Katı Olan Her Şey Buharlaşıyor: Giriş: Modernlik-Dün, Bugün ve Yarın & Birinci Bölüm: Goethe’nin Faust’u: Gelişmenin Trajedisi Modernite, ortaya çıkışından bu yana yüzyıllar içinde evrilmiş, değişmiş ve her defasında farklı kişiler tarafından farklı şekillerde tanımlanmaya çalışılmıştır. Bunun sonucunda da doğal olarak birbirinden farklı tanımları ve anlamları ortaya çıkmıştır. Marx’a göre modern olmak, “katı olan her şeyin buharlaşıp gittiği” bir evrenin parçası olmaktır. Yani tüm geleneklerin ve alışılagelmiş yaşam biçimlerinin en temelinden değişmesi ve dönüşmesi, dogmatik olanın yıkılması ve hayatın her alanında yeniliğe ve modernleşmeye gidilmesidir. Aynı zamanda modernizm; coğrafi ve etnik, sınıfsal ve ulusal, dinsel ve ideolojik sınırların ötesine geçmesi bakımından da insanları ve toplumları birleştirici, ortak bir unsurdur. Kitapta, modernliğin tarihi üç evreye ayrılmıştır. İlk evre, 16. yüzyılın başlarından 18. yüzyılın başına dek uzanır ve bu evrede insanlar henüz modern hayatı algılamaya yeni başlamışlardır ve onun hakkında pek bilgi sahibi değillerdir. İkinci evre ise 1790’ların büyük devrimci dalgası ile başlar ve bu evrede Fransız Devrimi ve onun etkileriyle büyük, modern bir kamu, bir anda ve dramatik bir biçimde doğar. Üçüncü ve son evrede ise 20. yüzyılda modernleşme süreci neredeyse tüm dünyayı kaplayacak kadar yayılmıştır. Bu evrede modernleşme, canlılığından ve derinliğinden çok şey kaybeder; insanların hayatlarına bir anlam verme ve örgütlenme yetisini yitirir. Bu evrelerden de anladığımız üzere, modernizm bir süreç içinde doğar, gelişir ve yavaş yavaş asıl anlamını yitirmeye, bozunmaya başlar. Ancak modernizm, tahmin edileceği üzere bu denli kısa, özensiz ve ayrıntısız bir şekilde özetlenemeyecek kadar önemli, detaylı ve etkili bir varlığa sahiptir. Bu nedenle de daha ayrıntılı bir inceleme ve açıklamayı hak eder. Modernizmi biraz olsun anlayabilmek için iki sese kulak vermeliyiz: Nietzsche ve Marx. Nietzsche, genellikle çağımız modernizmlerinin çoğunun asıl kaynağı sayılırken Marx, onun tam tersine modernizmin hiçbir biçimi ile bağdaştırılamaz. Marx, içinde yaşadığımız atmosferin her birimize farkında olsak da olmasak da büyük bir baskı uyguladığını ve dünyanın kaskatı olduğunu söyler. Marx’ın asıl amacı, bu baskıyı insanlara hissettirmek ve fark ettirmektir. Marx’a göre modern hayatın temel olgusu, hayatın temelindeki kökten çelişkidir. O, modernleşme ile, kutsal olan her şeyin dünyevileştiğini, insanların donuk, katı ve önyargılarla dolu yaşamlarının buharlaşıp yerini daha gerçek bir yaşama bıraktığını söyler. İnsanlığın hakikat istemi karşısında dayanamayan ve çöken Hıristiyanlığın sonucunda, Nietzsche’nin “tanrının ölümü” ve “nihilizmin yükselişi” diye adlandırdığı olaylar ortaya çıktı. Yeni oluşan ortamda büyük bir değer yokluğu ve soru işaretleri hakimdi. Ancak aynı zamanda imkanlar bolluğu ve yeni düşünüş biçimlerine açılacak olası kapılar da vardı. Sonrasında, bu boşluk ve durgunluk ortamı modernizm ile yeniden çalkalanmaya başladı. Modernizm ile birlikte doğal olarak, birtakım modern tipler de ortaya çıktı. Bunlardan biri; modern hayatın kaosuna karşı tek çaresi sıradan olmak ve aslında hiç yaşamamaya çalışmak olanlardı. Onlar, kamufle olmak, çıkıntılık ve aykırılık yapmaksızın sürünün içinde yaşamlarını sürdürmek istiyorlardı. Başka bir modern tip de kendini geçmişin parodilerine atarak günümüzden kaçmaya çalışanlardı. Ve önünde sonunda, tarihin de kendileri için uygun olan şey olmadığını anladılar. Genel görüş ve düşünüşlerini ele aldığımızda, Marx ve Nietzsche’nin ortak noktasının ikisinin de yeni bir tür insanın var olacağına duydukları umutlu inanç olduğunu görürüz. Bu yeni insan, modern dünyanın zorluklarıyla baş edebilecek ve yeni değerleri yaratabilecek cesarete sahiptir, bir öncüdür, yarının insanıdır. Bazı görüşler, modern toplumun bir kafes olduğunu ve içindeki insanların da o kafesin parmaklıkları olduğunu savunur. Sonrasında bu görüş eleştirilmiş ve farklı bir görüş ortaya atılmıştır. Bu yeni görüş, kafesin içindekilerin içsel özgürlük ve kişilikten yoksun olduklarını ve kafesin onlara bir hapishane gibi gelmediğini, onlara yalnızca gerek duydukları boşluğu sağladığını savunur. Modernizmin doğuşu, gelişimi, değişimi ve sürekli devinimi ile ilgili bu görüşleri anlamak, geçmişe dönüp bakmak, aslında ilerlemek için bir yol olabilir; yeni modernizmleri yaratmak için bizlere görüş ve cesaret verebilir. Böylece modernizm daha sağlam temeller üzerine oturmuş olur ve güçlenerek yenilenir.
Hande Yılmaz