İşari tefsir okulu

Page 1

ANKARA ONİVERSİTES İ ILAHIYAT FAKÜLTES/ YAYINLARI

122

İŞ AR İ TEFS İ R OKULU

Doç. Dr. Süleyman ATEŞ



ANKARA ÜN İVERS İTESİ ILAHIYAT FAKIILTESI YAYINLARI

122

İ OR İ TEFS İ R OKULU

Doç. Dr. Süleyman ATE Ş


ANKARA ÜNIVERSITESI BASIMEV İ . 1974


iONDEK İ LER 9

ÖNSÖZ

11

GIRIŞ : TASAVVUF BIRINCI BÖLÜM İŞARI TEFSIRİN DO ĞUŞ U A- İŞARI TEFSIRİN ŞER1 YÖNÜ • 1) Kur'an'ın. işareti: 2) Hz. Peygamber'in i ş areti 3) Sahabilerden nakledilen haberler

27 27 28 34

B-TAB İ'UN VE TEBEU'T-TAS İIN DEVRİNDE ZÜHD VE TAK38 VA YÖNÜNDE GELI ŞEN İŞARI TEFSIR 1) Hasan- ı a. Tefsiri b. Tefsirinden örnekler

39 41 42

2) Ca(fer-i Şödık a. Tefsiri b. Tefsirinden örnekler

46 50 51

3) Süfyön-ı Şevri a. Tefsiri b. Tefsirinden örnekler

55 58 59

4) 'Abdullah ibn Mubörek a. Tefsiri b. Tefsirinden örnek

61 61 61

İKINCI BÖLÜM İŞAR/ TEFSIR İN ZürlD, TAKVA VE FENA F İLLAH D ÖŞÜNCES İ ALT1NDA GELI ŞMESI A- İŞARI TEFS/RİN SİSTEMLEŞMESI 1) Sehl ibn cAbdillöh at-Tusteri

63 65 3


a. Tefsiri

65

b. Tefsirinden. örnekler

66

2) Cüneyd-i Bağdüdi a. b. Tefsiri ve görüşleri 3) Ebubekr Muhammed ibn Müsa al-Vas ıti a. Tefsiri ve görüşleri b. Tefsirinden örnekler 4) Iş âri Tefsirin Geli şmesinde Payı Olan Önemli Tasavvuf Babaları B-I ŞARİ TEFS İ RDE BÜYÜK INKI ŞAF 1) Ebü <Abdrr-Rahman Muhammed ibn al-1.1üseyrı as-Sulemi a. Tefsiri b. Metodu ve görüşleri e. Tefsirinden. örnekler 2) Ebu Ishüls Ahmed ibn Muhammed ibn ibrühlm

75 75 87 88 88 90 91 91 92 92 93

a. Tefsiri ve metodu

95 96

b. Tefsirinden örnek

97

3) <Abdul-Kerim ibn Havüzin al-Ku şeyri a. Tefsiri ve metodu b. Tefdrinden. örnekler 4) <Abdullah ibrı Muhammed Şeyhu'l- İslâm al-An ş hi a. Tefsiri ve metodu b. Tefsirindeu örnelder 5) Gazüll: a. Tefsiri b. Tefsirinden örnekler e. Gazülrye atfedilen tefsir 6) Raşidu'd-din al-Meybudi a. Tefsiri ve metodu b. Tefstrinden. bir örnek 7) Iş âri Tefsirde payı Olan. Diğer Altınel (M. 12.) Asır Mutasavvıfları 8) Ibnu Barraeün 4

73

98 99 101 105 106 108 110 111 114 118 120 120 123 130 130


a. Tefslri ve metodu b. Tefsirin.den örnelder

130 131

9) `Abdu'l-Kâclir Giylâni

134

Tefsiri ve görü şleri

134 136

10) Rüzbalı.ân Bakli a. Tefsiri ve metodu b. Tefsirinden bir örnek 11) cAbdul-Celil İbn Milsâ al-An şâri 12) Neemu'd-din Kubrâ

137 138 139 139 140

Tefsiri

144

13) Neemu'd-din Dâye a. Tefsiri ve metodu b. Tefsirinden örnek

145 147

14) cAlâu'd-davle Simnâni

150

a. Tefsiri ve metodu b. Tefsirinden örnelder 15) Şihabu'd-din Ebâ ljafs cömer as-Söhreverdi

151 155 160

a. Tefsiri b. Tefsirinden. bir örnek

161 162

16) Fabru'd-din (Ali at-Tueibi

162

17) Seyyid Burhâneddin Mullakkik

162

a. Tefstri b. Tefsirinden örnekler

164 165

CONC İİ BÖLÜM IŞ ARI TEFS İ RİN VAHDET-I VÜCOD ETKISI ALTINA GIRMESI A-IBNU'L-<ARABI a. Kişiliği b. Tefsiri ve metodu e. Tefsirin.den. örnekler 1) İş âri Tefsirinden örnekler 2) Nazari Tefsirinden örnekler

167 168 177 186 186 188

B- İBNU'L-cARAB İ'DEN' SONRA I ŞA.Rİ TEFSİR:

191

1) Şadruddirı Kon.evi

192

a. Tefsiri ve metodu b. Tefsirinden örnekler

192 194

5


2) Cemölu'd-din Ş afedi a. Tefsiri ve metodu b. Tefsirinden, bir örnek 3) cAbdu'r-Razzök Kö ş öni a. Tefsiri ve metodu b. Tefsirinden örnekler

196 196 202 204 205 208

C-I ŞARİ TEFSIRDE GERILEME

211

D-OSMANLI DEVRI MUTASAVVIF M İIFESSIRLERI

215

1) Şihölıu'd-din Ahmed Siyasi

215

2) Muhammed Kutbu'd-din abizniki

215

3) Bedru'd-din Simavi a. Tefsiri b. Tefsirinden örnekler

216 216 217

4) Mollö Fenöri Tefsiri

222 222

5) Yazıcızâde Muhammed Bican

223

6) cAlâu'd-din (Ali ibn Yalıyâ as-Semerkandi

223

7) Cemöl ljalveti

224

8) Bayezid-i Rûmi

224

9) Mullyu'd-din Niksöri 10) klamdullah Ahmed Çelebi 11) Ibrahim Ş ebusteri

225

12) Ni`metullah Nahcivani a. Tefsiri ve metodu b. Tefsirinden, bir örn.ek

225 225 226

13) Muhyi'd-din Veföi

230

14) Ahmed ibn klamza

230

15) Nuru'd-dirı-zöde Mu şlillu'd-din Mustafa Efen.di

230

16) Saruhanl ı Münşi Muhammed ibn Bedru'd-din

230

17) Tâcu'l-cArifin al-Bekri

231

18) (Aziz Malımud Hüdöyi a. Tefsiri ve metodu b. Tefsirinden bir örn,ek

231 231 232

19) Isma`il Ankaravi

232

a. Tefsiri ve metodu 6

224 225

233


b. Tefsirinden bir örnek

234

20) (Abdullah Bosnavi

236

21) Evhadu'd-din (Abdul-Ahad an-Nüri

237

22) V5ııi (Varı kulu) Muhammed ibn Bist ııı

238

23) Karaba ş Veli

238

24) (Abdul-Kerim Celveti

238

25) Niyazi-i Mışri

239

a. Tefsiri

239

b. Tefsirinden örnek

239

26) `Abdu'l-Hayy Celveti

242

27) Şeyh Muhammed Naşiihi Efendi

242

28) ismacil

242

Burs5.vi

a. Tefsiri ve metodu

243

b. Tefsirinclen bir örnek

246

29) Şeyh Ya(krıb ibn. Muştaf al-Celveti

248

30) ljadimi Muhammed ibn Mu ştaf

248

31) Yösuf ibn 'Osman

249

al-Iskilibi

32) Müstaklinzâde Süleyman Efendi

249

33) 'Aliısi Malımild Efen.di

249

a. Tefsiri ve metodu

250

b. Tefsirinden bil. örnek

252

34) Muhammed Salih al-Kay şari

257

35) RVif Efendi

257

36) Muhammed Fevzi Efendi

257

DORDÜNCÜ BÖLÜM TEFSIR/N BAŞLICA SORUNLARI VE TE'VILLERI A-ALLAH

258

1) Tevhid

258

2) Vandet-i Vücud

260

a. Hazarat- ı Hamse

262

b. Zaman

268

3) Vandeti-Vücud sisteminin ele ştirisi

270


B-INSAN: 1) Ruh ve Nefs

279

2) İnsan-i Kâmil

282

3) Nübüvvet ve velâyet

284

a. Nübüvvet

284

b. Velâyet

286

e. Ijatmu'l-evliyâ meselesi d. Ijatmul-evliya iddiasının eleştirisi e. Ayetlerin bu yönde tesiri

286 289 292

4) İnsan Allah'ı görebilir mi9

294

5) İnsanın alın yazısı (kaza ve kaderi)

297

6) İnsanın uhrevi hayatı : Cennet ve eehennem

301

C-TE'VİLLER•

307

1) Kur'an.'daki darb- ı meseller

307

2) Tatbiki te'viller (antropomorfizm)

309

3) Hurufilik

320

NETICE

330

BİBLİYOGRAFYA

333

INDEKS

344

8


ÖNSÖZ islâm ilimleri arasında tefsirin ayrı bir önemi vardır. Her ilmin bir tefsir yaıu mevcuttur. İslâm içinde zuhur eden her f ırka, Kur'an- ı Kerimi kendi gözlüğünden görmüş ve göstermek istemi ştir. Bu yüzden çeşitli akımların görüşlerini yan,sıtan muhtelif tefsir cereyanlar ı doğmuştur. Tefsir tarihin.i ıı, gereği gibi açıklığa kavuşması için her fırkanm tefsir anlayışım incelemek lâzımdır. Doğru bir senteze varabilmek için bu inceleme şarttır. İslâmda ilk gelişen akımlardan biri de tasavvuf cereyamd ır. Bu akım, ehl-i sünnet de dahil, hemen bütün İslâm fırkalarnu etkilemi ştir. Mutasavvıflar da kendi aralar ında bir tefsir anlay ışı geliştirmişlerdir. Tasavvufi tefsir hareketi, şimdiye kadar esash bir tetkike tabi tutulmam ıştır. Gerçi Gcldziher'in Mezahibu't-Tefsiri'l- İslâmrsinde, Zehebrnin at-Tefsir val-Mufessirân'nuda, Dr. Subhi Salih'in Mebâhis Ulâmi'l-Kur'ârı'mda tasavvufl tefsire de yer verilmi ş ise de kitab ın Eadece bir bölümüne sığdırdan bu bilgiler, asırlarca i şlenmiş bir tefsir anlay ışım lâyikiyle vuzuha kavu şturmaktan uzak, konuya sadece genel bir bak ıştan ibarettir. İşte tefsir tarihindeki bu bo şluğu doldurmak gayesiyle çalışmalarımı tefsirin tasavvuf kısmı» hasrettim. Doktora tezimi, mutasavv ıf müfessir Sülemi ve Tasavvufi tefsiri üzerinde yazm ıştım. Şimdi de tasavvufi tefsirin genel gelişimini yansıtan bu etüdü doçentlik tezi olarak takdim ediyorum. Tezin hazırlanmasında ilk yararlandığım kayn.aklar, Ke şfu'z-Zurtun, Brockelmann'm eseri ve tezkire kitaplar ı oldu. Bunlardan çıkardığım mutasavvıflarm, tefsire dair eserlerin.i iki yaz İstanbul kütüpharıelerinde ara ştırıp inceledim. Bu konuda yaz ılmış yeni eserleri de gözden geçirdim. Şayet bu eser, tasavvufi tefsir tarihinin vuzuha kavu şması)» ufak bir katkıda bulunursa kendimi bahtiyar sayar ım. Dr. Süleyman ATE Ş 9


K İTAPTA KULLANILAN TRANSKR İPS İYON SISTEMI: f = -= 3 k = 1 = J m =--- r

n v= j h =

Y=

z=

_;

s Ş = Ş = = = = sl; c= I

a =. b = t =

T

= e= 1:1 = d =

= r Arapçada uzatma harfi olarak kullan ılan I cic ka;

10

1,1 şeklinde gösterilmi ştir.

d

bu kitapta


GIRI Ş

TASAVVUF 1. Tasavvuf kelimesinin kökü hakk ında çe şitli görüşler vardır. Bunların. hepsini burada saymay ı zaid görüyorum. Yaln ız en önemli iki görüşü kaydedeyim: a) Hz. Peygamber'in mescidi yanındaki sofada oturan, say ıları 40-4,00 arasın.da değişen bir grup fakir sahabi vard ı ki oturduklar ı yerden dolay ı bunlara ehl-i şuffa denirdi. Bunlar sadece ibadet, Hz. Peygamber'e hizmetle meşgul olan zâhid kimselerdi. I şte sonradan bunlar gibi kendini zühd ve takva yoluna vakfetmi ş kimselere de bunlara nisbetle şuffi denmi ş ve kelime söylene söylene ş eklini almıştır'. b) Daha doğru kabul edilen di ğer bir görüşe göre de siifi kelimesi, yün anlam ına gelerı siirtan türemi ştir. Yün giyerre tasavvafa (yün giydi) denir. Bunun masdar ı tasavvuf, ismi faili mutasavvıftır. Ilk sâfiler, nefsin zevkleriııe engel olmak için güzel görünümlü yumu şak elbisler giymekten kaçmmışlar, sadece vücutlar ın ı örtmek için, kaba k ıldan ve yünden elbisler giymi şlerdir. Hz. Peyganıber de zaman zaman siif giyerdi. Ashab- ı suffanın elbiseleri de suftan. idi. Hasan. Basri yetmi ş sahabiye yeti şmiş olduğunu, hepsinin de suftart elbise giydiklerini söylemi ştir2. Demek ki tasavvuf kelimesi ya suffa'dan veya suf'tan türemi ştir. Her ikisi de kelimeye kök olmaya hem lâfız, hem mana bakımından uygundur. Massignon da kelimenin suçtan türedi ğinde şüphe görmemektedir'. 1 Kuseyri, `Abdu'l-Kerim Ibn Havâzin, ar-Risâle, s. 149, M ısır, 1318; Kelâbâzi, Ebubekr Muhammed ibn Ishak, at-Tacarruf Ehli't-Ta şavvuf, s. 5, Mısır, 1325; Nicholson, Frt-Tasavvufil-Islâmiyy, s. 66, Kahire, 1375 /1956 2 Kuşeyrl, Risale, s. 149; Nicholson, Frt-Ta şavvıd, s. 67; Hucviri, Kesful-Mahcûb, s. 30, Nicholson'un Ingilizce çevirisi, London 1936 3 Arberry A.J, Sufism, s. 35, London, 1950; Massisgnon, L. Shorter Encyclopedia of Islam s. 597.

11


2. Kelimenin kökü üzerindeki görüşler gibi tarifi üzerinde de bir birlik yoktur. Herkes kendi ya ş adığı hale göre tasavvufu`ta'rif etmi ştir. Ifadeler değişik olmakla beraber bütün tarifler ayn ı anlama çıkmaktadır: TASAVVUF, RUHU TEMIZLEME YOLUDUR. Zühd ve takva ile ruhu bun.ahmlardan, dünyevi me ş galelerden, kötü duygulardan ar ıtmak, içten masivayı atıp yalmz Allah sevgisini kalbe yerle ştirmek, be şeri varliğı Hakk'ın varhğında yok etmek, nefsten geçip Allah' ın varlığında yaşamak tasavvufun, temel gayesidir. 3. Tasavvufun kökünü Hz. Peygamber ve ashabmin ya şayış tarzlaruıda görmekteyiz. a) Hz. Peygamber, son derece sade ve mütevazi ya şardı. Henüz kendisine peygamberlik gelmezden. önce zaman zaman Hira ma ğarasma çekilir, tefekküre dalard ı. Onun senelerce süren bu derin, tefekkürü, kendisini Tanr ı vahyini almağa hazırlamıştı . Çağında güçlü bir devlet kurmu ş olduğu halde dünyaya iltifat, etmemi ş, miıı,derde, gere ğinde yerde oturmu ş , kullu ğuyla iftihar etmi şti. Suf giyer, merkebe biner, koyun sa ğar, hizmetçi ile yemek yer, zengin fakir herkesle el sıkışır, davete icabet eder, bir hurma için de ça ğıırılsa koş ardı . Yumuşak huylu, cömert ve güleç yüzlü idi. Kahkahas ız tebessüm ederdi. Uhud savaşında yanağını yaralaym di şini kıranlara bile sadece "Allahım, kavmime hidayet et, zira bunlar bilmiyorlar" diye duâ etmi ş , bedduâ etmesini istiyenlere: "Ben lânetçi de ğil, davetçi ve âlemlere rahmet olarak gönderildim" demi ştir. Bir palas üzerinde uyurdu. Her zaman ikiye katlanan palas ı bir gün hanımı yumuş ak olsun diye dörde katlam ıştı. O gece namaza kalkamam ış ve: "Yine eskisi gibi ikiye katlay ın, çünkü palasın yumu şaklıp beni gece namazımdan alakoydu" demişti. Bazan da hurma Minden dokunmu ş bir serir üzerinde uyurdu, yata ğı vücudunda iz yapardı°. Bir aralık hanımları bu mütevazi hayata dayanam ıyarak dünyalık istemişler, süse, refaha ak ıllarını takmışlardı. Allah'ın Resulü de onlar ı ya dünyayı veya Allah ile Resulünü seçmekte serbest b ıraktı. Akılları başlarma gelsin. diye onlardan bir ay ayr ıldı. Vaktinin. ço ğunu cumbali bir musanduada geçiriyor, kölesi Rabah kap ıda onu bekliyordu. Bir ay sonra kendisini ziyarete giden Hz. Ömer, gördü ğü manzara kar şısında kendini tutamıyarak ağlamıştı. Çünkü Ilz. Peygamber, bir has ır üzerinde yatmış, hasır yanlarm1 R.a<11 cıyad, tafü, s. 110

12

`İyçl !bn Miis al-Yatısübt, as- Şifii ft Tacrifi VulF0IFP1-Mus-


da iz yapmıştı. Yiyecek olarak da bir çömlek içinde biraz su, bir avuç axpa vardı. Omer'in neden a ğladığını anhyan Peygamber, 011U teselli etti, dünyadan yüz çevirmek gerekti ğini anlattı°. Nihayet hanımları Allah ve Resulünü seçtiler, şu âyet bu vesile ile indi:

"Ey peygamber, hantmlarına söyle : Eğer siz dünya hayatını ve süsünü istiyorsanız, geliniz size geçiminizi vereyim ve sizi güzellikle salaytm. E ğer Allah'ı, Resulünü ve lihiret evini istiyorsan ız biliniz ki Allah, sizden iyilik eden han ımlara büyük ecir hazırlamıştır."2 Çok cömert idi. Daima sadaka verir, fakir olurum diye korkmazd ı, gün. bulup gün yemeyi tercih ederdi. Dnâs ı da şöyle idi: "Allahım, Muhammed ailesine günbegün rınk ver.'" Ashabına dürıyaya kap ılmamayı söyler, nafile namaz k ılmakla, sab ır ve tevekkülle, helâl kazanda, zikretmekle Allah'a yakla şmayı öğütlerdi. Kalb temizliğine çok önem verirdi. Bir hadislerinde: "Takva an.cak buradadır, takva ancak buradad ır, takva ancak buradad ır" diyerek kalbini göstermiş, bir hadislerinde de:" Dikkat edin, vücutta bir et parças ı vardır ki o düzelirse bütün vücut düzelir, o bozulursa, bütün vücut bozulur; dikkat edin o kalbdir" demek suretiyle kalp temizli ğinin ruhani terakkideki önemini belirtmişti. Daima Allah'ı ve âhireti dü şünmekten tasah idi. Bazan sahabiler, namazda kanundan tencere sesine benzer bir ses duyarlard ı.4 Gece namaznu çok severdi: "Sabahın iki rek'ati, bana dünyadan ve dünya içinde bulunan nimetlerden daha iyidir",5 "Farz namazdan sonra en üstün namaz, gece namaz ıdır"6 derdi. Hz. Ebu ,Hüreyre der ki: "Allah' ın Resulü (s.a.v.) kalkar, ayakları şişin-

ceye kadar namaz k ılardı. Kendisine ,Allah senin önceki ve sonraki günah ını affetmi ş iken niçin böyle yap ıyorsun?' diyenlere : Rabbime şükreden bir kul olmayay ım m ı ?' derdi"? "Gecenin şu ayetler onun. ibadet ve taatini haber vermektedir : bir kısm ında sana mahsus nafile olarak teheccüd namazı k ıl, belki böylece Rabbın seni övülmü ş bir makama ulaştırtr.".8 "Rabbin, senin gecenin üçte ikisinde, 1 Hüseyin Heykel, Hz. Muha ınmed Mustafa, Ömer R ıza Doğrul Çevirisi, s. 405,1st, 1948 2 Ahzâb Suresi: 28-29. 3 Müslim, Zekât, 43. 4 as-Şifâ, s. 113. 5 Müslim ibn Haectıe, al-Kuşeyri, al-Câmi'ds-Sahilı, I, 501, Kahire, 1375 /1956 6 Aynı eser, II, 821 7 Ebu cIsa Muhammed at-Tirmiii, as-Samâilu'n-Nabaviyya, s. 45 8 Isra Suresi: 79 ,51 Zli 1; 4.; j.)1, (:).

13


yarıstnda, üçte birinde kalk ıp namaz 'aldığını biliyor. Seninle beraber bir topluluk da böyle yaptyor...'" "Rabbını içinderı ve korkarak hafif bir sesle sabah akşam zikret".2 Resul-i Ekrem, nefis tezkiyesin.e iman ve islâm ın üstünde bir yer vermi ş, bunu ihsan söziyle ifade etmi ştir : " İhsan, Allah'a görüyormuş gibi ibadet etmendir, zira sen O'nu görmüyorsan da O seni görüyor."3 demiştir. Ayrıca ümmetini zikre te şvik etmiştir: "Rabbını zikredenle etmiyen, diri ile ölü gibidir",4 "Bir kavim oturup Allah' ın kitabını okur, onu müzakere ederlerse melekler onları ku şatır, rahmet onları kaplar, üzerlerine sekine (huzur, feyiz) iner ve Allah onlar ı, kendi yantndakilere anar.",5 "Yüce Allah buyurur : Bir veliye dü şmanlık edene kar şı ben savaş açarım. Kul, bana en çok kendisine farz k ıldığtm şeyleri yapmakla yakla şı r. Nafile ibadetlerle de bana yaklaşmağa devam eder. Nihayet o derece yakla şır ki ben onu severim. Ben onu seversem onun işiten kulağı , gören gözü, tutan eli, yürüyen ayağı olurum. Benimle i şitir, benimle görür, benimle tutar, benimle yürür."6 demiştir. Kıyamet gününde hiçbir gölgenin olmad ığı zamanda Allah' ın gölgelendireceği yedi kişiden biri de "Tenha bir yerde Allah'', zikredip gözleri ya şla dolan adamdır"? Din, kuru emir ve nehiyler y ığını de ğildir. Şeriatin bir dış , bir de iç cephesi vard ır. Namaz, oruç vs. amellerin nas ıl rükii ve sücud gibi zahiri bir yönü varsa ve bunlar fıkhın. konusunu te şkil ediyorsa; hu şu, huzur-i kalb gibi bir iç yönü de vard ır ki bunlar da bat ıni fıkhın yani tasavvufun konusunu teşkil eder. "Beni anmak için namaz k ır,' "İttika edesiniz diye oruç, sizden öncekilere olduğu gibi size de farz k ılındı"9 âyetleri, namaz ve oruçtan as ıl maksadm Allah'ı anmak ve ittika etmek oldu ğunu belirtiyor ve "O gün ancak Allah'a temiz kalb getiren kurtulur'"° âyeti de insanı kurtaracak tek şeyin kalb temizliği olduğunu açıklıyor. "Allah' ı zikretmemekten ötürü kararm ış olan kalblere 1 MüzzemmilSuresi: 20 d_1„„ 2 A'raf Suresi: 205

JI...;511

.;at

<1...:14.> ‘..,)

S ,!..1--1; I 3 Muhammed ibn İsmail al-Buhâri, al-Câmicu's- şahih, Tefsiru Sura 31 /2, İman, 37; Müslim, İman, 57; Ebu Davud, Surma 16; Tirmizi, İman 4; İbnu Maca, Mukaddime, 9; Ahmad ibn Danbel, 1Viusned, I, 27, 51, 53, 319, II, 107, 426, IV. 129, 164 4 Buhüri, Da'avât, 67. 5 Ebü Dâvüd, Vitr, 14; İbn Mâce. Mukaddime, 17; İbn Danbel, 33; Zekiyyu'd-din at-Targib ve't-Tarhib, II. 393-408, Kahire, 1373 /1954 6 Buhâri, Rikak, 38. 7 Buhüri, Edeb, 36, Zekât, 16, Rikâk, 24; Tirmiâi, Zühd, 53; Nesâi, Kadü, 2. 8 Tâhâ Süresi: 14. 9 Bakara Stusi: 183 10 şûrâ Süresi: 88

14


yazdılar olsun."' âyeti ise kurulu ğun, katı kalbliliğin ne kötü bir şey olduğunu arılatıyor. İşte bunlar ve benzerleri, İ slam tasavvufunun Kur'ân ve Hadisteki tohumlarıdır. Mutasavvıflarm halleri, vecd ve isti ğrakları, zikir ve fikirleri öziyle Kur'an'da ve Hz. Peygamber'in ve sahabilerinin ya ş ayış tarzlarında ve sözlerinde mevcuttur. Tasavvuf, gittikçe geli ş en zühd hareketinin. zorunlu bir s on ucudur. b) Ashabı da kendisi gibi zühd ve takva yolunda idiler. Ifele bunlar arasında bir zümre vard ı ki "Seninle beraber bir grup da kalkıp namaz k ılıyor"2 âyetinin de belirtti ği gibi fazla ibadetleriyle seçilmi şlerdi. Goldziher, Hz. Peygamber'e ça ğdaş , yahut ondan hemen sonra kendini uzlete çeken baz ı isimler tesbit etmi ştir. Bunlar aras ında Behlil]. ibn, Zueyb vardır. Bu zat, Medine yak ınında bir dağa çıkmış , kıldan elbise giymiş , demir zincirlerle ellerini arkas ına bağlatıp: "Ya Rabbi! Zincirlere vurulmu ş Behlill'ün haline bak!" diyerek günah ını itiraf etmi ştir.3 Ashabdan Elıa Lübâbe de yaptığı hiyanete4 pi ş man olunca kendini Medine Mescidinin dire ğine bağlamış , Allah'ın kendisini ba ğışladığıni. öğreninceye kadar öyle kalm ıştı.s Hz. Peygamberle beraber harbe gitmiyen, fakat sonradan pi şman olup haftalarca ağlıyan, dünya ba şlarına dar gelen üç ki şiye Kur'an'da i ş aret edilmektedir. Ashab arasında âhiret endi şesinden dolay ı ağlamaktan kendini alamıyan, çok ağlıyan yedi ki şi vardı ki bunlara çok a ğlıyaıllar anlamına Bekkedin denilmiştir.6 Bazı hacıların yaya, yalm ayak Mekke'ye gittiklerine, yahut burunlar ındaki halkalardan tutulup güdülen develer gibi güdülerek Kâbe'yi tavaf ettiklerine dair haberler vard ır.7 Baz ı hacılar da tamamen, susma ğa an,d içmişler, Hz. Ebubekir bunu cahiliyye gelen.eklerinden. say ıp yasaklamıştır.8 1 Zümer Süresi: 22 2 Müzzemmil Süresi: 20 3 Fet-Tasavvufn-Islâmiyy, s. 45 (nın Hişam, Sirat, s. 686) 4 Benli Kurayzâ kabilesi, kuşatıldığı zaman görü şmek, isti şare etmek için Hz. Peygamber'den bir adam istediler. Bunlara Sa'd ibn Muâz, idam hükmünü vermi şti. Benû Kurayzâ ile istişareye giden Ebû Lübâbe, eli ııi boğazına görüterek idam edileeeklerini ima etti. Sonra bu hareketinden pi şman olup kendisini meseidin dire ğine bağladı. Onun hakkmda: (s.p

âyeti indi. (Ibn Hi şam, as-Siratu'n-Nabaviyya, III, 247-249, M ısır, 1355 /1936). 5 /bni Hişam, Sirat, III, 247-49; En-Tasavvuf, s. 45. 6 Taberi, Crımicul-bayfın, X. 136. 7 En-Tasavvuf, s. 45. 8 Aynı

15


Ebu Nuaym, Hilyetu'l-Evliyâ'da sahabiler aras ında zühd ve takvasiyle seçilmiş insanları sırasiyle anlat ır. şu âyetler, bunlar ın halini açıklamaktadır: "yataklardan yanları kurur ; korkarak ve umarak Rablartna yalvarırlar ve kendilerine verdiğimiz riz ıktan infak ederler",° "Geceleri az uyurlardı, seherlerde

istiğfar ederlerdi",2 "Simaları yüzlerindeki secde aliimetlerinden bellidir'3 Hz. Ebubekir'in yüre ği son derece yufka idi. Kur'an. okudu ğu zaman ağlar, devamlı âhiret kaygusu çekerdi. Bu kaygudan ötürü halife oldu ğu zaman o kadar servet elinin alt ında iken yine de yamalı hırka giymi şti.4 Hz. Omerin de Allah Korkusundan a ğladığını, namazda iniltisinin üç saf arkadan. duyulduğunu,5 devlet ba şkanı iken 12 yamalı bir aba Iran'da çarpışan. Islâm ordusunun arkadan sar ılmakta oldu ğunu ta Medine'den görüp "Ey Sariye da ğa bak, da ğa bak!" diye ba ğırarak kumandan ı uyardığını7; Hz. Osman'ın bir kabir ba şında durduğu zaman âhiret korkusiyle sakal ı ıslanıncaya kadar a ğladığın.1,8 mutasavvıflar ın başı kabul edilen Hz. Ali'nin, namaz vakti gelince sarar ıp solduğunu, nedenini soranlara: "Allah' ın, göklere, yere ve da ğlara verip onlar ın kabul etmedikleri, ancak insan ın üzerine aldığı emaneti sahibine ödemenin. zamanı geldi, bakalım güzelce ödeyecek miyim, diye korkuyorum" dedi ğini9; Hilâl, Irbad ibn Sâriye, Ebözerr-i Selman-i Farisi gibi ashab- ı suffarım Allah korkus ımdan son derece engin bir zühd hayatı yaş adıklarını kaynaklar kaydederler. 4. Sahabe ve tabiön devrinde ruhlara hakim olan. Allah korkusu ve zühd hareketi, gittikçe şiddetlerdp sür'atle tasavvuf halir ıe dönüştü. Zühdün şiddetlenmesinin. ba şhca üç sebebi vard ır: 1) kuvvetli bir günah şuuru, kendini günahkör bilme duygusu, 2) Kalblere hakim olan Allah korkusu, 3) Hz. Peygamber'den sonra meydana gelen fitneler, özellilde Emeviler devrinde halka yapılan. zulüm dolayısiyle olayların. etkisinden kurtulmak için dünyadan yüz çevirip âhiretle teselli olma dü şüncesi. Ilk zahidlerde görülen Allah korkusu şuuru, yerini yavaş yavaş Allah sevgisine b ıraktı. Zühd hareketi, tasavvuf halinde ilk meyvas ını. Irak'ta verdi. Zühd ve takvân ın mümessili Hasan- ı Basri (öl. 110/728) ve Blıbiye-i Adeviyye (öl. 135/752) sûri say ılırlar. Hasan- ı Basri Allah korkusunu temsil eder1 Secde Saresi: 16. 2 2ariyât Süresi: 17-18 3 Fetih Sfıresi: 29. 4 Serrâc, Ebu Nasr cAbdullah ibn al-Lumac, Mısır, 1380/1960; Hilye, I. 30. 5 Arberry, Sufism, s. 32 6 Aynı eser. s. 32. 7 Kelâbâii, at-Tacarruf, s. 44; Serrâc, abLumac, s. 174. 8 Hilye, I. 61. 9 abLumac, s. 181.

16


ken, Rabiye-i Adeviyye Allah korkusunun yan ında Allah sevgisinin temsilcisi olmuştur. Hasan- ı Basri s ırf şekli ibadetle yetinmeyip öz ruhi hayat ya şayan bir insan.d ı : "Zerre kadar salim vera', bin. miskal oruç ve namazdan. hayırlıdır" demiştir. Rabiye de: "Istigfar ımız da istiğfara muhtaçt ır"3 "Ilâhi. seni seven kalbi yakar m ısın?", "Rahman' ın sevgisiyle kalbim öylesine dolu ki şeytana dü şmanhk duygusu beslemeğe bile yer yok." demi ş ve: "Ru'yamda Peygamber'i gördüm, 'Beni seviyor musun Rabiye?' dedi. Dedim ki: 'Ya Resulâllah seni kim sevmez ki! Fakat Hakk'n ı. sevgisi gönlümü o kadar tuttu ki başkasının dostluğuna ve düşmanliğına yer kalmadı"2 diyecek kadar co şkun bir tanrı aşkını duymuş ve yaş amıştır. Böylece zühdden a şk-ı ilâhi derecesine yükselen bu çığır mensupları, birbirlerini çok sevdiler. Birbirlerin.i görünce tan ısın tanımam' kucalda ştılar. Bu yolda daha çok ilerlemi ş seçilmi ş kimselerin etrafında toplandılar. Işte bu yolun yolcusuna şlifi adı verildi. İlk şûfi. adını alan, Câbir ibn klayyön ile Ebû Hâşim al-Kûfi (150/767) oldu3. Bu mutasavv ıflar zühd ve rızada son hadde varm ışlardı ama, sonraki çağlarda ortaya ç ıkacak olalı cür'etli nazariyelerden uzak idiler. Bunlardaki Allah korkusu, kendileriııi Allah'ın iradesine mutlak teslimiyete götürdü, Allah'ı tam kavramağa değil. Bunlar zühd ile ma'rifet ya da theosophy arasmda bulunuyorlardı. En ufak bir günah i şledikleri zamarı senelerce onun üzüntüsünü çekerlerdi. Kehmes ibn al-Hasan, Suriye k ıyısında arkada şma balık pişirip ikram etmi ş, ellerini silmek için kom şusunun duvarından bir kesek parças ı koparmış ; sonradan, izin almadan kom şusunun keseğini kullandığın.dan kırk yıl üzün.tü çekmi ştir4. Râbiye-i cAdeviyye de halife saray ından sızan ışıkta iziıı almadan elbisesini dikti ği için, bu ışığın. ken.disine helâl olmadığı endişesiyle diktiği yeri yırtmadan rahat edememi ştirs. Bunda,n sonra tarikatler te şekkül etmeğe başlanuştır. Başlangıçta ferdidini bir hareket halinde geli şen tasavvuf, ikinci, üçürıcü asırlarda di ğer ekoller gibi şekillenmeğe, veliler yeti ştiren müridlerin. hatt- ı hareketlerine ibadet ve taatlerine, zikir ve virdlerine özel düzenler koyan bir okul haline gelmi ştir. Başlangıçta seçkin kimselerin. etrafında sohbet için toplananlara sahib ad ı verilirken zamanla milrid ta'biri kullandma ğa başladı. Mürid, bu yolun kurallarını üstazından ahr ve ona tam bir teslimiyyetle ba ğlamrdı. Mürşidsiz yola 1 Şacrâni, `Abdul-Vahhab, at-Tabaktitu'l-Kubrâ, I. 56, M ısır, 1355 2 cAttrır, Teikiretu'l-Evliyâ, I. 59; Ahmed Emin, Zuhrul-Islâm, I. 226, Mısır, 1962. 3 `Attâr, Teikire, I. 59. 4 Nieholson, Fit-Tazavvuf, s. 47. 5 Attâr, Tezkire I, 63.

17


gidilemiyece ği kanaati yaygıniaştı. Ilattö Bayezid-i Bistömi: "Mür şidi olmayanm mür şidi ş eytandır" dedi°. Ilk sufiler, tarikat kurma ğa özerımiş değillerdi. Bunlar halkın, zahid zümrenin çok hürmetini kazanm ış kimselerdi. Bunların etrafına toplanıp sohbetlerini dinliyenler, ö ğütlerini tutanlar bunlar ın ibadetlerini, virdlerini, tesbihlerini, zikirlerini, aynen. yapma ğa, ken.dilerini bunlara benzetme ğe çalıştılar. Böylece kendili ğinden o kimselerin. ad ına tarikatler do ğmağa başladı. Nasıl ki fıkıh ekolleri de böyle meydana ç ıkmıştı. Hamdurı al-Kassâr (öl. 271-884)a nisbetle Kassâriyye veya Melömetiyye tarikati, Bayezid-i Bistömi (öl. 261/874) ye nisbetle Tayföriyye tarikati, Ebu Sa`id al-tlarröz (öl. 279/892)a nisbetle Ilarröziyye, Ebu'l-Iluseyn an-Nüri (öl. 295/907) ye nisbetle Nöriyye tarikati kuruldu. Tarikatler kendilerini sa ğlam bir temele dayamak için tarikat şeyhini tâ Hz. Peygamber'e ba ğlayan bir silsile ileri sürmü şlerdir, ama bu silsilede şüphe vard ır. Zira bir rivayette silsilede bulunan ş ahıslar, ba şka bir rivayette değişmektedir. Hadisçiler bu isnad zin,cirini sa ğlam bulmuyorlar2. 5. Zühd böylece sistemle şip tasavvuf haline gelince bu yolda gidenler, kendi düşüncelerine uygun fikirleri toplama ğa başladılar. Fıkıh, kelâm ve hadis ilmi birinci ve ikinci as ırlarda tedvin edilme ğe başlamıştı. Öteki ilimler gibi tasavvuf ilmi de bu as ırlarda biçimlenme ğe ba şladı. Fıkıh, ibadetlerin zahiri kısmını in.celiyor; tasavvuf da ibadetin amac ı olan huşu', huzur gibi batıni kısmını tetkik ediyordu. Bunun, için tasavvufa bat ın.i fıkıh da denir. Tabicun ve tebeca't-töbicin devirleri, islöm ilimlerirtin ve islam mezheblerinin oluş ma devridir. Meydana gelen. fırkalar, Kur'ân âyetlerini ken.di do ğrultularında tefsir etme ğe, kendi görüşlerini âyet ve hadislerden ç ıkarma ğa çalıştılar. Eğer âyet veya hadiste öyle bir anlam yok ise zorlanarak bu anlama gelecek şekilde te'vil edildi. "Hattâ asl ı islâmi olmayan fırkalar bile, bekalarını sağlayabilmek için Kur'an'a istinadetmek mecburiyetinde kalm ış lardır. Bu durumda Peter Werefels'in Incil hakk ında söylediğini hatırlamadan geçemiyece ğiz: "Herkes akidesirıi bu mukaddes kitapta talebediyor ve yine herkes istedi ğini onda buluyor!"3 Böylece başlangıçta sahabe ve tabiunun aç ıklamalarından ibaret nakli tefsire akli veya re'y tefsiri de eklenmi ş oldu. Fırkalarm görü şlerini yansıtan 1 Nicholson, Frt-Tasavvuf, s. 19. 2 Bkı . Teilciretu'l-Evliyâ, I. 22; <Ali Hasan 'Abdulkadir, The Life Personality and Writinğs of al-Junayd, s. 10. London. 3 Cerrah o ğlu, Doç. Dr. Ismail, Kur'arı Tefsirinin Do ğuşu ve Buna Hız Veren Amiller, s. 114-115; Goldziher, Meziihib, s. 3.

18


tefsir ekolleri do ğdu. İşte bu oluşma safhas ında mutasavvıflar da kendi gürüşlerine uygun düş en tefsirleri toplad ılar. Yaşadı kları zevk haline göre ayetlerden manalar ç ıkardılar Bu tefsire, ilk anda akla gelmiyen, fakat tefekkürle, âyetin i şaretinden kalbe do ğ an mana anlam ına IS A.R İ TEFSİ R adını verdiler. Böylece di ğer tefsir ekolleri yan ında mutasavvıflarm görüş lerini yansıtan. tasavvufi- İŞARİ TEFS İ R OKULU doğmuş oldu. Kur'an- ı Kerimin Kehif Süresinde anlat ıldığı üzre öğrenme ile elde edilen bilgiden ayr ı olarak Allah tarafından. insana lütfedilen ledünni hir ilim de vardır ki bu ilim Hıdır Aleyhisselâma da verilmi şti. İşin iç yüzünü gösteren. bu ilmi, gizli karakterinden dolay ı ilk arıda Hz. Musa da anhyamam ıştı İşte sufiler, yapt ıkları riyazet ve ibadetler sonunda böyle bir ilme ula ştıldarı görüşündedirler. Kazand ıkları bu gizli bilgiyi herkes hazmedemiyece ği, insanları yanlış bir anlayış a sevk etmekten kaç ınmak için. sailer kalblerine doğan bu bilgiyi kapalı bir üslüb ile, remiz ve i ş aret yoliyle ifade ettiler. Yaptıkları tefsirlere tefsir de ğil, i ş aret ad ını verdiler. Bunun. için. tasavvufi tefsire işari tefsir dendi. Tasavvufun bir ameli bir de nazari k ısmı vardır. Birincisinde sözden çok öz önemlidir. Öteki, i şin felsefi yönlyle fazla me şguldür. Her iki lus ımıı. görüşlerine uygun tasavvufi tefsir do ğmuştur: 1) i şari stsıfi tefsiri, 2) Nazari süfi tefsiri. a) iş ari tefsir: Yalnız sülük erbabma açılan ve zahir mana ile ba ğclaştırılması mümkün. olan birtakım gizli arılamlara ve i ş aretlere göre Kuran' ı tefsir etmektir. Bu tefsir, süfinin öncel fikirlerine dayanmaz. Bulundu ğu makama göre kalbine do ğan ilham ve işaretlere dayan ır'. b) Nazari tefsir: Kur'an' ı birtakım nazariyelere, felsefi görü şlere uygun düşecek biçimde yorumlamakt ır Tasavvufu nazari incelemelere, felsefi ö ğretilere dayand ıranlar, Allah' ın kelâmını kendi görü şlerine uyacak biçimde te'vil etmişlerdir. Tabii, her istiyen Kur'an'da kendi nazariyesini bulamaz. Fakat filozof mutasavv ıf, felsefi fikirlerinin revac bulmas ı için bunları Kur' anla desteklemek zorunlu ğun.0 duymuş, Allah kelümmı kendi hayaline göre çekmi ştir. Böylece bu tefsir, genellikle Kur'an' ı asıl amacından çııkarmıştır. Zira Kur'an' ın amaciyle mutasavv ıfın amacı arasında çeli şki oldu mu mutasavvıf, âyeti kendi görüşüne göre yorumlar. Bu suretle Kur'an' ı kendi fikrine hizmet ettirir. Baz ı ihtimali te'viller kabul edilse dahi, bile bile Allah kelâmını indi görüşüne uydurup dini köküıı.den kaldırma ğa matuf nazari tefsirlere asla itibar edilemez. Ba şından sonuna kadar Kur'an' ı tefsir eden bir na1 2ehebt, Prof. M. Hüseyin, at-Tafsir vag-Mufassirun, III. 18; Zerkünt, Prof. M. cAbdu' 1-`AzInı, Mentıhilu'l-cirfan, I. 546, Mısır, 1361.

19


zari siıfi tefsiri yoktur. ihnul-Arabi'ye nisbet edilen Kâ ş âni tefsirinde, Fut6.hâti Mekkiyye'de ve Fususu'l-hikem'de baz ı âyetler üzerinde durulmaktadır.1 Birincisi ile ikincisi arasıııda iki yönden fark vard ır: a) Işari tefsir, mutasavv ıfın riyazetine dayan ır, öncel fikirlerine dayanmaz. Riyazetle ruhu ayd ınlanan mutasavv ıf, kudsal i şaretleri alacak dereceye ulaşır ve orada âyetlerin ta şıdığı iç mana kalbine doğar. Fakat nazari tefsir, zihnindeki fikirlere, görü şlere dayanmaktad ır. b) işarl tefsiri yapan, verdi ği manan ın dısmda bir mana olmadığmı iddia etmez. Aksiııe her şeyden önce zihne zahir manan ın geleceğini, nasların zahir mana üzerine hamledilece ğini, iç mananm da âyette mündemiç bulundu ğunu söyler. Mutasavv ıflara göre Kur'an, d ış manasmdan ayr ı olarak birçok manalar taşır. İnsan kazandığı manevi mertebeye göre bu manalar ı anliyabilir. Nazari tefsir sahibi ise âyetin, kendi verdi ği bâtıni manasından ayrı bir mana ta şımadığı iddiasındadır. 6. Genellikle ehli sünnet bilginleri, Kur'an' ın zahir manası altında batıni birtakım manalarının mevcud oldu ğunu kabul etnıektedirler. Yaln ız zahir mana dışmda bir mana olmad ığını söyliyen zahiriler vard ır ki bunlara İmam Gazali haşvi ta'birini kullanır. Son.radan İbni Teymiyye bunlara yakın bir yol tutmu şsa da batılı manayı tamamen inkâr etmemi ştir. İbni Teymiyye'ye göre "Bâtın ilmi iki çeşittir: Biri zahire muhalif olan bât ındır, ikincisi zahire uygun. olan bâtuı . bâtıldır. Zahire muhalif hat ın olduğunu iddia eden. ya mülhid, ya zındık, ya cahil veya sap ıktır. İkincisine gelince bu, zahir gibidir. Zahire muhalif olmayan, bat ııı da iki kısımdır: Biri Kur'anm zahirine uygundur, Kur'an veya hadisin lâfular ından o mana çıkarılabilir, Fakat bu lâfızlarla bizzat o mânâ kasdedilmemi ştir. Bunun için buna "i şârât" demişlerdir. Bu lâfızla sadece bu mana kasdedilmi ştir demek, Allah'a iftirad ır. Lâfzın delâletiyle de ğil de kıyas ve itibar yoliyle böyle bât ın bir mana çıkarmak kıyas kabilindendir. Fakihlerin. kıyas dediklerine söffier "i ş âret" demişlerdir. Bu da tıpkı kıyas gibi do ğru da olabilir, bat ıl da." 2 İbni Teymiyye, Musa ile Hıdır Aleyhisselâm hikâyesinde oldu ğ'u gibi zahire aykırı bir bâtının da mevcudoldu ğunu kabul etmekte, lâkin bâtma hakikat, zahire şeriat denmesirıi ıstılâhi bir şey saymaktad ır. Ona göre "Her şeriat ki bâtıni bir hakikati yoktur, onun sahibi gerçek mü'minlerden değildir. Her hakikat ki Muhammed (s.a.v.)in. getirdi ği şeriate uymuyor, onun 1 at-Tafsir vag-Mufassirun, III. 4-5, 12, 16, 17. fıcilmil-brıtın va'z-Zahir, Meemu'atu'r-Rasidli'l-Munfriyye ara2 tbni Teymiyye, sında, s. 231-236, Mısır.

20


sahibi de velilerden olmak şöyle dursun., müslüman bile değildir. şeriat söziyle fakihlerin ictihad ile söyledikleri şey; hakikat söziyle de sufilerin kalbleriyle tadıp buldukları şey kasdolunur. Şüphesiz hunlarm ikisi de müctehiddir. Isabet de ederler, hatâ da ederler. Ama hiçbirinin maksad ı Resule aykırılık değildir. Eğer bu iki zümrenin, ictihad ı birbirin.e uyarsa rıe Uymazsa biri diğerirıi taklid edemez, an.cak o, ictihadma uymay ı gerektiren bir delil getirirse baş ka."'. Bu suretle İbni Teymiyye, zahirden ayr ı bir batın man.ayı kabul etmi ş, ancak bunun muteher olabilmesi için laz ımgelen şartı belirtmi ştir ki gerçe ğin ta kendisidir. Di ğer belli başlı bütün, alimler, bâtın manayı kabül etmektedirler. Sa'duddin Taftâzani, Nesefrnin. akaidinde: "Naslar zahirleri üzeredir. Bunlardan. ba şka manalara çekmek bât ın ve ilhad ehlinin, iddias ıdır" sözünü ş öyle açıklar: "Bâtın.ilere bâtıni denmesinin sebebi, naslar ın zahir manasmı kabul etmediklerinden, onlar ın manasını ancak birinci muallimin bilece ğini söylemelerindendir. Onlar, bu suretle ş eriati ortadan kald ırmak maksad ım güdüyorlar. Fakat baz ı gerçeğe ermi ş bilginlerin "Naslar zahirleri üzeredir. Bununla beraber onlarda sülük erbab ına açılan birtakım ince man.alar, gizli işaretler vard ır ki bunlarla zahir manay ı bağdaştırmak (tatbik) mümkündür" şeklindeki sözleri, iman. kemalinden ve mahzı irfandand ır."2 Tâcu'd-din Atâullah as-Sikenderi, Letâiful-Minenin'de3 Muhyi'd-din ibn Arabi Futi1hat'ında4 bu çe şit tefsirleri savunmaktad ırlar. Abdu'l-Vahhâb a ş-Ş a'râni de şöyle diyor " Şeriatm ahkâmiyle halisane ibadet eden stifi zahir âlimlerin bilmiyecekleri öyle ilimlere vak ıf olur ki tarifi mümkün değildir. O, Kur'an ve sünnetin zahirinden hüküm ç ıkarmağa muktedir olduğu gibi zahir bilginlerin anhyam ıyacağı manalara da â şina olur." 5 Böylece tasavvufi tefsirler hakk ında bilginlerin görüşlerini de sıraladıktan sonra hangi çe şit tefsirin makbul say ılabileceğini görelim: Bâtın manaran, do ğru kabul edilebilmesi için dört şart lâzımdır: 1) Bâtm man.anın, zahir manaya ayk ırı olmaması, 2) Başka bir yerde bu mananm do ğruluğuna bir ş ahid (delil) bulunmas ı, 3) Bu manaya şer'i ve akli bir muâr ızın bulunmaması, 4) Bâtın manamn, tek mana oldu ğu ileri sürülmemesi. 1 Ilmi Teyrniyye, Meemucatu'r-Rasâili'l-Kubrâ, II, 96-97, M ısır, 1323. 2 Sa`du'd-clin at-Taftâzâni, serbu'l-cAkâid, s. 274, Şirket-i Irâniyye, Istanbul, 1304; atTafsir vag-Mufaasirun, III. 35; Süyf ıti, al-Itkân, II. 184, Mısır, 1318. 3 Tâcu'd-clin `Atâullah as-Sikendert, Letalful-Minen, Ayasofya, No. 2029. 4 ilınu'l-cArabi, al-Futublıtu'l-Mekkiyye, I. 363-365, Mısır, 1293, 5 `Abdu'l-Vahhâb as- Şacrâni, Tabakât, I. 4.

21


Şimdi bu söylediklerimizi birer örnekle aç ıklarsak daha iyi olur: j

a. "

- ,.L;

4.1_5

,

:

Bildiğiniz

halde Allah'a zullar koş may1n"1 âyetini Sebl ibn Abdillâh ş öyle tefsir eder: "Yani Allah'a zıdlar ko ş maym. Zıdların en büyüğ ü kötülükle emreden, kendi şehvetlerini Allah'ın hidayetine tercih eden nefistir."2 Sehl, burada nefsi endad (pullar, z ıdlar) altına sokmaktadır. Bu. söz açılsa şöyle olur: "Allah'a zıtlar ko şmayın; ne put, ne ş eytan, ne nefis, ne de hiçbir şeyi Allah'a ortak ko ş maym." Endad, Allah'tan ba şka tap ılan şeylerdir. Arapların nefislerine topuklar ı bilinmemektedir. Fakat bu tefsiri sahih yapan ş artlar vard ır: Nid, kişiyi Tanrısma ibadetten geri koyan şeydir. Nefs-i emmâre de insanı arzularını tatmin etme ğe yöneltir, Rabb ına ibadetten geri koyar. O halde nefs-i emmâre de nidd'in manas ı altına girebilir. Beri taraftan bu anlam ın doğruluğunu gösteren şahid de vardır: "Hibirlerini, papaslarınt ve Meryem o ğlu Mesih'i Allah'tan başka rablar edindiler."3 âyeti, Yahudi ve h ınsuiyanlann, bu insanlara topuklar ını söylemektedir. Halbuki onlar, görün,ü şte Allah'tan ba şkasına tapmıyorlardı. Fakat hahamlar ırun ve papaslarının emir ve yasaklar ını kabul ederek Allah' ın helâline haram, haram ına helâl demi şlerdi. İşte bu, onları tanrı edinmek sayılmıştır Adiyy ibn Hatem'in, bu âyette: "Onlar, onlar ı tanrı edinmezlerdi?" sorusu üzerine Hz. Peygamber: "Emirlerini emir, yasaklar ın' yasak saymaları on.ları tarırı edinmektir" buyurmu ştu. Nefsinin arzular ına uyanm hali de budur. O da nefsinin her dedi ğini yapar. "Hevâsmı tanrı edinen adamı gördüm mü?" 4 âyeti de bu manayı kuvvetlendirmektedir. b.

»

gibi huriif-i mukatta`a hakk ında

len tefsirler vard ır:

(1)

İbni Abbas'a atfedi-

Allah, ( (.1 ) Cibril, ( ) Muhammed (s.a.v.)dir.

Allah bu kelime ile kendi nefsine, Cibril'e ve Muhammed Aleyhisselâm'a yemin etmiştiA Bu rivayetler güç kabul edilebilir. Çünkü Araplarda bir harf ile kelimeyi iş aret etmek, ah şılmış bir ş ey de ğildir. Ancak böyle oldu ğuna söz veya hal yönünden bir karine bulunursa ba şka. Bu tefsirin s ıhhatıne delâlet edecek bir karine de yoktur. Onun, için bu âyetler müte ş abihler aras ında kalmıştır. 1 Bakara Süresi: 22. 2 Sehl ibn `Abdillah, 3 Teybe Süresi: 31. 4 Furkan Süresi: 43. 5 Sehl ibn `Abdillüh, Tefsiru'l-R.ur'5n, s. 12.

22

s. 9.


o

I

(( k.; .5

o

o

O'nun izni olmadan kim

,X:11

:

O'nun huzurunda

şefaat edebilir?"' ayetini baz ı mutasavvıflar şu

şekilde tefsir etmi şlerdir ki asla kabul edilemez: ( den gelir. Zi (‘.5 ) nefse i ş arettir. Ye şfu

) züll (

_° ,&«:)) şifadandır. Ayn (/) Şifa bulur,

va cy (u.pj ) dan emirdir. Yani "Kim nefsini tezlil ederse anla" demektir. Baz ıları da" ‘:),,j,

)

41:11

edenleri° beraberdir."2 âyetini şöyle tefsir etmi şlerdir:

.• Allah iyilik )

11 ma-

--

zidir, ( 4,,„0 1 ) : ayd ınlattı manasmadır, ( ,•„),_„„_,,,,11) de onun mefeu'-'.: lüdür. Yani: "Allah iyilik edenleri ayd ınlattı" demek olur3. Kur'an'm zahirini tamamen inkar eden şu bâtıni tefsirleri ise asla kabul etmek mümkün de ğildir: "Emredilen. rıamaz bu namaz de ğildir. Bu namaz umum içindir. Namaz, bizim sırlarımızı bilmek, oruç sırlarımızı gizlemek, hac kutsal şeyhlerimizi ziyaret etmektir. Cehennem, şeriatlere ba ğlanmak, onun yükleri alt ına girmektir. Allah' ın. çıkaraca ğı Dâbbe (hayvan), her zaman. ilmini söyliyen bilgindir. Sura üfliyen İsrafil de ilmiyle kalblere üfleyip dirilten bilgindir. Cibril faal akıldır. Bütün varlıklar ondan feyz al ır. Kalem, akl- ı evveldir. İbrahim'in gördüğü yıldızlar, ay, güne ş ; nefis, ak ıl ve Vacibu'l-Vucud'dur. Peygamberin gördüğü dört ırmak, dört unsurdur. Gökte gördü ğü Peygamberler y ıldızlardır. Adem Ay; Yusuf, Zühre; İdris Gün.eştir." 4 , .5.31

4. 9.).3

:

Süleyman Dâvud'a varis. oldu."5

ayetini

İhvan-ı Safa şöyle tefsir etmi şlerdir: "Süleyman imamd ır. Peygamberin. ilmine varis olmuştur. Cenabetin manas ı, müstecibin, istihkak rütbesine erişmeden sırrın kendisine ifş a edilmesine çalışmasıdır. Guslün manas ı, böyle yapamn andi tazelemesidir. Temizlenmeni ıı manası, imama tabi olmaktan başka her türlü inan.çtan, temizlenmektir. Teyemmüm, dal veya imam ı görmek için me'zundan izin almakt ır. Kabe Peygamber, bâb Ali, Safa Peygamber, Merve Ali, telbiye daiye icabet, yedi tavaf yedi imama kadar Muham1 Bakara Süresi: 255. 2 `Ankebut Süresi: 69. 3 Hadrami, Mebâdiu't-tafsir, s. 9. 4 Bkz. İbni Teymiyye, Risûle ft ya arasında, s. 232-233. 5 Nem]. Sûresi: 19.

va'l-Bâtın, Meemû'atu'r-rasû'ili'l-Muntriy-

23


med'i tavaftır. Be ş vakit namaz, dört usulü ve bir imam ı gösterir. İbrahim'in âteşi gerçek ate ş değil, Nemrud'un gazab ıdır. İbrahim'in İsmaiPi kesmesi, onun. üzerine and almakt ır. Musâ'nın asâs ı, sihirbazlarm şüphelerini yutan hüccetidir. Denizin yar ılması, Musâ'rım ilminin onlardan, ayrılmasıdır. Deniz bilgindir. Bulutun gölgelendirmesi, Musa'n ın onları irş ad için imam tayin etmesidir. Menn, gökten inen ilimdir; Selvâ dâidir. Çekirge, k ımıl ve kurba ğa, Musâ'nın karşısmdakilere musallat olan sorular ı, susturmalar ıdır. Dağların tesbihi, dinde şiddetli adamlardır. Silleyman'm hükmetti ği cinler, o zamanın bâtınileridir. Ş eytanlar, güç amellere katlanan zahir erbab ıdır."1 Bütün bunlar, dini kökünden kald ırma ğa ilişkin asılsız iddialardır. Batmilerin, ve onlar ın nazariyecileri olan İhvan-ı Safâ'nın görüşleridir. Gaye yaş anan zevk haliyle kalbe do ğan i şaretleri söylemek de ğil, dini kökünden yıkacak şüpheler ortaya atmakt ır. Amel yok ki zevk hali de olsun, İşte mutassavvıfların batmilerden ayr ıldıkları en önemli husus da bu noktadır. Mutasavvıflar ş ekli amelle, farz ibadetle yetinmeyip daha çok ibadet yapmay ı, böylece Allah'a yakla şmayı gaye edinmişken, batmiler amelleri kald ırmaya yönelmişlerdir. Mutasavv ıflar zahir manayı esas alırken, ötekiler zahirin, hayvan derecesinde olan umum insanlara mahsus oldu ğunu söylemişlerdir. ihvan-ı Safâ'ya göre "Cen.net , cismâni heyûlâ olmayan ruhlar âlemidir. Kıyamet, kalkmak demektir. Ruh, ne zaman ki hapsolundu ğu şu cisimden. kurtulur kalkarsa i şte o zaman. kıyamet kopmu ş , yani kalkmış olur. Çünkü ruh, cesette iken. kalkam ıyor. Ruhlar âlemi, ebedi dirilik ve ruhâni lezzet âlemi olan cennettir. Cehennem ise Kamer (Ay) fele ği altında bulunan, de ğişme, istihale ve belâda dâim olan. bu kevn-ü fesat (olu şma-bozulma) âlerai yani cesetler dünyas ından ibaret olaıı, bu dünyadır. Bunun. ehli. " -•

ka..4 I

..-

3

I

3

o :5 ...

e 3 3

33

• 3

C,„ I

5-

ı

Lıe .) 5_1

e_ACJ

-•

Derileri pişip olgunlaştıkça azabı tadsi.nlar diye onlara yeni deriler veririz."2 âyetinde ifade edildi ği gibi azab içerisindedir".3 Görüldüğü üzre ihvan-ı Safâ, cehennemi, uhrevi azab ı irıkâr etmektedir. Hattâbiyye fırkası da:"

J •

5›,:,9,1:7°(1) 9- -.

Allah size bir inek kesmenizi emrediyor."4

°

r

-

âyetinde inek ile Hz. ıişe'rkin

kasdedildiğini; hamr (şarap) ve meysir (kumar)in, Ebubekir ve Ömer ol1 Ş4ıbl, al-MuvUakU, III. 394-395, Mısır. 2 Nisa Sılresi: 56. 3 RasVilu Itıvni's-Şaftı, IV. 190-196, Mısır, 1347/1926 Bakara Siiresi: 67. 4 Takiyyu'd-din Alımed

24

al-Makrizi, al-Hitatu'l-Makriziyye, IV. 175, M ısır, 1326.


duğunu; Cibt ve 1` ğat'un. da Mucviye ibn. Süfyan ile `Amr ibrı al-qs olduğunu söylemişlerdi'''. Bunlar Kur'an' ı kasden tahriftir. Mutasavv ıflarm böyle bir iddialar ı yoktur. iş ari tefsirin mu'teber olabilmesi için. gerekli şartları yukarıda saymıştık. Onlara uymıyan bir tefsir, kim tarafından yap ılırsa yapılsın ehl-i sünnetçe reddedilir. Tasavvuf ve tasavvuf": tefsirin mahiyeti hakk ında bu kadarhk ön bilgi verdikten sonra şimdi İSARI TEFSİR akımının doğuşunu ve gelişmesini ineeliyebiliriz.

25


B İRİNCİ BÖLÜM

İŞARİ TEFSİRİN DOĞUŞU A- İ SARİ TEFS İ RİN SERI YÖNÜ: İş ari tefsirin köklerini Kur'an- ı Kerim'de ve Hz. Peygamber'in sözlerinde bulmaktayız. Sahabiler, ilmi ve ruhi derecelerine göre böyle bir iç anlamdan haberdar olmu şlardır. 1) Kur'an,'m i şareti: .. -

Nisa Söresinin: "

Bu kavme ne oluyor ki hemen hiçbir sözü anlam ıyorlar?" '," Sk:31

:

T

U„.J

(3t

Hiç mi Kur'an'ı düşünmüyorlar? Eğer o, Allah'tan baş-

kasından gelmiş olsaydı, onda birbirini tutmayan çok şey bulurlarch."2 Haşr Söresinin : c±,,t_rj 45-‘7. • -7%

°

fi

° 3

onlar anlamıyan kimselerdir.",3 ((

-

j

..ACJ;

,,zjj :

7ı.,...,Je

t

Onlar Allah'tan Çok sizden korkarlar• Zira Muhammed Söresinin : °

-•-•

: Allah size zahir ve bât ın nimetlerini boka

ihsan etti."4 âyetlerinde bu tefsire i şaret görülmektedir. Son âyette insanlara verilen zc;;t`hir ve batm ni'metlerden bahsediliyor. Bu nimetler içerisinde Kur'an da vard ır. Nicınetlerin en büyü ğü Kur'an.'dır. 1 Nisa Sûresi: 78 2 Nisa Süresi: 82. 3 Haşr Sûresi: 13. 4 Muhammed &imaj: 24.

27


Demek ki Kur'an'da insanlara zahir ve batm nimetler verilmi ştir Yüce Allah inarimıyanları "Söz anlamıyorlar" diye yererken onlar ın, zahir manayı anlamadıklarım kasdetmiyor. Çünkü onlar, arap idiler, Kur'an'm d ış masrasım anhyorlarch. Fakat o hitab ile kasdedilen as ıl iç manayı anlamıyorlardı. İşte Allah, onlar ı bu iç manayı ardamamakla ayıphyor ve Allah'm âyetlerini düşün.meye davet ediyor ki kasdedilen. as ıl manayı anlasın.lar ve O'nun. sınırlarını aşmasınlar. Allah bir milletten kavray ışı ve bilgiyi kald ırdı mı ne zahir manayı, ne de asıl manayı anhyamazlar. An.cak Allah' ın. kavrayış verdiği kimseler öz manay ı anlarlar ki bu da zahirin. alt ındaki iç marıadıri Yusuf'un ta M ısır'dan. kokusunu alan Ya'kub Aleyhisselâm, kendisini ayıphyanlara: "Allah'tan (bana verilen bir ilimle) ben, sizin. bilmedilderinizi bilirim"2 demişti. Bu âyet ve özellikle H ıdır'ın, Hz. Musa'ya verilenden. ayr ı, gizli bir bilgiye sahib oldu ğunu gösteren Hıdırla Musa kıssas ı, Allah'ın, bazı kullanım lâtfetti ği manevi bir kavrayış ve ledünni bir ilim olduğurıu isbat eder. Muhammed Siiresinin 42 inci âyetinde ((

, o ı÷i t.4.2..; İ L.)

.0

I_

.

,

o

'0*

r• •

o

:u

J'

Kur'an't düşünmüyorlar m ı ? Yoksa kalb-

ler üzerinde kilitler mi var?" deniliyor. "Kalblerin kilitleri, günahtan, dünya sevgisinden, uzun gafletten, h ırstan, övülme ğe düşkün olmaktan ötürü kalblere çöken paslardm Teybe ile kalbin pas ı silinince gaybden kalbe nurlar doğar, o kimse kalbinden ta şan. hikmetleri söyler. Allah' ın Resulüne uyarak içini dışını temizleyip bildilderiyle amel edenleri Cenab ı Hak, bilmedikleri ilme muttali k ılar ki bu da i şaret ilmidir '" 2) Hz. Peygamber'in i şareti: Ebu Hüreyre, Hz. Peygamber'den şu hadisiri vayet eder: -45.>"„:1°_,,-.3 j., °1 O

O ıı rı O r • , • r --... ı ... . ›. .;% 3 ., j.w...L.( ' A.S-:-J .3

5

'j I

, r-- • i ••••

.8.

Lr...til j..a.fi

r

ı

( J.,p

,

O ,..0 r.

',°511.„ ..... ........L 9

e--..

ı

ı

r.., i jtı;

• .." 0 ,.... .

^« 3 ' A:LP1 • >i,,£: CA

f14 1,,,..,3 i ‘.....)I ,..L.,,,,211 : Eğer siz benim bildiklerimi .. r . ı

.

ı

.,

bilseydiniz, az güler, çok ağlardınız. Dö şekte kararınız kalmaz. dağlara çıkardınız."4 Hadis, kesiran kelimesine kadar Buhâri, Müslim ve Nesâ'ide de vardır. Bu hadis, Hz. Peygamberin belig bir hutbesinde söylenmi ştir. O 1 ibrühim ibn Müsa as- şütıbt, al-Muvüfabüt ficUlümi's- şerica, III. 382-83, Mısır. 2 Yusuf Süresi: 96. 3 Serrüc, al-Lumac, s. 147-148, Mısır, 1380/1960. 4 Bubrıri, Kusuf 2, Tefsiru Sura V, 12, Nik aı b, 107, Ribüls 28; Müslim, Kusuf 1; Nesü'f, Kusuf 11; İbnu Müce, Bübu'l-buzn, 1.

28


gün. hutbenin yüksek ifadesinden dolay ı kerkes ağlamıştı. Adamııı biri: "-Babam kimdir ?" demi ş , Hz. Peygamber de "Faland ır" cevabını vermi şti. Ba şka bir rivayette de Hz. Peygamber, o adama, babas ının Zühre oğullarnıdan Huzâfe ibn Kays oldu ğunu söylemişti'. Serrâc der ki: "Hz. Peygamber'in i ş aret etti ği bu ilim, herkesin. bilece ği, halk aras ında müteârif ilimlerden olsayd ı "Benim bildiğimi bilseydiniz" dediği zaman i şiten.ler: "Senin bildi ğ ini biliyoruz" derlerdi. Onun risaletinin hakikatleri ve Allah' ın ona verdiği özel ilim, dağlar üzerine konsayd ı dağlar erirdi. O, ashab ına kavrıyabilecekleri kadar söyledi."2 Ebu Hüreyre, buna benzer bir di ğer hadis nakleder :

ı'.) I ı 0 ı

r:3

4t.'.,L. ;

7.1 ı

>11. .

O

.$

I

_.; ■ P

j ■he:

..1 :

O

İ

I

Ilimler arasın-

da sedef içerisindeki sakh inci gibi bir ilim vardır ki onu Allah'ı bilen bilginlerden başkası bilemez. Onlar onu söyledikleri zaman Yüce Allah'a karşı gururlu olanlardan başkası inkâr etmez."3 Hz. Peygamber, ba şka bir hadisirıde de: "Ilim ikidir. Biri kalbde gizlidir ki faydal ı olan da budur"' demiştir. Buhârrnin. Ebu Hüreyre'den nakletti ği bir hadis, inananlar içinde kendisine ilham olunan kimseler bulundu ğunu bildirmektedir: fh‘

,...

ı

(:),)=.415■J 0,

ı ...

...L.,-

1

..:; ,1, ...,

‘.9-4 i

.1 i ....

O

4:r... ı

c!„..l.)..

I

'Ç.t°

°

o

. ı.

c;) L9 ı

ı ,....

çt- O .. I.

st--.k.; .. .

e..C2 »

°

1_,.,5;1—<:!.

0 . - ,. L,1

I

o -.

..,-....c.

ı « ..1 ı ..1 ı _?Ah...1LS

. ‘:"..)4 ı O ." O L±.......A 1-

-

"Sizden önce Israil Oğulları arasında, peygamber olmadıklart halde ken. dileriyle konu ş ulan (ilham olurıan) kimseler vardı. Eğer benim ümmetimde de onlardan varsa, ömer'dir." Buhari metnindeki di ğer bir rivayette bu tür kimselere (muhaddesiin) unvanı verilmiştir ki ayn ı anlama gelir. Buna dayanarak İbni Abbas, Hae Siiresinin 52 nci âyeth ıe (muhaddes) kelimesini ilâve ederek: 1 Prof. Kamil Miras, Tecrid-i Sarih Tercemesi, XI. 114, Istanbul, 1947; Kuseyri„ Risale, s. 7. Mısır, 1318. 2 Serrrıc, al-Lumac, s. 159. 3 Sülemi, Ebu `Abdi'r-Rahman ınuhammed, al-Farku beyne cilmi's-serica Ayasofya, No. 4128, varak 139b, 140a, al-Kelabail, at-Tacarruf, s. 59. M ısır 1325. `Abdu'r-RacIr4i, bu hadisin isnadı zayıftır diyor. ihya I. 33. 4 Ebu rabb al-Mekki, Katu'l-kulab, I. 244-45. (M ısır 1387 /196

29


ı

->j

r

r

, •

şeklinde okumu ştur. Demek ki muhaddes, Peygamberli ğin altında bir vahiy ve ilham mertebesidir ve bu yüksek paye Hz. Ömer'e tevcih edilmi ştir.' Elbet ondan sonra gelen mü'minler aras ında bu payeye eren pek çok insan olacaktır. Bu hadisler, herkesin anhyaca ğı zahiri ilimden. başka bir de seçkin. kimselere öz halini bir ilmin varlığını gösterir. Bu ilme vak ıf olanlar, Kur'an' ın zahir martasmdan ba şka birtakım iç manalara da vak ıf olurlar. Batıni manaya bizzat Hz. Peygamber (s.a.v.) i ş aret buyurmu ştur, Kutu'l-Kublb sahibi, Abdullah ibn Mes'ud'dan şu hadisi çıkarmıştır. j I° *4-1; C.)

«

TJ

al;

O ." 0

Kur'an'ın bir zahi-

ri, bir beaını, bir haddi ve bir matlacı varchr".2 Deylemi de Abdurrahman ibn Avf'ın Hz. Peygamber'den merfu olarak rivayet etti ği şu hadisi çıkar, - .34 o . maktadır : .7÷1; 4.1 c.,) .7A-1 I Kur'an, arşın altındadır. Onun, kulların hüccet yaptığı zahiri ve battın vardır.'" Hasan da Hz. Peygamber'den mürsel olarak ayn ı anlamda bir hadis nakleder :

• s ▪

- - o -

_ L:9yr

s "

: Her etyetin bir zahiri, bir batını vardır. Her harfin bir haddi

ve her haıdin bir matldı varchr.4 Ebu Nuaym,

müsned olarak Abdullah ibn Mes'ud' 17,

daıı şu hadisi nakletmektedir : ;Le,' C7a. j-P

o

.

-

j_.; I .

j-AJI J I .9

0

‘.56-12:3. j J-4.1 4:Y.‘.)1

, : Kur'an, yedi harf teti;JI 1:) °J 1 -Q: • rüzerine indirildi. Ondaki her harfin bir zahiri, bir batını vardır. Ali ibn Talib'de zahir ve batının bilgisi mevcuttur.'" (X •

Bu hadisler, Kur'aıı'm bir dış , bir de iç manas ı olduğunu göstermektedir. Ancak bilginler, hadislerde geçen zahir ve bat ın kelimelerinin, anlamı 1 Kamil Miras, Tecrid-i Sarila Tercemesi, I. 402-3, Ist. 1945. 2 Ayın eser, I. 51; Gazali, İhyk İ. 136: "Bu hadisi, ibnu Hibban, sahihinde ibni Mes'uddan çıkarmıştır." 3 Süyati, al-Itkan, II. 185, Mısır, 1318. 4 Şatıbl,a1-Muvafakat, III. 282; Tusteri, Tefsir, s. 3, M ısır, 1329. 5 Bilyetu'l-Evliya, I. 65, Ise, 1351/1933.

30


üzerinde ihtilaf etmi şlerdir: "Ayetin. zahiri, lafz ı ; hatun da te'vilidir" diyenler olduğu gibi" geçmi ş milletlerden anlatt ığı kıssalar Kur'an'm zahiri, onlar vasıtasiyle insanlara verdi ği öğütler de bat ınıdır" diyenler de olmu ştur'. Fakat k ıssalar, Kur'an' ın. tamamım teşkil etmez. "Her tiyetin zahiri ve batını vardır" sözü genellik ifade ediyor. Bu özellik bütün Kur'an'a ş amildir. O halde bu görü ş isabetli değildir. Bazılarına göre: "Kur'an' ın zahiri tilavet, batını anlayış , haddi helal ve haram hükümleri, matla` ı da vdd ve vacidi gözetlemektir."2 Zahir ve bat ın hakk ında en çok itibar gören, İbnu'n- Nakib'in nakletti ği sözdür: "Ayetin zahiri, zahir ilim sahiplerine açılan manalarıdır. Batın ı da Allah'ın hakikat erbab ına açtığı gizli manalar ıdır."3 "Her harfin bir haddi vardır" sözü ise "Her harften Allah' ın dilediği mananın bir sınırı, yahut her hükmün. bir sevap ve ceza ölçüsü vard ır" demektir ki birinci mana daha aç ıktır. "Her haddin bir maddi, vardır" sözü de "Kapalı olan mana ve hükümlerden her birinin, as ıl kasdedilen manaya vak ıf olunabileeek bir Iftira.' yeri vard ır anlamını taşır. Bu cümle, "Kazan ılan sevap ve cezaya ahirette vak ıf olunur" ş eklinde de yorumlanmış sa da birinci görüş daha kabule lay ıktır.4 Kur'ân- ı Kerim'in bir bâtın manası olduğ unu kabul etmiyenler diyor,..

■•";

..-

lar ki I J • ; •_,U • - J -J I l-.1".".1 J(.7.:4 .„ .9

o

‘'.)

5

e

: Biz sana Kur'an'', indirdik ki insanlara ne in-

dirilmiş olduğunu açıklıyasın, ta ki dü şünsünler."5 âyeti, Peygamberin görevinin, Kur'an' ı açıklamak oldu ğunu söylüyor. Allah dinini tamamlam ıştır. Eğer insanlara aç ıklanmamış bir şey kalsaydı din tamamlanmamış olur ve "Bugün size dininizi tamamlad ım" 6 mealindeki âyete ayk ırı düş erdi. Kald ık.i Allah'ın bildirdiği bir ş eyi Peygamber'in aç ıklamamış olması, onun tebgörevine de ayk ırı diişer. Sonra «

-

j_ffl

°L:J

I

ı

_J : Duşunup anlıyasınız diye biz Kur'an' ı Arapça in-

61,4_,L;

-J

i_P

f

1 Silyfiti, itkûn, II. 185; az-Zerkûni, Menûhilu'l-eirfan, I. 547-4.8. at-Tafsir va'l-Mufassirun, II. 20, 2 Aym eser. II. 185; Muhammed Hüseyin Mısır, 1381/1961. 3 Suyfrri, itkûn, II. 185; at-Tafsir va'l-Hufassirun, III. 20. 4 Aynı eserler. 5 Nahl Sûresi: 44. 6 Maide Sûresi: 3.

3-1


dirdik"1 âyeti de Kur'an' ı düşünüp anlamayı gerekli görüyor. Dü şünmek, manasmı anlamak demektir.2 Evet Hz. Peygamber'in vazifesi Kur'an' ı açıklamaktır. Zaten Arapça olduğu için onun dış manasını sahabiler anhyorlard ı. Arılıyamadıkları hususları da Hz. Peygamber'den sorup ö ğreniyorlard ı. Hz. Peygamber, Kur'an' ı baştan sona tefsir etmemi ştir. Hz. Aişe (r.a.), "Peygamber (s.a.v), Kur'an'dan,

Cibril'in kendisine öğrettiği birkaç âyetten başka tefsir etmemi ştir" diyor'. Kur'arı'm zahir manas ı açıktır. Herkese mahsus olan dini hükümler, zahir manaya dayanır. Bunlar ı Allah'ın Resulü izah etmiştir. Iç manannı izahı ise ruhani bir zevk ve olgunluk ister. Hz. Peygamber (s.a.v.), daima ruhaniyeti° temas halinde idi. Elbette o, H ıdır'ın ve geçmi ş Peygamberlerin elde ettikleri ledünni ilimlerden daha çok manevi ilme sahibolmu ştu. Bunun açıklanması mümkün. de ğildir. Çünkü bu bilgiler, Allah' ın bazı kullarma hitfettiği sırlardır. Hz. Ijıdır (A.), Hz. Musa (A.)a bile bu bilgileri söylemek istememi şti. Bunları söylemek, Allah'ın esarar ını açığa vurmak olur. Bunlar ırı söylenemiyeee ğini Kur'an- ı Kerim, Musa ve Ijıcjır kıssasiyle bize açıklamıştır. Umumun selâmeti için dini bilgileri tebliğ etmek nasıl farz ise, yine umumun selâmeti için bu sırları örtmek de öyle farzd ır. Bu, Peygaıııberin tebliğ görevine aykırı düşmez. Çünkü o, Allah'ın. tebliğini istediği şeyleri tebliğe me'murdur. Saklanmas ını emretti ği şeyleri de saklamak vazifesidir. Neyi söylemekle yükümlü ise onu söylemiştir. Söylemekten menolundu ğu şeyler de vardır. Bunun içindir ki: "Benim bildiğimi bilseydiniz, az güler, çok ağlardt-

nız..." demiştir. Demek ki her bildi ğini yanın.dakilere söylememi ştir. Bir ha-

jı 43,1

dislerinde : q'

..

-

4:,)•F

—7;1 •* • I

VI :

İyi bilin ki ba-

na Kur' an verildi, onun bir misli de bende var." 4 demiştir. Bu hadis, onun herşeyi herkese aç ıklamadığını, özel dostlarına bazı sırlar tevdi etti ğini gösterir. Nitekim Huzeyfe ibn al-Yemân'a münaf ıkların bildirdiğ'i ileri sürülmektedir. Ebu Nuaym'm rivayetinde Hz. Ali için:

4.1,

1

o

,--

.• t, • -t,

-,

C.,/ L4 j •

(C

_ „

:;129

-

:Ali, Rabbim

1 Yusuf Süresi: 2. 2 Itkan, II. 206. li-Ahkgimi'l-ICur'em, I. 31; Itkön, II. 206. Süyüti, bu hadisin münker 3 Rtirtubi, olduğunu söylüyor. Musned, IV. 131; Süyuti, Itkön, II. 186. 4 Ahmed ibn

32


bana bellemen içln sana ögretmemi emretti, q)nu belliyen bir kulak bellesin' âyeti indi. iş te sen benim ilmime, belliyen kulaks ın" sözünü söylemi ştir'. c, o ...

Abdullah ibn. Abbas için de:

r; 1,4.JJ I

((-

1:d1 : Allah ım onu dinde bilgili et ve ona te'vili ö ğret" diye duâ etmi ş" tirz. Bir rivayette :11-1 : Allahı m ona hikmeti ver", -

-

-

5fı

erS_,

diğ er rivayette : •

Allah ı m ona hikmeti ve kitab ın te'vilini öğret'" şeklinde duâ etti ği söylenir. Eğer kitab ın bütün. esrar ı herkese anlat ılmış olsaydı, Abdullah içiıı. böyle duâ etmesi bo ş olurdu. Beyhakrnin rivayetinde Hz. Peygamber, Ibnu ,• • •• -9 • Abbas'ı : jk„; : Abdullah eilm. Abbas ne güzel Kur'an tercürnalud ır"4 diye övmüştür. Kutu'l-Kulâb'daki:

4-.J

j

-P

ı

'T °- I • .

Kur'an'ı okuyun, garip manalartnı araştınn"5 hadisini Serrâc da alm ıştır. Serrâc'm n.akline göre "Bir adam, Allah' ın Resulü (s.a.v.) e gelip dedi ki: Ya Resulâllah, bana ilmin gariplerini ö ğret. Allah' ın Resulü şöyle cevap verdi:41min başında ne yaptın sarıki? Önce ilmin başmı muhkem yap, sonra gel sana gariplerini ö ğreteyim.”6 Aşağıdaki hadisler, bizzat Hz. Peygamberin i şari tefsir yapmış olduğunu gösteriyor: . • ...„ "Ebu Ca'fer şöyle diyor: Peygamber (s.a.v.)den ‘..,) I AJI . „0

ı

4s,

,

,

: Allah kime hidayet etmek ister-

o j ..Loş ,. , se onun göğsünü islâma açar"7 âyotinden soruldu, gö ğsün.ü nasıl islâma açar denildi. Buyurdu ki: Göğsüne bir nur atar, o nurla göğsü açı hr. Dediler ki : Bunun bir i şareti var mı ? Buyurdu ki : Işareti ebedi eve yönelmedir!".8 1 Hilyetu'l-Evliyiı, I. 80. 2 ibnu Hanbel, Musned, I. 226, 269; ilınu Wee Mukaddime, 11, Mısır, 1372 /1952 3 Aynı eserler; Banu Sa`d, at-Tabaklıtu'l-Kubr'd, II. 120, Brill 1330; Bilye I. 315. 4 Itkün, II 187-188; Ham Sa'd, at-Tabaktu'l-Kubrâ. II. 120. 5 Iutu'l-Kulüb, I. 120, 1Vhsır nevi, s. 103. Bu hadisi ihnu şeybe Musannafta Ebu Ya% al-Mavsıli ve Beyhaki su'ab'de Ebu Hüreyre'den rivayet ederler. Fakat senedi zay ıf bir hadistir. 6 Serrile, al-Lumac, s. 148. 7 Enbiya Süresi: 125. 8 ıtka'n, 186, II. 194; Rüzbahan `Arrdsu'l-bayfm, I. 3; at-Tafsir ve'l-Mufassirun, III. 39.

33


"Allah'ın Resulü bir gün ashablyle birlikte oturuyorlard ı. içlerinde en tazesi Abdullah ibn Ömer de vard ı . Hz. Peygamber sordu: "Har ıgi ağaç insan. oğluna benzer?" Abdullah ibn Ömer diyor ki: Oradakilerin zihni çöl a ğaçlarına gitti. Benim de kalbime hurma geldi. Fakat Allah' ın Resulüne cevap vermekten utand ığım için sustum. Nihayet Allah' ın Resulü (A.), hurma, dedi. Ömer (r.a.)e dedim ki: Ben de hurma diyecektim. Ömer dedi ki: E ğer öyle deseydin benim için sen lıumuru'n-ni`am daha sevgili olurdun." "Burada delil olarak ileri sürülecek nokta şudur ki Resulullah'ın sorusun.0 ashaptan, hiç kimse çıkaramayıp onların en genci olan Abdullah ibn. Ömer çıkarmıştır. İşte Kur'an'daki manalarm istinbat ı da böyledir. Allah' ın kalblere att ığı nur nisbetinde bu manalar istinbat edilir."1. Hz. Peygamber'in, mü'minle münafik aras ındaki farkı belirtmek için yaptığı te şbih de manidardır: "Kur'an' ı okuyan mü'min, kokusu da tad ı da güzel olan turunç gibidir. Kur'an' ı okumıyan, fakat onunla amel eden mü'min ise hurma gibidir. Kokusu yoktur ama tathd ır. Kur'an' ı okuyan münafık, kokusu güzel, fakat, ac ı reyhane otu gibidir. Kur'an okum ıyan mün.afik da tadı acı ve kötü, kokusu da ac ı Ebucehil karpuzu gibidir."2

1

_

o

•"

>, 1

(jA°X j- °

o "'•

. :

Görmedin mi Allah nas ıl, güzel bir ke-

-

limeyi kökü sabit, dallar ı gökte olan, her zaman Rabbinin emriyle ürününü veren güzel bir agaca benzetti?" 3 âyetinde İhrıu Abbas'tan şu tefsir naklediliyor: "Sahabiler bir yerde oturmu ş , âyetteki giizel a ğaç üzerinde kon.uşuyorlarken, Uz. Peygamber (s.a.v.) ç ıkageldi. "O (a ğaç) mü' ınindir. ksh yerde, dal ı göktedir." "Yani ameli gö ğe yükseltilmi ş , kabul edilmiştir. Bu, bir meseldir ki Allah, mii'min ve kâfirlerin durumunu anlatmak için Vermiştir dedi."4 3) Sahabilerden nakledilen haberler: Hz. Ali, "Yalnız Fatiha hakkında bildiklerini yazsa yetmi ş deve yükü kitab olaca ğını" söylemiştir5. Ebu Cuhayfe Hz. Ali'ye sormu ş : "Yanınızda 1 al-Luma` s. 165. 2 Bulıüri, Tevhid, 57, At'ime, 30; Müslim, Musafirin, 243; Ebu DE ıvıld, Edeb, 16; Tirmi21, Edeb 79; /Inan 1ee, Muladdime, 16; IMrimi, Fadailu'l-Iur'ün, 8; Ibnu ljanbal, IV. 397, 404, 408. 3 Ibrahim Süresi: 24-25. 4 Sehl ibn Abdillah, Tefsir, s. 52. 5 Bakli, `ArVisu'l-bayan. I. 3; Süyftti, Itls.ün, II, 186; 2ehebi, at-Tafsir vag-Mufassirun, III. 39.

34


Kur4andan başka bir vahiy var mı ?", "Hayır, demiş Hz. Ali, ancak Allah bir kula kitab ında anlayış verirse başka.'" Hz. Ali'ye atfedilen di ğer bir söz de şudur: "Yakin, dört dala ayr ılır: Zekâ görü şü, hikmet te'vili, ibret ö ğütü, ve öncekilerin sünneti. F ıtnatı gören hikmeti anlar Hikmeti anhyan ibreti bilir. İbreti bilen öncekilerin sünnetindedir..."2. İbnu Ebi Hatim, Dahhâk yoliyle İbnu Abbas'tan şu sözü naklediyor: "Kur'an ın çe şitli yolları, zahirleri, bat ınları vardır. Acaibi tükenmez, sonuna erilmez. Ona yava ş yavaş dalan kurtulur. Şiddetle ondan haber veren mahvolur: Haberler, meseller, helâl, haram, nâsih, mensuh, muhkem, müt şabih, zahir ve bât ın vardır. Kur'an.'ın zahiri tilâvet, bât ım te'vildir. Onu anlamak için bilginlerin yan ına oturunuz, sefihlerden kaç ının.a."3 Ebu'd-Derdâ'n ın: "Bir adam Kur'an'a çe şitli yönler tanımadıkça manasını anhyamaz.", ibnu Mes'ud'un: "Kim evvellerin ve sonlar ın, ilmini isterse Kur'an ı yönlere ay ırsın."4 gibi sözleri, Kur'an' ın sadece dış manadan ibaret olmadığım gösterıneğe kâfidir. İbnu Abbas ve bazı sahabiler• "Hikmet verilmi ş olalı kimseye birçok hay ır verilmi ştir."5 âyetindeki hikmeti "anlay ış" diye tefsir etmi şlerdir6. Hz. Ali'nin şöyle dediği rivayet edilir. "Bir kimse dünyadan yüz çevirirse Allah ona ö ğrenme olmadan ö ğretir. hidayet olmadan hidayet eder, gözün.ü açar, onu körlükten kurtar ır."7 Hz. Ömer vefat etti ği zaman İbnu Mes'ud: "Zannedersem ilmin onda dokuzu gitti" demi ştir. "Aramızda sahabenin büyükleri varken böyle mi söylüyorsun ?" diyenlere: "Ben sizin anlad ığınız ilmi söylemiyorum."8 demi şti. Abdullah ibn Mes'ud: "E ğer siz benim bildiklerimi bilseydiniz ba şıma toprak saçard ınız"9 derken en çok hadis rivayet eden Ebu Hüreyre de:

T

•■•

.• .

yk:15

, 3o

t12-9 4.:2Z

ot

e

4_131

..C"

I

e

3 ,

J- effi

J -e-

)4U. '

-

>

9 tj

5A fibl:›1 1:4■

1 `Ar'aisu'l-beyân, I. 3; BulArt, Diyftt 24, 36; Nesa'1, Iasiime 13; İbnu Banbel, I. 79. 2 1“-rtu'l-Kulûb, I. 49. 3 Aym eser, I. 148; at-Tafsir ve'l-Mufassirun, I. 20. 4 Aym eserler. Bu hadisi Taberan1 sahih senedle rivayet etmi ştir: j..."+;:.,1; ,:31)1J1 al-Luma(, s. 568. 5 Bakara Siiresi: 269. 6 ICatu'l-Iculüb I. 103. 7 Bilye, I. 72. 8 Bilye, I. 311-12. 9 Bilye, I. 131.

35


Allah' ın Resulünden iki kab (ilim) ö ğrendim. Birisini yayd ım. ötekine gelince onu yaysam bu bo ğaz kesilir."' diyor. Gelen haberlerden. baz ı keskin zekâh sahabilerin i ş ari mahiyette tefsirler yaptık.larmı öğreniyoruz: Buhari, 'bn Abbas'tan rivayet ediyor: "Ömer beni Bedir şeyhlerinin yamna sokardı. Onlardan baz ıları içlerinden. ‘1\11in bunu aram ıza alırsın, bizim bunun kadar o ğlumuz var' derlerdi. Ömer de: 4Siz öyle bilin' derdi. Bir gün. Ömer beni onlar ın. meclisine ça ğırdı. Beni kendilerine göstermek için çağırdığını sandılar. Ömer onlara sordu: Allah Taâlân ın ( >

.0, ı

Ij

41A

I

Allah' ın yardı m ı ve fetih geldi ği zaman...) âyeti

,

h akkın d a ne dersiniz? Kimi Allah bize yard ım etti ği, fetih verdi ği zaman. O'na hamd ve İstiğfar etmekle emrolundu ğumuzu ileri sürdü, kimi de sustu. Ömer bana: "Sen de mi böyle diyorsun ey İbni Abbas?" dedi. Dedim ki: "Hayır, oradaki yard ım ve fetih, Allah' ın Resulünün eceline i şaret etmektedir. Yani Allah'm yard ımı ve fetih geldi ği zaman bu, senin ömrünün. bitti ğine i şarettir. Art ık Rabbine hamdet, O'na isti ğfar et, şüphesiz O, tevbeleri kabul edicidir, demektir." Ömer: "Ben de bunu senin bildiğin gibi biliyorum." dedi".2 Buhâri, İbnu Ebi Melike yoliyle %Bu Abbas'tan şu rivayeti almıştır: "Bir gün Ömer ibn Hattâb, Peygamber (s.a.v.)in ashab ın.a: .

4 '4' ,

j

, e :

>

.).>>.

Biriniz, kendisinin

-

hurma ve üzüm bahçesi olmasv ıı ister mi?"3 âyetinin kim hakkında nazil olduğun,u biliyor mu diye sordu. Dediler ki: "Allah bilir." Ömer kızdı : "Ya biliyoruz veya bilmiyoruz deyin." dedi. İbnu Abbas, "Ben o hususta bir ş ey biliyorum." dedi. Ömer: "Karde şim oğlu, kendini böyle küçük görme, söyle" dedi. İbnu Abbas: "Bu âyet, bir amele misal verilmi ştir" dedi ve devam etti: "Zengin bir adam ki Allah'a ibadet ediyor, sonra ona şeytan musallat oluyor, bu kez isyan. ediyor da amelleri bo ş a çıkıyor."4 Burada İhnu Abbas, âyetin dış manasından as ıl kasdedilen iç manaya intikal etmiş bulunmaktadır. Ebu Nucaym de Muhammed ibn Kâcb al-Kura?' yoliyle İbnu (Abbrıs' tan şu haberi anlatıyor: " İbnu (Alabs, muhacir sahabilerden bir topluluk 1 Butıürl, <Ilm, 42. 2 Bulffiri, Tafsiru S ııra 110/4; Şrıtıbi, 188. ' 3 Bakara Süresi; 266. 4 Itkrın, II. 188.

36

al-Muvafalgut, III. 384; Tlilye, I. 317; İticffil, II .


arasında oturuyordu. Kadir gecesinden bahsedildi. Herkes kendine göre bir man.a verdi. Ömer dedi ki:" Ey Ibm' Abbas, sana ne oldu ki konu şmuyorsun.? Konuş , çoculduk sana engel olmas ın." Bun.un üzerirıe İbnu Abbas kon.uş tu: "Ey mü'minlerin emiri, dedi, Allah tektir, teki sever. Dün.ya günlerini yedi üzerin.° döner yapt ı. Insanı yedi (aş ama)dan yaratt ı. Rızıklarımızı yediden yarattı. Üstümüzde yedi gök yaratt ı. Altımızda yedi yer yaratt ı. Mesâniden. yedi ayet verdi. Kitab ında y-edi akraba ile evlenmeyi yasaklad ı. Mirası yediye taksim etti. Yedi orgarum ız üzerine secde etmeyi emretti. Allah' ın Resulü (s.a.v.) Kâbe'yi yedi defa tavaf etti. Safa ile Merve aras ında yedi defa koştu. Ş eytanı yedi defa ta şladı . Kadir gecesinin de Ramazamn son yedisinde olduğunu gösterdi." Ömer burı a hayret etti ve dedi ki: "Bunda bana, henüz başının kemikleri düzelmemi ş olan bu çocuktan ba ş ka kimse muvafakat etmedi. Arkada şlar, bu hususta bana, İ bnu Abbas gibi kim cevap verebilir?'"

"Bugün size dininizi tamamlachm"2 ayeti geldiği zaman sahabe sevinirken Ömer, Hz. Peygamber'in vefat ının yaklaştığını sezerek ağlamış : "Bir ş ey kemale ula ştıktan sonra eksiklik ba şlar" demişti.' İşte burada da Hz. Ömer, ayetin d ış manas ından başka bir mana anlamış , ayette islam ın tamamlanması dolayısiyle Hz. Peygamber'in vefatma bir i ş aret sezmi ş , Hz. Peygamber de onun. bu sezgisini do ğrulamıştı . Gerçekten. bu ayetin nilzulünden seksen bir gün sonra Peygamberimiz vefat etmi şti.4 "Allah'tan başka dostlar tutanlar, ev yapan örümcek gibidirler"8 âyeti gelzaman kafirler: "Örümcek ve sinek n.edir ki Kur'an'da and ıyor ? Bu Tanrı diği sözü değildir demişler, s ırf zahiri arıladıkları için ondan kasdedilen as ıl manayı düşünmemişlerdi. Yüce Allah da: "Inananlar bilirler ki o, Rablarından gekn bir gerçektir."6 dedi7. "O'nun nurunun misali, içinde leimba olan bir fener gibidir. Lamba cam içerisindedir..."8 ayetin.i Übeyy ibn Kâcb: "Mü'minin. nurunun misali" şeklinde tefsir etmi ş ve demiştir ki: "Mü'minin kalbi, içinde lamba olan bir fenerdir. Sözü nur, ameli nurdur. Nur içinde hareket eder." "Veya engin. denizin karanlıklarma berızer. Onu üst üste dalgalar ve dalgalarm üstünde de bulut1 Aynı eser; Bilye, I. 317. 2 11I'aide Sûresi: 3 3 541b1, al-111uvM'akt, III, 384; İkisi, Malımüd ibn `Abdillah, Rubu'l-Macni fi Tafsiri'l-Kur'âni'VAztın va's-Sab(i1-31âni, II. 61, Bulak 1301. 4 al-MuvUak5t, III. 384. 5 Ankebut Sfiresi: 41. 6 Bakara S ıiresi: 26. 7 ablVIuvUalst, III. 384-85. 8 Nur Siiresi: 35.

37


lar örter; karanl ıklar üstünde karanl ıklar. İnsarı elini uzatsa neredeyse onu da göremez.'" âyetinde de: "Miinafıkın kalbidir. Onun sözü karanlık, ameli karanlıktır. Karanlık içinde hareket eder" demi ştir2. B-TABI(UN VE TEBE`I.J'T-TABI(IN DEVR İNDE ZÜHD VE TAKVA YÖNÜNDE GELI Ş EN İŞARİ TEFS İ R: Buraya kadar verdi ğimiz örnekler, kaydetti ğimiz rivayetler, i ş âri tefsirin ş erci bir temeli oldu ğunu, Hz. Peygamber (s.a.v.) devrinden beri bât ın mananın bilindiğini ve pek az da olsa i ş ari tefsir yap ıldığını gösterir. Zühd ve takvanm artmas ı , tasavvuf akımının geli şmesiyle birlikte sufilerin me şreblerine uygun i ş ari tefsir de geli şmeğe ba şlamış ve bu konuda gelen haberler mübâlâ ğalı bir ş ekilde yayılmıştır. Talâk Sûresinin 12 nci âyetine ibrıu Abbas'ın yaptığı açıklama, sâfilerce ı

meşhurdur :

ı ı

C)" .a

.9r4 e

V-<-J

ta:LP

4u1

'5

411.

a

Yedi

göğü ve Arzdan da bir o kadarını yaratan Allah'tır. Allah'ın her şeye kadir olduğunu ve Allah' ın bilgisinin her şeyi ku şattıg'ını bilesiniz diye Allah' ın emri bunlar arasında iner durur." İbnu Abbas'ın burada: ((

)

4.:).7.5",j °;.1

j) : Tefsirini söylesem beni ta şlarsınız" veya ba şka bir rivayette: -

,iLS"

;1211 :

O ktifirdir" dersiniz'"

dediği zikredilir.

Minhacu'l-âbidin'de Ali ibn al-Huseyn Zeyne'l-âbidin'e de böyle bir söz atfedilir: -Y‘; Ç;;. ‘:..j1

j:..23

41;.A. 14 &I. 43 j..

4: Lp

L?.)

aftj

"Nice ilim vard ır ki onu ifş a etsem bana "sen puta tapanlardans ın" denilir. Müslüman adamlar kan ımı helâl sayarlar, yapt ıkları bu en kötü şeyi güzel sanırlar."4 1 Nur Süresi: 40. 2 Ifıtu'l-K.ulüb, I. 118; Gazöli, ihya, III. 13, M ısır, 1387 /1967. I. 136. Gazöll, ismini vermedi ği bir sufiden şu sözii nakleder: "Insan ilmin bu 3 ınertebesine vard ığı zaman halk onu ta şlar." Yani onun sözü, halkın anlayış sınırlarını aşar. 4 Gazöli, Minhâeu'b'öbidin, s. 3, Mısır, 1327.

38


İşte bu gibi delillerle tabiun devrinde zühdiyle me şhur kimseler, baz ı âyetleri kendi açdar ından tefsir etme ğe başladılar. Tabiun devrinde i ş ari tefsir bak ımından en önemli ki şi Hasan-ı Basri'dir. 1) Hasan Basri (21-110/642-728): Zühdiyle me şhur olan. Hasan.-1 Basri, sufi kabul edilmektedir. Kendisi bu unvanla anılmış değildir ama ondaki zühd, sâf tasavvuf özelli ğini taşır. Ruhları etkiliyen va ızları ve tefsirleriyle Hasan- ı Basri, i şari tefsirin kurucularından. kabul edilebilir. Ebu'l-Hasan. Yesâr al-Ansârrnin o ğlu olan ve Ebu Said künyesini ta şıyan Hasan-ı Basri, tabiilerin büyüklerindendir. Hicri 21 senesinde do ğmuş , Medine'de büyümü ş , 110 senesinde Basra'da vefat etmi ştir. Babas ı Yesâr, Meysan fethinde esir edilip Medine'ye getirilmi ştir. Annesi Neyyir de mü'minlerin anas ı Ummü Seleme'nin azatbs ıdır. Bu aile Vadi'l-Kurâ'da ya şıyordu. Annesi Ummü Seleme'ye hizmet için Medine'ye gelirken küçük Hasan da beraber gelir ve ezvac-i tâhirat ın oturduğu evlere girerdi. Kendisi eliyle o evlerin tavanma dokundu ğunu söyler° Ebu Nuaym'in anlattığına göre Ummü Seleme (r.a.), Hasan' ın annesini bir yere göndermi şti. Ann.esinin yokluğundarı şiddetle a ğlayan çocu ğu mü Seleme kuca ğına alıp meme vermi şti. İşte Hasan' ın, derin ilim ve hikmet sahibi olmasını , Peygamber evinden bir memeyi tutmasma ba ğlarlar.2 Hasan- ı Basri, hayat ını ilim ve cihada vermi ş ti. Henüz ondört ya şında iken hıfzını tamamhyan Hasan, bu ya şlarda Basra'ya gitmi ş ve orada ilmi ve hitabetiyle büyük ş öhret kazanmıştı. Yezid'in halifeliğinin sahih olmadığın ı açıkça söylemekten çekinmedi. Abdulmelik'e yazd ığı mektupta da aynı lisan serbestli ğini gösterdi ği için kendisinde kadercilik e ğilimi sezilmi ş tir. Ancak onun. kadercili ği, kelâmi bir doktrin halini alacak mahiyette de ğildi. O, insanların sorumluluğuna inanıyordu. İçinde duyduğu derin Allah korkusu bunu gerektirirdi. Gayet edebi va'zlariyle Basra halk ını etkilemişti. Va'zlarında daima Allah korkusunu telkin ederdi.' M ıiret korkusu ile her zaman. üzgündü. "Mü'min, üzgün. sabahlar, üzgün ak ş amlar. Bundan ba şkasını yapamaz. Çünkü o, iki korku aras ın.dadır: Geçmi ş olan. ve Allah'ın o hususta kendisine ne i şlem yapacağını bilmediği bir günahla, ba şına rıe gibi tehlikelerin gelece ğini bilmediği bir ömür aras ında" derdi. 1 Bıs5n cAblı s, al-Basanu'l-Basri, s. 22, M ısır, 1952; al-Kavakibu'd-durriyye, I. 96; Bilmen, Omer Nasuhi, Tefsir Tarihi, II. 105. 2 Ijilyetu'l-Evliy., II. 147. 3 al-Basanu'l-Basri, s. 25; Isla'm Ansiklopedisi.

39


Bütün. rivayetler, onun daima âhiret tasas ında olduğu konusunda birleşmektedir. Kur'an.'dan bir âyet okusa a ğlarmış . Dermi ş ki: "Vallahi, ey Adem oğlu, eğer sen Kur'an okur, ona inanırsan; bu dünyada üzün.tün, artacak, korkun şiddetlen.ecek, a ğlaman çoğalacak!"1 Çocukluk günlerini Medine' de geçirdi ğin.den sahabilerin. ya şadığı zühd hayatı, Hasan'ın ruhuna sinmi şti. O havayı hiç unutmad ı, Bu zühd havasını Basra'ya götürdü. Basrahlara gerçek zühdün ne demek oldu ğunu öğretti: "Vallahi, yetmi ş Bedir'liye yeti ştim, çoğu kez giydikleri sof idi. E ğer siz onlar ı görseydiniz deli san ırdmız. Onlar da sizin görselerdi "bunlar ın âhirette bir nasibi yok" derlerdi. KötüleriLizi görselerdi. "bunlar hesap gününe inanm ıyorlar" derlerdi."2 "Öyle insanlar gördüm ki dünyaya ayaklar ının altındaki toprak kadar k ıymet vermezlerdi. Dünya kendilerine do ğmuş , batmış , filân gitmiş , falan gitmiş hiç umurlarında değildi. Öyle insanlar gördüm ki bunlardan biri ak ş am eder, yanırida azıcık azık vardır, yine hepsini yemez. "Bunun hepsini kendi kar ınma koymayaylm, bir kısmını da Allah için. sadaka vereyim" diye dü şünürdü.'" Hasan-ı Basri, o derece hikmetli konu şurdu ki İmam Ca'fer-i Sad ık, onuı3. hakkında: "Sözü Peygamber'in sözüne benziyor" demi şti'. O derece kuvvetli bir hitabet gücüne sahipti ki ken.dine öz üslübiyie "Nereye gidiyorsunuz?" demesi, dinliyenleri a ğlatmaya kâfi gelirdi. Gözü ya şlı olarak onu dinliyenler, yanından çıkarlarken art ık dünyayı tamamen, unutmuş , ölümden ba şka her şeyi kafalarından silmi ş olurlardı. Üzerinde durdu ğu tek konu, Allah korkusu ve ölüm en.di şesi idis. Hasart- ı Basrrnin, kendisini böyle zühde adamas ında en önemli etken Amir ibn Abdi'l-Kays isimli bir zatt ır. Bu zat, Basra'n ın toplumsal hayat ında yeni bir zühd hareketini temsil ediyordu. Kendisi evlenmez; et, ya ğ yemez; emirlerin yan ına girmezdi. Tevrat ve Incil ile de biraz me şgul olmuştu6. Onun. zühdi hayat ını etkiliyen diğer bir sebep de Basra'da zühd hayat ının teşvik görmüş olmasıdır. Bir zaman sonra Hasan- ı Basri, topluluklarda görünmez olmu ş , camide oturmaktan vazgeçmi şti. "Ashabmı bıraktın, burada yalnız başına oturuyorsun" diyenlere şöyle cevap verdi: "Muhammed (s.a.v.)in asbab ından birtakım insanlara rastlad ım, bana dediler ki: k ıyamet gününde insanların iyisi, nefsini en çok muhasebe edendir. K ıyamet gününde 1 Hilye, II. 133-134. 2 Aym eser; al-Kavakibu'd-durriyye, I. 97. 3 Ihya, III. 181; Hilye, II. 134. 4 Hilye, II. 147 al-Hasanu'l-Basri, s. 95. 5 Ibnu Sa`d, Tabakat, VII. 74-75, Leiden, 1330 /1915. 6 İbnu `Asfficir, Tehilb, VI. 13; al-Ilasanu'l-Basri, s. 28.

40


en çok sevinecek olan da dün.yada en çok üzüntülü oland ır. K ıyamet gün,ünde en çok gülen de dünyada en çok a ğlıyandır."' 'Ömer ibn. `Abdunziz, ken.disine hüküm ve kaza i şlerinde yardı m edecek kimseleri tavsiye etmesini istemi ş , Hasan: "Din ehli seni istemez, dünya ehlini de sen istemezsin."2 demi ştir. a. Tefsiri: Hasan- ı Basri, İbni' Abbas'ın tefsir derslerini dinlemi şti. Tefsirde en büyük tesiri İbnu Abbas'tan görmü ştür. Kendisinde halini mana sezilmektedir. Zahir ve bat ın hakkındaki görü şünü ş öyle özetler: "Sen bat ının]. araş tırır ve hunu zahirine k ıyaslarsan, manas ına vakıf olursun,.'" Hasan Basrrnin iki meclisi vardı. Biri evde, biri camide idi. Evdeki özel meclisi idi. Burada yakın dostlariyle oturur, zühd ve bat ın ilimler üzerin.de konu şurlardı4 Özel meclisine devam edenler için: "Karde şlerimiz, bize ailemizden, kar ımızdan ve çocuklar ımızdan daha sevgilidir. Çünkü ailemiz bize dünyay ı hatırlatıyor, karde şlerimiz ise bize âhireti hat ırlatıyor'" demi ştir. İbnu'n-Nedim, Fihristinde tefsirlerden, bahsederken Hasan.-1 Basrinin de bir tefsir kitab ı olduğunu söyler6. Taberi, Hasan Basrrnin, talebeleri tarafından rivayet edilen tefsirlerini kitab ın.a almıştır. Fakat bunlar çok de ğildir. Her halde Taberi, Hasan' ın, genellikle İbnu Abbas görüş ünde olduğunu kabul etmi ştir. Çok defa da Hasan.' ın tefsiri, talebesi Katâde'nin tefsirin.e karışmıştır. Hasan'ın. talebelerinden olan Amr ibn Ubeyd'in eserleri aras ında tefsire dair bir kitab ı da vard ır ki Amr, buraya Hasan- ı Basri:den i şittiklerini yazmıştır.7 Artık ibnu'n-Nedim'in, Hasan'a atfetti ği tefsir bu mudur, de ğil midir bilmiyoruz. Arrcak Taberi, Hasan' ın görüş lerini söylerken özellikle cebirci olduğun.da ısrar eder. Halbuki Amr ibn Ubeyd'in. nakli bu görü şe aykırıdır. Onun nakillerinde Hasan., kaderci görünmektedir. Taberi, Hasan' ın tefsirlerini çoğu kez Amr yoliyle n.akletmez. Taberi'deki rivayetlerden. anl ıyoruz ki Hasan, zaman ında Kur'an hakkırıda söylenen. her şeyden bahsetmi ştir: Nüzul sebepleriyle hükümler aras ındaki miinasebetten, nâsih mensuhtan, Mekki ve Medeni âyetlerden, k ıssa1 ilınu 'As6kir, TehM, VI. 13; abBasanu' 1-Basri, s. 23 2 al-Basanu'l-Ba şri, s. 51; İby6., I. 61, al-Matbacatul-ffiem, 1307. 3 Tibyan Tefsiri'bRur'an, IX. 1. 4 abBasanu'l-Basri, s. 73; 2ehebi, Tarthu'bislâm IV, 103. 5 Aynı eser, s. 116; İhya II. 155. 6 Ibnu'ıl-Nedim, Fihrist, s. 34, Beyrut, 1964. 7 Aym eser. s. 37.

41


lardan., vs. Özellikle kıssa, onun va'z üslöhuna pek yar ıyordu. Bununla beraber o, kıssaya İbni Abbas, Vehb ibn. Münebbih ve di ğer kıssa erbabı kadar önem vermemi ştir. Onlar gibi Zu'n-Nun'un, bal ık karnında n.e kadar kald ığı m; Karun'un, kavmine ne renkte bir elbise ile ç ıktığın ı söylerr. Bilhassa Süleyman'ın kişiliğine önem verir. Süleyman onun gözünde, Allah' ın bir kulda toplad ığı hikmet ve mülkü temsil etmektedir. Süleyman, Allah' ın rahat ya ş atıp hesaba tabi tutmad ığı tek insandır.2 Hasan'ın, tefsirde er, büyük özelli ği, âyetlerin, ruhunda b ıraktığı ize ve zevke göre manalar ç ıkarmas ıdır. O, bizzat âyeti tefsir etmez, fakat âyeti okurken duydu ğu hisleri dile getirir. İşte bu yol, sufi tefsirinin metodu ve başlangıcıd ır. Kendilerini ona ba ğlıyan sufiler, duyduklar ı zevke göre âyetleri manaland ırmağa ba şlamışlar, tabii bu, git gide zühdi manalarm s ınırını aş arak felsefi nazariyelere, âfâki, enfüsi tatbiklere yol açm ıştır. Şimdi Hasan Basrrnin tefsirinden örnekler verelim. b. Tefsirinden örnekler:

„ , , ... a t o , , "Jı:i ", 1›._ıi„, "j_.:_p, 4:ı i ı "_ı ı:p" ,:,_,.., ..1.)_; ,:„_......,-1 ... o :,-;

...:

,...,..,4 j

-•

--

e 9

o

..-

...

7.7

- • I : Allah'a davet edip iyi amel isliyen ve ben I...— ...11 • .. , — müslümanlardanı m diyenden daha güzel sözlü kim olabilir ?"3 âyetini oku« . t1oze

-

4:1'11 Si.;:..,,,

Yor, Ş öYle diYor : 1...X.ıfo Q.o

I

4-7_,P Li

.

1.1.£:,

A_MI

L.,.,:k....."-

Llie

45J1

J. 1.41,14i

45JI -jj 1.3..E.

j,•i

y

45JI

j3

: İşte bu, Allah'ın sevgilisidir; bu, Allah' ın

seçkin kuludur; bu, Allah' ın hayırlı kuludur; bu, Allah'ın yaratt ıklarmın sevgilisidir. Allah'ın çağırısına icabet etmi ş , insanları da o daveti kabule ça ğırmış , iyi amel i şlemiş ve "ben müslümanlardanım" demiş ! İşte bu, Allah'ın halifesidir!"4 Burada Hasan' ın nasıl coştuğunu ve âyetin ş ahsiyyete ne derece hayran kald ığını görmekteyiz. ,

• ...

o

o

: Dünya hayatı sizi aldatmas ı n,,s j âyetini okuyunca derhal kendini tutam ıyor: "Bunu söyliyen kimdir? Dün2—`

.9

w

• ••

1 Tabeei, Câmicul.bayan, XX 115, M ı sır, 1373 /1954. 2 Tafstru'n-Neysbüri, Taberi kenar ında, XXIII, 104, Mısır, 1321. 3 Fu şşilet Snresi: 33. 4 Taberi, Camicu'l-bayan, XXIV. 118, Mısır, 1373 /1954. 5 Fatır Sûresi: 5.

42


yayı yaratan, ve onu en iyi bilen! Sak ın ha, dünya ile me ş gul olmayın, zira dünyanın meş galesi çoktur. Adam kendine bir me ş gale kapısı açtı mı onun arkasından on kapı daha açılır."' 3—"

‘:)y j •

(.7 „

C.)-

: Sağda ve solda oturur" 2

âyetinde şöyle diyor: "Ey Adem o ğlu, senin için, iki sayfa açıldı . Sana iki kerim melek verildi. Biri sa ğında, öteki solunda. Sağı nda olan iyiliklerini zapteder, solunda olan kötülüklerini. Art ık dildediğini yap. Az veya çok. Ölünce sayfan dürülür, boynuna as ılır ve kabrine konur. K ıyamete kadar o seninle beraberdir. O zaman (Allah) der ki: "Her insan ın günahını boynun.a astık. Kıyamet günü onun için. ap aç ık bir kitap olarak ç ıkaracağız. "Kitab ını , oku, bugün. kendi kendine hesab ını görebilirsin."3 Vallabi seni nefsinin. hesapç ısı yapan Allah, gerçekten adalet yapm ıştır."4 4— Talha ibn Amr al-Hadrami diyor ki: "Bir gün Hasan ç ıkageldi. Atâ ile beraber yan ına oturduk. Ş öyle dedi: Bana ula ştığına göre Allah ş öyle buyurmuştur: Ey Adem o ğlu, seni ben yaratt ım, halbuki sen ba şkasına ibadet ediyorsun. Ben seni an ıyorum, sen. beni unutuyorsun, Ben seni ça ğırıyorum, sen benden kaç ıyorsun,. Bu, yer yüzündeki zulümlerin en kötüsüdür. Sonra ıf o

şu âyeti okudu:

ç'"

I_J; J

i.J

o

0,

=11

I

o 9 ••--

.t,;

-

-9

yavrum, Allah'a ortak ko ş ma, zira ortak koşmak büyük bir zulümdür."5

1211

5—

J

o

zr,

" 11 4..1i1 ,

• ,,, : De ki : Allah' ın, kolları için yarattığı süsü ve güzel

‘..1:

rızıkları kim yasaklad ı ?"6 âyetinde Hasan, nefsi ya ş atacak kadar ından fazla yemenin do ğru olmadığını söylüyor. "Zinet" s ırtın.a bindiğiıı ş eydir. "Tayyibat" Allah'ın, o hayvanlar ın karmlarma koydu ğu süttür. Şimdi öyle insanlar var ki Allah'ın nimetini, karnının, şehvetinin ve belinirı oyuncağı yapıyor. Kim Allah'ın nimetini alırsa on,u güzelce helâl olarak yer. Ama Allah' ın nimetini karnın,m, ş ehvetinin ve belinin oyuncağı yaparsa onu, kıyamet gününde boynuna vebal yapm ış olur.7 1 1.1ilye, II. 153; Iby'û, III. 181. 2 1.a.f Sûresi: 17. 3 isrû Sûresi: 13. 4 Tabert, XV. 53. 5 II. 148. 6 A<raf Süresi: 32. 7 1.1ilye, II. 159.

43


6- Hasan Basri "

-

-

j;

: nlardan kimi nefO•

sine zalimdir" âyetindeki zalimi münafik, di ğer bir rivayete göre fas ık diye tefsir etmi ştir'. Ona göre büyük günah i şliyene mün.afik dertir2. Ki şinin âkibetinden emin olmas ı nifak alâmetidir3. Insan ın nifaktan. kurtulabilmesi için sözü ile bilgisi aras ında ihtilâf olmamalıdır. Bundan dolayı o, ça ğında yaşıyanlarm ço ğunu münafik saymıştır. Diyor ki: "Münafiklar, evlerde, yollarda, çar şılarda hep bizimle beraberdir. Vallahi onlar Rablarm ı bilmemiş lerdir.”4 O halde nifaktan kurtulmak için kalbi ıslâh etmek lâz ımdır. Hasan bu prensip üzerinde çok durmu ştur. Onun için kendisi kalbler ilminin kurucusu sayılmaktad ır. Bu prensiple o, tasavvufi anlama çok yak ındır. Çünkü salih kalb korkunun çalkandığı yerdir. Fas ık kalb ise batıl dikenlerin ve kuruntuların yetiştiği yerdir. Kalb, hayat ını kaybedince ona ö ğüt tesir etmez. Mescitte etrafına toplananlara Hasan ş öyle demiştir: "kh kalbler düzelmi ş olsaydı beri sizi ta k ıyamet sabahnia kadar a ğlatırdım!'" Hasan. Basri, Hz. Osman' ın katli ve ondan. sonraki olaylar ı Allah'ın bir intikamı saymaktadır. Allah, Resulünün hayatında ona ikram olarak müslümanlardan bu intikam ı almamış , fakat vefat ından sonra bu intikam alae „ s -• o 9 • Z; tj JL; Lffl Seni götüctl, • Ca

r• ,

rürsek biz onlardan intikam alteılartz"6 âyetiyle bildirmi ştir7. Bunun. sebebi de dünyaya düşkün olan, dünyaya yönelen, dirderine içten ba ğlanmıyan insanların türemi ş olmasıdır. Hasan'a göre olaylar, zühdi hayattan ayr ılmanm bir son.ucudur. Örneklerden anla şıldığı üzre Hasan, tefsirden çok va'zetmektedir. Onca mana açıktır, izaha lüzum yoktur. O, okudu ğu âyetlerden., kalbine do ğan zevke göre va'zetmi ştir. Her âyet, on,un kalbinde Allah korkusunu depre ştirmiştir. Onun ifade gücüyle dile getirilen derin hisler, en. güzel mev'izeler olmuş , kalblere i şlemiştir. Halk bunlardan bir müzik tesiri de duymu ştur. Onun. anlattıkları, öteki hikâyecilerdeki gibi de ğildir. Hasan, hikâye anlatm ıyor, yaş adığını söylüyordu. Bununla beraber onda k ıssa hiç yok da de ğildi. Mesolâ "Cehennem ate şi, her gün yetmi ş bin deriyi pi şirir. Kâfir derisi k ırk arşm 1 Rurtubi, al-Câmi< li-Allkümi'l-ur'ân, XIV, 346, Rühire, 1935-1950 2 Emâlu'l-Murta ılü, I. 114. 3 Taberi, Cami<u'l-bayan, XVIII, 32. 4 II. 157. 5 1.1ilye, II. 143. 6 Zub.ruf Süresi: 41. 7 Taberi, Cam:nig-bayan, XXV, 74.

44


kahnlığındadır."1 gibi hikâyeler vardır onun tefsirlerinde. Baz ı kıssaları detaylariyle anlatır, tahlil eder, daha sonra kendi görü şü olan zühdü aşılamağa ça-

hşır, bunun dışına çıkılmasnıa şiddetle çatar. Örne ğin: (2,jl-4 )1 I

r ı

L, I -

:Biz emaneti göklere, yere ve da ğlara arz ettik..."2 âyeti üzerine şöyle diyor: "Ema-

neti yedi kat göklere ve y ıldızlarla süsledi ği yollara, büyük ar ş taşıyıcılarma arz etti, dedi ki: Emarıeti, taşıdığı sorumlulukla birlikte yüklenir misiniz ? Dediler ki: Sorumluluğu nedir ? Dedi ki: İyi ta şırsan mükâfat al ırsın, kötü taşırsan cezalanırsııı . Hayır, dediler. İnsana arz etti. İnsan yüklendi. Çünkü insan, nefsine zalim, Rabbim/İ emrini bilmezdir."3 Kıssayı bitirdikten sonra zalim ve cahil insanın halini hat ırlıyor da ona ş iddetle hücum ediyor: Mallar, saraylar içerisinde ya şıyan, sultanm kap ısına giden, çeş itli yemekler yiyen insanları şiddetle kötülüyor. Sonra yetimleri, dullar ı, fakirleri hat ırhyor4. Demek ki Hasan., fikirlerini k ıssa ş ekline sokuyor ve onu daha etkili olacak biçimde anlatıyor. Hasan' ın her tefsirinde muhakkak zühd taraf ı kendini gösterir "Allahın, sizi birbirinizden üstün kıldığı şeyleri özlemeyin"s âyetinde kişinin, mal istediğini, halbuki belki o malda kendisinin helâkinin bulunduğunu söylüyor6. Tefsirinde siyasi yönü de vard ır. Emevi devletini sevmedi ği bellidir. Onun için Kur'an'daki ülül-emr ile bilginlerin. kasdedildi ğini ileri sürüyor. Ona göre gerçek yetki sahibi âlimlerdir7. isra'nnı ruh ile olduğu; vücudun o gece mekân ından ayrılmad ığı kanısındadır. Bunun için. : j.,317T

CA

LS

Cr.55e,-, 3&

:Sonra yaklaştı , indi, iki yay aralığı kadar, bel-

ki daha az kaldı. Kuluna vahyetti ğini etti"8 âyetinde vahyedenin Cebrail olduğunu söyler9. 1 Taberi, Camicul-bayan, V. 142. 2 Alızâb Süresi: 72 3 İbyü, III. 76. 4 Taberi, VII. 64. 5 Nisü) Süresi: 32. 6 Taberi, V. 47. 7 Taberi, V. 149. 8 Neem Süresi: 8-9. 9 Rlırubi, X. 207; Bütün bu tefsirler ve görü şler için bakınız: al-I;lasan

s. 151—

156.

45


fi

oş ,, 4_;

cj

ayetinde nur ile mü'minin kalbi ve tevhid ışığı kas-

- -'

dolunmuştur der, Çünkü Peygamberlerin kalbleri bu gibi nurlarla nitelenmekten daha nurludur°. Görülüyor ki Hasan Basrrnin görü şlerinde tasavvufi bir tema hakimdir. Hasan Basri:de arad ıklarmı bulan sufiler, onu efsanevi bir şekilde tasvir etmişlerdir. Onlara göre Hasan, Malik ibn Dir ıar ve Süfyan- ı Seyri gibi sufi kisvesi olan yamal ı hırka giyer2, yal ırı ayak gezerdi. Gömle ği kirli idi. Çünkü onu yıkama ğa fırsat bulamazch3. Fakat dikkatli bir kritik bunun asl ı olmadığını ortaya koymaktad ır. Gerçi Hasan- ı Basri sof giyerdi ama bu onun devamh giydi ği bir şey de ğildi. Sof giyip zühd gösterme ği sevmezdi: "Kim tevazuundan sof giyerse kalbinin nuru artar. Ama kim böbürlenmek ve zühdünü göstermek için sof giyerse o, şeytarılarla beraber cehennemde kavrulur" derdi'. Riyadan son derece kaçan Hasan.-1 Basii:"Insan ın nefsini kötülemesi dahi kendini övmesidir"5 demi ştir ki gayet zekice bir sözdür. 2) Ca`fer-i Sad ık (80, 83-148/699, 702-765): Ca'fer-i Sad ık, 80 veya 83 hicri y ılında doğmu ş , babas ı Muhammed Bakır'ın yerine imamete geçmi ş , H. 148 de vefat etmi ştir. On iki imarnm alt ıncısıdır. Dedesi Ali Zeynelâbidin'in vefat ı sıras ında on iki yaşında idi. Hz. Hüseyin:in ş ehid edilmesinden, sonra Peygamber çocuklar ı siyasetle u ğraşmamışlar, kendilerini ilme vermişlerdi. Bu yuvada yeti ş en. Ca'fer de siyasetle uğraşmadı. Kendisini ilme verdi. Fıkıh, hadis ve öteki Ş Cr'i ilimlerde derin bilgisi yanında kimya ve diger ilimlere de vak ıftı. Kendisine atfedilen eserler, daha sonra yaz ılmıştır Talebesi Tarsuslu % ıl Hayyan'ın, Ca'fer'in 500 risalesini toplayarak bin varak tutan bir kitap yazd ığı rivayet edilir6. Üstten. ipek, alttan sof giyerdi. Süfyan- ı Seyri, onu bir kere fahir elbiseler içinde görünce hayret etmi ş : "Ey Resulullal'ın oğlu, bu senin ve babalarının elbisesi değildir" demiştir. Ca'fer ona: "Ey Sevrim, dedi, o zaman darlık zamanı idi. Şimdi genişlik zamamdır. her ş ey bol." Sonra ciibbesini açınca alttan beyaz sof görünmü ştü. " İşte, dedi, Allah için giydi ğimiz elbise budur. Bu üstteki de sizin için giydi ğimiz elbisedir. Allah için olan ı gizledik, sizin için olanı gösterdik."2 1 Sehl ibn cAbdullah, Tefsir s. 68. 2 Hucviri, Kesful-Mal ıcub, s. 45. 3 cAbdu'r-Ra'ûf al-Munhvi, al-Kavakibu'd-durriyya, I. 90, 99, M ısır, 1357 /1938. 4 Aym eser, I. 299; al-Hasanu'l-Ba şri, s. 84. 5 Aym eser; al-Kavakib, I. 99. 6 Islâm Ansiklopedisi, Ca'fer-i Sad ık Maddesi; Ibn Hallikân, Vafayatu'l-A`yrın, I. 291, Mısır, 1367 /1948. 7 Hilye, III. 193; al-Kavakib, I. 95.

46


Imam Malik'in ifadesine göre "CaYer-i Sad ık üç halde bulunurdu: Ya namaz kı lar, ya oruç tutar veya Kur'an okurdu. Hiçbir zaman, temiz olmadan. Allah'ın Resuliiııii ağzırıa almazdı . Malâyani konu şmazdı . Kendisini her gördüğüm zaman hemerı altındaki minderi bana verirdi."' Ilim ve faziletiyle herkesi hayran b ırakan Ca'fer'e gösterilen sevgi ve saygı , halife Mansur'u ku şkulandırılmıştı. Bu yüzden onu Medine'den Ba ğdad'a ça ğırtıp sorguya çekti."2 Cacfer-i Sad ık, Yunan ve Hint felsefelerinin Arapçaya çevrildi ği, felsefi okulların kurulmağa başladığı bir devirde yeti şmişti. Bu devir, Emevi ça ğının sonu, Abbasi çağının. ba şına rastlar. Devrin etkisiyle Ca<fer, yaln ız Şerif' ilimlerle yetinmemi ş , kâilıat ilimleriyle de u ğraş mıştı. Talebesi olan kimyac ı Câbir ibn Hayyn. a ş -Sfıfi at-Tar şfısi, bin. yaprakhk bir eser te'lif etmi ş , imamı n risalelerini burada toplam ıştıri. Bunların beşyüz tane oldu ğuna i ş aret etmiştik. Elbette 500 risalenin Cacfer'e ba ğlanması milbalâğalı bir ifadedir, ama onun astronomi ve astroloji ile me ş gul olduğu da bir gerçektir. Cabir, Ca'fer-i Sad ık'tan çok yararlanm ıştır. Ondan itikad ve iman, usulü ö ğrenmi ş , bunun yanında e şyanın tabiat]. ve özelliklerine ve bunlar ın birbirine kar ıştırılmasına (eczac ılığa, simyaya) dair bilgiler de alm ıştır. Muhammed Ebu Zahra, Hibetu'd-din al-Huseyni a ş -Sehristâni ad ında bir imami bilgininden. bir risale eline geçti ğini, "ad-Delâlil val-Mesa3i1" adındaki bu risalede şöyle yaz ıldığını söylüyor: "Ebu Musa Cabir ibn Hayyan aş-Sufi Ca'fer-i Sad ık'ın en ünlü talebesidir.... İmamdan ilim öğrenmek için onun belirli bir saati vard ı . O saatte imamm yan ına ondan. başkası giremezdi. Risalelerinin büyük k ısmını hocası Ca'fer'in adnı.a yazmıştır. Bunlardan kadim hat ile yaz ılmış elli risale gördüm ki onlarda Cabir ş öyle diyor: Ca'fer Aleyhisselâm bana' dedi, Ca'fer bana ifade etti, yahut da Mevlâm Ca' fer ban.a söyledi..."3 Cıfr ilmi: İmamiyye, Ca'fer-i Sad ık'ın, kazandm ış ilimler yanında tevarüs yoliyle vehbi ilimlere de vak ıf olduğu kanatindedir: "Peygamber Aleyhisselâm bu ilmi Ali'ye verdi, Ali'den Ali Zeynelâbidin'e, on.dan Muhammed Bakır'a, ondan Ca'fer-i Sad ık'a geçti. Bu ilim cıfr ilmidir" diyorlar. "C ıfr ilmi, harflerin ilmidir. Bununla ta k ıyamete kadar vukubulacak olaylar bilinir. Ca'fer-i Sad ık'tan cıfrı bildiği ve onu şöyle tarif etti ği rivayet edilir• "O, Edemdert bir kabd ır. Onda Peygamberlerin ve İsrail o ğulları bilginlerinin bilgisi vardır." İmandardan cıfra dair çok g ey nakledilrai ştir. Biz gerçi c ıfrı 1 Muhammed Ebu Zehra, al-imama' ş-şadilF, s. 77 (al-Madarik, yazma, Daru'l-Kutubi'lcArabiyye, varak 210). 2 Iiilye III. 193; al-Kavakib, I. 95. 3 al-Imamu's- Şadık, s, 101; al-Vasl'a fi nakdi cAkaidi' ş-Şica

47


bilmiyor ve onu kullanamiyorsak da Ca'fer'den gelen sözlerden anl ıyoruz ki cıfr, imamlarm bilgi kaynak.lar ındandır ve Allah' ın, onlara liâtfetti ği bir ilimdir"i. Kuleyni, al-Kafrde ş öyle diyor: "C ıfırda Musa'nın Tevrat'', Isa'n ın. Incili, enbiya ve asfiyan ın ve geçen İsrail o ğulları âlimlerinin. ilimleri, helâl ve haram ilmi, olmu ş ve olaca ğın ilmi vardır." Kuleynrye göre Ca'fer-i Sad ık, cıfr ilmi ile kayıp imamm do ğumunu ve kaybolma zamanın.1, ömrünürı ne kadar olacağını tesbit etmi ştir. Yine Kuleynrye göre: "Allah, Peygamberine bir kitap indirdi, Cibril dedi ki: Ya Muhammed, bu, senin, neciblere vasiyyetindir. Hz. Peygamber: Necibler kimdir ya Cibril dedi. Cibril: Ali ve evlâd ıdır dedi. Kitab ın üzerinde altundan mühürler vard ı. Allah'ın Resulü onu Ali'ye verdi. Ondan bir hatem ayırıp onda yaz ılaala amel etmesini emretti. Hz. Ali de onu Hasan'a verdi. Hasan. ondan bir hatem ay ırıp orıda yaz ılanla amel etti. Sonra Hüseyin'e verdi. Hüseyin de bir hatem ay ırdı. O hatemde: "Sehid olmak için kavmine git, sensiz onlara ş ehidlik yoktur, nefsini Allah'a sat" yaz ılı idi. Hüseyin, on.0 oğlu Mi Zeyn.elâbidin'e verdi. O da ondan. bir hatem ay ırdı . O hatemde şöyle yazıh idi :

((

C,'

3›.

Evine çekil, sus, yaktı" gelinceye kadar Rabbine ibadet et." O da böyle yapt ı. Sonra oğlu Muhammed'e verdi, Muhammed ondan bir hatem ay ırdı, orada: "Insanlarla konu ş , onlara fetva ver, ehli beytinin ilimlerini ve salih babalar ının doğrulu ğunu yay. Allah'tan ba şka kimseden korkma, kimse sarıa dokunamaz." diye yaz ıh idi. O da onu o ğlu Ca'fer'e verdi. Ca'fer'in kopard ığı hatemde: "Insanlara konu ş , onlara fetva ver, ehli beytinin ilimlerini ve babalarının doğruluğunu yay. Çünkü sen hirz-ü emans ın (güvendesin)" diye yazılı idi2 Işte Ca'fer hakk ında böyle rivayetler vard ır. Fakat bunlara inanmak güçtür. Ca'fer'in c ıfırla uğraşmış olduğunu kabul etsek bile böyle sözler söylemiş olmasını kabul edemeyiz. Zira gaybi Allah'tan ba şka kimse bilmez. Hz. Hüseyin'e "git şehid ol" diye bir mühür verilmi ş değildir. Resulullah'm bazı olayları haber vermi ş olması, ona verilmiş bir mucizedir. Allah' ın. bildirdiğinden başkasmı kimse bilemez. Cenab ı Hak, Hz. Paygamberin dilinden "Eğer ben gaybi bilseydim, elbette kendime çok iyilik yapardtm"3 demiştir. 1 as-Seyyid Xlüseyin Muzaffer, as- Şadik, s. 109 (al-imamu's- ŞEıdık'tan). 2 al-imamu's- Ş adık, s. 35; Musa carullah, 3 Acraf Süresi: 188.

48

fi nakdi Akaidi's-Si`a.


Bu gibi rivayetler ço ğunlukla Kuleyrd yoliyle gelmektedir. Bu adam, Ca'fer-i Sadık'ın, gûya Kur'an'da atmalar veya katmalar bulundu ğunu söylediğinden bahseder ki Murtazâ, Tûsi vs. gibi büyük imamiyye bilginleri onu tekzibetmi şler ve Ca'fer-i Sad ık'tarı bunun aksini rivayet etmi şlerdir. Cıfr fikrini imamiyyeye sokanın, Hattâbiyye olduğu anlaşılıyor, al-Hitatu'l-Makxizi'de şöyle denir: "Ilattâbiyye, Ca'fer-i Sad ık'ın, kendilerine cıfr admda bir kitap verdiğini, onda gayb ilmine ve Kur'an.'m tefsirine dair ihtiyaç duyulan. her şeyin bulundu ğunu söylerler."' Ca'fer-i Sad ık'tan. Siifyan- ı Seyri, İmam Malik, Ebu Hanife gibi büyük bilginler ilim öğrenmi ş ve hadis rivayet etmi şlerdir. Böyle bir şey olsaydı onlar da bunu naklederlerdi. Neden. onlarda böyle bir fik.re rastlanm ıyor? Zaten Ca'fer-i Sad ık fazla konu şmazdı. Süfyarı-i Seyri, Ca'fer'i ziyarete gitmiş , onun hiç konuşmadığını görünce kon.uşmasnu rica etmi ş, korıuşmadıkça kalkıp gitmiyeceğin.i söylemiş de nihayet imam ona Allah' ın. nimetine şükretmesini, şiikrün, nimetin artmasına vesile olacağını, nimet verildiği zaman da istiğfara devam etmesini, devletin zulmüne kar şı da "lâ havle velâ kuvvete illâ billâh" demesini söylemi ştir. Ebu Hanife de Hicaz'a gidip iki sene Ca'fer'in yar ımda kalmış, ondan. çok şeyler öğrenmi ş ve bu iki seneyi "Levlâ's-senetân, leheleke'n-Ndmân: iki sene olmasayd ı Nucman mahvolurdu." söziyle değerlendirmiştir. imam-ı A.'zam gibi büyük bilginlerin, önünde diz çöktüğü bu muhterem zat hakkırıda böyle asılsız iddialarııı. yayılmasıına, üçüncü as ırdaki mezheb taassubu sebebolmuştur. Bunlarm, onun. gerçek ki şiliğiyle ilgisi yoktur2. ilham: Ancak onun, riyazet ve taatiyle, ecdadu ı.dan tevarüs etti ği kabiliyet sayesinde birtak ım vehbi ilimlere vakıf olduğu anlaşılmaktadır. Örneğin İmam Zeyd'in katli üzerine Ha şimiler toplanırlar. Muhammed ibn Abdillâh'a biat etmeğe karar verirler. Cemaat aras ında sonradan Abbasi halifesi olacak olan Seffah (kan dökücü) Ebu Cafer Mansur da vard ır. Mansur da an-Nafsu'z-Zekiyye unvannu ta şıyan Muhammed'e biat eder. Fakat Ca' fer-i Sadık biat etmez. Buna canı sıkılan Muhammed'in. babası Abdullah'a Ca'fer şöyle der: "Vallahi sana ve o ğullarma kızdığımdan dolayı biat etmemiş değilim. Fakat şundan ve şundan dolayı biat etmiyorum (Mansur'u gösterirr Ruhani tecrübelerle nefsini sâfla ştuan insanlarda ilhamm. varl ığı inkâr edilemez. Hattâ bir konu üzerine dü şüncelerini teksif eden bilginlerde hazan. umutsuzluğa düştükleri sırada böyle bir halin görüldü ğü, araştırdıkları ko1 al-13itatu'l-Malsrizi, IV. 175, Mısır, 1326; al-Imamu's- Şad4, s. 37. 2 Mulıammed Ebu Zahra, al-Ima ınu's-Şadık, s. 37-39. 3 Aynı eser, s. 50.

49


nunun kalblerine do ğduğu vaki olmu ştur. Insanın bütün, bilgisi kendinden değildir. Çalışmasının ötesinde Allah' ın ilhamı da vardır. Biz buna Allah' ın tevfiki diyoruz. Bunun içindir ki Abdullah ibn Mes'ud, ictihaden verdi ği fetvalarda ş öyle dermi ş : "E ğer doğru ise Allah'tand ır, yanlış sa benden, ve şeytandand ır."1 Hz. Peygamber de ümmeti içerisinde muhaddes yani ilham edilmiş kimseleriıı bulunduğunu Buhari'de bulunan bir hadislerinde haber vermektedir. Ilham vard ır. Fakat ilhamm ve sad ık bilginin yolu, ruhani riyazetlerden, derin ara ştırmalardan geçer. Bu derin riyazet ve tefekkürlerden sonra kalbe ilham ve ke şif do ğar. İmam Ca'fer'in ilmi önce kesbi olarak ba şlamış , sonra vehbi ilimle desteklen.miştir. Bütün deliller bunu açıkça ispat etmektedir. Fakat imamiyyenin dediği gibi ilhama mazhar olan kimse hatâdan salim olamaz. Onun. her sözü muhakkak do ğru de ğildir. Ilham dışındaki sözlerde hatâ edebilir. Ashab, düşünceleriyle ictihadederler ve bazal), ihtilâfa dü şerlerdi. Ashabdan üstün kimse düşünülmediğine göre onlardan sonra gelen imamlar ın da hatâ edebilece ğini kabul etmek gerekir. Hasılı İ mam Ca'fer-i Sad ık da insandır. Imamiyyenin dedi ği gibi masum değildir. Fakat nefsini temizlemi ş, ruhen aydnılanmıştır. a. Tefsiri: Ca'fer-i Sad ık'ın, bizzat eliyle yazd ığı bir tefsir kitab ı mevcut de ğildir. Yaptığı tefsirler Sülemi'nin, Bakli'llin ve imamiyyenin tefsir kitaplarmda nakledilegelmi ştir. Süleymaniye Kütüphanesi Nafiz Pa ş a kısmı 65 n.umarada Ca'fer-i Sadık'a atfedilen bir tefsir vard ır. Ahmed ibn Muhammed ibn Muhammed ib ıı Harb, Ca(fer-i Sad ık'm tefsirlerini bir araya toplam ıştır. Ahmed bu tefsirleri Ebu Tâhir ibn Me'mun-Ebu Muhammed al-Ha ş an ilan. Muhammed ibn Hamza-babas ı Muhammed ibn Hamza-Amcas ı Ebu Muhammed al-Hasan. cAbdillâh-(Ali ibn Muhammed ibn `Ali ibn Musâ ar-R ısla-babas ı Musa ibn Cacfer-babas ı Cacfer ibn Muhammed a ş -Sadık senediyle rivayet eder. Rivayet edilen. bu tefsirler, Sülemrnin Ca'fer'den nakledilen tefsirlere uymaktad ır. Bu eser, önemlidir. Çünkü Ca'fer'in böyle bir eseri olduğu bilinmiyor. 154 varaktan ibaret olan bu yazman ın. yayınlanmasın.da yarar vard ır. Şimdi bu eserden ve diğer tefsir kitaplarmdan Ca'fer-i Sad ık'm tefsir anlay ışına bir göz atahm. 1 Ayrıl eser.

50


Ca'fer-i Sad ık'a göre "iki ki şinin ihtilâf etti ği hiçbir şey yoktur ki Allah'ın kitabında onun bir çözümü bulunmasm. Ama insanlar ın aklı ermez"1. "Allah Kur'an'da her ş eyi açıklamış , kullarm muhtac olduğu hiçbir şeyi kapalı bırakmamıştır öyle ki art ık kul, Keşke şu da in.dirilmi ş olsaydı diyeınez"2 Bu sözlerden anla şıldığı gibi Ca'fer-i Sad ık, Kur'an'da her şeyin varlığı inancından hareket etmektedir. O, bu dü şüncesini daha aç ık bir ifade ile belirtiyor: "Bu ilmin keyfiyetini bilen, yüce Allah' ın "Sana Kur'an?' her şeyi açıklamak için indirdik."3 sözünü ıl manasmı anlar ve tasdik eder ki bütün ilimler ve manalar Kur'an'da vard ır. Bunu taklidi olarak veya kulaktan dolma de ğil de yakinen tasdik eder. Zira hiçbir ş ey yoktur ki muhakkak o, Kur'an'da zikredilmi ş olmasın. Ya bizzat zikredilmi ş , yahut birtakım mukaddimeler, prensipler ve gayelerle zikredilmi ştir. Bunu ancak bütün e şyanın ilmine vakıf olanlar anlarlar."4 Ca'fer-i Sad ık'a göre Kur'an- ı Kerim'i anlıyabilmek için nasih mensuhu, has ve âmm ı , muhkem ve müte ş abihi, kesin emirleri ve ruhsatlı şeyleri, Mekki ve Medeni âyetleri, nüzul sebeplerini, müphemi, kaza ve kader ilmini, takdim ve te'hiri, mübeyyeni, derin. anlaml ıyı, zahir ve bat ını .... bilmek lâz ımdır"5 Sufiyye ve imamiyye kitaplar ında bulunan. kay ıtlara göre: Ca'fer, huruf-i mukattaayı bilmektedir. Diğer imamlar da bunlar ı bilirler. Çünkü onlar rasih Müteş abih âyetler onlar için de ğil, umum için müte şabihtir. b. Tefsirinden. örnekler: Sülemi tefsirin.de ve kendisine atfedilen eserde Ca'fer-i Sad ık'ın, huruf-i mukattacaya yapt ığı tefsirlerden örnekler çoktur. Babas ı Muhammed Bakır' dan da böyle rivayetler gelmi ştir. Ca'fer e şu tefsiri yapmıştır: "ba (

Allah'ın bekası , sin ( Q„) esmas ı , mim( (,)

makamıdır. Manas': bakam ı , isimlerimi ve makamımı anın demektir. Mü' minin imanı , Allah'ın bekas ını zikretmektir; müridin hizmeti, O'nun isimlerini zikretmesidir; ârif de Rabbm ın. makamın' zikreder. Mü'min Allah'ın bekasmı zikretmekle tevfike ula şır. Mürid, isimlerini anmakla sevgiye ula şır. 'Arif de makamın zikretmekle heybete ula şır"6. 1 abinıamu'- şadık, s. 298 (al-Kâmini, al-Musnad, 15 /1). 2 Ayııı. 3 Nahl Siiresi: 89. 4 abinıamu' ş-Şadık, s. 301 5 Aynı eser, s. 305. 6 Ca<fer ibn Muhammed a ş-ŞadılF, Tefsir, varak 2b, Nafiz Pa şa, No. 65

51


Samed'i şöyle tefsir eder: ({ _L:İ-M o beş harflidir. Elif Allah'ın inniyıı: sözüdür. Bu, yetine delildir ki bu da J> 4.; 4,J,n ,j duyularla görülemiyece ğine işarettir. Lam, Allah'm ilâlalığnıa delildir. Elif ve lâm id ğam edilmi ş olduklarından dil ile söylenmezler, kulakla duyulmazlar, yalnız yazıda belli olurlar, Bu da Allah' ın, gizli lütfiyle tanrılığıam delildir. O, duyularla idrak edilmez, dil ile söylenmez, dinleyerıin kulağına gelmez. Ciiıakü ilâhın tefsiri şudur: O, öyle bir zatt ır ki halkı kendi mahiyyet ve keyfiyetiııi kavramaktan alıkoydu. Hayır, vehimleri de duyular ı da yaratan O'dur. Elif ve lâm ın yazıda görünmesi, halkı en. güzel bir şekilde yarat ıp lâtif ruhlarını kesif bedenlerinde terkibetmesinde görünmesine delildir. Kul, kendisine baksa ruhunu görmez, nas ıl as-Samed'in lâmı görünmez ve duyulmazsa. Ama yaz ıda o gizli olan şey meydana çıkar. Kul da ne zaman yarat ıcırun mahiyet ve keyfiyetini dü şünse hayrete dü şer. O'nu hiçbir surette düşünemez. zira suretleri O yaratm ıştır. Fakat kul, yarat ıklara halunca anlar ki bunları yaratan, ruhlaruu bederderiyle birle ştirip te'lif eden O'dur. Sad (04) ise Allah'ın sıdkma, söziiniin doğruluğuna, kullarnu doğruya davet ettiğine, doğruluğa doğruluk va'detti ğine delildir. Mim (Ç, ) mülke dir. O, gerçek meliktir. Yok olmamıştır ve olmayacakt ır. Dal ( ) mülkün devamına delildir. O devaml ıdır Yarat ılmaktan ve yok olmaktan münezzehtir. O Allah'tır ki kâinatı yaratmıştır. Her şey O'nun yaratmasiyle olmuştur." 2 Bu tefsirin Muhammed Bak ır'a veya Ca'fer'e aid olmad ığı açıktır. önce mürid tabiri hen.üz o zaman. kullamlma ğa başlamadığı gibi Bâkır devrinde Arapçaya girmemi§ olan tabirler vard ır. Örneğin zat anlamına gelen "inniyyet", hakikat marıasnıa gelen. "mahiyyet", hal man.asnıa gelen. "keyfiyyet" kelimeleri üçüncü ve müteakib as ırlardaki ilmi çalışmalar son.unda doğmuştur. Aynı zamanda bu tefsir, Sülemrnin Hakaik'inde ba şka sufilere de atfedilmiştir Vslûptan, sonraki ça ğların mahsulü olduğu gayet vaz ıhtır. Kur'arı'da yazı değil okunuş önemlidir. Zira Kur'an., vahiy ile Hz. Muhammed'in kalbine inmi ş ve o zaman Araplar ın kullandığı yazı ile yazılmıştır. Muhakkak ki yazı zamanla tekâmul etmi ş, de'ğişiklik göstermiştir. önemli olan, konulan i şaretleriıı , gelen vahyin ses tonunu verebilmesidir. Yoksa onun harflerinin. say ısı önemli değildir. Faraza Samed(2,211)in. yanlış' değişse de yine ayru şekilde telâffuz edilse mana yine ayn ıdır. Söz gelimi Lâm1 :Abi İmran Sılresi: 18. 2 al-İmilmu'ş-Ş adık, s. 309 (al-Ki:Mıhı?, al-musned, 44, 45/1).

52


sı z olarak (e-t...:,41)yaz ılsa ve eskisi gibi okunsa mana yine aynıdır. Çünkü Kur'an yaz ı değil, lâfızdır. Hattâ Hz. Ebubekir, ilk zamanlarda Kur'an' ı bir kitap halinde toplamay ı bile tereddütle kar şdamıştı. O, vahyin kitap haline gelip gelmiyece ği konusurıda endişe ediyordu. Allah kelâm ı n.asıl yazıya s ığardı ? Hasıh Ca'fer-i Sad ık'tan gelen baz ı tefsirleri epey ihtiyath kar şılamak gerekmektedir. Besmelenirt âyet oldu ğu kanaatinde olan' Ca'fer-i Sad ık, şu tefsiri yapmıştır: "Ba ( ) Allah' ın. bekas ı, sin

esması, mim (<,) mülkü veya

makamıdır. Mü'minin imanı , O'n.un bekas ım anması , müridin hizmeti esmasını anması, ârifin. zikri de mülkten fani olup malike geçmek, Allah' ın makammı arımaktır..."2 "Allah(4:11J)dört harflidir. Elif(I)at-Tevhid elifidir. levhidir, hâ

lâm al-fehm ( Get,)

levhidir. Ikinci lâm an-NubuvveQi_:;„J)

ise iş arette son mertebedir. Allah öyle tek bir isimdir ki

hiçbir şeye bağlanmaz, her şey O'na ba ğlanır, Yani O, öyle bir ma'buddur ki yaratıklar O'nun mahiyyetini ardamaktan, keyfiyetini kavramaktan hayrete dü şmüştür. O, gözlerden, vehimlerden gizli, azamet ve celâliyle idrak edilmekten perdelidir.'" ( ) : Elifte Allah'm şu sıfatları vardır: 1) Iptidâ: Bütün. yarat ıklar! yaratma ğa Allah başlamıştır. Elif de bütün harflerin başıdır. 2) Istiva: Allah âdildir, dosdo ğrudur, zulmedici değildir. Elif de düzdür. 3) infirad: Allah tektir, elif de tektir. 4) Yaratıklarm. Allah'a bağlanması : Yarat ıklar Allah'a ba ğlıdır, hepsi O'na muhtaçtır. Elif de öyledir. Bütün harfler elife muhtaçt ır. Elif harflere bitişmez, harfler elife biti şirler. 5) Sonradan olanlara benzememek: Allah bütün s ıfatlariyle yarat ıldardan başkadır. Elif de di ğer harflerden ba şkadır, onlara benzemez. 6 ülfetten. alınırsa: Nas ıl Allah yaratıklarm ülfetine, birbiriyle birle şip kaynaşmasma sebep ise elif de harflerin birbirine biti şip kelime yapmalarına sebeptir.4 1 Tabrasi Meemecu'l-beyibı, I. 19, Tahran, 137. 2 Cacfer-i Şadık, Tefsir, varak 2b. 3 Bak% cAr'is, I. 5. 4 Tabrasl, Maemacu'l-bayan, I. 32-33.

53


: Allah Adem'e bütün isimleri a ğretti",

Cfr:f-5.«

âyetinde Ca'fer şöyle diyor: "Yani bütün velâyet isimlerini, saâdet velâyetini, şekavet velâyetini ö ğretti, sonra bunlar ı velilik iddiasın.da bulunanlara sorup "E ğer velâyet sahibi iseniz velâyet ilmini bana haber verin" dedi. Cevap vermediler. Allah Adem'e üç ş ey ikram etti: ilim, nur ve kabul. ilimle Allah katında tevbesi ınakbul oldu"2

ocs

«...

C4115b:

şeytan onları oradan kaydırdı, içinde ya şadıkları cennetten ç ıkardı ; dedikki : birbirinize düşman olarak yere inin"3 âyetinde şöyle diyor: "Düşmanhk, hidayete ayk ırı gitmektir. iblis düşmanlığın' izhar etti, babam ız A.dem Aleyhisselâm da hidayetini gösterdi. Rabbinden yak ınlık ve Allah ile beraber olma kelimelerini buldu."4 Burada kurb ve üns mafallah kelimeleri, mutasavvıfların fena fillah beka billah makamlar ına iş arettir.

I

ıı

O

Iiit;

:Dediler ki : Bizim için Rabbine dua et."5, "Kalbi

Allah sevgisinden dönen kimseyi Allah hidayetinden ve korumas ından uzaklaştırır, onu rablığı sıfatlarından azleder, artık o kimse ne Rabbine bir yol bulabilir, n.e de O'nun. kap ısına bir delil, i şinde zelil, Allah'ın. dininden de azledilmiş olur."' Ca'fer'e göre (<

j

deki nun, ezeliyyet nun.udur. Allah onda bü-

tün nurlar ı toplamı§ ve yaratm ıştır. Bu nur, Muhammed (s.a.v.)in nurudur". Ca'fer-i Sad ık'tan. gelen rivayetlerde e şyayı insana benzeten. antropomorfizme kaçan te'viller de vard ır. Meselâ: (<

j

:

Biz Ev'i insanlar için sevap kazanma ve güven yeri yap-

tık.'" âyetinde şöyle diyor: "Burada, Ev, Muhammed Aleyhisselâmd ır Ona in.anan, on.un Peygamberliğini doğrulayan. güvenli ğe kavu şmuş olur."9. Başka bir kavle göre ş öyle demiştir: "Ev Allah' ın yer yüzündeki andidir. Kim 1 Bakara Sûresi: 31. 2 Gacfer-i Sad ık Tefsir, varak 6b. 3 Bakara Sûresi: 36. 4 Cacfer-i Sad ık, Tefsir, varak 7a. 5 Bakara S ııresi: 68,. 6 Cacfer-i Sad ık Tefsir, 8b. 7 Sülemi, Hakû'ik, varak 27a, Fatih, 262. 8 Bakara Sûresi: 125. 9 Süleınis, I-Jakû"ik, varak 12b.

54


ona girerse Allah' ın andi içine girmi ş gibi olur. Geri duran da Allah' ın, ahdinden geri durmuş olur"

- -

: Gecenin ve gündüzün de ğişmesi..." âye-

-

tinde: "Gece akıl, gündüz ma'rifet, denizlerde seyreden. gemi kalb, deniz ma'rifetullahtır. Akılh olan minnette otlar, ârif olan ru'yet bahçesinde otlar."2

,

.

Llı

: İnsanlar(..J" dan kimi Allah'tan başka putlar edinir." 3 âyetinde de s ıddiklerin putları, ayak sürçmeleri ve vesveseler oldu ğunu söylüyor.' T,>(..1°51

((

1 : Esip savuran rüzgârlara andolsun."5 "Dört

z

türlü rüzgâr vard ır: Zahir rüzgâr ı, bâtın rüzgârı, bâtın ın bâtını rüzgârı , keramet rüzgâr ı Zahir rüzgâr ı bedenlere esti ği zaman onları Rahman'a itaat için hareket ettirir. Bât ın rüzgârı göğüse eserse onu irfan (yüksek bilgi) menzili yapar. Bâtının, bâtını rüzgârı kalbe esti ği zaman. onu iman, kona ğı yapar. Keramet rüzgâr ı fuâda (kalbin özüne) esti ği zaman 013.0 ihsan konağı yapar. Mü'min, Rahman' ın rızasiyle bu menziller aras ında dolaşır"6

o 4.,,U1

°•

A 0

°

j

1I

ıı ••

Muhakkak ki Safâ ile

Merve, Allah' ın işaretlerindendir." "Safâ, muhalefetlerden aman. ruhtur. Merve, efendisine hizmette mürüvvet kullanan, nefistir." Bu tefsirlerin ço ğunun Ca'fer'e iftira oldu ğu açıkça bellidir. Zira Ca'fer zamanında henüz tasavvuf terminolojisine girmemi§ olan fena fillah, beka billah gibi kelimeler vard ır. Bu tefsirler, hieri üçüncü ve dördüncü asrm damgasını taşıyor. Tabii Ca'fer-i Sad ık, bazı zühdi manada işari tefsirler yapm ış tır. Bu yüzden. mutasavv ıflar aras ında baz ı anonim tefsirler hemen Ca'fer'e bağlanmıştır. Bu tefsirlerin hepsi Ca'fer'in olmasa bile onun, bu tür tefsirlere yön, verdi ği inkâr edilemez. 3- Süfy6n ibn Saqd a'g-gevri (97-161 /715-778): Tebeu't-tâblin'in ileri gelenlerinden olan Süfyan, K6fe'de do ğmuştur. Babası , Kûfe'nin, sa ğlam Hadisçilerinden olan, Said'dir. Annesi de zühd ve 1 Ca`fer-i Sadık, Tefsir, varak 9a. 2 Aynı eser. 3 Bakara Suresi: 165. 4 Ca`fer-i Sadık, anılan ayetin tefsiri. 5 Zâriyat Sûresi: 1. 6 Cacfer-i Sad ık, anılan ayetin tefsiri varak 115 a. 7 Bakara Sûresi: 158. 8 Sülemi, I-Jakaik, varak 13b.

55


takva sahibi bir hanımdır. ıbnu'l-Cevzi ve al-Munâvi, Süfyarı'm annesini salihe kadınlar aras ında sayarlari. Süfyarı'm doğum tarihi ihtilâfhd ır. 95 (713), 96 (714), 97, (715) ve 99 (717-18) yıllarında doğduğu söylenir. Vakidi 97 (715) y ılında doğduğurıu söyler ki erı kuvvetli ihtimal de budur. Buhari de bunu kabul etmi ştir2. 161 (778) yılının. şa'ban. ayında vefat etmi ştir3. Süfyan da babas ı gibi K.Cıfe'nin meşhur âlinderin.den hadis ve fıkıh 'öğrenip bir din bilgini oldu. ünü Islâm dünyasına yayıldı. Kendisinden hadis öğrenmek için her taraftan Ktıfe'ye akın ederlerdi. Talebeleri arasmda me şhur Su'be, Imam Malik ibn Enes, Yahya ibn Said al-Kattan, Abdurrahman al-Avzâei, Abdullah ibn. Mubarek, Süfyan ibn Uyeyne ve ba şkaları vardır. Kuvvetli bir hafızaya malikti. I şittiği her sözü ezberlerdi. Kendisinin şu sözü meşhurdur: "Kalbime hiçbir şey koymad ım ki ban.a hiyanet etsin."4 Silfyanın. hadisteki derecesinin yüksekli ğini anlamak için Şu'be, Ibn Uyeyne, Ebü :Asım, /bn Main gibi talebelerinin• "Süfyan Hadiste emirül-mü'minindir" dediklerini hat ırlamak yeter. Varaka ibn Ömer, Vaki' ibn. al-Cerrah gibi talebeleri de onun için: "Süfyan, kendi gibisini görmedi." demi şlerdir. Imam Malik de şöyle demiştir: "Irak, ön.ce para ve elbise ile bize övünürdü. Süfyan geldikten beri ilimle de övün.me ğe başladı" Hadisin yanında fıkha da son derece valuft ı. Kıyasta emsalinden üstün, rey ve ictihadda me şhur olmuştu. ictihadları , fıkhi bir mezhep olarak be şinci asra kadar ya şamıştır Hamdun ihrı Ahmed al-Kassar gibi baz ı büyük mutasavvıflar bu mezhebin saliki olmu şlardır6. Ilk sufilerden olan Süfyan, zamanının en zahidlerinden biri idi. O da Hasan-ı Basri gibi daima cehennem kaygusu çekmi ş , geceleri kalkm ış , ağlamış : "Cehennem, cehennem! Cehennemi hat ırlamak, beni uykudan ve şehvetlerden alakoydu" diye ba ğırmış , her konu şmasmda mutlaka ölümü artmıştı'. Kuteybe ibn Said «mı için: "Seyri olmasyd ı takva ölürdü" demi ştir3. 1 Ibnu'l-Cevd, Sıfatu's-Safva, III. 116, ljaydarâbüd 1355; al-Kavakibu'd-durriyya. I. 82; Tehzib, IV. 452 ve X. 28. yatu'n-Nildiya fi TabalFati'l2 al-Carh, I. 222; Semsu'd-din Muhammed al-Cezeri, lurrâ, I. 308, Mısır, 1351/1932. 3 Tafsiru'l-R.ur'iini'l-Kerim, cAli cArsi'nin önsözü, s. 30; al-Cezeri, GEıyatu'nNihaya, I. 308; at-Taribu's-Sagir, s. 286. 4 TeZkiratu'l-Buffaz, I. 191. 5 Sülemi, Tabalgıt. s. 114; Ibnu Vafayrıt, II. 127; ŞeZerat, I. 251. 6 Ayni eserler. 7 al-tIatibu'l-Ba ğdkli, Bağdad, IX. 156, Mısır, 1349/1931. 8 Süfyan-i 9evri, Tefsir, cAli cAr şrnin önsözü, s. 96.

56


Ebu Halid diyor ki: Bir gece Siifyan yedi, doydu -ve dedi ki: "E şeğin yemi fazla verilirse daha çok çalışır"." Süfyan, tam bir zühd hayat ı yaşamıştır, ama onun zühdü görünü şten ibaret kuru bir zühd de ğil, ruhunun derinliklerine i şliyen duygulu, coşkun bir zühddür. "Dünyada zühd, arzuyu k ısmakla olur, kaba yemek, aba giymekle olmaz." demi ş tir.2 Tasavvufta özel bir yolu (tarikati) oldu ğu rivayet edilir. Sülemrain, Tabakat'ta açıkladığın.a göre Ebu Muhammed Abdullah ilan Hubayk, Seyri' tarikatine mensuptu. İmam Ebu Hanife gibi ticaret yap ıp rızkım temin etmi ş , valilerden, sultanlardan hiçbir şey almamıştı. Takva sahibi bilginle; sultarıların ve vaMarin, ellerindeki mallar ın. devlet hazinesine aid olduğuna, onların bu mah şeriat° aykırı olarak sarfettiklerine kani idiler. Onun için Siifyan onlardan hiçbir şey kabul etmemi şti. Mekke valisi Muhammed ibn. Ibrahim al-Hâ şimrnin gönderdiği iki yüz dinarı geri çevirmi ş, Dınu Uyeyne'nin: "Helâl de ğil mi?" sorusuna: "Helal ama zelil olmak istemiyorum" cevab ını vermi şti.' Kendisine teklif edilen. küfe kad ılığını reddetmi ş, zulüm üzerine kurulu bir hükümetin emri ııde çalışmak istememişti. Çünkü art ık o zamarıda fikir hürriyeti kalmam ıştı. Valiler, sultanların iş aretlerine göre hükmediyorlardı. Bundan dolayı Siifyan: "Allah' ın indirdiğiyle hiikmetmiyen kimse(ler) zalimlerdir"4 âyetindeki tehdid alt ına girmek istemiyordu'. Hükümeti eleştirmekten. çekinmedi. Bu yüzden Ebu Ca'fer'in takibine maruz kaldı , Mekke'ye kaçtı, orada hapsedildi, as ılması için de emir verildi. Fakat bu emir yerine getirilmeden Ebu Ca'fer öldü, Süfyan. da serbest b ırakıldı. Sonra Halife Mehdrnin teklif etti ği Küfe kadılığıni kabul etmeyip kaçtığından bu halife ile de aras ı açıldı. O da Süfyan' ı takibettirdi. Süfyan Mekke'ye, daha sonra Basra'ya kaç ıp gizlendi. Gizlendi ği yerde Basra'nın hadisçilerine hadis dersleri verdi ve 161 (778) de orada öldü6. Süfyan iki defa evlenmi ş , birinci karısından bir çccu ğu olmuş ve kendi hayatında ölmüştür. Basra'da gizlendi ği sırada evlendiği karısından da çocuk almamıştır. Zaten ken.disi çocuk istemiyordu. Çocuk, ibadetine mani olur diye düşünüyordu7. 1 Tarihli. Ba ğdad, IX. 156. 2 Tefsirinin önsözü, s. 92. 3 Aym eser, s. 114. 4 Maide Süresi: 45. 5 Tefsiru'lur'an, s. 23. 6 Ibnu Sacel, Tabaküt, VI. 258; Tefsiru'lur'âni'l-Kertm, s. 30. 7 Tefslru'l-Rur'âni'l-Kerim, s. 31 (Tehz1b, I. 370).


a. Tefsiri: Çağının büyük müfessirlerinden olan Süfyan- ı 'Seyri, Kur'an ilimlerine cidden geni ş vukuf sahibi idi: "Bana ibadetten ve Kur'an'dan sorun, çünkü ben. bu ikisini iyi bilirim" demi ştir'. Tefsirde rivayet yolunu seçmi ştir. Kur'art' ın. tamamıııı değil, müşkil âyetleri tefsir etmi ştir. Ona göre Kur'an tefsiri dörde ayr ılır: 1) Bir tefsir var ki Araplar bilir, 2) Bir tefsir var ki herkesin. bilmesi gerekir, 3) Bir tefsir var ki bilgirıler bilir, 4) Bir tefsir de var ki Allah'tan ba şkası bilmez. Kim bildiğini söylerse o yalan söylemi ş olur."2 Sevrrnin bu sözünde tasavvufi bir anlam sezilmektedir. Seyri, Kur'an' ı harf harf ve âyet Ayet tefsir eden.leri be ğenmez. Buna cesaret edenlere ş aş ar. Ona göre tefsir ilmi dört ki şiden alınmalıdır: Sa<id ibn Cübeyr, Mücâhid, cikrime ve Pahhak3. Süfyan birçok kitaplar yazm ıştır. Bunlar ibnu'n-Nedim'in. Fihristinde ve tezkire kitaplar ında zikredilir. Kâtip Çelebi, Sevrrnin tefsirinden bahseder. Fakat kendisi bunu görmemi ş , 9a`lebi'rxin rivayetine dayanm ıştır4. Bu tefsiri <Askalâni de zikretmi ştir5. Süfyan, tefsirini Pahhak'ten nakleder. Kendisinden de Ebu Huzeyfe Musa ibn Mes'ud rivayet etmi ştir. Bu tefsirin yar ım bir nüshasım Imtiyaz Ali Arşi, Rampur'da bulmu ş ve bunun Süfyan'a âit tefsirin bir cüz'ü olduğunu isbat eden. bir önsözle beraber yaymlam ıştır. Bulunan nüshan ın başı ve sonu eksiktir. Süfyan, sistematik olarak tefsir yapmad ığı için ne kadar eksik olduğu belli değildir. <imrân, Nisa), MâiBu nüshada şu sureler tefsir edilmi ştir• Bakara, de, Encam, Acraf, Erıfâl, Berâ'e, Yânus, 11-ad, Yfısuf, Ra(d, ibrâhim, Nahl, Isrâ, Kehf, Meryem, Tâhâ, Iktaraba, Hacc, Mu'minün, Nar, <Ankebut, Rılm, Lokman, Secde, Alızâb, Sebe', Melâ'ike, Yasin, Ş âffa, Ş âd, Zümer, Mü'ınin, Secde, Hâmim (Ayrı sin kaf (Ş ûrâ), Zuhruf, ea-giye Ahkâf, Fetih, Hucurât, Kaf, Zâriyât, Tfir. Bu kırk dokuz surenin tamam ı değil, bazı âyetleri kısa kısa tefsir edilmiştir. Tamamen rivayete dayanan bu tefsir, at-Tafsir bi'l-Me'sur türüne girer. Süfyan'ın devri, tasavvufun kurulu ş devridir. Onun için tefsirin.de felsefi 1 Tefsirin iinsözü, s. 116-117. 2 Tabert. Cami`u'l-bayan, I. 34; Tefsiru'l-Iur'ön, s. 16. 3 Aym eser. 4 Keşfu'z-Zunun, II. 357, /stanbul, 1362 /1943. 5 cAskalâni, Te13.21b, IV. 159, klaydaraMd, 1325.

58


fikirlere rastlanmaz. İlk tasavvuf ça ğının karakteri olan birr ve takva yönü göze çarpar. b. Tefsirinden örnekler: „

ı

al;

Namaz, hu şu edenler-

.e;

Okı; :t;I:J

den başkasına ağır gelir".' âyetinde Müeahid'den naklen bunlar ın "gerçek mü'minler olduklar ını" söylüyor2

-Z--<5.14.::.1*

: Ellerinizle kendinizi teh-

;_..¢:15„;

*

likeye atmay ın.'" âyetinde: "Bu, sava ş hakkında de ğildir, Allah yolunda sarf hakkındadır. Düşmanla kar şılaştığın zaman sava ş"4 diyor. • 9 •

:5!•

9

'‘'.)

« ..„

• ."

ı

j • Ihsan edin, AUah ih-

san edenleri sever'" âyetinde: "Baz ı ş eyhlerimiz, Allah'a güzel zan besleyin diye tefsir etmi şlerdir" diyor'. s

3.P.•

s

1).2.:11

,)!

C, : Ey inananlar, Al-

lah'tan gereği gibi korkun"7 âyetini "Gereği gibi korkmak, itaat edilip isyan edilmemek, ş ükredilip n.ankörlük edilmemek,' zikredilip unutulmamak" şeklinde tefsir etmi ştir ki bu tefsir, Sülemrnin Hakaik'inde de vard ır. ,51..

Uft, : Bu, insanlara bir açık-

,

41.2-P j_,4 .3 (.5 -L> j

âyetinde Ş a'brden şu tefsiri rivayet ediyor: "Körlükten. kurtarıcı açık.lama, sap ıklıktan do ğruya sevk etme, cehaletten kurtulma ö ğütü"9. s ((

-

.s.

;I

s

e

,

L, : Ey Meryem Rabbine

nülden boyun eğ, secde et.'"° âyetinde: "O kadar namaz k ılardı ki ayaklar ı şişerdi" " diyor. 1 Bakara Süresi: 45. 2 Tefsiru'l-Iurûn, s. 15. Taberi de bu tefsiri Mücûhidden rivayet eder. Bkz. I. 260. 3 Bakara Sûresi: 195. 4 Tefsiru'l-Rur'an, s. 19. 5 Bakara Sûresi: 196. 6 Tefslr, s. 19. 7 Ali charan Sûresi: 138. 8 Tefsir, s. 39. 9 Tefsir, s. 30. 10 Ali <İmran Sûresi: 43. 11 Tefsir, 36.

59


«

,:x5ı

: Onlar ki altun ve gümüşii

y ığ arlar, onu Allah yolunda harcamazlar. İşte onlart act bir azap ile müjdele." "âyeti indi ği zaman bu, muhacirlere güç gelmi şti, dediler ki "Ne edinelim?" Ömer: "Ben. size soray ım, ne edinelim?" Ve Hz. Peygamber'e sordu. Peygamber buyurdu ki: "Zikreden. bir dile, şükreden bir kalbe ve dininizin emirlerini yerine getirmekte size yard ımcı olan salih bir kadına sahib olun." 2 5o

_

.. 4:AA- 4±..1..3

.;(1)

: Ayetin.deki mutavassimin

kelimesini "muteferrisin" diye tefsir eder'. İbnu Abbas'tan rivayet ediyor: "Kâf j1) kebir, hâ ,16 ) hâdi, `ayn

(1 )

aziz, şâd

) sâd ık."4

A`meş , Minhal ibn. eAmr yoliyle Abdullah ibn al-Haris'ten. rivayet ediyor: "Peygamberlerden biri vard ı, "Kim kızmıyacağını bana tekeffül ederse o, cennette benim derecemde ve benimle beraberdir" dedi. Bir gen.ç kalkt ı, "Ben tekeffül ederim" dedi. Peygamber "Sen otur dedi Ikinci defa söyleyinee yine o genç kalktı. Peygamber "Sen. otur" dedi. üçüncü söyleyi şinde de o genç kalkınca peygamber "Peki o halde" dedi. Sonra Peygamber öldü, o genci yerine bıraktı. Gerıç kavini aras ında hükmediyor ve hiç kızmıyordu. Iblis ona ne türlü düzen kurdu ise de onu bir türlü k ızdıramadı. Bir gün, günün sıcağında insanların davalarım halletmiş , içeri girmişti. Oruçlu idi. Iblis gelip kapıyı çaldı , işini halletmesini istedi. Bu genç, onun i şini halletmek için birini gön.derdi. Iblis gitti, yine döndü, i şinin halledilmediğini söyledi. Gen.ç ba şka birin.i gönderdi. Iblis yine dönüp geldi, onun. da i şini halletmediğirıi söyledi. Bu defa gen.ç kendisi kalkıp İblis'in elinden tuttu, i şini görmek için çar şıdan giderken Iblis yolda kaçt ı. Hiç kızmadığından dolayı o gence Zü'l-Kifl (tekeffül eden) dendi."5 Süfyan. Müeahid'den. naklediyor: Davud (A.) seede ederek bay ılıp düşünce akan. göz ya şlarından ot bitti. Nida edildi ki: Ey Davud aç m ısın ? Sana yedirelim. Susuz musun? Sana su verelim. Ç ıplak mısın ? Seni giydirelim" Davud bakt ı ki günahmdan bahsedilmiyor, titreme ğe başladı. O derece ç ırpın.dı ki uzuvları yerinden kopacak oldu. I şte o zaman, ba ğışlandı."6 1 Teybe S ıiresi: 34. 2 Tefstr, s. 83. 3 Tefsir, s. 119. 4 Aym eser, s. 139. 5 Aym eser, s. 161-162. 6 Aym eser, s. 218.

60


Bu tefsirlerden tasavvuf kokusu gelmektedir. Bunlar, rublann.da derin günah şuuru duyan, nefsi bütün kötülüklerin anas ı gören mutasavvıflarm anlayışım yansıtan tefsirlerdir. 4—cAbdullah ibn Mubörek (181/797): Babası Türk, annesi Harizm'li olan bu bilgin, yüksek zekâ sahibi, haf ız, zahid bir insand ı. Hakkında birçok güzel menkibeler anlat ılır. Süfyan-i Seyri' den, Malik ibn Enes'ten fıkıh öğrenmiş , İmam Malik'ten Muvatta' ı rivayet etmiştir. Yayba ibn. Main, Ahmed ibn Hanbel gibi büyük bilgialer ondan hadis rivayet etmi şlerdir. Ticaretle me ş gul olur, gelirini geniş ölçüde fakirlere dağıtırdı. Bir yıl hacca, bir yıl gazaya giderdi. Çok seyahat eder, halvete çekilip ibadet ve taatle me şgul olurdu. Çok ibadeti yan ııııda faydah eserler de vermi ştir. ibnu Hanbel: "Zaman ında İbnu'l-Mubarek'ten daha çok ilim arayan birini görmedim" demi ştir. Onun zühd ve irfanı, kendisine "imamulMüslimin" unvanını kazandırmış, Fudayl ibn İyad onun için: "Gözlerim Ibnu'l-Mubarek gibisini görmedi" demi ştir. Hocası durumunda olan Süfyan-i Seyri de: "Bütün ömrümü İbn.u'l-Mubarek'in üç gününe veririm" söziyle ona karşı takdirini izhar etmi ştir. Ibnu'l- İmad, onun Sevri'den. daha bilgili, ilimde, zekâda, cihadda, cömertlikte ba ş olduğunu söylüyor. 63 yıl yaşıyan Abdullah ibn Mubarek, bir rivayette seyahatten dönerken, bir rivayete göre de gazâdan dönerken Irak şehirlerinden Ilit'te ölmü ştür. Kabri Hit'te ziyaret yeridiri. a. Tefsiri: fi Tefsiril-Kur'an adli iki ciltlik bir tefsir Abdullah ibn Mubarek, yazmıştır2. Bu tefsirin Süleymaniye'nin Ayasofya k ısmında bir nüshası mevcuttur. Birinci cild Kehif suresiyle sona ermektedir. Bu nüsha, 585 (1189) da Hıdır ibn Muhammed tarafından. istinsah edilmi ştir. Bu tefsir, rivayet metodiyle yazılmış özet bir eserdir. b.

Tefsirinden örnek:

«

J

'1431

°• : Allah'a (.7" -3 •

ve Peygambere itaat edenler ; Allah'ın, nimetine mazhar k ıldığı Peygamberler, sıddikler, şehidlerle beraberdir. Onlar ne güzel arkadaştır." âyetine şu tef. siri yapmıştır. "Bu âyet, Allah'ın Resulü (s.a.v.)in mevlâsı Sevban hakkında nazil olmuştur. Sevban, Resulullah' ı çok severdi, ondan ayr ılmağa dayan.amazdı. 1 Şe«erât, I. 295-97. 2 GAL, I. 191, S. 334. 3 Nisa S6resi: 69.

61


Allahın Resulü bir gün Sevban' ın rengini değişmiş gördü. (sebebini sorunca) Sevban dedi ki: "Ya Resulâllah (âhirette senin derecen yüksek oldu ğu için) sen.i göremiyece ğimden korkuyorum". Bunun üzerine Allah onun kerametini anarak dedi ki• "Kim (farzlarda) Allah'a, (sünnetlerde) Resule itaat ederse işte onlar, cennette Allah' ın nimetine mazhar k ıldığı Peygamberlerle (Muhammed ve di ğer Peygamberlerle), s ıddiklerle (Muhammed s.a.v.in üstün sahabileriyle), (Allah yolunda şehidedilen) şehidlerle ve (Muhammed s.av. in ümmetinin iyi kişileri olan) salihlerle beraberdir. (Cennette) onlarla arkada ş olmak ne güzel ş ey dirn Bu tefsirle Allah korkusunun yava ş yavaş Allah sevgisine kaydığı sezinlenmektedir.

1 cAbdullah ibn Mul:Irek, el No. 221/2.

62

fi Tefsiıri'l-R.ur'ân, Süleymaniye, Ayasofya k ısmi,


IKINCI BÖLÜM

İŞARİ TEFSİRİN ALLAH AŞK' VE FENA FILLAH DÜŞÜNCESI ALTINDA GELI ŞMESI A— ISARI TEFSIRIN SISTEMLESMESI Buraya kadar yazd ıkları:Iraz, tasavvufun kurulu ş safhasında muhtelif âyetler üzerine yap ılan ve genellikle şifahi yolla naldedilen tefsirlerdir. Bu tefsirler yava ş yavaş derlenmeğe başlamıştır. Ba şlangıçta yalnız bazı âyetlerin iç manaları aranırken gittikçe her âyetten nice manalar ç ıkarma akımı kendini göstermi ş ve nihayet Kur'an' ın manasm ın sonsuz oldu ğu hükmü yerleşmiştir. "Sana kitabı, her şeyi açıklamak için indirdik"i, "Her şeyi ap açık bir kitapta sayclık.",2 "Hiçbir şey yoktur ki onun hazineleri bizim yan ım ızda olmasın. Biz onu ancak belirli bir kaderle indiriyoruz".3 gibi âyetlere dayan ılarak her ş eyin Kur'an'da mevcud oldu ğuna hükmedilmi ştir. Sehl ibn Abdillâh der ki: "De ki : Rabbimin kelimelerini yazmak için deniz mürekkeb olsa,

Rabbimin kelimeleri tükenmeden deniz tükenir. Bunun bir mislini daha getirmi ş olsak (yine Rabbimin kelimeleri tükenmez)"4 âyeti münasebetiyle şöyle diyor: "E ğer kul, Kur'an'ın her harfine bin mana yerse, yine Allah' ın o harfte bulunan ilminin sonuna varmış olmaz. Çünkü Kur'an Allah' ın kelâmıdır. Kelânn, Allah'ın sıfatıdır. Nas ıl Allah'ın sollu yoksa kelamm ın da sonu yoktur. Ancak Allah, velilerinin kablerine ne kadar ını açmışsa o kadarını anlıyabilirler. Allah' ın kelâmı yaratılmış değildir. Yaratılanların anlayış ve akılları onun sonunu bulamaz" 1 Nahl Sûresi: 89. 2 Yasin Sûresi: 12. 3 Iiier Sûresi: 21. 4 Kehf Sûresi: 109. 5 Sehl,

s. 60; Serrac, al-Luma', s. 107.

63


Ebu Sacid de şöyle diyor: "Allah' ııı kitabmda her harfin üzerinde ne kadar durursan, anlayışın o kadar artar. Her harften ayr ı ayrı manalar anlarsın." Ebu Süleyman ad-Darâni de ş öyle diyor: "Bazan bir ayet üzerinde beş gece dururum. E ğer kendim onun üzerinde dü şünmeyi birakmasam, mananın sonu hiç gelmiyece ğinden ebediyyen ba şka âyete geçemem. Öyle âyet de gelir ki akıl, manasmı anlamaktan uçar gider."' Sufilere göre bu sonsuz manay ı anhyabilmek için her şeyden önce Kur' an'ın zahiriyle amel etmek gerekir. Kur'an ile amel edip huzur-i kalb ile Kur' an okunursa anlayış ve istinbat do ğar. Serrac'a göre Kur'an' ı kulak vererek huzur-i kalb ile dinlemek üç ş ekilde olur: 1) Önce Kur'an' ı Peygamber'den dinlermi ş gibi dinlemek, 2) Sonra Hz. Peygamber'in, Cebrail'den dinledi ği gibi dinlemek, 3) En sonunda da Cebrail'in Allah'tan dinlediği gibi dinlemek. Sufilerden biri "Her âyetin altm ış bin manas ı vardır, bu manaların ötesinde kalan manalar daha çoktur" derken bir di ğeri: "Kur'an yetmi ş yedi bin ikiyüz ilim ibtiva eder. Çünkü her kelimenin bir ilmi vard ır. Sonra bu, dört katına çıkar. Zira her kelimenin. bir zahiri, bir bat ını, bir haddi ve bir matla'ı vardır" diyor2. Daha sonra gelenler bununla da yetinmemi şlerdir. Sa`rani, hocas ı cAli. al-ljavaşş'ın, yalnız Fatiha'dan 240999 ilim ç ıkarabileceğini naldeder3.

İşte bu inançla her ayetten manalar ç ıkarmak için uğraşmalar ba şlamış, zevk haline göre verilen primitif manalar yerine sonradan nice felsefi ve cür' etli nazariyeler ortaya at ılmıştır. Tabiun ve tebeu't-tablin devrinden sonra zühd hareketi geli şerek Allah aşkma dönüşünce iş ari tefsir de buna paralel olarak geli şmiş ve bu yöndeki tefsire zühd ve takva ile birlikte fena fillâh dü şüncesi hakim olmu ştur. Bu aş amada tasavvufl tefsirin geli şip sistemleşmesinde en büyük rolü oymyan üç büyük mutasavv ıf görmekteyiz. Bunlar: Sehl ilm Abdillâh at-Tustari, Cürteyd-i Ba ğeladi ve Ebubekir Muhammed ibn Musa al-Vas ıti'dir. Sehl ile Cüneyd ça ğdaş tır. Birincisi Horasan tasavvuf okulun.un lideri, ikincisi de Bağdad tasavvuf okulunun. lideridir. Sehrin tefsirleri talebesi rafindan kaleme alındığı gibi Cüneyd'in tefsirleri de ö ğrencileri tarafından yazı ile ve hafıza ile tesbit edilmi ştir. Onlardan sonra gelen Vas ıti de bir tefsir yazmışsa da maalesef bu tefsir, bize ula şmanuştır. Nihayet Sülemi, kendin1 al-Luma` s. 125. 2 Ihyrı„ I. 274, 1307 ve R.ahire 1387/1967 baskısı, I. 377. 3 Goldziher, MeZ'âhibu't-Tefsir, s. 280 (Sacrihd, ad-Duraru'l-Men§f ıra Zabdatıl-cultımP 1-meşhüra, Smith nesri, 1914, s. 62).

64


den önceki bütün sufi tefsirlerini içinde toplayan şiimullik bir tefsir yazmıştır. Sülemrnin tefsiri, kendinden önceki bütün mutasavv ıflarm tefsirleri için en önemli kaynaktıri. 1— Sehl ihn (Abdillah at-Tusteri [200-283 (veya 293)/815-896 (veya 905)1: Sehl ibn `Abdillah, 200 (815) yılında doğmuş , 283 (896) veya 293 (905) yılmda ölmüştür. Riyazet ve ihlâsta söz sahibi olan Sehl, day ısı Muhammed ibn, Sevvar'ın sohpetinde bulunmuş , hac için Mekke'ye gitti ği zaman Zu'nNun al-Mısrryi görmüştür2. Ebubekr Ahmed al-Beledrnin ifadesine göre Sehl, beşyüz sıddik yetiştiğini, bunlardan kırkının hecin, yedisinin evtad olduğunu, gidişlerinin kendi gidi şi olduğunu söylemiş ve: "Ben özel olarak size, gen,e1 olarak bütün insanlara Allah' ın hüccetiyim" demiştir3. Çok zikreden, dü şünen, fazla konu şmıyan, cömert, şefkatli ve merhametli olan Sehl, herkesin. hürmetini kazanm ıştı. Ahmed al-Beledi şöyle diyor: "Gerçi biz ona evtad dediysek de o ebdalin de en iyisi idi. O, fele ğin, çevreresinde döndüğü kutup idi. Ş ayet ashab ile biri kıyaslanabilecek olsayd ı Sehl onlardan biri olurdu." Bir adam bir gün Sehl'e: "Abdest al ırken akan suyun, altını ve gümüş damlaları olduğunu görüyorum" der. Sehl şöyle cevap verir: "Dostum, bilmez misin çocuk a ğladığı zaman meşgul olması için. önüne ha şhaş (oyuncak) koyarlar, dü şün. bu neye yarar?"4 insarı fıtratını iyi bilen. Sehl, müritlerine zay ıflayıp ibadetten geri kalmamaları için her Cuma et yemelerini emrederis. a. Tefsiri: Elimizde mevcut tefsiri bizzat Sehl'in kendisi yazmam ıştır. Ondan gelen. rivayetleri Ebuberkr al-Beledi kaleme alm ıştır Ebubekr Ahmed al-Beledrnin bu eseri de icazeten. nakledilmi ş ve bugün elimizdeki matbu tefsir, onun nüshasından yazılmıştır. Yazanın ismi mukaddimede zikredilmiyorsa da ifadeden, Muhammed al-Beledrnin torununun yazd ığı anlaşıhyor: "Bize Dârât-i Yusuf'ta a ş-Şeyh al-Vâiz Ebu Nasr Ahmed ibn Abd al-Cebbâr ibn Muhammed ibn Ahmed ilan Muhammed ibn Ebi Nasr al-Beledi icazet yoliyle haber verdi dedi ki: dedem al-imam Ebubekr Muhammed ibn Ahmed al-Beledi haber verdi dedi ki: bize fakih Ebu Nasr Ahmed ibn Ali ibn Ibrahim at-T'âifi 1 Prof. Ebermann, Isla ımea, IV. 130; Massignon, Sur les Origines, s. 13. s. 17; Ijilye, X. 2 Sülemi, TabalFütu's-Süfiyye, s. 206, M ısır, 1372/1953; I ııseyri, 189, 212; Ibnu'l-EMr, al-Lubrıb, I. 176, Mısır, 1357; Te2kiratu'l-Evliyü, I. 211-222. 3 TefslruTIÇur'gıni'l-cAztm, s. 46. 4 Tefsir, s. 46. 5 Aym eser, s. 53.

65


as-Saffar haber verdi dedi ki: bize Ebul-Kas ım Ali ibn Ahmed ibn Muhammed ibn al-Vidahi haber verdi: bize Belh'te Sikket-i Sasan'da Ebu'l-Abbas Abdurrahman ibn. al-Hasan ibn Ömer al-Belhi haber yerdi: Ebu Yusuf Ahmad ibıt Muhammed ibn Kays as-Sicizi dedi: 275 senesinde Ebu Muhammed Abdullah at-Tusteri'yi dinledim diy ıırdu " Demek ki Sehl'in sözlerini talebesi Ebu Yusuf Ahmed ibn Muhammed as-Sicizi şifahen nakletmi ş ve bun.0 Ebubekr Muhammed al-Beledi kaleme almıştır Ebubekir al-Beledi kendi görü şünü belirtirken:

«

Jl;

ifadesiyle bunu Sehl'iıı sözlerinden. ay ırır. b. Tefsirinden örnekler: Sehl, Kur'an! ba ştan sona tefsir etmez. Surelerin. baz ı âyetleri üzerinde durur. ayetlerin. de bütününü de ğil, yalnız tasavvufla ilgili kelimelerini tefsir eder. Mesela Bakara Suresin.de:

«Li

-JC; •

• - ot , 4.7,0 j

j

ayetinde yalnız

°5

• ı

-

, j cümlesini tefsir etmi ş tir. Fakat Sülemi tefsirin.de ‘-/..; her ayette mutlaka Sehl'in bir iki tefsirine rastlan ır. Demek ki bu tefsir, Sehl'in bütün tefsirini ihtiva etmiyor. «

Sehl, genellikle kendi görü şlerini söyler. Görüşlerine uygun dü şen. bazı hadisleri ve sahabi sözlerini de nakletmi ş ise de bunlar azd ır. Bu tefsirde insan kâinata benzetilmekte, kâinattaki olaylar insana tâtbik edilmektedir. Bu husus, ondan ön.ceki şifahi tefsirlerde de vard ır. Nitekim Ca'fer-i Sad ıktan gelen rivayetlerde bunun örneklerini görmü ştük. Sonra bu ak.ım daha da gelişecek ve Ibnul-Arabi, bundan nüsha-i sugrâ, nüsha-i kübrâ meselesini çıkaracak ve Kur'an'daki afaki âyetleri enfüse tatbik edecektir. SehPin. tefsirinde insan. vücudu arza; kalbi semaya, cennete; vücut rturları aya; kalb rıurları güne ş e; kalbdeki bilgiler cennet meyvalar ına; kalbe gelen nurlar gökten. inen. ya ğmura; nefis karaya; kalb denize benzetilmekte; "Müminlerden iki zümrenin mücadelesi"' ruh, akıl ve kalb ile tab', hevâ ve şehvet mücadelesine i ş aret sayılmaktadır. Bu tefsirlerin hepsi, ileride göreceğimiz Sülemi tefsirinde de aynen vard ır. Sehl, huruf-i mukatta'aya çe şitli manalar ver ıniştir: Ona göre ( ) Allah'ın bir ismidir. Bunun öyle manalar ı vardır ki ancak anlayış ehli anlar. Bu harfler, birbirinden ayr ı düşünülse: elif ( I ) Allah' ın telifi olur. O, e ş1 liueurat Suresi: 9.

66


yayı dilediği gibi telif etmi ştir. Lâm ( J ) Allah' ı n. kadim liitfu, mim ( ) azim mecdidir. Allah'ın. indirdiği her kitab ın bir sırrı vardır. Kur'anın. da sırrı, sure ba şlarındaki bu açıcı harflerdir. Bunlar Allah' ın isim ve sıfatlarıdır. rlo

04,145... C 1 il I C Li,ğ3,I gibi sure başlarmda bulunan

isim ve sıfatlar birbirine eklense Allah' ın_ ism-i a'zamı olur. Yani nüzul s ırasına göre her sureden. bir harf alin.sa:

birleştirilse

2..

.)1

olur.

Hattâ Sehl, bu harfler birle ştirildiği zaman. Allah' ın ismia'zamı olacağına ve o isinde duâ edildiği takdirde kabul edilece ğine dair bir rivayeti Hz. Ali'ye atfederi.

(r)

de MuSehl'e göre ( ) de Elif ( I ) Allah, ( J ) al-Abd, hammed (s.a.v.)dir. Burada kula bir yandan Allah' ı birlemekle, bir yandan da gönderdiği Peygamberine uymakla Allah'a ula ş aca ğı işaret edilmektedir. Sehl bu harflere yerine göre de ğişik manalar da verir. Gafir Suresinde e al-Hayyul-Melik manasnu verirken Secde suresinde al-Lavhu'l-Mahfuz manasmı vermiştir2. ( 3 ) Allah'ın kuvvet ve kudretine yemin ederim demektir. Sehl'in, tefsirinde zühd ve takva dü şüncesi hakimdir. Hemen, her âyetten nefisle mücadeleyi, ona varl ık vermemeyi, onu terk edip ezmeyi anlar. 4:I_J I

,

: Allah'a zıdlar koşmayın,"3 gıyetinde

"Endad z ıdlar demektir, z ıdların en. büyüğü, kötülük emreden, arzular ını temin° sevk eden nefistir" der4. Tefsirinde pek zay ıf haberlere de rastlan ır. Meselâ Kaf'ın, dünyayı kaplayan bir da ğ olduğunu; Adem yaratılmazdan önce Allah'ın., meleklere: "Ben yer yüzünde bir halife yarataca ğım" deyip A dem'i, Muhammed (s.a.v.)in, izzet nurundan yaratt ığını ve ona kötülük emreden nefsinin, kendisinin en büyük düşmanı olduğunu bildirdiği... ş eklindeki haber zay ıftır. Bazı kelimelerin higat manalar ından yol bularak as ıl tasavvufi fikrin.° geçer: Allah'ın kitabında nisyan (unutma) iki anlama gelir: Terk manasma, Bakara Suresirıde :

tt.,„Z;; »

yani g

» demektir. Diğeri de bir

şeyin hafızadan gitmesi arılamıdır. Kehif Suresinde:(

O

.

j1

‘...; I » „

f

„ ...Le:, ii.;

âyetlerinde nisyân, unutmak manas ınadır.

ı.

Bu da şundan ileri gelir. 1 s. 80. 2 Aynı eser, s. 82-83. 3 Bakara Siiresi: 22. 4 Tefsir, s. 11.

67


Allah cibilli nefsin arzularma şeytam ortak etmi ştir. Bu arzular, tan ba şka olan, ş eylerdir. Binaerıaleyh kalbiyle Allah'tan ba şkasma güvenen kimseye şeytan musallat olur. Ona vesvese verir, hevaya sevk eder. Hevada güvene kavu şacağın ı söyler. O kimse de yasa ğı yapmaya kalkınca Allah onun hafızam"' örter. Allah Taâlâ: " Şu ağaca yakla şmayın" söziyle ondan yeme ği kasdetmemişti Himmeti Allah'tan ba şkasın.a sarfetmeyi, O'ndan ba şkasma dayanmayı yasaklamıştı. -Adem'in ba şına gelen, himmeti masivaya sarfetmek ve Allah'tan. ba şkasına giivenmekten dolayı geldi. Kim Kendisinin olmayan' iddia eder, hevasına uyarsa o, Allah taraf ından terk edilir'. Bazı şiirlerle de fikrine şahid getiren Sehl, Hasan- ı Basri gibi tefsirde va'z üsliıbunu uygulamıştır. "Yo/a gücü yeten kimseye hac farzd ır".2 âyetinde: Yol, azık ve binektir." dedikten sonra sorar: — Azık ve binek nedir bilir misiniz? — Hayır, derler. — Azık zikirdir, binek sab ırdır der3. Sehl'in fikirlerinde bir çe şit sosyalizm vardır. Ona göre yaşamak için gerekli olanından fazla mal ın helâlinden hesap, haram ından ceza vard ır. Fakat kendine yetecek kadar helâl mal alan kimse, Resulullah' ın, şu sözüne göre hareket etmi ş olur: "Mii'minirı açlığını giderecek bir lokma, avretini örtecek, içinde n.amaz ını kılacak bir elbise, kendisini güne şin sıcağından, kışın soğuğundan koruyacak bir ev, dünyadan de ğildir".4 Yani Sehl'e göre bu kadarl ık bir geçim sa ğlamak, dünyayı biriktirmek, dünya malı yığmak de ğildir. Fazlası dünyadır. Müttekiler hakkında ş öyle diyor: "E ğer müttekiler, müsriflere bedduâ etselerdi müsrifler tamamen mahvolurlard ı. Ama Allah müttekileri zalimlere rahmet kılmıştır. Onları müttekilerle kurtarır. Allah katında en üstün olan yarat ıklar, müttekilerdir. Zira kendisi "Allah kat ında en üstününüz, en mütteki olan ı nızdır".5 buyurmuştur. Kim Allah'ın ikrammı isterse O'ndan ittika etsin. Çünkü kul, ancak takva ile O'nun. ikranuna erer, cen.nete girer, civarında sakin olur ve büyük kurtulu ş a ulaşır. Peygamber (s.a.v.) buyur. muştur: "Kim içini ıslâh ederse Allah onun dışını ıslâll eder, Kim içinden Allah'tan korkarsa Allah onu kendisine yakla ştırır"6. 1 Tefsir, s. 11. 2 Ali İmran Süresi: 97. 3 Tefsir, s. 15. 4 Tefsir, s. 155. 5 ljueurüt Süresi: 13. 6 Tefsir, s. 160.

68


"Saâdet ve şekavetin alâmeti nedir?" sorusuna: "Kudreti inkar şekavet alâmetidir. İmanla kalb kalb zenginli ği taatte ismet, zühde muvaffakiyet saadet alâmetidir" diyen Sehl, "Edep nedir?" sorusunu da ş öyle cevaplamıştır• "Ekmeğiniz arpa, helvan ız hurma, kat ığınız tuz, yağınız süt, elbiseniz sof, evleriniz mescid, ışığnuz güneş , lâmbamz ay, güzel yeme ğiniz su, bahanız temizlik, silsünüz sakınma, ameliniz r ıza, azığınız gece, uykunuz gündüz, sözünüz zikir, susman ız tefekkür, bakışınız ibret, ilticagahm ız Mevlânız olsun.; ölünceye kadar böyle olmaya sabredin."' Sehl'e soruldu: "Kul, açık cihada ererse bunun zahirde alâmeti nedir?" Şöyle dedi: " Şeytanı koyar, onu yener, Bu da nefsi ve şeytanı hor görmekle olur. Nefse ve şeytana de ğer vermekle şeytandan kurtulamaz. Ancak Allah' ın korumasiyle ş eytandan kurtulabilir."2 Sehl hülal ve vandet-i vücuda taraftar de ğildir. "Kalbi Mevlasına bağlı olana yakin ilminden do ğan. yakin nuru açılır ki bu da Allah'a kavu şmadır. Bu kavuşma, hülül, cemi' ve ittisal anlam ında değil, fakat kulun tevhidi, Allah ve Resulüne itaati bak ımından Mevlas ına bağlanması (ittisali) anlamındadır.'" Sehl'e göre "kul, Hakk'a Hak'tan gelen bir lâtife (nur) ile bakar. Bu Latife Rabbm zatis vas ıflarından olduğu için. yaratılmış değildir. Allah'a ne bitişiktir, ne de O'ndan. ayr ıdır. O sırda sırra sırdır, gaybden gaybe gaybdir"4 Sehl'e göre nefis puttur.

.4

15

.9 il .9

9

I Ii

-

,.:15ri ••

İnk'dr edenlerin dostları tağuttur."5 âyeti münasebetiyle Ta ğutlarm ba şı, kötülük emreden nefistir. Çünkü şeytan ancak heva ve nefs ile insana yol bulur. O suretle insana sokulup tahrik eder, vesvese verir" diyor6. Jı

A

ı

...

ı

• U_ Musa'nın kavmi, onun ardından canlı, gibi böğüren bir buzağı heykeli yap ıp ona taptılar."7 âyeti münasebetiyle ş öyle diyor. "Her insanın. buzağısı, seO ..k".1

vip de dolayıslyle Allah'tan yüz çevirdi ği kadın, çocuk vs. dir. Bunlardan kurtulman ın tek çaresi, bütün arzular ın. kaynağım yok etmektir. Nasıl buzağıya tapanlar, n.efislerini öldürmekle ona ta0maktan kurtuldularsa, bun1 Tefsir, s. 40. 2 Tefsir, s. 18-19. 3 Aynı eser, s. 12. 4 Aynı eser, s. 13. 5 Bakara Süresi: 257. 6 Tefsir, s. 18. 7 Acraf Süresi: 148.

69


lara taparılar da kurtulmak için n.efsi yok etmelidirler."1, "Nefis, her kötülüğün anasıdır."2 "Nefse kar şı koymak, kıhçla sava şmaktan çok zordur. Nefse güç gelen şey ihlâstır. Zira ihlâsta nefsin pay ı yoktur."3 Sehl, kalbde iki düşüncenin taşmmıyacağı kanatindedir. Nas ıl dil, aynı anda iki şeyi birden söyliyemezse kalb de ayn ı anda iki şeyi birden. düşüne4 MC Z .

L.,9

((

: Acraf'ta birtakım erkekler vardır ki..."5

j_p

j_c.

âyetinde A'raf'ta bulunanlar ın. ma'rifet ehli oldu ğunu söyliiyor6. Sehl de öteki mutasavv ıflar gibi kader konusunda eebir taraf ını tutar. "Kul, ubudiyyet makam ına, tedbirini terk edip Allah'ın tedbirin° raz ı olmakla erer" diyor. e9

•-• Ğ.Nı

3 c.

:Allah dile-

, •

diğini yok eder, dilediğini bırakır. Kitabın anası onun yanındadır"1 âyetinide: "Allah diledi ği sebepleri yok eder, kaderleri isbat eder. Ummu'l-kitab yani rıe fazla ne eksik olm ıyan kaza defteri O'nun yannulad ır"8 diye açıklar. 9

.9 •

I

*L I

-C;

•-

ci-A

.9

e_<—A

I", I

Denizde size bir zarar dokundu mu O'ndan başka çağırdıklarınız kabyolur. yalnız O kahr."9 âyetinde: "Bu âyet kaderiyyeyi reddetmektedir. Onlar, kudretin Allah'a de ğil, kendilerine aidoldu ğunu iddia ediyorlar" diyor.3° -.• .9

L

O

ı..) I

: Siz dönerseniz biz de döneriz." âyetini de

"Siz masiyete dönerseniz biz de ma ğfirete döneriz; siz bizden yüz çevirme ğe dönerseniz biz de size yönelme ğe döneriz; siz bizden. kaçma ğa dönerseniz biz de sizi bize getiren yollara çekme ğe döneriz.Bize dönün, zira yol bizedir."32 1 Tefsir, s. 40. 2 Tefsir, s. 41. 3 Tefsir, s. 47. 4 Tefsir, s. 37. 5 A'raf Sûresi: 46. 6 Tefsir, s. 39. 7 Ra'd Sûresi: 39. 8 Tefsir, s. 58. 9 lira Sûresi: 67. 10 Tefsir, s. 58. 11 Isra Sûresi: 7. 12 Tefsir, s. 57.

70


şeklinde tefsir ediyor. Demek ki Sehl'e göre kul ne kadar isyan etse yine Allah onu bağışlar; kul ne kadar Allah'tan kaçsa Allah onu kendin.e çevirir. Halbuki âyetin zahir manas ı bunun aksini söylüyor, Allah'a isyan edenlere ceza verilece ğini bildiriyor. o s.. zr, o .9 j_JU...; • _J : Sevdi ğiniz şeylerden L,p,~4 .›.

infak etmedikçe iyili ğe eremezsiniz." I âyetinde Sehl, "Nefsi irı fak gibi bir infak yoktur" diyor 2 « Cç'jt:„)..*

._.•

(5

°

JL-1_1

-J;

ı:

Doğrusu insanlar için Mekke'de ilk kurulan ev, eilemler için mübarek ve do ğ. ru yol gösteren Ktt(be'dir.'" âyetin.de: "Zahirde evin, Mekke'deki Beytullah olduğunu, bâtında ise Allah'ın Resulü olduğunu" söyliiyor4. j.#

((

_}

A

.

Ustünüzde yedi yol ya-

-

rattık."5 âyetinde geçen. yol, insan ı Rabbinden perdeliyen yedi perde diye tefsir ediliyor. Bu perdelerden birincisi insan ın aklı , ikincisi ilmi, üçün.cüsü kalbi, dördünciisü haşyeti, be şincisi nefsi, altmcısı iradesi, yedincisi meşiyyetidir. Ak ıl insanı dünya tedbirleriyle u ğraştırarak, ilim etrafına övündürerek, kalb gaflete dü ş ürerek, ha şyet kendine gelen nurlardan. gaflet edere,k, nefs her kötülü ğe kaynak olarak, irade dünyay ı muradedip âhiretten yüz çevirerek, me şiyyet günaha sar ılarak perde olur.6 (

!I:,

il 4..5

1;:Karada ve denizde fesat çzktt."7 Allah

uzuvlar ı kara, kalbi denizle temsil etmi ştir. Çünkü bunlar hem çok faydal ı, hemde çok tehlikelidir. Peygamber (s.a.v.) Ebu'd-Derdâ'ya: "Gemiyi tazele, çünkü deniz derindir" demi ştir. Yani kalbindeki Allah için olan niyyeti tazele, zira deniz derindir demektirs.

: Tağuttan kaçtnanlar"9 Tağut dünyadır. Dünyan ın ash cehalettir, fer'i yeme içmedir. Süsü övünme, meyvas ı isyan, ölçüsü kasvet ve ukübettirl°. 1 Ali İmran Sûresi: 92. 2 Tefsir, s. 37. 3 Ali İmran Sûresi: 96. 4 Tefsir, s. 27 5 Mu'minun Sûresi: 17. 6 Tefsir, s. 67. 7 Rüm Sûresi: 41. 8 Tefsir, s. 73. 9 Zümer Süresi: 17. 10 Tefsir, s. 80.

71


43C.T

3

3

Z*

..o t, , o , _j

: O gün gök, apaçık bir duman ge.

-•

tirir."'. Dünyada duman, kalb kararmas ıdır. Dünyada kalb kararmas ından daha büyük bir ceza yoktur2. tı

bt

.•

1

• • ı

1

1.1

j

il

C. '1 ->o."0

1

3

Batın,da a şha-bu'r-ress ce-

halet sahipleridir. A şhöbu'l-Eyke de şehvetlerine uyan. kimselerdir4. : Ölçüyü koydu."5

Batını : "Uzuvlara olan emir

ve nehiydi-r." : İki me şrikin ve iki mağ-

.

ribin Rabbi."6 Batılı': "Kalbin meşriki ve mağribi,

meşriki ve mağribi,

tevhidinin me şriki ve müş ahedesinin ma ğribi."7 3 o

,

o

L; -XII

: Dünya hayatı oyun ve

eğlencedir."9 Dünya, uyumakta olan nefistir, ikhiret, uyan ık olan nefistir. : Ay ve güne ş toplandığı zaman."9 %bul:

«fi;„,-.Ü1-;

Kamer, tabiat nefsine ait ba ş gözünün nurudur. Şems, ruh ve akıl nefsine ait kalb gözünün. nuruduri°. : Gündüzü geçim zaman ı yaptık."" Yani bizi zikretmekle nurland ırdığımız kalbin nurlarmı ruh ve akıl nefsine geçim yaptık. Onlar bununla ya ş arlar. Tıpkı meleklerin tesbih ve tehlil ile ya ş amaları gibi. Ama öteki yaşam, avamm ya şamıdır°2.

CA. : Suyu bir dökü şle döktük"." 1 Duhan Sûresi: 10. 2 Tefsir, s. 86. 3 R.af Süresi: 12, 14. 4 Tefsir, s. 93. 5 Rahmün Süresi: 7. 6 Bühmün Süresi: 17. 7 Tefsir, s. 96-97. 8 Muhammed Süresi: 36. 9 Rıyame Sûresi: 9. 10 Tefsir, s. 96-97. 11 Nebe' Süresi: 11. 12 Tefsir, s. 114. 13 cAbese Süresi: 25.

72

İnce manalardan


bir su döktü, sonra arz ı yani kalbi yardı ; onda ruh, akıl, iman ve marifet gibi çiçekler bitirdi'. »Batında çluhâ, ruh nefsidir.

j Tab ıc

nefsidir. Bu, Allah' ı an.arak ruh nefsine ba ğlartırsa sük0na erer. "Yetim" de yetim olan kalbdir2. ,

—T

: Ey örtüsüne bürünen".3 al-Muzzemmil, elbiseye

bürünen kimse demektir. Bunun halini markas ı, Allah' ın yanında iken (Allah'ta fani iken) kendi nefsini cemc eden (nefsine dönüp ona bürünerek Allah'

tan perdelenen) kimse demektir.4 işte genellikle Kur'an'da dünya ve dünyaya dair ne varsa hep böyle kalb, ruh, nefs ve tabii< diye tefsir edilir. Tabii bu izahlar primitiftir. Fakat bunlar, sonraki felsefi izahlar ın ilkesini teşkil etmi ştir. Bu bakımdan i şari tefsirde Sehl'in yeri büyüktür. Bu oldukça gülünç izahlar, onun dünyadan son derece nefret etmesinden ileri gelse gerektir. Sünnet yoluna içtenlikle ba ğh olan: "Resulün size verdi ğini ahnız, onun yasaklad ığı şeylerden kaçnun ız." 5 âyetinin tefsirinde: "Bizim yolumuzun esas ı üçtür: Helâl yemek, ahlâkmda ve i şlerinde Resul (s.a.v.)e uymak, bütün amelleri halis niyyetle yapmak" 6 diyor. 2) Cüneyd ibn Muhammed, Ebu'l-Risim al-ljazzâz al-R.avâriri (298/ 910): Nihavend'den gelip Ba ğdad'a yerle şen bir ailenin çoeu ğudur.. Bir zühd ve tasavvuf evinde gözlerini dünyaya açm ıştır. Meşhur mutasavvıf Seri asSakati'nin yeğenidir. Önce dayısı SerVnin teşvikiyle şer'i ilimleri tahsil etti. Ebu Sevr'den fıkılt, Hasan ibn Arafe ve ba şka hocalardan hadis okudu. Kur' art ilimlerine iyice vukuf kesbettikten son.ra, tasavvufa döndü. Zaten çocukluğundan beri de tasavvufla temas halinde idi. Seri as-Sakati, Hâris al-Muhasibi, Ebu Hamza al-Ba ğdâdi, Muhammed ibn Ali al-Kassâb gibi ileri gelen mutasavvıfların sohbetlerinde bulundu. "Kim süliikten, önce Kur'an' ı ezberlemez, hadis yazmaz ve fıkıh öğrenmezse ona iktida etmek caiz olmaz" diyen 1 Ayetin tefsiri 2 Duha Sûresi: 1; Tefsir, s. 122-123. 3 Müzzemruil Süresi: 1. 4 Tefsir, s. 111. 5 ljasr Süresi: 7. 6 Tefsir, s. 101.

73


Cüneyd-i Ba ğclâcli, mutasavv ıfların. imamı ve sözcüsü kabul edilmi ştir. Doğum tarihi belli değildir. 298 (915) te vefat etmi ştir'. üstün bir zekâ ve kabiliyete sahipti. Henüz yirmi ya şında iken hocas ı Ebu Sevr'in halkas ında fetva verme ğe başlamıştı2. Ismail ibn Nuceyd ş öyle diyor: "Bu dünyada sufiler aras ırıda üç ki şi var, dördüncüleri yoktur: Ba ğdadda Cüneyd, Neysâbur'da Ebu Osman, SPn ı'da Ebu Abdillah al-Cellâ.'". Cüneyd'in. tahsili, tasavvufta üshibunun billiirla ş masına yard ım etmiştir. Onun ya şadığı tasavvufi hayat ın. kökleri kitap ve sünnette yat ıyordu. Bundan. dolayı onun, yolu ve düş ünceleri, kendi gününde ve sonraki ku ş akların. sünni ve sufi çevrelerinde kabule ş ayan olmuştur4. 'Her gün. üç yüz rek' at namaz kıldığı ve otuz bin. tesbih çekti ği söylenen Cüneyd-i Ba ğelâdi'ye mükâşefe kapıları açılmış , ledünn,i ilim li'itfedilmi ştir. Bu kadar ilmi nereden aldığını soranlara: "K ırk sene Allah'ın huzurunda oturmaktan" ald ığını söylemiş tirs. Derin. ilm ve irfan ından dolay ı ça ğdaşları tarafından "Seybıu't-Tâ'ife" veya "Seyyidu't-Tâ'ife" unvanlarma lây ık görülmüştür6. Sülemi tefsirirıirı hemen her sayfas ında Cün.eyd'in birkaç tefsirin.e rastlamaktayız. Hakaik'in ba ş kaynağı Cüneyd'idr. Fakat on,un as ıl fikirlerin,e yeni bulunan ve yay ınlanan mektuplarıııda rastlanır7 Çünkü di ğer kitaplarda ona atfedilen. sözler, onun, umum aras ında öğüt olarak söyledi ği sözlerdir. Kı smen de bu sözler, nâkillerin ve yazarlar ın elinde değişmiş olabilir. Halbuki bu mektuplar, Cüneyd'in herkese söylemekten, çeki ııdiği, ancak özel dostlarına yazd ığı fikirlerini ta şır. Cün,eyd gerek bu mektuplariyle, gerekse öteki tefsirleriyle mutasavv ıflar dilinde dolaş an. fena, beka, sahv gibi tasavvufi terimleri ilmi aç ıkhğa kavuşturmuştur. Böylece Ciineyd, gerçekten tasavvufun babas ı sayılmağa lâyiktir. Tasavvufu bizzat ya ş amak ve ya ş adığını anlatmak suretiyle Cüneyd, tıpkı fıkıh usulürıü yazan fakihin fıkıhta oynadığı rolü tasavvufta ba ş armış ve tasavvuf usulünü yazm ış olmaktad ır. 1 Sülemi, Tabakât, s. 155-163; Bilye, X. 381; Şacrani, Tabakât, I. 98-101; I.u şeyri, Risâle, s. 24. 2 Tarihli Ba ğdâd, VII. 242. 3 Aym eser, s. 246. 4 Bkz. /bn Teymiyye, Minhâeu's-Sunne, III. 85-86. al-Matbacatu'l-Amiriyya, 1322. 5 Tarihli. Ba ğdad, VII. 241-49; al-Bidâye va'n-Nihaye, XI. 114, M ısır, 1932. 6 Rasâ'ilu'l-Cuneyd, Yusuf'un Cüneyd'e yazd ığı mektuba bakınız• Cüneyd-i Bağdadl ve Mektupları, s. 33-36, Istanbul, 1970. 7 Cürıeyd'in Risalelerini Prof. Ali Hassen Abdulkadir bulup Ingilizee'ye çevirmi ş ve bir etüdle birlikte metni yaymlam ıştır Biz de bu eserden Ilham alarak Cüneyd'in eserlerini bir mukaddime ile beraber Türkçeye çevirip yaymlad ık.

74


a. Cüneyd'in Üshibu: Cüneyd'in ifade tarz ı , şu sözünden anla şılmaktadır: "Bir defa günlük virdimi yapıyordum, kendimden geçme hali galip geldi, uyku ile uyan ıklık hali için.de idim, bir de gördüm ki gökten bir melek indi, bana geldi, kalbime fısıldadı , beni depretti: "Kalk ey Ebu'l-Kasim kalk, konu ş , zira sana ilham edildi!" dedi. Ban.a bir a ğlamak geldi, uyandım ki ağlıyorum.", Biri Cüneyd'e sufilerin konu şması hakk.mda sormu ş , o da: "Sufiler konuşmağa malik değildirler." demi şti. Bu cümlelerden anlad ığımıza göre sufi konuştuğu zaman. kerıdi varhğiyle konuşmaz, kendisinden Allah konu şur. Sözleri kendisinin de ğil, Allah'ındır, yani Tanrı illıamıdır. Cüneyd'e evvelce söylediği sözleri tekrar etmesi rica edildi ği zaman. bun.a muktedir olamıyacağını söylemiştir: "Bunlar ı kalbime koyan. ve dilime soyleten. Allah't ır. Bu sözler, kitaplardan, yahut ö ğrenmeden elde edilmi ş değildir. Allah latfiyle bunları bana ilham ediyor, dilime söyletiyor."2 Cüneyd, yaz ılarında sistematik bir metod kullanm ıştır. Islâm dünyasında ilk defa onun yaz ılarında yüksek bir metod ile tasavvufun en. derin. meselesi olan tevhidden bahsedilmi ştir ifadesindeki fikir zinciri ba şından sonuna kadar bir birlik te şkil eder. Söyledikleri, ya ş adıklarının izahıdır. Yaşamadığı şeyi söylemez, nazariyeden bahsetmez. Kendisine bir şey soruldu ğu zaman hemen kafadan veya kitaplara bakarak cevap vermez, gider o meseleyi ya şar ve ondan sonra gelip müşahadelerini söylerdi3. b.

Tefsiri ve görüşleri

Ciineyd için en önemli mesele tevhid idi. Bundan dolay ı bütün tefsirlerini ve yazılarını tevhide bağlıyarak bitirmi ştir. Ona göre tevhide ula şmanın yolu ibadetten geçer. İbadeti sırf Allah için yapmal ı, ibadetin gerçek manasına ermelidir. Böyle bir ibadet, tevhidin son mertebesi olan fena fillah makamın.a götürür. Nefsi, farz, nafile her türlü ibadete ko şmah, fakat ibadette nefsin zevkini tamamen ortadan kald ırmandır. ibadetten zevk alma duygusu da nefsin hazz ıdır. Ibadeti zevk almak için. de ğil, Allah'ın emri olduğu için yapmand ır. Ibadetinden dolayı cennete girece ğini sanmak, ibadetine güvenmek, ibadeti putla ştırmak olur. Şekli, hakikati bulmak için yapmalıdır. Esas olan. şekil değil, hakikattir. O hale gelmelidir ki insan "Hak ş ahidi galebe edince art ık Allah'ı müş ahedeye ermenin fark ına varmaktan da fani 1 Cüneyd-i Bağdüdi, Mektuplar, Süleymaniye, Şehid Ali Paşa kısmı, No. 374. 2 Ibnu Ke şir, al-Bidâye va'n-Nihâye. XI. 114, M ısır, 1932. 3 Tarihli. Bağdüd, VII. 246.

75


olmandır."1 Hac âyeti üzerinde yap ılan. bir tefsir var ki bu bakımdan. enteresandır. Hucviri bunu Cüneyd'e, Sülemi Şibli'ye atfeder. Şibli'den de gelse yine Cüneyd'irıdir. Çünkü Şibli Cürıeyd'in, talebesidir: %

«

-_•

4-9:-/

ı

41.1

Yola gücü yetenin, Beyei haccetmesi, Allah için insanlara farzdtr"2 âyeti şöyle tefsir edilmi ştir: Bir adam Şibliy (veya Cüneyd)e (vedaya) gitti. Şibli (Cüneyd) ona sordu: —Nereye gidiyorsun? —Hacca. — Öyle ise iki çuval götür, onlara orada rahmet doldur ve onlar ı giyerek bize getir ki senin bize hacdan. getirdi ğin hediye olsun, gelene verelim, ziyaret edeni a ğırlıyahm. Adam diyor ki: Vedala şıp huzurundan ç ıktım, hacdan dönünce bana sordu: —Haccettin mi. —Ettim. — Haccetmek için. ne amel yaptın.? —Guslettim, ihrama girdim, iki rek'at namaz k ıldım ve telbiye ettim. — Bununla haccı akdettin ıııi? — Ettim. —Peki yaratildığından beri bu akdine ayk ırı düşen bütün akitleri bozdun mu? —Hayır. —Seli. akdetmemi şsin. —Sonra elbiseni ç ıkardın mı ? —Evet. —Yaptığın her işten soyuridun mu? —Hayır. — Sen elbiseni çıkarmamışsm. —Temizlendin mi? —Evet. —Bu temizlikle sende bulunan her illeti giderdin mi? —Hayır. 1 Cüneyd, Risale No. XVII, Tevhide dair bir bal), 2 İli İmran Süresi: 97.

76


— Sen temizlenmemi şsin. —Telbiye ettin mi? —Evet. —Telbiyeniıı aynen cevabım aldm mı ? --Hayır. — Sen telbiye etmemi şsin. —Harem'e girdin mi? — Girdim. —Harem'e girmekle her haram ı terk etme ğe karar verdin mi? —Hayır. —Sen Harem'e girmemi şsin. —Mekke'yi gördün mü? — Evet. —Mekke'yi görünce Allah'tan sana hal geldi mi? — Hayır. —Sen Mekke'yi görmemişsin. —Mescid-i Haram'a girdin mi? —Girdim. —Allah'a yakla şmağa erdin mi? —Hayır. — Sen Mescid'e girmemişsin. —Kâbe'yi gördün mü? —Evet. —Allah tuttuğun gayeye erdin mi? —Hayır. —Sen Kâbe'yi görmemi şsin. — Üç defa ko şup dört defa yürüdün mü? — Evet. —Seninle beraber olan. her şeyden kaçıp vazgeçtin mi? Dört defa yürümekle güvene erip bundan dolay ı Allah'a şükrettin mi? —Hayır. — Sert masivadan vazgeçmemi şsin. —Ilacer'e elini sürüp selâmladm m ı ? —Evet. --Hani derler ki Hacer'i selâmlay ıp elini süren Allah'ı selâmlamıştır. Allah'ı selâmhyan da güvendedir. Sen de güven alâmeti gördün mü? —Hayır. —Sen Hacer'i selâmlamamışsm. — İki rek'at namaz kıldnı mı ? — Evet. 77


—Yüce ve Aziz Allah' ın önünde durur gibi oldu ğun yerde durup niyetini O'n.a gösterdin mi? —Hayır. —Sen namaz kılmamışsm. — Safa'ya çıktın mı ? —Evet. —Ne yaptın orada? —Tekbir getirdim. — Safâya ç ıkmakla s ırrın sâflaştı mı ? Rabbnıı tekbir etmekle kâinat gözünde küçüldik mü? —Hayır. —Sen Safâ'ya ç ıkmamışsm, tekbir de getirmemi şsin. — Sa'yederken hervele ettin mi? — Evet. —O'ndan O'na kaçtın mı ? —Hayır. —Sen hervele etmemi şsin. —Merve'de durdurı mu? —Evet. —Merve'de üzerine sekine indi ğini gördün mü? —Hayır. — Sen Merve'de durmam ış sm. — Oradan Mina'ya gittin mi? —Evet. —Temmerıni ettiğin sana verildi mi? —Hayır. —Sen Mina'ya gitmemi şsin. — Hayf Mescidine girdin mi? —Evet. —1,layf Mescidine girmekle korkun tazelen.di mi? —Hayır. — Sen Hayf Mescidine girmemi şsin. —cArafat'a ç ıktın nu? — Evet. —Yaratıldığnı ve varaca ğın hâli bildin mi? Bildin mi ki Rabbm kimdir ve inkâr etmekte oldu ğun o Yüce Zat kimdir? Ve Allah sana, özel insanlara gösterdiği bir hal gösterdi mi? —Hayır. —Sen Arafat'a ç ıkmamışsm. 78


-1Vieş'ar'e ko ştun mu? — Evet. — Orada Allah'', masivay ı unutturan bir zikirle and ın ını ? Ne şekilde cevap verildiğini duydun mu? —Hayır. — Sen Me ş 'ar'e çıkmamışsın. —Kurban kestin mi? —Evet. — Şehvetlerini ve iradeni Hakk' ın rızasında yok ettin mi? —Hayır. — Sen kurban kesmemi şsin. —Şeytanı taşladm mı ? —Taşladım. —Sendeki cehaleti att ın mı. Bu suretle sende ilim göründü mü? — Hayır. —Sen şeytam ta şlamamışsm. — Ziyaret ettin mi? —Evet. —San,a birtak ım hakikatler aç ıldı mı ? Yahut ziyaret sebebiyle ikramların arttığını gördün mü? Çünkü Peygamber (s.a.v.): "Hac ve ömre yapanlar, Allah'ın ziyaretçileridir. Ziyaret edilenin, ziyaret edene ikram etmesi bir horçtur." buyurmu ştur. — Hay ır. — Sen ziyaret etmemi şsin. —Ihlal ettin mi? —Evet. —Helal yeme ğe azmettin mi? —Hay ır. —Sen ihlal etmemi ş sin. —Veda ettin mi? — Evet. —Nefsinden ve ruhundan tamamen ç ıktm mı ? —Hayır. —Sen veda etmemi şsin, hac da etmemişsin. Istersen tekrar dönüp haccet. Tekrar hacca gidersen bu söyledi ğim şekilde haccetmeğe çalış ."' İbadette insanı bu dereceye ula ştıran sıdk ve ihrastır. Cüneyd, s ıdk ile ihlas arasmda bir ay ırım yapar. Ona göre ş eriat ilminin yapmay ı gerekli kıl1 Sülemi 1.1a1Frı'ils, No. 262, varak 24b-25a, Süleymaniye, Fatih k ısmı.

79


dığı zahir ahkam ı asla tevile sapmadan, nefsin rahat etme arzusun.a kulak asmadan harfiyyen ve fazlasiyle yapmak s ıdktır. Demek ki s ıdk, ihlastae. önce gelir. Onun için Yüce Allah :

cj_p, <:."Ls

ıO

ı.

(`- -

Sadıklara sıdklartndan sorsun diye..."1 buyurmu ştur. Bundan sonra Allah, sıdkın, sadıklara verece ği faydadan. bahsetmi ştir :

.9...

: Bu, sadıklara doğruluklarının fayda vereceği gün-

..„

\

dür."2 Birinci ayet, s ıdkı, ikinci âyet, ihlası gösterir. Amelleri yapmak sıdk, buları yaparken güdülen temiz niyet ihlast ır. "Çünkü sıdk, insanın sıfatı olarak insanda iki halde bulunur: itikat ve niyet haliyle fiil ve amel haliııde. "Ihlas, itikadında mevcuttur. S ıdktan ayr ıdır. Çünkü ihlas, daima içseldir. Insanın. içinde olan bir şeydir, fiil ve hareketlerinin maksat ve gayesini bilip ihlâsa aykırı işleri yapmayan kimseye mublis denir. "Falan adam sad ıktır denir. Yaptığı amellere, ilmin gereklerine uymasma bakılarak böyle denir. Ama falan, muhlistir denmez. Çünkü onun. ihlas ı dış arıdan, bilinmez. İhlas görülmez. S ıdk iıısanda görülen amellerle belli olur. Demek ki ihlas, s ıdktan üstündür. Çünkü bunda fiillerin maksat ve gayesini bilme vardır. Sonra ihlas sahibi, kalbi temiz oldu ğu için düşmarı. vesveselerine şiddetle kar şı koyma gücürıe sahiptir. Hiçbir şey ihlasın üstüne çıkamaz. Bundan dolayı "Muhlisin ihlası" denmez. Zira ihlastan öte bir gaye yoktur. Yüce Allah: ((

D dedi de (<

.9 .>

- Q D demedi

-51.4- I ° •-

"

ı

Daha sonra Cüneyd, s ıdkı üçe ayırır: 1) Diliyle sadık olalı.: Lehine de, aleyhine de olsa do ğruluktan ayrılnuyan, te'vil ve tedlisten çıkan. kimsedir. 2) Fi'liyle sadık olan: Rahatını terk ederek cehdini sarfeden kimsedir. 3) Kalbiyle sadık olan.: Fi'lini yalnız Hak için yapan kimsedir. Ihlas ise niyyeti s ırf Allah için. yapmak, O'na güzel yönelmektir. Allah'a temiz niyet ile yö ıı.elmek, kendinde meydana gelecek i şlerden uyanık olmayı, geçen işlerin değişik olduğunu bilmeyi, do ğru niyete uyan' yapmayı, nefsin ve şeytanı/1 dürtülerini atmayı gerektirir. Bunlar ı yaparken Hakk' ın nimetini 1 Alızâb Sûresi: 8. 2 Ma'ide Süresi: 119.

80


görerek nefsini görmez. lialk taraf ından. kötülendi ği zaman Allah' ın lütfunu bildiği için temkin içinde olur, güzel san ıda bulunur. Övülmeyi hoş görmez. Çünkü övülmenin, Allah' ın ihsan' olan ihlâs ı giderece ğinden korkar. Kendisine hal geldiği zaman halka ald ırış etmez. Bu, ihlâsı yaşıyan kimse tarafından. görülen ilimdir. Halk ın de ğerlendirmelerine göre hareket eden, bundan yoksundur. Daha sonra Cüneyd, s ıdkın ihlâsın içinde bulundu ğuna, her muhliste aynı zamanda sıdkın da bulundu ğuna, fakat her sad ıkta ihlâsm bulunmad ığı n.a, ihlâsm. kullukta son mertebe oldu ğuna, sıdkın hakikatine ihlâs ile erileceğine, muhlisin de ihMsın. sonunda kifayet rütbesine yükselece ğine işaret eder ve bu görü şürtü tevhide ba ğlar: "Daha sonra tevelli kendisini istilâ eder. Özel tevellinin hakikati zuhur ettiği zaman. kul, n,üfusiyyetle ibadettert ç ıkarak vandaniyyetle ibadete girer. Bu, özel tevhidin başıdır. Hakk'ı gördüğü için eşyayı görmez.... O zaman, sıfatta var, me şrepte yok olur (fiziki varl ığı mevcut fakat benli ği yoktur"' Böylece Ciineyd'in misak ve fena nazariyelerine geliyoruz. Ciineyd'e göre insan dünyaya gelmezden önce ezel âleminde kendisinin haberi olmad ığı Tanrısal bir varlığa sahipti. Cürteyd bunu şu âyetten çıkarıyor.

r

O

J.,4_14;

Jı0

'J»

-

ı

....

J.J.

.9

...

1)3 LS

o e.:...‹.!-'' .. .

...1 . j.... ...1

.%

o ... •• • • o

',.:-,-.,..3 I

o

, .o .." t •"' j...

-r.--.0....,

I

_P

o

5

...

.. o ..'1. ı

e_10 ...4..,;:ı

1 -2-

0 .51

ı *;.; 00 .., .

.i :Rabbin, Asclem o ğulları nın bellerinden zürriyetlerini almış ve onları nefisleri üzerine şehadet ettirmi şti : Ben sizin Rabb ınız değil miyim? Evet demi şlerdi."2 e- 4":" .

Allah, insanlar yok iken kendisinin yaratmasiyle var olduklar ını ve ondan, son,ra onlara hitabetti ğini haber vermi ştir. Bu varlık, yaratıklara mahsus varlık cinsinden, de ğildir. Bu, o manada bir varl ıktır ki Allah'tan ba şkası bilmez. İşte bu varlık, o Rabbani varl ıktır ve o ilâhi idraktır ki ancak Allah'a mahsustur."3 "Onları çağırdığı zaman onlardan kendisine cevap veren yine kendisi idi. Onlar, O'ırun huzurunda sadece dü şün.ce halinde bulunuyorlard ı. Sonra Tanrı, o tasavvur halindeki yarat ıklarını tohumlar gibi yap ıp kendi iradesiyle insan tohumu haline naklederek Adem Aleyhisselâm'm beline koydu. Ve 1 Bkz. Sıdk ve İbrns Risalesi, Cüneyd-i Ba ğdadi ve Mektuplar ı, s. 147-149, İ stanbul, 1970. 2 Acraf Süresi: 172. 3 Kitabul-Fenâ; Cüneyd-i Ba ğdadi ve Mektupları, s. 88-91, 141-145.

81


yüce Allah, bunu şu söziyle ifade etti: "Rabbm, kdem o ğullannın bellerinden zürriyetlerini ald ı ve onları kendi nefisleri üzerine şehadet ettirdi: Ben, sizin Rabbınız değil miyim?"1 "Böylece ş anı yüce Allah, onlara, mevcut de ğillerken ve sadece bir tasavvur halinde bulunurlarken hitabetti ğini haber verdi. Onlar da Hakk' ı bildiler ama kendi varlıklanyle de ğil. Kendi varlıklarından hiç haberleri yoktu. Orada Hak, Hak ile var idi. Bu varl ığı O'ndan baş ka kimse bilemez ve kendisinden ba şkası bulamaz."2 Demek ki Cüneyd'e göre insan ın iki çeşit varlığı vardır. Biri Tannsal varlığı ki Allah'ta düşünce halinde var olmakt ır. Zamans ızdır. Bizler dünyaya gelmezden önce böyle bir varl ığa sahiptik. Di ğeri de yaratılmış olan. şekli varbktır. Birinci varl ığın mahiyetini Allah'tan ba şkası bilmez. Bu varlık, en tam ve mükemmel varl ıktır. Cüneyd'in., tasavvur halindeki varl ık dediği, Allah'ın bilgisinden. başka bir ş ey değildir. Allah bizim var olaca ğımızı biliyordu ve biz O'n.un bilgisinde vardık. İşte Allah, o bilgisindeki varl ıklara hitabederek "Ben. sizin Rabb ınız değil miyim?" demiştir. "O zaman. var olan kimdi? Var olmazdan önce n.as ıl var olabilir? Sâf, hoş ve kutsal ruhlardan ba şkası mı Tanrı'nın sorusuna cevap vermi şti? Bunlar Allah'ın geçerli gücü ve tam dilemesiyle cevap vermi ş değiller miydi?"3 Tanrı, bu ide halindeki zamans ız, soyut ruhtan ibaret varl ıklar' kesif zamanlı kalıplara koymuştur. İnsan bu kalıba girmekle o Tarımsal ve tam varlıktan ayr ılmanın hasretini çeker. Tekrar öyle bir varl ığa sahibolmak ister. insanın bütün üzüntüsü on.dand ır. Hele güzel manzaralar gördü ğü zaman üzüntüye benzer bir his duymas ı , o Tarırısal varlığı hatırlamas ından ileri gelir. Zira her güzel, o Tannsal güzelli ği hatırlatır4. Madem ki insan vaktiyle böyle bir üzüntüsüz, tasas ız, mükemmel bir varlığa sahipti. O halde tekrar bu tasas ız varlığa dönmek için çalış malıdır. Peki ama bu varlığına nasıl dönecek insan? İşte Cüneyd bunu Fenâ Fillah görüşüyle açıklamaktadır. Tanıma' varlığına kavu şmak istiyen muvahhid, be şeri varlığını kaybetmek, unutmak zorundad ır. İşte bu kaybedi ş haliııe ferıâ denir. Cüneyd fenâyı üç mertebeye ay ırır: "Birincisi aıaıellerini yaparak, cehd ve gayret sarfederek, nefsine ayk ırı 1 Acraf Sûresi: 172. 2 Kitabu'l-M1rr.k, Risrıle, No. 10. 3 Risale No. 19. 4 Kitabul-Mirrık, Risale No. 10.

82


giderek onu istedi ği amellere ko ş arak, nefsani s ıfatlardan, huylardan ve tabii özelliklerden fani olmaktır. "Ikincisi, Ilak.k' ın. senden istediği şeye uymak ve seninle O'nun aras ında hiçbir vasıta kalmamak, her şeyden vazgeçip s ırf O'na yönelmek, ibadet ve taatlerdeki zevk alm.a dü şüncelerin.den fani olmakt ır. "Üçüncüsü vecdin. son mertebesinde Hak ş ahidi galebe edin.ce art ık Allah'ı müş ahedeye ermenin fark ına varmaktan da fani olmakt ır. İşte o zaman. sen fâni-bakisin. Resmin (görünü şün) kalır ama ismin. (benliğin) kalkar. Artık sen başkasiyle olursun."' Birinci mertebe, insan ın, faal hayatiyle ilgilidir. Insan bir müslülnan olarak görevlerini yaparken ş ahsi tasalar ını, arzularını ve sevgileriııi arkaya atmalid ır. Bunu yapabilmek içirt devaml ı bir moral eğitime, zühdi bir yaş antıya ihtiyaç vardır. Fenanın bu mertebesi ahlâki ve objektiftir. Ikinci mertebede kul, sevgi ve tasalardan, her türlü ilgiden kesilecek, hattâ ibadetten zevk alma duygusunu da ortadan, kald ırarak Allah ile kendi arasında hiçbir vas ıta ve perde b ırakmıyacaktır. Bu mertebe de zihni ve sübjektiftir. üçüncü mertebe ise Allah'ın ilhamına, O'nu müş ahedeye erme duygusunun da yok oldu ğu yani insanın kendisini tamamen. unuttu ğu mertebedir. Bu mertebede kul kendin.den. geçmi ştir. Dış varlığı görünse de varlığının. farkında değildir, var oldu ğunu bilmez. Artık ezdi varlığına dönmüştür. O zaman olduğu gibi Allah'ı görür ama gördü ğünü bilmez. Çünkü gören kendisi de ğildir. Allah onun benliğini kendisinden, almış, onu kendi varlığı ile var etmi ştir. O, Allah'ta yaşar. Beşeri varlığı yok olmuş, Allah'ta yaşamağa başlamış tır. Demek ki fenâ, be şeri varlığın yok olması, Tanrısal varlığın meydana çıkmasıdır. Fena bir yandan yok olmak, bir yandan da var olmakt ır. Be şeri varhk yok olunca Tanrısal varhk görün.ür. Bu varhklar, örtmektedir. Tanrısal varlık kendini gösterdi ği zaman. beşeri varlığı örter, be şeri varlık kendisini gösterdiği zaman Tanrısal varlığı örter. Buna setr ve tecelli de denir. Ciineyd bu hale yok-var, var-yok diyor. Burada önemli bir husus kar şımıza çıkıyor: Fenâ sonunda insanı panteizme götürebilir. Fakat Cüneyd ve ilk mutasvv ıflar bu tehlikenin önüne geçmişlerdir. Cüneyd'in, fenas ı, Allah'ta bekadan ibarettir, yoksa Allah olma değildir. Kulun be şeri varlığı mevcuttur ama o bunun fark ında de ğildir. Insan hiçbir zaman Allah olamaz. "Zira insanlar, O'ndan tamamen ayr ıdırlar. Ora1 Risale No. 17, s. 154.

83


da beşeri gözlerini kaybederler. Allah kendi kudret ve celâlinde tek kal ır." Ciineyd'e göre fena, insan ın ken.di iradesinden Allah' ın iradesine geçmesidir. Ferıanın en yüksek mertebesinde de kul, yine Allah'tan ayr ıdır. Kul Allah tarafından istilâ edilib be ş eri varlığı örtüldükten sonra Allah, onun temkinini kuvvetlendirmek için 013,11 tekrar be şeri varlığına döndürür. İşte bu dönü ş bir imtihandır. "Kendilerini belâya dü ş ürenin aşlçana yanarlar. Ve ikinci kez o hali kaybedip be şeriyete dönmenin ızdırab ı içinde devamh inlerler. Her kisvede (Allah'a) bir i ş aret görmeleri, ruha fakr ın (beşeriyetin yok olmas ının) tadını taddırır. Tekrar amele sar ılma görü şünü tazeler.", Nihayet bu aray ış ve iştiyak onu yine fena haline ç ıkarır. Fakat Tanr ı iradesi, onu tekrar be şeriyete dörıdürür. Böylece uyan ıklığa gelib şer'i görevlerini yapar. Bu suretle o kula elektrik alternatifleri gibi fena ve sahv halleri gelip gider. Cüıreyd'in bu iki nazariyesinden tevhid görü şü doğmuştur. Cüneyd tevhidin en yüksek mertebesini "Kulun, sonu evveline döner, olmazdan ör ıceki hayatına geçer, öyle olur". şeklinde ifade eder2. Cüneyd, mu'tezilenin hilâfma, tevhide akıl yoliyle değil, his ve ilham yoliyle erişilebilece ği kanaatindedir. Allah'ın birliği akıl ile bilinemez. "Tevhid hakkın.da en güzel sözü Ebubekir söylemiştir: "Hamdolsun o Allah'a ki yarat ıklarnıa kendisini bilmek için, ken.disini bilmekten âciz olduklar ını idrakten ba şka bir yol vermedi."' Bundan. arılaşıhyor ki Cüneyd'e göre tevhid, akli bilgi alan ının dışındadır: "Tevhid öyle bir manad ır ki orıda şekiller düş er, ilimler yok olur ve Yüce Allah her zaman olduğu gibi olur."' Daha açık bir ifade ile "E ğer akıllılarm akılları en son sınırına kadar tevhide dalsa ş aşkınlığa düşer."5 Ciineyd, mutasavv ıf için özel bir anlam ta şıyan, tevhidi ş öyle tarif ediyor: "Sufilere mahsus tevhid, k ıdemi hadesten ay ırmak, vatanlarda ıı. çıkmak, dostlardan kaçmak, bilinen ve bilinmiyen her şeyi terk etmek ve hepsinin yerini Allah'a b ırakmaktır Sonradan olan ı kaldırmak, kadim (ezdi) olan ı tek bırakmaktır."6 Bu şu demektir: 1) Kadim olanı hadesten (sonradan var olandan) ay ırmak, Allah'ın varlığını bırakıp diğerlerini kald ırmak, 1 Risale, No. 9; Cüneyd-i Ba ğdadi ve Mektuplar ı, s. 139. 2 Risale No. 19; Cüneyd-i Ba ğdadi ve Mektupları, s. 156. 3 luseyri, RisMe, s. 160. 4 luseyri, s. 160. 5 Aym eser, s. 160. 6 Aym.

84


2) Kadimin sıfatlarmı bırakıp muhdeslerinkini kald ırmak, 3) Kadimin i şlerini var görüb di ğerlerinin i şlerini yok bilmek. Bu tarife göre Ciineyd, Allah'tan ba şka her ş eyi ortadan kald ırıyor, kendisi de dahil bütün. e şyayı kadim varlık karşısın.da yok sayıyor. E şya bir hayalden ibarettir, bir gölgedir. O hakikat kar şısında bu gölgenin. varhğı olamaz. Bir adam Cüneyd'in yan ında "elhamdü lillâh" demişti. Cüneyd: "Tamamla" dedi, Adam dedi ki: "Memler ne oluyor ki Hakk' ın yanında andsm?" Cüneyd: "Karde şim, dedi hâdis kadimin, yanına geldi ği zaman hâdisin bir izi kalmaz."' Cüneyd, mektuplarından birinde şöyle diyor: "Bil ki halk aras ında tevhid dört mertebe üzre bulunur: Birinci mertebe avamm tevhididir. mertebe zahir ilmin hakikatine ermi ş bilginlerin tevhididir. Üçüncü ve dördüncü mertebe de ma'rifet ehli olan havass ın tevhididir."2 Kelâmcılar bu tasnifi, imanın derecelenmesi anlam ın.da anladıklarından hoş görmezler. Onlara göre iman herkeste birdir, art ıp eksilmez. Onun için bu tasnif do ğru olamaz. Gazâli ise bun.0 iman ın derecelen.mesi anlam ında değil, tevhid hususunda herkesin, özel bir halde bulundu ğu anlamında alarak meseleyi hallerder3 Nitekim Cüneyd de bu tasniften sonra herkesin. özel durumunu göz önüne alır. Herkes Allah'a inanmıştır ama inanc ıum ce şidine göre herkes muhtelif derecede bulunur. Cüneyd bu meseleye psikolojik ve ahlâki aç ıdan bakar. Onun. tevhidi soyut bir fikir de ğil, bir yaş ama halidir. Herkes ya şadığı hale göre bu mertebelerden. birinde bulunur: "Avamm tevhidi, ba şka rablar, putlar, e şler, şekiller ve Allah'a benzerler görmemek suretiyle Allah' ın birliğini ikrardır. Ama bu mertebedekiler, Allah'tan ba şkasından umarlar ve korkarlar." "Zahir ilimlerde yeti şen bilginlerin tevhidi, ba şka rablar, putlar, e şler benzerler vs. görmemek suretiyle Allah' ın, birliğini ikrar, zahir emirleri tutmak, rıehiyden. kaçmakt ır. Ama bunlarda da arzu ve korku vard ır. İşleri bun,a göre yaparlar." "Havass tevhidinin ilk mertebesi, hiçbir benzer görme ınek suretiyle vahdaniyeti ikrar, bunun yan ında zahir ve bat ılı emirlere uymak, Allah'tan. ba şka hiçbir şey arzu etmemek ve Ondan. ba şkasından. korkmamaktır. Bu ikrar, 1 Bekri, cArâisu'l-bayan, I. 2. 2 Risrıle, No. 19. 3 al-Imlâ ft s. 25-26 lfahire, 1387 /1968; Güneyd-i Ba ğelüdi ve Mektupları, s. 85.

85


ve ameller, Allah'ı yanlarında görmekten ve O'nun emirlerine uymay ı gerekli bulmaktan ileri gelir." "Havas tevhidinin ikinci mertebesi, Allah' ın önünde ferdiyetsiz bir varhk, bir hayal gibi durmakt ır. Allah ile kendisi aras ında üçüncü bir şey, bir arzu, bir heves kalmamakt ır. Allah'ııi, tedbir ve tasarrufu, Allah' ın kudretinin hükümlerine göre cereyan eder. O kul, tevhid denizinin. derinliklerine batmış , yok olmu ştur. Ne n,efsinden haberi vard ır onun., ne Hakk' ın davetinden, n.e de o davete uymaktan. Allah'a gerçekten yakla şmış , gerçek vandaniyete ermiş , duyusal hareketleri yok olmu ştur. Allah ondan rıe isterse onda onu yapar."' Burada muvahhid, kendi iradesinde de ğil, Allah'ın iradesindedir. 13u, geçen mertebede oldu ğu gibi iradeyi ve ki şisel arzuyu terk etmek de ğil, iradeyi ve arzuyu yok etmektir. İstiyen, çalış an, yaratan hep Allah't ır. Kul arada kaybolup gitmektedir. Zahirde var görünür ama gerçekte kul yoktur. Tıpkı ezelde tevhid misak ı yapıldığı zamandaki varlığına dönmüştür. Bu mertebe ferıadan ba şka bir şey değildir. Cüneyd bu fikrini ünlü belâ" âyetiyle şu kudsi hadisten çıkarmıştır: "Yüce ve Güçlü Allah buyurdu : Ku-

lum bana nafilelerle yaklaşmağa devam eder. O kadar yaklaşır ki ben onu severim. Ben onu ıeversem onun i şittiği kulağı , gördüğü gözü... olurum."2 İşte misak, fena ve tevhid gibi dü ğümlü sorunlar ı gayet öz ve hünerli bir biçimde aç ıkhğa kavu şturan, Cüneyd-i Ba ğdâdi olmu ştur. Onun. bu izahları , sonraki tasavvufi tefsirlerin ana meseleleri olaca ğından, ve bu meseleler üzerine nice meseleler dallanaca ğından bunlar ı burada arılatmak gereğini duyduk. Fena hali, bir çe şit sarho şluk hali olduğu için. bu halde olan, kimsenin şer'i amelleri yapmas ına imkâıl, yoktur. Onun için baz ı kimseler dini emirlere önem vermeme ğe başlamışlardır. Tasavvufun babalar ı olan, Cüneyd, Sehl ve Bayezid gibi önderler, insanlar ı bu tehlikeli akımdan korumak için bu gibi sözleri söylemenin çok günah oldu ğuna hükmetmi şlerdir. Cürıeyd'e göre fena, son mertebe değildir. Asıl mertebe, fenaya erdikten sonra uyan ıklığa gelmektir. Sülemi tefsirinde anlat ılan bir olay, Cüneyd'in, dinin emirlerine ne derece önem verdi ğini gösterir: Evinde yedi gün yemeden, içmeden, uyumadan hayret ve deh şet içerisinde "Allah, Allah" deyip dönen Ebu'l-Huseyn an-Nuri'nin bu halini duyan Cüneyd, rıamaz kıhp kılmadığmı sormuş , namazlar ını düzenli kıldığmı öğrenince: "Ona şeytan.ın eullarımasma yol vermiyen Allah'a hamdolsun" demiş ve kalkıp Nurrnin evine gitmi ş : 1 Risale No. 19, s. 156. 2 Buljiiri, Rikak, 38.

86


—Ey Ebu'l-Hiiseyin, seni deh şete düşiiren rıedir? —Allah, Allah diyorum, bana daha çok söyleyin. —Bak kardeşim, "Allah" sözünü Allah ile mi söylüyorsun., kendi nefsinle mi söylüyorsun.? E ğer Allah ile söylüyorsan, söyliyen sen. de ğilsin. Kendi nefsıhde söylüyorsan, nefsinle berabersin. Art ık bu cezbe ve hayretin anlamı nedir? Bunun. üzerine Ebu'l-Hüseyin: —Sen ne güzel terbiyecisin? deyip suldina kavu şmuş"' CÜIleyd, Tin Suresindeki

"ve"

wo

.4

1;

)) kelimelerini co ğrafi isimler olarak al ır:

"Tin İlya mescididir. Zeytun., Beyt-i Mukaddes mescididir. Tür-i Sinin, Tur mescididir. Ve hâzâ'l-beledi'l-emin, Mescid-i Haram'd ır. Bunlar, Allah' ın aruldığı yerler oldu ğu için Allah bunlar ad ııııa and içerek bunları yüceltmiştir2." Cürıeyd'in bu tefsiri çok isabetli görünmektedir. Buradaki tim, zeytun kelimeleri ıd incir ve zeytin. manas ırıda almak, âyetin ak ışına aykırı düşmektedir. Incir ve zeytinden sonra Tur-i Sina ile Mekke'nin zikredilmesi, bu kelimelerin de co ğrafi yerler olmas ı ihtimalirıi kuvvetlendirir. Ashrıda buralar ı Peygamberlerin vahiy ald ığı bölgelerdir. Vahye sahne olmu ş yerlerdir. On.un için Yüce Tanr ı, vahye sahne olan bu yerlerin. kudsall ığına and içmi ştir. Cürıeyd tefsirinin ana dü şüncelerini açıklamış olduk. Sülemi tefsirinin, Cüneyd'in bütün tefsiri için. en önemli bir kaynak oldu ğun.a da i ş aret etmekle Cüneyd konusunu kapatahm. 3– Ebubekir Muhammed ibn. Müsâ al-Vâsrti (331/942): Tasavvufi tefsirin. geli şmesinde önemli payı olanlardan biri de Vasıti'dir.

Aslen Ferganeli oldu ğu için. Vasıtrye ibnu'l-Fergard denir. Ciin.eyd'in ve Ebu'l-Hüseyrı an-Nurrnin müridlerindendir. Tasavvuf üzerinde derin bilgi sahibi olduğu, bu konuda onun kadar kimsenin kon.u ş madığı anlatılır. Tasavvufi tefsirde otoritedir. Hicri 320 y ılındarı sonra İrak'tan, Horasan'a gitn ıiş ve orada ölmüştür. Onun için. sözleri İrak'tan çok Horasan'a ba ğh Ebiverd ve Merv taraflar ın.da yayılmıştır3. 1 Ijaknk, varak 4b. 2 Ijaka'ils, II. Tin Snresinin tefsiri. 3 Sülernı, Tabalüt, s. 302; Ruseyri, Risgıle, s. 29; şacrni, Tabakat, I. 85; Teikire, II. 201-208.

87


a. Tefsiri: Hicri be şinci asra kadar bütün mutasavv ıfların olduğu gibi bunun tefsirleri için de tek kaynak Sülemrnin Hakaik'idir. Vas ıti'nin, Sehl'den sonra ikinci i ş ari tefsiri yazd ığı söylenirse de bu tefsir zaman ımıza kadar ula şmamıştır. Sülemi tefsirin.den, onun tefsiri hakk ında bir fikir edinmek mümkündür. Brockelman.n, İbn Miskin tarafından, Vasıti tefsirlerinin özetinin yap ıldığını söylüyor.' Vasıti Cüneyd'in. talebesi oldu ğu için onun düşüncelerinin etkisi alt ındadır. Cüneyd'in fenâ ve tevhid nazariyesin.i aynen benimsiyen Vas ıtrnin en. önemli tarafı , aşırı derecede cebri olu şudur. Kendisinden. gelen tefsirlerde bu tema hakimdir. O, Allah'tan ba şka bir varlık, O'ndan başka bir kudret görmek istememi ştir. b. tefsirinden örnekler: ...

ct

e4_15-!«

I

L%

Rabbın dileseydi, yeryüzünde olanlar ın hepsi inanırdı."2 âyetinde ş öyle diyor: "Cerıabı Hak bu âyetle övmeyi ve yermeyi kald ırmıştır. Özürlüye, özürsüze, ş akiye ve saide (yapt ığından) bir şey yoktur. Bunlar ın hepsi, Allah'ın ezeldeki iradesine göre hareket etmi şlerdir."' -

-

• ;(.9^-

A

d : Allah, i şte zengin ve övülmü ş olan O'dur."4 âye..

Mıde diyor ki: "Ne inanmak insan ı Hakk'a yakla ştırır, ne küfür Hak'tan uzaklaştım. Geçen. ezelde geçmi ştir. Şekavet ve saâdet, küfür ve iman. birer i ş arettir, gerçek de ğil Hakikat ezelde O'nun sab ık ilmindeki kazas ıdır ki: Saâdetle kimseye ikram etmiyecek; ancak kendi keremine yakla şmağa ehil kıldığı kimseye ikram edecek diye ezelde takdir etmi ştir. Küfrü ş ekavet ehline işaret ve süs yapm ıştır. İman, ikramın ta kendisidir. Küfür de azab ın kendisi, uzaklaş ma ve lânet şahididir."5 e -

: Bir su ile sulanır."6 âyetinde ş öyle diyor: " İra-

-

deler birdir, de ğişmez, muradlar de ğişir. Hepsini sulayan. su birdir. E şyayı bilmek de birdir. Bilinenler de ğişir. "Nasıl?" diyen., kudreti dar marıada anlamıştır. Sonradan yaratılmışları çeşitli göstermek, Rabb ın kudretini izhar içindir! O'nun iradesi d ışında hiçbir şey yoktur. Ölüm, hayat, aur ve zulmet 1 GAL, S. I. 357. 2 Yurıus Süresi: 49. 3 Sülemi, Haküik, varak 104a, b 4 Fatır Süresi: 39. 5 Ilakrt'ik, varak 148a. 6 Ra<4:1 Süresi: 4.

88


hep o iradenin mahsulüdür. Küfür ve imanda da irade, yine Allah' ın iradesidir. Irade birdir. Çünkü Allah, "bir su ile sulan ır" diyor."' Yami, diğer sufiler gibi as ıl ölümün, nefsin arzular ının ölmesi olduğuna kanidir .

o

.9

.9 o

I I j_1.:;31.i,

,...(1) JC.). -

.9

II

.9

: Yaratantnıza

teybe edin, nefislerinizi öldürün."2 âyetinde bu ümmetin tevbesinin, israiloğullarmın tevbesinden daha güç oldu ğunu söyler. Zira israilo ğullarunn tevbesi, nefislerini öldürmek idi. Halbuki bu ümmetin tevbesinde nefsin şekli değil, hakikati öldürülür, yani arzular ı ve muradlar ı yok edilir "3 Vasıti'ye göre: "Ene: ben" diyen kimse, Allah' ın, gücüne kar şı gelmiş olur. Melelder de bilgiden. uzak bulunduklar ı, övünme ve itiraz sahibi oldukları için

:U

,9

_;

.9 o

ı

: Biz seni hamd

ile tesbih ve takdis ediyoruz"4 demişlerdi. Benlik tamamen, y ıkılmalı, Allah'ın iradesine teslim olmal ıdır. Yüce Tarırı : "Allah' ı nasıl inkâr edersiniz ki sizler ölü idiniz O sizi diriltti?"5 söziyle insanlar ı şiddetle azarlamıştır. Zira ölü ve cans ız olan, yarat ıcısma itirazda bulunamaz. Bütün kavga ve itiraz, canlı şekillerden meydana gelir6. O halde nefsin arzular ını öldürmek, onu cansız varlık haline getirmek, ölü gibi yapmak gerekir. O zaman kisiyi a ş ağılara atan. itiraz kayna ğı nefisten kurtulmak ve manevi yükseli şe ermek mümkün olur. Vâsıti'ye göre gerçek zikir de nefsi tamamen yok etmekle elde edilir. "Zikrin hakikati, zikri unutmaktan da yüz çevirip zikredilerde kalmakt ır."7 "Ne zaman. nefis hapsedilir, uzuvlar dizginlenir, vakit korunursa o zaman nerede olursan ol, itikâftas ın demektir.'" Has ılı : "Sevdiğinizden infak etmedikçe iyiliğe eremezsiniz."9 âyetinin. bildirdi ği üzre iyiliğe kavu şmak, sevilen şeyleri infak ile ise, iyinin. Yaratıcısma kavuşmak da iki cihandan ve bunların içirıde bulunan. her şeyden geçmek ile olur." 3°

3 j..4.12,„. j (.3_J I

-

-

: Ben seni öldürece-

1 lialgı'ik, varak 141a. 2 Bakara Sûresi: 54. 3 Bakli. cArû'is, I. 24. 4 Bakara Sûresi: 30. 5 Bakara Suresi: 28; Arais, I. 20. 6 `Argı'is, I. 19. 7 `Artıis, I. 32. 8 (Arû'is, I. 39. 9 Al-i İmran. Sûresi: 92. 10 Bakli, cArns, I. 97.

89


ğim, bana yükseltece ğim ve seni inkar edenlerden temizliyece ğim."' âyetinde inkâr edenleri irade ve heva kabul edip "Seni iradenden ve hevandan temizliyeee ğim. Böyle yapması , ondaki ezdi sıfatları meydana ç ıkarmak içindir."2 diye aç ıklıyor. Görüldüğü gibi Vasıti'nin bütün tefsirlerin,de fena fillah dü şüncesi hakimdir Kaynakların zühd ve ilminde ittifak etti ği Vasıti, zamarundan yakınıyor: "Öyle bir zamanda geldik ki ne İslâm âdab ı, eahiliyye ahlâkı , ne de mürüvvet sahibi insanlar ın yumu ş ak huylulukları kaldı !'" "Vakit bir saatten azd ır, san.a gelen nimete ve zorlu ğa şükret ve dayan. Zira o saatten önceki nimet geçmi ştir, artık eline girmez, o saatten sonra da ba şına ne geleceğini bilemezsin. Bulundu ğun saatte eline ne geçerse ona bak." diyor ki bu sözün tasavvufta derin. etkisi olmu ştur. Mutasavv ıflar, genellikle "Sufi vaktinin. oğlu olmalıdır. Yani vaktini değerlendirmeli fikrindendirler. Zira geçmiş veya gekeeekle u ğraş mak, yaş anan vaktin zayi olmas ına sebebolmaktan başka işe yaramaz. Vas ıtrnin bu fikrini ünlü Türk mutasavv ıfı Erzurumlu İbrahim Hakkı , Ma'rifetrıame'sinde şöyle şiirleştirmiştir: "Geçmişle geri kalma

Müstakbele hiç dalma

Hal ile dahi olma

Mevlâ görelim neyler Neylerse güzel eyler!"4

4—İş ari Tefsirin geli şip sistemle ş mesinde pay ı olan diğer önemli mutasavvıflar: İş ari tefsirin geli şmesinde pay ı olan di ğer önemli mutasavv ıflar da şunlardır: İbrahim ibn Edhem (161/777), Fudayl ibrı 'İyâd (187/802); Hasan, alCiızecâni, Bi şr ibn Hâris al-klâfi (150-227/767-841), Ebu Süleyman ed-Dârâni (235/849), Zu' ıı-Nân, al-Mışri (245/859), Seri as-Sakati (251 /865), Yahyâ ibn Nu(âz ar-Râzi (258/871), Ebu Yezid al-Bistâmi (261/874), (An ır ibn Seleme Ebu Haf§ arı-Neysâbfıri (267 veya 270/880, 883), Hamdlin al-Kassâr (271/884), Ahmed ibn. 'Isa al-Hazzâz (279/892), 'Anar ibn 'O'ğ'mârt al-Mekki (291 /903), İbrahim ibn Ahmed al-Havâ şş (291/903), Ebul-Ijiiseyn an-Nuri (295/907), Müm şâd ad-Dineveri (299/911), ş âh ibn Sueac al-Kirmâni (300/ 912), Sumnlin. ibn Hamza (300/912), Ruveym ibn Ahmed (303/915), Hüseyn ibn Manşiir al-Hallâc (309/921), 'Abdullah ibr ı Muhammed a1-1Jazzâz arRâzi (310/922), Ebubekr al-Kittâni (322/933), 'Abdullah ibn. Mu4ammed 1 Al-i İmran Sûresi: 55. 2 <Arns, I. 84. 3 Sülemi Tabalst, s. 303. 4 İbrahim Ilals1p, Ma<rifetnkne, s. 385, İstanbul, 1330.

90


al-Murtaci ş (328/939), Muhammed ibn. (Abdil-Vahhab Ebu Ali a'-gakafi (328/939), (Abdullah ilmi Muhammed ibn Munazil (329/940), (Abdullah ibn Tahir al-Ebheri (330/941), Ebu Ya(kub Yfisuf an-Nehrecüri (330/941), Ebubekr at—Tamestan.i (340/951), Kasim as-Siyazi (342 /953), Ahmed ib ıı .(Aşım al-Antaki, Ebübekr al-Varrak, Ca(fer ibn Muhammed al-Huldi (348/959), ibn Ahmed il»), Sehl al-Bo şenci (348/959), ismacil ibn Nüceyd (366/972), Ebıl Ya`krıb as-Sfisi ve büyük muhaddis, muta ş avvıf Sa`id al-Hakim Ebu Muhammed (Abdullah an-Neysabüri (321-405/933-1014).

TEFSIRDE BÜYÜK INKI ŞAF Dördüncü hicri asrın sonuna doğru iş ari tefsirde büyük bir geli şme görülür. Şifahen nakledilen tefsirler, yerini müstakil tefsir kitaplarma b ırakır. Bu çığırı açan, şimdi inceliyece ğimiz büyük bilgindir. 1) Ebu `Abdi'r-Rahman Muhammed ibn al-Hüseyn ibn Muhammed ibn Masa al-Ezdi as-Sülemi (325-412/936-1021): Baba tarafından Ezd, anne tarafından, Süleym kabilesine mensubolan Sülemi, 325 (936) tarihinde bir zühd ve tasavvuf evinde gözlerini dünyaya açmıştır. Küçük yaşında babasını kaybetmi ş , Cüneydin talebesi olan. anne tarafından dedesi İsmail ibn Nüceyd'in yan ında yeti ş miştir. Bu yüzden Sülemi nisbetiyle ünlü olmu ştur. Çok erken bir ya şta zamanının. bilginlerinden ders almağa başhyan Sülemi, şer'i ilimleri ö ğrenip icazet ve fetva yetkisine sahibolduktan sonra kendisini tasavvufa vermi ş , Neysabur'da ö ğrendikleriyle de yetinmiyerek ilim tahsili ve hadis derlemek için Irak'a, Rey'e, Hemedan'a, Merv'e, Hicaz'a gitmi ş , seyahatlerinde zamanım ilim otoriteleriyle görüş müş , onlardan hadis, tarih ve tasavvuf ö ğrenmi ştir'. Tasavvufta birçok kimselerden feyz alan Sülemi' ıfin asıl hocası, Ebu'lKasim an-Na şrabazi'dir. Na şrabazi eliyle tasavvuf h ırkasmı giymiştir. Nasrabazi, Cürteyd'in talebesi olan Sibli'nin mürididir. Ayn ı zamanda Sülemi Ebu Sehl Muhammed ibn Süleyman. as-Su'lliki'rtin, yan ında da sülak görmü ş , on.un elinden de hırka giymi ştir2. Sülemi, tasavvuf filmlerinde ç ığır açacak bir bilgiye sahibolmu ş , yazdığı eserler, sonra gelen. ku ş aklar için örrıek te şkil etmi ştir. Çağdaş' olan büyük bilginler ve talebeleri, ondan. övgü ile bahsederler. Bir rakibi taraf ın.dan hadis uydurmak ile ittiham edilmi şse de bu töhmetin bir kıskan.çlık mahsulü olduğu ortaya çıkmıştır. 1 şemsu'd-din MuIlammed a'i-Zehebi (748/1347), Siyera Acl3mi'n-NubelP, XI. varak 107 a, Ahmed III kütüphanesi, No. 2910. 2 M.J. Kıstar, Ad3bu' ş-şohha önsözü, s. 4, Jerusalem, 1954.

91


cAbdu'l-Gâfir isma(rd ibn al-Fârisi, "Siyûku't-Târih" adl ı eserinde şöyle diyor: "Sülemi, vaktinde tasavvufun, üstad ı idi. Bütün hakaik ilimlerine vakıftı . Tasavvufta acaib, ünlü eserleri vard ır. Kendine kadar hiç yaz ılmıyan kitaplar yazdı. Tasniflerinin sayısı yüzü a ştı , Kırk seneden fazla imlâen ve kıraten (yazd ırmak ve okutmak suretiyle) hadis okuttu. Neysabur'da, Mervde, Irak'ta, Hicaz'da hadis yazd ı . Büyük hafızlar onu seçtiler."' Zamanın,da büyük ra ğbet ve takdire mazhar olan Sülemi, 412 (1021) yıhnda Hakk'ın rahmetine kavu ş muştur. a. Tefsiri: tefsir hakkın.da en önemli kaynakt ır. Sülemrnin Hakaik adlı tefsiri, Sülemi burada mutasavv ıflarırı tefsir ve te'villerini bir araya toplay ıp bunların. kaybolmas ını önlemek suretiyle ilme büyük hizmet etmi ş , bizim o zamanki sufilerin Kur'an hakk ındaki duyuşları ve düşünceleri hususunda gerçek bilgi sahibi olmamıza imkân, sa ğlamıştır. Bu hususta o, Taberi ile kar şılaşTaberrnin tefsirde yapt ığıru Sülemi bâtıni tefsirde yapmış tır. Taberi nas ıl zahiri tefsirin kayna ğı ise Sülemi de tasavvufi-i ş ari tefsirin, kaynağıdır. Sufi görüşleri için bir hazine te şkil eden bu eser, Avrupal ıların da dikkatini çekmi ştir. Massignon, şu sözleriyle bu tefsirin önemine i ş aret etmiştir: "Sülemi, ilk tasavvuf tarihinin özelliklerinin anla şılmasına yardım edecek önemli bir mistik tefsir vermi ştir. Vahidi, Ibnu'l-Cevzi ve Zehebi bu kitabı mahkûm ederler ama Gazali bunu Risale-i Ledünniyyesinde övmektedir."2 Arberry de şöyle diyor: "Sülemrnin daha önemli yan ı, tasavvuf aç ısından yazd ığı Kur'an, tefsiridir. Bu tefsir henüz tamamen incelenmemi ştir3, fakat çok önemli bir esere benzemektedir. Sufilerin bu temel islâm bilimine. hangi açıdan, baktıklarını gösterir."4 b. Metodu ve görü şleri: tefsirinde kendi fikrini az gösterir. Her sure ba şında L. JS'S .

: Sure hakk ında söylenenler..." söziyle o sure hakk ında söylen.‘)... miş tasavvufi tefsirleri toplar. Her âyet hakk ında sufilerin tefsirini s ıralar. Bu tefsirler üç grupta toplanabilir: 1) Söyliyenin, isabet etti ği doğru nakiller, 2) Söyliyenin hatâ etti ği, fakat rivayet yönünden do ğru rtakiller, 3) 1 Siyeru Aclâmi'n-Nubelâ', XI. varak 107b. 2 L. Shorter Encyclopedia of Islam, s. 551; Recuil de Textes tore de la Mystıque en Pays D'Islam, 1929, s. 85. 3 Biz bu eser üzerinde doktora yapt ık. 4 Arberry, A.J., Sufism, s. 70, London, 1950.

92

Concernant L'il ıs-


Her iki yönden hatalı nakiller. Örneğin Ca'fer-i Sad ık'tan gelen rivayetler çoğunlukla bu türdendir. Ama bunda Sülemrnin kabahati yoktur, o ken.disine anlatılanlar' toplam ış tır. Ravi zincirini nadiren verir. Ço ğu kez tefsiri, do ğrudan müfessirden duymuş gibi o jt;

»

formülü ile vermektedir. Usanç vermesin. diye senedi at-

tığı belli olmaktadır. Bu tefsir, genellikle sufi grü şlerirıi yansıtmakla beraber zahiri manaya da temas etmektedir. Birçok ayetlerde sadece zahiri mana ile yetinilmi ştir. Sülemrnin tefsirinde, âyetleri as ıl marıalarmdan ç ıkaracak nazari tevillere çok az rastlan ır. Bu tefsirde tevilden çok ayetlerin ta şıdığı içsel hikmetler üzerinde zühdi aç ıklamalar vardır. Sülemi, tefsirine ayetlerle, hadislerle, şiirlerle şahid getirir, hikâyelerle görüş ünü pekiştirir. Bu arada tefsirinde İsrailiyat kabilirıden bazı şeylere de rastlanır. Fıkıh hükümleri üzerinde te'vil yapmaz. Pek nadir olarak f ıkıh usulü ile ilgili açıklamalar da yapm ıştır. Mutasavvıflara kar şı biiyük saygı besliyen Sülemi, onlar ın sözlerini eleş tirmeden. almıştır. Ancak baz ı yerlerde "E ğer doğru ise" veya "Ben bu hadisin uhdesinden uza ğım, bu söz, Peygamber sözüne benzemiyor" gibi sözlerle tenkidler de yap ılmıştır. c. Tefsirinden örnekler: Bu tefsirde mutasavv ıflarııı huruf-i mukatta(a hakmda çok indi görü şleri vard ır. Bu konuda örnekler verelim:

‘.54--)1

:

Ebu'l-Abbas ibn Atâ'ya göre

) Allah'ın

peygamberlerinin ruhlarma risalet ve nübüvvet ilhamiyle yapt ığı birr dir. (

) yakınlık ve ihıs ilhamiyle marifet erbab ına verdiği sırrıdır. ( )

şefkat ve rahmet göziyle müritlere devaml ı bakma minnetidir. Muhammed ibn Musa'ya göre Allah' ın diğer isiuderinde yarat ıkların da ortak yanlar ı vardır. Allah'ı, başka adlarından biriyle ça ğıran kimse, ken.disinin de ortak oldu ğu bir adla ça ğırmış olur. Ama lâfza-i eelalde nefsin pay ı yoktur. Allah'ın öteki adlarmdan baz ı harfler dü şünce Allah'ın adı olmaktan. çıkarlar. Fakat Allah ad ı öyle değildir. Çünkü Allah'tan elif kald ırılsa (

lillah) kalır. Lamlardan biri kald ırılsa ( 4J leha) kahr. Her iki lâm da

kaldırılsa (ye, ha) kalır Bu da Allah'a olan iyaretlerir ı

ilerisidirl.

1 I;laka'ik varak 3a.

93


şibli'ye göre Allah'tan ba şka kimse "Allah" diyemez. Çünkü Allah diyen kimse, bunu rıefsin hazziyle söylemi ştir. Hakikatler, hazlarla nas ıl idrak edilir?"' »

Elif ) ahadiyyet (birlik) elifidir. Lâm (J) lütuf lâm ıdır. Mim

mülk mimidir. Manas ı : Kim bütün ilgileri keserek beni gerçek şekilde birlerse ona manasında liitfederim, onu ubudiyyet (kulluk) boyunduru ğundan kurtarıp en yüksek mülke ç ıkarırım ki bu da mülk türünden hiçbir ş eyle uğraş mayıp mülkün maliki ile birle şmektir. ) elifidir. Lâm (J) âlâ ( ı.Tr)

Hüseyin'e göre elif ( ) meg« nın lâmıdır. Mim

(r) mülk

ün mimidir. Sad(u,o)s ıdk(L;,£,,,) ın, sadı-

dır. Her şeyin ilmi Kur'an'dad ır. Kur'an' ın ilmi de sure ba şlarıııda bulunan bu harflerdedir. Harflerin ilmi lâm eliftedir. Lâm elifin ilmi eliftedir. Elifin ilmi noktadadır. Noktanın ilmi asli ma'rifettedir. Asli ma'rifetin ilmi evveldedir. Evvelin ilmi me şiyyettedir. Me şiyyetin ilmi gaybindedir. gaybi ise «

Lr.

elif (

: Onun gibi bir şey yoktur2"3. Yine Hüseyin'e göre

) elifidir. Lâm(

) ıâmıdır. Mim de bu ikisi arasındadır. Sad

da kendisine birle şenle birleşir, kendisinden, ayrılanla ayrılır. Gerçekte ne birleşme, ne ayrılma vard ır. Bu kelimeler, sadece güzel sözlerden ibarettir. Hak madenleri (cevherleri) kelimelerden ve cümlelerden korunmu ştur'. Bu tefsirler görü şlerdir. Bir zevk ve co şkunluk halinde söylenmi ş sözlerdir. Gerçekle ilgisi yoktur. Bunlar ın en do ğrusunu yine bir suti söylemiştir. "Hakk'ın, sevgilisi (s.a.v.)ne s ırrıdır. Sevgilinin sırrmı başkası bilemez. Nitekim Peygamber (s.a.v.), (Benim bildiklerimi bilseydiniz, az güler, çok ağlardımz) demiştir."5 Bu tefsirde geni ş ölçüde an,tropomorfizme rastlan ır. İnsan kainata benzetilir. Evrendeki olaylar, enfüsi yönden. aç ıklarur. Bu tür tefsirlerin ço ğu da Sehl'den gelmektedir. ı

)1

O

) J L.)-"

I

c, "42....:91

insanların indiği yerden siz de inin ve Allah'tan ba ğış dileyin."6 1 Aynı. 2 Sûrâ Sûresi: 11. 3 Hakâ'ik, varak 70a, 239b. 4 Hakâ'ik varak 70a. 5 liakâ'ik, adı geçen âyetin tefsiri. Hadis yukar ıda geçmişti: s. 28 6 Bakara Sûresi: 199.

94

:°°nr(2


İbn, Ata'ya göre: "Içinizi beni anmakla onarıp on.daki kİrleri boşalttığınız zaman. artık herkesin yapt ığı kulluk âdetlerine dönün, Allah'tan ba şkasiyle uğraş maktan. dolayı Allah'a istiğfar ı C;5'.

C5 j

77/

(„}%,.,U

ı

ı

;r, :

Gece onu ör-

tünce bir y ıldız gördü, "bu benim Rabbim"dedi. y ıldız batınca "ben batanları sevmem" dedi. Ay ı doğarken görünce "bu benim Rabbim" dedi. Ay da battnca "eğer Rabbim bana hidayet etmeseydi elbette sapanlardan olurdum" dedi. Güneşi doğarken görünce "bu benim Rabbim, bu daha büyük" dedi. O da batınca "ey kavn ıim, ben ortak koştuklarınızdan uzağım. Ben yüzümü gökleri ve yeri yaratana çevirdim, ben puta tapanlardan de ğilim" dedi."2 Sülemi, bu âyette zahir manay ı pekiştiren tefsirler verdikten. sonra bat ılı, manaya geçer, sonradan birçok müfessirlerce tekrarlanacak olan tefsiri verir. Ibrahim'e görünen y ıldız, ay ve güneşin; sülük esnasında görünen. ve gittikçe büyüyen n.ur olduğunu açıklar• "Gündüzün güneşi geceleyin batar. Oysa kalblerin güne şine batış yoktur. Onlardan, biri dedi: Küi ırıat Ibrahim'e karanlık olup iradesi elden. gidirıce kalbine rububiyyet (tanr ıhk) nurları doğdu, "Bu benim Rabbim" dedi. Sonra kendisine heybet nurlar ı açıldı , ıınru artt ı "Bu benim Rabbim" dedi. Son.ra Üliahiyyet nuriyle be şer' varlığından geçirildi, "Rabbim hidayet etmeseydi sapanlardan olurdum" dedi. Sonra Baki ile baki oldu, "Ey kaarmim, ben, sizin ortak ko ştuğurıuz şeylerden uzağım" dedi."3 Bu tefsirde çok orujinal teviller oldu ğu gibi fenâ, beka, sahv, zahiri ve batıni ilim, şeriat ve hakikat, nefis ve ruh, teybe, zikir, tevhid ve tasavvuf terminolojisinde geçen di ğer terimlerin, izahlar ı yer almıştır. Ileride tasavvufi tefsirin ba şlıca sorunlar ını incelerken bu tefsirden. çok yararla ıaacağız. 2) Ebü İşh4 Ahmed ibn Muhammed ib ıı İbrühIm dg-Sa-lebi (427/1035):

ihn Hallikün ve Sübki'nin ifadesine göre Kur'ân ilmi ııde eşsiz, nakli sağlam, güvenilir hir bilgiıadir. Ebu Tahir Muhammed ihn Fadl ibn Iluzeyme' den, Ebu Muhammed al-Muhalledi'den, Ebubekr ibn Hani'den ve bir topluluktan. rivayet etmi ştir. Kendisinden de Ebul-Hasan, al-Vahicli rivayet etmiştir Kuşeyrrnin anlattığı şu ru'ya, ona beslenen güzel zamana bir ifadesidir: "Uykuda Yüce Tanr ı'yı gördüm, bana hitabediyordu, ben de O'na hitabedi1 ljak'ik varak 14a. 2 Ericam Sûresi: 76-79. 3 ljakiı'ik, varak 49b.

95


yordum. Bu an,da Yüce Tanr ı dedi ki: "Salih kul geldi." Bir de döndüm ki Ahmed Sa'lebi'dir." 9aclebi 427 (1035) y ılı Muharrem ayında vefat etmi ştir'. Süyuti, Sübki'nin verdi ği bu bilgiye: "Bilgin, Arapçaya hakim, hâfız ve güvenilir insan," cümlesini ekliyor2. a. Tefsiri vo metodu: Sa(lebi al-Ka şfu vag-Bayan can Tafsiri'l-Kur'ân ad ında bir tefsir yazmıştır. cArâisu'l-Mecâlis Kaş aşi'l-Arıbiyâ, Kitabun Mubârakun yuZkaru fihi semi-Wl-Kur'âna va mâtû bi Sem`ihi, Kitâbu Durratil-Fabira fi'l-AmS'âli's-SVira gibi eserleri de vard ır. Tefsirinin Istanbul'da ve Avrupa'da yazma nüshalar ı mevcuttur. K ılıç Ali'de 79 rıumarada ba ş tarafı eksik birinci cildi vardır. Ayasofya 289 numaradaki eser, Abdullah ibn Mubarek'in fi Tafsiri'l-Rur'ân' ı olarak gösterilmiştir. Halbuki bu, al-Ka şfu val-Bayan' ın dördüncü cildinden ba şka değildir. Damat Ibrahim Pa şa'daki 156 numaral ı nüsha, gayet güzel, hacimli ve muntazam bir nüshad ır. tefsirinin mukaddimesinde çe şitli fırkaların tefsir yaptığını, fakat yaz ıların ın kimi ehli sünnet yoluna ayk ırı bulunduğunu, kimi de ya tamamen rivayete ya da dirayete basredildi ğini, derli toplu bir tefsir kitab ı yazılmadığını beyanla diyor ki: "Bu hususta her şeyi içine alan, güzel, güvenilir bir kitaba rastlamad ığım ve halkın da böyle bir kitaba ihtiyac ı olduğunu ve benden böyle bir kitap yazmam ı istediklerini gördü ğüm için cami' ş akil, mühezzeb, mülâhhas, anla şılır, düzenli bir tefsir yazma ğa koyuldum. Bu eseri, dinledi ğim yüz mecmuadan yararlanarak yazd ım Ayrıca okuduğum notlar, çe şitli cüzler ve üçyüze yak ın bilginden i şittiğim sözler de ba şka...Bu kitapta sözü on dört yöne ay ırdım: "Bisât ve mukaddimât; aded ve tenzilât; kasas ve r ıüzûlât; vücuh ve kıraât; cilel, ve ihticâcât; cArabiyyât ve lûgât; icrâb ve muvazenât; tefsir ve te'vilât; MeCâIli ve cihât; gavâmiz ve mü şkilât; alıkâm ve fıkhiyyât; hüküm ve iş ârât; fezâil ve kerâmât; atibür ve mütecallikât. Bu kitaba Kitabu'l-Ka şfi va'l-Bayan can-Tafsiri'l-Kur'an ad ını verdim" tefsirinin mukaddimesinde yararland ığı kitaplarm bibliyografyasın ı vermiştir. Bu bibliyografyada kendisine kadar yaz ılmış tefsir ve Kur' 1 Sübkf, Tabak3t, III. 24. 2 Sübki, Tabakat, III. 25. 3 Süyuti, Tabak3tu'l-Mufessirin, s. 5, Tahran, 1960; Bu ğyatul-Vucat, I. 356; isma'il Pasa, Hadiyyatu'l-qrifin, I. 75; Zehebi, Siyaru Aclâmi'n-Nubal3), XI. 96; Ibn l_lallik3n, Vafay3t, I. 61; Ibn abBild3ye va'n-Nihâye, XII. 40; Y3k3t, Muccamul-Udeb3, V. 36-38; abLub3b, I. 194; Ilayru'd-din az-zirakli, al-Aclâm, I. 206, Mz4barat Kostansomas, 1373/1954.

96


an. ilimlerini gözden geçirdi ği belli olmaktad ır. Bunlar aras ında Sülemi'nin Hakaiku't-Tefsirini bizzat Sülemi'den dinlemi ştir: "Hakaiku't-Tefsirin tamammı musannifi Ebu Abdirrahman Muhammed ibn. al-Hüseyn. as-Sülemi' ye okudum, do ğruluğunu kabul etti."' Mukaddimede Kur'an' ın, Kur'an ehliııiıı ve Kur'an okuman ın faziletine dair bir bab ay ırmıştır (varak 7a-8a). Bunu Kur'an. ilminin üstünlü ğüne dair bir bab izler (8a-8b). Bundan sonra tefsir ve tevilin manas ı ve bunlar arasındaki farkı izah eden bir bab vard ır (8-9a). Bu güzel yazma, 860 varakt ır. İnce bir yaz ı ile aharh bir kağıt üzerine yazılmıştır. Salebi, her sure başında o surenin kaç harften, kaç kelimeden ve kaç âyetten meydana geldi ğini söyler. Bu eser, zahir ve bat ılı tefsiri toplayan bir kitaptır. Buılunla beraber i ş ari yanı ikinci derecede kalır. Nakle çok önem verir. Nahvi ve fıkhi meseleleri izah eder. İsrailiyata çok yer verir. Sa ğlam, çürük demeden her türlü rivayet aktar ılmıştır. Şayet Salebi, kendisinden ön.ce yaz ılmış güvenilir bir tefsir bulamad ığını söyledikten sonra böyle çürük nakilleri almasayd ı, eleştiriden uzak kal ırdı. İki Teymiyye, Salebrnin iyi bir insan oldu ğurıu, fakat gece odun toplayan gibi tefsir kitaplarnada sahih, zay ıf, mevzu ne bulmu şsa aldığını söylemiştir2. Hadiste zayıf ve hikayeye fazla e ğilimli olduğu anlaşılmaktadır. Onsözden de anlaşıldığı üzre i şari tefsirde Sillemi'nin etkisindedir. b. Tefsirinden örnek:

°

: Ayakkablartn ı çıkar."3: "Ayakkabıları çıkarmasının

sebebi, liz.Peygamber (s.a.v.lin sözünde belirtildi ği gibi eşek derisinden veya kesilmeden. ölmüş hayvan derisinden olmasmdand ır. Hasan ş öyle dedi: Namazda ayakkab ı çıkarmanın manas ı nedir? Oysa Peygamber (s.a.v.), ayakkabı ile namaz kılmıştır Musa ayakkab ıların ı çıkarmakla emredildi, çünkü onun ayakkab ıları eşek derisinden idi. Ebu'l-Havass şöyle dedi: Abdullah, Ebu Musa'yı evinde ziyaret etti. Namaz vakti oldu. Ebu Musa Abdullah' ı imamlığ a geçirmek istedi. Abdullah ise Ebu Musa'yı öne geçirdi. Ebu Musa ayakkab ılarını çıkardı. Abdullah dedi ki: Sen Vadi-i Mukaddeste misin (ki ayakkab ılarını çıkarıyorsun)? İkrime ve Mücahid şöyle dedi: Yüce Rab, ayakkabılarını çıkar dedi, ç ıkar ki ayağın güzel arza dokunsun ve o kutsal 1 Bkz. Varak 5a. 2 at-Tafsir val-Mufassirun, I. 233; Ibn Teymiyye, Mukaddime UsuIrt-Tersir, s. 19, Matbacatu't-Tarakki, Dımask, 1936; Fetftvâ, II. 193. 3 Ttıhtt Sftresi: 12.

97


yerin bereketi sana ula ş sm. Çünkü oras ı iki defa mukaddes olmu ştur. Bir kısım da diyor ki: Yal ııı ayaklık, tevazu i ş areti oldu ğundan Musa aya ğını çıkarmakla emredilmi ştir. Nitekim selef de Kâbe'yi tavaf ederken ayakkab ılarını çıkarmışlardır "Iş aret ehli demi şlerdir ki bunun manas ı şudur: Kalbini çoluk çocuk düşünmekten bo ş alt. Tabir de böyledir: Bir kimse ru'yada ayakkab ı giymiş olduğunu görse, evlenece ğine i ş arettir "1 3-cAbdu'l-Kerim ibn Havâzin, Ebül-Küsim al-Ku şeyri (376-465/9861072): Tasavvufa dair ünlü Risale'nin yazar ıdır. Babası Kuşeyr araplar ından olup Horasan'a yerle şmiştir. Ku şeyri, 376 (986) yılı Rebiülevvel aymda "Üstüva'da do ğmuştur. Henüz küçük iken babas ını kaybeden Kuşeyri, Sülem kabilesine mensubolan day ısı Ukayl as-Sülemi'n.in ihtimammda büyümüş , ilk tahsilini onda görmüş , edebiyat ve dil okumu ştur. Sonra Neysabur'a gelen Kuş eyri, Ebu cAli Hüseyn ad-Dakkak'm sohpetine devam edip ona niüridolmuş , onun iş âretiyle Ebübekr Muhammed ibn at-Tûsi'nin f ıkıh ve Ebubekr Muhammed ibn Fûrek al-isbahani'nin kelâm derslerini izlemi ştir. ibn Fürek'in vefat ı üzerine Ebu İshak al-isferâinruin derslerini dinleme ğe baş lamıştır Bir gün İsferâinfıı in: "Bu ders yalnız dinlemekle olmaz, yazmak da lâzımdır " demesi üzerine Ku şeyri, bütün. din.lediklerini ona bir bir aıı.latınca kabiliyyet ve hafızasına hayran kalan isferâi ııi, kendisine derslerine gelmesine lüzum olmadığını , eserlerini okumas ının kâfi gelece ğini söylemi ştir. Ku şeyri de oturup irıcelemelere koyulmu ş , kelâmda ibn Fûrek ile isferâini'nin metodunu birle ştirmek, Kad ı Ebubekr ibn. a-Tayyib'iıı de kitaplarından yararlanmak suretiyle ken.di metodunu kurmu ştur2. Bir yandan. medrese derslerine devam ederken öte yandan da şeyhinin sohpetlerini dinliyen Ku ş eyri, sonunda ş eyhinin damad ı olmuştur. Ebu Ali vefat edince Ku ş eyri, Sülemi'rlin sohpetine girmi ş , onda kemale erip florasan. şeyhi olmuştur3. E ş cariyye in.an.çlar ın.a son derece ba ğlılığı dolayısiyle bid'at sahiplerine asla müsamaha etmiyen Ku ş eyri, ehli sünnet akidesi d ışına taş an. tasavvuf erbabına çatıyor, rafızilerle mu'tezileye kar şı va'zlariyle ve eserleriyle mücadele ediyordu. Orıun bu hareketi ba şına dertler açt ı : Ilk Selçuk hükümdar ı Tuğrul Bey (455/1063)in veziri cAmidu'l-Melik lakabiyle anılan Ebu Na şr Muhammed ibn Man şur al-Kunduri, E ş carilere 1 al-Ka şfu val-Bayan, varak 523b, Süleymaniye, Damad Ibrahim, No. 156. 2 Sübki, Tabaka, III. 245; ibnu'l-clmad, Seerlit, III. 320. 3 Aynı eserler.

98


karşı kin besliyordu. Sap ıklara kar şı tedbir almas ı, Tuğrul Bey tarafından emredilen Kunduri, E ş 'arileri de sap ıklar arasına kattı. Bir zaman Cuma hutbelerinde Eş 'arilere s6vüldü. Onlar ın ders vermeleri , va'zetmeleri yasaklandı . , kendisine rakip sayd ığı büyük şöhret sahibi Ebu Sehl ibn Muvaffak, imâmul-Haremeyn, Iu şeyri ve al-Furâtruin hapsedilmesine ferman aldı (445/1053). Imamul-Haremeyn, vaziyeti önceden sezdi ği için kaçıp gizlenmişti. Kuşeyri ile Furat': yakalan ıp hapsedildiler. Ebu Sehl, Neysabur'da bulunmadığından yakalanmamıştı. Baharz civar ında başına topladığı adamlarla Furati ile Ku şeyrryi kurtard ı ise de kendisi hapsedildi. Olaydan sağlam olarak kurtulan Ku şeyri, Imamul-Haremeyn Ebu'lMa<âli al-Cuveyni ve daha dörtyüz kadar tan ınmış bilgin ile hacca gitti. Bu kargaş alıktan dolayı memleketlerini terk eden bu bilgi ııler giirtihu, Hanefi ve Safii kadılardan müte şekkil olduğundan bu sen,eki hacca, Senetu'l-Kudât (kad ılar yılı) adı verildi. Tuğrul Bey'in ölümü (455 /1063) ve tahta ç ıkan Alpasları'm, Kundurryi öldürmesi üzerine (456/1063) Neysabur'a dönen, Ku şeyri, hayatının son yıllarını ara sıra ailesiyle birlikte Tusa gidip gelerek refah içinde geçirdi ve 16 Rebiülâhir 465 (1072) yılı Pazar günü güne ş doğmazdan önce 89 ya şında olduğu halde hayata veda ettti ve şeyhi Ebu Ali ad-Dakka'm ayağı ucuna gömüldü'. Ata binmek, silâh kullanmak gibi hinıerlere de sahibolan Ku şeyri, 23 yıl hadis okutmu ştur. Altı oğlu da ünlü bilginlerdendir. Siyüku't-Târitı sahibi (Abdu'l-Gâfir ibn İsmail, Kuşeyrrnin, torunudur2. a. Tefsiri ve metodu: Kuşeyri, velüd bir yazardır. Birçok eser vermi ştir. Kaynaklar at-Tafsiru'l-Kebir'in.den bahsederler3. Maalesef bu elimizde yoktur. Kâtip Çelebi, at-Teysir fi cilmrt-Tafsir adl ı bir eserini de anar. As ıl üzerinde duracağımız eseri, tasavvıdi metodla yazılmış Letâifu'l-I şârât adlı tefsiridir. Bu eser, Yazmalığnu muhafaza etmekteydi. Fakat yakm zamanlarda Dr. Ibrâhim Bisyümrnin tahkikiyle Kahire'de bas ılmıştır. Türkiye'de bu tefsirin, yazması Köprülü Kütüphanesi 117; Yen,i Cami 10; Veliyyüddin, 212; Damad 1 Sübld, TabaVıt, III. 246-248; ilınu'l-cimâd, Se'i'ertıt, III. 320-21; Montgomery Watt, Islamic Surveys, S. Ate ş Tercemesi, s. 103,1968; Süyntl, Tabakatu'l-Mufassirin, s. 21-22; Ibn Hallikân, Vafayât, 367; Kas ım Küfrevi, Kuşeyri, Hayatı Tasavvuf ve Zikir Telâkkileri, s. 3-8, Istanbul tniversitesi Kütüphanesi, No. 961. 2 Sübki, Tabak'ât, III. 245; Krısım Küfrevi, anılan eser, s. 8. 3 Siibkl, III. 245; Şe2erât, III. 320; Kas ım Küfrevi, amlan eser, s. 8.

99


138; Carullah, 129; vs. numaralarda; Leiden. 1859 numarada mevcuttur. Biz Köprülüdeki nüshayı inceledik. Kuşeyri, hocas ı Sülemi'den çok istifade etmi ştir. Metodu, Sülemi' ııin metodun.a yakındır. İleri sürülen fikirler, Sülemn ıin, tefsirindeki fikirlerdir. Ancak bu tefsirde senedler at ılmış , kayn.aklardan bahsedilmemi ştir. Yani Kuşeyri, Sülemi Tefsirindeki bilgileri kendi düşünce potas ından geçirerek yazmıştır. O da Sülemi gibi tefsirinin ba şında âlimlerin, Kur'an-1 Kerim'in nasihini rnensuhunu, va'd ve vaidini bildiklerine; sufilerin de Allah' ın başkalarnıclan. gizleyip kendilerine açt ığı gayb rıurlariyle Kur'an' ın gizli sırlarını, ince i şaretlerini aniad ıklarnıa; Allah' ın liitfetti ği nurlar ve ilhamlar derecesinde bu gaybi manalardan haber verdiklerine dikkati çektikten sor ıra: "Bu kitab ımız, ma'rifet ehli dilinden anlat ılan Kur'an i ş aretlerinden bir parças ını zikredecektir. Bu hususta biz usand ırmamak öz söylemek yolunu seçtik..." der ve kitaba 437 (1045) y ılının ayların,da başladığına i ş aret eder. Kuşeyri, âyetin, özetle manasm ı verdikten sonra çe şitli anlamları üzerindeki görüşlere dokunur: "Baz ıları ş öyle anliyor, baz ıları böyle anhyor.." der. şahıs zikretmeden mutasavv ıflar aras ında dola şan. anonim manaları sıralar, sonra "Fasıl" diye attığı bir başhkla va'z iislûbuna geçer, içli bir ifade ile ziihd ve Tanrı sevgisine dair manalar verir. Gerçekten bu ifadeler, kendisinin çok güzel bir vaiz oldu ğunu, büyülü bir ifade yetene ğine sahip bulundu... ğunu gösterir. Örne ğin (< âyetinin çe şitli manalarmı -

-

verdikten sonra bir ba şlık açar : "Fasıl: İbâdet, kaas ıdlarm nüzheti, müridlerin istirahat yeri, severderin ülfet odağı, âriflerin behcet merta' ıdır. Onunla âriflerin gözleri ışıldar, kalbleri sevinir, ()nunla ruhlar ı rahat eder. Allah' ın. salât ve selâm ı üzerine olsun, Ş anh Peygamber şu sözleriyle buna i ş aret ediyor: Arihnâ ya Bilâl (Ey Bilâl bizi ferahland ır)". .0 .9

-

e

ı

r.;

âyetinde ş öyle diyor: "Rızık, insanın, -

faydalandığı şeydir. Tefsir dilinde bu, şu demektir: Onlar, mallar ını ya farz veya nafile olarak infak ederler. İş arette ise şu demektir: Onlar rıefislerine bir şey yığmazlar. Nefislerini kulluk âdâbnıa verirler, lçalblerini devamli olarak Tanrılığı görmeğe infak ederler. Ş eriatçiler, mallar ını infak eder, hakikatçiler hallerini infak eder. Zahirde nisab, yirmide yar ım, iki yüzde beştir. Ama Tanrı ehli buna raz ı olmazlar, onlar bütün hallerini Allah'a verirler. Hakikat ehli ise azıcık bir hal kendi nefislerine ay ırmış olsalar başlarına kıyamet kopar.

100


"Fasl: Zahidler Allah yolunda hevalar ına uymayı infak ettiler, Allah' ın rızasnu ken,di arzularnıa üstün. gördüler. kbidler, Allah yolunda güç ve kuvvetlerini infak ettiler, gizli ve aç ık takvaya sarıldılar. Müridler, kendilerini Mevlânın. zikrin.den alıkoyan her ş eyi O'n.un yolunda infak ettiler, dünya ve âhiretten hiçbir şeye iltifat etmediler. krifler, Allah yolunda Mevlâdan ba şka her şeyi infak ettiler, Hak da onlar ı kendine yaklaştırdı ve barındırdı."' Kuşeyri, Sülemi gibi tefsirine âyetlerle, şiirlerle ş ahid getirir. Bu şiirler, tefsirinden alınmıştır. Sülemi tefsiri ile Ku şeyri tefsiri aras ındaki başlıca fark, senedlerin ve ş ahısların atılması, fikirlerin, daha insicamh bir ifade ile yaz ılmasıdır. Bir de Sülemi, ahkâm âyetlerin.e dokunmazken Ku şeyri, ahkâm âyetin.i de i şari yönden tefsir eder. Bu da bir ilerleme say ılmalıdır. Besmeleyi her sure ba şında tekerrür eden bir âyet kabul eden Ku şeyri, her surede besmeleye sureye uygun. dü şen ve di ğer yerlerde tekerrür etmiyen bir anlam verir. Bu da Ku ş eyri'ye öz, orijinal bir yöndür. Bu usul, sonraki mutasavvıflarda, özellikle Naheivani'de etkisini göstermi ştir. Nahcivani besmeleyi her surede ayr ı ayrı tefsir etmi ştir. Bu tarz ı, Kuşeyri'den alsa gerektir. b. Tefsirinden örnekler: Kuşeyri de Sülemi gibi her kitab ın bir sırrı olduğunu, Allah'ın Kur'andaki sırrınut da huruf-i mukattaa oldu ğunu söyler. Der ki: "Bir kavme göre bunlar, Allah' ın, isimlerinin. anahtarlar ıdır. Elif Allah isminden gelir. Lâm, lâtif mim mecid veya melik ismine delâlet eder. Elifin Allah ismine, lâmın, Cibril ismine, mimin Muhammed (s.a.v). ismine delâlet etti ği de söylenmiştir. Yani bu kitap, Yüce ve Aziz Allah'tan. Cebrail diliyle Muhammed (s.a.v.) e indi demektir. Elifin yaz ıda diğer harflere biti şmemesi, diğerlerinden de pek azının. orta bitişmesi, onun ş eklen diğerlerinden ayr ı olması , kula, Tanrı'nın kimseye muhtacolmadığını, yaratıkların O'na muhtacoldu ğunu anlatmak içindir. Genellikle bütün. mutasavv ıflarm, gayesi, insan ruhunun tekâmülüne engel olan, nefsi (egoyu) y ıkmaktır. Kuşeyri de bunu i şlemiştir: o

o

.ofi

o

"fi

r

ı

q

t

o

O

J,43,

o ft

1 çelf

o

o ;

o .,...

I

(-,:7411 L1 I

: ınkCır edenleri uyarsan da uyarmasan da birdir. Onlar inan-

mazlar."2 âyetinde ş öyle diyor: "Da'valarm ın. karanlıkları nda kalanlar için 1 Letâ'ifu'l-isöröt, varak 5b, Köprülü, 117. 2 Bakara Sûresi: 6.

101


mürşidlerin ii ğiitü ve ibtalcilerin aldatmalar ı birdir. Çünkü Yüce Allah, onların hallerinden insaf bereketlerini kald ırır. O yüzden onlar ın kabul kulağı duymaz, do ğruya ça ğırana kulak vermezler."' o 9.'o.

o

u_'„bı :

«

e4J

ı j

Onlara insanların inandığı gibi inanın den-

se, "Beyinsizlerin inand ığı gibi mi inanalım?" derler."2 Kuşeyri'ye göre bunda şuna i ş aret edilmektedir : "Münafiklar, Hakk'a ça ğırıldığı zaman müslümanlara beyinsizlik isnadettiler. Gaflet sahipleri de böyledir. Dünyay ı terk etmeleri emredildi ği zaman olgunluk sahiplerini tenbellik ve âcizlikle tavsif ederler. Fakirler bir şey de ğiller, malları yok, mevkileri yok, rahat bir yaş antıları yok derler. Oysa as ıl mihnet sahipleri, as ıl düşüklük için.de olanlar kendileridir. Horluktan korktuklarmdan dolay ı zillete (horluğa) düşmüşlerdir. Gaflet ehli yarm gerçe ği görünce iş ters döner.

jta-

‘!..1;j-

j41 1:51 (S;

"Toz açıldığı zaman altmdaki at mıdır eşek midir görürsün."3 J

4,5,11

• UL;

edersiniz ki sizler ölü idiniz, O sizi diriltti

:

nasıl inkâr

âyetinde şöyle diyor: "Denilir ki: Siz cehaletiniz dolay ısiyle ölü idiniz, sizi Allah' ı bilmekle diriltti. Sonra sizi ken.dinizden öldürüp kendisiyle diriltti, sonra O'na döndürülmü ş olursunuz. Buna yakın bir mana daha: Siz nefislerinizin bekasiyle ölü idiniz, nefislerinizi yok ederek sizi diriltti. Sonra nefsi görmekten sizi öldürür ki rıefsi düşünmiyesiniz. Zira nefsi düşünmek sizi bozar. Sonra sizi ondan. (nefisten) al ıp diriltir. Sonra O'nun (Allah' ın) elinde O'nun istedi ği yöne çevrilmenizle O'na döndürülmü ş olursunuz."5 "4

Kuşeyri'ye göre gerçek teybe enaniyyeti (egoyu) öldürmektir. "Yaratarınuza teybe ediniz"' âyeti, gerçek tevbeye i ş arettir, gerçek tevbenin nefisten geçip tamamen Allah'a ç ıkmakla olacağına iş arettir. "Nefislerinizi öldürün.üz."7 âyeti neshedilmi ş değildir. Teybe nefsi öldürmekle olur. Ancak Israil o ğulları, nefislerini açıktan öldürüyorlard ı. Bu ümmetiıı nefislerini 1 Letâ'if., 6a. 2 Bakara Sûresi: 13. 3 Letaif varak 61ı. 4 Bakara Stiresi: 28. 5 Letâ'if, varak 8b-9a. 6 Bakara Sûresi: 54. 7 Aynı âyet.

102


öldürmeleri içtendir. Bu ümmetin seçkinleri her an, nefislerini öldürmektedirler."I Kur'an,'daki nesih de mutasavv ıflara göre bir halden di ğer hale yüksel-

,

mektir. L

•_;

,;k*

âyetinde Kuşeyri şöyle diyor:

°.

"Biz seni bir halden nakletmeyiz. Ancak bulundu ğun, halden daha üstün bir hale çıkarırız... Senden. herhangi bir be şeriyyet s ıfatını kaldırırsak onun. yerine sana bir Tanr ılık ş ahidi (nuru) veririz."2 Bu tefsirde tamamen fer ıa fillah dü şüncesi hakimdir. Sonradan vandet-i

"(3

vücut anlamına gelecek olan:

41)

»

Doğu ve

batı Allah' ındır. Nereye dönerseniz orada Allah'ın yüzü vard ır.'" âyeti, Kuşeyri'ye kadar böyle bir anlam kazanmam ıştır. İlk mutasavvıflar bu âyetteri fenâ manas ım çıkarıyorlar: "Bunda kalblerin do ğum ve batım yerlerine işaret vard ır. Kalblerde do ğan ve batan nurlar vard ır. Kalbleri hakikatler kaplayınca onlardaki şevarik (sıfat nurlar ı) gizlenir. Güne ş do ğunca yıldızların gizlenmesi gibi. Hakk'm huzurunda da kahr has ıl olur; suret mahvolur, görünmez, duyu ve anlama kalmaz. ilim ve ak ıl yetkisi idari, ve vicdan ışığı yok olur. Çünkü bunlar be şeri sıfatlardır. Mevsuf (be şerilik) yok olunca sıfat nas ıl kahr?"4 e

j

: İbrahim ve Ismail'e, evimi tavaf edenler, ibadet edenler, rüldı ve secde edenler için temiz tutun diye emir verdik."' Zahirde bu emir, Kâbe'yi temizleme emridir. Ama bunda kalbi temizleme ğe de i ş aret vard ır. Evi temizlemek, onu kirlerden korur; kalbi temizlemek de onu ba şka şeyler düşürımekten, korur. Hacıların Kâbe etrafında dönmesi şeriat dilin.de nasıl biliniyorsa, manalarm kalbi tavafı da Hak ehlince bilinmektedir. Manalar ı bilen âriflerin kalblerinde bir tavaf eden vard ır. Hakikatleri birle ştirenlerin kalblerinde de âkifler vardır. Onlar telvin sahipleri, bunlar temkin sahibleridir."6

j : Onları öldürün ki fitne olmas ın' 1 Letû'if, varak 12b. 2 Letû'if, varak 16a. 3 Bakara Sûresi: 115. 4 Letü'if varak 16b. 5 Bakara Sûresi: 125. 6 Letûif varak 17b. 7 Bakara Sûresi: 193.

103


Burada nefisle sava şmağa iş aret vard ır. "Zira senin en büyük düş manı/1 iki yanın arasındaki nefisdir.", .% D Kader hususurıda Kuşeyri de ötekiler gibi dü şünür: ...

o .31

rjto

o

3

o

•••• 2

I j

emri kar şısında hâlâ kader meselesinde şüp-

,

he edenlere hayret eder. Allah: "Biz onlar ın kalblerini ve gözlerini çeviririz" derken ak ıllı olan, bu açıklık karşısında nas ıl tereddütte kahr?"3 .9

.9

o .9

: Sizi yarattığı gibi O'na döneceksiniz."4.

,_5 I

Allah ezelde ne takdir etmi şse o olacakt ır. Allah'ın ezelde saâdet takdir ettiği saâdet üzre, şekavet takdir etti ği ş ekavet üzre olur. Bu hal ile Allah'a gider. Çünkü Peygamber (s.a.v.)

: Kim ne hal

c.:t1

üzre bulunursa onunla Allah'a kavuşur." buyurmu ştur. Bütün. kaza ve kader ilminin özeti şudur: Allah' ın olmasını istediği şey olacak, olmamasını istediği ş ey de olmayacaktır. Bunu olacak, olmayacak diye haber vermi ş , haber verdiği şekilde de takdir etmi ştir. Allah, kulda, ezelde geçen hükmünü yürütmüştür. Kul, o sıfat ile kalır."3 o

(( ot.) of.JI

ji.j . • :

Gökten su indirdi"": "Nurlar, kalblerde parla-

,

dığı zaman karanl ık i ş aretleri yok olur. Yakin nuru, şirk karanlığın' sürer; ilim nuru cehalet töhmetini... mü ş ahede nuru, be şeriyyet izlerini; cemi' nuru, tefrika eserlerini sürer. Ilakaik nuru do ğunca nefsin hazları sarsılır, irfan güne şi doğunca masivadan gelen geceyi kovar..."7 Kuşeyri'ye göre ruh, yarat ılmıştır.:

11

-

j

Sana ruhtan sorarlar."' âyeti münasebetiyle ş öyle diyor: "Kulun ruhu bir lâtifedir. Yüce Allah, onu kulun kalbine yele ştirmiş ve onu lâtif hallerin evi yapmıştır. Lâtifenin yeri ruhtur. Nas ıl ki göz, görmenin yeri ise. Gören. yalnız göz değil, bütün. beden.dir. Lâtifeyi alan da bütün bedendir. Sevginin. yeri de ruhtur. Ama seven bütün, vücuttur. Ruh, yarat ılmıştır. Ruh, vücutta kaldıkça on.a haYat verir. Ruh, vücuttan binlerce y ıl önce yaratılmıştır. Kimse ruhu göziyle görmemi ştir."9 1 Letaif, ayetin tefsiri. 2 En'am Süresi: 110. 3 Letaif, varak 73b. 4 A'raf Sûresi: 29. 5 Letaif, varak 79a. 6 Ra'd Sûresi: 17. 7 Letaif, varak 135a. 8 İsra Sûresi: 85. 9 Letaif, varak 159a.

104


İşte tefsir, bu minval üzre devam etmektedir. İncelediğimiz nüsha, 851 (1447) yılında yazılmış , 853 (1449) da ak şama do ğru mukabelesi tamamlanmıştır. Bu nüsha, bizzat İmam Ku şeyrrye okunan ve Fadl ibn Ahmed asSaidi tarafından 453 (1061) de istinsah edilen. nüshadan yaz ılmıştır. 4--Abdullah iblı. Muhammed ibn (Ali, Şeyhul-islâm Ebu İsma91 alAnş âri al-Haravi (396-481 /1006-1089): ünlü iraıı. mutasavvıflarmdand ır. Genellikle kendisine Pir-i Ansari veya Pir-i Haravi veyahut Pir-i Tarikat denilir. Ilim ve İrfanından dolayı Şeyhul- İslâm unvanına lâyik görülmü ştür. Ebu Eyyub al-Ansâri soyundan gelir. Ebu Eyyub al-Ansârrnin o ğlu Ebu Mansur Mut Ansâri, Hz. Osman ın halifeliği zamanında Ahnef ibn Kays ile birlikte Horasan'a gelip yerle şmiş ve Abdullah Ansari, onun. neslinden gelmi ştir. Ansâri, 396 da do ğmuş , 481 yılı Zilhicce ayında vefat etmi ştir (M. 1089). Tarihçi Abdul-Gafir'in ifadesine göre Ansari, güzel huylu, takvâ sahibi, Arapçaya hadise, ensaba gayet vak ıf:, dinin, ve sünnetin. üstün gelmesi için çahş an, hiçbir mevki sahibine boyun. e ğmiyen bir in.san.dı . Bu yüzden birkaç defa kendisini öldürme ğe teşebbüs ettilerse de Allah' ın yardımiyle kurtuldu. Ansari, Hanbeli mezhebine mensuptu. Hattâ bir kere minbere ç ıkıp: .9

tıa

"Ben. sağ olduğum sürece Hanbeliyim, ş ayet ölürsem insanlara vasiyyetim Hanbeli olmalar ıdır." demi ştiri. Zemmul-Kelâm adlı eserinde E ş 'arilere şiddetle çatm ış , onların kestiklerinin yenilemiyece ğini söylemiştir. Bunun, için E ş'ariler de bu kitaba bakmanm do ğru olmayaca ğını ileri sürmüşler, Ansârryi te şbih, tecsim ve ittihad ile suçlam ışlardır. Ansarrnin zahid, müttaki, etrafının hürmet ve takdirini kazanm ış temiz bir müslüman olduğunda şüphe yoktur. Bu ithamlar, mezhep taassubun.dan. ileri gelmektedir. Nitekim bir Eş 'ari olan. Sübki de onun faziletini kabul ediyor: "Mii şarünileyh Ansari, çok ibadet eden, muhaddis bir zat idi. Ancak tecsim ve te şbihe e ğilimli görünürdü. Ahmed ibn Teymiyye, Ansarryi sevmekle beraber Menâzilu'sSairin'inden dolayı on.0 kusurlu bulurdu. E ş'ariler ona te şbih isnadederler. Onun, Şeyh Ebul-Hasan. el-E ş 'arrye lânet etti ğini söylerlerse de onun ittihada inandığını sanmıyorum. Kanaatime göre o, te şbihe inanıyordu. Bu yüzden Eş'arilerin saldırısına maruz kald ı . Kelâm ilmini ve Eş'ari akidesini bilmediğinden on.a hücum etmi ştir"2. 1 Sübkl, Tabak'at, III. 117; Eb ıll-ljasan Mubammed sinde ikiııci ausra sbyledir: Bundan sonraki beyt ise söyledir.

q,,a1

L,

cArnin TabakUu1-1.1anâbile' 44,3

2 Sübki, Tabakgıt, III. 117.

105


Ansarrnin Arapça ve Farsça birçok eserleri vard ır. 2emmu'l-Kelâm, Kitabu Manazili's-Sairin, Kitabu'l-Farüki, Kitabu'l-Erba<in bunlardand ır. Münacatları çok me şhurdur. Birkaç kere bas ılmıştır (Tahran, 1299, 1303, Hindistan, 1286, 1297)1. a. Tefsiri ve metodu: Te'ikir ve va'z konusunda bir harika say ılan Ansari, zaman zaman Kur' an'ı tefsir ederdi ve derdi ki: "Tefsir etti ğim zaman 107 tefsir kitab ından naklen söylüyorum."2 Maalesef Ansarrnin tefsiri, zaman ımıza kadar gelmemi ştir. Ke şfu'z-Zunun Zeylin.de İsmail Paş a, Meybudrnin eseri olan Ke şfu'l-Asrar ve (1.3-ddatu'lAbrâr adlı tefsiri Ansarrye mal eder. Bu eser, ileride bahis konusu edece ğimiz Ra şidu'd-Din el-Meybudrnin.dir. Meybudi, Haravrnin tefsirini temel alıp on.0 genişletmiştir. Haravrnin tefsirini de:

titp

j1,0.;1

o

c ,:„.„45' gibi başhklar altında ve—

rir. Meybudrnin. Farsça olan. tefsirinden. Ansârrnin tefsirlerini ç ıkarmak mümkündür. Biz de bu yoldan. giderek Arısari tefsiri hakkında fikir vereceğiz. Ansârrnirı tefsirlerinde münacat üsliıbu hakimdir. Tabii An.sari, kendirıden örıceki tefsirlerden. çok yararlanm ış , onları böyle bir edebi üslüba dökmüştür. Zaten kendisi ünlü bir vaizdir. Onu Hasan Basrrye benzetebiliriz. Ifadesi edebi ve duyguludur.

c• ,A

G,

âyetinin tefsirin.de şöyle diyor: "E ğer yarın hesap

zamanında bana söz söylemek müsaadesi verilirse derim ki: Ey Tanr ım! Sahibolduğum üç şeyi benim için. muhafaza et: önce secdelerim ki gönlüm yalruz seni isteyerek secde yapm ışımdır. İkincisi tasdikim ki ne söylemi şsen doğrudur demi şim. Üçün.cüsü de senin kerem rüzgâr ındır. O kereminle gönlüm ve ruhum senden başkasını istememiştir.'" Ansari de her şeyin. ezelde geçti ğine, saâdet ve şekavetin insan ın elinde olmadığına kanidir. Insan ken.disinden Allah'a bakmamah, Allah'tan. kendi1 Islâm Ansiklopedisi, V. Cild. 2 Süyuti, Tabakâtu'l-Mufassirin, s. 17, Tahran, 1960; Ensr ıri, için bkz. Cami, NafabâtulUns, No. 85, Yazma, Ilâiliyat Fakültesi Kütüphanesi, No. 634; 2ehebi Teikiratu'l-I-juffüz; Yafici, Mirâtu'l-Canân, III. 133; ŞeZ.erât, III, 365; Ritter, Isl. XXII, 89. 3 Meybudi, Kasfu'l-Asrâr, I. 34.

106


sine bakmalıdır.işte Allah'tan kendisine bakarak: (<

4.1J1 (..) (...) •

Üzülme Allah bizimle beraberdir."' diyen Mustafa, kendisinden Allah'a baeıı

karak:

ı

(;) : Rabbim benimle beraberdir, bana hi-

dayet edecektir."2 diyen Musa'dan elbette üstündür. Mustafa'n. ın bulunduğu makam cemi' makam ı, Musa'nın. bulunduğ u makam tefrika makam ıdır"3. " İnkâr edenleri uyarsan da uyarmasan da birdir..."4 âyetinde şöyle diyor: " İlâtii, senin istemedi ğin.den. ne gelir? O kimseyi ki sert ça ğırmadın, nas ıl gelir? Tohum ekilmedikten sonra suyun ne yarar ı var? Lâyik olmayarta cevap ne eder? Kenar ında tatlı su olsa da ac ı suya ne yarar ı dokunur? Dikeninde ken.arında gülü, kokusu var ama ona kâr etmiyor o :

Onlara inanın dendiği zaman, beyinsizlerin âyetinde şöyle diyor.

inandığı gibi mi inanalım?..

45- 4s) ı.:;z?i ı

,V*-5. ((

4.:;2?

.).5t;

"5

Asgi ı

(jTjl oT

İ.42*, : Ah o ka-

semden ki benden önce geçmi ş ! Figan o söyleyenden ki kendi söylemiş . İrşadolsam da sap ıtsam da ne fayda? Ondan korkar ım ki O Kadir, ezelde ne söylemiş !'"

(:)0,45.,J1

C.,5:45.:;C;

»8

âyetinde ş öyle diyor: "Ilâhi sen

dostları düşman gösteriyorsun. Dervi şleri gam ve tasaya at ıyorsun. Hasta ediyorsun ve kendin. hastane oluyorsun. Dertli yap ıyorsun, kendin derman veriyorsun. Topraktan. A.dem yap ıyorsun ve ona bu kadar ihsanda bulunuyorsun, onu divammn ba şına geçiriyorsun, onu mihman.da tutuyorsun., meclisini rıdvan bahçesi yap ıyorsun.. Ona bu ğ day yememeyi emrediyorsun., oysa yiyece ğini ezel ilminde gizliyorsun. Sonra onu zindana at ıyorsun. ve yıllarca a ğlatıyorsun. Cebbarsın, cebbârlarm i şini yapıyorsun, Padi ş ahsırt, padi ş ahların i şini yapıyorsun ve sen hep dostlar ını azarhyorsun!"9 1 Teybe Süresi: 40. Ayet, Ma ğarada Hz. Peygamber'in. Hz. Ebubekir'e söyledi ği sözü anlatıyor. 2 Şura Süresi: 62. 3 Meybudi Kasfu'l-Asrü'r, I. 35. 4 Bakara Süresi: 6. 5 Kasful-Asrar, I. 73. 6 Bakara Süresi: 13. 7 Kasful-Asrar, I. 93. 8 Bakara Süresi: 36. 9 Kaşfıfl-Asrar, I. 163.

107


Ansarrye göre Adem cennetten ç ıkmakla daha yüce bir olgunlu ğa eriş s . miştir. Zira cennette benlikle itham edilirken dünyada • A .51 (.5-4-1-zi ı ,

0,,

ı

4«,

:

4--LP .

.<4'dem Rabbından kelimeler aldı, ona

teybe etti."' ifadesiyle a şk ile itham edilmi ştir. Adem'e cennette Tanr ı'nın cemalini gösterdiler. Öyle bir cemal ki sekiz cenn.et on.un. yar ımda hiç kalırdı . Buna ancak aşk ve niyaz ile eri şilebilirdi. Halbuki cennet niyaz yeri değil, selâmet yeri idi. A şıkların selâmet evinde ne i şi var ? Âdem cen.n.etten çıkmakla içine o güzelli ğe kavuş ma aşkı düştü. Yanarak teybe etti ve o cemale (güzelli ğe) erdi. "Bu tıpkı şuna benzer: Bir padi şahın eşsiz bir kazı olduğunu farz edelim. Padiş ah, kendi kölelerinden birini öldürüyor ve onu kumandan yap ıyor, kızını' da orıa veriyor ki keremi onda görünsün.. I şte Adem'in, topra ğı da böyle. On.ce Âdem'i kendi okurıa hedef yapt ı. O ok öyle bir ş eref oku idi ki onu tahsis yaymdan. atmıştı. O ok Adem'e isabet etti. Mustafa Aleyhisselâm bundan. haber vererek: "Allah Adem'i kendi suretinde yaratt ı. Boyu altmış arşın idi" buyurmuştur."2 b. Tefsirinden örnekler: Ansari, bütün tefsirlerinde fena fillâh hasretini terenniim etmi ştir:

(:)144. ‘s .J ..

"Tanrım, o günü nas ıl bulalım ki o gün. bizim için sen vard ın, biz yoktuk ? E ğer iki cihanı verme kar şılığında o günü bulursak mutluyuz ve e ğer bizim yokluğumuz ve yalnız senin varlığmla o günü bulacaksak raz ıyız.'" O

4«,

O

.9

: Onlar Rablarından (`-- • bir hidayet üzerindedirler."4 âyetin.de Şeyh Galip'e benzer bir üshib ile Hakk'ın huzurunda gönül ile can ı konu şturmaktad ır: Ansari,

"Ezelde carda gönül aras ında bir kıssa cereyan etmi ştir ki o zaman herıliz ne Adem ve Havva vard ı , ne de su ve gül. Hak haz ırdı ve hakikat hasıl. ° 1 Bakara Süresi: 37. 2 Kasful-Asrûr, I. 162-163. 3 Aynı eser, I. 36. 4 Bakara Sûresi: 5. 5 Enbiyû Süresi: 78.

108

: Biz onların hükümlerini görüyorduk." Bir


kıssa ki o açıklıkta bir olay kimse i şitmemi ştir. Giinül soruyurdu, can da ınüfti cevaphyordu. Gönül arada vas ıta idi. Can da biliyordu. Gönül telâ şh te1411 candan bin mesele sordu. Can hepsine bir ç ırpıda sevap verdi. Ne gönül sormaktan usand ı , ııe can cevap vermekten. Ne soru amelden idi, ne cevap sevaptan. Gönül ne sorduysa can. aç ıkça cevap verdi. Gönül aydualand ı. Eğer dinlemeğe gücün varsa dinle, e ğer gücün. yoksa inkâra ko şma, sus: Gönül :—Vefa nedir? Fena nedir? Beka nedir ? Can :—Vefa dostluk hat ırasını korumaktır, fenâ kendinin kendili ğinden kurtulmaktır. Beka, Hakk'm hakikatine ba ğlanmaktır. Gönül :—Bigâne kimdir, çal ış an kimdir, âşina kimdir 9 Can :—Bigâne ko şandır, çalışan yolda kaland ır, âşina da okuyand ır. Gönül :—Ayan. nedir, sevgi nedir, naz nedir ? Can :—Ayan. kıyamettir, sevgi kan kar ışma§ ateştir, nâz niyaz ın elini tutmu ştur. Gönül :—Daha da söyle. Can :—Ayanı beyan kötü şeydir. Sevgi gayretle arkada ştır. Nerede naz varsa hikâye uzundur. Gönül :—Art ır artar. Can :—Açık olan izah istemez. Sevgi, uyumu şu sula tutar ve dost elinde nazla okş anan asla ölmez. Gönül :— İnsan kendi kendine bu hale ula ş abilir mi? Can :—Ben bunu Hak'tan, sordum, Hak dedi ki: Beni bulmak, benim yardımımla olur. Bana kendi kendine ula şacağını sanmak cin.ayettir. Gönül :—Biraz müsaade et, akl ım başımdan gitti. Can :—Simdi uyumu şa su verilir mi? Parmak kula ğa tıkah iken kevser sesi i şitilir mi? Can ve gönül aras ında geçen bu konu şma birden kesildi, Hak söz ald ı. Can ve gönül dinlemek° ba şladılar. Konu ş ma devam etti, söz yüceldi, mekâıı yükseldi, söz i şitilemez oldu. Artık ne gönülün nazdan haberi kald ı, ne canın, laituftan. Gönül kerem avucunda, can, harem civar ında. Ne gönülden niş an kaldı, ne candan eser. Yokluk varl ığında kerem oldu. Ba ştan haşa tevhid kıssası işte böyledir. "Ben onun kula ğı olurum, beninde i şitir.." söyle, bu nasıldır?"' 1 Kaşfu'l-Asrar, I. 60.

109


Fena fikrini, böyle iki soyut varlığı teşhis edip konuşturatak anlatmak, Ansari için bir orijinalite sayılabilir. Bu konuda o, sonraki edebiyatç ılara örnek olmu ştur. 5—Gazâli, Ehtı. klâmid Muhammed (450-505 /1058-1111): Gazâli, 450 (1058) de Tus'ta do ğdu. Babası, ölmezden önce onu ve öteki oğlu Ahmed'i mutasavv ıf bir zata vasiyyet etmi ş , biraz da mal bırakmıştı. Bu zat, babalar ının geride bıraktığı az miktardaki mal tükeninceye kadar bu iki çocuğun, talim ve terbiyesiyle me ş gul oldu. Bir süre son,ra mal bitin.ce çocuklar medreseye girdiler. Gazâli, ilk tahsilini Tus'ta yaptı. Daha sonra tahsil kasdiyle seyahate ç ıktı. Cürcan'a gitti. Orada fıkıh ve kelâm ö ğrendi. Cüveyni'ııin ölümü üzerine Nizamülmülk'ün yanına gitti ve onun yanında büyük mevkie yükseldi.484 (1091) de henüz pek genç ya şında iken Bağdad'daki Nizamiye medresesine müderris tayin edildi. Dört y ıl burada ders verdi. Okudu ğu tasavvufi eserlerin etkisiyle âhiret kaygusuna dü ştü. Ruhu temizlemek için dünyevi mevkileri terk etmek gerektiğine inan.dı.Bir yandan vicdanı ona gitmesini emrederken bir yandan da dünya sevgisi onu tutuyordu. Alt ı ay gideyim gitmiyeyim düşüncesi için.de bocalad ı. Nihayet bu rûlii sıkıntı, psişik bir hastalık doğurdu. 488 (1095) de dili tutuldu, konu ş amaz oldu. Bu dahili ıstıraptan birkaç ay son.ra Kas ım 1095 de Bağdad'ı terk etti. Önce Şam'a gitti. İki yıl kadar orada camide halvette kaldı. Oradan. Kudüs'e geçti. Sonra hacca gitti. Hacdan. Irak'a döndü'. Ş am'da on. yıl kaldığı söylenirse de bun.un do ğru olmadığı anlaşılmaktadır. Çün.kü 491 (1097) Haziranuıdan sonra Ba ğdad'da görülmü ştü. Burada bir süre kald ıktan sonra Tus'a gitti. Orada bir zühd ve tasavvuf hayat ı sürdürdü. Şurada burada mün,zevi bir hayat ya şıyarak geçirdiği on yılı müteakip 499 (1106) senesinde yeni Selçuklu veziri Nizamülmülk'ün o ğlu Fahru'l-Mülk'ün ısrarı üzerine Neysabur'daki Nizamiyye medresesinde profesörlü ğe başladı. Burada bir yıl kaldı. Sonunda tekrar memeleketi Tus'a döndü. Tus'ta evinin bir yanına bir medrese, sufiler için de bir tekke yapt ırdı. Bir taraftan ö ğren.cilerine ders verirken di ğer taraftan da tasavvuf yolunun. yolculariyle sohbet ediyor, ibadet ve riyazet ile me ş gul oluyordu. Buhari ve Kur'an okumak, ibadet etmekle münzevi bir şekilde ömrünü geçirirken 505 (1111) de Taiırl'ılm rahmetine kavu ştu.2 1 Gazgılt al-MunkFiu s. 47-49, Mısır; Montgomery Watt, Idama Surveys, S. Ateş Tercemesi, s. 107-108, Ankara, 1968. 2 Sehrât, IV. 10-13; al-MunkU, s. 47-49; Montgomery Watt, Islamic Surveys, S. Ateş Tercemesi, s. 106-109; Prof. Dr. Ibrahim Agil ı Çubukçu, Gazzrıli ve s. 7-9, Ankara, 1964; Ömer Nasuhi Bilmen, Büyük Tefsir Tarihi, IV. 261.

110


a. Tefsiri: Gazali, ilmi kariyerini tamamlad ıktan sonra kendisini tasavvufa vermi şttir Tasavvufun, Allah'a götüren, en güzel yol oldu ğuna, ruhu temizlemenin tasavvufta bulundu ğuna "Bütün akıllılar ve şeriatin esrar ına vakıf olanlar toplansalar, mutasavvıfların huylarından ve gidi şlerinden daha güzel bir huy ve gidiş bulamıyacak"larma i ııanmıştır 1. İşte bu açıdan islam akide ve amelini yen,iden, gözden. geçirip tasavvufi bir çe şni ile karıştırarak yazm ış , eserlerinde zahirle batılı' birle ştirmiştir. Bu baş arısından dolayı kendisine "Huccetu'lislam","Zeynu'd—clin gibi" unvanlar verilmi ştir. Ça ğının her ilim dahrıda olduğu gibi tefsir ilminde de üstün olan. Gazali, bu alanda da eserler yazm ıştır. Ihya'u `Ulami'd—din'i de bir çe şit tefsirdir. Gazalrye göre Kur'an' ın dış manaları altında iç man.alar ı vardır. Bu iç manalar, tıpkı kabuğun özü gibidir. "Insanlar yal ıaız duyular âlemini görürler. Duyular alemi, öz olan meleldit aleminin kabu ğu durumundadır. Bu dış 'alemi geçemiyen kimse; nar ın. sadece kabu ğun.u, insanın. da sadece derisini görmüşolur. Içeriye nüfuz edemez."2 Kur'an' ın lafızları, bütün ilimlerin sedefleridir. Sedefte kalan. inciyi bulamaz. Fıkıh, tefsir ilimleri Kur'an.'dan ç ıktığı gibi tıb, astroleji, astronomi, arıatomi büyü ve t ılsımlar gibi ilimlere de Kur'anda i şaret vardır. Bunlarm ilk prensipleri Kur'an' ın dışında değildir. Zira bütün. ilimler, Allah' ın bilgi denizinden avuçlanınıştır. O denizin kıyısı yoktur. "Rabbımtn kelimelerini yazmak

için denizler mürekkeb olsa, Rabb ım ın kelimeleri tükenmeden, denizler tiikenir."3 Mesela şifa, Tanrı'nın fiil denizlerinden bir denizidir. Nitekim Yüce Tanr ı İbrahim'den naklen: "Ben hasta olduğum zaman O bana şifa verir."4 buyurmuştur. Allah'ın şifa fi'lini, an.cak tıbbı gere ği gibi bilen anlıyabilir. Allah'ın güneşi ve ayı bir hesaba göre yürütmesi de O'nun bir filidir: "Güneş ve ay bir hesap

iledir.'" "Ay ın tutulduğu, güneşin ve ay ın bir araya getirildiği zaman.."6 "Geceyi gündüze, gündüzü geceye sokar."7 "Güne ş, yerleştirildiği yerde yürüyüp gitmektedir. Bu, güçlü ve bilgin (Allah'ın) takdiridir."8 diyor. Şimdi gün.eşin ve aym bir hesaba göre seyrini, bunlar ın nasıl tutulduklarmı, gecenin gündüze, gündüzün. geceye dolarımasmın ve bunların böyle tekerrürünün. mahiyetini ancak göklerin ve yerlerin nas ıl meydana geldi ğini bilen kimse anlar ki bunu bilmek 1 al-MunIsuu mina'çl-Palâl, s. 49, Muhammed Cûbir 2 Cevahiru'l-Kur'gm, s, 9, Mısır, 1329. 3 Kehif Sûresi: 109. 4 Sucarâ' Sûresi: 80. 5 RahmEın Sûresi: 5. 6 Kıyamet Sûresi: 8-9. 11ae Sûresi: 61. 8 Yasin Sûresi: 38.

neşri.

111


de ayr ı bir ilimdir (astronomi). Beri taraftan. Kur'an-1 Kerim, "Ey insan, seni yaratıp sonra şekil veren, düzenliyen, mütenasip k ılan, istediği şekilde seni terkibeden çok cömert Rabbine kar şı seni mağrur kılan nedir?"' diyor. Bunun manasun anlamak için de insan ın dış ve iç organlar ını, arıatomi ilmini bilmek gerekir. İş te bu âyetleri okuyunca insan bu ilimleri ö ğrenmeğe koyulur. Ondan aldığı ilhamla her şeyi öğrenmeğe çalışır. Demek her ilmin özü Kur'an 'da vardır. Oncelerin. ve sonların ilmi onda toplan.mıştır2. Zahir ilimlerde böyle oldu ğu gibi bâtın ilimlerde de böyledir. Kur'an'da her kelimenin. alt ında birbirinden gizli manalar, remiz ve i ş aretler vardır. Bunları ancak mülk ve ş ahadet gayb ve melekût âlemi aras ındaki dengeyi idrak eden kimse anhyabilir. Gazali'ye göre mülk ve şehadet âleminde bulunan her şey, melekfıt âlemiıadeki ruhani bir şeyin (yani idenin) örne ğidir. Görünüşte bu, onun ayn ı değilse de ruh ve manada onun ayn ıdır. Ş ehadet âlemindeki cisimler, o âlemdeki ruhani varlıklara delâlet eder. Dünyadaki her ş eyin. melekût aleminde bir gerçeği vardır. Bu ş ekilden o hakikati anlamak gerekir. Nas ıl kalıptan öze geçilirse, cisimler âlemindeki şekillerden de o âlemdeki gerçe ğe çakılır. İki âlem arasındaki dengeye bir örnek verelim• Doğru ru'ya, peygamberli ğin kırk altı parças ından bir parças ıdır. Ru'yada görülen manalar, dünyevi ş ekillere bürünerek görülürler. Meselâ birisi ru'yada domuzlara inci takt ığını görmüştür. Biri de elinde mühür, kad ınların edep yerlerini, erkeklerin a ğızlarnu mühürledi ğini görmüştür. İbn Sirin, bunu görenin, Ramazanda sabahleyin vaktinden önce ezan okudu ğuna yormuş , gören öyle yapt ığını itiraf etmi ştir.Bir başkası da ru'yasında zeytinin içine zeytin yağı döktüğünü görmüş , İbn Sirin bunu da şöyle yormu ştur: "Senin altmdaki cariyen, senin annendir. Esir edilip sat ılmış , sen. de bilmiyerek onu satm almışsın." Gerçekten. öyle oldu ğu an.laşılmış . Şimdi burada sabahleyi ıı vaktinden önce ezan okumak, kad ınların edep yerlerini ve erkeklerin a ğızlarını mühürlemek şeklinde görülmü ştür. Kur'an'da manalarm şekillere bürünerek ifade edildiği birçok âyetler vard ır. Meselâ: Lir ...

-*

°t-t:A tft3

-4:r4

: Allah, gökten

bir su indirdi, dereler onunla dolup taştı. Sel üste ç ıkan köpüğü alıp götürdü. Süslenmek veya faydalanmak için ate şte erittiklerinizde buna benzer bir köpük1 İnfitiir Silresi: 6-8. 2 Gaz6I1 Cevahiru'l-lÇur'8n, s. 32-33.

112


tür."' âyetinde ilim su ile; kalbler, vadiler ve kaynaklar ile sap ıkhk köpük ile temsil edilmiştir Cenab ı Hak, bunun mesel olduğ unu, âyetin sonunda ayrıca açıklamıştır: " İşte Allah böyle meseller verir."2 demi ştir. "Insanlar uykudad ırlar, öldükleri zaman uyamrlar." hadisinin de bildirdiği üzere insanlar dünyada uyumaktad ırlar. Nasıl rüyadakilere manalar şekillere büründürülerek gösteriliyorsa dünyada uyuyan. insanlara da hakikatler böyle mesellerle şekillere büründürülerek gösterilir. Dünya sevgisiyle kirlenmi ş kalblere melekût s ırları kapalıdır3. Ancak zahir de inkâr edilemez. Baz ı kimseler zahire hiç ald ırış etmiyorlar. Haşri, neşri, cenneti, cehennemi inkâr ediyor, takvay ı bırakıyor, haram yemeği, şehvetlere uymay ı mubah görüyor, mal ve mevki sevdasma dü şüyorlar. Bunlar mülk ve melekût âlemleri aras ındaki dengeyi göremiyen, basiretten yoksun, aklı kısa iıtsaulardır. Sapıtırlar ve sapt ırırlar4. Gazni, ölülerin dirilmesini, akılları ve ruhları dirilten ilmin. tesiriyle cehalet ve sapıklığın gitmesi; Musa'nın asasunn, sihirbazIar ın sihirlerini yutmasını ; inkâr kabul etmiyen Tanrısal delilleri inkâr edenlerin, şüphelerini iptal etmesi şeklinde anhyarak d ış manayı inkâr edenlere çatmakta ve bu te'villeri yapan ihvan'ı Safâ'ya Haşviyyetu'l-Felâsife demektedir. Ona göre zahirle batm bir arada yürür. Zahiri inkâr etmek, ş aşı gözle iki âlemden yaln ız birini görüp bunlar arasındaki dengeden habersiz olan. ve bundan dolayı da ötekini kavramaktan âciz bulunan batmilerin görü şleridir. Nasıl ki sırları yok saymak da kabukçuların yoludur. Zahiri, manadan ay ıran haşvi; maıtıayı zahirden ayıran batmidir. ikisini birleştiren olgundur..s. GazaWye göre re'y ile tefsiri yasakhyan haber, Kur'a,n' ı bile bile bir fırkanın akide ve görü şlerine âlet etmeyi, yanl ış olduğunu bildiği halde kasden Kur'an'ı aykırı bir manaya çekmeyi yasaklamaktad ır. Yoksa sahih niyetle ken,di istiıdıatını söylemek yasak edilmemi ştir. Nitekim ibn Abbas ve Ibn. Mes'ud gibi ünlü mefessirler, kendi görü şlerini söylemekten geri durmam ışlardır6. Gazali, işari tefsiri benimsemekle beraber bunun, felsefi bir nitelik almas ııı.a razı olmaz: "Zahir tefsiri bilmeden yalnız Arapça bilmekle hemen, bat ıni manalar istinbat ına çalışan, kimse çok hatâdad ır. Kur'an' ı re'y ile tefsir edenler 1 Ra'd Süresi: 17. 2 Cev5hiru'l-Rmr'ân, s. 38-39. 3 Aynı eser, s. 40. 4 Aynı eser, s. 45. 5 Mişkrıtu'l-Anv5r, s. 47-48. 6 Ihyau `1.71nmi'd-din, I. 269-270, Mısır 1307; 377-381,

Mısır, 1387/1967.

113


zilmresine girer. Zahir tefsirde nakil ve sema lâz ımdır. l3unu bilmeden, zahiri hilkümlere vakıf olmadan Kur'an ın sırlarını bildiğini iddia eden kimse, kap ıdan içeri girmeden odan ın, üst kö şesine oturdu ğunu söyliyen., ya da Türkçeyi bilmeden Türklerin sözlerini anlad ığını iddia eden kimse gibidir."' Bazı vaizler, sözlerini güzelle ştirmek ve dinleyiciyi te şvik için: (( .31

(-T

zr. 4_;

(;)9_p

J_

: Fir'avn'e git, zira o azdı"2

âyetin,i okuyup kalp-

lerine i ş aret ederler. Bu suretle Fir'avn ile nefsin kasdedildi ğini ima etmek isterler Bunlar iyi niyetle bunu yap ıyorlar. Batıniler de halkı aldatıp batınilige çekmek için böyle tevillere gidiyorlar. Her ikisi de yasakt ır. Re'y ile tefsire girer3. Bununla beraber Gazali, baz ı âyetlerin tefsirinde böyle tevillerde hayli ileri gitmiş , ilıvan- ı Safa'nın. yoluna yaklaşmıştır. Mişkâtu'l-Envar'da baz ı âyetleri yeni Eflâtuncu metotla tevilde çok ileri gitmi ştir b. Tefsirinden örnekler: Taha Süresindelçi " İki ayakkahmı çılkar"4 âyetinde iki ayakkab ıdan mak sadın, dünya ve âhiret oldu ğunu anlar ki bu âyet ba ştan beri tasavvufta buanlama çekilmi ştirs. Yine bu surede Hz. Musa'n ın ateş görmesinden bahseden âyetlerdeki Kabes, Cezve kelimelerini, görmeyip taklideden kimsenin haline iş aret sayar6. Kalem, Levh ve Rakk- ı Menşur'u da ş öyle açıklar: "Biz bir defa Tan.rıhk huzuruna yükselerek deriz ki o huzurda kendisi vas ıtasiyle mufassal ilimlerin, alıcı cevherlere çizildi ği âlet varsa bunun, misali kalemdir. O alıcı cevherler aras ında ilimlerin, kendisine çizildi ği bir şey varsa bunun misali levh, kitap, ar-rakku'l-men şurdur. İlimleri yazan âlete hükmedenin, misali yed(el)dir. E ğer bu mertebede yed'i, levh'i, kalem'i içine alan bir sistem varsa bunun misali surettir."7. Lâfzi tefsire göre s ırat kıldan ince, kılıçtan keskindir ve cennet ile cehennemi ayıran. snurdır. Said (mutlu) olanlar bunu y ıldırım gibi geçip cennete girecekler, ş akiler ise bunun, üzerinde duram ıyarak daha ilk ad ımda kayıp cehen.neme düşeceklerdir. Gazali bu hususta diyor ki: "S ırat gerçektir ama onun k ıl gibi in,ce olduğunu sanmak do ğru de ğildir. O kıldan da incedir. Daha do ğrusu onun. 1 Aym eser I. 370, Mısır, 1387/1967. 2 Taha Süresi: 34. 3 Ihyrı, I. 379-80. 4 Bkz. Prof. Dr. Ibrahim Agah Çubukçu, Gazzali ve Şüphecilik, s. 78, Ankara, 1964. 5 Taha Süresi: 12. 6 Mişkatu'l-Anvar, s. Ate ş Tercemesi, s. 49, Istanbul, 1966. 7 Mişkatu'l-Anvar, S. Ate ş Tercemesi, s. 45-46

114


inceliği ile kıhn in,celiği, ya da bilen:İ keskinliği arasında hiç bir bağlantı yoktur, Nasıl ki güneşle gölgeyi ay ıran. ve ne gölgeden ne de güne şten sayılmıyan. hen.desi (geometrik) çizginin inceli ği ile kıhn iııceliği arasında bir münasebet yoktur. Zira kıhn bir boyutu vardır. Oysa bu çizginin hiçbir boyutu yoktur. Sırat da böyledir. İşte Yüce Tanr ı'nın "Bize sırat- ı müstakimi göster"i âyetiyle aşıkladığı sırat, bu sırattır. Bu s ırat, birbirine z ıd olan. huyları birbirinden ayıran. çizgidir. Bunun için, Canab ı Allah, Fatiha'da böyle duâ edilmesini üğretmi ştir. Selâm üzerine olsun, Mustafa için. de : A

J,

,0

j

: Sen elbette strat- ı müstctIcimi gösterirsin."2

demiştir. Allah'ın Resulü de insanı helâkten kurtaran. bir orta çizgidir.Ate şte pullanmış bir demir halka dü şünelim. Bunun, içine bir karın,ca düşmüş olsa, tabii, sıs ıdan kaçacakt ır. Bu karıncanın tam merkez noktasmda durmas ı lâzımdır. Çünkü merkez, yakıcı çevreden en uzakta bulunan. noktad ır. Bu noktan ın boyutu yoktur. Bu noktada dur ınak, insan giiciin,ün d ışındadır İnsamn ahlâki selâmetini korumas ı için tam ortada durmas ı, hiçbir tarafa e ğilmemesi lâzımdır. Gerçi bu, ancak meleklerin. yapabileceği bir şeydir. Insan., taraflara e ğilmeden yapamaz ama gaye hiçbir yana meyletmeden tam ortada durma ğa çalışmaktır Bundan dolayı sırat, kildan ince diye nitelendirilmi ştir. Bu dünyada Allah' ın,: " İşte doğru yolum budur, ona uyun"3. âyetiyle beyan etti ği bu sırat üzerinde durabilen mü'min, âhiretteki s ırattan geçmeğe alışır. Onda hiçbir tarafa e ğilmeden dimdik durabilir. Onun içindir ki hadiste: "Mü'min, s ırat üzerinden yıldırım gibi geçer" dertmiştir4. Gazâli, âhiretteki s ıratı olduğu gibi kabul eder. Burada aç ıklandığı sırat, dünyada dinin emirlerinin teş kil ettiği doğru yoldur. Gazali şefaat konusunda da böyle bir tefsir ileri sürmü ştür: "Peygamberlerin ve velilerin şefaatlerine gelince: Şefaat, Tanrısal raertebeden peygamborlik cevheri ııe vuran bir n,urdur. Oradan. da sevgi ile ve sünnete sar ılmakla, çok zikirle ve Allah'ın Elçisine çok salâvat getirmekle peygamberlik cevherine yakla ş an öteki cevherlere akseder. Bu, tıpkı suya vuran güne ş ışığının, suya vurduktan sonra kar şıdaki duvarın hepsine de ğil de belirli bir yerine yans ımasma benzer. Duvar ın, hepsine değil de belirli bir yerine yans ımasının sebebi, su ile o yer aras ında bulunan münasebettir.Duvarın. diğer parçalar ın da bu münasebet yoktur. Buradan, suya 1 Fatiha Sûresi: 6. 2 Sûra Sûresi: 50. 3 En'am Sûresi: 153. 4 Buhüri, Tevhid, 24; Müslim, Iııı n, 302, 329; Tafslru Sura XIX/5; ljanbel, III. 17, 25, VI. 11; al-Mağnünu'l-Kebir, s. 38, Mısır, 1303.

RilF4 89;

115


vuran ışığın. yerine bir çizgi çekilse, bu çizgi ile arz aras ındaki açı, su ile güneş arasındaki çizginin te şkil ettiği açıya eşittir. Bu özellik, duvarm hepsinde de ğil, sadece bir yerinde olur. Maddi münasebetler nas ıl yansımağa sebeboluyorsa, manevi münasebetler de böyle manevi cevherler(ruhlar) aras ında yansırnaya sebebolur. Tevhidin kapladığı kimsenin, Tannsal mertebesi ile miin.asebeti çok kuvvetlen.mi ştir. On.a nur vas ıtasız gelir. Ama vandaniyetle mü ırasebeti sünnetlere yap ışmak, Resule uymak suretiyle dolayh olarak kuvvet bulanlarm, nuru almak için t ıpkı duvar gibi vas ıtaya ihtiyaçlar ı vardır. Gline şe karşı durmıyan duvar, ışığını güneşe karşı duran. sudan ahr."1 Gazâli bu izahur ı, Nur Suresin.deki "Ate ş değmese de yağı hemen hemen ışık verir"2 âyetinde de yapar. Ayetin bu k ısmırıı, nurunu peygamber vas ıtası olmadan doğrudan doğruya Allah'tan alma derecesine yükselmi ş olan velilere iş aret saym ıştır: "Çünkü veliler aras ında az daha peygamberlerin yard ımına muhtacolmadan. nuru parlayan. kimseler vard ır."3 Gazâli'ye göre baz ı âyetler diğerlerinden üstü ırdür. Bu husus, hadislerle de sabittir. "Tebbet yedâ" ile âyetu'l-kursi veya ihlâs Suresi bir tutulamaz. Nasıl ki Hz. Peygamber (s.a.v.): "Yasin Kur'an'ın kalbidir. Kulhuvallahu ahad

ise Kur'an'tn üçte birine denktir" demi ştir4. Gazâli, Fatiha'nm, e ıı. faziletli sure oldu ğun.0 söyler ve bu üstürılüğü izah için Fatiha'rım tefsirin.i yapar. Der'ki: "Bu sure, kitab ın fatihası ve cennetin anahtarıchr. Çünkü cennetin sekiz kap ısı vardır. Iyice bil ki bu manalardan her biri cennet kap ılarmdan birinin anahtar ıdır. Haberler bun.0 gösteriyor. Şayet buna inarımıyorsan zahir cenneti b ırak da mana em-metine bak. Bil ki Fatiha'nın her manası, ma'rifet(bilgi) cennetlerin.den birini açar. Za ırnetme ki ârifin ruhu, ma'rifet cenrıetlerinde; zahir cennete girip kar ın. ve şehvet doyuran. kimseden daha az zevk ahr! ma'rifet cennetlerinde zahir cennettekinden daha sevinçlidir. Öteki cenneti hat ırın.a bile getirmez. Çünkü o, ma'rifet cennetinde göğün ve yerin. melekirtuna bakmay ı , kendisini yaratan ın celâlini görmeyi; evlenme, yeme, içme gibi zevklerde ıı. daha çok ister. Nas ıl istemesin ki bu zevk ile o, meleklere ortak olmaktad ır. Çünkü meleklerin de yeme içme 1 al-Madnünu'l-Keblr, s. 28. 2 Nur Sûresi: 35. 3 Mislditu'l-AnvIr, s. 57. 4« jr.,2 t.:J;

jçj

»

hadisin garip oldugımu söylüyor. » Ti;j1 „ti; (34,j j„.1

Sevübu'l-E.ur'ân, 10; Tirmili bu,j; "hadisi mütevatirdir:

Vitr 18; Tirmi" ğevübu'l-E.ur' Buhöri, Fadö.'il, 13; Müslim, Musffirin, 259, 261; Ebü ön, 10; Nesgı'l, İftitah, 69; Möee, Edeb 52; Dürimi, Fadü'ilu'l-Eur'ön 21, 22, 24; Muvatta', Rur'gın, 17; !bn I.lanbel, II. 429, III, 23, 35, 43, IV. 122, VI. 404.

116


ve evlenme ile ilgileri yoktur. Maddi zevkleri hayvanlar, insanlardan daha çok duyarlar. Ş imdi hayvanlara ortak olmak, meleklere ortak olmakla bir olur mu? 'Arife maârif cennetinin kap ıları açıldı mı o orada durur ve asla billh (saflar) cennetine iltifat etmez. Zira ce ııınet ehlinin ço ğu bülh (saf insanlardır )." ihlâs suresinin, rıeden Kur'an' ın üçte birine denk oldu ğunu şöyle izah ediyor: "Kur'an- ı Kerim'de üç bilgi vard ır: Allah bilgisi, âhiret bilgisi, suat- ı müstakim bilgisi. Iş te ihlâs bu üç bilgiden birini, yani ma'rifetullahl, Allah' ın tevhid ve takdisini içine ahr. Bundan. dolay ı Kur'anın, üçte birine denktir."2. Goldziher, Gazâlrnin üslubun.da çeli şki bulunduğunu, bazı yerlerde i ş ari tefsire gitti ği halde baz ı kitaplarmda burıu inkâr etti ğini söyler'. Gerçekten Ihya'da baz ı kimselerin âhirete dair s ırat, mizan gibi şeyleri tevil halbuki bunların te'vilin.e dair bir rivayet bunlar ı zahir manada anlamak gerekti ğini söyler4 Oysa yukar ıda gördüğümüz gibi sıratı te'vil etmiş tir. Ancak kan.atimize göre bunu çeli şki kabul etmek de do ğru değildir. O, âhirete dair şeylerin ve Kur'arı'm tümünün zahir manasmı her şeyden ön.ce kabul ediyor. Bütün mutasavv ıfiar da zahiri kabul ederler. Zahiri kabul ettikten sonra Kur'an'da âhiretteki s ırattan ayr ı olarak do ğru yol anlamına gelen. sıratı böyle bir izaha tabi tutuyor. Bu, âhiretteki suat ın inkârı anlamına gelmez. Allah kıyamet gün,ü, bacağin.dan biraz açar. In.anm ış her erkek ve kadın secde eder" hadrsi hakk ında bile te'vilden kaçınmış : "Hadisi tevil etmekten korktum, bunu inkâr edenlerden de yüz çevirdim " demi ştir6 Onca zahir esastır, bu ilim rasih bilginler için caizdir. Bununla daha yüksek anlay ışlara gidilir. Herkes kalbinin. temizli ği ve düşüncesini!), derecesi nisbetinde sularına erer. Cevahiru'l-Kur'an.'da Gazâli, herkese açmad ığı görüşlerini bir eserine dercetti ğini, bu kitabı ele geçirenlerin. onu herkese göstermekten sakın,malarmı, ancak yeti şkin kimselere vermelerini tenbih etmi ştir6. Gazali'nin. görüşlerini üç bölüme ayırmak mümkündür: 1— Herkesin, i ştirak etti ği ve benimsediği görüşler, 2— Soran.lara ve cevap bekliyenlere mahsus görüşler, 3— Kendine has ve yaln ız özel kişilere aça1 Cevâhiru'llır'aıı, s. 54-55 Bubrıri'de hadis söyledir: «

4.1 ci

.;51)) (Bed'u'l-lıallF, 8). Bu hususta insanm uhrevl hayat ı konusunda daha çok bilgi verilecektir. 2 Aym eser, s. 59. 3 Goldziher, MaLıhibu't-Tafsir, s. 223. 4 Ibygt, I. 155-156. 5 Mai'âhibu't-Tafsir, s. 223; Hadis için bkz. Bubâri, Tafsiru Sura LXVIII /2; Tevbid, 24; Muslim, Imân 302; Dâriml, RikâlF 83; 1bn Hanbel III. 17. 6 Cavâhiru'l-I ıır'ân, s. 25; Prof. Ib. Agâh Çubukçu, Gazzall ve Siiphecilik. s. 79.

117


bildiği görüşler°. Bu üçüncü kategorideki görü şler, mutasavvıflara göre s ırdır. Bunları herkese açmak, s ırrı ifş a etmektir. S ırr ı ifş a etmek de küfürdür. İşte Gazali'nin baz ı eserlerinde rastlanan. ileri derecedeki teviller, herkese açrnaktan. kaçurd ığı özel görü şleri cümlesinden say ılmalıdır. c. Gazâlrye atfedilen tefsir: Merhum Ömer Nasuhi Gazâlrn.in kırk cüz tutan. Yakutu't-Ta' bir tefsir yazm ış vil adında olduğunu, bu tefsiri çok arad ığın,l, nihayet Eyyub Sultan'da Hasan Pa ş a Kütüphantsinde 54 numarada bu tefsirin bir cildini bulduğunu, tefsirin üship itibariyle de Gazâlrye aidoldu ğunun anlaşıldığını söylüyor2. Bu eseri, Süleymaniye Hasan Pa ş a kısmı, 57 numarada bulduk. Bu eser, Mülk Suresinden. Nas suresinin sonurran kadar olan. bir tefsirdir. Zahir ve bat ılı manayı toplamıştır. Fakat bu tefsirin Gazâlrye aidoldu ğu çok şüphelidir. Gerçi kitabın birinci varakında "Tafsirul-Gazâli bi Yakfitatrt-Ta'vil, Tarihu Te' lif 811" diye yaz ılıdır. Tabii bu, Gazâlrnin olsa te'lif tarihi olamaz. İstinsah tarihi olabilir. Ama sonunda müstensih ismini ve istinsah tarihini vermi ştir:K ıvamu'd-din. iblı Süleyman... fi âhiri ş ahril-mubarak şafar türitı sana ihdâ a ş ara ve samaniamiah. Sülemi tesiri aç ıkça görülen bu eser, zühdi bir tefsirdir ve kanatimize göre Gazali'nin üshıbunu taşımaz. Sonra K â`bu'l-Alıb âr'dan ve diğer kimselerden ash esas ı olmayan. hurafelerin nakledilmi ş olması da bu kitab ın Gazâlrye aid olmadığını gösterir. Meselâ Nun Suresin.in ba şırıda Nun'un, Yahmuk oldu ğunu, Allah dünyayı yaratt ığı zaman altına bir melek gönderdi ğini, yedi arz ı üzerinde taşıyan bu meleğin bir eli doğuda bir eli bat ıda ellerini açıp kapayarak yediarzı aynen içinde tuttu ğunu, bu meleğin ayaklar ını koyması için kırk boynuzu ve kırk baca ğı olan. bir öküz gönderildi ğini, öküzün boynuzlarmın, arzın derinlikleri dışına ta ştığnu, her gün, bir nefes ahp veren bu öküzün nefes al ırken. denizi çektiğiııi, verdiği zaman. denizi b ıraktığım, böylece med ve cezir olaym ın meydarıa öküzün. ayaklar ının da bir ye şil kaya üzerinde oldu ğunu; kayarun durmas ı için. Allah'ın Nun denen mele ği yaratıp kayayı onun üzerine yerle ştirdiğini yazar ki sıratı , mizam te'vil eden. Gazâlrnin böyle âmiyane görüşleri hem de hiç dokun.madan kabul etmesi mümkün de ğildir. Kaldı ki Gazali, Tahafutu'l-Falâsifa'sinde ve di ğer eserlerinde dün.yan ın yuvarlak olduğunu, boşlukta döndüğünü, nurunu güne şten aldığını söylemektedir. Ayrıca bunun 'iki kere iki dört gibi itiraz edilemiyecek bir gerçek oldu ğunu ifade etmek1 Prof. Muhammed Tavit at-Tanel, Gazâtrye göre Kur'an' ın Tefsiri, Ilâhiyat Fakültesi Dergisi, e. IV, s. 13, say ı 1957; Prof. İb. Agâh Çubukçu, anılan eser, s. 79. 2 Bkz. Büyük Tefsir Tarihi, e. 4, s. 279-280.

118


tedir'. Zaten Gazali zaman ında dünyanı n öküz üzerinde durdu ğuna dair bir inanç müslümanlar aras ında yerleşmiş değ ildi. Bu rivayet, müslümanlar ın Yahudi ve h ırıstiyanlarla kayrıaşmas ı sonunda müslümanlar aras ına girmiştir. Yani bu rivayet, 8-9 n.cu hicri asr ın inanç karakterini ta şır. O zaman yazılmış tefsirlerde böyle şeylere rastlan ır. 1-1âzin tefsiri gibi. Demek bu da dokuzurıeu asrın mahsulü olan bir tefsirdir. Kitab ın. sonundaki ifade, müellifin kendi ifadesi de olabilir:

ujy. r5U1_, 8.,1,42.11

4:;-*

JP ‘5■"?-1 Ato' AJ

,111

:2. Zaten

kitabın, birinci varakırıda Tarihu Te'lif: 815 ifadesi de belki gerçekten istinsah tarihi de ğil, te'lif tarihidir. Ayr ıca bir yerde müellif Hanefi mezhebine "Bizim mezhebimiz" der ki Gazali Ş afiidir. Bu ifade, eserin Gazalrye aid olmadığını açıkça gösterir. Bu tefsirde tevhid, dört mertebeye ayr ılır. Son mertebe, ütün varh ğı bir gören, vandet-i şuhud mertebesidir: "Birinci mertebe, kalhden de ğil, dil ile Lâilâhe illâllah diyen münafıkın mertebesidir. Dil ile söyleyip kalp ile tasdik eden müslüman ın mertebesi, tevhidin mertedbesidir. -Üçüncü mertebe, bütün, e şyarun, tek varl ıktan çıktığını görme mertebesidir. Dördün,cü mertebe ise tek varl ıktan başkasın,ı görmiyen, sıddiklerin mertebesidir. Buna Fenâ mertebesi denir. "Birinci mertebedeki muvahhid yaln ız diliyle tevhid edendir.Bu tevhid, in. sanı kılıçtan, mızraktan. korur. Ikinci mertebe âhiret azab ırıdan korur. Üçüncü mertebedeki tevhid edene gerçekler aç ılır. Dördüncü mertebedeki ise bir tek varlık görür. Birinci mertebe cevizin üst kabu ğu, ikincisi alt kabuğu, üçüncüsü özü, dördüncüsü özden ç ıkarı yağıdır. Cevizi"), d ış kabuğunun hiç yararı yoktur. Ye şil olan bu kabuk ac ıdır, İç kabuğu ise odun olarak kullan ılır, özü korur fakat öze nisbetle bir de ğeri yoktur. İşte s ırf itikad da ke şif ve müş ahede karşısında böyledir. Öz de kabu ğa nisbetle çok değerli ise de ya ğa nisbetle değeri azdır. Asıl değer ya ğdadır. İşte asıl değer dördürıcü tevhid mertebesindedir.".3 1 "Ay tutulmas ı, Arzın, Ay ile Güne ş arasına girmesinden ileri gelir. Çünkü ay, ışığını güne şten alır. Arz, küredir. Gök, her taraftan onu ku ş atmışrır. E ğer Arz ın gölgesine düşerse Güneşin' ışığını alamaz. Güne ş tutulması da ayın, Güneşe bakanla Güne ş arasına girmesinden ibarettir. Bunlar geometrik ve aritmetik delillerle sabit olan şeylerdir. Dine aykırı diyerek bunları inkâra kalkış an kimse, bunlara de ğil, dine şüphe sokar." (Tahafutu'l-Felâsife, s. 4, M ısır, 1303). 2 Yâlpitatu't-Ta'vil, varak 215 b. 3 Yükfıtatu'l-Ta'vil, s. 55b.-56a.

119


Tevhidi bu şekilde mertebelere ay ırmak, Gazânıin tasnifi değildir. Önce Cüneyd'de buna ben.zer bir tasnif görülmü ş, daha sonra ibn Arabi bunu geli ş tirmiştir. Eserin yazar ı , Ibrıu'l-Arabi felsefesinin. etkisirıdedir. Yazar, dördüncü mertebe tevhidinin s ırlarını açmak caiz de ğildir. ancak biraz açıklamak gerekirse şöyle denir diyerek izaha ba şlıyor: "Allah'tan. ba şka fail olmadığını , yaratma, r ızık verme, ya ş atma, öldürme zengin. ve fakir yapma hep Allah' ın elindedir. Bun.0 görünce O'ndan. ba şkasın.a bakmazs ın., O'ndan korkar, O'ndan umarsm. Zira yaln. ız fail O'dur. O'n.darı başkası değildir. Kâin.atta bir zerre bile müstakil bir kuvvete sahip de ğildir. Bu mükaşefe kapısı sana açıldı mı meseleyi anlamış olursun. Seni bu makamdan dön.düren şeytandır. Hayvanlara, cans ızlara bakıyor, işi onlara bağhyorsurı , Ekini)]. çıkmasını yağmura nisbet ediyorsun. Ya ğmurun yağmasını buluta, rüzgâra dayand ırıyorsun. Bu, tevhid hakikatlerine ayk ırıdır. Ama rüzgârın. hava olduğunu, havanın da kendi ba şma hareket edemeyip bir muharrik tarafından harekete getirildi ğini,on.0 harekete getirenin de ba şka biri tarafından harekete getirildi ğini,Güneşin, Ayın., yıldızların, bulutun ve bütün hayvan. ve cansızların. Allah'ın kudret elinde bulundu ğunu düşünürsen. sonun.da Allah'tan başka fail olmad ığını anlarsın.... Biz sana üçüncü tevhid denizinden baz ı damlalar sunduk. Bütün bunlar, Lâilâhe illâllah sözünün. alt ında mevcuttur."1. Görülüyor ki bu ifade tarz ı ve fikir silsilesi Gazali iislubun.dan çok dü şüktür. Onun. görü ş ve izah tarz ının çok alt ında kalır. 6— Raşidu'd-din Ebu'l-Fayçl ibrı Ebi Sacid Ahmed ibn Muhammed alMeybudi: Önemli bir tefsirin yazar ıdır. Ş ahsi hakkında bir bilgiye rastlayamad ım. Keşfu'z-Zun.un'da sadece Ka şfu'l-Asrar adl ı tefsirin, Raşidu'd-din Ebu'l-Fayd Ahmed Ibn Ebi Said al-Maybudi'ye aidolduğu yazılıdır2.Brockelmann. da sadece yazarın ismiyle tefsirin ad ını ve bir de bulunduğu Kıhç Ali Kütiiphanesini zikreder3. Tefsiri ne şreden Ali Asgar ikmet de maalesef yazar ın hayatı hakkında bir bilgi vermemiştir. a. Tefsiri ve metodu: Kaşfu'l-Asrâr va Udadtu'l-Abrâr adh tefsiri, Farsça yaz ılmış on cild tutan bir eserdir. Bu tefsirin, M. C. A. Storey, Sa`du'd-din Taftâzâni'ye atfetmi ş tir4. Kâtip Çelebi de ayn ı sayfada Ka şfu'l-Asrar' ı Raşidu'd-din Maybudi'ye, Kaşfu'l-Asrar ve cUddatu'l-Abrr' ı Taftâzâni'ye nisbet eder. 'Halbuki ikisi 1 Varak, 56b-57b. 2 Bkz. II. 1487. 3 GAL, S. II. 986. 4 Bkz. Persian Literature, Section I, No. 12, s. 7. London, 1927.

120


aynı şeydir ve Meybudrye aittir. Ali Asgar bur ıu rıeş retlmelde ilme büyük hizmet etmiştir. 1331 de neşredilen bu eser, 10 cilttir. 520 (1126) da yaz ılmıştır. Müfessir, mukaddimede Hace Abdullah Ansarrnin tefsirini geni şletmekle bu eseri meydana getirdi ğini söyler: "Asrının teki, zamanının eşsiz bilgini Seyhu'l- ıslâm Abu Ismacll 'Abdullah /bn Muhammed Ihn al-An şâri (Allah ruhunu kutlu etsin) nin Kur'an. tefrisirini okudum. Onu lâfzen ve manen. son derece mu'ciz buldum. Ancak gayet veciz söylemi ş , ihtihsar yolunu tutmuştur. Reş ada ulaşmak istiyen öğrencinin. gayesine deva, ibret alacak düşünüriin göğsüne şifa veremiyecek kadar k ısadır. Istedim ki o kitapta söz kanadnu açayım; on.0 geni şletmek için lisan dizginini salay ım; tefsir hakikatlerini ve va'z inceliklerini tophyay ım ve bu fenle uğraş an kimsenin i şini kolaylaştırayı m. Buna kuvvetle karar verdim ve bu i şe 520 yılmda başladım. Kitaba da Ka şfu'l-Asrar ve Uddatul-Abrar ad ını verdim."1 Yazarın, Ansarrnin eserini temel ald ığını söylemesi, kitab ın, Ansarrye mal edilmesine sebebolmu ştur. Ansari 'nin as ıl tefsiri mevcut de ğildir. Bu eserde An.sarrnin tefsirlerine her âyette rastlan ır. Ama eser, Ansarinin eseri de ğildir. Bu tefsir, kiraet ihtilâflar ına, âyetlerin. nüzul sebeplerine, fıklıi hükündere temas ettiği gibi tasavvuf yolun.daki irfani i şari tefsirlere de temas etmektedir. Zahide batını toplamıştır. Yer yer Ansârrnin sözleriyle tefsir, tevil, fıkıh, hadis, siyer, edebiyat, sarf nahiv i ştikak hahisleri; sufi sözleri, ahliki öğütler ve seçme şiirleri° Senâi, Gaznevi ve di ğer ş airlerin şiirleriyle süslü çok kıymetli bir hazinedir. 1948 de akdedilen müste şrilder kongresine Ali Asgar'ın bu tefsir hakkında gön.derdiği bir etüd, müşteşriklerin. dikkatini çekmiş ve 1950 de bu etüd Journal Asiatic Paris'te ne şredilmi ştir2. Kitabın yarım sayfalık önsözünü Arapça yazar ı müfessir, dibaceden sonra bütün tefsiri Farsça yazm ıştır. Kendisi metodunu şöyle açıklıyor: "Bu kitapta usulümüz şudur: Her Kur'an âyeti için meclisler düzenledik. Her mecliste üç türlü söz söyledik: Önce gayet k. ısa olarak aç ık bir Farsça ile âyetin manasını verdik. Sonra âyeti tefsir ettik, çe şitli manalarnu, me şhur kırâetlerini, rıüzul sebebini, hükümlerini, âyetle ilgili bulunan hadisleri, nadireleri, vücuh ve nezairi ve benzeri şeyleri zikrettik. Daha sonra da âyetlerin remizlerini, sufilerin i ş aretlerini, vaizlerin dercettik. Şimdi Allah'm tevfiki ve yard ımiyle bu denize dahyoruz.".3 1 Rashlu'd-din al-Maybudi, Kasful-Asrar, I. 1. 2 cAll Asgar Hikmet, Kasfu'l-Asrrır'm önsözü, I. 9. 3 Kasful-Asrür, I, 1. Tahran, 1331.

121


Kendisinin de ifade etti ği gibi müellif, ön.ce soyut manay ı vermiş , sonra zahiren âyetin tefsirini yapm ış , en sonunda da i ş ari tefsire geçmi ştir. Zikrethadisleri Arapça metniyle al ır. Farsça tercemelerini de yapar. Terceme etmediği hadisler de vard ır. Diğer sufi tefsirlerinde oldu ğu gibi bu tefsirde de harflerden manalar, i şaretler çıkarılır. Örneğin: "Besmele âyeti ondokuz harftir:

rc5c,J ı ,..)1 ç.c.)

j c.)

Cehennem zebanileri de

r -

Üzerinde ondokuz vard ır."' âyetinin sarahatiyle or ıdokuıdur. Demek ki kim ihlâs ile besmeleyi çekip âlemlerin Rabbine yalvarsa her harf kar şılığında bir zebani ondan elini çeker ve onu cehenmden kurtar ır."2 Bu tefsirde de tasavvufi bak ımdan ana fikir nefsin arzular ını , egoyu öldürüp Allah'ta fenaya ermektir. "Nefislerinizi öldürihrilz"3 âyetinde Meybudi yukarıda kaydetti ğimiz sülemi ve Ku şeyrrnin görü şlerini tekrar eder, bu âyetten mücahede kıhciyle n.efsin, arzular ını öldürmek gerekti ğini, nefsin arzularını öldürmenin, nefsi kılıçla öldürmekten, çok daha zor oldu ğurıu anlar4 Meybudi, kaza ve kader hususunda öteki sufiler gibi cebir taraftar ıdır. Her şeyin ezelde geçti ğine inanmaktad ır. Şeytan, Allah'ın istemedi ği için bu hale düşmüştür. Yoksa Allah isteseydi şeytan, _Adem'e binlerce secde ederdi. Allah iradesinde serbesttir. Istemedi ğini istemez." "Sehl İbn Abdillah der ki: Bir gün. şeytanı gördüm, dedim ki: —Senden Allah'a s ığınırım. Dedi ki: —Ey Sehl e ğer ser), benden Allah'a s ığınıyorsan ben de Allah'tan Allah'a sığnurım. Ey Sehl, eğer sen şeytanın elinden aman diyorsan ben de Rahman' ın elinden. aman diyorum! —Ey- Iblis, .A.dem'e niçin. secde etmedin ? —Ey Sehl, beni bırak, bo ş lâfla oyalama. E ğer sen Allah'ın huzuruna bir gün yol bulur da ç ıkarsan de ki: O biçareyi istemiyorsun zaten., daha r ıe diye bahane buluyorsurı ? Ey Sehl ben. o zaman. Adem'in topra ğı başında idim, ona bin kere secde ettim ve onun vüeudu topra ğını yüzüme sürdüm. Ama sonun.da şu sözü i şittim: Bo şuna yorulma, biz seni istemiyoruz."5 1 Müddessir Sûresi: 30. 2 Kasfu'l-Asrr, I. 9. 3 Bakara Suresi: 54. 4 Kasfu'l-Asffir, I. 197. 5 Aym eser, I. 161.

122


b. Tefsirinden bir örnek: Kaşful-Asrür'dan, örnek olarak İsra ve Mi`rac üzerindeki tefsirinin özet bir çevirisini vermek istiyoruz. Sunaca ğımız örnek, be şinci cildin 478-504 ncü sayfalar ı arasuıdadır. Birinci Nevbet:

:

‘:),?-.)51

Esirgiyen, bağışhyan Allah' ın adiyle.

:Pakhk, kusursuzluk, iyilik o zata löyiktir-

(l ki gecelteyin » o

(:),,,»

» kendi kulunu yüriittü. (t<.

mescidinden büyük bir huzur ve rahatl ık içinde yürüttü.

L.1))

U5 .)b

Beyt-i Mukaddes'e Mescid-i Ak şıVya

:

-

çevresini bereketli k ıldık, mübarek yapt ı k.

Mekke

4!„7,.:1 ıı

O mescit ki Ta ki ona

;Ç! c.:,~ji jA5 4:1 )) O öyle Tanr ı _

ğaybden eıyetlerimizi gösterelim. dır ki işitici ve görücüdür. İkinci Nevbet:

Bütün müfessirler, Beni israil Suresinin tamamen Mekki oldu ğu görüşündedirler. Yaln ız Katade, bu surede yedi âyetin Medeni oldu ğunu söylemi ştir.

«

bt,S"

,j1.3 âyetinden itibaren sekizinci âyetin sonuna kadar.

Bu sekiz âyetten, sonraki «

âyeti, Mekke ile

4}.4_

Medine arasında nazil olmu ştur. Bütün sureden iki âyet neshedilmi ştir. Biri

« t,) '`)/I kadar. Şirk

Ls,:z; » den ((

\d„,.. :)1 L:J.) ıı Ya -

duâ etmek neshedilmi ş ve âyet genel manas ı üzerinde

kalmıştır. İkincisi de «

,Ip

LSW, tA

âyetidir ki kıhç âyet-

leriyle neshedilmi ştir. Kûfelilerin hesab ın.a göre bu surede yüz on bir âyet, bin beşyüz otuz üç kelime ve alt ı bin üçyüz altmış harf vardır. Daha sonra Meybudi, âyetin kelimelerini tefsir eder. Meeseid-i Haram' ın., bütün Mekke şehri veya Kâbe oldu ğu üzerin,deki ihtilâfa de ğinir. Mescidi Aksa'nni, Kudüs'teki Süleyman Meseidi oldu ğunu, Süleyman bunu yaptırırken einlerin ve ifritlerin, meseidin yap ımında çalış tıklarını, bu mescidin harika bir mescid olduğunu, burada bulunan ye şil renkli duvar ın, mucizeyi parlaklığnıdan dolayı iyi huylu kimse bakt ığı zaman parlak yüzünün yank ısmı , kötü huylu kimse baktığı zaman yüzünün siyahl ığnu gösterdi ğini, bu yüzden birçok

123


kötü huyluların, giinahlarmdan dönüp teybe ettiklerini söyler. Sonra buray ı Buhtunnası r istilâ edip cevherlerini ya ğmalamıştır. Hz. Ömer zamanında bugünkü şekliyle onarılmıştır

1:5-jb c5:01 » âyetinin izahında çevresinde peygamberlerin kabir'erinin bulunmas ı, vahye sahne yerler olmas ı, âbidlerin mabedi, salihlerin yuvası olması dolayısiyle çevresinin mübarek oldu ğunu söyler. Mi'racın gereği ne idi? Sorusuna kar şılık der ki: "Tanrı Resulü, din düşmanları dünyada rahat ve nimet içerisirıde, mü'minleri belâ ve şiddet içerisinde görüyor, zaman, zaman üzülüyordu. Memlerin onu göklere ç ıkarıp melekfitunu gezdirmek suretiyle iki toplumun sonurıu ona gösterdi. Hz. Peygamber, mü'min.lerin gidece ği cenneti, kâfirlerin çekece ği azabı görünce o nimet yamnda bu belanın. ve o azap yan ında dünyadaki bu nimetin hiç oldu ğunu anlayıp teselli buldu. Sonra şimdiye kadar Resul Aleyhisselâm, o âlemleri sadece duyuyordu, fakat görmemi şti. Oysa işitmek, görmenin yerini tutamaz. İşte Hz. Peygamber, cennet nimetlerini görmekle art ık bundan. böyle "i şittim" demiyecek, "gördüm" diyecekti. Görmek, i şitmekten daha kuvvetli bir delildi. Yüce Allah bu Mi'rac ile Mustafa'nu ı şeref ve izzetin.i, on.0 rıe derece sevdi ğ'ini insanlara göstermek istemi şti. Padi şah'a= âdetidir, kölelerindeu birini sevdiler mi ona saraylarm ın. hazinelerini gösterirler. İşte Mustafa'ya da fena sarayının hazinesini gösterdiler. Mustafa fena saray ının hazinelerini görünce onu beka alemine de götürdüler, beka aleminin hazinelerini gösterdiler. Hem rahmet saray ını, hem azap saray ını ; hem kerem ve adalet hazinesini, hem r ıza ve gazap haziuesini gösterdiler. Bu s ırları ve hazineleri gösteri ş , onu sevme ğe, ona güyen verme ğe delil idi. Zira Muhabbet peki şmeden esrar ı söylemezler. Resul'üu, ön.ce Beyt-i Mukaddes'e götürülüp oradan göklere ç ıkarıldığını söyliyen Meybudi'ye göre Mi'racm uykuda oldu ğunu söyliyenler sahib hadislere ve ehl-i sünnetin hilafına hareket etmektedirler. Do ğrusu şudur ki Mustafa Aleyhisselâm, uyan ık ve aklı başında iken kendisine mübarek bir ş ahıs gelmiş , geceleyin onu alıp Mescid-i Haram'dan,Mescid-i Aksa'ya,oradan da dünya semasma (en yakın semaya), oradan, Sidre-i miinteha'ya oradan da yüce Rabbin

Lt;

•°

iki yay arası kadar belki

daha yakın oldu." dediği yere kadar götürmü ştür. Eğer Mi'rac, uykuda olsayd ı bunda mu'cize olmazdı.Ve bunu kabul etmeleri için. inkarc ılara delil getirme ğe lüzum kalmazdı. Kafirler de bun.0 inkar etmezlerdi. Zira uykuda herkes buna benzer şeyler görebilir. Mi'rac ın uyanık iken. olduğuna diğer bir delil de Allah'ın bu mu'cizeyi övmesidir: "O ki kulunu geceleyin Mekke'den Beyt-i Mukaddes'e götürdü" demesidir. Şayet bu götürme olağanın üstünde, yalnız Resule öz bir olay olmasayd ı bunu methetmenin manas ı kalmazdı.

124


Meybudi daha sonra tafsilâta ba şlar: Hicretten bir y ıl önce Rebiülevvel ayının onüçüncü günü olan Pazartesi gecesi veya di ğer bir rivayete göre hicretten onsekiz ay önce Ramazan.'m ondokuzuncu günü Mi'rac olay ı oldu: Cebrail geldi, Hz. Peygamber'i uyand ırdı. Zemzem kuyusunun yan ına götürüp karnın,1 yardr,y ıkadı,imarı ve hikmet dolu bir te ştten Resulün karnına doldurup karnını tekrar eski haline koydu. Oradan Resul'ü al ıp,yüzli insan yüzü, kulağı fil kulağı, yelesi at yelesi, aya ğı katır ayağı, kuyruğu öküz kuyru ğu, gözleri Zühre yıldızı, sırtı kırmızı yakuttan, karn ı yeşil zümrütten, gö ğsü Mervarid'de, süt beyaz ı bir ata bindirdi. Yolda birçok mu'cizeler gören Hz. Resul'ü Kudüs'e getirdi. Kudüs'te kendisini melekler kar şıladılar. Kendisinin ilk şefaatçi ve son peygamber oldu ğunu, haşrin kendisiyle ba şlayaca ğml söylediler. Orada peygamberlerin ruhlar ı da toplarımiştr. Hz. Peygamber onlara iki rek'at namaz kıldırdı. Peygamberlerin her biri bir türlü Allah'a hamd'ü senâ ettiler. Cebrail, Resul'ün elinden, tutup bir kayaya ç ıkardı, gökten uzanan süslü bir merdivenle, dünya semasma ç ıktılar. Resul, dünya semasıııda dudakları katır dudağı gibi insanlar gördü. Biri bunlarm ba şı ucunda durmuş, ateşten bir dehre ile dudaklar ını kesiyor ve ate şten bir ta şı ağızlarına sokuyor, bu taş altlarmdan, çıkıyordu. Bunlar ın, dünyada zulümle yetimlerin mallar ını yiyen kimseler olduğunu öğrendi. Birtakım insanlar da vardı ki melekler bunlar ın da etlerini kopar ıp koparıp kendilerine yediriyorlard ı. Bunlar da grybet edenler ve dedikodu yapan.lard ı. Öyle insanlar da vard ı ki bunların önlerine türlü yemeklerle bezenmi ş bir sofra getiriyorlar, soframn üstünde gayet nefis, ho ş kokulu et var, sofra d ışında da murdar etler var. Bu adamlar sofradaki güzel eti b ırakıyorlar da murdar etin üstüne üşüşüp onu yiyorlard ı. Bunlar da zina yapanlardr. Riba yiyenlerin karmlan evler kadar şişiyor, insanlar arasmda söz götürüp getirenlerin dilleri ate şten. dehrelerle kesiliyor, bunu inkâra kalki şanlarnı dudakları kıskaçla tutulup koparrhyordu. Buradan ikinci kat gö ğe çıktılar. Yahya ve İsa ile karşılaştirdar. Hz. Peygamber, üçüncü gökte Yusuf'u, dördüncü gökte İdris'i, beşinci gökte Harun'u altıncı gökte Musa'yı gördü. Oradan yedinci gö ğe çıktılar. Yedinci gökte ayak basacak tek yer yoktu. Her taraf melek dolu idi. Meleklerin her biri bir çe şit tesbih ve tehlil ile me şguldü. Burada Hz. İbrahim'i gördü. Keza burada Beyt-i Ma`mur'u, Ölüm Mele ğini gördü. Ölüm mele ği ona ümmetini iyi gördüğüne dair müjde verdi. Resul de sevindi, hamdetti. Yedinci gökten Sidretul-Müntehâ'ya vard ılar. Burada büyük bir a ğaç vardı. Bu ağacın kökünden dört su çıkıyordu. Ikisi zahir, ikisi bat ılı suyu idi.

125


Ağacın, üstünde de büyük bir nur parhyordu. Büyük, altun bir pervane ve say ısız melekler. Izzet dergah' perdelerinden birine geldiler. Cebrail perdeyi kaldırdı ve dedi ki: "Ben cebrailim, yan ı mda Muhammed var." Perde içinden bir feri şteh Allahilekber dedi, elini perdenin içinden ç ıkardı, Resul'ü perdenin. içine aldı , Cebrail dış arıda kald ı . Hz. Peygamber, Cebrail'e niçin d ış arıda s51

kaldığını sordu. Cebrail:

r

I

.9 ,

0

: Bizim her

(1,2,4 ki

birimizin belirli bir yeri vardır."°, burası benim belirtilmiş makamımdır. Yaratılmışların ilminin son bulduğu yerdir. Yaratıklarm ilmi buraya kadar ulaşamaz. Ula şırsa geri dönemez." dedi. O feri şteh, göz açıp yumuncaya kadar bir zamanda Hz. Peygamber'i diğer bir perdeye götürdü. İki perde aras ında beşyüz yılhk mesafe vard ı. Böyle böyle Peygamber yetmi ş perde aştı . Her perdede bir melek kendisini alıp diğer perdeye götürüyordu. Bir rivayete göre Cebrail de buraya kadar gelmiş tir. Bundan sonra ye şil bir Refref, yüksekten inmi ş , Hz. Peygamber o Refrefe binerek yüce Rabbin ar şına kadar çıkmış , Arşı, Levh-i Mahfuzu, Ar şı taşıyan melekleri ve daha nice harika şeyleri görmüştü. Nihayet (<

: Sonra yaklaştı, indi."2 sırrına erdi. Gördüğü-

j L; .5

nü gördü, i şittiğini işitti. Kurbiyyet makamına erdi, mükaşefe halini buldu. Allah'ın Tanrılığının büyüklüğünü gördü, kendin.den geçti. Ne söze dil kald ı, ne düşünmeğe gönül ve can. Serge şte ve hayran. Nihayet Yüce Tanr ı, onun gönlünü topladı , aklını başına verdi, (<

"J"..:J11-‘)..;T

1 : Resul, Rabbinden kendisine indirilene inand ı" dedi.

4-> -

1-1z. Mustafa bu lâtfu görüp bu sesi duyunca kendine geldi, lÜmmeti ıii tırladı ve dedi: ((

.9 .9

, .

AJJ

‘.3

„ -

`L'"

..9

.9

C.7

: Hepsi Allah'a, meleklerine, peyga ın.

berlerine inandı . O'nun peygamberleri arasında bir ayırım yapmay ız.'" Başka bir rivayete göre de bizzat Yüce Rabbi gördü. Burada bu görü şe erdikten. sonra Allah' ın emriyle tekrar Burak'a binip Sidretüll-Münteha'ya geldi. Cebrail, onu oradan. cennete götürdü, cehennemi gösterdi ve kanad ına alıp Kudüs'e getirdi. Burak Mescid-i Aksa'n ın kapısında duruyordu. Hz. Pey1 S'affût Süresi: 164. 2 Neem Sûresi: 8. 3 Bakara Sûresi: 285.

126


gamlıer bindi, Cebrail onu 1.Nlekke'ye kadar getirdi ve yata ğına bıraktı . Henüz geceden saatler vard ı. Üçüncü Nevbet: o

e

4>

7.;

:;••

4-W

-4-›-

o

:

Allah, o padi ş ahın ismidir ki ünü bütün

meşhurlardan me şhurdur. Cihanın ve cihandakilerin yarat ıcısı, hepsinin sahibidir. Rahman'd ır, yaratıklarm koruyucusudur, dü şmanlarm ve dostlar ın hepsini korur. Dünyada bol lûtuflar verir. Rahimdir, sever, gönül açar. Dostlarına yol gösterir, âriflerin s ırrını süsler. Pir-i Tarikat (Abdullah Ansari), münacatmda şöyle demiş : "Varlığın ash, yalvaram rahmeti bol padi ş ah! Ey göz nuru, gönül sahibi, can nimeti, ş artı büyük, şefkatli Tanrı ! Ne seni övebilecek dil var, ne de seni bulma ğa güç. Ey gönülün pe şirıde koştuğu, can ya ğmacısı, bir defacık olsun rıe olur, ayan ufkundan ş ahidler güne şini çıkar ve seha bulutundan bir damlac ık yağmur ver bize."

o

„ cs

» Yedi gö ğün ve yedi yerin Tanrısı ,

bu surenin başın,da kendisini övdükten sonra Mustafa'run kerametini zikredip onun şerefini iıısanlara gösterdi. Önce kendisini kusursuzlukla; temizlikle yadetti, kendi kemalini halka bildirdi, Resulün Mi'rac ını, Resulün. işi değil, kendi işi diye gösterdi. Ta ki mü'min şüphede kalmas ın, münkiıinkâra yol bulmas ın. "Diğer mana şudur ki Mustafa'nın kerametini ve şerefini halka göstermek istedi ki herkes bilsin ki onun makamı, sohbet sergisinin üst tarafında oturanların makamıdır, hizmet menzilinde gidenlerin makam ı değil. Hakk'ın bu sergisinde oturan, izzet ve ikrama lâyiktir, Hakk ın misafiridir, yer içer, ikram görür. İşte bu Mustafa makam ıdır. Hakk'm sevgilisini ıı makamı. Hizmet makamı, Hakk'm kelimi Musa'n ın makamıdır. Bundan dolayı Musa için: "Musa bizimle bulu şmağa geldi."' diyor da, Mustafa için: "Kulunu yilrüttü.", diyor. Musa kendisi yürüyerek gitmi ştir; Muhammed oturarak götürülmü ştür. Ayağiyle giden, oturarak götürülen gibi olmaz. Ve s ırrına gece gizli hitabedilen, açıktan söylenen gibi de ğildir. Uzaktan yürüyüp giden, ayr ı iken vuslat bulur, ama götürülmüş olan, zaten ba şta vuslattad ır, sonunda hil'at giyer. Onun için "geceleyin kulunu yürüttü" dedi. Kulunu geceleyin raz ve niyaz huzuruna götürdü. Çünkü gece âriflerin zaman ıdır. Dostlarm halvet vaktidir. Aşıkların rahat zamarud ır. Bendeleri ok şama zamarud ır. Gece olunca dostları halvet zamam gelmi ş olur. Rakipler uyur, dü şmanlar uzakta kahr. 1 Acraf Stıresi: 143.

127


:Gece var, ş arap var, saki de bo ştur. Sevgilim kalk gel, bu gece bizim gecemizdir. "Hak Taâlâ'nuı Davud'a şöyle dediği nakledilir. "Ey Davud, beni sevdiğ ini iddia edip gece örtünce benden gaflet ile uyuyan kimse yalan söylemi ştir." Ya Muhammed bizim yolumuzda kim zahmet çekerse ancak o, hazineyi bulur. Sana emrettik ki: "Gecenin bir kısmında kalk namaz kıl"' ve buyurduk ki kalk gel ve bizimle sırdaşhk et. Ta bilesin ki biz kimsenin zahmeti ııi zayi etmeyiz ve herkesi layi ğına ulaştınrız. Diğer bir incelik şudur: Demi şler ki âlemlerin Rabbinin, Mustafa'ya gösterdiği iş , onun kulluğuna lâyiktir. Kendisi için yapt ığı iş de kendi Tannliğnıa lâyiktir. Mustafa'nm yapt ığı iş çıkmadır: "Kulunu geceleyin Mescid'i Haram'dan Mescidi Aksa'ya yürüttü."2 Allah' ın yaptığ.' iş de inmedir: "Her gece dünya semaya iner."3 Muhammed'in. ç ıkışı onun kulluğuna; Allah'm inişi de kendisinin Tanrılığnıa lâyiktir. Kendisi geceleyin indi ği için onu da geceleyin çıkardı. Zira Muhammed'e sevgili demi şti. Muhabbet uygunluk demektir.

-• --423 °

•-•-

l Al k

.--•

•-•

„L>,..,.,,„_11-

D

Onu Mescid-i

-

Haram'dan Mescid-i Aksa'ya, Mescidi Aksa'dan da Sidretül-Müntehâ'ya ve Menzil-i Alâ'ya götürdüler ki k ıyamet ahvalini ve onun korkunç hallerini görsün, şefaat kurallar ını öğrensin de yarın kıyamet kopunca tecrübesiyle ayakta durabilsin. O gün kıyametin deh şetinden herkes nefsim, nefsim, deyip korkudan titrerken Mustafa korkmaz, o günün heybet ve azameti ona tesir etmez. Bütün gönlünü ümmetine şefaat i şine verir. Daima ümmetim der. Bu hususta örnek istersen Musa'y ı düşün: Allah takdir etmişti: Musa ve dü şman askerleri bir yerde kar şılaşacaklar, sihirbazlar büyük sihir yapacaklar, Musa'n ın Asası ejderha olup onların sihirlerini yutacakt ı. Daha o gün. gelmezden önce Musa, âlemlerin. Tanr ısı huzurun1 Isrâ Süresi: 79. 2 Isrrı Süresi: 1. 3 Buhâri, Teheccud, 14; Müslim, Musrıfirin, 168-170; Ebü Drıvıld, Sunna, 19; TirmiM, Salât, 211, Da`avat, 78; /bn Mrice, ıkrıme, 182; Dârimi, Salât, 168, I(ur'an, 30; Ibn ljanbel, II. 264, 282, 419, 487, 504: cy.j ı 1.„).111 ‘,11

141 ) « 41.>"

128

c..4it-.?. (.5. 4i


da iken Tanrı ona emretti: "Asan ı yere at" dedi. Musa asasnu att ı, asa ejderha oldu. Musa korktu âlemlerin Tanr ısı "Al, korkma" dedi'. işte Fir'avn'in yamndakiler, Asa ejderha olunca korkmu ş , ürkmüşlerdi ama Musa korkmamıştı. Çünkü o, bunu daha önce görmü ştü. Yine denir ki: Cenab ı Hak Hz. Muhammed'i gönderdi ki dünya ehli ondan. ibadeti öğren.sinler. Sonra onu gö ğe çıkardı ki melekler ondan ibadet âdâbnıı öğren.sinler. Daha harika bil. in,celik: Yüce Allah Ade ın'e

12.JA : in" Mustafa'ya

,..k*„„,, çık" dedi. Yani ey Adem yer yüzüne in ki toprak dünyas ı senin celâl saltanatın.da karar bulsun. ve ey Muhammed, bahan Adem'e "in " demekteki maksad ım, sana "çık" demem içindi Himmet bine ğine bin, feleklerhı avuç içine mübarek ayağını bas, vücudunla ve ruhunla sefer eyle de bize bak.

AS....)141

4:1-1 C..)L.:1211

temiz hediyesini huzurumuza

-

tr)

getir. Ahd saikasiyle gönderilen ,11/

(.5k,„„.,J

kadehi-

ııi parmaklarmla tut, bir yudum çek; kerim ol, dünyadaki ümmetin gönüllerine de dök ki kerimler demi şler:

rii<fi • -/. Ç4A

51

14-6-3 b•

cP; I (-9^'

CJLi

J

el° il 4.b.»'1'.

: İçtik ve yere de bir miktar döktük. Zira kerimlerin kadehinden yerin de nasibi olur. Herkesin canını kadehiyle

herkesin, naklini akliyle kıyas ediniz.

Ca'fer-i Sadık(A.) şöyle demiştir: "Habibi son. derece yakla ştırınca ona son derece korku geldi. Rabb ı ona lâtuflarm en büyüğünü gösterdi. Zira en büyük heybete an.cak en büyük lâtuf ile dayan ılabilir. Ona sonsuz ikramlar etti. Ni;* hayet onu huzuruna kabul etti. Kerem liituflarm ı gösterip;S",„L. menziline ulaştırdı 4.11 it

halvetine yeti ştirdi. Resul orada, i şittiği aşk

şarabın' taddı, Hak yüzünü gördü, iki cihandan geçti, dost ile ülfet edip huzur buldu. Gitti ğini gitti, işittiğini işitti, gördüğünü gördü. Onun duyduğu sulardan kimsenin haberi yoktur. Ak ıllar ve vehimler onu idrakten uzakt ır. Bu sırlar, zahmetsiz olarak nübüvvet kula ğına ulaşmıştır. Nur içinde nur, hu1 Tahrt Sûresh 21.

129


zur içinde huzur. Bize ikram olarak bu k ıssayı haber vermi ş esrarı da gizlemiştir.

J f.

cy.

(.1.5

j -k;

: Gece bizim bir s ırrımız var ki acaip bir s ırdır. Bir gece bilir onu, bir ben bilirim; bir ben bilirim, bir gece.",' 7—iş ari Tefsirde Pay ı Olan Di ğer Altıncı (M.12.) As ır Mutasavvıfları : Süleyman ibn, Nâşır 'İmran Ebu'l-Küsim al-Ansâri (511 /1117), Imâmu'l-1.1aremeyn'in talebesidir. Onun, ir ş adı'mı şerhetmi ştir. Tefsirde ileri derecede bilgi sahibi idi2. (Ali ibn Müslim Ibn Muhammed Ebu'l-ljasan as-Sulemi (533 /1138). Gazüli'nin talebesidir. İlmi ve fıkhı ile meşhurdur. Tefsire, usule, fıkha, tezkire, feraize, hesaba ve ru'ya tabiri ilmine vak ıftı. Fıkıh ve tefsire dair eserleri vardır. Gazâli onun için: " Şam'da bir genci bıraktım ki eğer yaş arsa büyük ün sahibi olur." demiştir3. (Alâ'u'd-din, Muhammed ibn. (Abdu'r-Rahman al-Buhâri (546 /1151). Bin cüzlük bir tefsir yazd ığını Kâtip Çelebi söylüyor4. Ömer ibn (Osman, Ebu 1.1afş al-Cevzi (550 /1155). Süyuti'n.in ifadesine göre başladığı tefsiri tamamlam ış olsaydı tefsirinin e şi bulunmazdıs. 8—ibnu Barracân, (Abdu's-Selâm ibr ı `Abdi'r-Rahmân Ebu'l-lJakem alAndalusi (536/1141): Kıraate, hadise ve tasavvufa iyi vak ıf olan, çok ibadet eden, ibri Barracan'ın, telifleri aras ında Kur'an, tefsiri.6. "Tenbihu'l-Afham ilâ Tadabburi'lKitâbi ve Tacarufi'l-kyâti ve 'n-Nabail-(Azim" vard ır. a. Tefsiri ve metodu: Adını kaydettiğimiz eser, Su Teil II, Münich, 83 numarada gösterilmektedir7 Murad Molla, 35 numarada Kitabu içlâhi'l-1.1ikma bi Alıkâmil `ibra adlı 1 Ebu'l-Faıll Raşiclu'd-din al-Maybudi, Ka şfu'l-Asr5r, V. 478-504, 'Ali A şgar Hikmet neşri, Tahran, 1380 H.K./1331 H. Şemsi 2 Siiyutı TabakEıtu'l-Mufassirin, s. 13. 3 Ayın eser, s. 36. 4 Keşfu'z-Zuniin I. 458. 5 Siiyuti, Tabakat, s. 28. 6 Aynı eser, s. 20. 7 GAL, I. 434; S. I, 775.

130


tefsir de İbn Barracan'a atfedilmi ştir 612 y ılında Yahya İbn Muhammed alIsfahani tarafından istinsah edilen bu eser, küçük sülüsle ve güzel yaz ılmış 306 varaktan ibarettir. Damad Ibrahim Pa ş a 26 ve 27 numaralarda da İbn. Baracan' ın tefsiri vard ır. Her iki nüsha da güzel yaz ılmış , kenarları müzebheb, cildi ş emeseli, siyah me şindendir. 27 numaral ı nüsha, gayet güzel bir sülüsle yazılmış olup 621 varakt ır. 26 numaralı nüsha küçük talikle -yaz ılmıştır ve 478 varaktır. Yalnız bu iki nüsha= baş taraflar ında isim yoktur. Katalog fişlerinde al-irş ad fi Tafsiri'l-Kur'an adiyle kaydedilmi ştir. Artık bunlar, yukarıda adını verdiğimiz Münich'te bulunan. tefsirin ayn ı mıdır, yoksa müellifin baş ka eseri midir kestiremiyoruz. Münich'teki nüshay ı görmeden bir şey denemez. 677(1278) tarihinde istinsah edilen, Damad İbrahim 25 numaralı nüsha, Muhammed ibn. Ahmed'in yazmas ıdır. Nüshanın, baş tarafında :

z.-3u

« sonunda da `WV

'sr ı (.1,411

»

ibaresi vard ır'. 27 numaralı rıüsha

tamdır ve iki cilttir. Birinci cild }Ler Suresiyle biter, ikinci cild Nahl Suresiyle başlar. Bazı varakları kurt yemi ş , yıpranmıştır. Bu nüshayı Yusuf al-As": 1128 (1715) te bitirmi ştir. Zahir ve hatun cemeden bu tefsirin sahibi, fena fikrini vandet-i vücuda kaydırmıştır: "Görmez misin, ezeli birli ğin,de O vard ı, varlıklar' icadedince O da onların, içinde ve onların yanında oldu. O her şeyle beraberdir. Güne ş ve Ayın varlıklar üzerine dü şen ışıkları, yine güneşten ve aydan ba şkası değildir. O halde Allah daha yüce ve varl ığın gerçe ğin.e daha lâyıktir (varlıklardaki vücut, O'nundur)"2 isim ve sıfatlar üzerinde çok durulan bu tefsirde harfler hakk ında gerıiş izahat vard ır. Erıdülüs'lü olan, bu zat, hem vandet-i viicud hem de harfler üzerindeki tefsirleri bakımındarı ibnu'l-Arabi'ye çok tesir etmi ştir. Onun öııcüsü sayılmandır. Bu husus, ibnu'l-Arald 'nin kendi ikrariyle de sabittir3. b. Tefsirinden örnekler: İ bn. Barracan, yaln ız üzerinde iki varak izahat vermi ştir. Ayetin tefsirini verirken Faslun diye bölümler ay ıran, zahir ve bat ın üzerinde çok duran İbn Barracan, Kur'an' ııı her ş eyi ihtiva ettiğine kanidir. Kur'an,Allah' ın Levh-i Mahfuz'daki ilmidir. Allah, söyledi ği her sözü, meseli, kıssayı, emir ve yasak1 Dâmâd İbrahim, No. 25. varak 204b. 2 Aynı eser, No. 27. 3 "Ebu'l-Ilakem Ibn Barracân, kitab ında bizim zikredece ğimiz şeyi söylemememi ş , Allah rahmet etsin o, meseleyi astronomi yönünden izah etmi ş ve bu yolla keşfini perdelemek istemiştir. O, Beytu'l-Mukaddes'in 583 y ıhnda fethedilece ğini söylemiştir." (Futuhat, I. 75)

131


ları , va'd ve vaidi Kur'an.da açm ıştır iler şey onda vardır. Kur'aın'ın ilmi ancak âhiret evinde tamamlanacakt ıri. ibnul-Arabrnin, özellikle harfler üzerindeki görü şünü rıasıl etkilediğini göstermesi bakımından önemli olan, Rum Suresinin ilk âyetlerine yaptığı tefsiri özetle kaydedelim: )

r.„)i

»

Yüce Allah, Rumlarm en yak ın yer olan Şam'da

yenildiklerini haber vermektedir ki bu, geçmi şte olan bir olay ı bildirdiği gibi gelecekte olan olaylar ı da bildirmektedir. Nitekim Tanr ı Elçisi (s.a.v.) bir gece uyandığında ş öyle demiş tir: "Allah'tan ba şka Tanrı yoktur. Ye'cuc ve Me'cuc seddinin fethi günü Ş1113,111:1 gibi yaklaştı-böyle deyince Hz. Peygamber ba ş parmağiyle salâvat parma ğını halka yaptı . » Şimdi bu âyet, gelecek bir olay ın. müjdesini vermektedir. Hz. Ömer zamanında Şam şehirleri fethedilmi ş , Beytu'l-Mukaddes Rumlar ın ellerinden. alınmış tır.

u iyle

,:),„ e",

Ashaptan bir topluluk ya'n ın ref'-

bir grup da yanııı fethiyle"

»

diye oku-

muştur. Bu da bir hikmete ba ğlıdır: Yani âyetten şu anlaşılır: Rumlar yen.ildiler, sonra yerıecekler ve bu yenmelerinden son,ra yenilecekler. Yani onlar yenildikleri zaman. yenecekler, sonra yine yertileeekler demektir. Bu suretle Cenab ı Hak, takdir dairelerinin. hilkmünden haber vermi ştir ki: Onlar ın iki galibiyetleri var, bizim de sahabe devrir ıde olan galibiyetimizden ba şka iki galibiyetimiz vard ır. Ashabıııı galibiyetlerinden. sonra onlar tekrar bize galip geldiler. Bütün Ş am şehirlerini ve Kudüs'ü ald ılar. Bu, 59 veya 50 hafta 2 içinde olmuştur. Sonra müslümanlar, buralar ı tekrar onlar ın ellerinden ald ılar. Ermenistan'a kadar gittiler. 489 yılı nda Rumlar tekrar müslümanlar ı yenerek bütün Şam'ı ve Kudüs'ü geri aldılar. Bu olay, Arap ay ı hesabiyle bin aydan meydan.a gelen alt ıncı senenin. çıkması sırasında idi. Ve âyetini do ğruluyordu. Bid'ı sirdn'in -

altıncı günü 500 senesinin. ba şlarıdır. Sonra 500 ün tamam ı ve 83 yıl (yani 583) yılı Seb'i sinin seneleri dolar. Şimdi biz 522 yılındayız"3 1 Diimrıd İbrahim nüshası, No. 27, varak 6a. 2 Burada İbn Barraerm, mahsus güç anla şılsm diye hafta tabirini kullan ıyor. Bu hafta, bizim bildiğimiz yedi gün de ğil, kendinee bir sürenin adıdır. 3 !bn Barraerın, Tefsir, Drım'ad İ brahim Paşa No. 26 varak 324b-343b No. 27. 449a-450a. Kudüs, Hz. Ömer zamanıııda 638 de fethedildi. 1099 da Ilaçhlar zaptettiler, Sal8haddin-i Eyyubi 1187 de geri aldı.

132


Yani İbnu Barracân, Kudüs'ün., 583 (M. 1187) y ılında tekrar müslümanlar tarafından. fethedilece ğini bu âyetten ç ıkarmaktad ır. Gerçekten Kudüs, Salâhaddin-i Eyyâbi tarafından 1187 yılında fethedilmi ştir. Demek ki İbn Barracan, ölümünden. 47 yıl sonra vukubulacak bir olay ı haber vermi ştir. Cidden bu acaib bir şeydir. ti

Göklerin ve yerin gaybi

ı

Allah'a mahsustur'" âyetinde şöyle diyor: "Gayb, göklerde ve yerde henüz meydana çıkmamış , fakat ileride vukubulacak olayd ır O, bugün mevcudolan gök ve yerin batm ıdır. O halde âhiret dünya ıun. gaybidir. Çünkü âhiret dünyanın batınıdır...."2

ri

,O,

;ı „..

>45,i ı

".3 : Allah sana kitabı, hikmeti indirdi ve sana bilmediklerini öğretti."3 âyetinde hikmetin ne oldu ğunu izah eden müfessir, vahyin çe şitlerine değindikten sonra der ki: "Yüce Allah: "Fakat biz onu, kullar ımızdan dilediğimize verece ğimiz bir nur yaptık"4söziyle kullanılır). kalbinde ruhtan bir nur yaratm ıştır. On.unla dilediği kulunu doğruya iletir. Bu nur, mü'min kullar ına, sıddik velilerine verdiği voraset nurudur. Bu nur, mü'minlerde, s ıddiklerde, son,ra peygamberlerdedir. En yüksek kaynağı da Allah'ın emriyle peygamberlerine inen, ruhtur. Bu nur, iman n.uriyle onar ılmış kalblerin hakikatin.den ta şar.... "Bil ki hikmet, göklerin ve yerin kendisiyle yarat ıldığı gerçektir. Allah' ın güzel isimlerinin ve yüce s ıfatlarının. gerçeğidir... Bu hikmeti elde edersen hiçbir şey sana gizli kalmaz. Hikmeti arayan bilmelidir ki Allah, bütün. kâinat ı kulda toplamıştır. insanda iki cevher vard ır. Bir dış cisim ki uzunluğu, genişliği, derin.liği, tadı, kokusu, yer kaplamas ı olan arazh maddedir. Bir de bâtnı cevher iki nefis, ruh ve akıldır. Asıl olduğu için buna cevher denmi ştir. Araz da ikiye ayrılır: Hilim, ilim, kudret, irade gibi s ıfatlar; zahir araz ki ren.k, elem, lezzet sertlik, yumu ş akhk... gibi şeylerdir."' Ibn Barracan'a göre Iblis ate ş alevinden, öteki şeytanlar ate şin közünden yaratdmışlardır. Insanlığın babasının. bedeni, toprak ve suyun kar ışımı olan tin'den yarat ılmıştır Batın ı ise nefis ve ruhtur. "Adem'in nefsi, topra ğın. bâtımından aklı da kendisine üflenen yüce ruhtand ır. 1 Hud Süresi: 123. 2 Varak 342b. 3 Nisa Süresi: 113. 4 Şura Süresi: 52. 5 Bkz. No. 27, varak 172a-173a.

133


Diğer s ıfatları bu iki kısma bölünmü ştür. Böylece onun yarat ılışı , cehennemin yaratılışma yahut ate şine, şeytanlar ın yarat ılışına yak ındır. Diğer taraftan in,sanda suyun, yaşlığı ve serinli ği vardır. Bu suretle de in.samn yarat ılışı, meleklerin. yarat ılışı na yakındır. Bu yarat ılışı , öteki tarafına galip gelirse insan meleklerle bir olur'. Böylece müfessir, tasavvufi-felsefi bir aç ıdan tefsirini sürdürür. Tefsirinde iş aretten çok felsefi yön hakimdir. ekber, âlem-i as ğar karşılaştırması bunda da görülür, küilıat olaylar ı insana tatbik edilir. Bu tefsirin Damad İbrahim Pa ş a 27 numarada bulunan tam n.üshas ı, Yusuf al-Karsi tarafından 1128 (1715) y ılında istinsah edilmi ştir. 9— 'Abdul—Kadir Giylâni (561 /1165): Giylân'm ileri gelen mutasavv ıflarından Ebü cAbdillah a ş -Savmai'nin o ğludur.1:Ianbeli bilginlerinden Ebu'l-Vefü ve Ebül-Hüseyn, Mul ıammed ibn Kadi Ebi Ya(lâ'dan ders okumu ş , şer'i ilimleri tamamladıktan sonra Ebil Sa`da al-Mubarak al-Muharrimi'den h ırka giymiştir. Va'z ve kerametleriyle çok ün. yapmış , kerıdisine Seybu'ş - şuyülı , Mecmacu'l-farikayn, Muvaçhlılıu't-tari kayn, Kerimul-ceddeyrı , Mu'allimu'l-(Irakayn urıvariları verilmi ş , kutbu'l-vücud olmuş tur. Ondan nakledilen keramet kadar hiç bir veliden keramet nakledilmemiştir Zamanında 11anbelilerin imam ı idi. "Ahmed ibn mezhebinden ba şka bir mezhepte veliyyullah olur mu ?" sorusuna "Olmam ıştır ve olmaz da. " dedi ğ ini ibn Receb rivayet eder. Bu sözü onun söyledi ği ne derece doğrudur, bilinmez. Fakat ona atfedilen: "Bu ayaklar ım, her veliyyullahuı boynundad ır" sözünü söyliyece ğine ihtimal verilmiyor. Söhreverdi, bu sözü şathiyattan sayar ve der ki: "Masum olm ıyan herkesin kabul ve reddedilecek sözleri olabilir. Ancak masumlarm sözü reddedilmez." Abdulkadir Giylân,i doksan sene yaş amış ve 561 (M. 1165) de vefat etmi ştir2. Tefsiri ve görü şleri: Abdulkadir'in, ljavâ şşu'l-Fatibati' ş -Sarifa (Kahire, VII, 523), Cavâhiru'rRalıman. (2k ş af, I, 364, 30) gibi birçok eseri vard ır. Son derece muhafazakâr bir sünni olan. Giylâni, Allah' ın sıfatları, kader vs. gibi meselelerde Kur'an ve zahir izahma ba ğlıdır. Buna aykırı gidene çatar. Kitabu'l- Ğunye adh iki cildlik eseri, islâm itikad ve amelini içinde toplam ıştır. Orada Allah' ı ş öyle tarif ediyor: "O, birdir, ahaddir, sameddir, do ğurmamıştır, do ğurulmamıştır, dengi yoktur, benzeri yoktur. I şitir, bilir, yard ımcısı , ortağı , veziri, müşiri yoktur. 1 Varak 620b-621. 2 Ş eerâtu'2-2ahab, IV. 198-202.

134


Dokunulacak bir cisim, görülecek bir cevher, geçici bir araz de ğildir. Sonradan yaratılmamıştır. Âlet, mahiyet ve tandid sahibi de ğildir. Gökleri yükselten, yeri oturtan. Allah't ır. Bir tabiat olay ı , bir yıldız, karanlık veya parlayan bir nur de ğildir. İlmi eşya ile beraberdir. Dokunmadan varl ıklar' görür; azizdir, kahirdir, hakimdir, kadirclir, rahimdir, satirdir, muizzdir, nas ırdır, rauftur, haliktir, fatırdır, evveldir, âhirdir, zahirdir, bat ındır, ferddir, mabuddur, hayydir, ölmez, ezelidir, fevt olmaz, hükümranl ığı ezeli ve ebedidir. Kayyumdur, uyumaz, büyük isimleri vard ır, cömert lûtuflar ı vardır. Her ş eyin helâk olmasını istemiştir: "Yeryüzünde bulunan. her şey helâk olacak yaln ız celâ1 ve ikram sahibi Rabbm. zatı baki kalacakt ırl" demiştir. Yükseklik bakımından Arşı istiva etmiştir, mülkü ihtiva etmi ştir. İlmi bütün eşyayı kuş atmıştır. İyi söz, güzel amel O'n.a yükselir. Emri semadan Arza tedbir eder: "Sonra (emir), sizin saydığınız bin sene kadar süren bir günde O'na ç ıkar.2"3. Ayetleri tevilsiz kabul eden, Abdulkadir Giylâni'ye göre Allah' ı "Her yerdedir" şeklinde tavsif etmek caiz de ğildir. Ancak "Gökte, Arş üzerindedir" de-

ııilir. Nasıl ki O „,

etti",4

ot,

1%4)1

j_ç

-

- .„ -

5

L},-.4.-A.J I

) : Rahman Ar ş a istiva

‘_

.3

°

3 I, -

° :

:Güzel kelime O'na ç ıkar onu da(Allah'a) yükselten güzel âmeldir."5buyurmu ş tur. Hz. Peygamber de "Allah nerededir ?” sorusun,a kar şı göğü göstermi ştir. Yine Hz. Peygamber (s.a.v.) Ebu Hüreyre yoliyle gelen hadiste ş öyle buyurmuştur :

„uç. j.(ti

4„j

cip C.1:5-.

‘,"1.>J1

(3.) : Allah mahlûkat ı yarattığı zaman kendisi için bir kitap yazdı Yanında Ar ş üzerinde olan o kitapta: Rahmetim gazab ımı geçmi ştir diye yaz ılıdır."6 Binaenaleyh istiva s ıfatını tevilsiz kabul etmek lâzımdır. Bu' Zat ın., Arş a istivasıdır. Mücessime ve Kerramiyyenin dedi ği gibi bu istivada temas ve E ş'arilerin dedi ği gibi ulüv ve rif'at, mu'tezilenin. dedi ği gibi istilâ ve galebe yoktur. Hadis sahipleri ola ıı sahabe ve tabiunun, bunlar ı tevil ettikleri hakkında bir haber gelmemi ştir. Onlar bunu mutlak manas ı üzerine yormu şlardır. Müslim'de Hz. Peygamber (s.a.v.) in zevcesi Ümmi Seleme'nin "Rahman Ar ş a istiva etti" âyetinde ş öyle dediği rivayet edilir: 1 Rahman Süresi: 26-27. 2 Secde Süresi: 5. Tariki'lHakk cAzze va Celle, 1, 48-49, 3 Abdu'l-Kadir Giyiâni, Kitabu'l- Ğurlya Dâru't-tıbaati'l-'âmira, Kahire, 1288; Şezerat, IV. 201. 4 Taha Suresi: 5. 5 Fatır Süresi: 10. 6 Tirmili, Da'avat, 99; ibn Mace, Mukaddime 13, Zühd 35; Ilm Hanbel II, 381, 433, 466.

135


"Keyfiyeti düşünülemez. İstiva meçhul değildir. Bunu ikrar vacip, inkâr küfürdür". Indirilen büyük kitaplarda Allah' ın Arş üzerinde istiva etti ği zikredilmiş tirl. Giylâni'ye göre istiva el, yüz, kulak, göz, hayat kudret, halik, razik, muhyi ve mümit gibi Allah' ın lânm sıfatlarındandır. Kitap ve sünneti okur, okuduklarımıza olduğu gibi inanırız. Sıfatların keyfiyetini Allah'a havale ederiz. Bizim üzerimize gereken budur2. Giylâni Kur'an' ıııı Allah'ın kelâmı, yaratılmamış olduğunu, Kur'an' ın kendisi, ibaresi, tilâveti, lâfz ı mahliiktur diyenin kâfir olaca ğın ı, o kimsenin ye meğinin yenilmiyece ğini, onunla evlenilmiyece ğini söyler3. Kur'arı'm harflerden ve seslerden ibaret oldu ğunu, her harfin okunu şundan on sevap verilece ğini in, bir harf de ğil I orı , J on, on olduğunu söyler.<

r

Bu minval üzre âyet ve hadislerin zahir manalarma dayanarak İslâm inancını Hanbeli istikametinde izah eder, aslâ tevile gitmez. Tasavvufun ameli yönden. eıı büyük temsilcisi olan, manevi üstünlü ğü bütün mutasavvıfiarca ittifakla kabul edilen, Kadiri Tarikatinin kurucusu Abdulkadir Giylâni'de vandeti vücud, hülfil ve ittihad gibi sonradan yaygn ılaş acak olan felsefi dü şüncelerin, kokusu gelmemektedir. Bu da gösteriyor ki ilk mutasavv ıflarda vahdet-i vücut fikri yoktur ve onlar felsefi yöne önem vermemi şlerdir. 10) Rfizbahân Bakli (606 /1209): şiraz'ın. büyük mutasavvıflarnıdandı r. Hicaz'.a, Ş am'a seferler yapm ış, Şeyh Ebu'n-Necib Söhreverdi ile beraber Buhari dinlenmi ştir. Siracu'd-din Mahmud ibn Halife elinden, h ırka giyerek tasavvufa ba ğlanmıştır. Şiraz yöresin.de, dağlarıııda şiddetli riyazet yapm ıştır. Şiraz'ın, çeşitli camilerinde va'z vermiştir. Büyük bir zevk ve vecd hayat ı sürdürmüştür. Içi volkan gibi a şk ateşiyle kaynayan. bir insand ı. Bir gün zikir meclisine giderken bir kad ının, kızına şöyle nasihat etti ğini duyar • "K ızım, güzelliğini kimseye gösterme, hor olur, itibardan. dü şersin." Hemen Ruzbanhan ş öyle der: "Han ım güzellik yahnz ve tek kalma ğa, razı olmaz. O daima a şkla beraber bulunmak ister. Güzellikle aşk, ezelde birbirlerinden asla ayrılmamak için sözle şmişlerdir." Onun bu sözü, yanındaki arkada şlarım coşturur, vecde getirir, kendinden geçirir. Muhyi'd-din. Arabi 'nin ifadesine göre Şeyh Ruzbahan, Mekke'de mücavir iken vecd halinde att ığı naralarla tavaf edenleri titretir, ürpertirdi. Her n.a1 Kitabul-Gunye, I. 50. 2 Aynı eser, I. 50. 3 Aym eser, I. 52. 4 Aynı eser, I, 53.

136


sılsa bir ş arkıcı kadına aşık oldu. Yine eskisi gibi naralar at ıyordu ama bu defa Allah için de ğil, kadın içindi attığı naralar. Onun bu haliııi kimse bilmediğinden bu naralar ı da ötekiler gibi Allah için sauryorlard ı. Riyayı sevmiyen Şeyh, sufiller meclisine gelip tasavvuf h ırkasmı çıkardı, önlerine koydu: "Halimde yalancı olmak istemem" dedi. Sonunda müritleri şarkıcıya gidip kendisine aşık olanın, büyük velilerden biri oldu ğunu söylediler. Şarkıcı teybe edip şeyhin hizmetin,e ba şladı. Ona kar şı aşkı zail olunca şeyh tekrar sufiler meclisine döndü. Bu olay, Ruzbahan' ın samimiyetini gösterir. Ruzbahan, birçok eserler vermi ştir. Araisul-bayan, şarhu Şathiyyat, Kitabull-Aııvar Kaşfi'l-Asrar bunlardand ır. Şu şiir onundur:

4>J

«

6,1;.) C.

14

.>5

:Onu ki görmü ş değil iki gözü dünyanın.; Onu ki işitmiş değil iki kulağı zeminin. Işte o, bizim gülümüzde renk vermi ştir. Kalk gel, bizim gülümüzde gör onun a. Tefsiri ve metodu: Bakii, Sülemi tefsirini yeniden gözden. geçirerek, baz ı fazlalıkları atmak ve kendin.den de baz ı şeyler katmak suretiyle kaleme alm ıştır. Bu tefsir, Hinclistan'da 1301 de basılmıştır. Kenarında da ibruı-l-Arabrye nisbet edilerı Kaşani tefsiri vard ır. Bak% tefsirinin başın.da kendisinin. sır- kuşlarının manevi semalarda ve hallerde uçarak, mücahede ve murakabe meydanlarma yükselerek miikâşefe bostanlarma geldi ğini, orada yakla ş ma gülünün dallarına kondu ğunu, visal şerbetin.den içip cemali görmekle sarho ş olduğurm, celâl nurlar ı karşısında şaşaladığını, o gayb şafağında topladığı ince Kur'an manalarnu, irfan hakikatlerini alarak irfan kanatlariyle uçma ğ a ve cinan lâhinlerini rüsum anlayışlarına bu dilin en, güzel bir şekilde terennüm etme ğe başladığmı söyledikten. sonra der ki: "Ben bu i şe Rabbâııi bilgi ve hikmete iyice daldıktan. sonra başladım. Bu hususta ilk asırlarda geçen. büyük şeyhlerin, Kur'an' ın hakikatlerine dair tefsirlerine uydum. Allah kelâm ının zahir ve hatun sonsuzdur. Hiç kimse onun dibine varamamıştır. Çünkü Kur'an' ın harflerinden her biri bir s ır denizidir, nur ırmağıdır. Zira Kur'an, k ıdemi anlatmaktad ır. Allah'ın zatırım sonu olmadığı gibi sıfatlarının. da sonu yoktur Allah buyurmu ştur: " Yeryüzündeki a ğaç1 Bkz. Nefehatu'l-Uns tercemesi, Ruzbahan maddesi s. 298-300; şemseddin Sarni, Kamusul-A'lâm, III. 2320, Istanbul, 1308.

137


lar kalem olsa, denizler mürekkep olsa, bundan sonra yedi misli deniz daha olsa da yazılsa, yine Allah' ın kelimeleri tükenmez." ■ , "De ki: Rabb ımın kelimelerini yazmak için deniz (ler) mürekkeb olsa, Rabb ım ın kelimeleri tükenmeden deniz (ler) tükenir."2 Bakli, Kur'an'ın manasmın sonsuzluğu hakkında deliller sırahyor ve devamla tefsirdeki metodunu şöyle açıkhyor: " İş te bu ezeli denizlerden birkaç avuç ezel hikmet ve i ş aretleri sunmak istedim. Bilginleri"' anlar şlarmın, filozoflar ın akıllarının kavramaktan âciz bulunduğu hikmetler ve i ş aretler... Bu maksatla velilerin., halifelerin ve safilerin sünnetine uyarak Kur'an hakikatlarine dair gayet veciz, usanç vermiyen bir tefsir yazd ım. "Önce Kur'an hakikatine dair kalbime do ğan manaları, ince beyanları, Rahmani işaretleri güzel sözlerle, ş erefli ibarelerle ifade ettim. Bazan bir âyete şimdiye kadar kimsenin tefsir etmedi ği bir tefsir yaptım. Benin sözümden. sonra şeyhlerimin sözleri içinde ibaresi lâtif, i ş areti güzel olanlar ı aldım, çoğunu da bıraktım ki kitabım hafif, mücmel ve aç ık olsun."3 Gerçekten Bakli, önce özetle kendi fikrini ileri sürdükten sonra öteki mutasavvıflarm sözlerini nakletmektedir. Bakli tefsiri, Sülemi'nin. Hakaik'i ile Kuşeyrrnin Letaifinin. bir terkibi niteli ğindedir. Onun için Massignon bu tefsiri, Hakaik'in yeniden yanl ış" diye tanıtır4. Bu görü ş doğrudur. Çünkü Bakli tefsirinin, Sülemi tefsirinden tek fark ı, Sülemi tefsirindeki baz ı tekrarların atılmış olması, bazı âyetlerin tefsirinin, ba şka âyetlere aktar ılması , Kuşeyri tefsirinden. ilâveler yap ılmasıdır. Bakli tefsirinden bir örnek olmak üzere Hac Suresinin 26 ncı âyetine yaptığı tefsiri verelim. b. Tefsirinden bir örnek: "Batm evinde s ıfatların ve zati müş ahedeniıı nurları vardır. Yüce Allah şu söziyle ( İbrahim Aleyhisselâm'a) zahir ve batm evini nefsân.i hat ıralardan, şeytani düşüncelerden temizlemesini emretmi ştir: 21

3

...

e..■

5

;%.,

J51

cj■—...;Cf-11

%. ıt .74-k°

„ : Tavaf edenler, ayakta duranlar, rüldı ve secde edenler için evimi temizle." "at-Taifin, Hakk'm tecelli, nurlar ının askerleri, ğayb varidatı ziyaretçileridir. Kaimin, marifet nurlar ıdır. ar-Rukkai's akıllardır. Yani kalbini 1 Lokman Sfıresi: 27. 2 Kehif Süresi: 109. 3 B411, `Arffi's'ul-bayan, I. 4. 4 Bkz. Massignon, Essai Sur Les Origines De Lexique Technique De la Mystique Musulmane, s. 13, Paris, 1945. 5 Hac suresi : 26

138


benden ba şkasını anmaktan temizle ki benim s ıfatlarımdan ve zat ımdan sana gelen, gittikçe artan nurlara masiva kar ışıp perde olmas ın. "Ibn Atâ dedi: Biz onu, Beyt'i yapma ğa muvaffak eyledik, orta yard ım ettik. Onu, kendisine ve kendisinden sonra k ı yamete kadar gelecek velilere ve sıddiklere ibardet yeri yapt ık. Onu yaparken Halil'e kendi kendisinin yaptığını görmemesini, bunu yapma i şinde başka bir şeyi bize ortak ko ş mamasmı emrettik. "Bazıları ((

- o

âyetinde ş öyle demi ş : Kalbini on.0 tavaf

edenlere, onda durup namaz k ılanlara, rükû ve secde yapanlara temizle Tavaf edenler, tevfik zaideleri (nurlar ı)dır. Kaim olanlar da iman nurlar ıdır. Rüldı ve secde edenler de havf ve reca (korku ve umma)'d ır. "Ca'fer ibn Muhammed ş öyle demiş : Evimi tavaf edenlere temizle, nefsini muhaliflerin muhalefetinden, Hak'tan. ba şkasiyle ihtilâttan temizle. Kaimler, Hak ile üns ve hizmet sergisinde duran üriflerin kalbidir. ar-Rukkai'ssucud (rükü ve secde edenler) de sonda sona var ıp başlangıçlardan, dönen efendilerdir. "Sehl dedi: Nas ıl Beyt'in temizli ği, içindeki putların temizlenmesiyle olursa, kalbin temizli ği de içindeki sirk, şüphe, ğill ve gişş , kasvet ve haset gibi kötü duyguları çıkarmakla olur..."' 11) (Abdul-Celil ibn Müsü al-An ş âri (608/1211): ibn, Musa'nın, birçok ilimSiiyuti, Tabakatu'l-Mufassirin'inde lere vakıf, eş siz bir insan oldu ğunu, Tafsirul-Kur'an, Suabu'l-iman, Sarhu Asmaillühil-Husnü vs. eserleri yazd ığını , Mağribde ehli sünnet yolundaki tasavvufun onunla kapandığniı söyler2. Maalesef tefsiri hakk ında bir bilgi elde edilememiştir. 12) Necmu'd-din, Kubrâ, Ebu'l-Cennüb Ahmed İbn (Ömer ibn, Muhammed al- HIvaki (540-618/1145-1221) Zahid, takva sahibi, zahir ve bat ılı ilimlere vakıf bir bilgindi. Henüz küçük yaşında medresede akranından üstün olduğundan kendisine “at-Tümmetu'lKubrâ" unvanı verilmi ş , söylene söylene at-Tâmme dü ş müş , al Kubrâ kalmıştır. Çok yer dola ş an, Necmu'd-din Kubrâ, birçok kisemlerden feyz alm ıştır. Mekke'de Muhammed % ıl Mübarek'ten, İskenderiye'de Ebu Tahir as'-Selefi ve Ebu'z-Ziya Bedru'd-din Abdullah al-Haddâdi'den, Isfahan'da Ebu'l-Mekü1 B411, cArffis, s. 52. 2 Tabaklt, s. 16.

139


rim Ahmed İbn muhammed al-Labban ve Ebu Said Halil Ilan Berr ar - Rüzrden, Neysabur'da Ebu'l-Meüli al-Fürâvi'den ve daha birçok kimselerden hadis dinlemiş , büyük bir hadisçi, usul ve füruu kendinde toplayan bir bilgin, olmu ştur. Imam Fahri Rüzi kendisiyle görü şmüş ve faziletini itiraf etmi ştir'. Şeyh İ smail al-Kasri'den Nehrecüriyye h ırkasını ve teberrüken. Şeyh Ebu Nasır Ammâr İbn Yasir'den Söhreverdiyye h ırkasuu giyen. Necmu'd-din Kubrâ'ya tasavvufiriyazetlerinde çok şeyler açılmış , bu terakki sonunda o, mutasavvıflarm lideri olmuş , her taraftan kendisine müritler ak ın etmiştir. Hattâ Meviânü Bahau'd-din Veled'in de onun müritlerinden oldu ğu hakkında bir rivayet vard ır2. Ama bu rivayet zay ıf görünmektedir. Ş afii mezhebine ba ğlı olaıı Kubrâ, seyahatlerinden son.ra Harizm'e yerle şti, orada çok sayg ı gördü, gariplerin bar ınağı oldu3. Ş öhreti Cengiz'in de kulağına gitmişti. Cerıgiz orduları Harizm diyarmı istilâya başladığı sırada Cen.giz, bu saydıdeğer zata bir imtiyaz vermek istemi ş , ordularnun sald ırısına uğramaması için başına bir alâmet koymas ını, bu suretle hem kendisinin hem de taraftarlarnun kurtulaca ğını tavsiye etmi ş ise de dinda şlar" zalimce öldürüldüklerini gören Necmu'd-din, bu teklifi kabul etmemi ş , Cen,giz ordular" çekilip gitmesinden ba şka bir şeye raz ı olmayacağını söylemiş ve nihayet 618(1221) de harb meydaruna at ılarak birçok kahramarıhklar gösterdikten sonra ş ehid olmuştur4. Eserleri aras ında U şulu'l-`Aş ara, Risâlatu't-Turuk, Risülatu'l Lavmati'l-Lâim, Sirru'l-Hads, TavMiu't-Tarıvir, (Aynu'l-klayüt fi Favütihu'l-Cemül vs. vard ır.5 Tefsiri: Necmu'd-din, Kübra, on iki ciltlik bir tefsir yazm ıştır6. Damad İbrahim Paş a Kütüphanesi, 153 numarada kay ıtlı bulun.an (Aynu'l Ijay5t adlı bir ciltlik hacimli tefsir, Necmu'd-din Kübrâ'ya atfedilir. -

Çeşitli nüshalarda bu tefsirin ba şka adlar ald ığını görüyoruz. Damad ibrahim'de cAynu'l-klayat iken Halet Efendi 18, K ıhç Ali 92, Murat Buhari 1 Ş eertıt, V. 79; Cami, Nefehüt, Tereemesi, s. 475; (Aynu'l-1-4y8t önsözü, varak 1, Damad, No. 153. 2 şei'er8t, V. 79; Köprülü, Türk Edebiyatında Ilk Mutasavv ıflar, s. 171, dip not. 21, Diyanet I şleri Ba şkanlığı Yayınları, Aııkara, 1966. 3 Siibki, Tabals8t, V. 11; Şe'erat, V. 79-80. 4 Aynı eserler; `Aynu'l-hay ğt önsözü: varak 1; Ömer Nasuhi Bilme», B. Tefsir Tarihi, V. 319-20 5 Hadiyyatu-rArifin, I. s• 90 6 ŞeZer8tu'Z--Zeheb, V, s. 79.

140


12, Ihsan Hüsnü 37 numaradaki nüshalar adını aimıştır. Bazı nüshalar da at-Ta'vilâtu'n-Nacmiyye ad ını taşır. Halet Efendi nüshasın,da birirıci varakta Bahru'l- Plakaik-i Hz. Necmü'din ar-Râzi kuddise sirruhu's-sâmi derken hemen bunun alt ın.da hâZâ't-Tafsirul-musammâ bi <Ayniı'lHayât li' ş- ş aytı al-<Allâme, Necmu'd-din Kubrâ deniyor. Bundan anlaşryor ki nüshalarm hepsi de ayrıl tefsirdir. Meier, bu eser hakkında Der Islam dergisinin 24 üncü say ısmda bir yaz ı yazmıştır. Bu yazıda şöyle diyor: "Kübra metninin sonunda verilen bilgiye göre Necmu'd-din Kubrâ, 51 nci surenin 17-18. âyetine kadar gelmi ş orada vefat etmi ştir. Dâye Va'n-nacmi (53 ncü sure)den. ba şlayarak sonuna kadar bir ciltlik zeyl yazm ıştır. 51 den 53 ncü sureye kadar olan bo şluğu müteaddid kimseler yazd ığından veya müstensilder elinde de ğişip insicamsızlık meydana geldiğinden `Alâu'd-Davla Simnâni tekrar 51 irı 17 in.ci âyetindelı, başlayarak yeni bir zeyl yazmıştır. Kubrâ metni ve onun Daye taraf ından yapılan zeyli Bahru'l- val-Ma`âni fi Tafsirrs-Sabri'l-Ma şani adını alır."' Prof.Zehebi bu eseri,at-Ta'vilâtu'n-Nacmiyye ad ı altında inceler. Necmu'ddin Kubrâ'dan hiç bahsetmez. Bu incelemesini Kahire, Darul-Kutubil-M ışriyye al-Amiriyya, 26 numarada bulunan 5 ciltlik nüshaya dayand ırmıştır. 51 inci Sure nin 17-18 n.ci âyetlerine kadar Necmu'd-din-Dâye'nin yazd ığnu., sonunu da Simnânrnin tamamlad ığnıı söylüyor2. Ömer Nasuhi Bilmen ise Te'vilât-i Necmiyye'yi Necmu'd-din Kubrâya mal ediyor'. Bizim kanaatimiz odur ki Necmu'd-din Kubrâ'nm yazd ığına işaret edilen. 12 ciltlik tefsiri mevcut de ğildir. Damad Ibrahim Pa şa'daki Nüsha, Kubrâ'nnı tefsiri diye gösterilirse de ba ş tarafında tefsirin 9 cilt, zeyl ile beraber 10 cilt olduğu söylenir. Oysa Kubrâ'n ın. tefsiri 9 değil 12 cilttir4. O halde bu tefsir, Meier'in. ve Brockelmann' ın. zannettikleri gibi Kubrâ'nm de ğildir. Herhalde ad ı (Aynu'l-klayât olan. Kubrâ tefsiri zayi olmu ştur veya nerede olduğu bilinmemektedir. Çünkü ayn ı nüshada Zariyat Suresinin 18 nci âyetinden sonra

4,..1.5

41,45:3 dlik;

ji J

LA

4,...4:,421i

L5-1(.1

Musannif buraya gelip vefat etti, Neemu'd-din Dâye tamamlad ı» denilirken birkaç satır sonra zeylin mukaddimesinde yazar ın, Alâu'd-Davla Sim-

iit.,11

nâni olduğu amlatılıyor :

J.A11

Jli

-Le- I ci

1 Meier, Der islam, yıl 1937, XXIV; 10-15. 2 Zehebi, at-Tafsir val-Mufassir ım, III. 59-65. 3 Ömer Nasuhi Büyiik Tefsir Tarihi, IV. 319-20. 4 Bkz. Aynu'l-Hayat, varak la; Şezerat, V. 79.

141


Bu zeyl, Süleymaniye Hayri Abdullah Efen.di'de Alâu'd-Davle'riir ı yalnız başına bulunan Necmu'l-Kur'ari veya Te'vilât-i Necmiyye adl ı eserinin. aym olduğu gibi, yine Kubrâ tefsirinin Hac ı Mahmild Efendi 233 numaralı nüssındaki zeylin de ayn ıdır. O nüshada zeylin, Simnâni taraf ından yap ıldığı söylenmektedir: "Musannif buraya geldi, vefat etti. Sonunu şeyhin Alâu'd-devle Simnâni tamamlad ı. Allah her ikisine ve hepimize rahmet etsin. Bugün Kubrâ tefsiri diye gösterilen nüshalar Dâye'nindir. Yap ılan bir yanlışlığın her tarafta tekrarland ığı anla şılıyor. Süleymaniye Kütüphanesi _kataloglarında Aynu'l-Hayât Kubrâ'ya, Bahru'l-Hakaik Dâye'ye atfedilmi ştir. Halbuki iki eser de ayn ıdır. Ancak Aynu'l-Hayat, Bahru'l-Hakaik'ten biraz özetlenmi ştir. Bahru'l-Hakaik'te hem zahir hem halin mana üzerinde durulur. Aynu'l-Hayat'ta zahir manalar al ınmamış , yalnız batılı manaya ait tefsirler yaz ılmıştır. Sonra ayn ı eser bazı yerde Aynu'l.-Hayat, baz ı yerde Bahru'l-Hakaik diye gösterilmi ştir. Selim Ağa, Murat Buhari ve K ılıç Ali nüshaları, tefsirin Dâye'ye aidoldu ğunu tasrih etmektedirler. Bahriye Naz ırı Hasan Hüsnü Pa ş a Kütüphanesi, 37 numarada bulunan nüsha, iddiamızı açıkça isbat etmektedir. Nüshamn birinci varak ı aynen. şöyledir:4s

j.‘j1

Jjh

jbell (LA.'

o J...4

JA

joe1.1

(.5.4

Yusuf Suresinden Ş ura Suresine kadar olan bu nüshan ın istinsah tarihi belli değilse de 7-8 nci as ırlarda yaz ılmış olması kuvvetle muhtemeldir. Yine Hasan. Pa ş a 37 numarada bulunan çok önemli bir nüsha vard ır ki müellife okunmuştur ve sonunda müellifin icazeti vard ır. Hangi meclislerde ve kimlerin, nereden nereye kadar şeyhten dinledikleri yazılan bu nüshamn

jt„k

birinci varak ında ,31")ijI

Lsi1,11

(j1

Lrsl:5"

ıı

cPikl

J11

Za...) 44.)1A yazılıdır. Öteki nüshalar ın aynı olan bu n.üsha, Abdu'l-Melik at-Tustari taraf ından yaz ılmıştır. Ba şından sonuna kadar mü.

;31 ,12;4 »

cilde okundu ğunu gösteren sema kayd ı şöyledir:

J,LT

j

TJ>:f, 142

j;

.X11 cit,o jılet

:


Kitabın sonunda müellifin eliyle yazd ığı icazet şöyledir:

(.5 j1.)/1

libL.;

»

j :Sema ve nakil do ğrudur. Bunu fa-

; ;‘,..4

\

0).7- Sz:JI j

j4j,1

şahavar al-Esedi ar-Râzi, 650 y ıhnın Mu-

kir, Ebubekr Muhammed ibn harreminde yazd ı."

Bu nüshadan anhyoruz ki Dâye Tefsirinin ad ı Bahru'l-klakâik Ma`âni fi va's-Sab(i'l-Magâni'dir. 332 varak olan nüsha, kahve rengi bir nesihle yaz ılmıştır. Söyle sona ermektedir:

jlAU

Ljbil j

j5`1.;i-1 j4

J

Ç. 74

vYti t J. cs,",.—J1Icst1211

r

JP J.;

L!.)..0.11

C.5.4

A»:

C

Ljbki

z:,-1

J;21:„.

ifadeden anılaşıldığına göre müstensih, eseri 647 (1249)de yaz ıp bitirmiş , 647-50 aras ında müellife okumu ş ve 650 de müelliften icazet alm ıştır. Müfessir, tefsirinin mukaddimesinde seyahatlarinden bahsetmekte ve en çok istifade etti ği dört şeyhten ikincisi olarak Necmu'd-din Kubrâ'y ı, göstermektedir

«

,

iTı

4>.„

u,

_k;

,w

,31;..ıı (S. jı-<Ji

e•

51 11A11

-

;tuı7ıd ı

LS;'="4

Rabbâni imam,

. V...m) nurlu ş eyh, şeyhim ve şeyhimin

şeyhi, âlemi Hakk'a götüren lider,

Allah'ın yarat ıklarına hücceti, Ebu'l - Cennâb Ahmed ibn Ömer ibn Muhammed ibn Abdillah al - Hivaki al-Mulakkab bi'n, - Necmi'l - Kubrâ Allah ruhunu takdis etsin, manevi futuhat ını çoğaltsıın. Sohpette, semada ve rivayette şeyhim idi. 617 veya 618 yıh aylarında Tatar Yakas ında Harizm'de şehid edildi.". 1 Bakıru'l-Hakü'ik, val-Macâni varak 4a—b, Hasan

Hüsnü Paşa, No. 37.

143


Açıkça görülüyor ki tefsir Daye'nindir. Kubrân ın değildir. Daye, kendin.den önce bu manada tefsir yazanlara i ş aret etmi ştir. Kuhrâ'dan hiç bahsetmediğine göre onun böyle bir tefsiri olmad ığı kanısı doğmaktad ır. Olsaydı muhakkak Daye, hocas ının bu tefsirinden bahsetmeyi ihmal etmezdi. Daye, tefsirin 10. varak ında:

Lit",1,1

.j".„.„„;1;

cümlesiyle kitab ının adını koymuştur. O halde bu tersirin

asıl Müellifi olan Daye'den ve onun metodundan bahsetmemiz gerekecektir. 13) Necmu'd-clin Daye, Ehubekr ihn, `Abdillah ibn Muhammed ibn, şâhâvâr al-Asadi ar-Razi (654/1256): Kronolojik sıraya göre daha sonraya yazmam ız gereken bu müfessiri, Necmuddin Kubrâ ve in.celemekte oldu ğumuz tefsir ile ilgisi bak ımm.dan önceye almak lüzumunu duyduk. Daye lakabiyle an ılan müfessirimiz, Necmu'd-din Kubra'n ın mürididir. Necmu'd-din. Kubrâ, oıtun terbiyesini Şeyh Mecdu'd-din'e havale eylemi ştir. Tefsirinin önsözü, hayat ı hakkında bize ışık tutmaktadır: Müfessirimiz bu önsözünde 599 da Rey'dert sefere ç ıktığını, Şam'a, Mısır'a, Hicaz'a, Medine'ye gitti ğini; oradan Irak'a, Horasan'a geçti ğini, Harizm'de yıllarca kaldığını, tekrar Irak'a dönüp Irak şehirlerini dolaştığını, Azerbaycan'a geçip oralar ı gezdiğini, hadis ve tefsir dinlemek içi ıt tekrar Horasan'a geldi ğini ve Horasan'da kald ığını, sonra Irak'a gitti ğin,i, oradan Ilicaz'a gidip döndüğünü, mel'un tatarlarm sald ırılarına kadar Irak'ta kald ığını , bu saldırı üzerine Irak'tan Erbil, Musul ve Diyarbakır'a geçti ğini, Rum memleketlerini (Anadolu'yu) gezip bir süre kald ığını' yazar. Anadolu'da Konya'ya u ğramış , Sadreddin. Konevi ve Celaleddin Rumi ile görü şmüştür. Rivayete göre bir mecliste bulundu ğu sırada namaz vakti gelmi ş , Konevi ve Celâleddin Rumi, imamliğa Daye'yi geçirmi şler. Necmu'd-din. Daye, her Suresini okumu ş , Namazdan sonra J-•ır. Mevlana Celalu'd-din, ş aka olarak Sadreddin Konevi'ye: "Zahir budur ki birini sizin için birini bizim için, okudu" demi ştin

iki rek'atte de ((

Necmu'd-din Daye, daha sonra Kayseri'ye gelip Mir ş adu'l-gbad min.al'Mebdai ilal-Mecad2 adlı eserinin, telifine ba şlamış ve bunu 627 (1229) de Sivasta tamamlam ıştır 1 Ayn ı eser, varak 3a-4b. 2 Su eserin bir nüshas ı, As. 2065 /9 da vard ır. Bu eser, Karahisar'h Kas ım ibn Muhammed tarafmdan 825 (1421-22) de Sultan Murad II adma Ir şadul-Mürld adiyle Türkçeye çevrilmi ştir.

144


Anadolu'dan tekrar Azerbaycan'a geçmi ş , oraları dolaşmış , garip olaylara ş ahidolmuş , Tiflis'in fethini müteakip Tiflis'e gelmi ş , Anan, Azerbaycan, Irak, Pars, Huzistan ve öteki Arap ve Acem şehirlerini dolaşmış , buralarda zamanını n önderi olan birçok rasih bilginlerle görü şüp onlardan istifade etmiştir. En çok faydaland ığı dört bilgin. vardır ki bunlardan birincisi Mecdi lakabiyle ş öhret bulan Seref ibnu'l-Muayyed ibn Ebrl-Feth al-Ba ğdadi; ikincisi Necmu'd-din Kubrâ, üçüncüsü Sihabu'd-clin Ebu Hafs Ömer as-Söhreverdrdir. Bu zat, Daye'nin, elinden h ırka giyip icazet aldığı ş eyhidir, onun terbiyesinde yeti şmiştir. Bunlardan ba şka daha be şyüz ki şiden istifade etmiştir'. Daye 654 de ölmü ştür. Vefat etti ği yer iyi bilinmiyor. Ba ğdad'da bir kabristan kendisine nisbet edilir ama bu kesin de ğildir2. Daye'nin Menaratu's-Sa'irin, val-Macşük, Sulau Arbabi)n-ni(am, Siracu'l-Rulfıb, Hasratu'l-Mulük, Tuhfatu'l-Habib, Bahru'lHakâ'ik gibi eserleri vardır'. a. Tefsiri ve metodu: Dâye, Bahrul-1;14.aik val-Waâni. adl ı tefsirinin inukaddimesinde baz ı manalara i ş aret eder ve der ki:

:ı...r,o1_ye,.

Us1-1

L.41,41

e.;;;.1 j

e44

‘5,4

: İyi anla ve bunu ganimet bil. Zira bu manalar ve hakikatler bulunmaz incilerdir. Bunlar ı kırk senelik dalgıçlık sonun.da Kur'an denizinden çıkardım." Müfessir, Kur'an'ı n, Hz. Peygamber'in ahlaki oldu ğunu, şimdiye kadar bütün. ince manaları ihtiva eden bir kitap yaz ılmadığını, ancak Sülemrnin Hakaik adli tefsirinin bulundu ğunu, bunun da her surenin baz ı âyetlerine dair rasih bilginlerin tefsirlerinden ibaret oldu ğunu, Kuşeyrrnin özet bir kitap yazdığını, Gazali'nin de İhya'da bu manalardan. bir parça zikretti ğini, bu tefsircilerin. ço ğunun al-Haris ibn Esed al-Muhasibi ve Ebu Talib al-Mekkrnin kitaplarından naklettiklerini, fakat bunlar ın çok özet oldu ğunu yazar4. 1 Bahru'l-Hakaik, Mukaddime, varak 3a-4b. 2 Köprülü, Türk Edebiyat ında ilk Mutasavvıflar, s. 173; Nefehatu'l-Iins Tercemesi, s. 491-92. 3 Hadiyyatu'l-qrifin, I. 461; Muccamu'l-Mu'allifin, VI. 122; GAL, S. I. 804. 4 Bahru'l-Ilakii'ik, 3a-4b. Ay ın zamanda şair olan Drıye'nin şi'rine bir örnek olarak şu kıt'asım alalım:

JL.

.1 j (Kamusul-ATam, VI. 4567)

;Iri! .1 j

jta.-

145


Müfessirimize göre D.akle dayanan, tefsirin erbab ı olduğu gibi hakikatler tefsirinin de erbab ı vardır, bu tefsir herkese aç ılmaz. Göremiyenler bunu inkâr ederler. Çünkü onlar ı mal ve mülk sevgisi kaplam ıştır: "Ben de öyle idim. Nihayet Allah bana hidayet etti de Harizm'de al-Maed al-Ba ğdâdl lakabiyle anılan Ebu Sa(id Seref ibn al-Muayyed'in huzuruna ç ıktım. Beni sıkı bir imtihandan sonra kabul etti. Zikir telkin, edip beni erbainlere soktu. Mücahedeye devam ettim. Nihayet mü ş ahedeler semeresini verdi. Gayb rüzgârı esti, bulutlar gitti, gök aç ıldı , perdeler kalktı , kalb aynas ı karanlık n,efis karşısmdan uzakla ştı. bir tarafı ruh semasma düştü, Tanrılık nurunun. yıldızın' gördü, "Bu benim Rabbim" dedi. Sonra kalb aynas ı ruh nurunun. karşısına geldi, ay ı parlak gördü, fecr-i sad ık oldu, mutluluk güneşi kulluk gö ğünden göründü, güne şi daha parlak gördü. Onun. ışığı, kalb nurunun aksi vasıtasiyle arziyyet ile nitelenmi ş bulunan karanlık nefis üzerine dü ştü, "Arz Rabbinin nuriyle ayılınlandı"1 ve makam, "Allah, göklerin ve yeri ıı nurudur"2 sırrından alman Tanrılık nurlariyle aydmland ı . Sonra hüviyyet kapısı açıldı..."3 Müfessir, bu önsözünde zahir ve bat ına dair çeşitli görüşleri sıraladıktan sonra tefsir ve tevil aras ındaki farka temas eder ve der ki: "Gayem, bu kitabın tefsir ve te'vilde tam ş erik ve hakikat ilimleri ııi ihtiva eden; okuyanı öncekilerin ve sonrakilerin tasniflerine muhtaç b ırakmıyan bir eser olmasıdır. Çünkü ben tefsir imamlarm ın tefsirlerinde zikrettikleri şeylerin büyük bir kısmını bu esere ald ım. Özellikle bu bapta önder, Kur'an ilimlerinde bir deniz olan Ebu Ishak Ahmed ibn Muhammed ibn İbrahim as-Salebi'nin tefsirindeki bilgileri ald ım..."4 İfadeden anla şıldığı gibi bu tefsirin asııl kaynağı Salebinin Kaşful-bayan' ıdır. Müfessir, orıdan parçalar al ır, onun mukaddimesinden bir bölümü de kendi mukaddimesinde zikretmi ştir5. iş ari tefsirlerde öncekilerin sözlerini nakleder, kendi kalbine do ğan ilhamları ve kendi müş ahedelerini pe şinden getirir. Has ıh müfessir, bu tefsire dilnyevi ve uhrevi bilgilerin hepsini kaydederek Kur'an' ın ratb ve yabisini (yaşını kurusunu) tamamen aç ıkladığını söylemektedir. Kanaatine göre burada dünya ve âhiret toplanm ıştır. Dil bakımından. edebi bir üshıb kullanan. Dâye, tefsirine şiirlerle ş ahid getirmi ştir. Önce âyetin dil ve ıstılah bakımından manas ını vermi ş , sonra 4,,''Sh

Li

t.,!,,.'51 »

diye batıni. manaya

geçmi ştir. Tefsirde hep letaif halleri ve fena fillah temas ı hakimdir. 1 Zümer Süresi: 69. 2 Nur Süresi: 35. 3 Daye, Babru'l-Dak ılik, varak 6b-7a. 4 Varak 9a,b. 5 Varak 9b-10a.

146


b. Tefsirinden örnek:

u..,.;°.)

_j_:JJI

Ij

-›*-

-

‘..)

. şuphesız 4 - V Ç:J! • gokler ın • ve yerin yaratılıştnoı da, gecenin ve gündiizün değişmesinde dü şünen bir kavim için âyetler (deliller) vardır."' âyetin.de: "Geceni ıı ve gündüzün ihtilöfl, gidip gelmede birbi,

rini takibetmeleridir. Ihtilâf, iftial babindand ır. Halefe yahlufu'den gelir. Yani ihtilâfta biri gitti ği zaman di ğeri onun yerine gelir." demektir diye dil bakımından tefsire giriyor. Şer'i manay ı veriyor ve : :

JU:., `11 j

ketin hakikatindeki i şaret ise..." diye ba şlayıp tasav-

vufi mana üzerinde duruyor : "Alem, içindekilerle beraber insana tabi olarak yarat ılmıştır. Çünkü âlem, Hakk'm âyetlerinin aynas ıdır. Bundan dolayı Allah: "Ben insanlar ı ve cinleri başka değil, sadece buna ibadet etsinler diye yaratt ım" buyurmuş tur. Yani beni bilsinler diye yaratt ım. E ğer bilmek için olmasaydı insanı yaratmazdı. Ve insan olmasayd ı âlemi yaratmazd ı. Nitekim Peygamber(s.a.v.)e buyurmuştur: "Sert olmasayd ın, köinatı yaratmazd ım." Sanki bütün âlem, Hakk'm cemal ve celâl âyetlerini gösterendir. Insan ın kendisi de bir ayn.ad ır. Ondan âlem ve âlemde görünen. (yani Allah) görün.ür. Nas ıl ki Allah buyurmuştur: "Nefislerinizde de âyetler vardır, görmüyor musunuz?"2 Işte bu, "Nefsini bilen Tanr ısın ı bilir" sözünün gerçeğidir. Zira insan ın nefsi, Rabb ının cemalinin aynas ıdır. Rabbmın cemalini Mem aynasında ve kendi nefsinin aynasında görecek kimse yoktur. İnsan ancak Hakk'm göstermesiyle görür. Nasıl ki O buyurmuştur: "Onlara âyetlerimizi âfakata ve kendi nefislerinde göstereceğiz.'" Ey miskin anla ve kendi kadrini bil ki Rabbinin kadrini de bilesin. Göklerin ve yerin ve bunlar aras ındakileriıı, insanın yaratılışma tabi olduğunu gösteren bir delil de Hz. Peygamber (s.a.v.)in: "Yer yüzünde Allah Allah dendi ği sürece k ıyamet kopmaz."4 sözüdür. Yani Allah Allah diyen insan ölürse kıyamet kopar, gökler ve yer kalmaz. Çünkü onlar ın varhğı, insanın varlığına bağlıdır. Metbu (tabi olunan) kalmad ıktan sonra tabi de kalmaz."' 1 İmran Süresi: 190. 2 2ariyrıt Süresi: 21. 3 Fussilet Süresi: 53. 4 Müslim, /man, 66. 5 Babrul-Hak5ik val-Maclin1 Tafsiri's-Sal ıci'l-Maini, Hasan Hüsnü Pa şa, No. 37. varak 198a-199a.

147


411(:) ı jUl

(( O ■••••:1

Jı;

ıl, J-4; 1,1; » Talat askerlerle birlikte

L.Zy4 4; t; 4,q,412.> (1, 4:743

ayrıldı ktan sonra "Doğrusu Allah sizi bir ırmakla deneyecektir, ondan içen benden değildir ; onu tadmayan, sedece eliyle bir avuç alan müstesna. O bendendir dedi."' "Bundaki i ş aret şudur: Allah halkı dünya nehrine ve onun süsüne, suyuna ve dünyada halk için süslü gösterilen ş eylere müptelâ etmi ştir. Çünkü Yüce Allah: "insanlara kad ınlardan ve çocuklardan olan zevkleri sevmek süslü gösterildi"2 diyor. Halk ı bunlara müptelâ etti ki iyiyi kötüden, çirkini güzelden, makbulü merduddan ay ırsın. Nitekim buyurdu: "Biz yer yüzün,de olanı, onun süsü yapt ık ki onların hangisinin amel yönünden daha güzel oldu ğunu deneyelim"3 Sonra onlar ı imtihan etti ve buyurdu ki: "Kim ondan içerse benden de ğildir, on.dan tadmıyan, sadece bir avuç alan bendendir."4 Yani o kimse benim velilerimden, beni sevenlerden, beni arzu edenlerdendir. Ona yakınımı, kabulümü, ahlâkımla ahlâklan.mayı nasibetmi şimdir. o benim ikramıma nail olacakt ır. Peygamber (s.a.v.) der ki: i:»1 • t't : Ben Allahtanım, mü'minler de berıdendir."

»

(( o ,..Lı Z,‘

Yani dünya metaı ndan sadece geçimi

için gerekli oldu ğu kadar yiyecek, içecek, giyecek, mesken ve halkla sohpet ile kanaat eden kimse bendendir. Nefsi geçindirecek kadar dünya mal ı yeter. Peygamber (s.a.v.) ve ashab ı gibi. O ş öyle derdi: "Muhammed ailesini (açl ık995 larını giderecek) günlük r ızk ile rızıklandır."

zâ.ı

e

C.,7■1:11 edenler

.

• J ı.::ğ1 c.).°

‹; L • .:ıııı .1;ı;

ıJ

(.J11,410136 âyetinde şöyle diyor: (< j:AT

• .3,11 Irl b :

Ey iman

Yani ey Muhammed (s.a.v.)i, söylediklerinde do ğrulayanlar, e-‹;

(:):.2 jiA.;

hevasına muhalefet ederek, s ıfatlarını

değiştirerek, nefsini Allah' ın taatine yönelterek, O'nun yolunda mücahedeye sevk ederek nefis kâfirleriyle, onun s ıfatlariyle mücahede ediniz. Zira 1 Bakara Süresi: 249. 2 İli İmran Süresi: 14. 3 Kehif Süresi: 7. 4 Bakara Süresi: 249. 5 Babru'l-Ilakii'ik; at-Tafsir va'l-Mufassirun, III. 62. 6 Teybe Süresi: 123.

148


o seni Allah'tan gizliyor.

4 ))

Yani sizde nefsi yok

etmek hususunda do ğru bir karar olsun. Onun şehvetlerini, lezzetlerini, ho ş gördüğü şeyleri terk ederek, onun arzu ve hevasiyle çarp ışarak, onu Hakk' ı aramağa sevk ederek yok etme ğe çalişmiz.

„C),A

j

Vusul cezbesiyle Ona kavu şunca O'ndan ba şkasından sakınsı nlar."1 ((

Z:J..11j

ci

j1;_,

:

Şehirde birtakım kadz,nlar, cvezirin kar ısı

kölesinin olmak istiyormu ş ; sevgisi bağrını yakm ış ; doğrusu biz onu apaçı k bir sapıklı k içinde görüyoruz' dediler. Kad ınların kendisini yermelerini i şitince onları davet etti ; koltuklar haz ırladı, geldiklerinde her birine bir bıçak verdi. Yusuf'a ,yanlar ına çık' dedi. Kadı nlar Yusuf'u görünce şaşıp ellerini kestiler ve dediler ki ,Allah' ı terızih ederiz, bu insan değil, yüce bir melektir."2 âyetinde şöyle diyor: "Burada" nisve ile beden şehrinde bulunan. behimiyyeden nefsaui şeriyyet sıfatlarma, seb'iyye sdatlarma ve şeytani sıfatlara i ş aret ediyor. "Vezirin kar ısı dünyadır. "Kölesinin olmak istiyor" kölesini arzu ediyor ki o da kalbdir. Kalb, ba şta terbiye için dünyaya muhtac oldu ğundan. onun kölesidir. Fakat kalb kemal bulup be şeriyyet kirinden temizlenince Allah' ın. bakma yeri olma ğa eldiyet kazand ı. Rab ona tecelli etti. Kalb, Rabbin. cemal ve celöl nuriyle ayd ınlandı Bu defa her şey ona muhtacoldu. Dünya bile ona secde etti. "Sevgisi ha ğrin ı yakmiş ." Yani dünya, kalbin üzerinde Hakk'm cemal eserlerini görünce onu şiddetle sevdi. Be şeri sıfatlar kad ınlarına bile kalb Yusufunun. cemalini görmek mümkün olmay ınca dünyayı, onu sevdiğinden dolayı , ayıplamağa başladılar, dediler ki: "Biz onu apaç ık bir sapıklıkta görüyoruz." "Onlar ın. kendisini yerdi ğini işitin,ce" Dünya Zeliha, onlarm kendisini ayıplamak hususundaki tuzaklarnu i şitince: "Onlar ı davet etti." Sıfatları gönderdi "Onlara koltuk haz ırladı." Her stfat için. uygun bir yemek hazırladı. "Her birine bir bıçak verdi." Bu, zikir b ıçağıdır. "Ve dedi" Dünya Zeliha, kalb Yusufuna dedi ki: "Onlara ç ık görün" Bu, kalh hallerinin beşeriyyet s ıfatlarma galebesine i şarettir. "Onlar Yusufu görünce" onun cemalini ve olgunlu ğunu görünce "Onu büyüttüler" o cemalin be şer cemali olmasından hayrete dü ştüler "Allah'ı tenzih ederiz bu be şer değildir," bu beşer cemali olamaz "Bu apaç ık bir yüce meliktir", bu ancak üstün bir melikin cemalidir. Bu da Allah Taâlâ'd ır Meliki kesre ile okuyanın kıraatine göre.."3 1 Babru'l-ljakWilF; at-Tafsir val-Mufassirun, III. 63. 2 Yusuf Suresi: 30-31. 3 B4ru'l-ljaknk; at-Tafsir val-Mufassirun, III. 63-64.

149


«

&.4

:

Süleyman' ın cinlerden, insanlardan ve kuşlardan olan askerleri toplandı. Hepsi toplu olarak gidiyorlardı . Karıncaların bulunduğu vadiye geldikleri zaman bir karınca : "Ey karıncalar, yerlerinize girin ki Sülemyan ve askerleri fark ına varmadan sizi çiğnemesinler" dedi."' âyetlerinde ş öyle diyor. I

j

4:74

yani nefsani sıfatı

D Yani şeytani sıfatları

L,„„,3•51.3

«A231 D yani meleki sıfatı. Bunlar haşrolundu,

D

Beşeri tabiatlerinden da ğıldılar ki kalb Süleymanma itaat etsinler .

jy 1;1 Lji 4.9",

-

D

Bu da dün.yaya ve dünya zevk-

lerine düşkün olan nefis hevas ıdır. İşte buraya gelince (( Levvâme dedi ((

t, D yani ey insani sıfatlar

muhtelif yerlerinize giriniz. Bu yerler be ş duyudur. lâk etmesin kerler

c„k;» Nefs-i

» kali) Süleyman' Aj

1 D

Sizi he-

on.un emrindeki as-

farkına varmadan.. Çünkü onlar hakt ır, siz ba-

e tılsınız. Hak geldi ği zaman bat ıl gider. Nas

ıl ki güneş doğduğu zaman da karanlığı yok eder, ortadan. kald ırır, güneş karanlık halini hiç bilmez. Çünkü karanlığı görmemiştir."2 Görüldüğü gibi Dâye'nin tefsirleri felsefi de ğildir. Kolay anlaşılır mahiyettedir. Hep böyle d ış âlemdeki olayların kahramanlar', iç âlemdeki nefis kuvvetlerine çekilmi ştir. Bu yöniyle o, Abdu'r-Razzak Kâ ş âni'ye çok tesir etmiştir. Kâ ş ani tefsiri de ayn.1 niteliktedir. Bahrul-Hakaik'in as ıl müellifi olan. Necmu'd-din Dâye'nin hayat ını, görüşlerini, metodurru ve tefsirinden ald ığımız örnekleri inceledikten sonra bu eserin zeylini yazan müellifi de inceliyelim. 14-cAlâu'd-Davle Simnâni (659-736/1260-1335): Asıl adı Ahmed ibn Muhammed ibn Ahmed ibn Muhammed as-Simnâni al-Bayâbânaki'dir. Alâu'd-Davla ve Ruknu'd-din lakaplariyle me şhurdur. 659 (1260) da do ğmu ştur. Simnan. be ğlerindendir. 15 ya şmdan sonra zamanın sultannun hizmetine girmi ş , sultarun düşmanla yaptığı sava şlardan birinde kendisine cezbe gelmi ş , bunun üzerine Hicretin 687 (M. 1288) y ılında Hicaz'a 1 Nemi. Sûresi: 17-18. 2 Balgu'l-ljaka'ik; at-Tafsir vag-Mufassirun, III. 64-65.

150


giderken Ba ğdad'da Şeyh Nuru'd-din Kesraki (Keskeri)n.in sohpetine girmi ştir 689 (1290)da irşada memur olmu ş , ve 720 (1320) yıhndan sonra Sekkâkiyye Tekkesinde 16 yıl 140 erbain çıkarmıştır. Rivayete göre bundan önce de 130 erbain ç ıkarmıştı. Tatar yurduna gitmi ş , dönüp Tebriz ve Ba ğdad'da oturmuş , 736 (1335) yıhnda 77 yaşında iken ölmüştür. Zamanında çok hürmet kazanm ıştı. Sultanlar, valiler dahi kendisine saygı göstermi şlerdi. Şüpheli şeylerden çok sakınırdı Kendisine hediye edilen. tavşam yememi ş " İmam Ca'fer haram görmü ştür. Madem ki büyük bir zat onu yemeği haram görmüştür, yememek laz ımdır" demi ştir. Moğol emiri de kendisine iki ördek getirmi ş "Ye, benim do ğanım tuttu, helâldir" demi ş , Alâu'd-Davla onu da reddetmi ş • "Zaten mesele ördekte de ğil, senin doğanındadır. Kim bilir o do ğan dün hangi ihtiyar kad ının tavuğunu yedi ki bugün o örde ği tutma gücünü kazan.d ı ? Atın kim bilir hangi mazlümmı. arpasmı yedi ki koşmağa kuvvet buldu ve sen onun üzerine binip avlandm ? Ben yemem",

demiştir. Alâu'd-Davla çok Kur'an okuyan., zahir ve bat ılı' kendinde toplamı§ bir imamdı. ibnu'l-cArabi'ye çatar, onu tekfir ederdi. Hatta vandet-i vücud konusunda `Abdu'r-Razzak Ka ş ani ile mektupla ş maları olmuş , Kaş anrye yazd ığı mektupta vandet-i vücudun. eksik bir mertebe oldu ğunu, kemalin kullukta bulunduğurıu söylemiştir. Güzel yap ılı , iyi huylu, yiğit, iyliksever bir bilgindi. Emlakinden elde etti ği büyük miktardaki gelirin ço ğunu sadaka verirdi. Birçok bilgin.lerden feyz alan bu zat ın, üçyüzden fazla eseri oldu ğu söylenir2. Mearicul-Maaric, Tekmilatu't-Ta'vilâti'n-Nacmiyya eserleri aras ındadır. Ismail paş a, onun, 13 ciltlik bir tefsiri oldu ğunu söyler3. Art ık bunun tasavvufi bir tefsir mi, yoksa genel anlamda bir tefsir mi oldu ğu bilinmiyor. a. Tefsiri ve metodu: Bahru'l-ljaka3ik'in zeylini yazan Simnân ı,

o. -

.0.

. 1,,Jtj

ayetinin tefsirini yapt ıktan sonra şöyle diyor: " Bu hali ve salike baş langıçta zuhur eden mevacidi (duyu ş ve müşahedeleri) yazmaktan maksad ım şudur: Allah'ın. tevfikine ermi ş Şeyh Necmu'd-din Daye al-Asadi (Allah, çalışmasının karşılığını versin), Kur'an.'m ba şından va'n-Nacmi Suresine kadar bir tefsir yazm ıştır. Necm Suresine gelince "Vannacmi'ye ba şlayıp orıu tamamlamam için. Allah' ın. ban.a izin. vermesi acaiptir" demi ş ve Va'n-Nacmi'ye ba şlayınca hastalamp parlak y ıldızı beşeriyet arz ından, Tanrılık gö1 Câmi, Nefehütül-üns, Lâmici tercemesi, s. 496-500. 2 ad-Duraru'l-Kâmina, I. 250-51; at-Tafsir val-Mufassirun, III. 60. 3 Hadiyyatu'l-qrifin, I. 108. 4 Kamer Süresi: 9.

151


ğüne çıkmıştır. Onun Tafsiru'n-Nacmi adlı tefsirini tamamlamayı Allah bana ilham etti. Kendi şerefli hattiyle yazd ığı tefsir 9 cilttir. Necmu'l-Kur' an adını taşıyan. bu zeyl de bir cilt yap ılmıştır ki tam on olsun ve Peygamber (s.a.v.)in: "Kur'an' ın. zahiri ve bat ım vardır" söziyle i şaret buyurdu ğu gerçeğe uygım düşsün. Bu kitab ı okuyan zahirine in.and ığı gibi batımna da inansın. Kuvvelerin enfüsi âyetleri yalanlamalar ı, gönderilmiş lâtifeleri ve onlarm Hakk'a ait ayetlerini inkar etmeleri gibi i ş aret etti ğimiz hususlardan şüphe etmesin. Ta ki yazar ının, sülüke ilk başladığından bu zamana kadar gördü ğü sayısız apaç ık âyetleri inkar edip şekavete dü şmesin. Bu zamanda bu ayetleri (ilhamlar ı) yazmak bana ilham olun.du. Bu kitab ın müellifinin (ken.disinin), sülüke ba şlaması ndan. bu âyetleri yazmas ı ilham olundu ğu zamana kadar tam yirmi üç yıl geçti. Zikirle me şgul olmağa başladığı ilk gece ken.disine görünen ilk ayet, i şte bu san.a anlatt ığıdır. Ötekileri de buna kıyas et. Zira haberdar olan, hayr ın azına razı olur, akılsız kimseye de âyet göstermek, onun inkarmı artırmaktan başka bir i şe yaramaz.", Simnanrnin ifadesinden anla şıldığma göre Dâye'nin Bahru'l-Hakaikin.e aynı zamanda at-Tafdru'n-Nacmiy ad ı da verilmiştir. Kendi zeylinin ad ı da Nacmu'l-Kur'an olarak gösterilir. Bundan dolay ı Daye'rxin 9 ciltlik tefsiriyle Simnânrnin onu tamamlıyan bir ciltlik tefsirine beraberce at-Ta'vilatu'n-Nacmiyye ad ı verilmiştir. Bu zeylde Fatiha yeniden tefsir edilir. Fatiha tefsirini müteakip şöyle bir ifade var: "Bu, Matlau'n-Nukat ve Macmacu'l-Lukat kitab ının 14 mü cildinin. başıdır. Tur'dan. itibaren 20 nci cilt ba şlar. Matlacu'n.-Nukat, mavakifin tefsiri hariç 28 cilttir. Mavakifin tefsiri, ilham ile yaz ılan.a kıyasen mayakifin. ş erhidir ki yüz otuz bir bin elif, yüz otuz mevkif, üç bin dörtyüz altm ış beş cilttir. Her cilt kırk forma, her forma on varak, her varak Tur Suresinin kırk türlü bât ıni tefsiridir?"2 Bu sözler akla uygun gelmiyor. Herhalde bu ifade ba şka yerden kar ışmıştır. Çünkü Simnâni, zeylin ad ının Nacmu'l-Kur'ân. olduğunu mukaddimede belirtmektedir. Belki de on.un Matlau'n-Nukat adl ı bir tefsiri de vard ır. Bu nokta müphem kal ıyor. Yalnız bu zeylin. Şehid Ali Paşa 165 numarada bulun.an. nüshas ı , 780 tarihinde Yusuf ibn Esed ar-Rumi taraf ından bizzat müellif hattından yazılmıştır3. Burada eserin ad ı : Matlau'n-Nukat ve multakat...dir. O takdirde bu eserin bir ad ı da Matlau'n-Nukat ve MacmaulLukat'tir. Bu eserin. müstakil bir niishas ı da Daru'l-Mesnevi 53 numarada mevcuttur. Di ğer bir nüshas ı ise Hekim o ğlu Ali Paşa Ktp. 54 numaradad ır. 1 şehid 'Ali Paşa, No. 165. varak 26a. 2 Equniid 153, varak 475a,b. 3 Bkz. varak 167a.

152


Orada al-Avarif adm ı taşır. Bu nüsha, Kansugavrrnin emriyle 758 (1356) da yazılmıştır. Müfessirimiz, tefsirleri ııi doğrudan doğruya Allah'tan ald ığım söylüyor:

Li1:11 J.31 44.4 (:):

zwd ■

j j„tII .5k*,

Ij L.:9j j.1.1

L.5;

Simnâni zahir manaya dokunmaz. Tekmilesine yapt ığı uzun bir önsözle insan vücudunun manevi mertebelerinin yedi oldu ğunu, onun için her âyetin bu mertebelerden her birine göre bir anlam ı olduğunu anlatır. Kur'ari'm zahir manasınnı rey ile tefsir edilemiyece ği gibi Latin manasmın da re'y ile tefsir edilemiyece ğini, lâtifelerin hallerini ya ş ayarak bunlara mahsus manaların, ilham ile elde edilece ğini ve o suretle tefsir yap ılacağını ileri sürer. Kitabın.daki bilgiler ve bunların. tertibi, doğrudan do ğruya Gerçek Muallimden alın.dığı için sufi terimlerini bilmiyenlerin, sülök ile bunlar ı açıkça görmiyenlerin buradaki tefsirleri anl ıyamıyacaklarını söyliyen Sinuıâni kendinden sonra yakin sahiplerine yararl ı olsun, faydalı bir ilim kalsın. diye Kuran'ın batınma dair özel terimleri aç ıklamağa başlar: "Ey ünsiyyet letâifiyle olan kutsal konu şmalarda âfâk ile enfüs aras ındaki bağnıtıları öğren.mek istiyen kimse bil ki: Allah, Amâ'dan Ahadiyyet mertebesine, Ahadiyyet noktas ı Vahidiyyet mertebesine inip tek hakikat, on. (akıl) arşı (na) istiva ettikten sonra lütuf ve kahr elleriyle kal ıp lâtifesini yoğurmu ştur. Bu kahb ı halk âleminden. olan. karanl ık ile, emir âleminden olan nur aras ını ayıran sabah deminde yaratmıştır. Onun. için kahp lâtifesi, ancak on lâtifenin kemale ermesiyle tam olgunlu ğa kavuşur." Simnâni, Ibnu'l-Arabi'ye kar şı çıkmış , onun felsefesini benimsiyen Kâşâni'ye çat ımştır ama Ibnu'l-Arabi'nin tesirinde kald ığı, vandet-i vücuttan. hayli etkilen.diği bellidir. Çünkü onun. zamanında vandet-i vücut felsefesi iyice yaygınlaşmıştı. Yaptığı tefsirler, %mil-Al-abi ve Kâ ş âni tefsirlerine çok benzer. Simnâni'ye göre: "Lâtife-i nefsiyye vücudun. Nuhudur. Lâtife-i kalbiyye vücudun Ibrahimidir. Lâtife-i S ırriyye vücudun Musas ıdır. Lâtife-i Rühiyye vücudun. Dâvfidudur. Lâtife-i Ijafiyye, vücudun 'Isâs ıdır. Lâtife-i I-Jakkiye ise vücudun Muhammedidir. İşte bu lâtifelerin her birinin ümmetleri vard ır ki bunlar vücut lâtifelerinin kuvveleridir. "O halde kitapta rıe zaman Adem'e hitabedildi ği duyarsarı , anla ki bu, âfakta (dış dünyada) Adem'e, enfüste (iç dünyam ızda) senin. nefsinedir. öyle

153


ise onu bu kahbınla duy ve emir ve nehyine uy ki şeytan seni i ğvasiyle kahbinin lâtifesine mahsus olan cennetten ç ıkarmasın ve üzerinden takva Ilhami" soymasm. Ne zaman Nuh'a hitab ı duyarsan, bunu da nefis lâtifenle duy ve bu hitabm gere ğhli yap ki şehvet ve gazap ate şiyle kaynat ılmış (al-bahru'l-mascur) denize at ılmayasın ve kuvvelerinin analar ım yalancı kuruntu tuzaklar ına düşürmiyesin.. İbrahim hakkında nazil olan âyetleri dostluk elbisesine müstahak kalb lâtifenle dinle ve o hitab ın gere ğiM yap ki dostluğa bir zarar gelmesin. Ne zaman Musa ile konu şmaları , onun yalvarışlarmı ve Musa'nın. ahvaline dair âyetleri duyarsa"). bunlar ı sırri lâtiferıle duy ve hitabın gereğ ini yap ki büyücü kuvvetleri, milletlerini hevl buza ğısma tapt ırıp saptırmamasm. Ne zaman. Davud'a hitabedildi ğini ve Vedudiyyet sıfatı mertebesinden ç ıkan imtihanları duyarsan bunlar ı da ruhi lâtifenle duy. O lâtifeye ait kuvveler; yalanc ı sanılardan, vehimlerden, şeytana mahsus şüphe oklarından korunmuş olsun. Ne zaman. Isa'n ın zikredildiği yerleri, Yüce Tanrfnın ona: "Allah'tan başka, beni ve anam tanrı edinin diye sen mi söyledin?"1 azar hitabm ı duyarsan onu hafi lâtifenle duy. Kudsal nurla dima ğından gururu ç ıkar, hüsni edeple "Eğer ben dediysem, sen bilirsin. Sen bende olan ı bilirsin, ama ben sendekini bilmem, Şüphesiz sen gizlileri bilensin." de. Zira hafi gaybi her ne kadar be§ gaybi-ruhi, s ırri, nefsi, kahbi gaybleri-ku şatmı§ ise de lâtife-i Hakkiye'nin. gaybi olan Gaybu'l-Guyilb ile çevrilidir. Ne zaman Sevgilisine olan hitabını ve ona mahsus i ş aretleri duyarsan, bunlar ı da zati nokta yerinde olan, uyan ıkhk noktası sonundan taşan vücudi feyze mahsus HaW1 lâtifenle duy. Bu, bütün lâtifeleri içine al ır. Hak onu, terkiplerin sonu, mevalidin hatemi olan ahsen-i takvim üzre yaratt ığı bünyeye koymuştur..."2 "Ve bil ki bu yedi lâtifeden her birinin kendine öz kuvveleri vard ır. Dünyevi ve uhrevi kuvveler kahb ı içerisinde bulan ık ve Hakkâni kuvveler... Şimdi itidal üzre duran her kuvve. mü'mi ıi, bir ümmettir. Devamh inhiraf eden kuvve ise kâfirdir. Bir düziye kalmay ıp kâh düzgün giden, kâh sapan kuv ve de münafıktır. "Itidalde lâtifenin hakikatine yak ın olan kuvve, peygamberlerden bir Peygamberdir. Onlar, kuvvelerinin ümmetlerini o lâtife sahibinin dinine davet etmi şlerdir. Tıpkı âfakta ümmetlerini, babalar ı Adem'in. dinine ça ğıran. Peygamberler gibi. Nuh'a kadar böyle devam etmi ş, her gelen. Peygamber, Adem dinine davet etmi ştir Nihayet Nuh, Allah'm vahyiyle gelince zamanının insanlarının. kabiliyetlerine göre öncekinden daha aç ık bir şeriat kurmuştur. Ondan sonra gelen. her Peygamber de ümmetini Nuh'un, prensipleri içerisiııde Hakk'a davet etmi ş , bu iş ta Ibrahim'e kadar böyle gitmi ştir. 1 Maide %reel: 116. 2 Batıru'l-ljakVik, varak 2a, b.

154


İbrahim'den sorıra da her peygamber ümmetini İbrahim şeriatine davet etmiştir. Kendisine Zebur verilen Davud ise ümmetini Tevrat'a ve Zebur'a ça ğırmıştır. Isa'ya kadar. Isa'dan sonra gelen havariler de i ıısanları inciPe çağırmışlardır. Nihayet peygamberlerin hatemi, mürsellerin seyyidi Muhammed Aleyhisselam ile bütün şeriatler neshedilip peygamberlik son bulmu ş , ümmetinin. bilginleri, Israilo ğullarmın Peygamberleri gibi insanlar ı onun parlak şeriatine ça ğırmışlardır. Ta kıyamete kadar böyle devam edecektir. Artık onun dini rıe artar, ne eksilir. Yüce Allah bütün olgunluklar ı onda toplamış , onun viieudu noktasiyle peygamberlik dairesinin aç ığım kapatmış ve peygamberlik dairesini bitirdikten sonra onun merkezine koydu ğu yel:ayet noktas ını sabit tutmu ştur. Bundan dolay ıdır ki Muhammed (A.), Ali'ye: "Ya Ali, Allah bana buyurdu ki ya Muhammed, ben Alryi di ğer Peygamberlerle batın olarak gönderdim ve seninle aç ıktan görı derdim.'".."2 Dedikten sonra zahir tefsiri kabul edip enfüsi olan. bat ıni tefsiri kabul etmiyen kim.enin şüpheci, ş aşkın olduğunu; zahir ve batını kabul edenin sünni müslüman, olduğunu söyler. Kur'an' ın zahirinin, tefsiri hilâfete; bat ın ının, tefsiri velayete; haddinin tefsiri verasete; matla' ının. tefsiri mahbubluğa aittir der ve daha sonra latifelerin özelliklerini sayar. b. Tefsirinden örnekler: Simnâni, Lâtifelere göre Kur'arı'm yedi türlü manas ı olduğunu böylece izah ettikten sonra:

,

.

1,4,..31

"Sr, -1_11_;13. C A

(:7-1_11 L.4.-J I t-,

^2ı.

,

sj

: Ey iman edenler, sarhoşken ne dediğinizi bilinceye kadar, cünüp iken yolculuk müstesna, ytkan ıncaya kadar namaza yaklaş mayın"' ayetin,e bu yedi manayı tatbik eder: "Kalıp lâtifesine mahsus olan birinci bat ında ayetin manası şudur: Cin. gaybi adı verilen kalıp lâtifesinin gaybine vas ıl oları salik, bu ayetten anlamalıdır ki Allah, onun, kuvvelerine hitap ile dünyan ın fani olup ahiretin baki kalaca ğın ı söylüyor ki dün.ya sevgisi şarabiyle sarho ş olup Rablarnurt huzuruna gelmesinler. Ta ki ne dediklerini bileler. Al ış veriş , çarşılarda dolaşma, akar, arsa, mülk imar ı , kadınlar ve çocuklar; münacat zaman ında hatıra gelmesinler. Süslü, aldat ıcı dünya sevgisiyle kalıp lâtifesinin, hakikatine do1 Simngıni, bu hadisin, ehli beyt imamlarnun rivayetiyle geldi ğini söylüyor. Tabii mevzu olduğu bellidir. 2 Varak 3a, b. 3 Nisa Süresi: 43.

155


kunmak suretiyle ciinüp de gelmesinler. Ancak beden mescidinde oturan yolcu olarak kal ıp lâtifesinin ya şıyabilece ği kadar bir miktar ona dokunup nasip alsmlar. Beden mescidinden geçmek için gusletmek gerekir. Zikir suyiyle gusletmederı geçmesinler. Ayetin ikin.ci batın olan nefsi lâtifeye marıası : Nefsinin. gaybine ulaş an. salik, anlamlıdır ki Allah, kitab ında "Nefsi hevadan menetti, çünkü gidilecek yer cennettir.", "Hevas ını tanrı edinerı kimseyi gördün mü?"1 âyetlerinde olduğu gibi nefsi kuvvetlere diyor ki: Heva ş arabiyle sarho ş iken Rahim mertebesine yakla şmasınlar ki münacatlarmda ne dediklerini bileler. Münacat vaktinde Mevlâ'ya ayk ırılığa yönelen hevâ, kendilerine üstün gelmesin.. hevayi olan suri nefs lâtifesinin hakikatine dokunmaktan ötürü cünüp gelmesinler; cin gaybi ııde yıkanmak için. yap ılmış göğüs mescidirıde zikir suyiyle yıkansmlar. Kalbi lâtifeye mahsus üçüncü bat ında âyetin manas ı : Kalb gaybine vasııl salik, arılamlıdır ki Allah, "Onları, birbirlerinden derecelerle üstün kıldık"2 âyetiyle inaruc ı kalbi lâtife kuvvelerine hitabedip diyor ki: Hur-i <in sevgisi şarabiyle sarho ş olarak Rahman.'m huzuruna yakla şmasınlar ki mün.acatlarmda ne dediklerini bileler. Huzur zaman ında kafalar ı hurilere takilmas ın, güzel, ölümsüz hurilere kalbleri tak ılınca kalb mescidinde zikir suyiyle kamp gelsinler. Sırri lâtifeye mahsus dördüncü bat ında manas ı : "S ır gaybirıe ulaş an salik, anlamhd ır ki Allah, inanan s ır kuvvelerine, en güzel mükâ şefe ile ve müş ahedeyi artırarak hitabediyor. Nitekim "Iyilik edenlere iyilik ve fazlas ı var"3 buyurmu ştur. Bunlara hitabediyor ki s ırra mahsus mükâ şefelerin ş arabiyle sarhoş olarak Allah' ın huzuruna yakla ş masınlar ki münacatlarmda ne dediklerini bileler. Teveccüh vaktinde kendilerine gelen mükâ şefe, onları ahkoymasm. Sırri lâtife nurlar ına takıhp cünüp olmasınlar. Hemen. sır mescidinde müspet zikir suyiyle yıkanıp geçsinler, şirki kaldırsınlar. Ruhi lâtifeye mahsus be şinci batında manası : Ruh gaybine ula şan. uçucu (sâlik) anlamhdır ki Allah, inanan ruhi kuvvelere hitabediyor. Nitekim "Hiçbir nefis onlar için gizlenen göz sevindirici nimetleri bilemez."' buyurmu ştur ki tek nokta huzuruna gözünün sevinci şarabiyle sarho ş iken. yaklaşmasınlar. Ta ki sırri hayatta ve ruhi münacatta ne dediklerini bileler. Gözün kurratu'layne (sevince) kaymas ı vaktinde ona yönelmekle o kendilerine galip gelmesin. 1 Naznt Sûresi: 40-41, 2 Zubruf Sûresi: 32. 3 Yunus Sûresi: 26. 4 Secde Süresi: 17.

156

C.§iye Süresi: 23.


Nurlu tecelli sırasında suretler görmekle cünüp olmas ınlar. Derhal Hâ ( ) Allah penceresinden çıktıktan sonra Mı (y. ) zikri suyiyle yıkansm geçsinler. Hafi lâtifesine mahsus olan. altıncı batında manas ı : Hafi gaybindeki Sevad-i A'zam'a (en büyük siyah noktaya) vas ıl olan uçucu (salik) bilmelidir ki Allah inan.an hafi lâtifesinin kuvvelerine hitabediyor. Nitekim Nebiyyi Ümmiyyi Sadık Aleyhisselâm dilinden şöyle haber vermi ştir: "Kullarım için göz görmedik, kulak i şitmedik beşerin hatırma gelmiyen nimetler hazırladım."' Mâlâ caynun ra'at ş arabiyle sarho ş olarak Ahadiyyet noktasma yaklaşmasınlar ki Kabe Kavsayni av adn.â makam ında ne dediklerini bileler. Hafi latifesinin suretlerine dokunup cünüp olanlar, ljafi mescidinde harf ve sesten, münezzeh kutsal zikir suyiyle y ıkansın, geçsinler. Hakki lâtifeye mahsus yedinci bat ında manası : Gaybleri ku ş atan Hak gaybine ula ş an salik anlamalıdır ki Allah, onun inanan Hakki lâtifelerine hitabediyor. Nitekim "Nerede olursanız o sizinle beraberdir"2 buyurmu ştur ki zevki tecelli vaktinde maiyyet (beraberlik) ş arabiyle sarho ş iken Zatlık huzuruna yakla şmasnılar ki "Lâ yesecuni fihi melekun mukarrabun valâ nebiyyun murselun: Onda bana ne yak ın bir melek, ne de mürsel bir peygamber ulaşamaz"3 vaktinde ne dedilderini bileler. Maiyyet, kendilerine üstün gelmiye. Sırf zevki Hakkiyyet lâtifesinin dokunmasmdan cii ııiip olunca hemen Allah'ın Haram Evinde eıı büyük zikir suyiyle yıkan.ıp geçsinler..."4 Simnani, âyetin yedi batna göre nas ıl tefsir edileceği hakkında bu âyeti örnek verdikten sonra, on sülâli letâifin ve karde şlerinin bu yedi lâtife içerisinde bulundu ğunu, bu on lâtifenin her biri için Kur'an'da özel bir hüküm ve marıa bulunduğunu, böylece her âyetin yetmi ş batnı (iç anlamı) bulun.duğunu (7 x10=70) hattâ bunun yediyüz hat» kadar ç ıkacağını söyler. Zira her sülâli lâtife ve karde şleri için on zahiri (dış) on. batmi (iç) duyu vard ır. Bunlar ya fili veya bilkuvve duyulard ır. Bilfiil her lâtifeni ıı , batıni on manası vardır. 70 le on çarp ılırsa yediyüz eder: "O halde zahirini, âyetlerin zahir hükümlerinin sulariyle temizlemelisin ki bu yedi lâtifeye mahsus feyizlere kavu ş asm. Zahirini, Kur'an.'ın zahiriyle temizlemiyenin, onun alt ındaki batın kaynaklarının. sularından avuçlamas ı elbette mümkün de ğildir." 1 Buhari, Bedu'l-halk, 8; Tevhid, 35; Müslim, Iman, 312, Cennet, 2-5; Tirmizi, Tafsiru Sura, 32 /56; İbn Mace, Zühd, 39; İbn Hanbel, V. 334. 2 Hadid Süresi: 4. 3 Kuseyri, Risale. Bu hadisi sufiler çok zikrederler. TirmiZTnin Semail'inde, Ibn Rilhûye' nin Müsned'inde Hz. Ati'den naklettikleri hadis de buna yakındır Hatib bunu senedle zikretmistir. Hafız Dimyâti, sahih resmindedir demistir (Kesfu'l-Hafii va Muzilu'l- İlbtıs, s. 174, Kahire, 1351). 4 Balıru'l-HalFa'ils 2eyli, Drımrıd, 153, varak 471b-72b.

157


Simnâni, nübüvvetin zahirine mahsus olan hilâfet ile bat ınına mahsus olan velâyetin ve nübüvvetin hakikatinde gizli bulunan. verasetin Hz. Ali'de toplandığı gibi hiç kimsede o kadar mükemmel toplanmam ıştır. O, bu üç mertebede de imamdır. Bununla beraber onun. velilik ve varislik nuru, üstün geldiğinden hilâfet nuru onlar ın. içinde kaybolmu ştur. O velâyet bahçesi, ameliyle ma'mur, veraset sultan ının re'yiyle mansurdur. Ebubekir ve Ömer' de de bunlar vard ı ama onlarda hilâfet ve veraset nurlar ı , velâyet nuruna galipti. Osman'da da bu nurlar vard ı fakat onun da hilâfet nuru, velâyet ve veraset n.uruna galipti. Bu iki nurun. sahibi Ebubekir ve Ömer'in tufeyliyyetinde idi (onlar ın. çocuklar ı durumunda idi). Ali ise velâyeti onlardan. ald ı, ama veraset n,urunu Gmmi Peygamber (s.a.v.) den, alm ıştı "i Bu sözlerinden anla şıldığı gibi Simnâni, Hz. Ali'ye daha çok sevgi beslemektedir. Genellikle tasavvufta Hz. Ali, z ımnen de olsa üstün görülür. Siumâni'ye göre âfâkilerin okudu ğu, küğıt üzerine yaz ılmış Kur'ân- ı Kerim, Allah'ın yedi lâtife suyiyle temizledi ği insanlardan. ba şka hiç kimseniıı el süremiyece ği asıl gizli kitabın (kitab ı meknün2) bir görüntüsüdür. Kur' ân- ı Kerim, Ommül-Kitapta saklanm ış bulunan yüce Kur'ân' ın bir aynasıdır. O halde Kur'an.'ın zahirini, senedi kesintisiz bir müfessirden nakletmeden. kendi kendine tefsir eden kâfir olur. Zira birçok hükümlerini ve nüzul sebeplerini bilmeden tefsir etmi ş olur. Kur'ân.'ın bâtnum da s ırri, ruhi, hafi ya da Hakki bir ilham olmadan tefsir eden de kâfir olur. Zira Allah'tan gelen bütün iş aretleri inkâr etmi ş , örtmüş olur. Kur'an' ın haddini Tanrılık Kü'besinden izin almadan. kendi re'yiyle tefsir eden, ceberüti s ıfatlarm in.celiklerini inkâr eder. Ve Hakki lâtifenin künhüne ermeden, büyük huzura girerek temizlenmeden Kur'an' ın. matla'ını tefsir eden de bütün Kur'an. hakikat'erini inkür etmi ş olur'. Simııâni, yedi türlü tefsiri yaln ız bu âyete uygulamış , diğer âyetlerin. de buna kıyas edilmesini istemi ştir. Belki de bütün âyetleri böyle yedi türlü tefsir ederdi ama tekmile oldu ğundarı selefine uymak zorunlulu ğunu duyr. muştur. Şimdi diğer tefsirlerin,den iki örnek verelim : 4_111

c7,.°1

;-,

ı

„ :;

3 , 1 ŞehId (Ali Paşa, No. 165, varak 7b. 2 Vakia Süresi: 78 inci âyete i şaret vard ır. 3 Şehid Ali Pa şa, No. 165, varak 8a, b.

158

cz::j


Z;

• (...›•.'j

,

::•.2.5

-r-,

j

ı4

"Allah iman edenler için bir mesel

-

verdi"1. Burada nefs-i levvâme kuvvelerinden iman eden kuvveleri kasdediyor. "Fir'avn'in karısı" fesatç ı, faile, kibirli kuvve alt ında bulunan saliha, kabile kuvveyi kasdediyor. E ğer bu kuvve bizzat iyi olursa faile, fesatç ı kuvvenin küfrü ona zarar vermez. "O demi şti ki : Rabbim, bana kendi kat ından cennette bir ev yap, beni Fir'avnden ve onun yaptığı işlerden kurtar, beni zalim milletten kurtar". Yani saliha ve kabile olan lâtife, Rabbiyle olan' münacat ında dedi ki: Balla kalbin en özel yerlerinde bir ev yap. Yine münâcât ında dedi: Belli fesatç ı ve faile kuvveden ve on.un işlerinden kurtar; beni onun. zalim yard ımcılarından ve kuvvelerinden kurtar..."2 ı

••;::•••:1 ..'

•:,L'; I

•„

eft,

ı

3

j~0.

"Semud azg ın-

Ide yaparak (Salih Peygamberi) yalanladı. Zira en azgınları ileri atılmıştı." Yani lâtife ileri at ılıp tâğiyeye koştuğu zaman. nefis kuvvelerin.in en azgını , firlayıp saliha lâtifenin önüne geçer ki onun şevkinin nâkasini (devesini) öldürsiin. "Allah' ın Resulü dedi" Yani lâtife onlara dedi: "Allah' ın devesine ve on.un su içrne hakk ına dokunmaym." Yani ş evk nâkasini öldürmekten sakının ve onun zikir gözesinden su içmesine dokunmaym. "Onu yalanladılar ve deveyi bo ğazladılar" Nefis lâtifesi salihini yalanlay ıp şevk devesini kestiler. "Bunun. üzerine Rablar ı onları günahlarından dolayı kırıp geçirdi." Yani Allah onlar ı helâk etti, "Dümdüz etti' yani bu azab ı hepsine yaydı. "Bu i şin sonundan korkmad ı" Ş evk devesini bo ğazlayıel kuvveler, işin sonundan korkmaddar. Allah da onlar ı, resulürıe azgınlıklarmdan ve onu yalardamalar ından ötürü helâk etti."4

Tefsirin ashndan bir örnek :

ci

:

ı,e ı

jp

L:gjoed

L:A,I123JI

jilail jp

,k-W 4p., il ,iı,l12J 0.1› ji41

jjf.11

4.512.).

» D

:

,!JJ

1 Tahrim Sûresi: 11. 2 at-Tefsir va'l-Mufessirum, III. 64 (V. eildden ahnm ıstır). 3 Ş ems Sûresi: 11. 4 at-Tafsir va'l-Mufessirun, III. 65.

159


jyda:411 (3.'9 ;t9y41.1

j11.i.z

JP, :tr,ğ1IJ

j

j)12.11_,A,

L:k.: ğ 1

j 1j; j1,1 L:4.2.J1p jj111., 43_,;;

oj,—;

j Lc.

.)414.

L'9U-S/

c

c..)1

:jU-S11

:U.L02.)

.

Ö

413_.),#.

j>.

Cy4

yı.

jç ,:)A

L.

j

j_31 3› 3 jUl

j:s.11

j

LL

(T ) jTIT J •

b').»

C.t1A03k,:-

...XP

Ç4-s.

L41

±3jib

,-...,Liok11

jğ »

LQ:1 jj;

L.,;\,11;

.;;•

Ii; ili .ı.9

4.1

jj:j

jJ

ıı ‘:?-;

Ç%j>,.:J!

e>.:Jı

jA

«

cip ZI

:ık:12.111

15—Sihbu'd-din Ebu Hafş 'Ömer ibn Muhammed as-Söhreverdi. (539— 632 /1145-1234). Hz. Ebubekir soyundan gelir. Mil ilâhiyaçasichr. 539 (1145) de İran'ın Cibal eyaletinden olan Söhreverd'de do ğmuştur. Ilk tasavvuf bilgisini amcas ı 1 I:15.md Ibrahim, 477b-478a; Hayri cAbdullgth 28a.

160


Ebu'n-Necib'den alm ış , meşhur Abdulkadir Giylâni.'nin de sohpetinde bulunmuş tur. Abdulkadir'in ona, "Sen Irak'ta me şhur olanlarııı sonuncususun" dediği rivayet edilir'. Basra'da Şeyh Ebu Muhammed ibn Abd'e de müridolmuş , amcasın.dan, Hibetullah ibn aş - Şiblrden. ve daha birçok bilginlerden hadis dinlemiştir. Ba ğdad'da yerle ş miş , Halife Na şır'ın sarayına kabul edilmiş , saygı görmüş , birçok kimse onun elinden teybe edip salâb. bulmu ştur. Şeyh Sa'di de Ba ğdad'da Söhreverdrnin derslerini takibetmi ş ve Bostannıda ondan bir fıkra anlatm ıştır. Söhreverdi 618 (1221) de Halife taraf ından. Selçuklu sultan' Alâu'd-din Keykubad I. e elçi gönderilmi ştir. Ibadet ve taatiyle ün yapan Söhreverdi, birkaç defa hacca gitmi ştir. Bir kaccında me şhur şair Ibnul-Farıdla görüşmüş , ş airin oğluna tasavvuf hırkası giydirmiştir. Son zamanlar ında görme duyusunu kaybetti ğinden evinde oturma ğa mecbur olmas ına rağmen evrad ve ezkârı ndan mahfe içinde camie gidip gelmekten geri durmam ıştır. 632 (1234) tarihinde 89 ya şında iken vefat etmi ştir. Söhreverdrnin (Avarifu'l-Macarif, Ke şfu'l-Fadaihrl-Yanâniyye va Ra ş bu'ıı-Naşâ'ihrl-imâniyye, Aclâmu't-Tuka ve daha birçok eseri varchr2. Kur' an tefsirine dair yazd ığı Nuğlı atu'l-Beyân. fi Tefsiri'l-Kur'â ıl adli eseri, İstanbul, Kahire ve Halep'te mevcuttur'. Istanbul nüshas ı , Be şir Ağa Kütüphan.esi, No. 24 te bulun.maktad ır. Iki cilt ve 333 varak olan bu nüshan ın baş tarafında müfessirin el yaz ısiyle verdiği icazet vard ır. Müfessir bu icazeti, 610 tarihin.de Ziyau'd-din Yusuf'a verdiğini söylüyor. Bu çok kıymetli niishayı Brockelmaıın kaydetmemi ştir. a. Tefsiri: özet bir halde yaln ız zahiri mana üzerinde duran bu tefsirin önsözünde müfessir, Kur'arr ın birçok manaları üzerinde duruldu ğunu, iş aretlerinin. açıklandığını söyler ve der ki: "Gizli hazinelerden do ğan, kalblerin susuzlu ğunu giderecek manaları çıkarmak isterdim ama, pek önemli olmayan şeylerle değerli vakti geçirme endi şesi beni bundan alakoydu. Kim kalb ve ruh ile şuhud yerlerinde durmaktan ve kal ıplarla da hizmet etmekten ba şka şeylerle uğraşırsa, o eksik plândad ır. Ben Allah için amel edenin, Allah' ın kitabını okuyanın ihtiyacına cevap verecek bir özet tefsir yazmak istedim..."4 1 Câmi, Nefehaul-iins, Lâmici tercemesi, s. 527-28. 2 Sübki, Tabaka, V. 143-44; Sei'era, V. 153-54; ıslan Ansiklopedisi. 3 Brockelmann, GAL, S. I, 788. 4 Nuğbatu'l-Beyal, Be şir Ağa, No. 24, varak 2a.

161


b. Tefsirinden bir örnek: ••••• (k.3

ıO jj,

O

5

o

;rı

Biz, ancak biz ölüleri diriltiriz."1

"Bir kavle göre ba's için diriltiriz anlammad ır. Bir kavle göre iman ile diriltiriz, gönderdikleri hay ır ve şerri yazar ız demektir. (< e.te

ünün

manası bir kavle göre ad ımlarını yazar ız demektir. Derıdi ki: Seleme o ğulları, Allah'ın Resulüne, evlerinin mescide uzakl ığnıdan şikâyet ettiler. Bu âyet indi. Diğer bir kavle göre buradaki eserler, Cuma için at ılan adımlardır. Başka bir kavle göre de kendilerinden sonra b ıraktıkları hayır ve ş er islerdir."2 Avarifu'l-Maârif adl ı ünlü eserinde tasavvuf yolunun umdelerini aç ıklar. Burada baz ı zühdi anlamda tefsirler de yapar. Ama bunlar, Simnâni veya Dâye tefsirleri türünden de ğildir. 16—Fahru'd-din 'Ali ibn Ahmed at-Tucibi 1239):

al-Andalusi (637/

Hurûfiliğe meyilli mutasavvıf bir müfessirdir. Deccal'in ç ıkacağı, güneşin batıdan do ğaca ğı , Ye'cuc Me'cuc'un zuhur edece ği zamanlar ı keşfettiğini sanmıştır. Ş am'a gidip yerle şmiş , orada ya ş ayıp 637 (1239) da ölmü ştiir. Istılâhâtu'l-Amel li'n-Tizâri'l-Ecel, al- İlma' bi-Tarafin mine'l- İntifa' fi İlmi'l-Huruf, al-imanu't-Tâmm bi'n-Nebiyyi Aleyhisselâtu va's-Selâm, asSirru'l-Mektum fi Muhâtabati'n-Nucum3. Ş arhu' ş- Şifa, Ş arhu'l-Muvatta', Kitabu't-Tav şiye, Kitabu't-Tavfiyye, Kitabu'l-Urva, Lem'atu'l-Envar va Barakatu'l-A'mar, an-Nushu'l-Amm Kulli men Kale Rabbiyallahu Summa's-Tekam gibi eserleri vard ır. Tefsire dair yazd ığı Fethu'l-Bâbi'l-Mukaffel fi Fehmi'l-Kitâbil-Murıezzel4 adlı eserinin mevcut tek nüshas ı , EscuriaPdedir5. Süyüti, düğümlü olan (ifadesi kapalı olan) tefsiri inceleyip anhyamamıştır6. 17—Seyyid Burhane'd-din Muhaklik at-Tirmili (638-1240): Horasan, Tirmiz, Buhârâ civar ında Seyyid Sırdan diye tanınan Burhaneddin, Hz. Hüseyin soyundan gelir. Mevlânâ'n ın babası Bahâu'd-din Veled'in mürididir. Onun k ılavuzluğunda çalışırken son derece riyazet yaptığı , başı açık, ayağı çıplak on iki yıl ormanlarda ve da ğlarda dola ştığı riva1 Yasin Sfiresi: 12. 2 Nuğbatu'l-Bey(ın, vr. 225b. 3 Bu kitap, Itilzi'ye atfedilmi ştir ama Fabru'd-dirı 4 Ismacil Paşa, Hadiyya, I. 707. 5 GAL, S. I. 735. 6 Süyati, TabaVıtul-Mufessirin, 22-23.

162

Bkz. Brockelmann,


yet edilir'. Babau'd-clin Veled (628/1230), Belh'ten Anadolu'ya göç edince Burhaneddin, de Tirmiz tarafına gitmi ş , orada inzivaya çekilmi şti. Menakibu'l-Ârifin'de "Bir gün arkada şlariyle otururken, yaz ık, yazık, şeyhim bu toprak âleminden temiz âleme göçtü:' diye feryadedip a ğladı , sonra ş eyhinin oğlu Celâleddin'in terbiyesiyle me ş gul olmak için Kanya'ya geldi"2 deniyorsa da Sultan Veledin ifadesinden anlad ığımıza göre Seyyid S ırdan, ş eyhinin hasretine dayanamıyarak onu görmek için, Anadolu'ya gelmi ştir. Fakat Konya'ya geldiği zaman ş eyhinin bir yıl önce öldüğünü ö ğrenmiştir3. Seyyid Burhaneddin, Celâleddin Rumi ile konu şunca onun zahir ilimlerde çok güzel yeti ştiğini gördü ve dedi ki: "Bütün din ve yakin ilminde babam yüz derece geçmi şsin. Fakat baban ın hem söz, hem de hal ilmi tamd ı. Bundan sonra hal ilmine çalışmanı istiyorum. O ilim, peygamberlerin ve velilerin ilmidir. On,a ledünni ilim derler. "Biz ona kendi kattm ızdan bir ilim verdik" 4 âyeti bu ilmi gösterir. O mana, ş eyhim hazretlerinden bana ula şmıştır. Onu da benden al ki zahirerı ve batmen her bakımdan babanın varisi ve onun ayn ı olasın."5 Bundan sonra Mevlâna Celâleddin, onun hizmetine girdi. Seyyid'in vefat ına kadar dokuz y ıl sohpetinde Seyyid Burhaneddin bir süre sonra Kayseri'ye gitti. Oray ı çok seviyordu. Ali Dağı'na çıkar, Tanrı'ya yalvarmakla me ş gul olurdu. O zaman Kayseri valisi Vezir Sahib Şemseddin isfahani, Seyyid Burharteddin'in müridi oldu. Rivayete göre Sihabu'd-din Ömer Söhreverdi, Ba ğdad'dan elçi olarak Selçuklu Sultan ı Alâattin Keykubat'a gelince Seyyid burhaneddin'i de ziya1 Eflökl, Menâkibu'l-c:Arifin, s. 61, Tahsin Yazıcı neşri, Ankara, 1959. 2 Câmi, Nefehûtu'l-Uns, Ilâhiyat Fakültesi Kütüphanesi, No. 634; Menökib, s. 56-58. 3 Ma<örif, Firuzanfer nesri, önsöz, s. Yb. Sultön Veled'in ifadesi şöyledir: ZAr.

I. 4.4%

J15-.74:t J4'.1

j1 41.E Lf'n'

ı;":

r„ „., ,,ı u,

(:)L14

r_;p

L:k).

,*-)14

ısj° .tr. (.9:71P J-)

4?

L:3J°' ii°

1,4j1

(Velednâme, Tahran, s. 194); Maririf, s. Yb. 4 Kehif Sûresi: 65 5 Ma<örif, önsöz, s. Ye. 6 Ma'arif, Firuzanferin önsözü, s. Ye, Tahran, Çaphâne-i D'ânişgrıh.

163


ret etti. Seyyid yerde oturuyordu, hiç k ımıldamadı . Söhreverdi de uzaktan baş koyup oturdu. Hiç konu şmadılar. Bir zaman sonra Söhreverdi a ğlayarak kalktı. Müritleri ona neden, korıuşmadıklarmı sordular: "Hal ehli önünde hal dili lâzımdır, söz dili de ğil. Eğer hal dili olmazsa yaln ız söz ile sırlar çözülemez" dedi. Söhreverdi'ye Burhaneddin Muhakkik'i nas ıl bulduğunu sordular. Dedi ki: "Mana incilerinin ve Muhammedi s ırların dalgalariyle dolu bir denizdir. Çok açık olmakla beraber çok da gizlidir. Mevlana Celâleddin'den başkasının, onun hakikatine vakıf olduğunu sanmı yorum."' Seyid Burhaneddin'in vefat tarihi belli de ğilse de ufak bir dü şünce ile bunu çıkarmak mümkündür. Seyyid, Konya'ya 629 y ılında gelmi ştiz. Gelişinden dokuz yıl sonra öldü'. Bun.a göre Seyyid Burhaneddin, 638 y ılında vefat etmiştir. a. Tefsiri: Seyyid Burhan,eddin Muhakkik, Maarif adl ı bir eser yazmıştır. Bu eserin bir nüshasun Iran Vniversitesi hocalar ından Bediüzzeman Firuzanfer önce Selim Ağa 567 numarada bulmu ştur. 788 de istinsah edilen bu nüshadan 101 sene ön,ce ve müellifin vefat ından 49 yıl sonra 687 de istinsah edilmi ş bir nüshayı da Konya Yusuf A ğa kütüphanesinden temin etmi ştir (No. 2127). Bir iki nüsha daha bulup edisyon kriti ğini yaptığı bu eseri, Iran, Milli E ğitim Bakanlığı yaymlamıştır. Firuzanfer, eseri ıı Burhaneddin'e aidoldu ğunu kesin delillerle isbat etmektedir. Burhaneddin'in bu eseri bir tefsir niteli ği taşıdığı gibi sonunda da ayrıca Muhammed ve Fetih Surelerine yapt ığı tefsiri vard ır' Bu tefsir, Sülemrnin Hakaik'inden baz ı tasarruflarla Farsça'ya terceme edilmiştir. Bunun Burhaneddin'e aidoldu ğu kuvvetle muhtemeldir. Zira Konya nüshasnula bu tefsir, MaariPten önce yaz ılmıştır ve aynı katibin elinden çıkmıştır Üslap, mâârifin üslabuna çok benzer. Tefsire şiirlerle ş ahidler getirilmi ştir. Seyyid Burhaneddin, Hekim Senai Gaznevi'ye çok sevgi besledi ğinden sözlerini onun şiirleriyle süslemi ştir. Kendisi için: "Seyyid güzel konu ş uyor ama Senarnin, şiirlerini sözleri aras ında çok okuyor" demişler de Seyyid ş öyle cevap vermi ş : "Bu tıpkı şuna benzer: Güneş güzeldir ama ışık veriyor. Sanernin sözlerini zikretmek, kendi sözleri1 Menökibu'l-cArifin, s. 72. 2 Aym eser, s. 32. 3 Sultan Veled'in ifadesi, Maiiririn önsözü, s. Yb. 4 Burhaneddin'in tefsirini tabakat kitaplar ı almamıştır. 14Wilririn sonunda ne şredildiğini bana hatırlatan Prof. Feridun Nafiz Uzluk'a te şekkür ederim.

164


mi göstermek içindir. E şyayı güneş gösterir. E şya güne ş ışığında görülür'" Tefsirde de Senâ'in,in. şiirlerine yer verilmi ş olması , eserin Burhaneddin'e aidolduğunu gösterir. Müfessir, önce âyetin farsça mar ıasun verir, sonra tefsire geçer. Dedi ğimiz gibi tefsirler, Sülemi tefsirinden çevrilerek aktar ılmıştır. Herhalde Seyyid, on.un Hakaik'ini tetkik ederek sohpetinde bulunanlara anlatm ıştır. Surenin bütün âyetlerini de ğil, baz ı âyetlerini tefsir eder. Muhammed Suresi 18, yarım olaıı Fetih Suresi Tefsiri 8 sayfadan ibarettir. Açık ve kolay anla şılır olan bu kısa tefsirde zühd, ruh tasfiyesi, a şk ve ma'rifet ilk sufi üslubunda anlat ılır. Farsça tefsirler aras ına arada Arapça ibareler de girmektedir.

b. Tefsirinden örnekler: (Macâriften.): "Talat, askerlerle ayrılınca Allah sizi bir ırmakla deniyecektir dedi..."2 âyeti münasebetiyle ş öyle diyor: "Davud'un Câlut'u öldürdüğü gibi gönül Davud'u da nefs-i emmareyi öldürünce elbette Yüce Tanr ı gönül Davudu' ım mülk bah ş eyledi, ilim ve hikmet verdi. Tâlût, nefis Câlûtunu öldürmeğe azmedince kavmine vasiyyet etti ki bu yolda su vard ır. Bu su, dünya ve şehvetlerdir. E ğer susarsanız, zaruri ilıtiyacınızı giderecek kadar içiniz, emirle içiniz, emirsiz olarak ş ehvetlere uymay ınız. "pek azı hariç, hepsi ondan içtiler." O kadar binlerce ki şi aras ında bu dünyadan sabredenler birkaç ki şidir. "Kullarımdan bana ş ükreden azd ır."3"4

ji;_.Z5.:Onlar ki inkar ettiler ve Allah yolundan çevirdiler, Allah onların amellerini boşa çtkardt."4

lj

411 (.5,k) ‘.9*„.1 „el

415'

.dlA; 45-£1

:

Sehl diyor-

ki: Bu kâfirlerden maksat, tevhidi inkâr edip Allah'a ortak ko şardardır. Bazıları demişler ki bu kâfirlerden maksat münkirler de ğildir, n.imeti inkâr edenlerdir. Yani nimetin şükrünü yapmıyanlar ve Allah' ın nimetlerini inkâr edenler, dava ile me şgul olanlar, hakikatini bilme1 Fihi Mafih, Tahran 1:Tniversitesi yay ınlarından, s. 207 (Maârif. önsöz, T.). 2 Bakara Sûresi: 249. 1,13 3 Seb'e Sûresi: 13. 4 Maârif, s. 16. 5 Muhammed Sûresi: 1.

16


dikleri şeyleri iddia ederılerdir. O kimse ki Tanr ı'ya ortak ko ş ar, o mutlak kâfirdir. Yani ona karirıesiz olarak kâfir denilir. Nimet° şükretmiyene ise mutlak kâfir denmez, karine ile kâfir denir.— Sana hizmet eden, seni öven birine sen. elbise verirsirı , sevgi beslersin... Bunun mutlak kâfirleri kasdetr.; mediğine bir delil de (< e.+1 Amellerini bo şa çı kardılar" sözü:

dür. Bir kimse senin çırağın olur ve serıden fayda görür, senin sevgini kazan ır da sonra gidip ba şkalarına "Bu fayda bana kendimden. gelmi ştir, kimsenin bana bir iyiliği yoktur" derse senin ona kar şı sevgin kalmaz. Asla sen onunla beraber olmazs ın. Asla o nanköre s ırlarını söylemezsin."1 II

431

e

: Bil ki Allah'tan ba şka Tanrı yoktur."2 Bu, seni seçen

Tanrı'ya iş arettir. Kim lâilâhe ilâllah Muhammedun Rasulullah' ı küçüklüğünden edindi ği bir alışkanlıkla söylerse o aptald ır. Zira çocukluk halinde kalmıştır. Kim bunu iki cihan ın iyiliğine kavuş mak için söylerse o perdelidir, Hak'tan habersizdir. Kim bu ihlâs kelimesini ihlâss ız söylerse o da t ıpkı temiz suya necis kar ıştırıp onunla yıkanan kimseye benzer...'"

1 Macârif sonunda Mul.lammed Süresi Tefsiri, s. 78. 2 Muhammed Süresi: 19 3 Maârif, s. 82.

166


ÜÇÜNCÜ BÖLÜM

IŞARI TEKIRIN VANDET-İ VÜCUT ETKISI ALTINA GIRMESI A- İBNU'I-(ARAB İ , MUI:IYIDD İN ibn 'AL İ , EBUBEK İ R (560-638/ 1165-1240): Tasavvufi-i ş ari tefsir alarunda en önemli insan, Muhyi'd-din ibrı al-Arabi'dir. Onunla birlikte i şari tefsir, tamamen vandet-i vücud felsefesinin tesiri altına girmiş , çok aşırı te'viller yapılmağa başlanmıştır. İbrıul-Arabi, geniş ihatasiyle tasavvufta ve i şari tefsirde bir ç ığır açmıştır. Artık basit manada zühdi tefsirler yerine gayet kompleks felsefi tefsirler, vandet-i vücud yönünde nazari te'viller devri ba şlamıştır. Muhyi'd-din al-Arabi, 17 Ramazan 560 (1165) tarihinde Er ıdülüs'ün Mursiye şehrinde do ğdu. Sekiz ya şında babasiyle beraber İşbiliye (Sevilla). ye geldi. Henüz çocuk denecek ya şta kendisiyle görü şen ibn Rüşd, onunla görüştiiğiinden son, derece memnun, kalm ıştı. Birçok şeyhlerden istifade eden İbnu'l-Arâbi'nin ilk ş eyhi, okumas ı yazmas ı olmayan, fakat manevi tekamülde çok ileri gitmi ş bulunan Ebu Ca(fer al-Trayni'dirl. Bundan ba şka Yüsuf Salih al-(Adavi, Ebu `Abdillah a ş-Şarafi, Ebu Yalıyö. asSarıllâcl, Ebu'l-Haccâc Yfısuf aş -Subarbuli ve Risöletu'l-Kuds'ürıde saydığı 55 şeyhten feyz alm ıştır. İbnu'l-cAarabi 590 (1194) y ılında seyahate ba şlamış , Tunus'a gelmi ş , 591 (1195) te Fas'a geçmi ştir. 595 (1199) da Kurtuba'da !bn Rü şd'iin cenaze merasiminde haz ır bulunmuş , 597 (1201) de Ma ğrib şehirlerinde gezmiş2, ertesi yıl hac gayesiyle Mısır'a gelmi ş , Kahire'de Takiyyu'd-din Abdurrahman' ın. elinden Hızır'ın hırkasmı giymiştir3. Mısır'dan Kudüs'e geçen İbnul-(Ara1 Risâletu'l-luds, s. 9, MIGUEL ASIN PALACIOS ne şri, Madrıd-Granada, 1939. 2 Bkz. al-Futübâtu'l-Mekkiyye, II. 290, Rahire, 1269, 161. bab, S ıddikiyyet ile nübüvvet makamını bilme hakkında; Prof. Ahmed Ate ş, işlâm Ansiklopedisi, VIII. Ibnu'l-Arabi maddesi. 3 Futuhât, I. 187, Mısır, 1329; Islâm Ansiklopedisi.

167


bi, buradan yaya olarak Mekke'ye varm ış , 598 (1202) yılı hac farizas ına yeti şmiştir. İki yıl Mekke'de kalmış , burada bulundu ğu sırada aslen Isfahan'h olan Mekinu'd-din Ebu' ş- Şuca' Zahir ibn Rüstem ve bunun k ız karde şi Fahru' n-Nisa ile dost olmu ş , bu zattan Tirmizrnin kitab ın.' dinlemi ş , hem kendisinin hem de kız karde şi Fahru'n-Nisa'nın bütün rivayetleri hakk ında icazet almıştır' Bu ailenin genç kızı Aynu'ş - Ş ems Nizam'ın sohpetine riâyet güzelliğini övmekle bitiremedi ği bu kız için yazd ığı şiirleri Tercumanu'l-E ş vak adlı divanında topladığını , bu kızla babalı k ruhuna yakışmıyan. bir alâkanın hatıra getirilmemesini, bu şiirlerde tasavvufi manalar kasdetmekle beraber "And ığım her isimle ondan kinaye ediyorum, i ş aret etti ğim her evle onun evini kasdediyorum" demektedirz. Bu k ız hayali bir ş ahıs da olabilir. 601 yılı hac mevsimi sonun.da Anadolu hac ıların ın daveti üzerine onlarla birlikte Bağdad üzerinden Anadolu'ya gelmi ştir. Malatya'da hacdan beraber geldiği Mecdu'd-din ishak'm evinde kalan Ibnul-Arabi, onunla beraber Konya'ya gitmi ştir. Mecdu'd-din bir müddet sonra Sultan Keyhusrev'in oğlu Keykavus'a hoca tayin. edilerek Malatya'ya gönderilmi ştir. IbnulArabi bun,dan sonra Ba ğdad'a uğrayıp 602 (1205)te Kudüs civar ında, 12 Ş aban. 603 (22 Mart 1207) de M ısır'da, 604 (1208) de Mekke'de eski dostu ve güzel Nizam'ın, babas ı Mekinu'd-din'in yanında bulunmaktadır'. 606 (1209) da Konya'da Risaletu'l-Envar' ı yazmaktad ır. İki yıl sonra 608'de Ba ğdad ve I-Ialep'te bulunmu ştur4. Biraz sonra 612 (1215) de Konya Aksaray' ına gelmiş , aynı yıhn Ramazan, ayında Sivas'ta bulunmu ştur. Daha sonra Malatya'ya gelmi ştir. Burada uzun müddet kalm ış , dostu Mecdu'd-din Ishak'ın oğlu Sadreddin Konevryi yeti ştirme ğe baş lamıştır. Oğlu Sacdu'd-din Muhammed 618 de burada do ğmuştur5. Nih.ayet 627 yılında Ş am'a yerle şmiştir. 28 Rebiülâhir 638 (16 Ekim 1240) tarihinde 78 ya şında iken. vefat etmi ştir, muhteşem bir cenaze merasimiyle Kasiyun Da ğ' ı eteğinde bulunan türbesine defrıedilmiştir6. a. Kişiliği: Dörtyüzden fazla eser veren Ibnul-Arabi, ilmini do ğrudan doğruya Allah'tan aldığını söylemektedir. Ona göre ken.disinin hiçbir iradesi yoktur. Kendisi Allah'ın kapısında boynu bükük, O'nun. emrine muntaz ır durmakta, o kapıdan. ııe sızarsa onu yazmaktad ır. Kalbine gelen. bilgileri yazmak husu1 Ibnu'l-cArabi, Tereumânu'bE şvüls, s. 7, Beyrilt, 1966. 2 Aym eser, 9. 3 Futiibât, II. 418, 188. bab, Ru'ya hk; Isl. Ansiklopedisi. 4 Abmed ibn Muhammed, Negiu';—Pb, II. 362. 5 Futâbât, II. 369, GAL, I. 83; Ahmed Ate ş, Islam Ansiklopedisi. 6 Ahmed Ateş, ibnu'MArabi Islâm Ansiklopedisi, VII. 533-55.

168


sunda o, muhtar de ğil, mecburdur. Hiç kimse kendisinin. vard ığı ilmi seviyeye varmamıştır. Öteki yazarlar kendi iradeleriyle yazarlarken o, Allah'm iradesiyle yazmaktad ır. Onun için. ş öyle bir klyaslama yapar: "Bana falan rahimehullah, falan rahimehullahtar ı n.akletti" diyen yazarla, "1-.1addani kalbi <an. Rabbi: Kalbim, Rabbimden bana nakletti" diyen. yazar aras ında ne kadar fark vard ır! Bir de bu yazarla "Bana Rabbim, Rabbimden nakletti; yani Rabbim kendi kendin.den nakletti" diyen yazar aras ında n.e kadar fark var! Birin.cisinde e şyaya ba ğıml ı Rabba i ş aret varken ikincisinde e şyaya ba ğımlı olmayan soyut rabba i ş aret vard ır."' âdeta nazariyeHemen her vesile ile bu sözleri tekrar eden, sinin kabulü için buna dikkati çekmeyi gerekli görmektedir. Nazariye akla ne kadar uzak olursa olsun Allah söylemi ş olduktan sonra ona inanmak zaruri olacaktır. "Bizim maksadımız kendimizden bir şey yazmak de ğildir. Bu bir hatırlatmadır. Biz onu çektik, kendisinden kaybedip bizimle var eyledik. Biz onun kulağı, gözü olduk. Sonra onu size sunduk ki onunla cahilliğin ve kâinatın karanlıklarından kurtulas ınız. Biz onun, size hitabetti ği lisanı olduk." İbnul-Arabi, sözlerinin Kur'an oldu ğunu söyliyecek kadar ileri gitmiş tir. "Bu, bundan. dolayı O'nun zikridir ve Kur'an'd ır."2. at-Tanazzulatu'l-Mavs ıliyye'sin.de şöyle diyor: "Ruhu'l-Emin kalbime inince terkibim da ğılıyor, bana zan, tahmin ve şüpheden uzak bilgiler veriyor.'". Burada inen mele ğin Peygamber'e inen. Cebrail olmay ıp sadece bir melek oldu ğ unu, bütün melekler emin olduğu için, kendisine gelen mele ğe Ruhu'l-Emin, dedi ğini' ve aslâ Peygamberlik iddias ında bulunmadığım söylüyor'. 595 yılı Ramazan ayının sadece 11 gününde yaz ıp bitirdiği ve cidden Arap edebiyat ının ş aheserlerinden. olan Mevâkiu'n-Nucum adl ı eserinde de şöyle diyor: "Bu kitap kimin eline geçerse Allah' ı n ona olan tevfikine güvensin, çünkü bu, büyük faydadır. Bunun derecesini tarif edemem. Yaln ız şunu söyliyeyim ki Yüce Allah'ı iki defa ru'yamda gördüm, bana diyordu ki: Kullanma ö ğüt ver. İşte sana en büyük ö ğütüm budur. Tevfik Allah' tandır."6 1 FutfıhAt, 72, Kahire, 1329. 2 Futuhat, I, 70-71, Kahire, 1293. 3 at-Tanazzulâtu'l-Mavs ıliyye, Murat Molla, No. 162, varak 7a. 4 Aynı eser, varak 7b. 5 Futuhat, III. 372. bab.

1:.1;

J • •

.

LOJI

L:31> J

•. :•ç

j

j

I

I je.! L.

d'."k, I

Lit:::.

. ;_jg..11

L5.0.51 jt.t•

j :31

r«.›..":U

j

6 Aym eser, I. 334, Kahire, 1329, I. 46, Kahire, 1293.

169


Ibnu'l-Arabi, kendisine Hatemul-Velaye unvarun ı vermi ştir. Nas ıl Hz. Peygamber, peygamberli ği tamamlamışsa o da veliliği tamamlamıştır. Peygamberimizin bir te şbihi vardır: "Ben. peygamberler aras ında tıpkı bir ev yapıp bir tek kerpici eksik gelen adama benzerim. I şte o kerpiç benim. Benden sonra Peygamber yoktur." İşte Ibnul-Arabi de kendisini yel:ayet evinin duvarına konan son kerpiç sann ıaktad ır.1 Kendisi felsefi yoldan. giderse de bunu felsefe kabul etmez, ilham ve keşf ile aldığı m söyler. Fikri-nazari yoldan, hakikate ula şacaklarm ı iddia edenlere çatar. Fususul-Hikem'inde bütün peygamberlerle görü ştüğünü ileri sürer: "Bil ki Hak, bana A.dem'den Muhammed (s.a.v.)e kadar gelen bütün. peygamberlerini bir meydanda gösterdi. O s ırada Kurtuba'da idim (586/1190). Onlar içerisinde benimle konu ş an, sadece Hud Aleyisselâm oldu. Bana orada toplanmalarnım sebebini sordu. Had, iri yapıh, güzel çehreli, güzel konu ş an, işlerin iç yüzünü bilen ve açan, bir kimse idi..."2 Fususu'l-Ilikem'de 27 peygamberden her birine bir fas ıl ayırmıştır. Yirmi altıncı fas ıl, Hz. Muhammed'in selefi kabul etti ği ibn Sinan aVAbsi'ye aittir. Bu fas ıllarda kerıdi felsefi görü şlerini peygamberlere ba ğhyarak takdim eder. Kendi ifadesine göre bu kitab ı Hz. Peygamber (s.a.v.) 627 yılı Muharreminin son on, gününde yani kendisi 65 yaşında iken Şam'da ken.disine vermi ş ve faydalans ınlar diye bunu insanlara duyurmas ını emretmi ştir2. Kitabın üsl'ubu ve fikirleri, bunun, mülhem bir kitap de ğil, ibrıul-Arabinin. kendi mahsulü olduğunu gösterir. Mesela alt ıncı Faşş'ta arifin te'lihi (ene'l-Hakk) hususunda şöyle diyor: "Bu öyle bir s ırdır ki ehlullah bunu izhar etmekten sak ınır, kıskarurlar. Kendilerinin, Hak olduklar ı iddialarının reddedilmesi korkusuyla bu s ırrı söylemezler."3 Futuhatında da bilgilerinin tamamen ke şif ve ilham olduğunu, bunları doğrudan doğruya Allah'tan aldığım söylemesine ra ğmen, kendinden önce yazılmış bütün eserleri okuyup bir terkibe vard ığı bellidir. Kendisi Islam ilimlerini gayet iyi biliyordu. Cüneyd'in, Sülemrnin, Gazali ve Ku şeyri'rıin eserlerini sık sık okuduğu, Futuhatından. ve Musamaratu'l-Ahbar' ından anlaşılmaktadır. Harfleri birer canl ı varlık, aralarında peygamberleri olalı birer millet kabul edip hayali manalar ç ıkaran, Ibnu'l-cArabi: "Ebu Talib al-Mekki' 1 Aym eser, I. 416, Kahire 1293, I. 318-319, Kahire, 1329. 2 Fuşuşu'l-Iiikem, X. Fa şş, I. 110, Ebu'l-<Alâ `Afifi ne şri, Kahire, 1365-1946. 3 Aym eser, I. 47. 4 Aym eser, I. 89.

170


ye göre Ceberut âlemi, harfler âlemindendir."' "Ihnu Barracân, astronomik yoldan giderek bu manay ı çıkarmış , keşfini gizlemiş tir"2 sözleriyle bunu kitaplardan ö ğrenmi ş olduğunu açığa vurur. Öyle anla şılıyor ki o okuduğu kitaplarm tesirinde kalm ış , öğrendiği yaygın bilgiler zihninde yığılmıştı . Tabii ibadet ve riyazetiyle gördü ğü keşifler, yaşadığı, ruhani haller de bunlara eklenin.ce gayet yüksek fikirleri yan ın,da bazı çelişik ve hayali sonuçlara da varmıştır. Belki zihninde y ığılıp benliğini derinden etkiliyen. bu dü şünceler, riyazetlerine karışıp şekillenerek kendisine ke şif gibi görünmüş de olabilir. Burıdan dolayı bilgiuler onun hakkında üç gruba ayr ılmışlardır: 1) Birinci gruba göre Ihnu'l-Arabi büyük bir âlim, bir mür şid-i kâmildir. Yazdığı kitaplar, onun kudretinin büyüklü ğünü gösterir. Gerçekten. o şeyh-i ekber denme ğe lâyiktir. Kadi Sihabu'd-din Ahmed az-Zebicli, Cemâlu'd-din Muhammed al-Kirmâni, Mecdu'd-din Firuzâbârli, Seyhul-islâni Ibr ı Kemal, Abdurrazzâk Munâvi, Devvâni, <Abdul-Gani arı -Nablusi bu görüşte olan bilginlerdendir. 2) ikinci gruba göre islâmın itikadi, ameli ve ahlaki esaslar ı Kur'an, Sünnet ve büyük müctehidlerin icmaiyle sabittir. Gerçek mutasavv ıflar ve bütün, bilginler dini tabirlere riayet edegelmi şlerdir. Yanlış telâkkilere, sap ıtmaya sebeholacak yazılar ve sözler kabul edilemez. Hele zarurat-i diniyye denilen Allah'ın ezeliliği, yaratıkların sonradan olu şu gibi inanç sorunlarına aykırı sözler söylemek, islâm ile ilgiyi kesmektir. Kimse son.undan emin olamaz. En yüksek mertebeye eren. de böyle bir ayk ırılıkla düşer. Muhy-i'd-din Arab' kudretli bir bilgindir ama dini ölçülere ayk ırı sözleri vardır. Bu sözlerin bir kısmı sahibinin fıskını, icmaa aykırılığnu, bir kısmı da iman dairesin.den büsbütün ç ıkmasını gerektirir. Ibnu'l-cArabi, bütün. akidelerin do ğru olacağını, bütün putlarm bir parça tanr ılığa sahip bulunduğunu, dinlerin bir oldu ğun.u, bütün eşyada tanr ılık bulunduğunu, tanrılık iddia edenin. davas ında do ğru olduğunu, Fir'avn'in. tertemiz gitti ğini, mescitte cürrüp ve hayz halinde durmamn mubah oldu ğunu... iddia etmekle dinden. çıkmıştır'. ihnu'l-cArabrnin. en kuvvetli muhalifi Ibnu Teymiyye'dir. Ibnu Teymiyye, Ibnu'l-cArabi'nin. eserlerini tetkik etmi ş , cidden derin. bir vukufla cevaplar vermi ş, orıu şiddetle tenkidetmi ştir. Şeyh cAlâu'd-devle Simnâni, cAllâme Cezeri, ibn (Abdi's-Selâm Takiyyu'd-din ibn Dakik, Zeynu'd-din al-cIröki, Sa(clu'd-din Taftzâni, Sirâcu'd-din Ebu Ömer ibn Hâcib bunlardand ır. 1 Futuhat, I. 72. 2 Futiihrıt, I. 75, Kahire, 1293. 3 cAliyyu'l-Kârt, Risâle Vahcleti'l-Vueud, s. 59-61, Istanbul, 1294.

171


İslam âleminde muhalifleri çok olmakla beraber, İbnu'l-Arabi'nin fikirleri geni ş bir yayılma alanı bulmuştur. Muhalifi olan bilginler dahi onun fikirlerinin etkisinden kurtulamam ışlardır'. ibnu'l-(Arabrnin en çok muhalefete sebebolan görü şleri özetle şöyledir: 1-Adem Fasssında: "O'nu tesbih ederim ki O, t ıpa tıp insanın kendi kendine nisbeti gibidir" 2-"İnsan ezeli, sonradan olmu ş (hâdis), daimi, ebedi ne ş'edir". 3-"Biz Hakkı ne ile niteledikse biz de o niteli ğin aynıyız, Hak da kendisini bizimle niteledi. Ne zaman O'nu görsek, kendimizi görürüz; ne zaman O bizi görse kendisini görür." 4-Şit Fassında: "Bu ilim yaln ız resullerin hatemine ve velilerin hatemine nasibolmuştur. Diğer peygamberler ve resuller bu ilmi Resuller Hateminin fenerinden ald ılar. Veliler de bunu Veliler Hateminin fenerinden ald ı. Hattâ Resuller Hatemi bile bu ilmi gördü ğü zaman Veliler Hatemi fen.erinden görürdü. Demek ki peygamberler, velâyetleri itibariyle bunu veliler hatemi fenerinden görürler. O halde Resuller Hateminin, velâyeti bak ımından veliler hatemine oran ı, resul ve nebilerin Resuller Hatemine oran ı gibidir." 5-İshak Fassında: " İbrahim (A.) oğluna dedi ki: "Oğlum ben ruyada seni kesiyor görüyorum" 2 Uyku hayal âlemindendir. İbrahim'in, ruyayı misal alemine uygun tabir etmesi gerekirdi. Çünkü koç, ibrahim'e o ğlu şeklin,de göründü. Allah onu, oğluna kar şılık büyük kurban olmak için kendisine vermişti. Bu, tıpkı Peygamberimizin, ruyada süt görüp bu ııu ilim ve yakinle tabir etmesi, Yusuf Aleyhisselâm' ın inekleri yıllar olarak yorumlamasına benzer. İbrahim, koçun, oğlu şeklirıde anlamah ve o ğlu yerine koçu kurban, etmeli idi. Ruyay ı zahirin,e yorup ictihad ın.dan yollara düştü". 6-İsmail ve Eyyub Fassmda, keza Futuhatta: "Kafirler Nardan (ate ş1 Şu olay, zahiren onu tenkid eden baz ı bilginlerin, gerçekte onun nas ıl etkisinde kaldıklarını göstermesi bakımından enteresand ır: Şafii bilginlerinden (Izzu'd-din `Abdu's-Selâm, bir gün ders meclisinde otururken zmd ık sözü geçer. Kelimenin kökünün Arapça ını yoksa Farsçadan Arapçala şmış mı olduğu konusu ortaya atılır. Kelimenin Farsça Zen-i llin'den geldi ği, içinde küfür ta şırken dıştan mü'min gözüken kimse, manasma geldi ği söylenir. Talebelerinden biri sorar: "Mesela kim gibi"? Şeyhin yanında oturanlardan biri " Ş am'daki Ilmu'l-Arabi gibi" der. Şeyh sesini çıkarmaz, reddetMeZ. Oruçlu olan şeyhin hizmetçisi, ak şam şeyh ile beraber sofraya oturmu şken şeyhten zamanın kutbunu sorar. Şeyh güler ve "Muhyi'd-din Arabi'dir" der. Hizmetçi hayret eder Zira derste Ibnul-(Arabi için "Zındık" diyene ses çıkarmıyan şeyh, burada onun kutb oldu ğunu söylemektedir. Şeyh der ki: "Sus, oras ı fakihler meclisi idi." (Nefl ıu't-Tib, II. 376-77. ) 2 %int suresi : 102

172


ten) çıkmazlarsa da sonunda azap kendilerine tatl ı olur. Cehennemin ate şinden, kızgın sudan zevk al ırlar; nas ıl cennettekiler ebedi nimetten lezzet ahyorlars a ." 7—Musa Fassnıda ve Futuhat'ta: "Fir'avn mü'min olarak öldü, tahir ve mutahhar (tertemiz) olarak ruhu al ındı. O'nun "Alemlerin Rabbi nedir?"' diye Hakk' ın hakikatinden sormas ı doğrudur." 8—Musa Fass ında: "Yüce melekler dolaylı olarak unsurlardan yarat ılan bütün yarat ıklardan üstündür. İnsanlı k rütbe itibariyle yersel ve göksel meleklerden üstündür. Yüce melekler de "Böbürlendin mi, yoksa yücelerden mi oldun?" tanr ı nassımn ifadesi gereğince bu insan türünden üstiindür." 9—Futuhat'ta: "O Allah' ı tesbih ederim ki icadettiği eşyanın aynıdır." 10—Nuh Fassında: "Hakikat ehli yan ında tevhid de tenzih, tecrid ve takyidin aynıdır. Allah'ı tenzih eden, ya Rabbi bilmiyor veya edebi az, gafildir. Zira Hak, bütün y-arat ıklarda meydana ç ıkmıştır. Her kavramda görünen O'dur. Te şbih edip Hakk' ı kayıtlı ve sınırlı gören, O'nun mabud olduğunu bilmiyen, tenzih etmiyen de böyledir. Te şbih ile tenzihi birle ştirenlerdir ki Hakk'ı gere ği gibi bilmişlerdir. Yalnız bir tarafı görmek eksikliktir." 11— İdris Fassında: "Ebu Said, nefsini kasdederek Hakk'm vecihlerinden bir vecih ve lisanlarından bir 'ismi olduğunu söyledi, zıtları toplamadan kullarm Rabbim bilmedi.", "Harrâz ise: Allah Ebu Said al-Harrâz ve ai ğer sonradan. olmu şların isimleriyle adlan.m ıştır dedi." 12—Nuh Fassında: "E ğer Nuh, te şbih ile tenzih arasm ı birleştirip kavmini buna çağırsaydı kendisine uyarlard ı. Fakat o, aç ıktan te şbihe gizlice de tenzihe ça ğırdı ve "Ben kavimimi gece te şbihe, gündüz tenzihe ça ğırdım" dedi." 13— Nuh Fassında: "Büyük bir tuzak yapt ılar" 2 âyetinde "Allah'a davet, çağırdan ile tuzaktır." Birkaç sat ır sonra: Mekirlerinde dediler ki: "İlethlarımzı bırakınayın" eğer onlar tanr ılarmı bıraksalard ı bunlardan terk ettikleri kadar Hakk' ı bilirlerdi. Zira Hakk' ın her mabudda özel bir vechi vardır. Bunu bilen bilir, bilmeyen bilmez." 14—"Onlar Allah' ı bilme denizinde bo ğuldular da kendilerine Allah'tan başka yard ımcı bulamadılar. Yard ımcıları Allah oldu. Allah'ta helâk oldular. Eğer Allah onlar ı kenara çıkarmasayd ı bu yüksek dereceden. indirmi ş olurdu." 15—" İbrahim Fass ında: "O bana hamdeder, ben O'na hamdederim; o bana ibadet eder, ben O'na ibadet ederim"'. 16— Hud Fassında: "Bizim vücudumuz Hakk' ııı gıdasıdır, O da bizim gıdamızdır" 1 Şuara sûresi : 27 2 Nuh sûresi : 22 3 Nuh sûresi : 23

173


17—"Sakın bir inanca ba ğlamp diğerlerini inkâr etme, bu takdirde birçok hayrı kaçırmış olursun, hattâ hakikati ııi bilmeyi tamamen kaybedersin. Sen bütün itikadların heyillâsı ol. Zira Allah bir inanc ın tekelin.e b ırakılmaktan daha büyüktür. O "Nereye dönerseniz, Allah' ın vechi orasıdır." diyor. "Oarada" demiyor da "Samma vachullah: Oras ı Allah'ın vechidir" diyor. Bir ş eyin vechi, hakikatidir." 18— Suayb Fassında: "Bir ş ahsın inandığı tanrı, diğerinin inandığı tanrı= aynı değildir. Herkes kendi inanc ını savunur, ötekinin inanc ını kötüler. İnsaflı olsa, ba şkasının inancını yermez. Eğer Cüneyd'in: "(Siifinin) rengi suyun. rengidir" sözüniin, manas ım bilse, herkesin inancını kabul eder ve Allah'ı her suret ve itikatta bilir. Ama o zan sahibidir, ilim sahibi de ğildir. Nitekim Hak: "Ben. kulumun benim hakkımdaki sanısına göreyim" demi ştir. Yani ben ona ancak itikad ı suretinde görünürüm. Ister mutlak dü şünür, ister bağımlı. Bağımlı tanrı sınırlıdır, kalb onu alır. Oysa mutlak tanr ıyı hiçbirşey almaz. çünkü o, bütün e şyam'', aynıdır. Bir şey için o, kendi kendini içine al ıyor veya almıyor denmez." 19—"Bütiin âlem tamamen arazlardan ibarettir. Her an yok ve var olur. E ş 'arilerde cevherlerin de ği şmediğini, arazlarm de ğişip yenilendiğini söylüyorlar. İlınu'l-Arabi'nin ta şlanmağa sebebolan sözü bu de ğil, buna bağlı olan şu hükmiicliir: "O halde her anda mükellef, kendisinin gayr ı olur. Ahirette de dünyadaki varlığının gayri olarak haşrolunur. Azap ve sevap, itaatkâr ve âsiye de ğildir" 20—Uzeyr Fassmda: "Resulün velâyeti, nübüvvetinden üstündür" 21—İsa Fassında: " İsa ölüyü diriltti ğinden dolayı baz ıları Hakk'ın on.a etti ğini (girdiğini), bazıları onun Allah olduğunu söylediler de kâfir oldular. Yüce Allah da: "Allah Meryem oP,lu Mesih'tir diyenler kafir oldular" 2 dedi. Onlar bu sözün, tamamında küfr ile hatâyı birleştirdiler. Zira yaln ız Allah'tır sözleri veya yalnız Meryem o ğlu Mesih'tir sözleri küfür de ğildir. Ama bu iki sözü beraber söylemeleri (yani hem Allah, hem Meryem o ğlu Mesih deyip ikilik dü şünmeleri) küfürdür." 22—Harun Fassında: "Allah Harun,'u buza ğıya tapanlara musallat eylediği gibi Musa'ya da musallat eyledi. Ta ki Allah'a bütün suretlerde ibadet etsin. Bundan dolayı cihanda hiçbir şey kalmad ı ki onda (Tanrıya) ibadet edilmesin.. Ya cisimlere, y ıldızlara tapanlara gibi teellühi ibadet, ya da mala, mevkie tapanlar gibi tasahhuri ibadetle ibadet edilir. Allah'tan ba şka en çok tap ılan şey heva (arzu) dur. Yüce Allah buyurmu ştur: "Havas ını tanrısı yapanı gördün mü?" 3 1 Bakara : 115 2 Maide sûresi : 17 3 Cû'Siye : 23

174


23— Musa Fassında: "Fir'avn, Allah' ı âlemin aynı gördüğünden sözünü bu esas üzerin.e kurmu ş "eğer benden başka tanrı, edinirsen elbette seni hapsedilenlerden yaparım„ demişti . 24—"Fir'avn, hüküm mevkiinde ve k ılıç sahibi oldu ğundan, "Ben sizin en yüce rabbınızım"2 Gerçi herkes birbirine göre rabd ır ama ben yüce rabb ım. Çünkü ben görünüşte kudretli hüküm sahibiyim demi ştir. Sihirbazlar onun bu davada doğruluğunu bildikleri için onun, tanr ılığun inkâr etmediler, bilâkis: "Sen ancak bu dünya hayat ında hükmünü geçirirsin" 3 diyerek bunu kabul ettiler. Binaenaleyh ouun: " Ben sizin en yüce rabb ınızım" sözü do ğrudur. Zira onun gayr ı Hakk'ın aynı ise de surette Hakk' ın, aynıdır (hükümde değil)..."

4

Ibnu'l-cArabi'n,in, görü şlerini red için yazd ığı risalede cAliyydl-Kâri "dinde muhafazakâr olan ibnulArabrnin, kendisi hakk ırıda bir şey dernekten kaçmmıştır. "Çünkü onun hakkında bilginlerden kimi s ıddik, kimi zındık demiştir. Belki de teybe etmi ştir. Ama kitaplar ını okumak haramd ır. Çün.kü kitapları, iman ve tasdik gereken konularda islâm inançlar ına aykırı şeylerle doludur"5 demektedir. Ibnu'l-<Arabrnin üzerine y ıldırımları çeken görü şü, onun vandet-i vücud nazariyesinden ziyade bu nazariyeye dayanarak ileri sürdü ğü bu görüşleridir ki kendisinin sözleri aras ında bu hususlarda çeli şiklik görülmektedir. Sayısını bilemiyecek kadar kitap yazan bir insan ın sözlerinde çeli şiklik olması muhtemel oldu ğu gibi bunların, başkaları tarafından onun eserlerine sokulmuş olması da muhtemeldir. Vandet-i vücud Risalesinde Ibnu'l-Arabrnin yukar ıda özetledi ğimiz 24 fikrine itiraz etmektedir. 3) üçüncü gruba göre Şeyhi Ekber'e güzel zan. beslemeli, fakat kitaplarını okumamandır. ibnu'l-(Arabi hakikaten büyük bir insan.d ır. Ibadet ve taat hususunda son derece gayret sahidir. Eserlerinin. ço ğu da kitap ve sünnete uygundur. Ama ittihad ve hülide dair yaz ıları da vardır. Bunları okumak zararl ıdır. Zehebi onun hakkında şöyle diyor: "Geni ş konuşma gücüne, keskin zekâ ve hafı zaya sahipti. Tasavvufu çok iyi incelemi şti. İrfanda telifleri çoktur ama ke şke sözlerinde ve şiirlerinde ş athı olmasaydı ! Belki de bunları sekir halinde söylemiştir. Kendisine iyi zarı, beslemelidir."6 1 Şuarû sûresi : 29 2 Nrızrrıt sûresi : 24 3 sûresi : 72 4 Bkz. Risale Vandeti'l-Vudud, s. 75 - 103 5 `Aliyyu'l-1“ri, Risale, s. 62. 6 Neflıu'-'111) min Gusni AndalusPr-Ratil ı, II. 366, Mısır, 1367 /1949.

175


Tenzihu'l-Gabi calâ Tenzihi Ibni'l-cArabi adl ı eserinde şöyle diyor: " İbnu'l-Arabrnin veli oldu ğuna inanmah, fakat kitaplar ına bakmayı haram sayınalıdır. Kendisinin de: "Biz öyle bir toplulu ğuz ki kitaplar ımıza bakmak haramd ır" dediği rivayet edilir. Sufiler, kulland ıkları terimlerle bilinen man.alardan ayr ı manalar kasdetmi şlerdir. Kim bu sözleri zahir ilim erbabı arasında bilinen manalara çekerse küfür olur. Gazali bunu baz ı kitaplarında açıklamıştır• "Bu sözler, Kur'an ve sünnetin müte ş abihine benzer. Kim bunu zahirine çekerse küfürdür" demi ştir'. ibnul-Arabi'nin, yanlış anlaşılan sözleriyle bilinen manay ı kasdetmediğini pekiştirmek için, şu misali verirler: Bir gün müritlerinden biri onun şu şi'rini okumu ş :

: Ey beni gören

ve benim kendisini görmediğim! Ne kadar O'nu görsem, O beni görmüyor. Dinleyen biri itiraz ederek demi ş ki: "O'nun. seni gördü ğünü bildiğin halde nasıl görmedi ğini söylüyorsun?" ibnu'l-Arabi, hemen şöyle demiş :

&.

\e,L. *1)1

r

Ey beni suçlu gördüğü halde kendisini eezaland ırıcı görmediğim: Ne kadar ben kendisini nimet verici olarak görüyorum da o ben,i teybe edici görmüyor. Bu da gösteriyor ki şeyhin sözünde zahir mana kasdedilmemi ştir."2 ibnul-Arabrnin. savunucusu olan ve Futuhat' ı özetliyen Abdu'l-Vahhâb Sa'râni. de ş öyle diyor: "Futuhat' ı özetlerken ehli sünnet mezhebine aykırı düşen birçok şeyler gördüm. Bunlar ı muhtasara almad ım. Ben sanıyordum ki bu attıklarım, Şeyh Muhyi'd-din'in kendi sözleridir. Nihayet bize değerli âlim Semsu'd-din Seyyid Muhammed ibn as-Seyyid Ebrt-Tayyib alMedeni (955 /1548) geldi. Bu hususu onunla konu ştuk. Bana Konya'da Şeyh Muhyi'd-din'in el yazması nüsha ile kar şılaştırdığı bir nüsha çıkardı. Orada benim ehli sünnete muhalif bulup kald ırdığım şeylerden hiçbirini göremedim. Anlad ım ki bugün Mısır'daki nüshalarm hepsi şeyhe iftira için ehli sünnet inançlarına aykırı şeyler sokulmuş , tahrif edilmi ş bir nüshadan yaz ılmıştır. Onun Fusus ve öteki kitaplarma da ayn ı şeyler yap ılmıştır "3 Galiba en isabetli görü ş , bu üçüncü grubun görü şüdür. Zehebnıin, ib1 şei'eratu"i-2eheb, V. 191; at-Tefsir vag-Mufssirun, III. 75. 2 Nefhu't-rilı, II. 367. 3 at-Tefsir val-Mufessirun, III. 76.

176


rıu'l-<Arabi için: "Muhayyilesi fesada u ğradı"' sözü kabule sayan de ğildir. Çünkü Ibnu'l-cArabi' ılin geniş bilgisi, onun hafızası= kuvvetini gösterir. Ancak şöyle bir düşünce yürütülebilir: Riyazetle fena fillâh haline geldi, orada kaldı, her şeyi yok gördü. Bu hali atlayamad ı ve bu hal içinde kitaplar ını yazdı. Gerçekten çok mü şahedelere erdi ama mü şahedeleri kendisini yanıkmış olabilir. Belki şuur altın,da gizlenen dü şünceler, ona mü ş ahede şeklinde göründü. Tasavvuf tarihinde kendisini Allah'ın arşı üzerinde oturur görenler olmu ştur. Sonra bir mür şid teveccüh edince, Ar ş-ı A`lâ sandığı şey silinmiş karanlık içinde kalmıştır2 Güneş doğduğu zaman. yıldızlar görünmez ama gerçekte y ıldızlar yok olmuş değildir. Güneşin ışığı onları göstermez. I şte Allah' ın nuru içine geçen ve o nur ile sarho ş olan kimse için de kâinat yok olur, görünmez. As ıl olgunluk, bu hali yaş adıktan. sonra uyan ıp eşyayı var görmektir. Cüneyd-i Ba ğdâdi. de kemalin, fenadan, sonraki sahv halinde oldu ğunu söylüyor. Ibnul-Arahr ııin devamlı sekir halinde yazd ıkları , onun vandet-i vücud (varlık birliği) görüşünü meydana getirmi ştir. Ileride geni ş olarak temas edeceğimiz bu görüşe göre âlemde bir tek varhk vard ır. Bu varlık Allah'a aittir. Allah'a aidolan bu varlık, ş ekillere bürünerek e şyayı meydana getirmiştir. Alem, Allah'ın isim ve sıfatlarının görünümlerinden ibarettir. Binaen, aleyh âlem, bir bak ıma Allah'tan başka, bir bakıma da Allah'ın aynıdır. Alemi Allah'ın aynı gören bu sistem Kur'an.'a ve sünnete ayk ırı düş mektedir. Gerçi o, Allah' ın varlığından başka varlık görmek istemedi ğinden böyle bir düşünceye sahibolmu ştur, ama buna lüzum yoktur. Sonsuz bir çizgi karşısında noktanın değeri yoksa da kendi mahiyetinde vard ır. Güneşin doğmasiyle yıldızlar kaybolur. Fakat y ıldızlar aslında vardır. Şimdi bu hususları daha ileriye bırakarak onun. tefsirine geçelim. b. Tefsiri ve metodu: Keş fu'z-Zunun'da tasavvufi aç ıdan sadece Kehif suresirıe kadar altm ış sifir tutan bir tefsiri oldu ğuna iş aret edilir. Genel tefsirciler metoduna göre yazılmış sekiz sifirlik bir tefsiri de vard ır denilir.3 Ibnu'l-Arabi, Konya Yusuf A ğa Kütüphanesinde bulunan mecmuadaki 9 ncu risalesinde kitaplar ım sayarken bu tefsiri hakk ında aydınlatıcı vermektedir. Verdi ği bilgiden tefsirindeki metodu hakkında da bir fikrimiz olmaktadır. 1 Süyüti, Tabakatul-Mufessirin, s. 38: J

"

j,„„ j

j

j

.-ı 1-0

.4; 4"1:::4

'L";

2 Serrâc, al-Luma, s. 544. 3 Kesfu'z-unun, I. 438.

177


Bu risaleden anl ıyoruz ki Kehif Suresine kadar altm ış sifir tutan tefsirinin adı "Kitabu'l-Cem<i. va't-Tafşil fi Esrâri Macâni't-Tenzirdir: "Bunlardan, biri de Kitabu'l-Cem(i va't-Tafşil fi Esrâr-i Macâni't-Tenzil'dir. Bu tefs-• ) sirden ci.4 I "JC; °:, 1-.»kavline kadar tamamlad ım." tbnu'l-`Arabi, bu tefsirirıde şöyle bir metod takibetmi ştir: Her âyete üç türlü mana vermi ştir. Önce celâl makam ından, sonra cemal makam ından, sonra itidal makamı olan, berzah makammdan. Bu makam, Hz. Muhammed'in olgun, varisinin makamıdır: "Ayeti celal ve heybet makam ından alıyorum, üzerinde konu şuyorum, nihayet en güzel bir i ş aretle o makama getiriyorum. Sonra ayn ı şekilde cemal makamından. alıyorum. Bu makam, birincisinin kar şıtı olan makamdır. Ayet üzerinde cemal makammdan konu şuyorum, sanki âyet özellikle o makamda inmiş gibi. Sonra âyeti yeniden alıp kemal (berzali) makam ındarı tefsir ediyorum. Bu tefsir, önceki vecihlere hiç benzmeiyor. Bu makamda âyetteki harflerin ve kelimelerin; küçük harfler olan harekelerin diri sükûnun ve ölü sükfinun.-tabii varsa-nisbetlerin, izafetlerin, i şaretlerin ve benzeri şeylerin. esrarmdan bahsediyorum. Bu âyeti bitirince ondan. sonraki âyete geçiyorum. "Bu tefsirde ba şka hiçbir kimsenin tek kelimesi yoktur. Yaln ız istişhad kabilinden bazı sözler almmışsa da bunlar çok azd ır.", Malesef bu tefsir bugün elimizde yoktur. Ibnu'l-cArabi tefsiri diye bilinen iki ciltlik tefsir ise onun. de ğil, Abdurrazzak Kâ ş ânrııindir. Goldziher, bu tefsiri, Ibrıu'l-(Arabi'ye mal ederek onun, hakk ında fikir yürütmüş , hatâya düşmüştür. Şehid Ali Paş a No. 62 de ibrıu'l-cArabi'ye atfedilen bir tefsir vard ır. Yunus Suresinden Tur Suresine kadar olan. bu tefsirin müster ısihi, Seyyid Mustafa Dede'dir. 1083 te Ş am'da Şemsi Paş a Tekkesinde istinsah etmi ştir. Müstensih bu tefsiri, Hac ı Ahmed ibn, Sündük tarafırıdan 961 yıhnda bizzat Muhyi's-Sunna aş - Şeyh Şeyh-i Ş âmi nüshas ından. yaz ılan. nüshadaa istinsah etti ğini söylüyor. Katalogda ve cildin. ba ş tarafında ibrıu'l-Arabi tefsiri diye gösterilmi ştir. Yalnız müstesih, müellifi a ş- Şeyhu'l-Amil Şeyh Ş ami diye gösterir. Öyle anlaşılıyor ki Ibrıu'l-cArabi son. yıllarını Şam'da geçirdi ği için müstensih, orıa Ş ami nisbetini yakıştırmıştır. üslûb itibariyle Ibnu'l-(Arabi'nirı öteki eserlerirıden biraz geri kalan bu tefsirin Ibnu'l-cArabi'ye aidoldu ğu kanaatini kuvvetlendiren sebepler 1 ibnu'l-cArabi, Yusuf A ğa Kütüphanesi, No. 7838/9 daki mecmua, s. 378-79.

178


vardır. Bir kere bu tefsirin istinsah edildi ği nüsha, miiellif nüshas ınclan yazılmıştır. Ikinci sebep, müellifin Futuhat'ta ve öteki eserlerinde kulland ığı bazı tabirleri kullan.mış olmasıdır: "Allah' ı n, inanan. kullarma gönderdi ği kitap, ölmiyen, diri Padi şahtan, ölmiyen diri Padi ş ahadır."! Bu ifade ibnul-cArabr vandet-i vücud fikrini ta şır. Üçüncü sebep tefsire vandet-i vücud felsefesinin Hakim olmasıdır. Ve nihayet bu tefsir, Şehid Ali Paşa 1342 numarada Ibnu'l-cArabi'rıin eserlerini ta şıyan 737 tarihinde, yani bundan 124 y ıl önce Abdullah ibn, Mes'ud tarafından yaz ılmış mecmu'anın 16 ııcı risalesindeki Ibnu'l-cArabr ııin Yusuf Suresi ve baz ı âyetler üzerindeki tefsirlerini tutmaktadır. Ihtiyat payı bırakmakla beraber bu tefsirin Ibr ıu'l-Arabi'ye aidolduğunu, işari tarzda yazd ığuıdan, kolay anla şılır bir ifade kullandığını kabul edebiliriz. Yun,us Suresinden önceki k ısmı ile Necm Suresinden a ş ağı kısmı da bulunmu ş olsa, Ibnu'l-cArahrnin tam bir i şari tefsirine sahibolaca ğız demektir. Bu tefsir, Ka şâni tefsirine çok benzer. Onun gibi insan vücudunun. kuvve ve uzuvlarmı kâinatla mukayese ederek enfüsi tefsirler yapar. Fakat Kâ011i tefsirinden daha geni ş ve daha felsefidir. Kâ şâurnin bunu ve Daye tefsirini örnek aldığı anlaşılmaktadır. Onun Te'vilât ı, âdeta bu tefsirin özeti durumundadır. Bu yüzdendir ki Kâ ş ânrnin Te'vilât ı, ibnu'l-<Arabrye nisbet edilmiştir. Ş ayet bu eser Ibnu'l-Arabi'nin ise i ş ari tefsirde fazla bir yenilik yoktur. Fenâ fikiri, vandet-i vücuda kayd ırılmıştır. Ifadeler basittir. Biz Inbul(Arabrnin as ıl çoşkun tefsirlerini; Futûhit, ışâratu'l -Kur'ân. fi gibi eserlerinden öğreniyoruz. Ibnul-cArabi, Futhât' ın 54. babında iş ari tefsirler hakk ındaki düşüncesini belirtir. As ıl tefsirin, i ş ari tefsir du ğunu, fakat bu tefsir sahipleri rüsum ulemas ından korktukları için buna tefsir de ğil de işaret dediklerini söyler ve rüsum ulemas ı(şekilci bilginler)na şiddetle çatar: "Allah'ın hizmetin,e koyulandan, Tanrısal mevhibe yoliyle irfana, Allah'ın sırlarma eren., kitab ının manalarmı , hitabmın işaretlerini anlayan ehlullabin en büyük dü şmanı rüsum ulemas ıdır. Allah onlara bunlardan daha şiddetli düşman yaratmamıştır. Bunlar, ehlullaha kar şı, tıpkı peygamberlere karşı olan firavuler gibidirler. „ Zamanının bilginlerinden hayli muhalefet gördü ğü anla şılan Ibnu'l-Arabrye göre "Biz onlara âyetlerimizi âfakta ve kendi nefislerinde gösterece ğiz"! ayetinin bildirdiği gibi her âyetin iki yönü vard ır. Ehlullah bir yön.ünü kendi 1 Varak 196a. 2 Fussilet Süresi: 53.

179


nefislerinde görürler, bir yüniinü de hariçte. Nenfislerinde gördükleri manalara, rüsum sahibi fakihin şerrinden korunmak için, kendilerini küfürle ittiham ettirmemek için tefsir de ğil de işaret derler. Rüsum ulemas ı insaf etseler onlara dil uzatmazlar. Çünkü zabiri bak ımdan kendi aralar ında bile anlayış ları ne kadar çe şitlidir. Herkes ilminin derecesine göre anlıyor. Böyle oldu ğuna göre neden Tanrı ehli olanların, kendilerinin, anlayamad ıkları manalar ı anlamış olmalarına itiraz derler ? Onlar ö ğrenim olmadan bir şeyin. bilinemiyece ğini söylüyorlar. Do ğru ama bu da ö ğrenim ile oluy-or. Yaln ız bun.0 ö ğreten- Rahman'dır. Yüce Allah: "Sana bilmedi ğini öğretti."' buyurmu ştur. Onlar Allah'ın, peygamberden ba şkasına ö ğretece ğini inkâr ediyorlar. Bu inançlarında yaruhyorlar. Zira Allah: ',Hikmeti diledi ğirıe öğretir."2 buyuruyor. Burada hikmet ilimdir.

-

de n.ekredir. Yani Allah diledi ğine ilmi verir, demektir.

Ibrıu'l-(Arabi, Kur'ânı ile onun Tanrı ehli dilinden tefsiri aras ında bir fark görmemektedir. "Nas ıl, Kur'an Allah'ın sözü olduğu için. önünden ve sonundan onu hükümsüz kılacak bir şey gelmezse hakikat adamlar ının tefsirlerini de hükümsüz k ılacak bir şey gelmiyecektir. Çünkü o tefsirler, onların kalblerine Allah'tan do ğmuştur. Allah baz ı kullarma bizzat ilhamiyle öğretmiştir. "Nefse ve onu düzenliyene, sonra da ona iyilik ve kötülü ğü ilham edene an.dolsun"3 buyurmu ştur. Nas ıl kitabın ash Allah'tan. peygamberlerinin kalblerine indirilmi şse manas ı da öyle bazı mü'minlerin kalblerine indirilmiştir Böylece aslı gibi şerhi de Allah tarafından indirilmi ş olur.„4 diyen Ibrıu'l-<Arabi, zahir tefsiri inkâr etmez. Zaten sufileri batmilerden ay ıran en önemli fark, zahir tefsiri esas kabul etmeleridir. Ser'i naslarm zahirini kabul eder. Futuhat ın mukaddimesinde de buna i ş aret etmi ştir: "Peygamber (s.a.v.)in getirdi ği gerek bildi ğim, gerek bilmediğim her şeye inanıyorum. Ölüm, Allah'ın verdiği bir süreye göredir. O, ileri geri kalmaz. Buna kesin olarak şeksiz ve şüphesiz irıandım. Yine inand ım, ikrar ettim ki kabirde sual meleklerinin sorgusu hakt ır. Kabir azab ı haktır. havz haktır, mizan hakt ır, amel defteri hakt ır, sırat hakt ır, cennet hakt ır, cehennem haktır, bir grubun cennette bir grubun da cehennemde olmas ı haktır. meleklerin ve peygamberlerin şefaati haktır...'" İbrıu'l-Arabi, özellikle çok tesirirıde kaldığı Sülemi ve Gazâli gibi, batın tersirlerin zahirle çat ışmıyacağına kanidir. Çok a şırı, hattâ hayali den,ecek teviller yapmas ına rağmen çok da muhafazakârd ır. Mezheb itibariyle Zahiri 1 Nisa Sûresi: 113. 2 Bakara Sûresi: 269. 3 şems Sûresi: 7-8. 4 Futuhat, I. 363-65, Kahire, 1293. 5 Futuhat, I. 47, Kahire, 1293.

180


olaıı ibnu'l-Arabi, Zahiri fıkıh usulünü yazmıştır'. Kur'an' ın, Kur'arıla ve sünnetle neshedilebilece ğine kani olan ibnul-Arahi, şeriatte geçen kelimeler hakkında aynen ş öyle diyör: "Bir âyet veya bir hadis varidoldu ğu zaman as ıl olan, onun Arap dilinde gösterdiği man.ayı almaktır. Şayet şeriati kuran, onu as ıl manasmdan ba şka malında kullan,mış sa o zaman onu ş ariin kulland ığı manada anlamak as ıl olur. Bundan. sonra o sözle ba şka bir haber gelirse art ık Arap dilindeki manasında değil, ş ariin açıkladığı şekilde anlamak lüz ımdır. Ş ayet o lühz hakkında ş ariin, Arap dilindeki manas ını kasdettiğine dair bir haber gelirse o zaman yalnız oraya mahsus olmak üzere kelimenin. lügat markas ı alınır."

Csı:,:;1 ,$) ı ı tl

ı'

• Zoi

,:x5ı

111:53 0 :

»

Allah yolunda öldürülenleri ölü-

dürler sanmayınız. Hay ır onlar diri ve Rabları katında rtztklanmaktachrlar."2 âyetinde mecazi bir mana aramaz. Şehitlerin diri olduğu hakkındaki zahiri marıayı anlar: "Aram ızda Zeyd ve Amr'in yaşaması gibi. Şehidlere ölü derülemez. Çünkü Allah bun.dan meııetmiştir. Onlar diridirler ama halktan onlar ı görecek gözü alm ıştır. Nasıl Allah, melekleri ve cinleri görecek gözü alm ışsa Birçok yerlerde zahir manaya uymayan bir tefsir yaparsa "Bu i şaret kabilindendir, tefsir kabilinden de ğil"4 tenbihinde bulunmayı ihmal etmez. ibnu'l-cArabi'nin, Gazali'nin tesirinde kald ığını söylemi ştik. Futuhatın. altmış sekizinci babında taharetin esrar ından bahsederken şöyle diyor: "Allah zahiri batından, batılı' zahirderı ayırmam§ tır. Şer'i b.ükümleri yaln ız bir tarafından, alıp onların batıni hükümlerinden. gaflet etmiyenler, an.:,•ak Tanrı adamland ır. Şeriatin zahir hükümlerini terk edip s ırf batılı' kabul eden bâtınfier sapmış ve sapıtmışlardır. Keza s ırf basit ve eksik bir anlay ışla hükümlerin yaln ız zahirini anhyanlar da sapm ışlardır. Ama yine de bunlar ötekilerden iistündürler, mutluluktan yoksun. olmazlar. Tam mutlulu ğa erenler, ancak şunlardır ki zahir ve batını cemederler. Bunlar Allah' ı ve O'nun hükümlerini bilen, ülimlerdir."5 "Tasavvufi bilgilerde yükselebilmek için şeriat esastır."6 1 Muhyi'd-clin Arabi, Risale fi Bu eser, 1324 te Beyrut'ta bas ılmıştır. Gayet veciz ve açık seçik bir şekilde yazılmış olan bu eserin, aralar ıında yapılan açıklamalar, Ibnu'l-Arabrnin tasavvufi görü şlerine uyar. 2 Mi bılraıı Suresi: 169. 3 Futuhat, I. 4 Futuhat IV. 11. Kahire, 1329. 5 FutiilAt, I. 437, Kahire, 1293. 6 Goldziher, s. 276.

181


ibnu'l-(Arabi, bütün Şer'i hükümlerin, zahir ve bat ılı yönünü açıklıyaeak bir kitap yazma ğa niyyet etti ğini söyler ve Futillıötın 68 nci babından itibaren ibadetlerin iki yönünü izaha çal ışır: Ona göre Allah, her maddi şekle manevi bir ruh vermi ştir. Her şeklin bir hakikati vardır. Buna dayanarak şeriatin zahirinden bat ınnıa geçmiştir. Çünkü Yüce Allah:q .)

.

J'I

C,

I

-:_p ° G: Ey göz sahipleri ibret alın."' de-

miştir. Yani gözlerinizle gördü ğünüz suretlerden içlerinizdeki manalara geçiniz ki onları da basiretlerinizle göresiniz demektir. Bu âyet itibara te şvik etmiştir2. Bunu yap ınly an. zahir ehlinin. akıllarını çocukların akıllariyle bir tutan. ibnu'l-Arabi, itibara dayanarak birçok Şer'i meseleleri bat ıni yönden. tefsir etmiştir. Abdestin ve guslün zahirini, sular ın ahkâmını anlattıktan sonra der ki: "Su iki kısma ayrılır: Sâf, lâtif su. Ya ğmur suyu sâftır. Çünkü buharm sıkışmasmdan meydana gelmi ştir. Öteki de bunun kadar lâtif olmayan sudur: Kuyu ve ırmak sular ı. Bunlar ta ş ve topraktan kaynad ığı için o kadar lâtif değildir. Şimdi birin.ci su, şer'i olan ledünni ilimdir. Ikinci su da sahih olan düşünce ve akıl ilimlerini gösterir. Düşünceden çıkan ilimler, akıl sahiplerinin karakterine göre de ğişiklik gösterdiğinden bunlar birinci ilim kadar sâf değildir. Tadı değişir. Ama meşrû ledünni, Tanrısal ilmin kaynakları değişse de tadı de ğişmez3. Gece uykudan kalkınca elleri yıkamak lâzımdır Gece uykusu, gayb âlemini/İ ilminden gaflet etmektir. Gündüz uykusu da şehadet âleminin bilgisinden gaflet etmekten ileri gelir. Iki elin, cimrilik yeridir. Onlar ı infak, kerem ve cömertlik ile ternizle. İstinca ay ıp yerleri temizlemektir. Yani içinde olan pislik ve eziyeti ç ıkarmaktır. Bunlar senin, içine sinmi ş kötü düşünce, saptırıcı şüphelerdir. Ruhani istinca, bunlardan temizlenmektir."4 ibnu'l-Arabi, temizlenmenin ruhani taraflar ın' at-Tenezzulâtu'l-Mavs ıliyye'sinde izah ettiğini söylüyor' İbnu'l-Arabi'ye göre günah, azab ın gelmesine sebebolur. Azap iman ın bulunduğu yere giremez. O halde mii'min günah i şliyemez. Günah i şlediği zaman. imanm ç ıkması lâzımdır ki Allah'ın belâsı olsun. İşte Hz. Peygamberin: "Kul zina ettiği zaman iman onun gönlünden çık ıp üstünde gölge gibi 1 Haşr Sûresi: 2. 2 Futilhût, I. 438. 3 Aym eser, I. 434, Kahire, 1293. 4 Futuhat, I. 435, Kahire, 1293. 5 Aynı eser, I. 436.

182


bekler, kul o i şi bitirince iman ona döner."' hadisini bu açıdan. tefsir ediyor: "Bunun için dedik ki: Mü'min kul için taatle kar ışmamış bir günah olamaz. O: "Salih ameli kötü amele karıştırdılar"2 dan olur. "Belki Allah onlar ı affe-

der.""'4 ilınu'l-Arabi'ye göre a ğza su vermek, batmen lâilâhe illillah demektir. Bu, farzdır. İyilikle emir, kötülükten nehy ise bunlar ın zıtlarından temizlenmektir. Burun.a su çekip sümkürmek de batmen kibrinden kullu ğa inmektir. Burun kibri temsil eder. Türkçemizde de "Burnu havada" sözü kibri temsil etmektedir. " İşte burnuna su çekip sümkürmek, kullu ğunu idrak ile kibri içinden çıkarmaktır. Yüzü yıkamak zahirde farzd ır. Bat ında yüzü yıkamak, murakabe ve Allah'tan utanmad ır. Allah'ın sınırlarını geçmemedir. Yüzün sınırları, batında şeriatin sm ırlar ıdır. İzar ile kulak aras ındaki beyaz, yüz ile kulağı ayıran sınırdır. Bu, insan ın yüzünde yapmakla mükellef olduğu amel ile kulağında yapmakla mükellef oldu ğu amel aras ındaki sınırdır. Her şeyin amelini yerli yerince yapmak gerekir. İnsan utanmay ı gözüne götürdüğü gibi kulağına da götürmelidir. Allah' ın yasaklarından gözü yummak. utaumak gereği olduğu gibi işitmesi helâ1 olmayan gıybet ve kötü sözlerden kulağı sakınmak da utanma gere ğidir. Glybet ve kötü söz söylemek de helâ1 de ğildir. Çünkü izar ile kulak aras ın,daki beyaz, şüphe yeridir. Bundaki şüphe de ş öyle demesidir: On,u reddetmek için dinledim, yahut g ıybeti edileni savun.ayım diye dinledim. Bu, ruhi fıkıhtır '" Şehvetle çıkan. meni sebebiyle y ıkan.mak vaciptir. Bunun bat ıni marıası şudur: Bu cünüplük, gurbet cünüplü ğüdür. İnsan vatanındart ayr ılın,ca garip kalır. İnsanın vatanı kulluktur. Kul, vatan ından ayr ıhp tanrılık sınırlarına girince vatanda şlarına efendilik vasfını kazanıp da bunun. lezzetini duymazsa tam efen,di de ğildir. Çünkü o hakkı tam elde eden, devaml ı lezzet içinde olur. Bu, hakkı tam yerine getirmedi ğinden buna gusül vaciptir"6 Burada tanrıhk sın ırıııda as ıl vatannıdan ayrıldığı için. garip düştüğünü söyliyen ibnu'l-Arabi, bir sayfa sonra kulun, hak etti ği tanrılık makammdan ayrı düşmesinden ötürü ciin,üplük hasıl olur der7. 1 TirimM, Iman, 11; Eini Dûvud, Şunna, 15. ZıL(i .

Z11:J1.5

(.3 ji

2 Teybe Sûresi: 12. 3 Teybe Sûresi: 102. 4 Futuhat, I. 439. 5 Aynı eser, I. 443. 6 Futuhût, I. 472, Kahire 1293. 7 Aym eser, I. 473.

183


Cima'dan. yıkanmanın, sebebi: Etki yapan ın, etki yap ılana yönelmesidir. Etkilenen, etkiliy-enin mazhar oldu ğu Tanrı isimlerini bilse ona temizlenmek lâzımgelmez. Bilmezse vacibolur°. "Namazda avret yerlerini örtemin iç manas ı : Akılh kimse tanrısal sırrı bilgin ve akılh olmayan, kimseye açmamand ır. Zira bilmiyene, akıllı olmayana tanr ısal sırrı açarsa bu, onu Tanr ı'ya kar şı saygısızlığa sevk eder. Avret, hakikatte meyil manasmad ır. Bundan dolayı : (( evlerimiz dü şmeğe meyletmi ş "2 ıO ı

ı

Alim, cahilden Allah'ın: (( 33 „4„ok_.*)

demişlerdi. Allah da onları yalanlayarak

ı

Ls. _ALA j: dü şmeğe meyletmi ş değil" dedi.

;S1

-

o

;t2,.:12;*

Üç ki şinin gizli bulunduğu yerde dördüncü mutlaka O'dur.",' •

ı 0.,

0

* • ı4 I L., I Biz ona şah dama.. • rından daha yakınız."4 yahut: "Ben onun kulağı, gözü ve dili olurum" 5 gibi sözlerinin manas ım saklamalıdır. Çünkü cahil bunu i şitince bu, haram olan hülöl, yahut tandid inancma götürür. Yüce Tanr ı'nın Peygam-

4.L.!. jji*1

: Ac ıktım

berinin, dilinden söyledi ği: ((

beni doyurmadı n, hastalandım beni sormadın"' sözünün manası da böyle. Bunun sırrını cahilden saklamal ıdır. Nasıl ki Hak da ş öyle tefsir ederek bunun sırrını gizlemi ştir:

4_1c.

1;

,J,";

‘'.)1

Falan adam hasta oldu, onu sormadın. Eğer sorsaydın, beni onun yanında bulurdun."7 Bu şekilde örtü içerisinde cahile, onun bilmedi ği bir ilim verir. Birincide Allah ken.disini hasta yerine koymu ştur. San,ki O, hastan ın ayrudır.." İbrıu'l-(Arabi, namazda kad ının örtünmesini de şöyle açıklıyor: itibarda kadırı , ııefis ve n.efsani dü şüncelerdir. Kad ımn el, yüz ve iki aya ğı şunun için, örtünme dışı tutulmu ştur: Yüz ilim yeridir. Bir şeyin vechi gizli oldu mu onu 1 Aym eser, I.. 475. 2 Abz Sûresi: 13. 3 Mücadele Sûresi: 7. 4 Kaf Sûresi: 16. 5 Bub5r1 Ri154, 38. . 6 Müslim, Birr, 43, Ibn Hanbel, II. 404. ,:x11...). ,;;Lj 7 Müslim Birr, 43. 8 Futübrı t, I. 520.

184

r;r 4:„.1 1?,

JJ:4.

(,u

.‘3J ,*-)1

rJ


bilemezsin. Halbuki onu bilme ğe memursun. Onun, için yüz avret de ğildir, örtülmez. Eller cömertlik ve verme yeridir. Dilencinin ve sadaka verenin elini uzatmas ı Lazımdır. Onun için el örtülmez. Ayaklar ise bedenin ta şıyıcılardır. Bedeni bir yerden bir yere götürenlerdir. Hükmü, tasrif ve tasarruf olan ın örtülmesi mümkün olmaz. Onun için ayaklar da avret de ğildir'. Zekât lûgatte temizlik manas ına oldu ğ undan Ibnu'l-cArabi, zekat ın verileceği sekiz sınıfı, sekiz organ ın temizlenmesi şeklinde anlar. Sadaka da bütün bedenin temizlenmesi anlammad ır.2 Ibnu'l-(Arabi'ye göre ölüyü y ıkayan, kendisini Allah'ın bir aleti san ır ve yaptığı işi kendisine mal etmezse ölüyü y ıkadıktan sonra yıkanması lazım değildir. Ama kendisi olmazsa ölünün yıkanmıyacağını düşünüp işi kendisine bağlarsa kendisinin de yıkanması gerekir. İşte ölü durumunda olan bilgin. de cahile bir şey öğretti ği zaman fi'li kendisine nisbet etmez, kendisinin bir vasıta olduğunu, kendisi vas ıtasiyle Rabb ının o kimseye öğrettiğini düşünürse gusletmesi gerekmez. Ama ö ğretirken Rabbinden. kaybolup kendi nefsini görerek ö ğretirse bu i şten. sonra gusletmesi laz ımdır. Çünkü gaflet etmi ştir'. ibnu'l-<Arabrnin bu ifadeleri, kendisinin itıvan-ı ş ata ve bat ıni görüşlerinden çok etkilendi ğini açıkça göstermektedir. Ihvan- ı Safa metodiyle daha böyle birçok yorumlar yapm ıştır. Fuşuş'ta çocuk Musa'n ın sandığa konulması (Kasas Suresi: 7 nci ayeti)ni ş öyle anlatıyor: "Musa'nın konulduğu tabut, nastitudur. Yemm, bu cisim vasıtasiyle düşünce ve duyu kuvvelerinden gelen, ilimdir. Musa Yemm (nasuti vücud)e kon.uldu ki bu kuvveler çe şitli ilimlere vakıf olsun. Gerçi melik (kıral), ruh ise de ruh, viieudu ancak cisim vas ıtasiyle yönetir. Musa'n ın, annesinden ba şka kadından süt emmemesi4 de Musa'n ın. geldiği köke i ş arettir. Bu kök onun gıdas ıdır. (Bu onun daha önceki ş eriatlerden istifade etmeyip yeni bir şeriat getirece ğine iş arettir)s. işaratu'l-Kur'an fi adh eserinde her surenin enfüsi yön.den neye i şaret etti ğ'ini,ruhundaki izlenimleri, nefis kuvveleri aras ındaki çeki şmeleri, ruhi yükseli ş ve alçalışları izah eder, yani âyetleri insana tatbik eder. Ayetlerden ald ığı ilhamla birtakım müş ahedeler anlatır. Fakat ifadeler kapal ı ve s ık ıcıdır. Bakara Suresinde ".A.dem'in yarat ılışından bahsedilmektedir. O, Adem'in. vücudunu tabuta ben.zetir. Ruh onun içine konmu ştur: "Ben Tan1 Futûhût, I. 521, Kahire, 1293. 2 Aynı eser, I. 559. 3 Aynı eser, I. 468. 4 Kasas Sûresi: 12. 5 Fusûs, 28 nci Fess, I. 198-200.

185


rısal tabuta konmu ştum, beni ruhani melekler yüklenmi şlerdi" der. Bu melekler vücudun kuvveleridir. Ruh bu vücud karanl ığında iken basireti aç ılınca ( ) in s ırrı anla şılır. "Sonra yıldırımlar, şimşekler çakt ı , her taraf karanl ık oldu, sakin de hayrete düştü. Ate ş yakmak istedi, göz kör oldu, kulaklar sa ğır oldu. "Kun: ol" gölgesine dayandı, olmadı. Nefis daraldı...." Sonra n.urland ığını, müş ahededen sonra herkese hilafet verildi ğiııi, ayak kürsileri verildi ğiııi, istiva tamamland ığından isimler geldiğini, arzu edilen cennetin yakla ştığını anlatır. İnsana verilen ayaklar, Ar şı taşıyan Kürsi'dir."Rahman' ın Arşa istiva etmesi", insan vücudunun bu ayaklar üzerine binmesidir. Bu Kürsi (ayaklar) üzerine binen insan vücuduna yüce bilgiler inmi ş , taş durumunda olan kemiklerden, vücuttan a ğaçlar (kıllar), ırmaklar (kan damarlar ı) fışkırmıştır. "Ve biz yüksekten alça ğ a inmişiz," "Bildim ki babam, istivan ın oğludur. Tabut meleklerine dedim ki: Ben ölmezden önce beni babama indirin. Zira be ı-ı onun hakkını ödemekle emredihni şim."1 Her surede böyle sure ile mütenasip sözler söyler ve sözü, sure sonundaki âyetle bitirir. c. Tefsirinden örnekler: 1) Iş ari tefsirinden örnek:

o

-

- • ,

C.,C,

„;11;

: Bu, hikmetli kitab ın âyetleridir"2 âye-

tirıde ş öyle diyor: "Sana indirilen bu ayetler, ezelde Fana va'detti ğim seni ve ümmetini varis kıldığım,"Som.a kitaba kullarım ız arasından seçtiğimiz kimseleri varis kıldık"3 dediğim o hikmetli kitab ın âyetleridir. Hakim ad ı öteki kitaplar aras ında yaln ız buna verilmi ştir Yani bu hakimdir şeriatleri tebdil ve nesh ile diğ er kitaplara hükmeder. Kendisine hiçbir kitap hükmedemez. Istifa da ümmetler aras ında yaln ız bu ümmete mahsustur. Allah bu kitaba onlar ı varis kılmıştır Verasetin manas ı, kitabın, ümmet aras ında baki kalıp kıyamete kadar veraset yoliyle birbirine intikal etmesidir. O di ğer kitaplar ı nesheder ama kendisini hiçbir kitap neshedemez. Allah ona hakim demi ştir. Çünkü Allah bütün hükmü ona koymu ştur: "Ne ya ş, ne kuru hiçbir şey yoktur ki apaçık bir kitapta olmasın"4 demiştir. Yani önceki hikmetlerden hiçbir ratb (yaş) ve sonraki hükümlerden hiçbir yabis (kuru) yoktur ki Kur'an'da olmasın. O, Allah'ın açıklamak istedi ğini açıklar... 1 ışlr.tu'l-Eur'ân, varak 3b. 2 Yunus Süresi: 1. 3 Fü'tir Süresi: 32. 4 En'am Süresi: 59.

186


4_4 >,43J 3 3.(r) 1 Doğrusu e •

Rabbiniz o Allah'tir ki gökleri ve yeri alt ı günde yarattı"' "Yani Allah sizin ve işlerinizin yöneticisidir. Gökleri ve yeri âlem-i kübrâ olan, suret âlemir ıde altı günde yaratmıştır. Bu altı gün: Felekler, y ıldızlar, elementler, hayvan, nebat ve cemadd ır.

;,•°

:

<J"

Sonra Arşa istiva ett•

Arşı cismani ve ruhani olmak üzere iki yönlüdür. Ar şın bir cephesi ruhani âleme, öteki cephesi cismani âleme bakar. Allah' ın Rahmanlığı , feyzinin Arşa taş masiyle emri tedbir eder (yön,etir). Çünkü Ar ş , Rahmarılık feyzini ilk kabul edendir. İşte "Rahman Ar ş a istiva etti" âyetinin tefsiri budur. Sonra Ar ştan feyz alınır. Zira Arş , feyzi taksim eder. Orada feyz, Allah'm yarattığı öteki mükevvenata ve yarat ıklara akar. O yarat ıklar feyizle döner. Değirmenin su ile dönmesi gibi. Onunla y ıldızlar ışık verir, onunla elementler doğurur, özellikleri meydana ç ıkar. Onunla his ve hareket sahibi hayvanlar doğurur. Onunla duygusuz, fakat hareketli olan otlar biter. Onunla hissiz ve hareketsiz madenler de ğişir " "Bundan, başka bir iş aret de vardır: "Rabbıruz sizi terbiye eden Allah't ır ki suğrâ âlemi olan, mânâ âleminde sizin, ruhlarm ızın göklerini ve nefislerinizin arzmı altı çeşit günde yaratmıştır• Bunlar, ruh, kalb, ak ıl ve rıefis-ki hayyani ruhtur-büyücü olan bitkisel nefis ve madenlerin özellikleridir...'" .

•", o

«,„1

-

o .9

,..

Sonra onların yerine sizi yeryü-

zünde halifeler yapt ık" "Hilâfetin hakikatine bu ümmetin müstahak oldu ğuna iş aret ediyor. Hiçbir ümmette, bu ümmette oldu ğu kadar halife olmamıştır Böyle yaptık ki bizim hilâfetimizde nas ıl hareket etti ğinizi görelim. Hilâfet, sureten ve manen olmak üzere ikidir Zahiri hilâfet, halk aras ında şeriat kan.ununu adaletle uygulamak; heva ve nefse uymaktan kaç ınmak temeli üzerine kurulu oldu ğu gibi manevi hilâfet de manevi tebaa olan organlar ımız: Kalb, ruh, sır, nefs, nefsin s ıfatları, huyları, beş duyu, nefis kuvveleri aras ında hak ile hükmetme temeli üzerine kuruludur".' Bu tefsirde âfâki olaylar, bu zamana kadar görülmedik bir ş ekilde enfüse tabik edilrni ştir. Özellikle Yusuf Suresi, bu i şe en uygun bulunmu ştur. Bundan birkaç satır sunahm• 1 Yunus Sûresi: 3. 2 Yunus Sûresi: 3. 3 Tefslru Ibn <Arabi, Şehid Ali No. 62, varak Ib—la, b. 4 Yunus Siiresi 14. 5 Tefsiru Ibn <Arabl, Şehid No. 62, vr. 3a, b.

187


"Biz sana k ıssaların en güzelini anlatıyoruz'". Yani âşıka, maşuka dönüş , ona gidiş ve ula şma yolunun hikâyesini anlat ıyor. Gerçi Kur'an'da zikrettiğimiz kıssalarm hepsi de burıu anlatmaktad ır ama Yusuf K ıssası bunların erı güzelidir ve insan hallerine, insanın Allah'a döniişüne ve O'na kavu şmasına en çok benziyenidir. Zira bu k ıssa, insanın ruh, kalb, sır hafi, nefs ve onun beş dış duyusiyle altı iç duyusu ve bedenden meydana geldi ğini; dünya ile denendi ğini ve insanlık derecesine ula şıncaya kadar insan ın çe şitli imtihanlardan geçti ğini anlatır. "Bu Kur'an't sana vahyetmek"2 yani Kur'an' ı sana getirmek nuriyle sana en güzel k ıssaları anlat ıyoruz. Kur'an nuru sana gelmezden önce sen bu gerçeklerden ve bu irıceliklerden habersizdin " "Ruhlar dünyasında kalb Yusuf'u, babas ı Ruh Ya'kuburıa demişti ki: Babacığım, ben ruhaniyyet nuriyle o ıı bir yıldız görüyorum. Bunlar kulak, göz, koklama, tadma, dokunma duyulariyle mütefekkire, mütezekkire, hâfiza, mütehayyile, mütevehhime, hiss-i mü şterekten ibaret alt ı iç duyudur. Zira bu duyuların hepsi ışık verir, o ışıkla ona uygun bir mana anla şılır. Bunlar kalb Yusufunun karde şleridir. Çünkü onlar Ruh Ya'kubunun nefs Râ'iliyle evlerımesilıden do ğmuştur. Hepsi bir ş ahsın oğludur. Şems ise ruh güneşidir. Ay da nefis ayıdır. "Bunları bana secde ediyor gördüm." Bu insarun., olgunluk makam ıdır. Kalb olgunla şırıca ruh, nefis, duyular ve kuvveler on,a secde eder."3 2) Nazari Tefsirinden örnek: Önce de söyledi ğimiz gibi İbnu'l-Arabi, ço ğu yerde âyetleri kendi görüşüne uydurmak için çck garip te'villere gider. Böyle aç ıklamalar ında tamamen nazariyeden hareket etti ği bellidir. Örne ğin müşTiklerin halini belirten. şu âyeti bakınız nasıl te'vil ediyor: o .5 • .

t( Z„)

o

--

o 5

," TI

''.1";,

11;J:Y -,:f.,:x:117(J

ID

: inkar edenleri uyarsan da uyarmasan da birdir, onlar

inanmazlar." 4 "Ya Muhammed, bana olan sevgilerini gizliyenler var ya, i şte onları seni göndermi ş bulunduğum tehdidinle uyarsan da uyarmasan da birdir, onlar senin sözün,e inanm ıyacaklard ır. Zira onlar benden ba şkasın ı düşünmezler. Halbuki sen onlar ı hiç düşünmedikleri ve görmedikleri şeyle tehdidedi1 Yusuf Süresi: 4. 2 Yusuf Süresi: 4. 3 Tersiru !bn `Arabi, varak 29-30a. 4 Bakara Süresi: 7.

188


yosun. Onlar n.as ıl sana hımurlar ki ben onlar ın kalbleri üzerine mühür vurmuşumdur. Oraya benden ba şkasını koymamışımdır. Kulaklarmı da mühürlemişim, âlemde benden. başka bir söz i şitmezler. Gözlerinde de beni görme sırasın.da benim behamdan bir örtü vard ır. O örtü onlardan masivayı gizlemiştir. Onlar benden ba şkasını görmezler. Onlar için benim kat ımda büyük azap vard ır: Onları bu yüce görü şten sonra senin uyarmana indiririm ve benden perdelerim. Nas ıl ki sana da böyle yapmıştım.... İşte yaratıldarım arasında benim eminlerim de böyledir. Onlar ı gizlemişimdir. Onlara r ızamı vermişimdir. onları asla kızdırmam." daha sonra sözlerini şöyle bağhyor: "Bak ki Yüce Allah (O'nu tenzih ederim), velilerini nas ıl düşmanları sıfatında gizlemiştir?"' Demek ki burada Hz. Muhammed'i inkâr edenler, Allah' ın velileridir. Allah'ı sevdiklerini gizliyorlar, Allah'tan ba şkasım görmüyor ve O'ndan baş kasına iltifat etmiyorlar. Allah' ın onlara hazırladığı azap da Allah'ın huzurundaki fena fillah hallerinden be şeriyyet âlemirıe gelip Hz. Muhammed'in tehdidini duymaları oluyor. Eh bunu akal kabul eder mi bilmem şu te'vil onun vandet-i vücudu temellendirmek için âyetleri zorlad ığı cür'etli görüşlerindendir. Fusus'un İlyas Fassında diyor ki: •

ı

(sj.,

.S.•••

,

o

p

(.33j .

ı

• .11

ı

• .9 •

ı

.9

. ı

".•

»

.9

: Onlara bir ayet f". indiği zaman derler ki : Allah' ın Peygamberlerine verilenin misli bize de verilmedikçe inanmay ız. Allah peyga ınberliğini kime verece ğini bilir."2 "Bu,Lp

Lu

,11

rada Allah için iki yön. vard ır: Birincisi Resulullah'ın haberi olmasıdır. Mana: Allah' ın. Resulleri Allah'tır, O, bilir Ikincisi de Allah' ın. müpteda, Aclemu'nlin haber olmasıdır (Birincisinde Allah' ın resulleri Allah olurlar, ikincisinde Allah'ın resulleri Allah'tan ba şka olurlar). i şte bu, tenzihte te şbih ve teşbihte tenzilıtir"3. cAliyyu'l-Köri, bu sözün, hiçbir küfürle kıyas edilemiyecek derecede büyük bir küfür oldu ğurıu söylüyor4. ibnu'l-cArabi'ye göre insan cisimleri dört türlüdür: Adem'in cismi Havva'nın cismi, İsa'n ın cismi ve :Adem o ğullarmın cisimleri. Bu görüşünü teyid için şu âyetten faydalan ır. #

•-;

4

1

L, Ey insanlar" A.dem'i ve bütün

1 Futahrıt, I. 149, Kahire, 1293. 2 Encam Siiresi: 124. 3 Fusris, I. 182. 4 Risrde, s. 94.

189


ı ı

Ljz_i_;- L;

insanları kasdediyor. q".

F

: Biz sizi bir erkek-

ten yarattık", Havva'n ın A.dem'den yarat ılışmı

"" • Ve bir kad ın-

dan" Isa'nın yaratılışmı kasdediyor. İkisi beraber "yani erkek ve kad ın: dan" kelimeleri beraber dü şünülünce nikâh ve do ğum yoliyle bütün insan. o ğullarırun yaratılışmı anlatıyor"1. Açıkça insanın. bir erkek ve bir kad ından yaratıldığını ifade eden. bu âyeti Ibrıu'l-Arabi dört çe şit cisim nazariyesine destek olmak içir ı garip bir te'vile tabi tutmu ştur ki âyetten böyle bir mana ç ıkarmak mümkün de ğildir. Kaldı ki insan cisimlerini böyle dörde ayırmak da hiçbir ilmi tutarlı& sahip de ğildir. • ft -

Ij

19

• .0

jli

• 17.)C - (1* :43,11 J' ° Q_A

C9 L,-.9

• , .5,

„ı; tra•-A

Hatedarından dolayı boğuldular kendileri için

Allah'tan başka yardımcılar bulamadılar."2 âyetinde şöyle diyor: "O hatâlar kendilerini sildi, Allah'ı bilme denizinde bo ğuldular. Bu hayret halidir. "Ate ş e sokuldular". Suyun aynı olan ate şe sokuldular. "Allah'tan ba şka kendilerine yard ımcılar bulamadılar" Allah onlar ın yardımcılarının aynı (ta kendisi) oldu. Ebediyyen O'nda helâk oldular."' „

IIj

J•

((rjt_i_s" :

J

-^

J

„ o, e-A L;

âyetini ve sonrasnu şöyle tefsir ediyor:"

"Yani sen onları bırakırsan

9

h)

3 <,,j4

Kullarını saptırırlar, ya-

ni onları hayrete düşürürler, onları kulluktan tanr ılık sırlarına çıkarırlar. Böylece onlar önce kul iken. kendilerini tanr ı görürler. Onlar al-abiclu'l-er, bâb (rab Kullar)d ırlar. Doğurmazlar, yani son.uç vermez-ler, göstermezler

J-•

olanı çıkarır, açarlar

'51

Sana ancak facir doğururlar" Yani örtülü

»

Yani aç ılanı örterler. Kendilerinde

örtülmüş olanı çıkarıp gösterirler, gösterdikten. sonra da onu tekrar örterler. O zaman bakan ki şi hayrete dü şer; facirirt, fücurundaki kadrini, kâfi• , • rin küfründeki kadrini bilmez. Halbuki ş ahıs birdir. j j.ıt_ 1 FutillAt, I. 161, Kahire, 1293. 2 Nuh Sûresi: 25. 3 'Abdullah al-Bosnavi, şertiu'l-Fusus. s. 318-19. İstanbul, 1290.

190


Rabbim beni affet, yani beni ört, gizle, makam ım ve kadrim biliıımesın, G-

senin kadrin bilinmediyse :

(3„,>,.

JJ/

jt..,4

i : Anam ı babamı da bağışla".

gereği gibi takdir edemediler."'

Ben onlar ın sonucu idim. Onlar ak ıl ve tabiattir.

-

G-

» Yani Tanrısal iyilikleri tasdik edici olarak

: Evime gireni de" ({

kalbime gireni, bu da nefislerinin kendilerine söyledi ği ş eydir.<( • o

: Mü'minleri" akıllardan,

o

o

o

» nefislerden,(<2,7■4—S163

: Zalimlere artırma". Zalimler : karanlıklar, karanlık perdelerin arkas ında duran gayb ehlidir.

jt:;;

» Yani öldiir. Artık nefislerini

ler. Kendilerini ve Ilakk'm kendilerine olan vechini gözlemelerini bilmezler. Şehid Ali Paşa Kütüphanesi 1341 numaral ı mecmua, ilinu'l-Arabrnin eserlerini ihtiva eder. Burada Ibnu'l-(Arabi'nin al-Mak şadu'l-Esmâ iş ârât fi mâ vakaca frl-Kur'âni bi lisâni'l-Ijakikati va' ş-Şericati min,e'l-Kinâyât adli eseri mevcuttur. Bu eserir ıde ilınu'l-cArabi, isimler üzerinde durur, âyetleri val;ıdet-i vücud açısından tefsir ve te'vil eder: "Isim müsemmâ'y ı gösterir. Isim, müsemmâ'mn ,

s

şeklidir.

G

„,_„A Rabb, ismin gerçe ğidir. Tesbih edilen ve görülen O oldu ğu

gibi gören de O'dur. Çünkü tesbih O' nun içindir. Bundan ötürü ârif . s st demiştir. Bu, hakikat diliyle ° • ) „ r

O

r • L

((

Ljı

Siz ba şka değil, sadece isimlendirdiğiniz

birtakım isimlere tap ıyorsunuz"a i şarettir. Isim ruhtur, müsemmâ onun halidir. isim olmasa puta ibadet edilmezdi. Puttaki isim, kendisinin, de ğil, O'nundur. O halde isim, ma'budur. Böylece şirk kalkmış oluyor." 3 Böylece Ibnu'l-cAralii putperestli ği meşrulaştırmış oluyor. B-IBNU'L-cARABI'DEN SONRA I ŞARI TEFSIR: ibnu'l-Arabi'derı sonra onun fikirleri geni ş yankılar uyan.dırdı. Muvafikları da, muhalifleri de onun fikirlerinden az çok etkilendiler. Vandet-i viicud 1 E/1'am Snre şi: 91. 2 Fuşuş, I. 74. 3 al-Makşadu'l-Esna

Ş ehid Ali, 1341; Escad Efendi, No. 1655,

varak 7a.

191


felsefesi tefsire hakim oldu ğu gibi dünyada geçmi ş olayların kahramanlarını enfüste arama temayülü, özellikle revaç buldu. Necmu'd-din Dâye, Sadreddin Konevi, Abdu'r-razzâk Kâ ş âni, Alâu'd-devle Simnâni gibi ünlü mutasavvıflar bu usulü devam ettirdiler. Dâye ile Simnânryi önce görmü ştük. Şimdi İbnu'l-(Arabrnin devam ı olan Konevi üzerinde dural ım. 1) Sadru'd-din Konevi, Ebu'l-Mecâli Muhammed ibn ishülF (606-673 / 1210-1274): Konevi, 606 (1210) tarihinde Malatya'da do ğdu'. Babas ı Mecdu'd-din İshak, Anadolu Selçuklular ı yanında itibarh ve yüksek bir mevkie sahip bir bilgindi. Küçük ya şında babas ını kaybetti. Klâsik tabakat kitaplarn ıda ibnu'l-Arabrnin, onun annesiyle velendi ği ve Konevryi yan ında büyüttüğü rivayet edilirse de Prof. Ahmed Ate ş ve Konevi hakk ında tez yazan Dr. Nihad Keklik, bun,u mümkün görmemektedirler. Ancak Konevi, kuvvetli ihtimale göre 15-16 ya şlarında iken babas ının yakın dostu olan İbnu'l-Arabrnin yanına verilmi ş , tahminen 618 den 638 e kadar yirmi y ıl onun yanında kalmıştır. Konevrnin hayatında ibnu'l-Arabrnin yeri büyüktür. Konevi, ibnu'lArabrnin bir devam ı sayılır. Sa'râninin ifadesine göre Konevi, ömrü boyunca inkâr görmü ştür. İbnu'l-Arabrnin vefat ından sonra Konevi, 640 (1243) de Halep'te bulunmuştur. Daha sonra belki M ısır yoliyle hacca gitmi ştir. Nihayet Korlya'ya gelip yerle şmiş ve 673 (1274) te hayata gözlerini yummu ştur. Na' şmın Şam'a götürülüp şeyhi ibmıl-Arabrnin yamna gCmülmesini istemi şse de bu vasiyyeti yerine getirilmemi ştir. Konya'da kendi ad ım taşıyan. bir mescidin avlusunda etrafı açık, üstü çatılı bir türbede yatmaktad ır2. Konevrnin HakVikul-Es ınâ Saila Esmâ'illâhrl-klusnâ, Sarlıu an-Nu şüş fi Tahkikrt-Tiiri'l-Mah ştiş yahut an-Nu şilş fi Bahri Tahkik ve Cevâhiri'l-Fu şüş , an-Nefehâtu'l- İlüliyyeti'lRudsiyye, Merâtibu't-Takvâ, Su'abul-imân, Miftâlu ı Cem(i'l-Gayb, vd. eserleri vardır. a. Tefsiri ve metodu: Konevi, tasavvufi-felsefi bir aç ıdan Fatiha'y ı ..efsir etmi ştir. Kitabın tam adı : Kitâbu İ 'câzil-Beyâni'l-Müştemil <alâ Sarhi Kulliyyâti Esrâri Um1 Doç. Dr. Nihad Keklik, Allah, Kâinat ve Insan, Istanbul, 1967, s. XI—XIX; Prof. Ahmed Ate ş, Islâm Ansiklopedisi, Ihnu'l-cArabi maddesi; Subki, Tabakat, V. 19; Sa'râni, Tabakat, I. 177, Mısır, 1355; Câmi, Nefehât; Men615.1b; GAL, I. 449, S. I, 2 Köprülü, Konevrnin Konya'da do ğduğunu söylüyor ki yanhştır. Bkz. Ilk Mutasavv ıflar, s. 173, Not: 17.

192


mi'l-Kurân'dır. Bu kitap, iki kısımdan meydana gelmiştir. Birinci kısım genel mahiyetteki meselelere aittir ikinci k ısımda Fatiha Suresi tefsir.edilmi ş tir. ibnuel-(Arabi'den sonra sufiler aras ında orijinal olma davası da tefsirle uğra şan mutasavvıflar tarafından. sık sık tekrarlanmıştır. ibn.u'l-Arabi' nin talebesi olan Sadru'd-din Konevi'de de bunu görmekteyiz. Tefsiri ııin dibacesinde kendisine aç ılan esrar hazinelerinden biraz ım işaret ve ima yoliyle keşf ve ifşa aras ında bir dille söyliyece ğini, kitabın.a önceki müfessirlerin ve düşünürlerin sözlerini alm ıyacağın ı , ancak lisan gere ği kelimeler ve manalar arasındaki bağlantı icabı hariç, kimsenin sözü ınü nekletmiyece ğini, yazdıklarmın tamamen Allah'ın zatından kendisine hediyeler olduğunu kaydederi. Konevi tefsirine başlamadan, cedel hakk ırıda, fikir ve deliller hakk ında uzun bir mukaddime yapar. Fikirlerin derecelerini, cedellerin kurallar ını, insan. düşüncesinin nereden geldi ğini, gerçeğin kişilere göre de ğiştiğini açıklar. Peygambere tabi olman ın gereklili ğini anlatır. Çünkü ancak Allah'm nurundan. taş an peygamberlerin getirdikleri bilgilerde gerçek vard ır. Konevi de İbnu'l-<Arabi gibi harfler üzerinde çok durur: " İlk meydana çıkan isim, birlik ismidir. Tanrısal mutlak gayb (gizli) den ilk ayr ılan. odur. Bu, isimler mertebesinin anahtar ıdır. Bunun harfler dünyas ııuda benzeri hemze ve eliftir... Elife en yak ın harf bâd ır. Her meydana ç ıkan şey, aslına delâlet eder. Birlik isminin Hakk'a delâlet etti ği gibi. Bunun harfler dünyasmdaki benzeri elif, hemze ve bâ da Hakk'a delâlet eder..."2 Koneviye göre Allah yüzdört kitap in.dirmi ştir. Yüz kitabı dördün içine koymuş tur. Bu dört kitap da Kur'an' ın içine konmuştur. İşte bunu izah için Konevi besmelenin sadece harflerinin ihtiva etti ği manalara temas eder, ve Kabbalizm tarz ında izahlar yapar. Konevi harfler hakk ında tefsirler yapt ıktan sonra bunlar ı kendisinin düşünmediğini, tamamen Allah'tan geldi ğini yeminle söylüyor: "Allah'a andolsun ki bunu istiyerek söylemedim. Bu söz ve tertip, hiç çalışmadan ve fikir yormadan geldi. Ben bu fikirlere uyar ııldım...."3 Fatiha kelimesiyle ilgili olarak Kitabun Kebir (Büyük Kitap) ve Kitabun. Sağir (Küçük Kitap) ile bunlar aras ındaki kitaplara has genel fatihalar ı izah eden bir bab ayırır. Daha sonra tefsire geçer. Her kelimeyi uzun ve güç anlaşılır bir tarzda tefsir eder. 1 Konevi, Verızu'l-Beyan, varak 3a. 2 Ayıu eser, varak 46a. 3 Aym eser, varak 49b.

193


b. Tefsirinden örnekler: Örnek olarak al-Hamdu kelimesi üzerindeki tefsirini özetliyelim: "Hamd cem' (birlik, toplu halde bulunma) ve tafsil (açma) makamm.dand ır; Ahadiyyet makamnıdan. değildir. Hamd, denk şeyler aras ında olmaz. Hamdedilenin, hamdederıden üstün olması lâzımdır. Hamd, övmedir. Överıden, övülene yap ılan her senâ, serıa edenin (övenin) bulundu ğu hali idrak etti ğini gösterir. O halde insan ın, halini bilmek gerekir. "Insanın hakikati, Allah' ın ilmindeki sabit aynı (cayn-i Ubite: Dü şünce halindeki varlik)ıdır. cAyrı-i Ubite, maclûm (belli) olan bir nisbetten ibarettir. Hak onu kendi ezeli ilmiyle bilir. Durumunu, Rabb ını ne derece bilece ğini bilir. İşte insan, dünyada Hakk' ın bu bilgisine göre şekillenir ve Hak'tan alınmış varlık ile bu bilgiye göre zuhur eder. Insanın mertebesi kullu ğundan ve Tanrılanmışlığından. ibarettir. Bu mertebenin hükümleri emirler ve mümkün kul olmas ı hasebiyle sıfatlard ır. Insan. niisha-i camia (toplay ıcı nüsha)dır. Memin sıfatlarını ken,dinde toplamıştır. Bunun için. olgun. insanla bütün âlemin övgüsü ayr ı ayrı ve tek tek Hakk'adır. Çünkü âlem de Allah'a delâlet eder, insan da. Bütünüyle ve tek tek zatınnı içerdiği her hakikat, arazi ve cevheri (öze ait) parçalar; keza âlemin, içerdiği hakikatler arazi ve cevheri parçalar ken.dine ve 11akk'a dönük olan Tanrısal isim ve sıfat üzre Allah'a senad ır. Senânın gittiği yer, bütün. isimleri, s ıfatları, mertebeleri, nisbetleri, izafetleri ku ş atan Zati mertebedir. Sena, tarif oldu ğ una; tarif de tarif edileni bilmeden olmayaca ğına göre, Hakk'ı sena eden kimse kendisini sena etmektedir. Çünkü tarif, vicdani bir şeydir. Vicdani ve zata ait şeyler, ilmin en açık ve kesin derecesidir. Bütün varhklar, Allah' ın kelimeleridir. Bunlar ın, Ilakk'ı senâ etmesi (övmesi) Hak'tan yararlanmas ına göredir. Her şey Hakk'ın tecellisinden etki almıştır. Hak, ber şeyin aymna tecelli eder. I şte gelen Hak nuru ve s ıfat'ar ının isimlerinin s ırrıdır ki bu tecellilere göre yarat ıklar, yaratan ı övmektedir. Kendi kendine hamdetmektedir. Bu yüzden hamdeden de ker ıdisidir, hamdedilen de. "Bu hususta bellemen. lâz ımdır ki Allah'a hamd-ü senâdan. sonra hâmidin diliyle nisbet edilenler ya olumlu veya olumsuz bir anlam ta şırlar. Olumsuzluk anlamı tesbihe aittir. Olumluluk hamdde mevcuttur. Hamdeden, hamdin bu söylenen mertebelerinden hangisin.de bulunursa hamd o haldedir. Hak tarafından o hamdedene verilecek kar şılık, bulunduğ u mertebeye göredir. Ama hamdeden, hamdin hamdi ve cemiyet (birlik) s ırriyle olur, belirli bir merte194


beye ve sıfata bağlan.mazsa onun hamdinin meyvas ı Hak olur. Çünkü bu hamd sahibinin, kâinatla bir ilgisi yoktur. Bir mertebeye, bir s ıfata, bir isme veya başka bir şeye bağh değildir."1 Konevi, fena ve Hakk' ı görme hakkın.da da şunları söylüyor: "Hak.k' ı görme, Hak% beraber fazlan ın kalmamas ıııı gerektirir. Hakk' ı gören bir in.san, kendisinde Hak'tan bulunan bir şeyle O'nu görür. insanda Hak'tan. bulunan. ş ey de O'nun. gaybi tecellisidir. Tecellrye mazhar olan kimse, bu tecelliyi Allah' ın ilmindeki ayn-i sâbitesiyle kabul eder. Herkes ezdi bilgidek:ı sabit ayniyle ötekilerden ayr ılır. O ayn-i sabitesiyle isim ve s ıfatlar âleminde ken,disine görünecek tecellileri kabul eder. İşte bundan dolay ı (Yani herkes Allah'ın, ilmindeki ayn- ı sabitesiyle tecellileri gördirğünden ve ayn,-1 sâbite de kendinden de ğil, Hak'tan. oldu ğundan dolayı) Allah'ı Allah'tan ba şkası göremez demi şlerdir." Bununla beraber Konevi, zati mü ş ahedeyi mümkün. görmüyor: "Zira bizler, istidad ımız, mertebe ve hallerimizle kay ıtlıyız, bağlıyız. Aldığımız tecellilerin hepsi de bizim gibi ve bize göre kay ıtlıdır. Gerek zata, gerek isim ve sıfatlara aidolsun, bütün tecelliler, bu kay ıtların hükmüncledir."2 dediğine göre Allah'ın zatuu müşahedenin ve O'nun künhünü (neli ğiııi) kavraman ın mümkün, olmad ığını ifade etmiştir ki Ciineyd-i Ba ğdâıll de ayni şeyi söylemiştir. Konevrye göre Allah, bütün âlemleri ve varl ıklar' birbirine ba ğlamıştır. Kâinatta her şey birbirinden meydana gelir. Bütün kain.at ba ştaıı. baş a Allah'ın isim ve sıfatlarının görüntifieridir. Her isim ve s ıfatın tecellileri ilimleri, hükümleri, halleri ve eserleri vard ır. Bunlar kimin dairesinde, kimin hüküm ve tasarrufu alt ında ise ondan. meydana gelir. Her varl ık Hakk'a bağlıdır ve isminin özelli ğini O'ndan alır3. isimler, mütekabil (karşılıklı sıcak, so ğuk) ve muhtelif oldu ğu için. bunların hükümleri, zevkleri, eserleri ve halleri de muhteliftir. Bundan. dolay ı keşfin.de kemale eren, ak ılh kişi anlar ki buradaki ihtilâf, ashndaki ihtilâft ır. Konevi, diğer eserleriııde oldu ğu gibi bu tefsirinde de hocas ı Ibnu'l-Arabrnin vandet-i vücud görü şünü izah etmiştir. On,un isimler hakkıııdaki görüşü de bu mahiyettedir. Gide gide ibnu'l-Arabi. gibi dir ılerin birliği görüşüne çıkmaktadır: "Her isim bir bakımdan, müsemmanın (isim sahibinin) ayn ı, bir bakımdan da gayri oldu ğu için on.un hükmü de iki yüzlüdür. Perdeli olan inanç sahibine ismin müsemmâya aykırı olan yüzü galip gelmiştir. Kayıtlı 1 Konevi, Vcaz, varak 54b-57a, Konya Yusuf A ğa Kütüphanesi, No. 7. 2 Ayıu eser, varak, 59a. 3 Aynı eser, varak 116a.

195


zevkler sahibine de ismin müsemmasiyle ayn ı olan yüzü galip gelmi ştir. Bun.lar da ismin mertebesinirı gerektirdi ği temyiz ve tahsis yetkisine sahiptirler. Büyükler ise zati tecelliye mazhar olmu ş , cemi makam ına ermiş oldukları için ismin her iki yüzündeki hükmü görürler ve bir zevke, bir inanca ba ğlanıp kalmazlar. Her zevk sahibinin zevkini, her inanç sahibi ııiıı itikadmı kabul ve tasdik ederler. Flepsindeki do ğruluk yönünü ve hepsindeki nisbi hatâyı bilirler. Bu, Zati tecelliye erenin i şidir"' Konevi, Fatiha tefsirinin sonunda güne şin batıdan do ğmasını baka bir açıdan görmektedir: "Bu, insan. bedeninde hayvansal ruhun do ğuşu, Tanrısal ruh nurun.un, bedenin gurup yerinden çekilip gitmesidir. Çünkü güne şin genel kâninata nisbeti rıe ise, hayvansal ruhun. da bizim bedenimizdeki durumu odur. Kalem-i Alânın kâinata nisbeti kâmil insanda ne ş'elerimizi idare eden Tanr ısal ruhun nisbetidir. Güne ş batıdan do ğduktan sorıra nasıl amel kabul edilmezse insan ruhunun bedeni idare etmekten, yüz çevirmesi, hayvansal ruhun kendisinden ayr ılması halinde de teybe kabul edilmez. Onun içindir ki Allah' ın Resulü (s.a.v) :

14, 0„Up

gelmedikçe kulunun tevbesini kabul eder" 2

,;.)1 : Allah, can boğaza buyurmu şlardır."3

2—Cemalu'd-dirı Yösuf ibn IBM Ebu'l-Berekât a ş-Safedi (696/1296): Hayatı hakkında fazla bir bilgi elde edemediğimiz Safedi, Halep'te do ğmuş , sonra Safed'e yerle ştiği için Safedi rıisbetini almıştır. Tabib ve mutasavvıf bir zatt ır. Ortadoğu'da Ş am, Halep, Safed, Kudüs, Medine, M ısır arasında dolaşmıştır. Fıkıhtan Urcıaza beyııe Ebi Hanifete va' ş - Şafi(i. adlı eseri ile Ke şfu'l-Esrar ve Hetkul-Estâr adl ı tefsiri vard ır4 a. Tefsiri ve metodu: Brockelmanrı, Zirikli ve Ketılıale Ş afedrnin, yukarıda adı geçen. tefsirinden bahsediyorlar. Ke şurz-Zunun'da bu eser "Rabbani s ır sahibi, 1019 da ölen Rumi müellif Ali ibn bir mukaddime ve üç baptan. ibarettir." deniyor' O eserin bir nüshas ı Üniversite kütüphanesinde vard ır. Tılsımlara, ilm-i zic'e dair bir eserdir. Ad ı da Keşfu'l-Esrar fi Hetki'l-Estâr' dır. Elimizdeki tefsirle bunun bir ilgisi yoktur. Hekim o ğlu Ali Çelebi'nin eseridir. 1 Iccaz, varak 116a. 2 TirmiZI, Dacavt, 98; ibu Müce, Zühd, 30; Ibn Vanbel, II, 132, III. 425. 3 Ice'Uz varak 125b. 4 Brockelmann, S. I, 738. Broekelmann bu eseri yalmz Süleymaniye 133 numarada göstermiştir; Zirikli, al-Aclâm, IX. 337; Muceemul-Muellifin, 5 Keşfu'z-Zünun, II. 1487. 196


Bu teTsirin alt ı ciltlik bir nüshasmı Fatih 390 numarada buldum. Her cildin, sonunda istinsah tarihi gösterilmi ştir. Dördün.cü cilt maalesef bu eserin, değil, Keşş af'ın son, cildidir. Ke şf ile Keşş arı birbirine karıştırmışlar ve o cildi bunun ciltleri aras ına sokmu şlar. İsmail Paş a da Ke ş fu'l-Esrâr'm Fatih nüshasına i ş aret etmi ş , fakat Ibnu'l-Arabi'nin eseri oldu ğunu söylemiştiri Şehid Ali Paş a 61-62 n,umarada iki cilt tefsir bulunmaktad ır. Bunlar"İbnu'l-cArabrnin Ke şful-Esrâr ve Hetkul-Estar ı" diye gösterilir. ilınu'lArabi'llin böyle bir eseri yoktur. Birinci cilt, bu tefsirin, birinci cildidir İkinci cilt olalı. 62 numaradaki nüsha ise bu tefsirin devam ı değil, başka bir tefsirdir ve kanaatimize göre ib ıru'l-Arâbrye aittir. Bu eseri Ibnul-cArabi bahsinde incelemi ştik. Fatih nüshasında tefsirin, 686 da tamamland ığı, bu niishanın, da 695— 96 yıllarırıda Medine'de yaz ıldığı açıklanmaktadır. Birirıci cilt 697 Rebiülevvelin ilk onunda, ikinci cilt 6 Cemaziyel evvel 697 de, üçüncü cilt 3 Recep 697 de, be şinci cilt 13 Zi'l-Ka'de 695 te, alt ıncı cilt 3 Recep 696 da istinsah edilmiştir. Yaz ıları da ötekilerden farkl ı olan. son iki cildin daha önce ba şka bir müstensih tarafından yaz ıldığı anlaşılmaktadır. Birinci, ikinci, üçüncü ciltleri Abdullah ibn Abdullah istinsah etmi ştir. Ciltlerin sonunda: ibaresi vardır. Bu tefsirin dördüncü cildi de olsayd ı, eserin tam bir nüshas ına sahib olacaktık. Bu tefsir Ibnu'l-Arabiye mal edilmi şse de onun de ğildir. Şehid Ali 62 numarada olup bu tefsirin bir cildiyle beraber bulunan ve gerçekten aidolan eser, katalog düzenliyen,leri yandm ıştır. Tefsirin altıncı cildi sonunda Na,s Suresinin tefsirini müteakip müfessirin yazdığı son, söz (hatime), her şeyi açığa kavuş turmaktad ır. Müfessir burada metodundan bahsetmektedir. Şer'i manalar ı izah ettiğini, felsefi anlamlar üzerinde durmad ığını , filozofların sözlerini Kur'arı 'la çürüttügünü, tasavvuftan da cidden faydal ı fas ıllar zikretti ğini, elinden geldi ği kadar Kur' an'ın manalarm ı yansıtmağa çalıştığını ve buna Ke şfu'l-Esrar ve Hetku'lEstar adını verdiğini belirtir ve: "Kimsenin belli taklidetmesini istemiyorum. Çünkü ben kimseyi taklidetmedim. Beni taklidedenin günah ından da uza ğım. Zira kendimi buna ehil görmüyorum"2 der, kitab ı yazarken geçirdi ği safhaları ş öyle anlat ır: "Bu kitab ı 665 senesinde Ş am'da derleme ğe başladım. 669 da bir nüshasını tamamladım. Bana güç gelenlerin hepsini ve tetkiklerimi orada topla1 Whu'l-Meknun, II. 356. 2 Varak 170a-171a, Fatih, No. 390.

197


dım. 673 senesine kadar bu nüshamn üzerinde çal ıştım, gözden geçirdim. Mısır'a geçtim. Islâhma lüzum gördü ğüm yerleri düzelttim. Eklemeler, ç ıkarmalar yapt ım. Elli küsur tefsir kitab ından ara ştırarak mü şkil meseleleri çözme ğe çalıştım. Kabire'deki Faz ıliyye Medresesinde otuz alt ı tefsir kitab ı gördüm. Muhit denilen tefsiri de yetmi ş beş cilt buldum. Bütün müşkillerimi gücüm yetti ği kadar çalışıp hallettim. Sene 676. Gece gündüz her zaman ve her yerde ya okuyor veya dü şünüyordum. Yeniden kaleme ald ım, yedi yıl içerisinde yedi defa yazd ım. Allah'ın, kalbime açt ığın ı , kitaplarda buldu ğumu ve bilginlerden duyduklar ımı da katarak yaz ıyordum. Nihayet ecelin yakla ştığını anlad ığım için temize çekmeyi dü şündüm daha fazla geciktirirsem ölüm beni bun,dan geri b ırakır korkusiyle temize çekmeğe ba şladım. Allah'a da istihare ettim. Kahire'de al-Hakim camiinde 686 Ramazan ın ın ortas ında temizi bitti. Allah kâtibine ve bütün mü'minelere güzel son ihsan eylesin."' Bu ifadeler, tefsirin Ibnu'l-Arabi'nin olmad ığın ı ortaya koyuyor. Çünkü 665 de başlanıp 686 da tamamlanan eser, 638 de vefat eden Ibnul-Arabrnin olamaz. Eserin Murat Molla 162 numarada bulunan üçüncü cildi de meseleyi vuzuha kavu şturdu. Bizzat müellifin hattiyle yaz ılmış olan bu çok kıymetli nüsha, kalın kalemle yaz ılmış 480 varaktan ibarettir. Çok yerler çizilmi ş , kenarlara notlar eklenmi ştir. Müsvedde oldu ğu bellidir. Bu cildin başında

j„,3

birinci varakta şu ifade vard ır: (.5.,UNLJ (..):701 LitıP: J.41,1kfi Alim,

t!,1

4:74

Ke şfu'l-Esrar' ın üçüncü cildi.

fflk11

âmil Cemalu'd-din as-Safedi'nin eseridir."

Ayetler kırmızı , tefsirler koyu kahve rengi yaz ı ile krem rengi aharl ı kâğıt üzerine yaz ılmış bu cildin, sonunda şu ibare okunmaktad ır.

-12;.11i

Ç:ya

C'A

JI.,„;)/1

jx;

t:„.44

41l—;

jli;JI eT

e.4.1 j .121;,JI

‘.5.4

5,,J 4J T .3 jtoe; 4:111

jt.<

j bbilz

(:)1 J.4 ji

(

198

Jrlib

(b5/1,-„11.3

42:1x;

2 Varak lb.

e". JS 4;1

,3lS j C.A..;11


‘t..11:5

J>.1" ;J.. ır. cfhj‘;31'. tir;2±;

;J.

Ci

((f

Bütün bu cümleler müellifin kendi kalemin.den ç ıkmıştır. Tefsirin kenarlarında çıkıntı notlar vard ır. Demek ki bu cilt müfessirin ilâveler, ç ıkarmalar yaptığı müsvedde cilttir. Metin içinde çok sat ırların üzeri kalemle çizilmişitr Yani müfessir burıları çıkarmış, yenilerini eklemi ştir. Bu cilt, müfessirin yetmi ş üç senesine kadar çah şıp tetkiklerini toplad ığı ve Kudüs'te beyaza çekti ği nüshadır. Bu suretle kâh ibnu'l-<Arabi'ye, kâh Iznik% cAli'ye atfedilen bu tefsirin gerçek sahibi bulunmu ş oluyor: Cemalu'd-din a ş-Safedi. Metodu ve görüşleri: Tefsirinin mukaddimesinde Safedi, şimdiye kadar yazılan tefsirlerin ahkâm ve dil üzerinde durduklarm ı ifade ile der ki: "Allah, kitabının varisine tamamen açt ı . O da kendisine aç ılan. marıalan bütün kitabın metnini içine alan geni ş bir mecmuada özetlemeyi uygun. gördü. Bununla beraber Arapçadaki garip manalara ve Kur'an:1n en güzel te'viline i şaret edecek ve bu hususta havadan uzak görü ş sahiplerini taklidedip kay ıthlık kirinden temizlenmi ş bir akılla hareket edecektir.... Zaman ın geçmesi, olayların değişmesi, Kur'an' ın manasını anlamada değişiklikler meydana getirdiğinden bu kitabı derliyen (yani kendisi), bu kitab ını okuyanlar için ölçü metodu koydu: "Bu tefsirde dil gerekleri d ışında bir fikir gördü mü onun bo ş olduğuna hükmetsin. Bunu derleyen, havalar ı , kişisel arzuları söküp atmayı, birinin fikrine uymaktan kaçınmayı, tahkiki mümkün olan açık ve gizli hiçbir şeyde yaratıklanndan birini taklidetmemeyi ve ilmi ehli olmayandan, menedip ehline vermeyi, ilim ö ğretiminde sırf Rahman'ın rızasını gözetmeyi prensip edinmi ştir"! Kısaca besmele ve Fatiha'mn manas ına temas ettikten sonra Safedi şeyle diyor: "Ben bir hüküm veya bir mana aç ıklamak istediğim zaman eğer akli ise akli olanın güzelini değil, en güzelini, eğer vicdani ise vicdâni olan.ın en. güzelini; her ikisinden ise ikisinin de en güzelini verme ğe çalıştım. Son.ra kelimenin delâlet etti ği mana= en güzelini verdim. Sonra onu kapsayan manalarm en güzellerinin aras ını bulup kelimeden,kasdedilen man.an ın hakikatini çıkarmağa çalıştım. Cümlenin. özel kavramını da yazdım. Arapça bakımından her konu şamrı sözünü taklidedecek de ğilim. Beri sözün. en güzel yanını kelimenin ken.disinde arad ım. Beni bu yola sevk eden, "Bu Kur'an 1 Fatih, No. 390, varak lb-2a.

199


en doğruya iletir" âyetinde belirtildi ği gibi mananın en, glizelinin Kur'an'da bulundu ğuna olan, inancımdır. Kelime hususunda da: "Allah sözün en güzelini müteş abih bir kitabolarak indirdi" demi ştir. O halde mananm da kelimenin de en güzeli Allah' ın kitabındadır..."' Tefsir hususunda çok şey söylendiğini, sonradan, gelen bir bilgine pek bir şey kalmad ığını , ancak Allah'ın lâtfiyle baz ı kullarm kalbine açt ığı hazinelerden manalar ta ş aca ğuu anlatan Safedi ş öyle devam ediyor: " İşte bu yönde gücümün yetti ği kadar Kur'an' ın manalarını açıkladım, onun hikmetlerini gösterdim ki bu, senin için bir örnek olsun, o ıı,unla diğerlerini de anlayasın. Zikrini bilmedi:On şeylerden gafil oldu ğumu sanma. Bazan bir manayı bir yerde yaz ıp onunla yetiniyorum, ba şka yerlerde ayn ı şeyi söylemeğe lüzum görmüyorum. E ğer bir manay ı delilsiz görürsen emsalini oku (delillerini orada bulacaks ın). Yirıe de ço ğu yerde hükümlerin delillerini getirdim. Ancak delile ihtiyaç olmayacak kadar aç ık oları yerlerde delil getirmedim. E ğer bir mana başkasının sözüne aykırı olursa bil ki Allah diledi ğine hidayet eder. Gereken yerde her vasiyeti yapt ım. Hiç bir âyeti, kelimeyi ve harfi re'y ile tefsir etme ğe kalkmadım. Zira Allah'ın kitabında re'y olmaz. K ıyasla da tefsir etmedim. Çünkü kıyas, kıyasçmın düşüncesine ba ğlıdır. Herkesin dü şünçesi farkhd ır. Akıllar de ğiştiğinden kıyaslar da de ğişir, o zaman maksatlar çoğalır. Halbuki gerçek birdir. Ibarelerin ihtilâfi itibarlar ın ihtilâfindan ileri gelir. "Benim için, incelemesi mümkün olan. yerde hiç kimseyi taklidetmedim. Zira taklid, şek üzerine kuruludur. Tahkik ise yakin, üzerine kuruludur. Kelimenin gösterdi ği anlamı ya mutabakatiyle ya lâz ımiyle veya feraizde olduğu gibi lâz ınun lâzımiyle açıkladım. Garip kelimeleri Arap diline göre izah ettim. Ince man.alar ı, manası çok olan âyetlerle, müte ş abih âyetleri muhkemlerle açıklayarak Kur'an' ı Kur'an'la şerhettim. Çünkü ben kur'an'da bir eksiklik görmedim ki onu başka sözlerle tamamlayay ım. Kendinden bir şey söylemiyene itiraz edilemez. Zira kelimeleri ıı manasında ilk başvurulacak yer odur. Benim yapt ığımı benden önceki bilginler de yapm ışlardır ama ben onlar ı teklidetmedim, onlardan çok az şey aldım. Onların sözlerini çok okumadım, okuduklarımdan da çok az şey anlatt ım. Bunlar aras ında zihinlerin kabul etmiyece ği bazı şeyler varsa söyliyen, kimsenin sözün.ü özetleyerek yazd ım. Zira vardığı sonuç do ğru ise söyliyenin sözünü aynen tekrar etmekte fayda yoktur. "Ben kimseye beni taklidetmesini emretmiyorum. Çünkü ben hatâdan masum de ğilim, bu, ictihadımın beni iletti ği yoldur. Bunu gizlemek benim 2 Varak 4b.

200


için caiz de ğildir. Benim de baz ı görüşlerim vard ır. Güzel görü ş sahiplerinin, görüşlerini de aldım. Bu kitab ı takva göziyle okuduğun azman kalbine de Furkan'dan bir hediye verilmi ş ise bununla gerçek ile yanl ış' ayırırsın.,"' Müfessir, böylece metodunu aç ıkladıktan sonra Bakara Sûresine ba şlar ve münasebetiyle huruf-i maukattaa hakk ında çok geni ş ve tamamen Futuhattakin.e benzer bilgiler verir. Bu harflerin ebced hesabiyle nas ıl manalara delâlet edece ğini anlatır. Harfleri iki kısma ayırmıştır. Ikinci kısmı anlatırken de yine Allah' ın kelamından ken,disine birçok manalarm aç ıldığını , kendin.den önceki müfessirlerin indi olarak söz söylediklerinden onlara k ızdığım, Kur'an?' tefsir edeyim derken herkesin kendi halini anlatt ığım, ama sonunda kandisinin de onlardan biri oldu ğunu, bunun. üzerine Kur'an' ın manasıru iyi anlamak için halvete çekilmek gerekti ğini, nihayet zaman ın hükümdarma kahren halvete çekildiğini ve Allah'ın kendisine açtığı bilgilere tefsir kitaplar ında gördüklerini de kalarak yazd ığını , doğru olanın. Allah'tan olduğunu, sakat olanın kendi eksik görüşünden ileri geldi ğini, zira peygamberden ba şka herkesin keşfinde yandabilece ğini kaydeder2. Müfessirimize göre bütün harfler noktadan ç ıkmıştır. Manalar nefislerde durur, nokta ile çıkar. Kelimeler harflerden, harfler noktadan meydana gelir. Harfler tek ba şına lâl gibidir, birkaç harf birle şince konuş abilirler. Nefiste gizli olan, manalardan kazanular. Bu man.alar harflerden de ğil, onların birleşmesinden, yerlerine göre şekillenmesinden türemektedir. Zira ayıu harfler ba şka bir biçimde birle ştirilse başka anlam ç ıkar. Bu, cidden bir ihtisas alanıdı r. Zihnin alamıyacağı kadar teferruat ı vardır. Tıpkı hesap Amino benzer, onlar ı , yüzleri, binleri... bilinir, sonu gelmez.'". y "Her harf kendi ba şına bir kuvvete delâlet eder. Harfler ( 1gibi aynı şeklin, noktanın değişmesiyle ba şka harfler olması dolayısiyle) müsenna (ikili) d ır. Müsenna harfler on dörttür (7 x 2 = 14). Bu harfler iki şer olduğu için bunların yarısı diğer yarısm.a delâlet eder. Bir yar ı, tamamm gösterdi ği mallar gösterir. Her harf, müsew, nasma delâlet eder. Müsennas ı da kendi müsennasına delâlet ede ır. O zaman bütün harfler hem kendilerinde olana, hem de âlemde olana delâlet eder. Yani harfler bilkuvve âlemdir, fakat bu terkibe girmeden söylemekten âcizdirler. Bu harflerin birbirleriyle birle şmesi, başh başına varlıklar dünyas ıdır. O halde bütün varlık nutuk itibariyle Kur'an'd ır. Kur'an' ın varlık olarak 1 Varak 5a-6a. 2 Varak 16b-17a. 3 Varak 17b.

201


görün.üşü de âlemdir. Bütün âlem suretlerden ibarettir. Bu suretler harflerdir. Ve bütün harfler de suretlerdir. O da ba ştan baş a Kur'an'd ır..."' "Allah bunu kdem'in zat ına dikmi ş , çamuriyle yoğurmuş , kalbine koymuştu. Bu harfler Adem'in zat ında gizli idi. Bütün müsemmalar (adlanm ışlar) bu isimlerin. (harflerin) terkibindendir. "Allah A‘dem'e bütün isi ınleri öğretti" 2 diyen Yüce Allah ne do ğru söylemi ştir!" 3 Harfler hakkırıda on iki sayfal ık bilgi veren Safedi, harflerin bilkuvve mana taşıması/ıl ileri sürmekle beraber tek ba şına bulundukları zaman bunlardan mana ç ıkarılamıyacağını, sure başlarındaki tek harflerden mana ç ıkarmanın, tıpkı doktorun yazd ığı reçetenin gösterdi ği ilâçları kullanmay ıp reçetenin kelimelerini tekrar ederek şifa bekleme ğe berızediğini söyler. Maksat Kur'an' ın harfleri değil, o harflerin birle şmesinden meydana gelen manalardı r. Harfler, özet olarak Allah' ın kitabındaki bütün man.alara i ş aret etmiştir diyenler, Kur'aıfın faziletini dü ş ürmüş , hakkına tecavüz etmi ş olurlar4. Bu fikri çok do ğru ama ön.ce söyledikleriyle çeli şki teşkil etmektedir. Bu tefsirde zahir marıalar izah edildikten sonra pek felsefi olm ıyan işari man.alara da temas edilir. Asla vandet-i vücud kokusu yoktur. b. Tefsirinden bir örnek: 3, •

0.1 0

O .3 •

ı

•• • 5-

,a_JJ •

3 3 •

ı

9, o

-

F

:

»

Allah'ı nasıl inkeir

e

edersiniz ki sizler ölü idiniz, O sizi diriltti, sonra sizi öldürecek, sonra diriltecek, sonra O'na döndürüleceksiniz."5 âyetin.de birinci ölümün, insanların. yaratılmazdan ön.ceki hali, ikinci ölümün hayattan. sonraki hali olduğunu, haşrin. cesetlerle beraber olaca ğını söyler. Ha şrin. ruhani olaca ğını, mü'minlerin bir defa, kâfirlerin iki defa ölece ğini söyliyenlere çatar: Bil ki Allah'ın "Sizler ölü idiniz" sözü ruhsuz bir varh ğı gösterir. Siz tamamen. yok idiniz anlam ına gelmez. Biz bir zaman hayats ız olarak vard ık. Nitekim: "Sonra onu sağlam bir yerde nutfe yapt ık, sonra nutfeyi kan p ıhtısına çevirdik..."6 âyetiyle bu zikredilmi ştir. Biz ölü idik. Ölüm ikidir. Birinci ölüm, 1 Varak 18a—b. 2 Bakara Sûresi: 31. 3 Varak 21a. 4 Varak 29b-30a. 5 Bakara Süresi: 28. 6 Mü'minun Sûresi: 13.

202


taddınamış ölümdür. Kendisinden önce hayat yoktur ki ölüm tad ılsın. İkinci ölüm, insanın, kabre girmesidir. Bu ilk tad ılan ölümdür. İkisi arasında hayat vardır. Ba's da ikinci hayatt ır. Yeniden diriltilmi ş cesede artık ölüm yoktur... Bu cesetler diriltilecektir. Çünkü Allah: "Allah kabirlerde olanı diriltecek", "Kabirlerden pkarlar",2 "Çürümüş kemikleri kim diriltecek? De ki : Onlar ı ilk defa yaratan diriltecek"3 buyurmuştur. Eğer denirse ki: Allah insanlara akılları yeterince konu şmuştur. insanlar ruhu ancak ceset vas ıtasiyle bildikleri için böyle misallerle anlatm ıştır: "Biz insanlara misaller veririz ama onları ancak bilginler düşiinürler."4 buyurmuştur. Biz de bu söze cevabolarak deriz ki: "Bu söz aklen güzelse de buna böyle in.anmam ız doğru değildir. Biz cesetlerin dirilece ğine inamrız. Mesele gerçekten böyle dü şünenin dedi ği gibi de olsa biz günaha girmi ş olmayız. Çünkü Allah dünyada bizim için, cesetlerin. dirilece ğine örnekler vermi ştir: " İşte Allah ölüleri böyle diriltir."5 "De ki : ister taş olun, ister demir..."6, "Allah onu yüz sene öldürdü, sonra diriltti."7 Bu âyetler, cesetlerin dirilip kalkaca ğını gösterir. Allah insana emir ve nehy etmi ştir. Ve insanın çamurdan bir sülâleden ve nutfeden. yarat ıldığını söylemi ştir. Nutfeden yarat ılan bu cesettir. Yaln ız burada bilmek gerekli olan. bir nokta var ki o da şudur: Gerçi ruhlar cesetlerle beraber ha şrolunacaktır ama burada olmayacakt ır: "O gün arz, ba şka bir arza de ğiştirilir, gökler de (ba şka göklere tebdil olurtur)".8 Arz ve gökler de ğiştirilecektir. Bu cesetler de bu arzdad ır. Hattâ arz ın kendisidir. Arzı tedbil eden, cesetleri de tedbil eder. Bil ki ben bu meselenin halli ve âyetin te'vili için tam bir y ıl uğraştım. Nihayet meselenin çözümü bana aç ıldı.".9 Safedi, cesetlerin bu dünyada ha şrolunmıyaeağını söylemekle tenasühü reddetmiş olmaktadır. Aynı zamanda gökler ve yer de ğişece ğine ve cesetler de bu arzın. bir parças ı olduğuna göre cesetlerin de de ğişeceği görüşü, âhirette diriltilecek cesetlerin bu cesetler olmad ığı , ruhun. orada ba şka cesetler içerisine konacağı anlamım taşımaktadır ki "Kabirlerden. ç ıkarlar", "Allah kabirlerde olanı diriltir" meâlindeki âyetlerin d ış manasmı tam karşdıyamamıştır. 1 Hac Silresi: 7. 2 Macaric Süresi: 43. 3 Yasin Sûresi: 79. 4 Ankebut Süresi: 43. 5 Bakara Sûresi: 73. 6 Isra Sûresi: 50. 7 Bakara Süresi: 259. 8 Ibrahim Süresi: 48. 9 Keşfu'l-Esrûr va Hetku'l-Estâr, varak, 43a-44b.

203


3—Kıvamu'd-din `Abdu'r-Razzük Kü ş âni (730 /1330): Nuru'd-in (Abdu's-Samed Natnazi'rxin müridi olan kü ş âni, birçok eserlerin sahibidir. Te'vilât adl ı tefsiri ünlüdür. Bu tefsir ibnu'l-cArabi'ye nisbet edilmiştir Elimizdeki deliller, tefsirin Kü ş âni'ye aidoldu ğunu kesinlikle isbatlıyor : 1) Bütün yazma nüshalar Kü ş âni'ye nisbet edilir. As ıl olan, yazma niishalardır. 2) Keşfu'z-Zunun'da Kâtip Çelebi, Kü ş âni'nin Te'vilâtu'l-Kur'an' ından. bahsederek der ki: "Bu, tasavvuf ıstılahnıca yazılmış bir tefsirdir. Sad Süresinc kadard ır. Kemalu'd-din Ebül- Ğanüim (Abdu'r-Razzük Cemalu'd-din „

al-Kaşi as-Semerkandi'ye aittir. Ba şı 4...7C:4„4

JJ-

dir ki' Ibrıu'l-Arabrye nis-

f-bet edilen tefsirin ba şı da aynen böyledir. 3) Bu tefsirde müellif, " Şeyhimiz Mevlâ Nuru'd-din Abdu's-Samed .(Allah aziz ruhunu takdis etsin.) den, vandet-i şuhud ve fena makamı hakkında işittim, o da babas ından işitmiş ki babas ı..."2 diyor. Burada Şeyhimiz diye bahsedilen Nuru'd-din Abdu's-Samed Natnazi, Isfahan'hd ır ve Küş ürırnin şeyhidir. Yedinci as ır sonlarında vefat eden ve Isfahan'h olan Nuru'd-din Natn.azi, 638 de ölen Ibnu'l-Arabi'rıin şeyhi olamaz. 4) Fil süresinde Ebabil ku şların.m, gelip taş atmalarnun daima mümkün olacağını beyanla böyle olayın kendi zamanında da geçti ğini söylüyor: "Bizim zaman ımızda da fareler, Ebiverd şehrini bozup ekinlerini mahvettiler. Sonra Ceyhun Irma ğı kıyısma gelip her biri ırmak kenarlar ındaki meşelerden birer dal alıp üzerine binerek Irma ğı geçtiler. Bu da acaip bir olayd ır. Fil olayının mümkün olacağını gösterir. Fil olayı te'vil kabul etmez bir hâdisedir'" der. Ibnu'l-(Arabrnin Ebiverd tarafına gittiğini gösteren hiçbir delil yoktur. Ibnul-Arabi, oralar ı bilemiyece ğine göre bun,u anlatan, oradaki olayları bilen bir zatt ır. Bu da Kü ş âni'dir. Bütün bunlar gösteriyor ki tefsir Kü ş ünrniııdir. Goldziher, matbu tefsirin üzerindeki yaz ıya bakarak bunu ibnul-Arabi'nirı sanmış ve bu tefsirden Ibnu'l-Arabnıin görüşlerini çıkarmağa çalışmış , tabii hatâya dü şmüştür. 1 Keşfu'-?unun, I. 336. Tefsir tamamdır. Acaba Kiltip Çelebi eksik bir nüsbadan m ı inceledi?. 2 Tefsiru İbn `Arabi, II. 116. 3 Aynı eser, II. 116.

204


Yalnız bu tefsirin ibnul-Arabi ile irtibat ı da yok de ğildir. O irtibat, yazarnun, ibnu'l-Arabi'nin bir hayran ı' olması, onun. vandet-i vücud sistemini olduğu gibi benimsemesidir. ibriul-Arabi taraf ından yani». tefsirin, Ka ş aıor üsliibuna ve fikirlerine çok etkisi olmu ştur. Muhammed Abduh ve Reşid Rıza, Kaş anryi batini sanm ışlardır'. Halbuki o tamamiyle sünnidir. Zahiri esas kabul etmektedir. Batmiler zahiri kabul etmezler. Kendisi, Simnann ıin mektubun.dan. da anla şıldığı gibi ibadet ve taate son derece dü şkün., sünni inanc ını savunan bir insan.dır. a. Tefsiri ve metodu: Kaşani tefsirinin. mukaddimesinde metodunu ş öyle açıklar: "Ön.celeri Kur'an okur virdlere devam ederdim. Ama s ıkıla sıkıla, zoraki okurdum. Nihayet gere ği gibi okumaya alıştım. Kur'an'nuı tadını taddım. Baktım ki içim gittikçe açılıyor, gö ğsüm geni şliyor, kalbime man.alar doluyor. Her ayetin altında dilimin söylemekten aciz kald ığı manalar aç ılmaya başladı. O zaman Hz. Peygamber'in "Kur'an'dan hiçbir ayet inmemi ştir ki onun bir zahiri, bir batını , olmasın. Her harfin bir haddi ve her haddin. bir matla ı vardır" hadisini hatırladım. Anladım ki Kur'an' ın zahiri tefsir, bat ılı' te'vildir. Had, anlayışlarııı eriştiği mana; matla' da O'ndan O'na ç ıkan şeydir. Onunla Bilici Padi ş ah müşahede edilir. imam Ca'fer Aleyhisselam' ın: "Allah, kelâmında kullarma tecelli etti, fakat siz görmüyorsunuz" dedi ği nakledilmiştir. Yine onıın namazda düşüp bayıldığı , sebebi sorulduğu zaman: " _Ayeti terdidediyordum, nihayet onu söyliyenden işittim" dediği anlatılır. "işte ben de baz ı vakitlerde kalbime do ğan bazı hakaik sırlarını ve doğuş nurlarmı yazmak istedim, zahir ve ahkâma dair âyetlere dokunmad ım. Çünkü onun bir sınırı vardır. "Kim Kur'an' ı kendi reyiyle tefsir ederse kafir olur" denmi ştir. Te'villerin ise bir s ınırı yoktur. Çünkü te'vil, dinliyenin ahvalin.e ve sülûkteki mertebelerine göre de ğişir; derecesi yükseldikçe kendisine bir anlayış kapısı açılır. Böylece bu yapraklar ı karalamağa ba şladım. Ama tefsir yönüne dokunmad ığım gibi ifadesi imkan.sız olan do ğuşlara da temas etmedim. 13unu Kur'an- ı Kerim'in tertibine göre yazd ım, tekerrür edenleri yeniden yazmad ım. Bana göre te'vil kabul otmiyeeek ya da te'vile ihtiyaç göstermiyecek âyetleri te'vil etmedim. Te'vil ettiklerimde de mana= son sınırına ulaştığımı söylemiyorum. Zira benim anlad ığıma göre anlay ış yönleri sayılmaz. Bildiğime göre Allah'ın ilmi bir s ınırda durmaz. Zahir alı kamın zahirini kasdetmekle beraber te'vili mümkün olanlar ı da yine azıcık te'vil ettim ki akl ın bunu yapabilece ği bilinsin. Bu hususta ileriye gitmek isteyen, bu te'vil ettiğim hüküm âyetlerine bakarak ötekilerini de bunlara k ıyas etsin. 1 Bkz. Tefsfru'l-Men3r, I. 18, Ikinci bask ı, Kahire, 1366/1947.

205


Fakat bunlar ı te'vil etme ğe lüzum yoktur. Hattâ te'vil etmemek, kendini bu işe zorlamamak mürüvvete daha uygundur." Görülüyor ki Kö ş öni, bu eserine tefsir de ğil, te'vil demi ş ve esasın zahir mana oldu ğunu ifade etmi ştir. Ka şanryi batıni kabul etmek yanlıştır. •5» ‘!„1.1_,LJI âyetinde: "Bunun tefsiri, zahirin delâlet etti ği gi. bidir. Böyle inanmak, tasdik etmek vaciptir. Zaman ına, niceliğine, niteliğiııe Kur'an'ın anlattığı biçimde inanmak gerekir. Ama te'vile gelince şöyle te'vil edilmesi mümkündür: Fülk (gemi), Nuh'un, şeriatidir. Kendisi ve inananlar onunla kurtulmu ştur. Nas ıl ki liz. Peygamber Aleyhisselâm buyurmuştur: 4:3

(.54 Cj; jt4

J*11

:Benim ehl-i beytim Nuh'un gemisine benzer. Ona binen kurtulur, geri kalan boğulur."2 Tufan ise Pey ğambere uyarak heyülü (madde) de ııizinden ayrılmıyan, nefsi temizlemiyenlerin heyillâ denizinin istilâsiyle mahvolacaklarma iş arettir. Nitekim İdris Aleyhisselâm'm sözlerinde ve nefsine hitaplar ında bu mana anla şılır: Bu dünya su ile dolu bir denizdir. Beden haraboldu ğu zaman binecek bir gemi bulursan., ondan kurtulur, kendi âlemine gidersin. Yoksa helâk olursun. Buna göre: "Nuh gemi yap ıyor" un manası , şöyle olur: Nuh, iyi amel tahtalar ından ve amelleri düzgün k ılacak ilim çivilerinden bir şeriat yapıyordu."' Fil Süresin.de vak'anın olduğu gibi geçtiğini, bunun kıyamet ahvali ve benzeri ş eyler gibi te'vil kabul etmiyece ğini söyler ve bu olayları insan nefsine tatbik eder. İşte bu tertiplerinde çok ileri gitmi ş , çizdiği metoda göre her olayın, kahramanlar ına insan -vücudurıcla bir kar şıhk bulmuş ve imzan gülünç olacak kadar zoraki te'viller ileri sürmü ştür. Fil olay ını enfüse şöyle tatbik ediyor: "Habeşi Ebrehe nefistir. Nefis, Allah' ın gerçek evi olan Kalb Kübesini istilâ ve tahribe kalkarak ruhani kuvvetler hac ılarmı keııdi yaptığı cismani kuvetler kilisesine çevirip oraya hürmet ettirmek isteyince ameli ak ıl Kureyşlisi, akli gıda fazlas ını ona attı. Güzel âdetler ve iyi edepler gibi e ğitim vas ıtasiyle on,u eğitmek istedi. Bu ameller on.da şevk ate şini alevlendirdi. O ate şi 1 Hud Snresi: 38. 2 Bu hadisi bu lafızıa Kütüb-i Sittede bulamad ım Tirmizi ve İbn Hanbel'de şu Igifızla vardır:

:

1,.1.1 1?

I j1,,,;.;

£.1_,U :31

°I.J1 MenalFib 31; İ bn Hanbel, III. 14, 17, 26. 3 Kâ şrini, Te'vilat, I. 297-8.

206


ruhani kuvvetler kurey şilisi yakmıştı. Böylece nefsi yakt ı. Tab', gazap, şehvet ve benzeri nefsani kuvvetler cinsinden olan. nefis ordular ını mahvetti. Fil vehim şeytan ıdır. Bu, akıl askerlerin.den, kaçmaz, daima onlarla sava şır. Şeytan çoğunlukla fil şekline girer. (Onun için fil, şeytan ile te'vil olunur). Nitekim Muâz onu, Hz. Peygamber devrinde bu şekilde görmüştü. Onun. içindir ki peygamber Aleyhisselâm: (b.51".

4„,

W„; Şeytan Adem o ğlunun kalbine hortumun,u koyar, insan Allah'ı andı mı döner gider." buyurmu ştur." Maide 49, İmran, 110 ncu âyetlerde geçen Isâ'n ın. çamurdan. yap ıp üfledikten sonra gerçek ku ş olan şey, yersel tabiata ba ğlı olan, nefse i ş arettir. Bu nefis, tasavvufi terbiye vas ıtasiyle gerçek marifete yükselir ılâhi ilüflenmesiyle gerçek ku ş olur, olgun nefis olur; a şk kanadiyle kutsal yücelige uçar. Kaşâni Ibnu'l-Arabi'nin bütün sistemi ııi benimsemiştir. Vandet-i vücud taraftar ıdır. Bu konuda söyledi ği sözlerinden ötürü ça ğdaşı Alâu'd-devle Simmâni kendisine kızmış ve aralar ında mektuplaşma olmuştur. Olayın. sebebi şudur: Emir İkbal Sistani, Sultaniye yolunda Şeyh Kaş ani'ye arkada ş olmuştu. Şeyh'ten Vandet-i Vüeudu sordu. Onun, a şırı bir vandet-i vüctçu oldu ğunu anladı. Kaş ani de Emir ikbare şeyhi cAlâu'd-devle'nin, ibnu'l-Arabi hakkın.daki düşüncesini sordu. Emir İkbal, Alâu'd-devle'nin, iblı u'l-Arabryi ma'rifetçi büyük bir insan tan ıdığını , fakat Allah'a Mutlak Vücud demesi ııi beğenmediğini söyler. Kaş ani de: "Ibnul-Arabrnin bütün, ma'rifetinin temeli bu sözdiir. Onun bundan göze' bir sözü yoktur. Senin şeyhin nasıl onu inkar ediyor ? Bütün. peygamberler, veliler, imamlar hep bu inançtad ırlar" der. Emir İkbal bu sözü Alâu'd-devle'ye iletir. Alâu'd-devle Ka şani'ye şunu yaz ar: "Bütün milletlerde ve dinlerde bu kadar utanç verici bir söz söylenmemiştir. Bu sözü tam açt ın mı tabiiyye ve dehriyye mezheplerinin, bu mezhepten iyi olduğ u anlaşılır." Ve bu fikrin bat ıl olduğu hakkında daha birçok ş eyler yazar. Ka ş an.i de buna eevaben bir mektup yazar. Alâu'd-devle bu cevabın arkas ına kendi cevabbını yazıp gönderir, son makamın kulluk makamı olduğunu savunur. 1 Ilmu Ebi'd-dunyrı, Yaclâ ve BeyhalFi rivayet etmi şlerdir (Zekiyyu'd-din cAbdu'lAıim, at-Tergib va't-Tarbilı, II. 400, 1373 /1954) 2 Te'vlilat, II. 417.

207


b. Tefsirinden örnekler:

u : Biz sana ap açık bir fetih ver-

.; dik." "Allahtn Resulü

(s.a.v.) in fetihleri üçtür:

.9 O

J.99.".9j

: Size bundan ba şka yakın bir fetih verecektir"2

...J

âyetiyle i şaret edilen, yak ın fetihtir ki nefis makammdan. yükselerek kalb kapısın ı fethetmektir. Bu da ğaybi müş ahedeler, yakini nurlar ile olur. Ço ğu - o so o mü'minler buna eri şir. Nitekim AJI L.S.)..›:- I j . -.7

: Sevdiğiniz bir şey daha: Allah katından bir yardım

;

ve yak ın fetih'",

L,... _J

J—)

4.,L; j Fv•

Czerlerine huzur indirdi ve onlara yakın bir fetih verdi."4 âyetleri buna i ş aret etmiştir. Bu kimsenin melekût nurlar ım ve sıfat tecellilerini müjde etmesi lâzımdır. Nitekim

••

o .1,

: Mü'minleri müjdele" ı

Burada yakin bilgileri, kutsal gerçekler aç ılır :

Lir;

,

O lı

:

ve alacağtnız birçok ganimetler"

r„

demiştir.

âyetiyle buna i şaret

edilmiştir. İkincisi ruh nurlarmın zuhuru ve kalbin kendi makam ına çıkmasiyle hasıl olan açık fetihtir. O zaman nefis, kalb makamma ç ıkar, daha önce kalb kap ısını fethetmek için kendisine lâz ım olan karanhk hey'etlerden kurulu sıfatları kalb nurlariyle gizlenir ve tamamen. yok olur.

Co

İşte

: Allah senin geçmi ş günahını bağtslasın diye..."

sözünün manas ı budur. Sonradan kalb nurlariyle ayd ınlanmadan has ıl olacak ve fakat de ğişikliklere sebebolan nurani kurumlarda yok olarak hali gizlertir.

İşte bunlar

-

J...4. L; LA

:

Ve sonradan

(olan günahını

bağışlasın diye)" söziyle i ş aret edilen günahlard ır. Bunlar yakın fetih ile yok olmaz. Evvelkisi yok oldiyse de bunlar olmaz Zira k alb makam ı, ancak ruh makamma çıktıktan, ruh makamının nurları kalbi istilâ ettikten sonra tamam olur, kemale eri şir. O zaman. kalb televvünü (de ğişikliği) 1 Fetih Süresi: 1. 2 Fetih Süresi: 27. 3 Saff Sûresi: 13. 4 Fetih Süresi: 18.

208


meydana çıkar ve kalb makamında mevcudolan nefis televvünü burada tamamen yok olur, kökü kesilir. Bu fetihte ruhi mü ş ahedeler ganimeti, s ırri müşahedeler ganimeti elde edilir. üçüncüsü de: ((

5 0 ı

5O

ı

ı

ı

: Allah' ın yardım ı ve

j 42 j...4.3 0.b..1 :5

fetih geldiği zaman" âyetiyle i şaret edilen mutlak fetihtir. Mutlak fetih; mutlak fena, zati mü şahede, teklik nurunun zuhuriyle aynu'l-cemi'de müstağrak olmakla (bo ğulmakla) vandet kap ısını fethetmektir. Burada zikredilen fetih, arada bulunan. fetihtir. Bunun için. dört şey lâzımdır: Sözü edilen ma ğfiret; sıfat nimetlerinin tamamlanmas ı ; sözü edilen. kalb makamının kemale ula ş masiyle cemal ve celâle ait gözlemler ve s ıfatlarda sülûk etmek; s ıfatların nurlu perdelerinin yırtılması ; onlardaıı, meydan.a gelen. ince bulutlar ın kalkmasiyle vandet yoluna ula şmaktar.

(s „IS

; O ki sekine indirdi"

Sekine, kalbde, bulunan nurdur. Kalb onunla gördü ğüyle huzur bulur, mutmainnolur. Sekine ilmelyakinden sonra gelen, aynelyakinin (yani bilgiden sonra görmenin) ba şlangıcıdır. Yakirıi bir vicdan gibidir, in.sana lezzet ve sevinç verir. İmanlariyle beraber": ilmi imanları yanında. A 5

5

-

; Göklerin askerleri Allah'ındır." Kutsal nur-

lardan ve ruhani yard ımlardan olan gök askerleri ((

I •• Yer" beşeri

kuvvetler vs. gibi yersel melekûttan. olan yer askerleri hep Allah' ındır. Bunlar birbirlerini yenerler. Nas ıl ki mü'minlerin kalblerine sekine indiği zaman göksel ruhani kuvvetler; yersel nefsani kuvvetleri yendiler. Dü şmanlarının, kalblerinde de arzi kuvvetler, semavi kuvvetlere galip geldi ği için düşmanlar ş üpheye dilştüler.

;1,1:y 45 :.)15-", gini,

Allah bilicidir." İnsanların sırlarını , istidatlarının gere-

fırkanın yaratilış sıfatlar ını , ikinci fırkanın. da rıefislerinin bulan-

nıklığnıı bilir. ((

» hikmet gereğince yapar. Mü'min erkek ve kad ınları, soksun diye."

Yani sekine in.direrek insanlar ı ((

altlarmdan tevek.kül, r ıza, ma'

rifet ve benzeri ahval, makam, hakaik ve maârif ilimlerinin

ırmakları akan 209


sıfat cennetlerine sokar.

e

olan kötülükleri örter.

e_r'y

-.):2X3‘„?.3 NefisIerin s ıfatlarından

J:4 1:1)1 ,Up

»

Bu, Allah'a yakıt:1.Fiil cennetlerine

1am derecelerine ermekle büyük kurtulu ştur. göre bu daha büyüktür°.

Kaşanrnin, vandet-i vücut aç ısından yaptığı tefsirlere de bir iki örnek verelim:

G.

«

I-

:

Rabbimiz, bunu, bo ş yere yaratmadın, seni tesbih ederiz, bizi ate ş azabından koru."2 "Rabbimiz, sen bu halkı boş , batıl yani sen.den ba şka bir şey yaratmadm. Zira flak'tan ba şka her şey batıldır. Sen yarat ıkları, isimlerinin ve s ıfat larnım görünece ği aracılar yaptın. Seni, sen.den ba şka bir varlığın bulunmasından, tenzih edriz. Yani senin tekli ğinin yanına ba şka bir şeyin gelmesinden. ya da tekli ğinin ikileşmesinden. seni tenzilı ederiz."' 1.5 tb

;k.:■oıJ

N

9 9 it;

e..5.-;.)

.

Muhakkak Rabbiniz O Allah't ır ki gökleri ve yeri altı günde yaratt ı."' "Yani Allah, ruhlar gö ğünün ve bedenler yerinin suretlerinde alt ı bin yıl gizlendi...Çünkü halk, Hakk'm yarat ılmış görüntülerde gizIenmesinden ibarettir. Bu müddet, hafâ (gizlenme) devrinin ba şından, zuhur (aç ığa çıkma) devrinin başına kadardır. Zuhur devri, hatmu'n-nubuvva (peygamberli ğin. bitmesi) zamaru, velâyetin zuhurudur. Nitekim Hz. Peygamber :

-r

1

: Zaman döndü, Allah'ın gökleri ve yeri yarattığı gündeki şek-

line geldi'" demiştir. Halk ile gizlenmenin ba şı, zuhurun sonudur. lenme, görünmede son bulunca zaman, ilk yarat ıldığı hale gelmiş olur. Mehdrnin yedi günde çıkmasiyle zuhur devri de bitmi ş olur. Bun.un için derni şlerdir ki: "Dünyan ın müddeti yedi bin, senedir." 1 Te'vilk, II, 247-49, Mısır, 1283. 2 :Ali İmran Süresi: 191. 3 Te'vilât, I. 141. 4 Yunus Süresi: 3. 5 Bubüri, Tefsiru Sura IX. 8; Bed'ul-Halk, 2, Ma ğ521, 77, Aıbihi, 5, Tevhid, 24; Müslim, I(a~e, 29; Ebu Davfid, Menasik, 67; ibn Hanbel, V. 37, 73.

210


P

• ej

_

Sonra arşa istiva etti" Yani Allah bü-

tün sıfatlariyle Muhammed'in kalbinin tahtn ıa tecelli ile istiva etti (onu kapladı)."1 Mukaddimede de söyledi ği gibi te'villeri, çok olmamakla beraber baz ı hüküm âyetlerine de tatbik etmi ştir. Bakara Suresinin 177 in.ci âyetinde faziletli mü'min ş öyle nitelenir: j .;

.■Ç

(3: 3

.;

.

ı....+0)1 -•

:

d:P de, 'j

T

Allah man için yak ınlara, yetimlere,

yoksullara, yolcuya, dilenciye ve kö/e(likten kurtulmak istiyenyere mal verir." Maldan. kalbin malı olan ilmi anlar. Zevi'l-Kurbâ: Kalbe yakın olan ruhani kuvvelerdir. Yetâmâ: Yetim çocuklar gibi, gerçek baba olan ruh "turun.dan ayrı düş en nefsâni kuvvelerdir. al-Mesâkin: Daima beden sevab ını gözetliyen ve ona raz ı olan tabii kuvvelerdir. Bunlar ın ilmi, ahlâk ve faziletli siyasetler ilmidir. Insan yüksek bilgileri (macârifi), ahlâk ı, âdâb ve geçim bilgilerini özetle ve hem de geni ş olarak öğrenip nefsinden uzak.laştıktan sonra yolculara, yani miskinlere; dilencilere, yani ilim arayanlara ve son olarak da boyunlarını kölelikten kurtarmak istiyenlere verir. Boyunlar ını kölelikten kurtarmak istiyenler, dünya ve şehvet kullar ıdır."2 TEFSİRDE GERILEME: işâri tefsir, e ıı. çoşkun devrine Ibnu'l-cArabi ve onun devam ı sayılan. Konevi, Kâş âni ve aynı mektepten olmasa da ibnu'l-Arabrden etkilenen Simnân,i gibi büyük müfessirlerde ula şır. Bundan sonra i şari tefsirde orijinalite kaybolur, orijin.al bir müfessir yeti şmez. Tasavvuf,namaz, oruç ve evrada iııhisar eder. Yap ılan tefsirler, eskiden yap ılmış olanlara bir yenilik katmadığı gibi onların fikir seviyesinden. de çok geride kahr. Bu gerileme devrindeki tefsir hareketlerini şöyle özetliyebiliriz: 1—ibnu'l-Lebbâ ıı adiyle me şhur Semsu'd-din Muhammed al-Is<irdi (öl. 749/1349), âyet ve hadisin müte ş abih olanlar ın' tasavvuf usulünce izah eden. bir eser yazmıştır3. Bir tefsire de ba şlamış , fakat bitirmemi ştir. Bu tefsirin biz cüz'ü Kahire Daru'l-Kutubi'l-M ısriyye'de mevcuttur4. 1 Te'vilk, I. 240-41. 2 Te'vilöt, I. 73. 3 Kahire, I, 61; Paris, 645, I; Köprülü, No. 1601 12a-63b. 4 No. 9.

211


2—Eba İshak İbrahim ibn Muhammed al-Mursi (öl. 750/1350). Zahru'lKima ın K ışşati Yasuf cAleyhisselâm adl ı bir eser vermi ştir' 3—Bedru'd-din Muhammed ibn Bahad ır ibn Abdillah az-Zarka şi (794/ 1391), Tefsiru'z-Zarka şryi yazmıştır2. 5—Muhammed ibn Abdi'd-dâim ibn binti Maylak aş -Şaiili (797/1395), Mavaridu 2evi'l- İhti şa ş ila Mekaşıdı Şârati'l- İblas3, al-Envaru'l-Layiha Esrari'l-Fatiha4, Ş arlm' ş- Şudur calâ Fehmi mâ Yucbaru hebu limen ye ş âu ina'en va yehebu limen ye ş au"i"-2ukör5 gibi baz ı ayetler üzerine tefsirler yazm ıştır. 6—(Abdu'l-Kerim al-Cili al-Kadiri (811 veya 820/1408 veya 1417); İbnu' 1-Arabrıtin eserlerini şerheden kitaplar yazm ıştır. Yazdığı tefsirin nerede olduğu bilinmemektedir. Me şhur al-insanu'l-Kamil Macrifetil-Avahir va'1Avâil adlı eseri, İbnul-Arabrnin insan-ı Kamil nazariyesini i şlemektedir. 7-1Jace Muhammed Pârsâ (822/1420), Bahau'd-din Nak şibend'in halifesi olun bu zat, Kadr suresinden itibaren bir tefsir yazm ıştır. Bu eser Farsçadır. Zahiri ve bat ıni tefsiri cemetmi ştir. Batınii kısmı Sülemi tefsirinden aktarılmıştır. Bu eserin Molla Cami: tarafından 848 de istinsah edilen bir nüshası , Murat Molla 72 numarada bulunmaktad ır. 8—Nizamu'l-Acrac, Hasan ibn Muhammed an-Neysaböri (850/1446), Gara'ibu'l-Kur'an ve Ra ğâ'ibu'l-Furkan adlı tefsiri yazm ıştır. Kaş anrnin te'vilatına benzer Lubbu't-Te'vil adl ı bir ciltlik bir eseri de vard ır. Fahr-i tefsirini özetlemek, Ke şşaf'tan ve ba şka tefsirlerden ilaveler yapmak ve kendine aç ılan ledünni bilgileri de katmak suretiyle tefsirini meydana getirmi ştir. iş ari. tefsirler genellikle Necmu'd-din Daye'den alınmıştır. Kendisi eseri hakk ında şöyle diyor: "Bu kitab ım, birçok tefsirleri kendinde toplayan, at-Tefsiru'l-Kebir'in, her taraf ın bilginlerince kabul gören Keşş arm bir özetidir. Bununla beraber di ğer arkada şların tefsirlerinde bulun.mayan güzel garip nükteleri, güzel te'villeri de vard ır Te'viller çoğunlukla muhakkik, mutkin Daye diye bilin.en milletin ve dinin y ıldızı (ruhu 1 Brockelmanrı bu eseri Brl. Brill M. 197, 273, Paris, 1933 /8; Alex, Tar. 75; Patna, I. 147, 1418 numaralarda gösterir. Bu eser, Mustafa ibn Celöl tarafından Türkçeye çevrilmi ştir. Nuruosmaniye 2356 numarada bulunan bu tercemede kitab ın Ebu Hafs İbrahim al-Ensöri tarafından yazıldığı, asıl kitaptan bazı parçalar seçilerek meclis meclis tertibedildi ği kaydedilir. Bir mev'iza kitabıdır. 2 Bu eserin, Muhammed Ebu'l-Fadl Ibrahim tarafindan tenkidli ne şri yapılmıştır. Üç cilt halindedir. 1376 /1957. 3 Bu eser, Ayasofyada 79 numaral ı mecmuanın ikinci risalesini te şkil eder. 4 Bu eser, Me şhed, III. 3, 9 da vardır. GAL. 5 GAL, II. 119, S. II. 148.

212


yüce olsun)mn eserinden al ınmıştır. Bir kısım da benim içime do ğan manalardır. Fakat ayetin manas ı mutlaka budur diye bir niyetim yoktur. Ben. yetkim olmıyan. şeylerde böyle bir cür'etten korkar ım..."' 9—Abdurrahman. Cami (898 /1492); Onbe şinci asırda Timurlular devrinde yetişmiş , İran'ın büyük şair ve bilginlerinden biri olan Cami, imam Muhammed soyundan gelir. Nakli ve akli ilimleri tahsil ettikten sonra 1465 de Ilace Ubeydullah Ahrar as-Semarkandrye ba ğlanmıştır. Ali Sir Nevainin de dostudur. Sülemrrıin Tabakat'ını temel alarak yazd ığı Nefehatül-üns, Nak şibendi tarikatinin özellikle Anadolu Türkleri aras ında yayılmasmda büyük rol oynamıştır. Uzun zaman Osmanl ı Medreselerinde okutulan al-Fevaidu'çlpıyaiyye adlı ünlü eserin yazar ı olan Cami, bir ciltlik bir tefsir de yazm ıştır. Kâtip Çelebrye göre o tir2

.• •

,

cst_, 1 j

âyetine kadar tefsir etmi ş -

--

Bu tefsirin bir nüshas ı Ayasofya'da 405 ve 412 numaralarda mevcuttur. Birinci nüsha Bakara Suresinin 9. âyetinin tefsirine kadard ır. Ikinci nüsha 22 ıı.ci ayetin tefsirinde biter. Esad Efendi 78 numaradaki nüsha ise aynı surenin 40 no. ayetin de bitmektedir. Bu nüshalar yar ımdır. Brockelmann, bu son nüshayı Fatiha tefsiri, di ğerlerini Tefsirul-Kur'ân. olarak gösterir ama hepsi de aymd ır. Cami, tefsirinin ba şında zahir ve batm bak ımmdan hiçbir incelik bırakmıyan bir tefsir yazmay ı düşündüğünü, fakat olaylar ın tesiriyle bunu geciktirdiğini, nihayet ihtiyarlad ığını anlayınca istihare edip i şe başladığını söyler'. Tefsirde önce lagat, sonra ş er'i ıstılah ve sonra tasavvufi manalar üzerinde durur. Gayet edebi bir tarzda manalar ı birbirine bağlar. Akıcı ve çekici bir üslabu vard ır. Bıktırıcı , lüzumsuz bilgilerden. kaç ınmıştır. .) j.,"A

:

jb

J

‘.7

Ey her tap ılanın suretinde ibadet edilen, kimse!" cümlesi,

vandet-i vücud görü şünü açıkça ortaya koyar. Verdi ği batıni manalarda da bu yön kendini göstermektedir. Fenadan, bekadan, cem'den, cem'ul-cem'den, kaniatın, Allah'ın isim ve sıfatlarının aynnsı olduğundan. bahsetmektedir. 4..,:„;;JS*1

4.525) »

4

âyetin.de zahir anlam ile

ilgili tefsirleri verdikten sonra der ki: "Baz ı batm manalarmda ayetin te'1 Garrıibu'l-Iur'ân ve Ra ğffibu'l-Furkü'n, al-Matbacatu'l-Emiriyye, M ısır, 1323, Taberi kenarında, XXX. 201-202. 2 Kesfu'z-unun, I. 445. 3 Ayasofya, No. 405,varak lb-2a. 4 Bakara Süresi: 22.

213


vili şu demektir: Ibadet etmekle, öz kullu ğunun hakikatinde gerçekle ş mekle emrolunduğunuz Rabbımz O'dur. O, size kulluk arz ını dö şek yaptı , o döşek üzerinde çe şitli ibadetleri yaparak sa ğa sola dönersiniz. Tanr ılık isimlerinin göğünü her taraftan sizi ku ş atan tavan yapt ı . O tavanın dışına çıkmanız mümkün de ğildir. Bu gökten ilimler ve ma'rifetler sular ını o kulluk arzına döküp sizin için haller, zevkler ve mevacid meyvalar ını rızık çıkardı. Onları yer ve kalblerinizi, ruhlar ının korursunuz. O halde Allah'a, O'na tapar gibi tapaca ğın ız z ıdlar ko şmay ın. Bilip duruyorsunuz ki O'ndalı başka tap ılacak, ibadetine kıble yap ılacak varl ık yoktur."' 10—Muhammed Emin al-BulAri (987/1579), Kadi Beydâvi'nin tefsir ve te'vile dair bir eserine ha şiye yazmıştır: Ke şfu Feth Suresini de tefsir etmi ştir3. 11—cAbdu'l-Vahhâb a ş-Sacrâni (973/1565), Kurtubi tefsirini özetlemi ş tir4. Miftahu's-Sirri'l-Kudsi Tefsiri âyeti'l-Kursi adl ı bir eseri de vard ırs. Futuhat- ı Mekkiyye'yi de özetlemi ştir. Levâkıhu'l-Envâr'ı çok ünlüdür. 12—cAbdu'l-Kadir al-Aydarusi (978-1038/1570-1629), Ahmedâbâd'da doğup orada ölen bu mutasavv ıf bilgin., al-Fethu'l-Kudsi fi Tefsiri Kursi adlı eseri yazm ıştır6. at-Te'vilâtu's-Sufiyye adl ı bir eserinin de Benk. XVI, 958, I de olduğunu Brockelmann kaydediyor7. 13—Veliyyullah as-Seyyid Muhammed cOsman b. as-Seyyid Muhammed al-Mirgâni al-Mekki (1208-1268/1794-1852), Hz. Hüseyin soyundand ır. Mekke'de ö ğrenimini tamamlad ıktan sonra Seyyid Ahmed Idris'e intisabederek tasavvufa girmi ştir. Bu şeyhten aldığı dört tarikat icazetine kendi tarikatini de katarak Nakş -ı Cem rumuzunu vermi ştir. N Nakşiyi, K Kadiriyi. Saziliyi, C. Cüneydiyi, M Mirgan.iyi gösterirs. Mirgani, birçok eserleri yan ında iki ciltlik öz bir tefsirin de sahibidir. ı

,

işari olmayan bu tefsir, Celâleyn tarz ındadır.

âyeti müna-

,

sebetiyle şöyle demi ştir: "Bana göre müte şabih iki kısımdır: Bir kısmı idrak1 Câmi, Tefstr, varak 3b, Ayasofya No. 405. 2 şehid Ali Pa şa, No. 193. 3 Ke şfu'z-unun, I. 450; Ömer Nasuhi Bilmen, Tefsir Tarihi, VII, 492, GAL, S. II. 583. 4 Muhtasaru adıııı taşıyan bu eser, R ıza Paşa 456 numarada mevcuttur. 5 Nuruosmaniye 233 numaradad ır. Se'erat VIII, 372-74, GAL II. 335, S. I. 737, 802, II, 464. 6 Ömer Rıza, Muccemul-Muellifin, V. 289. 7 GAL, II, 181, 418, 422, S. II, 617. 8 Tacu't-Tefâsir, I. 2-8; Mu'cemu'l-Muellifin, X. 286; Hediyye, II. 273

214


ten. uzak. ancak Allah' ın bilece ği müte ş abihtir: Yed, vech, ayn ve di ğer Tanrısal , e, zr, , sıfatlar gibi. Bir lus ımı da var ki te'vili do ğrudur: j..0 L.4» „

gibi. Bunun manası, Allah'ın. hakkında geri kalmadım demektir. Sure ba ş ları da bu tevil türüne girer. Bu görü şümü kendiliğimden ileri sürmedim. Hz. Peygamber (s.a.v.) bana: "Bunun manas ında sen, senden öncekilerin sözlerini nakletmekten ziyade kendin. do ğrudan do ğruya Allah'tan ald ığın manaya dayan." dedi ği için bu tefsiri yapt ım."' 14—Muhammed SenVullah al-Hindi al-Banipâti (1216 /1801)nin, bir ciltlik tefsiri Hindistan'da bas ılmıştır2. 15—Muhammed Emir as-Surıbâvi (1246 /1830)nin Kadir Suresine yapt ığı tefsir, Berl, 968, Kahire I. 40 da mevcuttur3, 16—Ebubekr al-Bennâni ar-Rabâti (1284 /1867), tasavvuf hakk ında altm ıştan fazla eseri olan bu müfessir, Tefsirul-Kur'ânil-<Azim adl ı eseri işari metodla yazmıştır4. D-OSMANLI DEVRI MUTASAVVIF MOFESSIRLERI: 1—Şihabu'd-din Ahmed Siyasi (803/1400): Zeyniyye tarikati şeyhlerin.den olan bu bilgin, Uyunu't-Tefasir adh özet tefsirin yazar ıchr. Tefsirin i ş ari yönü yoktur. Çe şitli tefsirlerden derleyerek meydana getirilmi ştir. On,un için üzerinde durmıyacağız. 2—Muhammed Kutbu'd-din al-Izniki (821 /418): Yıldıırım Bayezid devri bilginlerindendir. Iznik'te do ğmuş , 821 (1418) de ölmü ştür. Brockelmann vefat tarihini 855 gösterir, fakat Ismail Pa ş a ve Mehmed Tahir 821 de birle şirler5. Şeri ve tasavvufi bilgilerde mütehass ıs olan bu zat, Timur'un. yiizüne kar şı zalimce davrand ığını söylemek cesaretini göstermi ştir. Tefsiri yan ında al-gkdu's-Semin val-cAkdu'l-Yernin, Zâdu'lMeckl val-Ablâk, Râhatu'l-Kuliıb6, Kitabu' ş-Şalât gibi eserleri vardır7. Brockelmann tefsirinden bahsetmiyor. Tefsirinin nerede oldu ğu bilinmiyor. 1 T8cu't-Tef8sIr, I. 57. 2 Idühu'l-Meknun, I. 310; Ilyün Serkis, Muccemu'l-Matbucât, 1645, 1646; Ömer Nasuhi Bilmen, VIII. 575-76; Ömer Rıza Kehhale, Mu'cemu'l-Muellifin, IX. 144. 3 Mu'cemu'l-Muellifin, XI. 265; GAL, S. II. 849. 4 az-Zirikli, al-Aclâm, II. 45; Kehhale, Mu'cem, III. 73; O.N. Bilmen, Tefsir Tarihi, VIII, 435. 5 Hediyyetu'l-c:krifin, I. 184. 6 Türkçe olan bu eser, Ayasofya'da mevcuttur. 7 Ömer Nasuhi Bilmen, VI. 409-10; şemseddin Sami, Kamusu'l-ATit ın V. 3672; Osmanlı Müellifleri, I, 144; şekaik-i Nu'maniyye, 58-59.

215


3—Bedreddin Simâvi (760-820, 23 /1358,59-1420): 760(1358, 59) da Edirne'ye ba ğlı Simavna'da do ğdu. Dedelerinin, Selçukluların vezirlerinden olduğu, hattâ babasının da Alâu'd-din, Keykubat'm veziri olduğu, doğduğu kalenin, babas ı tarafından fethedildi ği rivayet edilir, Bedreddin çocuk ya şında Kur'an' ı ezberlemi ş , Mevlâna Yusurtan sarf ve nahiv okumu ş, babasının amcazadesi Müeyyed İbn Abdi'l-Mü'min. ile önce Konya'ya, sonra M ısır'a gitmi ş , Mısır'da Seyyid Şerif Cürcâni ile beraber Şeyh Ekmel al-Bâberti (786/1384) den. ders okumu ştur. Yine Mısır'da Hz. Peyğamber'in soyundan geldi ği kabul edilen Hüseyin Ahlâtrye intisabetmi ştir. Önceleri tasavvufa kar şı olan Bedreddin, şeyhe ba ğlandıktan. sonra cezbeye tutulmu ş ve kitaplarını Nil'e atmıştır. Yaptığı riyazetle zay ıf düşüp hastalanan, Bedreddin'e Hüseyin Ahlâti, öküz dili denilen otla, elma ş erbeti içirmi ş , bal ve süt yedirerek tedavi etmi ştir. Daha sonra Hüseyin Ahlâti ona icazet verip ir ş ad için Tebriz'e göndermi ş ; Timur huzuruna çı kan ve kimsenin çözemede ği bir davayı halledip taraflar ı verdi ği hükme razı eden Bedreddin'e Timur kızını vermek istemi şse de o bunlara aldırış etmeden gizlice kaç ıp Mısır'a gitmiş ve şeyhinin hizmetine girmi ştir. Ş eyhi ölürken. Bedreddin'i yerine b ırakmış , fakat Bedreddin, alt ı ay onun yerinde oturduktan sonra şeyhin müridlerinden gördü ğü hased dolayısiyle önce Ş am'a, sonra Haleb'e gelmi ş , oradan da Anadolu'ya geçmi ştir. Anadolu'da büyük hürmet kazanm ış , çok kimse on.a bağlanmıştır. Yıldırım'ın oğlu Musa Çelebi, onu kazaskerli ğe tayin etmi ştir. Mehmet Çelebi, Musa Çelebi'yi yenince Bedreddin'i İznik'te hapsedip ayda bin akçe maa ş bağlamış , fakat Bedreddin hapisten kaç ıp Emir isfendiyar'ın yan ına gitmiştir. Emir isfendiyar bat ıya gitmesini söylemiş , fakat Bedreddin'in yolu Za ğra'ya u ğramıştır. Orada çok kimse ba şına toplanmıştır. Zaten kendisi de kendisini mehdi sanmakta idi. Sözlerinden bu aç ıkça belli olmaktadır. Padi ş ah Mehmed Çelebi, Bedreddin'i kendi üzerine geliyor sand ı. Bazıları da padi ş ahhk peşindedir diye onu padi ş aha çekiştirdiler. Bunun üzerine Bedreddin 1420 tarihinde Siroz'da idam edildi2. a. Tefsiri: Ş eyh Bedreddin, ictihad derecesine gelmi ş bir fıkıh bilgini idi. Yıldırım'ın çocuklarına uzun. zaman hocal ık yapmış bulunan İbnu Arab ş ah, Ukudu'n.Nasiha adlı kitabında Şeyh Bedreddin'in sohpet meclislerinde bulundu ğunu, 1 54ffik-i Nu`maniyye Tercemesi, s. 71, İstanbul, 1269. 2 Sekrtik-t Nu`maniyye Tercemesi, s. 72-73; Kesfu'z-unun, I. 443; Mehmed Tahir, Osmanlı Müellifleri, I. 39-40; Ömer Nasuhi Bilmen, Büyük Tefsir Tarihi, VI. 410-411; Prof. Abdulbaki Gölpmarh, Simavna Kad ısı oğlu Şeyh Bedreddin, s. 2 ve devam ı, s. 113.

216


onun: "Hidâye sahibine, cevap verilmez bin doksan sorum var" dedi ğini anlatır., Fıkıhtan Camiu'l-Fusuleyn., Letüifu'l-i şare ve Teshil'i yazm ıştır. 48 eser yazdığın ı ve Nuru'l-Kulüb adlı iki ciltlik bir tefsir telif etti ğini, söylerler2. Bedreddin, Nuru'l-Kublüb adl ı tefsirini tamamlaymca. bunu padi ş aha takdim etmek istiyordu. Fakat idam edilince dostlar ı ve müritleri bu tefsiri gizlediler. Nerede oldu ğu belli değildir. Şeyh Bedreddin'i ıı menkibesini yazan Hafız Halil, bu hususta şöyle diyor: "Bilün evlüd ı elindedür nihan Taşra vermezler an ı hem serverân Lik şeyh ettügi tevhid kamu Cem' idüben. kadi vü Nur arnü Kendi dünyadan gidicek ol dahi Bilmediler nice oldi ey ahi" 3. Kâtip Çelebi, bu tefsirin. iki cild oldu ğunu, etrafında gayet güzel hami şler bulunduğunu söylediğine göre4 tefsiri görmü ş olmalıdır Prof. Abdulbaki Gölp ınarlı, Bedreddin Simavrnin ünlü Varidat' ının tercemesini bir etüdle birlikte yay ınlamıştır. Elimizde tefsiri olmad ığından Varidat'taki baz ı görüşlerini tetkik etmek suretiyle tefsiri hakk ında bir fikir sahibi olmak da mümkündür. Saklanmas ından anla şıldığnia göre tefsirinde de Varidat'ta oldu ğu gibi aşırı görüşler ileri sürmü ştür. b. Tefsirden örnekler: Bedreddin'e göre beden dag ılınca bir daha birle şmez. Yani cesetler ha ş redilmez. şeklin dağılması, ruhun yok olmasını gerektirmedi ği gibi dağdan suret de bir daha birle ş mez. Ama insan türünden hiçbir ki şi kalmayı nça yine bir insanın. yarat ılması ve insan türün.ün yeniden. türemesi mümkündür. Yoksa hayal edilen kıyamet kopmıyacağı gibi rüsum ulemasmın söyledikleri şekilde cesetler de ha şredilmeyeeektir.5 "Dünya ve âhiret, mülk ve meleldit âlemidir. Mutlak varl ık, tesir etme bakımından Allah, tesir alma bak ımından âlemdir. Var olu ş ve bozuluş (kevn-ü fesad) ülemlerinin ikisi de ezdi ve ebedidir.Diinya ile âhiret de itibaridir. Görünen. şekiller geçici dünyad ır. İç âlem de yok olmıyan âhirettir. İkisi de ezelden 1 Şakaik Tercemesi, s. 73. 2 Gölpınarlı, Simavna Kadısı Oğlu Şeyh Bedreddin, s. 108; Osmanl ı Müellifleri, I. 40. 3 Adı geçen eser, s. 113. 4 Kesfu'z-Zunun, I. 443. 5 Simavna Kadısı O ğlu Şeyh Bedreddin, s. 32-33.

217


ebede dek vard ır. itibar, üstün s ıfata oldu ğundan dünyaya geçici denmi ştir. âhirete de kalan. âlem ad ı verilmiştir. Bir başka deyimle her şeyin önü dünya, sonu âhirettir. "Cennet ve cehennem de melekii'tı âlemindendir. Cennetteki huriler, kö şkler, ağaçlar, meyvalar, ırmaklar ve cehennemdeki ate ş , azap vs. hep temsiPeygamberler, çocuklar ın velilerine benzereler. Veliler, çocuklar ı onlarm isteklerine, gönüllerine uyan şeylerle iyili ğe, doğrulu ğ a sevk ettilderi gibi peygamberler de insanlar ın isteklerine uygun sözlerle onlar ı doğru yola ile,tirler. Yaln ız çocuklar ın velileri yalan söyliyebilirler, peygamberler yalandan münezzehtirler; onlarm sözlerinin ayr ı anlamları vardır. Onların sözleri, rüyada görülen şeyler gibi yorumlanmas ı gerekli sözlerdir. Örne ğin "Lâilâhe illâllah diyen cennete girer" denmi ştir. Yani bu inanç cennetine girer demektir, savaşta tutsaklıktan, öldürülmekten kurtulur. O sözü can ına, mahna, çohık çocuğuna kalkaıı olur. Tanrı 'dan başka varhk tarıımayan, gerçek varl ığa kavuşur. Varlığından yok olan, baki varh ğa ulaşır. Bütün bunlara cennet denmiş tir. ister dünyaya, ister âhirete aidolsun cennet, yüce hallere ve mertebelere dendiği gibi kötü haller de cehennemdir. Bütün bu manevi haller, hurilere, köşldere, ate şe, azaba benzertilmi ştir." "Tanrı'nın emri, sözle, harflerle Arapça ya da ba şka bir dille söylerımekten münezzeh olan zati. iktizadan ibarettir. Kalem de her şeyin hakikatidir. Huriler, kö şkler, ırmaklar, meyvalar ve bunlara benzer şeylerin, hepsi de hayal âleminde gerçekle şen, dış âlemde bulunmayan, şeylerdir. Cin de böyledir. Ad ı da bunu gösteriyor. Fakat gören ki şi bunu varmış sanıır. Oysa öyle değildir. O, hayal gücüyle var olmaktad ır"' Bu fikirlerle Kur'an- ı Kerim tamamen. inkar edimi ş oluyor. Cennet, cehennem tamamen manevi bir hal kabul edilmis, cesetlerin ha şri inkâr edilmi ş tir. Kur'an- ı Kerim'de cennet nimetleri ve cehennem azab ı tamamen maddi bir şekilde tasvir edilmektedir. Bunlar ı te'vil yoliyle asıl maınasmdan çıkarmaya kimsenin hakkı yoktur. Pek tabii olarak bu fikirler, din bilginlerinin tepkisini kamçılamıştır. "Biz emaneti göklere ve yere verdik, almaktan kaç ındılar, insan onu yüklendi"2 âyetindeki emanetin Hak sureti oldu ğunu, bunu insanın yüklendiğini söyliyen Bedreddin, bütün mutasavvıflar gibi insana büyük önem verir. Hak sureti Tanrı emanetidir ve insana verilmi ştir, bu surete insan mazhar olmuştur. Bu yüzden Tanr ı'nın halifesidir. Tanrı'nın cemal ve celâl s ıfatları 1 Abdu'l-Baki Gölpınarb, Vaxidat Tereemesi, s. 52. 2 Ahzâb Suresi: 72.

218


insanda görün,müştür. Mutlak varlık, insan mertebesindeki yücelikleri, ululukları başka mertebelerde göstermemi ştir... Bedreddin'e göre ruh bedenden ayr ıldıktan sonra kendi kişiliğini koruyamaz. Hakk' ın varliğında yok olur, gider. "Çünkü insan ın bedeni ruh idi, suretlerin yığılmasiyle yo ğunlaştı , suretler kalkarsa yin,e letafetini elde eder ve ortağı olmayan Hak kal ır°. Demek ki ruh Hak't ır. Tamamen. vandet-i vücutçu olan Bedreddin, "Gaybi ancak Allah bilir"2 sözünü "Her şeyin Allah'ın, bir görüntüsü oldu ğunu; çekirde ğin ağaçta, a ğacın, çekirdekte mündemiç bulundu ğunu; dolayısiyle ğaybi, kim bilse yine Allah'ıri bilmiş olduğunu" söyliyerek izah eder 3. Bedreddin'e göre insan ı Hakk'a götüren her şey melek, Hak'tan geri çeviren. her şey de şeytanchr. " 'Ah gafil, sen melelderle, şeytanlarla dolusun." Cin ise bu ikisi aras ındaki kuvvetlerdir4. Yüce Allah: "Yağmur yağdırtriz da yer yüzünde meyvalart o ya ğmurla çıkanı." z ; işte ölüleri de böyle diriltir, çtkartrtz".5 demiştir. Demek ki iki ç ıkarı§ arasında bir fark yok. Bu da kıyamette verilen bedenin,, çürüyüp giden. beden olmadığma işarettir. Nitekim ç ıkan, biten meyvalar da yok olup giden meyvaların aynı değildir6. Acaba Bedreddin, bu söziyle tenasühnü mü kasdetmi ştir? Aym tefsiri daha önce Safedi de yapm ıştı. Birçok te'villerden sonra bütün. mü'minlere şöyle sesleniyor: "Ey cahiller, siz Hakk'ın. halin, bilgisine aidolan sözlerini de anlamıyorsunuz, peygamberlerin, ve erenlerin sözlerini de. Onlar bilirler, yaparlar; tavsiye ederler. Bilgisizliğinizden, akıllarınızın. azhğından, dünyaya dü şkünliiğiinüzden, dolayı i şin. iç yüzü sizin sand ığınız gibi de ğildir. Siz bu hususta ş aşkınlık ve sapıkl ık içindesiniz. Gerçekten, sapm ışsmız ama do ğru yolu bulmanız da sap ıklığınızdadır. Bu yüzden şeriati kuran, sizi esirgedi ğinden smırlamış tır. Çünkü doğru yolu bulmanız,

"Köpek olan eve melek girmez" hadisi, ev sahibindeki köpeklik s ıfatını gösterir. Böyle kimsede meleklikten: bir nasip yoktur."8 1 Varidat Tercemesi, s. 54-55. 2 En'am Sûresi: 59. âyet bu anlam ı ta şıyor. 3 Varidat Tercemesi, s. 52. 4 Aynı eser, s. 53. 5 A'raf Sûresi: 57. 6 Nuru'd-din zâde Varidrıt şerhi, Süleymaniye, Serez kısmı, No. 1103, varak 7b; Varidat Tercemesi, s. 73. 7 Varidat Tercemesi, s. 68. 8 Aynı eser, s. 59.

219 "


Hz. İsa da bedeniyle ruhiyle diridir. Kendisinde ruhaniyyet üstün bulunduğundan ve ruha ölüm olmadığından ölmemi ştir dediler. Hüküm üstün olanadır. Yoksa Hz. İsâ, unsurlardan, meydana gelmi ş olan cesediyle ölmemiştir demek de ğildir. Çünkü bu, olm ıyacak bir ş eydiri. Bedreddin, kendisini zaman ın sahibi, Hakk'ın zatı san.mıştır. " İnsanlar cahiliyye çağında görünen putlara taparlard ı. Şimdi de vehim putlarına tapıyorlar. Umarım ki Allah gerçe ği meydana çıkarır da gerçek Hakk'a taparlar" demekte, istikbale, ümit beslemektedir. Taha suresinde:

»

(3.)

_pı:oı

" Ls_

"--

° C "I 'sr G, eri j - .!

A

j

'51 I

(S J-J

-.4

.04'

Cpci

4.1

: Sana dağları sorarlar, de ki: Rabbim onları, ufalayıp savuracak : yerlerini düz, kuru bir toprak haline getirecek, orada ne çukur, ne de tümsek göreceksin. O gün hiçbir yöne sapması olmayan davetçiye uyarlar. Sesler Rahman'ın heybetinden /asılır, ancak bir fısıltı işitirsin." 2 âyetinde der ki: "Son zamanda Zat'ın zuhurunda, tevhidin yay ılacağına, tek zatın emrini yürütece ğine, sıfatlar saltariat ının kalkaca ğma, Zamanın Sahibinin gerçek tevhide erece ğine, halkı da bu tevhide ça ğıracağma, bir ini şi, bir tümseği bulunmıyan, dümdüz olan sırrına davet edece ğine; kalbleri yumu ş atma ğa, sıfatlara mazhar olanlar ı Allah ve Rahman adlariyle anılan Zat hükümlerini kabule ça ğıracağına ve Zat hükümlerinin. meydana ç ıkıp sıfat hükümlerinin. gizlenece ğine, onların eserleri bile görünmiyeceğine işarettir." i şte Hakk' ın Zatına mazhar olmuş ve gerçek tevhidi kuracak olan. Sahib-i Zaman. kendisidir3. Bedreddin'in siirdürdü ğü riyazet, hayallerini kendisine hakikat sand ıracak kadar muhayyilesini bozmuş , varsay ımlarıru gerçek zannetmi ştir. Onun bizzat kendi sözünüden bu gerçe ği anlıyoruz: Bir gece dayarımış otururken ruhunun kıvranıp çırpındığını, yanan. odunun alevinden çıkan sese benzer bir ses duydu ğunu, kendisine geldiği zaman ocakta bir odunun. yand ığını ve alevinin kıvrıla kıvrıla çıktığını , duyduğu sesin. de yanan. odundan geldi ğini anlatır. Ona göre bu hal, odunun. varlığı ile kendi varlığının aynı olmasından ileri gelmi ştir. Oysa bu bir yans ıma halidir. Daha önce ocakta gördü ğü ateşin ve odunun şuur altındaki izleniminin haya1 Aym eser, s. 57; Varidat Şerhı, varak 7b. 2 Taha Suresi: 105-108. 3 Gölpmarlı, Simavna Kadısı Oğlu, s. 40.

220


linde şekillenmesinden ba şka bir ş ey de ğildir. işte Bedreddin, böyle hayalleri hakikatlere kar ıştırmış , şeriate ayk ırı düşen sözler söylemi ş , bu yüzden yıldırımları üzerine çekmi ştir. Bütün bunlara ra ğmen Bedreddin, yine de zahiri ahköm ı kabul ettiğini söylemektedir: "Biz d ış anlamına aykırı olan iç anlam ını söylersek, maksadımız dış anlamını inkür etmek de ğildir. Çünkü biz dış anlamını da söylüyoruz, içten içe yedi anlam ını da söylüyoruz. Biz sekiz anlam ı toplamışız. Kur'an ve Hadis, d ış anlamı bakımından, da hakt ır, iç anlamı bakımından da. Ancak mecazi bir anlam ı olduğu anlaşıhrsa o ba şka."' Varidat, çok kimseler tarafından şerh ve terceme edilmi ştir. Rifaiyyenin Keyyaliyye kolun,a men.sup Muhammed S ırri tarafından Varidat' ın ilk tercemesi yap ılmıştır2. Seyhu'l-islâm Musa Közım da Varidat'ı terceme etmi ş tir3. Şeyh Bedreddin'i en büyük veli kabul edenler yan ında ona hücum eden birçok din ve tasavvuf bilgini vard ır. Niyazi, Bedreddin'i "Muhyi'd-din ve Bedreddin, ittiler

din

Deryö Niyazi Fuşuş , enhörıdır vöridat" diye överken Nuru'd-din-züde Muşlihu'd-din Muştafö (981/1573) Varidat'a reddiye yazm ıştır. Bu reddiyye, Süleymaniye Kütüphanesi, Serez k ısmında bulunan bir fetva mecmuas ında mevcuttur. I. Serez, 1103 numarada kay ıthdır. Sofyab Ş eyh Bali (960/1552-53) ve Aziz Mahmud Hüdüyi (1032/1622) Bedreddin'in aleyhindedirler. Serefeddin Yaltkaya, Simavna Kad ısı oğlu Şeyh Bedreddin adh kitabında Büli ve HüdüyVnin padi ş aha sunduklar ı dilekçeyi yayınlamıştır. Büli onun, Dobruca ve Deliorman halk ım azdırdığuu, kadın, erkek bir arada şarap içtiklerini; kevser sevgilinin duda ğıdır, cennetteki ş arap da budur; huri, Tanr ı sofras ı olan dünyadır; âhiret, din bilginlerinin. sand ıkları gibi değildir deyip "Enal-Hakk" deyince hepsinin orta secde ettiklerini yazar. Hüdüyi Efendi de: " Şeyh Bedreddin al-maslüb indallahil-ma ğdub, Varidatnıda cesetlerin ha şredilmesini, kıyamet alâmetlerini inkür etti ğini, Siroz' da öldürüldü ğünü, bunlar ın kızılbaşla bir olduğunu, yer yer ışık zaviyelerinin bulunduğunu, Hızır Paş a'nın da bunlar ı bildiğini, kendisirıin de bir arahk buıdarın içlerine girip babalık ettiğini, bun.ların haklarırıdan gelmen.in gerekliliğini" bildiriyor4. 1 Aym eser, s. 39. 2 İstanbul Universitesi Kütüphanesi, No. 2395. 3 Bir nüshası Millet Meclisi Kütüphanesinde, bir nüshas ı da Vniversite Kütüphanesi, No. 2263 tedir. 4 Gölpınarlı, anılan eser, s. 71-74.

221


Bedreddin.'in, böyle bir şey yaptığı kabul edilemez ama sonundan. onun kolu sapmış , Bekta şiler nas ıl Hacıb Bekta ş Veli'yi âlet ediyorlarsa onlar da onu alet etmi şlerdir. Fenari, Semsu'd-din Muhammed İbn I-Jamza (751-834/1350— 1431): Anadolu'da yeti şmiş büyük bilgirılerden biridir. Hicri 751 y ılı Safer ayında doğdu (Nisan 1350). Güzel bir ö ğrenim gördü. Anadolu'da Alau'd-din Esved, Cemalu'd-din Akserayi'den, M ısır'da Şeyh Ekmelu'd-din.'den ders ald ı . Babas ı Mevlana Hamza'nın, Sadreddin. Korıevi halifesi olduğu, ondan Miftahu'l-Gayb adlı eserlerini okuyup o ğlu Fenarrye de okuttu ğu rivayet edilirse de tarihi bakı mdan bu pek uygun. görülmemektedir. Maamafih, Konevi'nin kendisinden olmasa da onun halifelerinden tasavvufa ba ğlandığı muhakkaktır. Fenari de babas ı Hamza'dan Ekberiyye, Abdul-Latif Kudsi'den Zeyniyye, Somuncu Baba adiyle me şur Hamidu'd-din Aksrayi'den Erdebiliyye kollar ına bağlanmıştır. Kabir ta şında Zeyniyye kolunun i ş areti vard ır. Fenari Murad Ijudavendigar Zaman ı (1360-1389) nda kad ı (ilk Osmanlı Seyhulislâmı) olmuş , Yıldırım Bayezid (1389-1402) devrinde de bu görevi bir süre devam etmi ştir. Bir da'vada Yıldırım Bayezid "Ben bunu biliyorum" diye ş ahidlik etmek istemi ş, fakat Fen,ari, "Siz tarik-i cemaatsiniz, sizin, şehadetinizi kabul etmezem" diyerek padi ş ahm ş ahidliğini reddetmi ş ve padiş ah da on.dan sonra saray ının. yanına yaptırdığı camide kendisine mahsus köşede beş vakit narnaz ım cemaatle k ılmaya devam etmi ştir. Molla Fenari, 833 yılında yaptığı ikinci hacc ım müteakib, Cennetu'l-Firdevs terkibinin delâlet etti ği 834 (1431) yılı Recep ayında dürıyaya gözlerini yummuştur ı . Tefsiri: Fenari, hayli eser vermi ştir. Eserleri Sadreddin Konevi ve ibn,u'l-Arabi felsefesini şerh mahiyetindedir. Fıkıhta da önemli kitaplar ı vardır. <Aynu'lA`yan adlı 376 sayfalık matbu' tefsiri de sadreddin, Konevi'nin Fatiha tefsirini şerh mesabesindedir. Fatiha'y ı tefsir edi şinin sebebini Hasan 13asrrnin bir sözüne dayandırır; "Allah yüzdört kitap indirdi. Bunlar ın ilimlerini dört kitabın içine koydu: Tevrat, İncil, Zebur, Furkan. Bu dördünün ilimlerin,i de Furkan'a koydu. Furkan'ın ilmiııi Mufassal'a koydu. Mufassal'ın ilmini de Fatiha'ya koydu. Fatiha'n ın tefsirini bilen, sanki Allah' ın indirdiği bütün kitaplarırı tefsirini bilmi ş olur."2 1 Şekaik-i Mu`maniyye Tercemesi, s. 47-53; Osmanl ı Müellifleri, I. 390-392. 2 Fenkl, `Aynu'l-A.`yan, s. 8, Istanbul, 1325.

222


Tefsirinin geni ş mukaddimesinde müriclin, sülûkten önce tefsirin, incelik lerini bilmesi gereğine dikkati çekerek dört bab içinde tefsirin tan ımını, konusunu, faziletini, tefsire olan ihtiyac ı ve tefsir ilminden nas ıl istifade edileceğini izah eder. Bu tefsir, Vandet-i Vücudun, esma ve s ıfatın beş mertebede tecellileri görüşünü i şlemektedir. Önce zahir tefsiri yapar. Fahri Râzrden, Keşş aftan, Teysir'den, Kadi'den parçalar aktar ır. Kelâmi konulara de ğinir. Sonra batılı. manaya geçer. Şeria dil ve mantık kurallarmın fazlaca i şlendiği bir devirde yazıldığından ifade kapalı, ağdandır. Bu tefsir, 17 Rebiülevvel 1325 de bas ılmıştır. Fenarrnin el yaz ısı nüsha, Murat Molla'dad ır. 5—Yazıcızâde Muhammed Bicân (855 /1451): Ünlü Muhammediyye'nin yazar ıdır. Rumeli'de Malkara köylerinden. Kad ı Köyünde do ğmuş , Gelibolu'da oturup 855 (1451) de orada ölmü ştür. Türbesi Gelibolu'da ziyaret yeridir. İkinci Murat devri bilginlerinden olan Yaz ıcızade, birçok kimselerden ilim tahsil etmi ş , İran'a Maveeraünnehr'e gidip Haydar Hâfi, Zeynu'l-cArab gibi bilginlerden faydalanm ış , sonra memleketine dönmüştür. Ankara'dan Edirne'ye giderken Gelibolu'ya u ğrayan, Hacı Bayram Veli'yi görünce cına ba ğlanmış ve onun seçkin halifeleri aras ına girmiştir. Bir aralık Hudâvendigâr tarafından Mısır'a elçi olarak da gönderilmi ştir. Muhammediyye adlı manzum eseri, birkaç yıl öncesine kadar k ış gecelerinde köy meclislerinde mütemadiyen okunur, bu eser gençlere büyük yiğitlik ve fazilet a şılardı. Bu eseri Bursa'h İsmail 1.1a141 şerhetnai ştir. Muhammed Bican, yazd ığı Fatiha tefsirinde vandet-i vücuda kar şı gelmiştir. Bu eser, Ş ehid Ali Paş a'da mevcuttur'. 6--cAlâu'd-din 'Ali ibn Yabyö as-Semerkandi (860 /1455): cAlöu'd-din Buhörrnin talebesi olan Ali Efendi, 860 civar ında Larende'de ölmüştür. Bahru'l-Ulûm adl ı dört ciltlik tefsiri, çe şitli refsir kitaplar ından derlenerek yaz ılmıştır. Şeyh derlediklerine kendinden de bir ş eyler katarak Fasih ibare ile yazm ış , Mücadele Suresine kadar getirebilmi ştir2. İşari olmadığı için üzerinde durmıyacağımız bu tefsiri, Muhammed Hüseyin az-Zehebi, Ebu'l-Leys as-Semerkandrye mal etmi ştir'. Halbuki Ebu'l-Leys as-Semerkandrnin de ğil, Alâu'd-din Ali as-Semerkandrnindir. Ebul-Leys'in tefsiri başkadır. Alâu'd-din as-Semerkandi, bir Hanefi fakihidir. Şemsiyye şerhine, Metali' şerhine, Syyid Şerif'in Mevakif şerhine haşiye yazmıştır4. 1 Kesfu'z-anun, I. 455; Şak'aik tercemesi, s. 128; Muhammediye, nâsirin önsözü, s. 1-2, Matbaa-i Osmaniyye, İstanbul, 1300. 2 Kesfu'z-Zunun, I. 225. 3 Bkz. at-Tefsir val-Mufessirun, I. 224-226. 4 Hediyyetu'l-tAritm, I. 773.

223


7-Cemal lialveti (Çelebi Halife) (899/1493): Aslen Karamanlı olup Amasya'da do ğmuştur. Mevlânâ Cemalu'd-din Aksarâyi soyundan gelir. Erzincanh Pir Bahâu'd-din'e intisabetmi ş , Halveti ş eyhlerinden olmuştur. Ikinci Bayezid'in daveti üzerine bir süre Istanbul'a gelip kalmış , sonra Hicaz'a giderken 899 (1493)de yolda ölmü ş ve hacıların. gelip geçtiği yol üzerine görnülmü ştür. Gayet selis Arapça eserleri vard ır. Tefsir-i Duhâ Suresinden Kur'an' ın scrıuna kadar tefsir, Tefsir-i âyeti'l-Kursi, Şerh-i Erbatin Hadis-i kudsi, Cevâhiru'l-Kubib, Risâle-i Etvâr (ar-Rabbu Hakkun val-cabdu Hakkun) beytlerinin şerhi vb. eserleri vard ır. Mehmed Tahir, 21 eseri olduğunu söylüyor. "Tefsir risalesiyle Hadis-i Erbain şerhi, gerçekten. muhakkikane ve ârifane eserlerdir" diyor. Şu kıt'a onundur: Ş aflıa-i sadrın.da .döim ("öşıkın eZkâr- ı Ş ökirin Şükrü huvallöh

eZkârı hö

Ravcla-i hıi'yu maköm et ey Cemöl-i ljalveti Tâ vücâdun mülküne ke şf olâ bü esrör-i Ini' Keşfu-Zunfın. ve Brockelmann'da bunun isminden söz edilmemi ştir. 8-Bâyezid-i Râmi (900/1494): Cemal Halveti'nin halifelerindendir. 900(1494) den. sonra Edirr ıe'de ölmüştür. Şerhu Şerhu Nusös, Tör-i Sinâ, Beyânul-Esrâri Alırâr Vâdil-Meliki'l-Celili'l- Ğ affâr, Tefsiru'l-Fatilıa gibi eserleriyle S ırr-ı Cânân. adh Türkçe divan ı vardır. Tefsirinin ad ı Secencelul-Ervâh't ır. Aşk hakkındaki şu şi'ri meşhurdur: Kendi hüsnün höblar şeklinde peydö eyledi. Çeşm-i âşıktan anı dönüp temâş â eyledi2. 9-Muhyi'd-din Muhammed ibn Ibrâhim an-Niksöri (901/1495): Tefsir ilminde iktidar ı herkesçe kabul edilen. bir mutasavvıftır. Ayasofya ve Fatih camilerinde tefsir dersleri vermi ştir. Baştan sona kadar Kur'an' ı tefsir ş eklinde takrir edince: "Kur'an bitinceye kadar Allah'tan can ımı almamasnu niyaz etmi ştim. Şimdi Kur'an hatmoldu. Bu hatm-i Şerif mukabelesinde bana hüsn-i hatime müyesser olmas ını rica ederim" demi ş , evine varmea hastalamp az zamanda varl ık mushafı da hatmolmuştur. 1 Osmanlı Müellifleri, I. 51. 2 Aynı eser, I. 40.

224


şekaik sahibinin dayısı olan. Muhyi'd-din, Duhan Suresine kadar yazd ığı tefsiri, Sultan Bayezid'e hediyye etmi ş , vaktin bilginleri bu tefsiri çok be ğen. mişlerdir. şekaik sahibi bu tefsir hakkında: "Bu, sahibinin bir âyet-i kubrâ olduğunu gösterir" demi ştirl. 10—Hamdullah Ahmed Çelebi (914 /1508): Akşemseddin'in en. küçük o ğludur. İbrahim Tennurnıin, halifesidir. Mecölisu't-Tefösir admda bir tefsiri vard ır. En ünlü eseri, Cami'yi takliden yazdığı Yusuf ve Zeliha'dır. Tefsir kitaplarını tetkik ederek yazmıştı r. Cami ile mektupla şmıştır. Babası gibi tıb'la da ilgilenmi ştir. İsmail Paşa ölüm tarihini 909(1503), Mehmed Tahir 914 (1508) olarak gösterirler2. 11—İbrahim nın, Hasan a ş -şebusteri (915/1509); Yusuf Suresine kadar bir tefsiri vard ır3. 12—Ni<metullah Nahcivâni (920/1514): Azerbaycan' ın meşhur Nahcivan şehrinde doğmuştur. iyi bir şöğrenim gördükten sonra tasavvufa intisabetmi ş , inzivaya çekilmi ştir. Zahir ve halin ilmi kendisinde toplamıştır. Muhammed şebusterrnin Gülşen-i Röz'ını ş erhet ıniştir. Bu şerh Farsçadır. Hediyyetu'l- İtıvân, Beyzâvi Haşiyesi, eserleri aras ındadır. Hiçbir kitaba müracaat etmeden, ö ğrendiği bilgilerle kalbinden doğanlar]. karıştırarak yazdığı tefsir, me şhur olmuştur. Fususu da şerhetmiştir. Tefsirini 902 (1496) yılında tamamladı. 904 (1498) rh ortalar ında da Tebriz'den çıkarak Anadolu'ya hareket etti, 905 (1499) y ılında Akşehife yerleşti. 920 (1514) yıhndan vefat ına kadar orada ilim yayd ı. Kabri Akşehir'de ziyaret yeridir4. a.Tefsiri ve metodu: Ni<metullah, Kur'an'ın başından sonuna kadar her âyeti tam tasavvufi açıdan tefsir etmi ştir. Ondan önce yaz ılan tasavvufi tefsirler, her âyeti almazlar, bazı âyetleri atlarlar. Ald ıklarunn da tamam ını değil, bazı kelimelerini tefsir ederler, genel manas ı üzerinde dururlard ı. Nahcivani ise her âyeti kelime kelime tefsir etmi ş , tefsir etmedi ği âyet b ırakmamıştır. 1 SelFidk-i Nucnıâniyye Tercemesi, s. 292; Kesfu'z-Zunun, I. 450. 2 Seköik Tercemesi, s. 250-51; Osmanlı Müellifleri, II, 135; Hediyye I. 335. 3 idöhu'l-Meknun, I. 308; Brockelmaıan, ölüm tarihini 917 (1511) olarak gösterir ve eserlerinden bahsetmez. Bkz. GAL, S. II, 320. 4 al-Fevrıitbu'l-bahiyye, I. Yay ınhyanın önsözü; Hediyyetu'l-ciirifin, II. 497; Seköik-i Nu`maniyye Tercemesi, s. 360; GAL, 8. II, 320.

225


Nimetullah, tefsirine bir mukaddime ile ba şlar. On yedi sayfal ık bu mukaddimesinde vandet-i vücud aç ısından Mutlak Varhk'ı ve O'nun kâinat şeklinde görünü şün.ü, kâinatın, O'nun isim ve sıfatlarnidan ibaret oldu ğunu, çeşitli şekillerde görünen her şeyin iç yüzünde Hak bulun.du ğunu, Hakk'ın bu perdelere girerek göründii ğiinü, insanın da Rahman suretinin aynas ı olduğunu, peygamberli ğin. ve veliliğin maıiasmı açıklar. Ni'metullah da Ibnu'l-(Arabi ile başlayan. iddiayı tekrarlar, orijinal olduğunu, hiçbir kitaba bakmadan yazd ığını söyler. Her sureye bir fatiha ile başlar, o sureye uygun bir giri ş yapar ve her sureyi bir hatime ile bitirir. Her surenin. fatiha (giri ş) ve hatime (biti ş)si ötekilerinden ayr ıdır. Bu konularda gerçekten o, orijinaldir. Her suredeki besmeleyi,ayr ı cümlelerle manalan.dırır. Bu husus Ku şeyrrde de vard ı. Diğer orijiıı.al tarafı da tefsirine dip notlarla bazı izahlar yapmas ıdır. Ayetler aras ın.daki tefsirler uzun uzun. de ğil, kısa kısa cümlelerden ibarettir. Sec'e çok yer vermi ştir. Birkaç cümleyi birbiriyle kafiyeli yapmıştır. Tefsir ba ştan baSa seci'lidir. Nicınetullah, vandet-i vücud görü şünü benimsemiştir. taraftar ıdır. Zaten Ibnu'l-<Arabrden. sonra tasavvuf, vandet-i vücud şekline bürünmüştür. Ondan sonra i ş ari tefsir yazanlar, onun kitaplar ını okumuşlar, hattâ onları serhetmi şlerdir. Ni'metullah da bunlardan biridir. O da Fusus'u serhetmi ştir. On.a göre Allah, bütün kevıı-ü fesad (olu ş ve bozuluş), gayb ve şehadet, zahir ve bat ın âlemlerde, bütün kıt'alarda, yönlerde görünen, her şeye sirayet eden tek varl ıktır. Allah'tan ba şka her şey, Allah'ın bir görüntüsüdür. Aynadaki suret gibi. Suretin sahibi Allah, görüntü ise âlemdir. i şte asıl tevhid, Hak'tan ba şka bir varlık görmemek, O'ndan başkasına varhk vermemektir. Bütün bu görü şler, Ibnu'l-Arabrnin, görü şleridir. b. Tefsirinden. bir örnek: Fatiha Tersirinin Fatihas ı : "Allah'ın, gaflet uykusundan, unutma uyuklamasından uyandırdığı kimseye gizli de ğildir ki bütün âlemler ve bunlarm içinde bulunanlar, zat isimlerine ba ğh olan ilâhi sıfatların eserleridir. Zira varlık mertebelerin.den her birine mahsus özel bir isim ve s ıfat vardır. Bu isim ve sıfatlarm kendilerine has eserleri vard ır. Bu bütün varhk mertebelerinde böyledir. Bir habbe, bir zerre, bir bak ış ve bir düş ünce de olsa böyle. Bütün mertebelerin üstünde say ıya gelmez (gayr-i adedi) denilen Amâ mertebesi, bütün peygamberlerin. ve sülâk erbab ının ulaşacağı mertebedir. Bunlar, ken.di varliklarından tamamen. yok olup onda bo ğulmadıkça o mertebeye eremezler. "Her şey helâk olacakt ır, yalnız O'nun. yüzü bakidir"1. Yüce Allah, kullar ını bu mertebeye yakla şsmlar; buna do ğru yönelsinler de çolduk ve ikilik getiren 1 Kasaş Sûresi: 88.

226


izafetleri dü şürücü, Hakk'a ait hakikat a şkı ve sevgisiyie niyyetleri temiz olsun; O'n.da fenaya (yok olmaya) azm etsinler diye kullan ım irş ad etmek isteyince onlara ir ş ad yolunu gösterdi, dua z ımnında ve O'nunla gizli konu şma =tonda yolunu ö ğretti ki bu, kesretten vandete (çokluktan tekli ğe) nasıl )) dedi. Amâ mertebesin,den

gidileceğini de gösterir. Bunun için (( •

inen Zat, bu isimle tabir edilir. Zira o mertebede bulunan, Zat olarak hiçbir isimle ifade edilemez. Keza bütün görüntü âleminin dayand ığı bütün Tanrısal isim ve sıfatları kuşatan Zat da hiçbir isimle ifade edilemez. Bütün bu görüntülerin dayah oldu ğu isimler ve sıfatların toplu haline müka şefe erbab ınca a'yân-i sabite, şeriat dilinde Levh-i Mahfuz ve Kitab- ı Mübin denir. » tek Zat' ın, kâinatın safhalar ında tecelli etmesi, vücub ve imkan. elbiselerinde görün.mesi, birlik mertebesinden say ılar mertebesine inmesine, ilmi ve ayni objelerde görünmesine yani kiyan,i ve kevni boya ile boyanmasına Rahman denir. çoklu ğa ayrıldıktan sonra birliğe geçmesine, dağıldıktan sonra toplanmasına, yayıldıktan sonra dürülmesine, indikten sonra ç ıkmasına, objelerle bağlandıktan sonra soyutla şmasma Rahim denir.

»

Hamd, bütün iyiliklere Şamil övgü, bütün kâinat ın. zerrelerin-

»

den Yarat ıcı'ya karşı yönelen istekli övgüler (<

baştan ba ş a âlem-

leri meydana getiren ve terbiye eden, bütün. isim ve s ıfatlarm hepsini ken,dinde toplayan. Zat'a mahsustur. Memleri terbiye eden. > .

O, bunları terbiye etmeseydi, bir göz aç ıp kapama kadar bir süre bunlardan

4.:)„+)11 »

yardımını kesseydi, hemen. bütün, âlem yok olurdu.

ilk n,eş 'ede

güzel isimlerinin ve yüce s ıfatlarının gölgelerini yokluk aynas ına salarak oradan. kâinatın küllünü ve cüz'ünü, ğaybini ve şehadetini, dünyas ını ve âhiretini hiç aykırıhk, düzensizlik olmadan meydana getiren

r..)11

»

ikinci

n.eş'ede isimlerinin gö ğlinü ve siifli tabiat arzmı toplayarak hepsini tekrar kendine çeviren. Ba şlangıç O'ndandır, sorı O'nadır. (( • _Ol ,±.1A,,» Din güLI..

-7-

ıı.iinürı, ş eriat dilinde kıyamet günü ve tamme-i kubrü denilen günün sahibi Bu günde arz ve sema pamuk gibi at ılır. İlkin ve sonun defterleri diirülür. Zira orada dü şün.celer sars ıhr, perdeler örtüler kalkar, ba şka varlık ayınları, ağyar dağılır, kahredici tek Allah'tan ba şka varlık kalmaz. Sonra kul bu makamın hakikatinde iyice yerle şince, bu merama yeti şince, biitün işlerini bilici padişaha, Kuddüsu's-Selâm'a b ırakmca art ık Rabbma 227


arkada şlık etmeğe, O'rıunla örtüsüz perdesiz konu şmağa hak kazanır Çünkü kulluk bununla tamamlanır. Ta ki aradan kâfi hitap kalksn ı , ve ğayn ( L) ayndan, ( ) seçilsin, belli olsun. İşte bu mertebeye eren kul, hal dilin.e münasib olarak söz diliyle der ki :

L3b1 » sana, senderı başkasına de ğil. Zira seninle

beraber ba şka varlık yoktur.

»

ibadet ederiz, sana yönelir, hudu ş ek-

linde senden isteriz. Çünkü bizim senden ba şka tanrımız ve senden ba şka maksadımız yoktur. ((

LSI, 1 j

»

yani sana ibadet etmek için ba şkasın-

dan de ğil, sadece senden, yard ım isteriz. Zira bizim senden. ba şka baş vuracağımız bir varlık yoktur. ((

Lütfunla bize hidayet et, ((

»

»

tevhidinin zirvesirıe ulaştıran do ğru yolu bize göster.

peyğamberlerden, s ıddiklerden, salihlerden, nimetine mazhar kdd ığın. kimselerirı yolunu.Onlarla arkadaş olmak ne güzel şeydir!

L.J 1"..

N:2;1A

j

vehimle karışık akla uyarak ap aç ık yoldan ayrılan mütereddidlerin yolunu değil

L:ja,1r51_, » alçak dünyanın aldatması, şeytanlar ın vesveseleriyle

Hak yolundan, yakin hüccetinden sapanlarm yolunu de ğil. » kabul serıden.dir ey merbametlilerin en merhametlisi. Fatiha Suresinin. Hatimesi: Ey Zat tevhidine do ğru yönelen Muhammedi, -Allah i şini kolaylaştırsm, seni muradırıa eri ştirsin— küinatın yedi yıldızına kar şılık yedi Tanrısal sıfatı içinde Kur'an- ı Azhnüşsan'ın bu seb'i mesânisini iyi dü şün, iyi tedebbür et. Onun iş aret etti ği güzel ahlük ile vas ıflan. Vasıflan ki bütün izafetleri ve çoklukları yok eden. Zat cennetine ula şmana engel olan yedi cehennem vadisinden kurtulasın. Böyle bir dü şürıceye de arıcak dışını Peygamber'in getirdi ği şeriat ahkâmiyle, Kur'an.' ın kelimelerinden ahnmış Mustafa'ya ait namuslarla tasfiye; bat ının' da Resulullah (s a v ) in. Kur'an kelimelerinden al ınmış ahlâkiyle temizlemek suretiyle eri şebilirsin. Demek ki her ikisini de içine alan Kur'an, Peygamber (s.a.v.) in Rabbinden, kendisine kalan zahiri ve bat ıni. ahlükıdır. O halde Kur'an, Allah' ın, Peyğamberine indirilen. ahlükıdır. Onunla ahlüklanan, tam felâha erer. Bun.dan dolay ıdır ki Peygamber (s.a.v.): "Kur' an'dan. ibaret olan Allah' ın ahlâkiyle ahlüklarını ."1 buyurmuştur. Fatiha ise Kur'an'ın en güzel şekilde seçilmiş özüdür. Onu düşünen bütün Kur'an'dan. alacağı nasibi alır, kavuştuğun.a kavuşur. Bunun için. şeriat dilinde namaz tabir edilen ve peygamber (s.a.v.) in: " Namaz mü'minin mi'rac ıdır"2. dediği 1, 2 Bu iki hadisin kaynağını bulamachm. Yalnız ihya'da (,11 ‘i.ş.1 3.14I hadisi vard ır. Taberâni bu hadisi Evsat'inde, Ammar dua Yasir'den zay ıf senedle rivayet etmiştir.

228


veçhile iman ehlinin mi'rac ı olan. birlik zatma yön.elme zaman ında Fatiha'nuı okunması farz kılınmıştır. Hz. Peygamber de: "Fatiha olmadan. namaz olmaz".1 buyurmu ştur. O halde ey Hakk'a ait hakikat Kâ'besine, as ıl birlik samediyyet kıblesine yönelen musalli, seni bu makama yakla ştıracak farz namazlara devam etmen, içindeki hikmetlere ve s ırlara sar ılman, lâzımdır. Öyle sardmal ısm ki Rabbın tarafına meyletmek, O'nun kap ısına yönelmek istediğin zaman, önce abdest alman, bütün d ış ve iç kirlerden. temizlerımen, bütüıa lezzetlerden ve şehvetlerden soyulman gerektir ki tahrimeyi (iftitah tekbirini) sapt ırıcı şeytaularm vesveselerinden uzak bir şekilde alabilesin. "Allahuekber" dedi ğiıı. zaman. bunun, marıasım düşün.melisin. Düşünmelisin ki O ba şkasına nisbetle de ğil, fakat kendi zat ında en büyük, en yücedir. Ba şkasına nisbetle değil, çünkü başka varlık yoktur ki nisbet olsun. Bunu O'nun s ıfatı olarak söylemelisin, yoksa ism-i tafdil manas ında de ğil. Bunu gözünün, bebe ği ve asıl gayen. bilmelisin. Teberrüken "bismillâh" dedi ğin. zaman O'na do ğru şevkin. dirilir, O'na karşı sevgin, uyanır. " ar-ralunân" dedi ğin zaman, Allah'ın yanına gitmelide sarıa yardım edecek Rahmani nefesi burnuna çekmi ş olursun. ar-Rahim dediğin, zaman Allah'ın. lisıtuf nefhalarından, rahmetinin, esintilerinden. içine çekmi ş , ruhunu ferahland ırmış , O'nun sana olan nimetlerini saymak suretiyle yüce Allah ile ülfet makam ına gelmiş olursun. O'nu överek, O'na şükrederek "el-Hamdulillâh" dedi ğin zaman. n.i'metlerine ş ükr ile O'na tevessül edersin. "Rabbil.-<âlemin" dediğin zaman tevhid makam ında gerçekle şmiş olursun; Yüce Allahın bütün kâinatı ihata ve terbiye etti ğini görürsiin. "ar-Rahman" dediğin zaman O'nun geni ş rahmetinden, gen.el merhametinden umars ın. "ar-Rabim" dedi ğin, zaman Hak'tan. ba şkasına iltifattan. ibaret olan, elim azaptan, kurtulmu ş ; kendisinden ayrılmış iken tekrar kendisine kavu şmuş olursun, daha do ğrusu O'nunla birle şirsin. "Mâliki yavmi'd-din" dedi ğin. zamarı mutlaka sebepler zin.cirini keser, ke şf ve şühud makamman gerçeğine ulaşırsın.. O zaman. sana görünen görünür, gelen gelir. O halde cemi' lisaniyle "Iyyöke nacbudu" seninle sana ibadet ederiz, sana hitabederek "va iyyâke nesta'in" senin yard ımınla sen.den yard ım dileriz demelisin. "Ihdinâ' ş- şırâta'-l-mustakim" dediğiıı zaman kulluk makam ında yerle şirsin; " Şırâtal-leine camte aleyhim" dediğin zaman cemic makamında gerçekle ş miş olursun.. " Ğayri'l-mağıjûbi (aleyhim" dedi ğin zaman O'nun. celâl s ıfatlar ı sultasnun satvetinden çekilirsin, "valâ'd-dâllin." dedi ğin. zaman. O'na kavu ştuktan sonra geri dönüşten, korkmu ş olursun. Duânın kabul edilmesini diliyerek, umarak "ân ıin" dediğin. zaman. kovulmuş ş eytandan emin olursun. 1 Bubi." EZün, 95; Müslim, Şalât, 34, 42; Ebu Diivüd, Şalât, 132, 167; 116, Mevakit, 69, 116; İbn Danbel, II. 308, 428, 443.

Şalât,

229


İşte bu şekilde namaz kılmalısm ki namazı'', birlik zatnım zirvesine mi' rac (merdiven), sermediyyet gö ğüne mirkat (merdiven), ezeliyyet, ve edediyet hazinelerine anahtar olsun. Bu da be şeri sıfatlarm gereklerinden istekle ölmedikçe, güzel ahlâk ve ilühi yüce s ıfatlar ile huylanmad ıkça mümkün olmaz. Bunu da ancak gaflete dü şkün insanlardan kaçarak uzlete çekilmek, onların geleneklerinden, al ışkanlıklarından, şekillerinden. kesilmek suretiyle yapabilirsin. Aksi takdirde tabiat h ırsızdır, hastalıklar saridir, nefisler havayı emredicidir, Mevlâ'dan yüz çeviricidir. Allah bizi nefsin şerrinden korusun, fazl-ü keremiyle bizi nefsin aldatmalar ından kurtarsmi.

13—Muhyi'd-din Vefüi (940/1533): Muğla'hdır. Tahsilini bitirdikten sonra Kütahya ve Bursa medreselerinde ders okutma ğa başlamış , bu arada Zeyniyye tarikatinin Konya% Şeyh Vefa' dan dallanan Vefaiyye koluna intisabetmi ş , 940(1533) de Bursa'da ölmü ştür. Duhâ Suresini, âyetu'l-kursiyi tefsir etmi ştir. Başka eserleri de vard ır.2 14—Ahmed Ibn klamza (981 /1573): Halvetiyye halifelerindendir. Mücadele Suresine kadar on iki ciltlik bir tefsiri oldu ğun,u, Semerkandi tefsirini de tamamlad ığnu Mehmed Tahir yaz ıyor'. Brockelmann. bu tefsiri Berlin'de gösteriyor4. 15—Nuru'd-din-züde Mu şlihu-din Mustafa Efendi (981/1573): Sofya% Şeyh Bâli Efendi'nin. halifelerindendir. Filibelidir. Kanuni ile birlikte Zigetvar seferine kat ılmıştıır 981 (1573) de ölmü ş tür. Kabri Edirnekapı dışındaki Sırt Tekkededir. Nuruddinzâde, Bedreddin Simavi'nin Varidatma reddiyye yazm ıştır. Menazilu's-Sairin'i Türkçeye çevirmi ş , Risale-i Vilcud ve Risale-i Mi'rac vs. yi yazmıştır. Encam süresinc kadar bir tefsiri ve Fatiha tefsiri vard ırs. 16—Saruhanh Münşi Muhammed Ibn Bedreddin (101/1592): Saruhan'a ba ğlı Akhisarhdır. Bir süre kad ılık da yapmıştır. Nezilu'tTenzil adlı özet tefsirini III. Murad'a hediye edince 982(1574) de Şeyhu-lHaremi'n-Nebevi göreviyle taltif edilmi ş , ölümüne kadar Medine'de mücaval-Mefa'tihu'l- Ğaybiyye, I. 17-19. 1 Naheivani, 2 Osmanh Müellifleri, III. 17-18. 3 Aynı eser, I. 225. 4 GAL, S. II. 641 (3b. Tefsir, Berl. Qu. 1591). 5 Osmanl ı Müellifleri, I. 171.

230


vir kalmıştır'. Celâleyn tarz ındaki tefsirinin, bir ıı.üshası, I. Sultan Haraid Kütüphanesin,de 117 numarada mevcuttur. Bu tefsir yalit ız Hafş kıraatine göre zahiri manay ı izah etmi ştir. Taşavvufi değildir. şerh-i Nalsömöt-i şerh-i Manzume-i Cezeri, Liıgatçe-i Mucrabât-i `Arabiyye gibi eserleri de vardır2. 17—Tâcu'l-cArifin ibn Muhammed ibn Ebil-Hasan al-Bekri (1007/1598): En'am, Fetih ve Kehif Surelerine tefsiri vard ır'. 18—cAziz Mahmud Hüdöyi (1038/1628): Celvetiyye tarikatinin inki şafina sebebolan, büyük şeyhlerden, biridir. Aslen Sivrihisarhd ır. Bir süre niyabetle seyahat ettikten, sonra Bursa'ya gelmiş , orada intisab ını tazeliyerek seyr-ü sülökünü tamamlam ış, irşad için Üsküdar'a gönderilmi ş ve ömrünün, sonuna kadar orada kalm ıştır. Kırk sekiz halifesi, isimleriyle beraber bir tomarda yaz ılıdır 1038 de vefat edip Usküdar'daki tekkesine defn edilmi ştir. Osmanb. Müelliflerinde yetmiş üç eseri zikredilmektedir. Konumuzla eseri, Neföisu'l-Mecölis, baz ı âyetlerin tefsirlerini ihtiva eden üç ciltlik bir eserdir4. a. Tefsiri ve metodu: Hudâyi bu eserinde âyetleri konu alarak meclisler yazm ıştır. Kalbine doğan esrar yan ında n.akledilen evliya menkibeleri, hikmetli sözleri de bu meelislere dereetmi ştir. ş eyhin vefat ı üzerine halifelerinden İsmail, bunlarm ziyan olmasını önlemek için bizzat şeyhin el yazısm.dan. bu meclisleri Kur'an surelerinin tertibine göre s ıralayıp yazmış ve bu suretle Neföisu'l-Medlis tefsiri meydana gelmi ştir. İsmail, şeyhin eserine bir şey katmamıştır Birinci cilt Teybe suresine kadard ır, 1047 de tertibi ikmal edilmi ştir ikin.ci cilt 1048 de ikmal edilmiştir. Ankebut suresine kadard ır. Üçüncü cilt Ihlas Suresine kadardır, 1048 de tamamlanm ıştır. Me şinle kaplı bu üç cilt, bizzat Ismail'in el yazmasıdır ve şehid Ali paş a, 172-174 numarada bulunmaktad ır. Bu tefsirde surenin, âyetleri atlana atlana tefsir edilir. Örn,e ğin. Bakara Söresinde 3. âyetten 9. âyete, oradan 22. âyete, oradan. da 25. ve 35. âyetlere geçer. Huruf-i mukatta'a hakk ında söyledikleri, Sülemi tefsirinde vard ır. Esas itibariyle zahir man.a üzerinde durmu ş, fakat yeri geldikçe i ş ari manayı ihmal etmemi ştir. Tefsire zühd ve takva duygusu, fena fillah dü şüncesi hakimdir. 1 Keşfu'z-Z,unun, II. 1950. 2 Ömer Nasuhi Bilmen, B. Tefsir Tarihi, VII. 491. 3 iclalıu'l-Meknun, s. 307. 4 Osmanlı Müellifleri, I. 186.

231


b. Tefsirinden bir örnek: 9.1oe!I

( ;CU -

cs ı

°

-

ı

5.-AT ".

J—

;,:j

.:131

-4--

(1.1_,,'„,:to)

) Sonra zikr-i

kesir, nefs mertebesinde dil ile, kalb makam ında huzur iledir. Mu'teber olan da budur. Bun,un üstünde s ır, ruh, hafi ve ahfân ın zikri vardır. Mertebelerin en. üstünü de zikredenin, zikredilende yok olmas ı, nefisten eser kalmamasıdır. Rivayet edilir ki Ba ğdad, süslendi, fısk arttı , Şibli'ye denildi ki: "Senin. zikrin olmasayd ı , süs ve fısk bu şehri yakard ı." Bu sözü nefis erbab ından biri duyunca dedi ki: "Bizim zikrimiz yok mu yani?" Şibli ş öyle dedi: "Siziıı ıııefsin varlığiyledir, benim zikrim ise Allah iledir." Ciineyd'in Iblis ile olan. kıssası ve on.un zakirlere Ba ğdaddaki Şfiniziyye mescidini göstermesi meşhurdur. Bil ki cihad, ibadetlerin en büyü ğüdür. Bundan dolayı mücahidin tozu ile cehennemin duman ı beraber bulunmaz. Mücahidin att ığı bir adım, bir günalnnın bağışlanmasına vesile olurken öbür ad ımı ile kendisine bir sevap yaz ıhr Ancak mücahid, niyyetini temiz tutmah, zulümden, günah i şlemekten kaçmmandır. Zira düşmana galibiyyet, cismani kuvvetle ve say ının çokluğu ile değil, kudsi kuvvetle ve Allah' ın. desteğiyle olmaktad ır. Görmez misin yüce Allah, Bedir Gazvesinde say ılarının azliğına, kâfirlerin çoklu ğuna rağmen nasıl müslümanlara zafer ihsan eyledi? Takva, sab ır ve sebat ile Allah yolunda cihad edenler, dü şmana galip gelirler;derecelerin en üstününe ererler. Yüce Allah buyurmu ştur ki: "Ey Peygamber, mü'minleri sava ş a te şvik et, sizden sabreden yirmi ki şi olsa, ikiyüz ki şiye galip gelir, sizden yüz ki şi olsa, kiifreredenlerden bin ki şiye galip gelir" Sonra bil ki büyük cihad, nefs ile olan cihadd ır. Nasıl ki Hz. Peygamber Aleyhisselâm buyurmu şlardır: "Biz küçük cihaddan büyük cihada döndük".° Ankaravi (1042 /1633): Ankara'da Bayramiyye şeyhlerinden idi, sonradan Mevlevi tarkatine girmiş , Galata Mevlevihanesi şeyhi olmu ştur. Hadisçi Tefsirci, edebiyatç ı, ş air bir zatt ır. Şeyh Galip onu bir kasidesiyle övmü ştür: Ey kâşif-i esrâr-i nihan Harzet-i Rfi-püş -i tecelli-i ciyan Hzaret-i Sard ı !. 1 `Aziz Mabmüd

232

Nefüisu'l-Meenis, Şehid (Ali Paşa, No. 172, varak 181b-182a.


Rusuhi mahlasım kullandığı için Rusuhi Dede diye me şhurdur. Mesnevinin. altı cildini Türkçe şerhetmi ş , 1025 de Mesnevrnin yedinci cildini de bulup şerhetmi ştir. Bunun, Mevlâna'nuı olmadığın ı söyliyenlere kar şılık yirmi delil ile bunun Mevlâna'ya aidoldu ğunu ileri sürmüştür. Doğduğu yer ve hayat ı hakkında bilgi yoktur. İsmail Paş a vefat tarihini 1040, Mehmed Tahir 1041, O. Rıza Kehhale 1042, Ke şfu'z-Zunun da 1038 olarak göstermi şlerdir. li's-Söhreverdi, Erbain frl-Hadis, izahu'l-Hukmi fi Şerhi Zubdetu'l-Fusus fi Şerhi Nakşi'l-Fusus (Türkçe), vs. eserleri vard ır. a. Tefsiri ve metodu: Ankaravrnin, Futuhât-i cAyniyye adl ı Türkçe bir tefsiri vard ır. Eserinin önsözünde Ankaravi, Mesnevryi şerhederken üçüncü cildin bitiminde birden gözlerine perde indi ğini, kitap ve Kur'an okumaktan yoksun kald ığından fevkalâde üzüldüğünü, gözleri tekrar aç ılırsa ömrünün sonunu Kur'an,Hadis ve evliya kelâmı okumakla geçirece ğini vadederek Allah'a niyazda bulundu ğunu, nihayet bir hal sahibinin, mil ile o perdeyi ald ığını ve Allah'a şükür için hamd ve şükür suresini tefsire ba şladığını yazıyor'. Ankaravi, önsözünde metodunu da aç ıklamıştır: "Ve lâkin. (ulema-i din ve cuzemâ-i ehl-i yakinin. te'lif ve ta şnif eyledikleri tefâsir-i şerifeyi evvelâ tetebbu` eyleyüp tacbIr ve tahrir buyurduklar ı kelimât-i tayyibeden ve mecârif-i ceille ve mecâni-i lâtifeyi istihrâc Iplup bu evrâk üzre an ı mütercim oldum. Ta kim

(ul.j14.:).4

ri.,LI; 4.4 (...)T.I.j1

yiyle tefsir eden, cehennemdeki yerine haztrlanstn"' humuna mazhar olan kimselerden olm ıyam...."2

Kur'an'', kendi rehadis-i şerifinin mef-

"Bu kitâb-ı Ş erif, evvelâ yedi fatiha üzre temhidolundu ve sâniyen. yedi aşıl ve her aşhn. içinde söz başlarında iktiçla eylediiğiine göre bir nice va şl ve her kelimenin tefsirinde bir fa şl-ı sürhle (kırmızı kalemle yazılmış bir fasılla) işaret kılındı. Ta bunu okuyanlara bunda olan mecâninin çlabt ve lufz ı âsân gele ve mahal taleb olundukta sehl ve yesir ola. "Fatiha-i beyân Hz. Inr'art' ın ba.`çl feçla'ilini ve evsâf-ü eyler. Fatiha-i Un.iye isticâzenin. me(âni ve hakâ<ikini cayân eyler. lige besmele-i şerifenin esrâr ve haka'ikin ve rumöz ve dekâikin beyân eyler. Fâtihâ-i râbtica söre-i fâtihan ın feçlacilini (ayân. eyler. Fâtiha-i hâmise sörenin ve âyetin ma(nâlar ım ve s ırların ı beyân eyler. Fâtiha-i sâdise Fâtiha-i 1 Ankaravi, FutulAt-i cAyniyye, Wılet Efendi, No. 270, varak 2a. b. 2 Aynı eser, varak 2b.

233


şerifenin esâmisini beyân eyler. sabica, ümmül-Kur'ân, olan Fâtiha-i şerifenin sebeb-i nüzülün ve inzâl ve tenzilin ma(r ıâlarını beyân eyler..."'. b.Tefsirinden. örnek: Ankaravi, tefsirinin be şirıci ashnda

C;:.1:jo,1

âyetinin sırlarmı ve hakikatlermi açıklar: "Beyzâvi: hazretleri bu âyet-i kerimeyi yard ımı açıklamadır diye tefsir eylemi§ ki okuyucu ((

j dedikte sanki Hak Teâlâ Hazretleri bu-

yurur ki sarıa nasıl yardım edeyim? Pes dahi derler: "Bize do ğru yolu göster". Ruhu'l-Ervah sahibi dahi böyle der ki ihdir ıâ, Tanrı'nın kullarma telkirridir. Kaçan. bendeler " İyyake nestain" diyeler, yani Hudâvendâ biz senden bir yardım taleb eyleriz deyü söyliyeler, sanki Tanr ı'nın lütuf münâdisi (tellalı) dahi bunlara bu günâ güzel hitabedip der ki: "Kullar ım ne çe şit yardım istersiz ?" Pes kendülerin murad ve ihtiyaçlar ına bakarlar, görürler ki kat ı çoktur. Dürıyevi ve uhrevi olan i şlerine so ır yoktur. Hayret denizine dal ıp kan ğısını istiyecelderini bilemezler. Pes gizli ilhamc ı anlara bu Ona telkin eyler ki "Kullar ım ihdinâ's-s ırâtal-mustaldm deyu söyleyin." Yani Tanr ı , bizi doğru yola sen hidayet k ıl ve bizim ayaklar ınuzı doğru yol üzere sen sabit ve kararh eyle, deyu bana duâ eylen ki benim tevfikim olmay ınca yalınız akılla bu kilit açılmaz ve ben hidayet k ılmayınca kimse maksudurıa yol bulmaz..."2. Ankaravi, tefsirini Farsça şiirlerle süsler, kendinden önce yaz ılmış tefsirleri ırakleder, bunlar ı Türkçesiyle edebi bir tarzda bir kompozisyon şek linde dizer: "Sahib-i Ke şfu'l-Haküik der ki: Çünkü hidayetyafte olan bende hidayet taleb eyliye, andan maksud hudbinli ği ve hudperestli ği kendünden. nefyeylemektür ve kendilyi mühtedi olanlar ve takva ve taate itimad k ılanlar zümresinden bilmemektür, belki ş ol cemaatten bilmektür ki anlar henri şe Telbis'in gavayetinden haif olurlar ve takva ve dani şe ittikâ eylemekten rıefret kılurlar. Nazm: A;

<S.")

Lçj.'02; j.

4.1.<7

(Takva ve bilgiye güvenmek, tarikatte kafirliktir. yüzbin yüzün yolu lâz ım? tevekkül lâzımdır)3. İsma<il Ankaravi, mesnevi'de âyet ihtiva eden beyitleri toplay ıp tefsir etmiştir. Bunun Sehid Ali Pa şa 1159 rıumarada bulunan nüshas ı 179 varaktır. 1 Varak 3b. 2 Varak 96a. 3 Varak 99a.

234


Edeki bir iishipla yazılmış Türkçe bir tefsirdir. Bundan da bir iki örnek ve3 f.; relim:'. U.A.,0 jjlo P "Bu beyt-i macrifet-esâs Sure-i Acrâfta bu âyet-i kelimeden iktibas olmuştur.: u• -.<3

jr. J. e L'

JC;

I

-JC;

j1

°

1:

e> J.;

jj "44 (.5:,

4....

4.;

te '

;'«

.0 .1.

‘.)

_J

Vakta ki Ce-

j

nâbı Hak ( İzzet cellet kudretuhu ve 'alet tazametubii

j)~4

mukteçlâsınca otuz gün ve gece va`dedüp ba`dettekmili ğ'elâk'n yevmden karüf-i fem ürld olup misvâkle dehen-i mübareklerin tetayyübedüp lâkin

(q,,,23

Cy4 L.5 ...U. husulü içülıı

• -

• •

tib

mukteçlâs ınca mezkiır râyilıanin "" nassiyle müşerref olup erba(in tamam

olup ol sultân-i Tür, pürsürfir ve hubur olup mikât-i I-Jakk'a va şıl oldukta • • dedi ki : Rabbi, ey benim Rabbim, ( j ) bana göster seni ( j_k; I ) ben nazar edem sana. MeZheb-i ehli sünnet ve-l-cemacat budur ki I-Jakk' ı min hayğ'ü'r-rubilbiyye görmek caizdir. Zira enbiyâdan müstakil taleb muhâldir. Nitekim Kaçli-i Beyçlâvi buyururlar: "Bunda Allah' ı görmenin caiz oldu ğuna delil vardır. Çünkü peygamberlerin mümkün olmayan bir şeyi istemeleri muhâldir." (Bu cümle Arapçad ır) "Ama erbab-i şühud mabeyninde bir s ır dahi vardır ki kaçan nur-i 1.1ak zahir gözüne dahi edüp bu dide-i be şeriyyete ol kabiliyyeti verdikçe bu çeşm-i ser, cayn- ı çeşm-i sır olup, zâhir bâtının ve bâtın zahirin (ayn ı oldukta bu göz ile klakk'l mü şahedeye kadir olurlar. Ammâ ehl-i zahir bu manaya raçli de ğillerdir. 'Abdullah Belyani Buyururlar. Nazm: ; 4;

4.J .;*°

,„

4.9"

js-

Hakk'ı iki baş göziyle her zaman. görmedi ğim için hiçbir zaman aramaktan ayağımı çekip oturmuyorum. Derler ki ba ş gözü (veya s ır gözü) Tanr ı'yı göremez. Onlar dedikleri gibidir ama ben daima öyleyim (görüyorum)" 1 A'raf Sfıresi: 143.

235


(.5S jt; »

Hz. Hak buyururlar ki "Sen beni elbette göremezsin." Mu(

tezile 4.) i te'yid manasma alm ışlar ama hatAy-i fahi ştir. Ama ehl-i tahkik buyururlar ki "Sen. sen oldu ğun hay;iyetten beni göremezsin ve illâ 'Zat ın' ZAtımda ve şıfAt ve efcAlini şıfAt ve ef(Alimde ifnA k ıldıkta hakikatte rüi ve mer'i. ben olup ğayriyyet, igneyniyyet mabeyinden ref<olup ben Zat ımı müş ahede kı lurum" demektir derler. Nitekim Cüneyd-i Ba ğclâdi Haçlretleri buyururlar: "Rabbımı Rabbim ile gördüm, dedi ki sen kimsin, dedim ki sensin". Ve tefsir-i KA ş Arıi bu ma(naya i ş Aret buyururlar ki Hz. MüsA eyyAm-i mev'udenin 'aşr-i evvelinde ifnAy-i ZAt eyledi. Ama 'i'atında bakiyye kAlup maca tilke'l-bakiyye müş Ahede eyledikte keenne Cen.Ab ı cizzet buyurdu ki "Beni göremezsin, o bakiyye kald ığı müddetçe müş Ahede olmaz. Şu da ğa bak. Yacni vücudunun dağına bak, eğer o yerinde durursa hemen beni görürsün. Bu, muhali söylemektir. Yani vücudun baki oldukça zat ı müş ahede nasibolmaz." ■<.«

;;"

(( 4_, j

» Vaktaki Rabb-i Müsa Cebel-i Tiir'a veya cebel-i

Müsü'ya tecelli eylediyse

L..5"

4..1

»

yani oııu medka kıldı. Te'-vil:

Cenabı clzzet, vücud-i mevhume-i MAsü'y ı muçlmahill ve mütelü şi kıldı. Ey teeelli-i cibarettir zuhfir-i Z5.t ve sifüt ve efcal-i ilahiyyeden. Pes üç nevc üzre oldu. Teeelli-i Httan murkl, 'ü.-t-1 I-Jak'ta ve ef`alinl efcal-i Hak'ta ifni. etmektir. Pes Cen5b1 ( İzzet teeelli-i a.'t eyledikte MüsA mütelüşi oldu ve varl ık derecesinden yok olup düştü. Pes bu beyt-i Şerif'in bu âyet-i kerimeye tatbiki ve tevcihi bu vechiledir ki cışk-ı Hak, cemi-i meveudAt ve tacayyünk ve mümkinAt ve mükevvenâtın ruh-i revAnı gibidir ve emrâçl- ı nefsAni ve ruhârtinin dermân ıdır. AlHakk, bu pertev-i Ralı~idir ki cem5.d5.t-i mürdeye erse zinde ve nelsoltat-i efsürde ve pejmürdeye güzer kilsa ferlmnde eyler... Pes nür-i Tfır'u cemAd iken harekete getürüp vücüd-i mevhüme-i MusA'yı iskAt edüp vücücl-i HakkAni i(tA edüp rü'yet-i RahmAniyyeye lâyik kıldı.", 20—(Abdullah B osnavi (1054 /1644): Bosna'da doğmuş , ilk tahsilini orada yaptıktan sonra Istanbul'a gelip öğrenimin.i tamamlamıştır. Daha sonra Bursa'ya gitmi ş , melâmilerden Bursalı Ş eyh Hasan. Kabadüz'e intisabedip seyr-ü sülkaünü tamamlam ıştır. Oradan 1 İsmacIl Ankaravi, Şehid Ali Pa şa, No. 1159, varak 3b-4b. Bu eser, ince talik ile yazılmış, 179 varaktır. Dervi ş Hasan tarafından 1031 senesinde Mısır'da istinsah edilmiştir. Müellif, 1042 de vefat etti ğine göre bu nüsha kendi hayatında istinsah edilmi ştir. Gayet güzel bir yazmad ır. Beyitler kırmızı kalemle yazılmıştır.

236


Mısır'a ve 1046(1636) da Hicaz'a gitmi ş , haccmı yaptıktan sonra Ş am'a gelip Muhyrd-din Arabrnin türbesi civar ında inzivaya çekilmi ştir. Daha sonra Konya'ya gelmi ş , Mevlânâ ve Sadroddin Konevi türbelerini ziyaret etmi ş , orada yerle şip 1054(1644)de ölmü ş , Sadreddin Konevi 'nin türbesi yanına defnedilmiştir. Kabir ta şına vasiyyeti üzerine : 4,,„; j ((

,)„.,.c. 4,1c.4

. -J

hito

cümlesi yaz ılmıştır.

Arabistan'daki seyahatleri esnas ında birçok bilginler, Abdullah Bosnaviden, feyz almıştır. Eserlerinin en ünlüsü <Araisu'n-Nu şu ş Fi Minas şati Hikemi-l-Fuşüş adlı Fuşüşu'l-Hikem şerhidir. Mehmed Tahir, altmış eserini zikreder. Biz tefsirle ilgili eserlerini yazaca ğız: Tefsiru âyet-i Fabla` na<leyk, Risâle Tefsiri Nfın val-Kalem, Tefsiru Süre-i val-(Adiyât, Tefsiru Sfire-i `Asr. Fi Tefsiri Kavlihi Ta<âlâ: Hattâ riâ'stey'ese'r-rusulu, Risâle Tefsiri âyeti va levla enyeküne'n-nâsu ummeten sitteti eyvabideten, Tefsiru huvallahulleil lıalaka's-semâvâti val-arda yâmin, Tefsiru va lekad arseln.â Müsa biâyâtina, Tefsiru va le'in. eZaknalharfi's-sü-i (an. vachrl-âyeti insâne minnâ rahmeten, hâli Yusuf (a.), Kitabu Me şrikrr-Rülıâniyye va mağ ribil-cismâniyye Tefsiri âyeti battâ bele ğa mağribe'ş-şemsi, Kitabu ke şfi's-sirri'l-mubhem fi avvali sureti Meryem, Kitabu Ke şfi Esrârrl-bararah fi. tefsiri âyeti kutile'linsânu mâ ekferah, Kitâbu d ıyarl-lem`i val-bark fi had, arâti'l-cemci fark, Kitâbu'l-ke şfi tefsiri âbiri suratil-ba şril 21—Evhadu'd-din <Abdu'l-Ahad an-Nüri (1061/1651): Sivashdır. Halveti şeyhlerindendir. Day ısı Şeyh Abdu'l-Mecid Siyasi ile beraber Istanbul'a gitmi ş , tahsilini orada tamamlam ıştır Zahir ve hatnı ilimlerinden icazet ald ıktan sonra ilim ve tasavvufu yaymak için bir süre Midilli'ye gitmiş , 1033(1623) de istabnul'a getirilip Mehmed A ğa Tekkesi ş eyhliğine tayin edilmi ştir. 1041(1631) de Fatih, 1051(1641) de Bayezid camii vazizliklerine tayin edilmi ş , va'z irşad ve eser te'lifiyle me şgul iken 1061(1651) de vefat edip Eyyup'ta Ni ş ancı'da bulunan day ısı Abdulmecid Sivasrnin ya ıuna gömülmüştür. Tasavvuf ile ruya tabiri ilimlerinde kudreti herkesçe kabul edilirdi. Risaletu Mir'âti'l-Vücud val-Hadarât adl ı eserinden de anlaşılaca ğı gibi Ibnu'l-Arabrnin tesirinde ve vandet-i vücud görün şündedir. Tefsire dair çeli şik gibi görün.en. baz ı âyetleri inceleyerek yazd ığı Risâle fi-l-Kelâm <alâ ba<d ı âyetin mine'l-Kur'ânil-Kerim adli bir risalesi vard ır. 1 Osmanli Müellifleri, I. 43-46.

237


Ayrıca Te'dibul-Mutemerridin fi klayâtil-H ı slr, Risâle Risöle fi Malı abbetil-<Abdi Rabbihi, Risâle fi öuhüti Tayyil-Mekân, li Ev liyön-Ummeti gibi eserlerin sahibidir2. 22—Vani (Van Kulu) Muhammed İbn Bistam al-Ho şâbi (1096 /1685): Hz. Hüseyin soyundan, gelir. Müfessir ve tarihçidir. Tefsire dair Hulâsatu't-Tefasir'i3 <Arâisu'l-Beyân ve Nefâisul-Kur'an'i yazm ıştır. Son, eserin. bir nüshası Yeni Cami'de vard ır. No. 100 4 23—Karaba ş Veli, Şeyh <Aliyyul-Atval (1097 /1686): Kastamonuludur. Halveti tarikatindendir. Karaba ş unvaniyle Mutasavvıf, tefsirci ve kelâmc ıdır. Haccı eda ettikten sonra Mekke ile Medine aras ında ölmüştür'. Eserleri aras ında Tefsiru Sürati Tâhâ, Esâsu'd-din, Cami<u Esrâril-Fu şuş , Risâle fi Cevâzi Devrâni' ş- Şüfiyye, Şarhu <Akâidi'ıi-Nesefiyye, Şerhu Hadiöi Hubbibe ileyye, Ş erhu Kaşideti'l-ci şhiyye Tarikatnâme, Mi<yaru't-TarIka 6 vardır. Tefsiri, Tâhâ süresinin ba şından sekizinci âyetin sonuna kadar 7,5 varaktan ibaret Arapça küçük, i şari bir tefsirdir. 1293 de <Arif ibn. Ş akir tarafından istin,sah edilmi ştir. Kemali ferıada bulan bir tema ile yaz ılmıştır7. 24—<Abdul-Kerim Celveti (1100/1688): Aslen Ş arki Karahisarh olalı Şeyh Veliyyüddin Efendi'nin oğludur. Babası Aziz Mahmud Ilüdâyi halifelerinden ve Şehzade Camii Kürsü şeyhi idi. Abdulkerim Efendi, şer'i ilimleri babas ı ile zamanının bilginlerinden, tasavvufu da önce babas ından aldıktan sonra Lâleli yak ınındaki Ahmed Ağa camiinde vaizlik yaptı, eser telifiyle vakit geçirdi, 1100(1688) tarihinde öldü. Tefsir-i Süre-i Yüsuf, Zubdetul-Ahbâr va'l-Aöâr, al-Ma<âricu'l-Vu şuliyye ilâ Ayil-Kur'âniyye vs. eserleri vard ır. Bunlardan ba şka okuduğu kitaplara notlar yazmıştır8. 1 Veliyyu'd—din, 1827. 2 Aym eser, I. 121-122. 3 Hediyye, II. 102. 4 GAL, II. 439, S. II. 652. 5 Keşfu'z-Zunun, I. 306; Hediyye, I. 762; Muccemu'l-Muellifin, VII. 39. 6 Aym. 7 Bu eserin bir Mishas ı, Hacı Mabmud No. 33 de vardır. 8 Osmanlı Müellifleri, I. 124-125.

238


25—Niyazi-i 1Vh şri (1105/1694): Malatya'da do ğmuş , Mardin ve Mısır'da tahsilini tamamlad ıktan sonra Türkiye'ye dönmüş , Ümmi Sinan Elmahlı'ya ba ğlanarak Bursa'ya yerle şmiştir. Fakat kaderin sevkiyle Limnrye sürülmü ş , orada onyedi yıl sürgün kalmış , dönüşünde 1105(1694)de ölmüştür, Niyazi, Arapça Fatiha tefsiri yazm ıştır. Genel Kütüphanede meveudolan eser kısadır. Yusuf Süresini de Türkçe tefsir etmi ştir. Mevaldu'l-cirfarı'l da bazı ayetlerin tefsirinden ibarettir Terceme etti ğimiz bu eser, 1971 de bas ılmıştır. a.Tefsiri: Niyazi de yeri geldikçe hiçbir kitaba bakmadan tefsir etti ğini söylemiştir. Yazdığı Fatiha tefsiri, pertev Pa ş a 620 deki Niyazrnin eserlerini ihtiva eden mecmuanın 33 a-36 b varaklar ı arasında da vard ır. Diğer eserlerinde olduğu gibi burada da onun hurufili ğe meyli kendini göstermektedir Tamamen Vandet-i viicud taraftar ıdır. Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin'in Irfan ve veraset yoliyle peygamber olduldarnıa inanmıştır. b. tefsirinden örnek: Geniş irfan sahibi olmas ına rağmen düştüğü bazı hayali fikri sabitlerden kendini kurtaramamıştır Kur'an. ile hiç ilgisi bulunmayan, hurufili ğe kendini kaptırmış , bununla âdeta âyetleri oyuncak edip man.alar ç ıkarmağa çalışmış tır. Ona göre Allah' ın A dem'e öğrettiği esma ilmi, harfler ilmidir. Her şeyin sırrı bundadır, yani cıfır ilmindedir. İnsanların uydurması olan bu ebced hesab ına dayalı ilm ile ayetlerden Hz. Hasan ve Haz. Hüseyin'in peygamberlilderini ç ıkarmıştır: o

j-;

4:7,4 .0

ı

...1 j,,C,°,,,

.„ , ı O

,

d

ji

4.5'

ı

o

ı

L O,

j ayetinde al-Esbat kelimesini ele al ır: Elbesbatta elif lâm

cins içindir. Burıa göre bütün torunlar bunun. şumulüne girer. Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin de bu torunlara dahildir. Ona göre burıu inkar cahilliktir.2 Halbuki bu kelime, İbrahim, Ismail, İshak, Ya'kub ve bunlar ın soyundarı gelen peygamberleri kasdediyor. 1 Nisa Süresi: 163. 2 Mevit'idu'l-cirf, 59. Sofra; Risületu'l-Haseneyn, Ankara İl Halk Kütüphanesi Eski Eserler Bölümü, No. 698.

239


Niyazi'ye göre

j

Lp.«

j,„_,4

âyeti de onlar ın peyğamber• L.' liklerini gösterir. Zira kavlen. kafs ız 37 sayısına karşılıktır. Kaf 81 dir. (Halbuki yüz kabul edilir). Kafın. aş aratı (onlukları) ondur. Bu, Hasan'ın -

sayısına eklenirse Hüseyin'in say ısı çıkar: 128. (t

» nin sayısı da

aynıdır. O zaman âyetin manas ı : "Kimin sözü Allah r ızası için Hasan'la Hüseyin'in Pey ğamberliğine inanmakla Allah'a davet edenin sözünden daha güzeldir?” demek olur'. Onun bu gibi sözleri, şeriat bilginlerinin y ıldırımlarmı üzerine çekmi ş tir. Va'ziyle me şhur Yani Efendi, Padi ş aha Niyazryi kötülemi ştir. Beri taraftan. Niyazi'nin, etrafına toplanan müritleriyle cihada gitmek için Istanbul'a gelip Siileymaniye'de va'zetmesi ve camii h ınca hınç dolduran halkın aşırı sevgisi, zamanın yöneticilerini ürkütmü ş ve sonunda Niyazi Limni'ye sürülmüştür. Kendisinin, sürülmesine sebebolaulardan Vaiz Yani Efendi için. de Niyazi bir âyeti te'vil etmi ştir;"

j L:J

ayetınde

(ii

en.

gelen kelimenin ismi failini al ır, "Benim zikrimde gev şeklik göstermeyin" anlamındaki âyeti, "Benim zikrimde yani olmay ın" şeklinde tefsir eder. Niyazi, Hızırla Musa hikâyesini de te'vil eder, Türkçe yazd ığı bu risalede :Sefineden. maksat, Hz. Musa'n ın şeriati oldu ğunu, Hızır, Musa'ya zaruri bilgileri öğretmek için onu cleldiğini, öldürülen çocu ğun, Musa'daki dünya sevgisi olduğunu, duvardan maksat da kendini be ğenme sıfatı olduğunu söyler. Bu tefsirler, Ka ş ani'dert ve öteki i ş ari tefsirlerden, aktar ılmıştır. Yalnız kendine has bir görü ş ileri sürer: Hıdırla Musa olayı âfâki olarak vukubulmu ştur ama dışardan. de ğil, insanın, nefsi kuvvetleri d ış şekillere bürünerek görünmü ş ve öyle vukubulmuştur Hızır Aleyhisselâm' ın, kestiği çocuk, d ış ardan bir çocuk de ğil, çocuk suretine giren., Musa'nm mevki sevgisidir. Ibrahim'in kesti ği de yine içinde gizlenen ve d ış arıda çocuk suretine giren mal-mevki sevgisidir. Niyazi bu fikrini ileri sürdükten sonra yap ılacak bir itiraz ı şöyle cevaplandırrynr: Soru:-Ey Mısri, sen, K ıssa-i Hıdır'ı cümle te'vil eyledin. ikfaktan buna hisse yok mudur? Cevap:-K ıssa-i Hıdır afâki olaydı , çok gemiler delinmek görünür idi. Ve çok o ğlan öldürmek görünür idi. Ve çok divar do ğrultmu ş görünür idi. Mesmu' 1 Ristıletull-lbseneyn.

240


olan. ancak 1VIusa Aleyhisselâm vak'as ı olduğu delâlet eder ki enfüsi ola. Köprüdeki melikin gasbeyledi ği gemilerin haddi ve payanı yoktur. Ve Hıdır onların birine sahib çıkmaz. Ve dahi ebeveyn.-i saliheyne tu ğyan edecek olan çoktur, birini Hıdır katleylemez. Ve dahi yer alt ında medfun künöz bu as ırda hadden birun olmağla ol kürtuzun birinin üzerine H ıdır Aleyhisselâm divar yapmaz ı

((

O ı

O ı

wıı

O

‘s j

ı :

-

Gece onu örtünce bir

-

yıldız gördü, bu benimRabbim dedi ..."2 âyetlerinin tefsirini Niyazi yaş adığı bir olayla anlat ır: "Bu fakir kula sülöküm esnas ında bu hal vaki oldu. Ben. o günlerde on iki kona ğuı. beşincisinde idim. Hiç kararım kalmamıştı . Bir yandan, öbür yar ıa kaçıyordum. Sıkı riyazetten dolayı bir yerde, bir halde duramad ığım için kendimi minareden, yahut da ğlardan a ş ağı atacak olurdum. O günlerde seksen bin, doksan bin, hazan. daha fazla tesbih çekiyordum. Bu günlerde ço ğunlukla yediğim, yirmi dirhem arpa ekme ği idi. Nihayet 1060(1650) senesi Muharreminin son on, gününde ayın. dördüncü Cuma gecesinde uyan ık halde iken bir de gördüm ki evin, içinde karşımda bir yıldız duruyor. Onu baş gözümle gördüğümü sandım, gözümü kapad ım. Baktım ki yine görüyorum açt ım, yine aynı. Anladım ki bu, kalb göziyle görülüyor. O yıldız birkaç gün gözümden kaybolmad ı. Sonra büyüdü, büyüdü, ay kadar oldu. Birkaç gün. de böyle sürdü. Sonra büyüdü, parladı, güneş gibi oldu, birkaç gün de böyle devam ettikten sonra yava ş yavaş büyüdü, yükseldi alt ı yönü kapladı. İlk gördüğüm zamandaki ızdırabım, çalkantım, nur her tarafı kaplaynica dindi. Art ık ondan, sonra bedenle riyazet yapamadım. Kalb ve ruh ile bunlar ın hallerine uygun. şekilde mücahedeye devam ettim ve bu hali ş eyhim, göz bebe ğim Elmahlı iimmi Sinan. (ks.s.)a söyledim. Dedi ki: "Ibrahim Aleyhisselâm'dan kalan be şinci konağnı hali budur. Bu menzil onun ilk makam ı idi. Onun. ilk makamı, ittiba bereketiyle Muhammed Aleyhisselâm "Ümmeti için be şinci menzil oldu. Fakat Allah' ın. Resulü (s.a.v.) için bir makam yoktur. Bütün makamlar, onun ayaklar ı altında bir tek makamdan ibarettir."3 Bazı aşırı te'villerine ra ğmen, Niyazi, amen bakımdan. ehli sünnet yolundadır. Yazdığı sekiz sayfal ık bir risaIesinde mutasavvıflarııı itikadi görüşlerini soru cevap şeklinde izah etmi ş ve onların (tabii kendisinin. de) tamamen ehl-i sünnet yolunda olduklarını, itikad bakımından ya Matöridi veya E ş'ari; amel bak ımından da dört mezhepten. birine ba ğlı bulunduklar ını ; hiçbir velinin ashap derecesine yeti şemiyeceğini, tenasühe inan.mannt küfür oldu ğunu; 1 Niyazi, Risttle-i Hıdır, Pertev Pa şa, No. 620, varak 40a-48b. 2 En%rn Suresi : 76 3 Mevdu'l-grfan, XIII. Sofra.

241


Allah'ı bu gözle görmenin mümkün olmad ığını ; sufilerin. konu şmalarinda geçen. ş arap ve meyhane gibi sözlerle a şk ve mürşid-i kâmil kasdedildi ğini; onların "cenet ve cehennemi de ğil seni isteriz" demeleri, cennet ve cehenmei küçümsemek anlamına gelmeyip her şeyden. önce Allah'ın rızasını istedikleri anlamına geldiğini; imannı herkeste bir olduğunu; sufilerin ilmini bilmiyenlerin imanında ve Islâmında bir eksiklik olamıyacağım söyler'. 26-Abdulhayy Celveti (1117 /1705): Celvetiyye şeyhlerindendir. Saçlı Ibrahim Efendinin o ğludur. Edirne'de Selimiyye vaizi ve tekkesi şeyhi olmuş , 1097(1685) de Kad ırga'da Mehmet Paş a tekkesi şeyhliğine, daha sonra Yeni Cami vaizli ğine tayin edilmi ş , 1113 (1701) de Hüdâyi Efendi dergâh ına postni şin olmuş ve 1117(1705) de ölmü ştür. Başka eserleri yan ında Fetih Süresine tefsiri vard ır. Arapça ad ı "Fetlıu'lBeyrı Ha şri'n,-Na şri va'l-Fethi val-Emün" olan. eser, be şir Ağada vard ır2. 27-Şeyh Muhammed Na şühi Efendi (1130 /1717): üsküdarlı olup Karaba ş Veli'nin halifesidir. Kendi ad ına Nasuhiyye dalı kurulmuştur. 1130(1717) de ölmü ş , İ) sküdar Do ğancılar'da bulunan, tekkesirıe gömülmüştür. Eserleri bas ılmamıştır. On küçük ciltten. müte şekkil bir tefsiri vard ır. Tanınm ış tefsirlerden derleyip baz ı ilâveler de yaparak meydana getirmi ştir. Niyazi'nin «

Le-t, »

)1.),„:511 mısraiyle ba şlayan gazeli ııi de Arapça şerhetmi ştir. Başka

eserleri de vard ır'. 28-Isma(il Hakki Bursâvi (1063-1137 /1652,3-1725): Tarımmış Türk müfessiri ve ahlakç ısı olup devrinin verimli mutasavvıfla=darı biridir. Babas ı Mustafa Efendi,büyük istanblul Yan.g ınında yar ını yoğunu kaybettikten sonra Edirne civar ındaki Aydos'a gitmi ş Ismail Hakkı 1063 (1652-53) de Aydos'ta dünyaya gelmi ştir. Henüz üç ya şında iken. Aydos'ta bulunan. Atpazarh ş eyh Osman. fazl ı'mn yanına götürülmüş , onun tavsiyesiyle Edirne'de birinci halifesi Abdulbaki'nin terbiyesine verilmi ştir. 1673 te yirmi yaşında Abdulbaki'den gördü ğü ilk tahsilini bitirmiştir. O s ırada Istanbul'da bulunan Osman. Fazh' ıiın. daveti üzerine istabura gelen. Ismail Hakkı , intisabıni tazelemi ş , şeyhin va'zIar ına devam etmi ştir. Daha yirmi 1 Ris[ıle-i Hz. Şeyh Mısrt, BEıyezid, Genel ktp. No. 29593 /3. 2 Osmanlı Müellifleri, I. 176-7. 3 Aynı eser. I. 125-126; Ömer Nasuhl Bilmen, VII. 531.

242


yaşında iken, kendisine hilöfet verilip Bursa'da tarikat ne şrin.e me'mur edilen Ismail Hakk ı daha sonra on sene kadar Üsküp'te va'z ve ir şada memur edilmi ş, orada taassup ehliyle bir hayli mücadele etmi ştir. Ismail Hakkı 1685 te Osman Fazh'rım uygun. görmesi üzerin,e Bursa'ya döndü. Bir aral ık Magosa'ya sürgün edilen şeyhi Osman Fazh'y ı ziyarete gitti. Sultan Mustafa devrinde iki defa gazaya i ştirak etti, iki defa da hacca gitti. Ilk seferinde e şkiyanın. hücumuna u ğradı,mu'cize kabilinden kurtuldu. şam'a sığınd ı , oradan Bursa'ya geldi. 1700 y ılında geçen bu ilk hacc ından, sonra gördüğ ü ruyalarm, etkisiyle 1717 de ailesiyle beraber tekrar Ş am'a gitti. Üç y ıl kaldı. Orada on eser yazd ı. Sıla hasreti kendisini Istanbul'a çekti. üç y ıl Üsküdar'da ot ıırdu, Ahmediyye camiinde va'zlar verdi. Tasavvuf ve ahlâk üzerine birçok eser yazd ı . Vandet-i vücuda dair söyledi ği bazı sözlerden dolayı bir süre Tekfur Da ğında ikamete mecbur edildi. Daha sonra affedilerek C sküdar'a geldi. Nihayet 1722 de Bursa'ya döndü .Hayat ının sonuna kadar orada kald ı. Bütün, kitaplar ını vakfetti. Geri kalan servetiyle Câmi'i Muhammedi ad ını verdiği bir cami ve yanına bir tekke yaptırdı. 1137 de yazdığı anlaşılan, biyografisirıdeki bu yaz ı, Ruhu'l-Beyan' ın birinci cildi ba şına konmuştur - ölüm tarihinin. ken.disine bildirildi ğini söyler: "Ve vakt-i vefât dahi ta'rifi ilöld ile müteayyin K ıyas olunur. Velâkin setri vacib, ihfas ı lözım olan umurdandır. Ve ana müteallik baz ı nazm,bi-tariki'r-remz gayri. mahaldedir" diyor. 1137(1725) de Bursa'da vefat etti ve tekkesinin yan ındaki camiin avlusuna gömüldü. Kabir ta şında vefatını i ş aret eden şi'ri vard ır'. Ismail Hakkı , birçok ça ğdaşmın taşlamasına hedef olmu ştur. Onun bu hazin. maceras ı, şiköyetömiz bazı yazılarından. da anlaşılmaktadır. Özellikle Malkara halkımn kendisine yaptığı merhametsizlilderi, Ta şköprülüzöde'rlin A.döb risalesine yazdığı şerhinde : 4›.„„ot:a Ğ.);

r J;

Kerıdilerine öğüt veren bir dost bulmu ş iken onu

kendilerine tos vuran. bir boynuz sanan. bir toplum nas ıl felâh bulur ?" beytiyle anlat ır. Ismail Hakk'nın 27 si basılmış olmak üzere 106 eseri vard ır. Bunların en önemlileri Arapça, 60 kadar ı da Türkçedir. a.Tefsiri ve metodu: İsmail Hakk'ının. en. ünlü eseri, vahiy süresi ııe denk olmak üzere 23 y ılda yazdığı Rüllu'l-Beyön adlı tefsiridir. Bu tefsir, Islâm dünyas ının her tarafına 1 hit= Ansiklopedisi, V. 1114-15, Istanbul, 1950; Osmanli Müellifleri, I. 30-38; Nasulıf Bilmen, VII. 535-36.

Ömer

243


yayılmış pek ünlü bir eserdir. Türkiye'mizde hemen bütün vaizler, bu eserden yararlanırlar. Müfessirimiz, bu eserinde büyük bilginlerin ve mutasavv ıflarm, sözlerini toplamıştır. Ba şlıca kayna ğı at-Tefsiru'l-Kebir, Kadi, Ebu's-suctıd Tefsiri, Kâş âni'n,in Te'vilâtı ve at'Te'vilatu'ıı-Necnaiyye (Bahru'l-klakVik val-Ma`âni) dir. Ruhu'l-Beyân birçok tefsir kitaplarn ıda bulunmıyan bilgileri ihtiva eder. Zahir ve batılı manayı toplamıştır. Bir tefsir kitab ı olduğu kadar da bir mev'ize kitabıdır. Zaten. müfessir, en çok bu gayeyi güdmü ş , yaptığı va'zlar ı tefsir haline getirmi ştir. Kendisi bun.0 önsözünde şöyle belirtiyor: " Şeyhimin tensibi üzerine Bursa'ya gelince Cami-i Kebir'de va'zetmenin gerekliğini anladım. Pek lüzumlu oları bu işe ba şladım. Bazı Rumeli şehirlerinde oturduğum sırada tefsir kitaplar ından topladığım bazı notlar vard ı. Bunlar Abi İmran Sûresine kadard ı. Fakat uzun ve da ğmık bir vaziyette idi. Bunlar ı derleyip toplamak ve Kur'an- ı Azim'in sonuna kadar bu minya' üzere bana gelen ilhamları da eklemek suretiyle tefsir edeyim dedim."' Bunun için. eserde tefsirle ilgisi bulunmayan hikâyelere, ibretli olaylara, sufiyane şiirlere yer verilmi ştir. Hattâ ash olmad ıığı besbelli olan fakat öğüt bakımından. değerli bulduğu hikâyeler de anlatılmıştır. Gaye hikâyenin gerçekliği değil, temsili olarak hikâye yoliyle ders vermektir. Mesnevide de bu yol tutulmuştur. Ö ğüt tarz ında yazılan kitaplarda hep bu metod takibedilmiştir. Çünkü hikâye yoliyle ö ğüt, ruhu daha çok etkiler, insan ın dikkatini daha çok çeker. Bu bakımdan va'zlarda hikâye yoluna gidilmi ş ve bu arada çok uydurma ş eyler de halk aras ında yayılıp gitmiştir. İslâm edebiyat ının her dalına vakıf olan müfessirimiz, s ıras ı geldikçe Arapça, Farsça şiirlerle sözlerini öyle süsler ki insan ı hayran bırakır. Onun. için asırlarca bu eser, vaizlerin elinden dü ş memi ş , bazı ünlü bilgirder bu tefsirin başından. başlayıp son.una kadar parça parça okuyarak halka va'zetmi ş. lerdir, Yazdan mev'ize kitaplar ının da ilk kayna ğı Ruhu'l-Beyan olmu ştur. Bu güzel eserde bulunan bir k ısım zayıf hadisler, baz ı lüzumsuz yazılar, tutanaks ız hikâyeler de olmasayd ı, cidden. bu eser kendi tarz ında e şsiz bir tefsir olurdu. Yazdığı biyografisinden de anla şılaca ğı üzre İsmail Hakkı, ibnu'l-Arabinin derin. tesirindedir. ibnu'l-Arabi, defalarca ruyada veya uyan ık halde temessül edip onun a ğzına üflemi ş , ona ilim ve irfan vermi ştir. Eserleriııde bu tesir kendini göstermi ştir. Diğer eserlerinde, Lubbu'l-Lubb'ünde Vandet-i vücud fikrini benimsedi ği açıktır. Ama tefsirinde bunu aç ıkça söylememiştir. 1 Rul.ufl-Beyrın, I. 191.

244


İsmail Hakkı da harfler üzerin.de durmakta, harflerin çe şitli durumların,dan manalar ç ıkarmaktad ır'. Büyük ahlâkçı olan. İsmail Hakk'ıya göre Rahman% Rahim aras ında fark vard ır. Rahmanlık bütün. e şyaya ş amildir kâinatı yaratması Rahman sıfatının eseridir. Allah' ın rahmeti her şeyi kuşatmışt ır, geneldir. Rahim ise özeldir Çünkü Rahimlik, o genel rahmetin., her ayr ım (varlığın) istidadnıa göre verilmesini gerektirir2. Fatiha'nın, bütün Kur'an'ın nüvesini ihtiva ettiğin.den Ummu'l-Kitab admı aldığını, zira bütün Kur'an'da ba şlıca Allah'ın varlığı , peyğamberlik, Allah'ın kaza ve kaderinin varl ığının isbatı aulatıldığını , Fatiha'nın da bunları içine aldığını söyler3. O f•

«

L., 0; ■

• 1%

J.P

ı

r

Z.‹,514:1J

LIk; .52 j

Rabbın meleklere demi şti ki : Ben yer yüzünde bir halife yaratacağım." 4 âyetinde: "Allah âlemi halife ile korur, hazineleri (yani gök ve yer hazinelerini, sırlarını) hatm ile. Hatm kutuptur. Kutup her ça ğda bir tanedir. Demek başlangıç Adem Aleyhisselâm ile, hitam ise İ sa Aleyhisselâm iledir".5 diyerek Isa'nın hatm olduğunu söylüyor. Halife kelimesinden diğer tefsirlerde oldu ğu gibi insanın, Allah'ın aynı olduğu manasım çıkarmıştır. Herhalde umuma hitabetti ğinden. tefsirinde vandet-i vücud görü şü yoktur. Vandet-i viieud görüşünün dayandırıldığı 11:3;52

: Nereye dönerseniz Allah' ın yü zü oradadır"6

âyetinde o sadece şöyle diyor: "Yani Allah' ın emredip raz ı olduğu kıble ora dadır. Zira tevliye (yönelme) imkân ı , yalnız bir mescide veya bir mekâna mah sus değildir. Ya da bu, ilmi hazır olma anlamında, zatı oradadır (yani orada olanı bilir, bilgisi her ş eyle beraberdir) demektir. Cüz'ün külle verilmesi kabilinden mecazi olarak zat yerine vech kullan ılmıştır. Mana şudur: Hangi mekâna yönelnıek isterseniz O, oradadır, O'na kavu şmanız mümkün olur. Zira Allah cevher, ne de araz de ğildir ki bir tarafta olmakla öbür tarafta olmam ış olsun.. Onun yalmz bir tek yerde olmas ı muhal oldu ğun,a göre âyetk Allah' ın ilminin 1 Rübu'l-Bey5n, I. 7, İstanbul, 1330. 2 Aym eser, I. 8. 3 Aym eser, I. 10. 5 Bakara Süresi: 30. 5 Ruhu'l-Beyan, I. 93. 6 Bakara Süresi: 115.

245


her ş eyi, her yerde ve her yönde olmu ş ve olacak ş eyleri ku şatmış olduğu, Allah'ın. orada cereyan eden her şeyi bildiği ifade edilmi ştir...", b.Tefsirinden bir örnek: -.9»

2

âyetini şöyle tefsir ediyor:

"Yani onlara kuvvetle emrettik. Çünkü and, emir ve vasiyyet manas ına da gelir. (( 4J1 j<rç

»

denilir, yani orta emir ve vasiyyet etti demektir.

.4.c.1 de bu manadad ır. Ismail'e İsmail adı şun.dan. verildi: İbrahim, -

»

kendisine bir çocuk vermesi için Allah'a duâ ediyor ve (< 4.3).1 yalvarıyordu.

I.1 » Allah demektir. Çocuk olunca ((

diye

» adını verdi.

j4j0 .)1» Yani onu (Kâbe'yi) putlardan, necislerdert ve benzerlerin-

den. temizleyin. Onun etrafına bu gibi ş eyler dikilmesinden onu koruyurt, temizliğini muhafaza edin.

s,

j412,4

çdj

âyeti de böyle. Zira onlar

necisten temizlenmi ş değillerdir, zaten temiz olarak yarat ılmışlardır. Senin, terziye "Gömle ğin yen.ini geni ş yap" demen gibi. Bu sözünle sen, gömlekteki darlığın giderilmesini istemiyorsun, ba ştan geniş yapılmasını istiyorsun.

»

yani etrafını ziyaret edenler için ((

t,,.b »orada ibadet edip

mücavir kalanlar için, yani orada durup dönmiyenler, oran ın halkı (ehlu'lHarem) için. Taifin, ziyaret ve tavaf için d ış arıdan gelen gariplerdir. Gerçi tavaf yalnız onlara mahsus de ğil ama onlar mikatı ihramsız geçemiyeceklerinden onlara tahsis edilmi ştir. ((

• -

11 » Yani namaz k ılanlar için.

.7

Rukkac, raki`in, succed, sacid'in ço ğuludur. Zira kıyam,rükfl ve sücud, musalBubi bulunduğu hallerdir. Bir de rüldi ve sücud, şekil ve zaman bakımından birbirine yakın olduğundan dolayı mevsufları arasındaki atıf harfi kaldırıl mıştır. Mescid-i Haram'da Kâbe'ye bakarak oturmak da Yüce Allah' ın razı olduğu ibadetlerdendir. Nitekim Pey ğaırıber Aleyhisselâm buyurmuştur:

1:ub •(;) 1 Ruhu'l-Beyan, I. 210. 2 Bakara Snresi: 125.

246

dı„:;

ı

Yüce Allah'ın her gün


bu Ev'e yüzyirmi rahmeti iner. Bunun. altm ışı tavaf edenlere, k ırkı ıi.amaz kılanlara, yirmisi (buraya) bakanlarad ır." "Bil ki Yüce Allah<( ..76,1,431» deyince mana itibariyle bütün. evler (camiler) buradaki beytin şümulüne girer. Onların temizlik ve nezafetteki hükmü de Kâbe'nin. hükmüdür. Yaln ız Kâbe zikredilmi ştir, çünkü o zaman orada Kabe'den ba şka ev yoktu. Ömer ibrı al-Hattâb (r.a.) den rivayet edilir ki: Hz. Ömer, mescitte bir adamın sesini i şitti, ona dedi ki : " Bu ne? Sen nerede bulun.du ğunu bilmiyor musun.?" Hadiste de şöyle deniyor :

).331 c>1....).1 ö

vj, j

:122;

j :l../.>L0

j

rbtA ‘j.

l41;h1

cs:t11 jt23.',41

j1:3

£ı'll

k.7512ı •Si

t.CLIS 4U.

4.5›-

tf. c.7.)111

4.54

ZA51/41111 Cy•

‘54 t:??.

-

;:yy.

4'..f4*:?. <-52 .;43. : Allah bana şöyle vahyetti:

C.,,t4-1",2J1

Ey uyarıcıların karde şi, ey peygamberlerin karde şi ; kavmini uyar, benim evlerimden birine yaln ız selim kalb, sadık dil, masum el, temiz namus ile girsinler; herhangibir kimsenin kendileri üzerinde bir hakkı varsa benim evlerimden birine girmesinler. Çünkü o hakk ı sahibine ödemeden benim önümde durdukça ben ona lânet ederim. E ğer hakkı sahibine öderse ben onun i şiten kulağı, gören gözü olurum ve o benim velilerimden, seçkin kullar ımdan olur, peygamberlerle, s ıddilderle, şehidlerle ve salihlerle beraber benim kom şum olur."2 "Sonxa bil ki Allah'ın, kendisine izafe ederek şereflendirdi ği beyt, gerçekte kalb evidir. Yüce Allah, onu Hak'tan. ba şkasına iltifat kirinden temizlemeyi emrediyor. Çünkü kalb, Allah' ın. baktığı yerdir. Nitekim denilmi ş : 4:31 JI j.ıe j I

I c.."- 45:);

J:1- o l?.).; "Gönül al ki gönül almak en büyük haed ır. Bir gönül, binlerce Kâbe'den iyidir. Zira Kâ'be, A zer o ğlu Halil'in yapısıdır. Oysa gönül, Yüce Mevlâ'nuı nazar gâhıdır."3 1 Bu hadisin kayna ğım bulamadım. Zayıf bir hadis oldu ğu anlaşılıyor. 2 Bu hadisin kaynağı da mechuldür. 3 Bu söz Mevlöna'nındır.

247


"O halde elbette gönlü tasfiye etmeli ki orada ilâhl nurlar, Rahmani sırlar dursun, ona sekine ve vekar insin. İşte kul bu mertebeye erince Rabbına gerçekten secde ve rük0. etmi ş ve Allah ile gizli konuşmuş olur."I 29—Ş eyh Ya(küb ibn Mustafa' al-Celveti (1149 /1736): Amasya'h Onbaşı diye tanınan Fenâi Mustafa Efendi'nin oğludur. Afv2. mahlasiyle ün yapm ıştır. Tahsilini tamamlad ıktan son.ra Bilecikli Osman. Efendi'ye intisabetmi ştir. Bir süre Üsküdar'da Validesultan ve sonra Şehzade camilerinin kürsü şeyhliklerinde bulunmuş , sonra ayrılmış ve 1149 (1736) da ölmüştür. Neticetu't-Tefasir adl ı tefsiri, istanbuPda 1266 da bas ılmıştır. Yusuf Suresinin tefsiridir. Bu eserin bir yazmas ı da Konya Yusuf Ağa Kütüphanesi 3241 nurnarada mevcuttur. Kendisinin, tefsirinden. ayr ı olarak Arapça ve Türkçe çe şitli eserleri vard ır2. 30-1Jadimi Muhammed ibn. Mu ştafâ (1113-1176/1701-1762): Konya'nın. Hadim kasabasında do ğdu. Büyük babas ı Buhara'hdır. Önce Hadim'de babas ında ve Kara Hac ı Mustafa'da ilme ba şladı. Sonra İstarıbul'a gitti. Asrm en büyük bilgini Kazâbâdi Ahmed Efendi'den okuyarak icazet ald ı. Memleketine dönüp tedris ve te'life ba şladı . Az zamanda me şhur oldu. Padi şah ken.disini İstabnul'a davet etti. Gidip Ayasofy a'da padi ş ahm huzurunda Fatiha'yı tefsir etti. Umumun takdirini kazand ı. Padişahm ihsanlarma mazhar olarak memleketine dö ıı.dü. Birkaç defa icazet verdi ve 1176(1762) de Tanr ının rahmetine göçtü. Nakşibendi tarikatine mensuptu. Kendi el yaz ısiyle yazılı evrak aras ında şu vesika vardır: "Pederimin kabr-i şerifi başmda murakebeye varmıştım, karşımda temessül eyledi, nasihat istedim; " İşte beni görüyorsun ya dünyanın e,sbab ve alâikinden âriyim, bu alemde onlardan hiçbiri fayda vermiyor. Maiş et hususunda h ırs ve kötü tama'dan tevakki ederek Ce ıı.ab-ı Hakk'a mütevekkil ve anın ihsanına kaııi ol. Dürıyada haliku'l-esbab ı unutup ihtiyacım sebeb-i suri olan. kula bildirirsen Hak seni en adi kimseye muhtaceder. E ğer ihtiyacını herkesten ihfa ile ancak Hz. Zül-Celale arz edersen, dünya bile sar ıa arz-ı ray-ı ihtiyaceder."3 Tacala Kuhlmuhtelif âyetleri tefsir etmi ştir. Tefsiru lâhumme TefTefsfru Ta<ala inne bacçla'?-arırıi siru Suratil-ihlas 1 Ism5.<II HaW, Rülm'I-BeyEm, I. 227. 2 I4hu'l-Meknün, I. 308; GAL, II. 440, S. 653. 3 Osmanlı Müellifleri, I. 297.

248


Hadimrnin besmele şerhi de müteaddid kimseler taraf ından, şerhedilmiştir. O ğlu Said Hadimi de kendisi gibi bilgin ve tefsirle me şgul olmuştur'. 31—Yösuf ibn cOsman

al-ıskilibi (1199 /1784):

/stanbul Süleymaniye Camiinde vaizlik yapm ıştır. Tefsire dair al-Mavâhibu'l-cktiyyeti's-Subbâniyye adl ı bir eser yazm ıştır2. 32—Müstaklinzöde Süleyman Efendi (1131-1202 /1718-1787): Nakşibendi bilginlerinden ve şeyhlerindendir. Tahsilini tamamladıktan sonra uzlete çekilip vaktini eser yazmaya hasretmi ştir. Edebiyatçı, ş air bir insandı. 1202(1787) de doğduğu yer olan Istanbul'da ölmü ştür. Mehmed Tahir, 64 eserinin ad ını yazar. Eserleri aras ında Fatiha tefsiri de vard ır. Güzel yazıya da âşina olan bu zat, İmam Rabbönrnin. Mektubatm ı Türkçeye çevirdi ği gibi Hz. Ali 'nin divanını da şerhetmiştir3. Şihâbu'd-din

Mahmild Efendi (1217-1270 /1802-

'854): Reisül-Müderrisin <Abdullah Efendi'nin. o ğludur. 1217(1802) de Ba ğclad'ın Kerb mahallesinde do ğmuştur. Soyu babas ı tarafından Hz. Hüseyin.'e, annesi tarafından. Abdulkadir Giylâniye, oradan Hz. Hasan'a dayan ır. Alûs, Fırat Nehri ortas ında Şam'la Bağdad arasında bulunan bir adacıktır. Burası Bağdad'dan be ş merhale uzahkta bulunan bir köydür. Alösi ailesinin dedeleri, Hülögö olay ında Bağdad'ı terk ederek bu köye s ığmmıştır. Sonradan torunlar ı Bağdad'a gelip yerle şmislerdir. Alösiler bir ilim ailesidir. Bu aileden birçok şeyhler yeti şmiştir. Işte Şihabu'd-din, Mahmud Ebu's-Senâ da bunlardan biridir. Mahmüd Efendi Bağdad'da babas ı Abdullah Efendi'den,, Şeyh Ali Süveydi' den, Şeyh Alâu'd-din'den, Me şhur Şeyh Mevlâna Halid Nak şibendi'den. ve daha birçok me şhur bilginlerden tahsil görmü ş , Mevlâna Halid'e intisabetmi ştir. Irak'ta bilginlerin ş eyhi ve Allah'ın büyük harikalarmdan biri, nesir ve yazıda vaktini'', üstaz ı idi4' Olağan üstü bir zekâya sahibolan bu büyük insanın. zekösındaki cevvaliyeti anlamak için şu sözlerini okumak yeter: "Hafızam, kendisine tevdi etti ğim hiçbir şeyde bana ihanet etmedi. Fikrim de ne 1 Aynı eser, I. 296. 2 Hediyyetıfl-cArifın, II. 570. 3 Osmanh Müellifleri, I. 168; Ömer Nasuki Bilmen, Tefsir Tarihi, VII. 552. 4 at—Tefsir val-Mufessirun, I. 353.

249


zaman kendisini herhangibir çetrefilli meselenin çözümü için ça ğırdımsa hemen ko ştu."' Müsi, 1248(1832) de Hanefi müftillü ğünü der'uhde etti. Ondan önce de birkaç ay, şehrin. en âlimine verilmesi ş artı bulunan Mercaniye Medresesi Evkaf Müdürlü ğünü yapmıştı . 1263(1846) da fetva makammdan azledildi. Yalnız Kur'an' Kerim tefsiriyle u ğraşıp onu tamamlad ı . 1267(1850) de Istanbul'a gelip tefsirini Sultan. Abdulmecid'e takdim etti. Padi ş ahm takdirirıi kazandı. 1269 (1852) de Ba ğdad'a döndü ve 1270 (1854) de vefat edip Kerh'te bulunan Ma'ruful-Kerhi kabristarun.a defuedildi2. Biyografisinde Ş afii mezhebinden oldu ğu, birçok meslelerde Ebu Harıife'yi taklidetti ği söylen.irse de tefsirinden onun, Hanefi mezhebin.den olduğu anla şılmaktad ır. Çünkü bazı mezheplerin görü şünü söyler "va in.denâ" diyerek Hanefi mezhebinin görü şünü ileri sürer'. a.Tefsiri ve metodu: Rühu'l-Macâni fi va's-Selı cil-Me'Sani adlı eseriyle ilim ve irfandaki iktidar ını isbat etmiştir. Otuzdört ya şında başlayıp takriben onsekiz senede bitirdi ği dokuz ciltlik bu tefsirine birçok bilginler takriz yazm ışlardır. Rühu'l-Ma<âni, k ıymetli bir tefsir ansiklopedisi, zahir ve bat ının birleştiği bir deniz kabul edilmelidir. Alûs'i tefsirinin mukaddimesinde çocuklu ğundarı itibaren tefsire merak sald ığuın yaşıtları oynarken kendisi uykularna feda edip Kur'an' ın manasını düşündüğünü, henüz yirmisini tamamlamadan yüce nazmın zahirine dair birçok mü şkil soruları cevaplandırmağa, hiçbir tefsir kitabında bulunmayan ince manalara vak ıf olmağa başladığını yazıyor. Yine kendi ifadesine göre ça ğının. çeşitli bilginlerinden tefsir okur, kitapları karıştırır, nihayet bir tefsir yazmay ı düşünür fakat tereddüdeder. 1252(1836) y ıhn.da Receb ayının bir Cuma gecesi ruyasıııda kuds haziresine, üns şehrine çıkar, kendisine gökleri ve yeri toplay ıp katlaması emredilir. Gökteki yıldızları toplayıp kendisinde bulunan y ıldızlarm üzerine koyar, bir elini göğe kaldırır, bir elini su seviyesine indirir ve uyan ır. Bu ruyanın tabirini dü şürıür. Veliliğine inandığı bir zat, bunun tefsir yazacağına iş aret olduğunu söyler. Bir kitapta da bunun tefsir yazmaya i ş aret oldu ğunu anlar ve aynı yıl Ş a'ban. ay ının 16n.eı gecesi tefsirine ba şlar. 1 Rühu'l-Mani, naşirin önsözü, I. 2-3. 2 Rühu'l-Ma%ni, naşirin önsözü; Nasuhi Bilmen, Tefsir Tarihi; Muccemul-Muellifin, XII. 175; at-Tefsir va'l-Mufessirun, I. 353. 3 RiMu'l-Maciini, II. 154.

250


Ken.disi o sırada 34 yaşındadı r ve devir, Sultan Mahmud devridir. Tefsirini 1267 Rebiülâhirin dördüncü gününde bitirir (6 Mart 1851). Fakat tefsire ne isim vereceğini bilemez, soun.da Sadrazam Ali R ıza Pa ş a'ya durumu arz eder. Derhal Ali Rıza Paş a "Rühu'l-Ma`âni fi va's-Seb (i'l-Mesani." ad ını verir'. Biyografisinde .24.1i1srnin bu tefsiri y ızışına ş aşı hr: "Zira gündüzleri ifta ve tedris ile me ş gul olurdu. Gecenin e.vvelinde dostlariyle sohbet .ederdi. Gecenin sonlarına doğru bazı yapraklar yazar, bunlar ı temize çekmek için evinde görevlerıdirdiği kâtiplere verirdi. Onlar bu yapraklar ı on saatte ancak temize çekebilirlerdi."2 Alösrnin. dokuz ciltlik bu tefsiri, rivayet ve dirayet yönünü toplam ıştır. Rivayete daha çok önem verir. Selefin ve halefin görü şlerini en güvenilir bir tarzda nakleder. Ön.ceki tefsirlerin özetini al ır. Ibrıu `Atiyye'den, Ebu Hayyan'dan., Keşş af'tan, Ebu's-Suud'dan, Beyzövrde ıi, Fahr-i Razi'den ve diğer müfessirlerden n.akiller yapar. Ebu's-Suud'dan. nakletti ği zaman ekseriya jt; », Beyzâvrdert nakletti ğ i zaman JL; )), Fahr- ı

c..

ği zaman, ekseriya 04, 41:.âzi'denaklt

5":5‘

J

jt; » der. Naklettiği

görüşler arasında kendisi âdil bir hakem, titiz bir ele ştirici durumunda bulunur ve sonunda kendi dü şüncesini söyler. Çok defa Ebu's-Suud'a Beyzâvrye, Ebu Hayyan'a ve ba şkalarına itiraz eder. Birçok meselelerde Fahr-i Râzrnin görüşünü benimser. Ancak fıkhi meselerde Ebu Han,ife mezhebinden yana Fabri Razi'ye cevap verir. Alösi itikad yönünden. selefi mezhebine ve sünni in.anc ına sahibolduğundan. mu'tezileye, şiaya ve kendi görü şüne muhalif mezheplere çatar. Kâin,at meselelerine, astronomiye temas eder. Filozoflarm. bu konudaki görü şlerini söyleyip,benimsediğini kabul eder, benimsemedi ğini reddeder. Misal için Yasin suresinin 30, 39, 40 nc ı âyetlerine Nahiv ve fıkıh meseleleri üzerin.de de durur. Tarafs ız olarak fakihlerin görüşlerini ve delillerini sevk eder, mezhep taassubu güdmez. Birçok kimselerin. doğru sanarak tefsirlerine ald ıkları Israiliyyat kabilinden yalan haberleri şiddetle reddeder, hattâ hazan. alayh bir tarzda reddeder. A.hisi, iyi yeti şmiş bir mutasavvıftır. _Ayetin zahir manas ım verdikten. sonra işari manasından da bahsetmeyi ihmal etmez. Tefsirde zahir mana ha1 Tifılufl-Macâni, I. önsöz, s. 12; at-Tefsir val-Mufessirun, I. 355. 2 Rülnil-Macrıni, I. önsöz, s. 3.

251


kimdir ama i ş ari manaya da temas etti ğinden onu iş ari müfessirler aras ında mütalâa edenler olmu ştur. Onun için, biz de i ş ari tefsir okuluna ıklu.sryi de almayı gerkli gördük. Yaln ız iş ari manarım, onun, tefsirinde tall derecede kaldığını hatırlamak lâzımdır. Tefsirinin önsözünde İşari tefsirler için şöyle diyor: "Siifilerin iş ârât kabilinden. sözleri, sülük erbab ına açılan ince man.alardır. Bunlarla zahir mana aras ını telif etmek mümkündür. Bu, iman ın kemali ve irfanın yüksekliğin,dendir. Onlar zahir mana kasdedilmemi ştir, ancak bat ın mana kasdedilmiştir diye bir inanca sahip de ğildir. Bu söz, mülhid batınilerin sözüdür. Bununla şeriati tamamen ortadan kald ırmak istemi şlerdir. Hâş â bizim efendilerimiz böyle bir şey kasdetmemi şlerdir. Onlar zahiri muhafazaya te şvik etmiş lerdir. Önce onun. gerekli oldu ğunu, onsuz batına ulaşılamıyacağ nu, zahir tefsirin ahkâmından önce Kur'an' ın. sırlarırıa ulaştığını iddia edenin, kap ıdarı geçmeden odan ın üst kö şesine ulaştığın ı söyliyen kimse gibi oldu ğunu söylüyorlar...Aldı, hattâ zerre kadar iman ı olan kimsenin, Kur'arı'ın, Allah'ın özel kullarmdan diledi ğiııe ilham ettiği batıni manalar ı bulunduğunu inkâr etmesi yakışmaz. Yüce Allah'ın (< 'anı indirdiki"

°*.«4

: Her şeyi açıklayıcı olarak Kur-

jğ C- :.°51‘..i

..•

J

-

Kitapta (açıklanmadık)

bir şey btrakmadtk.2" âyetleri kar şısında inkârcı ne diyecektir? Miitenebbi'in şiirlerinden çe şitli manalar ç ıkarılabilece ğini kabul ediyor da Allah' ın kelâmından çe şitli manalar çıkarılmasını uzak görüyor. Bu olamaz. Kad ı Muhyrd-din (ibn. Barracarx)

<bi

-

)

âyetinden Salahaddin'in

Kudüs'ü fethedece ğini, İbnu Kemal âyetinden Yavuz'un M ısır'ı fethedece ğini çıkarmıştır. Insaf, insaf; sufi efendilerine teslim olmak lâz ımdır." 3 ibnul-Arabi'den şeyhimiz diye bahsetti ğine göre onun tesirindedir. Fakat tefsirinde vahaet-i vücud izine rastlar ımamaktadır. b. Tefsirin.den, bir örnek: ruya tabirinde ibnu'l-Arabrnin, görü şüne uyar :

: Ben onbir yıldtz gördüm..." tefsirden sonra özetle der ki: 1 En'am Sûresi: 154. 2 En'am Süresi: 38. 3 AltIsi Ruhu'l-Maâni, I. 6-7. 4 Yusuf Sûresi: 4.

252

4

j

âyetinde birçok


"Yusuf Aleyhisselâm bu ru'yayı gördüğü zaman on, iki ya şında idi, bir rivayete göre de on. yedi ya şında idi. Kendisi yedi ya şında iken ru'yas ında on bir uzun değneğin, daire şeklinde yere çak ıldığını, birden küçük bir de ğneğin, onların üzerine s ıçrayıp onları yuttuğunu görmüş , babasına anlatmış , babası da bunu karde şlerine söylememesini tenbih etmi şti. Bu ruya da aynen, onbir yıldızın tabiridir. Her ikisi de Yusuf'un, karde şlerine i ş arettir. Derecelerinin yüksekliğinden dolayı güneş , babas ı ; kamer de annesi olarak tabir edilmi ştir. Katâde ve Süddrden, gelen rivayette kamer halas ıdır. Çünkü annesi Rah'il ölmüştü."'. Atûsrye göre Yüce Allah, uyan ık insanın kalbinde oldu ğu gibi uyuyamn. kalbinde de birtak ım itikadlar (dü şünceler) yaratır. Bu düşünceleri mele ğin konuşması vasıtasiyle insana duyurmu şsa o, ru'ya; şeytanın fısılmadası aracılığı ile duyurmu şsa o, hülmdür. Allah' ın Resulü (s.a.v.)

t:3)1

Allah'tan, hain?, şeytandandır." 2 buyurmuştur. Ebu

c.),4 : Ru'ya

Said al-Hudrrden gelen bir hadiste de Hz. Peygamber

« jlx;

Irs

.1•J4'1

âl; J.,;2;

‘:"AL5A

tr:l;

UN;

ş öyle demiştir :

(.51)

jIl

LCU 3.)4

j Ir. (*.Aa:2J!

Lıej.:((' (.5,*

Biriniz sevdi ği bir ru'ya görürse o Allah'tand ır, binaenaleyh o, Yüce Allah'a hamdetsin. ve onu söylesin. E ğer sevmedi ği bir ru'ya görürse o şeytandandır. Kovulmuş şeytandan. ve o ru'yanın şerrinden Allah'a s ığnısın ve onu kimseye söylemesin, o ru'ya kendisine zarar vermez."3 Cabir'den gelen hadiste de Allah'ın Resulü

3

J «j>.:.:3.,

(sT..> 1.5

t?..3)1

jC.,,,;(. 4.:r4

,(5,1

W.,:4

Işi5kt

Biriniz sevmedi ği bir ru' ya görürse üç defa soluna tükürsün., kovulmuş ş eytandan Allah'a s ığnısm, üzerine yatm ış olduğu yanından öbür tarafa dönsün."4 buyurmuştur. 1 Ruhu'l-Maünf, IV. 10. 2 Bubürli, Tacbtru'r-Ru'yü, 3, 4, 10, 14; Müslim, Ru'yü, Hadis: 1, 2; Ebii Dr ıvud, 88; TirmiZt, Ru'ya, 5; Dacaviit, 52; ibn Müce, Tatbiru'r-Ru'ya, 4; bn Hanbel, II. 269, V. 296, 300, 304, 305. Ra'yü, 5; 3 Bubürl, Tacbtr, 4, 46; Müslim, Ru'yü, 3, 4; Ebü Drıvüd, Edeb, 88; Da'avüt, 52; ibn Müce, Ta`bir, 4; Muvatta, Ru'yü, H. 4; ibn Hanbel, II. 269, V. 296, 300, 304, 305. 4 Aynı kaynaklar.

253


Birçok filozoflara göre ru'ya, hayal ufkundan hiss-i mü şterek (ortak duyuy)a düşen suretin izlenimidir. Sad ık ru'ya, ruhun meleküt ile ilişki kurmasiyle olur. I3edeni idare etmekten bo ş kalınca ruh, münasebette bulundu ğu meleküt âlemine ç ıkar, oradan marıalar alır. Muhayyile onlar ı uygun şekillere sokarak ortak duyuya gönderir, böylece ru'ya görülür. Büyük sufilerden, baz ıları da buna yakın bir görüş ileri sürmüşlerdir: "Ru' ya, hayal denen ba ğımlı misal mertebesindendir. Hayal bazan külli ve ciiz'i manalar ı idrak eden semavi ak ıllardan ve nat ık nüfustan (ruhlardan) etki al ır. O zaman o marıalara münasip ş ekiller görünür. Bazan da yaln ız cüz'i manaları idrak eden vehim kuvvelerinin etkisinde kal ır. O zaman, hayalde bunlara uygun. şekiller belirir. Bu da ya dima ğ bozuklu ğundan, ya da ruhun. vehmi kuvveye meyletmesinden ileri gelir. Meselâ sevgilisinderı ayrılan kimse hayalinde hep onu düş ünür, düşünür ve onu görür. Ru'ya, inayet ehline ilühi vahyin. ilk ba şlangıcıdır. Çünkü vahiy, meleinmesiyle olur. Melek önce hayal metrebesin,e, sonra duyuya iner... Ru'ya, hazan görülenin iradesiyle, hazan da görenin iradesiyle olur. Bazan her ikisinin iradesiyle, hazan da hiçbirinin, iradesi olmadan olur. Meleğ in herhangibir pey ğambere herhangibir şekilde görünmesi, yeti ş mi ş insanları n bazan iyi kimselere kendi suretlerinden ba şka suretlerde görünmeleri kendi iradeleriyledir. Olgun insanlar ın, bir şey ö ğrenmek için meleki yahut insani ruhlardan birinin kendine inmesini dilemesi ve bu suretle onu görmesi, görenin iradesiyle olur. Üçüncüsü Allah'ı n Resuliiniin davet etmesi ve Allah' ın da göndermesiyle Cebrail'in inmesidir. Dördüncüsüne misal de şu: Zeyd'in Amr'i ru'yada görmesi hiçbirinin. iradesiyle de ğildir. işte Yusuf'un ru'yas ı bu kısımdandır'. 0

I

J., . 1,3 .7

• _A

ı

«

.

St( ana olayların te'vilini

öğretir." âyetinde de Alfısi ta'bire temas ediyor: "Tabiri gere ği gibi yapmak için ancak suretler ve manalar aras ındaki münasebetleri, ru'yay ı gören ş ahısların bulunduklar ı ruhi dereceleri bilmek lüz ımdır Zira görülen ru'ya, görenin ruhi derecesine göre şekillere bürün,ür, hayalinde görünür. Bir tek suret (mana), şahısların mertebelerine göre de ğişik şekillerde görünür. Bu önemlidir. Bu yüzden birçok büyük bilginler, ta'birde hatâlara düş müşlerdir. "Ebu Hüreyre rivayet eder ki bir adam Allah' ın Resulü (s.av.) e geldi, dedi ki: "Ben bir zulle (gölge) gördüm, içinden ya ğ ve bal akıyor, insanlar da avuç1 Ruhu'l-Maâni, II. 10-11. 2 Yusuf Süresi: 6.

254


lariyle alıyorlard ı. Kimi çok alıyordu, kimi az. Bir de bir ip gördüm, gökten. yere kadar uzanmış . Seni gördiim ki Ya Resulâllah, o ipi tuttun, yükseldin. Sonra onu ba şka bir adam tuttu, o da yükseldi. Ba şka biri tuttu, o da yükseldi, başka biri tuttu,ba şka biri tuttu, onda ip kesildi. Sonra tekrar adam onu ba ğladı ve yükseldi."Hemen Ebubekir (r. a) dedi: "Ey Allah' ın Resulü, babam anam sana feda olsun, müsaade eder misin ben tabir edeyim ?" Hz. Peygamber "Et" dedi. Ebubekir dedi ki: "Gölge İslam gölgesidir. Akan ya ğ ve bal Kur' an'dır, onun yumu ş aklığı ve tathlığıdır. Çok ve az alan da Kur'an'dan çok ve az aland ır. Gökten yere inen ip de senin üzerinde bulundu ğun gerçektir. Oıı.0 tutuyorsun, Yüce Allah da seni yüceltiyor. Sonra onu senden sonra bir adam tutuyor, onunla yüceliyor. Ba şka biri tutuyor, o da yüceliyor. Ba şka biri tutuyor, o da yüceliyor. Ba şka biri tutuyor, ip kesiliy•or. Sonra onun için ip bağlanıyor, onunla yüceliyor. Ya Resulallah, söyle isabet ettim'mi yan ıldım mı ?" Hz. Peygamber (s.a.v.) buyurdu ki:" K ısmen isabet ettin, kısmen yanıldın" "Ya Resulâllah, babam, anamm ba şı için sana kasem ederim, söyle nerede yarold ım ?" Hz. Peygamber buyurdu ki: "Yemin etme".I illasi'ye göre burada te'vil ile yan ılmasız tabir kasdedilmi ştir. Yusuf Aleyhisselâm'a yan ılmasız tabir ö ğretilmi ştir. Bu, nübüvvetten. ba şka bir şey değildir.

t-- • O‘uku-:'. • "

>.

ğum ru'yant kardeslerine an/atma"2 ayeti de Ya'kub Aleyhisselam' ın ru'yayı özetle ta'bir etti ğine işarettir. Nitekim zevki olana bu husus gizli de ğildir.3 .ıı

}

o t,

o -

••••

ı".)

•-•

ı_..

I

Onu kurt yemesinden korku-

yorurn".4 ayetin° şu tefsiri yap ıyor : " Kurt bilirıen hayvandır. Burada kurdu zikretmi ştir, çünkü dendi ği gibi orası kurtlarm bulunduğu bir yer idi. Bir kısmı na göre de kurt alçak bir y ırtıcıdır. Ya'kub Aleyhisselâm, Yusuf'u, Yusuf'tan çok sevdi ğini, onu en hakir hayvanın parçalamasmdan korktuktan sonra ötekilerin parçalamas ından elbette daha çok korkaca ğmı tenbih etmek için kurdu söyledi... "Denir ki Ya'kub Aleyhisselâm, ru'yada Yusuf'a sald ıran bir şey görmüş tü. Onun için kurdu zikretti. Çünkü peygamberlerin ru'yalar ı , melekat âlemiyle tam ilişkilerinden dolayı, olduğu gibi çıkar. Peygamberler için böyledir. Yoksa ru'yada kurt, dü şman. olarak tabir edilir. 1 Buhürt, Tacbir, 47, Eymrı n, 9; Müslim, Ru'yrı, h. 17; Ebü Eı rıvrıd, Eymün, 10, Sunna, 8; Tirmffl, Ru'yrı , 10; Ibn Müee, Ru'yrı, 10; Dikriml, Ru'yü, 13; Ibn Ilanbel, I. 236. 2 Yusuf Süresi: 5. 3 Rühu'l-Mactard, II. 15. 4 Yusuf Süresi: 13.

255


"Bir kavle göre de Ya'kub Aleyhisselâm, kurt ile Yusuf'un. karde şlerinden birini ima etmi şti. Yoksa o, gördü ğü ru'yanın hangi cinsten oldu ğunu, yoruma ihtiyaç gösterip göstermedi ğini bilirdi. "Fakat görmü ş olduğu ru'yanın., kendisine gizli kalmış olması da muhtemeldir. Nitekim ceddi Ibrahim'e de bir ru'yas ı gizli kalmıştı . Çünkü şeyhimiz ilınu'l-Arabrnin dediğine göre Ibrahim Aleyhisselâm, o ğlunu boğazladığın,ı görmüştü. Bunun yorumu koç boğazlamakt ı, fakat o, bu yorumu bilememi ş ; kendisine bu husus gizli kalm ış ; do ğrudan do ğruya İsmail'i bo ğazlamağa kalkmıştı ...'" O

ı

..

ı

.O ı

.

- o -

j

ı. O

O

/

ı

I

4.,)

j

o , • 51

/ ‘J'.1..P

ı

O \

-

Hani biz sizi aztıbın en kötüsünü size revtı görüp oğullarınızı kesen ve kadınlartnız ı sağ bırakan Fircavn soyundan kurtarmıştık. Bunda Rabbiniz tarafından sizin hakk ınızda biiyük bir s ınav vardı."

-

Yani

j)

2(

biz sizi kötülük emreden rıefis Fir'avn'inden kurtard ık

9 0-

9->s.-,ı• -

)

ki kalbiıı. sağ gözü olan nazari kuvvetlere ait ruhâni. kuvetleri

(

." o - o ..

o

) yani tabii kuvvetleri ken.dile.. rine yarar i şlerden, alakoyup kendi yararlarmda kullanmak içir ı, sağ koyukesiyorlard ı.

yorlardı

3.

O ı

ı. ../ O .

(( (*J...9.P J-9

JI

ı,

ı

ı

0.

0,, 3 3

j..›C.d.IJ I

,»)

LAJ ..).ffl

ı

j

Sizin için denizi yar ıp sizi kurtarm ıştık, Fir'avn soyunu da bogmuştuk".4 (

) Dünya ve dünya şehvetlerinin ve lezzetlerinin kayna ğıdır. Musa

kalbdir.Musa'xım kalbi, kalbin sıfatlar ıdır. Fir'avn nefs-i emmaredir.Fir'avn'in kavnıi de bu nefsin, s ıfatlarıdır.5 1 Rigıu'l-Ma`ânI, II. 21-22. 2 BalFara Sûresi: 49. 3 Rübu'l-Macünl, I. 254. 4 Balpra Sılresi: 50. 5 Rfilyu'l-Mariıni I. 256.

256


3,;

O ." 4

o

J'

4..

0.5".„..

,...

'01

(;)

Allah size bir inek

kesmen,izi emrediyor."

inek hayvani rıefistir. İneği kesmek hayvani nefsin kuvvetlerini kesip arzularma engel olmakt ır2. O J.;CJ.

•-

41.I Lıı "

Doğu da batı da Allah'ındır."2.

Doğu nur ve zuhur 'aleminden ibarettir. Bat ı esrar ve gizlilik âlemidir... Ya da doğu yüce Allah'ın. nurlariyle kalblere do ğması, güzel sıfatlarmı onlara göstermesidir. Batı da Allah'ın gizlenip perdelenmesi demektir 4. Açıkça görülüyor ki klusi, iş âri. tefsirde Ka şani'nin tesirindedir. ouun benimsemiş onun üdüburıda tefsir etmi ştir. 34-Muhammed Salih Ibn cAbdullüh. al-Ray şari, Torun (1302 /1884): İş& ratu'l-Kuran.' ı yazmıştır'. 35-Râ'if Efendi (1309/1891): Nak şibendi mensuplarmdandır. Tefsir-i Şerif ve Tefsiru Suret-i Ylisuru yazm ıştır. 36-Mulıhammed Fevzi Efendi (1318 /1900): Ayd ın'a bağh Tavas kasabasındandır. İlk tahsilini Hadimi'nin torunu Said Efendi'de yapmış, Manisa'da Ilacı Evliyazade Ali R ıza Efendi'de ö ğrenimini tamamlamıştır. Edirrıe müftülüğünde uzun süre kald ığından Edirne müftüsü diye me şhurdur. 1318(1900) de İ stanbuPda vefat etmi ştir. Felak suresini tefsir etmi ştir: Tefricul- Ğalak fi Tefsiri Suratil-Felak. Bu eser 1300 yılında basılmıştır Mev'ize tarz ında. bir tefsirdir. i ş ari yönü de vardır' Buraya kadar i şari tefsirin tarihi geli şimini gözden geçirdik. Bundan sonraki bölümde de iş ari tefsirin ana sorunlar ını işliyeceğiz.

1 Bakara Sûresi: 67. 2 Rübu'l-Mac-ani, I. 294. 3 Bakara Sûresi: 115. 4 B.Ou'l-MacrınT, I. 366. 5 Hediyyetu'l-cArifin, II. 384. 6 Bkz. Tefrieul-Galak, tat. 1300.

257


DÖRDÜNCÜ BÖLÜM

İŞARi TEFSİRİN BAŞLICA SORUNIARI VE TE'V İLLERİ A - ALLAH: Yratılışından beri insan, yarat ıcısını düşünmektedir. Şimdi bu düşüncenin islâm tasavvufunda do ğurduğu meseleleri gözden gecirelim: 1) Tevhid: ilk sufi çevrelerinde ba şlıca mesele tevhid sorunu idi. O ça ğlarda kelâmi münakaş aların temelini tevhid te şkil ediyordu. Mu'tezile, tevhidin ak ıl yoliyle bulunacağını savunuyordu. Mutasavv ıflar ise tevhidin akıl yoliyle vahiy ve ilham yoliyle duygu ve sezgi gücüyle bulunaca ğına inanıyorlardı . Mutasavvıflara göre "Hakk' ı , Hak'tan başka kimse bilemez. O'nun gibi hiçbir şey yoktur. Hiçbir şey O'nun hakikatini ifade edemez, hiçbir ş ey O'nu idrak edemez. Zira her şeyde bir eksiklik vard ır, eksikler o kemali nasıl idrak edebilirler?" Mutasavvıflar tevhidi bir tarife s ığdıramamışlar, tevhidin üç anlam ta şısöylemi şlerdir: 1-Tevhid, Allah'ın birliğini ve bir olduğunu söylemesidir, 2-Tevhid, Allah'ın insanda kendi birli ğini söyleme gücünü yaratrnas ıdır. 3-Tevhid, insan ın, Allah'ın. bir olduğunu ve birliği hakkındaki hükmü bilmesidir. Tevhidin, ilk tasavvull tarifini yapan Cüneyd'dir. Ona göre tevhid, ((4.5-l1 ,:jt• (La .51)1

Kad'imi, sonradan yaratm ışlardan. ayırıp tek

bırakmaktır". Bu cümle, Allah'tan ba şka her şeyi yok bilip kald ırmak ve yalnız Allah'ı bırakmak demektir ki Fen.a Fillahm bir ifadesidir. Demek ki mutasavvıfların tevhidi, fen.a fillah görü şlerine dayanmaktad ır. Mutasavvıflara göre bütün kâinat, ezeli düşüncelerinin görüntüsünden ibarettir. Her ş ey ve insanlar Allah'tan gelmi ştir. Allah'tan gelen üstün. varlık insan, kendisinde Tanr ısal bir özellik ta şımaktadır. Allah, insanı, 1 Sülend, Hakaik, varak 100b.

258


kendi suretinde, yani zatn ım aynası yaratmıştır. in.san. dünyaya gelmezden önce Allah' ın bilgisi olarak Allah'ta yaşıyordu. Soyut ruhtan ibaretti. Dün.yaya gelip şu beden içine girince dünyevi zevkler onu, Tanr ısal yaşantısından ayırdı , ızdıraplara düşürdü. İnsan, riyazet, ibadet ve taatle, zikir, fikir ve a şk ile beşeri varlığını unutup Tanr ı'nın varlığına geçebilir ve ilk hayatım ya şıyabilir. işte bu beşeri varlıktan ilâhi varlığa geçi şe fena fillah (Allah'ta yok olma), Allah ile yaş amağa da beka billah (Allah ile baki olma) denir. Bu halde insan, kendisi de dahil her şeyi unutur. insan vard ır, kâinat da vard ır ama insan bunun farkında de ğildir. Mutasavvıflar o3 ok..., °

-.

:

.9 ... o

1.9

'S/

4..)

O'nun zatından başka her şey hele& olacakt ır, hü-

-

küm O'nundur ve O'na döndürüleceksiniz.",'

.9 o Q ,8:1);

t.4....,„9

Li

: Nereye dönerseniz, Allah' ın Yüzü oradad ır"2 gibi âyetlerden ve Hz. Peyğamber'den sağlam yollarla gelen : "Allah azze ve celle buyurdu ki: Kulum bana nafilelerle yakla şmağa devam eder. O kadar yakla şır ki ben onu severim. Ben onu seversem »UR i şittiği kulağı, gördüğü gözü olurum..."3 kudsi hadisinden fen.a manas ını çıkarmaktad ırlar. Sufiler Hz. Peyğamber'in şu duâsından da fenâ manas ım anlamışlardır: Yüce Allah, Pey ğamber'ine : " Secde et, yakla ş" 4 demişti. O da : Senin gazabra-

‘.5,4

dan rızana, cezandan ba ğışlamana sığnurım" dedi. Allah' ın sıfatlarından, yine O'nun Hfatlarma s ığındı. Sonra s ıfatlardan gördü ğü yakınhktan da yakın bir makam gördü de g

jip

Senden sana sığınırım" dedi.

Önce Allah'ın sıfatların.dan. sıfatlarına sığmmış iken şimdi kendine s ığındı. Bundan da yakın makam gördü, (( sayamam" dedi. Sonra kendisini de aradan ç ıkardı .

Sana bir övgü ji

: Sen kendini övdü ğün gibisin" dedi. İşte yakınlık ve kendinden. geçmenin hakikati budur6. 1 Kasas Sû'resi: 88. 2 Bakara Süresi: 115. 3 Buhart Rikak, 38. 4 cAlük Süresi: 19. 5 Müslim, şalât, 222; EIA Dâvüd, Salât, 148, Vitr, 5; Tirmizi, Da'avât, 75, 112; Nesâ'l, Tahâret, 119, Tatbik, 47, Sehv, 71, 89, Klyrımul-Leyl, 51, Isti câi'e, 62; Ibn Ilcâme, 117, Duâ, 3; Muvatta, Messu'l-Kur'ân, 31; Ibn Ijanbel, I. 96, 118, 150, VI. 58, 201. 6 Serrâc, al-Lumac, s. 158-159.

259


Fena'nın hakikatinde Hak'tan ba şka hiçbir şey kalmaz. Dünya da, âhiret de at ılır. ;,!„)::::1°_,,:j

İki ayakkabını çıkar"' âyetinden iki cihan-

-

dan geç manas ı anla şılmıştır. Birçok âyetler hep bu manaya çekilerek tefsir edilmiştir. Bu, sonunda vandet-i vücuda götilrür. Fakat ilk sufilerde vandet-i vilcud fikri yoktur. Onlar ın gayesi, Allah'ın varlığ' ında be şerliği unutmaktır. Daha sonraki tarihlerde fena nazariyesi ileri götürlümü ş ve vandet-i vücud fikrine varılmıştır ki bu düşüncenin, İslâm âleminin ilerlemesi için. zararl ı olduğu, müslümanları büyük bir ho ş görüye, yap ılan her i şi Allah'tan bilerek hiçbir şeye ses ç ıkarmama, boyun e ğme düşüncesine atarak toplumun. bozulmas ına yol açtığı da söylenebilir. Şimdi fenanın ifrata vard ırılmiş şekli olan. vandet-i vücudu izah edelim: 2—Vandet-i Vücud: Vandet-i vücud (varlık birliği) fikrini sistemle ştiren mutasavv ıf, Muhyi'ddin. Ibn.u'l-Arabi'dir. Ondan önce de İslâm dünyasında bu fikrin temellerini bulmaktayız. Özellikle Gazali'nin eserlerinde bu fikre çok yakla ştığını görnıekteyiz ama onlarda bu fikir aç ıkça ortaya at ıhp sistemleştirilmemiştir. İleri sürülen görü şler, fena fillah s ınırım zorlamakta ise de henüz o s ınırı pek aşmamaktadır. ibıau'l-Arabrdir ki bu dü şünceyi görü şlerinin temeli yapm ış ve bunu bütün İslâm tasavvufuna yaym ıştır. İlınu'l-Arabi'ye göre varl ık, bir tek hakikatten ibarettir. Çe şitlenme ve çoğulma, dış duyularııı meydana getirdi ği zahiri bir şeydir. Allah mutlak varlıktır. O'nun varlığının sebebi yoktur. O, kendi zatiyle vard ır. O'nu bilmek, varlığını bilmektir. Zatının hakikatini bilmek mümkün. de ğildir. Allah ezelde vard ı ve kendisiyle beraber hiçbir şey yoktu. Merni yaratmak isteyince kendinde mevcut ve her şeyin aslı olan; kadimk kadim, muhdesle muhdes s ıfatını kazanan Külli Hakikat'e, Allah'tan Hebâ denen. bir hakikat tecelli etti (ta ştı , göründü). Bu, t ıpk:ı yapılacak binanın, kâğıt üzerine plânını çizmeğe benzer. Sonra Yüce Allah, ker ıdi nuriyle o hebâya tecelli etti (filozoflar buna külli heyülâ derler). Bütün âlem, bilkuvve bu hebada var idi. Hebada bulunan her şey, gelen bu tecelli nururıu kerıdi istidadı» göre kabul etti. Bu nuru en, çok alan da hebâda bulunan. Hakkikat-i Muhammediyye idi. Buna akıl da denir. Böylece ilk varlığa çıkan, şey, akıl yani Hakikat-i Muhammediyye oldu. Bu suretle Allah'ın tecellisinden hebâ ve hebân ın tecellisinclen. âlem meydana geldi. 1 TWıgi Süresi: 12.

260


Allah bizi şu belirli şekillerde yarataca ğını , ezelden beri biliyordu. E ğer bizi bu şekilde bilmeseydi yaratmazd ı. Bu ş ekli başka yerden de almad ı. Çünkü kendisinden başka bir varlık yoktu ki oradan als ın,. Demek ki kendi bilgisin.de bizim bu şeklimiz vard ı. Bizi ezeli bilgisiyle böyle bilmişti. O halde biz, bilkuvve O'nda vard ık. O'nun. bizi bilmesinin. ayms ı olan. bizim misalimiz (düşünce halindeki varlığımız, bir başka deyişle Allahın bizim hakkunızdaki bilgisi), kendi kıdemiyle kadimdir Çünkü bilgi O'nun s ıfatıdır. Sıfatı da ezelidir. Allah, bizi yarataca ğını sonradan bilmi ş olamaz'. ibnu'l-Arabrye göre a'yan-i sabite (ideler), yani Allah' ın bilgisi bakımından âlem, kadimdir. "Yoktan zuhura gelmi ş Yoktan. zuhura geldi demek, zat ı zatında gizli ikeıı, iradesi ile a'yarıe (şekillere) geldi demektir. Zira ne yok var olur, ne de var yok olur. Zat denizinin inkılabından, (çalkan.masından) âlemler meydana gelmi ştir".2 Allah bu dünyaları, isimlerini meydan.a ç ıkarmak için yaratmıştır. Çünkü makdursuz kadir; verme olmadan. cömertlik; beslenen kimse olmadan r ızık vericilik; yard ım edilen. bir şey olmadan yardım edicilik; rahmet edilen biri olma&an rahmet edicilik etldsiz kavramlard ır3. Sadreddin Konevi de çe şitli zıd fiillerin varlığını, Allah'ın. gazap, rahmet gibi sıfatlarının tezahürü için, zaruri görmektedir. Allah' ın, isimleri ve sıfatları tam anlamiyle meydana ç ıksın, diye hayır- şer, gazap-rahmet mazhar ı olan fiiller görünmü ştür. Bunlar olmasayd ı isimler ve sıfatlar aras ındaki karşıthlık ve dengelilik sırrı belli olmaz, halim ve ğafur bilinmez, kötülük iyiliğe de ğişmezdi4. Ibn,u'l-Arabi'ye göre kâinat, Allah'tan ç ıkınıştır, fakat Allah ile ayn ı mahiyyette de ğildir. Mümkün varlıklar, önce yok iken sonradan _Allah'tan. sadir olmu ştur, fakat parçan ın bütündert ayr ılışı gibi bir ayrılışla var olduğu düşünülemez. Zira o takdirde bunlar varhktan varl ığa çıkmış ve böylece ezelde kendi kendisiyle kâim bir varl ığa sahibolmu ş olurlardı. Tanrı'nın Zat ve mahiyyetirıe zarar vermemek için. kairıat, Allah'ın. ilk tecellisinden meydana gelen ilk akla dayand ırdmıştır. İlk akıl tektir. Fakat yapısında çokluk istidad ı vardır. Bütiin varlıkların suretlerini (idalerini) kendinde ta şır. Bun.a kâinat ın ilkesini teşkil eden Levh-i Mahfuz da denir. ibrıu'l-Arabi'ye göre varl ık bir daire te şkil etmektedir. Bu daire, Allah' ın bir görüntüsü veya O'nun aynıdır. Dairenin merkezi Allab't ır. Ba şında ilk akıl vardır. Bu, bütün yarat ılanların aslıdır. Her şeyin. sureti, tasar ısı bunda mevcuttur. Bu suretler, şekillere konulmu ştur. Nihayet yaratma devam edip 1 ibrıu'l-Arabl, al-Fut8h8tu'l-Mekkiyye, I. 153-154, M ısır, 1293. 2 ismaril 1:1«, Lubbu'l-Lubb va Sirru's-Sirr, s. 12, Istanbul, 1328. 3 Futiıh8t, I. 155. 4 Konevıl, Kaz, 109b, Yusuf Ağa Ktph. No. 7.

261


insan türüne gelmiş ve en son insan yaratılmıştır. Varlık dairesinin sonunda insan bulunmaktadır. Insanla varl ık dairesi tamamlan.m ış ve n.asıl dairenin. sonu, başiyle birleşirse in,san da öylece ak ılla birle şmiştir. Başında akıl, sonunda (ba ş a birle ştiği noktada) insan bulurıan. bu dairenin., iki ucu arasında kalan. kısmında di ğer yarat ılmış dürıyalar, varhklar vard ır. Nasıl dairenin merkezinden. ç ıkan hatlar, çevrenin. her noktas ına aynı uzakl ıkta ise bütün yaratıklarm da Allah'a nisbeti öyledir. Onda de ğişiklik olmaz. Dairenin çevsindeki her nokta, nas ıl merkeze bakarsa bütün yarat ıklar da öyle Allah'a bakar, O'nun verdi ğini kabul ederler'.

N S a. Hazarât-i Hamse (be ş mertebe): Ibnu'l-Arabi ve ondan son.rakilerin vandet-i vücutçu tezlerine göre Allah'ın isim ve sıfatlarının bir tezahürü olan bu cihan, be ş mertebede meydana gelmiştir. Allah'ın zatının ve sıfatlarının sonu olmadığı gibi cihanın da sonu yoktur. Çünkü cihan, Allah'ın, isim ve sıfatlarının aynasidir. Demek ki âlem•

ler de sonsuzdur.

.9

,

O, her an başka bir şan-

-

dadır"2 âyeti gere ğince Tanrı i şlerinin sonu yoktur. Allah, kudretinin, yüce liğin.den, bir kuluna aynı surette iki defa görünmez, iki kuluna da bir surette görünmez Yaln ız âlemlere toptan onsekiz, parça parça onsekiz bin demi şlerdir. Bunlar itibaridir. Bütün bu sonsuz âlemleri, be ş mertebe içine almaktad ıır: 1—Birinci mertebe ğayb-i mutlak (mutlak gizlilik) mertebesidir. Bu mertebeye ğayb-i mutlak, lâhut âlemi, lâ teayyün âlemi, itlak âlemi, mutlak amâ mahz vücud, mutlak vücud, s ırf zat, İ.1"mmül-Kitab, mutlak beyan, basit nokta, ğayblerin ğaybi gibi isimler de verilir. Bu mertebede ne isim, ne resim, ne sıfat, ne s ıfatlan.an vardır. Bu mertebede asla şehadet âlemi yoktur. Bu mertebede Allah tam kemal halindedir, henüz isim ve s ıfatlar dairesirıe inmemiştir. Bütün şekil isimleri Hakk'm zatında yok olmu ştur:o

rji>s„,,L

• „i

r --> 1 Futûhût, I. 162. 2 Rahman Sûresi: 29.

262

• .5 jj,

o •

.

C.)C,„jY14.1..p. -‘,J .}:,;• :

İnsana hiç anılan bir


şey olmad ığı bir zaman gelmedi mi?" 1.

4"4

(:)T

Allah vardı,

kendisiyle beraber bir şey yoktu."2 2—Ikinci mertebe Ceberut alemi, ilk teayyün, ilk tecelli, aki-i evvel, ilk cevher, hakikat-i Muhammediyye, izafi ruh, külli ruh, ğayb-i muzaf, kitabu'lmubin mertebesidir. Bunlar hep aynı mertebeye verilen isimlerdir. Ummu'lkitab mertebesinde toplu olan varl ık, bu makamda aç ılmış , detayla,anu ştır. 34 çiincii mertebe, melekat âlemidir. Buna misal alemi, hayal alemi, vahidiyyet, ikinci teayyün, ikinci tecelli, sidretu'l-muntehâ, emir alemi, küçük berzah ve tafsil alemi de denir. Bu âlem, şehadet alemine yak ın ğayb-i mu zaf âlemidir. 4—Dördüncü mertebe mutlak şühud mertebesidir ki buna şehadet alemi, mülk alemi, nasut alemi, his alemi, un.surlar alemi, felekler alemi, y ıldızlar alemi denir. Sehadet aleminden ba şka âlemlere ğayb alemi de denir, emir alemi de denir. Böylece ba şhca iki âlem olmaktadır: a) Gayb alemi, b) Sehadet alemi. Bu dört âlem, dört deniz gibidir. Birinci denizin dalgalanmas ından ceberut alemi meydana gelmi ştir ki buna izafi ruh da denir. Ceberut aleminin. dalgalarımasından melekat alemi meydana gelmi ştir. Meleldit denizinin dalgalanmasından. mülk alemi meydana gelmi ştir. Dalgalanmaktan maksat, zati iktiza ve zati arzudur. Bunlar ın hepsi bir anda olmu ştur. Nitekim "Bizim i şimiz bir göz açıp yumuncaya kadar yahut daha çabuktur"3 buyurulmu ştur. Bunların hepsi bir nurdur. De ğişme ile türlü görünür. "Her an O, başka bir şanda. ciır"4 ayeti gere ğince Zattan meydana gelir ve Zata gider. "Başlangıç O'ndan-

dır ve dönüş O'nadır." 5 5—Beşinci mertebe, bunlar ın hepsini kendinde toplayan insan- ı kâmil mertebesidir. Önceki dört âlem, Allah' ın İsm-i A'zamıdır. Bunların tamamı, Allah'ın. Zatın.' gösterir. Bu âlemlerin. tamam ı , insanda da vardır. O halde insan ı kâmil, bütün. âlemlerin özetidir. Nas ıl İsm-i A'zam, Allah'm bütün. isimlerini kendinde toplamışsa, in.san-ı kâmil de bütün âlemleri kendinde toplamıştır. Onun içindir ki Hz. Ali: ./.51

cs. j12.1

•••

"Sen ken.dini küçük bir cisim sanıyorsun. Oysa sende büyük bir Mem toplan mıştır." 6 demiştir. Kâinatta bulunan her şeyin insanda da bir örne ği vardır. Kâinat, Allah'ın. isim ve sıfatlarmm yekanü oldu ğu gibi insan da kainat ın küçük bir örneği 1 İnsan Süresi: 1. 2 /bn Hibban, Hakim ve İbnu Ebi Şeybe rivayet etmi şlerdir (Ke şfu'l-Hafâ, s. 130). 3 Kamer Süresi: 50. 4 Ralımiin Sûresi: 29. 5 İsmail Hakkı, Lubbu'l-lubb, s. 11-12; İzmirli İsmail Hakkı, Yeni İlm-i Kelâm, ikinci kitab, s. 182, Istanbul, 1340-1343. 6 Lubbu'l-Lubb, s. 13.

263


olarak Allah'ın isim ve sıfatlarının yekönüdür. Onun için. Hz. Pey ğamber: Allah' Adem'i kendi suretinde .

yarattı".1 demiştir. insanda bütün Tanr ı isimleri zuhur edece ğin.den insan, gökte ve cennette de ğil de Arzda halife olmu ştur.2 1 Sadreddin Konevi'ye göre âlemin her parças ı, Allah'm isim ve sıfatlanndan birine delalet eder. Bu parçaların tümünden meydana gelen kâinat ise Allah'm zat ına delâlet eder. Allah, insan-ı kâmili, ruhu ve manas ı ve mertebesiyle kendisine tam bir alamet yapm ıştır. insan her şeyin nüshasıdır. Onda her şeye delâlet etme gücü ve mertebesi vard ır. O, her şeyi muhittir. Onu tam bir bilgi ile bilen, dolay ısiyle her şeyi bilir (I'caz, varak 66b). 2 Futüblıt, I. 161. Ismail Penni, vandet-i vücuttaki bu be ş mertebeyi, Şeyh Muhammed Ibrı aş-Şeylj lullah al-HindPnin Tulıfetu'l-Mursele adh risalesine dayanarak yedi mertebeye ç ıkarmaktadır: 1—Birinci mertebe lâteayyün itlak ve zat-i buht mertebesidir. Bu mertebede varh ğuı sıfatları yoktur. en yüksek mertebe olan bu mertebeye EHADIYYET mertebesi denir. 2—Ikinci mertebe, ilk teayyün mertebesidir. Bu mertebe Allah' ın zatmı, sıfatlarıııı, özet bir şekilde bilmesi mertebesidir. Bu mertebeye VAHDET ve HAIIIÇAT-/ MUHAMMEDIYYE mertebesi denir. 3—Üçüncü mertebe, ikinci teayyün mertebesidir. Bu mertebe, Allah' ın, zatın', sıfatlarmı ve bütün varlıklar! detaylariyle bilmesi mertebesidir. Bu üç mertebe kadimdir. Bunlardaki öncelik, sonralık da itibaridir. 4—Dördüncü mertebe ruhlar mertebesidir. Bu mertebe, kendi zatlarma ve misallerine görünen basit, soyut yarat ıkların bulunduğu mertebedir. 5—Beş inci mertebe, misal alemi mertebesidir. Bu mertebe parçalanma, ayr ılma kabul etmiyen birle şik yaratılmış varhklar mertebesidir. 6—Altına mertebe, cisimler mertebesidir. Bu mertebe parçalanma ve ayr ılma kabul eden kesif kâinat varhklan mertebesidir. 7—Bu söylenen cismani ve nurâni mertebelerin hepsini toplayan insanl ık mertebesi de yedinci mertebeyi te şkil eder. I şte kâinat bu yedi mertebede meydana gelmi ştir. Birinci mertebe lâzuhur (görünmezlik) mertebesi, geri kalan da görünme mertebesidir. Allah, derece derece inerek varl ıklar halinde görünmü ş, mertebeleri meydana getirmi ştir. Son mertebe olan insan, yükseldi ği ve bütüıı mertebeler kendinde göründü ğü zaman insan-ı kâmil ohır. En yüksek çıkış ve yayılış Peygamberimiz (s.a.v.) Efendimizde olmu ştur. Tannlik mertebelerini yaranklara, yarat ıklarm mertebelerini Tanr ı'ya vermek caiz de ğildir. Varlığın iki kemali vardır. Biri zati kemali, di ğeri isimlerine ait kemalidir. Zati kemal, Allah'ın kendi kendinde görünmesidir. Mutlak fena bu kemalin gere ğidir. Mutlak fena, Allah'm kendi nefsinde bütün kainan külli bir şekilde bilmesidir. Bunda kainatm olmas ına lüzum yoktur. Çünkü a ğacın çekirdekte, ço ğun tekte varlığı gibi zaten her şey (ide olarak) O'nda vard ır. Isimlere ait kemal ise, Allah'ın, zatun dış âlemdeki e şyada görmesidir. Bu, mücmelin mufassalda, tekin çokta, çekirde ğin ağaç ve dallarmda kendini görmesine benzer. Buna hülül ve ittihad denmez. Çünkü hülül ve ittihad için iki ayr ı varlık lazımdır ki biri diğeriyle birle şsin veya diğerinin içine girsin. Oysa varhk birdir, asla ço ğalmaz Ço ğalan varlığın kendisi de ğil, sıfatlarıdır. Bütün yaratıklar varlık itibariyle Allah' ın ayııı, şekilde belirme itibariyle Allah' ın gayndır. Başkalık itibaridir. Bu, tıpkı su yüzündeki kabarc ıkların, karın ve kırağının suda ayrı görünmesi gibidir. Gerçekte bunlar suyun aymd ır. Fakat görünü ş bakmundan ayrıdır. (Ismail Penni, Maddiyyun Meihebinin idmihlali, s. 259-262).

264


ihnu'l-Arabi, bu noktaya geldikten sonra Tanr ı ile kulu bir görmektedir: "Att ığın zaman sen atmadın, fakat Allah att ı"). âyetinde: "Kulum, faili olmadığın, şeyi yap. Yaptığın işin faili benim. Ben. de ancak seninle yapar ım. Çünkü onu kendi kendime yapamam, onu yapmak için sen lâz ımsnı. Senin yapmalı için de ben lâz ımım". Böylece i şler bana ve Orı a ba ğlı oldu... Ben de hayret ettim, hayret de ş aştı. Hayret içinde hayret oldu"2 diyen. Ibn.u'l-Arabi şöyle devam ediyor: "Nice zamanlar olmu ş ki ş öyle değmişimdir:

t

JT "Rab I-Takur, kul Hakt ır, ah bilseydim, mükellef kimdir ? Kuldur dersen o yoktur, Rabdır dersen o nas ıl mükellef olur?" Nice zaman da şöyle demişimdir: j

61.),

1.4

dlı

‘5,3<!. &.)

"Kendisin,in yaptığı bir şeyi bana teklif etmesinden hayret ettim. Benim yaptığım bir iş yok (bende o işi hep) 0'(nun. yapt ığı)n ı görüyorum. Ah bilseydim mükellef kim oluyor? Her yerde ancak Allah var, Ondan ba şkası yok." "Böyle söylemekle beraber bana yine denildi ki yap".3 ibnul-Arabrnin vandet7i vücud görü şü, kendisini dinlerin. birli ği görüşüne götürmü ştür. Ona göre bütün dinler birdir. Semavi, gayr-i semavi dinler aras ında bir fark yok,tur. Çünkü bütün yarat ıklar, Allah'ın bir görüntüsü olduğuna göre bütün. tap ılanlarda tecelli eden, Allah't ır. Insanlar çe şitli suretlerde görünen bir tek Tanr ı'ya ibadet etmektedirler. Rabba ibadetten ğaye, kulun O'nunla birle şmesidir. İbadette bat ıl oları taraf, Tanr ı'yı yalnız bir surete hasredip de ğirlerinde görmemektir. Yalmz bir surete Tanr ı demektir. 1 Enfal Siiıresi: 17

j

2 Vi 4.icl.;131 C)1)1..!

r3,1JI .

,j

j

j

j

c.,;1.; j

I

j Y, dili

j

j

ji.)11

Kitabu'l-Celâle, varak 61b-63a. Konya Yusuf A ğa Kütüphanesi 7838 numaralı mecmuada. 3 Aynı eser.

265


•t,

.„

113)..ft;

,411

Ak) j

Doğu ve batı Allah' ındır. Nereye dönerseniz Allah' ın zatı

oradadır."

âyetinin delâletiyle Allah' ın her şeyde tecelli etti ğini ileri sü. rüyor ve dolayısiyle her şeyde bir parça tanr ılık görüyor. Bun.dan ötürü de bütün itikadlar ın doğru olaca ğı kanaatini izhar ediyor: "Sak ın bir düşünceye ba ğlarup kalmayasm, o zaman çok şey kaybedersin. Sen bütün inançlarm heyûlâs ı ol. Zira Allah, yalnız bir inancm çevreliyeceği bir varlık olmaktan daha geni ş ve daha büyüktür. Çünkü O, "Nereye dönerseniz vechi oradad ır" diyorz. Bir şeyin vechi, hakikatidir. Anladın ki Allah, her vechin inniyyetindedir. Semme ( ) itikadlar ı gösterir. Her inanç sahibi, inanc ında isabet etmi ştir ve her isabet eden de sevab alır, her sevap alan da said (mutlu) dir ve her said ise kendisinden. raz ı olunmu ştur."3 Onun için bütün kffin.at ı Alla'm isim ve s ıfatlarmdan ibaret gören insan-i kamil, bütün itikadlarm camiidir.

j ı:2's.

431 j 3t5k;ril

-

"Yaratıklar, Tanrı hakkında çe şitli inançlara ba ğlandılar. Ben ise onlar ın bütün in.andıklarma inand ım.".4 ibnu'l-Arabrnin talebesi, Sadreddin Konevi de Fatiha tefsirinde hocas ırun varlık birliği fikrini i şlemiş ve onun dinlerin birliği görüşüne vasıl olmuştur: "Büyükler Zat tecellisine mazhar, cemi' birli ği mertebesindedirler. Onlar bir zevke, bir inanca ba ğlan ıp kalmazlar. Her zevk sahibinin. zevkini ve her itikad sahibinin itikadnu kabul ve tesdik ederler. Bu tecelli bir bak ıma her itikadm aymd ır".5 ibnu'l-Arabi şöyle diyor: Varlığın tamamı gerçekten birdir. Allah ile beraber ba şka bir şey yoktur. Bunun. için .1■•••••••rj.J' ji4

edip ((

jj

(( 9;1

>43

"t"_ç

Kalbi olup kulak veren ve gören»e i şaret

Lz1 jjt5-* Allah vard ı , kendisiyle beraber hiçbir şey

1 Bakara Sûresi: 115. 2 Bakara Sûresi: 115. 3 Fusfıs, I. 113; cAbdullah Bosnavi Şerhi, I. 580 ve devamı, Dâru't-Tıbûâtil-c.Amira. 4 Fusüs, II. 289. 5 Konevl, var4 16a, b. 6 Izıf Süresi: 37.

266


yoktu." sözü ne güzeldir. Gören O'dur. O, şimdi, önce olduğu gibidir. Bu anda da O, O'dur. O zamanda da O, O idi. Sonra da O, O'dur. Şimdi biz mevcuduz, bizi var etti; gizli aç ığa çıktı ve açık gizlendi. Sonra yine açığa çıkacak, yine gizlertecek, böyle devam edip gidecektir. Kitap ve sünn.eti ara ştırırsan, ebedi ola ıı. Bir'den ba şkasını bulamazs ın. O, O'dur. O, ebeden kaybolmakta devam etti. Gerçe ğe eren bilginler şu noktada birle ştiler ki Allah, bir ş ahsa bir surette iki defa görünmez. (Her ş ahsa başka başka suretlerde tecelli etti ği gibi bir ş ahsa da her an ba şka başka suretlerde tecelli etmektedir). İşte bu, MI (0) Run. geni şlemesidir. Ebu Talib demi ştir ki: "Misli gibi bir şey olmıyanı ancak misli gibi bir ş ey olmıyan. görebilir, ba ş kası göremez. O halde gören, görülenin. ayn ıdır.".2 fikirlerinde çeli şiklik görülmektedir. Yukarıda verdiğimiz parçalarda görüldü ğü gibi bütün kâinata Allah'ın aynıdır derken bazan da böyle söyliyerileri tekfire kadar gider. "Allah' ın ruhlardan ve görülen cisimlerden (e şbahtan) ayr ı, müstakil bir vücudu yoktur, Allah bütün kainattır" diyenlerin küfrüne hükmeder3. " Ğaybin anahtarları O'nun. yamndadır, onları, o'ndan. ba şkası bilemez."4 âyetin.de ş öyle diyor:" Bu âyet sana bildirdi ki sen O değilsin. Çünkü zartnetti ğin gibi sert O olsayd ın., ğaybin (gizlinin) anahtarlarm ı kendin. bilirdin. Halbuki onlar ı arıcak O'nunla bilirsin. O halde sen O de ğilsin." 5 Fikirlerinin tahlili sonunda onun görü şü ş öyle üzetlen.ebilir: Her şeye vücut veren Allah't ır ama şekillerde görünme bak ımından tek tek eşya Allah de ğildir. Allah, mutlak gizlilik derecesinden mertebe mertebe inerek eşyayı meydana getirmi ştir. Her şeydeki varhk, Allah'ın varlığıdır. Bu varlığın mertebeleri vard ır. En yüksek mertebesi lâteayyün. mertebesidir ki buna Ehadiyyet mertebesi de denir. Allah deyince varl ığın bu Iâteayyün. (şekle girmemi ş) mertebesi anla şılır. Di ğer varl ıklar bu mertebeden ta şmıştır. Bütün varlıklar bu mertebedeki varlığın isim ve sıfatlarıdır. Teayyün bakımla Şeybe Bureyde'den rivayet etmi şlerdir (Ke şful-Haftı,

1 ibnu Hibbün, Hakim ve 1bn s. 130)

JUI ,...:«12.11 L. 1.41 .)) ZI I ı:JT

(51.5"

2

L. .

• ‘...) _,41; r'•

: j4.1.;

4.15" ,3:411 ,..r.L; .ıi IÇ. J). 1 j> 4;4 JL.. I :J:fil Y I r?-. ;ı2,24.1

jr. r"

c ()

Kitabu'l - Celüle, vrk. 57 b — 59 a 3 'Aliyyu'l-Kürl, Vandet-i Vüeud, s. 87. 4 En'am Süresi: 59. 5 'Abdullah ibn Hasan aş- Ş ehrâni, Mesleku't-Tacrif, Harridiyye Kütüphanesi, No. 1440, varak 9a.

267


dan her varhk, kesin olarak Allah'tan ba şkadır. O halde bir bir e şya Allah değildir. Çünkü Allah' ın. belirli bir şekli yoktur. Yarat ıklarm, yaratna ibadet ve taati muhakkak lâz ımdır. Dinin hükmü her zaman bakidir. İşte İbnu'l-Arabrıiin vandet-i Vücud görüşü, her şeyi mübah kılan bir görüş değil, dinin hükümlerine mutlaka uymayı gerekli gören bir görü ştür. Zaten kendisi de zahiri mezhebine mensup, şer'i erairlerde son derece titiz ve sert bir mutasavvıftı r. Onun Selçuklu sultanma y-azdığı mektupta hıristiyan tebaa için, yapmay ı öğütlediği hususlar, bunu aç ıkça göstermektedir'. Bununla beraber vandet-i vücud sistemiııi, islâmın tevhidini özetliyen ihlâs Suresine vurdu ğumuz zaman reddetmek zorunda kal ım. Zira vandet-i vücuda göre bütün varhklar Allah'tan feyzetmi ştir (ta şmıştır). Bu ifade, Allah'ın doğıırduğu fikrini hatıra getirir. İhlâs Suresi ise "Allah do ğurmamış , doğurulmamıştır" diyor. Yalnız İmam Gazali, bu feyzi, do ğurmak manas ına almıyor. Güne şin. ışığı etrafa saç ıhr. bu ışıklar güneşin kendisi değilse de ondan başkası da degildir. Ve bunda bir doğ urma da yoktur. İşte Allah da böyle nurdur. Bu kâinat ise o nurmı. şuâlarıdır. Bu şuâların varlığı, güneş ışığıııın gün,eşe bağlı olması gibi Allah'a bağlıdır. Bunda doğurma anlamı yoktur2. b. Zaman' Bütün vakitler, günler, aylar, y ıllar ve ça ğlar hep isimlerin ve hakikatlerin birer görünümüdür. Devirlerle bu isim ve hakikatlerin külli ve ku ş atıcı hükümleri, anlarla da zat hükümleri görünür. Devir ve an iki as ıldır. Bunlar aras ında günler, saatler, aylar ve y ıllar vard ır. Anla devir aras ında bulunan saniyeler, dakikalar hep mutlak —arl ığın sıfatı olaıı vandet ile mümkün varlığın sıfatı olan çokluk aras ındaki bağıntı gibidir. Nas ıl çokluk, bir'in görünü— münden ibaretse zaman da ân' ın. görünümünden ibarettir. An, bölünemiyen zamandır. Gerçek var olan odur. Ondan, ba şkası yoktur. Geçmi ş ve gelecek, faraziyeden ba şka bir ş ey değildir. Var olan mıdır. Çokluk ve imkârt, gerçek varlık ile ayn(şekilli varhk)lar aras ındaki harekettir. Yani zaman, ân' ın hareketidir.

",:,)1":5" s

I

o

s

Allah vardt, başka bir şey yoktu",3 Nerede olursantz O, sizinle beraberdir"4

1 Bkz. islâm Ansiklopedisi, Ibnu'l-Arabi maddesi. 2 isma`il Fenni, Maddiyyun Mezhebinin s. 271, ve devamı. 3 Ibnu Hakim ve Ibn Ebi Ş eybe rivayet etmi şlerdir. (Ke şf, s. 130). 4 Hadid Süresi: 4.

268


sözleri, ân.'ın dayanağıdır. Arrın hareketin.den dakikalar, dakikalarm hareketinden dereceler, derecelerin hareketinden. saatler, saatlerden günler doğar. Günün açılmasından haftalar, aylar, mevsimler ve y ıllar meydana gelir. Zati müşahedeye eren, EHAD İYYET makamına nail olan, tekrar görmez. An'ı bilir, devirlere geçmez. Çünkü Rabb ı ona:

.

-

(;)

j-5

o\

: Her an ba şka bir şanda'" olduğunu haber vermi ştir. Günü 1-brya ba ğlayan, hem görerek hem de Hz. Peygamber'den gelen haber yoliyle bilir ki ân, bölünmez. Çünkü her mertebenin ve ismin günü, kendine göredir. Yani zaman izafidir. "Rabb ın indinde bir gün var ki sizin sayd ığınız bin y ıl gibidir.",2 "Melekler ve ruh, O'na sizin sayd ığınız elli bin sene kadar süren bir günde ç ıkar"3 âyetleri zamanın. izafi (göreli) oldu ğunu haber vermektedir. Bütün isimleri ve s ıfatları kendinde toplayan mertebenin dayand ığı tek Zat, Hirdur. Bu makamdan bu kul ve benzerleri: -.)/ I L4_, .9

ı

(< L:J J.;

.•••

ı il

0

Bizim i şimiz tek bir defadad ır,

°

°J t J

bir göz k ırpma ya da daha k ısa bir zamanda olur." ân.'m) sırrını görüyor.'

4

Yüce sözünün (yani

Mesnevi Sarihi Sar ı Abdullah Efendi zamarı hakkında ş öyle diyor: "Mütekellimlere göre zaman itibaridir, d ışta bir varlığı yoktur. Keşif ve şühud erbabı yanında zaman. dedikleri, zuhur ve teayyün mertebelerinden her birinde dört cemal (güzellik) ça ğında olan zati tecellilerin uzamas ından ibaret olup her mertebede bir isimle anıhr. Vahidiyyet mertebesinde ve ceberut makam ında "Vakt-i Mutlak", "An-i Dâim" ile isimlenir ki bu mertebede sabah ve ak ş am yoktur. Peyğamberimizin (selâm ona) buyurdu ğu gibi : ,

PLAN

J ı.•

,

j„...".4 (.9;

ı!..,),),A 4:9 cs.

: Benim Allah ile öyle bir vaktim var ki onda bana ne bir yak ın melek, ne de mürsel bir peygamber yeti şemez."6 ve buyurmuştur: " Rabbin. indinde sabah ve akşam yoktur.".7 1 Rahman Sûresi: 29. 2 Hace Süresi: 47. 3 Meârie Süresi: 4. 4 Kamer Süresi: 50. 5 Konevi, iceâz, varak 73b-74a. 6 Bu hadisi sufiler çok zikrederler. Kuseyri Risalesinde cji .

4„;

')1

1

J

seklindedir.Tirmiil bu hadisi Semâ'ilinde,ibn Râhrıye Müsnedinde rivayet etmi şlerdir (Kasfu'l s. 173). 7 Bu hadisin kaynağım bulamadım.

269


"Zaman, melekû t mertebesinde Dehr ad ım alır:

4,

(:)1.1 Je

Dehre sövmeyiniz, çünkü dehr Allah't ır.".° Zaman, Berzah mertebesinde Asr ad ını alır: «

.

.r

-

I- • -

Asr'a andolsun ki insan ziyandadır" Mülk ve ş ehadet mertebesinde zaman adını almıştır.".2 Bu izaha göre zaman. da mekân ve öteki varl ıklar gibi Allah'ın bir görüntüsü olmaktadır. ;ı'P

jr

)1.76 j j

45-

j'Ap *

"Bundan. dolayı bütün milletler birdir, yüzbinlerce sene ile bir ân birdir. Ezelle ebed birle ş miştir. Aklın o tarafa yolu yoktur." 3) Vandet-i Vücud Sisteminin. Eletirisi: Buraya kadar vandet-i vücud görü şürı ü izah ettik. Hemen. söyliyelim ki bu fikir ilk mutasavvıflarda yoktu. Bunun tasavvufa giri şi de hayli sonradır. isma`il Fenni; Bayezid-i Bistümi, Cüeyd-i Ba ğdadi, Abdulkadir Giylürıi gibi mutasavvıfları vabdet-i vücud erbab ından sayar4 ki bu, aç ık bir hatüd ır. Avrupah ara ştırıcılar da ilk mutasavv ıflarda vandet-i vücud fikri olmad ığına kan.idiler. Nicholson ş öyle diyor: "Bayezid'in (Ken.dimi tesbih ederim', ibnulFarld'ın 'Ben O'yum' gibi sözlerine bakarak bunlarda panteizmin oldu ğun.a hükmetmek yanl ıştır. Sufiliğin panteizme çevrilmesi Hallâc'dan çok sonrad ır. Bunun. ba şlıca temsilcisi ibnul-Arabi (1165-1249) olmu ştur." islâm tasavvufunda ilk defa «

» diyen Hallâc'ın., hülül veya

penteizme taraftar olmad ığını Massignon da ispat etmi ştir. Aş ağıya alacağımız Hallâc'a âit sözler, onun fena fillah ı kasdettiğini, vandet-i vücud veya hülül düşüncesinde olmadığını gösterir. Hallâc şöyle diyor: "Rabbim, kıdemini benim hadesime verdi. Benim hadesimi kendi k ıdeminde mahvetti. Benim, kadimin s ıfatından başka bir s ıfatım kalmadı. O sıfat1 Buhüri, Tefslru Sura: 45, Tevhicl, 35; Müslim, Elfüz 2, 3; Ebü Hanbel, II. 237, 272; V. 299, 331. 2 Ferid Kam, Valıdet-i Vücud, s. 157. 3 Aynı eser, s. 158. Mevlân ıl'dan. 4 Bkz. Maddiyyum Mezhebinin s. 292. 5 R.A. Nicholson, The Idea of Personality in Sufism, s. 27.

270

Edeb 169; Ibn


ta konuş uyorum. Halk, tamamen hades olduklar ından, hadesten konu şuyorlar. Ben kı demden. konu şunca beni in.kâr ediyorlar, küfrüme tan ıklık ediyorlar, beni öldiirmeğe çalışıyorlar."' Bu sözde fenâ var, fakat vandet-i vücud yoktur. Çünkü Mansur, halkın, ve kendisinin aslında hades oldu ğunu söylemektedir. Yine Hallâc, di ğer bir sözünde şöyle demektedir: "Her heykel ve suretten görürken O'dur. Lâkin hiçbir dokunma ve kar ışma olmadan."2 Bu söz, hülülii bertaraf etmi ş bulunmaktadır. Bir gün Hallâc, çar şıda ağlıyarak diyormu ş ki: "Beni Allah'tan kurtar ırı (üç defa tekrar etmi ş bunu). Zira O beni kapt ı, beni bana döndürmüyor. O huzura riayet etmeye de gücüm yetmiyor."3 Hallâc, talebelerinden birine ş öyle yazmış : "Yüce Allah, kendi kendisiyle kaim tek Zattır. Kıdemiyle başkasından ayr ıdır. Tanrılığiyle masivas ındaıı tektir. O'na hiçbir şey karışmaz.".4 Hallâc'a göre "tartr ılığın beşerliğe, beşerliğin, tanrılığa karışaca ğını sarkan kâfirdir".5 İlk mutasavvıflarda vandet-i vücud dü şüncesinin olmad ığını ispat eden diğer bir husus da onlar ın. tefsirlerinde böyle bir yoruma rastlanmamas ıdır Panteizme çekilme ğe en müsait olan ş u âyet üzerindeki tefsirlere bakal ım:

«

L.91

5

j_tellai j

5 ".7; a

O evvel,

zahir

ve batınch,r.".6 Sehl'e göre zahirin manas ı : yüksekliği ve kahrı zahir; bat ının manası : Kalblerin içinde gizlen,mesini bilen demektir.7 Muhammed İbn al-Fadl: " İyiliği ile evvel, affiyle âhir, ihsaniyle zahir, setriyle batındır." Ca'fer: "Allah evvelin, evveli, âhirin âhiri, zahirin zahiri, bat ının batımdır. Bu manalar düşmü ş de 11") kalmıştır." Bir diğeri: "Zahir herkesi kahreden, zahirleri ve s ırları bilen, birtak.ım işaret ve delillerle varl ık.' zahir olan, bakanlar ın. gözlerinden, gizli olsa da ruhlara yakinle zahir olan; bat ılı : Zahirlerden gizlenen, ancak s ırlarla idrak edilen demektir." Sülemi tefsirinde bu anlamda daha birçok yorumlar y-ap ılmakta fakat vandet-i vücüd dü şüncesini ima edecek bir söz söylenmemektedir. "Kimin, 1 L. Massignon s. 21, Paris, 1936. 2 Aym eser, s. 22. 3 Aym, eser, s. 35. 4 Aynı eser, s. 29. 5 Aym eser, s. 47. 6 Hadid Sûresi: 3 7 Hakrı'ilF, No. 261, varak 276b, Fatih; Sehl, TefsIru'l4Çur'iin, s. 98.

271


meşğalesi batınla olursa deh şette kalır, hayrete düşer, dili lâ1 olur, söyliyecek sözü, yapılacak i ş areti kalmaz... Bu s ıfatların hepsini kendinde toplayan, âriflerin ortas ıdır. Bunları giydikten sonra yok olan, tain kâmildir..." gibi sözler, tamamen fena fillahm, ifadesidir. Hattâ kelimeler, tamamlay ıcı sözlerle vandet-i vücudu bertaraf edecek bir tarzda tefsir edilmektedir:

fi')/1 »

Her hayırdan önce, ihsan, filinde her muhsinden önce ve

son; ihsan fi'lini O mühürliyecek, bitirecektir." İradesinde galip, her şeye üstün.." "Allah, insanlar ı Evvel ismiyle ğ ayb muhitine hida-yet etti. al-khir ismiyle kaim ve daim olalı. beyamm tarif etti. az-Zahir isn ıiyle ap açık olan aziz nurun.0 gösterdi. Al-Bat ın ismiyle hak ve müş ahedeyi onlara da ğıttı". "Her evvelden ezeliyyeti ile kademi kald ırdı . Her âhirden. âhirli ğiyle bekayı kaldırdı. Yaratıklar, O'nun. zahirli ğiyle varlığını ikrara mecbur kaldılar; vehimler, O'nun bat ınlığiyle künhünü ve keyfiyyetini idrakten perdelendiler..." Yine vandet-i vücud sisteminde en. çok üzerinde durulan ve insan ı Allah'm aynı görme ğe hüccet tutulan

ı ı 47. ı :

o.,0

r

!

, • 41•W 4.)

Allah Adem'i kendi suretiıı de yaratt ı." hadisi, ilk mutasavvıflarca hiç böyle bir anlama çekilmemi ş ; buradaki suret, usul, metod manasma almmıştı r: "Yani Adem'i tasvir etti ği ve güzel yapt ığı suret üzerine yaratt ı demektir. Burada suret, hey'et ve şekil manas ınadır. Kendi usulü ve üshibu üzerine yaratt ı demek olur.z Vandet-i vücud, Hint ve Yun.an. felsefelerinin Arapçaya çevrilmesi ve müslümanların diğer milletlerle temas ı sonucu İslâm tasavvufuna geçmi ştir, islâmın öz mah değildir. Hindistamn Veda mezhebin.in esas ı panteizmdir. Onların Vedanta adlı kitaplarında yaz ılı olan. şu sözler vandet-i vücudun bir ifadesidir: " İlk sebep, çoğalmak istiyerek ço ğaldı. Kâinat, Brahma'dan. ibarettir. Zira ondan, ç ıkar, onunla olgunlaşır, ona döner. Onun için, Brahma' ya tapmak lâzımdır Örümcek nas ıl ağını kurup tekrar toplar, bitkiler nasıl topraktan, çıkar, tekrar topra ğa döner, insandan kıllar nasıl çıkar, büyürse kâinat da de ğişmez olan Brahma'dan, öyle ç ıkmıştır. Brahma'nuı, zati birliği hiç bozulmaz. Sebepler ve sonuçlar ondan ibarettir. Dalga, damla, köpük 1 Haküils, varak 276b-278b. 2 Bkz. Sülemi, HakCi'ilr, varak 276b ve devam ı, Fatih, 261.

272


vs. gibi denizde meydana gelen şeyler, şekil itibariyle başka başka iseler de hakikat itibariyle birbirinin aynıdır... Brahma birdir, e şi yoktur. Varlıkta şekillenip görünmekle zatınclan ayrılmaz. O, ruhtur, ruh da odur.' Su buza, süt yo ğurda çevrildiği gibi Brahma da hiçbir arac ıya muhtacolmadan şekilden şekle girer. Güne ş birdir, fakat suya aksedince ço ğalır. Yarat ılmamış olan ılâhi ruh da çe şitli suretlerde görünür." 2 İşte felsefenin. Arapçaya çevrilmesiyle birlikte bu fikir de islam dünyasına geçmi ştir. Fakat başlangıçta felsefeye iltifat etmiyen, bütün güçleriyle riyazete ve ameli tarafa yönelen ilk mutasavv ıflar bu düşünceye sahibolınamış lar, ancak ken.di tatbikatlarn ım bir S013,UCll olarak fena fillah dü şüncesinin son, sınırına kadar gelmişlerdi. Bu fikir, ilınu'l-Arabrnin tesiriyle tasavvufa iyice yerle şmiş , hemen her mutasavvıfta bunun, izleri görünme ğe başlamıştır Fakat bu görü şe karşı çıkarı mutasavvıflar da vard ır. Alliyyul-Kari, te'lif etti ği Vandet-i Vücud risalesiyle3 Ibnu'l-Arabi'ınn sistemine karşı gelmiştir. Ilınu'l-Arabi'nin. vahdet-i vücudunu en. yüksek makam kabul eden, Ka ş ani'ye kar şılık, onun çağdaşı büyük müfessir mutasavv ıf Alâu'd-devle Simnâni ise bunu küfür telâkki etmiştir. Bu yüzden, ikisi aras ında mektuplaş malar olmuştur. Abdurrazzak 1 Halbuki ilk mutasavvıflar, ruhun yaratilm ış olduğıınu, ruh ile Allah aras ında hiçbir nisbet ve izafet olmadığım söylemişlerdir: "Vasıtiye göre yaratılması ve kabzı cesetlerden önce olan ruh, her yerde bulunabilir." (Sülemi, Hakaik, No. 261, varak 209a.) 2 Ferid Kam, Vandet-i Vücud, s. 27-28. 3 cAliyyu'l-Kari bu risalesinde özetle der ki: Baz ı filozoflar kıdemini iddia ederler. Bu merduddur. Allah her şeyin yaratıcısıdır. Kadimin sonradan yaratılanla bir olması mümkün değildir. Bu, tevhid mezhebine de ayk ırıdır. Allah'tan ba şkası= varlık.' yoktur. Onun için baz ı şeyhler: Zul ,;11 :Allah'tan ba şkasından Allah'a sığınınm." demişlerdir. Kemal erbab ı kendilerine vaki olan celal ve cemal tecellilerini bilirler. Onlar hallerin aras ını bulurlar. Hz. Peygamber (s.a.v.)in: "Mü' min mü'minin aynasidir." sözünün manas ı budur. Çünkü kemal sahipleri halk ı Hakk'm aynası, ya da Hakk'ı halkııı aynası görürler. Aliyyu'l-Kari, vandet-i vücuda kail olanlan ikiye ay ırır: Biri muvahhid vücudilerdir, öteki mülhid vücudilerdir. Birinciler mutlak varl ık Hak'tır, yegane varlık odur derken, ötekiler mutlak varlık bütün yaratıklar' içine alır. Bütün yaratıklar mutlak varl ığı te şkil eder derler. Bu sözler aym kap ıya çıkar görünürse de aym de ğildir. Birbirine zıddır. Çünkü birincisi Hak'tan başkasına varhk tammazken, öteki âlemden ba şka varlık tanımıyor. Onun için birinci grup son derece şeriate ba ğh kalmışlardır. ötekiler ise genellikle dini ihmal et ınişlerdir. Onlara göre âlemden ayr ı olarak bir Tanrı mevcut değildir. Tanrı âlemin kendisidir. işte Avrupa'nın panteizmi budur. Bu görü şü ibnu'l-Arabl'nin vandet-i vücudundan ay ırmak lazımdır. cAliyyu'l-Karrnin ilınu'l-cArabi'ye verdi ği cevaplar, onun-felsefesini pek o kadar sarsacak derecede susturucu de ğilse de şu sözü gayet yerindedir; "Allah'm kitab ı, Resulullah'ın açıklamadığı bir tarzda nas ıl tefsir edilebilir ve Allah'ın zati sıfatlan hakkmda nas ıl öyle düşük arzulara, bid'at düşüncelere göre ulu orta söz söylenebilir?" (Bkz. Risale Val ıdetil-Vücud, s. 52-54, 56, 65-66.

273


Kaş anrye göre bütün makmalarm sonu tevhiddir. Halbuki Simnâni bu anlamda tevhidi daha a şağı bir makam sayıyor, kullu ğu, tevhidin yerine son makam kabul ediyordu. Ona göre kulluk, kulun velâyet yönünden ilk haline dönmesidir. Hattâ Seyyidu't-Taife Cüneyd-i Ba ğdadrye: "Bu i şin sonu nedir?" diye soruldu ğunda: "Ba şkangıca dönmektir." cevab ın,' vermiştir. Vaktiyle vandet-i vücud anlam ında birçok rubailer yazd ığını söyliyen Alâu'd-devle, tevhid makam ının sonun.a var ınca onların tamamen yanl ış olduğunu anlayıp Hakk'a dönemin, bat ılda kalmaktan iyi oldu ğunu söylemi ştir' 1 cAbdurrazzök Kü ş âni'nin Simnâni'ye, Simnânrnin Kö ş öni'ye yazdığı mektup, Lâmi`r nin Nefehâtu'l-Gns tercemesi Futülı u'l-Mucâhidin Tarvici Rıulübil-Mucâhidin'de s. 543 den itibaren yer almıştır. Simnâni; Kaşani'ye yazd ığı cevapta özetle şöyle der: "Futuhat' ı tahşiye ederken şu tesbihe ba şladım:" j,<„1; : O zat ı tesbih ederim ki e şyayı iıhar etti, kendisi e şyanın aymdır." "Kenara yazd ım ki: Ey müsebbih, Allah gerçe ği söylemekten utanmaz. Sen birinin: " Şeyhin fazlas ı ş eyhin aynıdır" dediğini işitsen elbette ona ho ş davranmaz, kızarsın değil mi? O halde akıllı bir kimsenin bu hezeyam Allah'a nisbet etmesi nas ıl caiz olur? Allah'a nasuh tevbesiyle teybe et ki bu korkunç tehlikeden kurtulasm. Bundan dehriler, tabiatçılar, Yunanlılar, Ş ekmaniler bile uzak dururlar. "Kim Allah'ın varlığının vücubuna inanmazsa o gerçek kâfirdir. Kim O'nun, mümkinlere mahsus sıfatlardan münezzeh oldu ğuna iııanmazsa o gerçek zalimdir. Çünkü o, Allah' ın mukaddes kemaline yakışmıyan sıfatları Allah'a nisbet ediyor. "Mektubunu iki kere okudum. Adam ın (ibnu'l-Arabi'nin) rubaisi "Rab Hak't ır.." sözü gözüme ilişti. O makamda o adama aç ılıp da "erdim" diye sevindi ği şey, ba şlangıçta bu zay ıfın birkaç gün için dü şüp kalktığı makamdır. O makam bana ho ş gelmi şti. Ama bu fakir o makamdan geçti. Yani miikâ şefe makamının başından, ortasıından geçip sonuna ula ştı. Sonuna varınca o makamın hatası meydana ç ıktı. O makamın kutbunda (sonunda) öyle bir yakin gözüktü ki onda şüphenin yeri yoktur. O halde ey aziz, i şitiyorum ki vakitlerin taatle doludur. Onariin de sonuna eri şmiştir. Yazık, insam makamlar aldatırlar. Birkaç ç ıncık boncuk bilgilerle geri kal ır insan, Kur'an' ın ço ğunluk âyetlerini birkaç müte şabih âyet için te'vil etmek günaht ır. "De ki :

Ben de sizin gibi bir insam ın." (Fussilet: 6) âyeti muhkemdir. Bu ve benzeri birçok âyetler varken sadece "Att ıgın zaman sen atmadın, fakat Allah att ı." âyetine uymak yazıktır. Bu, Resul (s.a.v.)in Allah kat ındaki hususiyyetini insanlara anlatmak için böyle söylenmi ştir. Nitekim padişah, kendine yakın bir adamın' bir memlekete gönderse der ki: "Onun eli benim elimdir, onun dili benim dilimdir." Bir müridini ir şada memur ederek gönderen şeyh de onun icazetine: "Onun eli benim elimdir" diye yazar. Gaye hep hususiyeyyeti belirtmektir. "Allah' ın lâneti zalimleredir." (Hud: 18), %Şeytan size dü şmandır, onu düşman tutun" (Fatır: 6), gibi ayetlerden yüz çevirip "O, erveldir, âhirdir, zahirdir, batındır." (Hadid 3) âyetiyle amel etmek do ğru değildir. Bu âyetin manas ı şudur: O ezeli evveldir, her şeyin varlığı O'nda son bulur, O'na muhtaçtır. O ebedi âhirdir, her şeyin işi O'na döner, O kendi zatma mahsus s ıfatlardan çıkan fiiller dolayısiyle zahirdir, eserleriyle aç ıktır. Kendi zatında batındır. O'nu gözler görmez, zatı bilinmez. Yalnız kendi kendisini bilir, Peygamber (s.a.v.) şöyle demiştir: "Bütün insanlar Allah' ın zatı hakkında ahmaktırlar. Yani zatını bilmekte." Ve yine (selâm ona) şöyle demiştir: "Allah'm nimetleri üzerinde dü şünün, zatı üzerinde dü şünmeyin" (Lâmii Çelebi, Futuhu'l-Mudıhidin, s. 543 ve devamı)

274


Ahmed Rifai, al-Burhanu'l-Mueyyed adl ı eserinde şöyle diyor: "Hallâc' ın, <Ben Hakk' ım) dediğini naklederler. Vehmiyle hatâya dü şmüştür. E ğer Hak üzerinde olsayd ı, (Ben Hakk'ım) demezdi. vücudu and ıran, bir şi'ri de ona aftederler. Vehmi onu halden hale siirüklemi ştir. Yakınlığı artıp da korkusu artmıyan kimse tuza ğa düş müştür. Bu gibi sözler söylemekten saknun, çünkü bunlar ın hepsi bat ıl sözlerdi.'" Aslın,da bütün mutasavvıflar, varlığın Allah'a aidoldu ğunu, öteki varlıkların, O'nun, varlığından âriyet bulundu ğunu benimserler. Yalnız Allah, eşyanız], aynıdır görüşünü-ki bu vandet-i vücud de ğil, panteizmdir-reddederler. Nakşibendi tarikatinin kurucusu Bahau'd-din Nak şibend, vandet-i vücud hakkında bir risale yazm ış ve bu meseleyi gayet tarafs ız bir şekilde incelemi ştir. O da a ş ağı yukarı ibnu'l-Arabrnin. benimsemi ş görünmektedir. Risalede özetle ş öyle diyor: Varlık Allah'a aittir. Allah'a ait varhk, mertebelere inerek ço ğalmak suretiyle köinat ı teşkil etmiştir: "Teaddüd ve ço ğalmaya rağmen bütün mertebelerde yalnız mutlak Varlık vardır. Ondan baş ka bütün mahiyetler, O Mutlak Varlığın şekillere girmesi, örtülere bürünmesidir. Ço ğalma ve teaddüd hakikatte değil, sadece görünü şlerdedir."2 "Allah Musa'ya bir a ğaçtan tecelli etmi şti. Hz. Peygamber de rabbini bir genç suretinde görmü ştü. Aslında Allah bir suretten münezzehtir ama onda görünebilir. Madem ki Allah'ın ağaçta ve gençte tecollisi caizdir, o halde bütün yerdeki ve göklerdeki mertebelerin, O'nun bir tecelli görüntüsü olmas ı neden caiz olmasın ?"3 "Kâinattaki z ıdlıklar, acı-tatlı , güzel-çirkin gibi teayyünat hükümleri, külli gerçeğe eksiklik getirmez. Çünkü bunlar imkân ve hudusta olan şeylerdir. Kâinatta görünen bütün olgunluklar, o cemal ve celöl sahibinin, gerek1 Seyyid Mımed ar-Rifüci, al-Burhühu'l-Mu'eyyed, s. 32, Istanbul, 1301.

1;1 J1.;

t12.4-1 34- 1 1;1 J1; 4;1

„k

T..t ı . Jt›-

J ı>

. „}„..10 1.,1

1 Lss

‘?..rt 4,.J1 t. 4

.

2 Bahüu'd-din Naksibendi, Risüle

Uy.

I

:u,',ı 1

.ı .,1 j.g.;

Valıdeti'l-Vueöd, Süleymaniye, D5ru'l-MeSnevi,

No. 55, varak 60a.

j

,ts

0.1.4-11 • 1.4.:.10 il Ç

„•,c.

j„

,J J.;

ci

,j1.1.7.11

)/I j..,41;.11

3 Aynı eser, varak 61b-62b.

275


lerindendir. Evren,de görünen, her eksiklik ise teayylin, tenzezzül ve inzal (şekle girme, inme ve in.dirme)nin icab ıdır."' "Madem ki bir tek varl ık vardır, o halde âhirette sevap ve ceza gören, nimet içinde ya şıyan. ve azap çeken. kimdir ?" sorusuna Nak şibendi Hazretleri şöyle cevap veriyor: "Nas ıl dünyada zengin, fakir diye çe şitlilik varsa orada da vardır. Varlık birdir ama cüz'iyyatta teaddüdeder ve (itibari de ğil) hakiki teaddüd eder. Öyle ise fertler vard ır. Bunu kimse inkâr edemez. Tıpkı insan gibi: insanın bir hakikati vard ır. Ama ciiz'iyyatı (eli, kolu, aya ğı) ayrı ayrı şeylerdir. Insan mahiyyeti bu cüz'iyyatta görünmü ştür. E ğer böyle olmasa da Allah ayrı , müstakil bir ş ahsiyet olsa, mümkün. varliklar ırı da kendi başına müstakil vücutlar ı olsa o zaman bunların, da vücutta vacibe i ştiralderi lâzımgelir ki bu, tevhidin kemaline aylur ıdır."2 Imam Rabbüni (971-1034/1563-1624), babas ının, ömrünün sonuna kadar vandet-i vücut halinde oldu ğunu, fakihin o ğlu da yarı fakihtir kuralı gereğince ilk zamanlarda kendisinin, de bu inanca sahip bulundu ğunu, nihayet ş eyhi Muhammed Bakrnin ir ş acliyle gerçe ğe ulaştığını beyan ederek der ki: "Fakire Nakşibendiyye yolunu öğrettiler. Bu yolda hayli mesafe al ınca vandet-i vücud tevhidi önüme açıldı. Bu makamın pek çok ilim ve marifetleri gözümün. önüne serildi. Az zamanda bu mertebenin. incelilderinden. göstermedikleri hemen. hiçbir şey kalmadı. Şeyh Muhyi'd-din Arabrnin bilgilerir ıin bütün inceliklerini olduğu gibi gösterdiler. Onun, bundan öte yükseli ş yoktur, bundan. ötesi tamamen adem (yokluk) dir dedi ği zati tecelli ile de şerefiendirdiler. Yirıe onun hatemul-velüye (velilerin sonucusun)a öz gördü ğü o tecellinin. bütün bilgileri bilindi... Bu tevhid halinin verdi ği sarhoşlukla hocama vandet-i vücud anlam ında şiirler yazdım. "Uzun zaman bu halde kald ım, aylar yıllar, geçti. Birden. yüce Tanr ı'nın yardımı yetişip niceliksiz ve nas ılsızlik yüzünü örten. perdeyi kald ırdı. Ittihad (Allah'ın eşyaya birle şmiş olması) ve vandet-i vücud(varl ık dayalı eski bilgilerimi yok ettiler. İhata sereyan, kurb, zati maiyyet (Allah' ın her ş eyi kuş atmas ı , her şeye girmesi, zatiyle her ş eye yakın. ve her şeyle beraber olması) hakkındaki vandet-i vücud bilgileri gizlendi. Kesin olarak anladım ki Yüce Yarat ıcı'mn, bu âlemle sözü edilen şekilde hiçbir münasebeti yoktur. Yüce Tanr ı'nın her şeyi ihatası ve yakınlığı, zatiyle de ğil, ilmiyledir. O, hiçbir ş eyle birle şik değildir. O, O'dur, âlem de âlemdir. O, ııiceliksiz ve rıasıllıksızdır, anlaşılamaz. Mem ise baştan baş a nicelik ve nasıllikla damgalıdır. Anlaşılamıyan varlık, anlaşılan, gibi olamaz. Vacip, mümkinin 1 Aym eser, varak 62b. 2 Aym eser, varak 63b.

276


aynıdır denemez. Kadim, hâdisin aynı değildir. Yokluğu imkânsız olanla yokluğu mümkün. olan, bir tutulamaz. Gerçelderin de ğişmesi de hem akıl hem de din bakımından, muhaldir. "Ne gariptir ki Şeyh Muhyi'd-din ve tabi'leri, hem Yüce Tanr ı'nın zatın,a mutlak mechul diyorlar, hem de O'nun, zatiyle yaranklara yak ın ve zatiyle onlarla beraber oldu ğunu söylüyorlar. Bu, zat üzerinde hüküm yürütmek (çelişkiye düşmek)tir. Doğrusu ehl-i sünnet bilginlerinin dedi ği gibi (Allah'ın eşyaya) bilgisi ile yakınlığı ve (e şyayı) bilgisiyle kuşatmış olmasıdır. "Su âlem, yüce s ıfatların aynas ı, Tanrı isimlerinin görüntü yeri ise de vandet-i vüeutçulann, zannettikleri gibi gösteren, görenin ayn ı değildir. Gölge, aslm aynı olamaz. Bunu şöyle bir misalle aç ıkhyayı m: Çok fenleri bilen bir bilgin, kendi olgunluklannı (hünerlerini) bir arsada meydana ç ıkarıp göstermek istiyor. Kafas ındaki bilgileri aç ığa çıkarmak için harfler ve sesler yaratıyor. Bu harf ve ses aynalar ı aracılığı ile içindeki gizli bilgilerin.i gösteriyor. Şimdi bu harfler ve sesler o âlimin içindeki bilgilerin ayn ıdır, yahut bilgiler zatiyle bunları kuşatmıştır, bizzat bunlara yak ındır veya beraberdir denemez. Bunlarla içteki bilgiler arasmdaki ba ğının, göstericilik ve gösterilenlik ba ğıntısıdır. Harfler ve sesler, sadece o bilgilerin, i şaretleridir; onlar ın aynı veya benzerleri de ğildir. Sadece biri di ğerinin meydana ç ıkması için vasıtadır. İşte âlem ile Tanr ı arasındaki münasebet de böyle gösterilenlik münasebetidir. Yaratıklar, Yaratamn isim ve s ıfatlarının. aracdandır. Aradaki bu münasebet, bazı kimselerde vehimler do ğuruyor, fazla tevhidi dü şünmekten bu vehmi hükündere düşüyorlar, murakebeleri hayallerinde şekilleniyor. Baz ıları da tevhid ilmiııi çok tekrar etmek son.ucunda onun zevkinden bu hükümlere var ıyorlar. Her iki tevhid de sakatt ır, insan. düşüncesinden do ğmaktadır, hal ile ilgisi yoktur. Bir kısım da var ki a şırı sevgiden dolayı sevdiklerinden başka her şeyi yok görüyorlar. Sevgi, onların gözlerinden, sevgiliden ba şka her şeyi siliyor. Aslında eşya vardır ama sarho şluk halinde onlara yok görünüyor. A şırı sevgiden. zatiyle her şeyi kuşatmış ve her şeye yakın görürler. Halden doğa/İ bu tevhid, örıceki iki tevhidderı yücedir ama gerçe ğe ve şeriate uygun değildir. Bunu şeriate uydurma ğa kalkmak, zoraki ve bo ş çabad ır. "Ke şifte yandmak, ictihadda yandmak gibidir. Ke şfinde yandan. (veli), kmanmaz, aksine ictihadda yandan gibi bir sevap al ır. Yalnız arada şu fark var: Yamlmış olan müctehidi taklidedenlere de sevap verilir, ama ke şfinde yarulam taklidedenler mazur say ılmazlar. Zira ke şif ve ilham, ancak sahibi için, hüccettir. Yanl ış keşfe uyanlar, sevaptan mahrum olurlar. Ictihad ında yanılmış olana uyulabilir ama keşfin.de yandana uymak caiz de ğildir. "Niceliksiz ve nasıllıksız olan Yüce Tanr ı, nicelikli ve nas ıllıklı olan eşyada yer etmez, mekâns ız olan, mekânda yerle şmez. Niceliksizi, nicelikli 277


dairenin dışında aramak lâz ımdır. Mekânsızı , mekânın ötesinde aramalıdır. A.fak ve enfüste görüle ırler, Yüce Tanr ı'nın. birer i ş aretleridir. "Velâyet dairesinin kutbu olan Hace Nak şibendi Hazretleri (Allah s ırlarını kutlu eylesin), buyurmu şlar ki: Görülen, i şitilen ve bilinen her ş ey O'ndan başkadır. Lâ kelimesiyle onlar ı yok etmelidir. "E ğer denirse ki: Gerek Nak şibendi olsun., gerek ba şka olsun birçok ş eyhler vandet-i vücud, zati yak ınlık, zati beraberlik, çoklukta vandeti görmek gibi şeyleri aç ıkça söylemi şlerdir ? "Cevap olarak deriz ki: Bu gibi sözleri tasavvuf yolunun. ortalar ında söylemişlerdir. Sonradan bu hallerden geçmi şlerdir. Fakir de bu halin daha önce başımdan geçmi ş olduğunu yazmıştım..."1 Hülâsa, vandet-i vücut fikri ilk mutasavv ıflarda mevcut de ğildir. Ma'ruf-i Kerhi, Cüneyd-i Ba ğdadi, Şeyh Şibli, Sülemi, Kuşeyri gibi tasavvuf babalarında böyle bir dü şünce görülmemi ştir. İlk mutasavvıflardaki feıra fillah(Allah'ta yok olma) fikri, geli şe gelişe çeşitli felsefelerin de etkisi alt ında vahdet-i vücud şekline dünüşmüş ve bu felsefe, İslâm tasavvufurıa hakim olmu ş tur. İlk mutasavv ıflar, fena fillâh fikriyle şühud birliğine (her şeyde Tek Varhğı görmeğe) ulaşmış lard ı. Güne ş doğunca yıldızlar nas ıl kaybolursa, Hakk'ın tecellisiyle kâinat onlar ın gözünden. öyle silinmişti. Aslında e şya vardı , bunu kabul ediyorlardı , fakat a şkın verdiği sarho şluk ile eşyayı göremiyorlarch, her şeyi Hak görüyorlard ı. Bu görüş birliği, ileri götürülünce varl ık birliğine eriş miştir. Gerçi çekildiği zaman bu manaya gelebilecek âyetler vard ır ama ilk müslümanlar bu âyetlerden hiç böyle bir mana anlamam ışlardır. Sonradaır tasavvufa giren bu fikrin do ğru olup olmadığı sorununa gelince Allah bilir. Zira yaratan O'dur. Kâinat ı yoktan var etmi ştir, ama nas ıl etmiştir? Öyle mi yaratmıştır, böyle mi yaratmıştır? Bunu kesirı olarak bilmek mümkün değildir. Zira lâboratuvara konulacak ş eyler de ğildir. Bunlar hep nazariyelerdir. Ya ş anan hallere göre ileri sürülen. nazariyeler de kimseyi ba ğlamaz. Kudreti sonsuz olan varl ık için. güçlük yoktur. Nasıl isterse öyle yaratır. Yoktan. var eder. islâmın gürüsü de budur. İzmirli İsmail Hakkı şöyle diyor: Vandet-i vücud itikad ına akdemin-i sufiyye... muhaliftir. Eslem tarik, vandeti vücuda rıe itikad ne inkâr etmemek, meseleyi hakim ve allâm olan Cenabı Hakk'a bırakmakt ır.".2 1 İmam Rabbân1, Mektubât, I. 40-44, Dehli, 1290. 2 Ismacil Hakkı, Yeni Ilm-i Kelâm, Ikinci Kitab, s. 193-194, Mathaa-i (Amire, Istanbul, 1340-1343; Mahir Iz, Tasavvuf, s. 218, Rahle Yay ınları, Ist. 1969.

278


Burada Ömer Hayyam'ın bir rubaisini de kaydetmek yerinde olur: "Ezelin s ırlarını ne sen bilirsin ne ben, Bu muamma harfini ne sen okuyabilirsin n.e ben, Perdenin bu yüzünde senin benim dedikodular ımız var, Perde kalkarsa ne sen kahrs ın ne ben." B- İNSAN Tasavvufun asıl konusu insandır. Mutasavv ıflarm başlıca gayesi, insan probleminin mahiyyetini çözmek; insan ın yaratılışmı , tekâmülünü, bilgisinin mahiyyetini ve âkibetini idrake çal ışmakta ır. Onlara göre insan, dünyalara bedel bir muammâd ır. İnsan ne demek ekrem-i mahlük-i İnsan ne demek e şref-i mahlük-i ilâhi; HAKK'm bir acep

keramatıdır in.san!

Mısralarnun ifade etti ği gibi in.san, Hakk' ın. zati tecellisinin aynasidir. Kur'an'ın. da asıl gayesi insandır, insanın mutluluğ udur. Tasavvufi tefsirin her sayfas ında insanla ilgili meselelere temas edilir. Öyle ise biz de onlar ın bu görüşlerine bir göz atalım: 1) Ruh ve nefs: Kur'art- ı Kerim'de ruhun, bilinemiyece ği açıklanmıştır: "Sana ruhtan sorarlar de ki : Ruh, rabbimin emrindendir. Size ilimden ancak az bir şey verilmi ştir.'" Sufilere göre ruhlar, lâtif cevherlerdir.Uyumaz, lezzet almaz, ölmezler. Ruha lâtifliğinden dolayı ruh denmiştir.2 Ruh da yarat ılmıştır ama cisimden önce yarat ılmıştır. Cevherlerin en sâfi ruhtur. Hakikat ehline gizli bilgiler ruh yoliyle açılır.' Ruh hakikat ışığıdır, bedenlere göre eserleri de ğişir. İlk sufiler, ruhtın yaratıldığı hususunda itifak halinde idiler. Fakat sonradan ruhun ludemini iddia edenler olmu ştur. Vandet-i viicutçu görü ş, ruhu ikiye ayırmıştır: Allah' ın ruhu, .Adem'in ruhu. Allah'm ruhu kadimdir. Fakat bu ruh, Allah'tan. Adem'e üfleni ıtce yaratılmış olur. Bu görüşe göre ruh aslında Allah'ındır, O'ndan. feyz ederek Adem'e geçmi ştir. Bu feyiz dolay ısiyle Adem'in ruhu yarat ılmış ise de ash itibariyle ruh mahlük de ğildir.4 Serrac, sufilerin ruh hakk ındaki yanlış düşüncelerini şöyle sıralar: "Kimi ruhu, Allah'ın zatnun nuru sanmış, helâk olmuştur Kimi ruhu Allah'ın hayatından bir hayat sanm ıştır. 1 Isra S ııresi: 85. 2 Hakaik, varak 116a. 3 Ayııı. 4 'Abdul-Kerim 011, al-Insanu'l-Kmil, II. 13-14.

279


"Kimi ruhlar mahliiktur, Ruhu'l-Kudüs Allah' ın zatındandır demiş , kimi avamın ruhlarının. havass ırı ruhlarnun gayr-i malıük olduğunu söylemiştir. Kimi de ruhlar ııı kıdemini, azabolunmıyacağını, belâya uğramıyacağını ileri sürmüştür. "Kimi ruhun bedenden bedene geçece ğini, kimi kafirin bir ruhu, mü'minin üç ruhu, peygamberlerin ve s ıddiklerin beş ruhu olduğunu söylemiştir. Bütün bunlar hatâd ır. Bu hatâ, Allah'm yasaklad ığı bir şey üzerinde dü şünceye dalmaktan do ğmuştur. Ruhların hepsi yarat ılmıştır Allah ile ruh aras ında bir münasebet yoktur. Ruh, Allah' ın. emir âlemindendir. Beden.den. bedene geçmez. Ruhun, bedenden ayr ı varlığı yoktur. Bedenle beraber ya şar ve bedenle beraber ölür. Bederıle beraber ha şrolunur. Allah idem'in ruhunu melekeıttan, cismini topraktan yaratm ıştır." Ruhun mahlük oldu ğu, ilk büyük sufilerin görü şü ise de ruhun. bedenle beraber öldüğü öyle değildir. Ruhun ölmesi, şer'i naslara ve modern ilme ayk ırı düşmektedir. Ruhun. ölmedi ği ilmen. de isbat edilmektedir. Peygamberimiz, Bedir savaşında bir çukura doldurulan. mü şrik ulularma: "Ben Rabb ımm bize va'detti ğini gerçek buldum, siz de tarırmızın size va'detti ğini gerçek buldunuz mu?" diye seslenmi ş , ashabı : "Bunlar ölmüş , işitirler mi ya Resulâllah"? deyince:"Burılar sizden iyi işitirler, fakat bana cevap verme ğe güçleri yoktur." demişti.2 Eğer ruh ölseydi, Hz. Peygamber böyle söylemezdi. Sonra Hz. Peyğamber'in.: "Kabir ya cennet bahçelerinden bir bahçedir veya cehennem çular/İ/Aa/İ bir çukurdur."3 Hadisi de ruhur ı ölmediğini gösterir. İnsan, kabrinde böyle bir cennet veya ceherınem hayatı yaş ayacağına göre herhalde bedeniyle yaş amıyacaktır. Beden ölmüştür, hattâ da ğılmış ,ash olan topra ğa dönmüştür. kıyamete kadar lâyik oldu ğu hayatı yaşıyacak olan ruhtur. O halde ruhun ezdi: oldu ğu kabul edilemiyece ği gibi bedenle beraber öleceği görüşü de kabul edilemez. En do ğrusu Vasıtrn.in. dediği gibi ruh, Allah'ın lâtif bir yarat ığıdır. Bedenden sonra ya şar, kıyamette cesetlere girerek haşrolunur.4 Ruhun. dereceleri: Ruhun madde ile birJe şmesi sonunda meydana gelen derecelenmenin ilk kademesine nefs ad ı verilir. İlk mutasavvıflar, insan ruhuna beş tekâmül aşaması tanmuşlardır. Bunlar, aş ağıdan yukarıya şöyledir: Tab' nefs, kalb, sır, ruh. Ku şeyri, sırrı ruhun üstüne koyar.3 1 Serrâc, al-Luma', s. 554-55. 2 Ibn Hişam, Siratu'l-Nebt, II. 292, M ısır, 1355 /1936. 3 kıyâme, 21. 4 Hakaik, varak 116a. 5 R. Hartman, Sülemi'nin s. 284.

280


ilakikatte nefis de ruh demektir. Fakat sufiler, nefs deyin.ce ruhun alt kademesini anlarlar. Üste do ğru gidilince nefis safiyyet kazaxur. Bunun. için sufiler, nefsi (ruhu) derecelere ay ırmışlar, her dereceyi sülûkte bir makam saymışlardı r. Ancak bu ay ırım da ufak tefek farklar gösterir. Sülemi, ruhu üçe ayırmıştır: Nefs-i emmare, nefs-i levvâme, nefs-i mutmainne°.Üçü de Kur'an- ı Kerim'de geçer:

Muhakkak nefis,

5.)1_,

tülük emredicidir.",2

e_:,„,3 °

: Nefs-i Levvtimeye

Ey mutmainn nefis... 554

yemin ederim.",3

Mutasavvıflara göre nefs-i levvâme, nefs-i emmare ile nefs-i mutmainne arasındadır. Nefs-i emmare, bedeni tabiata meyleden.; hissi lezzet ve şehvetleri emreden; kalbi süfli tarafa çeken. nefistir. Yani insan bedeniyle kar ışmış olan, maddeye hayat veren, maddenin. tesirinde olan nefistir. Nefs deyince bu anlaşılır. Bu, şirk kayna ğıdır. Nefs-i levvâme, gaflet uykusundan uyand ığı nisbette kalb nuriyle nurlanan. nefistir. Karanl ık yaratıhşı icabı kendisinden bir kötülük çıkaınca kendini ayıplar ve ken.disinden nefret eder. Nefs-i mutmainue ise kalb nuriyle tamamen aydr ılanmış, kötü sıfatlardan kurtulup yüce ahlak ile huylan.m ış olan nefistir5 Yukarıda söylediğimiz gibi nefis esas ın,da birdir ve Allah'ın insana üflediği ruhtur. Bu ruh, itibari olarak derecelere ayr ılmıştır. Bu dereeeler, ruhun bulunduğu halleri gösterir. Bunlar ın beşi Kur'an-1 Kerim'de geçer. Sonradan sufiler beşi yediye çıkarmışlardır: Nefs-i emmare, nefs-i levvame, r ıefs-i mülhime, nefs-i mutmainne, nefs-i zekiyye, nefs-i raziyye, nefs-i marziyye, Nefs-i zekiyye ile nefs-i mülhime sarahaten de ğil, zımnen ayetten ç ıkarılabilir :

° ‘7,„ .

° 9

1-4

j

ayetııı • den ne f s- ı• ze k.ıyye,

6 ^

.9 7 „.

ayetınden nefs-i mülhime anla şılmıştır.

Sufilere göre "insan ruhu maddeden mücerred iken çok yüksek bir cevherdi. Buna nefs-i natıka denilir. Bu nefs-i nat ıka denilen ruh, madde ile birleşince yedi perde ile adi halinden. perdelenmi ştir. İşte nefs-i nat ıka üzerine çekilen bu perdelerden her biri nefsin bir derecesi say ılnuştır 1 Sülemi, Kitabu clIyubrn-Nefsi va Mucl5vâtuhrı, Köprülü, No. 1603, varak 192a. 2 Yiisuf Sûresi: 52. 3 Kıy5me Süresi: 2. 4 Feer Sûresi: 27. 5 Alûsl, Itübu'l-Macni, II. 230, Billak, 1301. 6 Şems Sûresi: 9. 7 Şems Süresi: 8.

281


" Şu halde mücerred ruhun, tam yedi perde ile perdeli şekli n.efs-i emmâre, bu perdelerden birinin. kalkmasiyle nefs-i levvâme, ikisinin. kalkmasiyle nefs-i mülhime, üçünün kalkmasiyle nefs-i mutmainne, dördünün kalkmasiyle ıı.efs-i zekiyye, beşinin kalkmasiyle rıefs-i raziyye, alt ısmın kalkmasiyle nefs-i marziyye has ıl olur. Ruhun. yedi perde ile perdeli hali nefs-i emmaredir. Perdelerden her biri kalkt ıkça ruha manevi âleminden ışıklar s ızar. Nefsin. yedi perdeli hali mana âlemin,den hiçbir ışık sızdırmaz. Perde say ısı azaldığı nisbette n.efs sâfla şır. Bütün perdelerin kalkmas ı halinde nefs-i nât ıka tamamen nur kesilir ki bu, Hz. Pey ğamber'in makam ıdır."' Bizzat nefsin, tezkiyesini emreden Kur'an- ı Kerim, "Ey mutmainnolan nefis, razi ve marzi olarak Rabb ı na dön." 2 âyetiyle nefsten ıı efse terakki ve te kâmülü ima etmi ş bulunmaktad ır. 2) In.san-i Kâmil. Bütün. n.efis perdelerini y ırtıp en son mücerred ruh haline ula ş an. insan, her bakımdan mükemmel insan.d ır. Buna insan-i kâmil denir. Mutasavv ıflarm insarı -i kâmil (olgun in.san) dü ş üncesini Abdul-Kerim al-Cili, al-insanu'lKâmil adlı eseriyle izah etmi ştir. Cili'ye göre insan-i kâmil, ba ştan baş a bütün. varlığın. çevresinde döndü ğü kutuptur. Varlık yaratılandanberi in.san-i kâmil tektir ve tek kalacakt ır. insarı-i Kâmilin kendine öz bir hakikati vardı r. Bununla beraber her ça ğda, başka suretlerde, ba şka adlar alt ında görünür. Asıl kendi adı Muhammed'dir. Künyesi Ebu'l-Kasim, s ıfatı Abdulllah (Allah'ın kulu), lakabı Ş emsu'd-dindir. As ıl ismi budur ama dünya kuralahdan. beri çe şitli peygamberlerin. suretinde görürıen odur. Ta kıyamete kadar en büyük velide zuhur eden. de odur. Cili, onu kerıdi şeyhi Şerefu'd-din İsmail al-Cebi-ii:Ii şeklinde görmüştür. Yani Hz. Peygamber o ş ekilde de görünmüştür. Nitekim Şibli şeklinde de görünmüş ve Şibli talebsine: LıA Benim, Allah'ın. Resulü ;-, olduğuma şehadet ederim" demi ş , ârif olan talebesi de: ‘,11 Senin Allah'ın Resulü olduğuna tanıklık ederim" cevab ını vermi ştir. Tenasüh şeklinde anlaşılması muhtemel olan meseleyi Cili tenasüh kabul etmiyor: "Sakın bu sözümden terıasüh mezhebine gitti ğimi anlama. Hâş â, Resulü için. böyle bir ş ey söylemekten. Allah'a s ığuırrım. Ancak Allah'ın Resulü (s.a.v.), her surettte görünme kudretindedir. Her zaman.da in.san.larm 1 Hacı Muharrem Kösetürkmen, Maküm5,t- ı E2kâr-i Ilâhiyye, varak 69-70, 2 Fecr Sûresi: 27-28.

282


en olgunu suretine girer, onlar ın ş artım yükseltir. Suretine girdi ği kimseler, zahirde onun halifeleridir, bat ında ise o, onları n hakikatidir."' Bu, tenasüh de ğildir. Ruhen en. son olgunlu ğa ulaşan kimsenin, en yüce olgunlukta fani olmasiyle Hz. Pey ğamber'in kendisinde tocelli etmesidir. Fena fi'r-Resul denen. bu hal, bir bak ıma da fena fillah demektir. Bu insan, zahirde Ahmet, Hasan gibi görünür, fakat gerçekte Muhammed (s.a.v.) dir. Onun makamında, onun vas ıflarındadır. Fakat zahiren ona Muhammed den.mez, kendi adiyle çağrıhr. Insan.-i Kâmil, Hz. Pey ğamber'dir, ötekiler onun görüntüleridir. İnsan-i kâmil, bütün Tanrı isim ve s ıfatlarma asaleten müstahakt ır. İrtsan-i kâmil, Hakk'm aynasidir. Allah ismi nasıl Hakk'm aynası ise insan-i kamil de öyle Hakk'm aynasidir. Allah bütün isim ve s ıfatlarını yalnı z insan-i kâmilde görür. Bunun içi ıı : "Biz emaneti göklere, yere, dağlara verdik, onlar

bunu yiiklen ınekten kaç ındılar, korktular ; insan yüklendi. Gerçekten o, nefsine zulmedendir, bilmezdir".2 buyurulmuştur. Yani nefsi o dereceden indirmekle kendine zulmetmi ştir. Kendisi Tanr ısal emanet yeri oldu ğu halde kadrini bilmemektedir.3 İnsan-i kâmili her bak ımdan Allah' ın aynı gören bu bu nazariyeye göre insan-i kamilin vücudundaki her ş ey, dünyada bulunan bir varl ığa tekabül etmektedir. Dünyada ne varsa insanda da vard ır. Varlığın özü insan-i kâmildir: insan-i kâmilin letafeti ulvi varl ıklara, kesafeti siifli varl ıklara, kalbi arşa kar şilıktır. Çünkü Peygamberimiz: "Mü'minin kalbi ar şıdır"4 demiştir. İrtrıiyyetiyle kürsiye, ma.kamiyle Sidretül-Münteha'ya, akliyle yüce kaleme, nefsiyle Levh-i Mahfuza, tab'iyle unsurlara, kabiliyyetiyle heyülâya, heykeliyle hebâya, re'yiyle atlas fele ğirte, mildrikesi-yle y ıldızlar fevehmiyle altiııci kat göğe, hernmiyle be şinci kat gö ğe, fehmiyle dördüncü kat gö ğe, hayaliyle üçüncü kat gö ğe, fikriyle ikinci kat gö ğe, hafızasiyle birirıci kat gö ğe, dokunma kuvveleriyle Zühale, itici kuvvetleriyle Mü şteriye, z41

Ji _, ut ı>,

.

-

j 4;4 4;1

<Cul

j

r.m 4,10,

45,1

j

j

jz j

J.j;

.

j°1-..11 2 Abz3b Süresi: 72.

3 CID, al-Insanu'l-Kâmil, II. 71-78. 4 Sanctınf, bu hadisiu mevzu oldu ğunu söylüyor (Bkz. Kesful-Ilafa, s. 100).

283


muharrike kuvveleriyle Merih'e, bak ıcı kuvveleriyle güne şe, tad alma duyulariyle zühreye, koklama duyusiyle Utarid'e, i şitme duyusiyle Aya, hararetiyle ate ş feleğine, hatıralariyle meleklere, vesvesesiyle cin. ve şeytanlara, hayvaniyyetiyle hayvanlara, vurucu kuvvetiyle aslana, hile gücüyle tilkiye, aldatıcı gücüyle kurda, hased gücüyle maymuna, h ırsiyle fareye kar şıhk olur. Ruhaniyyetiyle ku ş a, sarılık maddesiyle ate şe, balğam maddesiyle suya, kan maddesiyle rüzgâra, siyah maddesiyle topra ğa, teriyle sümüğiyle damarlariyle, kulak kiriyle, göz ya şiyle, idrariyle, diğer ifrazatiyle yedi denize, zatiyle cevhere, s ıfatiyle araza, di şleriyle cansız maddelere, kıliyle tırnağiyle bitkiye, şehvetiyle bayvarta, be şeri görünümüyle insanlara tekabül eder. Keza insan-i kâmil, insan. çe şitlerini kendinde toplar. Ruhiyle krala, fikriyle vezire, ilmi ve reyiyle kad ıya, zarıniyle polise, damarlar ı ve bütün kuvveleriyle yardımeılara, yakiniyle mü'minlere, şüphesiyle müşriklere tekabül eder. Hasılı varlık sahnesirıde bulun.an. her şeyin karşılığı insaıı-i kamilde vardır.' İşte böyle gülünç bir tarzda insan ın her tarafı, dünya varlıklaruıdan benzetilmiş tir. Bunlar, mesnetsiz, hayali görü şlerden başka bir şey değildir. 3) Nübüvvet ve velâyet: a. Nübüvvet: Nübüvvet haber vermek demektir. Hakim-i Tirmizi nübüvveti, perdenin kaldırılması ve ğaybin sırlarına vakıf olarak Allah' ı bilme, Allah'ın ıı.uriyle örtülü bulunan. e şyaları]. mahiyetine basiret göziyle nüfuz etme diye niteler. Bu konuda başlangıçta fazla felsefi izahlar yok iken, zamanla aç ıklamalar felsefi bir nitelik kazanm ıştır. Ferğarri'ye göre nebi, Allah' ın zatından, sıfatlalarından, isimlerinden, hükümlerin.den ve muratlaruıdan haber veren kimsedir. Doğrudan doğruya Allah'ın zatından alıp haber vermek, Ruh-i A'za ın'a mahsustur. Allah Ruh'i A'zam'ı önce külli nefse, sonra cüz'i nefislere gönderir. Onlar Ruh-i A'zamdan Ehadiyyet Zatma, s ıfatlarnıa, isimlerine, kadim hükümlerine dair bilgiler al ırlar. Adem Aleyhisselâm'dan Hz. Peyğamber'e kadar her peygamber, Ruh-i A'zamın nübüvvetinden. bir görün,tüdür. Görüntülerin pey ğamberliği geçicidir, zamanla ba ğlıdır. Her peygamber Ruh-i A'zam' ın bir sıfatmm, bir isminin mazharıdır. Ruh-i A'zam, bunlar ın her birinde bir isim ve s ıfatiyle tecelli etmiştir. Hz. Muhammed'de ise bütün. zativle, isimleriyle ve s ıfatlariyle görünmüştür. Onunla nübüvvet hatmolmu ştur. Resul (s.a.v.) surette öteki Pey1 al-Ins ırtıl-Ktımil, II, 75-77.

284


ğamberlerden sonra ise de hakikatte onlardan öncedir. Nitekim o : •

: Biz ilk-sonuneularaz".1 ve :

(b;_, -

:.,4sdem su ile çamur arannda iken ben peyğamberdim.",2 diğer bir rivayette cji31

: Adem ruh ile ceset aras ında iken ben. peyğ amberdim."

demiş tir. Yani henüz A.dem ruh ve ceset olmazdan. önce o pey ğamberdi. Çünkü Ruh-i A'zam' ın nübüvveti, ruhlar ın varlığından öncedir. Surette sonra gelmekle peyğamberliği tamamlamıştır. Mutasavvıflar bunu anlatmak için bir daireyi örnek verirler: Zihin.de düş ünülen bir daire. Daire noktalardan müte şekkildir. Kâğıt üzerine konulan her nokta, zihinde tasarlan.an dairenin hakikati de ğil, bir görünümüdür. Dairenin hakikati tamamıdır. Her nokta dairenin bir vasfın ı taşır. Son noktadır ki daireni ıı bütün hakikatlerini ta şır. Son. nokta ilk n.oktaya biti ştiği zaman daire tamamlan ır. Son nokta ayn ı zamanda di ğer noktaları da içine alır. Aksi takdirde son nokta olmaz. İşte bunun için. dairenin hakikatine mazhardı r. Nübüvvet de böyledir. Gaybde (gizlide) mevcut bir daire. Bu, nübüvvetin hakikati ve manas ı. Bunun. şehadet âlemindeki viicudu, suretidir. Hakikat,var olma bak ım ından suretten ön.ce, meydana ç ıkma bakımından suretten sonradır. Birbiri ard ınca gelen. her peygamber bu nübüvvet dairesinin bir noktasıdır. Son. nokta Hz. Muhammed'dir. Dairenin hakikatini ta şıyan Hz. Muhammed, viicuditibariyle son ise de hakikatte öndür. Ruh-i A'zam, onunla bütün isimleri ve sıfatlariyle gii,rünmü ştür. Mutasavvıflara göre Hz. Peygamber bunu şu şekilde açıklamıştır• " Zaman döndü dolaştı, Allah'ın gökleri ve yeri yaratt ığı andaki haline gelai."3 1 Buhar'', Vudu 68, Cumu'a, 1, 12, Enbiya 54, Eyman 1, Diyat 15, Ta' bir 40 Tevhid 35; Müslim, Cumu'a, 19, 21; Nesal, Cumu'a, 1; Dörimi, Mukaddime, 8. 2 Ibnu Teymiyye bu hadisin ash olmad ığım söylüyor. Hadis, Ibn Hanbel, IV. 127-128 de Irböd Ibn Söriye as-Sulemi yoluyle gelmektedir.

jıı

1..ı.jj_j

44i;

j

,:514.41

dl ı

(..;1"

,31 41 c..11.„,;1 j.j.;

d.11:4Si

411

TirmiZTde Ebu Hüreyre yoliyle gelen bu hadis şu löfızdadır: -L+ I

_1)1

*,;

41

j/1.;

TirmiZI,bu hadis Ebu Hüreyyre'den yalmz bu yolla geldi ği için sahlh-ggırib hadistir diyor. Menökib, 1; Hadil /bn Hanbel IV. 59, 379 da da vard ır. KeZa nın. Mke tıb 45 de değişik varyantia yer almıştır. 3 0,4..N1 9/8, Bed'ul-tIalk, 2; Müslim, Iasöme, 29; Ebü

Buljöri, Tefsiru Sura Menösik 69; /bn Hanbel, V. 37, 73.

285


b. Velâyet: Velâyet, halkta Hak ile tasarruftur. Veliler, Allah' ın sevip seçtiğ i kim... selerdir. r4 y ,C,tj g.C.J

; • ›,_; ,

-

İyi bilin ki Allah' ın velilerine ne korku vardır, ne de onlar üzüleceklerdir."' Velinin iki manas ı vardır. Biri veli kelimesinin fail, biri de mef'ul say ılmasına göredir. Veli, mef'ul manas ına alınırsa i şlerini Allah'ın gördüğü, : O, salihlerin -işlerini görür.".2 Veli fail manas ına alınırsa, Allah'a ibadet ve taatini yerine getiren kimse demektir. Velinin veli olmas ı için her iki manamn da kendinde bulunması, gizli ve â şikâr Allah' ın emirlerine uymas ı gerekir. Sufilere göre peygamberler nas ıl masum ise veliler de mahfuzdurlar.3 İlın Teymiyye ise ileride görecem ğimiz gibi veliyi mü'min ve müttaki kul anlam ında ahr.4 sine bırakmad ığı kimse demektir:

c. Hatemul-Evliyâ meselesi: Peygamberlerin hatemi inanc ından mülhem olan sufiler, velilerin de hatemi olaca ğım ileri sürmüşlerdir. Bu mesele sufilerin mü şterek inanc ı değildir. Baz ı sufilerde görülmüştür. Bunu ilk ortaya atan, 255 (868) tarihinde ölen Hakim-i Tirmizi'dir. Hakim-i Tirmizi diyor ki: "Hz. Peygamber, do ğruluk ayağım bütün peyğamberlerden ileriye atm ıştır. O, bütün peygamberlerin hatemidir. Onun vefat ından sonra ümmetinden k ırk kişi onun yerine kaim olur. Arz onlarla ayakta durur. Onlar Resulün ehli beyitdir. Neseb itibariyle de ğil, fakat zikir itibariyle onun evinin halk ıdırlar. Resulullah'ın yaptığı zikir evine sığınan herkes onun ev halk ıdır.5 Onlardan biri ölünce yerine ümmetten biri geçer. Bunlar ın sayıları tükenip dünyanın zeval vakti gelince Allah bir veli gönderir. Bu veliyi seçmi ş , kendine yakla ş tırmıştır. Evliyaya verdi ğini buna vermi ştir. Buna hatemul-velâye de vermi şmiştir. Bu, kıyamet gününe kadar Allah' ın, diğer velilere hücceti olur. Bunun velâyet s ıdkı vardır; Hz. Muhammed (s.a.v.) in nübüvvet s ıdkı buluıı.duğu gibi. Ona ş eytan musallat olamaz, nefis onu velâyetten al ıp zevkin.e düşüremez.6 1 Yiinus Süresi: 62. 2 Acraf Sûresi: 196. 3 Kelâbâil, at-Ta'arruf; 1,Çuseyri, Risûle, 139; Letû'ifu'l-Isûrût, varak 114a; Kilsüni, I ştilûbûtu's- Şufiyye, varak 10b, Ayasofya, No. 1655. 4 /bn Teymiyye, HaltIkatu MeBıebil-ıttibüdiyyin, s. 115-123, Hatmu'l-Avliya sonunda, s. 506. 5 Hakim-i TirmizI, Hatmu'l-Avliya, s. 345-46, Beyrut, 1965. 6 Aym eser, s. 342-44.

286


"Bu hatemul-evliya, bütün velilerin seyyididir. Nas ıl Hz. Muhammed (s.a.v.), peygamberlerin seyyidi ise o da evliyan ın seyyididir. Bu veli, zikirde evvel, ilimde evvel, me ş iyyette evel, makadirde evvel, levh-i mahfuzda evvel, misakta evvel, mah ş erde evvel, hitapta evvel, şefaatte evvel, civarda evvel, cennete girmede evvel, ziyarette evveldir. Nas ıl Hz. Muhammed (s.a,v.) her yerde peygamberlerin evveli ise bu da velilerin evvelidir. Di ğer veliler Hz. Peyğambere kafa durumunda, bu da kulak durumundad ır.' Hakim-i Tirmizi'nin ifadesine göre hâtemul-evliyâ, k ıyamete yakın gelecek son velidir. Belki de o, kendisini böyle bir veli sanm ıştır. Çünkü kendi eseri Hatmu'l-Avliya'da anlat ıldığı üzere han ımının ve çe şitli kimselerin kendisi hakkında gördü ğü ruyalar, onu böyle bir görüşe sevkedebilecek ıaiteliktedir. Hz. Pey ğamber'den sonra ç ıkan olaylar dolay- ısiyle her asır insanları kıyametin yaklaşt ığı şuuru içinde kalm ıştır. Hakim de devrin kıyamete yakın olduğunu ve kendisinin son veli oldu ğunu sanmış olabilir. Her ne ise son velilik fikrini ilk defa ortaya atan odur. Onda ıı sonra bu fikir üzerinde ciir'etli görüşler ileri sürülmüştür. Bu iddianın temsilcisi olan sufilere göre velâyet, nübüvvetin batnud ır. Nübüvvetin zahiri dini hükümleri, ş eriati haber vermek, batm ı ise o hükümleri yaparak nefislerde tasarruf etmektir. Haber verme (inba) bak ımırıdan nübüvvet bitmi şse de velâyet ve tasarruf bak ımından devam etmektedir. Çünkü Hz. Muhammed'den sonra gelen veliler, onun tasarrufunu ta şımaktadı rlar. Hz. Muhammed (s.a.v.), onlar vas ıtasiyle halk içinde tasarruf etmektedir. Nasıl nübüvvet hariçte peyğamberlerden. müte şekkil bir daire meydana getiriyor ve bu daire Hz. Muhammed noktasiyle tamamlamyorsa velâyet de hariçte velilerden meydana gelen bir daire te şkil eder ve bu daire son veli ile tamamlanar. hakikatte hatemul-enbiyadan ba şka bir ş ey değildir. Yani hâte ınul-enbiyâ velâyet suretiyle çe şitli vücutlar arac ılığı ile tasarrufuna devam etmi ş ve onun niibüvveti, nas ıl Hz. Muhammed (A.) suretinde tamamlanm ışsa velâyeti de son. velide tamamlanacakt ır. Hz. Pey ğamber'e ııishetle diğer peyğamberlerle veliler birdir. Çünkü hepsi de onun nübüvveti ve velâyeti dairesinirı birer noktas ı, birer mazhar ıdırlar. Asıl dairenin kendisi Hz. Muhammed'in hakikatidir. Bundan, dolay ı o: "ümmetimin bilginleri, Israilo ğullarmın peyğamberleri gibidirler."2 demi ştir. Hakim-i Tirmizi'den sonra bu iddian ın en, büyük temsilcisi ihnul-Arabi olmuştur. Hakim'in att ığı adımları fersah fersah geçen ve kendisini hâtemul1 Aynı eser, s. 345. 2 j,„I

,y„

Bu hadis, mevzu'dur.

ve Hn Hacer ash yoktur

diyorlar (Kenz, s. 64).

287


evliya gören ibnu'l-cArabi, hatemul-evliyan ın, hâtemul-enbiyadan üstün olduğ unu, bütün peygamberlerin dahi hatemul-evliya mi şkatından ilim ve ışık aldıklarını ileri sürmü ştür. Ona göre nübüvvert, velâyette devam etmektedir. Nübüvvet kesilir, fakat velâyet kesilmez. Nübüvvet, velâyet suretinde devam eder. Peygamberler de aynı zamanda velidirler. Yel:ayet genel oldu ğundan bütün peygamberler hatemu'l-evliya mi şkatın,dan ışık ahrlar. Kendi ifadesi aynen şöyledir: "Bu ilim, ancak resullerin hatemi ile velilerin hatemine mahsustur. Peygamberler bu ilmi hatem resul (son peygamber) mi şkatından görürler. Veliler de bun,u hatem veli (son veli) mi şkatından görürler. Hatta peygamberler dahi bunu gördükleri zaman ancak veliler hateminin mi şkatından, görürler. Çünkü risalet ve nübüvvet kesilir ama velâyet asla kesilmez. Peygamberler de veli olmaları bakımından söylediğimiz ilmi ancak veliler hatemi mi şkatından görürler. Veliler hatemi, gerçi resuller hateminin getirdi ği ş eriatin hükümlerine tabi ise de bu, onun makamm ı küçük düşürmez, ileri sürdüğümüz fikre aykırı düşmez. Çünkü o, bir bak ımdan (peygamberden) a ş ağı olsa da bir bakımdan da üstündür. Ş eriatin zahirinde de bu fikrimizi destekliyecek hususlar vard ıır. Mesela Bedir esirleri ve hurmanm a şılanması hususunda Hz. ömer'in üstüntünlüğü görülmüştür. Kamil olanın her hususta ve her mertebede ileri olmas ı ş art de ğildir. Bu yolun erkekleri, Allah'ı bilme hususundaki üstünlü ğe bakarlar. Onlar ın gayesi budur. Kainatım olayları onların. hatırma bile gelmez. Bu söylediklerimizin hakikatini iyice kavra.”1 Hatta ibnu'l-Arabi, Hz. Pey ğamber'in gördü ğü bir ru'yayı da kendi davasında kullanır. Hz. Peygamber, ru'yas ında tamamlarıı:aas ı için. tek kerpici eksik bir duvar görmü ş , o son, kerpişç kendisi olmuş ve onunla duvar tamamJ.,)1

j

j

j

iş-I

j

,.;c1

Ğ;)...41

j

01;,551,

L.)I

.1;.)

YI

j ol

j

j j

r..1;

(:)..

15-

.ı..!t;

rci

‘.).•

4ili •

LSJ1-.1 (.3 Lel

j;ı>.::; Lr

J:IT

j

3.1.;

<3.5-

4...51."5.S

(.15

erell

tj j

,:ı 15" c*.)1 j

j

4..J .1 1.-71°

‘L.;L;

-4.3?. L LP.,4 «ril; (..)1 (.1.4.<11 r_;41.3 . k.I1

j .

Faşilşal-Ilikem, I. 62, Şis Faşşı, 1365 /1946. 288

j

j

1; ,:r•

j j..

* j

j

j

)11

.r::1;,11 J

j5 .

Lim

r.ı;i:11


lanmıştı. işte İbnu'l-Arabi de böyle bir ru'ya gördü ğünü söylemektedir. Ancak ruyada gördüğü duvarın iki kerpiçi eksikmiş : Biri altundan biri gümüşten. iki kerpiç eksik. Hatemul-evliyâ olan kendisi, Resullerin hatemini de temsil ettiğinden böyle iki kerpiçin eksik oldu ğunu görmüş . Gümüş kerpiç Resuller hatemi, alturt kerpiç veliler hatemi imi ş . Kendisi iki yöniyle bu bo ş yeri doldurmuş . Ilatemu'r-Rusul gümü ştür, çünkü vahyi melek vas ıtasiyle alır; hatemu'l-evliya ise vahyi do ğrudan. do ğruya Allah'tan ald ığından altun şeklinde gösterilmi ştir. Demek ki İblıu'l-Arabi'ye göre veliler hatemi, Allah' ı peygamberler hatemminden daha çok bilir. Bu hususta o, Hâtemul-Enbiyadan üstündür. Yani kendisi Hz. Peyğamber'den üstün oluyor. Kolay hazmedilecek cinsten, olmadığı için bu iddias ını yumuş atmaya çah şır. Burada kasdedilen ş ahıslar de ğil, mertebedir. Üstün. olan. ş ahsın. kendisi de ğil, temsil etti ği rütbedir. Veliler hatemi, yine Hz. Pey ğamber'in rütbesi oldu ğundan onun velilik rütbesi, peyğamberlik rütbesinden üstündür der'. d. Hatemul-evliya iddias ının. eleştirisi: Serrâc şöyle diyor: " Musa (A) ile Hıdır(A) aras ında geçen kon.u şmada:

"Sen benimle beraber olmaya dayanamazs ın"2 sözünden velinin, peygamberden üstün olduğ unu iddia edenler olmu ştur. Musa Aleyhisselâm'm da:" Unuttuğum şeyden ötürü beni k ınama, işimde güçlük ç ıkarma"' demesinden dolayı bazı mutasavvıflar, peygamberden, üstün oldu ğunu söylemişlerdir. Serrâc, sapık kimseler diye nitelendirdi ği bu iddia sahiplerine şöyle cevap veriyor: Allah pey ğamberlerine çe şitli mucizeler vermi ş , dilediğini dilediği kimseye ihsan etmi ştir. Birine verdi ği bir özellikten dolay ı onun üstün. olması gerekmez. Asaf ibn. Berhiya ki kendisine kitaptan. verilen bir ilme sahipti. Göz aç ıp yumuncaya kadar bir zamanda Belkis'in taht ını getirdi. Böyle yapt ı diye onun Süleyman'dan üstün oldu ğu söylenebilir mi? Hüdhüd'e de sular ı bulma bilgisi verilmi şti. Başka ku şlarda bu özellik yoktu. Bu özelli ği var diye Hüdhüd'ün öteki ku şlardan üstün olmas ı mı gerekir ? Herkesin, bir yetene ği vardır. Hz. Peyğamber(A): "En çok feraiz bilininiz Zeyd, en güzel okuyan ınız Übey, helal ve haramı en çok bileniniz de Muttz ibn Ceberdir" demiştir. Beri taraftan on. ki şinin cen.nete girece ğini söylemiştir. Bunlar o on ki şi arasında yoktu. 1 Kitbu'l-Kurba, varak 5a, Esad Efendi, No. 1655. 2

c_..

3 T-r-4 cS.).°1 c:).•

Kehif Sûresi: 67.

Le.

15;

Kehif Sûresi: 72

289


Demek ki onlar, bu şeyleri bilmekle cennetle müidelenen on ki şiden üstün olmadılar. Biliyoruz ki ashabm en. üstür ıli Ebubekir Sıddiktir. Hasılı veliler pey ğamberlere tabidirler. Tabi, metbu'llan üstün olamaz. Eğer peyğ amberlere verilenler, velilere verilmi ş olsaydı, onları titretirdi. E ğer Musa'nın nurlarından ve Allah ile konu şmasından bir zerre H ıdır'a verilseydi, Hıdır mahvolurdu.' Ibn Teymiyye de bu iddia sahiplerine şiddetle çatmakta ve hattâ küfürle tiham etmektedir. Ibn Teymiyye diyor ki: Hatemu'l-evliya iddias ı, aslı olmayan batıl bir davad ır. Bunu Ebu Abdillah Muhammed ibn Ali at-Tirmizi al-Ilakim'den. ba şka tanmmışlardan hiç kimse söyelmemiştir. Onun hatmu'l-velâye hususunda söyledikleri hatâdır, kitaba ve sünnete aykırıdır. Allah rahmet etsin, Hakim'i Tirmizi'nin kendisi fazilet ve marifet sahibi olmak, makbul ve faydal ı sözleri bulunmakla beraber, reddi gerkli olan. sözleri de vard ır. Hatemu'l-evliya ve bunun ken.dinden önceki velilerden üstün olaca ğı iddiası açık bir sapıklıktır Zira sahih hadiste sabittir ki: « _U çct j2J1

: Nesillerin en hayır list, benim icinde gönderilmi ş bulunduğum nesildir, sonra onları izleyenler, sonra da onları izleyenler." 2 Hâtemul-evliya sözü, seleften hiçbirinin sözünde geçmez. Allah' ın kitabında, Resulünün. hadislerinde de böyle bir şey yoktur. Bu söz dünyada son mü'min ve müttaki kimseyi gösterir. Çünkü: " İyi bilin ki Allah'in velilerine bir korku yoktur ve onlar üzülmeyeceklerdir"3 âyetinin ifade etti ği gibi her mü'min. ve müttaki kimse Allah' ın velisidir. E ğer hâtemul-evliya, dünyada son. mii'min ve miittakiyi ifade ediyorsa bu adam velilerin. en üstünü ve mükemmeli de ğildir. Üstün olan veliler, önce gelenlerdir. Çünkü onlar Resullerin Efdaline daha yak ındırlar. Eğer evliya, kendisine ilh.am olunan, kimse ise Buhâri ve Müslim'de bulunan. hadise göre Hz. Ebubelkir ve Hz. Ömer bunlar ın. ba şıdır: « .

: Sizden önceki milletlerde muhaddes (kendic:A; j4..$4 L9-4I j f sine ilham olunan) kimseler vardı. Eğer benim ümmetimde de muhaddes varsa-ki 1 Serr-5e al-Luma's. 537. 2 Butı ri, Sehüdüt, 9, Feçlü'il, 1; Müslim, IV, 1964, Feçl'ilu's-Sahübe, 210-12, 214-215; Dgıvrul, Sunne, 9; Fiten, 45, Menülsib 56; 1bn Miıce AlAdtm 27; 1bn klanliel, I. 378, 417, 434, 442 vs. 3

290

ç■J''

J

r

Yüttus Süresi: 62.


elbette daha çok vardır o, omer'dir." I Bu hadis, muhaddeslerin ba şının Ömer olduğunu gösterir. Ebubekir ise on.dan efdaldir, çünkü s ıddiktir. Muhaddes, her ne kadar Allah tarafından ilham olunuyor, ilhamla konu şuyorsa da bu ilham' kitap ve sürınete vurmas ı lâzımdır. Çünkü masum de ğildir. -

Bazı kimseler velinin mahfuz (korunmu ş) olduğunu iddia etmişlerdir. Hakim-i Tirmizi de bun.a i ş aret etmi ştir. Ama bu da bat ıldır, sünnete ve icmaa aykırıdır. Bütün veliler kitap ve sünn.ete muhtaçt ırlar. Resuliin sünn.etiyle tartma ğa mecburdurlar. Resulün hadislerine uyan i şler doğrudur, uymıyan yanhştır. Sonra bu hâtemu'l-evliya tabiri mevhum bir mertebedir. Çok kimseler bunu kendileri ve şeyhleri için, iddia etmi şlerdir. "Fusus sahibi ve ben.zerleri, velinin Allah'tan vas ıtasız, nebinin ise vas ıtah yoldan. vahiy aldığını ; bu bakımdan hâtemul-evliyan ın daha üstün olduğun.0 iddia etmi şlerdir. Bu da tamamen yaland ır. Çünkü veli, ancak resulün tavassutiyle Allah'tan. al ır. s

"Allah'ın, kullariyle konuşması üç türlüdür: 1) Perde arkas ından, Musa ile konuştuğu gibi; 2) Elçi göndermekle, pey ğamberlere melekleri gönderdi ği gibi; 3) vahyet ınek suretiyle. Bu sonuncusunda velinin de n,asibi vard ır. Fakat ilk iki mertebe pey ğamberlere mahsustur. Veliler, dini resulden. al ırlar. Nasıl vasıtas ız Allah'tan allyorlarm ış ? Ve bu alış nas ıl daha üstün oluyormuş ? Onlar ne Musa'nın konuşması makamına erebilirler, ne de peygamberlere indiği gibi melekler gelir kendilerine. "Bu iddiada olanlar daha da ileri giderek hatemul-evliyan ın bazı bakımlardan hâtemul-enbiyadan üstün olaca ğını da iddia etmi şlerdir. Bunu Ebu Abdillah veya ba şka tanınmış şeyhler söylemi ş değildir. Çünkü o, bu gibi iddiayı ileri sürmekten ve bu aç ık küfrü iftira etmekten yücedir. Fakat o bir karış hatâ etti, onun, hatâs ı üzerine yürüyüp küfür olan şeyleri söylediler. Bundan kötüsü de var: ibrıu'l-Arabi, veliler ve resuller, velâyetleri bak ımından. hatemul-evliyaya tabidirler, onun, mi şkâtmdan nur ahrlar iddias ında bulundu. Bu iddia aklen ve dinen. bat ıldır. Çünkü önce gelen, sonra gelenden, peygamberler de ba şkalarından bir şey almaz. ilinul-Arabi, hâtemul-evliyanın, Allah'ı bilme hususunda hatemul-eribiyadan. ileri oldu ğunu; hâternu'l enbiyanın. yalnız teşri'de onu geçti ğin,i söylemi ştir. Bu, sap ık felsefecilerin, sapık mutasavvıflarm ve mütekellimlerin-ki bunlar ilmi konularda resullerden. üstün olduklarını , peygamberlerin. ancak dünyada insanlar ın, salaln için 1 Butiüri, Feçlrı'ilu's-şahabe, 6; 1bn kIanbel, VI. 55.

54; Müslim, Fesiü'il, 23; Tirtni0, Menüldb 17;

291


şeriat getirmekte tekaddümleri bulundu ğunu iddia etmişlerdir-i şte bu, onların düştükleri küfürden daha büyük bir küfürdür..."' "Ibnu-l-Arabi'ye göre Hz. Muhammed: "Adem su ile çamur aras ırıda iken ben peyğamberdim" demiştir. Ötekiler yarat ılmazdan önce o pey ğamberdi. Işte hatemul-evliya da onlar henüz su ile çamur aras ında iken. veli idi. Bu açık bir yalandır. Din imamlarm ın icmaına aykırıdır.Çünkü Allah, e şyayı var olmazdan önce bilmi ş ve takdir etmi ştir. Bir şey ancak var oldu ğu zaman hakikatiyle var olur. Bu hususta pey ğamberlerle di ğerleri aras ında bir fark yoktur. Hz. Peyğamber'in hakikati de kendi yarat ılmazdan önce mevcut değildi. Onun. hakikati, Allah bildi ve takdir etti manas ında vardı. "Adem su ile çamur aras ında iken ben pey ğamberdim" sözünün. de asl ı yoktur. Hadis erbabından hiçbiri bunu trivayet etmemi ştir."2 Ibnu'l-Arabi'nin nübüvvet ve velâyet hakk ındaki görüşünü ele ştiren Aliyyu'l-Kari de ken.disini hâtemul-evliya yerine koydu ğundan onu küfür ve zındıklıkla itham etmi ştir.' Buraya kadar mesele üzerinde iki taraf ın da görüşlerini serdetmi ş bulu. nuyoruz. Önemli bir sorun daha kar şımıza çıkmaktadı r: Hakim'i Tirmizi, Re. sulullah'tan sonra onun yerine k ırk kişinin kaim olduğunu, bunlar tükenince bir kişinin, hepsinin yerini alaca ğını ve bunun, velilerin. sonuncusu oldu ğunu söylüyor. Demek ki o zamana kadar henüz bu k ırktan ba şka ümenâ, evtad ve kutub tabirleri yoktu. K ırk kişi topluca i ş görüyorlard ı. Bunların kutbu yoktur. O halde bu tabirler sonradan. ç ıkmıştır. Ve sonradan bunlar ın hepsinin başı olan. veliye kutup denmi ştir. Kutup, kırklar, yediler, üçler her zaman mevcuttur inanc ı yerleş mi ştir. Halbuki Hakim-i Tirmizi'ye göre sonrakilerin kutup dedikleri, kırkların sayılarının inkıraziyle kıyamet° yakın gelecek ve velilik mertebesini kapatacak olan hatemu'l-evliyad ır. e. Ayetlerin bu yönde tefsiri: L.5":

_ • ı-LÜ-1

C.° _C,.

j

oraya sabit dağlar yerleştirdik."

4

j

.•

yeri döşedik ve

âyetindeki ravasiy kelimesini sufiler ev-

liya anlamında alırlar. Arz yarat ıklar, dağlar da velilerdir. Allah velilerle yaratıklararmı tutar, onlarla belây ı defeder. Velilerin üstünde evtâd, evtâ1 'bn Teymiyye, MeZbehul-Ittih3diyyin, s. 115-123 alatmu'l-Avliy[t ekinde, s. 506— 508.) 2 ihn Teymiyye, aym eser, s. 126-127 alatmu'l-Avliy3 ekinde, s. 508-509) 3 Bkz. Risale, s. 71-72. 4 R.af Sûresi: 7.

292


dın üstünde de ravasiy vard ır. Bir felâket zamamnda kullar ın mercii evtâd, evtâdm. mercii ravasiydir. Ravasiy. Allah' ın. seçkin velileridir'. ı. O

;

»2

âyetindeki C43

••

sözünden ravasinin, umum velilerin üstünde, onlar ı idare eden kimseler olduklarını anlamışlardır. Bu ravasiyi kutup idare eder. Kutup bütün velilerin kıvamıdır. Ravasiy kutuptan, a şağı olan velilerdir.3 Sufiler bu görüşlerini şu hadise dayandırırlar: "Bu ümmet içerisinde kırk kişi İbrahim meşrebi üzerinde, yedi ki şi Musa me şrebi üzerinde, bir ki şi de Muhammed (s.a.v.) me şrebi üzerinde bulunur. Bunlar mertebelerine göre in.s anlamı efendi siderler".4 Bu hadisin sıhhati üzerinde münaka ş alar yapılmıştır (Şevkâni, s. 245-49). Hadisin sahih oldu ğu kabul edilse dahi Hakim-i Tirmizi, ayn ı anda bütün. velilerin. bulunaca ğı manasında değil, kırk kişinin gittikçe inkıraz bularak bire inece ği manasında anlıyor. Fakat ondan sonra gelenler ş öyle diyorlar: "Budelâ kırk kişidir, ümena yedi kişidir, hulefa üç kişidir, kutup bir kişidir. Kutup bunların hepsini bilir ve idare eder. Ama kendisini kimse bilmez ve idare etmez. O, velilerin imam ıdır. Hulefa da yedileri bilir ve idare eder. Yediler de kırkları bilir ve idare ederler. Fakat k ırkları ümena ve hulefay ı bilmezler, ümmet aras ında bulunan. di ğer velileri bilirler. Di ğer veliler de k ırkları bilmezler. Ş ayet kırklardan biri ölürse ümmet aras ında bulunan öteki velilerden, biri onun yerine getirilir. Yedilerden biri ölürse k ırklardan biri yerine getirilir, üçlerden biri ölürse yedilerden biri yerine getirilir. Say ıda tek, fakat bütün mahlökat ın sayısına derık kutup ölürse, yerine üçlerden biri getirilir, bu Allah' ın. izniyle kıyamete kadar böyle sürüp gider." 5 "Cenab ı Hak âlemi yaratıp ihtilâflar meydana getirince nübüvvet ve velâyet mertebelerini de izhar etti. Baz ı temiz kişileri ilhamlarma, seçti. Bunlara zatl ık birliği sultanını indirdi. Kimi bu mertebeye erince art ık insanlık hüviyetirıden fani olup Hakk' ın. lâhöt âleminde kald ılar. Işte bunlar ebdal, ümena, urefad ır. " İyi bilin ki Allah'ın velilerine korku yoktur ve onlar üzülmiyeceklerdir." 1 Hakaik varak 121a, b. 2 Fussilet Süresi: 10. 3 Hakaik varak 225a. 4 bn-am Ahmed ibn Hanbel'in Kinbu'-Zuhd'ünde bu hadisin sahih, hatt3 mütevatir olduğu söylenmektedir. Beyan edilen çe şitli mütal3alardan bu hadisin sahih oldu ğu kanaati uyanmaktadır (Bkz. Muhammed ibn a ş-Şevkani al-Fevüidu'l-Meemüca s. 245-49, Kahire, 1380/1960). 5 Haknk, No. 77, varak 67a.

293


"Bazıları da hem zahir hem batın mertebesinde kemale erip ikisinde de istikrar buldu ve Allah' ın halifesi oldular. Mülk, meleköt, ııâsût ve lâhûtâlemlerinin. bütün mertebelerini kavrad ılar, Hakk'ın terbiyesinde yeti ştiler, kudsi kuvetle peki ştirildiler, çe şitli mucize ve kerametlerle gönderildiler. Işte bunlar peygamberler ve ir ş ada memur velilerdir." Bu hatmul-evliya görüşü hakkında sufiler aras ında bir birlik yoktur. Herkes bu görüşü kabul etmi ş değildir. Bursalı İsmail Hakkı, her asırdaki kutubun hatm olduğun.0 söylemektedir: "Bil ki Allah, âlemi halife ile, hazineleri hatm ile muhafaza etmektedir. Hatm, her as ırda yaln ız bir tane olan. kutuptur. Ba şlangıç Adem Aleyhisselgim ileydi, hitam da İsa Aleyhisselâm ile olacaktır." Demek ki son. veli, kıyamete yakın gelece ği haber verilen İsa Aleyhisselâm kabul edilmektedir. 4—Insan

görebilir mi?

Ehl-i sünnetin itikad ırıa göre Allah dünyada görülmez. Ahirette lere görülecek ve mü'minler, cennette O'nu, dolunay ı gördükleri gibi göreceklerdir. Mutasavvıflara göre insan dünyada Allah'ı göremez ama varlığını Tan.rı varlığında yitirir, ilk ilöhi varlığına dönerse o zaman Allah' ı görür ki o takdirde de görenle görülen bir oldu ğu için gören kalmaz. Yani insan Tanr ı varlığına geçtiğin.den, Tanrı'yı yine Tanrı görmüş olur. Tanrı'yı Tanrı 'dan başkası göremez. Serrâc, sufilerin hatâlarından bahsederken bu noktaya da i ş aret etmiş ve: "Şam'dan, bir topluluk, dünyada kalble görmenin, âhiretteki gözle görme gibi olduğunu iddia ederler. Tanrı ehli, kalble görmeyi iman, mü ş ahedesi ve gerçek yakin manas ında anlıyorlar. Nasıl ki Hârise: "Sanki Rabb ımın arşım açıkça görüyorum" 3 demiştir. Bazı kimseler yemeyi içmeyi terk ederek halvete çekilmi ş , yaptığnı da beğenmiş , ş eytan. kendilerini avlann ş : Allah'ı bir taht üzeriıı.de oturuyor, nurlar etrafı kamaştınyor şeklinde göstermi ş , onlar 1 Nabeivni, al-Fevritihu'btlrihiyye, s. 9. 2 lifibu'l-Bey.n, I. 93. JS-

Lş:k11

jıb j

(*.ı l (k1 j rYı....JI 4.4 14..51;

3 Tj

j

31.41 :315' Bu hadisi Bezzar zay ıf' bir senedle Enes'ten rivayet

eder. Taberâni, al-Muceemu'l-Kebir'inde abIlaris ibn Malik'ten rivayet etmi ştir. Onun da senedi zarfur. (abLuma cs. 561).

294


da gerçekten Allah' ı gördüklerini sanmışlar. Bu hali hocalarma sorduklar ı zaman. hocaları onlara gerçe ği göstermi ştir. Bir gün müritlerinden biri Sehl /bn Abdillah'a demi ş ki: —t)stad ım, beri her gece Allah'ı bu baş gözümle görüyorum. Sehl, bunun düşman tuzağı olduğunu anlamış , demiş ki: —Sevgili oğlum, bu gece onu görürsen yüzüne tükür. Hakikaten adam, gece yine görünce yüzüne tükürmü ş . Bir de ne görsün: Tahtı uçmu ş, nurları kararmış , adam o halde"' kurtulmu ş . Yine bunlardan bir topluluk, kendilerine mücahede, ibadet, helâ1 yeme ve dünyadan yüz çevirme emretti ği için Abdu'l-Vahid'den kaçmışlardı. Bir gün. Abdu'l-Vahid bunlardaıı birini gördü, hallerini sordu. Adam dCdi ki: —üstad, biz her gece,cennete giriyor, cennet meyvalar ından yiyoruz. Abdu'l-Vahid, —Bu gece beni de yamn ıza alın dedi. Onu da alıp çöle götürdüler. Gece bas ınca birden yeşil elbiseli kimseler çıktı, bahçeler, meyvalar. Abdu'l-Vahid bu ye şil elbiselilerin ayaklar ına baktı, hayvan t ırnakları gibi olduğunu görünce şeytan olduklarını anladı . Dağıdalacakları zaman bu adamlara dedi ki: —Nereye gidiyorsunuz ? tdris peygamber cen.nete girince bir daha ç ıktı ıııı ? Bu söz üzerine orada sabahlad ılar. Ortalık ağarınca baktılar ki hayvan. pislikleri, eşek fışkıları ile dolu bir mezbeledeler. O halden teybe edip Abdu'l-Vahid'in sohbetine döndüler: "Kimi de kalbe doğan nurlarm, Allah' ın keridi zatım vasfetti ği nur olduğunu, güneşin ve ayın n.urunun da bu nurdan oldu ğunu sanır, bunları yaratıhnış tevhid ve azamet nurlar ı zanneder. Bu hatM ır. Çünkü bu rıurlar yaratılmıştır. Arş nuru, kürsi nuru, güne ş ve ay nurları hep yaratılmış nurlardır. Allah'ın nuru, sırurlı ve yarat ılmış değildir. Allah'm nuru idrak edilemez. "Kul bilmelidir ki dünyada gözlerin gördü ğü bütün nurlar yarat ılmıştır. Allah ile onlar aras ında bir benzerlik olmad ığı gibi onlar Allah'ın sıfatı da değildir. Kalblerle Allah' ı görmek, yakin ve tasdik manasmad ır. Yani görür gibi inanmaktır. Nitekim Hz. Peygamber: "Allah'a görür gibi ibadet et"' demiştir."2 İbnu'l-Arabi şöyle diyor: Yüce Allah'ın zatı bilinmez, görülmez, dü şünülemez, idrak edilemez. Zira görenin gözünde kffinat ın izi vardır. Ne zaman 1 Bulıürl, /man 37; Müslim, Iman 1, 5, 7; Nesg, Iman, 5, 6 2 al-Luma' s. 544-48.

295


insan yok olur da baki olan kendi kendine baki kal ırsa o zaman görülür ki o takdirde de gören yine Tanr ı'dır. Bundan dolayı kitap ve sünnet, Tanrı'yı

.

görmenin âhirette olaea ğmı söylemiştir. Burada Musa _A:2j 1 L; j L,.>

-•-

d„I_J 1 Rabbim bana görün, sana bakayım"' dedi de Allah:

Rabbı dağa tecelli edince..." 2 dedi. Tanrı'lığı görme ğe

'•

••••

hiç imkan, bırakmadı :

e

1

Gözler O'nu görmez, O gözleri görür"

9

3

,

••••

• 9

ı

namıyaeağını haber verdi. Do ğrusu budur. d 1

J

,

(( j_j4,, 4_1> : O gün baz ı yüzler sevinçle Rabbine bakar." bazı kimselerin de

.3, • -

-9,

: Ay ı gördüğünüz gibi Rabbinizi göreceksiniz"

.14 J,

°J

buyurmuş ,

1,5—

"„...511 -Y ı ji jp

e4.1A1; •51

‘„,.931

Zinio jp .11

A; j J.4 cj

-e

4

ı4

Güneşi gördüğünüz gibi Tanrı'nın göreceksiniz."' bu-

Zı t,

L:J )1

-

demiştir. Başka bir hadiste de:

6

yurmuştur. Müslim'de bulunan sahih bir hadis de ş öyledir:

j* I

J,

Rabbi görmekten perdelendiklerini duyurmu ştur : • z•-• •- • • ... 5Cr Hayır onlar o • j-t. Cj-P

gün perdelenmişlerdir." 5 Resul Aleyhisselâm da: J4-;z1i ) J.;

. Ujj

jı o

9

. 1 4_5"-j „U - J J dedi. Mi ile söyledi. kendisinin, kavra-

o ı:i5p

1:.;)

Rab haşir günü bir grup insanlara tecelli eder,

"Ben sizin Tanr ınızım" der. Derler ki : "Senden Allah'a sığnurız. Rabbimiz gelinceye kadar biz burada duracağız, Rabbimiz gelince biz O'nu tan ım." Yüce Allah onlara, bildikleri suretinde gelir, "Ben sizin Rabbinizim" 1 A'raf Süresi: 143. 2 Aynı âyetin devamı. 3 Eıa'am Süresi: 103. 4 Kıyamet Süresi: 22. 5 MutaffiLm Süresi: 15. 6 Müslim, II. 703, Fuad A. Baki nevi 1375/1956. 7 Bubürf, Mevülsit, 16, 26, EMn, 129, Rilsak 52, Tevlıid 24; Ebil Düvfıd Sunne 19; Tirmiii, Cennet. 16; Ibn kIanbel III. 16, 17, 26, 27; Müslim, Mesacid, 211, 212.

296


der. Derler ki: "Sen Rabbimizsin". Onlara görünen ancak Rabdir, ancak Rabbi tanıdılar, onlara Rabden başkası, hitabememi ştir." '" 2 Sadereddin Konevi de bir toplulu ğun sapıklığa düşüp Tanrı'yı gördüklerini sanmışlardır. Oysa Tanrı'nın belirli bir sureti yoktur. Tanr ı bütün. suretlerden müezzehtir demi ştir3. Bütün bunlardan anl ıyoruz ki mutasavv ıflara göre insan, be şer olarak dünyada Allah' ı göremez, âhirette görecektir. Fena fillah halinde görme olursa da bu halde insan kendi varl ığından Tanr ı varlığına geçtiği için Tanrı'yı gören, yine Tanr ı'dan ba şkası değildir. 5—Insamn Alın Yazısı (Kaza ve Kaderi): Vukua gelecek olayları Allah'ın Levh-i Mahfuzuna tesbit etmesine kaza, zamam gelince bu olaylar ın meydana gelmesine de kader denir.4 Kaza ve kader Allah'ın programıdır. Bu, O'nun ilim, kudret ve irade s ıfatlariyle ilgilidir. Kaza ve kader meselesi, çok güç bir meseledir Bu mesele üzerinde çok münakaşalar olmuştur. Bu konuda ba şlıca üç görü ş birbiriyle çarp ışnuştır: 1—Ehl-i Sünnetin görü şü: Elh-i Sünnete göre bütün i şlerin yaratıcısı Allah'tır. Allah ezelde ne meydana gelecekse hepsini bilmi ş , dilemiş ve yaratmıştır. Allah, kul dünyaya geldi ği zaman kendisine verilen irade ile hangi yöne gidece ğini bilmiş ve o bilgiyle kulun i şini takdir etmi ştir. Bu takdir, kulun iradesine göre oldu ğundan kul sorumludur. 2—Mu'tezileye göre insan kendi i şlerini yapmakta tamamen serbesttir. Allah o işleri ezelde takdir etmemi ştir. Allah'ın kötüyü yaratmas ı caiz de ğildir. Kul, kendi i şinin yaratıcısıdır, bundan dolay ı sorumludur.' 3—Cebriyyeye göre kul, bütün i şlerinde mecburdur. Yapt ığı işlerde kulun hiçbir rolü yoktur. O, rüzgâra kap ılmış bir yaprak gibi Tanr ı iradesinin estiği yöne savrulur.6 Mutasavvıflar, ehl-i sünnetin içinde bir gurupturlar. Yaln ız kader hususunda cebre en yak ın noktada bulunmaktadırlar. Onların Allah sevgisi, fena 1 Müslim, İm'am, 81 2 Hınu'l-Arabi, vr. 57a; Kitülıu'l-Fena'i fil-Mu şühede, vr. 15b. Escad Efendi ktph. No. 1655. 3 Nihad Keklik, Allah Kainat ve Insan, s. 132 (Konevi, al-Hadis (2-5) 49b, (7) 33b.) 4 Sırrı Paş a, Nakdu'l-Kelâm fi Akaidi'l-Islâm, /stanbul, 1324, s. 117. 5 Ayııı, 11. 6 Bkz. Prof. Ne ş'et Çağatay-Doç. Dr, İ. Agah Çubukçu, islam Mezhepleri Tarihi I. 115. Ankara, 1965.

297


fillah duygusu, kendilerini zorunlu olarak bu noktaya getirin Ilk mutasavv ıflar basitçe her şeyi Allah'a havale ediyorlar, ameli elden b ırakmıyorlar, yap ılan en küçük günaha son derece üzüntü duyyurlard ı . Sonradan gelenler, bu meseleyi daha felsefi aç ıdan izaha çalış mışlardır. Kaş ani'ye göre kaza, vukua gelecek bütün olaylar ın, külli bir şekilde levhi mahfuz denen külli ruha tesbit edilmesi; kader de vakti gelince bunlar ııı vukubulmas ıdır. Kazanın yeri ceberut âlemi, kaderin yeri şehadet âlemidir. Kaza, Tanrı'nın ilk tecellisinden has ıl olmuştur. KWh ruha olan bu ilk tecelli, bizim sabit aynlar ımızın istidat ve kabiliyetlerine göre şekil almış ve bu yüzden farkl ıhk göstermi ştir. İnsanların amel yününden farklı oluşlarım mutasavvıflar istidad ile izah ediyorlar : "Insan ruhlar ı ilk yarat ılışta farkl ı durumlarda bulunmu şlardır Temizletafet ve Allah'a yak ınlık bakımından ruhlar ın aralarında dereceler vardır. Her ruhun bulundu ğu derece, onun, istidad ın,ı meydana getirir. Bu istidad, bazı işlere yatkın, bazılarına yatkın, değildir."' Futuhat' ın 296 ne' babuıda Allah'ın ezeldeki ayn-i sabitelere tecellisini şöyle bir benzetme ile anlat ıyor: "Güne şin ışığı ayda göründü ğü zaman, ay ın mahiyetine uygun bir hal alır. Gerçi aydaki ışık da güne şin işığıdır ama ayın istidadına göre şekil almıştır. I şte Allah' ın, kullardaki tecellisi de böyledir. Kullardan zuhura gelen bütün fiiller, gerçi Hakk' ın kudretinin tecellisiyle olmaktadır ama bu kudret, ayna durumunda olan fertlerin kabiliyetine göre şekillendiğinden kul mil-" kellef ve sorumludur.".2 Tohumda ağacın ş ekli gizlidir ama o ş eklin ortaya çıkması, tarladan tarlaya fark gösterir ve birtak ım sebeplere ba ğlıdır. İşte tarlanın veya elveri şli olmayışı insan kabiliyetini temsil eder. Sebepler ise insanda bulunan ilim, kudret ve irade gibi sebeplerdir. Hakk' ın tecellisi kaza ise kuldaki kabiliyyet ve sebepler ortam ı da ihtiyard ır. Kaza cebre, sebepler ihtiyara ba ğlıdır. O halde fiil, cebir ve ihtiyar karmasurdarı meydana gelmektedir. Filin, özü Hak' tan, şekli bizdendir. Sorumluluk da bundan olmaktad ır. Kaş ani şöyle diyor: "Idrak, ilim, kudret ve irade insan ın kendi nefsinde bulunan fi'le etkili sebeplerdir. Ilim, bir ş eyirı suretirıin nefiste has ıl olmasıdır. Idrak, bir şeyi dış veya iç duyularla algrlamakt ır. Kudret, fi'li yap ıp yapmama yetene ğidir. 1 Krış3nt Kaza ve Kader hakk ında bir risale, Ayasofya, No. 4875, varak 96b-103a. 2 Mesleku't-Tacrif bi Tabkikrt-Teklif calgı Meşrabi Ehli'l-Keşfi va' ş- Şuhild al-Kaillne bi Vabdetil-Vuefid, Ramidiyye, No. 1440, varak 3b.

298


Irade, fi'li yapma veya terk etme azmidir. Biz bir ş eyi algılaymca onu biliriz. Bilince de akıl veya vehm ile o şeyin bize uygun olup olmadığına hükmederiz. Fiil bize uygun ise onu yap ırıak için bizde bir istek uyan, ır. Bu istek kudrete eklenin.ce fiil, ihtiyar ile vacibolur. Yani bizim sorumlulu ğumuz, bir şeyi istemekten, ve iste ğin kudrete biti şmesinden ileri gelmektedir... Ibtilâ, bize yaz ılan ve bizim tabiatımıza konulan kaderin bizde meydana gelmesindedir."' BaMu'd-din Nak şibend de kaza ve kaderi ezdi istidad ile halletme ğe çahşır.2 Kaza ve kader konusunda bu istidad ve ayn-i sabite meselesi de pek tatmin edici sayılmaz. Mutasavvıflar -ehli sünnet de takriben ayn ıdır- genellikle herşeyin ezelde takdir edildi ğine inanırlar, fakat tatbikatta günahtan ötürü kendilerini kınarlar, üzülürler. Yoksa kaza ve kaderi şehvetlerine bir mesnet yapmazlar. "Ama teklif bakımııı.dan insan. nefsini ayıplıyacaktır. Çünkü kendisinden zuhura gelen kötülü ğü Allah takdir etmi şse de on.0 kulun ayn-i sabitesine göre takdir etmi ştir. O halde kötülüğü insanın., nefsine mal edip onu ay ıplaması gerekir. kdem, kaderin s ırrını bildiği için "Rabbimiz, biz nefislerimize zulmettik" dedi. Iblis bu s ırrı bilmediğinden cebri ortaya at ıp kendisinden gelen. kötülüğü Hak'tan. bilerek nefsini temize ç ıkardı. Ve n.efsine yalan söyle.; miş oldu. Zira bu onun ayn-i sabitesil ıde vard ı. İblis'in. isyanı , kendi ayn-i sabitesinden geliyordu. Allah onu görmü ş ve fi'li ona göre takdir etmi ştir. Bin.aenaleyh kendinde zuhur eden kötülükten dolay ı nefsini kötülemiyen, Allah takdir etti ği için bun.0 yaptım diyen, ş eytana uymu ş -ve Allah'a iftira etmiş olur. O bilmiyor ki kaza, kulun. aynine göredir. Rivayete göre Hz. Ömer'e bir hırsız getirildi. Ömer: "Seni h ırsızlığa sevk eden nedir ?" dedi. Hırsız: "Allah'ın kazası ve takdiridir" deyince hemen onun. elini kesti ve bir de celde vurdu. dedi ki: "Hırsızlık ettiğin için elini kestim, Allah'a iftira etti ğin için de seni dövdüm."3 Mutasavvıflar, kaza ve kader meselesinin. pratikte iki önemli faydas ı üzerinde dururlar: I— Kaza ve kadere inanan kul, kendinden meydana gelecek iyi amelleri kazasına mal edip rıefsin.e gurur ve kibir payı bırakmaz. Çünkü bu işleri kendisi de ğil, kendisinde Allah yapm ıştır. Kendisinin kibirlenmeğe hakkı yoktur. 1 K4.1., anılan eser. 2 RisFile fi Valıdeti'l-Vuefid, varak 65b-66a. 3 Balt Efendi, Risisıletu'l-Kadai

Dâru'l-Megnevl, No. 55 /2.

299


2— Ba şına gelen bir felâketten üzüntüye dü şmez, yine işi Allah'ın takdirinden bilerek ruhi buhranlardan kurtulur, teselli ve huzur bulur. Onun için, iriançh insanlar ın intihar ettiği görülmüş değildir veya pek nadirdir. Zira "Kadere inan.an, kederden emin, olur." Kaderle ilgili âyetlerin, tefsirlerinde bu husus aç ıkça görülür. Bunlardan, bir iki örnek vererek konuyu bitirelim: (( • • • r

"4-;

Yusuf bugün azarlanacak

değ ilsiniz, Allah sizi affeder, O merhametlilerin merhametlisidir dedi." Bu âyeti Ebu Osma ıı, ş öyle izah ediyor:"Günah i şliyen günahından dolay ı ayıplanmaz. Yusuf karde şlerine: "Ben sizi nas ıl azarlarım ki benim zindana girmemi Allah ezelde dikmişti. Nitekim ben de kusur edip (zindan.dan kurtulan arkada şıma) beni efen.dinin yan ında hat ırlat demi ştim. Ş imdi ben nasıl kendi gün.ahımı unuturum da sizi tekdir ederim?" Şah ibn. Şuca' ise şöyle diyor:"Insanlara Hak göziyle bakan,, onlara muhalefetten kurtulur. Insanlara kendi göziyle bakan, gün.lerini onlarla çeki ş mekle geçirir. Görmez misin. Yusuf, ezeli kazaya vak ıf olunca nas ıl karde şlerinin özrün.ü kabul edip "Bugün azarlanacak de ğilsinniz." dedi".2 - t ,. j Eğer ° 3:21:S Lıf ° '51) • Rabbın dileseydi, yeryüzünde bulununlar ın hepsi iman ederdi." «

Vasıti diyor ki: "Cenab ı Hak bu âyetle övmeyi ve yermeyi kald ırmıştır. Özürlüye, özürsüze; ş aki ve saide bir ş ey yoktur. Bunlar ın hepsi, Allah' ın ezeldeki irade ve me şiyyeti gere ğidir."4 Vasıti'ye göre ne iman. insan ı Hakk'a yakla ştırır, ne küfür Hak'tan uzaklaştırır. Geçen, ezelde geçmi ştir. Şekavet ve seâdet, küfür ve iman gerçek degil, birer i ş arettirler. Hakikat, ezelde O'nun sab ık ilmindeki kazasıdır ki: saâdetle kimseye ikram etmiyecek, ancak kendi fazl ına, keremine yakla şmağa ehil kıldığı kimseye ikram edecektir, diye ezelde takdir etmi ştir. Küfrü şekavetin i ş areti yapmıştır. İman ikramın ta kendisi, küfür de azabm kendisidir, uzaklaşma ve lânet, ş ahididir."5 Bir su ile sulanır."6 "Küfre de imana da kuvvet 1 Yusu Sûresi: 92. 2 I-Jakrt'ik, varak 137a. 3 Yunus Sûresi: 99. 4 ljaWik varak 104a, b. 5 ljaknk varak 148a. 6 Raccl Sûresi: 4.

300


veren, ilahi tecellidir. Bu tecelli, herkesin. kabiliyetine göre şekillen.ir. Ayn ı su ile sulan.an. a ğaçlar aynı meyvayı vermezler. "Gül, bevl ile sulansa da gül bitirir; Ebucehil karpuzu da gül suyu ile sulansa yine Ebucehil karpuzu verir."' 6— İnsanın Uhrevi Hayatı : Cennet ve Cehennem Mutasavvıflara göre cennet Allah' ın rahmeti, cehennem de Allah' ın gazabıdır. Rahmet, varl ığın aynıdır. Varlık nurdur. Yokluk ise zulmettir. Mutasavvıflar, ahirette cesetlerin dirilip ha şrolaca ğmı inkâr etmezler. Fenarrnin ke şfiııe göre yokluktan varl ığa çıkan. cevherler ve canl ılar yok olmaz. Cenabı Hakk'ın takdiriyle onlara ar ız olan suretler de ğişir. Bu suretler, bidayette haz ırlamp kuru otun ate şi kabul etmesi gibi ruhu kabul etmi şlerdir. İşte öldükten sonra berzah (geçi ş) âleminde de cesetler ruhu kabul edecek şekilde hazırlanacak ve İsrafil Sur'a ilfleyince bedenler ruhu kabul edecek duruma getirilecek, ikinci üflemede müstaid duruma gelmi ş olan bedenler ruhlarını giyip kalkacaklar, ruyadan uyan ır gibi uyanacaklard ır.2 Ha şr hem ruhani, hem cismani olacakt ır. Haşrin. yalnız ruhani olaca ğım söylemenin, cehalet olduğunu söyliyen Fen,ari, âyetlerin, ve hadislerin zahirine dayanarak tenasühe sapanlar ı da eksik görmektedir.3 Zahiri nimetlerin bulundu ğu ameller cenneti mevcudoldu ğu gibi man.evi nimetlerin bulundu ğu ruhani cennet de vard ır. En. makbul cennet, ruhun yiice bilgilerle beslendi ği ruhani cennettir. Sadreddin Konevi, Fatiha tefsirinde cennet nimetleri ııi ve bunlardan yararlanmalar ı çeşitlere ayırır. Ona göre said (mutlu) lar, cennette suretleriyle değil, ruhlariyle gıdalamrlar. Çünkü onlar, suri nimetleri gerektiren, ameller cerınetin.e gönderilmezler. Bunun. aksine âbidler ve zahidler, Allah' ı bilmediklerinden ruhlar ı , ruhani nimetlerden pek az zevk al ır. Zira onlarla Allah' ın ilmi mertebeleri aras ında bir münasebet yoktur. İrfan sahibi de ğillerdir. Onlar, amelin ötesine geçmemi şler, ameli gaye bilip onda fani olmu şlardır. Bir de üçüncü bir grup var ki ilimle ameli cemederler. i şte bunlar, hem ilmiıı hem de amelin tam zevkini tadarlar. Bunlar, peygamberler ve onlara tam varis olan yeti şkinlerdir. Bunlar, hem ruhani, hem de suri nimetlerden istifade ederler.4 Mutasavvıflar, cehennemi Allah' ın gazab sıfatın ın eseri görürler. İlimden uzak kalmak, kötü huylarm esiri olmak da bu gazap cehenneminin bir dereeesidir. Ebedi gazab, âhiretteki cehennemdir. Gazabm bu halini bize pey ğam1 1:lakrı'ik varak 91a. 2 FenEtri, cAynu'l-Acyan, s. 229. 3 Aynı. 4 Konevi, i'caz, 70a.

301


berler haber vermi ştir: 4,1:,ş, 44;

-L; ,;.-W

Allah bugiin öyle k ızdı ki bundan önce hiç böyle

A.L'A 0..bv

k ızmam ıştı, bundan sonra da hiç böyle kızmayacakt ır." Allah'ın rahmeti gazab ıru geçmi ştir. E ğer rahmeti gazab ından üstün olmasaydı , yalnız Adem'in ş ahsi-ada yapt ığımız gün.ah bizi yok etme ğe kâfi idi. Nitekim Yüce Tanr ı : "Eğer Allah insanları yaptıklariyle cezalandırmış olsaydı yeryüzünde bir tek hayvan bile b ırakmazdt".2 buyurmu ştur. Allah'ın rahmeti dolayısiyle o âdil Hakimin saltanat ı kıyamet gününe kalmıştır. Şayet âdil Hakimin, saltanat ı burada zuhur etseydi, kimse kimseye tecavüz edemez, zulmedemez, günah i şliyemez, iftira edemezdi. İnsanlar bir tek ümmet (ş ahıs) olurdu. O takdirde de iki kabza (gazap ve rahmet) mertebesi kemal bulmaz, Allah' ın. isimleri ve sıfatları kemaliyle meydana ç ıkmazd ı. Halim, ğafur belli olmaz, kötülük iyili ğe de ğişmezdi. İşte adalet saltan.at ı11113, geri kalması , dünyada gazab ın hükmünün meydana ç ıkmasına ve rahmetin gazabı geçmesine imkân vermi ştir.3 Dünyada geri kalan gazabm hükmü, âhirette meydana ç ıkacaktır. Gazabın da iç yüzü rahmettir. Kor ıevrye göre cehennem de yine Allah' ın gazab ı içindeki rahmetidir. Çünkü Allah kullanın temizlemek için cehennemi yaratmıştı r. Gazab ı tathir (temizleme), vikaye (koruma) tekmil (olgunla ş tırma) için diye üçe ayıran Konevrye göre kangren olan uzvu kesmek zaruridir. Doktor, hastan ın haline hastadan çok üzülür ama hastay ı kurtarmak için ba şka çaresi de yoktur. Baba, çocu ğun faydası için on.0 döver. Çocuk bunu gazab görür ama baba açısından bu gazab rahmettir, gazab şeklinde görünür.4 ibnu'l-Arabrnin cennet ve cehennem hakk ındaki düşünceleri şöyledir: Cennet ve cehennem yarat ılmıştır. Cehennemin ate şi, azab ı başka bir âletten değil, insanlardan ve insanların tanr ı edin.dikleri ta şlardan.dır. Cinler cehennemin alevidir. Yüce Tanr ı : yak ıtı insanlar ve taşlardır" ,5 :

S.Ş...->rı I j -

--

Onun

£5451

F Siz ve Allah'tan başka taptıklanntz cehennemin odu-

1 Butırırii, Enbiyii 3, Tefsiru Sure 17 /5; Müslim, Iman, 327; Tirmiii, IÇ. ıyrıme 10; Ibn Banbel II. 435-36. 2 Fatır Süresi: 45. 3 lonevl, Iceaz, 109b. 4 Aynı eser, varak 110a, b. 5 Bakara Süresi: 24.

302


...

nudur." fi ,

o

9

...

9

j

3

o9

e

(;) jefiLil

,..A

.

.

Onlar azgınlar ve İblis'in askerleri hep beraber oraya (cehen-

neme) fırlatıltrlar." 2 demiştir. Cehennemin kendisinde elem ve azap yoktur. Ondaki elem ve ızdıraplar, oraya girecek insanlar ın ve cinlerin yaptıkları amellerden meydana gelir. Bu azab ı insanlar ve cinler oraya girdkileri zaman duyacaklard ır. Ciin.kü onların beraberlerinde götürdükleri amelleri, o .şekli alacakt ır. Yoksa cehenımm ehli cehenneme girmezden önce cehennemin ne kendisinde, ne de meleklerinde bir azap yoktur. Cehennem ve içinde bulunan zebanileri, Allah' ın rahmetinde nimetlenmekte, zevk almaktad ırlar. Allah'ı tesbih ederler, bundan asla usanmazlar. Cenab ı Hak:

.9

« ;Si_A

o

o

Onda aşırı

gitmeyin gazabtm size erismesin. Kime gazab ım erisirse o mahvolmustur." demiştir. Burada Allah, gazab ı kendisine izafe ederek benim gazab ım demiştir. Demek cehennem ehli oraya girdikleri zaman Allah'm gazab ına mahal (hedef) olacaklard ır. Cehennem, gazab ın yerdir. Bu gazap, oraya girenlere inecek elemin ta kendisidir. Yani Allah' ın azabı gazabından ibarettir. ilmul-Arabi burada bir misal verir. Der ki: "Allah' ın Resulü (s.a.v.), mescitte ashabiyle oturuyordu. Büyük bir sars ıntı duyuldu. Korktular. Allah'ın Resulü yarundakilere sordu: "Bu sars ıntı nedir ?" dediler ki: "Allah -c,e Resulü daha iyi bilir." dedi ki: "Cehennemin üstünden yetmi ş sene önce bir taş bırakıldı , o taş şimdi dibine indi. I şte o taşın cehennemin dibine dü şmesinden bu sarsıntı meydana geldi." Allah' ın. Resulü, sözün.ü bitirir bitirmez ölen bir münafıkın evinden feryatlar yükseldi. Bu münaf ık yetmiş sene ya ş amıştı . Resulü "Allahuekeber" dedi. Ashabın bilginleri anladılar ki ta ş , o münafıktır. O, yaratıldığuıdan beri cehennemin ate şine yuvarlanmakta idi. Nihayet ömrü yetmişi bulun.ca cehennemin dibine dü ştü. Yüce Allah: "Münafiklar cehennemin en aggi, tabakasındadırlar"4 demiştir5. Ibnu'l-Arabi bu sat ırlariyle cehennemdeki azab ı, Allah'ın rahmetinden uzak kalmaktan ibaret ruhani bir ızdırap olarak gösterirken baz ı yerlerde maddi arab' da kabul etmektedir: 1 Enbiygı Sılresi: 98. 2 Şu'ar3 S ılıresi: 94. 3 Taha Süresi: 81. 4 Nisa SUresi: 145. 5 Futuhat, I. 388, Mısır, 1293.

303


"Ateş iki türlüdür: Birisi hissi (maddi) ate ştir ki kişinin, duyularına, hayvaniyyetine, vücudunun d ış ve iç kısmına musallat olur. Biri de man,evi ateştir ki ruhuna musallat olur. Insan ın, emre muhalefeti, kendi azab ıdır. Bu, kibirlenerek itaate ter ıezzül etmedi ği Zatı bilmemeinin ta kendisidir. Ruhlar için, cehalletten daha büyük azap yoktur."' Ibnu'l-Arabi'ye göre cennet de iki türlüdür: Maddi cennet, manevi cennet. klem nasıl lâtif ve kesif; ğayb ve ş ehadet; ervah ve ecsad âlemi diye iki ise cennet de öyledir. Yemek, içmek, evlerımek, giymek, güzel kokular, güzel a ğaçlar, güzel yüzler gibi nimetler maddi cennetin nimetleridir. Maddi duygularırı algıladığı bu nimetlerden rıefs-i nat ıka lezzet ahr. Bu maddi cenneti Allah Esed burcunda yaratm ıştır. Bunun, yan ında bir de manevi cennet vard ır ki kemal sıfatlarını taşır. Manevi cennet, maddi cennetin ruhudur. Maddi cennet de manevi cennetin bedeni gibidir. Makul cennet de manevi cennetin ruh kuvvetleri gibidir. Bundan dolay ı Yüce Tanr ı , cennete ad-Dâru'l -Hayavan demi ştir. Çünkü cennetin hayat ı vardır. Demek cennet ehli, hem maddi, hem de manevi olarak nimetleneceklerdir.2 Ibnu'l-Arabi, bu ş ekilde maddi ve manevi cehennemi kabul ettikten sonra Fusustaki bir ş i'rinde cehennem ehline, en sor ıun.da ate ş , Ibrahim'in ate şi gibi serinlik ve esenlik olacakt ır. Cehennemin azab ı da tathla ş acaktır der. Zira cehennemdekilerin tabiatlar ı nari olur, cehennemin yap ısma uyarlar. Nas ıl cennet ehli nimet ile lezzet al ırlarsa cehennem ehli de cehennemin ate şiyle lezzet alırlar.' .9 .9

cAliyyu'l-Kâri bu sözü: (( t:1'LP

'v,ı

j1;

.9 .9

e

,

»

ıı

7,1 .1 P. £4.i »

o

o

o

.5

• -

eJej e

j djolı _9

...?911O

A"

1

o .9 ,9

e

j

•••••

-

ı

Derileri pişirtikçe azabı tadsınlar diye 412.1.11

j 91.,91.4-1

4:U11k./ .

Ir. j

,;11

j

i-tf Ls"

..t"•:•'*1 ,:rc,

• ı..44.-1 c:t•

jt;

jt.;

L", j

;Z:4)1I

(Futhhrıt, I. 391) 2 Futuhat, I. 444, Mısır, 1293. 3 Fusus, Ismail Fassı, I. 94, Afift nesri, 1365 /1946. S:1;

‘1° j

j ..,:,1115304

,.:11.5 j

44.1.

j

,:j4

1.1G

4.4:'1°


bunlara başka deriler veririz"1, "Tadın, size azaptan başka bir şey artırmtyacağtz.",2 "Onlardan onun azabı hafifletilmez".3 "Onlar için devaml ı. bir azap vardır".4 "Onlardan azap hiç kesilmez, orada tamamen umutsuzdurlar".5 âyetlerine ve büyük sufilerin "Allah' ın cemal ve celal s ıfatlar ı ebediyyen devam eder." sözlerine ayk ırı bulmaktadır.' Maamafih Ibnu'l-Arabi, bu sözleriyle maddi azab ı inkar etmiyor, yaln ız azap devam ede ede cehennem ehli ona al ış acaklar, artık onlara azap gelmiyecektir diyor. Azap vard ır ama onlar bilmezler, hatta bundan lezzet al ırlar. Mesela dünya azaptır ama dünyadakiler bu azaptan lezzet almaktad ırlar. Görülüyorki mutasavvıflar cennet ve cehennemin yaln ız ruhani de ğil, hem ruhani hem de cismani olaca ğı n.a kanidirler. Ama onlar için önemli olan suri amel cenneti de ğil; onun ötesindeki ruhani maârif ve müş ahede cennetidir. Onun için onlar, ibadet ve taatlerini s ırf Allah' ın, rızasma nail olmak için yapmayı gaye edinmi şlerdir. Cerınete girmek arzusiyle ibadet ve taat yapmak onlarca a şağı bir mertebedir. Hakk' ı müş ahedeye ve O'nun r ızasına erebilmek için her duyguyu atmah, dünyay ı da âhireti de terk etmelidir. :

iki ayakkab ını çıkar"7 âyetinden bütün sufiler her

iki dünyayı atmak manasnu anlamışlardır. Bütün i ş ari tefsirlerde bu ayetten bu anlam çıkarılmıştır. ibnul-Arabi, bu ayetin tefsirine bir risale tahsis etmiştir.'

«

',->t›,..,4 *

,z,l:„1 C,411

1;_;)".

Onlar ki inandılar ve iyi işler yaptılar, işte onlar cennet sahipleridir"9 âyetinde Sülemi ş öyle diyor: "*Ariflerden biri dedi: ::^iriflerin en büyük perdesi cennettir. Allah' ı bırakıp cennetle u ğraşmak büyük musibettir. Bir di ğer arif de şöyle demiştir: Sufiler cennet nimetlerinden lezzet almazlar. Çünkü Hak, ruhu istilâ ettikten, sonra ona ba şkası malik olamaz." 1 2 3 4 5 6 7 8 9 10

Nisa, Suresi: 56. Nebe' Sûresi: 30. Fatır Sûresi: 36. Teybe Sûresi: 68. Zuhruf Süresi: 75. cAliyyu'l-KA.ri, Risale, s. 70, 83. Taha Sûresi: 12. Kitabu şarlıi Hal'in-Natleyn, Yusuf A ğa 7838 /5. Bakara Süresi: 82. Uaka'ik, varak 12b.

305


«

9

.).; LA

e -

j •

Sen ne istediğimizi biliyorsun."' âyetinde

Ciineyd'in, daysısı Seri'den nakletti ği şu söz, sufilerin bu konudaki görü şlerini gayet güzel yans ıtır: "Ruyamda Rabbul-Izzeti gördüm, bana dedi ki: Seri, halkı yarattım, dünyayı yarattım; halkın onda dokuzu dünya ile gitti, benimle onda biri kald ı. Sonra cenneti yaratt ım, kalanın da onda dokuzu cennet ile gitti, benimle onda biri kald ı . Sonra onlara belki musallat eyledim.Onlarm onda dokuzu belâdan kaçt ı, berıimle onda biri kald ı. Kalardara dedim ki: "Siz dünyayı istemediniz, cenneti istemediniz, belâdan da kaçmadıluz ? " Bana dediler ki: "Sen bizim ne istedi ğimizi elbette biliyorsun ". Ben de onlara: "Ben size da ğların çekemiyece ği kadar belâ indiririm" dedim. Dediler ki: " Yapan, sen olduktan sonra biz her şeye razıyız." 2 Gazali, Fatiha'n ın, cennetin anahtar ı olduğunu söylüyor ve diyor ki: " Şayet sen. buna inanm ıyorsan zahiri cenneti b ırak da bil ki Fatihanın her manası , marifet cennetlerinden. bir cennetin kap ısını açar. Zann,etme ki âriflerin ruhu, ma'rifet cennetlerinde; maddi cennete girip orada karn ını ve şehvetini doyuran kimseden daha az ne ş 'elidir. O, ma'rifet bahçelerinde zahir cennetten çok daha sevinçlidir. O cenneti hat ırma bile getirmez. Çünkü o, marifet bahçesinde gök ve yerin meleld ıtuna bakmayı , onları yaratamn cemalini görmeyi, yeme içme ve giyme zevklerinden daha çok arzu eder. Nas ıl etmesin ki bu zevk ile o, meleklere ortak olmaktad ır. Zira meleklerin yeme, içme ve evlenme ile ilgileri yoktur. Yemede içmede ııe var ki? Bu hususta hayvan,larm nasibi insanlardan çoktur. Şimdi hayvanlara ertak olmak m ı iyi, yoksa meleklere ortak olmak m ı ? Ârife maârif cennetinin kap ıları açıldı mı o, orada durur ve asla bülh(saf kimseler) cennetine iltifat etmez. Zira "Cennet ehlinin çoğu Astronom ve mutasvv ıf olan Nasiru'd-din, Tusi de maddi cennet hurilerinden ayrı olarak maârif cennetinin hurilerini şöyle izah ediyor: "Mü'min. ki şinin basiret gözü tevfik sürmesiyle aç ılıp Ibrahim gibi iki cihamn. melek ıltunu görebilirse: "Biz böylece yakin.en inananlardan, olsun diye Ibrahim'e göklerin ve yerin melekütunu gösteririz"4 âyetinin ifade etti ği üzere ğayb perdesinden I Hüd Sfıresi: 79. 2 lialFö'ik varak 212b, No. 262. 3 Gazöli, Cevahnu'l-Kur'an, s. 54-55. Hadis

ijol .;51

şeklinde Dın

Hanbel I. 234, II. 173, 297, IV. 429, 437, 443, V. 209; Tayalisi, Hadis: 833 ve 2759 da mevcuttur. 41_11 jj,,1 J.,ss." I ise Beyhaki, Bezzar ve Deylemi leyyin bir senedle rivayet etmi şlerdir. Beyhaki münker oldu ğunu söylemi ştir. Kari münker oldu ğunu Mevzuatına yazmıştır. Hadiste bülh kelimesi aptal de ğil, iyi yürekli ki şi anlanunadır: Fukara da bu manayı ifade etti ğine göre sahih olabilir. 4 En,Lim Suresi: 75

306


çıkıp kâinatın her zerresinde tecelli eden. izzet mertebesinin nurlar ını görür. Bu varidlerin (nurlar ın) her biri, en güzellerinin suretine bürünerek görünürler. Meryem kıssasında: "Ona güzel bir be şer suretine girerek göründü"' dendi ği gibi. Vandet âleminden. ta ş an nurlarm, suretlerle çiftle şmesinden bu zevk do'gar. İşte cennet hurilerinden biri makam ında olan bu suretlerden her biri ile evlenilir:

.

ft

,-

ç.

Biz onları güzel gözlü harilerle

j

evlendirdik".2 Bu peçelilerin yüzü, yabanc ıların gözlerinden korunmu ştur: 5

,A

(.„;

Çadırlar içinde örtülü huriler".3 Kesret

âleminin namahremleri, mülk âleminin zahirinde kalanlarla melekat âleminin batıniyle perdelenmi ş olan kimselerin bu hurilere ula şması mümkün değildir.

.

.3

e4-1_:;

4 o; I

.1;4 o

o

' ,I2

e- •

o --J •

Onlardan önce

onlara ne bir insan ne de bir cin dokunmamıstır" 4. Bu hale her u ğrayışta bir öncekinden daha çok lezzet duyulur. T ıpkı uzun zaman arand ıktan. sonra bulunan yitmi ş bir sevgiliye kavu şmak gibi, O halin bekâreti her defa tazelenir." 5 C—TE'VILLER: 1) Kur'an.'daki Darb- ı Meseller: Mutasavvıflara göre Kur'an'daki darb- ı meselleri kelime manas ında anlamak doğru de ğildir. Bazı yüce manalar vard ır ki bunları olduğu gibi anlatmak, insanlara zarar verir. Baz ı manalar da vard ır ki açıkça aulat ılmasında zarar yoktur. Ama remz ve temsil yoliyle anlat ılması ruh için daha etkilidir. Işte bu nedenlerden. hazan. yüce manalar, temsil yoliyle anlat ılmşıtır. Örneğin, "Falan adam, domuzun boynuna inci tak ıyor" sözü o kişinin ehli olmıyana bilim öğrettiğini daha etkili bir ş ekilde anlatır. Böyle mesel yoliyle anlat ılara şeylerin, zahir manas ında olmadığı , ya aklen veya şer'an bir karine ile biliııir.

4."11

• Mü'minin kalbi Rahman' ın

iki parmağı arasındadır"6 hadisini zahir manas ında anlamak, aklen mümkün değildir. Zira mü'minin kalbini ara ştırırsak, orada parmak falan görmeyiz. 1 Meryem Süresi: 17. 2 Tur Siıresi: 20. 3 Rahman Süresi: 72. 4 Rahman Suresi; 74 5 E. BERTHELS (Leningrad), DIE PARADLESICHEN (RUBIS) IM ISLAM, Islamica, yıl 1925, I. 274. 6 Müslim lader 17; Tirmiil, Radar 7, Da'avrıt 89; ibn Mace, Mukaddime, 13; II, 168, 173, IV, 182, VI. 182, 251, 302, 315.

Ibn Hanbel,

307


mek ki parmak ile kudret anlat ılmıştır. Kudret, parma ğın sırrı, gizli ruhudur.

«'

o .9

-:-9

o

9

O

,

,:r1 00 .>.)

,:js 4-1

o

ı

,9o

J:,_1 L;J":9* C,; :

Biz istedi ğimiz bir şeye sadece "ol" deyince olur"' Tanrı sözünün de Allah' ın kudretinden kinaye oldu ğunu anlıyoruz. Zira henüz bir ş ey yok iken ona ol demek mümkün. de ğildir. Olmıyan bir şey hitab ı anlamaz. Bir şey olduktan. sonra da ol demenin, faydas ı yoktur. O halde bu söz, Allah' ın kudretinin. yüceliğini anlatmak için böyle söylen,mi ştir. Bu, aklen bilinir. Ş er'an zahir manadan ayr ı bir mana kasdedildi ği belli olan söze misal de şu âyettir: tfi,

0.1^:„.,fi • ,,, -j-•°;-1 -

((

-•

: Allah gökten su indirdi, vadiler do-

_)

lusu aktı : sel üstteki köpü ğü aldı götürdü..." 2 Bu âyette suyun Kur'an, vadilerin kalbler olduğu, kalblerden bazdarm ın çok Kur'an bildi ği, bazılarırun. az bildiği, kiminin de hiçbir ş ey taşımadığı , zebedin de küfür ve nifak oldu ğu, bunlar köpük gibi su yüzüne ç ıksa da sabit olmadığı, insanlara faydal ı olan hidayetin sabit ve kahc ı olduğu rivayet edilmi ştir. Bazan da hal ile olan bir şey anlatılır, hal dili anlatılır, aklı kıt olan da bunu gerçekten kal dili anlar. Örne ğin:

«

epa

((-

,;°_,Se

„ JC224

-

ı

L5 --',..„1"" e

t'l;-5 ›: Sonra

man halinde olan göğe istiva etti, ona ve arza ister istemez buyruğuma uyun dedi. Dediler ki istiyerek uyduk".3 Burada harf ve söz yoktur. Gök ve yerin emre uyduklar ı , Hakk'ın dediğinin derhal oldu ğu anlatdmıştır. Fakat aklı kıt olan, bunun manasuu anhyabilemk için gö ğe, arza bir hayat, akıl ve konu şma takdir etme ğe kalkar. Oysa burada ne harf var, ne de ses vardır. Bu bir hal dilidir.4 ihnu'l-Arabi, Ş arhu HaPi 'n-Na'leyn'de Allah' ın nurunun lâmba nuriyle mukayese edilemiyece ğini, fakat Allah bunu anlatabilmek içi ıı. böyle misal verdiğini söyler. Bunu anlatmak için Allah, bizim ak ıllarımızın derecesine inmiştir. O halde bilgin de Allah' ın ahlâkma uyarak halkın seviyesine inmelidir. "Rabb ımız gecenin son üçte birinde en yak ın. semaya iner.'" hadisi de 1 Nahl Süresi: 40. 2 Ra'd Sûresi: 17. 3 Fussilet Süresi: 11. 4 GazW1, 11.1yr', I. 138-140, Kahire, 1387/1967. 5 Hadisin kayna ğı daha önce geçti.

308


bu manadadır. Gecenin son üçte biri, nurun yava ş yavaş açılmaya başladığı zamandır. O zaman. e şya görünmeğe başlar. Allah' ın o zamanda inmesi, insanların. anlayış seviyelerine yakın bir dereceye inmesi demektir. İşte bilgin de Tanrısal manalar ı ifade ederken. böyle yapacakt ır'. 2) Tatbiki Te'viller (antropomorfizm): Tasavvufi tefsirde Kur'an' ın âfaki manas ı insarun nefsin.e tatbik edilmi ş , Kur'an lussalar ındaki kahramanlar, in.san ruhun.un kuvvelerinde aranm ıştır. Bu hususta mutasavv ıfların en önemli dayana ğı •• (< -

LJ

o

--

r

-

Onlara Ciyetlerintizi lifakta ve kendi nefisle-

j -

rinde göstereceğiz" 2 âyetidir. Onlara göre Kur'an' ın, anlattığı hikâyeler dünyada olmu ştur, fakat bir de bunlar ın benzeri insan vücudunda olmaktad ır. Çünkü Allah'ın âyetleri âfakta cereyan etti ği gibi enfüste de cereyan etmektedir. Onun için insan vücudu arza, ruhu semaya, kalbi da ğa, cennete, kalbdeki bilgiler cennet meyvalar ına, kalbe gelen. feyiz ve ilham gökten, inen. yağmura, ilham sonunda bilgilerin meydana gelmesi, ya ğmurun yağmasiyle arzın yeşermesin,e, nefis karaya, kalb denize benzetilmi ştir. Kur'an kıssalarını ruha ve ruh kuvvetleri aras ındaki manevi olaylara uygulamaya tatbik denir ki bu i ş , eıı kuvvetli ş ekilde ibnu'l-Arabi, Kâ ş ani, Simnani ve ondan sonra gelen mutasavv ıf miifessirlerde görülmektedir. ibnu'l-Arabi, Musa'n ın on sene Suayb'e hizmetini, on. sene vücudunun. hissi ve manevi kuvvetleri için çal ıştı şeklinde anlıyor. Hissi ve manevi kuvveler on tanedir. Her kuvve için bir sene çal ış mış tır. Yani her kuvveyi bir y ıl kullanmıştır ki dört zaman tamam olsun. Bu dört zaman da dört kar ışımdır (dört unsur). "Bun,dan sonra salik, ailesini götürür ve Tur taraf ından bir ate ş görürse bilsiıı ki o, Vadi-i Mukaddes'te, yüce, kudsal makamdad ır. Orada iki ayakkabıyı çıkarsın, ayaklarının bastığı yerden. nur alsın. Bu nur, Hak nuru ve do ğru konuş ma (yani Allah ile konu şmadan) başkası değildir. "Musa'nın arzusu ate ş almaktı. Ona ihtiyacı vardı. Ateşin yanında asıl maksad olanın hidayetini ve izahun. buldu. Yani bu salike oradaki bilgisinden hikmet hasıl olur. Bilgisini kayna ğından alır, demektir. Nas ıl ki Bayezid: "Siz meyyiten an meyyitten ald ınız, biz ilmimizi ölmiyen diriden aldık" demiştir. 1 Kitabu Sarhi Halci'n-Ndleyn, Yusuf A ğa Kütüphanesi, No. 7838/5, s. 125. 2 Fussilet Sûresi: 53.

309


"Naleyn (iki ayakkab ı) kâinattır. Na'leyn deriden. idi. Şeriatin bildirdiğine göre ölmü ş eşek derisinden idi. Bu da ahmakh ğa delâlet eder. Kevnin verdiği aptallıktan kurtulup ilme, irfana kavu ş mak için iki cihanı atmak lâzundır. Ayakların altından, nuru almak da tevazua i ş arettir. Ayaklar ın konduğu yer, kutsal vadidir. Allah' ın kürsüsü de gökleri ve yeri ku ş atan ilmidir. O'nun ilmi, yükseği, alça ğı ve her ş eyi ku ş atnu ştır."' Şimdi Kaş annıin Yusuf k ıssasım enfüse nasıl tatbik etti ğini görelim: Yusuf'un misali, insan vücüdundaki istidadh kalbdir. Kalb istidachndan ve güzelliğin.den dolayı babası akıl Ya'kubuna karde şlerinden daha sevgilidir. Karde şleri: be ş dış duyu ile, be ş iç duyu, gazab ve şehvettir. Bunlar nefsin. oğullarıdır. Yalnı z zakire duyusu müstesna. Çiinkü o kalbe hased etmez, " „

kalbin kötülüğünü istemez. - •

I

ı

.9

.4 .4

I c•,—>-.1 j

Yusuf ve karde şi, babamıza bizden sevgilidir". Kalbin karde şi, akıl Ya'kubunun, n.efs-i emmarenin ölümünden sonra evlen.di ği nefs-i levvameden doğan. ameli âkile kuvvesidir. Akıl, kalbin ilim ve irfanla tamamlanmas ını istediği gibi bu âkile kuvvenin de güzel ahlâk ve amellerle tamamlanmas ını ister. Onun için di ğerleri "Yusuf ve karde şi, babamıza bizden. sevgilidir" demişlerdir. Kardeşlerinin, Yusuf'u kuyunun derinli ğine atmalar ı, beden lezzetlerinin kalbi istilâ etmesi ve ona beden sevgisini atarak süfli tarafa çekmek suretiyle bedeni tabiatin derinli ğine atmas ıdır. "Yusuf'u kurt yedi" diyerek kurda iftira etmeleri de şu demektir: Gazab kuvvesi zuhur edip alevlendi mi kalb perdelenir, kendine mahsus i şleri göremez olur. Gazab kalbe çok zarar verir. Kalb için en büyük perdedir. Bunun yarun.da şehvet kuvveleri ve duyular ı da nefsi süfli tarafa çekmek isterler. Bunlar aklın iradesini, şeriatin emir ve nehiylerini asla kabul etmek istemezler. Kalbin ruhi olgunluklar ı talep hususunda muvafakata sar ılmayı düşünmekle beraber ondan bu geçici gazab kuvvesinin zuhuru, -ki gerçekte öyle değildir- gömleği üzerine sürülen yalanc ı kandır. Yusuf'un ayr ılığından dolayı Ya'kubun gözünün a ğarması da, kalb Yusufu bedeni tabiat kuyusunda iken akıl nurunun gitmesi demektir. Yusuf'u kuyudan ç ıkaran kervan ise düşünce kuvvesidir. Onlar ın. Yusufu ucuz bir pahaya M ısır azizine satmalar ı, Yusufu ruh azizine teslim etmeleridir. Ruh, vücud şehrinin azizidir. Çünkü dü şünce yeteneği ruha yaklaştığı zaman., ruhtan ona manalar ve bilgiler ta ş ar. Düşünce kuvvesi, cismani bir yetenektir, kalb cismani de ğildir. Düşünce yetene ği, ancak gö ğüs çevresinde nefis perdeleriyle örtülürse o zaman kalb derecesine gelir. 1 Şarhu Hal'in-Nageyn, s. 131-134.

310


Azizin kar ısı Zeliha ise ruh nuriyle aydınlanan, ruhun. tesirini alan fakat henüz nefsi mutmainne derecesinde ayd ınlanamıyan nefs-i levvanıedir. Zeliha'nın Yusurtan. kâm alma ğa çalışması ve onun üzerine kap ıları kilitlemesi.; nefs-i levvâmenin, bütün. s ıfatlariyle meydana çıkmasıdı r. Çünkü kalb makamında telvin, nefsin meydana ç ıkmasiyle olur. Ruh makam ında telvin, kalbin vücudiyle olduğu gibi. Yusuf'un da Zeliha'ya meyletmesi, tam temkine ulaşmayan kalbin, nefs-i levvâmeye yönelmesidir. Rabbl' ıun burhannu görmesi, basiret nuru ve ak ıl göziyle o telvini görmesidir. Zeliha'nm, gömle ği arkadan yırtması ; kalbin., güzel huylardan ve iyi amellerden gelen nurlu s ıfat elbisesini yırtmasıdır. Nefs-i levvâme, kendi s ıfatlariyle kalbe tesir edince onun. güzel amellerdeıı. doğan. nurunu y-ırtar. —

"Kapıda kadının eferıdisiyle karşılaştılar". Kap ıda kadının efendisiyle karşılaşmaları, kalb nefse meyletmi ş iken akıl burham ve kutsal nurmı gelmesiyle ruh nurunun do ğmasına ve bu suretle kalbin bu meylir ıden vazgeçip ruha dönmesine i şarettir. Kalb, ruh nuriyle aydnılamp tasfiye kazanmca, nefs-i levvâme de kalb n.urunun ışiklariyle aydnılanarak kirlerinden temizlenince tam kalb biçimine girmeğe, ona yaklaşmaya âşık olur. iste:((

.

; 4:7,p

-

1,r; .y...)::*_°J1

'öt..7„. °

Azizin kar ısı, uşağtndan murad almak

istiyor. Bu arzusu kalbini sevgi ile doldurmu ş" âyetinin. manas ı budur. Kalb, bütün. nurlu biçimi ve fıtri zat ının güzelliğiyle nefsi istilâ edince bütün bedeni güçler, kalb nuriyle nurlan ır. Çünkü di ğer güçler nefse ba ğlıdır. Nefs aydınlanınca hepsi de aydnılan.mış olur. Art ık nefs, kendi fiillerini unutur. Lezzet ve g ıda âleti olan bıçaklarla nefis gücün.ü yaralar. Bedeni uzuvlarmdan ibaret olan koltuklar ında kendinden habersiz kal ır. İşte: 0 4.5

ı 0,0 ı ,

-

41T ve dediler ki

‘4H

£10 °

•••

j

..1*.> I (:(* .jp

CA

Onu görünce yücelttiler

-

Haşa, Allah için, bu be şer değildir, bu güzel bir melektir"

âyeti-

nin manası budur. Zeliha"nın. Yusuf'a: "Bunlara ç ık, görün." demesi, kalb nuriyle ayd ınlanma istidadnu kazand ığı içiıı kendi üzerine do ğmasnu istediğine iş arettir. Kalbi kendi üzerine do ğmaya davet etse de nefiste ayd ınlanma geçici bir şeydir. Nefsin asıl tabiati süflidir. Kalbin nuriyle nurlanmas ı daimi de ğildir. Kalb ise nefsi kendi amellerine çeker. Kalb iki yönlüdür, biriyle ruha, di ğeriyle rıefse bağlıdır. Kâh bu tarafa, kâh öbür tarafa yana şır. Bu bakımdan kalb çocuk gibidir. Allah onu yüksek tarafla, mele-i a'lâ tarafm ın nurlariyle destekle-

311


memiş olsa kalb nefis tarafına ağar. Onun için :

°‘:;_ sıi

«

9 o

.9

ir, •

,

Eğer onların

jb

tuzağını benden çevirmezsen, onlara uyarım ve cahillerden olurum” demiştir. •

••• ş•

r.

o

o

I 1_, I

(( jt-9-

(..y3

F+.3

.

Sonra onlar, delilleri gördükleri halde bir süre için Yusuf'u hapsetmeyi uygun buldular."'. Yani ruh azizine nefis ve kuvveler kadmlarma ve ruhun ak ıl, fikir ve başka yardımcılarma ortak bir dü şünce göründü. Bu da kalbi halvette b ırakmak idi. Bu hepsinden uygundu. Ruh bu suretle onu şühud nuriyle hükmü altına alacak, tasarruflar ındart ve s ıfatlarından alakoyacakt ı. Nefis ve di ğer kuvveler için de bu iyi idi. Çünkü onlar da art ık kalbin, kendilerine uym ıyaca ğını anladıktan sonra onu kendilerine çekmekterı vazgeçmi ş olacaklardı... Akıl hidayet nuriyle nurlanacak, fikir halvette otoritesine ve gücüne kavu ş acaktı . Yusurla beraber zindarıa giren iki genç, ruhi sevgi gücüyle nefis hevas ı idi. Birincisi, padi ş aha a şk ş arab ın' sunan ş arapç ı , ikincisi de nefisten hiç ayrılmıyan ekmekçi durumundad ır. Çünkü hevâ, nefsin hayat ıdır. Vücud şehrinde yiyecekleri o düzenler. Onun için kalb Yusufur ıa halvette her ikisi de lâzımdır.

j..5"

,°1-

J

5‘.1

-I

-; I ••

Ben kendimi görüyorum ki ba şım ın üzerinde ekmek ta şıyorum, ku ş ondan yiyor".2 Hevâ, tamamen nefsani güçler ku şunun lezzetlerini almak istedi.

(( T

Biriniz efendisine şarap sunar" .3

• 4:u

Birincisini şirkten menetti ki şirk, lezzetler sevgisini ruha tercih etmektir. Ondan sonra on.a yolunu gösterdi. «

3o

fi

• ••••

(j.•

•-• e

."

•••••

••• •

j..T4

ı

.• Diğeri ise asılır, ondan kuş yer".4 Bu, nefis hevasmm

dürülmesine i şarettir. Onu öldürüp ast ıktan sonra nefis kuvvelerinin ku şu, Hakk'm emriyle onun ba şından yer ki bu da hukuku yerine getirmektir. 1 Yusuf Sûresi: 35. 2 Yusuf Sûresi: 36. 3 Yusuf Süresi: 41. 4 Yusuf Sûresi: 41.

312


ı 0

•eS

Ş

.s

I : Beni efendinin yan ında an"' Yani sevgi ve istik.

rar ile ruh makam ında bulunmay ı iste. Zira sevgi, ruhu a şk ş arabiyle sarho ş ederse ruh, vandet makam ına çıkar, kalb de ruh makamına yükselir. O makamda ruha hafi, kalbe s ır denir. Bu makarn, henüz fena mak.ann de ğildir. Çünkü henüz varlıklarından haberdard ırlar. Bu makamda durmak, azg ınlık ve berılik doğurur. Bundan. dolay ı "ş eytan onu efendisine hat ırlatmay ı unutturdu". Vehim şeytanı kalb Yusuf'una Allah'ta fani olmay ı unutturdu. Kendisin,de henüz bir varhk kalmış tı. Çünkü ken,disini hat ırlıyordu. İşte bu bakiyye, ken.disinin birkaç y ıl zindanda kalmasına sebeboldu. Bundan dolayıdı r ki Hz. Peygamber (s.a.v.): "Allah kcırdeşim Yusuf'a rahmet etsin, e ğer cbeni efendinin yanında an) dememi ş olsaydı, zindanda birkaç yıl kalmazd ı"2 demiştir. L5:1 :Ben go-nı-yorum" diye ruyasm ı anlatan melik ise kutsal ruh denen ruh meleklerinin padi ş ahı olan faal akıldır. Onun gördü ğü ruyaya ad ğas-ü ahlâm diyen yüksek hey'et ise vehm ile örtülü bulunan akli ve fikri güçlerdir. Bir zaman sonra kalb Yusuf'unu hat ırlıyan sevgi elçisi, kutsal ruhun zuhuru ve kendisini uyand ırıp vandetten sonra kendi varl ığını görerek kalbi hatırlamas ıdır. İnsanların bol mahsul alaca ğı sene de kalb tam itmi'nan ve güven bulduktan sonra nefsi dünya nimetlerinden faydaland ırmasma i ş arettir. Kadınların "Biz onda bir kötülük görmedik" ve azizin kar ısının "işte şimdi hak meydana çıktı" demesi, nefis ve kuvvelerin Hak nuriyle nurlan ıp insaf ve doğruluk sıfatları aldığına, vandet nuriyle adalet melekesinin husulüne ve ceıni'den sonraki fark halinde sevginin, zuhuruna i ş arettir. Melikin, Yusuf'u kendisin,e vezir etmesi, kemal bulan kalbi yerin,e b ırakmasına iş arettir. K ıssada anlat ıldığı gibi melik, Yusuf'u tahtına oturtmu ş , ona tamil giydirmi ş , mührünü vermi ş , kılımı]. kuş atmış , aziz Kıtfir'i azledip yerin,e Yusuf'u geçirmi ş Kıtfir ölünce onun kar ısı Zeliha'yı Yusuf'la evlendirmiş . Bütün bunlar, Hakk' ın hilâfet makamına iş arettir. Azizin kalbin ruh makamın.a geçmesini ve ruhun vandete ç ıkmasını gösterir. Kalb Yusufu hilâfet makamına oturduktan sonra onun karde şleri olan hayvani güçler kendisine geldiler huzuruna edeple girdiler. Çünkii art ık n,efis uslanmış , huzura eri ş miş , n,urlanmıştı . "Yusuf onlar ı tanıdı", güzel hallerini bildi. "Onlar onu tan ımadılar". Kalb onların tan ımıyacağı bir dereceye 1 Yusuf

Siıresi: 42.

„"_ ı

4:c 2 hadisi Kurtubi de Ebu Hiireyre yoliyle rivayet etmi ştir. Bkz. IX/196

4511

AYm

313


çıktığı için. onlar on.0 tanıyamaddar. Bunun için Kalb Yusufu, onlara "Sizin baba bir karde şinizi getirin" diyerek amen âkile kuvvesini getirmelerini istedi. Zira amellere dair olan külli manalar ı ancak o kuvve idrak edebilir. Onun. için onlara anhyabilecekleri kadar cüzi bilgiler (< eğer âkile kuvveyi getirmezseniz

°

IS o ,

»

j_9_?C;

verdi. Ve °45

ebundan sonra benden size bu külli manalar verilmiye.

L.;

cektir ve siz bir daha bana yakla ş maym. Çünkü sizin rütberıiz ben,den uzaktır. Ancak âkile kuvvesi arac ılığı ile ban.a yakla ş abilirsiniz "dedi". jj. t:i

fi

-9

A_;.-P .5

t—J.

Babas ın ı razı etmeğe çalışaca ğız dediler". Onun

feyzini kabul etmek için istidad ı tasfiye edeceklerini söylediler.

«

.

j

ı--

r

-

-

.L;L—:L.LJ JL; : Yusuf, • „

-

adamlarına cSermayelerini yüklerine koyun' dedi." Kalb itmi'nana eren nefsi dün.ya nimetlerinden faydalandırırken. bitkisel güçlerinden. olan, gençlerine karde şlerinin ittika edip olgunluklarm ı kazarımaları için kuvvelerinin maddelerini getirmelerini emretti. Çünkü b ıı , onların sermayeleri idi.

...

L,Li: Babalarına döndüklerinde", yani istidad ı j --* tasfiye edip faziletler kazar ıarak babalarma döndüklerinde, kendilerine güzel ,r,_,

ahlâk yarun.da man,alar da kazanmak hususunda yard ım etmesi için ameli âkile kuvvesini göndermesini istediler. Babas ı onlardan, dürüst itikad ve amel üzerine söz ald ıktan son.ra ,

-

.

1 1_4_

J-

Bir kap ıdan

girmeyin", bir tek fazilet yoluna, ya da Allah' ın yalnız bir sıfatın.a gitmeyin; bütün faziletleri, bütün s ıfatları kendinizde toplayna dedi. Toplay ın. ki Zat size tecelli etsin. Yusuf'un, karde şinin yükün° koyudu ğu tas, insanlara ölçüp verdi ği idrak gücü idi. Onu koymu ştu ki karde şi onunla şer'i amellerden, yararlans ın, adli kanunları çıkars ın. Karde şini hırsızlığa nisbet etmesi de şundan ötürü idi: O, maddelere ba ğlı cüz'i manalar ı vehim yerinde algılamaya alışkındı, külli marıaları anlamaktan uzakt ı . Karde şine (kalbe) s ığınıp kuvvetlenerek bu külli manaları idrak edince hırsızlık yapmadığı halde sanki hırsızlık yapmış gibi oldu. Onlara hırsız olduklarını söyliyen ünleyici, vehimdir. Tası gördüğü iddia edilen yol, ameli akılla ba şlayan Şer'i tekliftir. 314


,o

o

J.A.; • — A

,e

"

,

4_1 c. I

o

9

e , o

I 1 ,J ti

- -1

Dediler-

ki bu çaidiyse bundan ön.ce karde şi de çalmıştı". Daha önce kalb de bu marıayı idrake istidad kazanm ıştı. Diğer kuvveler istidada sahibolamam ış tı. On.un için ötekiler bu ikisini yani kalb ile âkile kuvveyi ithama ba şladılar. Kalb arad ığı metamı yani akli manalar ı idrak özelliğini ~eli akılda bulup vehimde bulamay ınca onu aldı "Dedi ki: metaımızı yanında bulduğumuzdan başkasını almaktan Allah'a s ığuurım". Eğer biz onun yerine vehmi almış olsak, i şi yerli yerince yapmamış oluruz ki bu zulümdür. Büyük karde şlerinin, babalarına verdikleri sözü hat ırlatmas ı fikirdir. Fikir: « 31. (

.> ı,

Babam bana izin

cs7., ı

.

verınedikçe buradan ayrılm ıyacağım" demiş , vehmin hükmiyle de ğil, aklın hükmiyle hareket edece ğini bildirmişti. "Biz bildiğimizden ba şkasırıı görmedik". Yan.i biz, o e şyamn, amen aile kuvvesinin yan ında eksik ve çalınmış olduğunu biliyorduk. Biz onun kemal halinde bulundu ğunu bilmiyorduk. .0 .

Akıl Yakubu onlara « 1.70 I

. 5,5 5

Hayır, J I F nefsiniz sizi bir i şe sürüldedi dedi" Yani cismani tabiatleriniz, size bedeni lezzetlerle, duyusal şehvetlerle zevklenmeyi ö ğretti. Siz de onu olgunluk san.dın.ız, makulât ı araştırmayı, şeriate sar ılmayı ve faziletleri yapmayı ek- o siklik saydmız. artık sizin işiniz, şer'i amelleri yapmada sabretmek, faziletleri yerine getirmektir. «

.

Yüzünü onlardan o tarafa döndürdü, kederden iki gözü

ağardı." önce sevginin kuyusurıa düştüğü için ayrılışma son derece üzüldü'günden basiret ve kuvvesi zay ıflamıştı. Sonra da tevhid makam ına yükseldiği için, fena haline erip art ık Yusuf'u göremez oldu.

"e. Ij

.1 e -

-

.5 I

Oğulları m, gi-

.;,_j

din, Yusuf'u ve karde şini arayın..." Ruh, sülökü bitirdikten sonra a ş ağı inme rütbesine yakla şıp kuvvelere emreder ki: Kendi i şlerine dönüp be şeri vücudu, dünyevi i şleri idare etsinler. Yusuf'un, babas ına gön.derdi ği gömlek, vandete ula ş an kalbin, vasıflann.urani hey'ettir. Babas ın.m, ta uzaktan ald ığı koku, kalbin kemale erdikten sonra tekrar adalet hükmünce hayvani kuvvelerle donanarak ak ıl ve ma' kul âlemine dönü şü eserinin, babas ına kavu şmasıdır.

-I *e

°,3-1 315


(:),.fr<0.1.0tı; V LA ;İ:ifl •

:

e

U_

Berı size dememiş miydim, ben Allah'tan,

sizin bilmediklerinizi bilirim?" Kalbin, tekrar ak ıl âlemine dönece ğini, akıl Ya'kubunun çok önceden bildi ğine iş arettir. Ya'kub'un onlara ma ğfiret dilemesi, sâfiyyet kazanan kuvvelere istikametle, ak ıl ve fazilet hükmünce hareket etmelerini söylemesidir. Yusuf'un huzuruna girmeleri, kuvvelerin dürüstlükle sad ır (gö ğüs) makamına kavu ştuklarına i ş arettir. Bu makamda aralar ında derece fark ı varsa da hepsi de ayn ı makamda bulunmaktad ı r. Yusuf'un ana-babas ını taht üzerine ç ıkarması , akıl ve nefis mertebesinin, diger kuvvelerin mertebesinden yüksek oldu ğ unu gösterir. Karde şlerinin Yusuf'a secde etmeleri de art ık kalbe sormadan, hiçbirinin kendi ba şıııa bir hareket yapmıyacağın,a, her hususta onun emrine uyacaklarma i şarettir. Yusuf'un ruyas ının tabiri, kalbin bu olgunlu ğu kazanma istidadmın gerçekleştiğine i şarettir.

›.

» Rabbim, beni ferıaya erdikten sonra bekaya kavu ş -

turmakla güzel yapt ı . Zira o beni vandette kesreti göremeyip, kesreti görmekten perdelendi ğim halvetim (zimdan ım) dan ç ıkardı. Ve siz, Tanrı huzurunun dışında iken sizi bu huzura getirdi. "Benimle karde şlerimin, aras ına" vehim (şeytanı) girip onlar ı bedeni lezzetlere te şvik ederek beni tabiat kuyusuna attırdıktan sonra fena ve bekaya kavu şturdu. r

L5.11 .0.ı

ı

4.7 • A

• ••

•1

hidini verdin. ((

» Yani Rabbim, bana fiiller tev-

I

ait manaları öğrettin.

1, ;t; °

» Bana gizlilere Lş Kalb makamında sıfatların göklerini,

fi s makamında fiiller tevhidinin arzm ı yaratan sensin. L„. °

‘„:„... '

Beni benden yok et, senin emrine itaat edeyim, benlik da-

vasına düşüp isyan etmiyeyim.

Beni fena-

-- dan sonra tevhidde istikametle sabitkadem olanlara kat" Burada Yusuf kalb idi. İbrahim Suresinde k ıssanın kahramanı olan İbrahim ruh olmu ştur : ('L.,".0

I

Kaşani, Te'vilat, I. 311-332.

316

1-Lb .9

.

ğ, -JC;

: Ruh İbrahimi, Allah'ı gör-


ıne arzusiyle O'na yönelmi ş iken hal diliyle dedi ki: Rabbim, bu viicud bedenini nefis s ıfatlarının galebesinden, koyanın hücumundan emin eyle; beni ve oğullarım olalı akıl, fikir, sezgi, hafıza ve di ğ er kuvveleri bedeni ve hissi lezzet putlar ına tapmaktan koru.I. Ashab- ı Kehf de daima Tanr ı'nın emriyle hareket eden manevi idareciler kabul edilir, burdarm yedi veli oldu ğu ileri sürülür.2 Yine Ashab ı Kehfirı bedenden ayrılan. ruhlar olmas ı ihtimali üzerinde de dururlur.3 Bunlar ın üç olduğunu söyliyenlerin. sözü, ruh, ak ıl ve kalbe i ş aret sayıhr. Kelb de kalbin kapısında bekliyen. nefistir. Be ş olduğ unu söyliyenlerin sözü ruh, kalb, nazari akıl, ameli akıl ve peyğamberlere has olan kudsi kuvveye i şarettir. Yedi olmaları fikri de bu besin yanında sırr ın ve hafân ın da bulunduğuna işarettir.4

c.5";)

ja...g..ğ

Insan ruhunun bu yedi kuvvesi,

gâya beden. ma ğarasma s ığınnuşlar, ona yap ış mışlar ve hal diliyle : o

0

o

D Rabbımız, bize istidadımıza göre

en, güzel isimlerinden ibaret olan rahmet hazinelerinden bir rahmet ver o I j L;

: Ulvi âlemden ayrılıp ir diğimiz bu

j..4

süfli âlemde senin yoluna sül'ûk edip gelmemizi, olgunluk kazanmamızı nasib eyle demişlerdir. Bunlar bedene girince onun etkisiyle gaflete düş müşlerdir. Bir süre böyle kald ıktan sonra Allah'ı bilme ve soyut ruhlar sayesinde gaflet uykusundan. uyanm ışlardır. İşte Ashab-ı Kehrin., ma ğrada bir süre uyuyup sonra uyanmas ı, bedene giren ruhun, düştüğü gafietten uyan.masına işaret kabul edilmektedir.5 Şimdi de Hıdırla Musa kıssasına bakahm. Bu kıssa da sufilerin çok dikkatini çekmi ştir. Kalb Musa's ı, nefis fetasiyle birle şirken demi şti ki : •••••

((

j_>,,J I

",

...9o-•

5

Iki âlemin., yarıi ruh ve cisim âlemlerinin

.. birleştiği insanlık makamı olan kalb makamına gelmedikçe durmıyaca ğım, ••••

„ - •

cami' makama ulaştıkları zaman 1 2 3 4 5

Aym Aym Aynı Aym. Aym

ı

L.;k_l_J

bahklarmı urıuttular. Bu bahk,

. Bu Zun-

eser, I. 347-48. eser, I. 391-92. eser, I. 394. eser, I. 394.

317


nun (Yun.us) Aleyhisselâm' ı yutan balık cinsinden idi. Çünkü onlar bu makama ula ş mazdan önce yolda bu balığı yiyorlardı . Bu tefsire göre ruh, ana karn ında bedenle birle şirken böyle söylemiş ve dünya yolculuğurı a çıkmıştır Balık, ana karn ıdır. Ruh, dünyaya gelmezden önce oıada besleniyordu. Dünyaya gelince art ık o gıdayı unutmu ş oldu. Yolculukta zorluk çekti, yoruldu. Bu zorluk, do ğum sancısı idi. Rahime göre dünya gündüz gibi idi. Dedi ki: ((

C,.

C;

‘)

• _A

C;4:;

;,°_,..1 ı • ‘.")

((

ı C.) L32,J.3

I

j,

0 4.j C...;

*-C23

:

Kalb Musa'sı dünyaya ge.

„-

lirken uyumakta idi. Nefis uyanıktı . Vehim şeytanı nefse, balığı hatırlamasırrı unutturdu. Çünkü art ık ona (yani ana rahmine) muhtaç de ğillerdi. Şimdi gı daları süt idi. Musa da "i şte arad ığı= o idi" dedi. Yani kemale yükselmek için kutsal akla uymak gerektir. Bu ancak ilk yarat ılış a dönmekle olur. Bunun için ilk yaratılış a döndüler. Orada kutsal akl ı buldular. Kutsal akıl işte Allah' ın kullarından bir kul" idi. Bu suretle Hızır kutsal akıl olmaktadır:Allah, ona be şeri ö ğretim olmadan vas ıtas ız kutsal bilgileri, ledünni hakikatleri ö ğretmi ştir. Fakat kutsal akıl, kalbin bu hakikatlere dayanam ıyacağnu bildiği için (( D : Sen benimle beraber bulunmaya dayanamazsın." dedi Çünkü sen beder ıle örtülü bulundu ğun için. hakikatleri bilemezsin, bana arkada ş olmaya dayanamazsm. o o9 :

CA

Haberin olmayan bir

:

şeye nas ıl sabredersin?"

ve Kutsal ak ıl, kalbe bu arkada şlıkta kendisine vaktinden önce ş ey sormamasım terıbih etti. Zaman ı gelince kendisi ona söyliyecekti. Böylece

(

C„S

I

L.7:1:12 j

bir

Yürüdüler..." beden gemisine

bindiler, kullukla heyâlâ (rnadde) denizir ıde kutsal âleme do ğru yola çıktılar. riyazet yapmak, az yemekle beden gemisini y ırt-

Fakat H ızır u

tı , yani eksiltti. Bedenin düzeni bozuldu, beden zay ıflad ı.

« Cfrijb

, 9

Nefsi kırıp, hey fı lâ denizinde bulunan hayvansal -

ve bitkisel güçlerini bo ğaeak mısı n? diye itiraz etti.

318

-JC;


Bu defa kutsal ak ıl, on,a daha sab ırlı ve dayan ıklı olması gerekti ğini söyledi, baştan verdi ği sözü hat ırlattı . O da "Unuttuğumdan. ötürü beni kınama" dedi. Bu, rıefs-i levvame makam ındaki itirazd ır. -

-

Ca:132:;CI ; ' Yürüdüler, bir çocu ğa

'51ILY

rastladdar." Bu çocuk, s ıfatlariyle kalbi perdeliyen ve kötülük emreden nefis idi. Kutsal akıl, onun, gazab ını, ş ehvetini ve diğer sıfatlarını öldürdü. Bu defa kalb yine nefis tarafına dönerek orı a acıdı ve akla itiraz etti.

-

(<

:

Temiz bir nefsi mi öldürdün?" dedi. Aklın, kalbe

J

andini hatırlatması üzerine yine özür diledi. Zaten n,efs-i levvamenin hali budur. Bu nefis daima çe şitli hallerde bulunur, de ğişir.

«

1

jj:2_;Li Yürüdüler, bir köy halluna

geldiler". Yani bedeni kuvvelerin yan ına geldiler. Onlar vas ıtasiyle ruhani gıda almak istediler. Ama bedeni kuvveler, onlara yemek verecek durumda değildi. Çünkü akıl ve kalb, onlar ın çok üstünde idi. Yıkılmaya yüz tutan duvar, nefs-i mutmainne idi. Nefsi e ınmarenin ölümünden, sonra nefis çok zay ıfladığın,ıdan. dolayı kendi başına hareket edemiyecek duruma gelmi şti İşte bu hali nefs-i mutmainne idi. Nefsin bu hali, y ıkılmaya yüz tutan duvar şeklinde anlatdmıştır. Hıdır'ın duvarı doğrultması da aklın nefsi güzel ahlâk ve konu ş ma nuriyle düzeltip kötü s ıfatlar yerine güzel sıfatlarla beziyerek kemale kavu şturmasıdır. Fakat telvinde bulunan. kalb, bu bezemesine kar şılık ücret talebetmesini istemi ş, akıl da " Bu, seninle benim aramızın ayrılmasına sebeptir" İşte bu, sen,in makammla benim maka~in ayrılmas ına sebeptir, zira nefsi riyazet ve güzel huyla onarmak sevap ve kar şılık için. yapılmaz. E ğer öyle olsayd ı , o zaman fazilet kalmazd ı. Çünkü karşılık için yapılan fazilet de ğil, alçaklıktır demi ş ve artık manalar ı kavrayacak duruma gelmi ş olan kalbe, yaptığı i şlerin hikmetlerini anlatm ıştı. .;•-•

Z_;„„.„2,,,,,J1

; Gemi yoksullarmdı". Yani beden,

beş duyu ve tabii kuvvelerden müte şekkil heyülâ denizinde idi. Bunlar devamlı süktinetten ve beden topra ğına bağh bulunmaktan dolay ı miskinler diye andmışlardır. Beden. gemisini riyazetle kusurlu yapmak istedim ki kötülük emreden nefis k ıralı orıu gasbetmesin. Çünkü önlerinde o var. O, her beden gemisini istilâ edip hevalara uydurarak gasbediyor. Nefsin ebeveyrıi ruh ve cismani tabiattir. Bunlar Allah' ın emrine itaat eden mü'minlerdir. Nefis, ruhu gördü ğü zaman onlara isyarı etmesinden, o ıaların da işini bozmas ından korktuk. Rabb ı , onlara bu nefs-i emmareden daha

319


iyi bir nefis versin diye nefs-i emmareyi öldürdük. Nitekim nefis ölmekle onun yerine nefs-i mutmainne verildi. Duvar ise nazari ve ameli dü şünce gücüne ait idi. Bunlar ın, babas ı kutsal ruhtu. Nefsin, istilasiyle bunlar babalar ından ayr ılmışlardı. O duvarın altında nazari ve amen âkile kuvvesinin bir hazinesi vard ı. Kalb makamında bu hazine olmadan. kemal kazan ılmaz. Nazari ve ameli âkile kuvveleri, kemal tahsil etsin diye duvar ı yani nefsi düzelttik."' 3) Hurufilik: Hurufi istikametinde tefsirlerin men, şei, hicri ikinci asra kadar ç ıkar. O zaman disiplinli, sistemli bir hurufi tefsiri yoktu. Tasavvufi bir zevk ile harflerden manalar ç ıkarıhyordu. Hz. Pey ğamber'in "ller harfin bir zahiri, bir bamu vardır" meâlindeki hadisi, bu temayüle kuvvetli bir destek olmu ştu. Artık bir zahir, bin zahir olmaya; bir batan binlerce batan olmaya ba şlamış tı. Ca'fer-i Sad ık'tan rivayet edilen tefsirlerde bu anlay ışın izlerine rastlamaktayız. Sehl ibn Abdillah' ın ve Sülemi'in, tefsirlerinde de bazan Kur'an harflerinin muhtelif ş ekillerde yan yana getirilerek manalar ç ıkarıldığını görmüştük. Besmelenin bas ı bütün ilimlerin kökü kabul edilmiş tir. Zaman. geçtikçe bu anlayışlara ilâveler olmu ştur. Buna mesnet bulmak için Hz. Ali'den ve daha başka sahabilerden, tabiilerden, özellikle Ca'fer-i sad ık'tan bu anlamda sözler nakledilmi ştir. Hz. Ali'nin: (( ,LJ1

:k12;;J

Ben ba'nnı, altındaki

noktayım"2 dedi ği rivayet edilir. Tabii bu rivayetler zay ıftır. Çünkü Hz. Ali' den önce nokta yoktu. Noktalama onun devrinde veya on.dan sonra olmu ştur. O halde Hz. Alrnin böyle demi ş olması, gereçe ğe uymuyor. Sülemi ve Ensari elifi bütün, harflerin imam ı kabul etmi şlerdir. Elif diğer harflere biti ş mez. Diğerleri ona biti şir. Çünkü elif muhtaç de ğildir. Ötekiler ona muhtaçt ır. Elif düzdür, önde de birdir, sonda da birdir Şeklini değiştirmez. Yani elif, Allah' ı temsil eder. Nihayet İbnu Barracan (öl.536 /1141) ve onun epey etkisinde kald ığı , kendi sözünden de belli olan Ibnu'l-Arabi, harfler üzeri ıade çok durmu şlar, harfler üzerinde acaib tefsirler yapmakla kalmam ış, onlardan istikbale dair haberler de çıkarmışlardır. Unu Barracan,

ci

1.7;

..)S°1» âyetinde kelimenin çe şitli okunuşlarından, müslümanlarm, hic,

ri 583 (1187) tarihinde haçhlar ı yeneceğini istihrac etmi ş' ve gerçekten de 1 1(.6.'srıni, Te'vilât, I. 405-409. 2 Ruhu'l-BeyEın, I, 6 3 İbn Barracan, Tefsir, varak 324-343.

320


miifessirin ölümünden çok sonra 1187 tarihin.de Salahaddin-i Eyyubi, haçhları yenip Kudüs'ü almış tır. ibnu'l-Arabi, harflerin dört mertebede oldu ğunu söyler 1-Birtak ım harfler yedi felek mertebesindedir. Bur ılar• elif, zâ ve lâmd ır. 2—Bir kısım harfler de sekiz felek mertebesindedir: Nun (4:.) ), sad ( ), dat ( ). 3—Bir k ısım harflerde de dokuz felek mertebesin.dedir : Ayn ( 1), ğayn ( L), sin ( ), şın ( ot. ). 4—Bir kısım harfler de on felek mertebesindedir. Geri kalan noktah harfler de bu mertebededir. Bunlar onsekiz harftir. Her harf on (10) dan mürekkebdir. Bu harflerden. her biri ya dokuz, ya sekiz veya yedi felekten meydana gelmi ştir. Bu harflerin meydana geldi ği felek sayısı 261 dir. Sonra Ibnu'l-Arabi, harflere birer tabiat verir: Yedi felek mertebesindeki harflerden elif hariç, za ( I_; ) ile lâm ( J) ın tabıları sıcaklık ve kuruluktur. Elif ise sıcaklık, yaşlık, kuruluk ve so ğukluk tab'ına sahiptir. (Yani elifte dört unsur vardır). Elif, s ıcak ile s ıcak, ya ş ile ya ş , kuru ile kuru, soğuk ile soğuk olur. Hangi varl ıkla bulunsa onun özelliğine girer. Sekiz felek mertebesindeki harfierin. tab' ı sıcaklık ve kuruluktur. Dokuz felek mertebesinde bulunan ayn. ( ), ğayn. ( L) so ğulduk ve kuruluk vasfına sahiptir. Sir,. ( ) şın ( ) ise hararet ve kuruluk tab' ındadır. On felek mertebesindeki harfler s ıcak-kurudur. Yaln ız noktasız hâ ile noktalı soğuk-kurudurlar. Hâ ile hemze so ğuk-yaştırlar. Hareketlerinden sıcaklık meydana gelen felekler 203 tür. Hareketlerin.den kuruluk meydana gelen felekler de 241 dir. Hareketlerinden so ğukluk meydana gelen, felekler 65 tir. Hareketlerinden ya şlık meydana gelen. felekler 27 dir. Şimdi yedi feleğin. hareketinden dört unsur meydana gelir. Bu dört unsurdan da özel olarak elif ve bir de 196 felek meydan.a gelir. Elifin hareketinden sıcaklık ve kuruluk, bu feleklerden ise L:5 j z J j o.; doğar. Seksen sekiz fele ğin hareketinden, soğuklukı.)". kuruluk doğar. Şu harfler de bu feleklerdendir:

L

Yirmi felekterı yalnız soğukluk-yaşhk doğar. Şu harfier burılardandır:

62'4 1.> Böylece harfleri feleklere ayr ıran. ibnu'l-Arabi, bunlar ın karşısına âlemleri koyar: za (1j), elif ( ve lâm ( r';1) in bulunduğu yedi felek mertebesi, Tanrılık mertebesirdn harfler dünyas ındaki karşılığıdır. Nun sad ve dat ırı bulunduğu sekiz felek mertebesi de insanl ık dünyasına kar ıhktır. İnsanlar bu mertebeclen meydana gelir. Ayr ı ( ), gayri. ( L) sin ( ) ve şin ( ) in bulundu ğu dokuz felek mertebesi, cinlerin harfler dünyas ındaki

321


tnertebesidir. Di ğer harflerin mertebesi olan on felek mertebesi de meleklerin harfler dünyasındaki mertebesidirl. Bu açıklamalardan anla şıldığına göre kâinatta mevcut her şey, Tanrı ilminde ezelden beri var olan bir harf şeklinde düşünülmüştür. Bu harfler Tanrısal bir nefha ile kendi aralar ında birleş miş , maddi bir özelli ğe sahibolmuş ve böylece gözle görülen varl ık sahasını teşkil etmişlerdir. Kâinat büyük bir kitaptır. Onun içindeki harflerden her biri levh-i mahfuzda ayn ı mürekkeple yazılmıştır.2 Peki ama bu fikirler Arap harflerin.e göre dü şürılümüştür. Ya dünyadaki diğer dillerin harfleri ne olacak? Kald ı ki Arap harflerinin ş ekillerinde de değişiklik olmuştur. Önceleri nokta yoktu, o takdirde noktal ılarla noktasızlara nasıl aynı mana veriliyor? ibrıu'l-Arabi'ye göre harflerin birer hakikati vard ır. Tanrı mertebesinde bulunan elif, zâ ve lam ile insan mertebesinde bulun.an rıun, sad ve dat, bir de melekler mertebesinde olan on sekiz harf: c c .1.! .110 (.11.5 .1) c.Lec j$1.5" I şte bunlar, varlığı meydana getiren mülk, melekfit ve ceberut âlemlerini te şkil ederler. Bu üç âlemin her biri de üçe ayr ıhr, dokuz eder. Mülk âlemipin iiçünii, meleldıt ve ceberut âlemlerinin üç âlemiyle çarparsak 18 âlem eder. Ilakk'm dokuz ilka edici fele ği vardır. Insanın da dokuz alıcı fele ği vardır. Hakk'a ait dokuz fele ğin her birinden in,sanlara ait dokuz fele ğe ince gerçekler uzarur. Insanlar ın dokuz fele ğirıden de Ilakk'a ait dokuz fele ğe in.celik çıkar. I şte inen ve ç ıkan bu ince man.alarm, birle şmesinden. melek meydana gelir. Şimdi bu melek, tamamen bir olan, dokuz taraf ına yönelmek isterse di ğer dokuz felek onu kendine çeker. Bu suretle melek, iki felek (Yani Tanrı felekleriyle insanlar ın. felekleri) aras ında gider gelir. I şte Cebrail'in Hz. Peyğamber'e gelip gitmesi de böyle olmu ştur.' Ibnu'l-Arabi, harflerin de insanlar gibi birer ümmet, mükellef ve muhatab olduklarnu, aralar ında peyğamberleri bulundu ğunu ve âlemlere ayr ıldıkların' söyler. Ona göre harfler de insanlar gibi Allah' ı tesbih etmektedirler. Zira "Hiçbir şey yoktur ki O'nu iiverek tesbih etmesin, fakat siz onlar ın tesbihlerini anlamazsınız." 4 âyeti, bunu haber vermi ştir. Harfleri de insanlar gibi seçkin (havass) ve alâlâde (avam) tabakaklara ay ırır. Sure ba şlarındaki huruf-i mukatta'artm, havass harflerden oldu ğunu söyler.' 1 Futilhât, I. 64-66. 2 Nihad Keklik, Allah-Kilinat ve Insan, s. 104-105. 3 Futükât, I. 68. 4 Isrü Süresi: 44. 5 Futılhilt, I. 73-74.

322


Ilarfler birer âlemdir. Kur'an da harflerden meydana geldi ğine göre Kur' alı insanlik âlemini ihtiva etmektedir: "Kur'an' ını ondört müfred-müphem harfle gönderdi (Sure ba şlarındaki harfler). Sekizini zat ım bilmek, yedisini sıfatlarnıı bilmek için gönderdi. Dördiinü de birbiriyle ba ğdaşan dört urısura verdi: Kan, sevda, safra, balgam..."1 Allah sure ba şlarındaki rumuzlara önce elif ile ba şlamış , nun ile bitirmiştir. ( ) Mutasavv ıflara göre elif, kemalinden dolay ı Allah'ın zatma iş arettir. Çünkü harekete muhtaç de ğildir. Nun, ise terkib dün.yasm ın yarısına i ş arettir. Terkib dünyas ı dairesiniu öteki yar ısı makul (zihinde tasarlanan) nun ile gösterilmi ştir Eğer o, ruh âleminden d ış duyulara intikal etse tam bir daire olur. " " deki elif tevhide i ş arettir. Mim, helâk olmayan melike i şarettir. Lâm ise arada bir vas ıta, ikisini birbirine bağlayan arac ıdır. Harflerin yaz ılı§ ş ekillerinden de mana ç ıkarılmıştır. » de önce elif söylen.ir, sonra lâm, mim. Yani lâm, eliften; mim de lâmdan ba şlar. Elif Allah' ı gösterir. Mim ise mahlilkata i ş arettir. Mim en güzel şeklinden (ahsen-i takvimden) aşağı doğru iner ( ). Demek ki âlem, Allah'tan. ba şlar, esfele safiline iner. » de yarat ıcı ile yaratılmış toplanmaktad ır. Bir tarafı Allah'ı , bir tarafı da mahlfıkatı göstermektedir. Lâm da yarat ıcının, yaratmak için, indi ği makam olmaktad ır. Bundan, dolayı "Ayakkab ılarını çıkar" demek, arac ı âlemden lâm ile mimi ç ıkar, o zaman s ıfatlardan münezzeh olan elif kal ır demek olur.2 harflerin mazhariyetlerini sayd ıktan sonra Futuhat'm beşinci bab ında besmele ile Fatiha'n ın. bazı sırlarını açıklar ve insana çok s ıkıntı veren indi izahlara giri şir:

-

o :7;

,J1 ,C»1

„<".-

o

deki bâ ile varlık meydana ç ıkmış ,

nokta ile âbid ma'buddan. ayr ılmıştır. Bu bâ, ismin vasıl hemzesinden bedeldir. Hemze hareketi temsil eder. Onun yerine bâ gelmi ş ve hanın harekesi, hemzenirı harekesi yerine geçmi ştir. Elif zat ı, bâ sıfatı temsil eder. Onun için bâ kâinatı temsil etmektedir. Yani "Alemin zuhuru Rahman ve Rahim Allah ile oldu" demektir. "Bâ'da üç şey vardır: Şekli, noktası harekesi. i şte bu, üç âleme delâlet eder. arac ı âlemde bir çe şit tevehhüm olduğundan bân ın noktasında da tevehhüm vardır. Bâ melekatidir, nokta cebertitidir. Hareke mülki şehadet 1 Futithrıt, I. 2 Futuhat, I. 76-79.

323


âlemidir, ba'ntrı , yerine geldi ği gizli elif ise Allah'tır. Bâ'nın altındaki nokta da Allah'tan rahmet olarak gizlenmi ştir. Ibnu'l-Arabi, harflerin yaz ılı§ şeklinden man,alar ç ıkarır, n.azariyelerini buna dayandırmak ister.Neden besmelede ba'dan sonra elif meydana ç ıkma-.

o

- o. ,

ı .7,1)) cte,

ı_r.

.„L, ı) da ç ıkmış ? Çünkü eğer

sefirıe e.,„1 inde elif meydana ç ıkmasaymış , temsil etti ği hakikat bilinmezmiş . Ama sure ba şlarında çok kullanıldığından misli de bulunduğundan besmelede elif hazfedilmi ş Iblıu'l-cArabi bu harfler konusunda gerçekten çok hayale kaçmaktad ır.

‘,„A » de neden tenvin var? Bu tenvin, ubudiyyeti gerçek(' leştirmek içindir. Yani baz ı kimselerin tam ubudiyyete eri ştiğine iş arettir. _Mesela'. diyor ki:

Ondan, tenvin zuhur edince c)..»

onu te şrif ve temkine izafetle seçti,

dedi. Tenvini hazfetti.2

411

Isim zaten muzaf olmu ştur. Bu halde tenvini yoktur. Onu mücerred düşünüp tenvin vermek, sonra'da tenvini kald ırıp manalar çıkarmak acaip bir şey oluyor. Ba'dan, sonra sin ve mim kula delâlet eder. Ba'dan sonraki sinin sakin olmas ı, oı;ı41 âyetinin gösterdi ği gibi Resule itaat alt ında sükünetimiz gibidir.3 ri den sonra gelen,

şu harfleri ithiva eder: ,t,1

(..) Elif Allah'a de-

lâlet eder. Bismideki sür, mim kula delâlet ediyordu. Kul burada Allah'a ba ğlanmış oluyor. Darda kalannı , iltica edenin ba ğlanışı ile bağlamyor. Birinci lam, kulu yokluktan zuhura getirdi. Varhk sahas ına yayılınca müsemmâya bağlanmak gerekti. İkinci lüm, kendinden, sonraki elif ile kulu yok etti. Öyle yok etti ki kuldan eser kalmad ı. Çünkü bu elif de Allah' ı gösteriyor. Eliften sonra kalan hâ ise Hüviyyettir. Kul Allah deyince başta ve sonda Allah vard ır. Iki lâm ile hem zahiren hem batmen kendisi yok oluyor. Çünkü kendisini gösteren bu iki lâm yok olmuştur. Bu varli ğm başırıda ve sonunda Allah vard ır. Neticede bu varl ık yoktur.4 1 2 3 4

324'

Aynı eser, s. 132. Futülıtıt, I. 133. Futillıiit, I. 132. Futufılırıt, I. 134.


Böylece harfler nazariyesi de her vesile ile Ibr ıu'l-Arabrnin vandet-i vücud n.azariyesine dönü şmektedir. • ?. da elif, lâm, râ; ilim, irade ve kudreti gösterir. Hâ, mim, nun; kelâm, semi', basar ı göstermektedir. Mim ile nun. aras ındaki elif ise Allah' ı göstermektedir. Burada mim ile nun aras ının bir elif ile ayr ılmasının sebebi şudur: Mim melekatidir, ruhu gösterir. Nun. mülkidir, nokta da ceberutidir. Bu suretle Allah, ruhu temsil eden mime demi ş oluyor ki: Ey ruh oları mim, sen. aslında seçkin oldu ğun için seni seçmi ş değiliz. Ancak bizden sebkat eden, bir ilim dolay ısiyle bir inayet olarak seni seçtik. Istesem abl noktas ına ve insaniyyet nununa senin arac ılığın. olmadan görünebilirim. Seni arac ı yapmam, sana olan bir yard ımın eseridir. Binaenaleyh nefsini bil ve bil ki seni seçi şim, ben olmam hasebiyledir, benim iste ğim iledir, yoksa sen, olman dolayısiyle, sen bana layik oldu ğun için. değil'. Burada mim ruhu temsil ediyor. Nun ise âlemin. varl ık dairesini temsil etmektedir. Ortadaki elif Allah' ı gösterir. Yani bu demektir ki Allah, n.un. aracılığı ile âleıne görünmekte, tecelli etmektedir. Ama bunun, biraz a şağısında da elifin ruh oldu ğunu, mimin gökler, nunun arz olduğunu sayliiyor,2 aynı şeyi her tarafa çekip uzat ıyor. Besmeledeki bism, babam ız Adem Aleyhisselâm'd ır. ar-Rahim ise Muhammed Aleyhisselâm'dır. A.dem Aleyhisselâm'a bütün isimler ö ğretilmişti. Muhammed Aleyhisselâm'a da o isimlerin, manalar ı-ki Onun. için. (<

Bana sözün geniş anlamlısı ve-

ı<J1

rildi" demiştir.3 .$11

» dört kelimedir. Dört de manalar ı var, sekiz

eder. Bunlar an ın ta şıyıcılar' (hamele-i ars) d ırlar.4 e.,4„, D

de bir nokta var. ‘.5,?...,11 da da bir nokta var. Allah'ta n.okta yok.

Çünkü o zatt ır. Zatta nokta olmaz. Ötekiler s ıfat olduğu için orılarda nokta olur. (Zira nokta yarat ıldara delâlet eder.) Beri taraftan Adem, gayr-i mürsel bir ferd oldu ğundan, on,a delâlet eden ((

»de bir nokta var.

da da bir

1 Futüh5t, I. 138. 2 FutiiWıt, I. 139. 3 Aym eser, I. 140. Taci*, 11; Müslim, Mes5cid, 5-8, esribe 72; 4 Aym eser, I. 140. Hadis için Bkz. Bulı5r1, Cihad, 122, Siyer, 5; Ibn Hanbel II, 172, 212, 250, 242 vs. Kil I

r--

--••

Tac bir 22, hisam; Nes5i, Cih5d, 1, Tatbik 100.

325


nokta var. Çünkü o da Adem'dir O, mürekkeb kâinat üzerinde istiva etmi ştir. Burada g.1, yani noktalar ın merkezi Ism,

jUJI

dir. İki nokta:i11

dir.

dir. Manası ceberut âlemi olan batinchr.f.„,

ise melekâti ğaybdir. Mimden. ve eliften sonraki noktaya gelince: Mim, yaratıklar âlemidir. Mimden sonraki nokta Ebubekir'dir. Elifter ı sonraki nokta Muhammed (A) dir.

deki iki noktanın. merkezi olan. ya, bu iki nokta

üzerinde bir kubbe gibi durmaktad ır. Tıpkı Ebubekir'le Muhammed üzerinde duran. mağara gibi'. Ibnu'l-Arabi, baz ı kelimeleri'', yanlış şeklinden öyle garip manlar ç ıkarır ki bu kadar ilim ve marifet sahibi bir insan ın. nasıl böyle akıl almaz şeyler söylediğine hayret etmemek mümkün de ğildir: Davud (

hep bitişmez

harflerden meydan.a gelmi ştir. Yani Allah Davud'un, âlemden, ilgisini tamamen kesmi ştir. Muhammed (..t,„,) ise hem biti şen, hem de ayr ı yazdan harflerden. meydana gelmi ştir. Bu demektir ki Muhammed'i âlemden ayırıp kendisiyle birle ştirdi'ğ i gibi âlem ile de temasa getirmi ştir. Yani Hazret-i Muhammed'de hem cemi', hem tefrika halini izhar etmi ş , ona bu hususta ihtisas vermi ştir.2 Hurufilik, Ibrıu'l-Arabi tarafından bu noktaya getirildikten sonra 796 (1394) tarihinde Nahcivan. yak ınında idam edilen. Fazlullah Esterâbâdi tarafından. önce bir mezhep, sonra da bir di ıı haline getirilmi ştir. Fazlullah, 740/1340 da do ğdu. Kendisi seyyid idi. I şe bir mutasavv ıf olarak ba şladı. Kendini zürıd ve takvaya verdi, haramdan o kadar sak ınırdı ki helâl-hor (helâl yiyen) lâkabiyle ün. yapmıştı. Kur'an'', Tevrat'', incil'i ezberlemi şti. Ken.dinden önceki hurufi-tasavvufi tefsirlerin tesiri alt ında idi. Yahudi-hırıstiyan kabbalizmini de ö ğrenmi şti. Düşünceleri, gördü ğü çe şitli ruyalarında ş ekillen.di. Hz. Muhammed'le peygamberlik devrinin kapand ığı/il, peygamberlikten üstün olan. velâyet devrinin, ba şladığını , kendisinin sahib-i zaman. (zaman ın. sahibi) oldu ğunu iddia etti: Hz. /sa, Paraklit'in. gelece ğini haber vermi ştir. Paraklit Hz. Muhammed' dir. O da ölmüştür. Onun ölümünden son.ra İsa'nın, tekrar dünyaya gelmesi lâzımdır. Peygamber'in ölümü üzerinden sekizyüz (800) sene geçti. I3u sefer dünyaya bir tevil sahibi geldi. Bu, Muhammed'in., gelece ğini haber verdi ği Isa, yan.i Fazlullah't ır. 1 Aynı eser, I. 142. 2 Fusus, s. 160.

326


Bu fikirlerinden dolayı Fazlullah idam edilmi ştir. ıdamından sonra onun. halifesi cAliyyul-A<Itı yüriitmüştür. Bunlar ın. iddiasına göre: Allah, asıl mahiyyeti gizli hazine olup ilk tezahiir ve tecellisi kelân ı şeklinde görülen ilk illet (sebep) ten ibarettir. Kelâm, ashr ıda bir sıfatı olmıyan soyut bir sözdür. Bu soyut söz, baz ı unsurlara ayrıhp harici bir şekil alır. Bu unsurlar Arap alfabesinin 28, Fars alfabesinin 32 harfidir. Bu otuz iki harf, Hakk'm s ıfatlarıdır. Işte bu şekilllere girince kalâm, soyutluktan ç ıkar, telâffuz edilen. söz olur. Bu söylenen sözün birle şim şelçillerinden his ve şuur dünyası meydana gelir. Hurufiler, âlemin. edebiyyetin.e ve daimi bir devran hareketine ve bu hareketten tabii olaylar ın meydan.a gelidiğine inanırlar. Allah, insanın yüzünde görünen. bir sözdür. Bu kelâm ın unsurlar ında da say ı bakımından bir kıymet vard ır. Yüzde dört kirpik, iki ka ş , bir saç vardır ki yedi eder. Bu yediyi dört unsur ile çarparsak Arap alfebesinin 28 yirmi sekiz harfi meydana ç ıkar. Fazlullah bunlara Farsçadaki harflerini de katarak otuz iki harfli Fars alfabesinin harflerini elde etmi ştir. Bu söylenen kelâmı teşkil eden. yirmi sekiz veya otuz iki harfi insan. yüzür ıde görmek mümkündür'. Allah, peygamberler vas ıtasiyle tedricen görünmüştür. Bundan. dolayı Idem'e 9, Ibrahim'e 14, Musa'ya 22, Isa'ya 24, Muhammed'e 28, son peygamber Fazlullah'a 32 harf maliım olmuştur. Bunun, için hurufiler, sure ba şlarındaki müte ş abih harfleri muhkem; muhkem âyetleri de müte ş abih kabul etmişlerdir. Onlara göre as ıl Tanrı kelâmı bu ondört kelimedir ki ".kdem'in yüzü ondan. fetholunmu ştur. Kur'an'daki

,11,

.43,)1 j^.2i ‘!-İi

°L3-.) j".3

LtA

âyetlerinde oldu ğu gibi ,}..,M; kelimelerinin hepsinden Fazlullah' ın kasdedildiğini ve insanın yüzünde de isminin. okunduğunu söylerler. Allah insanda, özellikle Fazlullah'ta görünmü ştür. Yüzdeki burun, elif (I), burunun iki yanı iki lâm (Jb), gözler ha ( m ) d ır Insan yüzünde kar şılıklı Allah ( A ) kelimesi okunur. Meşhur ş air Nesimi, "Allah Adem'in. o ğlundan, başka bir şey değildir. Otuz iki harf, Allah'm kelâm ıdır. Bütün. kelimeler Allah' ın kendisidir. Adem ruhtur, oğul ise surettir" demi ştir,. Hurufiler Islâmın beş esas ına inanmayı gereldi görürler ama bu be ş esası ken.di metodlarma göre tevil ederler. Kelime-i şehadet, namaz, oruç, hac ve zekâtı hep böyle zoraki tevillerle 28 veya 32 harfe irca ederler. Şehadet için şu tevili yaparlar: Allah kelimesinde be ş harf vardır. Bu harflerden her bi1 Bkz. J.K. BIROK, The Bektashi Order of Dervishes, London, 1937, şekil 18, s. 243 ve devamı.

327


rinin ayr ı ayrı imlâmıdan ondört harf meydan.a gelir. Muhammed kelimesinin harfleri de ayr ı ayrı yazılsa on.dört eder. İki ondört 28 eder ki harflerin yekiinüdür. Yani Allah't ır. Sehadet de Allah' ın varlığını gösteriyor. Namaz için de aynı tevil yoluna giderek derler ki: Huruf-i mukatta'ay ı teşkil eden cj r c c lc,5 ıb J İ J İ I harflerinin Arapça yazıhşlarında sad harfinden dal ( ), elif harfinden fa (js ), nun harfinden. de vay ( ) olmak üzere üç harf daha ortaya ç ıkar ki on. yedi eder. Bu da farz namazlarm rek'atlerine e şittir. Seferi namazlarda da 11 rek'at vard ır. Bu sayı da müte ş abih harflerin sayısına karşıhktır. Bu on bire Farsçadaki E harfleri de ilâve edilirse 15 elde edilir ki bu da Cuma günü k ılınan be ş vakit farz namaz ın rek'atleridir. Bu te'vil ve izah yolu dinin hemen bütün umdelerine, surelerin, âyetlerin tefsir ve te'villerine ayn ı ciir'et ve mant ıki uygun.suzlukla tatbik edilmi ştir Ezanda da tahrifat yap ıp

(*.ı l

I

41i

431

(*.ı l ..tr.tl

diye okumu şlardır.

Hurufilik, XIV. asr ın son yarısında Esterâbâd, Irak, Azerbaycan, ve An.adolu şehirlerinde yayıldı. Bu fikirler, Fazlullah'ın haliflelerinden Aliyyu'lAlâ ve ş air Nesimi vas ıtasiyle Türkler aras ında uzun süre ya ş adı. Hurufiler bir aral ık, Fatih'in sarayma kadar nüfuz ettiler. Hattâ Fatih'in, hurufi fikirlerine ilgi duymas ı, ulemayı telâşlandırdı. Vezir Mahmut Pa ş a'nın delâleti ve Fahreddin Acemi' ılin nüfuzu ile hurufiler yak ılarak cezalandırıldılar. Buna rağmen. faaliyetlerine devam ediyorlard ı. Bayezid II nin uğradığı suikasd üzerin.e bütün bat ıni zümreler aleyhine şiddetli takibat başladı . Fakat çeşitli mistik ş airler vas ıtasiyle bu fikirler yay ılıyordu. Özellikle bu akım, Bektaş ililde yakın irtibat kurdu. cAliyyu'l-A(lân ırı, Bektaşi tekkelerine girip Fazlullah'm fikirlerini Hac ı Bekt4-1Veli' ııin, fikirleri imi ş gibi göstererek Bektaşiler aras ında yaydığı söylenmektedir. Bu iddia do ğru olabilir. Bekta şilerin inançları/Ida ve eserlerinde hurufi fikirleri pek barizdir. Hurufiler, Bektaşiler aras ına karış arak takibattan kurtulmu ştur ve propagandalar ını devam ettirme ğe muvaffak olmu şlardı/4. Ijurigilik yalnız Bekta şiligi değil, genellikle bütün tasavvuf kurulu şlarmı etkilemiş , az çok tesirini göstermi ştir. Birçok mutasavvıf müfessirlerin eserlerinde böyle fikirlere nadir de olsa rastlan.maktad ır. Niyazi-i Mısri, ebced hesab ına dayanarak Hz. Hasan'la Hz. Hüseyin.'in peygamberli ğini, Van.Pnin. kendisine düşman olacağını , fakat sonunda kendisinin üstün. gelece ğini 1 Bkz. The Encydopedia of islam, III. 600-601; Islâm Ansiklopedisi, V. k ısım I. 590— 600; Köprülii, Türk Edebiyatmda ilk Mutasavv ıflar, s. 95; Abdulbaki Gölpmarh, Fadlulhih Hurüfrnin o'ğluna ait bir mektup, Şarkiyat Mecmuası, 1956, s. 37-57

328


âyetlerden ç ıkarmaya çalışnuştır'. ibn Kemal, _> 1.5

ı

LoZIJI

11

L).-F;) -

.11 ci

••• (.)

I _) • .13 ■

‘>•4

2

aYetill-

den, Mısır'ın Sultan Selim tarafından. fethedilece ğini istinbat etmiştir.3 Ruhu'l-Beyanda da buna benzer fikirlere rastlanmaktad ır. Şurayı da ilâve etmek lâz ımdır ki gerçek tasvvufun hurufililde, böyle zorlama tevillerle ilgisi yoktur. Cüneyd-i Ba ğdadi, tevil yolun.a sapan bilginleri çok yermektedir. Hurufili ğe meyleden mutasavv ıflara da hurufi denemez. Ancak onlar bunu, Hz. Ali'den geldi ği rivayet edilen. cıfr ilmi kabul ettiklerinden bu hususa ilgi duymuşlardır. Bazı mutasavvıflarda görülen bu temayül zahiri inkâr, tahrif gayesini güdmemi ştir. Asıl hurufiler bat ınilerdir ve dini kökünden yıkmayı hedef edinmi şlerdir. Tasavvufun gayesi, harflerden ak ıl almaz man alar ç ıkarmaya çal ışmak de ğil, fena fillah yoliyle olgunlu ğa ulaşmaktır. Bu gibi tevillerin gerçekle ilgisi yoktur. Ebced hesabiyle baz ı tarihlerin bulunması, bir tesadüften ibarettir. Hattâ bu te'viller, ço ğu kez olay vukubulduktan sonra âyete uygulamp ç ıkarılmıştır. Kur'an, ebced hesabiyle istikbal haberleri ç ıkarmak için gelmemi ştir.

1 Mevkiidıfl-Irfan, 58, 64 ve sonraki sofralar, 2 Enbiya Saresi: 105. 3 Alûsi, Rübu'l-Ma<iinl, I. 7.

329


NETICE 1-Hz. Peygamber ve sahabilerinin zühd hayat ı gelişe gelişe önce ferdi, sonra toplumsal tasavvuf hayat ını doğurdu. Ilk sufi lâkabiyle an ılan, Ebu Haşim al-Kiıfi (ö. 149) oldu. 2-Tasavvufun şekillenmesirıe paralel olarak bir tasavvuf ilmi de do ğdu. Kur'arı-ı Kerim'in ledünni ilim dedi ği bu ilim, öğrenme yoliyle değil; dinin emirlerini yerine getirmek, ibadet ve taat ile r ıefsi tezkiye etmek son.un.da Allah tarafından mevhibe yoliyle elde ediliyordu. Do ğrudan. doğruya Allah'tan geldi ği kabul edilen. bu ilmi herkes hazmedemezdi. Bunun ifşası yanlış anlayışlara sebebiyet verirdi. Onun. için, mutasavv ıflar bunu gizli tuttular ve kendi derecelerine varmam ış kimselerin aras ına yayılmasm diye bilgilerini kapalı kelimeler içinde anlatt ılar ve yazd ılar. Bu suretle bir tasavvuf terminolojisi doğdu. Bu ilmin en büyük izahlarmı yapan, tasavvufun ferıa, beka, sahv gibi gayet güç meselelerini aç ıklığa kavuşturan Cüneyd-i Ba ğdadi oldu 3-Tasavvuf ilminin gizli karakterine uygun olarak bir tasavvufi tefsir akımı doğdu ve bu tefsire i ş ari tefsir ad ı verildi. I ş ari tefsirin men şei Hz. Peygamber'in. ve ash.ab ırım sözlerinde bulundu. 4-Başlangıçta şifahi an'aneye dayanan bu tefsir, zamanla eserlere geçti. Ilk tasavvufi tefsiri yazanlar da Sehl ibn Vas ıti, Salebi ve Kuş eyri oldu. 5-Bidayette ruhani ne ş 'e ve hallere göre yap ılaıı bu tefsire zamanla felsefe karıştı. Ilk tasavvufi tefsiri yazan Sülemi, Ku şeyri gibi müfessirler, önceki büyük sufilerden nakledilen. sözlere kendi ruhani ya şantılarmı da ekliyerek yazıyorlardı. Son.radan sırf ilhama ve vahye dayanarak yazma iddias ı ortaya çıktı. Bu konuda en ileri giden miifessir de Muhyi'd-din Ibnul-Arabi oldu. O, "Rabbın kapısında boynu bükük durdu ğunu, Rabbinden. ne gelirse onu yazdığını" söyledi. Ondan son.ra gelen müfessirler; Konevi, Ka ş ani, Simnani, Nahcivani ... Bu iddiay ı tekrarlamayı lüzumlu gördüler. 1 Bkz. Futüttilt, I. 70-71.

330


6—Zühdi açıdan yapılan ilk işari tefsirlerin yerini zamanla çok cür'etli nazariyler ta şıyan sufi tefsirler ald ı . "Her âyetin, bir zahiri, bir bat ım vardır..." hadisine dayamlarak zaman geçtikçe Kur'an'da daha çok mana arandı ve nihayet her ilmin. Kur'an'da mevcudoldu ğu kaı3.aati hakim oldu. "Ne yaş ne kuru yoktur ki ap aç ık kitapta olmasın"1, âyetin.deki apaç ık kitap, Levh-i Mahfuz'u gösterdi ği halde iş ari tefsirde Kur'an- ı Kerim kabul edildi ve her şeyin ilmiııin onda meveudolduğuna inanıldı. 7—Tasavvuti tefsir geli şe geli şe Ibn.u'l-Arabi'de vandet-i vücud hakimiyyetine girdi. ibrıu'l-Arabi, varlığın bir olduğunu ve yalnız Allah'a aid bulunduğunu bütün kâin.at ırt, Allah' ın isim ve sıfatlarının bir görüntüsü oldu ğunu, binaenaleyh âlemin bir hayal ve Allah' ın. gerçek var oldu ğunu ileri sürdü. Bu fikrini tefsirinde ve bütün oserlerinde i şledi. Ele aldığı her kon.uya vandet-i viieud açısından bakan İbnu'l-Arabi, bu meseleyi gayet kuvvetli bir biçimde ortaya koydu. Ondan. sonra gelen. müfessirler, az veya çok onun etkisir ıde kaldılar. On,un muhalifleri bile onun tesirinden kurtulamad ı. 8-Kelimeler üzerinde yap ılan teviller, harflere de te şmil edilerek harflerin yazılışından, okunu şundan, birbirleriyle birle şmesinden gayet hayali man.alar çıkarıldı . Ve nihayet harflerin birer millet oldu ğu, aralarında peygamberleri bulundu ğu ileri sürüldü. Harflere birer adedi de ğer verilerek gelecekteki olaylar hakk ın.da onlardan. bilgi ç ıkarılmağa çalışıldı ve bunun Allah'ın Adem'e ö ğrettiği esma ilmi olduğu ileri sürüldü. Bu akım, Hurufilik denen, İslâm dışı bir çığırm doğmasına da sebeboldu. Hurufilik tasavvufa tesir etti. Osmanl ı sarayın,a kadar girebildi. Nihayet hurufilerin. çevrirdikleri entrikalarm fark ına varılarak hurufiler cezalan.dırılmakla beraber onlar ın, fikirleri makbul sünni tarikatler içine nüfuz edip yaşadı, Niyazi-i Mısri gibi mutasavvıf şairler tarafından bu fikir i şlendi. tefsir, en büyük co şkunlukğu Ibnul-Arabi'de meydan.a getirdi. Çok büyük bir fikir ve ke şif adamı olan ibrıu'l-Arabi, baz ı hayali şeyler söylememiş olsaydı, bu kadar sevenleri yan ında bu kadar da muhalif kazanm ıyacaktı. Maamafih onun vandet-i vücud ameli bak ımdan İslâm dünyası için. faydal ı olduğu ileri sürülemez. Çünkü tasavvuf, felsefe de ğil, söz değil, hal ilmidir. İnsan ne kadar yükselirse yükselsin Allah'ı tam manasiyle kavrayamaz. Şinasrnin dediği gibi "Bir zerre ise e ğer bu semavata göre arz Binnisbe etmeliyim kendimi yok farz!" 1 En'am Sflresi: 59.

331


şu uçsuz bucaksız kâinat içerisinde insan, bir nokta bile kalmaz iken kainatın yaratıcısı olan Allah'ı nasıl kavrayabilir ? Bir zerrenin küreyi kavradığı düş ünülemez. O halde insarun, kendisini ne o kadar büyük, ne de o kadar küçük görmesi do ğru değildir. insan ruhu safiyyet kazand ıkça kendisine marıevi âlemden ışıklar sızar, bazı bilgiler gelir. Bu muhakkak. Baz ı kimseler, bu kabiliyetle bazı olayları bilirler. Ke şif inkâr edilemez. Fakat bunda ifrat do ğru değ ildir. Insandan bir keramet hali zuhur edince onu Allah veya Allah' ın, vekili saymak tamamen sap ıklıktır. İnsan veli olunca her şeyi bilir sözü asla kabul edilemez. Hz. Peygamber bile: "Ben ancak bir be şerim, barıa ne vahyedilirse onu bilirim" derken onun rıaçiz bir ümmeti, nas ıl olur da kâinatın. bütün esrarnu çözer ? Keşfin şeriate uymas ı gerekir. Şer'i olmayan ke şif ve ilhamm hiçbir degeri yoktur. Insan ke şfinde yanılabilir. Zira ke şifte hayalin, düşün,cen.in, izlenimlerin, etkisi vard ır. Rüyada insan ın düşüncelerinin, hayallerinin, gündüz karşılaştığı olayların ne büyük etkisi oldu ğu bir gerçektir. Düşüncelerin etkisinden kurtulan ke şif yanılmaz. Yalnız bir ke şifte hayalin ve düşüncenin tesiri olup olmad ığını arılamak imkânsız gibidir. Nitekim ke şfin son. noktasına varmış olduklarını söyliyen nice insanlar, kendilerini dünyan ın en büyük ve son, velisi sanmışlar ve hattâ mehdi olduklar ını söylemişlerdir. Ama onlardan sonra da daha nice son. veliler ve mehdiler gelmi ştir. O halde bunların hangisi do ğrudur? Bunlar ke şiflerinde yan ılmamış , düşüncelerinin etkisin.de kalmam ış olsalardı kendilerinden, sonra k ıyametin kopmas ı gerekirdi. Onun için. ş aşmaz ölçü, kitap ve sünnet kabul edilmi ştir. Ve bundan dolayıdır ki Bayezid gibi büyük mutasavv ıflar: "Bir adam ın gökte uçtu ğunu, suda yürüdüğünü görseniz, onun amellerini kitap ve sünnet terazisinde tartmadıkça kabul etmeyiniz." demi şlerdir. İşte tasavvufi veya i şari tefsiri bu aç ıdan. de ğerlendirmek laz ımdır. Kim yaparsa yapsın, kim söylerse söylesin, kitaba, sünnete, akla ve mant ığa uymuyorsa kabul etmek zorunda de ğiliz. Bu tefsirler, birer zevk halinin eseridirler. En. büyük mutasavv ıflarm da dedi ği gibi bizce esas olan, kelimenin d ış anlamıdır.

332


B İ BL İ YOGRAFYA Ayasofya No. 221/2

cAbdullâh ibn, Muhârak, Vegl ılı fi

A. l3AUSAN İ, Hurüfiyya, The Encyclopedia of Islam, Leidert, London 1967 (Aelfini, mâ'ştahara

III, 600-601,

ibn Muhammed, Ke şfu'l-Iffaf ıl <cila Elsineti'n-Nas, Kahire 1351

<Am-

Sihâbu'd-din as-Seyyid Mahmild, Rühu'l-Me<âni fi ıva's-Seb<i'l-Mdâni, Billah 1301 al-Andelusi, Ebu Ilayyân. `A,bdullah ibn Muhammed, an-Nehru'lMâdd, Murâd Molla No. 46, 48, 49, 50 Anharawi, ismâtil,

Sehid cAli Pa şa, No. 1159

Anharawi, Ismâtil, Futrıhât-i <Ayniyye, Hâlet Efendi, No. 270 Arberry, A. J., Stıfism, London, 1950 cAshalâni, Sihâbu'd-din, Ebu'l-Façll Ahmed ibn 'Ali ibn. Hacer, Tehribu't-Tehrib, Ilaydarâbâd 1325 Ate ş , Süleyman, Cüneyd-i Bagdadi ve Mektuplar ı, Istanbul 1970 Bâli Efendi, Tahkikat-i Bâli, Daru'l-Me'gnewi 55/1 Bâli Efendi, Ristıletu'l-Ka(lâ-i Ba ğ dâdi, Ebubekr Ahmed ibn 'Ali 1349/1931

Düru'l-Me'şnewi No. 55/2 Târitıu Bagdâd, Mısır

<Ala Keşfi-Zunün Ba ğ clâdi, ismâcil Bâ ş â, Iklâ4u'l-Meknun can Asmai'l-Kutubi wa'l-Funün, Istanbul 1366/1947 Ba ğ dâdi, isma<il Bâ ş â, Hediyyetu'l-`,1rifin, Esmâu'l-Muellifinwakş'ârulMu şannifin, Istanbul 1951 Rüzbahân Elı tı Na ş r, `Arâisu'l-Beyân, Hindistan 1301 Bilmen, Ömer Nasisı hi, Büyük Tefsir Tarihi, Ankara 1961 333


Buhüri, Ebu `Abdillüh Muhammed ibn Leiden 1862 Buhüri, Ebu (Abdillülı Muhammed ibn

at-Tarihu'ş - Şağir

Buhüri, Emir Padi ş ah, Keşfu Esrüri't-Te'wil, Sehid (Ali Paş a No. 193 Bursüwi, Isma`il Hakki, Lubbu'l-Lubb wa Sirru's-Sirr, Istanbul 1328 Bursüwi, isma(il Hakki, Rühu'l-Beyün, Matba<a4 (0.'ınaniyye, Istanbul 1330 Ca`fer ibn Muhammed a ş -Sad ı k, Tefsir, Nafi'i Paşa No. 65 Cümi, K ı wümu'd-din `Abdurrahmün, Tefsirdl-Kurân, Ayasofya No. 405, 412, Escad Efendi, No. 78 Cürni, K ı wamu'd-din (Abdurrahmün, Nefehütu'l-Uns, kültesi Kütüphanesi, No. 634

Ilâhiyat Fa-

Cerraho ğlu, Doç. Dr. İ smail, Kur'an Tefsirinin Doğuşu ve Buna H ız Veren Amiller, Ankara 1968 Cili, cAbdu'l-Kerim ibn Ibrühim, al-İnsanu'l-Kümil fi Macrifeti'lEwahir wa'l-Ewüil, Mısır 1357/1956 Ça ğ atay, Prof. Dr. Ne ş 'et-Çubukçu, Prof. Dr. Ibrahim Agüh, islâm Mezhepleri Tarihi, Ankara 1965 Çubukçu, Prof. Dr. Ibrahim Agüh, Gazzali ve Bat ınilik, Resimli Posta Matbaası , Ankara 1964 Çubukçu Prof. Dr. Ibrahim Agüh, Gazzüli ve Şüphecilik, 1964

Basımevi,

Dirini, cAbdu'l-("Aziz ibrı Ahmed, Teysir fi Ulâmi't-Tefsir, Mısır 1310 Ebermann, Prof. Bericht über die Arabischen studien in Rubland wahren, Islamica, y ıl MCMXXX (1930), IV, 130-131 E. BERTHELS (Leningrad), DIE PARADIESICHEN JUNFRAUEN (HÜR İS) IM ISLAM, Islamica, yıl 1925, I. Ebü Düviid, Süleyman ilı nu'l-E ş (a ibn Ishük al-Ezdi as-Sicistüni, as-Sunen, Mısır 1371/1952 Ebu Ya(1ü, Kaçli Ebu'l-Huseyn Muhammed ibn Ebi Yagâ, Tabakiitu'l-Hanübile, Muhammed LItımid ne şri, Matba<atu's-Surtnati'l-Muhammediyye 1371/1952 Ebu Nucaym Ahmed ibrı `Abdillüh al-I ş fahürı i, wa rabakütu'l-A şfiya, Mısır 1352/1933 334


Ebu Zehre, Muhammed, al- İm ömu' Ş- şadık, Ddru'- ğakâfeti'l-cArabiyye Matbâasi. Eflâki, Semsu'd-din Ahmed al-cArifi, MeWciktbu'l-(Arifin, yan: Tahsin Yaz ıcı Ankara 1961 Erdurumi,

İ brahim IJak1T, Macrifetntıme,

Yaymb-

İstanbul 1330

Fenı âri, Semsu'd-din Muhammed ibn bul 1325

Ayna' l- Acycln, İstan-

Fenni, İ smacil, Maddiyyun Meihebinin 1928

Orlıâniye Matbaasi,

Gazüli, Ebu Hâmid Muhammed ibn Muhammed, Cewühiru'l-lur'ein, Mısır 1329 Gazâli, Ebu Hâmid Muhammed ibn Muhammed, İhyd'u din , al-Matbacatu'l-cAlem, 1307 ve Kahire 1387/1967 Gazâli, al- imkr

İhyti, Kâhire 1387/1967 Madniini'l-Kebir, Mısır 1303

Gazâli, 1327

Matbacatu Dâri'l-Kutubil-(Arabiyye, M ısır

Mişkenu'l-Enwcir (Nurlar Feneri), S. Ate ş Tercemesi, İstanbul 1966 al-Munkisfu Mina'd-dalal, Muhammed Câbir ne şri, Mısıır Tehöfutu'l- Felasife, Mısır 1303 Yakii tatu't-Te'wil, Süleymaniye, Hasan. Pa ş a kısmı, No. 57 Giylâni, (Abdu'l-Küdir, Kitabu'l- Ğunye li T alibi wa Celle, Dâru't-Tibrâti'l-qmire, Kâhire 1288 Goldziher, Ignaz,

Mdahibu't-Tefsiri'l-

Azze Kâhire, 1374/1955

Abdulbaki, Fadlullah klurüfr nin Oğluna Ait Bir Mektup, ş arkiyat Mecmuası, 1956, s. 37-57 Gölpinarl ı , Prof. Abdulbaki, Simavna Kad ısı Oğlu Şeyh Bedreddin, İstanbul 1966 al-Hamawi, Sihâbu'd-din Ebu (Abdillah Yükrit ibn cAbdillâh, Kidıbu Muccemi'l-Buldân, 1324/1906 Hartman, R., Sülemi'nin Risrıletu'l-Melâmetiyyesi, Çeviren: Köprülüzâde Ahmed Cemal, Darü'l-Fünun Edebiyat Fakültesi Mecinuasi, sene 1924, sayı , 6, s. 277-322

335


gucwiri, cAliyy ibn cOsmön Hurufilik,

Keşful-Mahcüb

Ansiklopedisi, V. cild, I. kısım, s. 598-600

Hüdüyi, <Aziz Mahmüd Efendi, Neferisu'l-Mecölis, Sehid Ali Pa ş a, No. 172-174 İ bnu'l-<Arabi, Ebubekr Muhyi'd-din Muhammedibn.(Ali, Fuş uşu'lklikem, Ebu'l-cAlâ (Afifi ne şri, 1365/1946 ibnu'l-<Arabi, al- Futöljötu'l-Mekkiyye, 1293 ve 1329 Mısır baskıları İ bnu'l-cArabi, işörtı tu'l-Kur'ön fi c.ıilemi'l- ınsön, Konya Yusuf Ağa Kütüphanesi, No. 7838/1 İ bnu'l-(Arabi, Kitöbu'l-Celtıle, Konya Yusuf Ağa Kth. No. 7838/2 İ bnu'l-cArabl, Kiteıbu'l- Feneri frl-Muşöhede, Estad Efendi No. 1655 İ b ılu'l-<Arabi, Kitöbu'l-R-urba, Es'ad Efendi No. 1655 varak 14a-15a ibnu'l-<Arabi, Kitöbu ,Şarbi Haltin-Nacleyn, Yusuf Ağa Kth. No. 7838/5 İ bnu'l-(Arabi, Mecnıfıca-i

Sehid <Ali No. 1342

Şeyh

ib nu'l- <Ar abi, al-Makşadu'l-Esmö fi'l- ışöröt fimö Wakcı<cı bi lisöni'l-klakikati wa' ş-,Şericati mine'l-Kinayta, Sehid <Ali No. 1341/17 ibnu'l-<Arabi, Risöle fi

Fıkhi, Beyrüt 1324 MIGUEL ASİN PALAC İOS neşri, Mad-

rid-Granada 1939 Yılsuf Ağa

İ bnu'l-<Arabi, Risiiletu'l-Mukannic Kütüphanesi, No. 1838 Tefsir, Sehid Ali No. 62 İ bnu'l-`Arabi, Faşlun Mufid fi

Sehid 'Ali No. 1341/16

ibnu'l-tArabi, Tercurnönu'l-Eştvök, Beyriit, 1966 ibnu Barracün, Ebu'l-lJakem cAbdu's-Selöm al-Ma ğribi al-.Andalusi, Kitabu bi Ahhâmil-cibra, Murüd Mollü, No. 35 İ bnu Barracün, Tefsiru'l-Irşad, Dümüd İbrahim Pa şa No. 27 Cenuilu'd-din Ebu'l-Ferac cAbdurrahman ibn Safwa, Haydarübüd 1355

Sıfatu' ş-

ibnu'l-Cezeri, Semsu'd-din Muhammed, Ğöyetu'n-Nihilye fi Tabaköti'l-Kurra,,' Mısır 1351/1932 336


İ b ır.u'd-Elebbâ ğ cAbdurrahman ibn Muhammed al-An ş âri, Kitabu Me şarilcu Entatri'l-Kültib uıct Mefatihu Esretri'l-Guyâb, Tah14. H. Ritter, Beyrut 1379/1959 < İ zzu'd-din Ebu'l-Hasen cAliyy ibrı Muhammed ibn Muhammed, al-Lubâb ft, Telti-ibi'l-Ensâb, Mısır 1357 İ bnu Hallikân, Ahmed ibn. Muhammed ibn Ebibekr, Wafayâtu'lAcyttn, Mısır 1367/1948 İ bnu Hanbel, Ebu `Abdillah Ahmed ibn Muhammed a ş -Seybâni, Musned, Mısır 1313 İ bnu Hi ş rı m, Ebu Muhammed cAbdulmelik ibn Hi ş âm yeri, as-Siratu'n-Nebewiyye, Mısır 1355/1936 İ brı u'l-4mâd, (Abdu'l-Hayy 2eheb fi Ahbâri Men 2eheb, Beyrilt, Lübnan

Şderatu-

İ b ıru Khaldurı , THE MUQADDIMAH, An İntroduction to History, İngilizce Terceme: Franz, N. ROSENTHAL, London. 1958 İ bnu'l-Kayyim al-Cawziyye, Ebü (Abdillâh Muhammed ibn. Ebibekr ibrı Eyy-1"lb, Medaricu's-Salikin İ bnu'l-Kayyim al-Cawziyye, Zâclu'lc Me`dd Hudâ lik: Muhammed Ra şid Rıçlâ, Mısır 1332 İ bn.0 Ker3ir, Ebu'l-Fida 1932

Taç

ibn 'Ömer, al-Bidâye wa'n-Nilı âye, Mısır

İ bnu Kuteybe, Muhammed as-Sâwi, Kitübu'/-Ma<arif; 1353/1934 İ bnu Mâce, cAbdillâh Muhammed ibn Yezid, as-Sunen, Muhammed Fu'âd (Abdulbölci ne şri, Mısır 1372/1952 İ bnu'n-Nedim, Ebu'l-Farac Muhammed ibn Ishâk, al-Fihrist, Gustav Flugel neşri, Beyrut 1964 İ bn.0 Sa`d, Muhammed ibn az-Zuhri, Kâtibu'l-Wâhldt, at-TabalFütu'l-Kubrâ, Leiden 1330/1915 İ bnu Teymiyye, Tahiyyu'd-din Ebu'l-cAbbas Ahmed ibn ibn cAbdi's-Selâm, Cewabu wal- İmân, Kâhire 1375 İ bnu Teymiyye, Mecmücatu Fetânıtiy-i ,Şeyh,i'l-Islâtn Ibn Teymiyye, Kahire 1326 İ bnu Teymiyye, Mefitebu'l-Ittihâdiyyin, I:1 atmu'l-Eu ıliyet "ieylinde, Beyrrıt 1965

337


Ibnu Teymiyye, Minhöcu's-Sunne,

al-Matbacatu'l-Emiriyye, 1322

Ibnu Teymiyye, Mulcaddime fi U ş uli't-Tefsir, Matba<atu't-Terakki, D ımaşk 1932 ihsân <Abbâs, al-1.1asanu'l-Başri, Mısır 1952 Rabbâni, Ahmed Fârük Serhendi, Mektubiit, Dehli, 1290 İ z, Mahir, Tasavvuf,

Istanbul, 1969

izmirli Isma<1.1 Hakk ı , Yeni Ilm-i 1340-1343

Matbaca-i cımire, Istanbul

izniki, Hekimo ğ lu <Ali Çelebi, Ke şfu'l-Esrör fi Hetki'l-Esttır, Istanbul Oniversitesi Kütüphar ıesi, No. 6092 Kahhâle, 'Ömer 1114,

Dımaşk, 1380/1961

Kâm, <Ömer Ferid, Valıdet-i Vücud, Istanbul, 1331 Karabâ ş Veli, Seyk <Aliyyu'l-Atwal, Tefsiru Töhei, Süleymaniye, lIacı Mahmüd Efendi, No. 33 al-Küri, <Aliyy ibn Sultan Muhammed, Risâletu wandeti'l-Wucud, 1294 K"ü ş âni, Cemâlu'd-din <Abdu'r-Razzâk, 1283

Te'ıvilâtu'l-Rur'an,

Mısır

Ka şani, I ş t ı lâhâtu' ş -Siı fiyye, Aya şofya, No. 1655 al-Kâ ş ifi, RaşcıKâ ş ifi, Fahru'd-din `Aliyy ibn Huseyn lıat <Aynu'l-Xlayöt, Çeviren: Muhammed (Ma<rüf) ibn Serif al-cAbhâsi, Istanbul 1269 Keşfu'z-Zunün< Kâtip Çelebi, Mu ş tafa ibn (Abdillâh Hac ı 1360/1941 ı, can EsınCıi'l-Kutubi wa'l-Funün, Macârif Matbaas Kay ş ari, Dâvâd ibn Mahmüd, Şarhu Dâmâd 116 Keklik, Doç. Dr. Allah, Kilinat ve Insan, Istanbul 1967 Ebubekr Muhammed ibn ishâk, Kitabu't-Ta<arruf hebi Ehli't-Taşawıvuf, Arberry ne şri, Kahire 1325 K ı star, M.J., A'clabu'ş -Şohba önsözü, Jerusalem 1954 Konevi, Sadru'd-din. Muhammed ibn ishâk, Iccözu'l-Beyön, Konya Yiisuf Ağa Kütüphanesi, No. 7 Köprülü, Prof. Dr. Fuat, Türk Edebiyat ında Ilk Mutasavv ıflar, Ankara 1966

338


Ileıhiyye

Kösetürkmen, Muharrem Hilmi Efendi, Meldirıtât-i

Kubrâ, Neemu'd-din Ahmed ihn 'Ömer, cAynu'l-Hayât frt-Tefsir, Dömöd Ibrahim Pa şa Kütüphanesi No. 153 al-Kurdi, (Abdullah ibn. İ brahim ibn Hasan, Mesleku't-Tacrif bi tahhikrt-teklif calti me şrabi ehli'l-keşfi wa'ş-ş uhâ d al-htı iline bi wandeti'lıyucCıd, Hamidiyye Kütüphanesi No. 1440 Kurtubi, Ş emsu'd-din Ebu (Abdillâh Muhammed ibn Ahmed Kahire 1935-1950 al-An ş öri, a/-Câmic Alıkamrl-Kur' cin, ' 1

ş eyri, (Abdu'l-Kerim ibrı Hewözin, No. 117

Letclifu'l-I şârât, Köprülü,

Ku ş eyri, `Abdu'l-Kerim ibn Hewözin, Risâle, Mısır 1318 Küfral ı, Kas ı m, Ku şeyri Hayatı ve Zikir Telâkkileri, Istanbul -üniversitesi Kütüphanesi Tez No. 961 al-Löhori, cAtimullöh, al-Futtıhatu'l-Unsiyye fi Tahhilıı Rumazr.ş- Şfıfiyye, Istanbul, Kıhç Ali Kütüphanesi No. 617 Nefehâtu'l-ens Tercemesi mira, 1270

(Tefrieu'l-Kulûb), Döru't-T ıbfıcatil-q-

Tahiyyu'd-din Ahmed ibn cAliyy ibn <Abdr1-.Kt ıdir, MalFriziyye, Matba<atu'n-Nil, Mısır 1326 Massignon, L., Essai Sur Les Origines De Lexique Technique De La Mystique Musulmane, Paris 1954 Massignon, L., Shorter Encyclopedia of Islam'daki Mysticism makalesi Massignon, L., Recuel de Textes tique en Pays D'Islam

Con.cernant L'Histoire de la Mys-

al-Meybudi, Ebâ'l-Fadl Raşidu'd-din, Keşful-Esrör wa `Uddatu'l-Ebrör, `Ali A şgar Hikmet ne şri, Tahran. 1380/1331 H. Şemsi Meedi Efendi, Şelıiiik-i Nuc ınâniyye Tercemesi, Istanbul 1269 Mehmet Töhir, <Osmanh Miiellifleri, /stanbul al-Mekki, Ebu Tölib Muhammed ibn (Ali, letrl-Mahbâb, eski baskı ve 1301/1961 Mısır baskısı

fi Mucâme-

al-Mekki al-Maheüb, as-Seyyid Muhammed ibn (Osm ıln, Tâcu't-Teftısir Bf114, 1313 Meier, Fritz, Stanbuler Hendschriften dreier Persischer Mystiker, Der Islam, yıl 1937, e. 24

339


Yliras, Prof. Kâmil, İstanbul 1947

Buhari Muhtasarı, Tecrid-i Sadi!, Tercemesi,

Montgomery Watt, Islamic Surveys, S. Ate ş Tercemesi, Ankara 1968 Muhammed `Abduh ve Muhammed Ra ş id R ı çlâ, Tefsiru'l-Kurtıni'lHakim, Kâhire 1366/1947 Muhammed Fevzi Efendi, Tefricu'l- Ğalab fi Tefsiri Stırati'l- Felab, Istanbul 1300 al-Munâwi, (Abdu'r-Radf Mubammed ibn (Atlyy ibn Zeyn al-c. ıibidin alHaddad, al-Kewâkibu'd-Durriyye fi Terâcimi Sâdâti' ş- şüliyye, Mısır, 1357/1938 al-Muniiri, Zekiyyu'd-din `Abdu'l-cAzim, Mısır 1373/1954

at-Tarğib wa't-Tarhib,

Muslim, ibn. Haccac, Ebfı'l-Huseyn al-Ku şeyri, al-Câmi(u' ş-şahih, Muhammed Fuâd cAbdullaki ne şri, Kahire 1384/1955

cAleyhisselam Ter-

Zehru'l-Kimdm fi Kt şşati Mustafa ibn cemesi, Nuruosmaniye, No. 2356 Natı ciwâni, Baba Ni<metulleih, al- Feıvdtibu'l-Hdhiyye Ğaybiyye, Istanbul 1326 Nak ş ibendr, aş-Seyb BahCıu'd-din, Ristıle Dâxu'l-Me'Snevi, No. 55/4 Ne s âi, E b 1964

ıva'1-,Mefitibu'l-

Wabdeti'l-wuciid, Süleymaniye,

<Abdirralıman Abmed ibn Sdayb ibn (Ali, as-Sunen, Mısır, 1383/

Neysâbâri, N4Cımu'd-din al-Hasan ibn Mub,ammed ibn al-Huseyn Carâibu'l-Kur'ân wa Ra ğüibul-Furkân, Taberi kenar ında, Mısır 1321 Nichols on, R.A., tAlâ cAtifi, Kahire 1375/1956

Arapçaya çeviren: Ebül-

Niyazi-i M ış ri, Muhammed, Tefstr ıt'l- Fatiba, Pertev Pa ş a No. 620 Niyazi-i M ı ş ri, Muhammed, MewCtidu'l-t ırfc1n Iva eAwiiidu'l-Ibsiin, Türkçeye Çeviren: Süleyman Ate ş , Irfan Sofralar ı Ankara, 1971 Niyazi-i M ış ri, Muhammed, Risttletu'l-Haseneyn, Milli Eğitim Bakanlığı Ankara İl Halk Kütüphanesi Eski Eserler Bölümü, No. 698 Niyazi-i M ış ri, Risdle, Bayezid (Umumi) Kütüphanesi, No. 29593/3 Niyazi-i M ış ri, Risdle-i H ıdır, Pertev Pa şa No. 620, varak 40a-48b

340


şarku'l-WCırideit, Birinci Serez No.

Nuru'd-dinzade 1103

Pârsâ, ljace Muhammed, Tefsir, Es(ad Efendi No. 84, NafiZ 73, Murad Molla, 72 ffayru'd-din

Rasailu ihwani' ş - Ş afa wa neşri, Mısır 1347/1926

fi Tefsiri'sar-Razi, Neemu'd-d'in. Daye, Baltru'l-Halsci'ik Seb<il-MeMni, Hasan. Hüsnü ka ş a Kütüphanesi, No. 37, Murad Buhari 12, Kılıç Ali Paş a No. 92, Halet Efendi No. 18 Rifaci, Seyyid Ahmed, al-Burldınu'l-Mu'eyyed,

İstanbul, 1301

a ş - ş afedi, Cemalu'd-din Yâsuf, Ke şfu'l-Esreir wa Hetku'l-Esteir, Fatih: 390, 391, 392, 394, 395 Sami,

ş emseddin,

1;(amasu'/-Ar/am,

İstanbul 1308

Samarkandi, Na ş r ibn Muhammed ibn Ahmed, Tefsiru'l-Kur'ein, Diyanet İşleri Başkanlığı Kütüphanesi, No. 128 as-Sarrae, Ebu Na ş r Matımud-Teihd

: Dr. cAbdu'l-Halim al-Luma<, Surur, Mısır 1380/1960

Saruhani, Mün ş i Mahmüd Bedru'd-din, Nezilu't-Tenzil, ljamidiyye, No. 117 Saclebi, Ebü. İ shak Ahmed ibn Muhammed ibn. İ brahim, Kitabu'l Ke şfi wa'l-Beyein Damad İbrahim Paşa No. 102 aA-Sawri, Ebâ cAbdillah Sufyan. ibn Sacid ibn Mesrük <Arşi neşri, Rampur (Hindistan), 1385/ Tefsiru'l-Kurein, L ıntiyeiz 1965 Simnâni, cAlau'd-Dawla, Necmu'l-Kur'etn, Damad İbrahim Paş a No. 153, Hayri Abdullah, No. 162 ş ihabu'd-din, cUyeınu't-Tefeısir, Köprülü, No. 110, Ayasofya, No. 171, 219 S ı rr ı Pa ş a, Nakclu'l-Keletm fi

İstanbul 1324

Subki, cAbdu'l-Wahhâb ibn Takiyyu'd-din, at-Tabaluitu'ş-Saficiyyeti'l-Kubrii, Mısır, 1324 Sulemi, Eba `Abdirrahman Muhammed ibn al-Uuseyn ibn Muhammed ibn Müsii al-Ezdi an-Neysabilri, iidabu'ş- şolıba wa Husnu'l-<İşra, Jerusalem 1954 341


Sulemi, Beydnu Zeleli'l-Fulcarcl, Fatih, No. 2650, varak 60b-62b Sulemi, al-Parto Beyne <limrş- şercia rak 139b-142b

Ayasofya No. 4128, va-

Sulemi, Ijabc-tilcu't-Tefstr, Fatih 260, 261, 262, Selim A ğa 77 Sulemi, Risaletu'l-Meltimetiyye, Sulemi, TabalccItu'ş - şfıfiyye,

Ebu'l-cAla cAfifi ne şri, Kahire 1945

Mısır 1372/1953

Sulemi, <Uytibu'n-Nefsi wa Mudâwâtulta, Köprülü No. 1603 Storey, M.C.A., Persian Literature, London 1927 Suhrawardi, Ebu klaf ş Ş ihübu'd-din comer ibn Muhammed ibn cAbdillâh, Nuğbetu'l-Beyein

Tefstri'l-Kur'ân, Beşir Ağa (Eyyub) 24

Suyût1, Celâlu'd-din 'Abdurrahman., Buğyetu'l-Wuceit fi Tabalceiti'llikawiyytne wa'n-nulteit, Tahklk: Muhammed Ebül-Façll Ibrühim Suyfı ti, Tabalcrttu'l-Mufessirin, Tahran 1960 Ş acrâ ıı.i, `Abdu'l-Wahhüb, El-Enwc1ru'l-Kudsiyye Macrifeti Kaweicidi' şşetfiyye, Kahire 1962 Ş acrânt, Letöifu'l-Minen fi Menötabi' ş-Şeyh Ebrl-cAbbeis al-Mursi, wa Şeyhihrş-ŞetZ'iti Ebr1-1.1asan, Kahire 1321 Ş acrâni, Mifulltu's-Sirri'l-Kudst ft" Tefstri No. 233

Nuruosmaniye,

Ş a<râni, at-TabalctItu'l-Kubrcl (LetvölctItu'l-Enweir fi" Tabalcöti'l-Alffeir), hire, 1355

Ka-

eyh Mu ş tafa Lötti, Tultfetu'l-cAsri fi Menölc ıbi'l-Mtşri. Istanbul, 1309 Taberl, Ebu Ca<fer Muhammed ibn Cerir, Crtmicu'l-Beyein <an Mısıır, 1373/1954 Tabrasi, Elı fı (Ali al-Façll ibn al-1.1asen, Mecme<u'l-Beyön ft Tefstri'lKur'ein, Tahran 1373 Ta ğ riburd ı, Cemülu'd-din Ebu'l-Mehüsin Zeihira, Mısır, 1351/1932

an-Nucumu'z-

at-Tanji, Prof. Muhammed Tawit, Gazzatrye Göre Kur'an'tn Tefsiri, ılâhiyat Fakültesi Dergisi, VI, say ı 1957 I-Jasen, Kiteibu 1965

342

EbücAbdillâh Muhammed ibn cAliyy ibn. al(Osman Isma<I1 Yahyü ne şri, Beyrut


Ma<tirif be hemrâh-i TefSeyyid Burhaneddin sir-i Sâra-i Muhammed wa Fetb, ba ta şhilıat-i Bedişu'z-Zeman fer, Çaphane-i Dâni ş gah, Tahran Ebrı 'Isa Muhammed ibu qsa'brı Sawra, as-Sunen, Ahmed Muhammed Şökir ne şri, Kahire 1356/1937 at-Tüsi, Ebu Ca(fer Muhammed ibn al-Hasen, at-Tibyân Bozorg at-Tahrâni, Necef 1376/1957 at-Tustari, Sehl ibn

Tefsiru'l-Kur'âni'l-cAzim, Mısır 1329

al-Yabsübi, Ebu'l- Façll c ıyetd ibn Mtisa, aş -Şifa fi Tacrifi. Huls.fiV1-Mu ştafâ, Halil Efendi Matbaas ı 1290 Yaz ı c ı zade, Muhammed Bicân,

Kitab- ı Muhammediyye, İstanbul 1300

az-Zirkili, flayru'd-din, al-A(1am, Matbacat Kostansomos wa şurakâ'uh, 1373 /1954 "-Zehebi, Şemsu'd-din Ebti cAbdillâh ibn Ahmed, Taribu'l-Islâm, ya No. 3009

Ayasof-

a-Zehebi, Siyeru A`lâmi'n-Nubelâ, Ahmed III Kütüphanesi No. 2910 Tesikiratu'l-lJuffâz,

Haydarabad 1376/1956

asi-Zehebi, Muhammed Huseyn, at-Tefsir wa'l-Mufessirân, Mısır 1381/ 1961 az-Ze4âni, Prof. Muhammed <Abdu'l-cAzim, cUlâmi'l-.Kur'ân, Mısır, 1360-1361

Menahilu'l-cirfân

az-Zerke ş i, Bedru'd-din Muhammed ibn `Abdillah, al-Burhan `Ulâmi'l-R'ur'ân, Muhammed Ebu'l-Fadl Ibrahim ne şri, Mısır, 1376/1957

343


I - GENEL INDEKS Abdull-Ehad an-Nuri 237 Abdul-Baki 242 Abdu'l- Ğûfir al-Farisi 92, 99, 105 Abdu'l- Ğani an-Nablusi 171 Abdullah ibn Abbas 22, 29, 33, 34, 35, 36, 38, 41, 42, 60 Abdullah ibn Ahmed 197 Abdullah Bosnavi 236, 237, 266 Abdullah Efendi 249 Abdullah ibn al-Haris 60 Abdullah ibn Hasan aş-Şehrâni 267 Abdullah ibn Mes'ıld, 30, 35, 37, 50, 113 Abdullah ibn Mes'fıd (sahabi değil) 179 Abdullah ibn Mubarak 56, 61, 62, 96 Abdullah ibn Muhammed al-Hazzâz ar-Râzi 90 Abdullah ibn Muhammed ibn Munazil 91 Abdullah ibn Muhammed al-Murtai ş 90 Abdullah ibn Ömer 34 Abdullah ibn Tahir al-Ebheri 91 ibn Musa al-Anskri 139 Abdu'l-Hayy Celveti, 242 Abdu'l-Kadir al-Aydarusi 214 Abdul-Kadir Giylâni 134, 135, 136, 161, 249, 270 Abdul-Kerim Celveti 238 Abdul-Lâtif Kudsi 222 Abdul-Mecid Sivâsi 237 Abdu'l-Melik at-Tusteri 142 Abdu'l-Vallid 295 Abdu'r-Razzak Munâvi 17 Abdu'r-Rahman ibn Avf 30 Abdu'r-Rahmân al-Evzâi 56 Abdu'r-Ra'fıf al-Munâvi 46, 56 Abdu'r-Rahim Irat 29 Adem (Hz.) 23, 54, 67, 68, 81, 108, 122, 133, 153, 154, 170, 172, 185, 189, 190, 202,

207, 239, 245, 264, 272, 279, 280, 284, 285, 294, 299, 302, 325, 326, 327, 331 Adiy ibn Hâtem 22 Ahmed (Gazâlrnin karde şi) 110 Ahmed ibn Asım al-Antall' 91 Ahmedabad 214 Ahmed Emin 17 Ahmet ibn Hamza 230 Ahmed Idris 214 Ahmed ibn Hanbel 14, 32, 33, 34, 61, 115, 116, 117, 128, 134, 135, 157, 184, 196, 206, 229, 253, 255, 259, 270, 285, 290, 293, 296, 302, 306, 307, 325 Ahmed Rifal 275 Ahmed ibn Muhammed 50, 168 Ahmed ibn Isa al-Hazzâz 90 Ahnef ibn Kays 105 Aişe (Hz.) 24 Akhisar 230 Aksaray 168 Akşehir 225 Akşemseddin 225 Alâu'd-din 249 Alâu'd-din Ali 223 Alâu'd-din Keykubâd I 161, 163, 216. Alau'd-din Muhammed al-Bulıfıri 130, 223 Ali (Hz.) 16, 23, 30, 32, 34, 36, 37, 47, 48, 67, 155, 157, 158, 249, 263, 329 Aliyyu'l-Agil 327, 328 Ali Asgar Hikmet 120, 130 Ali ibn Ahmed al-Bo şenei 91 Ali Hasan Abdu'l-Kadir 18, 74 Ali al-Havass 64 Ali al-Izniki 196, 199 Allyyu'l-Kari 171, 267, 273, 292, 305, 306 Ali ibn Muhammed 50 Ali Rıza Efendi 257

345


Ali Süveydi 249 Ali Şir Nevâ'i 213 Ali Zeyne'l-Abidin 38, 46, 47, 48 _Alpaslan 99 Müsi Mahmud Efendi 37, 249, 250, 251, 252, 253, 254, 257, 281, 328 Amâ Mertebesi 226, 227 Amasya 224. 248 A'me ş 60 kmir ibn Abdi'l-Kays 40 Ammâr ibn Yasir 228 Amr ibn al-As 25 Arar ibn Seleme Ebu Hafs an-Neysâbüri 90 Amr ibn Osman al-Mekki 90 Amr ibn Ubeyd 41 Anadolu 144, 168, 216, 222, 225 Ankara 223. 232 Ansâri, Abdullah ibn Muhammed 105, 106, 110, 121 Arberry, A.J. 11, 16, 92 Arrân 145 Asaf ibn Barhiyâ 289 Ashab-i Kehf 317 Askalâni 58 Atâ 43 Attâr 17 Ateş, Prof. Dr. Ahmed 167, 168, 192 Ateş, Süleyman 99, 110, 114 Aydın 257 Aydos 242 Aynu'ş-Şems Nizam 168 Azer 247 Azerbaycan 144, 145, 225 Aziz Mahmud Hüdâyi 221, 231, 232, 238 Bağdad 151, 161, 163, 168, 232, 249, 250 Bahâu'd-din Veled 140, 162, 163 Bahau'd-din Nak şibend 212, 275, 276, 278 Bak.% Ruzbahân 33, 34, 53, 85, 89, 136, 137, 138 Bâti Efendi ( Şeyh) 221, 230, 299 Basra 39, 40, 57, 161 Bayezid II. 224, 225, 328 Bâyezid-i Bistânü 18, 86, 90, 270, 309, 332 Bâyezid-i Riımi 224 Bedir 36, 288 Bedir Gazvesi 232 Bedreddin Simavi 216, 217, 218, 219, 220, 221, 222, 230

346

Behlül ibn Zu'eyb 15 Bekkâfm 15 Belh 163 Belkis 289 Bektaşiler 222 Berliıı 215, 230 Beyhaki 33, 207, 306 Beyti Mukaddes 124, 132 Bezzâr 294, 306 Bilmen, Onıer Nasulıi 39, 110, 118, 140, 141, 214, 215, 216, 231, 242, 243, 249, 250 Birge, J.K. 327 Bişr ibn al-Hâris 90 Bosna 236 Brahma 272, 273 Brill 212 Brockelmann 9, 88, 141, 161, 196, 212, 213, 215, 224, 225, 230 Buhârâ 162, 248 Buhâri 14, 28, 29, 34, 35, 36, 50, 56, 110, 115, 116, 117, 128, 157, 229, 253, 255, 259, 270, 285, 290, 291, 295, 302, 325 Buhtunnasr 124 Burak 126 Bursa 230, 236, 239, 242, 243, 244 Câbir 253 Câbir ibn Hayyân 17, 46, 47 Ca'fer ibn Muhammed al-Huldi 91, 139 Ca'fer-i Sad ık 40, 46, 55, 66, 93, 129, 151, 205, 271, 320 Câlüt 165 Câmi 106, 140, 151, 161, 163, 192, 212, 213, 214, 225 Cebrâil (Cibril) 22, 23, 32, 48, 64, 101, 125, 126, 127, 169, 254, 322 Celâlu'd-din Devvâni 171 Celâleddin Rum? (Mevlânâ) 144, 162, 163, 233, 237, 270, 216 Cemalu'd-din Muhammed al-Kirmâni 171 Cemalu'd-din Aksarayi 222, 224 Cemal Halveti 224 Cengiz 140 Cerraho ğlu, Doç. Dr. Ismail 18 Ceyhun 204 Cezeri 171 Cıfr 47 Cibal 160 Cibt 26


Cilt, Abdul-Kerim 212, 279, 282 Cüneyd-i Bağdâdi 64, 73, 74-76, 79, 81, 82, 83, 84, 85, 88, 91, 120, 170, 174, 177, 195, 232, 236, 258, 270, 274, 278, 306, 325, 330 Cürcân 110 Çağatay, Prof. Ne ş'et 297 Çubukçu, Prof.i. Agâh 110, 114, 117, 118, 297 Dâbbe 23 Dahili& 35, 58 Dârimi 115, 116, 117, 128, 255, 285 Dâvud (Hz.) 60, 128, 153, 154, 155, 165, 326 Dâvud at-Tâ'i 21 Dâye, Necmu'd-din 141, 142, 144, 145, 146, 150, 151, 152, 162, 179, 192, 212 Deliorman 221 Derviş Hasan 236 Deylemi 30, 306 Diyarbalur 144 Ebermann 65 Ebiverd 87, 204 Ebrehe 206 Ebul-Abbas Abdurrahman 66 Ebu Abdillah al-Cellâ 74 Ebu Abdillah a ş-Şerefi 167 Ebu Abdillah as-Savmal 143 Ebu'l-Alii ABB 170, 304 Ebu Ali ad-Dakkak 98, 99 Ebu Ali as-Sakafi 91 Ebubekir (Hz.) 15, 16, 24, 52, 84, 107, 158, 160, 255, 290, 326 Ebubekir Ahmed al-Beledi 66, 67 Ebubekir al-Bennâni ar-Rabâti 215 Ebubekir Htıni 95 Ebubekir al-Kittiiııi 90 Ebubekir Muhammed ibn Fûrak 98 Ebubekir Muhammed ibn at-Tfısi 98 Ebubekir ibn at-Tayyib (Kadi) 98 Ebubekir at-Tamestâni 91 Ebubekir al-Varrâk 91 Ebu Ca'fer Manalı' 49, 57 Ebu Ca'fer al-Uryâni 167 Ebu Cuhayfe 34 Ebu Dâvud 14, 34, 116, 183, 229, 253, 255, 259, 270, 285, 290, 296 Ebu'd-Derdâ 35, 71 Ebu Eyyfib al-Amiri 105, 118

Ebu'l-Haccâc Yusuf a ş-Şubarbull 167 Ebu Hafs İbrahim al-Ansûri 212 Ebu Hamza al-Ba ğdâdi 73 Ebu Halid 57 Ebu Hanife 49, 57, 196, 250 Ebu'l-Hasan el-E ş'ari 105 Ebu'l-Hasan Muhammed ibn Ali 105 Ebû Hâşim al-Kûfl 17, 330 Ebfı'l-Havass 97 Hayyân 251 Elıiı'l-Huseyn an-Nfıri 18, 86, 87, 90 Ebû'-Huseyn Muhammed ilmi Kadi Ebi Ya' lâ 134 Ebu Huzeyfe Musa ibn Mes'ud 58 Ebu Hüreyre 13, 28, 29, 33, 35, 135, 254, 285, 313 Ebu İshak al-Isferâini 98 Ebu'l-Leys as-Semerkandi 223 Ebıl Lübâbe 15 Ebu'l-Kasim Ali ibn Ahmed 66 Ebu'l-Kasim an-Nasrâbâzi 91 Ebu Mansıır Mut Ansiııi 105 Ebu'l-Meâli al-Faravi 140 Ebul-Melıarim Ahmed al-Lebblın 140 Ebu Muhammed ibn Abde 161 Ebu Muhammed Abdullah ibn Hubayk 57 Ebu Muhammed al-Hasan 50 Ebu Muhammed al-Muhalledi 95 Ebu Muhammed al-Hasan ibn Muhammed 50 Ebu Musa el-Eş'ari 97 Ebu Nasr Ahmed al-Beledi 65 Ebu Nasr Ammâr ibn Yasir 140 Ebu Nasr Ahmed ibn Ali at-Tâifi 65 Ebu'n-Necib 161 Ebu Nuaym 16, 30, 32, 36, 39 Ebu Osman 74, 300 Ebu Said 64 Ebu Sa'de al-Mubarek al-Muharrinıl 134 Ebu Said 173 Ebu Said Halil 140 Ebu Said al-Harrâz 18, 173 Ebu Said al-Hudri 253 Ebu Said al-Kura şi 91 Ebu Sehl ibn al-Muvaffak 99 Ebu Sevr 73, 74 Ebu Süleyman ad-Dârâni 64, 90 Ebu's-Su'ûd 244, 251 Ebfı Tâlib al-Mekki 29, 145, 170, 267

347


Tâhir ibn Me'mun 50 Ebu Tahir es-Selefi 139 Ebu Yahya es-Senhâci 167 Ebu Ya'kub as-Susi 91 Ebu Yala 33, 207 Ebu Yusuf Ahmed ibn Muhammed 66 Ebu Zerri Gifâri 16 Ebu'z-Ziyâ Bedru'd-din Abdullah al Haddâdi 139 Edirne 216, 223, 224, 242, 257 Eflaki 163 Ekberiyye 222 Ekmel Bâberti 216 Ekmelu'd-din 222 Emeviler 16 Emir Isfendiyar 216 Endülüs 131, 167 Enes 294 Erbil 144 Erdebiliyye 222 Erzincan 224 Eş'ari 241 Eş'ariyye 98, 99, 105 Ermenistan 132 Eyyub (Hz.) 172, 237 Fadl ibn Ahmed as-Saidi 105 Fahru'd-din Ali 162 Fahreddin Acemi 328 Fahru'l-Mülk 110 Fahru'n-Nisa 168 Fas 167 Fazlullah Esterâbâdi 326, 327, 328 Fenâi Mustafa Efendi 222, 223, 248, 300 Fergane 87 Fergani 284 Ferid Kam 270, 273 Fir'avn 114, 159, 171, 173, 174, 256 Firuzanfer 163, 164 Fudayl ibn iyâd 61, 90 al-Furâti 99 Gazali 20, 38, 64, 85, 92, 110, 111, 112, 113, 114, 115, 116, 117, 118, 119, 120, 130, 145, 170, 176, 180, 181, 260, 268, 306, 308 Gelibolu 223 Goldziher 9, 15, 18, 117, 178, 181 Gölpınarlı, Prof. Abclulbaki 216, 217, 218, 220, 221, 328

348

Hâce Muhammed Pârsâ 212 Hâce Ubeydullah Ahrâr 213 Hacer-i Esved 77 Hacı Bayram Veli 223 Hacı Bekta ş-ı Veli 222, 328 Hadim 248 Hadimi Muhammed Mustafa 248, 249, 257 Hadraıni 23 Hafız Dimyâti 157 Hafız Halil 217 Hakikat-i Muhammediyye 260, 263 Hâkim Abdullah ibn al-Beyyi' 91, 263, 267 Hakim-i Tirmizi 284, 286, 287, 290, 291, 292, 293 Halep 161, 168, 192, 196, 216 Halid Nak şibendi (Mevlâna) 249 Halid Ibn Sinan al-Absi 170 Halife Mehdi 57 Halife Nasır 161 Hallâc. Hüseyin ibn Mansur 90, 270, 271, 275 Hamdullah Ahmed Çelebi 225 Hamdun al-Kassâr 18, 56, 90 Hanbeli 105 Hâris ibn Malik 294 Hâris al-Muhâsibi 73, 145 Hârise 294 Harizm 140, 143, 144, 145 Harrâziyye 18 Hartmann, R. 280 Harun (Hz.) 125, 174 Hasan (Hz.) 48, 239, 240, 249, 328 Hasan Basri 11, 16, 17, 28, 30, 39, 40, 41, 42, 43, 44, 45, 46, 56, 68, 106, 222 Hasan ibn Arafe 73 Hasan al-Cuzecâni 90 Hasan Kabadüz 236 Hatib Bağdâdi 56, 157 Hattâbiyye 24, 49 Havva 108, 109 Haydar 223 Hayru'd-din az-Zirkill 96, 196 Hekim o ğlu Ali Çelebi 196 Hemedan 91 Hıdır 19, 20, 28, 32, 167, 240, 241, 289, 290, 317, 318, 319 Hıdır ibn Muhammed 61 Hızır Paşa 221


al-Ilüseyni 47 Hibetullah ibn Şibli 161 Hicaz 49, 91, 92, 136, 144, 150, 222, 237 16 Hindistan 106, 137, 215 Hint 272 Hira 12 61 Horasan 87, 98, 105, 144, 162 Hucviri 11, 46, 76 Huzâfe ibn Kays 29 Huzeyfe ibn al-Yemân 32 Huzistan 145 Hüd (Hz.) 170, 173 Hüdhüd 289 Hülâgü 249 Hüseyin (Hz.) 162, 214, 238, 239, 240, 249, 328 Hüseyin Ablâti 216 Hüseyin Heykel 13 Hüseyin Muzaffer 48 Irak 16, 87, 91, 92, 110, 144, 145, 161, 249 Isfahan 139, 168, 204 İ bn Abbas (bak Abdullah) Ibnul-Arabi 20, 21, 120, 131, 132, 136, 137, 151, 153, 167, 168, 169, 170, 171, 172, 174, 175, 176, 177, 178, 179, 180, 181, 182, 185, 187, 188, 189, 190, 191, 207, 192, 193, 195, 197, 198, 199, 204, 205, 211, 212, 221, 222, 226, 237, 244, 252, 256, 260, 261, 262, 265, 266, 267, 268, 270, 273, 275, 287, 288, 289, 290, 291, 292, 295, 303, 304, 305, 308, 309, 320, 321, 322, 323, 324, 325, 326, 330, 331 İbn Arabşâh 216 İbn Asâkir 40, 41 Ibn Atâ 93, 95, 139 /bn Atiyye 251 İ bn Barracân 130, 131, 132, 133, 252, 320 İbnu'l-Cezeri 56, 92 İbnu Ebrd-dunyâ 207 Ibn Ebi Hâtim 35 İ bn Hacer 287 Ibn HiblAn 263, 267 Ibn Kemal 252 Ibnu'l-Lebbân 211 İbn Mace 14, 33, 34, 128, 135, 157, 196, 253, 255, 259, 285, 290, 307

İbn Ebi Melike 36 'bn Şeybe 33, 263, 268 İbnu'l-Esir 65 !bn Hâcib 171 İbn Hallikân 46, 56, 95, 99 Ibn Hibbân 30 İbn Kemal 171 İbn Kesir 9, 75 İbn Miskin 88 İbn Rüşd 167 İbn Hişam 15 İbnu'l-İmâd 66, 98, 99 Ibnu'n-Nedim 41, 58 İbn Râhüye 157, 269 Ibn Sa'd 33, 40, 57 İ bn %bi 112 Ibn Teymiyye 20, 21, 23, 74, 97, 105, 171, 285, 286, 290, 292 Ibn Uyeyne 56, 57 İ brâhim (Hz.) 24, 95, 103, 111, 125, 138, 139, 153, 154, 155, 172, 173, 239, 240, 256, 293, 304, 306, 316, 327 İbrahim ibn Ahmed al-Havass 90 Ibrahim Bisyâmi 99 Ibrahim ibn Edhem 90 İbrahim Şebusteri 225 Ibrahim Tennüri 225 İdris (Hz.) 23, 125, 206, 295 İhsan Abbâs 39, 44 Ihvan-i Safâ 23, 24, 113, 114, 185 Ikbal Sistâni (Emir) 207 Ikrime 9, 58 İlyân Serkis 215 Ilyas (Hz.) 189 Imamul-Haremeyn al-Cuveyni 99, 110, 130 İmam Muhammed 213 İmam Rabbâni 249, 276, 277, 278 Imtiyaz Ali Ar şi 56, 58 Iran 160, 164, 223 İ rbad ibn Sâriye 16, 285 Isa (Hz.) 24, 48, 125, 154, 155, 174, 189, 190, 220, 245, 294, 326, 327 İshak (Hz.) 239 iskenderiye 139 Ismail (Hz.) 24, 103, 172, 231, 239, 246, 256, 304 İsmail Ankaravi (Rusuhi Dede) 232, 233, 234

349


İsmail Fenni 264, 268, 270 Ismail Hakkı (Bursalı) 223, 242, 243, 244, 245, 247, 261, 263, 294 Ismail Ibn Nuceyd 74, 91 Ismail Paşa 96, 106, 151, 162, 197, 215, 225, 233 Ismail 23, 301 Istanbul 9, 96, 161, 216, 222, 224, 236, 237, 240, 243, 245, 248, 249, 250, 257 işbiliye (Sevilla) 167 Iz, Mahir 278 Izmirli Ismail Hakkı 263, 278 Iznik 215, 216 Izzu'd-din Abdu's-Selam 171, 172 Kâ'be 15, 23, 37, 77, 98, 103, 123, 246, 247 Kâ'bu'l-Ahbâr 118 Kadırga 242 Kadi Beydavi 214, 223, 251 Kadi Iyâd 12 Kahire 99, 141, 161, 167, 198, 215 Kahhâle, Ömer Rızâ 196, 213, 214, 233 Kâmil Miras. Prof. 29, 30 Kanuni 230 Karabaş Veli 238, 242 Kara Hacı Mustafa 248 Karahisar 238 Karaman 224 Karun 42 Kassariyye 18 Kasım Küfrevi 99 Kasiyun Da ğı 168 Kasım ibn Muhaammed 144 Kasım as-Siyâzi 91 Kastamonu 238 Kaşâni 20, 29, 137, 150, 151, 153, 178, 179, 192, 204, 205, 207, 211, 212, 240, 244, 257, 273, 274, 286, 298, 309, 310, 316, 320, 330 Katilde 41, 123, 253 Kâtip Çelebi 38, 120, 130, 204, 213, 217 Kayseri 163, 144 Kazâbâdi Ahmed Efendi 248 Kehmes ibn al-Hasan 17 Keklik, Prof. Dr. Nihad 192, 297, 322 Kelâbâzi 11, 286 Kerh 249 Keykavus 168 Keyyâliyye 221

350

Kıtfir 313 Kıvamu'd-din ibn Süleyman 118 Kitab-ı mübin 227 Konevi, Şadreddin 168, 192, 193, 195, 222, 237, 261, 266, 269, 297, 301, 302, 330 Konya 144, 163, 164, 168, 176, 192, 195, 216, 248, 237 Köprülü 140, 145, 192, 328 Köse türkmen, Hac ı Muharrem Hilmi Efendi 282 Kudüs 110, 123, 124, 126, 132, 133, 167, 168, 196, 252, 321 Kılfe 55, 56, 57 Kuleyni 48, 49 Kunduri 98, 99 Kurtuba 167, 170 Kurtubi 32, 44, 45, 214, 313 Kuşeyri 11, 65, 74, 84, 87, 95, 98, 99, 100, 101, 102, 103, 104, 105, 122, 138, 145 157, 170, 226, 269, 278, 330 Kuteybe ibn Sa'd 56 Kuteybe 230 Lâmii 137, 274 Larende 223 Levh-i Mahfuz 227 Limni 239, 240 Mağrib 167 Magosa 243 Mahmud Paşa 328 Malatya 168, 192, 239 Malkara 223, 243 Malik ibıı Dinâr 46 Malik ibn Enes 47, 56, 61 Manisa 257 Mansur (Halife) 47 Maruf Kerhi 278 Mardin 239 Massignon 11. 65, 92, 138, 270, 271 Maturidi 241 Maverâu'n-Nehir 223 Meedu'd-din Firuzâbâdi 171 Mecdu'd-din İshak 168, 192 Mecdu'd-din Şeref ibn Mueyyed 145, 146 Medine 15, 16, 38, 39, 144, 196, 197, 230, 238 Mehmed Çelebi 216 Mehmet Tahir 215, 216, 224, 225, 230, 233, 249


Meier 141 Mekke 15, 57, 65, 77, 123, 124, 127, 137, 168, 238 Melâmetiyye 18 Merv 87, 91 Merve 23, 37, 55, 78 Meryem (Hz.) 59 Mescid-i Aksa 123, 124, 126, 128 Mescid-i Haram 77, 123, 124, 128, 246 Mes'ar 79 Mevlana Hamza 222 Meybudi Residu'd-din 106, 120, 121, 122, 123, 124, 125, 130 Mısır 28, 144, 168, 176, 192, 196, 198, 216, 222, 236, 237, 252, 310, 329 Midilli 237 Molla Fenari 222 MIGUEL ASIN PALACIOS 167 Mina 78 Minhal ibn Amr 60 Montgomery Watt 99, 110 Mu'aviye 25 Muâz (Hz.) 207, 289 Muğla 230 Muhammed (Hz.) 11, 13, 14, 15, 16, 18, 20, 21, 22, 23, 27, 28, 30, 31, 32, 33, 34, 36, 37, 38, 39, 40, 46, 47, 48, 50, 52, 53, 61, 62, 67, 101, 107, 108, 115, 124, 125, 127, 128, 129, 148, 153, 155, 170, 178, 188, 189, 282, 283, 284, 285, 286, 287, 292, 293, 325, 326, 327, 328 Muhamınedi 228 Muhammed Abduh 205 Muhammed ibn Abdu'd-Dâim 212 Muhammed ibn Ahmed 131 Muhammed Baki 276 Muhammed Bakır 46, 47, 48, 51, 52 Muhammed Ebu Zehra 47, 49 Muhammed Emin al-Buhâri 214 Muhammed Emir as-Smalıavi 215 Muhammed Fevzi Efe ıadi 257 Muhammed ibn Abdillah (an-Nefsu'z-Zekiyye) 49 Muhammed ibn Ali al-Kassâb 73 Muhammed Cabir 110 Muhammed ibn Fadl ibn Huzeyme 95 Muhaııımed ibn Fadl 271 Muhammed ibn Fadlullah al-Hindi 264

Muhammed Fuâd Abdulbaki 296 Muhammed ibn Hamza 50 Muhammed ibn İbrahim 57, 212 Muhamıned ibn Ka'b al-Kurazi 36 Muhammed Kutbu'd-din 215 Muhammed ibn Mubarek 139 Muhammed Nasuhl Efendi 242 Muhammed Osman al-Mekki 214 Muhammed Salih 257 Muhammed Senâullah al-Hindi 215 Muhammed ibn Seyyar 65 Muhammed Sırri 221 Muhammed Sebusteri 225 Muhyi'd-din Muhammed ibn Ibrahim 224, 225 Muhyi'd-din Vefai 230 Murad Hüdavendigar 22, 144, 223 Murad III 230 Mursi, Ebu İshak İbrahim 212 Mursiye 167 Murtaza 49 Musa (Hz.) 19, 20, 24, 28, 32, 48, 98, 107 113, 114, 125, 127, 128, 129, 153, 154, 173, 174, 185, 236, 240, 241, 256, 275, 289, 291, 293, 296, 309, 317, 318, 327 Musa Carullah 48 Musa Çelebi 216 Musa Kazım 50 Musa Kazım (Seyfu'l- İ slanı) 221 Musul 144 M.J. Kıstar 91 Mustafa Efendi 242 Mustafa ibn Celal 212 Mücâhid 58, 59, 97 Müeyyed ibn Abdi'l-Mü'min 216 Münısad ad-Dineveri 90 Milnich 130, 131 Münsi Muhammed 230 Müslim ibn Haccac 13, 28, 34, 114, 116, 117, 128, 135, 147, 184, 229, 253, 255, 259, 270, 285, 290, 296, 302, 397, 325 Müstakimzâde Süleyman Efendi 249 Nahcivâni 101, 225, 226, 230, 294, 326, 330 Naks-i Cem 214 Nasiru'd-din Tusi 306 Nasühiyye 242 Necmu'ddin Kubrâ 139, 140, 141, 143, 144, 145

351


Nehrecûriyye 140 Neınrud 24 Nesâi 14, 28, 35, 116, 259, 285, 295, 325 Nesefi 21 Nesimi 327, 328 Neysâbûr 91, 92, 98, 99, 110, 140 Neyyir 39 Nicholson 11, 17, 18, 270 Nihavend 73 Mısri 221, 239, 240, 241, 242, 328, 331 Nizâmu'l-A'rac 312 Nizamülmülk 110 Nuh (Hz.) 153, 154, 173, 206 Nuriyye 18 Nuru'd-din Natnazi 204 Nuru'd-din zâde Muslihu'd-din 219, 221, 230 Osman (Hz.) 16, 44, 105, 158 Osman Efendi (Bilecikli) 248 Osman Fazh 242, 243 Ömer (Hz.) 12, 13, 16, 24, 29, 30, 34, 35, 36, 37, 124, 132, 158, 247, 288, 290, 291, 299 Ömer Hayyâm 279 Ömer Rıza Doğrul 13 Ömer ibn Osman 130 Paraklit 326 Paris 212 Patna 212 Peter Werefels 18 Pir Bahâu'd-din 224 Râbiye-i Adeviyye 16, 17 Râif Efendi 257 Rampur 58 Razi, Fahreddin 140, 162, 212, 223, 251 Refref 126 Reşid Rıza 205 Rey 91, 144 Rifâiyye 221 A'zam 284, 285 Rühu'l-Kudüs 280 Rumeli 223 Ruveym ibn Ahmed 90 Ru'ya 254, 255 Saçh Ibrahim Efendi 242 Sa'du'd-din Muhammed 168 Sa'd ibn Muilz 15

352

Sadrazam Ali R ıza Pa şa 251 Safâ 23, 37, 55, 78 Safed 196 Safecli, Cemalu'd-din Yusuf 196, 198, 199 Sahib Şemseddin Isfahani 163 Said 55 Said ibn Cübeyr 58 Said Hadimi 249, 257 Salâhaddin Eyyfıbi 132, 133, 252, 321 Sagebi, Ebu İ shak 95, 96, 97, 146, 330 Salih (Hz.) 159 Salih al-Adavi 167 San'âni 283 Sarı Abdııllah Efendi 269 Sariye 16 Saruhan 230 Sehl ibn Abdillâh 22, 30, 34, 46, 63, 64, 65, 73, 86, 88, 93, 122, 139, 271, 295, 320, 330 Selman-i Farisi 16 Senâ'i, Hakim 121, 164, 165 Seri as-Sakati 73, 90, 306 Serrâc 16, 28, 29, 33, 64, 279, 280, 289, 294 Sevbâil 61, 62 Seyyid Burhaneddin Muhakkik at-Tirmizi 162, 163, 165 Seyyid Şerif Cürcânt 216, 223 Seyyid Mustafa Dede 178 Sırrı Paşa 297 Sidretu'l-Muntehâ 126, 128 Simavrıa 216 Simnâni, Alâu'd-Devle 141, 142, 151, 152, 157, 158, 162, 171, 192, 205, 207, 273, 274, 309, 330 Siracu'd-din al-Bulkini 171 Siracu'd-din ibn Halife 136 Siroz 216, 221 Sivas 144, 168, 237 Sivrihisar 231 Somuncu Baba, Hanaidu'd-din Aksarâyi 222 Söhreverdi 134, 136, 140, 145, 160, 161, 163, 164 Subhi Salih 9 Sultan Abdulmecid 250 Sultan Keyhusrev 168 Sultan Mahmud 251 Sultan Mustafa 243 Sultan Veled 163, 164


Su'lüki, Ebu Sehl Muhammed 91 Sumnun ibn Hamza 90 Sübki 95, 96, 98, 99, 105, 140, 161, 192 Süddi 253 Süfyani Seyri 46, 49, 55, 58, 60, 61 Siifyan ibn Uyeyne 56 Sülemi 9, 29, 50, 51, 52, 53, 56, 57, 58, 64, 65, 66, 74, 76, 79, 86, 87, 88, 90, 91, 92, 93, 95, 97, 98, 100, 101, 122, 137, 138, 145, 164, 165, 170, 180, 212, 213, 231, 258, 271, 272, 273, 278, 280, 281, 312, 320, 330 Süleyman (Hz.) 23, 24, 42, 123, 150, 289 Süleyman ibn Nas ır al-Ansa/4 130 Süyüti 21, 30, 31, 32, 96, 99, 106, 130, 139, 162, 176, 177, 287 Şa'bi 59 Şafii 196, 202 Şah ibn Şuca' al-Kirmâni 90, 300 Şam 74, 110, 130, 131, 136, 144, 162, 168, 170, 172, 178, 192, 196, 197, 216, 237, 243, 249, 294 Şa'râni, Abdu'l-Vahhilb 17, 21, 64, 87, 176, 192, 214 Şatıbi, Ibrahim ibn Musa 24, 28, 30, 36, 37 Şemseddin Sami 137, 215 Şerefu'd-din Ismail al-Cebrüti 282 Şeyh Galip 108, 232 Şeyh İsmail al-Kasri 140 Şeyh Sa'cli 161 Şeyh Vefa 230 Şemseddin Muhammed al-Medeni 176 Şibli 76, 91, 94, 232, 278, 282 Şihahbu'd-din Ahmed ez-Zebidi 171 Şihabu'd-din Ahmed Siyasi 215 Şinasi 331 Şiraz 136 Şu'ayb (Hz.) 174, 309 Şu'be 56 Taberâni 35, 228, 294 Taberi 15, 41, 42, 43, 44, 45, 57, 58, 59, 92 Tabrasi 53 Tacu'd-din Ataullah 21 Tacu'l-Arifin 231 Taftfizani 21, 120, 171 Tağut 26 Tahran 106, 130 Takiyyu'd-din Abdurrahman 167

Takiyyu'd-din Ahmed ibn Ali 24 Takiyyu'd-din ibn Dakik 171 Talha ibn Anır al-Hadrtımi 43 Tanel' Muhammed Tavit 118 Tasköprüzilde 243 Tavas 257 Tayalisi 306 Tayfuriyye 18 Tebriz 151, 216, 225 Tekfıır Dağı 243 Tiflis 144 Timur 215, 216 Tirmiz 162 Tirmizi 13, 14, 34, 116, 128, 135, 157, 168, 183, 196, 206, 229, 253, 255, 259, 269, 280, 285, 290, 296, 302, 307, 325 Tuğrul Beğ 98, 99 Tunus 167 Tus 99, 110 Tusi 49 Uhud 12 Ukayl as-Sulemi 98 Uzeyr (Hz.) 174 Uzluk, Prof. Feridun Nafiz 164 tjbeyy ibn KWh 37, 289 Ummi Seleme 39, 135 tYmmi Sinan Elmahh 239 1Jsküp 242 Usküdar 231, 242, 243, 248 Vadi'l-Kura 39 Vahidi 92, 95 Vaki' ibn al-Cerrah 56 Vaki& 56 Varaka ibn Ömer 56 Vasıti, Muhammed ibn Musa 64, 87, 88, 89, 90, 93, 280, 300, 330 Van Kulu Muhammed 238 Yani Efendi 240 Yani 328 Vehb ibn Münebbih 42 Veliyyu'd-din Efendi 238 Yafii 106 Yahmuk 118 Yahya (Hz.) 125 Yahya ibn Main 56, 61 Yahya ibn Muâz ar-Razi 90 Yahya ibn Muhammed al-Isfahant 131 Yahya ibn Said al-Kattan 56

353


Yakub (Hz.) 28, 188, 239, 255, 256, 310, 315, 316 Yakub ibn Mustafa el-Celveti 248 Yakut 96 Yaltkaya, Şerefeddin 221 Yavuz Sultan Selim 252, 329 Yazıcı, Tahsin 163 Yazıcızâde 223 Yesâr el-Ensüri 39 Yezid 39 Yıldırım Bayezid 215, 216, 222 Yunus (Hz.) 272, 317 Yusuf (Hz.) 23, 28, 125, 149, 172, 188, 212, 225, 253, 254, 255, 256, 300, 310, 311, 312, 313, 314, 315, 316 Yusuf el-Asi 131 Yusuf ibn Esed ar-Rumi 152 Yusuf al-Karsi 134 Yusuf en-Nehrecüri 91 Yusuf al-Kunai 167

354

Zagra 216 Zahir ibn Rüstem 168 Zehebi, Prof. Muhammed Hüseyin 9, 19, 31, 34, 141, 223 Zehebi, Şemseddin Muhammed 9, 91, 92, 106 Zelihâ 225, 311, 313 Zerkani, Prof. M. Abdul-Azim 14, 19, 31, 207 Zerkesi, Bedreddin Muhammed 212 Zeyd (Imam) 49, 289 Zeynu'l-Arab 223 Zeyniyye 222 Zeynu'd-din al-Irâki 171 Zigetvar 230 Zirkili 211 Zulkifl 60 Zu'n-Nun (Yunus A.) 42 Zu'n-Nun al-Mısri 65, 90 Zühre 29


II A.YETLER INDEKSI T; T) .1...Iyi 1.31

31 239

Lr.

Ul

Z?? il

71 184

4.)

Jy1

313 114

(j.,5-51 J1

;J1

135 ZıT,211

yı;I

zıT)J1

51;1

1;1

‘"I'jj L";-'

72 28

‘.411 187,210 55 60

,j

et?)

■:)1

,j £.1z1.&

j:x*.; ,!.1;1

Zı l Z.>

227,228 124

1)1

J

,*J1 :■

;.?

L:5;41

&,11.11 41y- 1:5,1, ,ssoı d.111 jr1 rğ

165 1j.Ş

107

60

.... T;;;- ,s.1, (3.);

252

1:(.ş .rto

,,J4ıı Jı :31

67 34

,r-JJ

67 (:)1

14 ,J,J.11

Lf.>

111 Z3-15,54 211

38 c,4.1.t.

L?"

281 312

.94.. 2)1 ‘,411

132,252,320 135

89 67 1.„„;411

72

234

rl

327 286,290 ....... 8.1,! 148

213

24,257 ... 101,188 ....

308

....

27 j j1.1 j

j

147 190 318 302

z„:wı ,J,1 ,s1j1;1 j 1;1 .4,An

253 183

208 jill .L,

Jair.<11

317

1,,;«,ı1

45 162 112,308

36,209

.1b J1 1;1

Li1

319

1‘.1

311

1.AU

t.c.1

126 ...

4;11 ,.3.5:1 Le. J.,...)11

1 .1,1,4,11 1;..u,1

72

;T,.1

.uı

uT

355


245

r'; 1.31,1

36 .J J1 lyiz; 51,93,193,127,227,323 r...,-,11,5,-,11411(.....! ,*J.p <5. j".; 324 ,51; 315

89 208 304 124 303 22,67

yl (.W J1

L.,1; T.314;1 411.).1,,.: 5k;

42 317 95,241 311

18,211,186 ..

r(;.,.;,; 5k; LL. J41

c-1;

308 94 .... 312 .. 187 45,126,129

1,1;

307

315 27

,51;

327 296 123

c'.)1 Zul

44 235 300 236 54

cal; :3J1

Jl;

J1; ,51 JI; d.1.!, L1 131

315 314 281

1j11; Ul.S.3 (5. etil

43

rp-

194 159 296 259,269 262

.Up .) J!

‘5,. J.;

Z,,,;15.11

190,191 316 72 210 193,127,128

52

t; •

L:a;5u.

122 43

10.1.);4 jç. JS-

97,260,305 54,107 166 182

60,67 102,202 .t;1_,..1

281 .11.! ;),„.k.

,..i:u-13;

yt.; (5. 1)1.44; V

1,3...;£;

4..ıı L:).>

,tJ.U.1 (5. (;;;;T "?.>

L.

5kistı

y. VI .11y 41 1,

67 71

104

356

liTJ t. -u?

191 309

24,304

67,289 107 314

„t.,, (5.

67

314

33

4,...,11 J1 (s.„-„,1

,:31,7- („Jb

J1c.t11

J

&:,41 ; c1.4- t;

1-r:& Icır! it; 4111 VI 4.11V 4;1

10.1>a;

1#')..!?•i 144 1;

44

1..1;

208 319 314

ıı 4.! (..iA

ult.; t; zA;


LS£ 6S

ır:

r ,r

c

9SZ

("``-' ic:f

C iç:

riT?

r rr-rp

(rı

tI

ıç'—`.

ınr

'17 wrlfrr

88

cp?

9SZ

rlfr-j?..9frrl

-EU

rIft7( 1":<-1

erb 11911cr:' • • •

'fr lıS.r

ILZ

`11""r Ir.' l ıCf—lr?

Z9Z 08

rl(rj.' '111T KI

22£ 65 68

6-

r 115r fr' *.M19 r

651

c-

ficr:rcr.,

tS

f3"r!

061

r."

9F t81

✓ `"

Irlq.;‘? ""rf.'>4

"rJ

IP:4-•

'4?

r: cid

Lcr•

1 754-Q •

;F!

şc.)

ımr;;(2

Ç:4'k

'r:T? 113.:1^

££1

'f:T=rfı?

T`2...sır:

LO£

c

IL

81£

-?*,*vrtr.'

ıç:r --;r1 ci..,c. re.%-ı ir

1-r'

,1

ıç.

rh?

1:trg'

fr,r

1Sr?

-Tr!I

rw'r. !"' o'rrr,04 •<:' it? w43

-

81£ • LZ

°in

Ihr• 91£ 179

r.rf^ "•( r+41.1.-:‘)

oı ıoi`zoı

flfrl

f' -41681

C 1-..cr5.1

80Z Ifff

• 1"trr.' r.1-n<."

" • '''' Ig ır'—' • • • • • • • •

ırr'

08 60Z

ılf.zr? r

-:ı.cif

LZ 8L1 517Z

-*-71 ı c:

08Z

!+-4i

11°(.!

.fir 'r's)

✓ f'tir(5?

Z1£ Z1£

cyr5-41

""--*??

ot-ri

/1-:..)

161 99Z

ır ıE

69 SII 90£ £Z1 OL 1£

•ı (er'. fr"

69 £1Z

"-r

✓ ı w.' f.-r"

If5=1^

(1"5' £6Z`Z6Z

rc roS" .47

r.-? .sıc'ç ı

ir?

SS

ZSZ SIZ

• (Tl

,;s1

L8

• ı :n f ır'r?

grro,

IL OtZ

c:c-s-

001 161

rı? .`r") ıçr":`:' • frCCi

soe

ını.qcc.

£01

**(

69

‘14-1 ırn.fr-='

gi`ilts' ı f:r

`Tl •"`:' !iff r.E"'

..

9Z£

60Z 111-vr

-

• 'S ıtr *' ıı

If7'"Ir • ''''''' • " 55 SI

;Isr,

ssz


c.15

269 ..

j

252

265 . c s, 208 100 42,240 . 13 61 55 .

J J

.Sil

' -9

138,139

••

280

J1

103 ..

.

r'..>1;1; Jl; -kj—; j

314 .. 149

9

220 ....

j

151

104

4) 1

206

21;11

254

J

3'!. it; •

asIZ

1!.

232 r..‹;

148,149

Zlit=

-9

j

1..j1.%; g40 . Z.Q.„:11

240

J:J „. .*Lıı 1,( 1

,..k;11 ti, t 1-!. I!

ini

<s.75

304

43

.. (.3

.5.; ji

4;U j

252,329 209

j—

I.;11;

4.1:10;

71

281

255 ..

1 _94:"S

302 281 181 . . . 59

189,190

...

123 .... 123

303 ..

;

155 ... 73

4 „,„;

:41

j

j

76

1-!

!ili."

133

59

r"...”

88,300

103,257 ,266 304

.Lt?.

128 1...;411 4_11,11:4 Js",. .ı.! 4_11 72 358

r .›T

103,246

1"-<"

.

23

70

.; 411

54 ... 70 ...

268

315

-

'

184 ... 104

59

I

307 158 :)..j 4;):T .,..1.1 jJ

'J

411

°1.;

150 ‘Al j

'

2.11Z;LI

j Cr

72 296

J, L;;_i_ı I2

"Y,;

J-(1

72

88,300 123 30 . ,.;Y,

(

4.)

3,

.4


III — HADISLER INDEKSI

.; IS

296

117 01,22 L4.1h1

c-

235

I (.1....111,-;

290

313

,5111 ji;

3,11

j

287 307

.r ı J.)T,2ıı

J.ı.;

33

44.7ıi r+ii

148

ZJI

210,285

266,268

207 r.;r,./.1,,..1; j

.1.1!

r;r,

29

116 ;..)1.5"

.01 Ij.,

270 30

j

.)1",211

.

"1,41;

30

r;[

264,272

-;

Al;

LS-

31.;,11

411

269

J JI

35 cs.i11

23

3 .>"a::

(11..

196 ...

J1.3'

45ı

29 Z.)15-4;1 j42

206 J.>

II ZA

ds"

246

285 33

G3i

..1.; 414

290

233

Lk"

184 ... j4.43 302

28

32

w

aç.I. I 4-T'

296 ...

116 ...

135

1_41

30 33

.

253 .... ,*J11..,t11

285

2.11;

259 33 32

35

.

ZIA

4-/VS.

j

j>1

325 359




Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.