Buhara Tasavvuf Dergisi

Page 1

w w w . b u h a r a . o r g

Aşkın Başladığı Yer

YYıl: 2 Sayı: 5 Ocak/Şubat/Mart 2013 Türkiye Ücreti: 6 TL. Jahrausg.:2 Ausgabe: 5 Januar/Februar/Maerz Deutschland Preis: 6 E.

Tasavvuf dergisi

KADIN VE AİLE

Hicreti yaşamak- Prof. Dr. Süleyman ULUDAĞ

Hz. Peygamber'in Kadın ve aileye bakışı- Prof. Dr. Adem APAK Sufi geçinenlerin hataları- Prof. Dr. Abdurrezzak TEK Kalpler, sahibi Allah'a tahsis edilirse temizlenir- Ş. M. Nazım Kıbrısi Hz. Bela ve musibet ayı SAFER- Ş. Ahmed Yasin Buhari Bursevi Hakkani Hz. İslam'ın öncesinde ve sonrasında KADIN VE AİLE- Yaz. İsmail MUTLU Âgâh olun! - Nillüfer HATUN Soğuk algınlığından korunma yolları- Dr. Kasım ALTINTAŞ Keşfetmek ve yenilemek- Yaz. Mustafa Sefa GÜVENİR


SAHİBİ UTKU Matbacılık adına Osman ERGÜN

Tasavvuf dergisi

İSNN: 2146- 5819 Kıbrıs Şehitleri Cd. Filiz Sk. No:5/C Osmangazi/BURSA @: os_er@mynet.com Gsm:0.539. 615 2394 Tel.: 0.224. 256 7844

Sorumlu Yazı İşleri Md. Seçil ORUÇ Yayın Kurulu Seçil ORUÇ-Kubilay ORUÇ Nesibe YILMAZ-Nigar PARTAL Mustafa GÜVENİR- Emre MOL Genel Koordinatör-Avrupa Temsilcisi Serdar KOLDERE Gsm: +49. 151470 23318 @: skoldere@web.de Abone & Dağıtım İsmail BAYRAK ismailbayrak78@gmail.com Gsm: 0532 350 07 73 Satış-Pazarlama Departmanı Mustafa Sefa GÜVENİR Gsm: 0.536. 354 3452 m.sefam@gmail.com Reklam Departmanı Erdoğan PARTAL Gsm: 0.532. 305 0722

Aşkın Başladığı Yer

Genel Yayınyön.& Editör & Grafik- tasarım Nesibe YILMAZ

Abone Şartları Türkiye: (Posta ücreti dahil) 30 TL. Yurt dışı: 30 Euro Satış: 6 TL (Posta ücreti dahideğil) Yurt dışı satış: 6 Euro

Avrupa Aboneliği Banka Hesap Numarası Serdar KOLDERE Sparkasse Moenchengladbach Knt Nr.:3490034 BLZ:31050000

2

buhara

Baskı Gül-Mat Ofset www.gulmat.com

w w w . b u h a r a . o r g

Banka Hesap Numarası Yapıkredi Bankası İsmail BAYRAK Şube: Küçük Sanayi Sitesi Hesap Numarası: 71909233


Bismillahirrahmanirrahim

Editörden Nesibe YILMAZ

Değerli BUHARA Okurları, Bu sayımızda sizlerle son zamanlarda dilimden hiç düşmeyen mırıldanıp durduğum şu mısraları paylaşmak istiyorum: Kimim ben hatırlat bana, Kendimle tanıştır beni. Nasıl yalvarayım sana, Lisan ver konuştur beni.

Kalmadı sabrım kararım, Kaybettim kendim ararım. Sözleri derde dermanım, Unutma soruştur beni.

Gurbet ele indi göçüm, Affeyle sultanım suçum. Aladeli yanar içim, Küskünüm barıştır beni.

Bu mısralar kendini kaybedip de bulamayanlara, özü çok yakınında olduğu halde uzaklarda arayanlara, hatta kendini kaybettiğinin farkında bile olmayıp, kendini başkalarında arayanlara, ömrünü israf eden bizlere sesleniyor. Bu mısralar yaşam gayemizi o kadar zengin özetlemiş ki… O’ndan geldik ve yine O’na döneceğimizi bildiğimiz halde bu dönüşe inat, kendimizden bu denli kaçışımızın arkasında yatan sebep hayli düşündürücü olsa gerek. İlginç ki, bu gidişe ne kulak tıkayışımız, ne asi oluşumuz, ne ülkelere savaş açışımız, ne de mazluma zulmümüz, dönüşteki o çetin hesaba çekileceğimiz gerçeğini değiştiriyor. Allah’ın her an bizi gördüğünü, işittiğini, niyetlerimizi, duygularımızı, ihtiraslarımızı bildiği halde, bizi ihsan sahibi olmaktan alıkoyan nedir acaba? Bize olanca gücüyle kötülüğü emreden nefsimiz olabilir mi? … Düşmanı etrafımızda ararken, onunla her an iç içe yaşadığımızın farkında mıyız acaba? En büyük ve en yakın düşmanımız bizi pek kaygılandırmıyor. Hâlbuki içimizdeki “büyük cihada” yenik düşüşümüz, sonsuz helakimizdir (maazallah). Bırakın sonsuz helake dayanabilmeyi, imtihanların en hafif yeri dünyadaki sıkıntı(cık)lara dayanamayışımız, ahrettekilerine hiç dayanamayacağımızın en açık işareti değil midir? Peki, bizim aslında kendisinden kaçmamız gereken bu son değil midir? Kendimizden her kaçışımız, bir adım daha o kaçınılmaz sona yaklaşmamız değil midir? Bizi ruhumuzdan uzaklaştırıp, nefsimizin ellerine bırakıveren ilinçaltımızdaki dürtülerimizi ne kadar tanıyoruz? Düşmanın silahı bilinmezse ona karşı direnme nasıl mümkün olabilir? Bu mücadelenin galibi olmak, kendimizle küskünlüğümüze son verip, kendimizle barışmaktan, ruhumuzu sahibine O'ndan emanet aldığımız şekilde teslim etmekten geçer. İşte bu varış, ancak gelişi beklenen bir varış olabilir, bunun adı vuslat olurr, âşıkların buluşması olur. Yaratılmış olmanın, dünya adı verilen bu misafirhaneye gönderilmenin gayesi de bu değil midir? Kendini arayıp ta bulanların hayatı, uygulanmış bir projedir, kendini arayanlara ışık tutucudur. Mana büyükleri “aramadın ki, bulasın. O aramakla bulunmaz. Bulanlar ancak arayanlardır.“ der. Hülasa, bilinçaltımızdaki yabancıları tanıyarak kendimizle tanışıp, barışalım, özümüze dönelim. Mana büyüklerinin dediği gibi "Kendini bilen Rabbini bilir." Kaçınılmaz dönüş yalnızca O’nadır. “Asra yemin olsun ki insan muhakkak hüsrandadır. Ancak salih amel işleyen, birbirlerine hakkı ve sabrı tavsiye edenler müstesna” (Asr Suresi) ayetiyle, O’nun kelamıyla, hakkı tavsiye edenlerden olmak istedik.


İçindekiler

Kalp, sahibi Allah'a tahsis edilirse temizlenir

Ş. Muhammed Nazım el-Kıbrısi, el- Hakkani (K.s)

28 Hz. Peygamber'in kadın ve aileye bakışı

Prof. Dr. Adem APAK

12 Bela ve musibet ayı SAFER Ş. Ahmed Yasin el-Buhari, el-Bursevi, el- Hakkani (K.s)

30 4

buhara

El-Halim / Muhteşem altıgenler kar kristalleri / Şükür nimeti koruyan bir kale, Allah'ın rızasını kazanmaya bir vesiledir / Hicreti yaşamak / Gel Ey Resul / Gönüller mimarı Hace Mahmud İncir Fağnevi / Sufi geçinenlerin hataları / İslamiyetin öncesinde ve sonrasında kadın ve aiile / Yeni dünya düzeni / Yaşayan yıldızlardan Mahmut USTAOSMANOĞLU / Keşfetmek ve yenilemek / Agâh olun / Renkler ve biz / Stres ve migren /Soğuk algınmlığından korunma yolları / Çocuklarımıza Allah'ın nimetlerini anlayabilmeyi ve O'na teşekkür etmeyi öğretmeliyiz


Meryem BURMAOĞLU

dönenleri kazandıkları bazı şeyler dolayısıyla şeytan

EL-HALİM (HİLM VE YUMUŞAKLIK SAHİBİ) “Allah sizi yeminlerinizdeki, rastgele söylemelerinizden, boş, amaçsız sözlerden sorumlu tutmaz. Fakat kalplerinizin kazandıklarından dolayı sorumlu tutar. Allah bağışlayandır, yumuşak davranandır.“ (Bakara, 225) “Allah diye dua edin. Rahman diye dua edin, hangisiyle dua etseniz nihayet en güzel isimler O’na mahsustur.” (İsra, 110 ) Şanı yüce Allah’ın bir ismi de EL-HALİM’dir. El-Halim, hilm ve yumuşaklık sahibi olan, acele iş yapmayan, kulların isyanına razı olmadığı halde acele olarak cezalandırmayan, gazapta acele etmeyen kızdıklarına mühlet veren, bu mühlet içinde pişman olup ta tövbe edenleri de affeden demektir. “Allah sizi yeminlerinizdeki, rastgele söylemelerinizden, boş, amaçsız sözlerden sorumlu tutmaz. Fakat kalplerinizin kazandıklarından dolayı sorumlu tutar. Allah bağışlayandır, yumuşak davranandır.“ (Bakara, 225) El-Halim ismi Kuran-ı Kerim’in 15 yerinde geçmekte olup bunların 11’inde Allah’a izafe edilmiştir. ElHalim ismi tek başına kullanılmayıp 6 ayette “bütün günahları bağışlayan anlamındaki ”El-Gafur”, üç ayette “hakkıyla bilen” anlamındaki “El-alim”, bir ayette “her şeyden müstağni olan kendi dışındaki her şeyin ona muhtaç olduğu varlık anlamındaki “El-Gani”, bir ayette “az iyiliğe çok mükafat veren” anlamındaki “Eş-Şekür” ismiyle birlikte anılmıştır. Halim, gücü olduğu halde bağışlayandır. Allah halimdir, cezaları erteleyen ve tamamen kaldırandır. “İki topluluğun karşı karşıya geldikleri gün sizlerden geri

onların ayağını kaydırmak istemişti ama and olsun ki Allah onları affetti. Şüphesiz Allah bağışlayandır, yumuşak olandır.” (Ali-İmran, 155) Bu ism i şerifte bizim için nefha-i teselli vardır: Zira isyansız günümüz hatta saatimiz geçmiyor. Buna karşılık eğer Allah Teâlâ sert davransaydı Allah kahretsin dediklerimizi Allah yok etseydi yeryüzünde kimse kalmazdı. Bizler Halim olan rabbimize iman edenler Allah’ın bu ismini üzerimizde taşımalı, O’nun boyasıyla boyanmalıyız. Yoksa bu hilme mağrur olup da kötülükte ısrar etmemeliyiz. Muamelatımızda mülayemetle hareket edenleri Allah sever. Allah rızasını kazanmak için sert ve kaba muameleden sakınmalıyız. Su yumuşacıktır ama kayaları deler, kuru ağaçların tepesine çıkıp çiçeğe dönüşür, İbrahim’in yumuşak huyluluğu Nemrut’un saltanatına son vermişken peygamberimizin daima mülayemetle muamelede buyurduğu unutulmamalıdır. “Yedi gök yer ve bunların içindekiler O’nu tespih eder; O’nu övgü ile tespih etmeyen hiç bir şey yoktur. Ancak siz onların tespihlerini kavrayamıyorsunuz. Şüphesiz O Halim olandır, bağışlayandır “ (İsra;44) Bir Müslüman ihlasla bu mübarek ismi şerifin zikrine devam eder, ahlakını da hilmle kuşatırsa, tecellisine vasıl olur, ahlakı güzelleşir.

www.buhara.org 5


Dr. Oktar BABUNA

Muhteşem Altıgenler KAR KRİSTALLERİ

(Onlar ise) Dilediği kadarının dışında, O'nun ilminden hiçbir şeyi kavrayıp kuşatamazlar. O'nun Kürsüsü, bütün gökleri ve yeri kaplayıp-kuşatmıştır. Onların korunması O'na güç gelmez. O, pek Yücedir, pek Büyüktür.” (Bakara, 255) 6

buhara

“Allah... O'ndan başka İlah yoktur. Diridir, kaimdir. O'nu uyuklama ve uyku tutmaz. Göklerde ve yerde ne varsa hepsi O'nundur. İzni olmaksızın O'nun Katında şefaatte bulunacak kimdir? O, önlerindekini ve arkalarındakini bilir.


Y

avaş yavaş kış dönemine yaklaştığımız bu günlerde size kar kristalleriyle ilgili hayranlık uyandırıcı bazı detaylardan bahsetmek istiyorum. Çıplak gözle bakıldığında birbirinin aynısı gibi görünen kar tanelerinin birbirlerinden farklı yapılara sahip olduklarını, hepsinde aynı altıgen şeklin ve muhteşem simetrinin olduğunu hepimiz biliyoruz. Peki, bir kar kristali nasıl oluşuyor? Moleküler seviyede meydana gelen kar kristaller üç boyutlu yapılarına nasıl kavuşuyorlar? Tüm kar tanelerinde altıgen bir simetri yapı olmasına rağmen nasıl olup da her biri diğerinden farklı olmaktadır? Bütün bu soruların cevaplarına geçmeden önce kar kristalleriyle ilgili bazı şaşırtıcı detaylar vermek istiyorum. 1 metreküp karda 350 milyon tane kar taneciği olduğu düşünülmektedir. Şimdi bu 350 milyon tane kar taneciğinin her birinin farklı altıgen motifleri olduğunu düşünün. 350 milyon tane birbirlerinden açıları, renkleri ve motifleriyle farklı deseni bile insanın zihninde canlandırması mümkün değildir. Ancak bütün kar tanelerinin hepsi kristalimsi bir yapıya sahiptir ve hepsi de altıgendir. Aynı yapıda olmalarına rağmen birbirinden tamamen farklı olan kar kristalleri bilim adamları için önemli bir araştırma konusudur. 1945’ten beri yapılan araştırmalar, bir kar tanesinin 200’den fazla buz kristalinden oluşan bir kristaller kümesi olduğunu ortaya çıkarmıştır. Su molekülleri mükemmel bir düzen içinde şekil alır ve kar tanesini oluştururlar.

Kar Tanesi Oluşmaya Başlıyor

Bir kar tanesi küçük bir toz tanesi etrafında oluşmaya başlar. Oluşan bu kristal gitgide büyür ve köşelerinden itibaren küçük kollar oluşmaya başlar. Hava soğudukça bu kolların büyümesi biraz daha hızlanır. Hava değişimlerine maruz kaldıkça, oluşan bu yapı üzerinde kılcal uzantılar gelişir. Kar çevreye savruldukça ve değişik koşullara maruz kaldıkça bu yapılanma devam eder ve her koşula uygun farklı bir özellik kazanmaya başlar. Tek bir kar tanesindeki her kol aynı gelişmeyi yaşadığından bütün kollar birbirine benzer ve son derece kompleks bir yapı meydana gelir. Meydana gelen altıgenle bağlantılı olarak 6’nın katlarına bağlı bir simetri oluşur ve kristal üç boyutlu yapısını kazanır. Amerika’dan Fizik Profesörü Kenneth Libbrecht kar kristallerinin bu muhteşem yapısı üzerinde araştırma yapan bir bilim adamıdır. Kaliforniya Teknoloji Enstitüsü'nde çalışmalarını yürüten Libbrecht kar tanelerinin gerçek fotoğraflarını çekerek, Allah'ın yaratma sanatındaki kusursuz güzelliği gözler önüne sermiştir. Profesör Libbrecht, şimdiye kadar yapılan çalışmalar

içinde kar tanecikleri arasında aynı büyüklükte, aynı şekilde ve aynı sayıda su molekülü ihtiva eden iki kristalin bile bulunmadığını ifade etmiştir. Libbrecht teknolojik cihazların yardımıyla görüntülediği kar kristallerinin açıları, motifleri ve renkleri arasında bile farklılıklar olduğunu ispatlamıştır.

Birbirinden Tamamen Farklı Görünümdeki Altıgen Kar Taneleri

Birbirleriyle gevşek bir şekilde bağlanarak kar tanesini meydana getiren kristaller, birbirlerinden o kadar farklı şekillerde oluşurlar ki, hiçbir kar tanesi bir diğerine benzemez. Kar kristallerindeki muhteşem yapının fark edilmesi, bilim dünyasını şaşırtmış ve bilim adamlarında büyük bir hayranlık meydana getirmiştir. Öyle ki, kar kristalleri üzerinde ilk araştırmaları yapan Amerikalı Wilson Bentley, gördüğü muhteşem sanat karşısında çok etkilenmiş ve elli yıl boyunca sürekli kar kristali resmi çekerek bu kar tanelerini incelemiştir. Bentley kar kristallerinin yapısındaki eşsizliği ise şöyle ifade etmiştir: “Mikroskobun altında kar tanelerinin mucizevi güzellikte olduğunu keşfettim. Bu güzelliğin başkaları tarafından görülmemesi ve gerekli önemin gösterilmemesi büyük bir kayıp. Her kristal bir tasarım harikası ve hiçbir dizayn bir daha tekrarlanmıyor.” Kar taneleri mikroskopla incelendiğinde, tamamen birbirinden farklı, mükemmel güzellikte, çarpıcı desenlere sahip oldukları görülür. Hepsinin çok farklı güzellikte şekilleri vardır. Dışarıdan bakıldığında son derece sade görünümlerine karşın, hepsi birbirinden farklı kristal birer sanat eseri gibidirler.

Doğadaki Simetri Allah’ın Eşi Benzeri Olmayan Yaratmasına Bir Delilldir

Evrende her detayda görülen muhteşem uyumu sağlayan en dikkat çekici konulardan biri de kuşkusuz ki simetridir. Canlılar, simetrik bir yapıya sahiptirler. Doğada gördüğümüz herhangi bir şey; örneğin bir tohum, bir meyve ya da herhangi bir yaprak incelenecek olursa yapılarındaki simetrinin varlığı hemen görülecektir. Cansız varlıklar olmalarına rağmen kar taneleri de hayranlık uyandırıcı bir simetriye sahiptir. Kar taneleri birbirlerinden farklı yapılarını kazanırken, kusursuz bir simetri de elde ederler. Bu gerçekten de çok ilginçtir, çünkü burada meydana gelen şekil, adeta bilgisayarlı ölçümlerle tespit edilmiş, ince ince hesaplanmış bir simetriyi ortaya koymaktadır. Bahsettiğimiz sadece bir kar tanesidir. Bu makalemde ancak genel hatları ile kısaca anlattığım kar kristallerinin oluşumu ve bunlara sebep olan fizik kuralları gerçekte son derece komplekstir. Tüm güzelliklerin tek ve gerçek sahibi olan Allah’ın sonsuz ve ihtişamlı yaratma gücü, var olan her şeyin üzerinde hâkimdir.

www.buhara.org 7


Mesnevi Bahçesinden Firdevs

ŞÜKÜR, NİMETİ KORUYAN BİR KALE, ALLAH RIZASINI KAZANMAYA BİR VESİLEDİR “Ey sükûna kavuşmuş benlik! Dön Rabbine, (Rabbini) razı etmiş ve razı edilmiş olarak! Gir kullarımın arasına. Gir Cennetime” (Fecr, 27-30)

A

llah (c.c.), bize sevdiği ve hoşlandığı, razı olduğu işlerde başarı ihsan eylesin. Kula Allah’ın razılığını kazandıran kelimeleri ile dua ettiğimizi düşünüyorum. Müminler, Cenab-ı Hakk’kın hizmetine koştukları müddetçe onun inayetine, hidayetine, muhabbetine ve razılığına mazhar olurlar. Dünya ve ahiret selameti muhabbet ve ihlasa bağlıdır. İhlasla yapılan her iş gösterişsiz, yalansız, gafletsiz olan iş sağlamdır. Rab olarak Yaratıcıyı bilmek, sadece Ona kulluk etmektir atılacak adım… Taat ve ibadetine mükâfat olarak seni kulluğuna la-

8

buhara

yık görmesi, Allah’ın kulunu huzuruna kabul etmesi yeterli bir şeref değil midir? Yeter ki sana taat kapısı ile birlikte kabul kapısı da Cemaliyle açılsın. Allah kulundan razı ise ona şükür kapısını açar, nimetini arttırma kapısını kesinlikle kapamaz. Ona dua kapısını açarsa, kabul kapısını kapamaz. Ona tövbe kapısını açarsa, bağışlanma kapısını da kapamaz. Allah’a sığınarak işe başlamak sonuçta başarılı olmanın işaretidir. Kazanmanın bir anahtarı da şükürdür. Nimete teşekkür, nimetin devamına bir garantidir. Kısacası, Cenab-ı Hakk’ın razı olduğu kuluna sunduğu, ikram ettiği sonsuz nimetin muhafaza kabı kulun


yapacağı şükürdür. Allah’tan razı olma hali ümmetin hayırlılarının vasfıdır. İman ile birlikte Allah’ın bizden istediği salih ameldir. “Raditu Billahi Rabben” (Rab olarak Allah’tan razı oldum) teslimiyetiyle bağlanmak, Allah’tan razılığın göstergesidir. Kulun Rabbinden razı olması ile şükür de o kula vacip olur. İşte o zaman Allah Teâlâ; şükreden bu kulum her türlü övgüye layıktır, “Razı ve şükredenler” sınıfına girsin! buyurur.

inancı ile teslimiyetiydi. İşte Cennetin anahtarı da bu derece inanç, iman olsa gerek. Rivayet edildiğine göre; Allah Teâlâ cennetliklere: “Razı mısınız?” diye sorar. Onlar da: “Nasıl razı olmayız ki! Yarattıklarından hiçbirine vermediğin nimeti bize verdin.” Derler. Bunun üzerine Allah (c.c.): “Bundan daha üstününü size vereceğim” der. Onlar: “Bundan daha üstünü nedir?” diye sorduklarında Allah Teâlâ şu cevabı verir: “Size rızamı vereceğim.

“Ya Rabbi! "Dua ve yakarışlarımızda Sana layık olmayan sözleri bilmeyerek söyleyip hatalarda bulunmuş isek, o kelimeleri sen lütfunla düzelt ve duamızı kabul buyur. Çünkü sözlerin hâkimi ve sultanı ancak SENSİN!” Kavmi, Musa Aleyhisselam’a, “ - Allah Teâlâ’dan Mevlana sor, öğren; hangi amelden razı ise bilelim veHz. yapaArtık bundan sonra, size asla öfkelenmem” lım” dedi. Allah Teâlâ buyurdu ki; “- Ya Musa! Be(Hadis-i Şerif – Buhari ve Müslim) nim rızam, sizin rızanıza bağlıdır. Siz, Benden razı “Büyük kurtuluş işte budur.” olursanız; Ben de sizden razı olurum!” Yazımıza yine bir dua ile nihayetlendirelim: Konumuz uçsuz, bucaksız bir deryadır, Rabbimizin “Ya Rabbi! affına sığınarak, Hz. İbrahim Aleyhisselam’ı ate- Dua ve yakarışlarımızda Sana layık olmayan sözleri şin yakmama sebebi üzerinde tefekkür ettiğimizde: bilmeyerek söyleyip hatalarda bulunmuş isek, Cenab-ı Hakk; “Ey ateş! İbrahim’e serin ve selamet o kelimeleri sen lütfunla düzelt ol!” buyurarak, İbrahim Aleyhisselam’ı Nemrut’un ve duamızı kabul buyur. ateşinden korumuştu. Olsa olsa bunun sebebi, cehenÇünkü sözlerin hâkimi ve sultanı ancak SENSİN!” nemin ateşini söndüren Hz. İbrahim’in kalbinin İlahi muhabbet ile dolup, taşması ve Rabbine olan sonsuz Hz. MEVLANA

www.buhara.org 9


Prof. Dr. Adem APAK U.Ü. İlah. F. İslam Tarihi Anab. D. Ö.Ü.

HZ. PEYGAMBER’İN (SAV) BAKIŞI " Şüphe yok ki kadınla ya dîni, ya malı veya güzelliği için evlenilir; sen dindar kadından şaşma." (H. Şerif)

"Ey insanlar! Doğrusu biz sizleri bir erkekle bir dişiden yarattık." (Hucurat, 49/13) "Sakın zinaya yaklaşmayın; doğrusu bu çirkindir, kötü bir yoldur." (İsrâ, 17/32) 10

buhara


V

arlıklar âleminde bütün canlı varlıklar çift yaratıldığı gibi, insan da çift olarak yaratılmıştır. Yüce kitabımızda bu hususa defaatle işaret edilmiştir: "Ey insanlar! Doğrusu biz sizleri bir erkekle bir dişiden yarattık." (el-Hucurât, 49/13). "Sizi bir tek nefisden yaratan ve gönlünün huzura kavuşacağı eşini de ondan var eden, Allah'dır." (A’raf, 7/189; Zümer, 96/6); "İyi kadınlar gönülden boyun eğenler ve Allah’ın korumasını emrettiğini, kocaları bulunmadığı zaman da koruyanlardır." (Nisâ, 4/34); "Sakın zinaya yaklaşmayın; doğrusu bu çirkindir, kötü bir yoldur." (İsrâ, 17/32). Allah Resûlü’nden (sav) de evliliğe ve aile kurumuna teşvik edici pek çok rivayet aktarılmıştır: "Dört şey Peygamber'in sünnetindendir: Hayâ, güzel koku sürünmek, misvak kullanmak ve evlenmek." " Şüphe yok ki kadınla ya dîni, ya malı veya güzelliği için evlenilir; sen dindar kadından şaşma." "Kimin evlenme külfetine gücü yeterse, evlensin. Zira (evlenme), gözü haramdan son derece men eder. İffeti de o nisbette muhafaza eyler." "Nikâha rağbet ediniz, çoğalınız. Ben kıyamet günü sizin çokluğunuzla, diğer ümmetlere karşı iftihar edeceğim." "Ben hem namaz kılar, hem uyurum. Bazen oruç tutar, hem tutmam. Kadınlarla da evlenirim. Kim ki, benim sünnetimden yüz çevirirse, benden değildir." Allah Resûlü (sav), hiçbir şekilde, insanların tamamen zühd ve takvaya dönük, cemiyet dışı ve insan ilişkilerinden uzak bir hayat sürmeleri gerektiğinden söz etmemiştir. Bunun aksine vasat insan için nasıl bir yaşayış gerekiyorsa onu tavsiye etmiş ve belli bir denge içinde kadın-erkek her iki cinsin tek evli veya çok evli, lakin kesinlikle zina, fuhuş ve sapık ilişkilerden uzak bir aile hayatı sürmelerini istemiştir. Bu konuda da bizler için örnek tavır ve davranışlar sunmuştur.

Aile Reisi Olarak Hz. Peygamber (sav)

İslâm dinine göre aile, anne-baba ve çocuklardan meydana gelir. Ailenin ahenk ve huzuru, ancak aileyi meydana getiren fertler arasındaki karşılıklı saygı ve sevgiye, hak ve vazifelerin bilinmesine ve yerine getirilmesine bağlıdır. Ailede erkeğin öncelikli vazifesi yuvasını korumak, maddî ihtiyaçlarını (gıda, yiyecek, mesken ve tedavi) karşılamak, çocuklarının himaye, tâlim ve terbiyelerini sağlamaktır. Kadının kocasına karşı en önemli vazifesi ise hayatı ve ailenin sorumluluğunu eşiyle paylaşmak ve çocuklarını en iyi şekilde eğitmektir. Hz. Peygamber’in (sav) aile hayatı, ilk önce 25 yaşlarında iken kendisinden on beş yaş büyük, dul bir ha-

nımla, Hatîce bint Huveylid ile evlilikle başladı. Allah Resûlü (sav) biri hariç çocuklarının tamamının annesi olan Hz. Hatice ile yaklaşık 25 yıl evli kaldı ve mesut bir aile hayatı yaşadı. Resûlüllah (sav) çok evliliğin yaygın olduğu Mekke Arap toplumunda ilk hanımı vefat edinceye kadar ikinci bir evlilik düşünmemiştir. Hz. Peygamber’in (sav) hayatının en sıkıntılı dönemi, Hz. Hatice ile olan beraberlik yıllarına rastlar. Resûlullah’ın (sav), kavmi tarafından reddedildiği, işkence ve hakaretlere maruz kaldığı Mekke döneminde aziz eşi Hz. Hatice'nin maddî ve manevî desteğine sahip olmuş, en büyük teselliyi onunla kurduğu huzurlu aile yuvasında bulmuştur. Hz. Hatîce (r.a.) hicretten üç yıl önce, nübüvvetin onuncu yılında vefat etmiştir. Resûlullah (sav) risâletin onuncu yılında Ramazan ayında, Medine’ye hicret etmezden önce Mekke’de iken, Sevde bint. Zemea ile evlenmiştir. Resûlullah’ın (sav) çok evliliği risalet göreviyle birlikte devlet başkanlığı ve toplum liderliğini yaptığı, yani siyasî görevleri de üstlendiği Medine döneminde gerçekleşmiştir. Hz. Peygamber’in (sav) çok kadınla evliliği Medine döneminde başlar. Bu dönemde, Resûlullah'ın (sav) şahsında iki yönü ortaya çıkar ki, bunlardan biri siyasi şahsiyet (yönetim sorumluluğu), diğeri de teşriî şahsiyettir (dinin hükümlerinin açıklanması). Bu sebeple onun bütün faaliyetlerinde bu iki hususiyetini dikkate almak gerekir. Evlilikleri için de onun hem devlet başkanı hem de dinî vazifeleri etken olmuştur. Onun yapmış olduğu evliliklerin bir kısmında siyasi, başka kısmında ise teşrii yön ağır basmıştır. Sözgelimi, Hayber’in Müslümanlar tarafından fethinden sonra Nadîr Yahudileri liderinin kızı, aynı zamanda Hayber Yahudî liderlerinden birinin eşi olun Hz. Safiyye ile evlilik, Müslümanların Yahudilerle münâsebetlerini düzeltmeye yönelik atılmış bir adımdır. Aynı şekilde Müreysi gazvesinden sonra Mustalikoğulları kabilesinin reisinin kızı olan Cüveyriye ile olan evliliği adı geçen kabilenin tamamının Müslüman olmasıyla neticelenmiştir. Allah Resûlü’nün (sav) Habeşistan’a hicret ettikten sonra kocasının ölümüyle dul kalan Ümmü Habibe ile evlenmesi, onun babası Mekke reisi Ebû Süfyan ile Medineli Müslamünlar arasında düşmanlık hissiyatını büyük orandan azaltmış ve Mekke-Medine birlikteliğinin önemli basamaklarından biri olmuştur. Yine Allah Resûlü’nün (sav) Hz. Ebu Bekir’in kızı Hz. Aişe (sav) ile Hz. Ömer’in (ra) Hz. Hafsa ile evliliği onun İslam büyükleriyle yakınlığını daha anlamlı hale getirmiştir. Allah Resûlü’nün (sav) evliliklerinde teşriî yön de mühimdir. Onun aile içi hayatıyla ilgili sünneti, hanımlar vasıtasıyla gelmiştir. Değişik yaşta, değişik huyda, değişik mizaçta, değişik kabiliyet ve kültürde, değişik menşeli kadınların bir araya gelmesi çok farklı bir ailevî hadiselerin doğmasına sebep olmuş, böylece aile konusunda çok zengin bir sünnet hazinesinin bizlere

www.buhara.org 11


intikaline zemin hazırlamış ve konuyla ilgili sünnet bu kadınlar tarafından da rivayet edilmiştir. Mesela onun en genç eşi Hz. Aişe bilhassa aile hayatıyla ilgili pek çok peygamber hadisi ve uygulamasının Müslümanlara ulaştırılmasında büyük rol oynamıştır.

Hz. Peygamber’e (sav) Göre Aile Reisinin Ailesine Karşı Görevleri Nafaka Temini

"Erkeğin hanımına harcadığı her şey sadakadır”' "Erkek hanımına su bile içirse onun ecri vardır. "Kıyamet günü kişinin mizanına konacak ilk şey, ailesinin nafakası için harcadıklarıdır”. Giyecek hususunda da aynı şeyler söylenebilir. İmkânlar ölçüsünde giyecekte rahatlık esas olmuştur. Hattâ kadınlara, bilhassa giyim ve süs eşyalarında cömert davranıldığı görülmektedir. Nafakanın mühim bir bölümünü teşkil eden meskene gelince, Hz. Peygamber (sav) her hanımı için müstakil bir evi esas almıştır. Medine'ye hicret edince, yedi ay kadar Ebû Eyyûb el-Ensârî'nin evinin alt katında ikamet etmiş ise de Mescîd-i Nebî'nin inşaatının tamamlanmasıyla birlikte avluda tanzim edilen hücrelere taşınmıştır.

Değer Verme

Hz. Peygamber (sav) aile fertlerinin tamamına ilgi gösterdiğini, kıymet verdiğini ifade eden, çeşitli söz ve davranışlarla onları memnun ve ruhen tatmin etmeye de ehemmiyet vermiştir. Bu paralelde hanımlarından her biriyle alâkalı pek çok rivayet gelmiştir. Hz. Hatice ve Hz. Aişe ile ilgili olanlar daha çoktur. Hanımlarına faziletlerini söylemesi, sevdiğini ifade etmesi, hanımının hayvana binmesinde yardımcı olması ve bu esnada onları dizine bastırarak bindirmesi, bir sıkıntıyla kederlenip ağlayanın gözyaşlarını elleriyle silerek teselli etmesi gibi Resûlullah’ın (sav) pek çok davranışı, hanımlarını memnun kılmaya yöneliktir.

Eşine Hayırlı Olmak

Hz. Peygamber’in (sav), aile reisi olarak mümtaz vasıflarından biri de hanımlarına karşı davranışta nezâket ve iyiliği esas almış olmasıdır. "En hayırlınız, ehline karşı hayırlı olandır. Ehline karşı en hayırlınız benim." buyurur. Ayrıca: "Allah'ın (c.c.) kadınlara iyi davranmamızı emrettiğini", "onları, Allah'ın (c.c.) bize teslim ettiği emanetler bilmemiz gerektiğini", "kadınların, annelerimiz, kızlarımız ve teyzelerimiz olduğunu", ısrarla ifade etmiştir. Kadına karşı hayırlı olmanın ölçülerinden biri de onların hataları karşısında alınan tutumdur. Bu hususta esas olan nezâket ve sabırdır. Hz. Peygamber (a.s.), bu

12

buhara

noktada takınılacak tavrı, onların fıtrî durumlarına dikkat çekerek tespit eder. Zira kadın, erkekten daha hassas, daha ince bir mizaca sahiptir, onun hemen incinme ve birden kırılır hususiyeti vardır. Bu sebeple Allah Resûlü (sav) ashabına kadınlarıyla ilgili çok hassasiyet göstermelerini istemiş, onlara "Kadınlarınızı nasıl köle -veya hayvan- döver gibi dövüyor, sonra da akşam olunca utanmadan, beraberce yatıyorsunuz?" buyurmuştur. Ashaptan bazılarının kadınlarla ilgili olarak bu tür yasaklamaların kadınların şımarıp fesadı artırdıklarını söyledikten sonra onların dövme izni istemelerine şu cevabı vermiştir: "Bilin ki kadınını ancak şerlileriniz döver.”

Sabır

Hz. Peygamber (a.s.) bütün kadınlarda rastlanması tabiî olan, kıskançlık, çekememezlik gibi çeşitli can sıkıcı davranışlara kendi hanımlarında da rastlayınca hep sabırla ve tatlılıkla mukabele etmiş, onlara karşı şiddet bir yana, en küçük kırıcı bir söz bile kullanmamıştır. Kadınlarda fıtrî bîr özellik olan kıskançlığın sebep olduğu menfî davranışlar karşısında Hz. Peygamber'in (sav) tavrını görmek gerçekten öğreticidir. Resûlüllah’ın (sav) hanımları arasında yaşça ileri olan Sevde (r.a.) dışında kıskançlıktan âzâde olanı yok gibidir. Nitekim eşlerinden Ümmü Seleme'ye (rah) evlenme teklifi yaptığında ondan "Ben kıskanç bir kadınım, siz ise çok eşlisiniz” gerekçesiyle red cevabı almıştır. Ancak Resûlüllah’ın (sav) ısrarlı talepleri neticesinde bu evlilik gerçekleşmiştir. Eşlerinden Hz. Âişe, Resûlullah (sav) geceleyin dışarı çıkacak olsa gizlice takip ederek, uykudan uyanınca yanında bulamadığı Hz. Peygamber'i (sav), zevcelerinden birinin yanına gitmiş olabilir diye telaşla aradığı esnada secde halinde bulunca: "Annem babam sana feda olsun, senin derdin ne, benimki ne?" itirafında bulunacaktır. Resûlullah (sav) kadınların bu fıtrî durumlarını bir başka hadislerinde şöyle dile getirirler: "Allah erkeklere cihadı yarattığı (emrettiği) gibi kadınlara da kıskançlığı yaratmıştır (yani kıskanç olmalarına hükmederek) fıtratlarına bu duyguyu koymuştur."

Ev İşinde Yardım

Hz. Peygamber (sav) evdeki pek çok işlerinde hanımlarına yardımcı olduğunu gösteriyor. Nitekim bu hususta Hz. Aişe’den (rah) şöyle bir rivayet gelir. Ashap "Resûlullah ailesinde ne yapardı?" diye sorulunca o, şu cevabı vermiştir: “Ayakkabı tamiri, elbise yamaması, dikiş, elbise temizliği ve siz erkeklerin evde yaptığı her çeşit iş.” Bazı rivayetlerde "kendisinin yemek yaptığı" belirtilir. Resûlüllah (sav) ayrıca çocukların bakımında da eşlerine yardımcı olmuştur. Hz. Fâtıma (r.a.) evlendiği zaman Hz. Peygamber'in (a.s.) ev işlerini Hz. Fâtıma ile Hz. Ali (r.a) arasında taksim ettiğini, dâhili işleri Fâtıma’ya dış işleri de


Ali'ye verdiği belirtilir. Allah Resûlü (sav) ayrıca Hz. Osman'la evlenmiş olan kızına "Kızım Osman'a iyi hizmet et!" tavsiyesinde bulunmuştur. Burada şunu da belirtmekte fayda vardır ki, Resûlullah’ın (sav) evinde ailevî hizmetler dışında, para kazanmaya müteveccih iş de yapıldığı rivayetlerden anlaşılmaktadır. Zira onun eşlerinden Zeyneb bint Cahş’ın deri işleme ve deri dikmede mahir olduğu, buradan kazanç temin edip, bu kazancın tamamını tasadduk ettiği rivayetlerde açıkça ifade edilmiştir.

Çocuklar Arasında Adalet

Hz. Peygamber (sav) zahire akseden her hususta çocuklar arasında eşit davranmayı emreder. Torunu Hz. Hasan ve Hüseyin (r.a.) aynı anda su istediklerinde hemen kalkan Resûlullah önce Hasan’a, sonra da Hüseyin'e suyu verir. Bundan Hasan’ı daha çok sevdiği hükmüne varmak isteyen kızı Fâtıma'ya "Hayır, suyu ilk defa Hasan istedi" cevabını vermiştir. Allah Resûlü (sav) çocuklar arasında mutlaka bir ayrım yapılacaksa bunun kızlar lehine olmasını tavsiye etmiştir. "Bağış ve ihsanlarda çocuklarınızın arasını eşit tutun. Eğer ben birini üstün tutacak olsaydım, kızları üstün tutardım." buyurur. Günümüzde buna pozitif ayrımcılık denilmektedir. Kız çocuklarının ikinci sınıf muamele gördüğü ve horlandığı bir ortamda bu sözler ezber bozan ve çok anlamlı sözlerdir. Allah Resûlü’nün (sav) bilhassa giyim-kuşam süslenme hususunda kızlara ayrı bir itina gösterdiği anlaşılmaktadır. Nitekim o, Habeş kralı Necâşî'den gelen hediyeler arasındaki altın yüzüğü torunu Ümâme'ye verdiği gibi, azatlısı Zeyd’in oğlu Üsâme (r. a.) için de: "Üsâme kız olsaydı, ben ona takılar takıp tezyin ederdim" demiştir.

Evlendirme

Hz. Peygamber (sav) ailesine mensup kimselerin evlenip yuva kurmalarıyla yakından ilgilenmiştir. Bu hususta yapılması gereken iş ve teşebbüsleri gerçekleştirmiş, alınması gereken tedbirleri ihmal etmemiştir. O ailesinden kabul ettiği azatlısı Ebu Râfi’yi diğer azatlılarından Selma ile evlendirmiştir. Yine Ümmü Eymen’i azadlısı Zeyd İbn u Haris ile evlendirmiştir. Evinde büyüyen Zeyd b. Harise’nin, yakın akrabası Hz. Zeyneb bint Cahş’la evlenmesini teşvik etmiştir. Daha sonra Zeyd’in oğlu Üsame’yi Zeyneb bint Hanzala adında bir kadınla evlendirmiştir. Resûlüllah (sav) kızlarından birini evlendireceği zaman, yüz yüze olmaksızın -perde gerisinden- "Ey kızım seni falanca istiyor, istemiyorsan "hayır" de. İstiyorsan sükût et. Sükûtun ikrardır" diye hitap etmiş, evlilik hususunda kızlarının görüşünü almadan onları nikâhlamamıştır. Söz gelimi Hz. Ali (r.a.) Hz. Fatıma'yı (rah) isteyince Resûlullah (sav) aynı şekilde hareket etmiş, Fatıma'nın (rah) sükûtu üzerine onu Hz. Ali ile evlendirmiştir.

Hz. Peygamber (a.s.) evlenmesinden sonra da sık sık Fâtıma'yı ziyaret etmiş, bazen de geceyi kızının evinde geçirmiştir. Hz. Ali (ra) bir ara onun üzerine Ebu Cehil'in kızını da almak istemiş, Resûlüllah (s.a.) müdahale ederek: "Fâtıma'yı boşamaksızın" bir başka kadınla evlenmesine izin veremeyeceğini bildirmek suretiyle onun teşebbüsüne mani olmuştur. Bir rivayette de Hz. Fâtıma'nın (rah), Resûlullah’a (sav) gelerek Ali'nin kendisine sert ve şiddetli davrandığı şikâyetinde bulunmuştur. Resûlullah (sav) onların aile meseleleriyle de ilgilenmiş, herhangi bir tarafı itham etmeden, suçun ne ve kimde olduğunu sormadan onları barıştırmıştır.

Sonuç

Hz. Peygamber'e (sav) bir aile reisi olarak bakıldığında onda ideal İslâm ailesinin canlı örneğini görmek mümkündür. Hele kadınların ifrat ve tefrit arasında ezildiği, İslâm'ın kadınlara getirdiği haklar hususunda efkâr-ı umumiyenin sistemli şekilde zihninin bulandırıldığı şu dönemde bu idealleri milletçe bilmeye, fiilen yaşatarak izhar etmeye muhtaç olduğumuz açıktır. Bugün köylerde olsun, şehirlerde olsun, kendini Müslüman ve hatta dindar, çok dindar bilen muhitlerde olsun, bu meselelerde İslâm’ın aileyle ilgili hususları yeterince bilinmediği ve gereğince yaşanmadığı bir gerçektir. Hatta çoğu kere, İslâm kendisi diye takdim edilen pek çok örfî bilgilerin ve alışkanlıkların dinimiz ile hiç ilgisinin olmadığı, hatta dinin temel öğretisinin tam terci olduğu şüphe götürmez bir gerçektir. Müslümanlar olarak gittikçe gelişen ve cemiyet halinde bütünleşmeye giden yarının problemli insanlık ailesi içerisinde eriyip yok olmak istemiyor, üstelik insanlığın problemlerini azaltmada orjinal ve sadra şifa katkılarda bulunmak istiyorsak; din deyince, sünnet deyince ibadet hayatımızı ilgilendiren belli tezahürlerin ötesine aşıp medenî ve sosyal hayatımızın her safhasını yönlendirmek için kendisinde en iyi örnekler bulunan Hz. Muhammed’in (sav) yaşayışının her yönünü tanımamız, örneklerimizi ondan almamız, nihayet bunları hayatımıza uygulamamız gerekmektedir. Zira bu hususta Kur’ân’ın çağrısı açıktır: "Allah'ın Resûlünde sizler için en güzel örnek vardır" (Ahzab, 33/ 21).

www.buhara.org 13


Prof. Dr. Süleyman ULUDAĞ U.Ü.İ.F.Tasavvuf Anab. D. (Emekli) Ö.Ü MEN KÂNE HİCRETÜHÜ İLALLÂHİ VE RASULİHÎ... Hicret lügatte terk etmek, bırakmak ve ayrılmak manasına gelir. Bu duruma göre hicrette bir terk edilen bir de alınan, bir ayrı kalınan bir de varılan yer ve şey vardır. Kötü ve çirkin huylardan iyi ve güzel huylara gitmek bir hicrettir. İsyan, tuğyan ve günahkâr olma haline son vererek itaat, inkıyat ve ibadet haline dönmek de bir hicrettir. Hicret batılda isar etmekten Hakk’a rücu etmektir. Süflî ve behimi hisleri bırakarak ulvi ve ilahi vasıflarla bezenmektir. Yanlışı bırakarak doğruya, eğriden uzaklaşarak gerçeğe yönelmektir. Bu duruma göre kötüden, yanlıştan, çirkinden, batıldan, günahtan, süfli arzulardan uzaklaşarak iyiye, doğruya, güzele, Hakk’a sevaba ve ulvi arzulara doğru yapılan yolculuk her an yaşayan ve yaşanan ve yaşatılan, daha doğrusu böyle olması icap eden bir hicrettir. Hadiste: “ Kimin hicreti Allah’a ve Resulüne ise...” şeklinde ifade edilen hicret bu hicrettir. Hicret İslam tarihinin başlangıcıdır. Önemli ve büyük bir tarihi hadisedir. Tarihî olan her hadise gibi bir kerelik, olmuş ve bitmiş bir vakıadır. Bir ikincisi yoktur ve bundan sonra da olmaz.

HİCRETTE İSAR

Hicret İsar’ın, yani civanmertliğin, yiğitliğin, fedakârlığın, feragatin ve diğerkâmlığın en güzel örneğidir. Rasulullah’ın, içinde doğduğu, büyüdüğü, hısım ve akrabalarının bulunduğu, gönlü ve ruhu ile bağlı olduğu Beytullah’ın yer aldığı mübarek bir şehri terk etmesi bir fedakârlık örneğidir, davası için göze aldığı bir feragattir. Bundan daha önemlisi Resul-i Âli-şah, davasının uğruna baş koymuş olması ve bu yolda baş koyma fedakârlığını gösteren seçkin şahsiyetler bulunmasıdır. İsar’ın en güzel tariflerinden biri şudur: Başkasının hak ve menfaatini kendi hak ve menfaatinden önde tutmak (bk. Haşr, 9). Yani önce can sonra canan değil, tam tersine önce canan, yani dava, sonra can. En güzel örneklerini hicrette gördüğümüz isar şuuru İslâm cemiyetinde yaşamış, gelişmiş, bilhassa tasavvufta bu ruh son haddine kadar olgunlaşmıştır.

HİCRETTE HÂRİKULÂDE HALLER

İbn Hişam diyor ki: “Rasulüllah, Mekke’de evinden çıkınca, çevrede tertibat alarak evini kuşatan suikastçıların üzerine bir avuç toprak serpti. Bu sırada Yasin suresinin ilk dokuz ayetini okuyordu. Bu ayetleri okumayı bitirdiğinde, her görevli suikastçının üzerine bir parça toprak düşmüştü. Hak Teâlâ onların görme duyusunu aldığından, hiçbiri Rasulüllah´ ın evinden ayrılıp gittiğinin farkına varmamışlardı.”

14

buhara


HİCRETİ YAŞAMAK AHLÂKÎ VE MÂNEVÎ HİCRET

"Hicret batılda isar etmekten Hakk’a rücu etmektir. Süflî ve behimi hisleri bırakarak ulvi ve ilahi vasıflarla bezenmektir. Yanlışı bırakarak doğruya, eğriden uzaklaşarak gerçeğe yönelmektir. Bu duruma göre kötüden, yanlıştan, çirkinden, batıldan, günahtan, süfli arzulardan uzaklaşarak iyiye, doğruya, güzele, Hakk’a sevaba ve ulvi arzulara doğru yapılan yolculuk her an yaşayan ve yaşanan ve yaşatılan, daha doğrusu böyle olması icap eden bir hicrettir." Rivayete göre Rasulüllah Sevr mağarasına girip orada

www.buhara.org 15


gizlenince, bir çift güvercin gelmiş, mağaranın ağzına yuva yapmışlardı, kendisini takip eden suikastçılar mağaranın yanına kadar geldikleri halde, güvercinlerin yuva yaptığı bir yerde in-cin bulunmaz, diyerek içeriye girmemişlerdi. Rasulüllah’ın Mekke’den ayrıldığını öğrenen müşrikler, kim Muhammedi yakalar ve kendilerine teslim ederse, mükâfat olarak yüz deve vereceklerini vaat etmişlerdi. Putperest cengâverlerden Süraka b. Malik bunu haber alınca, atına binerek Medine’nin yolunu tutmuş, fakat dörtnala giden atının tökezlediğini görmüş, bu durum kafasında bazı tereddütlerin uyanmasına sebep olmuşsa da yine atını dörtnala kaldırarak yoluna devam etmiş, fakat bir müddet sonra atının tekrar tökezlediğini görmüş, aynı hareket bir daha tekerrür etmiş. Süraka’nın morali iyice bozulmuş, fakat uzakta Rasulullah`ı görecek bir mesafeye de gelmişti. Lakin tam bu sırada aniden atının ön ayakları kuma saplanınca, kendisi de yere yuvarlanmıştı. Bundan sonra da etrafının bir dumanla kaplandığını görmüştü. Süraka diyor ki: Bu durumu görünce, manevi bir gücün beni bu işten men ettiğini anlamıştım. Hemen sesimin çıktığı kadar bağırdım: Ben Süraka’yım, temin ederim ki, size benden zarar gelmeyecektir. Rasulüllah’ın emri ile Hz. Ebubekir Süraka’ya ne istediğini sormuş, o da: Bir kâğıt yazın da, bu benim için bir ayet ve berat olsun, demiş ve isteği yerine getirilmişti. Dikkat edilmeli ki, Rasulullah’ı korkutma ve yakalama gücünü kendinde gören Süraka, daha onu görmeden morali bozulmuş, görünce de ondan korkan ve kurtuluş çaresini ona sığınmada gören bir duruma düşmüştü. Allah’ın Resulü üzerine Sekinet indirmesi ve O’nu cünûd ile teyit etmesi: Rasulullah, mağarada iken öyle bir an gelmişti ki, kendisinin peşine düşen katillerin ve canilerin konuştukları sözler mağarada duyuluyordu. Düşmanları kendisine bu derece yakınlaşmışlardı. Hz. Ebubekir’in derin bir endişesinin ve teessürün içine gark olduğu halde, Rasulüllah’ın kuvve-i maneviyesi hiç bozulmamış, morali sapasağlamdı. Tam manasıyla tevekkül ve teslimiyet halinde idi. Tövbe suresinin 40. ayetinde de belirtildiği gibi, Allah O’nun üzerin sekineti indirmiş, kalbini güven ve yüreğini cesaret duygularıyla doldurmuştu, ayrıca görünmeyen askerlerle kendisini takviye etmiş ve desteklemişti. Görünmeyen bu manevi güçler meleklerdi, iman kuvveti idi. Hicret esnasında vukua gelen bu nevi harikulade hadiselerin manası, Allah Teâlâ’nın hak yolda olanları yalnız bırakmayacağı, bu gibi şahıslar ne kadar zor durumda kalırlarsa kalsınlar er geç ilahi inayetin ve Rabbani nusratın kendilerine ulaşacağı anlatılır. İman gücü fazla ve kuvvetli olanlar karşısında fiziki kudrete sahip olanların eğileceği ve diz çökeceği şeklinde izah da edilir. Bu bakımdan da Hicretteki harikulade haller yaşamalı, hatırlarda muhafaza edilmeli ve nesilden nesile aktarılarak hicret ruhu taze tutulmalıdır.

16

buhara

HİCRETTEN FETH-İ MÜBİNE

Rasulüllah, hiçbir imkânın kalmadığı ve bütün kurtuluş ihtimallerinin ortadan kalktığı bir zamana kadar Mekke’den ayrılmadı. Davasını orada savundu. Fakat davasını burada başarıya ulaştırma imkânı kalmayınca, en kısa zamanda ve tekrar geri dönmek kast ve azmi ile Mekke’den ayrıldı. Kısa sürede Mekke’ye muzaffer olarak girmek suretiyle feth-i mübin hadisesi ile hicreti noktaladı. Yazık ki Osmanlı Devleti 1683 Viyana bozgunundan sonra takriben iki asır süre ile devamlı olarak Balkanlar’da, Kırım ve Kafkasya’da toprak kaybetti. Hristiyanlar tarafından bu topraklardaki Müslümanlar hicrete mecbur edildi ve işin en acı yanı aradan asırlar geçtiği halde bu Müslümanlar bir daha yurtlarına dönme imkânını elde edemedi. Aynı süre içinde önce Çarlık Rusya’sı ve sonra Komünist Rusya doğudaki İslâm ülkelerini teker teker ele geçirdi ve eline geçirdiği İslâm ülkeleri ve milletleri ne içten ne de dıştan 1991’e kadar bir kurtuluş imkânına da sahip olamadı. Filistin’i işgal eden Yahudiler tarafından tehcir edilen Müslümanlar da yurtsuz kaldı, Filistinli muhacir ve mülteci Müslümanlar meselesi İslâm’ın kanayan bir yarası haline geldi. Çeşitli Asya ve Afrika ülkelerinde benzeri hadiseler vukua gelirken ve Müslümanlar bir fetih-i Mübin beklerken Afganistan Kızıl ordu tarafından işgal edildi. Afganistan’dan Pakistan’a bir hicret başladı. Karabağ’da, Çeçenistan’da, Bosna’da ve Kosova’da hicret olayları yaşandı. Bütün bu hadiseler göstermektedir ki, Müslümanların en hızlı ve en makul yoldan fetih-i Mübin’e ulaşmaya şiddetle ihtiyaçları vardır. Hicret ruhunun canlı, taze ve yeni tutulması, böylece yaşaması, yaşanması ve yaşatılması sayesinde en kısa sürede fetih-i Mübin’i gerçekleştirmek hiç de zor olmayacaktır. Rabbim Müslümanlara fetih-i Mübin’i nasip eyle! Allah’ım artık mahcur İslâm memleketleri feth edilmiş Müslüman diyarı, muhacir müminleri de fatih müminler e haline gelsinler. Göç! Göç! Göç! Yeter ya İlahi! Artık Zafer! Zafer! Zafer! Hicret Hicret! Kâfi Mevlam! Bundan böyle Fetih! Fetih! Fetih! (Amin)


Volkan KARACAN

Gel Ey Resul! "Gel, ey Muhammed, bahardır... Dudaklar ardında saklı Âminlerimiz vardır!... Hacdan döner gibi gel; Mîrac'tan iner gibi gel; Bekliyoruz yıllardır! " Arif Nihat Asya-Naat www.buhara.org 17


“Biz seni ancak bir müjdeci ve bir uyarıcı olarak gönderdik." (Furkan, 56) Yeryüzünde buhranlı bir karanlık… Yalnız dillerin değil, gönüllerin ve ruhların feryat ettiği cehalet çağında, insanların “Tevhid” inancına sırt çevirmelerine rağmen, “Rahman” olan, yarattığı her şeye Müslim- Gayri Müslim ayırt etmeden acıyan, gözeten Rabbim, o günahkâr kullarından merhametini esirgemeyip cinlere ve insanlara sonsuz saadetin yolunu gösterecek gül kokulu Nebi`yi, Kâinatın Efendisi`ni, “Seni” gönderdi Ya Rasulallah… Dünyaya teşrif ettiğin gece kâinat böyle güzellik görmedi. Yedi kattan inen nurlarla bir anda can buldu bütün dünya. Bütün mahlûkatın gözleri dünyaya çevrildi… Kâinat, ta ilk yaratıldığı günden beri bu günü

hebler ve daha birçok Firavun ruhlu zalim insanlar… Hepsi şeytanın esiri olmuş var gücüyle bozmaya çalışıyordu bu yemini. Fakat bir türlü akıl edemediler. Aslında en güçlü desteğin senin yanında olduğunu. Baki olan, Aziz olan Yaratıcı`nın senin yanında olduğunu unuttular. Ve nihayet… Allah`ın izniyle varılan zirvede kalem doğru yazdı, terazi doğru tarttı. Sevgi gerçek anlamına nail oldu. Eşsiz bir rehberle kurtuluşa erenlerin kalpleri Allah`a koştu, yüzlerini secdeye kapayıp “Lebbeyk! Emret Allah`ım” diye haykırdı. İşte Hira`da tek başına başlayan davetin eşsiz sahibi, işte “Yaşayan Kur`an”

"Sen hira'dan inerken ben kalbimi bin bir parça edip "Bin bir kere öpsün diye ayaklarını Bin bir taşa sakladım ey yâr bin bir taşa Veda tepeleri gibi büyütüyorum gövdemi Bin bir kere öpsün diye ayaklarını Gelirsin ve bir kere daha doğarsın diye sırtıma basarak Veda tepeleri gibi büyütüyorum gövdemi Bir yanım muhacir'se senden yana Gelirsin ve bir kere daha doğarsın diye sırtıma basarak

bekliyordu. 571, Rebiülevvel… Vakitlerin sultanı seher vaktinde, Mekke`de mütevazı bir evde bir güneş doğdu. O an karanlıklar nurunla aydınlanıverdi. Yıldızlar salkım salkım oldu… Kisra sarayında on dört burç yıkıldı… Kabe`deki şirk taşları bir anda kendini yerde buldu… Mecusilerin bin yıldır yanan cehalet ateşi söndü… Save Gölü kurudu… O gece bütün beşer Rabb`ine el açmış, sevinç ve huzur içinde “Elhamdülillah” diyordu. Sen ki daha doğduğun gece Cenab-ı Hak`tan secde emri aldın. Arz ve arş varlığınla nurlandı. Bu nur-u İlahi ile yalvardın: “Ümmetim…Ümmetimi bana bağışla Ya Rabb…”

Peki biz ne yaptık? Hayatının her anı mucize olan Sevgili`ye kayıtsız kaldık. Önce sünnetini terk ettik, sonra Allah`tan uzaklaştık. Sevgiliye vefasızlığımızı, acizliğimize yükledik. Seni maddiyatın içine, adına kalp dediğimiz et parçasına sığdırmaya çalıştık. Bilemedik seni memnun edecek en güzel makamın gönüllerimiz, ruhlarımız olduğunu. Sebeb-i varlığın hürmetine halife olarak gönderildiğimiz yeryüzünde meçhulün kucağına düşüp, bozgunculuktan başka ne yaptık? İşte kundakta kana bulanmış bir yetim. İşte yavrusunun cansız bedeni başındaki ana, ağıtları sanki gökleri deliyor. Suriye, Filistin, yanıyor Ya Rasulallah. Ne oldu bu ümmete? Nerede Hamzalar, Bilaller, Halid bin Velidler? Ne olur sensiz bırakma bizi! Boş bakan yaşlı gözlerimizi manevi ufkuna çevir. Sana layık bir ümmet olamadık, affet bizi Ey Nebi! Sancağının altında birleştir günahkâr gönüllerimizi! Çilesiz bir günün olmadı yüce davan uğruna… Bütün dünyanın sevdiklerine bir gül vermek için yaAsr-ı Saadet`e kolay ulaşılmadı. Ebu Cehiller, Ebu Le- rıştığı, adına sevgililer günü dedikleri on dört şubatta

18

buhara


gerçek sevgiliyi unuttuğumuz için, gülün kokusunu senden aldığını unuttuğumuz için, affet bizi ey Sevgililer Sevgilisi… Gereğince bilemedik yaratılış sebebimizi. Akıl sahiplerini hayrete düşüren doğanın, yaratılış mucizesi olan bizlerin, senin yüzsuyu hürmetine yaratıldığımızı bilemedik. Kısacık ömürlerimizi yalancı dünya zevkleriyle tüketirken, düşünemedik gül cemaline nasıl bakacağımızı. Affet bizi ey Sevgililer Şahı… Mükemmel hayat tarzını hep batıda aradık. İçimizi yalancı coşkuyla, boş hayallerle, dizilerle süsledik.. Ve maalesef çağları aşan aydınlık kaynağını, “Kutsal Emanet”ini duvarlara asılmaya mahkûm ettik. İçindeki o nuru görmezden geldik. Bilemedik en güzel hayat tarzının onda saklı olduğunu. Bağışla biz Ya Rabb! Affet bizi ey Nebi! Dağların yürüdüğü, yıldızların döküldüğü, yerin ve göğün bir olduğu, evlatların ana-babalarından davacı olduğu o günde senin şefaatine muhtacız,

Ve işte yeni bir bahar, yeni bir Nisan… Topraktan gelen nebatatla birlikte yine topraktan gelen bizlerin de yeniden uyanış vakti… Ufuklardan daha engin gönüllerimizi Allah ve Muhammed aşkının sonsuz nuruyla doldurma vakti… Ümitsizliğin ümide dönüşme, kulluk sırrına ulaşma, manevi ummanda yelken açma vakti… Ve Allah`tan gelen İlahi müjde: “Işıkları önlerinde ve defterleri sağlarından verilmiş olarak yürürler. Ve Rabbimiz ışığımızı tamamla derler.”(Tahrim, 8) İşte diriliş, işte ölümsüzlük ve işte Hayat… Sen hira'dan inerken ben kalbimi bin bir parça edip Bin bir taşa sakladım ey yâr bin bir taşa Bin bir kere öpsün diye ayaklarını Veda tepeleri gibi büyütüyorum gövdemi Gelirsin ve bir kere daha doğarsın diye sırtıma basarak

Bir yanım ensar'sa senden bana Bin dört yüz yıl uzaktan geliyorum merhamet sancağına Ahrazlığım bu yüzdendir dudaklarım henüz değmedi ayağına. " Bahtiyar Aslan-Naat

“Şefaat eyle ya Rasulallah!” Ümit ediiyorum ki o engin merhametinle darılmadın bizlere. Kucağını açmış, o eşsiz sabrınla her an bekliyorsun. Yüce Yaratan`ın ve meleklerin de katıldığı doğum gününde Allah` a el açıp, mübarek gözyaşlarınla niyazda bulunmuşsundur: “Ya Rab! Sen ümmetime merhamet et! Onlar bilmiyorlar!” Hani demiştin ya asırlar önce “Kardeşlerime selam söyleyin” Ashab-ı Kiram şaşırmıştı ve “Ya Rasulallah! Senin bizden başka kardeşlerin mi var” demişlerdi de sen “Evet. Siz benim arkadaşlarımsınız. Ahir zamanda beni görmediği halde bana inanan, getirdiğim dini kabul edenler benim kardeşlerimdir” demiştin. Kadeşlerin kederli de olsa senin selamına büyük bir aşk ve şevkle cevap veriyor: “Aleykum Selam Ya Rasulallah” Yarın huzur-u mahşerde peygamberlerin bile “nefsî nefsî” diye feryat ederken, senin “ümmetim ümmetim” diye feryat edeceğini bilmek biraz olsun sızlatmıyorsa yüreklerimizi, Mevla`ya tek duam “Ya Rabbi çıkar bu et parçasını yerinden”

Bir yanım muhacir'se senden yana Bir yanım ensar'sa senden bana Bin dört yüz yıl uzaktan geliyorum merhamet sancağına Ahrazlığım bu yüzdendir dudaklarım henüz değmedi ayağına. Bahtiyar Aslan-Naat Gel, ey Muhammed, bahardır... Dudaklar ardında saklı Âminlerimiz vardır!... Hacdan döner gibi gel; Mîrac'tan iner gibi gel; Bekliyoruz yıllardır! Arif Nihat Asya-Naat

www.buhara.org 19


Emre MOL

Gönüller Mimarı HÂCE MAHMUD İNCİR-İ FAĞNEVÎ (K.S.) "Hakim Tirmizi'nin naklettiği bir hadisi şerif de belirtildiği gibi Veliyyullah'ın bir kısmı İbrahim’in (Aleyhisselam)dir, bir kısmı Musa’nın (Aleyhisselam) fıtrat ve meşrebinde olur. Mahmud Fağnevi Hazretleri tabakat kitaplarının ifadesine göre, mana ayağı Hz. Musa’da (Aleyhisselam) olan, onun fıtrat ve meşrebinde bulunan bir velidir."

20

buhara


H

“Eğer bir mürit; yalan söylemekten, dedikodu yapmaktan, insanlar görsün diye zikir yapmaktan çekiniyor ve âce ÂrifRivgirî (Kuddisesirruh) hazdilini koruyabiliyorsa, onun sesli olarak Allah’ı retlerinin eshabının efdali ve halifelerinin en büyüğü zikretmesi elbette daha güzel olur.” olup, en yakın sırdaşı idi. Buhara'ya üç fersah meBir derviş Hâce Mahmud zamanında Hızır'ı gördü ve safede bulunan (Fagne) isimli kasabada doğmuştur. sordu: Doğduğu yer Buhara yakınlarında Vâbkîne kasabası- “Bu zamanda eteğine yapışılacak, doğruluk caddesi nın Fağna köyü İncîr beldesiydi. Bu yüzden kendisine üzerinde sabit mürşit kimdir?” Hızır (A.S.) cevap verİncîrî (İncirli) ve Fağnevî (Fağnalı) denildi. di: “Hâce Mahmud İncir Fagnevî'dir.”

Fağnevi (Kuddise Sirruhu) orta boylu, güleç ve güler yüzlü, çekme burunlu, genişçe ağızlıydı. Beyaz tenli ve siyah sakallıydı. Beyaz sarık sarardı. Zikredildiği üzere Musa (Aleyhisselam) meşrebinde ve kerameti zahir bir veliyyi kâmildi.

Hakim Tirmizi'nin naklettiği bir hadisi şerif de belirtildiği gibi Veliyyullah'ın bir kısmı İbrahim’in (Aleyhisselam), bir kısmı Musa’nın (Aleyhisselam) fıtrat ve meşrebinde olur. Mahmud Fağnevi Hazretleri tabakat kitaplarının ifadesine göre, mana ayağı Hz. Musa’da (Aleyhisselam) olan, onun fıtrat ve meşrebinde buluHâce Mahmudİncîrî Fağnevî (k.s) genç yaşlardan iti- nan bir velidir. baren inşaatlarda çalıştı. Sıvacılık yaparak geçimini elde etti. O dönemlerde zamanın büyük mürşidi Hâce Ârif-i Rîvgerî hazretlerinin dergâhına gidip gelmeye Ve Ondan Sonrası başladı. Zamanla onun en seçkin müritlerinden biri Hâce Mahmud İncîrî Fağnevî (k.s) kendisinden sonra oldu. Nihayet mürşidi Hâce Ârif-i Rîvgerî hazretle- geride üç tane önemli kişi bıraktı. Bu zatlar, tasavvuf ri onu, vefat etmeden önce halife tayin etti. Böylece yolunun imamları oldu. Sadat-ı kiramın maneviyat kendisine insanları irşat etme yetkisi verildi. Hâcegân sırları, bir sonraki nesle onlar sayesinde intikal etti. silsilesinin büyük mürşidlerinden biri oldu. Bu zatların isimleri şöyleydi: Şeyh Hasan Vâbkîne Marifet kalplerdeki eğriliği gidermektir EmîrKülâl (k.s), Şeyh Hüseyin EmîrHurd (k.s) hazretHâce Ârif-i Rivegerî (k.s.) uzun zamandır dergâha leri (Seyyid Emîr Külâl hazretlerinin küçük kardeşi), muntazaman devam eden Fağneli Mahmut’taki gay- Hâce Azîzân Ali Râmîtenî (k.s) hazretleri. ret ve kabiliyetin farkındaydı. Bu genç mürit, kimseye yük olmadan maişetini temin için çalıştığı halde vir- Hâce Mahmud İncîrî Fağnevî (k.s) Vâbkîne’de 685 dini aksatmıyor, hizmetten ve sohbetten geri durmu- (1286) yılında vefat etti. Kabri Eyreki'dedir. yordu. Çabuk öğreniyor, öğrendiği her şeyi hayatına Sadat-ı kirâmın himmet ve tasarrufatı, kendisinden aktarıyordu. sonra Hâce Ali Ramîtenî hazretlerine (k.s) geçti, yolumuz onunla devam etti... Mürşidi bir gün onu çağırdı ve şöyle dedi: “Duyarım ki eğri ağaçları yontar, onlardan dümdüz dilmeler çıkarırmışsın. Tuğlalarla cetveli düzgün duvarlar örer, Kaynakça sıvayarak pürüzlerini giderirmişsin. Ey Mahmud! Ma- 1) Hadîkat-ül-Evliyâ; 1. kısım, s.30 rifet, kalplerdeki eğriliği düzeltmektir. Marifet, ilahî 2) Reşehât Ayn-ül-Hayât (Arabî); s.35 tecelliye mazhar olabilecek gönüller imar edebilmek- 3) Reşehât Ayn-ül-Hayât (Osmanlıca); s.51 tir. Sende bu kabiliyet var. Gel daha yakınımızda dur, 4) Nefehât-ül-Üns (Osmanlıca); s.413 halilimiz ol ki, her biri bir beytullah olan gönüller inşa 5) Hadâik-ul-Verdiyye; s.119 edebilesin.” 6) Tam İlmihâl Seâdet-i Ebediyye; (49. Baskı) s.1107 7) Rehber Ansiklopedisi; c.11, s.160 Zikr-i cehrî Alturi Silsile mensupları içinde ilk defa 9) İslâm Âlimleri Ansiklopedisi; c.10, s. 288 Mahmûd İncir Fagnevî (K.S.) zamanında yapılmaya başlandı. Ve Muhammed Bahâü'd Din Nakşibend (K.S.) hazretlerine kadar devam etti. Cehri zikri Buhara’ya yaydı. Yine bir defasında Şeyh Hâfızü’d din şöyle sordu: “Sesli zikri, özellikle kimlerin yapması daha uygundur?”

www.buhara.org 21


Doç. Dr. Abdurrezzak TEK U.Ü. İ.F. Tasavvuf Anab. D. Ö.Ü

SÛFÎ GEÇİNENLERİN HATALARI "Hangi mertebede olursa olsun sûfînin kendini diğer insanlardan daima daha alt mertebede kabul etmesi tasavvufun vazgeçilmez prensiplerinden biridir."

T

asavvufî konuların sistemli bir şekilde ele alındığı ilk eserlerden biri olan el-Lüma’nın son bölümünde sûfî geçinenlerin hatalarından bahsedilmektedir. Eserin müellifi Ebû Nasr es-Serrâc İran sınırları içinde bulunan Tûs şehrinde dünyaya geldi. Babası zahid ve dindar bir kişi olup secdede iken vefat etmiştir. Hadis, Fıkıh, Tefsir gibi zahiri ilimleri tahsil ettikten sonra tasavvufî hayata yöneldi. İran, Irak, Suriye ve Mısır’ı dolaşarak gezdiği yerlerdeki mutasavvıflarla görüştü ve onlardan istifade etti. Bir dostunun ricası üzerine bu eserini kaleme aldı. Maksadı Kur’an ve Sünnet’e uygun bir tasavvuf anlayışı ortaya koymak, tasavvufa yöneltilen itiraz ve tenkitleri cevaplandırmak ve mutasavvıf görünüp sûfileri istismar edenleri reddetmekti. Tasavvuf anlayışını Cüneyd-i Bağdadî

22

buhara

ve Sehl b. Abdullah et-Tüsterî gibi sûfîlere dayandıran Serrâc tasavvuf ehli arasında “Tâvusu’l-Fukarâ” namıyla tanınmıştır. 378/988 tarihinde Tûs’ta vefat etmiş ve buraya defnolunmuştur. Ebû Nasr’a göre sûfîlerin içine düştükleri yanlışlar derece derece olup bunların ilki; dini yükümlülükleri yerine getirmemekten kaynaklanan hatadır: Mutasavvıflara göre şeriat ile hakikat arasında kopmaz bir bağ vardır. Tarikat bu iki merkez arasında yapılan yolculuğu ifade eder. Dolayısıyla şeriata dayanmayan hiçbir hakikat makbul sayılmamış, tarikatla yetinilerek dini emirlere kayıtsız kalınması zındıklık yani “dinden çıkmak” olarak tanımlanmıştır. İkincisi şeriatın zahirî boyutuyla yetinip batınî yönünü dikkate almayanların düştükleri hatadır: Zira her ne kadar zahir önemli olsa da zahiri besleyen bâtındır.


Diğer bir ifadeyle sıdk, ihlâs, niyet, huşu, huzur gibi batınî unsurlar olmadan yerine getirilen ibadetler zahiren yapılmış olsa da gerçek manada ifa edilmiş sayılmazlar. Üçüncüsü kemâl mertebesine ulaştığını zannedenlerin hatalarıdır: Serrâc’ın burada vurguladığı husus, tasavvufî terbiyesini tamamlamaya çalışan sâlikin bulunduğu makamı nihaî mertebe sanarak onunla yetinmesidir. Tasavvuf ehline göre seyr u sülûkta önemli perdelerden biri de kişinin bulunduğu makama takılıp kalmasıdır. Hakk’ın lütuf ve tecellîleri nihayetsiz olduğundan manevî olarak terakkîde de nihayet yoktur. Öte yandan “kemâle ulaştım” düşüncesi ayrıca içinde benlik duygusu barındırdığından aşılması gereken bir perdedir. Dördüncüsü içine düştükleri hataların farkına varmadıkları gibi hata işlemeyeceklerini zannedenlerin oluşturduğu gruptur: Hâlbuki tasavvufî anlayışa göre hiçbir veli masum değildir. Günaha düşmeme özelliği yani ismet sıfatı peygamberlere ait bir vasıftır. Bu nedenle “peygamberler masum veliler ise mahfuz” kabul edilmiştir. Burada velilerin mahfuz oluşu günah işlemeyecekleri değil, günahlarında ısrar etmeyecekleri anlamına gelir. Şu halde hakikate giden yolda acziyetlerini itiraf edenler, hatalarını kabul edip telafi yoluna gittikleri için yanlışları, sürçmeleri onların velayetlerine zarar vermez ve mertebelerinde her hangi bir eksiklik meydana getirmez. Beşincisi zühd hayatı yaşayanların, kazandıkları helâl rızıkları yiyip içenlerin hâllerini düşük görmeleridir: Zira burada zâhid olduğunu zanneden dervişlerin zühd yolunu seçmeyenlerden kendi mertebelerini üstün görme anlayışı vardır. Bu ise kişideki benlik ve üstünlük duygusunun hâlâ terbiye edilmediği anlamına gelir. Hangi mertebede olursa olsun sûfînin kendini diğer insanlardan daima daha alt mertebede kabul etmesi tasavvufun vazgeçilmez prensiplerinden biridir. Altıncısı daha önce yaşayan sûfîlerin mücâhedelerini, halk arasında anlatılan menkıbelerini ve kerametlerini duyunca bunlara özenerek aynı hallere ulaşma amacıyla derviş olanların hatalarıdır: Bu durumda olanların en dikkat çekici özellikleri, büyük bir gayret ve hevesle girdikleri bu yolda muratlarına ulaşamadıklarını görünce tembellik duygusunun kendilerini kaplamasıdır. Öyle ki mücahede, riyazet, zikir ve evradla ilgili vazifelerini yerine getirmedikleri gibi dinî sorumluluklarında da gevşeklik göstermeye başladıkları görülür. Bunlar yolda kalmış kimselerdir. Çünkü dervişliğin bir tek amacı vardır o da Hakk’ın rıza ve hoşnutluğunu elde etmektir. Bunun dışındaki tüm amaç, istek ve arzular mâsivâ [terk edilmesi gereken unsurlar] kabul edilmiştir. Yedincisi aşırı riyazet ve mücahede ile az yiyip içmekle nefsin şerrinden emin olunacağını zannedenlerin hatalarıdır: Zira her ne kadar nefis terbiye edilse de onun şerrinden emin olunamaz ve fıtratındaki kötülük vasfı bütünüyle sökülüp atılamaz. Bu nedenle sûfiler nefisle olan mücadeleyi “bitmek bilmeyen savaş”

olarak tanımlamışlardır. Burada ikinci bir tehlike de aşırı riyazet sonucu zayıflayan bedenin farzları yerine getiremeyecek kadar halsiz düşmesidir. Dolayısıyla bir dervişin hangi ölçüde nasıl riyazet yapması gerektiği mürşidi tarafından belirlenen bir esastır. Bu esasa dikkat etmeyenlerin sadece bedenen değil zihnen de zaafa uğradıkları görülmüştür. Sekizincisi sûfilerin giydikleri elbiseleri giyip kuşanarak kendini derviş zanneden hatta hakikat ehlinin hallerine ulaştığını sananların yanılgılarıdır: Hazret-i Yunus’un “Dervişlik olaydı tac ile hırka Biz dahi alırdık otuza kırka” mısraları bu yanılgının geçmişte olduğu gibi günümüzde de geçerliliğini koruduğunu göstermektedir. Dokuzuncusu mutasavvıfların yazdıkları eserleri okumak, sözlerini, hikâyelerini, işaretlerini ve ibarelerini ezberlemekle mürşit olduklarını zannedenlerin hatalarıdır: Tasavvufî anlamda mürşitlik vasfı izin ve icazetle kazanılan bir vasıftır. Elbette velîlerin sözlerini, menkıbelerini ve hallerini ezberlemek ve bunları insanlara anlatarak onları irşad etmek küçümsenecek bir husus değildir. Ancak bunu yapanların kazanacakları vasıf “vâiz veya nakilci” olmaktan başka bir şey değildir. Zira tasavvufun doğuş devrinden beri sûfîlerin ısrarla vurguladıkları husus, “tasavvufun kâl değil hâl”den ibaret olduğudur. Yani tasavvufî makam, mertebe ve hâller kitaplardan okunmak ve öğrenmek suretiyle elde edilemez. Bizzat yaşanması gerekir ki, bunların yaşanması ve başkalarına yol gösterebilecek derecede içselleştirilmesinde de mürşid-i kâmil ve mükemmilin rolü ve icazeti son derece önemlidir. Onuncusu sema etmek, ilahî ve kaside dinleyerek vecde gelmek, tekke musikisi dinlemek, dervişlerin âyinlerine katılmak ve ritüellerini yerine getirmek suretiyle sûfî olduklarını zannedenlerin yanılgılarıdır: Zira bütün bunlar Hakk’a giden yolda birer araç mesabesindedir. Dervişe gereken araçlara takılmadan amaca ulaşma gayreti içinde olmaktır. Ebû Nasr Serrâc söz konusu tespitlerini yaptıktan sonra ikinci bir aşamaya da dikkati çeker. Ona göre tasavvufun şu üç esasını yerine getirmeyen herkes yanılgı içindedir: Bu kişiler ister su üstünde yürüsün, ister havada uçsun, isterse ağızlarında hikmetler dökülsün fark etmez. • Büyük ve küçük bütün haramlardan kaçındıktan sonra şüpheli şeylerden de uzak durmak. • Nefse ister kolay isterse zor gelsin, bütün farzları yerine getirmek. • Hayatın devamı için zaruri olan ihtiyaçların dışında dünyayı ehline bırakmak. Görüldüğü üzere günümüzden bin yıl önce yazılmış bir eserde dile getirilen bu hataların bugün de geçerliliğini koruyor olması oldukça manidar bir husustur.

www.buhara.org 23


Yazar- İsmail MUTLU

İSLAMİYETİN ÖNCESİ VE SONRASINDA KADIN VE AİLE Cahiliye Devrinde Kadın Cahiliye devrinde kız çocuğu doğurmak anne için ''yüz karası'' sayılırdı. Hanımı doğum yapacak olan erkek insanlardan saklanırdı. Eğer çocuk erkek olursa, sevinerek ortaya çıkardı. Kız çocuklarını diri diri toprağa gömmeyenler de vardı. Fakat bunlardan çoğu, onlara çok sefil bir hayat yaşatırdı. Cahiliyye devrinde kadın sadece erkeklerin nefsani arzularını tatmin etmek için vardı. Muayyen günlerinde kadınla beraber oturulmazdı, onlarla birlikte yiyip içmezlerdi. Bazen muayyen günlerinde olan kadın evden bile çıkarılırdı.(1) Boşanılan kadına eziyet olsun diye, onun başkasıyla yeni bir yuva kurmasına engel olunurdu. Kocası ölen bir kadın en değersiz elbisesini giyer, evin en karanlık yerine çekilir, bir sene müddetle tam bir hapis hayatı yaşardı. Bu süre içerisinde yıkanmaz, tırnaklarını kesmez, vücudunun temizlenmesi gereken yerlerini temizlemez ve hiçbir koku sürünmezdi. (2) Kocası ölen kadın babasının evine gelirdi. Babası da elbisesini onun başına geçirirdi. Bu, onun insanlarla görüşmesinin yasaklandığı manasına geliyordu. Bir baba, kızının fikrini sorma ihtiyacı hissetmeden, isteyenin çok yaşlı olup olmadığına bakmadan, kendi istediği erkeğe verebilirdi. Kız, babasının evlendirmek istediği kimse ile evlenmezse ölünceye kadar hapsedilirdi. (3) Bir erkek istediği kadınla evlenebilirdi. (4) Üvey analarıyla da evlenilirdi. Büyük oğlu üvey anasıyla evlenmek isterse üvey anasını başkasıyla nikâhlayıp mihrini alır, isterse kimseye vermezdi. Bir başka adet de hanımını boşamaya niyet eden erkeğin ona canından bezdirecek şekilde muamele etmesiydi. (5) Kadına değer verilmediğinden evlenme yoluyla olan akrabalığın bir önemi yoktu. Kadınlar ve çocuklar mirastan mahrumdu. Miras doğrudan doğruya erkek evlada geçerdi. (6) Öyle haysiyetsiz erkekler vardı ki, asaletli birinden çocuk sahibi olmak için, hayızdan sonra hanımını o erkeğe gönderir, cinsi münasebette bulunmasını isterdi. Kadının hamile kaldığı belli oluncaya kadar da onunla cinsi münasebette bu-

24

buhara

lunmazdı. Sayıları on kişiye varan erkekler bir kadınla yaşayabilirdi. Kadın hamile kaldığında, o erkeklerden hoşuna giden birine, ''Ey filan, bu çocuk senindir'' derdi. Para karşılığında cariyeler fuhşa zorlanırdı. (7) Fırsat bulunduğu yerde kadınlar tecavüz edilirdi. İslamiyet tebliğ edildikten sonra bütün bu çirkinlikler ayetle veya hadisle birer birer ortadan kaldırıldı. Ve kadın, içinde boğulduğu çirkef bataklığından kurtuldu. Kadının durumu sadece cahiliye Araplarında değil, Hristiyan âleminde ve Yahudiler arasında da içler acısıydı.

İslam’ın kadına insan olarak verdiği değer

Dinimiz, kadını ezilmekten, köle ve erkeklerin elinde oyuncak olmaktan kurtarmış, cenneti ayaklarının altına sermiştir. Hz. Hacer, Hz. Asiye, Hz. Meryem, Hz. Hatice, Hz. Fatıma, Hz. Aişe, ilk kadın şehit Hz. Sümeyye ve daha pek çok kadının fedakârlıklarıyla, faziletleriyle, İslamiyet’e yaptıkları hizmetleriyle kadın erkek milyonlarca Müslümanın gönlünde taht kurmuş olmaları da dinimizin kadınlara verdiği değeri gösteren bir başka delildir. Peygamberimiz, kız çocuklarının berekete vesile olduklarını bildirdi. Bir hadislerinde kız çocuklarının bakımını üstlenen kimsenin Cennetlik olacağını bildiriyordu. Bir hadisinde de, ''Çocuklarınızın arasında adil davranınız. Eğer ben birini üstün tutacak olsaydım, kız çocuklarını üstün tutardım.'' buyuran Peygamberimiz, her hususta olduğu gibi bu hususta da ümmetine rehber oldu. Kızlarını çok sevdi. Eşler arasında adaletli davranma şartına bağlı olarak bir erkeğin en fazla dört kadınla evlenebileceği hükmünü getirdi. Kadına yeni bir yuva kurma imkânı verilerek, kadın erkeğin elinde oyuncak olmaktan kurtarıldı. Evlilikte kızın ve kadının rızasının alınması gerektiğine dikkat çekildi. Dinimizin kaldırdığı son derece çirkin adetlerden birisi de erkeğin üvey annesi ile evlenebilmesiydi. Yüce Rabbimiz bunu haram kıldığını bildirdi.(8) Cahiliye devrinde “nikah” adı altında yaygın olan fuhuş yasaklanarak kadının istismar edilmesi önlendi. Her bakımdan kadının namusunu korumasını emreden dinimizde, namusunu koruyan kadınlara iftira atarak onların şerefiyle oynanması büyük günahlardan


sayılmıştır. Dinimiz bütün bu hükümleriyle kadının da insan olduğunu, onun da hakları bulunduğunu, kadın olmadan erkeğin yarım olduğunu 1400 küsur sene önceden bütün dünyaya ilan etmiştir. İslam’ın kadına anne olarak verdiği değer Yüce Rabbimiz anne babaya iyi davranmayı, onlara iyilikte bulunmayı kendisine ortak koşmaktan hemen sonra zikrediyor. Peygamberimiz de anne ve babası yanında yaşlandığı halde Cenneti kazanamayan kimsenin burnunun yere sürünmesi için beddua etmiştir. (9) Peygamberimiz, bir başka hadisinde de Allah’a ortak koşmanın ve anne babanın hakkını yerine getirmemenin günahların en büyüğü olduğuna dikkat çekmiştir. (10) Annenin hakkının babaya nazaran daha fazla olduğunu şu hadisten de öğreniyoruz: Bir zat Peygamberimize gelerek, “Ya Resulallah, insanlar içinde kendisine iyi davranmama en layık olan

Islam‘ın kadına eş olarak verdiği değer Kadın erkeğe Cenab-ı Hakkın bir emanetidir. Nikah kıymakla erkek hanımının hak ve hukukuna dikkat edeceğine, imkanı nisbetinde bunları yerine getireceğine dair Cenab-ı Hakka bir nevi söz vermiştir. Erkeğin hanımı için harcadığı paranın kendisi için bir sevap kaynağı olması, aile saadetine tesir edecek mühim bir husustur. Dinimizde kadın kocası için, bir arkadaş, bir huzur kaynağı olarak görülür. Bir insan olması sebebiyle aile hayatında elbette kadının kusurları olacaktır. Yüce Rabbimiz, bu durumda erkeklere seslenerek kadınlarla iyi geçinmeleri gerektiğine dikkat çeker. Peygamberimiz bir hadislerinde. “Sizin en hayırlınız ailesine iyi davranandır.Çünkü ben ailesine iyi davrananızım” buyurmuştur. (13) Bir hadislerinde erkeğin hanımıyla oynayıp şakalşmasını tavsiye eden Peygamberimiz bir başka hadislerinde de erkeklerden kadınlara nezaketle muamele

"Cahiliye devrinde “nikah” adı altında yaygın olan fuhuş yasaklanarak kadının istismar edilmesi önlendi. Her bakımdan kadının namusunu korumasını emreden dinimizde, namusunu koruyan kadınlara iftira atarak onların şerefiyle oynanması büyük günahlardan sayılmıştır. Dinimiz bütün bu hükümleriyle kadının da insan olduğunu, onun da hakları bulunduğunu, kadın olmadan erkeğin yarım olduğunu 1400 küsur sene önceden bütün dünyaya ilan etmiştir." kimdir?” diye sordu. Peygamberimiz, “Annendir” buyurdu. O zat, “Sonra kimdir?” dedi. Resulallah, “Annendir” buyurdu. O kimse, “Sonra kimdir?” diye tekrar sordu: Peygamberimiz, “Annendir” buyurdu. O kimse, “Sonra kimdir?” deyince de, Peygamberimiz, “Babandır” buyurdu. (11) Anneye iyilik etmek, onun gönlünü almak yerine göre farz-ı kifaye olan cihattan önce tutulmuş, önemli görülmüştür.

Peygamberimizden Annelere Müjdeler

Kadının vazifeleri arasında en zor olanı, hiç şüphe yok ki anneliktir. Annenin meşakkati daha yavrusuna hamile kalır kalmaz başlar. Dokuz ay müddetle sıkıntı üstüne sıkıntıyla onu karnında taşır. Çocuk doğduktan sonra çekilen sıkıntı katlanarak artar. Anne artık kendi yemez yavrusuna yedirir, içmez yavrusuna içirir. Gece uykunun en tatlı yerinde yavrusunun ağlama sesiyle uyanır, altını değiştirir, karnını doyurur onu uyutmak için kendisi uykusuz kalır.Yavrusu için canını feda etmekten çekinmez. Anneyi yavrusuna karşı bu derece fedakar kılan güç hiç şüphesiz Allah’ın annelere ihsan ettiği şefkat duygusudur. Peygamberimiz de anneleri şöyle müjdeliyor:“Gece çocuk onu uykusuz bıraktığında Allah rızası için yetmiş köle azad etmiş gibi sevap kazansın.”(12)

etmelerini, onları mümkün mertebe kırmamalarını ve incitmemeye çalışmalarını istemiştir. (14) Ayrıca erkeklerin yersiz kıskançlıktan sakınmaları da istenmiştir. Dinimiz, kadını bir eşya, bir mal gibi satılmaktan kurtarmış, bu sebeple başlık parası haram kılınmış, kadına bir güvence olması bakımından mihir devam ettirilmiştir. Peygamber Efendimiz adet gören hanımlarından ayrılmamış, adet gören hanımının içtiği sudan içmiş, yediği yemekten yemiş, hanımına saçını yıkatmış ve taratmıştır. (15) Yüce Allah, eşlerin birbirlerine her bakımdan muhtaç olduklarına dikkat çekmiştir. Son olarak, kadına asıl hakkı İslamiyetin verdiği, kadının gerçek değerinin ve saygınlığının İslamiyette olduğu, kadını istismar etmek isteyenlerin karşılarında en büyük engel olarak İslamiyeti gördükleri açıkça anlaşılmaktadır. Dipnot

1-Umdetü'l-Kari, 2: 69; Belleten 15: 692 Prof. Şemsettin Günaltay; 2- Buhari, Talak: 16; Tecrid-i Sarih Tercümesi, 11: 369, 370; 3- Hak Dini Kur'an Dili, 7: 5603, 5604; 4- İbni Mace, Nikah: 40; Neşet Çağatay, İslam Öncesi Arap Tarihi ve Cahiliye Çağı, s.133135; 5- Nisa suresi, 19; Neşet Çağatay, A.g.e., 137.; 6- Tefsir-i Kebir, 9:195; 7-Nur, 33; 8- Nisa Suresi, 22; 9-Müslim, Birr:9; 10Tirmizi, Birr ve’s-Sıla: 4; 11-Müslim, Birr ve’s-Sıla: 1; 12- İbni Mace, Edeb: 1; 13- Feyzü’l-Kadir, 2:164; Tirmizi, Menakıb: 63; 14- Müslim, Rada:59; 15-Buhari, Hayız:5;Müslim, Hayız: 3; İbni Mace, Teharet:125.

www.buhara.org 25


Ş. Muhammed Nazım El- Adil El-Kıbrısi El-Hakkani Hazırl. Nurten ÜSTÜNGÖR

Kalp, Sahibi Allah’a Tahsis Edilirse Temizlenir Bismillahirrahmanirrahim

"

Kalbini başka kimseye tahsis etmemelisin, sadece Allah’a ayırmalısın. O’nun öyle kulları vardır ki onlar, kalıpları ile zahirde herkesle birlikte görülürler, dünya işlerini yaparlar; lakin o kimselerin dünyaları başkadır. Bu âlemde onlar hayal gibi dolaşan, hakikat âleminde gezenlerdir. Kalplerini Hakka tahsis edip, Hak ile olanlardır, Hak ile bayram edenlerdir. Her günü büyük bayram, geceleri ise Leyletü’l-kadir’dir. O nefis mâniasını aştıktan sonra sen kendini gerçekten Hak’ka tahsis etmiş olursan, Hakka kul olursun. Aksi takdirde nefsine kulsundur. Cenab-ı Hak ortak kabul etmez.

"

İkramını lutfet Ya Rabbi! İnanmak için kalbimizi genişlet! Ancak iman sahiplerinin kalbi geniştir. “Allah’a inandım” diyen kimsenin kalbi hudutsuz geniştir ki, kalbinde Allah’a iman taşıyabilsin. Hudutsuz genişlik Allah’ındır, Allah hudut içinde değildir.

saat zarfında Hak yolunda ne kadar hizmet ediyorum diye merak ederse, bir tefekkürde bulunsun. Ehl-i hakikatin nazarında senin kıymetin Hakka tahsis ettiğin vakit miktarındadır. Sonradan pişman olmamak için dünyada iken çok dikkat etmeliyiz ki yarın mahşer günü mahcup olmayalım. Her yaptığın işi “Allah için yapıyorum” de, adımını hep Hak’ka doğru at, “her şey Senin içindir” de. O zaman yirmi dört saatin tümü Hak için tahsis olur.

Allah (C.c.) insanoğlunu kendisine halife kıldı, şeref bahşetti. Onun üzerinde şeref arayan cahildir. Ey insan! O halife sensin, aklını başına topla ve düşün… Onun içindir ki insan kâinatta Hz. İnsan olarak anılır. Hz. İnsan, insan-ı kâmildir. Cenab-ı Hak insana kemal nasip eyledi ve noksan kalmamak için kemalatı verdi. Ey insan! Sen yerde sürünenlerden olma! “Sen melekûta davet edildin” diyor Cenab-ı Hak. Ruhlarımız zaten melekûttan gelerek ten kafesine girdi. Kamillerden olalım, nakıslardan olmayalım. Kamillerin duvarı olan melekûta teveccüh edelim. Bizden istenen, kemal kazanıp da O’na dönmemizdir. Cenab-ı Hak yarın hesap günü “Kulum niye kâmillerden olmadın? Sana verdiğim ömür sermayesini neden boşa tükettin? Sadece dünya tahsiline harcadın ömrünü, niye Beni bulmaya çalışmadın?” diye sorunca biz ne cevap veririz?

Kur’an-ı Azimü’ş-şan uçsuz bucaksız bir ummandır. O ummanların içerisinden mana cevherlerini alıp, onu sarf edebileceklere ne mutlu… Kalbini başka kimseye tahsis etmemelisin, sadece Allah’a ayırmalısın. O’nun öyle kulları vardır ki onlar, kalıpları ile zahirde herkesle birlikte görülürler, dünya işlerini yaparlar; lakin o kimselerin dünyaları başkadır. Bu âlemde onlar hayal gibi dolaşan, hakikat âleminde gezenlerdir. Kalplerini Hakka tahsis edip, Hak ile olanlardır, Hak ile bayram edenlerdir. Her günü büyük bayram, geceleri ise Leyletü’l-kadir’dir. O nefis mâniasını aştıktan sonra sen kendini gerçekten Hak’ka tahsis etmiş olursan, Hakka kul olursun. Aksi takdirde nefsine kulsundur. Cenab-ı Hak ortak kabul etmez.

Allah’ın ilminde olan her şey ilelebet senindir. Kamil kimse dünyanın ve ahiretin hakikatini bilen kimsedir. Hak ile batılı ayırt edebilen kimsedir. Ancak Hak’ka talip olup, onu talep eden kâmil olur. Batıl, sahrada dolaşan kimselerin gördüğü serap gibidir. Kim batıla hizmet ederse vaktini ve ömrünü boşa harcamıştır. Bir kimse kendi kıymetinin ne olduğunu merak ederse düşünsün, Hak’ka olan hizmetini muhasebe etsin, cevabını kendi bulsun. İnsan yirmi dört

“Benim için ol ey kul, dünyayla da meşgul olacaksın pek tabi; lakin sizin hakikatiniz Benimdir. Onu Bana tahsis edeceksiniz, dünya ile kirletmeyeceksiniz.” İşte bu makam kalbin taharetidir, gerçek temizliktir. Cenab-ı Hakkın nazarına layık olabilecek kalptir bu. Kalbini bu şekilde tahsis ettiğin vakit ona teslim ol. İşte o zaman gerçek Müslüman olursun. Hakkın iradesine karşı gelen nefsi bertaraf ettiğin

26

buhara

Hak erleri dünyanın çivileridir

Kalbin tahareti, onu Allah’a tahsis etmektir


vakit hakiki İslam olursun. Aksi takdirde daima Allah ile cenkleşen, asi bir insan olarak kalırsın. Peygamber (S.a.v.) “Bize ok atan, bizden değildir.” buyurdu. Ancak teslim olunca muharebe biter. Şu Ayet-i kerimeyi hatırlayalım: “Temiz kişiler, teslim olanlar, hiç şüphesiz onlar Naim Cennetlerindedirler.” Evet, Cenab-ı Hak bu kimselere dünyada da o kapıyı açar; kokusunu koklatıp, tadını tattırır ve seyrettirir. O makama erişenlere ne mutlu! Dünyada iken cennet tecellisini giyen bu kimseler ümmetin içerisinde de mevcuttur ve o sıfatı giyenler kıyamete kadar eksilmez.

Aşere-i Mübeşşere

Sahabe-i Kiram içerisinde de cennet ehli on kişi ebrar sınıfında olarak bildirilmiştir. Aşere-i mübeşşere denilen on kişi Cenab-ı Hak tarafından müjdelenmiştir. Onların isimleri altında diğer sahabeler cem olmuştur. Yoksa hepsi de mübeşşerdir. Cennet ehli olan on sahabenin bayrağı altında diğerleri de toplanmıştır. Allah Onların şefaatine bizleri de nail eylesin. Onların hepsi Efendimiz aracılığı ile cenneti koklayıp, seyredenlerdir. Aşere-i mübeşşerenin isimleri şöyledir: Hz. Ebu Bekir (R.A.), Hz. Ömer (R.A.), Hz. Osman

(R.A.), Hz. Ali (R.A.), Hz. Talha (R.A.), Hz. Zübeyr bin A vam (R.A.), Hz. Abdurrahman bin Avf (R.A.), Hz. Sad ebi Vakkas (R.A.), Hz. Sad bin Zeyd (R.A.), Hz. Ebu Ubeyde bin Cerrah (R.A.). Onlar inandıklarını gören makama yetiştirilmişlerdi. Ey mümin, kalbini yokla, kalbindeki hicapları kaldır ki seyredesin… Dünya çöplüğünden çöplenenlerden değil de Naim Cennetlerinden ikramlananlardan olmaya gayret et. İnanırsan, hakikatinden de bu dünyadan çıkmadan önce tadarak tertemiz olarak çıkarsın ve kabrinde temiz yatıp, tertemiz mahşere çıkıp, tertemiz cennete girersin. Niyetlerimizi düzelttiğimiz takdirde Cenab-ı Hakkın lütuf eli anında yetişir. Aşksız, şevksiz insan hayatı kuru, kupkuru bir çöl kadar kuraktır. Sevecek bir kimsesi olmayan mahkûmdur. İnsan hayatı aşk-u şevk ile kaimdir. Dünyada ve ahirette Allah bize o ilahi muhabbetinden, Resûlullah’ın aşk-u şevkinden, evliyaların muhabbetinden ihsan eylesin. Âmin. El-Fatiha

www.buhara.org 27


Ş. Ahmed Yasin El-BUHARİ, El-BURSEVİ, El- HAKKANİ

BELA VE MUSİBET AYI SAFER "Eğer Muharrem Ayının kadir ve kıymetini bilemezsek, safer ayı için hazır olun, çünkü o ay bela ve musibet ayıdır. Muharremin kıymetini bilmeyenleri karnına suyun dolacağı ciğerine kurdun düşeceği aydır. Hanımlarınıza söyleyin; çarşı pazarda dolaşmasınlar, tesettürlerine dikkat etsinler, çocuklarınıza söyleyin haddi aşmasınlar. Her şeyden önce nefislerinize söyleyin, aklını başına toplasın!"

S

afer Ayı`nın Arapçada manası karındaki su, ciğerdeki kurt demektir. Bu ay hepimizin ciğerini yakacak olan Safer ayıdır. Safer arapça bir kelimedir. “Allah katında yaratılmış olan bütün ayların sayısı on ikidir.” buyuruyor Cenab ı Allah. Bunu İncil’de,

28

buhara

Tevrat’ta, Zebur’da ve Kuran ı Azimu’ş şan`da bu şekilde buyurmuştur. Cenab-ı Allah Levh i Mafhuz`da ne şekilde takdir edip te yeryüzüne o şekilde ayları, günleri, tarihi, zamanı, saati ayarlamışsa, Peygamberi Âdem’e (as) daha sonra Şit’e (as) bildirdiği gibi takvimi, vakti, zamanı, mekânı hepsini bildirmiştir. Hâlâ o düzen üzere gideriz.


On iki aydan birinci ay muharrem, ikinci olan, önümüzdeki ay safer ayıdır. Arapçada manası karındaki su demektir. Ciğerdeki kurt demektir. İnsan insana kızdığı zaman ciğerine kurt düşsün der. Yani “daha kurtuluşun olmasın” demektir. Dikkat edin! Aklınızı başınıza toplayın! On iki ayın muhasebesi bitti, geçtiğimiz senede. Geçmiş yılı bitti, Muharrem Ayı İle Yeni Yıla Girdik Allah kullarını Receb i şerif gibi Allah`ın ayı olan güzel bir ay ile mükâfatlandırmıştır. Şaban ı şerif diye Resûl Aleyhisselatu vesselam için tahsis ettiği güzel bir ayla bizi mükâfatlandırmıştı. Onların içerisine kandil geceleri koymuştu. Miraç gecesi, Regaip gecesi vardı başlangıcında. Şaban ı şerifte beraat gecesi diye bir gece vardı ki, bir sene boyunca başımıza gelecek her türlü olayın yazıldığı bir geceydi. Arkasından merhametinden dolayı Cenab-ı Allah Ramazan-ı Şerifi, ( Resûlullah Efendimiz (s.a.v) hadisinde şöyle buyurdu: “Ramazan ı Şerif ümmetimin ayıdır. Başı rahmet, ortası mağfiret, sonu cehennemden azattır” . Böyle bir ayı idrak ettik. İmtihanlarımızı kazandığımız için bayram yaptık. Yoksa imtihanları kazanmasaydık neyin bayramını yapacaktık? Allah Teâlâ arkasından şevvali, zilhicceyi ve zilkadeyi verdi. Nefsimize bedel olarak kurbanlarımızı kestik, canımıza bedel olarak değil… Zekâtlarımız, fitrelerimiz verilmişti. Eski seneyi tamam ettik, defterimizi bir kenara kaldırdık. Yeni senenin defterini Muharrem i Şerifin dili olarak açtık. Cenab-ı Allah Kuran-ı Keriminde şöyle buyurdu:”Okuyun ibret alın. Geçmiş peygamber kıssalarını size hikâye olsun diye anlatmıyorum. Okuyup ibret alasınız diye anlatıyorum.” Akıl sahiplerine ölçü olması için. Kuran aptala hitap etmiyor. Böyle bir ayın içerisindeyiz. Buradan alacağımız en önemli ibret Âdem (as) gibi Cenab-ı Allah`a isyan etmiş olsak, Eyüp (as) gibi hastalıklara gark olmuş olsak veya küfür gibi hastalıklara düşmüş olsak dahi, Nuh (as) gibi selamete çıkartacak bizi… Bu ay Allah`a sığınma ayı idi. Muharrem ayı yeni bir sene yeni bir başlangıçtı. Eğer bu ayın kadir ve kıymetini bilemezsek, işte önümüzdeki ay safer ayıdır. Hazır olun, çünkü o ay bela ve musibet ayıdır. Muharremin kıymetini bilmeyenleri karnına suyun dolacağı ciğerine kurdun düşeceği aydır. Hanımlarınıza söyleyin; çarşı pazarda dolaşmasınlar, tesettürlerine dikkat etsinler, çocuklarınıza söyleyin haddi aşmasınlar. Her şeyden önce nefislerinize söyleyin, aklını başına toplasın. Hiçbirimiz dünyaya keyif etmek için gönderilmedik. Allah Teâlâ bizi insanları ve cinleri ancak bana ibadet etsinler diye halk ettim buyuruyor. İbadet etsinler diye halk ettim başka hiç bir sebep için değil ve bu ibadetleri yerine getirebilmeleri için 7 kat semayı,7 kat yeri,7 kat altını, bütün kâinatı halk ettim. Dünyayı halk ettim ki, orda yaşayıp ta bu imtihanı yerine getirsinler. Dünyayı bizim yaşayabileceğimiz bir şekilde, insanları da dünyanın içerisinde yaşayabilecek bir şekilde halk etti. Ete kemiğe bürüdü.

İhtiyaçlarınız olacak muhakkak dedi. Takatten düşmemeniz için yiyin, için ama israf etmeyin dedi. Haddi aşmayın dedi. Yoksa sefer ayında ciğerinize kurt düşürürüm dedi. Aklınızı başınıza toplayın. Hangi ayda ne için, başınıza ne geleceğini biliyor musunuz? Ya Rabbi evleneceğiz, çok yiyip gezeceğiz. “Hayır, Ben sizi onun için halk etmedim. Ama düşmanını tanımıyorsun! Düşmanını sana tanıtayım dedi. Nefis denen bir hastalık koydum bir cevher. Onunla ölünceye kadar mücadele edeceksin, bunun karşılığında makamlar vereceğim de yanımda kadir kıymetini arttıracağım dedi. Unutma ki ebedi olan bir de düşmanın vardır o seni görür sen onu görmüyorsun. Devamlı seni uzaktan kandıracak. (Allah şeytanı bize tanıtıyor.) Bu iki düşmanınızı iyi bilirseniz, halk edici ve Yaratıcı olarak sözümü de dinlerseniz, o zaman kurtuluşa erersiniz dedi Cenabı Allah. Hatta iyi işler yaptığınızdan dolayı size mükâfat veririm. Cennetlerime koyarım. Köşkler, huriler, gılmanlar veririm. Ebedi âlemde huzur içerisinde yaşarsınız diyor Cenab-ı Allah. Sakın ha sakın, iki düşmanınıza uymayın!” Diyor. Ne oldu da dünyada misafir olduğumuzu unuttuk? Peki, biz ne yaptık? Sen misafir olduğunu ne çabuk unuttun. Hepimize ne oldu da dünyaya misafir olarak geldiğimizi unuttuk? Malikü’l Mülk olan Allah`ın malını çaldık sahiplendik. Orası senin burası benim… Allah benliğimizi üzerimizden alsın. Allahın mülküne sahiplendiğimiz gibi mülkünün içinde yaratmış olduğu mahlûkata da sahip çıktık. Düşmanımızı unuttuk. Onun istediği her şeyi yapmaya başladık. Yani hâsılı sarhoş olduk. Öyle bir dünya sarhoşu olmuşuz, kendimizden geçmişiz ki, ölüm kapımızı çalıyor. Saçımız sakalımız ağardı. İşlerimiz ters gidiyor. Anamız reddetti, babamız kızıyor, arkadaşlar nerdeyse nefret ediyor. Hiç bir yerde dert bela bitmiyor, hala şeytanın ve nefsin düşmanların sözünü dinleyip öyle bir sarhoş olmuşuz ki, her şeye sahibiz zannediyoruz. Kendimizi, her şeyi yaparız zannediyoruz. Bir havalarda bir sarhoşluk içinde dolaşıyoruz. Onun için “ölüm uyandırır” buyuruyor Resûllulah aleyhisselatuvessalam. Ölümle uyanmak işin işten geçmesidir. Ölmeden uyanın. Önümüzdeki ay safer ayıdır. Bela ve musibetlerin yağmur gibi yağdığı, yağacak olduğu imtihanların gelecek olduğu aydır. Sen nefsini, düşmanını tanımıyorsun! Şu an, hepimizin harman zamanıdır. Harman zamanında çiftçinin yan gelip yattığını kim gördü? Bir an önce acele eder mahsulü kaldırayım da depoma yerleştireyim, bütün kışı rahat geçireyim diye düşünür. Acele eder hayvanat gelip mahsulü yemesin, yağmur yağıp ta ıslanmasın, bir tufan gelip malı yok etmesin diye. Çiftçinin kafası bir kış geçirmek için mahsulünü biran önce kaldırmaya aklı yetiyor. Peki, bu ne akıldır ki, insan hiç bir hazırlık yapmaz tembellik yapar, yan gelir yatar? “Ama Şeyh Efendi niye öyle söylüyorsun,

www.buhara.org 29


biz tembellik etmiyoruz çok çalışıyoruz” derseniz, düşmanını tanımadığını söylerim. Hâlâ nefsiniz kandırıyor, hâlâ şeytan kandırıyor. Allah aşkına 24 saatte ne yaptınız? Muhasebesini çıkarın bakalım önünüze. Bir haftada ne yaptığınızı çıkartın önünüze yazın bakalım. Bir ayda ne yaptığınızı değerlendirin veya geçtiğimiz bir sene içersinde neler yaptığınızı çıkartın. Üç öğün yemeğini yersin hiç şaşırmadan. Arada yediklerin içtiklerinin haddi hesabı yok. Eline geleni hep yersin. Kimi görsen her gördüğüne ahkâm kesersin. Diline geleni hep dersin. Allah için ne yaptığımıza bir bakalım şimdi. Bir avuç bir şey çıkarabilecek miyiz? Yaptığımız şeyin de karşılığını muhakkak istiyoruz Allah`tan. “Ya Rabbi beni cennetine koy, bana Cemalullah`ı göster veya çok güzel ibadetler yaptım rüyasını göreyim. Şu işlerim düzgün gitsin.” Peşinen istiyorsun… Bunları demiyorsan, millet aferin desin diye yaptın, şan şöhret için, bir yerlere gelmek için yaptın. Millet seni saysın sevsin diye yaptın. Eğer bir hesaba çekilirsek Allah muhafaza etsin hepimiz sınıfta kalırız. Tanımadığımız düşmanımız her an bizi aldatıyor, kandırıyor. Takatin yetmez sanıyorsun. Nasıl takatin yetmez?

"Hiç bir yerde dert bela bitmiyor, hala şeytanın ve nefsin düşmanların sözünü dinleyip öyle bir sarhoş olmuşuz ki, her şeye sahibiz zannediyoruz. Kendimizi, her şeyi yaparız zannediyoruz. Bir havalarda bir sarhoşluk içinde dolaşıyoruz. Onun için “ölüm uyandırır” buyuruyor Resûllulah aleyhisselatuvessalam. Ölümle uyanmak işin işten geçmesidir. Ölmeden uyanın. Önümüzdeki ay safer ayıdır. Bela ve musibetlerin yağmur gibi yağdığı, yağacak olduğu imtihanların gelecek olduğu aydır."

onu sıyrıksız atlatırsak, sonraki ayda bayram ederiz. Daha sonra ki ay Rebiülevvel bahar ayı dediğimiz ay; Peygamberimiz`in (s.a.v) doğduğu aydır. Efendimiz`in (s.a.v) doğduğu ayın eğer kadir kıymetini bilirsek Cenabı Allah Muhammed`i kalbimizde doğurur, aklımızda doğurur. Letaiflerimizde doğurur bu sefer bizim taşıdığımız vücudumuz bu ceset Muhammedi ahlakı doğurur; sünneti doğurur. Niçin yaratıldığımızı bilelim. Kendi kendimize yazık etmeyelim. Nefsimiz ve şeytanı niçin hâlâ tanıyamıyoruz? Hâlâ bizi kandırıyor. Boyumuzdan büyük işlerin altına girmemize sebep oldu. Ayağımızı illa yorganın dışına çıkarttı perişan etti, hasta etti ve hala umutlandırıyor. Merak etme şuradan sonra şunu şunu yaparsan köşeyi döneceksin diye. Köşeyi dönen hiç kimseyi görmedik. Ama vakti gelince aşağıya doğru, kabre doğru dönen herkesi göreceğiz. Hepimiz de kabre doğru döneceğiz. Safer Ayında Dikkat Edilecek Hususlar Kabre hazırlık yapalım. Ebedi bir âleme hazırlık yapalım. Onun için sefer ayında zaruret miktarınca mecburiyetiniz ne kadarsa, o kadar insanlarla, komşunuzla görüşün. Hanımların çarşı pazar dolaşması haramdır, özellikle de safer ayında. Eğer ölüm hastalığı yoksa evlerinden dışarı çıkmasınlar. Üstümüze vazife olmayan hiç bir işlerle de uğraşmayalım.

Cenab-ı Allah buyuruyor ki Kuranı Kerimde “hiç bir kavim helak etmedim, onlara bir uyarıcı göndermedikten sonra”. Peygamberlik, Efendimiz (s.a.v) ile son buldu. Ama Resulullah Efendimiz`in varisi olan Sultanımız olan büyük Evliyaullah bizi ikaz ediyor. Sakın ha sonra bilmiyordum demeyin. Bir ülkede yaşıyorsanız o ülkenin kanunlarını öğrenmek zorundasınız. Yaşadığın ve bulunduğun ülke içerisinde kanunları bilmek mecburiyetindesiniz hem kendine hem de başkalarına zarar vermemen için. İnsan eğer Cenab-ı Hakk`ın mülkünde yaşıyorsa, hem yaratılmışlardan birisi olmasından dolayı hem de onun mülkünde olduğumuz için, kanunlarını bilmek mecburiyetindeyiz. Sen Allah`ın halifesisin. Hatta öyle bir azgın Biz buna İslam dininde ef`al-i mükellefin deriz. İnmahlûksun ki, aynı zamanda 25 metre boyundaki di- sanların Mükellef oldukları 8 husustur: Farz vacip, nozorları yok ettin.Yeryüzünde yok etmediğin zarar sünnet, mübah, menduplar, mekruhlar gibi. Bunları vermediğin ne ayı bıraktın ne kaplan, ne kurt, ne tilki. bilmek zorundayız. Bilmezsek hataya düşeceğiz. Yetmiyormuş gibi karalara denizlere saldırdın. 30 metre boyunda en az elli ton ağırlığında balinaları bile yok Şeytanın Tuzakları ettin. Ondan sonra ben garibim ben acizim dersin. Sen Ef`al-i mükellifini Resûlullah (s.a.v) anlatırken birdüşmanını tanımıyorsun. Kol kola geziyorsun arkadaş den bire gözü dışarı ilişti. Şeytan dışarıdan geçiyorolmuşsun. Onunla yatıyorsun Onunla kalkıyorsun. Ye du. ”Ya eba umeyre gel buraya” dedi. Peygamberin dediği vakitte yiyorsun, iç dediği vakitte içiyorsun. sözünü dinlemek zorundadır şeytan. Çağırdı şeytanı, Onun yönlendirmesiyle yürüyorsun farkında değilsin. o da kapıdan içeri girdi. Bütün ashap hem gözleriyle görüyor, hem kulaklarıyla dinliyor. Efendimiz (s.a.v) Ayılalım! Muharrem ayı ayılma ayı.. Eğer muharrem- “Sana birkaç tane sorum var” dedi. Şeytan “Ciğerimi de ayılmazsak önümüzdeki safer ayıdır. Karnımız su yaktın” dedi. Çünkü peygamber sorunca mecbur cedolar. Ciğerimize kurt düşer. Çok yanarız. Seni beni vap verecek. Verdiği cevaplarda insanları kandırdığı yaratan Rahman ve Rahim sıfatıyla bütün kâinata te- tuzakları olduğu için bildirmek istemiyor. Onun için celli eden cenabı Allah neden ceza kessin. Önümüzde- ciğerimi yaktın diyor. Efendimiz (s.a.v) “Ümmetimi ki ay çok önemli bir aydır. Eğer kadir kıymetini bilir, ne ile kandırırsın?” diye sordu. Şeytan: ”Allah`ın

30

buhara


Rahman ve Rahim sıfatıyla kandırırım onları” dedi. ”Allah merhamet sahibidir sizi affeder derim inanırlar istediğimi hemen yaptırırım onlara” dedi. Elbette Allah merhamet sahibidir. Ama Allahın adalet sahibi olduğunu ne çabuk unuttun? Allah hükmünü soracağını sen ne çabuk unuttun? Hakim`dir, Allah Alim`dir Allah. Basir`dir Allah`ın görmesi bizim gibi değildir. Biz duvarın ötesini göremeyiz. Biz gece göremeyiz, gündüz belli bir mesafenin ötesini göremeyiz. Cenabı Allah buyuruyor ki: “Ben sizin kalplerinizin derinliklerinizdekini görürüm.” Allahın görmesi bizim görmemiz gibi değildir. Gizli hiçbir şey yoktur. Gördüklerine ve bildiklerine göre hüküm kesecek. Şeytan ne dedi: Birinci söylemesiyle “Allah’ın merhamet sıfatıyla onları kandırırım” dedi ve hepimiz bu tuzağa düşüyoruz. Allah Teâlâ hepimize ilahi bir idrak ve anlayış versin. Şeytanın ve nefsin tuzaklarından kurtarsın. İçinde bulunduğumuz Muharrem ayının kadir ve kıymetini bilelim. Önümüzdeki aya hazırlık yapalım. Dışarıda bir ataist, komünist olsa, dinsiz, imansız olsa, hatta herkes desin ki o adam bir tefeci, zalim, münafık olsa, aman şuradan dikkat et, köşeyi dönünce süratli bir araba geçiyor, dur, sakın o yola çıkma, seni ezecek dese, herkes durur. Peygamber makamına oturmuş, zaruretten dahi olsa, peygamber sözü üzerine anlatan bir insanım. Sizin başınıza gelecek bu bela ve musibeti söylemesine niye hayret ediyor da dinlemiyorsunuz. Dikkat edin! O günler çok az kaldı. Bunları bilmek için keramet lazım değil, geçmişe bakmak yeterlidir. Peygamber`in (s.a.v) devamlı sözlerini takip etmek yeterlidir. Önümüzdeki 40 gün çok şiddetli geçecek. Allaha sığının. Cenabı Allah üzerimizden bela ve musibetleri kaldırsın. Dua yeter mi? Elbette dua şartlarını yerine getirirsek yeter, şartlarını yerine getirmezsek yetmez. Düşmanımızı bileceğiz. Şeytan düşmanımızdır! Nefis düşmanımızdır. Onlarla ahbaplık etmez isek rahmet bize yeter. İnsan çok kuvvetlidir. Nefs, hanıma karşı iktidarın kalmaz demekle beraber kandırmadığı hiçbir insanoğlu yoktur. Nefs der ki: “Eline geleni ye atıştır. Sakın fazla kendini yorma. Otur yat dinlen. Hanımına karşı sonra mahcup olma. Erkekliğim gitmesin” der. İlk golü bizi kandırarak atar. Perişan eder insanı. Hâlbuki ne derece yersen miden belden aşağı bütün takatini keser. Ne derece konuşursan ne derece bakarsan boyundan belden yukarı doğru olan bütün kuvvetlerini yok eder. Enerjiyi göz bakmakla harcar. Koskoca bir barajdan gelen enerji olsa onu boşaltır atar. Hakka bakmaya hayrı yapmaya takati kalmaz. İnsan 20 dakika uyuması 24 saat hiç durmadan çalışması için yeterlidir. Tok karnına yemek yemek haramdır. Günde üç defa yemek yemek harama yakın mekruhtur. Usulü bilmezsek farzları vacipleri sünnetleri ef’ali mükellefi (mükellef olduğumuz şartları) bilmez isek hata ederiz. Durmadan yanlış yaparız. Dünya içindeki ilimden haberimiz

var. Hatta o kadar lüzumsuz işlerden haberimiz var ki, aklınız hayaliniz durur. On tane bana farz saymanızı kimse cevap veremez. On dakika bana peygamberi anlat desem, kimse anlatamaz. Demek ki dine ihtiyacın bu kadar! Allah merhamet sahibi Allah affeder. Allah affeder ama dünyanın içinde 60 senelik ömür için her türlü ilmi öğrendin de ahiret meselesi için hiç birini öğrenmedin. Aman kardeşlerim tanımadığımız iki düşmanımız var biri nefsimiz biri şeytan. Bizi helak etti. Uyanın! Burnunuzdan bir damla su aksa aman hasta oldum rahatsız oldum dersiniz. Nefis bu kandırır, şeytan aldatır. Cebinizdeki paralara böyle kıyarsınız, gidersiniz en kral doktorlara muayene olursunuz. Ya kalbiniz hasta. Bütün vücudunuz hasta, sarhoşsunuz, uyandırmak için uğraşıyoruz. Bu işin doktorları manevi doktorlardır. Kamil mürşitlerdir. Gidin öğrenin aklınızı başınıza toplayın dediğimizde hiç kimse duymuyor, sallıyor. Nasip farklıdır. Duymak ta nasiptir. Duyduğunu hazmetmek te ayrı bir nasiptir. Hazmettiğini fiiliyata geçirebilmek ayrı bir nasiptir. Allah aşığı yorulur mu? Deliyken deli yorulduğunu bilmiyor, ne açlık ne susuzluk biliyor, ne yorgunluk biliyor. Sokakta yatıyor karda kışta. Üstüne giyeceği yok yalın ayak dolaşıyor. Verirlerse yiyor vermezlerse yemiyor. Sıhhat afiyet içinde aslanlar gibi koşuyor. Bizi nefislerimiz niye bu kadar korkutuyor. İçimizde bir lira kazanan da var bin lira kazanan da var. Hangisine gitsen şükür olmadığı için yetmiyor. Bu azgınlık nedir? Safer ayında karnımızın şişmesi ciğerimize kurt düşmesi hakikaten boş değil. Ben sıcak susuz dayanamam. Önceden ninen sobayla hem ısınır hem üstünde su kaynatırdı. Şimdi kimse soba yakmaz. Benim evim doğal gazlı olacak diyor. Ondan sonra şikâyet ediyorlar. Doğalgaz parası 300 milyon geldiğinde de faturadan dert yanıyorlar. Cenabı Allah Ali İmran suresinde buyuruyor:“Bana gel, namazla benden yardım isteyin dertlerine derman olayım” . Onu da yapmıyorsun. Farz namazları kıldığı yok, ayrıca özel namaz kılıp Allahtan yardım istemiyor ondan şundan istiyor. Bu noktada Allah hepimize ilahi bir idrak ve anlayış versin. Birliğimizi arttırsın kuvvetimizi arttırsın, kapalı olan gözlerimizi açsın körlükten kurtarsın. Amin el hamdülillahi rabbilalemin el fatiha meassalavat….

www.buhara.org 31


Ahmet SEYYAR

ENİ NYA ZENİ

"Bir röportajında David Rockefeller gelecek planını şöyle açıklıyor: 'Dünyada bir devlet oluşturduğumuzda, halkların kendilerini yönetme hakları, artık dünya bankerleri ve entelektüelleri olan 'elit'in otoritesi altına girecektir. Yüzyılımızda izleyeceğimiz strateji budur.'

Dünya son iki yüzyıldır tamamen dönüşüm geçirmiş durumda. Çok eski tarihlerden beri savaşta esir düşenler, ağır suç işleyenler, borcunu ödeyemeyenler, korsanlar tarafından kaçırılanlar köle kabul edilir, köle pazarlarında satılırdı. Kölelik, bir insanın başka birinin malı ve mülkü olmasıydı. Dünya tarihi boyunca bu kavram kölelik yasaklanana dek bu şekilde devam etmişti. Peki, ilk bakışta gayet insani görünen bu yasak, gerçekten bu kadar ma-

32

buhara

sum muydu?

Geleneksel Kölelik Kaldırıldı, Kitlesel Kölelik Başladı

Köleliğin kaldırılması, sanayi toplumuna geçişle paralel bir çizgi izlemektedir. Tam bu noktada da dünya düzeninin değişmesi, kapital tröstlerin siyasette söz sahibi olmaya başlamaları, kitle iletişim araçlarının etkilerinin genişleyerek her yöne ulaşması söz konusu olmuştur. Geleneksel kölelik kaldırılarak bir sihirli mermi olan demokrasi, eşitlik gibi kavramlar insanları


heyecanlandırmıştı. Ve oyun oynandı. Sadece ürettiklerini satma kaygısıyla mıdır bilinmez, kapitaller rol modellerini yaratarak, sosyo ekonomik düzeyi en düşük kitleye dahi bu hayat tarzını benimsetmeyi başardılar. İnsanlar artık sadece onların ürettikleriyle yetinmeye başladı, bu da kitlesel köleliği beraberinde getirdi. Artık tek efendi üreticiler, köleler ise onlar dışındaki herkes idi. Her bir şirket güçlenerek birer derebeyine dönüştü. Aralarında ittifak yaparak sermayelerini birleştirdiler, güçsüzler yok oldu, güçlüler de hayâsızca bir mücadele vererek bu günkü konumlarına ulaştı. Bu sırada kendilerini korumak için sur ördüler. Dünyayı yönetebilecek her ne kadar yatırım varsa, hepsini gerçekleştirerek, hükümetleri yönetir hale geldiler. Kafa kafaya vererek, çocukların Legolardan bir şehir yapması gibi kendi dünya düzenlerini yarattılar. Bu düzen tamamen materyalist ve hayalle dolu bir dünya olacaktı. Asla tam olarak ulaşamayacağınız dünyevi zevklerle dolu materyalist bir dünya... Ona ulaşmak için sistemin parçası olup ona hizmet etmelisiniz. Bu da sizi bu düzene bir köle yapar. Yeni tapılacak idoller, illüzyonlar, hayaller, size efendilik hissi verecek teknolojik aygıtlar… Bunların hepsiyle içgüdümüzün bam telini vurdular. Son yüzyılda küreselleşme adı altında yeni emperyalizm imparatorluklarını kurdular. Sundukları zevkler onları tanrılaştırdı, kulların yapması gerekense bu ödüllere ulaşmak için tüm hayatlarını adamaktı.

Sistemlerini Canlı Tutabilmek İçin Pek Çok Yöntem Geliştirildi

Sistemlerini canlı tutabilmek için pek çok yöntem geliştirildi: Film endüstrisi, müzik endüstrisi, reklamlar, televizyon şovları, haberler… Bu, sistemlerinin propagandalarını en iyi yayma yöntemiydi. Ve bir de konumlarını koruyabilmek için yeni nedenler buldular; terörizm, savaş, kaos… Peki, legolarla oynarcasına, insanlarla oynayanların derdi neydi? TEK tipleşme. Tek tip insan, tek bir hükümet, tek bir din, tek bir güç. Nasıl yaptılar bunu? Dünyayı yöneten 12 aile vardır, toplam 212 kişi, dünyanın tüm varlığını hibe eder. Bu aileler beş temel organı elinde bulundurur: İleri teknoloji tröstlerinin sermayederleri, dünya petrol ve madenlerini yöneten tröstler, hızla büyüyen bank-kapital sermayederleri, medya tröstlerinin sahipleri, kitle imha silahları üreten sermayederler ve bunlara yeni katılan uzay sanayisine sahip kişiler… En tanınmışlarından biri olan Rockefeller Ailesi'nin serveti 200 milyar dolara yakın. Dünyanın 110 ülkesinin bütçesinden daha büyük bir zenginlik… Şu an başında oğlu David Rockefeller var. Exxon Mobil, Citi Group, JP Morgan gibi aileler, dünya devi şirketlere sahip. Ve bir röportajında David Rockefeller gelecek planını şöyle açıklıyor: 'Dünyada bir devlet oluşturduğumuzda, halkların kendilerini yönetme hakları, artık dünya bankerleri ve entelektüelleri olan 'elit'in otoritesi altına girecektir. Yüzyılımızda izleyeceğimiz strateji budur.'

Kendimizi Biz Köleleştiriyoruz

Oldukça korkunç görünen bu tabloda kendi konumumuza baktığımızda, bu sistemi elleriyle gökyüzüne kaldıranlar arasında yüzümüzü görüyoruzdur. Tek kutup hegemonyalarını sürdürecek gücü ellerimizle onlara veriyor, bu sistemin işlemesi için elimizden geleni yapıyoruz. Aslında ekmek kazandığımız işlerimizde toplumun manipüle edilmesi, köleleştirilmesi için elimizden geleni yapıyoruz. Bunu bilinçli olarak yapmıyoruz belki de. Fakat onların silahları konumuna düştüğümüz açıkça ortada… Ne giyeceğimizden tutun da nasıl konuşmamız gerektiğine, nasıl sevmemiz nasıl hissetmemiz gerektiğine kadar hayatımıza müdahale ettiriyoruz. Bilinçaltımız saldırıya açık, tamamen korumasızız. Tek bir kurtuluşumuz var, o da uyanmak ve nefsimizi dizginleyerek bilinçaltımızı temizlemek… Çocuk yaşta bu hayat tarzına alıştırılıyorken nasıl olur da farkına varılabilir? İnsanlık tarihi boyunca hiç bu kadar vahşi, hiç bu kadar umursamaz ve bencil olmamıştık. Peki, çocuk yaştan itibaren nasıl bu konuma geliyoruz? İnternette dolaşan bir ileti vardı: “Çocukken tarzanı neredeyse çıplak seyrettik, külkedisi eve gece yarısından sonra gelirdi, Pinokyo yalan söylerdi, Alaaddin hırsızdı, Batman arabayı saatte 300 km. hızla kullanıyordu, Pamuk Prenses 7 erkekle birlikte yaşıyordu, Red Kit’in ağzında mütemadiyen sigara, Temel Reis’te pipo ve dövmeler vardı, Pacman hapları yutup yutup dijital müzikle patlayıp koşturuyordu. Bunları izleyerek büyüdükten sonra suçlusu ben miyim?” Sanırım bu ileti masumiyetin nasıl kirlendiğinin en güzel göstergesi. Köleler içgüdülerle yönetilir. Cinsellik ve vahşet en temel içgüdülerdir. Son yüzyılda çocuklar en çok bunlara maruz kalmaktadır. En çok oynanan oyuncak Barbie ve sevgilisi iken, çocuklar için oluşturduğu rol model için pek olumlu düşünemeyiz sanırım. Üretmeden, çalışmadan aşırı tüketen bir model, kendi istek, gereksinim ve bakımı dışında sorumluluk almayan bir model. Ayrıca fiziksel olarak da –yaşaması olanaksız derecede zayıf ve orantısız- aşırı uç ölçülerde bir model. Bunlar Anoreksiya gibi nevrotik yeme bozuklukları veya diğer immünal sistem hastalıklarına da davetiye çıkarmaktadır. (Psikolog Bülent Korkmaz) Köle olduğunu kabul etmeyen birini özgürleştiremezsiniz. Güç sahipleri ürettikleri bu yaşam tarzının kişinin kendi tercihi olduğunu telkin ederek sözde yeni alternatifler üretmekte. Arz- talep ilişkisi gibi görünen bu düzende, arzda talepte onlar tarafından belirlenmekte. Yeter ki köleler alsın, tüketsin almak için çalışsın ve bu gösterilen ideal hayata ulaşmak için başkalarını ezsin. Gerçeklerle aramıza bir ekran koyarak bizi sessiz ve sakin tutsunlar. Bizler de dünya kaosa yuvarlanırken, sistem uğruna her gün bin masum hesapsızca öldürülürken, cebimizdeki iphone’lardan “Zulme son!” twitleri atalım. Ramazanda içilen coca cola’larda Suriye zulmünü CNN’den izlerken “vah vah”lara karışsın seslerimiz ve vicdan yapıp “vodafone sms” ile 5, 00 TL. yardımda bulunalım...

www.buhara.org 33


Yurdanur GÜLER

Yaşayan Yıldızlardan Mahmut USTAOSMANOĞLU (K.s)

“Bir mürşit terbiyesine girmekten maksat, hakiki imana ulaşıp, ilahi emir ve hükümleri muhabbetle uygulamaktır...”

N

“Ey iman edenler! Allah'tan korkun ve sadıklarla beraber olun.” (Tövbe/119)

akşibendi tarikatının mürşidi kâmili olan “Mahmut USTAOSMANOĞLU Hoca efendi” 1931 yılında, Trabzon şehrinin, Of ilçesine bağlı tavşanlı köyünde, doğmuştur. İlk tahsilini babası Hacı Dursun Feyzi Güven Efendi'den almış,

34

buhara

hafızlığını ise annesi Fatma Hanım'ın hocalığındatamamlamıştır. Bir müddet kayseri de Arapça okumuş, Tahsilini eniştesi Hacı Dursun Efendide tamamlayarak ondan icazet almıştır. Kelam ve tasavvuf gibi ilimlere tam olarak vakıf olan Mahmut Hoca Efendi henüz 16 yaşında icazetini almış ve birçok talebe yetiştirmeye başlamıştır. 16 yaşındayken teyzesinin kızı Zehra Hanım'la evlenip;


A

hmet, Abdullah ve Fatıma isminde üç çocuğu dünyaya gelmiştir. Nakşibendi şeyhlerinden Ali haydar Efendi ile tanışması, hayatının dönüm noktası olmuştur. Askerlik sonrası, şeyhi Ali Haydar Efendi (KS), onu İsmail Ağa Camii'ne imam tayin etmek için davet etmiş, 1954' tarihin de İsmail Ağa'da imamlığa başlamıştır. Ali Haydar Efendi, Mahmut Efendi'yi hususi sohbetlerinin yanı sıra Mesnevi, Mektubat, Reşahat, Risale-i Kutsiye gibi satırlardan satırlara aktarılan ve temelinde irfan olan kitaplarla da istikbale hazırlamıştır. Onu, gece geç saatlere kadar kitap mütalaa ederken gördüklerinde "Oğlum Mahmut şimdi çok çalış ileride kitap okumaya vakit bulamayacaksın" diyerek teşvik ederdi. Ali Haydar Efendi vefatından kısa bir süre önce Mahmud Efendiyi huzuruna alıp şöyle dedi: “Evladım! Artık emr olundum. Emaneti size bırakıyorum.” Onun, müridanına hitaben yaptığı şu konuşma da İsmet Efendi Tekkesinin yeni şeyhinin Mahmut Efendi olduğunu tescil etmektedir: “Mahmudun elinden tutan benim elimden tutmuş olur. Hakikat şu ki; Bu fakirin elinden tutan Ali Rıza Bezzaz Hazretlerinin elinden tutmuş olur.” Böylece halka silsile Peygamber Efendimize (S.A.V.) dayanır. İşte bu; Sahih Yed ‘dir. Mahmut Efendi Hazretleri (KS), Hicri 15. Asır, Miladi 21. Asrın ve Yüzyılımızın Müceddididir; 42 ülkeden, 320 âlimin aldığı kararla, Mahmud Efendi Hazretleri (KS) “Gerek hicri, gerek miladi, içinde bulunmuş olduğumuz asrın Müceddididir.” denilmiştir. Mürşitler ve Günümüz İnsanları Her asırda gelen muceddid âlimler, mürşidi kâmiller, insanları fitne fesattan koruyup, Hz. Peygamber’in (SAV) sünnet i seniyyesine tabi bir şekilde önderlik etmektedirler. Hele de 21. Asrın en büyük sorunu, bir veba gibi yayılan, ciddi bir şekilde insanları tehdit eden, imanı koruma konusunda muceddid âlimlere, mürşidi kâmillere şiddetle ihtiyaç vardır. Hz. Peygamberimiz (SAV) söyle buyurmuşlardır; “Öyle bir zaman gelecek ki, imanı muhafaza etmek elde kor tutmak gibi olacak”. Böyle bir zamanı yaşarken, bizlerin gerçek mürşid i kâmillere elbette ihtiyacımız vardır. Bizlere önder olup, dosdoğru istikamette ilerlememiz için gereklidirler. Mürşid dünya ile ahiret arasında bir köprüdür. Dünyadan ahirete geçmek isteyen insanlar, o köprüden geçmedikçe ilahi rızayı elde edemezler. Her devirde rahmete vesile olan Allah dostları bulunur. Yunus Emre Hazretleri, “Şeyhi Olmayanın Şeyhi Şeytandır” Buyuruyor. “Mahmut Ustaosmanoğlu Hoca Efendi daha 10/12 yaşlarındayken kendi için şeyh arayışlarına başlamış, Askere giderken, “Ya Rabbi! Bana bir Mürşid nasip et!” diye dua etmiştir. Ali Haydar Efendi ile tanışmasıyla arayışını tamamlamıştır. Mahmut Ustaosmanoğlu Efendi Hazretleri; “Bir mürşit terbiyesine girmekten maksat, hakiki imana ulaşıp, ilahi emir ve hükümleri muhabbetle uygulamaktır...” Buyuruyor.

Mahmut USTAOSMANOĞLU Hoca Efendiyi Asrın Müceddidi Yapan Özellikleri Burada bir kaçına örnek verebiliriz; müritlerin terbiyede ihtiyaç duyulacak kadar, şer’i bilgiye sahip olmalarıdır. Mahmut Hoca Efendi ilme, talebelere, okuyup okutmaya, emri bil marufa çok önem vermiştir. Ülkemizin birçok şehrinde ilim medreseleri kurup, ilim tahsil edilmesini sağlamıştır. Bizzat kendisi küçük yaştan itibaren pek çok ilme vasıf olmuş, bu konuda evde oturan ilim sahibi hanımlara su şekilde hitap etmiştir; “İlmi olup da okutmayan, evlerinde boş boş oturan hoca hanımlar! Keşke iki talebem olsa, okutsaydım da ahirete ev hanımı vasfında gelmeseydim diyecekler...” demiştir. Ehl-i sünnet itikadına sahip olması, bidatlerden uzak durması; Mahmut Hoca Efendi de 4000 sünnet-i seniyyeden fazla sünnet vardır. “Bunlardan üç tanesini terk ediyorsam bana tabi olmayın...” Buyurmuştur. Ayrıca; “Ey Muhammed ümmeti! Terk etme sünneti, vallahi de Muhammed’ siz vermiyorlar cenneti” Sözüyle de Mahmut Hoca Efendi’nin Sünneti seniyyeyi ne kadar dikkate aldığı anlaşılmaktadır. Keramete itibar etmezler; Mahmut USTAOSMANOĞLU Hoca Efendi’nin keramet olarak değerlendirecek birçok sözleri ve de ameli vardır. Kendisinin bu konudaki prensibi ise Nakşibendiliğin kurucusu Bahauddin Nakşibend'ten naklen söylediği "En büyük keramet Hz. Resulullah'ın sünnetine tâbi olmaktır" ifadesinde özetleniyor. Kul hakkına verilen ehemmiyet Mahmut Hoca Efendi, mola verdikleri bir yerde arabada olan ayrandan içmek istiyorlar. Ancak bardak yok. Hemen yanlarında olan bir arabadan plastik bardak alıyorlar. Mola bitiyor ve hareket ediyorlar. Yolda ilerlerken Efendi Hazretleri bardakları verip vermediklerini soruyor. Vermedikleri cevabını alınca ''hemen geri dönün'' emri veriyor. “Efendi Hazretleri bardaklar plastik bir şey olmaz, onlarında işine yaramaz'' dedilerse de Efendi Hazretleri hemen dönülmesini istiyor. Şoför 50 km gittikten sonra geri döndüklerini söylüyor. Yani gittikleri yerden 50 km uzaklaşmışlar ama önemli değil. “Önemli olan kul hakkı almamaktır” buyuruyor. Daha birçok güzel ahlaki kendinde barındıran, Mahmut Ustaosmanoğlu Hoca Efendi, İsmail ağa cemaatinde vaaz ve de nasihatlerine, nefsi terbiyede müritlerine önder olmaktadır. Allah hepimizi o kâmil insana ulaştırıp onun sohbetlerinde bulunup, nefsi terbiye etme konusunda manen ilerlememizi nasip etsin… Âmin!

www.buhara.org 35


Yazar- Mustafa Sefa GÜVENİR

KEŞFETMEK V

"Ne kadar sever ve heveslidir kendi doğru yönünü bilmeden, başkalarının elinde pusula olmaya özellikle anakent insanı. Oysa hiçbir pusulanın gösteremeyeceği tek ortak yön, kendini kaybetmiş insanın istikametidir." “Kendini dinlemek, kendine vakit ayırmak, kendiyle barışık olmak, kendin olmak vs”. İnsan olmanın anlamlandığı deyimler veya cümleler dizini… İlginçtir, insan hayatını kolaylaştırmak için çalışan teknoloji, insan doğasına ne kadar tezat ve yukarıda yazılı cümlelerle ne kadar çelişik… Şehir yaşantısı içerisinde, özellikle anakentlerde, teknolojik olmak kaçınılmaz, kaçınılmaz olduğu kadar da, sadece zamandan tasarruf etmek adına faydalı ancak yetersiz. Biyolojik olduğu kadar, düşünme, idrak etme donanımıyla yaratılmış insan, sentetik ve mekanik bir sistemin içerisinde sadece düzenin bir parçası olabiliyor. Sonuç olarak düşünebilen ancak robot gibi yaşayan organizmalar halini almış durumda insanlık bu son hali ile…

kendinden o kadar vazgeçti ki, neredeyse kendinin de bir kâinat olduğunu unuttu. Ancak hakkını vermek lazım, anakent insanının, zamana karşı bu derece yarış halindeyken, değil doğal hayatın nasihatini, kendi içgüdülerini inkâr eder bir halde artık… Nasıl olmasın ki? Eğer bir anakent insanıysanız; sabah saatlerinde kalkmanız gereğini haber veren alarmdan sonra, yaklaşık 16 saat boyunca size bahşedilmiş gibi görünen ve bunun karşılığını sonuna kadar tahsil eden bir sistemin parçası olarak, görevlerinizi harfiyen yerine getirmek zorundasınızdır. Hiç te organik olmayan yiyeceklerinizi tüketirken ya aceleci, ya yoldasınızdır. Derken anakent trafiğinin içinde, milyonlar içinde ki rolünüzü üstlenir, henüz günün başında yorgunluğunuz baş göstermiştir. Nihayet işinize vardığınızda, doğaya ait Şehirlerin dışında varlığından haberdar olduğumuz sadece birkaç obje vardır; şanslıysanız bir akvaryum organik bir hayat var oysa. İçgüdülerimize ve arın- mesela, ya da saksı içinde bir çiçek tüm cılızlığıyla… dırılması gereken zihinlerimize ne denli hitap ediyor, Şanslı değilseniz, ağaçları göreceğiniz tek donanım, anlamak için yaşamak gerekiyor. Keşfetmek üzere ya- elinizde ki kâğıtlardır, o da son şekliyle, ham halinden ratılmış insan, kâinatta bir zerre de olsa, tamamen farklı, mekanik sistemin bir parçası olarak…

36

buhara


VE YENİLEMEK

Ve nihayet mesainiz bittiğinde, yorgunluğunuzun son demi, dönüş trafiği, akşam yemeği, izleyeceğiniz bir film veya dizi, üstelik bu dizi veya film muhtemelen başka hayatları modellemeniz üzere kurgulanmıştır. Yazılanlar arasında insanı insan yapan, diğer canlılardan ayıran en belirgin özelliği olan “düşünebilmek” maalesef sentetikleşmiş anakent yaşantısında pek yer almıyor; İşinizde işinizi, evinizde ise televizyonun sunduklarını düşünmek, iyi ihtimalle günü değerlendirmek veya ertesi günü planlamanın dışında!

Bu bile nasıl da nasihat doludur; suya atılan taşın yarattığı o dalgalanma da en içteki halka sizin kalbinizi, sonraki halka kalbinizden dışarı yansıyan hallerinizi, bir sonraki aileniz üzerindeki yansımalarını, bir sonraki dalga toplum üzerindeki yansımalarınızı, bir sonraki hali ise yitip gitmeden önceki son halinizi?

Kendinizi bulmadan yitip gitmemek için en içten başlarsınız hayata bakmaya, nasihat vermeden önce almanız gerektiğine, kendinizi düzeltmeden kendi ailenizi ve hatta toplumu düzeltmenin, yel değirmenlerine Oysa tüm benliğinizin inkâr ettiği bu sistemden dışarı saldıran Donkişot olacağınıza inanırsınız. Nasihati alçıksanız; Orman içinde bir göl kenarında olduğunuzu mak için kendiniz olabildiğiniz bu ait olduğunuz yerde, hayal edin mesela… Kendinizi bulma süreci ve insanı görünene bakmayı öğreneceğiniz daha nice şeyler varinsan yapan düşünme kudreti nasıl da safınıza geçe- dır yazmaya ve okumaya doyamayacağımız. Anlayacektir, inanamayacaksınız. Lehinize işleyen bu süreçte, caksınız ki; ne kadar sever ve heveslidir kendi doğru keşfettiğiniz zannettiğiniz şey, sizin ait olduğunuz o yönünü bilmeden, başkalarının elinde pusula olmaya yerdir aslında, daha da ilginç olanı, keşfettiğiniz şey özellikle anakent insanı. Oysa hiçbir pusulanın göstedışınızdaki değil, içinizdekidir. Her göl kenarında bu- remeyeceği tek ortak yön, kendini kaybetmiş insanın lunan insanoğlu gibi, içgüdüsel bir dürtü ile yerden istikametidir. aldığınız bir taş parçasını suya atacaksınızdır.

www.buhara.org 37


Dr. Abdullah KARAHAN U.Ü.İlah. Fak. Hadis Böl. Anab. D.Ö.Ü

„Mümin kişinin durumu ne kadar şaşırtıcıdır: Zira her işi onun için bir hayırdır. Bu durum, sadece mümine hastır, başkasına değil. Ona memnun olacağı bir şey gelse şükreder, bu ise hayırdır; bir zarar gelse sabreder, bu da hayırdır.“ (Hadis i Şerif)

(Kütüb-i Sitte, Muhtasarı Tercüme ve Şerhi, Prof. Dr. İbrahim Canan, 2. cilt, Akçağ Yayınları, Ankara, 1992, s. 208)

AR

ND e DÜ

ic

Hat

38

buhara

rir, i t , t e e s iye ever b r s e t u l tirir. ku rir, t r e i e r d b ğ n h gö bö e e “Alla d n i e ğ cak evdi a s ş ı u k n o e ya . n i t e azam nu sever n. o u s l a r o yse n i r d e l r So e e müjd ide gönd a n or.” y i ş Sa r v ü e m HZ. is r n i D e b N s i İBE un, Sen Ş s l K o A n IN ri ŞAHhabe


Seçil ORUÇ Kıssadan Hisse

HIZIR OLDUĞUNU SÖYLERİM Ramazan... Cuma günü... Cuma vakti... Cami... Cemaat tek tük camiye girmekte. İmam kürsüde... Girenlerin arasında...O... Hızır... Hızır a.s. da genç ihtiyar arasında onlardan biri gibi gidiyor bir köşeye oturuyor. Kürsüde imam sohbete başlıyor... Hızır'ın yanına kırk yaşlarında bir adam gelip oturuyor. Cami yavaş yavaş dolmakta... Adam, bir müddet sonra uyuklar bir vaziyette sallanıyor, ha uyudu ha uyuyacak. Hızır a.s. adamı dürtüklüyor: - Uyuyacaksın, der. Adam: - “Uyumam, beni rahat bırak.” Der. Hızır a.s. ses etmez, ancak ezan okundu okunacak, adam ha uyudu ha uyuyacak, bir daha dürtükleyerek: - Uyuyacaksın dedim, der. Adam: - “Ben de sana uyumam, beni rahat bırak" dedim. Rahat bırak beni. Rahat bırak yoksa senin Hızır olduğunu söylerim. Buradan çıkamazsın, bu kalabalık sakalında bir tel bırakmaz. Hızır a.s. susar ve gözlerine kapar, boynunu büker Allah'a yönelerek: - “Ya Rabbim! Bu nasıl iştir. Bu kulun benim kim olduğumu bildi. Bu nasıl iştir ki bendeki listede bunun ismi yok.” Cevap gelir: - “Sana verilen listede Beni sevenlerin isimleri var. O ise benim sevdiklerimden...”Allah sevdiklerinin arasına cümlemizi dâhil eylesin. Sevmek, seviyorum demek bir iddia. İş sevilenlerden olmak...

Menkıbe

HASTA VE DOKTOR

Zamanın evliyasından Süfyân-ı Sevrî hz. hastalandı. Yakınları ona mütehassıs bir Hıristiyan doktor getirdiler. Doktor muayene edeceği şahsın Müslümanların büyüklerinden ve evliyasından olduğunu duymuştu. Süfyân-ı Sevrî hazretleri gelen doktor ile tıp ve diğer ilimler üzerine sohbet etti. Gelen şahıs tabip olmasına rağmen, Süfyân-ı Sevrî hazretlerinin tıp üzerine verdiği bilgiler, hiç duymadığı, bilmediği şeylerdi. Bunları dinlerken hayretler içinde kaldı.Daha sonra muayene etti. Muayeneden sonra dedi ki: - “Sizin akciğeriniz ve böbrekleriniz, tamamen çalışmaz durumda."Bu hâliyle bir insanın yaşaması imkânsızdır.” Süfyân-ı Sevrî hazretleri buyurdular ki: - “Allah Teâlâ her şeye kadirdir.”Bunu hayretle dinleyen doktor bir dinde, tıbben yaşaması mümkün olmayan bir insanın yaşamasının, o dinin yanlış ve batıl olmadığına açık bir delil olduğunu düşündü. Süfyân-ı Sevrî hazretlerinin huzurunda Kelime-i Şehâdet getirip Müslüman oldu. O devrin halifesi bunu duyunca buyurdu ki: “Ben sandım ki, doktor hastanın yanına geldi. Meğer hasta doktora gönderilmiş...”

www.buhara.org 39


Nilüfer HATUN

ÂGÂH OLUN!

“Kime öğüdün güzel kokusu fayda vermezse; muhakkak o, kötü kokulara alışmıştır.” “Yaşadığınız günlerde Rabbinizin güzel kokuları vardır; Agâh olun, o güzel kokuları almaya çalışın.” Hadis-i Şerif Hz. Muhammed böyle buyurmuştur ki, bu ilahi kokular bütün zaman içinde şu an dahi bize Allah’ın bir lütfu, bir rahmeti olarak gönderilir. Biz insanoğlu yeter ki aklımızın kulağını güzel kokuların geldiği tarafa çevirebilelim… Ve bu güzel rayihalar bize hayat, can ve iman getirsin. Ne var ki gaflet ile karşılaşırsa bu kokular o zaman tüm bu güzellikleri uyanık olan kalplere dağıtıp, geçerler… “Suret ehli ile mana ehli arasında büyük fark vardır. Bu farkı her insan hatta her gönül anlayamaz.” “İki cins ahu ot yediler ve su içtiler; birinden necaset hasıl oldu, öbüründen misk!” Mesnevi Bahçesinde Hz. Mevlana’dan yine bir öğüt alalım: Adamın biri, büyük bir şehre gelmişti. Çarşıyı gezerken güzel kokular satan attarların sokağına saptı. Dükkânlardan gül, menekşe, ıtır kokuları dalga dalga sokağa dökülüyordu. Adam birkaç adım attı. Güzel kokular başını döndürmüştü. Fazla dayanamadı, düşüp bayıldı. Halk düşüp bayılan adamın başına üşüşmüştü. Kimi kalbini yokluyor, bileklerini ovuyor, kimisi de gülsu-

40

buhara

yu ile yüzünü yıkıyordu. Ne yaptılarsa adamı ayıltamamışlardı. Kolonyalar, gül sular boşuna harcanmış, adam bir türlü kendine gelememişti. Çaresiz kaldılar. Etrafa haberler salarak akrabalarını arattılar. Hiç kimse adama sahip çıkmıyor, saatler geçtiği halde adam da bir türlü kendine gelemiyordu. Akşama doğru oradan geçen bir tabbağ (derileri terbiye eden sepici) adamı tanımıştı. Kalabalığa seslendi: “Sakın ona gülsuyu serpmeyin. Ben onun hastalığının ne olduğunu biliyorum. Siz ona hiç dokunmayın, ben biraz sonra geleceğim…” diyerek uzaklaştı. Bir viraneye girdi. Avucuna bir parça köpek pisliği aldı. Attarlar sokağına gelerek gizlice, pisliği bayılan adamın burnuna tuttu. Hayret!.. Adam kendine gelmeğe başlamıştı. Biraz sonra da ayağa kalktı. Tabbağla birlikte yürüyerek gitti. Bayılan adam da bir tabbağ idi (deri terbiyecisi). Yıllarca kokmuş deriler arasında pis kokulara alışmış, attarlar sokağında güzel kokulara dayanamayarak, düşüp bayılmıştı. Sen de nurdan, öğütten, iyilik ve güzellikten nasibini al… Burnunu pisliğe sokma da, mayıs böceği olma! İnsan ol, insan…


Kadri DÜNDAR

AB-I HAYATIN ÇEŞMESİ

Ab-ı hayatın çeşmesi, Âşıkların visalidir. Sohbeti aşk ile eder, Susamışları yakmaya. Aşk mı derim ben ona, Tanrının uçmağın seve. Uçmak hod bir tuzaktır, Eblehler canın tutmağa. Âşık olan miskin olur, Hak yoluna teslim olur. Her ne dersen boyun tutar, Çare yok gönül yıkmaya. Yunus EMRE

www.buhara.org 41


R Z VE B İ N K L E R

Hilal GÜL

R

enklerle donanmış hayat ve yaşam… Etrafımızda bu kadar renk varken, renklerin varlığı nasıl inkâr edilebilir ki? Hiç şüphe yok ki, her rengin kendine özgü güzellikleri, mana ve ehemmiyeti olduğu kadar, tasavvufi boyutuyla da özellikler taşımaktadırlar. Örneğin; âlemlere rahmet olarak gönderilen Hz. Muhammed (SAV) efendimiz, kendi yaşamı boyunca, beyaz rengi daha çok kullanmıştır. Sahabelerine de onu kullanmayı tavsiye etmişse de, yeşil, kırmızı, beyaz, siyah renklerini de kimi zaman tercih etmiştir. Hatta kırmızı cübbe, hırka, sarık giydiği rivayet edilmiştir. (Buhari, el-Ebet 127 no: 348)

gelen terimler kısaca; bilinmezlik, idrak edilmezlik, görünmezliktir. Teşbihte hata olmayacağı düşüncesiyle; Allah Teâlâ’nın zati hiç şüphesiz ki görünmez, şekil düşünülemez. Siyah kelimesi Kuran-ı Kerim’de altı ayette, yedi yerde geçmektedir. (Bakara2/187; Al-i İmran 3/106; Nahl, 16/58; Fatir,35/28; Zumer,39/60; Zuhruf,43/17.) Her ne kadar birbirlerinden zıt olsalar da tasavvufi anlamda ayrı düşünülemez, beyaz ve siyah… Renklerin ilk başlangıcı olan siyaha karşılık beyaz, ilk varlıktır. Yani akli evveldir, o yüzdendir ki, tasavvufi olarak en belirgin terim “Bî-reng” veya “Bî-rengî” renklilik ve renksizlik anlamına gelir. Bütün renklerin aslının beyaz ve de siyahtan geldiğini düşünürsek bu terimin var olması hiçte tuhaf değildir.

Günümüzde bazı dönemlerde siyah rengin şeytana mal edilip, sözde şeytani ayinler yapan sapık tarikatların benimsediği renk olarak algılamak yanlıştır, her ne kadar onlar bu şekilde düşünüp hareket etseler de gerçekler çok daha farklı ve aksi yöndedir. Siyah, tasavvufi bakımdan, zati ilahinin sembolü olarak kullanılmıştır. Bu hususu İbn Arabî “Âmâ / Dipsiz Karanlık” olarak ifade eder. Siyah denildiği zaman akıllara

Renkler ışık olarak yorumlandığında renk karışımları beyaz ışıkla sonuçlanır. Fizikçilere göre tam renksizlik beyaz ışıktır. Tasavvufi olarak “Bî-rengî” renklilik renksizlik anlamına geldiği gibi, bütün renklerin aslı da renksizliktir. Bütün dinler aslında tekdir ve mezheplerde esas olan, bahse konu dinin renkleridir (Uludağ 1995:102). Renklerin görünen boyutunun ötesi renksizliktir. Hangi mezhepten olursan ol!

42

buhara


ğiyle kuvvetli vurguları ifade eder, öğretmenlerin özellikle öğrencilerinin yaptığı hatalarının altını çizmek için kullandığı renk kırmızı olmuştur, kesinlik ve dikkati ifade eder.

Nihai sonuç, hedef, varış noktası aynıdır, diğer değişle İslam’dır. Al-i İmran Suresi, 106/107. Ayetlerinde, siyah ve beyaz aynı anda kullanılmıştır. Kıyamet günü inkârcıların renginin siyah olacağı, yüzlerinin kararacağı vurgulanırken, Müslümanların yüzlerinin aklaşacağı, beyazlaşacağı, nur olacağı, Allah’ın rahmetine mazhar olacağı, “Beyaz, saflığın nuru ve Rahmet” gibi sözler yazılıdır. Aynı zaman da beyaz, nurani şeffaflığı da içinde barındırmakladır. Örf ve adetlerimize göre de beyaz, saflığı temsil eder. Genç kızların gelinlik giymesindeki masumiyeti çağrıştırması örneğinde olduğu gibi... Hacıların ihram vaktinde giydikleri beyaz örtüde bu saflığın temizliğin arınmanın göstergesi değil midir? 7 Renk Ve Manası Siyah ve beyazın haricinde Nakşibendîlere göre yedi rengin önemi de vurgulanmıştır; zikirle uğraşan salikin kalbinde sırasıyla; kızıl, sarı, beyaz, yeşil, mavi renkte nurlar zuhur eder. Kırmızı dünyada en çok göze çarpan renktir. Birçok renk kırmızının birleşiminden meydana gelmiştir. Bazı mutasavvıflar renklere farklı simgesel anlamlar yüklemişlerdir. Bunlardan biri de Kırmızı gül, yani Allah’ın mehabetinden bir parçadır. Kırmızı belirginlik özelli-

Nefsin Mertebelerinde Renkler Nefsin mertebeleri, sıfat, şekil ve diğer özelliklerine bağlı olarak, siyah, beyaz ve kırmızının temsil durumu şöyledir: Siyah: Nefs-i Marziyye, beyaz: Nefs-i mutmainne, kırmızı: Nefs-i mülhime. Bunların yanı sıra, mavi: Nefs-i Emmâre, sarı: Nefs-i Levvâme, yeşil: Nefs-i Râziye, renksizlik ise Nefs-i Kâmile’yi simgelemektedir. Bedir gününde, başta Cebrail (As) olmak üzere, melekler başlarında sarımtırak sarıklar olduğu halde, Müslümanlara yardıma gelmişlerdi. Hz. Peygamber de (SAV) ashabına, meleklerin başlarındaki sarımtırak sarıklara işaret ederek; “Melekler işaretleriyle gelmişlerdir. Siz de kendinizi işaretleyiniz” diye buyurmuştur. Bu sebeple Sahabeler de Bedir ve diğer savaşlarda, (muhtemelen karşı tarafa renklerin etkisini hissettirebilmek için) başlarına çeşitli renklerde sarıklar sarmışlardır. Örneğin, Cebrail’in (As), Zübeyr (Ra) simasında ve basında sarımtırak bir sarık olduğu halde indi. Aynı günde Zübeyr’in (Ra) başında, bir ucunu yüzü tarafına sarkıttığı sarı bir sarık vardı. Melekler de aynı şekilde başlarında sarı renkli sarıklarla İndiler. Bir başka rivayette de melekler, Bedir gününde ucunu arka taraflarına sarkıttıkları beyaz sarıklar giymişlerdir. Huneyn gününde ise sarıklarının rengi yeşildi.( İbn Hisam, Sîret, III,181). Sarı renk büyük düşüncelerin ve umutların rengidir. Filozofların, büyük düşünürlerin ve düşünce üretenlerin favori rengi genelde sarıdır. Bu renk sıradanlığın haricinde olan insanların rengidir, Bundandır ki Osmanlı İmparatorluğu döneminde saraylıların en belirgin nişanesi sarı ve sarı yaldızdır. Huzur ve gizemli derinlik etkisine sahip olan maviyi ele alacak olursak; kırmızının tam karşıtıdır. Üstelik somut olarak akıllarınıza gelecek ilk şey gökyüzü ve denizdir, her iki örnekte insanı ruhen rahatlatan güzel unsurlardır. Denizi ve de gökyüzünü seyredenler, rahatlama ve huzur olgusunu yaşarlar, mavi sakinleştirir. Ayrıca Kuran’da geçen Sema/Gök, Bahr/Deniz gibi kelimeler de maviyi temsil etmektedir. İnsanoğlunun hoşuna giden renklerden biri de yeşildir. Gözler ve beyni en çok dinlendiren yeşil, dünyada emniyetin ve barışın simgesi olmuştur. Yeşil, Hz. Peygamber’in (SAV) aile sembolü sayılması dolayısıyla İslamiyet’i de çağrıştırır. Bu sebeple tarihsel, sembolik bir anlamı da vardır. Özet olarak Rabbimizin yarattığı her şeyde, çeşitli nimetler, güzellikler, hoşluklar olduğu gibi renklerinde hayatımızda anlam ve ehemmiyeti her alanda ve/veya anlamda bizi kapsamaktadır. Ruhen, bedenen, madde ve varlıkta hepsinin ayrı önemi vardır.

www.buhara.org 43


Dr. Rafet YILMAZ Nöroloji Uzmanı

Ve Migren

A

Stres

hir zamanda bilim adamlarının yaptıkları araştırma ve çalışmalarda; insanları en çok etkileyen ve ölümlerden sorumlu dört grup hastalık üzerinde durulmaktadır. Bunlar: kalp- damar hastalıkları, kanserler, bunama ve psikolojik hastalıklardır. Bu hastalıkların oluşmasında birçok faktörler vardır. Fakat temel faktörün stres olduğu açıklanmaktadır. İnsanlar yoğun stresli bir hayat içinde yaşayıp gitmektedirler. İnsanların bu stresi atıp daha mutlu ve huzurlu yaşamaları için yapacakları tek şey; aklını, ruhunu ve yaşam şeklini İslam’a açmaktır. Yani yaratılış fıtratının gereğini yapmalarıdır. Bilhassa Müslümanların jimnastik salonlarına, masaj salonlarına gitmelerine yoga, tai masajı, meditasyon gibi putlara tapma ibadet şekillerini hayatlarına uygulamalarına gerek yoktur. Müslümanların bu tuzaklara düşmemeleri gerekir. İlmi araştırmalar göstermiştir ki günlük 30-40 dakikalık fizik ve egzersiz hareketleri günümüzde en çok ölüm sebebi olan kalp damar hastalıklarından korunma için yeterli bulunmuştur. Bu 30-40 dakikalık egzersiz

44

buhara

süreside zaman olarak namaz kılma süresine tekabül etmektedir. Zaten yüce Kur’an da kalplerin ancak Allah’ı anmakla huzur bulacağı, ancak secde etmekle Allah’a yaklaşılacağı bildirilmektedir. Bu da namazla mümkündür. Özetle insanın stresten kurtulmasının tek çaresi; Allah’a iman edecek, kalbini İslam’a açacak, namazını kılıp salih amel işleyecek ve dua edecek, ölüm gelene kadar imanda sebat, salih amelde devam edecektir. Umulur ki Allah merhamet buyurur, kulunu sever ve insanın hem dünya hem de ahiret hayatı kurtulur.

Migren

İnsanların büyük çoğunluğunun (%80’i) başı ağrır. Bunların da büyük çoğunluğunu (%20’si kadar) Migren adı verilen beyin içi damarlarının geçici, zaman zaman çok değişik nedenlerle ortaya çıkan iltihabı hastalığıdır. Genellikle boyundan tek taraflı başlayıp, başın tek tarafına, göz arkasına, alın veya başın tamamına yayılan aralıklı olarak şiddetlenip hafifleyen, ışığa ve sese aşırı duyarlılık, sinirlilik, bulantı- kusma gibi belirtilerle seyretmektedir. Sıklıkla 20-40 yaş aralığında


"İnsanın stresten kurtulmasının tek çaresi; Allah’a iman edecek, kalbini İslam’a açacak, namazını kılıp salih amel işleyecek ve dua edecek, ölüm gelene kadar imanda sebat, salih amelde devam edecektir. Umulur ki Allah merhamet buyurur, kulunu sever ve insanın hem dünya hem de ahiret hayatı kurtulur."

kadınlarda fazla görülmektedir. Migreni tetikleyen en önemli neden, psikolojik bozukluklar ve stres faktörüdür. Diğer nedenler; uyku bozuklukları, yorgunluk, açlık, kadınlarda ay hali görme dönemleri, hava durumu değişiklikleri, alkol kullanımı ve bazı yiyecekleri tüketme (çikolata, peynir, baklagiller, portakal, konserve gıdalar…), baş-boyun pozisyon bozuklukları ve manyetik alan etkileri migren ağrılarını tetiklemektedir. Beyinde nöron denilen sinir sistemi hücrelerinde geçici süreli değişikliklerle, ağrıya duyarlı yapıların uyarılmasıyla baş ağrısı oluşmaktadır: Auralı migren (Klasik migren), aurasız migren (adi migren), kompleks migren… Aura, migren hastalarının %20’sinde görülen, ağrıdan önce ortaya çıkan, bir saatten kısa süren genellikle görmeyle ilgili bozukluklardır. Zik zak çizgiler şeklince ışık parlamaları görülmesi, kör noktalar, görme alanı kaybı, görme bozuklukları buna örnektir. Ayrıca el yüz ve kollardaki uyuşukluk, iğnelenme görülebilir. Bununla birlikte halsizlik, yorgunluk, sıkıntı, esnemelerin arkasından ağrı ortaya çıkar. Ağrı hafif veya çok şiddetli, zonklayıcı olabilir. Başın tek tarafında veya yaygındır.

Işık ve sese aşırı hassasiyet vardır, bulantı ve kusmada buna eşlik edebilir.

Migren tedavisi

Migren yaşam kalitesini büyük ölçüde düşürdüğünden mutlaka tedavi edilmelidir. İki türlü tedavi yöntemi uygulanır: İlaçsız tedavide öncelik olarak migreni tetikleyici neden belirlenmeli ve bu etkenden uzak durulması gerekmektedir. Daha sonra hastanın uyku düzeni sağlanmalı, psikoterapi, akupunktur gibi alternatif tıp metotlarıyla hasta tedavi yoluna gidilmelidir. İkinci yol olarak ilaç tedavisi uygulanır. Bu yöntemle ağrı ataklarının vakit kaybedilmeden kontrol altına alınması, atakların şiddetini hafifletecek ve sıklığı azaltacak önlemlerin alınması, mümkünse atakların ortaya çıkmasının engellenmesi hedeflenmektedir. Bu amaçla antidepresanlar, beta blokerlar, epilepsi ilaçları, ağrı kesiciler, anti migren ilaçlar (Avmigran, Relpox, migrex, İmigran ,maxalt ve benzeri ilaçlar) kullanılmaktadır.

www.buhara.org 45


Dr. Kasım ALTINTAŞ

SOĞUK ALGINLIĞINDAN İnsan vücudu yaşadığımız çevrede bolca bulunan çok sayıdaki mikrobun saldırısına uğrar. Mikropların tek amacı vücudumuza girerek çoğalacakları beslenecekleri ortamı bulmaktır. Girebilecekleri her yolla girmeyi deneyerek büyük bir çaba sarf ederler. Normal şartlarda sağlıklı bir vücut; karşılaştığı hastalık etkenleriyle ve yabancı maddelerle çoğunlukla savaşır ve kabul etmez. Bu savaşta başarısız olursa mikroplar vücutta çeşitli yerlere girerek o bölgelerde hastalık ortaya çıkmasına sebep olur. Sonbaharın kendisini iyice hissettirdiği bu günlerde mikropların saldırılarından kurtulmak ve soğuk algınlığına yakalanmamak için dikkatli olmamız gerekmektedir. Bu durumda bağışıklık sistemimize önemli görevler düşmektedir. Bağışıklık sistemimizin görevi de öncelikle bu organizmaların vücuda girmelerini engellemek veya girer ise, vücuda girdikleri yerde yutmak, yayılmalarını engellemek ya da geciktirmektir. Bağışıklık sistemi bu görevlerini, yaşam süresi boyunca sürdürür ancak bazı koşullarda bağışıklık sistemi zayıflar. Bu zayıflamayı engellemek için öncelikle mevsime uygun şekilde giyinmek çok önemlidir. Sonrada doğru bitkisel desteklerden oldukça ciddi faydalar görebiliriz. Bunlar: Adaçayı:Kış aylarında sakın adaçayını evinizden eksik etmeyin. Adaçayı bir mucize bitkidir. Ülkemizde 86 tür adaçayı yetişmektedir, bunlardan 40 tanesi, sadece Anadolu’da yetişir, dünyada başka yerde bulunmaz. Pek çok faydasının yanında, kuvvetli bir mikrop öldürücüdür. Boğaz salgılarını ve mukozanın ödemini azaltır. Soğuk algınlığı için gargarası ve çayı tavsiye edilir. Ihlamur:Evinizden eksik etmemeniz gereken bir bitki. Solunumu rahatlatır, balgam söktürücüdür, bağışıklık sistemini güçlendirir. Terlemeyi arttırır. Ateşin düşmesini sağlayabilir. Stresi azaltır ve rahatlama sağlar. Uyumadan içilen bir bardak ıhlamur çayı daha rahat uyumanızı sağlar. Meyan kökü:Ülkemizde oldukça yaygın biçimde kullanılır. Öksürüğe karşı oldukça iyidir. Ses kısıklığı, boğazda gıcıklanma gibi şikâyetlerde çayı son derece faydalıdır. Nezlede çayı oldukça etkilidir. Ayrıca mide ve onikiparmak barsağı ile ilgili şikâyeti olanlara da çok faydalıdır. Ancak karaciğer, böbrek ve beyin rahatsızlıkları olanların dikkatli kullanması gerekir. Kekik:Bronş açıcı etkisi vardır. Kuvvetli bir mikrop öldürücüdür. Öksürüğe karşı son derece faydalıdır. İştah açıcı özelliği vardır. Sindirim sistemi içinde önemli bir rahatlatıcıdır. Barsakları düzenler. Bal ile birlikte kullanılması vücudu güçlendirmeye yarar. Hemen hemen her yerdeki krampların çözülmesinde de etkili olabilir. Mürver:Ülkemizde yetişen nadide bitkilerden bir tanesidir. Fakat maalesef kıymeti bilinmemektedir. Virüs enfeksiyonlarında, terletici ve bronş salgılarını

46

buhara

söktürücü etkileri vardır. Vücuttaki zararlı maddelerin atılmasında son derece faydalıdır. Vücudun direncini arttırır. Ayrıca anne sütünü arttırmada da etkili bir bitkidir. Soğuk algınlığı durumunda özellikle çiçekleri kullanılmalıdır. Ekinezya:Bağışıklı sistemini kuvvetlendirir, hastalıklara karşı vücut direncini arttırır. Zengin bir A, C ve E vitamini deposudur. Kuvvetli bir mikrop öldürücüdür, iltihap giderici etkisi vardır. Soğuk algınlığını önleyici etkisi nedeni ile çokça tüketilmesi gerekir. Ama şayet soğuk algınlığı başlamışsa ilk belirtiler çıktığında da kullanılabilir. Kuru öksürükte, idrar yolu enfeksiyonlarında da çayı oldukça faydalıdır Nane:Kuvvetli antimikrobiyal ve ağrı kesici etkisi vardır. Boğaz salgılarının atılmasına yardımcı olur, solunumu rahatlatır. Ayrıca sindirim sistemi içinde çok önemli bir bitkidir. Zencefil ve zerdeçal:Zencefilin antiseptik özelliği nedeni ile tüketilmesi önemlidir. Kanserle savaşta da etkili olduğu bilinen zencefili, çay olarak tüketebileceğiniz gibi yemeklere ve tatlılara da ekleyebilirsiniz. Çayınızı demlediğinizde içine atacağınız bir dal zencefil yeterli olacaktır. Öksürük giderici ve mikrop öldürücüdür. Balgam söktürücüdür. Hint safranı olarak da tanıdığımız zerdeçal ise bağışıklık sistemini geliştirici etkisinin yanı sıra antioksidan özellik de taşır. Araştırmalarda cilt, kolon ve meme kanseri için fay-


KORUNMA YOLLARI

dalı olabileceği görülen zerdeçalı yemeklere katarak tüketebilirsiniz. Üzüm, kivi, yaban mersini, turunçgiller: Bu meyveler birer C vitamini deposudur. Bu nedenden dolayı bol miktarlarda tüketmeye özen göstermek gerekir. Kivi lifli bir gıda olduğundan bağırsakları da çalıştırıp kabızlığı önler. Meme kanserini önlemede etkili olduğuna dair çalışma sonuçları vardır. Siyah üzümün bağışıklık sistemi üzerindeki kuvvetlendirici etkileri çok kıymetlidir. Aslında rengi mor olan bitkiler, meyveler bağışıklık sistemini kuvvetlendirmede çok önemlidir. Bu nedenle mor renkli olan üzümün bu etkilerinden dolayı daha bilinçli olarak tüketilmesi gerekir. Yaban mersini de bağışıklık sistemi üzerine olan etkilerinin yanı sıra özellikle göz problemleri ile ilgili olarak tavsiye edilebilir. Kuşburnu:C vitamini deposudur. Ayrıca A, B1, B2 vitamini yönünden de çok zengindir. Hastalıklara karşı vücut direncini arttırır, boğaz salgılarını rahatlatır. Kuşburnu, doğal C vitamini içeren en değerli kaynaktır. Bu vitamine ihtiyaç duyulduğunda her zaman kullanılabilir. Enfeksiyonlara ve soğuk algınlığına karşı, bedenin savunma sistemlerini güçlendirir. Özellikle ilkbahar kürleri için çok uygundur. Genel güçsüzlüklere ve yorgunluklara karşı kullanılabilir. Ayrıca, kuşburnunun böbreküstü bezlerini çok olumlu etkileyerek önemli hormonların üretimine destek sağladığı bilim-

sel olarak kanıtlanmıştır. Rezene:Göğüs yumuşatıcı ve balgam söktürücüdür. Rezene, öksürükte balgam söktürücü, özellikle bebekleri ve küçük çocukları yatıştırıcı ve mide şişkinliklerini giderici olarak geliştirilmiş pek çok ilaçta etken madde olarak kullanılır. Kullanımı kolay olduğu için, sindirim sorunu olan bebeklere ve küçük çocuklara rahatlıkla verilebilir. Rezene, sindirim sistemi kramplarını çözücü etkiye de sahiptir.Anne sütünü arttırır. Bebek mamalarına rezene çayı karıştırıldığında, gaz sancıları yaşanmaz. Sindirim sorunlarından kaynaklanan baş ağrılarını da dindirir. Kısaca ve genellikle, sindirim problemleri, şişkinlik, iştahsızlık, balgamlanma, adet görme zorlukları, göz kapağı iltihabı ve sinirlilik hallerine karşı başarıyla kullanılabilir. Papatya:Mikrop öldürücü ve sakinleştiricidir. Çocuklara özellikle, kramplarda ve karın ağrılarında papatya çayı içirilebilir. Papatya çiçeği, gaz birikiminde, ishalde, deri döküntülerinde, mide rahatsızlıklarında ve balgamlanmalarda yardım eder. Papatya, terletici, sakinleştirici ve kramp çözücü etkilere sahip olmasının yanı sıra, her tür iltihaplanmalarda ve özellikle mukoza iltihaplarında dezenfeksiyon ve iltihap kurutucu olarak kullanılabilir. Göz ve gözkapağı iltihaplarında, kaşıntılı ve akıntılı deri döküntülerinde dıştan kompres ve yıkama olarak, diş ağrısında gargara olarak ve ayrıca yaraların yıkanmasında kullanılır. Bir olay yüzünden kızgınlığa kapıldığınızda veya sinirlendiğinizde, hemen bir bardak papatya çayı içiniz; kalbiniz zarar görmeden, hemen sakinleşeceksiniz. Ağrılı bölgelere, kurutulmuş papatya ile doldurulmuş sıcak yastıklar koymak (Bitki Yastığı) da özellikle önerilir. Yatıştırıcı etki içeren papatya banyoları ve yıkanmaları da tüm sinir sistemini en iyi biçimde etkiler. Ağır hastalıklardan, bitkinlik hallerinden sonra kendinizi çok iyi hissetmeye başlayacak ve rahatlayacaksınız. Yüz ve cilt güzelliği bakımında da papatyayı unutmamalısınız. Kaynatılmış bitki suyu ile haftada bir kere yüzünüzü yıkayacak olursanız, cildinizin nasıl tazelendiğini ve sağlıklı bir renk kazandığını göreceksiniz. Saç bakımında da, özellikle saçları açık renk olanlar, kaynatılmış papatya suyu kullanmalıdırlar. Böyle yıkanacak olurlarsa, saçlarınız güzelleşecek ve göz okşayıcı parlaklık kazanacaktır. Ebegümeci:Göğsü yumuşatır, öksürüğü keser. Mide ve bağırsakların muntazam çalışmasını sağlar. Kabızlığı giderir. Mide bulantısı ve kusmayı önler. Ateşi düşürüp, vücuda rahatlık verir. Boğaz ve bademcik iltihaplarını giderir. Nezle, bronşit, nefes darlığı tedavisinde kullanılır. Lapası çıbanların olgunlaşmasını sağlar. Burun kanamasını durdurur. Dişeti hastalıklarını tedavi eder. Mide ağrısını keser. Burun tıkanıklığını giderir. Çayı mutlaka demleme şeklinde yapılmalıdır.

www.buhara.org 47


Yazar- Aylin ATMACA

ÇOCUKLARIMIZA

ALLAH'IN NİMETLERİNİ ANLAYABİLMEYİ VE

O'NA TEŞEKKÜR ETMEYİ ÖĞRETMELİYİZ

ır. yaratan Allah'tdan Allah'tan gelmektedir. şirkten ı ış n ra v a d ı ğ lamış olduğu aslında doğru kişiyi ve yaptı "İyilik yapan ir iyilik yaptığında o iyilikmle dikkat çektiği ve yasaekrin sahibinin Allah ne eb etl r. Bir insan biziy ında Allah'ınaöklaşmış olacak, bütün nim uğu gerçeğini anlayacaktı ığ d ra v a k i g Çocuk bu bil rtaklar koşma fiilinden uzn ve alanın da Yaratıcısı oldir kul olacaktır." yani Allah'a osahip olduğu herşeyi vere'a her an şükürle yaklaşan b olduğunu ve llah'tan her an razı, Allah Böylelikle A

48

buhara


A

llah bu dünya hayatında insanlara çeşitli sorumluluklar yüklemiş, gözetmeleri gereken sınırları onlara bildirmiştir. İnsan Allah'ın sınırlarını ne derece korur, sorumluluklarının ne kadar bilincinde olursa, bu dünyadaki imtihanında o denli muvaffak olacak, bir o kadar da bilinçli ve huzurlu yaşayacaktır. İnsanın hayattaki sorumluluklarını bilip yerine getirmesi onu ahirette sonsuza dek mutlu ve bahtiyar kılacağı gibi, bu dünyada da vicdanı rahat, güzel bir hayat sürmesine vesile olacaktır. Bu sorumluluklarının en başında da hiç kuşkusuz kendini yaratan yüce Rabbini tanıması yer almaktadır. Rabbini bilen kişi dinine de gereği gibi sahip çıkacak, öte yandan ailesine, milletine ve tüm insanlara karşı da sorumluluklarını bilecektir. İşte geleceğimizin teminatı olan çocuklarımızın eğitim ve terbiyesi de bu ulvi sorumlulukların önemli bir noktasıdır. Burada hemen Peygamber Efendimiz (sav)'in şu hadis-i şerifesi akla gelmektedir Çocukların eğitimi son derece önemlidir. Küçük yaşlardan itibaren sağlam bir terbiye ve eğitim verilen çocuklar ileride çok daha bilinçli olurlar. Temelde aldık-

tini anlamayan, inceliklerden yoksun, küt ve yoz bir yapı içerisinde kalacaktır. Bu da onun tüm hayatını, felsefesini, yaşam tarzını, arkadaşlarını, hayattan aldığı zevki ve herşeyini olumsuz etkileyecektir. Ruhu derinlikten, incelikten uzak, güzellikleri takdir edemeyen, kaba bir yapıda olduğu için bu durum onun çevresiyle etkileşemini de belirleyecektir. Dolayısıyla çocuk yetiştirirken ona Allah inancını, Allah sevgisini, Allah korkusunu, her şeyin O'nun kontrolünde olduğunu, bir şey isterken aslında doğrudan Allah'tan istemek gerektiğini küçük yaşlarda öğretmek çocuğun gelecekte sağlam ve bilinçli bir birey olmasına vesile olacaktır. Bu eğitimi verirken çocuğa anlatılması gereken bir diğer husus da insanların Allah'ın ruhundan üflediği varlıklar olduğu, Allah'ı seven, Allah'tan korkan bir insanın Allah'ın yarattıklarına da saygılı olması gerektiğidir. İyilik yapan bir insana teşekkür ederken aslında o teşekkürün doğrudan Allah'a olduğu unutulmamalıdır. Çünkü iyilik yapan kişiyi ve yaptığı davranışı yaratan Allah'tır. Bir insan bize bir iyilik yaptığında o iyilik aslında doğrudan Allah'tan gelmektedir. Çocuk bu bilgiyi kavradığında Allah'ın önemle dikkat çektiği ve yasaklamış olduğu şirkten yani Allah'a ortaklar koşma fiilinden uzaklaşmış olacak, bütün nimetlerin sahibinin Allah olduğunu ve sahip olduğu herşeyi veren

“Hiçbir baba çocuğuna güzel terbiyeden daha üstün bir bağışta bulunmuş olamaz.” (Tirmizi, Birr-33) ları eğitim vesilesiyle bu çocukların sapkın felsefelere, devletin bütünlüğü için tehlike oluşturabilecek zararlı ideolojilere kapılma ihtimalleri çok azdır. Manevi yönden eksik olan, hayatta bulunuş amacını bilmeyen, milli ve manevi değerlerini tanımayan gençlerin ise bu tür hatalara düşmeleri çok kolay olacaktır. Dolayısıyla çocukları maneviyat yönünden zengin yetiştirmek hem vicdani bir görev hem de toplum için güzel, faydalı bir davranıştır. Çocukları yetiştirirken onlara ilk olarak öğretilmesi gereken konu ise Allah'ın varlığının delilleridir. Allah'ı tanıyan, yarattıklarından ötürü O'na derin bir hayranlık duyan çocuğun kalbinde çok sağlam bir iman oluşacaktır. Allah'ı bilen, Allah'ın gücünü fark eden bir çocuk aldığı nefesten soluduğu havaya, yediği yemekten koşup oynamasına, oynadığı oyuncaklardan bilgisayarına, sahip olduğu arkadaşlarından eğlenebilmesine kadar her an tüm nimetlerde Allah'a ve O'nun kendisine bağışladıklarına muhtaç olduğunu anlayacaktır. Bu da onu şükreden, kıymet bilen bir insan haline getirecek, istediği şeyleri doğrudan Allah'tan istemeyi öğrenecek, karşılaştığı her şeyin bir ve tek olan Allah tarafından yaratıldığını bilecektir. Bu bilinçle yetişen çocuk hiç kuşkusuz çok daha derin bir vicdana ve anlayışa sahip bir birey olacaktır. Bu eğitimden yoksun olan çocuk ise kendisine hediye verildiğinde dahi insanlara teşekkür etmeyi bilmeyen, nimetlerin kıyme-

ve alanın da Yaratıcısı olduğu gerçeğini anlayacaktır. Böylelikle Allah'tan her an razı, Allah'a her an şükürle yaklaşan bir kul olacaktır. Aileler çocuklarına bu eğitimi verirken onlara nimetlerin kıymetini iyi anlatmalılar. Nimet eksikliğinde neler olduğunu, o nimetten yoksun olan insanların içinde bulundukları durumu iyi ifade etmelidirler. Hatta belki çocuğu bir vesileyle daha yoksul ve yoksun insanların koşullarıyla tanıştırmalı, böylece kıyas yapmalarını sağlamalıdırlar. Zaman zaman hediyeler vererek onları teşekkür etme konusunda eğitmeli, ama ahlaklarında bir eksiklik ya da bozukluk olduğunda da bu nimetleri ellerinden alarak bunların kıymetini anlamalarına yardımcı olmalıdırlar. Eğer bir arkadaşı bu konuda daha güzel ahlaklıysa, hediyelerin, ikramların, kendisine verilenlerin karşısında sevinci daha belirgin oluyorsa ve bunu güzel bir şekilde ifade ediyorsa, o arkadaşı örnek olarak gösterilmeli, hatta o arkadaşı da ödüllendirilerek çocuğun eğitimine katkıda bulunulmalıdır. Unutulmamalıdır ki, bu şekilde yetişen bir çocuk çok sağlam kişilikli olacak, hayatı boyunca bir şey isteyeceği zaman yalnızca Allah'tan isteyecek, menfaatler karşısında insanların önünde eğilip bükülmeyecek, elindeki imkanları Allah'tan başka hiç kimsenin alamayacağını bilecek, bu sebeple de Allah'tan başka hiç kimseden korkmayacaktır.

www.buhara.org 49


50

buhara


w w w . b u h a r a . o r g

Aşkın Başladığı Yer

Tasavvuf dergisi

Genel Koordinatör-Avrupa Temsilcisi Serdar KOLDERE Gsm: +49. 151470 23318 @: skoldere@web.de

Abone & Dağıtım İsmail BAYRAK ismailbayrak78@gmail.com Gsm: 0532 350 07 73

Reklam Departmanı Erdoğan PARTAL Gsm: 0.532. 305 0722

Şeyh Ahmed Yasin El- Buhari, El- Bursevi, El- Hakkani hazretlerinin gönülleri, ruhları fetheden değerli eserine 0.532. 600 3897 nolu telefondan (Ekrem YAZGEL'e) ulaşarak eserin sahibi siz olabilirsiniz.

www.buhara.org 51


Nesibe YILMAZ

B

Halilu’r Rahman Kardeşlik Köprüsü KURBAN

ursa Halilu'r Rahman Derneği her yıl olduğu gibi bu yılda kurban sevincini dünyanın dört bir yanına taşıdı. Halil-ur Rahman, kurban bayramında Türkiye ile birlikte toplam 11 ülkede kurban organizasyonu düzenledi. Düzenlenen organizasyonlarda toplam 218 Büyük Baş kurban kesilerek 50 ton et, ihtiyaç sahibi yaklaşık 10 bin 900 haneye ulaştırıldı.Dünyanın dört bir yanına İslam’ın ışığını taşıyan Halil-ur-Rahman, Afrika’dan Asya’ya, Balkanlar’dan Avrupa’ya gönül köprüleri kurarak kurban coşkusunu paylaştı. “Halka hizmet Hakk’a Hizmettir” desturuyla yürütülen hizmet kapsamında,ihtiyaç sahibi ailelere kurban eti ulaştırıldı. Kapı kapı dolaşarak kurban etlerinin dağıtımında görev alan gönüllüler, kurbanın sıcak iklimini gittiklere yerlere taşıyarak kurdukları kardeşlik köprüleriyle, ihtiyaç sahiplerini sevindirdi. Bizde sadece Allah rızası umularak gerçekleştirilen bu hizmetleri size anlatmaya çalışacağız. Bu hizmetleri yazsak her biri kitap olurdu belki; fakat şu sınırlı sayfalara koca bir okyanustan bir kaç damla sığdırabildik. Elbette okyanus gibi olamaz; fakat bir damla su bir ummanın bütün özelliklerini taşır.

52

buhara

218 Büyük Baş Kurban kesildi.

50 ton et tam 10 bin 900 haneye ulaştı


Bulgaristan

1

Gün: Kurbanın ilk gününü Bulgaristan Ekibimiz Ardino Şehrinde geçirdi.Bayram Namazı’nın ardından düzenlenen etkinliklerde Delçova Kız Kur’an Kursu öğrencileri şiirler ve ilahilerle bayram sevincini soydaşlarımızla paylaştılar. Ardino halkının büyük ilgi gösterdiği etkinliğe, Ardino Belediye Başkanı, Muhtar Özcan Bey ve Bulgaristan siyasi partilerinin il temsilcilikleri de katıldı. 4 büyük baş hayvan kesilerek, ilde ve civardaki 8 köyde muhtaçlara dağıtım yapıldı.

2

Gün: Bayramın ikinci günü Yablanova’ya hareket eden ekibimiz il ve çevre köylerinde kurbanları kesti. Yablanova’da 4 büyük baş hayvan kesilerek dağıtıldı. Aynı zamanda düzenlenen programda ilahilerle gönülleri doyuran ekibimiz, kurulan kazanlarla kesilen etlerin bir kısmını yemek yapıp dağıttı. Yoksulluğun hüküm sürdüğü Yablonova’da sadece Kurban payı dağıtımıyla yetinmeyen gönüllülerimiz çuvallarla “un ve yağ dağıtımı da yaptı.

www.buhara.org 53


3

Gün: Bayramın üçüncü günü Orlovo’daydık. Burada bir büyük baş kurban keserek ihtiyaç sahiplerine ulaştırdık. Hemen ardından Duvarcılar Köyünde 2 büyük baş kurban kesilerek, ekibimiz tarafından kıyma yapıldı. Ailedeki birey sayısına göre muhtaçlara ulaştırıldı.Burada kalan yahni yaparak soydaşlarımıza dağıtıldı. Ardından Tekeler Köyü Halil’ur Rahman ekibini coşkuyla karşıladı. Uzun süredir gerçekleştirdiğimiz yardımlar ve hizmetlerden ötürü Teke Halkının sevgisini kazanan Halil’ur Rahman burada da bir büyük baş hayvan kesti ve muhtaçlara dağıttı.

4

Gün: Bayramın son günü tamamen dağıtıma ayrıldı. Kurbanlarını Bulgaristan’daki secde kardeşlerimizle paylaşanların hayrını dağıtmak için evlere bizzat gidildi, tek tek tüm etler muhtaçlara dağıtıldı. Halil’ur Rahman şehirler dışında 14 Türk Köyüne Kurban paylarını ulaştırmış oldu. Ekibimiz uğurlanırken soydaşlarımızın yüzünde unutulmadıklarının farkında olduklarını gösteren bir gülümseme vardı. Ekibimizle Kurban bağışçılarımıza bol bol dua ve selamlarını yolladılar. Böylece bir bayramda daha paylaşmanın verdiği rahmet ve bereket hanelere ulaşmış oldu.

Sadece Kurban Paylarını Dağıtmadık Halil’ur Rahman gittiği yerlere ilimide taşıdı. Baskıdan dolayı dini vecibelerini yerine getirmekte zorlanan kardeşlerimize dergimiz Buhara ücretsiz dağıtıldı. Dini sohbetlerimiz tüm bayram boyunca her gece sürdü. Vekilimiz tarafından verilen sohbetlerde büyüklerin himmeti ve manevi şerbetiyle gönüller serinlerken , sunulan ikram ve yemeklerimizle de karınlar doydu. Muhabbetin gönüllere hitap ettiği sohbetlerin akabinde, soydaşlarımızın foklörik kıyafetleriyle ilahiler söylenildi. Semalar dönüldü, Allah nidaları dualarla birlikte Bulgaristan semalarında yükseldi.

Gönüller yapmaya geldik

Bağışçılarımızın Kurban paylarını en temiz ve hızlı şekilde ihtiyaç sahiplerine ulaştırdık. Bununla da yetinmeyip yoksulluğun pençesinde yaşam savaşı veren secde kardeşlerimize bir yıllık erzak un ve yağ dağıttık. Hizmetlerimizi samimiyetle yaptığımızı gören soydaşlarımız bize yardım etmek için canla başla uğraştılar. Yablanova İlk Okulu Müdürü Ali Hasanov Onbaşiev ailesi ve öğretmen ekibiyle hizmetimize yardımda bulundu. Ardino’da Muhtar Özcan Bey organizasyonumuza yardımda bulundu. Belediye başkanı ve Siyasi Partilerden yetkililerin Teşekkür Mektupları ve en içten duaları Halil’ur Rahman yetkilerini onurlandırdı.

Hangi Köylere Ulaştık Türk köylerinden Orlovo Duvancılar,Topuzlar, Tekeler, Gorna Oryakhovitsa, Hamzalar, Küçükler, Razgırat, Delçevo, Laskoves, Veliko Tırnovo, Mengişevo’da ve yol üstünde uğradığımız her küçük yerleşim biriminde Kurban payları dağıtımının yanısıra Un, Yağ gibi temel gıda malzemesi yardımı da yapıldı. 54

buhara


Kosova / Makedonya

Ekiplerimiz Kurban paylarını Cuma Namazı’na kadar ayrı ayrı poşetledi.

Kosova / Prizren Avrupa’da İslamın kalbinin attığı yerdeydik... Kosova’da hizmetlerimizden oldukça memnun kalan Şeyh Abidin Hazretleri asithane olan külliyesinde Halil’ur Rahman gönüllülerini ağırladı ve ekibimize hediye olarak kendi yaptığı tesbihi hediye etti. Perşembe günü kurban pazarına giden ekibimiz Kurbanlıkları aldıktan sonra kesim ve poşetleme işini gerçekleştirdi. 600 Hane’ye ulaştırılmak üzere tek tek poşetlenen etler daha önce civar köyerde tesbit edilen fakirlere dağıtılmak uzere arabalara yüklenildi. Cuma günü muhtaçlara paketleri tek tek ulaştıran ekibimiz hiç vakit kaybetmeden M a k e d o n y a’y a hareket etti.

Makedonya / Radoviç Avrupa’da İslamım kalbinin attığı yerdeydik... Makedonya Radoviç’e Cuma günü varan ekibimiz Makedonya Vekilimiz Enver’in evinde konakladı. Vekilimizin bahçesi süslenildi, bayram için hazırlanıldı. 23 Kurban burada kesildi. Beş koli et dağıtım arabasına yüklenildi. Makedonya’da çok zor şartlar altında yaşayan soydaşlarımıza ve dindaşlarımıza tek tek dağıtıldı.

K

osava ve Makedonya’da hizmet, kurbanların kesimi, payların dağıtımı ile Şube Müdürümüz bizzat ilgilendi.

www.buhara.org 55


Makedonya / Veles Avrupa’da İslamın kalbinin attığı yerdeydik...

Yoksulluğun hadd saffada olduğu Veles’deki

şubemizde kesilen 15 kurban muhtaçların hanelerine dağıtıldı. Yardım poşetlerini gören fakir Müslümanların sevincini gözlerinde görmek bambaşka bir duyguydu. Avrupanın göbeğinde böylesine yoksulluk çeken Müslümanlar Türk kardeşleri tarafından unutulmadıkları bir kez daha Halil’ur Rahman’la gördü.

Almanya Almanya / Münih

Gurbetçilerimize Bayram sevincini taşıdık... Bayram namazı şubemizdeki mescidde kılındı. Ardından kesilen kurbanlar, ihtiyaç sahiplerine dağıtıldı. Aynı zamanda şubemize büyük bir sofra kurularak herkese yedirildi içirildi. Burada bayramlaşan soydaşlarımız memleket havasında bir bayram geçirdi.

Almanya / Bielefeld

Gurbetçilerimize Bayram sevincini taşıdık...

56

buhara

Bielefeld’de Bayram namazının ardından kesilen kurbanlar, ihtiyaç sahibi Müslümanlara dağıtıldı. Bu şubemize de büyük bir sofra kurularak herkese yedirildi içirildi. Hristiyan komşular da unutulmadı. Paylaşma ibadeti olan Kurbanın bereketi onları da sardı. Yaşlı kimsesiz Almanların bakımının yapıldığı Bakımevine bir koli et bırakıldı.


Türkiye

Türkiye / Bursa

Aşevimizden tüm Bursa’ya bayram bereketini taşıdık... Bursa Merkezimiz Yunuseli’nde Kurban sevinci bir başkaydı. Halil’ur Rahman Aşevimizde bayram namazı kılınıp, Ahmet Yasin Efendinin dualarıyla Kurbanları kesen ekibimiz kesim sırasında, bir yandan etleri poşetlerken diğer yandan muhtaçların alması için kasalara koydu. Buradan gelip alamayanların evlerine tek tek dağıtıldı. Hanım Kardeşlerimiz ise yaptıkları yemekler ve kurdukları büyük sofralarla Halil’ur Rahman Aşevi Hizmet Binasında misafirleri ağırladı. Tam bir bayram havasında geçen ilk günün ardından üç gün boyunca gelen yoğun ziyaretçi akını için kazanlar kuruldu, Sofralar hiç kalkmadı.

www.buhara.org 57


Türkiye / Amasya

Amasya’da bayram bereketini yoksullara taşıdık... Amasya ekibimiz oldukça güzel bir hizmet gerçekleştirdi. Kesilen Kurbanlar hane hane dolaşılarak dağıtıldı. Ziyaret edilen yaşlıların gönüllerini yapan genç ekibimiz, dualarla uğurlandı. Uzun süredir evlerine et girmeyen yoksul secde kardeşlerimizin yüzlerindeki gülümseme görülmeye değerdi. Allah gönüllü kardeşlerimizden razı olsun. Hristiyan komşular da unutulmadı. Paylaşma ibadeti olan Kurbanın bereketi onların da evine girdi.

58

buhara


Dünya’nın Muhtelif Yerlerinde Gerçekleştirilen Diğer Kurban Hizmetlerimiz

Azerbaycan / Bakü Azerbaycan’da yeni kurulan şubemizde ilk Kurban Azerbaycan Hizmet Binamızda kurban bayramı bir başka geçti. Bayramın birinci ve ikinci günü o kadar kalabalıktı ki adeta doldu taştı.

Hollanda Eindhoven ve Venlo

Azerbaycan ekibimiz bayramın ikinci günü hizmet binamızda kurbanları kesiti. Azerbaycan’a gönderilen paylar tek tek kutulanarak muhtaçlara ulaştırıldı; toplamda 50 kg. et dağıtıldı.

İspanya Granada

Nijerya Auchi

İngiltere Londra

Bosna www.buhara.org 59


60

buhara


Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.