Kısa Hikayeler

Page 1

Yıl 2999

Dünya , üzerinde yapılan deneylere,savaşlara ve hıza artık dayanamayıp iyice çürümüştü. 2063 yılında Mars'a göçler başlamış insanlar koloni halinde gitmişti. Mars'a giderken yanlarına erzak almayı ihmal etmedikleri için Dünya üzerinde kalanlar için artık adeta açlık oyunları başlamıştı. Artık savaşlar daha ilkelce daha vahşice ve daha kanlıca sahile yakın bir yerlerde olmuştu. Ben kanlıca sahilde yamyam insanlarla kahvede pişpirik atarken oraletimi yudumluyordum. Pişpirikte yamyamların gözlerine gözlerine piştiyi vururken ikinci oraletimi istedim. Yamyam kahveci bana o içtiğimin sondan bir önceki oralet olduğunu sonuncusunu benimle paylaşamayacağını söyledi. Onun üzerine elimde ki sinek valeyi adamın alnına doğru fırlattım. Kağıdın kenarında ki jiletler adamın beynini yarıp geçmişti. Yamyam adamlar ölüyü görünce oyunu bırakıp yemeğe başladılar. Ben bir vücut darbesiyle masadan uçup kahvecinin elinde ki oralet aromasını çalıp kaçmaya başlamıştım. Yamyamlardan biri beni fark etmişti. Yemeğin üzerine oralet içmek isteyen bu adamlar beni kanlıcanın orta yerinde ah istanbul şarkısı söyleyerek kovalamaya başlamışlardı. Arkamda ki senfoni giderek bana yaklaşıyor ve yaklaştıkça çoğalıyorlardı. Bende bunun üstüne Kanlıca'da ki en uzun binaya tırmandım. Yaklaşık üç katlı olan bu bina ben tepesindeyken senfoninin üzerine düşüyordu. Senfoni bir anda ölüm marşı çalmaya başlamıştı. Yamyamlar bir o tarafa bir bu tarafa dağılırken uğruna ölmeye can attığım oralet için kaynar bir su bulmaya çalışıyordum. Bina artık yıkılmıştı. Ben çevikliğimi kullanıp yamyamlardan birinin kafatasını ikiye ayırıp kendime bardak yapmıştım. Koşarak denize gittim ve yamyamın kafatasına deniz suyunu bocaladım. Bu işte bir terslik vardı. Oralet tuzlu suyla yapılmazdı . Kaynatırsam tuzunun gideceğini düşündüm. Hemen bir çukur kazıp magmaya inmeye başladım. İlerledikçe artan hava sıcaklıkları yurdun belli bölgelerinde etkisini göstermese benim içim rahat etmezdi. Mahmaya ulaşınca Fahri'nin de orada olduğunu fark ettim. Duş almak için magmaya inen Fahri' kombi parasından mahrum bir hayat süreceğime Magmanın ortasında ölmeyi yeğlerim ' deyip Magmaya bombalama atlamıştı. Bu kamikaze saldırısını hiç hoş


karşılamayan Magma İçişleri Bakanı yaptığı açıklamada ' Magmanın içini boş mu sandınız. Hasta var uyuyor içeride , az ötede intihar edin ' deyince kaynar oraleti adamın suratına fırlattım. İç işleri bakanı adamlarını yollayıp peşime düştüler. Peşime düşmelerine çok üzüldüğüm için 'DURUN' diye bağırdım. Magmaca bilmediğim için bu ikazımı dikkate almayan adamlar durmamıştı. İşçi olarak Magma'da çalışmaya başladım. Bu esnada hala beni arayan Yamyamoğulları ölen yakınlarının kan parasını Magma Bank'dan tahsil etmeye gelmişlerdi. Paralarını alamayan Yamyamoğulları Magmalılara saldırmıştı. Ortalık kan revan içindeydi. Bu görülmemiş bir savaştı. Birden bağırdım....'MANİFATURACIII'. BU HAYKIRIŞTAN SONRA İKİ TARAFTA ÖLMÜŞTÜ. Herkes ölünce sevdiğim kadın aklıma geldi. Yaşadığını bilmeden yollara koyuldum Sevgilimi aramak için o kadar çok yürümüştüm ki zamanın en büyük mega kenti olan kültür seviyesinin en üst seviye olduğu bilim adamların çıktığı bütün herkesin gitmek için can attığı Hakkari'ye varmıştım.Demek isterdim ancak hala İstanbul'dayım.sevgilimi aramak için yine de umudum en üst seviyedeydi.İşin aslı sevgilimi arama bahanesiyle karı bulma umuduydu. Dünya da tek başıma kalınca akli dengemi de hafiften yitirmeye başladığımı fark etmem uzun sürmüştü.Yollarda bir karı bulma umuduyla yürürken aklım 1946 yıllarına gitmişti 1946 yılları Üstümde beyaz önlüğüm karşımda genç kısa boylu kızıl saçlı bir kadın bir şeyler anlatıyor durmadan soluma baktığımda bir oda gördüm içeride biri yatıyor.Kadına döndüğümde hala bir şeyler anlatıyordu.Kaçış yolu olarak solumda ki odayı gördüm hemen içeri girip odanın kapısını kapattım kadın kapıyı yumruklamaya başlamıştı.İçer de yatan adam bana şaşırmış bir ifadeyle bakıyordu.Doktor musunuz? Bu soru benim bütün hayatımı değiştirebileceğini nereden bilebilirdim ki o soruya aslında hayır demem gerekiyordu.Ama içimde ki doktor olma isteğini nihayet


gerçekleştirebileceğim bir fırsat çıkmıştı ve bende başım dik omuzlarım gergin sağlam adımlarla yatan adama doğru yaklaşıp kulağına fısıldayarak belki dedim.Adam bir süre suratıma baktı.Hafifçe tebessüm ettim hayatımdaki en ikna edici tebessüm olacak ki adam doktor olduğuma ikna olmuş gibiydi.Doktor olduğumu anlar anlamaz ona yardım etmemi istiyordu.Benden su istediğini anlamam biraz uzun sürse de derdine çare olacak suyu yatağının başında ters asılı naylona benzeyen torbanın olduğunu anladım.Hemen içindeki suyu bir bardağa doldurup adama uzattım.Adam tekrar bir süre suratıma bakınca yine aynı ikna edici tebessümü kullandım.İlk hastam olduğu için onunla hemen fotoğraf çekinmek istedim.Dönemin öz çekimcisi,Mahmut ağabeyinin yanına gittik.Dükkanın kapısı önünde hastamla ben ikna edici tebessümü kullanarak kapının açılmasını bekliyorduk.Ancak dükkan da kimse yoktu çünkü saat daha erken olduğu için herkes evin de uyuyordu.Mahmut ağabeye sürpriz yapmak istedik ve günün ilk müşterisi olarak erkenden gitmeye karar verdik.Sokağın başında koşarak elin de sopayla bize doğru gelen değişik insanımsı bir canlı gördük.Bu insanımsı canlı Mahmut ağabeyinden başkası değildi.Onu sokağın başına kendinden önce gelen bıyıklarından tanımıştım.Bizi hırsız zannetmişti gitgide hızlanan Mahmut ağabey bizi geçip karşı sokağa doğru hızla gidiyordu.Çok fazla hızlanınca elinde ki sopaya binip uçmaya başladı.Mahalleli uçan Mahmut mu olup deyip eline geçen her şeyi Mahmut ağabeye atmaya başladılar.Kafasına denk gelen bir leblebi tanesiyle dengesini kaybedince kafa üstü yere çakıldı.İlk hastamla öz çekim keyfini kaçırmam bütün hayallerimi yıkmıştı.Aklıma hemen Mahmut ağabeyden kalan öz çekim dükkanın da kaçak doktorluk yapmak geçti.Tam on beş yıl orada kaçak doktorluk yaptık ilk hastam da benimle beraber kaldı ve güzel bir ikili olmuştuk ismini de hiç sormamıştım o da benim ismimi sormamıştı.ben ona kabak çekirdeğim diyordum o bana ökse otum diyordu.1962 yılları akşam vakti hava hafif rüzgarlı ilk hastam dükkanı kilitliyor bende kaldırımdaki çöpü ayağımla oynuyordum.Hastam dükkanı kilitleyip sokağın başına doğru yürümeye başladı benim gelmediğimi görünce duraksadı.Ve başımı kaldırıp o günden sonra hayatımı değiştirecek ikinci soruyu bu sefer ben sormuştum.Ölümsüzlüğü bulalım mı ? Biraz şaşırmış ifadeyle bana bakan kabak çekirdeği hiç bir şey söylemeden geri dönüp tekrar dükkanı açtı bunu evet olarak algılayıp


sırtına bir iki kere vurdum girmeden etrafı da kolaçan etmeyi ihmal etmedim.İçeri girip düşünmeye başladık tam 10 yıl düşündük.Artık yaşlanmaya başlıyorduk elimizi çabuk tutmamız gerekiyordu.Kabak çekirdeğinin aklına kimsenin düşünemeyeceği aklının ucundan bile geçmeyecek fikri tam 10 yıl bekledikten sonra söylemeye karar vermişti.Ökse otuyla kabak çekirdeğini karıştıralım demesi bende büyük bir coşku yarattı ve hemen gerekli işlemleri uyguladım.Formülün birbirimize taktığımız isimlerde olduğunu kim bilebilirdi ki 2999 yılları Dağın tepesine oturmuş doğan güneşi izlerken karı bulma umudumu da etraftaki taşlarla oynayıp geçiştirmeye çalışıyordum.Etraf sessiz ve sakindi bu upuzun yaşamımda aklıma takılan tek soru kabak çekirdeğine ne olduğu uzun bir düşünmenin ardından arkamdan gelen sese doğru kafamı çevirdim.Karı olmasını umuyordum hemen dağdan inip yanına gittim...

Ölümsüzlüğü bulmamın iyi ve kötü yanları vardı.Uzun bir yaşam sürdüm çok fazla hayat tecrübesi edindim o kadar çok fazla hayat tecrübesi edindim ki hayatın kendi beynimde yaşandığına inanıyordum.Tam on iki tane savaş gördüm on milyon insan bu savaşlarda öldü.Yüz yirmi tane doğal afet gördüm.Değişik ırklar bizden daha üstün canlılar gördüm.Acının,zevkin,kederin,mutluluğun her türlüsünü tatmıştım.Ölmeyi düşünüyordum.Ancak kanser,kalp krizi,su çiçeği ve hatta veba bile ben de etki yapmıyordu.Bir keresinde yolda yürürken ayağımın dibine havan topu düşmüştü o acıyı hiç unutamıyorum.Belimden aşağısı yoktu üç ay boyunca kendim belimden aşağısını diktim.Bir keresinde de mayına basmıştım.Bütün organlarım parçalanmış uzuvlarım birbirinden ayrılmıştı.Görevini sadece tam yerine getiren pipimdi.Yirmi gün boyunca pipi olarak yaşam mücadelesi verdim.Araba altında kalmaktan insana benzeyen yaratıklardan kendimi koruyarak mezarlığa gidip ölü bir vücutta tekrar hayat buldum.Değişik diller ortaya çıktı,bunlardan en ilginci tifis


diliydi.Osurarak anlaşan bu dilin insanları çoğu zaman çok sessiz ve sakindi. Dağdan inerken tifisçe diliyle şarkı söylemeye çalışıyordum.Toz bulutunun içinde bir şey bana doğru yaklaşıyordu güneş tam gözüme geldiği için göremiyordum.Gitgide yaklaşmaya başlayınca korkuya kapıldım yerden taş alıp bana doğru gelen toz bulutuna atmaya başladım.Toz bulutu ani manevralarla attığım taşlardan sıyrıldı.Yaklaştıkça yüzü beliren bu kişi kabak çekirdeğinden başkası değildi.Müthiş bir sevinçle onu karşıladım.Attığım taşlar için de özür dilemeyi ihmal etmedim kendine toz bulutundan uçan makine icat etmiş.Benden daha iyi bir doktor aynı zaman da mühendisti.Onun sadece tırnak olarak üç gün yaşayıp vücut bulduğunu hatırladıktan sonra büyük bir hayranlıkla ona bakıp sarıldım.Bir an duraksadım onun nasıl hayatta kaldığına anlam veremedim ölümsüzlüğü sadece benim üstüm de denemiştik.Ona bu ucu dokunan soruyu sordum.Sen nasıl hayatta kaldın kabak çekirdekçiği.Birbirimize bir şey ima edeceksek böyle konuşurduk.Cevap vermeden toz bulutuna binip gitmeye kalktı.Bende dayanamayıp arkasından koşmaya başladım.O kadar hızlı koşmaya başladım ki Mahmut ağabeyin neler yaşadığını şimdi çok daha iyi anlıyordum.Ancak elimde sopa olmadığından hızımı kontrol edemiyordum.Ok gibi hava da süzülüyordum.Toz bulutunda giden kabak çekirdeğini de geçmiştim.Arkama dönüp baktığımda kabak çekirdeğini göremiyordum.Gece olmuştu hala havada süzülüyordum iyice canım sıkılmıştı.Mahmut ağabeyi iyi ki vurmuşlardı.O çabuk sıkılırdı böyle şeylerden...Beni de biri vursun diye bekliyordum ancak dünya da kalan ben ve kabak çekirdeğinin olduğunu düşünürsek bunun imkansız olduğuna karar verdim.Bir umut yine de birilerinin çıkmasını bekliyordum. Aslında uçarak Hakkari'ye varabilirdim.Hala eski ihtişamını koruyor mu diye merak ettim ve Hakkari'ye doğru yola çıktım.Kabak çekirdeğinin benden daha üstün bir zekaya ve beceriye sahip olduğunu biliyordum.Onu kendi emellerim için kullanmıştım.İşin aslı o benden çok daha iyi bir doktor ben ise sıradan bir hastaydım.Kendime bunu kabul ettiremedim.Çünkü ilk ben doktor demiştim ve benim dediklerim olması gerekiyordu.Bunları düşünürken Hakkari'ye varmak


üzereydim.Önüme kocaman bir gökdelen çıkmıştı.Uçmaktan artık sıkılmıştım yere inince ilk işim bir daha o kadar hızlı koşmamak olacaktı,Gökdelene doğru yavaş yavaş yaklaşıyordum.Gökdelene çarpınca hafif bir çatlama sesi oldu.Sonra gökdelen yavaşça kendini yere bıraktı.Hava da gökdelenle duygusal bir bağ yakaladım ve ona sıkıca sarıldım.Sonunda yere inmiştim.Kafamı kaldırdığımda yemyeşil bir orman ve ormanın önünde bekleyen birini gördüm.Başkalarının yaşadığını görünce çok sevindim dünyada yalnız değildik.Koşarak adamın yanına gitmeye karar verdim.Sonra koşmaktan vazgeçtim ve yürümeye başladım.Sevgilimin ormanda olduğunu düşünüyordum.Bu beni heyecanlandırmıştı.Tekrar koşmaya karar verdim...

Size yalnızlık hakkında iç karartıcı ya da bunaltıcı cümleler kurmam. Şimdiye dek yaşadığım ilişkilerden de bahsetmem mesela. Geçmişe dönük her şeyden uzak bir yaşam geçirmeniz ümidini yeni yıla girerken ekrandan verilen sahte yeni yıl mesajları gibi de vermem. Aslında bakarsanız benim sizin hayatınızda ne gibi bir etkim olur onu da bilemem. Tek bildiğim bugünlerde sizden daha isteksiz oluşum. Belli şeylerden kaçmayı kendime görev edinmiş olmam hayatım boyunca dolu dolu küfür yememi sağladı. Mesela ilişkiden sıkılıp kaçtım , kendimden sıkılıp yeni benlikler yarattım. Ben bunları yaparken sizlerde bir şeyler yapmaya devam ettiniz. Bol bol sıkıldınız, bunaldınız ama belki de kaderinizin değişeceği gün bu gündür. Ben zati muhterem bir Sivrisinek. Derin uykunuzun can düşmanı. Göremediğiniz ama varlığımı bildiğiniz o odanızda benden başka canlı yok. Çoğu zaman yanlış anlaşıldım. Katledilen akrabalarımın duvarlarda , terlik altlarında cesedini gördüm. Diğerlerinin yanı sıra sizin kanını emmek gibi bir gayem yok. Sadece biraz muhabbete muhtacım son günlerde o kadar. Evet ben şizofrenik ve paronayak bir Sineğim. Adımın bir önemi yok zaten size kendimi tanıtamadan vefat ederim. Bu sefer sadece bir sonraki sefere ne olarak geleceğimi bilmeden vasiyetimi yazmak isterim.


- Kendi küçük yuvamda zor günler için sakladığım cam bir kavanozun içinde ki üç damla kanı - Gördüğüm katliamları, yaşadığım ilişkileri, geçirdiğim zor günleri kaleme aldığım ufak not defterimi - Kışlık günler için aldığım aerodinamik hava yastıklı kanatlarımı - Yine kışlık günler için aldığım yün ( diye umut ediyorum olmayabilir) içliğimi - Siyasetle ilgilendiğim günlerde arkadaşlarımla birlikte hazırladığımız Sineklik Manifestosu'nu - Esmer bir kadından aldığım tek saç telini ( En çok sevdiğim kitabımın 24.sayfasının arasında) -Doktorun bana yazdığı hastalığımın belli bir dönemimde bir tabletini kullandığım ilaçlarımı - Ve en çok da geleceğe dair umutlarımı Sizlere bırakıyorum. Onlara sahip çıkabilirsiniz ya da yakıp kül edebilirsiniz. Bir sonra ki yaşamımda görüşmek üzere esen kalın.... Not: Sinek olmak İnsan olmaktan daha güzel

Bir gece vakti yatağından kalkan çocuk süper kahraman olabileceğini düşündü ve odasının penceresini açtı. Pencereyi açtığında saçları hafif dalgalanıp, yüzünde rüzgarı hissediyordu. Çocuk pencereden aşağı baktıktan sonra kafasını yukarıya kaldırıp gökyüzüne baktı ve rüzgarı daha fazla hissetmeye başladı.Kendinden emin bir şekilde sandalyenin üstüne çıkıp daha sonra pencerenin pervazında biraz dengesini yitirir gibi oldu. Hemen toparlardı kendini sonuçta o bir süper kahramandı ve her süper kahraman gibi onunda süper gücü vardı. Sahi onun süper gücü neydi; çocuk bir an durdu pervazdan geri indi, oturdu bir müddet etrafa bakındı kendisine bir


süper güç düşündü. Kağıdı kalemi çıkardı yetmedi yazdı çizdi sabah oluyordu çabuk karar vermesi gerekiyordu; çünkü bütün suçlular kaçacaktı çocuk en sonunda bir tanesinde karar kıldı ve pencereye tekrar yöneldi. Bu sefer çok daha emindi kendinden, biraz daha ilerledi.Tam atlayacak kıyafetinin olmadığını fark etti. Bir kıyafeti olması lazımdı sonuçta pijamayla dışarı çıkamazdı.Hemen içeri girip askılıkta duran babasının paltosunu ayakkabısını aldı.Üzerine giydi biraz büyük gelmesine rağmen aynanın karşısına geçip bir sağa dönüp baktı bir sola dönüp kendisini çok beğenmiş tam kafasında ki süper kahraman olmuştu.Pencereye tekrar yöneldi ve kendini pencereden aşağıya bıraktı havada ayakkabıları ayağından çıkmış paltosu gözünün önüne gelmişti hiç bir şey göremiyordu.Aşağıda duran siyah arabanın üstüne doğru hızlı bir şekilde düşmekteydi paltoyu gözünün önünden çektiğinde artık çok geçti çocuk arabaya çok gürültülü bir şekilde çakılmıştı.Mahallede ki herkes gürültüyü duyunca hemen dışarı çıktı.Çocuğun anne ve babası da sese irkilmiş istemsizce çocuklarının odasına bakma gereği duymuşlardı.Çocuklarının yatağında olmadığını görünce panikleyen anne ve babası hemen aşağı inip kalabalığın arasına girdiler.Anne durmadan ağlıyor baba da çocuğunun gideceği yerde olmamasını umuyordu.Kalabalığın önüne geçen baba siyah arabanın üstünde ki çukura bakıyordu.İyice korkuya kapılıp yavaş yavaş arabaya doğru yaklaştı ve arabanın üstünde kimsenin olmadığını fark etti.Rahatlayan baba derin bir nefes aldı ancak bu sefer de içini başka bir korku kapladı çocuğunun nerede olduğunu bilmiyordu.Hemen eve dönüp polisi aradılar.Anne korkuya kapılmış etrafta dolanıyor baba ise polislere bilgi veriyordu. On yıl geçmişti artık çocuklarını unutmaya çalışıp kendi hayatlarına dönmeye çalışıyorlardı.Her akşam çocuğunun geri dönmesini uman anne bir akşamda böyle beklerken koltukta uyuya kalmış ve derinden çocuğunun sesini duyar gibi olmuştu.İrkilip sağına soluna baktı kimseyi görmemişti.Hemen çocuğunun odasına gitti çocuğunun odasına o olaydan sonra ilk kez giriyordu yerde duran kağıtları kalemleri gördü.Çocuk annesinin odaya girdiğini fark edince annesinin ayağının dibine kağıt ve kalemleri getirdi anne şaşırmış bir şekilde eğilip kağıda neredesin yazdı.Buradayım anne diye kağıtta yazı göründü anne şoka uğramış ağlamaya başlamıştı gözyaşlarını silip tekrar yazmaya başladı.çocuk olayları bir bir anlattı.Süper


kahraman olmak için bu kağıda bir şeyler yazmak istediğini ancak aklına bir şey gelmeyince boş bıraktığını ve kendinin de kaybolduğunu yazmıştı. Daha ben öleli bir saat bile olmamıştı. Ölüm haberimin bu kadar hızlı yayılmasına sevinirken öldüğüme üzülmüştüm. Evet ben bugün saat dört civarlarında hayata gözlerimi tam kapatamayarak ölmüştüm. Bilimum eş, dost, akrabalarım Rio Karnavalı'na gider gibi giyinip gelmişlerdi. Senelerdir küs kaldığım kuzenlerim bile ölümüm üzerine çakma güneş gözlüklerini takıp evde ki üçlüğü koltuğu ele geçirmişlerdi. Annemi görüyorum, başörtüsünü takmış üzeri bıçaklı naaşımın yanında ağlıyor. Ne olduysa ruhum yukarı çıkıp aşağı inene kadar ev dolup taşmıştı. Bütün bunlar olurken ben öldüğümle kalmıştım. Evin bir odasına erkekler mini kahvehane kurmuşlar. Benim haricimde her şey konuşuluyor. Hatta siyaset adamlarının ismi benden daha çok geçiyor. Kadınlar bir diğer odada ayin yaparcasına ağlayıp yakınıyorlar. Bu benim ardımdan dökülen yaşlar sevinç gözyaşı değildir diye düşünüyorum. Ağlayanım da çok ayrı bir keyifleniyorum daha hızlı dönmeye başlıyorum odada. Öldüm ama düşünceleri hala okuyamıyorum. Yüz ifadelerinden anladığım kadarıyla çoğunluk pide ayran ikilisini bekliyor. Üzerine helvamı gömecekler ve tesellilerini verip görevlerini tamamlayacaklar. Bütün hayatımın sonu pide ayran ikilemi için miydi ?. Beni sırtlayıp camiye götürüyorlar. Gasılhane de bir güzel keseleyip tabutun içine yerleştiriliyorum. Musalla taşının üzerindeyken yerimden pek memnun değilim. Burnum kaşınsa kaşıyamam. Hoş kaşınsa da benim pek kolumu kaldıracak halim yok. İkindi namazına mütakip cenaze namazım kılınıyor. Bu süre içinde aklımdan kapitalizmin dünyayı sürüklediği nokta hakkında diğer benliklerimle kavga ediyorum. Ölmüşüm ama kavgalarımı elden bırakmamışım. Cenaze arabasında götürülürken arkamda ki araba konvoyuna bakıyorum. Hayatımda önce sünnetimde sonra askerliğimde ve en son evlenmeden görmüştüm böyle konvoy. Ha demeyi unuttum. Ben evliydim bir ara. Karım benden önce öldürüldü. Metresim tarafından. Neyse garip bir aşk hikayesi değil şimdi konumuz.


Varacağımız yere geldik. Ben bir mezar yeri ayırttığımı bilmiyordum. Belediye ilk kez bana sıra beklemeden bir güzellik yapmış olacak ki geldiğimizle sırtlıyorlar beni. Dualar eşliğinde sanki Metal konserinde gaza gelip seyircinin üzerine atlamış vokal gibi ilerliyoruz. Mezarıma geldik. Tabutu indirip açıyorlar. Açtıklarında onlara beni yüz üstü yatırın diğer türlü rahat edemem demeye niyetleniyorum lakin başımdan çeneme kadar bez sarmışlar. Vardır bunda hayır deyip toprağa doğru süzülüyorum. Ağır ağır taşları yatık şekilde koyuyorlar toprağa. Anlamadığım şey hayatım ölürken gözlerimin önünden geçmedi. Her uyuduğumda zaten görüyordum. Ya da gün ortasında dalıp giderken. Üzerime attıkları topraktan sonra dağılıyorlar. Başımda tek bir kadın kalıyor. Pek tanıdığım söylenemez. Bu kadın kim yahu. Eski sevgililerimden biri desen değil, akraba filan da değil. Kim ulan bu kadın. Gözüm bir yerden ısırıyor... Sabahın ilk ışıklarına göz kırpan mahir,elleriyle güneşi engellemeye çalışsa da odanın artan sıcaklığına mani olamıyordu.Alnından hafif terler akmaya başlayınca yataktan kendini kalkmak zorunda hissetti.Yatağın başında pencereye karşı öylece bakıp pencereyi açmak istedi,sonra vazgeçti.Tuvalete gitmeye karar verdi.Neden gittiğini hatırlamayınca tuvaletinin kapısında beş dakika bekledi.Tekrar uykusu gelen mahir,odasına dönüp yatağına kendini bıraktı.Yüzünün yarısı yastığa gömülü şekilde kendi kendine bir şeyler sayıklıyordu.Sayıklamaya devam ettikçe ağzında tükürük birikiyor,biriken tükürüğü yastığa bulaşıyordu.Mahir pek önemsemezdi böyle şeyleri,o hayatta çok az şeyi önemserdi.Oda,odasında ki tek ayağı eksik olan masanın üstünde duran,delik cüzdanı ve ezilmiş,hor görülmüş,solucana benzeyen sigaraları,Mahir güçlü bir adamdı.Taşı sıksa suyunu çıkarabilirdi.Ama o bunu yapmak istemedi,sadece içki içmek istedi.İçti de,amacına da ulaştı,sabahtan akşama kadar içti,kusana kadar içti,hatta komaya girene kadar içti.Hiç bir şey onu durdurmaya yetmemişti.Hava kararmaya başlamıştı.Güneşin battığını odanın gitgide soğumasından anlayan mahir,yataktan kalkma zamanın geldiğini anlamıştı.Yatakta oturur pozisyonda derin bir nefes verip duvarda ki örümceklere günaydın deyip,delik olan cüzdanını ve hiç içmediği ancak sürekli yanında taşıdığı sigaraları alıp,Dışarı çıktı eskimiş paltosunu almayı


unutunca hafif bir üşüme geldi üstüne dönüp almak istedi vazgeçti.Her zaman olduğu gibi kapısının önünde duran bembeyaz tüyleri olan Ankara kedisini sevdi.Kediye de Ankara ismini koydu.Gitmediği bir şehirdi gerçi merakta etmiyordu kediyi binaya soktu.Tekrar dışarı çıktı hava iyice kararmıştı.Havanın soğuk olmasına aldırış etmeden yürümeye devam etti.Sahile indi uzun uzun denize baktı mahir,cebinden kendine hayrı olmayan sigaraları çıkarttı.Avucunun içine aldı yumruk yaptı dişlerini sıktı gözünden biri iki damla yaş geldi.Araba kazasını hatırladı.Yanında oturan karısını hatırladı ona son kez gülümsediğinde ortaya çıkan inci dişlerini anımsadı.Karısının güzel düzgün dişleri vardı.Alımlı ve zarif bir kadındı.Hatırladıkça yumruğunu daha çok sıkıyor,sigara elinde parçalanıyordu eşinden tek kalan hatıraydı.Eşini,bütün her şeyini kaybetmişti.Kumar borcu yüzünden evini,arabasını,bütün eşyalarını, arkadaşlarını... mahir pek önemsemezdi.Eşini severdi ama onu kaybetmeyi kaldıramamıştı.Ondan tek kalan eşya sigara paketi ve üstünde ki uyarıcı yazılar,Mahir intihar etmeyi düşünüyordu kafasına koymuştu.Sahilden hızlı adımlarla çıkıp yürümeye başladı o kadar hızlı adımlar atıyordu ki dayanamayıp koşmaya başladı.Mahir soluk soluğa binanın önüne geldi hemen içeri girdi.Evinin dış kapısında dikildi ve kapının açık olduğunu gördü.Endişeli bir şekilde odasına doğru ilerledi.Ve karşısında karısını gördü.Ne yapacağını bilememişti.Şoka uğramış bir şekilde karısına sarıldı ağlamaya başladı.Karısını öpüp duruyordu karısı tepki vermeden sadece ona bakıyordu.Mahir bir an duraksadı ve istemsizce üstünü başını sildi ve kadını oturtmak istedi ancak kadın kayboldu.Mahir kadının olduğu yerde diz çöküp ağlamaya başladı.Mahir tekrar yatak odasına döndü cebinden delik olan cüzdanını ve eşinin sigarasını masanın üstüne koydu.Pencereye baktı açmak istedi.Pencereyi açtı arkasını dönüp son kez odaya baktı eşini yatağın başında saçını tararken gördü yanına gitmek istedi elliyle göz yaşını sildi burnunu çekti tekrar önüne döndü ve kendini aşağıya bıraktı. Saat gecenin üçü olmasına rağmen yoğurt kabının içinde ki bulanmış suda yaşamını sürdürmeye çalışan Fahri isimli balık uykusuz gözlerle bana bakıyor.Aslında ilk aldığım günde uykusuz bakan balığın uyuma sorunu olduğunu ancak aynı


haftanın sonunda anlayabiliyorum.Sürekli ağzını açıp bir şey demeye yeltenen Fahri'nin bir süre sonra uykusuzluğunun yanında iletişim problemi olduğunu da anlıyorum.Banyo da suyunu değiştirip, evin bana göre yakın Fahri'ye göre uzak olan Ruh ve Sinir hastalıkları hastanesine doğru yola çıkıyoruz.Fahri yolda sakinliğini elden bırakmayıp soğuk kanlılıkla çember yoğurt kabında dönüyor.Benim bile içimi bir korku,sinir,stres kaplamışken onun soğuk kanlı katil tavrı bende 'acaba ben almadan önce kiralık katil bir balık mı?' sorusunu uyandırıyor.Ben uyanamadan hastahaneye varıyoruz.İçeri girdiğimde Fahri'nin Nüfus Cüzdanını evde unuttuğumu fark ediyorum.Danışmanın üzerine Fahri'yi bırakıp eve doğru koşmaya başlıyorum.Fahri'nin hastaneye kalktığını duyunca pasifikten akrabaları gelmiş.Girişte onları içeri buyur edip Nüfus Cüzdanını aldığım gibi hastahaneye geri dönüyorum.Farkediyorum ki beni beklerken Fahri'nin gözünün feri gitmiş.Onu teselli etmek için amcaoğullarının geldiğini söylüyorum.Yine donuk tavrını bozmadan dönmeye devam ediyor.Sıramızı beklerken teyzesi cam bir fanusun içinde yanımıza geliyor.Tahlil sonuçlarını almış.Teyzesini görünce bile yüzünde ki ifadeyi bozmayan Fahri'nin içinde bulunduğu ruh hali beni,teyzesini ve pasifikten gelen akrabalarını üzmeye yetiyor.Sıramız gelip içeri girdiğimizde peri masallarından fırlayacakken orta sınıf bir dizinin yasak aşk üçgeninin tanığı hizmetçi tipli bir doktor hanım bizi karşılıyor.Koltuğunun arkasında hastalarıyla çekindiği fotoğraflar,a4 kağıda çizdikleri resimleri görüyorum.Aralarında en Fahri'ye benzeyeni bir çocuğun yaptığı uçan ev.Ben düşünce enkazının altında doğrulmaya çalışırken hanım kız hastasıyla özel olarak görüşmek istediğini söylüyor.Kabul edip dışarı doğru atıyorum kendimi.Dışarı çıktığımda sabah giydiği hırkasını bir koluna atmış diğer koluyla da kızını tutarak koşar adım giden bir abla görüyorum.Elinde ki dosyaları olabildiğince dik tutmaya çalışan ablanın raporlara ne kadar saygılı olduğunu oradan anlıyorum.Dar,karanlık ve uzun koridorda volta atarken içeriden hanım doktorun çıktığını görüp hızlı adımlarla yanına gidiyorum.Suratı yerden kalkmayan kızımız bana


'Malesef Fahri tedaviye yanıt vermiyor' diyor.Teorik olarak Fahri hiç bir şeye yanıt vermiyor diyorum.'Metin olun' deyip yanımdan uzaklaşıyor.İçeri girdiğimde sedyenin üzerinde yoğurt kabını tavaf eden Fahri'nin yine aynı tavırda döndüğünü görüyorum.Yaşarken ölen bu canlının son dakikalarını da dolu dolu yaşaması için onu lünaparka götürüyorum. Üç beş jeton alıp bu miladını doldurmuş canlıyı az da olsa eğlendirmek istiyorum. Önce çarpışan arabaya biniyoruz. Fahri'nin kemerini yoğurt kabının üzerinden sıkı sıkı kapatıyorum. Çocukluğumdan beri çarpışan araba kullanmayı beceremediğim için olduğum yerde amaçsızca dönmeye başlıyorum. Ben döndükçe Fahri'de sanki daha bir coşkuyla dönmeye başlıyor.Bu kadar dönmenin yettiğini sandığım sırada bu dönmeyi çok seven canlının aslında dönme dolaba binmeyi istediğini fark ettim. Binerken dönme dolabı kontrol eden adama yukarıda biraz bizi bekletmesini rica ettim.Dönme dolaba bindiğimizde artık Fahri'nin hareketlerinin yavaşladığını anladım. Yukarı çıktıkça son ağız hareketinde şahadet getirmeyi isteyeceğini düşünüp aşşağı doğru bizi durdur diye bağırdım. Biz tepeye geldiğimizde güneş dağların ardından usul usul batıyordu. Bir Fahri'ye baktım bir batan güneşe.Dönmesi durmuştu.Kafasını kaldırıp yine bir şey demeye yeltendi.Diyemeden Hakkın rahmetine kavuştu.İşte ben böyle bir günde batan güneşe karşı Fahri'yi kaybetmiştim.Toprağın bol olsun güzel canlı Adam soluk soluğa eve gelip koltuğuna oturdu gözlerini kapattı başını yavaşça koltuğa yasladı ve derin bir nefes aldı.Sonra çok ağır hareketlerle yerinden doğruldu gözlerini dikkatlice karşısında duran televizyona dikti ellerini başına götürdü dizlerini ovaladı bir an nefesini tuttu bir şey olmasını bekliyor gibiydi sabırsızlıkla bekliyordu göz ucuyla saatini kontrol etti.Avuç içi sırılsıklam olmuş ıslak avuç içini dizine sürterek kurulamaya çalışıyordu.Adam daha fazla dayanamadı ve koltuktan kalktı ayakta beklemeye başladı evin etrafında gezinip duruyordu.Sonunda beklediği sesi duymuştu kapı zilinin çalması onda


inanılmaz bir mutluluk vermişti adam hemen televizyonu açtı saçlarını taradı son kez üstünü başını düzeltti kapıyı açmak için yeltendi ancak kapının kilitli olduğunu fark etti hemen anahtarları bulmak için evi talan etti bir yandan kapı zili çalıyor bir yandan televizyonun sesi adam mal gibi etrafta dolanıyordu sonunda anahtarları mutfak tezgahın altında bulmuştu adam 6 aydır girmediği mutfağa girince bir hayli şoka uğramıştı mutfak kapısını kapatıp doğruca sokak kapısını açmaya yeltendi.Ancak anahtar deliğini bir türlü tutturamıyordu kapı zili durmadan çalıyordu.Adam çok heyecanlanmıştı anahtarı sonunda takıp çevirmeye başladı o kadar bilinçsiz hareket ediyordu ki kapıyı sürekli kitlemeye çalışıyordu en sonunda anahtarı kırdı ve dayanamayıp pencereyi açtı ve dışarıda bekleyenleri pencereden aldı.

Metrobüse doğru çok ciddi adımlarla ilerliyorum. Dışardan görüntüm sanki birazdan metrobüse binecek değil de satın alacak gibi. İş çıkış saatine denk geldiğim için kıyamet gününün kısmi bir simülasyonunu yaşıyorum. Anne oğlunu tanıyor tanımasına da ben tanımıyorum.Tanımaya gerek de yok. Metrobüs de ki kaos kendi içinde bir düzen oluşturmuş durumda. Bir yandan çıkanlar bir yandan gişeden kartını basıp kalan bakiyenin içinde yarattığı gönül rahatlığıyla geçenler. İkilemler şelale. Kartı basıp kalan paraya bir güzel küfür ettikten sonra yoluma katırlarla devam ediyorum. Okul çıkışına denk geldiğim bir erkek grubunun arasında kayboluyorum. Sınıflarında ki kızın neden sinirli olduğuna bende cevap ararken birden kendimi ilişkiye başlar başlamaz ayrı eve çıkan bir ikilinin yanında buluyorum. Sevgililerle aram pek iyi olmadığından onlara da en içten dileklerimle sövüp yürüyen merdivenin gayet yürünmez bir basamağında duruyorum.Hemen arkamda ki kızın erkek arkadaşının evine giderken ne alınacak sorusuna içimden türlü yanıtlar veriyorum.'Yemeğin yanında ne içeriz' sorusuna ise BOK için deyip lafı düşüncelerimde


sonlandırıyorum.Gelen ilk metrobüse binme derdindeyim lakin derdimle gerçekleşen birbirini desteklemekte kararsız. Deplasmana giden otobüs coşkusuyla gelen otobüs tahmin ettiğim yerin ilerisinde duruyor.Ardından bir tane daha geliyor.Ben ilk gelen metrobüse yıllardır görmediğim sevdiceğime koşar gibi koşuyorum lakin metrobüs beni unutalı çok olmuş. Bir hışımla kapatıyor kapılarını. Tamam diyorum bana metrobüs mü yok. Ardında ki metrobüse koşuyorum ama o ben gelene kadar çoktan kapılarını kapatıp kervana katılmış durumda. Mükemmel bir strateji hatasıyla sap gibi kalıyorum. Terk edilmenin verdiği acı yüreğimi burkarken Zincirlikuyu yönünden boş bir metrobüsün geldiğini görüyorum. Onla birlikte yeni aşklara yelken açıp çok mutlu olabiliriz. O beni evime oturarak götürebilir mesela. Kafamda Sherlock Holmes titizliği ile 4.kapının nereye geleceğini kararlaştırıyorum. Zekanın getirdiği özgüven kalabalığın beni en önden en arkaya atmasıyla son buluyor.Küfrederek biniyorum. Metrobüsün tüm koltukları zapt edilmiş hatta bütün her yeri işgal edilmiş. Güç bela tutunduğum tutacak diye adlandırdığım şeye de bir küfür basıp eve doğru gönül rahatsızlığıyla gidiyorum Ben Şemistan Kubbe . Yaşamıma bir süredir Cihangir semalarından aldığım dairede devam etmekteyim. Henüz 21 yaşındayken yazlık bir sinemada çalışmaya başladım. Yazlık sinema bir süre sonra konseptini değiştirip tüm sezon açık kalınca bende oranın daimi bir çalışanı haline geldim. Önceleri sadece bilet koçanı keserken gün geçtikçe işin teknik kısmına dahil olmaya başladım. 34 yaşıma geldiğimde ise çalıştığım sinemanın sahibi olmuştum. Benim için tutku haline gelmiş bu iş günde 16 saat çalışmaya kadar yükseliyordu. Gözüm artık sinemadan başka bir şey görmez hale gelmişti. Bu benim için sevişmekten kat kat güzel bir şey. Ha sevişmek dedikte benim sadece bir sevgilim oldu. Ondan sonra da zaten pek birine ihtiyaç duymadım. Bazen ani ataklarım gelirse hayat kadınlarıyla birlikte oluyordum. Çünkü beni terketmeyen bir tek hayat kadınları ve sinemam


vardı. Hayat kadınları da zaten param olduğu sürece yanımdaydı. Geri bir tek sinema kaldı. Sinema karım hayat kadınları ise metresimdi. Devlet benim mutlu bir şekilde sinema işletmemi pek hoş karşılamayacak ki ruhsat,izin diyerek salonumu kapattılar. Artık yalnızlığın dibinde, tek aşkım kötü adamlarca kurşuna dizilmiş yeşilçam karakteri gibi bir hal almıştım. Aylarca kimseyle görüşmeden saçım sakalım birbirine karışmış şekilde sürünüyordum. Sürekli oturduğum tek kişilik sallanan koltuğum bile belimle anlaşamaz hale gelmişti.... Şimdi detaylara girip kafanızı şişirmek istemem. Kendimi bir süre sonra Kiralık Katil olarak buldum. Arkasında iz bırakmayan, kurbanını titizlikle öldüren bir adam. Ben Osman kendimi bildim bileli çaycılıkla haşır neşirim. Küçüklüğümde bana ne olacaksın diye sorulmayınca kendimi çaycı olarak buldum. Annem, babam ben küçükken öldü yani bu soruyu sorabilecek pek kimse kalmadı. Yakınımda onlar ölünce bizim mahallenin en delikanlı en babacan adamı olan Haydar ağabeyi çıktı geldi karşıma...Beni büyüttü evini açtı ama o kadar çok ilgilenmezdi benle,uzaktan bakardı.Bir keresinde o kadar uzağa gitmişti ki telefon vermişti. Ben seni ararım deyip evden çıktı. Tam bir hafta evde yalnız kaldım aramadı. Evin için de telefonla dolaşıyordum arar diye umuyordum. Sonra bir gün açlıktan ölmek üzereyken telefon çaldı hemen açtım. 'Osman sen misin ?'diye sordu.Evet dedim buruk bir sesle 'Haydar ağabey sizlere ömür' dedi. Duraksadım bir an elim ayağım titredi.Ağlamaya başladım...Hüngür hüngür ağladım sabaha kadar .Üzüntü kedere karıştı yıllar geçti aradan büyüdüm,sakallarım çıktı sonra da çaycılığa başladım.Haydar ağabeyinin bana bıraktığı evde kalıyordum.Bir sabah işe gitmek için hazırlanırken pencereden dışarı baktım siyah bir araba içinde takım elbiseli bir adam bizim eve bakıyor, aldırış etmedim çektim perdeyi montumu alıp dışarı çıktım.Yürümeye başladım otobüs durağının oraya geldim yine aynı siyah arabayı gördüm.Hafif bir korku kaplasa da içimi bindim otobüse devam ettim.İş çıkışı yine aynı siyah arabayı


gördüm.Ben yürürken arkamdan geldiğini fark ettim. Hemen ara sokaklara girdim.O da benimle girdi.Arabanın giremeyeceği bir sokağa girdim.Adam arabayı bir kenara çekti.Koşarak arkamdan gelmeye başladı.Arkamı dönmemle adamın yumruğunu burnumda hissetmem bir oldu.Dengemi kaybettim yere düştüm.Adam beni tekmelemeye başladı.Ben ne olduğunu anlamadan beni arabasına sürükledi.Attı içeri bir tekmede arabada yedim sonrasını hatırlamıyorum bayılmışım.Uyandığım da sandalyeye bağlı bir vaziyette buldum kendimi.. Anlaşılan haydar ağabeyin bana bıraktığı mirasını yiyordum.''Tekme ve tokat''O günden sonra hayatım tamamen değişti.Artık küçük Osman vardı.Gerçekleri birbir öğrenmiştim.Bana bakan şerefsiz adamın ailemi öldüren bir katil olduğunu öğrenmiştim.Öldüğü haberi tamamen yalandı.Artık gözümü kan bürümüştü.Onu aramak için yollara koyuldum.


Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.