:

Freedom in your hands!

ŞUBAT 2013 SAYI: 5 www.haberrevizyon.com www.haberrevizyon.tv

POSTA KODU:

FRANSA MALİ’DE DİĞERLERİ NEREDE?

ZIP/ POSTAL CODE:

GELECEĞİNİZİ NASIL ALIRDINIZ?

İLÇE: REGION:

FİYAT:

10 KKTC:

İSRAİL’DE SEÇİM 2013

11,5

www.haberrevizyon.com Başkan: Freedom in your hands! www.haberrevizyon.tv “SAVAŞ ÇIĞLIKLARI ATILDIKÇA ALTIN YÜKSELİR” OCAK 2013 SAYI: 4

İŞTE EŞİTLİK PLATFORMU

FİYAT:

NİSAN 2013 SAYI: 7 www.haberrevizyon.com www.haberrevizyon.tv

10 KKTC:

Onlarlaydı...

BUGÜN 33.GÜN

TELEFON:

HİÇ MÜLTECİ OLDUN MU?

TELEPHONE:

GENELEV

FAKS:

Have You Ever Been a Refugee?

E-MAIL:

Dr. Haydar DÜMEN

Cinsiyet

Değişimi

T.C. KİMLİK NO:

tarihten gizlenen

ID NUMBER:

mezarlik

( Abonelik onayı ile fatura kesim için gereklidir. )

Röportaj

The Unopened Door of the EU M. Metin YILGÖR

Rafael SADİ

6 AYLIK ABONELİK

SUBSCRIPTION FOR 6 MONTHS

25

12 AYLIK ABONELİK 50

SUBSCRIPTION FOR 12 MONTHS

GÜCÜNÜN FARKINDA MISIN

?

( Required for invoicing after subscription )

+ KDV VAT

DEVLETİ YÖNETENLER VEBALDE GEZİYORLAR

AB’ninKoray ÖZTÜRKLER Röportaj / Interview Açılmayan KapısıGüçlü Kadın Güçlü TÜRKİYE

Siyonizm ve Erdoğan

KONTROLSÜZ ZAMANIN

E-MAIL:

Cem Vakfı Firuzköy Şubesi Başkanı:

İstanbul Valiliği Basın ve Halkla İlişkiler Müdürü Nazır ŞENTÜRK

Ayıp mı?sebep Günah mı? Sevginde arama! İhtiyaç mı?

FAX:

11,5

Sanatıma Dokunma! Sefa ZENGİN

Proje Sizden Hibe Bizden

Kan, Toprak, İnsan OUR DUTY IS TO SERVE HUMANITY

CITY:

10 KKTC:

Avrupa’ya En Yakın Mezarımız Sunay AKIN

11,5

EQUALITY AT WORK ERCÜMENTPLATFORM YÜCELER İstanbul Valisi Bakan Fatma ŞAHİN GÖREVİMİZ Hüseyin Avni MUTLU KIRMIZI İPİNHİZMET GİZEMİ Lokman AYVA, Halit ERGENÇ İNSANLIĞA

İL:

FİYAT:

Kadının Düzensiz Yeri

Çağın Zorunluluğu İNOVASYON

KONTROLSÜZ BEDENLERİ Sunay AKIN Ege Vapuru’nun Salıncağı

Şahin MENGÜ

Demokrasinin Teminatı Özgür Basın

LÜTFEN DERGİMİZİN AYLIK SAYISINDAN KAÇ KOPYA İSTEDİĞİNİZİ YAZINIZ.

ADET

KARGO BEDELSİZDİR

İMZA

PLEASE WRITE HOW MANY COPIES OF THE SAME ISSUE YOU WISH TO BUY.

+ KDV VAT

NO CHARGE FOR DELIVERY

ABONELİK BİLGİ FORMU TARAFIMIZA ULAŞTIKTAN SONRA MÜŞTERİ HİZMETLERİMİZ SİZİNLE İLETİŞİME GEÇECEKTİR. Haber Revizyon Customer Services will be contacting you after the submission of this form.

FORMU EKSİKSİZ DOLDURDUKTAN SONRA, AŞAĞIDAKİ ADRESE POSTALAYINIZ. PLEASE COMPLETE THE FORM ABOVE AND MAIL IT TO THE ADDRESS BELOW.

HÜRRİYET BULVARI ATS PLAZA NO:129 BEYLİKDÜZÜ - İSTANBUL

DİLERSENİZ www.haberrevizyon.com ADRESİNDEKİ ÜYELİK BİLGİ FORMUNU DOLDURABİLİRSİNİZ. YOU MAY ALSO COMPLETE THIS FORM ONLINE at www.haberrevizyon.com

www.haberrevizyon.com

www.haberrevizyon.tv

0212 875 5 880

COPIES

SIGNATURE




Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.