Antalya Literary Express 11

Page 1

Dr. mult. Harun Taner, D. Sc., Editör

Antalya Literary Express Cilt: 1 Sayı: 11-12-13 7-14-21 nisan 2013

Fiyatı: PDF ücretsiz, basılı: 6 TL

Antalya Chess Express Cilt: 8 Sayı: 65-66-67 7-14-21 nisan 2013

Editörden Değerli okuyucular, bu üçlü sayımızla beraber 3000 sayfalık bir külliyatı tamamlamış oluyoruz. 15 ay kadar bir süre önce 2011 yılı sonunda Antalya Chess Express olarak başlayan bu serüvenimizde, Antalya satranç topluluğundan birçok bakımlardan destek gördük; bundan dolayı topluca bir teşekkürü hak ediyorlar. Ne kadar şeffaf, saydam ya da açık olursak olalım veya olmayı amaçlayalım; gizlediğimiz sırlarımızın, gizli kirli çıkılarımızın, kimselerin bilmediğini sandığımız vukuatın tümünü daha ifşa edememiş olduğumuzu sanıyorum. Kaldı ki, basmayıp sakladıklarımız da bir 3000 sayfa kadar tutuyor. Sonraki sayılarımızda daha az popüler; az okunan konulara da oylumlu bir yer ayıracağımızı düşünüyorum. Uğraşlarınızda kolaylıklar, Dr. mult. Harun Taner, D. Sc., Editör

Yazın Hocanın Nefesi

Anadolu’nun şirin bir kasabasındayız. Her yer günlük gülistanlık. İşler ve hayat normal akışında devam etmektedir. Kasabanın şirin bir bakkalı vardır. Bakkala gelen giden müşteriler pek çok ihtiyaçlarını rahat bir şekilde karşılamaktadır. Bir gün bir vatandaş gelir küçük bir ayna almak ister. Bakkal müşteriye birkaç tane ayna sunar. Müşteri istediği aynayı seçecektir.

Aynaları kontrol ederken, aynaların bir tanesinin arızalı olduğunu fark eder. Aynanın camı arızalıdır. Hafif bir şekilde dalgalıdır. Dalgalı aynalar ise insanın şeklini, değişik şekilde gösterir. Bunun en güzel örneği kahkaha aynalarıdır. Belirli yerlerde fuar, sirk, ***** vb yerlerde bazen kahkaha aynaları olur. Buradaki aynalar kavisli aynalardır. Bu kavisler farklı şekildedir. Aynada kendisini gören insan, kendi haline bakar bakar güler. Bazen de yakındaki diğer insanlara da güler. Çünkü insanlar kendilerini bazen şişko, bazen uzun bazen kısa boylu, ayakları uzun- gövdesi kısa, göbeği zayıf kolları çok etli vs vs değişik şekillerde olur. İnsanlar gülmeye doyunca orayı terk ederler. O bozuk ayna insanın çenesini bir tarafa kayık göstermektedir. Müşteri nasıl fark etmişse etmiş bakkala haber vermiştir. Bakkal bozuk aynayı alır. Bir bakar gerçekten çenesi kaymış, eğridir. Aynayı ayrı bir yere bırakır. Müşteri ise iyi aynaların birini alır gider. Aradan birkaç gün sonra bakkal kalabalık, gelen giden müşteri fazladır. Müşterilerin bir tanesine bakkalda biraz beklemesini söyler. Müşteriler alışverişlerini yapıp gittikten sonra bakkal dükkânı tenhalaşır.


Antalya Literary Express cilt 1 sayı 11

Bakkal aynayı verir:

bekleyen müşteriye

arızalı

-- Eyvah Mahvoldum?

-- Şu aynaya bak. Kontrol et bir anormallik var mı?

ben

ne

yapacağım.

-- Telaşlanma sakin ol. Kimse duymasın. Bu gibi şeyler herkese söylenmez. Kimseye seslenme.

Müşteri aynayı kontrol eder. Aynaya bakar, hafifçe gülümser.

O ara başka müşteriler gelir. İhtiyaçlarını temin eder ve giderler. Çenesini yamuk zanneden müşteri kimsenin göremeyeceği farklı bir yerde bekler.

Daha sonra bakkal ile sohbete başlar. Bakkalın kafasında bir plan vardır. Bakkal planını müşteriye anlatır. O da gülümseyerek kabul eder. Çay ve sohbetten sonra müşteri gider. Ama bu müşteri sıradan biri değildir. Komşu köyde bulunan nefesi kuvvetli bir hocadır. (!)

Bu müşteri yakın köylerin birisinde yaşayan ve arıcılık yapan sessiz sakin bir kimsedir. Eşi birkaç yıl önce vefat etmiştir. Çocukları yakın il veya ilçededir. Ara sıra gelip gitmektedir. İşin ayrı bir tarafı da arılarını bol yeşillikli ve tenha bir yere taşımıştır. Dolayısıyla yalnız yaşıyor denilebilir.

Aradan birkaç gün geçer. Dükkâna komşu köyden bir müşteri gelir. Bu an beklenen an, müşteri beklenen müşteridir. İçeriye girince bakkal müşteriye hemen seslenir:

Diğer müşteriler gider baş başa kalırlar. ‘’Dertli deli olur’’ derler. Dertli hemen atılır:

-- Sana ne oldu böyle arkadaş.

-- Ben ne yapayım? Ben yandım.

-- Ne olmuş ne var.

-- Dur panik yapma. Sakin ol. Beni iyi dinle söylediğimi yap.

Bakkal dikkatlice bakar ve devam eder: -- Senin ağzın eğilmiş. Sen farkında değil misin?

-- Sen sizin komşu köydeki, Çizmeli Hoca’ya git. Derdini anlat. Benim gönderdiğimi ve benim selamımı söyle. Sana okuyuversin. Birkaç günde hiç bir şeyin kalmaz. O çok derin hocadır. Eğer okumak istemezse biraz bal vaat edersin.

-- Yok, ben iyiyim. Bende bir şey yok. -- Sen farkında yoksun senin çenen kaymış. Ağzın hafif eğrilmiş. -- Bende bir şey yok.

-- Ağabey giderim amma ya okumazsa.

Müşteri eliyle çenesini okşar. Sağa sola bakınmaya başlar. Bakkal sorar:

-- Okur, okur dediklerimi yap. Arıcı ihtiyaçlarını alır. Kısa yoldan evine uğrar. Bir miktar balı bir kaba koyar. Bal ile beraber doğru hocanın yanına gider. Kapıyı çalar. Kapıyı açan hoca karşısında arıcıyı görünce planı uygular:

-- Ne arıyorsun? -- Ayna yok mu? Bakkalın aradığı an gelmiştir. Özel aynayı alır müşteriye verir. Müşteri aynaya bir bakar ki ne görsün. Gerçekten çenesi yamuk görünür. Biraz kayıtır. Adam afallar:

-- Ne oldu sana hayrola? Sen ne hale gelmişsin?

2966


Antalya Literary Express cilt 1 sayı 11

-- Çok mu ağabey?

onlar söylerler der. Söylemezlerse hasta iyidir. Ayrıca der ki:

-- Çok değil ama birazcık var. Sen geçen gün iyiydin. Sanırım yeni olmuştur.

-- Bakkal olmasa sakat kalacaktın. O fark etti. Yanına boş gidilmez. Şu bal getirdiğin kabı al. Bakkala biraz bal götür. Sonra bana gel haber ver. Der.

-- Ağabey eline düştüm. Sen bilirsin bana okuyuver. -- Tam da öyle bir zaman buldunuz ki: Bu günler çok işim var.

Hasta hayır dualarıyla oradan ayrılır. Neşeyle evine gelir. Kabı doldurur. Sabaha hazırlık yapar. Sabahleyin erkenden bakkala gider. Bakkal çok kalabalıktır. Hasta ortalığın tenhalaşması için biraz bekler. Müşterilerle birazda sohbet eder. Hiç kimse hastalığını görmez. Artık iyi olmuştur. (!) Sevinir kimseye belli etmez.

-- Ağabey işi boş ver. Önce şu balı al. Beni iyi et. Ben size tekrar bal getiririm. İyi olunca da işlerinize yardım edeyim. -- Eh işler kaçmıyor. Biraz geç olsa da fark etmez. -- Sağ ol ağabey.

Bakkal dükkânı tenhalaşınca sohbet başlar.

Odaya girerler hasta oturur. Hoca ona karşı döner. Bir şeyler okur. Ara sıra ona karşı üfler. O günkü seans bitmiştir. Hasta ayağa kalkar evine gitmek için yola çıkar. Hoca gerekli tembihleri yapar. (!)

-- Geçmiş olsun. İyi olmuşsun. -- Sağ ol. -- Siz de sağ olun. Şu balı al. Afiyetle ye. Siz haber vermeseniz ben sakat olacaktım.

-- Birkaç gün kalabalık yere çıkma. Fazla konuşma. Çok konuşursan zor iyi olursun. Hem eller bir şey var zannederler. Hasta olmuş derler. Vs vs.

Bakkal kabı boşaltır. Hastaya verir. Hasta oradan ayrılır. Birkaç kişi ile konuşur onlar hiçbir şey söylemeyince çok sevinir. Doğruca eve gelir. Hocanın yanına boş gidilmez bir miktar daha bal alır. Hocanın yolunu tutar. Ona varır. Sevinçli haberi ve balı verir. Allah ısmarladık der oradan ayrılır.

-- Gitmem hocam siz izin verinceye kadar fazla gezmem. Hocam kaç gün okunacak? -- Hiç belli olmaz. İyi oluncaya kadar gel. Çabuk iyi olursunuz. Çünkü erken fark edildi. Bakkaldan Allah razı olsun.

Bir süre sonra hasta hocanın nefesinden ve hocanın meziyetlerini anlatmaya başlar. Hoca ve bakkal ise bal yemenin nasıl kolay olduğunu anlatırlar.

Birkaç gün arıcı hocanın yanına gider gelir. Hoca okur. Okuma sonunda hasta hocaya yardım eder. Beraberce çalışırlar. Hasta her gün belirli miktarda iyileşmektedir. Bunu hoca hastaya haber verir.

Ama hasta iyidir. Sağlıklı ve uzun ömürler onun olsun.

Artık hasta iyileşmiştir. (!) Okuma seansından sonra, hoca hastaya söyler. Ayrıca yarın bakkala ve başkalarına da görün. Onlar seslenmezse sen konuyu açma der. Hata varsa

Adil Yüksel

2967


Antalya Literary Express cilt 1 sayı 11

Görevliler Görevi Başında

İlçeden gelenle karşılaşırlar. Zaten birbirlerini tanımaktadırlar. İlçedeki sorar:

İnsanların çok değişik görev ve vazifeleri vardır. Vazife ne ile ilgili olursa olsun önemli olan o vazifeyi şahsi menfaatlerden ayrı tutarak yerine getirmektir. Bazı vazifelerin gecesi gündüzü ve saati olmaz.

— Komşu köylerden gelip, bizim sınırlarımızda hayvan otlatan var mı? Onu arıyoruz. Peki, siz ne yapıyorsunuz?

İşte size vazifesine düşkün iki kişinin görevlerini nasıl yaptıkları:

— Biz de ışıldak ile avlanan (far avı yapan) var mı, onu kontrol ediyoruz. Der.

— Ne yapıyorsunuz?

—Var mı?

Birisi bir kasabanın çiftçi mallarını koruma görevlisidir. Görevi kasaba sınırları içerisindeki her türlü bağ ve bahçeye hayvanların ve insanların zarar yapmasını önlemektir. Komşu köylerden çobanların, o belde sınırları içine hayvanlarını getirmesini engellemektir. Bölgede kurallara aykırı avcılığı önlemektir. Vs. vs.

— Yok. Gerçekten o iki gurubu saymazsak başka kimse yoktur. Ayrılırlar. Traktörden inip saklanan görevine döner. O gece sabaha kadar herkes görevine devam eder. Birkaç defa daha karşılaşırlar. Hiç kimseyi yakalayamadan sabah olur. Herkes işine devam eder. Sabah avladıkları hayvanları taksim ederler.

Diğeri ise o ilçedeki bir kurumda yetkilidir. Onun da ilçe sınırları içinde yasal olmayan avlanmayı önlemek, hayvanları korumak, doğayı korumak gibi görevleri var.

Olan ise av hayvanlarına olmaktadır. Yıllar önce bol miktarda doğada bulunan hayvanlar yavaş yavaş azalmaktadır.

Her ikisinin de görevlerinin ortak yönü korumaktır. Bir gece kasabadaki görevli traktörüne biner. Yanına iki arkadaşını da alır. Beldenin ormanlık ve yüksek kısımlarına giderler. Birisinin elinde bir ışıldak, diğerinin elinde ise bir tüfek vardır. Bunlar ormanlık alana kontrole (!) giderler. Bu ara önlerine çıkan tavşancıkların akıbeti bellidir. Onları avlarlar. Yani asıl amaçlarını yerine getirirler.

Adil Yüksel

Editörler Kurulu

İlçedeki görevli de yanındaki iki adamıyla arabaya atlar; o da kontrole çıkar. (!) Tesadüfen onların elinde de ışıldak ve tüfek vardır. Tüfeği ve ışıldağı aksesuar olarak taşımaktadırlar. (!)

Adil Yüksel, Korkuteli <adilyuksel55@gmail.com> Harun Taner, Antalya <harun.taner.antalya@gmail.com> Kayaalp Büyükataman, ABD <kbuyukataman@gmail.com>

Tesadüf bu kadar olur. Her ikisinin yolları aynı yerde kesişir. Kasabalı, diğer ışık yaklaşınca traktördeki avcıyı traktörden indirir.

2968


Antalya Literary Express cilt 1 sayı 11

Yazışmalı Satranç

Juan Hector Prado ARG Enrique Omar Gimenez ARG Ryszard Wojtkowiak POL Mark Adams USA Luciano Nucci ITA Vladimir Stancl CZE Javier Felipe K del Corral CUB Wayne Jordaan RSA Deverino Miguel Ferro ARG Jan Kupec CZE Radomir Svrsek CZE

E-posta ile Satranç Kişisel özet bilanço. Ulusal çapta ve uluslararası alanda, e-posta ile satranç oynayan Türkiye'den satranççı sayısı son derece azdır. IECC, DESC ve MAPEJK gibi en başta gelen e-posta ile satranç kulüplerindeki en üst sıralamaları aşağıda alıntılıyorum. Görülebileceği gibi ülkemizden benden başka bir oyuncu yok. Bu üç kulüpteki kuvvet derecelerim 2250 dolaylarındadır. Oynadığım oyunların kuvvet derecesi hesaplamalarında değerlendirilmelerinden sonra bu kuvvet derecesi 2200 düzeyine doğru gerileyecektir.

DESC Kuvvet Derecesi Listesi: Mart 2013 Die inoffizielle Wertungsliste 1 bis 100 Nummer Name Land Bundesland Wertungszahl 1 2 3 4 5 6 7 8 9 10 11 12 13 14 15 16 17 18 19 20 21 22 23 24 25 26 27 28 29 30 31 32 33 34 35 36 37 38 39 40 41 42 43 44 45 46 47 48 49 50 51 52 53 54 55 56 57 58 59 60 61 62 63 64 65 66 67 68 69 70 71 72 73

IECC Kuvvet Derecesi Listesi: Mart 2013 RANK RATING ID FULL NAME STATS(W~D~L) CNT --------------------------------------------------------------------1 2701 10555 Goodman, Conrad 40~48~13 USA 2 2566 10540 Gill, David 50~38~4 USA 3 2561 14533 Krueger, Hilmar 41~88~9 GER 4 2494 11673 Habermehl, Tobias 10~8~0 GER --------------------------------------------------------------------6 2456 14859 Petkov, Stamat 86~46~4 BUL 7 2449 18149 Pessoa, Francisco 63~36~5 POR 8 2434 10965 Mayer, Eduardo 153~139~13 CHI 9 2423 17531 Djuric, Mirko 64~65~24 SER 10 2420 18871 Zoubkov, Alexander 17~19~1 RUS --------------------------------------------------------------------11 2399 19252 Staroske, Uwe 0~3~2 GER 12 2376 12060 Ingersol, Harry 35~45~12 USA 13 2365 14930 Wosch, Andy 22~27~2 GER 14 2354 19354 Baum, Hansjuergen 3~9~6 GER 15 2347 17713 Sakic, Radislav 124~121~61 SCG --------------------------------------------------------------------16 2329 19250 Quednau, Hans-Joachim 9~16~1 GER 17 2326 10066 Alvarez Villar, Horacio Nelson 39~72~20 ARG 18 2314 10157 Braakhuis, Wilfried 25~27~20 NED 19 2311 17647 Trofimov, Vladimir 16~12~5 RUS 20 2310 19522 Ojeda, Jose Luis 1~2~0 PER --------------------------------------------------------------------22 2296 10679 Hosch, William 44~36~11 USA 23 2292 15716 Muller, Henri 50~71~20 BEL 24 2288 17554 Djoudi, Amar 15~19~1 FRA 25 2272 18841 Simmelink, Joop 35~25~11 NED --------------------------------------------------------------------26 2264 10333 Dainauskas, Juozas 15~15~6 LTU 27 2259 18494 Stilman, Eduardo 134~122~30 URU 28 2253 15086 Taner, Harun 68~66~36 TUR 29 2250 18979 Markus, Roland 33~18~4 GER 30 2244 11949 Prevenios, Michail 51~40~12 GRE --------------------------------------------------------------------31 2237 12584 Bestvina, Mladen 35~21~1 USA 32 2235 17282 Nenciulescu, Silviu Catalin 12~29~10 ROM 33 2231 18239 Hartnack, Bob 17~10~5 USA 34 2227 18861 Amos, Frank 3~3~1 GER 35 2208 14870 Cehajic, Mustafa 179~114~75 BOS --------------------------------------------------------------------36 2204 17838 Ducci, Roberto 37~15~5 ITA 37 2202 12991 Vujadinovic, Milan 62~112~45 SCG 38 2197 17586 Dvoinikov, Andrej 52~18~0 RUS

MAPEJK Kuvvet Derecesi Listesi: Mart 2013 Miroslav Wurschner SVK Jorge Clarizza ARG Wilhelm Coche GER Marco Schlenther GER Diogo Luiz de Oliveira BRS Angelo Antonio Capoccia ITA Harun Taner TUR Fernando Ardila Barrera COL Juan Felipe Kamanel Zamora CUB Arndt Raessler GER Miroslaw Barczynski POL

2274 2262 2261 2245 2237 2233 2231 2214 2211 2203 2200

2430 2381 2345 2337 2317 2304 2300 2298 2290 2279 2277

Ellinger, Peter GER NIE Mayer, Roger SUI Glotz, Dietmar GER SAC Boeken, Michael GER NRW Schoen, Werner GER HES Papenfuss, Ingo GER HES Weingarz, Wilfried GER RLP Hoeppenstein, Michael GER NIE Fritsche, Frank GER Baer, Lutz GER SLH Dorer, Manfred GER BAW Coché, Wilhelm GER RLP Janzen, Norbert GER RLP Boehm, Robert GER SAC Schlenther, Marco GER SAH Rau, Johann GER THU Zapf, Herbert GER NRW Gburek, Juergen GER NRW Axmann, Stefan GER MVP Foerster, Alexander GER NRW Kracht, Joerg GER MVP Ruefenacht, Matthias SUI Mueller, Wolfgang GER BRE Schaefer, Uwe GER RLP Venus, Ulf GER BER Moeller, Uwe GER NRW Achatz, Michael GER RLP Bruening, Ralf GER BAY Teubert, Joerg GER BRA Zielinski, Sergej GER SAH Killer, Oliver SUI Gappel, Heinz GER SAC Krammer, Werner GER BAY Luecke, Volkmar GER SLH Quednau, Hans-Joachim GER Mueller, Uwe GER BAW Philippeit, Boris GER Tonne, Grant-Hendrik GER NIE Mislin, Roger SUI Littke, Helmut GER MVP Koslowski, Volker GER NRW Behrendorf, Kurt GER RLP Taner, Harun TUR Hentze, Holger GER SAC Schott, Detlef GER NRW Gohla, Ulf GER NRW Dietrich, Udo GER BAW Ratzmann, Stefan GER NRW Kahl, Fred GER NIE Schulz, Bernd GER MVP Weber, Daniel SUI Kamanel del Corral, Javier Felipe CUB Watson, Roland GER NRW Hellmueller, Franz SUI Hoegerl, Gerd GER BAW Kamanel Zamora, Juan Felipe CUB Dr. Keller, Gert GER BAW Zoechling, Herbert AUT Kessler, Juergen GER NIE Wichert, Gerd GER BER Dr. Reuter, Manfred GER NRW Schirmer, Michael GER NRW Preziuso, Toni SUI Dr. Hentschel, Uwe GER SAH Meyner, Hannes GER HES Send, Heinz-Roland GER NRW Grott, Peter GER NRW Markus, Roland GER SAH Wilke, Oliver GER NIE Pluemmer, Rolf GER NRW Mulde, Ralf GER BRE Engelhard, Christof GER HAM Schmidt, Joerg GER MVP

2430 2376 2368 2368 2365 2363 2360 2358 2356 2350 2349 2346 2343 2340 2337 2336 2336 2333 2330 2323 2318 2312 2307 2305 2299 2297 2297 2295 2295 2290 2285 2284 2279 2277 SAH 2272 2270 2270 2267 2263 2261 2256 2256 2253 2251 2250 2250 2249 2244 2244 2239 2239 2236 2233 2222 2222 2220 2219 2219 2217 2216 2215 2214 2211 2210 2209 2207 2207 2206 2203 2202 2201 2201

Harun Taner

2969


Antalya Literary Express cilt 1 sayı 11

Yeni Kuvvet Derecesi Listesi

(1) Harry Potter ve Felsefe Taşı (2) Harry Potter ve Sırlar Odası (3) Harry Potter ve Azkaban Tutsağı (4) Harry Potter ve Ateş Kadehi (5) Harry Potter ve Zümrüdüanka Yoldaşlığı (6) Harry Potter ve Melez Prens (7) Harry Potter ve Ölüm Yadigârları

1 nisan 2013 gününden sonra başlayacak turnuvalarda geçerli olacak ICCF Yeni Kuvvet Derecesi Listesi (2013-2) web sunucusunda yayınlandı. Ülkemizin 2300 ve üzeri aktif oyuncularını aşağıda alıntılıyorum. Türkiye Şampiyonu Nejdet Esen 2 IM normunu doldurmasına rağmen, listede henüz IM olarak görünmüyor. ICCF Id 490124 490165 490077 490167 490089 490190 490081 490076 490186 490303 490147 490058 490377 490094 490255 490066 490113 490069 490136

Title GM SIM SIM IM IM IM

GM

SIM

Name

Games

Turgut, Tansel Akdag, Murad Kösebay, Osman Esen, Nejdet Özmen, Halil Selen, Dinçer Satici, Aykut Cihan Dikmen, Ali Gurmen, Attila Tugsavul, Ugur Goze, Tolga Atakisi, Fatih Akinal, Ediz Gokerman, Ersan Onder, Evren Satici, Aydin Hiçdönmez, Hakan Kural, Aziz Serhat Taner, Dr. Harun

101 171 180 202 127 152 117 332 233 58 192 467 71 107 122 788 218 190 120

JK Rowling, ek olarak, aynı dizi kapsamında sayılan 3 kitap daha kaleme aldı: 2001 yılında Fantastik Canavarlar Nelerdir, Nerede Bulunurlar? ile Çağlar Boyu Quidditch ve 2008 yılında Ozan Beedle'ın Hikâyeleri.

Rating

Harry Potter kitapları 70 civarında dile çevrildi; dünyada 500 milyona yakın satış rakamına ulaştı; filimleri izlenme rekorları kırdı. Aşağıda dizinin ilk kitabını kısaca tanıtıyorum.

2618 2559 2487 2457 2454 2440 2405 2356 2353 2345 2343 2340 2329 2329 2326 2326 2324 2324 2308

JK Rowling resmi www http://www.jkrowling.com/

sayfası:

Harry Potter ve Felsefe Taşı

Harun Taner

Haftanın Kitabı Haftanın Kitabı 03: Harry Potter ve Felsefe Taşı Değerli okuyucular, Bu yazımda çocuklara yönelik fantastik/bilim kurgu yazının başyapıtlarından Harry Potter kitaplarına değiniyorum. Bunun temel nedeni bu kitaplara olan ilgidir: Kitap fuarında ne zaman Harry Potter kitaplarının yanından geçsem, kitapların başında onlarca çocuğa rastladım. Fuarda en fazla satılanların başında geliyordu Harry Potter kitapları. Britanyalı yazar JK Rowling, Harry Potter dizisinde 1997 2007 yılları arasında 7 yapıt yayınladı:

Künye: 2001, Yapı Kredi Yayınları, 274 sayfa, Çeviren: Ülkü Tamer (daha önce 1999, Dost Kitabevi Yayınları, Çeviren: Mustafa Bayındır)

2970


Antalya Literary Express cilt 1 sayı 11

Özet: Harry 11. yaş gününe kadar merdiven altındaki küçük odasında kendisinden hoşlanmayan teyzesi, eniştesi ve kuzeniyle birlikte yaşamaktadır. Çok mutsuz bir çocukluk geçiren Harry’nin 11. doğum günü yaklaşmaktadır. Derken beyaz bir baykuşun getirdiği bir mektupla hayatı değişir. Hogwarts Cadılık ve Büyücülük Okulu'ndan hiç başvuru yapmadığı halde kabul edilmiştir. Bu okulda birbirinden ilginç dersler alır, iki arkadaşıyla birlikte maceradan maceraya koşar. Yaşayarak öğrendikleri sayesinde küçük yaşta becerikli bir büyücü olup çıkar.

Harry Potter is an ordinary boy who lives in a cupboard under the stairs at his Aunt Petunia and Uncle Vernon’s house, which he thinks is normal for someone like him who’s parents have been killed in a ‘car crash’. He is bullied by them and his fat, spoilt cousin Dudley, and lives a very unremarkable life with only the odd hiccup (like his hair growing back overnight!) to cause him much to think about. That is until an owl turns up with a letter addressed to Harry and all hell breaks loose! He is literally rescued by a world where nothing is as it seems and magic lessons are the order of the day. Read and find out how Harry discovers his true heritage at Hogwarts School of Wizardry and Witchcraft, the reason behind his parents mysterious death, who is out to kill him, and how he uncovers the most amazing secret of all time, the fabled Philosopher’s Stone! All this and muggles too. Now, what are they?

Summary: Harry Potter and the Philosopher’s Stone is the first book in the Harry Potter series, written by J.K. Rowling. It was published in 1997 and a movie version was shown in theaters in 2001. In the United States the book and movie are called Harry Potter and the Sorcerer’s Stone.

2971


Antalya Literary Express cilt 1 sayı 11

Kurzfassung: Eigentlich hatte Harry geglaubt, er sei ein ganz normaler Junge. Zumindest bis zu seinem elften Geburtstag. Da erfährt er, dass er sich an der Schule für Hexerei und Zauberei einfinden soll. Und warum? Weil Harry ein Zauberer ist. Und so wird für Harry das erste Jahr in der Schule das spannendste, aufregendste und lustigste in seinem Leben. Er stürzt von einem Abenteuer in die nächste ungeheuerliche Geschichte, muss gegen Bestien, Mitschüler und Fabelwesen kämpfen. Da ist es gut, dass er schon Freunde gefunden hat, die ihm im Kampf gegen die dunklen Mächte zur Seite stehen.

Harry Potter ülkemizde o kadar beğenilmiş olmalı ki, aynı diziden iki kitabı, Düşler Kuyusu ve Cadı Avcısı, Serhan Vural yazdı. Beşinci kitaptan sonra yazılan bu kitapların ilk bölümlerini okuma bağlantılarını sunuyorum: Harry Potter ve Düşler Kuyusu - Serhan Vural: http://www.fantastikedebiyat.com/forum/dus ler-kuyusu-millet-yazar-da-ya-biz-t11100.html Harry Potter ve Cadı Avcısı - Serhan Vural: http://jackalthephysicer.blogcu.com/harrypotter-ve-cadi-avcisi-bolum-1/2520737

İndirme bağlantıları: 1 (Türkçe, İngilizce, Fransızca) : Harry Potter ve Felsefe Taşı1

Über die Verfasserin: Joanne K. Rowling, OBE (* 31. Juli 1965 in Yate, South Gloucestershire, England; eigentlich Joanne Rowling) ist eine britische Schriftstellerin, die mit einer Reihe von Romanen um den Zauberschüler Harry Potter berühmt wurde. Die Mittelinitiale „K“ fügte Rowling selbst hinzu. Sie steht für „Kathleen“, den Vornamen ihrer Großmutter. Rowling ist unter den Schriftstellern der Weltgeschichte die erste, die mit ihren Werken eine Milliarde US-Dollar verdiente.

2972


Antalya Literary Express cilt 1 sayı 11

2 (Almanca, İspanyolca, Portekizce, İtalyanca, Vietnamca, Hollandaca, Endonezyaca) : Harry Potter ve Felsefe Taşı2

Dosyaları açmak üzere 7-zip programını (7zip.org) öneriyorum.

3 (Rusça) : Harry Potter ve Felsefe Taşı3 Sınama amacıyla bir dosyaya doğrudan erişim bağlantısını sunuyorum: Türkçe pdf

yazışmak üzere, neşeli okumalar dilerim. 14 Mart 2013 Perşembe, Antalya, Türkiye Harun Taner <harun.taner.antalya@gmail.com>

Haftanın Kitabı 04: Çeşitli formatlardaki e-kitapları okuyabileyeceğiniz bir uygulama: Calibre taşınabilir 1. bağlantı 2. Bağlantı

Küresel Eğilimler 2030 raporu

Değerli okuyucular,

2973


Antalya Literary Express cilt 1 sayı 11

Amerika’nın da süper gücünü yitireceği ve çok kutuplu bir dünyada ilk kez diğer ülkelerle aynı düzeyde algılanacağı üzerinde duruluyor. 2030 raporunda lider olarak ortaya çıkan ülke ise Çin. Ulusal İstihbarat Konseyi küresel eğilimlerle ilgili son raporunu 2008 yılında açıklamıştı. Konsey, Amerikan hükümetine stratejik düşünce konusunda fikirler sunmakla görevli. Rapor için: http://www.dni.gov/index.php/about/organiz ation/national-intelligence-council-globaltrends Voa 2. Raporun özetinin özeti: Dünya tek kutuplu dünyadan, tekraren çok kutuplu bir dünyaya doğru ilerliyor. Kırk yıldır "uyuyan dev" olan ve 10 yıldır yüzde 8 ile kalkınan Çin, önümüzdeki kırk yılda uyanıyor ve yeni on yılların yükselen süper gücü oluyor.

Bu yazımda 2012 yılı biterken aralık ayında yayınlanan Küresel Eğilimler 2030 raporuna değinmek istiyorum. 1. Haber iletisi: Küresel Eğilimler 2030 Yayın tarihi: Salı, 11 Aralık 2012 20:25

3. Anahtar ülke Türkiye: 2008 yılında yayınlanan bir önceki Küresel Eğilimler raporu, Küresel Eğilimler 2025: Dönüşmüş bir Dünya, Türkiye'yi orta boy ve anahtar ülke olarak niteliyordu.

Amerikan hükümeti dahilindeki istihbarat kuruluşlarını aynı çatı altında toplayan Ulusal İstihbarat Konseyi dün Washington’da Küresel Eğilimler 2030 raporunu yayınladı. Raporda Türkiye ilgili olarak altı farklı senaryoya yer verildi. Bu senaryolardan birine göre de bölgesel bir Kürt devletinin kurulması durumunda Türkiye’nin toprak bütünlüğü bundan etkilenilebilir. Ulusal İstihbarat Dairesi’nin raporunda yer alan senaryolarda Türkiye uluslararası alanda gücü giderek artan bir ülke olarak da gösteriliyor. Raporda Avrupa ülkelerine de Türkiye’nin üyelik müzakerelerini sürdürme ve üyelik kapısını açık tutma tavsiyesinde bulunuldu. Ulusal İstihbarat Dairesi, Türkiye’nin Kolombiya, Mısır, Endonezya, Meksika ve Güney Afrika gibi ekonomik açıdan güçlü bir kalkınmaya da sahne olacağı kaydediliyor. Öte yandan Rusya, Japonya ve Avrupa’nın ekonomik açıdan inişe geçeceği öngörülüyor. Raporda ayrıca,

4. Bölgesel güç Türkiye: Yeni raporun birçok yerinde Türkiye anılıyor. Raporda Türkiye'nin geçtiği bölümleri alıntılıyorum. "Giriş/Mega Trendler/Gücün Yayınımı (Sayfa iv): 2030 itibariyle ülkeler arasındaki güç yayınımının (difüzyon) dramatik bir etkisi olacak. GDP, nüfus büyüklüğü, askeri harcama ve teknolojik yatırımına dayanan küresel güç terimleriyle Asya, Kuzey Amerika ve Avrupa’nın toplamını geçmiş olacak. Çin, 2030’dan birkaç yıl önce Birleşik Devletler’i geçerek muhtemel en büyük ekonomi olacak. Tektonik bir kaymaya, küresel ekonominin sıhhati, geleneksel Batı’dan daha ziyade

2974


Antalya Literary Express cilt 1 sayı 11

gelişen dünyanın durumunun ne kadar iyi olduğuyla ilintili olacak. Çin, Hindistan ve Brezilya’ya ek olarak Kolombiya, Endonezya, Nijerya, Güney Afrika ve Türkiye gibi bölgesel oyuncular, özellikle küresel ekonomi için çok önemli hale gelecek. Bu arada muhtemelen Avrupa, Japonya ve Rusya, ekonomilerinin göreceli yavaş düşüşlerini sürdürecekler. Giriş/Oyun Değiştiriciler/Artan Potansiyel (Sayfa vii):

bazıları daha dinamik olacaktır. Örneğin 2030’da Çin’in GDP’si Japonya’nınkinin 1,4 katı olabilecektir. Mega Trendler 3/Demografik Desenler/Genç Ülkelerin Daralması (Sayfa 23): Güneydoğu Türkiye’deki Kürt doğurganlığı kadın başına 4 ile duracak gibi görünmektedir. İsrail’de farklı Ultra-Ortodoks Yahudi azınlığın doğurganlığı kadın başına 6 çocuğun üzerinde olacaktır. Uyumsuz azınlıklar içindeki yüksek doğurganlık oranının devamlığı ve nüfus artışı, özellikle bu nüfuslar daha büyük hala geldikçe siyasi düzeni kaygılandıracağı kesin gibidir. Yine de tek başına demografi, bu ülkelerin nüfus kaymalarına nasıl uyacağına dair bir ipucu vermemektedir.

Çatışma

Devlet içi çatışmalar, siyaseten uyumsuz genç etnik azınlık barındıran erişkin genel nüfusun olduğu ülkelerde tedricen artmış olacak. Türkiye’deki etnik Kürtler, Lübnan’daki Şiiler ve güney Tayland’daki Pattani Müslümanları içeren ihtilaflar, bu türden durumlara örnek verilebilir.

Mega Trendler 3/Demografik Desenler/Yeni Göç Çağı/Küresel İşçi Akışları (Sayfa 25):

Mega Trendler 2/ Güç Yayınımı (Sayfa 16): Aynı ölçüde önemli olarak Kolombiya, Mısır, Endonezya, İran, Güney Afrika, Meksika ve Türkiye gibi diğer Batılı-olmayan ülke ekonomileri ile bugün orta katmanda yer alan diğerleri, 2030 itibariyle yükselebilir. Çin ve Hindistan çok büyük olduğu için tek başlarına bu ülkeler ikinci-seviye oyuncular olarak kalacaklardır. Ancak kolektif grup olarak, küresel güç bakımından Avrupa, Japonya ve Rusya’yı bastırmaya başlayacaktır. Modellememiz bu hızla gelişen orta katman ülkeleri (Goldman Sachs’ın “Sonraki 11’i”Bangladeş, Mısır, Endonezya, İran, Meksika, Nijerya, Pakistan, Filipinler, Güney Kore, Türkiye ve Vietnam) 2030’da toplu halde AB27’i geçeceklerdir. Bu ikinci katman Batılıolmayan Çin ve Hindistan devlerine eklendiğinde gücün Batı’dan yükselen ya da Batılı-olmayan dünyaya kayması daha çok telaffuz edilecektir. Ulusal güçteki bu kaymanın büyüklüğü, 2030’da süren bölgesel güç geçişlerinin sayısına yansıyacaktır. Çin ve Hindistan’ın halihazırda bölgesel konumlarını konsolide ettiği Asya dışında kalan bunlardan

Yeni gelişmiş ülkeler sayısız fırsatlar sunacaktır. Gelişen dünyadaki hızlı şehirleşme sayesinde, önümüzdeki 40 yıl içerisinde – yoğun olarak Asya ve Afrika’da– şehirlerdeki ev, iş yeri ve ulaşım hizmetleri inşası, bugüne kadar dünya tarihinde bu türden inşaatın toplam hacmine neredeyse eşit olacaktır. Bu da hem vasıflı hem de vasıfsız işçiler için muazzam fırsatlar yaratacaktır. Genç nüfusu düşen Brezilya, Çin ve Türkiye gibi birçok gelişen ülke, Sahra-Afrika’sı ve Güneydoğu Asya gibi genç nüfuslu az gelirli ülkelerden göçmenleri kendilerine çekecektir. Brezilya, Çin ve Türkiye halihazırda doğurganlıkta keskin düşüşler yaşamaktadır. Brezilya’nın genç nüfusunun 2030’da 5 milyon düşmesi beklenmektedir. Çin’de bu düşüş 75 milyondur. Türkiye’de 2030 itibariyle çok az bir düşüş olacaktır. Oyun-Değiştiriciler 1/ Kriz-Eğilimli Küresel Ekonomi (Sayfa 44): Gelişen Güçler: Önümüzdeki 10 yıllarda, Çin, Hindistan ve Brezilya gibi büyük gelişen güçler

2975


Antalya Literary Express cilt 1 sayı 11

göreceli ekonomik kazanımlar yapmakla kalmayacak aynı zamanda Meksika, Kolombiya, Endonezya, Güney Kore, Türkiye ve potansiyel olarak Nijerya da adlarını duyuracaktır. (Tablo)

genel nüfuslarından çok daha genç kalacak etnik ve kabilesel azınlıkların sayısı nedeniyle yüksek olması muhtemeldir. Oyun Değiştiriciler 3/ Artan Çatışma Potansiyeli/Devletler-Arası Çatışma: Artan Şanslar (Sayfa 67):

Oyun Değiştiriciler 1/ Kriz Eğilimli Küresel Ekonomi /Gelişen Güçler İçin de Çatırdama Zamanı (Sayfa 46):

İsrail/Filistin’deki Ürdün nehri, Urallardaki Kura nehri ve (Dicle ve Fırat’ın yanında bulunan çoğunluğu Türkiye’deki) Kızılırmak, (Bir zamanlar Aral Denizi’ni besleyen önemli nehirler) Seyhun ve Ceyhun, Orta Asya’daki Balkaş Gölü ve Tarım nehri gibi daha küçük (ve birçok durumda) daha az bilinen su yatakları, büyük ölçüde stres altındadır. Kuzey Afrika ve Arap Yarımadası ve İran boyunca büyük alanlarda ciddi su yatakları mevcut değildir. Bu nedenle büyük ölçüde yeraltı ve ithal suya bağımlıdır. Buna üretimi için yüksek miktarda suya ihtiyaç duyan sebze, meyve ve et gibi tarımsal ürünleri içeren “sanal su” ithalatları da dahildir.

Gelişen ekonomilerin çoğu 2008 mali krizini iyi atlattı. Önümüzdeki 10 yıl içinde, sadece Çin, Hindistan ve Brezilya’nın göreceli ekonomik kazanımlarına değil aynı zamanda muhtemelen Kolombiya, Endonezya, Nijerya, Güney Afrika, Meksika ve Türkiye gibi gelişen bölgesel oyuncuların artan önemine de şahit olacağız. Ancak gelişen ülkeler, hızlı gelişmelerinin ardındaki momenti sürdürmede kendi zorluklarıyla yüzleşmek zorunda kalacaklardır. Oyun Değiştiriciler 3/ Artan Çatışma Potansiyeli/Devlet İçi Çatışma: Azalma Sürüyor (Sayfa 64):

Oyun Değiştiriciler 4/ Bölgesel İstikrarın Daha Geniş Kapsamı/Dönüşü Olmayan Noktadaki Orta Doğu (Sayfa 73):

Devlet-içi çatışmaların sayısı ve yoğunluğuna dair öngörülerde dikkatli olmalıyız. Öncelikle böylesi bir sonuç, muhtemelen pahalı BDO’lara (Barış Destek Operasyonları) süren küresel desteğe bağlı olacaktır. İkinci olarak devlet-içi çatışmalardaki tedrici artı, siyaseten uyumsuz genç etnik azınlığı barındıran ülkedüzeyinde daha erişkin nüfusa sahip ülkelerde meydana gelecektir. Türkiye’deki etnik Kürtler, Lübnan’daki Şiiler ve güney Tayland’daki Pattani Müslümanlar, ortalama yaş yapısı (2535 yaş) gösteren devletlerde sürekli devlet-içi çatışma örnekleridir. Bu çatışmalardan çok azı ülke-seviyesinde yaş yapısı erişkin (35-45) olduktan sonra devam etmiştir. Güney Rusya’daki Çeçen çatışması ve Kuzey İrlanda Sıkıntıları buna örnektir. Daha ileriye bakarsak Sahra Afrika’sındaki devlet-içi çatışma potansiyelinin, bölge ülkeleri daha orta yaş yapısına eriştikten sonra da farklı ülkelerin

1- Siyasi İslam iktidara geldiğinde ılımlı olacak mı? Yirmi yıl önce Cezayir’deki seçimde İslami Kurtuluş Cephesi’nin kötü başlangıcının ardından Siyasi İslam, Sünni dünyada güçlü hale geldi. Türkiye’deki Adalet ve Kalkınma Partisi’nden (AKP), Mısır’daki Özgürlük ve Adalet Partisi’ne (FJP), Tunus’taki Ennahda’ya ve Gazze’deki Hamas’a ve Libya ile Suriye’deki potansiyel İslami zaferlere kadar Orta Doğu manzarası temel şekillerde değişmektedir. Mısır’daki gibi İslamcı partiler, düşük orta sınıf için emniyet ağını genişletme çağrılarıyla cevap verdiler; özel sektöre binlerce istihdam eklediler ve enerji ile gıdaya yardımları desteklediler. Bu politikalar sürdürülebilir değildir. Gelecekte iktidar olacak İslamcı partiler daha pazar-merkezli olacaktır, genç girişimci Müslüman Kardeşler “yeni bekçileri”

2976


Antalya Literary Express cilt 1 sayı 11

ile ekonomiyi büyütecek güçlendireceklerdir.

diğerlerini

Alternatif Dünya 2/ Füzyon/ Dr. Arthur E Kent’in Açılış Konuşması Metni (Sayfa 122):

Oyun Değiştiriciler 4/ Bölgesel İstikrarın Daha Geniş Kapsamı/Dönüşü Olmayan Noktadaki Orta Doğu (Sayfa 74):

Asli sorunlara teknolojik çözümler geliştirmenin başta genç nesiller olmak üzere heyecanlandırıcı bir etkisi vardır. 2010’lar “karamsar ve kötümser” iken 2020’ler aniden teknoloji için altın bir çağa dönüştü. Küresel inovasyon paylaşımı mekanizmaları, Çin ve Birleşik Devletler tarafından tesis edildi. Küresel eğitim daha önce hiç olmadığı kadar büyüdü. Örneğin Türkiye, Rusya ve İsrail, çapraz-kültür aşılanması için yaratıcı merkezler haline geldi. Bilgi endüstriler Afrika ve Latin Amerika’ya yayıldı.

2- Geçişteki hükümetler iç çatışmayı önleyecek mi? Zaman içerisinde süregelen şiddet demokratik yönetim desteğinin altını oyabilir ve bu ülkeleri liberal demokrasiden uzaklaştıracak güçlü diktatörlerin ortaya çıkmasına neden olabilir. Bölgesel olarak dahili şiddete ve iç çatışmaya batmış zayıf hükümetlerin güçlü bir rol oynaması mümkün değildir. Bu başta Türkiye, İran ve İsrail gibi Arap-olmayan güçleri ana oyuncular yapacaktır.

Alternatif Dünya 3/ Şişeden Çıkan Cin (Sayfa 131)

Oyun Değiştiriciler 4/ Bölgesel İstikrarın Daha Geniş Kapsamı/Dönüşü Olmayan Noktadaki Orta Doğu (Sayfa 75):

Brezilya’nın eşitsizlikle savaş çabaları, diğer birçok devlet karşılaştırıldığında daha az dahili istikrarsızlıkla dönecektir. Kürdistan’ın yükselişi Türkiye’nin bütünlüğüne bir darbe olacak ve etrafındaki bölge için büyük bir çatışma riskini artıracaktır."

4- İran bölgesel gücünü nasıl yansıtacak? İran’ın etkisi nükleer hırslarıyla ilintilidir. Muhataplarımızdan bir kısmı İran’ın nükleer silah geliştirmekten vazgeçeceğine ancak böylesi bir silah geliştirme yeteneğini sürdüreceğine inanıyor. Bu senaryoda Suudi Arabistan’ın Pakistan’dan nükleer silah ya da yeteneğini elde etmesiyle yayılmanın önlenmesi sisteminin bozulması kaçınılmaz olacaktır. Türkiye, nükleer bir İran’a kendi nükleer yeteneğini geliştirmek ya da savunma kalkanı olarak NATO’ya güvenmek şeklinde tepki verebilir. BAE, Mısır ve muhtemelen Ürdün de neredeyse kesin olarak eğer İran, Suudi Arabistan ve bölgedeki diğerleri alenen nükleer güç haline gelirlerse kendilerinin de sahip olması için bir önlem olarak enerji sahasında nükleer programlarına başlayacaktır. Eğer bu olursa bölge sürekli bir kriz içinde olacaktır. Sünni-Şia ve Arap-Acem düşmanlığı artacaktır ve bölge dışına taşabilecek geniş kapsamlı istikrarsızlık yaratabilecektir.

K: http://www.ailevadisi.net/genel/590387kuresel-egilimler-2030-alternatifdunyalar.html 5. Rıdvan Karluk, On Yıl Sonra Türkiye’de Eksen Kayması Olur mu? http://www.turkishnews.com/tr/content/201 2/05/27/on-yil-sonra-turkiyede-eksenkaymasi-olur-mu/ – 27 Mayıs 2012Posted in: AB, Prof. R. Karluk Türkiye’nin 2023 Vizyonu ve Uluslararası İlişkiler, Anadolu Üniversitesi 22 Mayıs 2012 Prof. Dr. S. Rıdvan Karluk Anadolu Üniversitesi İktisat Fakültesi Dekanı “Ignoranti quem portus petat nullus ventus suus est”

2977


Antalya Literary Express cilt 1 sayı 11

“Hangi kapıya yöneldiğini bilmeyen hiçbir zaman uygun esen rüzgarı bulamaz.”

Mali Çalışma Grubu (FATF) 24 Eylül 1991; Europol 1999; Avrupa Patent Ofisi (EPO) 1 Kasım 2000; Avrupa Telekomünikasyon Standartları Enstitüsü (ETSI) 14 Aralık 2011 ve bazı Avrupa Birliği Ajanslarına üye olmuştur. (S. Rıdvan Karluk, Uluslararası Kuruluşlar, Beta, İstanbul, 2007)

Lucius Annaeus Seneca Türkiye, Tanzimat’tan bu yana Batı’ya yönelmiş dünyadaki tek Müslüman ülkedir. Ayrıca Türkiye, laik ve demokratik ilkeleri benimsemiş, Batı dünyası ile ortak sınıra sahip ve ona komşu, AB ülkeleri ile tarihi ilişkileri bulunan, dünya üzerinde mevcut 57 islam ülkesi arasında ekonomik, politik, sosyal, kültürel ve sportif alanlarda en gelişmişler arasında yer alan, hayat tarzı olarak kendi kültürel değerlerini koruyarak Batı’yı seçmiş bir ülkedir.

Türkiye için zaman zaman “Batıya giden gemide Doğuya koşan ülke” benzetmesi de yapılmıştır ama bunun doğru olmadığı Türkiye’nin üye olduğu Avrupalı ekonomik, askeri ve siyasi kuruluşlar tarafından ispatlanmıştır. Türkiye’nin dışında hiçbir Batı dünyası dışındaki ülke yukarıda sayılan Avrupalı kuruluşlara üye değildir.

Büyük Önder Atatürk’ün ifade ettiği gibi Türkler, Batı’ya yönelmiş bir millettir. Atatürk, 29 Ekim 1923 tarihinde bu konudaki tercihini şöyle açıklamıştır: “Memleketimizi asrileştirmek istiyoruz. Bütün çalışmamız Türkiye’de asri binaenaleyh batılı bir hükümet vücuda getirmektir. Medeniyete girmek arzu edipte Batı’ya yönelmemiş millet hangisidir?”

Uluslararası ekonomik ve siyasi ilişkilerde ülkelerin birbirlerini nasıl algıladıkları çok önemlidir. Bu algı, tarafların birbirlerine karşı tarihsel imaj ve kültürel birikimlerin etkisinden geçerek oluşur. Algılar bazen peşin yargılardan etkilenir ama algıların varlığı maddi gerçekliğin küçümsenmesi anlamına gelmez. Maddi gerçekliğe anlam kazandıran ise, o gerçekliğe taraflarca atfedilen önlemdir. Günümüzün küresel dünyasında algılar statik olmayıp hızla değişebilmektedir. Tarafların eylemleri algıları doğurur. Bu sebeple eylem değişince algı da değişebilir.

Atatürk’ün bu direktifi üzerine Türkiye Cumhuriyeti ilan edildikten sonraki tüm hükümetler Batı Dünyası ile olan ilişkileri geliştirmek için çaba harcamışlardır. Bu kapsamda Türkiye Cumhuriyeti, Uluslararası Futbol Federasyonları Birliği (FİFA) 1923; Avrupa Konseyi 9 Ağustos 1949; Avrupa Yayın Birliği (EBU) 1950; Stratejik İhracatın Çok Taraflı Kontrolü Koordinasyon Komitesi (COCOM) 1953; Avrupa Sivil Havacılık Konferansı (ECAC) 1955; Eurochambers 1958; Avrupa Sanayici ve İşverenler Konfederasyonu Birliği (UNICE) 1958; Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM, ECHR) 1959; Ekonomik Kalkınma ve İşbirliği Örgütü (OECD) 14 Aralık 1960; Avrupa Futbol Federasyonları Birliği (UEFA) 1962; Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı (AGİT, OSCE) 25 Haziran 1973; Uluslararası Enerji Ajansı (IEA) 15 Kasım 1974; Kara Paranın Aklanmasının Önlenmesine İlişkin

Türkiye’nin gösterdiği ekonomik performans ve izlediği aktif dış politika, ülkemizin Batı dünyasındaki algısının değişmesini sağlamıştır. Türkiye değişirken Batı’nın Türk dış politikası algısı da değişmektedir.NATO üyeliğinden sonra Türkiye, Batı Dünyası’nın sadık bir müttefiki olarak algılanmıştır. Türkiye’nin dış politikada belli değer ve ilkeler belirleyerek bunları uygulamaya koyması, son yıllarda ABD ve Avrupa Birliği’nde endişe doğurmuştur ama bu, bir eksen kayması anlamına gelmemektedir. NATO Devlet ve Hükümet Başkanları Zirvesi, ABD’nin Chicago kentinde NATO’nun en

2978


Antalya Literary Express cilt 1 sayı 11

yüksek karar organı Kuzey Atlantik Konseyi’nin açılış oturumuyla 20 Mayıs’ta başlamıştır. NATO üyeleri arasında en fazla ilgi gören ülkeler arasında Türkiye bulunmaktadır. McCormick Kongre Merkezi’nde düzenlenen zirvede Türkiye’yi, Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu ve Milli Savunma Bakanı İsmet Yılmaz temsil etmektedir.

İstanbul’da 10 Haziran 2010 tarihinde düzenlenen 3. Türk-Arap İşbirliği Forumu çerçevesinde Türkiye, Suriye, Ürdün ve Lübnan Dışişleri Bakanlarının bir araya gelerek imzaladıkları bildiri ile uzun vadeli stratejik ortaklığın geliştirilmesi ve ekonomik entegrasyona doğru ilerlenmesi için Yüksek Düzeyli Dörtlü İşbirliği Konseyi (YDDİK) kurulmuştur. Fakat Suriye’deki son gelişmeler bu girişimin başarı şansını yok etmiştir. Bu tip girişimler, hiçbir şekilde Türkiye’nin yüzünü doğuya çevirdiği anlamına gelmemekte ve eksen kayması olarak da yorumlanmamaktadır.

ABD’de üçüncü, başkent Washington dışındaki bir kentte ise ilk kez düzenlenen NATO zirvesinde, 28 NATO üyesi ülkenin yanı sıra Afganistan konusundaki oturumla birlikte 60 kadar ülke ve kuruluş da temsil edildiği için zirve, şimdiye kadarki en geniş katılımlı NATO toplantısıdır.

1950 yılında Adnan Menderes Hükümeti döneminde TBMM kararıyla Kore Savaşı‘na Birleşmiş Milletler komutası altında ABD ve Güney Kore‘nin yanında çarpışmak üzere asker gönderilmesiyle Batı dünyasının askeri kanadı NATO ile başlayan ilişkiler hızla gelişmiştir. Kuzey Atlantik Anlaşması’na Londra’da 17 Ekim1951 tarihinde düzenlenen bir Protokol ile Türkiye ve Yunanistan‘ın da katılımları onaylanmıştır. Böylece Türkiye, 18 Şubat 1952 tarihinde NATO’ya üye olarak Batı dünyasının askeri koruma şemsiyesi altına girmiştir.

Cumhurbaşkanı Gül’ün zirvede Fransa’nın yeni seçilen Cumhurbaşkanı François Hollande ile görüşmesi, Türkiye- Fransa ve Türkiye- AB ilişkilerinin geleceği açısından önemlidir. Çünkü Fransa Türkiye AB müzakere sürecini tıkayan iki ülkeden biridir. Ayrıca yeni Cumhurbaşkanı eski Cumhurbaşkanı Sarkozy gibi sözde Ermeni soykırımını desteklemektedir. Bu durum, iki ülke ve AB Türkiye ilişkileri açısından kırılgan bir nokta olup, eksen kayması için uygun bir ortam yaratmaktadır.

4 Nisan 1949 tarihinde Washington Anlaşması ile kurulan NATO, bir kollektif savunma örgütüdür. Kurucu Anlaşma’nın beşinci maddesi Türkiye açısından önemlidir. Bu madde, herhangi bir üyeye saldırıldığında, bu saldırıyı tüm üyelere karşı yapılmış bir saldırı olarak kabul etmektedir. Nitekim ABD’nin NATO Daimi Temsilcisi Ivo Daalder, ”Türkiye’ye Suriye’den ya da başka herhangi bir yerden bir saldırı olması halinde, NATO’nun 5'nci maddesinin işletilmesinin değerlendirilebileceğini” söylemiştir. (http://www.haber7.com/guncel/haber/8780 84-natodan-suriyeye-5-madde-uyarisi)

Türkiye’nin dünyada daha etkin bir rol oynamasını istemeyenler, eksen tartışması gibi yapay bir tartışma başlatmışlardır. 2023 yılında dünyanın en büyük 10 ekonomisi içinde yer alma hedefi biraz iddialı olsa da, bazı araştırmalar Türkiye’nin ekonomik büyüklük (GSMH) açısından dünyanın ilk yirmi ekonomisi (12’nci büyük ekonomi) arasında olacağı tahmininde bulunmaktadır. (http://www.cepii.fr/anglaisgraph/bdd/baseli ne.htm; EU ISS, Global Trends 2030,s.64; TÜSİAD, Vizyon 2050 Türkiye Raporu, 27 Eylül 2011. http://www.tusiad.org/bilgimerkezi/vizyon-2050-turkiye)

ABD Dış İlişkiler Konseyi (Council on Foreign Relations: CFR) Amerika’nın önde gelen düşünce kuruluşlarından biridir. Barack

2979


Antalya Literary Express cilt 1 sayı 11

Obama, George W. Bush’tan başkanlık görevini almadan önce Obama’ya Ortadoğu’da yol haritası çizen “Dengenin Yeniden Kurulması: Sonraki Başkan İçin Ortadoğu Stratejisi” (Restoring The Balance: A Middle East Strategy For The Next President) Rapor’u CFR ile Brookings Enstitüsü (Saban Center)ortaklaşa hazırlamışlardı. Rapor, Obama için Ortadoğu ve Türkiye konusunda bir yol haritası oluşturmuş, Türkiye’nin arabuluculuğunda devam eden İsrail ile Suriye dolaylı görüşmelerinin barışı sağlamaya katkıda bulunduğuna işaret etmiştir.

Afganistan’dan Pakistan’a, Kafkaslar’dan Balkanlar’a ABD ile birçok noktada ortak bir vizyonu paylaşmasıRapor’da öne çıkan olumlu tespitlerdir.

Dış İlişkiler Konseyi bu defa 8 Mayıs’ta New York’ta, ABD eski Dışişleri Bakanlarından Madeleine K. Albright ve ABD’nin eski ulusal güvenlik danışmanlarından Stephen J. Hadley’in eş başkanlığını yaptığı, CFR uzmanı Steve A. Cook direktörlüğünde toplam 23 uzmandan oluşan çalışma grubunun hazırladığı “Türkiye-ABD İlişkileri: Yeni Ortaklık” (U.S.Turkey Relations A New Partnership) başlıklı raporu açıklamıştır.

ABD Başkanı Obama ile Başbakan Erdoğan arasındaki görüşmelerin daha kurumsal ve kalıcı bir şekilde yaygınlaştırılması ve kalıcı hale getirilmesi de Rapor’da yer almaktadır.ABD ile Türkiye arasındaki ilişki Obama’nın Türkiye ziyaretinde TBMM’de yaptığı konuşma bugüne kadar “stratejik ortaklık” olarak tanımlanmıştı. Fakat o günden sonra ilişkiler “model ortaklık” olarak isimlendirilmeye başlanmıştır. Rapor’da stratejik ortaklık ve model ortaklık tanımının ötesinde, ilişkinin öncelikle ne olduğunun tanımlanması gerektiğine dikkat çekilmektedir.

Bununla beraber İran’ın nükleer programı konusunda yaşanan istikrarsızlıklar, İsrail ile Türkiye arasındaki sorunlar, İslam’ın siyasi yaşamdaki etkisi konusunda dış dünyadaki kaygının varlığını sürdürmesi Rapor’da yer alan olumsuz tespitlerdir. Türkiye’nin bu sorunları giderecek önlemlere başvurması Türkiye’den istenmektedir.

23 uzman arasında Soner Çağatay, (Washington Institute for Near East Policy), Nur O. Yalman, (Harvard University) ve bir Kırım Türkü, Osmangazi Üniversitesi’nde Yrd. Doç. olan Naci Bayraçlı’nın yeğeni Elmira Bayraşlı da vardır. (http://www.cfr.org/turkey/media-briefingcfr-sponsored-independent-task-force-reportus-turkeyrelations/p28205;http://www.cfr.org/turkey/ us-turkey-relations/p28139?co=C007301)

Türkiye’nin önemli bir ülkesi olan ABD ile ilişkileri gelişirken, NATO’nun Avrupa Kanadı’nı oluşturan Avrupa Birliği ile ilişkilerde son dönemde bir durgunluk gözlenmektedir.Siyaset, Ekonomi ve Toplum Araştırmaları Vakfı (SETA) tarafından 10 Mayıs’ta açıklanan Avrupa’da Türk Dış Politikası Algısı (European Perceptions of Turkish Foreign Policy) Rapor’una göre Avrupalıların Türk dış politikası algısı rasyonel temellere dayanmaktadır. Avrupalılar, Türkiye’nin bölgesinde giderek artan etkinliğinden ve yapıcı rolünden memnuniyet duymakta ve Türkiye’nin çok yönlü diplomasisinin küresel bir aktör olmayı hedeflediğine vurgu yapmaktadır. (http://www.setav.org/public/HaberDetay.asp x?Dil=tr&hid=117718&q=avrupa-nin-turk-dis-

Rapor, yeni ortaklık kavramına açıklık getirmeye çalışmakta, Türkiye’nin son 10 yılda dış politikada önemli bir aktör olduğuna dikkati çekmektedir. İran’ın nükleer programı konusunun çözülmesi için Türkiye’nin sunduğu katkı, Irak ve Suriye ile son zamanlarda yaşadığı sorunlara rağmen istikrarın sağlanması konusundaki çabaları ve Ortadoğu’da model olarak gösterilmesi,

2980


Antalya Literary Express cilt 1 sayı 11

politikasi-algisi http://www.setav.org/public/HaberDetay.asp x?Dil=tr&hid=117681&q=europeanperceptions-of-turkish-foreign-policy)

tartışma konusu olmadığı ulaştıklarını açıklamıştır.

bulgusuna

Türkiye’nin son yıllarda bölgesinde göstermiş olduğu diplomatik aktivite, bazı kesimlerce ülkenin eksen kayması yaşadığı ve hatta İslamlaştığı şeklinde yorumlanmaktadır. Oysa Avrupalılar , eksen kayması ve Yeni Osmanlıcılık gibi Türk dış politikasında dini faktörleri ön plana çıkaran yaklaşımlara önem vermemektedirler. ABD kökenli Time Dergisi’nin, 18 Nisan’da yayınlanan sayısında 2012 yılının en etkili 100 ismi arasında Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğluve Başbakan YardımcısıAli Babacan da bulunmaktadır. NBC News´un Kahire muhabiri Ayman Mohyeldin Davutoğlu ve Babacan´dan Yeni-Osmanlılar (Neo -Ottomans) olarak söz etse de, bu algı yanlıştır.

SETA’dan Müjge Küçükkeleş, son dönemde dünya kamuoyunda Türk dış politikası hakkında yapılan tartışmalar çerçevesinde “Türkiye nereye gidiyor?” sorusundan yola çıkılarak yapılan araştırmanın amacının, Avrupalı entelektüellerin (karar alıcılar, siyasetçiler, akademisyenler, uzmanlar, gazeteciler) son on yılda izlenen Türk dış politikası hakkındaki algılarını ortaya koymak olduğunu söylemiştir. İngiltere, Fransa ve Almanya’da toplam 32 derinlikli mülakat gerçekleştirerek yapılan çalışma, sadece üç ülke ile sınırlandırılmış olması sebebiyle Avrupa kamuoyunda var olan genel algıyı yansıtmaktan çok, karar alma süreçlerini etkileyecek aktörlerin algısını ölçmeye yöneliktir.

Türkiye’nin 2023 vizyonu tartışılırken,son yıllarda izlenen aktif dış politika sebebiyle Türkiye’nin dış politikasında bir eksen kayması var mı sorusu gündeme gelmiştir. Türk Sanayicileri ve İşadamları Derneği’nin(TÜSİAD) Görüş Dergisi Ağustos 2010 tarihli sayısında dış politikadaki eksen kayması tartışmalarını ele almış ve “Sarkaç doğuya kayıyor: Türkiye sürüklüyor mu, sürükleniyor mu?” kapak sloganıyla çıkmıştır. (http://t24.com.tr/haber/tusiad-sarkacdoguya-kayiyor-turkiye-surukluyor-musurukleniyor-mu/89740)

SETA Dış Politika Direktörü Talip Küçükcan, Avrupa’daki Türk dış politikası algısının olumlu olduğunu vurgulamış, Türkiye’nin dış politikası ile ilgili soru işaretlerinin de olduğunu söyleyerek Türk dış politika yapıcılarının söylemlerinde daha dikkatli olmaları gerektiğini belirtmiştir. Küçükcan, Türk dış politikasına kültürel ya da ideolojik bir perspektiften çok daha rasyonel ve objektif bir bakış açısının hâkim olduğunu açıklamıştır.

Görüş Dergisi’ne açıklamalarda bulunan Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu öncelikle eksen kelimesine bakmak gerektiğini belirterek çok kutuplu olunabileceğini, fakat çok eksenli olunamayacağını şöyle vurgulamıştır: “Türkiye’yi anlamlı kılan sahip olduğumuz tarihi birikimle yarattığımız müdahil olabilme kabiliyetidir. Biz müdahil olabilme kabiliyetimizi kullandığımız zaman bir pozisyon oluşturuyoruz. Eksen kayması tartışması da bu noktada başlıyor. ‘Siz etken olmayın, müdahil olmayın, siz karışmayın, siz

2003 yılında Türkiye’nin Irak işgaline onay vermemesiyle birlikte özellikle ABD’de öne çıkan eksen kayması tartışmalarının Avrupa’da pek karşılık bulmadığını söyleyen Küçükcan, Türkiye’nin Ortadoğu politikalarının ideolojik değil rasyonel bir yaklaşım olarak algılandığını, Arap ülkelerindeki ayaklanmalarla birlikte, Türkiye’nin Ortadoğu ülkelerine “model ülke” olarak gösterildiğini hatırlatmış ve yeni Osmanlıcılık tartışmalarının çok ciddi bir

2981


Antalya Literary Express cilt 1 sayı 11

söyleneni yapın’ deniyor.”(http://t24.com.tr/haber/davutoglueksen-kaymasi-diyen-siz-karismayin-demekistiyor/89729)

“Kürede değer yaratma eğilimi bariz bir şekilde Doğuya kayıyor. Dünyanın değer yaratan alanları artık nispi olarak Türkiye’nin batısından doğusuna doğru ilerlemiş durumda. Üstelik bu gelişmede hiç şaşırtıcı bir unsur yok. Soğuk savaş dönemi sonrasında ticari bir oyuncu haline gelen Rusya, enerji piyasasında söz sahibi olan Karadeniz ve Hazar Denizi ülkeleri, her yıl Anglosakson dünyasının 5-6 katı büyüyen bir Güney Doğu Asya her koşulda Doğu-Batı üretim ve tüketim dengesini şüphesiz kaydıracaktı…2008 yılı itibariyle ortaya çıkan küresel kriz, bu Batı-Doğu salınımını daha da hızlandırdı ve saydamlaştırdı. Doğu’da büyüme önemli bir kayıp söz konusu olmadan devam etti; üstelik bölgenin önemli bir bölümünde piyasa ekonomisi kuralları, bağımsız merkez bankası, müdahaleli olmasına rağmen dalgalı kur ve disiplinli kamu maliyesi anlayışı da geçerliydi veya kontrollü bir geçiş için emniyetli bir aşamadaydılar.”

Soğuk savaş sırasında bir eksenden söz edilebileceğini ifade eden Davutoğlu, ancak şu anda dünya siyasetinin son derece dinamik ve sürekli hareket halinde olduğunu, bu kadar dinamik bir zeminde pozisyon sahibi olmak için bir duruşun olması gerektiğini şöyle açıklamıştır: “Eskiden duruşu yukarıdaki aktörler, süper güçler belirliyordu. Siz de o duruşa intibak ediyordunuz. İki kutuplu düzende bu anlaşılabilir bir şeydi. Büyük güçler vardı, küresel güçler vardı. Değişik kategoriler pozisyon belirliyor, siz de onlara intibak gösteriyordunuz. Ama şimdi her şey değişti. Orada sizin sözünüz olmalı ki pozisyonunuz olsun….Eksen kaymasından kast edilen, ’pozisyonu onlar belirlesin Türkiye de uyum sağlasın’ ise, bu Türkiye’ye ve Türkiye’nin kapasitesine yakışan bir davranış olmaz. O pozisyon da bizim pozisyonumuz olmaz. Çünkü şimdi Türkiye’nin bütün pozisyon belirlemesi gereken konular herkesten çok Türkiye’yi ilgilendiriyor…”

Türkiye’nin bulunduğu bölgede Soğuk savaş dönemi dış politikasının belirlediği kısıtlamalar ortadan kalktıkça, ekonomik açıdan hak ettiği rolü oynamaya başladığını ve bölgede önemli bir güç haline dönüştüğünü Boyner şöyle açıklamıştır:

Görüş Dergisi’ne bir makale ile katkıda bulunan TÜSİAD Yönetim Kurulu Başkanı Ümit Boyner ise yeni küresel dengeler kapsamında Türkiye’nin dış politika eğilimlerini değerlendirmiştir. Türkiye’nin dış politika gelişmelerinin gerçekten önemle izlenmeyi ve tartışılmayı hak edecek nitelikte olduğunu ifade eden Boyner, 2009 yılı başında Davos’ta yaşanan Erdoğan-Peres tartışması, Ermenistan açılımı, komşu ülkeler politikası, ABD ile ilk defa büyükelçi çekme aşamasına ulaşan 24 Nisan krizi ve son olarak Türkiye ile Brezilya’nın BM’nin İranambargo kararına karşı tutumunun, geleneksel parametreler çerçevesinde ele alınmayacak bir çeşitlilik içerdiğini şöyle belirtmiştir:

“Bu ölçekte anlaşılır bir gelişmeden bahsetmek mümkün: Türkiye için, ekseni kayan dış politikadan ziyade küresel refah dengesine uyum gösteren bir dış politikadan bahsetmek gerekiyor…Yani ekonomik birimler olarak, tüketici, işveren, işçi olarak, Türkiye’yi sürdürülebilir yatırım ve ticaret kanallarından uzaklaştıran dış politika tercihlerini benimseyemeyiz. İran’ın ürettiği nükleer gücün barışı mı/savaşı mı getireceği konusu şüphesiz önemlidir, ancak Türkiye açısından risk ne kadar bölgesel ne kadar küreseldir? Bunları bilmek pek mümkün değil, uzmanlık alanımız hiç değil. İsrail ile ilişkilerde yaşanan kopma, dolaylı olarak Ermenistan probleminin çözümsüz kılabilir mi? ABD ile ilişkiler gerilirse,

2982


Antalya Literary Express cilt 1 sayı 11

NATO’da Yunanistan – Türkiye dengesi değişir mi? Bu konuların hiç birisinin yanıtını tam olarak bilmiyoruz…Ancak iyi bildiğimiz birkaç konu var: Birincisi, Batı-Doğu salınımı sürecinde, Türkiye’yi bölgesel güç olma düzeyine taşıyan temel öğe, bölge ülkelerine göre neredeyse bir asırlık farkla kurma yoluna girdiği, demokrasi, laiklik ve piyasa ekonomisine dayalı sistemdir.”

Augstein (Gazeteci, Der Spiegel) Sarkozy sonrası AB’nin ele alındığı programda program sunucusunun Türkiye’nin ekonomik performansı ve bölgesinde artan etkinliği ile AB üyesi olabilir mi sorusunu, hep birlikte Türkiye AB üyesi olamaz şeklinde cevaplandırmışlardır. http://www.ardmediathek.de/ard/servlet/con tent/3517136?documentId=104 Bu anlamda Türkiye’nin, bazı Avrupalı ülkelerince (Fransa ve Almanya) bölgesinde ve gelecekte de Avrupa Birliği ve dünya siyasetinde potansiyel bir rakip olarak görülmesi mümkündür.

Ekonomik çıkarların Türkiye’nin dış politikasını şekillendiren en önemli faktör olduğu SETA Rapor’unda yer almaktadır. Avrupalılar Türkiye’nin dış politika alanında yoğun faaliyet yürütmesinden ya da bağımsız hareket etmesinden rahatsızlık duymamakla beraber, Türkiye’nin kullandığı dilden ve bağımsızlığını ifade biçiminden biraz tedirgin olmaktadırlar.

Avrupa’nın ekonomik krizle boğuştuğu bir dönemde Türkiye sergilemiş olduğu ekonomik performansı sürdürmeye devam ederse, dış politika alanında etkili olmaya devam edebilir. Türkiye’nin önümüzdeki yıllarda AB’nin göz ardı edemeyeceği bir dış politika ortağı olma ihtimali yüksektir. Bunun için şimdiye kadar imajını belirleyen İslam ve göç korkusu gibi rasyonel olmayan faktörlerin etkilerini azaltma konusunda daha çok çaba harcaması gerekmektedir.

Türkiye’nin Batı’nın çifte standartlarına yönelik Ortadoğu, Balkanlar ve Kafkaslar gibi Batılı olmayan bölgelerde seslendirdiği sert eleştiriler zaman zaman Türkiye’nin bir ortak değil, ‘‘rakip güç’’ olarak algılanmasına yol açmakta, Ortadoğu’daki Batı karşıtı aktörler ve gruplarla sıkı ilişkileri ise Türkiye’nin Avrupa’da ne tür bir ortak olacağı konusunun sorgulanmasına yol açmaktadır.

Avrupa Parlamentosu üyesi, Muhafazakar ve Reformcular Grubu Başkan Yardımcısı İngiliz Parlamenter Geoffrey van Orden İktisadi Kalkınma Vakfı’nın 14 Mayıs’ta düzenlediği “Türkiye-AB İlişkilerinde Yapıcı İyimserlik: Yeni bir İvmeye Doğru” adlı panelde yaptığı konuşmada, Türkiye’nin bugünkü siyasi ve ekonomik durumu ile AB’nin görmezden gelemeyeceği bir ülke olduğunu ve AB karşısında güçlü bir konumda bulunduğunu açıklamıştır.

Türkiye’nin Arap Baharı sürecinde izlediği siyaset Batı dünyasını rahatsız etmese de Avrupa, Türkiye’nin bölgenin geleceğinde ne türlü bir rol oynaması konusunda henüz karar vermiş durumda değildir. Diğer taraftan Türkiye’nin Avrupa Birliği’nde hak ettiği yeri alamaması, ülkede Avrupa’ya karşı bir güvensizlik yaratmaktadır. Türkiye’nin dış politika algısı karar alıcılar arasında Avrupalı aydınlara göre daha az olumludur. Nitekim ABHaber’e göre (13.05.2012) Almanya’nın ARD televizyonunda Menschen bei Maischberger adlı programa katılan Richard von Waizsäcker (eski Alman Cumhurbaşkanı) Peter Scholl Latour (Gazeteci Yazar, oryantalist) Arnulf Baring (tarihçi) Jakob

Türkiye’nin AB’ye katılımı önünde birtakım engellerden bulunduğunu açıklayan Orden, Fransa’da Cumhurbaşkanı Sarkozy’nin yerini François Hollande’a bırakmasının ilişkilere esneklik getireceğini ve yeni Fransa Cumhurbaşkanının Türkiye’nin üyeliği konusunda Sarkozy’e göre daha olumlu olduğunu açıklamıştır.

2983


Antalya Literary Express cilt 1 sayı 11

Van Orden, Türkiye’yi AB’nin dışında bırakmanın akıl dışı olduğunu ifade ederken, Türkiye ile Yunanistan ve Bulgaristan gibi bazı AB üyelerinin arasındaki kültürel benzerliklere dikkat çekmiş, AB ülkelerinde yaşayan milyonlarca Müslüman, Hindu, Budist ve Sih olduğuna değinerek, Türkiye’nin AB üyeliğine din veya kültürel sebeplerle karşı çıkanları eleştirmiştir.

vatandaşlarına vize muafiyeti gibi konularda da daha yoğun işbirliği hedefleniyor. Ancak son sözünü üye ülkelerin söyleyeceği ve Rum Yönetiminin 1 Temmuz’da AB Dönem Başkanlığını üsteleneceği için 2013 yılı başına kadar ciddi sonuçlar alınması beklenmiyor. Eğer Rumlar bu inatlarını sürdürürlerse ve tek başlarına bu şekilde devam ederlerse, o zaman bu dönem başkanlığı süresince biz Türkiye olarak, Komisyon ile, Konsey ile, Dış İlişkiler Servisi ile, Parlamento ile ilişkilerimizi sürdüreceğiz. Ama Dönem Başkanlığı ile ilişkilerimiz hiç olmayacak. Zaten Lizbon Antlaşması’ndan sonra da Dönem Başkanlığı’nın rolü azaldı Dolayısıyla, fazla bir temas yeri zaten olmayacak. Bizi bir toplantıya çağırırlarsa, bu toplantıya kendileri başkanlık edeceklerse, ya da adanın kendi taraflarında bu olacaksa, biz buna katılmayacağız.” demiştir.

Orden, bugünün AB’sinde en fazla endişe ile karşılanan konuların başında göçün geldiğini belirtmiştir. Bulgaristan’ın AB üyesi olmasından önce 8 milyon Bulgarın AB’ye göç edeceği gibi rakamların ileri sürüldüğünü oysa Bulgaristan’ın toplam nüfusunun 7 milyon olduğunu ve ülke AB’ye girdikten sonra gerçekleşen göçün sadece 50.000 dolayında kaldığını, Türkiye’nin AB’ye girdiğinde nüfusu en fazla olan üye devlet olacağını ve bu durumun Almanya gibi bir ülke tarafından endişe ile karşılandığını, Türkiye’nin üye olduğu takdirde, AB Konseyi’nde Almanya’dan daha fazla oy ağırlığına ve Avrupa Parlamentosu’nda da en fazla üyeye sahip olacağını açıklamıştır.

Türkiye’de eksen tartışmalarının doğmasına zemin hazırlayan gelişme, Türkiye – AB ilişkilerinin bir çıkmaz sokağa girmesidir. Türk kamuoyu artık Türkiye’nin bir gün AB üyesi olacağına inanmamaktadır. Devlet Bakanı ve Baş müzakereci Egemen Bağış pek çok AB vatandaşının Türkiye’ye karşı saldırgan ve olumsuz tavrından, Türkiye’ye karşı reddedici tutumla iç politikada puan toplamak isteyen siyasetçileri sorumlu tutmaktadır.

Alman yayın kuruluşu Deutsche Welle, Stefan Füle’nin son İstanbul ziyaretine ilişkin haberinde, Fransa’da Türkiye’nin AB üyeliği karşıtı Nicolas Sarkozy’nin seçimde koltuğunu kaybetmesinin, Türkiye’nin Avrupa Birliği umutlarını artırdığını belirtmiş, “Pozitif gündem ile de halen askıda olan önemli 8 müzakere başlığında, Türkiye ile AB müzakereler sürüyormuş gibi teknik çalışmaları sürdürülecek. Siyasi tıkanıklık aşıldığında, Türkiye birçok başlıkta müzakereleri kapatmaya yaklaşmış olacak” yorumunu yapmıştır.

1999-2005 yıllarında kamu oyunun yaklaşık yüzde 80’i tam üyeliğe destek verirken, bu oran son yıllarda yüzde 50’ler düzeyine gerilemiştir.Ankara Üniversitesi, Avrupa Toplulukları Araştırma ve Uygulama Merkezi’nin 2010 yılında yaptığı ankete göre, Türk halkının yüzde 32,8´,i AB üyeliğinin hiçbir zaman gerçekleşmeyeceğini düşünmekte, yüzde 83,9´u, AB’nin Türkiye’ye karşı güvenilir ve samimi davranmadığına inanmaktadır.

DW, haberinde Türkiye’nin AB Daimi Temsilcisi Büyükelçi Selim Yenel’in değerlendirmelerine de yer vermiştir. Büyükelçi Yenel, “Pozitif gündem kapsamında, Türkiye ile AB arasında, siyasi diyalog, enerji, terörle mücadele, Türk

Türkiye’nin AB’ye ortak üyelik için yaptığı başvurunun (31.07.1959) üzerinden 53, 14 Nisan 1987 tarihinde o dönemki adıyla Avrupa

2984


Antalya Literary Express cilt 1 sayı 11

Ekonomik Topluluğu’na üyelik başvurusu üzerinden 25, gümrük birliğinin gerçekleşmesinin (31.12.1995) üzerinden 16, adaylık statüsü kazanmasının (12.12.1999) üzerinden 13, müzakerelerin başlamasının (3 Ekim 2005) üzerinden 7 yıl, Avrupa Birliği Kapısında Türkiye kitabını yayınlamamın üzerinden de 10 yıl geçmiştir. Bu süre içinde Avrupa Birliği 15 üyeden 27 üyeye ulaşmıştır. Hırvatistan’ın 1 Temmuz 2013 tarihinde AB’ye katılımıyla üye sayısı 28’e çıkacaktır. Sırada Sırbistan dahil Balkan ülkeleri ve İzlanda vardır.

Fransa’da tam üyelik öngördüğü gerekçesiyle 5 müzakere başlığının açılmasını veto etmiştir. Kıbrıs sorunu ve eski Fransa Cumhurbaşkanı Nicolas Sarkozy’nin engellemeleri sebebiyle süreç bugün donmuş durumdadır. AB ile müzakerelerde şimdiye kadar 13 başlık müzakereye açılmış, bunlardan sadece Bilim ve Araştırma başlığı geçici olarak kapatılmıştır. Müzakereye açılan başlıklar şunlardır: Bilim ve Araştırma, İşletme ve Sanayi Politikası, İstatistik, Mali Kontrol, Trans-Avrupa Ağları, Tüketicinin ve Sağlığın Korunması, Fikri Mülkiyet Hukuku, Şirketler Hukuku, Bilgi Toplumu ve Medya, Sermayenin Serbest Dolaşımı, Vergilendirme, Çevre, Gıda Güvenliği, Veterinerlik ve Bitki Sağlığı Politikası.

Avrupa Birliği Devlet ve Hükümet Başkanlarının 17 Aralık 2004 Zirvesi’nde aldığı karar doğrultusunda Türkiye 3 Ekim 2005 tarihinde AB’ye katılım müzakerelerine başlamıştır. Bu karar alınırken, Avrupa Komisyonu’nun Türkiye’nin Kopenhag siyasi kriterlerinin yeterli ölçüde karşıladığını belirten tavsiye kararı dikkate alınmış ve Türkiye’nin AB üyelik sürecinde son aşamaya girilmiştir. Tarama Süreci 20 Ekim 2005 tarihinde başlamış ve 13 Ekim 2006’da sorunsuz biçimde tamamlanmış, belirlenen takvime bağlı kalınmıştır. (S. Rıdvan Karluk, Avrupa Birliği ve Türkiye, Beta, İstanbul, 2007)

Türkiye Avrupa Birliği arasındaki siyasi ilişkiler istenilen ölçüde gelişmez ve müzakere sürecinde istenilen ilerleme sağlanamazken, ekonomik ilişkiler hızla ilerlemekte ve ekonomik bütünleşme “de facto” olarak gerçekleşmektedir. 16 Mart tarihinde ajansların verdiği habere göre Türkiye geçen yıl Japonya’yı geride bırakarak Avrupa Birliği’nin 6’ncı büyük ticaret ortağı olmuştur. Türkiye, AB’nin yedinci en büyük ticari ortağı, AB ise Türkiye’nin en büyük ticari ortağıdır. Türkiye’nin toplam ticaretinin yarısı AB ile gerçekleşmekte ve Türkiye’deki doğrudan yabancı yatırımların yaklaşık yüzde 80’i AB’den gelmektedir.

11 Aralık 2006tarihli AB Genel İşler Konseyi’nde Dışişleri Bakanları 8 başlıkta müzakerelerin başlatılmamasını öneren 29 Kasım 2006 tarihli Komisyon Tavsiyesini kabul etmiştir. Böylece Komisyon Türkiye’nin Ek Protokol’e ilişkin taahhütlerini yerine getirdiğini doğrulayana kadar, Türkiye’nin Güney Kıbrıs Rum Yönetimi’ne yönelik kısıtlamalarını ilgilendiren politika alanlarını kapsayan 8 başlığın açılmayacağı ve geçici olarak kapatılmayacağı kararlaştırılmıştır. Bu başlıklar şunlardır: Malların Serbest Dolaşımı, Yerleşim Hakkı ve Hizmet Sunma Serbestisi, Mali Hizmetler, Tarım ve Kırsal Kalkınma, Balıkçılık, Ulaştırma Politikası, Gümrük Birliği, Dış İlişkiler.

AB’nin geçen yıl en büyük ticaret ortağı 444,8 milyar Euro ile ABD’dir. Bu ülkeye 260,6 milyar Euro’luk ihracat gerçekleştiren AB karşılığında 184,2 milyar Euro’luk ithalat yapmış ve ABD ile olan ticaretinden 76,3 milyar Euro’luk fazla vermiştir. Çin Halk Cumhuriyeti 428,3 milyar Euro’luk ticaret hacmiyle ikinci sırayı alırken AB’nin bu ülkeye ihracatı 136,2 milyar Euro’ya çıkmıştır. Çin’den 292,1 milyar Euro’luk ithalat gerçekleştiren AB’nin bu ülkeye karşı verdiği

2985


Antalya Literary Express cilt 1 sayı 11

dış ticaret düşmüştür.

açığı

155,9

milyar

Euro’ya

Planlama Belgesi taslağı, Haziran 2011’de Komisyon tarafından kabul edilmiştir. AB’nin desteği, yargıdaki ve kolluk hizmetlerindeki siyasi reformlarla doğrudan ilgili kurumlara, öncelikli alanlarda AB müktesebatının kabul edilmesi ve uygulanmasına ve ekonomik, sosyal ve kırsal kalkınmaya odaklanmıştır. 2011 yılında, uygulama aşamasına geçilmiş ve fonların kullanımı artmaya başlamıştır.

AB’nin üçüncü büyük ticaret ortağı 306,8 milyar Euro ile Rusya olurken ihracatı 108,4 milyar, bu ülkeden ithalatı 198,4 milyar Euro’ya çıkmış ve Rusya’ya karşı 89,9 milyar Euro dış ticaret açığı vermiştir. AB’nin Türkiye’nin önünde sıralanan diğer büyük ticaret ortakları 212,9 milyar Euro ile İsviçre ve 140,1 milyar Euro ile Norveç’tir. Sıralamada Türkiye’yi 116,5 milyar Euro ile Japonya, 79,7 milyar Euro ile Hindistan, 73,5 milyar Euro ile Brezilya ve 68,6 milyar Euro ile Güney Kore izlemiştir.

Türkiye, aşağıdaki AB programlarına ve ajanslarına aktif olarak katılmaktadır: Yedinci Araştırma Çerçeve Programı, Gümrük 2013 Programı, Fiscalis 2013 Programı, Avrupa Çevre Ajansı, Rekabet Edebilirlik ve Yenilikçilik Çerçeve Programı (Girişimcilik ve Yenilikçilik Programı ile Bilgi ve İletişim Teknolojileri Politikası Destek Programı da dahil), Progress Programı, Kültür 2007 Programı, Hayat Boyu Öğrenme ve Gençlik Eylem Programı. IPA fonları, bu programların çoğunda katılım maliyetlerinin bir kısmını karşılamak amacıyla kullanılmaktadır.

AB istatistik kurumu Eurostat’ın verilerine göre geçen yıl Türkiye AB pazarına ihracatını bir önceki yıla göre yüzde 12 artışla 47,6 milyar Euro’ya çıkarmıştır. Buna karşılık ithalatı yüzde 19 artışla 72,7 milyar Euro’ya ulaşmış ve AB ile ticaret hacmini geçen yıl yüzde 16 artırarak 120,3 milyar Euro’ya yükseltmiştir. Türkiye, bir önceki yıl 103,6 milyar Euro’luk ticaret hacmiyle AB’nin dış ticaret ortakları arasında 7’nci sırada bulunuyordu. Türkiye geçen yıl AB’nin en çok ihracat yaptığı 5’nci ve en çok ithalat yaptığı 7’nci ülkesi idi.

Türkiye AB ilişkilerinin gelişmesinin önündeki en büyük engel Kıbrıs’tır. Bir zamanlar eski Başbakan Mesut Yılmaz’ın ifade ettiği gibi AB üyeliğinin yolu Diyarbakır’dan geçmemektedir. ANAP Genel Başkanı Mesut Yılmaz, 16 Aralık 1999 tarihinde Başbakan Yardımcısı olarak gittiği Diyarbakır´da “Avrupa Birliği´ne üyeliğimize giden yolun Diyarbakır´dan geçtiğine inanıyorum” demişti.Kıbrıs , Türkiye AB ilişkilerinin gelişmesinin önünde bir engel olmamalı ve Almanya, Fransa ve Avusturya da Güney Kıbrıs’ın arkasına sığınarak Türkiye’ye karşı çifte standart uygulamaktan vazgeçmelidir.

Türk ve AB ekonomilerinin giderek bütünleştiği AB’nin 12 Ekim 2011 tarihli Türkiye 2011 Yılı İlerleme Raporu’nda da şu ifadelerle yer almıştır:“AB’nin Türkiye’nin toplam ticareti içindeki payı 2009 yılında yüzde 42,6 seviyesinde iken, 2010 yılında yüzde 41,7’ye gerilemiştir… AB ülkeleri kaynaklı doğrudan yabancı sermaye girişleri -gayrimenkul ve diğer yatırımlar hariç- 4,356 milyar Euro’dan 4,723 milyar Euro’ya çıkmıştır…Sonuç olarak, AB ile ticari ve ekonomik bütünleşme yüksek seviyelerde seyretmeye devam etmiştir.”

AB Türkiye’ye üyelik için tarih vermelidir. Müzakereler somut bir katılım tarihi verilmeksizin ucu açık bir şekilde yürütülmemelidir. Eğer siz AB üyesi olamayacaksanız, o zaman neyi müzakere ettiğiniz sorusu gündeme gelir. Ben Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşunun 100. yılı olan

Mali yardım konusunda Türkiye’ye, 2011 yılında Katılım Öncesi Mali Yardım Aracından (IPA) yaklaşık 781,9 milyon Euro tahsis edilmiştir. 2011-2013 Çok Yıllı Endikatif

2986


Antalya Literary Express cilt 1 sayı 11

2023’ün Türkiye’ye üyelik tarihi olarak belirlenmesi düşüncesindeyim. Çünkü AB´de 2014-2020 bütçe döneminde, Türkiye’nin üyeliğini dikkate alan bir bütçe planlaması yapılmamış, açıkçası Avrupalılar Türkiye’yi 2014-2020 arasında üye olarak görmemişlerdir.

2004 yılında yapılan halk oylamasında Rumlar tarafından yüzde 75 ‘hayır’ oyuna karşılık Kıbrıslı Türkler tarafından yüzde 65 ‘evet’le kabul edilen Annan Planı’nda, kurulacak yeni devletin yapısını Kıbrıs Türk Devleti ile Kıbrıs Rum Devleti’nin oluşturması öngörülmüştür. Avrupa Birliği Bakanı Egemen Bağış, ziyaret ettiği Malta´da Türkiye´nin AB´ye entegrasyon sürecinin yüzde 60´nın tamamladığını, siyasi engeller olmazsa 2-3 yıl içinde kolayca üye olabileceğini vurgulamıştır ama bu bir hayaldir. Tıpkı eski Başbakan Tansu Çiller’in 7 Mayıs 1995 tarihli Hürriyet Gazetesi’ne verdiği “En geç 1998’de Avrupa Birliği’ne üyeyiz” demecindeki gibi. ( S. Rıdvan Karluk, Avrupa Birliği ve Türkiye, Beta Basım, 9. Baskı, 2007, s. 693.) Malta ziyareti sırasında Times of Malta gazetesi ile bir mülakat yapan Egemen Bağış,“Müzakere sürecinde siyasi blokaj olmasa iki üç yıl içinde kolayca üye olabilirdik” demişti.

AB’nin iki lokomotif ülkesi Almanya ve Fransa, Türkiye AB sürecinin iç politika malzemesi yapmamalıdırlar. Avrupa Komisyonu’ndan bir bürokrat ABHaber’e Türkiye-AB ilişkilerinin bazı AB üyesi ülkelerde iç politika malzemesi yapılmasının kötü örnek olduğunu belirtmiştir: “Ya bu kararı almayacaksınız .Veya aldıysanız kendi kararınızı tartışmaya açmayacaksınız. Türkiye ile müzakerelerin başlatılması kararının altına imza atıp hayır ben görüşümü şimdi değiştirdim deyip seçim meydanlarında AB-Türkiye müzakere sürecine karşı çıkmak ne kadar doğru.” ABHaber’e göre (14.04.2012) Deutsche Welle, Türkiye´nin tam üyelik başvurusuna bulunduğu tarihten bu yana 25 yıl geçtiğini, bu zamanda mutsuzluğun ön plana çıktığını belirterek Yeşiller Partisinin AP Milletvekili Reinhard Bütikofer’un ´´AB bir Hıristiyan Kulubü ise Türkiye dışarda demektir´´ görüşünü dile getirmiştir.AP Milletvekili Alman CDU´lu Elmar Brok ise, “Bence AB mevcut haliyle Türkiye gibi büyük bir ülkeyi kaldıramaz. Bu, AB´nin fazla genişlemesi anlamına gelir” görüşündedir.

AB’nin Kıbrıs konusunda Türkiye’ye yaptığı baskılar devam ederse, Batı ve Avrupa Birliği ile olan ilişkiler kopma noktasına gelebilir. Ahmet Davutoğlu, “Kıbrıs konusunda bir ilerleme kaydedilmediği takdirde AB’den kopar mıyız?” sorusuna şu cevabı vermiştir: “Kopmayız. Eğer Kıbrıs sorununun çözümü yolunda bir ilerleme olmazsa ve Avrupa Birliğinde bazı ülkeler bu sorunu bahane ederek fasılları engellemeye devam ederse belli bir durağanlık dönemine girer. Ama kopma olmaz. Umut ederiz ki bu yıl içinde kapsamlı çözüm gerçekleşir ve bu sorun temelli bir şekilde gündemden düşer. Ama o olmazsa, umut ederim Kıbrıslı Türklere verilen sözler yerine getirilir ve Türkiye’nin limanlarını açması adil bir şekilde dengelenir, böylece Türkiye’nin önü açılır.”

Kıbrıs’ta, Rumların AB dönem başkanı olacağı 1 Temmuz’a kadar bir çözüm bulunmaması durumunda, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin (KKTC) adı, Annan Planı’nda olduğu şekliyle Kıbrıs Türk Devleti olarak değiştirilebilecek, daha sonra dünyadan Kıbrıs Türk Devleti olarak tanınma istenebilecektir. KKTC, İslam Konferansı Örgütü’nde 2004 yılında alınan bir kararla, Kıbrıs Türk Devleti adı ile temsil edilmeye başlamıştır.

AB, Kıbrıslı Türklere verdiği sözleri yerine getirmeyeceğine ve de Türkiye’ye karşı uyguladığı BOBON kriterleri sebebiyle Türk kamuoyunda AB’ye verilen destek daha da

2987


Antalya Literary Express cilt 1 sayı 11

düşeceğine göre, bazı alternatifler gündeme gelebilecektir. Çünkü, kamuoyu desteği olmadan Türkiye Cumhuriyeti’nde hiçbir hükümet AB’ye üyelik konusunda istekli olmayacak, bu durumda Türkiye ile Batı dünyası arasındaki ilişkiler zayıflayacak ve Türkiye’de bir eksen kayması belki bu durumda olabilecektir.

TÜRKİYE DELEGASYONU İLETİŞİM PROGRAMI Basın Duyurusu Başkan Yardımcısı Kallas ABTürkiye arasında ulaştırma alanındaki işbirliğinin güçlendirilmesini AB-Türkiye ilişkilerine yeni bir dinamik getirmeyi amaçlayan yeni pozitif gündem, 17 Mayıs’ta Ankara’da, Genişleme ve Komşuluk Politikasından sorumlu Komisyon Üyesi Štefan Füle ile Türkiye Cumhuriyeti Avrupa Birliği Bakanı ve Baş Müzakereci Egemen Bağış tarafından başlatılmıştır. Neredeyse kopma noktasına gelen AB ile ilişkilerin yeniden canlandırılmasını amaçlayan Pozitif Gündem, Türkiye’nin katılım sürecini canlı tutmak ve bu süreci bir süredir devam eden durgunluğun ardından yeniden rayına oturtmaktır.

İşte bu sebeple AB, ilişkileri koparmamak ve Türkiye’nin başka denizlere yelken açmasını önlemek amacıyla “Pozitif Gündem” adıyla yeni bir girişim başlatmıştır. Bu yeni yaklaşım katılım sürecinin yerine geçmeyi değil onu tamamlamayı, ayrıca AB-Türkiye arasında daha yapıcı ve olumlu bir ilişkinin geliştirilmesini hedeflemektedir. Öncelikli alanlar arasında; Türkiye’deki mevzuatın AB’ninkine yakınlaştırılması, Suriye gibi ortak dış politika konularında ortak çalışmalar yürütülmesi, enerji konularında daha yoğun işbirliği yapılması ve Türk vatandaşlarının AB’ye seyahatlerinin daha kolay hale getirilmesi yer almaktadır.

Avrupa Birliği, ilişkilerin canlandırılmaması durumunda Türkiye’de bir eksen kayması olabileceğini düşüncesindedir ki Komisyon Üyesi Füle, “ Amacımız, katılım sürecini canlı tutmak ve bir süredir devam eden ve her iki tarafta da hayal kırıklığına yol açan durgunluğun ardından bu süreci, yeniden rayına oturtabilmektir… Yeniden enerji kazanmış Avrupa-Türkiye dinamizmine giden yolu bulmak ve ilişkilerimize yeni bir ivme kazandırmak üzere, ortak başarılarımız ve ortak stratejik menfaatlerimizden yola çıkarak somut bir çalışma başlatıyoruz” demiştir. (http://www.abhaber.com/ozelhaber.php?id= 13985)

Komisyon, katılım müzakerelerine paralel olarak, Türkiye’nin reformları gerçekleştirme ve müktesebat ile uyum sağlama çabalarını desteklemek üzere -ulaştırma gibi müzakerelerin başlatılamayacağı başlıklar da dahil olmak üzere- çeşitli alanlarda işbirliğini arttırmayı amaçlamaktadır. Pozitif gündem kapsamında Türkiye’de temel hakların iyileştirilmesi amacıyla siyasi reformlara (yeni anayasa çalışması dahil); müktesebata yani AB politika ve mevzuatına daha fazla uyumun sağlanmasına; vize, mobilite ve göç; enerji; ticaret ve gümrük birliği; AB programlarına katılma; terörle mücadele ve dış politika diyaloguna ağırlık verilecektir.

Eksen tartışmalarına son noktayı Başbakan Erdoğan 12 Ağustos 2010 tarihinde Ankara’daki büyükelçilere vermiş olduğu iftar yemeğinde“Türkiye’nin dış politika ekseni değişmemiştir” dese de (http://www.akparti.org.tr/site/haberler/turki yenin-dis-politika-ekseni-degismemistir/6641) önümüzdeki 50 yıl içinde dünyada, bölgemizde ve Avrupa’da büyük değişikler olacaktır.

AB Bilgi Dagitim Sistemi Sayın S. Rıdvan Karluk, Aşağıda Avrupa Birliği Türkiye Delegasyonu’nun Son Basın Duyurusunu bulabilirsiniz. AVRUPA BİRLİĞİ

Aslında eksen zaten Batı’dan Doğu’ya kaymak üzeredir. Bu gerçeği görerek Türkiye yeni bir strateji belirlemek zorundadır. 63 yıl önce

2988


Antalya Literary Express cilt 1 sayı 11

NATO kurulduğunda hiç kimse 1989 yılında Sovyetler Birliği’nin çökeceğini, Avrupa’nın iki bloklu yapısının ortadan kalkacağını, Varşova Paktı’nın 1 Temmuz 1991'de dağılacağını ve böylece Savaş sonrası Avrupa’sının iki kutuplu yapısının askeri bakımdan tarihe karışacağını, Polonya, Çek ve Slovak Cumhuriyetleri, Slovenya, Macaristan, Estonya, Letonya, Litvanya, Romanya ve Bulgaristan gibi eski sosyalist ülkelerin bir gün Türkiye’den önce Avrupa Birliği üyesi olacaklarını tahmin etmiyordu.

söylüyorlar; (2) buralardan değiller, (3) ya da kısa dönemde yapılması gerekenler hakkında hiçbir fikirleri olmadığını saklamaya çalışıyorlar” diyordu. 2010-2030 Bence bu sorgulamalar haklı. Örneğin, ilk eğilimler raporu “2010”, 1997 yılında yayımlanmış. Bu rapora bakınca ne 1997 Asya krizinin, ne 2007 mali krizinin, “büyük durgunluğun” gelebileceğini düşündüren bir “eğilim” saptadığı görülüyor. Buna karşılık 2010 eğilimler raporu, Rusya’da merkezi otoritenin yeniden kurulmasının çok zor olacağını, uzun zaman alacağını düşünüyor. 2000 yılının aralık ayında yayımlanan “Küresel Eğilimler 2015”, bir önceki 2010 raporunun teknolojik gelişmelerin etkilerini yeterince değerlendiremediğini düşünüyor. “2015” daha başarılı değil. Raporda, dünyada ABD’ye yönelik “terörist” saldırıların devam edeceğinden söz ediliyor, ama ABD toprağında bir saldırı olasılığına değinilmiyor, hele “9/11” gibi şok yaratıcı bir olay beklenmiyor. Dahası “2015”, “başka ülkeler ABD hegemonyasının gerilemesini tartışırken”... “ABD’nin dünyada en etkili olayları belirleyici ülke olmaya devam edeceğini” düşünüyor; bu anlamda hegemonyasını sürdürebileceğini ima ediyor. “2015”te Rusya’nın etkisinin gerilemeye devam edeceğini söylüyor. Çin’in yükselme eğilimini, iç sorunlarını yönetme kapasitesini sorguluyor.

Küresel Eğilimler 2030 raporu üzerine birkaç okuma bağlantısı [metinler eklendi. Editör]: 6. Ergin Yıldızoğlu, 2030 Yılında Nasıl Bir Dünya?: http://www.cumhuriyet.com.tr/?hn=386018 “Dünya Ekonomisine Bakış Tüm Yazıları Ergin Yıldızoğlu ergin.yildizoglu@gmail.com ‘2030 Yılında Nasıl Bir Dünya?’ ABD Ulusal İstihbarat Konseyi’nin dört yıllık değerlendirme raporlarından sonuncusu, “Küresel Eğilimler 2030: Alternatif Dünyalar” başlığıyla, geçen hafta açıklandı. Rapor, “bir öngörüde bulunmuyoruz, yalnızca eğilimler, olası senaryolar sunuyoruz” demesine karşın bizim medyada – özellikle siyasal İslam’ın kimi yazarlarında- büyük heyecan yarattı. Rapor uluslararası basında çok fazla ilgi çekmedi. ABD basınında Washington Post, New York Times, Christian Science Monitor gibi ana akım gazeteler raporu haberleştirdiler. Buna karşılık Foreign Policy gibi entelektüel düzeyi yüksekçe sayılabilecek bir iki yayında bu raporların, genelde uzmanların uzun döneme ilişkin öngörü becerilerini sorgulayan, hatta alaya alan yazılar yayımlandı. Örneğin David Rothkopf, Foreign Policy’de birileri “Washington’da uzun döneme bakıyoruz diyorsa (1) yalan

2004 yılının aralık ayında yayımlanan “Eğilimler 2020” raporunda küreselleşmenin yavaşlaması, depresyona yol açabilecek gelişmeler için gerçekleşme şansı yok denildikten sonra “dünya ekonomisinin 2020 yılına kadar etkileyici bir büyüme hızını sürdürmeye devam edeceği” savunuluyor. Rapora göre: “Doğal olarak devresel iniş çıkışlar, mali krizler olabilir, ama bu trend devam edecek.” Diğer bir deyişle, 2007 mali krizi gibi büyük bir olay “uzun durgunluk” vb.

2989


Antalya Literary Express cilt 1 sayı 11

olasılıklar raporun gündeminde yok. Siyasal İslamın yükselmesine, hatta bir halife senaryosuna değiniliyor, ama burada raporun aklında El Kaide tipi bir şey var. “Arap uyanışı/isyanı” vb. adlarla anılan olaylara, Müslüman Kardeşler’e ilişkin hiçbir öngörü yok raporda.

senaryodan biri, ülkeler içinde ve arasında eşitsizliklerin derinleşmeye devam ederek kaynak rekabeti üzerinden, hem ülkelerde toplumsal patlamalara hem de uluslararası çatışmalara yol açması (bu eğilime geçmişte kaç kez değindik artık unuttum). Bu noktada rapor Marx’ı anımsıyor ve hatta 2030 yılında yayımlanan, hayali bir Marksist dergiden “Marx tüm bunları öngörmemiş miydi” diye soran bir makale aktarıyor. Düşük olasılıkla diğer senaryo, ulus devlet sisteminin dağılmasıyla küresel devlet dışı aktörler olarak mega kentlerin ortaya çıkmasıyla ilgili.

“Küresel Eğilimler 2025” raporu, küresel jeopolitikte önemli değişikliklerin hızlandığını saptamakla birlikte 2008 yılında yayımlanmış olmasına karşın mali krizinin olası etkileri üzerinde durulmuyor; belli ki krizi geçici bir sarsıntı olarak algılıyor. İlk kez bu raporda, “Dönüşmüş dünya” başlığından da anlaşılacağı gibi 2020’ye gelindiğinde ABD hegemonyasının artık gerilemeye başlamış olacağı kabul ediliyor. Rapor işsizlik ve yoksullaşmanın gençler arasında radikal, hatta terörist eğilimleri güçlendireceğini söylerken kitlesel, hükümetleri devirme kapasitesine sahip, demokratik talepli toplumsal olayların gelişme olasılığını göz önüne almıyor. Ancak bu raporda ABD’nin ve Batı’nın uzun egemenlik döneminin kapanmakta olduğunu düşündüren saptamalar da yok değil.

Olası “toplumsal patlamalar” senaryosu ise ilginç bir yöne bakıyor: Raporda her aşamada, dönüp dolaşıp “orta sınıfın” sayısının, ekonomik siyasi etkisinin artmakta olmasına değinildiğini, hem kullanılan tanımlamaları hem de ABD resmi söyleminde orta sınıf kavramının neyin yerine “geçtiğini” düşününce, uzmanların yeni bir işçi sınıfı (proletarya) muhalefeti dalgasının küresel çapta yükselmesinden korkmaya başladıklarını söylemek hiç de zor değil. Senaryolara bakınca, birinci senaryo, çok eski bir tartışmanın yeniden ısıtılmasından başka bir şey değil. İkincisi, ABD-İngiltere arasındaki tarihsel “güç transferi” olayına yüzeysel bir gönderme: Çin’le ABD ortak bir tarihi ve kültürü paylaşmıyor; ABD, gücü (hegemonyayı) Çin’e transfer etmeyi kabul edecek gibi durmuyor. Geçen sefer güç transferinin gerçekleşmesi için iki dünya savaşı, bir ortak düşman, ABD’de yeni bir sermaye birikim rejimi, “nükleer bomba”, tüm bunlara ek bir de Süveyş krizi gerekmişti.

Ben Ulusal İstihbarat Konseyi’nin karnesinin iyi olmadığını düşünüyorum; bu raporları, ıskaladıkları büyük olayları anımsayınca, çok fazla ciddiye almamaktan yanayım. Bence en iyisi bunları ABD dış politika çevrelerinin andaki kaygılarını, hatta korkularını yansıtan belgeler olarak okumak. İsyan, proletarya ve Marx Yine de, belki de bu yüzden bu son raporu, zevkle, bir “Schadenfreude” (başkasının kötü kaderine sevinmek) ile okudum.

En sonuncu senaryoysa adeta “yeni ortaçağlar” tartışmalarından alınmış gibi duruyor. Tam bir kaos, parçalanma, yerel savaşlar, feodal/otokratik devletler senaryosu. Bu adeta, toplumsal patlamalar ve uluslararası savaşlar senaryosunun, (ABD egemen sınıfının

Raporda geleceğe ilişkin dört olası senaryo sunuluyor. Rapora göre olası en kötü senaryo, ABD’nin kendi içine dönmesi, küreselleşmenin durması. En iyi senaryo Çin’in dünyayı yönetme konusunda ABD’ye katılması. 2030 raporuna göre en düşük olasılıklı iki

2990


Antalya Literary Express cilt 1 sayı 11

ortak bilinç dışından fışkıran korkunun ürünü) bir “Doppelgänger”i (kötü ruhlu, hayalet ikizi). Tam bu noktada kullandığım iki kavramın da Almancadan geldiğinin vardım. Sanırım tüm bu senaryoları bilinçdışım bana geçen yüzyılın yaşananları anımsatmaya başlamış...

sistemdeki güç merkezlerinin artması ve çeşitlenmesi, ‘demografik düzen’ yani dünya nüfus sayısının ve yapısının değişmesi ve son olarak da ‘artan gıda, enerji ve su bağı’.

yabancı ayırdına okurken başında

2030 yılına ilişkin iki temel senaryo mevcut. Bunlardan en iyi olarak adlandırılan senaryoya göre ABD, Avrupa ve Çin’in işbirliğine dayalı bir dünya düzeni öngörülürken, en kötü olarak adlandırılan senaryoya göre ise devletler arasında geniş çaplı ihtilafların hakim olduğu bir dünya sistemi/sistemsizliği öngörülüyor.

17 Aralık 2012 - Cumhuriyet ” 7. Murat Saraçlı, Küresel Eğilimler 2030 Raporu ve TDP:

2030 yılına kadar dünyada tek bir hegamonik güç yapısı kalmayacak. Çin, 20 yıl içinde ABD’yi geçerek dünyanın en büyük ekonomisi olacak. Ancak buna rağmen Çin, ABD gibi bir hegamonik güç de olamayacak.

http://mekam.org/mekam/kuresel-egilimler2030-raporu-ve-turk-dis-politikasi “Küresel Eğilimler 2030 Raporu ve TDP Yazar: Dr. Murat SARAÇLI

2030 yılına kadar dünyada gıda ve enerji talebi %50, kullanılabilir su talebi %30 artacak ve dünya nüfusu da 8.3 milyarı bulacak. Dünya nüfusunun 2012’ye göre yaklaşık %15 artması ve buna bağlı olarak gıda, enerji ve su talebinin de yükselmesi özellikle Afrika ve Orta Doğu’da bölgesel çatışmaları ve kitlesel göçleri tetikleyebilecek.

ABD’de Barack Obama’nın ikinci kez başkan seçilmesinin ardından 7 Aralık 2012 tarihinde Amerikan Ulusal İstihbarat Konseyi tarafından yayınlanan “Küresel Eğilimler 2030: Alternatif Dünyalar*” başlıklı rapor gelecek yıllarda uluslararası sistemin nasıl şekilleneceğini anlamak noktasında kayda değer bir belge. Amerikan hegemonyası ve Batılı güç dengesi çerçevesinde başlatılan ve geliştirilen küreselleşme sürecinin zayıflamaya başladığı özellikle son on yılda sıklıkla tekrarlanmaktaydı. Yine aynı şekilde Çin ve Hindistan gibi Doğu’lu ülkelerin uluslararası sistem üzerinde artan etkileri ve özelde Amerikan hegemonyası genelde ise küreselleşme sürecine yönelik meydan okuyucu girişimleri de bilinmekteydi. Rapor, bilinen bu olgulardan yola çıkarak 2030 perspektifi çerçevesinde nasıl bir dünya sorusunun cevaplarını aramakta. Raporda öne çıkan öngörüleri 5 başlık altında şöyle sıralayabiliriz:

2012 itibariyle dünya ticaretinin %56’sını elinde bulunduran ABD, Avrupa ve Japonya 2030 yılında yaklaşık yarı yarıya bir gerileme yaşayacak. Buna karşın ‘diğer 12’ (next 12) olarak adlandırılan Kolombiya, Bangladeş, Mısır, Endonezya, İran, Meksika, Nijerya, Pakistan, Filipinler, Türkiye, Güney Kore ve Vietnam 2030’da Avrupa Birliği ülkelerinin toplam gayri safi milli hasılasının da üzerine çıkacak. Raporun yukarıda belirtilen temel öngörülerini göz önünde bulundurduğumuzda, uluslararası sistemin 2030’a kadar sarsıcı değişimler geçirmesinin pek de şaşırtıcı olmayacağı anlaşılabiliyor. 2023 yılında cumhuriyetinin 100. yılını kutlayacak olan ülkemizin dış politikasını şekillendirirken değişim sürecindeki uluslararası sistemi algılaması ve

2030 yılına kadar dünyayı 4 büyük eğilim şekillendirecek. Bunlar; ‘bireysel güçlenme’ yani birey hak ve özgürlüklerinin genişlemesi, ‘güçlerin yayılması’ yani uluslararası

2991


Antalya Literary Express cilt 1 sayı 11

gerek bölgesel ve gerekse küresel dış siyasalarını buna göre şekillendirmesi büyük önem taşıyor. Bugünden görünmeye başlanan o ki, 2030 yılına geldiğimizde uluslararası sistemde en az Batı kadar söz sahibi olan bir Doğu ile karşı karşıya kalabileceğiz. Dolayısıyla, Türkiye açısından bugün temel hedef olan Avrupa Birliği üyeliğinin 2030’a geldiğimizde ülkemizin öncelik sıralamasında nerede duracağını şimdiden düşünmeli ve bunu yaparken de başta Çin ve Hindistan olmak üzere Doğu’lu ülkelerle olan ilişkilerimizi yeniden gözden geçirmeliyiz. 2030’a kadar ekonomik ve demokratik değerler bakımından Avrupa Birliği standartlarını yakalamış bir Türkiye’nin Avrupa Birliği üyeliğine, eğer başka kriterler ortaya çıkartılmazsa, zaten hak kazanacağını göz önüne aldığımızda, ülkemizin dış politikadaki temel savlarından biri olan Batı ve Doğu arasında köprü olma modeline şimdiden hazırlanması daha işlevsel görünmektedir. Bunun için ise, son on yılda dış politikamıza daha hakim olmaya başlayan çok yönlülüğün sürdürülmesi ve bölgesel politikalarda bile küresel bir vizyonun hakim kılınması gerekmektedir.

gücü, Yunanistan ve İspanya gibi zayıf ekonomik yapılara sahip ülkeleri bulundukları durumdan kurtarmak ve daha da önemlisi sağlam ve istikrarlı bir ekonomik yapıya dönüştürmekte kullanması gerekmekte. Bunun için söz konusu ülkelerin kendilerine çıkartılan ekonomik reçeteleri uygulamaları ve gelecek döneme yönelik makro ekonomik yapılarını istikrarlı bir düzeye oturtmaları elzem görülmekte. Avrupa Birliği’nin Euro Bölgesi’nde yaşanan krizden başarıyla çıkması sadece Avrupa Kıtası için değil, bu kıtayla ekonomik ilişkileri olan diğer anakaraların ülkeleri için de önemli. Tersi bir durumda, krizden çıkmak için kendi içine çekilecek olan bir Birliğin, uluslararası sistemde yaşanan gelişmelerden kendisini soyutlaması ve bir nevi izolasyonist politikalara kendini hapsetmesi olasılığı ortaya çıkabilecektir ki bu durum, iki kutuplu dünya düzeninin ardından oluşturulan Batılı güç dengesi üzerinde sarsıcı etkiler doğurabilecektir. Avrupa Kıtası ile ilgili şu an öncelikli sorun ekonomik durgunluk ve darboğaz olmakla birlikte, bir diğer önemli mesele de “farklılıklar içinde birlik” argümanını kullanan Birliğin ileriki yıllardaki tutumuna ilişkindir. Gelecek yirmi yıllık perspektifte Avrupa Kıtası’ndaki Müslüman nüfusun sayısının iki katına ulaşması öngörülmekte. Üye ülkeler çerçevesinde çokkültürlülük politikasıyla farklılıklara saygı prensibini benimseyen Avrupa Birliği’nin, Kıta’daki nüfusun heterojenliğinin artmasına paralel olarak nasıl bir evrim gösterebileceği soru işareti gibi görünüyor. Azınlıklar konusunda henüz Birlik içerisinde tam bir mutabakat sağlayamamış olan hatta azınlığın ortak bir tanımına bile ulaşamayan Avrupa Birliği’nin üye devletler arasında bu konuda yaşanan görüş farklılıkları noktasında nasıl bir refleks göstereceği önemli. Birliğin kurucu ülkelerinden olan ve bir devlet politikası olarak farklılıkları yok sayan Fransa başta olmak üzere çeşitli üye ülkelerde

Bu noktada Avrupa Kıtası’nın geleceğine bakma da faydalı olabilecektir. Euro Bölgesi’nin bugün içinde bulunduğu finansal krizin ileriki dönemde Avrupa Birliği’ni nasıl etkileyeceği büyük bir soru işareti. Bu konuda yapılan tartışmalara baktığımızda bir taraf Avrupa Birliği’nin bu krizden güçlenerek çıkabileceğini savunurken diğer bir taraf ise Birliğin yavaş yavaş dağılma sürecine girebileceği öngörüsünde bulunmakta. Birliğin krizden güçlenerek çıkabileceğini savunanlara göre yapılması gereken yetkilerin merkezden çevreye daha fazla yayılması ve federalist bir yapıya doğru Birliğin dönüşmesidir. Bu noktada Avrupa Birliği’nin ana kurucu ülkeleri olan Almanya ve Fransa’ya büyük görevler düşmekte. Özellikle Almanya’nın Birlik içerisinde sahip olduğu ekonomik ve siyasi

2992


Antalya Literary Express cilt 1 sayı 11

artan İslam karşıtlığı olgusu, Avrupa Birliği’nin çokkültürlü yapısına yönelik büyük bir tehlike ortaya koymakta. Nasıl ki Birliğin ekonomik geleceği konusunda Almanya ön plana çıkmaktaysa, kültürel ve etnik çeşitliliği noktasında da Fransa öncelikli role sahip ülke olarak belirmekte.

yıllarda Türkiye’nin bölünme riski var” ifadesi bir müttefik uyarısı değil, ABD’nin stratejik hedefidir! Nitekim bu hedef yeni de değildir; ABD çeşitli dönemlerde ama en çok da AKP iktidarı süresince bu hedefi gerçekleştirmek üzere somut adımlar atmıştır. Bu planın Türkiye’ye hangi süreçlerde dayatıldığını anımsamak, hem belirlenen stratejiyi daha iyi kavramımızı sağlar hem de mücadelenin hangi cephede sürmesi gerektiğini ortaya koyar. İnceleyelim:

Sonuç olarak bugün Avrupa Kıtası’nın dolayısıyla Avrupa Birliği’nin geleceği iki ana kurucu ülke olan Almanya ve Fransa’nın ellerinin arasında görünüyor. Gelecek yıllarda hem ekonomik hem de sosyo-kültürel açılardan güçlü bir Avrupa’dan söz edebilmemiz için bu iki devletin, diğer üye devletlere nazaran daha fazla mesai harcamaları bir zaruret olarak ortaya çıkmakta. Ayrıca Birliği’nin de merkezde toplanan yetkileri daha fazla çevreye yaymak konusunda istenç göstermesi ve buna yönelik olarak üye devletlerin daha fazla katkı sunmaları da Birliğin gelecek perspektifleri açısından elzemdir

ABD PLANI İLK 1965’TE GETİRDİ ABD Kürdistan’ın kurulması ve Türkiye ile federal bir çatı altında birleştirilmesi şeklindeki tarihi projesini Ankara’nın önüne ilk olarak 1965 yılında getirdi. Emekli Amiral Vedii Bilget’in, 24 Şubat 1987 tarihli Cumhuriyet Gazetesi’nde yayımlanan yazısına göre ABD, 1965 yılında Türkiye’ye bağlanacak bir “Federe Kürt Cumhuriyeti” için dönemin başbakanı Süleyman Demirel’in ağzını aramıştı. Bilget’e göre “Federe Kürt Cumhuriyeti”, Türkiye, Irak ve İran Kürtlerini kapsayacak ve Türkiye ile federal bir çatı altında bileştirilecekti.

* Orjinal ismi “Global Trends 2030: Alternative Worlds” olan raporun İngilizce resmi tam metnine buradan ulaşabilirsiniz: http://info.publicintelligence.net/GlobalTrend s2030.pdf, (erişim tarihi: 24.12.2012).”

Yine dönemim Senato Üyesi Sadi Koçaş, anılarında, “ABD’nin AP’yi ve Demirel’i 1965’te iktidara getirdiğinde, ‘Irak-İran ve Türkiye Kürtlerini Federe bir Cumhuriyet haline getirelim, bunu Türkiye’ye bağlayalım’ isteğinde bulunduğunu,” belirtiyordu. (Sadi Koçaş, Atatürk’ten 12 Mart’a Anılar, 4. Cilt)

8. Mehmet Ali Güller, Kürdistan Türkiye’yi Böler: http://mehmetaliguller.com/tag/kureselegilimler-2030/ KÜRDİSTAN TÜRKİYE’Yİ BÖLER Mehmet Ali Güller tarafından Aydınlık Gazetesi Yazıları, Politika Yazıları içinde 12/12/2012 tarihinde yayınlandı

PENTAGON’UN KÜRT SENARYOSU ABD, bu projeyi bir kez 12 Mart’tan sonra 1974’te ve bir kez de 12 Eylül sürecinde 1986’da Türkiye’nin önüne getirdi.

ABD Ulusal İstihbarat Konseyi’nin hazırladığı “Küresel Trendler 2030” raporu, senaryoları değil saptamaları ve Washington’un planlarını içeriyor. Bu nedenle raporda yer alan “Kürdistan’ın yükselişi nedeniyle önümüzdeki

7 Kasım 1986 günü Ankara’ya gelen Pentagon’un iki numarası, Savunma Bakan Yardımcısı William Taft çantasında “Pentagon’un Kürt Senaryosu”nu getirmişti.

2993


Antalya Literary Express cilt 1 sayı 11

Evren ve Özal ikilisinin kabul ettiği planı, dönemin Genelkurmay Başkanı Org. Necdet Üruğ reddetmişti.

‘CASUS BELLİ’YE ERGENEKON TERTİBİ ABD 2 yıl süren hazırlığını, Haziran 2001’de Kürdistan’ı resmen ilan ederek taçlandırmak istedi.

ABD’nin Irak’a saldırısından hemen önce, 13 Ocak 1991 tarihinde dönemin ABD Dışişleri Bakanı James Baker planın güncellenmiş halini yine Ankara’ya getirdi. Yüzyıl Dergisi’nin 10 Şubat 1991 tarihli “ABD’nin Üç İsrail Planı” başlıklı kapağıyla kamuoyuna duyurduğu plana göre ABD, Körfez Savaşı’ndaki desteği karşılığında Türkiye’ye “Kürdistan’ın hamiliğini” verecekti!

Ancak Türk devleti ön aldı ve Mayıs’ta “Kürt devletini casus belli (savaş nedeni) saydığını” ilan etti. Türk Ordusu, sonraki aylarda, ABD müdahalesinden önce Irak’ın kuzeyine girme planı hazırladı. 2001 mali krizi, Ecevit Hükümeti’nin düşürülmeye çalışılması ve ABD’nin Türk Ordusu’na Ergenekon tertibi işte bu süreçte başladı.

Plan, Çekiç Güç’ün 17 Nisan 1991 tarihli Huzur Operasyonu ile işleme sokuldu. 36. Paralel ile Irak’ın kuzeyini uçuşa yasak ilan eden Çekiç Güç, Bağdat’tan kopardığı bu bölgede Kürdistan’ın temelini attı. 1996 yılında Türkiye plana müdahale sürecini başlattı; süreç 1998’e kadar bölge lehine işledi.

Bahçeli destekli 3 Kasım 2002 seçimleri ve sandıktan AKP’yi çıkarma(!) hamlesiyle başlayan Atlantik süreci ise geride kalan tahribatlarla ve “açılımlarla” dolu 10 yılı yarattı.

ÖCALAN’IN TÜRKİYE’YE TESLİMİ

Artık hamle sırası Türkiye’de…

ABD, 1999 yılında yeni bir Kürt Planı’nı devreye soktu. Pentagon tarafından Alan Makovsky başkanlığındaki bir ekibe hazırlatılan plan, dönemin ABD Dışişleri Bakanı Madeleine Albright’ın onayı ve ABD Başkanı Bill Clinton’un parafıyla yürürlüğe girdi.

Not: Bu konudaki ayrıntıları Kaynak Yayınları’ndan çıkan “Büyük Kürdistan” isimli kitabımdan okuyabilirsiniz…

Planın esasını, Irak’ın kuzeyinde beş aşamada kurulacak bağımsız Kürt devleti ile Türkiye’de bir Kürt federe devleti oluşturulması ve bu iki yapının daha sonra birleştirilmesi oluşturuyordu.

9. Soli Özel, 2030’da dünya:

Öcalan ülke ülke dolaştırılırken, 25 Ocak 1999’da ABD’den gelen bir heyet, “Türkiye himayesinde Kürdistan” planını Ankara’ya dayattı. ABD Dışişleri Bakanlığı’nın Yakındoğu Dairesi Başkan Yardımcısı Elizabeth Jones, ABD’nin Kuzey Irak Koordinatörü Francis Ricciardone ve Pentagon yetkililerinin bulunduğu heyet, 12 maddelik planı Ankara’ya kabul ettirdi!

2030'da dünya

Mehmet Ali Güller Aydınlık Gazetesi 12 Aralık 2012”

http://www.haberturk.com/yazarlar/soliozel/803842-2030da-dunya “Soli Özel sozel@htgazete.com.tr

16 Aralık 2012 Pazar, 11:43:11 Güncelleme: 16:37:26 Taraf gazetesindeki deprem, bu gazeteyi sevseniz de sevmeseniz de, Türkiye demokrasisi açısından olumsuz anlamda bir eşiğin daha geçildiğinin işaretidir. Konuya tekrar dönmek gerekecek. 2030'ların

2994


Antalya Literary Express cilt 1 sayı 11

dünyasında Türkiye'nin kendisine nasıl münasip bir yer bulabileceği sorusuyla bu olumsuz dönüşün de bir bağı var tabii.

Ancak bu yeniden rejim inşa etme çabalarında yönetici kadrolar zayıflayan devlet gücü, hareketlenmiş toplumlar ve zayıf ekonomik altyapı gibi sorunlarla da boğuşmak zorunda kalacaklar. Bunlara ek olarak Irak ve Suriye gibi ülkelerde en çarpıcı şekilde ortaya çıkan etnik ve mezhepsel kırılmaların çatışmaya dönme ihtimali de yüksek.

ABD'nin Ulusal İstihbarat Konseyi (NIC) tarafından hazırlanan "Küresel Eğilimler 2030: Alternatif Dünyalar" raporunda ülkelerin yönetilebilirlikleriyle ilgili bölümde şöyle bir saptama yapılmış: "Bir ülkenin gelişme düzeyi yönetilme düzeyinden daha ileriyse bu durumda bir 'demokratik açık'tan bahsetmek gerekir... Toplumsal hayatın başka alanlarındaki gelişme düzeylerine bir hayli ters düşen siyasi sistemlere sahip ülkeler daha istikrarsız olma eğilimi gösterir". Bu durumda ekonomileri gelişmiş, nüfusları orta sınıflaşmış ülkelerde şeffaflıktan, hesap vermeden uzak, demokratik açıdan eksikli yönetimler varsa istikrarı sürdürmek zorlaşacak sonucu çıkıyor.

İran'ın nükleer silaha sahip olmasının yaratabileceği kırılma bir yana bırakılacak olursa rapora göre bölgenin temel hedefi küresel ekonomiye eklemlenme yolunu bulabilmek olacak. Aslında bu perspektifte Türkiye'nin bölgesel ekonomik entegrasyonu geliştirme hedefinin önemi de ortaya çıkıyor. Rapor ABD'nin kendi durumuna da hayli gerçekçi bir değerlendirmeyle bakıyor. "ABD'nin ekonomik olarak yükselen ülkeler karşısındaki göreli düşüşü kaçınılmaz ve zaten bu yaşanıyor. Ancak uluslararası sistem içindeki yerini tam olarak belirlemek o kadar kolay değil."

Bir önceki yazıda 2030 yılının dünyasına giderken etkisi hissedilecek dört mega eğilimi özetlemiştim. Rapor bu mega eğilimleri etkileyecek "oyun değiştirici" diye tanımladığı gelişme ve eğilimleri de etraflıca ele alıyor. Başlıkları itibariyle bu oyun değiştirici gelişme ve eğilimler şu şekilde sıralanıyor: 1) Krizlere açık küresel ekonomi; 2) Yönetebilirlik zaafı; 3) Artan çatışma potansiyeli (hem ülkelerin içinde hem de devletler arasında); 4) Bölgesel istikrarsızlıklarda artma eğilimi; 5) Yeni teknolojilerin etkisi; 6) ABD'nin rolü.

Bu belirsizliğin önemli sebeplerinden birisi ekonomik açıdan ne kadar zayıflarsa zayıflasın ABD'nin gücün tüm unsurları bir araya getirildiğinde hala en önde gelen ülke statüsünü koruyacak olması. Üstelik gaz ve petrolde kendine yeterli hatta ihracatçı hale gelen bir ABD'nin maddi imkanları da o ölçüde artacak demektir. Ancak ABD'nin hızla çöken eğitim standartlarını toparlaması, astronomik şekilde artan sağlık harcamalarını da kontrol altına alması gerekiyor.

Türkiye'nin de enerjisinin büyük bir kısmını harcadığı Ortadoğu bugünkü verilerle daha uzunca bir süre kendisini toparlayabilecek gibi durmuyor. Bir yandan demografik baskıların da etkisiyle yerleşik, damar tıkanıklığına uğramış rejimler devrildi. Üstelik daha sonra iktidara kimler gelmiş olursa olsun bu rejimleri deviren akımların talepleri dinsel olmaktan çok dünyevi idi. Rejimi değişen her yerde iktidara gelen ve gelecek Müslüman Kardeşler türü hareketlerin hepsi öncelikle bu taleplere cevap vermek zorunda kalacaklar.

Raporun 2030 dünyası için sunduğu en olumlu senaryoda ABD ve Çin birlikte hareket edebilmenin yollarını bularak küresel meselelerde ortak tavır alabiliyorlar. raporun içeriğine bakıp bu olasılığın ne kadar güçlü olduğunu sorarsanız cevap iç açıcı sayılmaz.” 10. Erkin Ekrem, 2030: ABD Hegemonyasının Çöküşü ve Çin:

2995


Antalya Literary Express cilt 1 sayı 11

http://www.haber10.com/makale/29685/#.U UjMTFdZBxA

olmak üzere Meksika, Endonezya, Türkiye, Vietnam ve İran gibi ülkeler de bundan sonraki dünya güç dengelerinin oluşturulmasında önemli etkileri olacaktır.

“2030: ABD Hegemonyasının Çöküşü ve Çin 10 Ocak 2013 Perşembe 11:26

Son yıllarda ABD’nin küresel hegemonya gücünün nispeten gerilemesi ve Çin gibi yeni güçlerin yükselmesi sürecinin başlaması ile birlikte geleceğe yönelik öngörüler üzerinde çalışmalar da çoğalmıştır. Atlantic Council’in 10 Aralık 2012’de yayımlanan “Envisioning 2030: US Strategy for a Post-Western World” raporu, Dünya Bankası’nın 27 Şubat 2012’de yayımlandığı “China 2030: Building a Modern, Harmonious, and Creative High-Income Society” raporu ve The European Union Institute for Security Studies (EUISS) tarafından 27 Nisan 2012’de yayımlanan “Global Trends 2030: Citizens in an Interconnected and Polycentric World”raporu bulunmaktadır. Bunun yanı sıra 2030 yılına doğru Peterson Institute for International Economics kuruluşunun uzmanı Arvind Subramanian’ın Eclipse: Living in the Shadow of China’s Economic Dominance adlı eseri, Ian Morris’in Why the West Rules-for Now: The Patterns of History, and What They Reveal About the Future çalışması ve Rusya Bilimler Akademisi Dünya Ekonomisi ve Uluslararası İlişkiler Enstitüsü uzmanı Alexander A. Dynkin’in “Strategic Global Outlook 2030” raporu da aynı mahiyeti taşımaktadır. Bu tür çalışmalar sadece ABD’nin hegemonya gücünün gerileyeceği ve Çin'in de yükseleceği teması dışında yükselen Çin’in Batı’ya karşı meydan okuması da işlenmektedir. Konu ile ilgili Frank Sieren’in Der China-Code: Wie das boomende Reich der Mitte Deutschland verändert(2005), Martin Jacques’in When China Rules The World: The End of the Western World and the Birth of a New Global Order(2009), Erik Izraelewicz’in Quand la Chine change le monde (2005) ve John Naisbitt ve Doris Naisbitt’in China’s Megatrends: The 8 Pillars of a New Society

2030: ABD Hegemonyasının Çöküş Kaygısı ABD Ulusal İstihbarat Konseyi'nin (National Intelligence Council, NIC) yeni Başkan için hazırladığı dünyanın geleceğine ilişkin “Küresel Eğilimler 2030: Alternatif Dünyalar” (Global Trends 2030: Alternative Worlds) adlı raporu yayımlandı. Bu rapor, ABD Ulusal İstihbarat Konseyi’nin “Global Trends 2010: How Our Assessments Have Changed”, “Global Trends 2015: A Dialogue about the Future with Nongovernment Experts”,“Global Trends 2020: Mapping the Global Future” ve “Global Trends 2025: A Transformed World” raporlarından sonra yeni bir öngörü çalışmasıdır. 4 yılda bir hazırlanan bu çalışmaların başlıklarından da anlaşıldığı gibi, ABD’nin kendi hegemonya gücünün geleceğine duyduğu endişelerini anlamak mümkündür. “Küresel Eğilimler 2030: Alternatif Dünyalar” raporu, seçilen Başkan’ın orta ve uzun vadeli stratejik planının geliştirilmesi için hazırlanmaktadır. 16 istihbarat teşkilatı tarafından hazırlanan raporda, gelecekte 20 yıl sonrası dünyanın gidişatı için önemli öngörülerde bulunmaktadır. En çok dikkat çeken görüş ise, ABD’nin 1945 yılından buyana oluşturduğu hegemonyası 2030 yılına doğru sona erebilecek olmasıdır. Dünyanın güç merkezinin Batı’dan Asya’ya kaymasıyla başta ekonomi olmak üzere siyasî ve güvenlik alanındaki etkileri de Asya’da cereyan edecektir. Bu tespitler yeni bir görüş olmaması ile birlikte ABD’nin önemli istihbarat ve stratejik araştırma kuruluşları tarafından kabul edilmiş olması açısından önemlidir. Neticede Amerikan Barışı (Pax Americana) altındaki güç dengeleri değişecek ve Çin ve Hindistan başta

2996


Antalya Literary Express cilt 1 sayı 11

(2010) çalışmaları rağbet görmektedir. ABD’nin çöküşü ile ilgili dış etkenleri esas alan Charles Kupchan’in The End of the American Era: U.S. Foreign Policy and the Geopolitics of the Twenty first Century (2002) ve iç sorunları esas alan David S. Mason’in The End of the American Century (2008) adlı eserleri de önemli çalışmalardır.

Alternatif Dünyalar raporuna göre, 2030 yılına gelindiğinde ABD ve Çin gibi büyük ülkeler dâhil hiçbir ülke hegemonik güç olarak kalamayacak ve dünya kökten değişecektir. 1750 yılından bu yana Batı’nın tarihsel yükselişi tersine dönecek ve Asya tekrar küresel ekonomisindeki ağırlığını kazanacaktır. Asya, uluslararası ve ulusal düzeyde “demokratikleşmenin” yeni bir çağını yaratacaktır. Bununla birlikte, Avrupa, Japonya ve Rusya ekonomilerinin göreceli olarak yavaşlamaya devam etmesi muhtemeldir.[2] Yani ABD’nin hegemonyası sona erecek, son beş yüzyıllık Batı’nın yükselişi son bulacak ve Asya’nın uluslararasındaki önemi tekrar artacaktır.

ABD’nin küresel hegemonyasının çöküşü tezi birçok ülkeyi ilgilendirdiği gibi yeni yükselen Çin’in de geleceğini etkilemektedir. Mayıs 2012’de, ABD ve Çin uzmanları Şanghay’da düzenlenen bir sempozyumda, 2030 yılına doğru dünya güç merkezi ve güç dengeleri üzerinde görüşlerini paylaşmışlardır. Bu sempozyumda uluslararası güç merkezinin dağılması ve küresel liderliğe karşı zorlukları, dönüşüm sürecinde küresel yönetişim konusunda güç merkezinin parçalanması ve güçler arası entegrasyon meseleleri tartışılmıştır.[1]

Söz konusu raporda geleceğe yönelik bazı belirsiz etkenler de vardır: 1. Küresel ekonomik kriz yaşanabilir: Küresel ekonomik gelişmelerinin dengesizliği ve istikrarsızlığından dolayı krize girebilir. Dünya ekonomisi artık 2008 yılından önceki durumunu yakalayamaz. Dünya ekonomisi giderek Doğu ve Güney’e bağımlı kalacaktır. Kalkınmakta olan ülkeler, küresel ekonomik büyümenin %70’ini teşkil edecektir, Çin’in katkısı ise ABD’nin 1.5 katı olacaktır. 2025 yılına doğru Çin’in küresel ekonomik büyümesinin katkısı 1/3’ü oluşturacak ve günümüzdeki önemli ekonomileri geride bırakacaktır. Ancak, Çin’in de bazı sorunları vardır, bunlar ekonomik büyümesinin yavaşlaması ve orta gelir tuzağına düşme ihtimali sayılabilir.

ABD’nin 1945 yılından beri oluşturduğu uluslararası ekonomik ve siyasal sistemden ve düzeninden en çok istifade eden Çin'in, 30 yıl içinde dünyanın en büyük ikinci ekonomik gücü haline geldiği ve ekonomik güce dayanan askerî modernizasyonu da kayda değer neticeler almıştır. Ekonomi ve askerî gücünü arttıran Çin’in artık siyasal ve güvenlik alanında da güç kazandığı gibi küresel etkisi olan büyük bir bölgesel güce sahiptir. Çin, artık mevcut uluslararası sistemden ve düzenden rahatsızlık duymakta olduğu ve kendi ulusal çıkarları için uluslararası sistemde daha fazla söz hakkı istemektedir. Bu gelişmeler doğal olarak mevcut uluslararası sistemi ve düzenin sahibi ve hegemonya gücünü kaybetmek kaygısını yaşayan ABD’nin dikkatini çekmektedir.

2. Yönetim boşluğu: Dünyanın hızlı değişimine karşı birçok ülke ve uluslararası kuruluşlar hızlı bir şekilde adapte mi olacak yoksa bu değişimin altında mı kalacak? Bugün mevcut BM, Dünya Bankası ve IMF gibi kuruluşlar değişen yeni ekonomik gerçekler ile uyum sağlayacaktır.

2030: ABD Hegemonyasının Çöküş Senaryosu ABD Ulusal İstihbarat Konseyi’nin 12 Aralık 2012’de yayımlanan Küresel Eğilimler 2030:

2997


Antalya Literary Express cilt 1 sayı 11

3. Potansiyel çatışmaların artması: Uluslararası sistemin değişmesiyle birlikte ülkeler arasındaki çatışma riski de artabilir. Özellikle Çin, Hindistan ve Rusya gibi ülkelerin değişime karşı algıları, kaynakların paylaşımı üzerinde çatışmaların artması ve savaş araçları kolayca elde etmesi devletlerarasındaki çatışmaları meydana getirebilir. Ancak, büyük ülkelerin katılacağı dünya savaşı çıkmayacaktır. Çünkü büyük ülkeler küresel çaptaki bir savaşın kendi ekonomisi ve siyasal düzene zarar verebileceği düşüncesindedirler. Mevcut uluslararası sistemin savunucusu olan ABD’nin ne derecede güç kaybetmesi de önemlidir, zira düşüşte olan ABD’nin küresel güvenliğin sağlanması konusunda isteksiz veya yapamaz hale gelmesi özellikle Asya ve Ortadoğu’nun istikrarını ilgilendirmektedir. Bu nedenle ABD’nin durumu dünyanın istikrarını etkileyen kilit faktördür.

ortaklıkların arasında birinci konumu sağlayan bir ülkeye dönüşebilir. Sert ve yumuşak güçler (hard and soft power) açısından ABD hala çok geniş çapta avantajlara sahip olmasına rağmen, diğer ülkelerin hızlı yükselişiyle ABD’nin tek kutuplu dönemi (unipolar moment) sona erecektir, ABD’nin 1945 yılında başlayan uluslararası siyasette Amerikan egemenliği çağı yani Pax Americana hızlı bir şekilde düşüşe gidecektir. ABD’nin uluslararasındaki konumu da uluslararası kriz yönetiminde başarılı yardımı elde etmesine bağlıdır. Asya’da eğer 19 ve 20. yüzyılın başında olduğu tarihleri tekrar yaşayacaksa, bölgesel istikrarın sağlanması için ABD bir dengeleyici olarak davet edilebilir. ABD doları küresel rezerv para birimi olarak kalamadığı takdirde, ABD’nin küresel ekonomik ve siyasal gücü da büyük ölçüde baltalanabilir. 2030 yılına kadar yeni yükselen güçler mevcut ABD’nin konumuna geçmesi zordur, zira yeni yükselen güçler ABD’nin tesis ettiği mevcut uluslararası sistemden yararlanmakta ve siyasal düzeninin sağlamlaştırılması ve ekonomik kalkınmasının devam etmesinde mevcut sisteme ihtiyaç duymaktadır, bu nedenle yeni bir uluslararası sistemin oluşturulmasında isteksizlerdir. Üstelik yeni yükselen güçler henüz bir birlik kurarak mevcut uluslararası sistemi değiştirerek küresel çapta bir yapının oluşturulması eğiliminde değillerdir.[3]

4. Geniş kapsamlı bölgesel istikrarsızlık: Ortadoğu ve Güney Asya çalkantıları daha geniş çapta istikrarsızlık yaratabilir. Bu bölgelerde sağlam bölgesel güvenlik mekanizması yoktur. Giderek kutuplaşan Asya da küresel tehdit yaratan bir faktördür. Bölgede gidererek yükselen Çin’in gücüne duyduğu korkular ve Çin milliyetçiliğinin yükselişi ihtimali ve neticede ABD'nin de bölgeye sürüklenme sorunları Asya’nın istikrarına zarar verebilecektir. 5. Yeni teknolojilerin etkisi: İnsanoğlu bilimsel ve teknolojik açılıma karşı uyum sağlayabilmesi ve bu gelişmeler sayesinde üretim verimliliğini artırması, küresel nüfus artışına çözüm bulması, kentleşme hızına ve iklim değişikliğinin yarattığı sorunlara karşı çare bulması da beklenen problemlerdir.

Küresel Eğilimler 2030: Alternatif Dünyalar raporu, küresel etkisi olmayabilen ancak ihtimali olan etkenleri de ortaya koymuştur: ciddi bulaşıcı hastalıklar, daha hızlı iklim değişikliği, Euro bölgesi ya da AB’nin çöküşü, demokratikleşmiş veya çökmüş olan bir Çin, reformu başlatan bir İran, nükleer veya kitle imha silahlı savaşlar, siber saldırılar, güneş fırtınası ve ABD’nin dünyadan kopması gibi gelişmeler.

6. ABD’nin rolü: ABD’nin uluslararası rolünün gelecekteki 15-20 yıl içinde nasıl gelişeceği ve ABD’nin yeni ortaklıklarla uluslararası sistemi yeniden nasıl şekil vereceği konusunu kestirmek zordur. Büyük ihtimale ABD barışçı

2998


Antalya Literary Express cilt 1 sayı 11

Söz konusu raporda yukarıdaki muhtemel 6 çeşit gelişme üzerinde geleceğe yönelik 4 çeşit senaryoyu geliştirmiştir.

Barack Obama, Ocak 2009’da iktidara geldikten sonra kurmaylarıyla ABD’nin dış politika önceliğini tartışmış ve Ortadoğu’nun istikrarı, ABD’nin çıkarları üzerindeki etkisi fazlası ile abartılmış, fakat Asya’nın öneminin ise göz ardı edilmiş olarak tespit etmişlerdi. Şubat 2009’da ABD Dışişleri Bakanı Hillary Clinton’un ilk dış gezisi geleneksel Avrupa müttefikleri değil, Japonya, Endonezya, Güney Kore ve Çin’i kapsamıştı. Clinton’un bu gezisi Washington’nun Asya Pasifik bölgesine verdiği önemin sinyalidir. Başkan Obama’nın Asya Pasifik ziyareti ise Kasım 2009’de gerçekleşmiştir. Japonya, Singapur, Çin ve Güney Kore ülkelerini kapsayan bu gezide Obama ABD’nin Asya’ya geri döndüğünü deklere etmiştir.[5] Obama daha sonraki Asya Pasifik gezisinde ABD’nin Asya’ya geri döndüğünü tekrarlamıştır.[6] Dışişleri Bakanı Clinton’un Kasım 2011’deki bir yazısında, 21. yüzyıl Amerika’nın Pasifik yüzyılı olacaktır ifadesi Washington’un Asya Pasifik’e yönelmesinin kararlı bir politika olduğunu göstermektedir.[7] Kasım 2011’de, Başkan Obama, Doğu Asya Zirvesi’ne iştirak etmekle Çin’e karşı bölgedeki liderliğini korumuştur.[8] Bu tarihten sonra ABD uzmanları ABD’nin Asya’ya geri dönüş politikasını stratejik kaydırma olarak tanımlamıştır.[9] Washington’un söz konusu politikasının tanımı Haziran 2012’de Savunma Bakanı Leon E. Panetta’nın Singapur’de düzenlenen XI. The Shangri-La Dialogue konferansındaki konuşmasıyla “yeniden dengeleme” (strategic rebalancing) olarak değişmiştir.[10] Savunma Bakanı Panetta’nın “The US Rebalance Towards The Asia-Pacific” başlıklı konuşmasında Washington’un Asya Pasifik’e yönelik yeniden stratejik dengeleme (strategic rebalancing) politikasını açıklamış ve 2020 yılına kadar ABD’nin silahlı kuvvetlerinin %60’ini Asya Pasifik’e kaydıracağını belirtmiştir.[11] Panetta’nın Eylül 2012’deki Çin ziyareti sırasında, ABD’nin Asya Pasifik’te sürdürdüğü yeniden dengeleme politikası

1. Ateşi sönmüş motor: Bu en kötü senaryodur. ABD ve AB’nin ilgisinin ülke içine dönmesi ve küresel liderlik sağlama işi ile ilgilenmemesi, ülkeler arasındaki çatışma riskinin artması, küreselleşme süreci ve küresel ekonomik durgunluğa girmesi gibi sonuçları yaratabilir. 2. Kaynaşma (fusion). Bu en iyi senaryodur: ABD ile Çin çeşitli konularda işbirliği yapmak üzere daha geniş küresel işbirliğini ilerletebilir. Uluslararası çok taraflı kurumların reform süreciyle birlikte ve daha kapsayıcı bir yapıya kavuşur, gelişmekte olan ve gelişmiş ülkelerin ekonomik büyümeleri hep birlikte devam eder. 3. Şişeden çıkan cin katsayısı (Gini Out-of-TheBottle): Yani yurtiçi ve yurtdışı aşırı eşitsizlikler, ülkeler içindeki eşitsizlikler sosyal gerilimlerin artması, uluslararası alanda Avrupa ve ABD’nin kazançlı çıkması ve daha fazla ülkenin başarısız devletler haline gelmesi, büyük güçlerin farklı görüşlerinin çatışma olasılığını artırmamasıdır. 4. Devlet dışı bir dünya (Nonstate World): Yeni teknolojinin imkanı ve devlet dışı aktörlerin (sivil toplum örgütleri, çok uluslu şirketler, akademik kurumlar ve varlıklı kişiler v.s.) yükselişi ile küresel sorunlar karşısında sorumlulukları üstlenmesidir.[4] Söz konusu raporda en çok Çin’in durumu göze çarpmaktadır. Raporun her bir bölümünde Çin’in adı geçmektedir: Çin’de orta sınıfın gelişimi, ekonomik büyüme trendi, kapsamlı ulusal gücü, demografik eğilimleri, kentleşme süreci, kaynak tedariki, gıda tedariki ve komşu ülkeler ile olan ilişkileri gibi konuları kapsamaktadır. Çin’i Hedef Alan ABD’nin Stratejik Kuşatması

2999


Antalya Literary Express cilt 1 sayı 11

Çin’e yönelik olmadığını tekrarlamıştır.[12] Buna rağmen Çin’i endişeye sokmuştu.[13] Başkan Obama’nın tekrar seçildikten sonra Kasım 2012’deki beşinci Asya ziyaretinde Asya’da yeniden dengeleme politikasını tekrarlamamıştır. ABD’nin bu politikası Çin tarafından kendisine yöneldiği kanaatini uyandırmıştır.[14]

dolaşımı ve ABD etkinliğinin bu dinamik bölgede sağlanması askerî kapasite ve mevcudiyetinin devamında saklıdır. Uzun vadede ele alındığında, Çin’in bölgesel bir güç olarak ortaya çıkışının, ABD ekonomisi ve bizim güvenliğimize çeşitli şekillerle ve yollarla potansiyel etkileri olacaktır. Doğu Asya’da barışın ve istikrarın sürdürülmesi ve işbirliğine dayalı karşılıklı ilişkilerin inşası konularında iki ülkenin (ABD ve Çin) birbirine sıkı sıkıya bağlı ve güçlü temellere dayanan çıkarları vardır. Fakat, Çin’in askeri gücünde yaşanan büyüme, Çin’in stratejik niyetlerin daha açık bir biçimde tasvirine ihtiyaç duymaktadır; böylece bölgede doğacak sürtüşmelerin engellenmesini de mümkün kılacaktır. ABD, gerekli yatırımları yaparak bölgesel erişimin sağlanması ve anlaşmalarımıza dayanan yükümlülükler ve uluslararası hukuka bağlı kalınarak, serbestiye dayalı özgürce faaliyetlerini sürdürmeye devam edecektir. Müttefiklerimiz ve ortaklarımızla kurduğumuz ağlarımız yoluyla çalışarak; temel istikrarın teminini sağlayan, yeni güçlerin barışçıl yükselişini teşvik eden, ekonomik dinamizm ve yapıcı savunma işbirliğini özendiren bir kurallara (hukuka) duyarlı uluslararası düzenin devamını sağlamaya kararlıyız”.

Washington’un Asya Pasifik’e yönelme politikası ABD’nin savunma stratejisine de yansımıştır. 5 Ocak 2012’de Obama ABD’nin yeni askerî stratejisini ilan etmişti. ABD’nin Küresel Liderliğini Sürdürmek: 21. Yüzyıl Savunma Öncelikleri adlı raporu[15] üzerinde Başkan Obama da bir konuşma yapmıştı. Söz konusu rapor ve Başkan Obama’nın konuşmasında ABD’nin stratejik önceliği şu şekilde sıralanmaktadır:[16] 1. Washington’un stratejik ağırlığı Asya Pasifik bölgesine kaydırılmıştır. Bununla birlikte Avrupa’daki askerî varlığı azaltılmaktadır. 2. ABD Ortadoğu’daki çıkarlarını ve İsrail’in güvenliğini koruma gibi bazı geleneksel misyonunu korumaya devam edecektir. 3. ABD kuvvetlerinin sayısal ve bütçe konusunda azaltma yoluna gitmiş olmasına rağmen ileri askerî teknolojisiyle dünyanın en güçlü ordusu olmada kararlıdır.

Raporun ABD Kuvvetlerinin Temel Görevleri bölümünde Çin, İran ile birlikte anılmaktadır:

4. ABD savunma stratejisi düşüncesi olarak daha önceki “aynı anda iki cephede savaşı başarma” planını değiştirmiş ve tek bir savaşı başarmanın yanında küçük çaptaki operasyonları başarmak olarak ortaya koymuştur.

Çin ve İran gibi devletler asimetrik araçların kullanımını sürdürerek, güç projeksiyonu kapasitemize karşı çıkmaya devam edeceklerdir, bunu yaparken de karmaşık silah sistemleri ve teknolojilerinin devlet-dışı aktörlere yayılmasına yardımcı olmayı da sürdüreceklerdir. Bu nedenle ABD ordusu gereken yatırımları yaparak, girişimi engelleme (Anti-Access) ve bölgeye hapsetmede (Area Denial)(A2/AD) etkin bir şekilde faaliyetlerini sürdürmenin yollarını arayacaktır. Bu faaliyetler, Ortak Operasyonel Erişim Konsepti Kavramı’nın uygulanmasını da kapsayacak, deniz-altı faaliyet kapasitelerimizin

5. ABD’nin çıkarlarına meydan okuyan güçlerle ve terörle mücadelesi devam edecektir. ABD savunma stratejisi raporunda ABD’nin Çin ile olan stratejik ilişkileri anlatılmaktadır: “Barışın ve istikrarın temini sürdürülmesi, ticari faaliyetlerin ve ürünlerin serbest

3000


Antalya Literary Express cilt 1 sayı 11

geliştirilmesi sürdürülecek, radara yakalanmayan yeni bir hayalet avcı bombardıman uçağı geliştirilecek, füze savunma sistemleri geliştirilecek ve kritik öneme sahip uzay merkezli kapasitemizin esneklik ve etkinliğinin artırılması, geliştirilmesi bağlamındaki çabalarımızın devamı sağlanacaktır. [17]

düzenlemektedir; Ekonomik açıdan bölge ülkeleriyle Trans-Pasifik Ortaklık (TPP) anlaşmasını gerçekleştirmeye çalışmaktadır; değerler üzerinde ise bölge ülkeleriyle demokrasi ve insan haklarının daha da geliştirilmesi için çaba sarf etmektedir. Bu gelişmelerin sonucunda, ABD-Çin arasında bölgesel liderlik konumunun çatışması, ekonomi-ticaret anlaşmazlıkları, güvenlik ve değerler (insan hakları ve demokrasi) ile Tayvan, Tibet ve Doğu Türkistan gibi ayrılıkçı problemleri dâhil bir dizi sorunları da meydana getirmektedir. Nitekim, Çin ve ABD arasında yaşanan gerilimi Doğu Asya’da sıfır toplamlı bir oyuna dönüşmüş durumdadır. [22] ABD’nin Asya politikasının neticeli olması için daha fazla güç sarf etmesi ve daha fazla angajman olması gerekmektedir.[23] Eğer Asya Pasifik’te ABD-Çin arasında bir savaşın yaşanması her iki ülkenin ağır zarar görmesine yol açabilir, Çin son 30 yıllık kazanımını kaybedeceği gibi hâkimiyetinin çökmesine neden olur, ABD ise sadece hegemonya gücünü değil, büyük güç[24] statüsünü de yitirecektir. Bu bağlamda, ABD’nin Çin’e yönelik bütün stratejik baskı çabaları herhalde Pekin’i kendisiyle işbirliği yapmasına zorlamaktadır, neticede ABD’nin 2030 yılına doğru ABD-Çin işbirliği ilişkilerini sağlamakla mevcut küresel konumunu devam ettirmektir.

Aslında ABD’nin Asya’ya yönelmesi ve stratejik açından Çin’i hedef alması söz konusu savunma raporundan önce başlamıştır.[18] Obama yönetiminin Asya’ya yönelik güvenlik stratejisi Çin’i derinden etkilemiştir.[19] Barack Obama’nın tekrar başkanlığa seçildikten sonra Çin’i hedef alan politikası daha da netleşmeye başlamıştır. Obama, 2009’da ABD-Çin ilişkilerini ortak ve “rakip” (competitor) olarak kullanmıştır. 2012’de aynı ifadeye kullanmış ve kullandığı “rakip” (adversary) kelimesi farklıydı: önceki “yarışan rakip” anlamındadır, sonraki ise “düşman”, “muhalif olan rakip” ve “karşı çıkan kimse” anlamındadır. Yani Obama yönetimi 4 yıl sonra yükselen Çin’e karşı algısı rakiplikten düşmanlığa yükselmiştir.[20] ABD’nin Asya Pasifik bölgesinde ekonomi, güvenlik ve jeopolitik çıkarları koruyabilmek için diplomasi açısından bölge ülkeleri ile çok taraflı işbirliği mekanizmasını güçlendirmekle liderliğini sağlamaya çalışmaktadır; askerî ve güvenlik açısından bölgede deniz-hava ortak operasyonlar (Air Sea Battle) kapasitesini güçlendirmekte ve ABD’nin en ileri teknoloji ile domaltılmış silahları (zırhlı araç, füze, uçak) bölgede (Japonya, Güney Kore ve Guam adası) konuşlandırmaktadır. Bölgede geleneksel ikili güvenlik ittifakını (Japonya, Güney Kore, Avustralya, Yeni Zelanda) güçlendirmekte ve yeni askerî ortaklıklar (Tayland, Singapur, Vietnam, Filipinler) oluşturmaktadır; En ilgi çeken konu ise ABD’nin savaş gemilerinin %60’ını Asya Pasifik bölgesine kaydırmasıdır.[21] Çin hariç bölgedeki 22 ülke ile ikili, çok taraflı ve Pasifik çevresi askerî tatbikatları (Ria of the Pacific)

ABD Hegemonyasının Çöküşü ve Çin Soğuk Savaş’ın sona ermesi ile 11 Eylül olayı arasında, ABD’nin kendisinin küresel üstünlük konumundan yararlanarak bundan sonraki dünya sistemi ve düzenini biçimlendirecek büyük stratejisini üretememiştir. Terörizm ile savaşı esas alan tek taraflı dış politikası birçok müttefik ve potansiyel müttefiklerin ABD’den uzaklaşmasına neden olmuştur, Afganistan savaşı ile Irak savaşı ise, ABD’nin küresel hegemonyasını sarsmıştır. Bütün bu gelişmeler Çin dâhil bazı yükselmekte olan ülkelerin güç kazanmasına zaman tanımıştır. Neticede Washington mevcut konjonktürel gelişmelere

3001


Antalya Literary Express cilt 1 sayı 11

yönelik stratejisini oluşturması ile sınırlandırılmış ve geleceğe yönelik daha ideal (güvenilir ve verimli) olan büyük stratejisini üretmekte yetersiz kalmıştır. [25]Bu nedenlerle ABD yaptığı hatanın bedelini ödemeye mahkûm olmuştur.

sisteme bağlı düzeni değiştirebilir. Çin’in söz konusu sistem ve düzene yönelik tamamlayıcı, revizyon ve meydan okuma yöntemlerinden hangisini kullanacağı henüz net değildir. ABD’nin Asya Pasifik’te Çin’i stratejik kuşatma politikasına göre Washington’un nezdinde Çin, bir meydan okuyucu ülkedir. Bu tespitten kaynaklanan düşünce ise tarihsel olgulardır. Son 500 yılda yeni yükselen güçler mevcut başat güce meydan okumuş ve kanlı bir şekilde sonuçlanmıştır. Neticede çoğu zaman güç transferi (transfer of power /power shift) yapılmıştır. Ancak, 1775–1783 yılları arasındaki Amerikan Bağımsızlık Savaşı ve 1812-1815 yılları arasındaki Amerikan-Britanya savaşları sayılmadığı takdirde sadece Britanya hegemonyasının ABD’ye devredilmesi örneği kansız olarak bittiği tespit edilmektedir. Bu son örneğin mevcut olmasına rağmen Washington işini herhalde şansa bırakmak istemeyecektir.

ABD, küresel hegemonyasının çökmesi ile ilgili tespit çalışmaları 30 yıldan beri devam etmektedir. ABD, askerî, ekonomi, kültürel, bilim ve teknoloji alanında hala dünyanın en ileri konumundadır. ABD, dünyanın en iyi üniversitelerine sahip olduğu gibi dünyanın en iyi bilim adamı, akademisyenlerini ve strateji uzmanlarını/stratejik düşünce kuruluşlarını barındırmaktadır. ABD, toplumun geçmişteki hata ve başarısızlıkları üzerinde muhasebe yapabildiği gibi kendini revize edebilme bünyesine de sahiptir. Küresel Eğilimler 2030 raporu da aslında böyle bir özelliğin ürünüdür. ABD’nin yükseliş sürecinde oluşan bu özellikleri ABD’nin bir avantajı olarak tarihteki hiçbir süper güç buna tam sahip olamamıştır. Bu avantaja sahip olduğu sürece ABD kendi hegemonya gücünü kaybettiği takdirde yine başat bir güç olarak uluslararası siyasî ve ekonomi alanında etkisini gösterecektir. ABD’nin asıl endişe duyması gereken iç sorunu olmalıdır.

Bunun bir örneği ise, yükselen Almanya’nın Britanya’nın hegemonyasına gösterdiği tahribattır. Almanya’nın 1871 yılındaki birleşmesi ve devamında ekonomisinin olağanüstü büyümesi, askerî gücün artması ve büyük siyasî emellerin sağlam yükselişi onu İngiltere’ye karşı büyük bir rakip yapmıştır. Britanya Başbakanı 9 Şubat 1871 tarihinde sarf ettiği endişeli sözlerinden anlaşıldığı gibi, birleşmiş Almanya, Avrupa güç dengesini geri dönüşü olmayan bir tahribata uğratmıştır, sonsuza dek İngiltere’nin büyük stratejisinin temelini sarsan sonucu yaratmış ve İngiltere’nin küresel liderlik konumunun yıkılması kaçınılmaz olmuştur.[31]

Bugüne kadar uzmanlar küresel ve bölgesel çatışmaları demokratik olmayan ülkeler ile demokratik ülkeler arasında,[26]ulus-devlet ve uluslararası sistem arasında,[27] küresel önemli medeniyetler arasında,[28] refahlı Kuzey ile istikrarsız Güney arasında[29] ve küresel dijital ekonomi kurallarına uyan ile bu kurallara karşı çıkan ülkeler arasında[30] yaşanacağı görüşlerini ortaya koymuştu. ABDÇin arasındaki hem rakip (düşman) hem ortak gibi karmaşık ilişkileri olan çatışmayı hangi kategoride oturtulması konusunda zorluklar vardır

Çin, öteden beri ABD’nin oluşturduğu uluslararası ekonomi ve siyasî sistemine karşı çok kutuplu dünya düzeni tezini ortaya koymuş ve bazı ülkeler (Rusya, Fransa) ile BRICS çerçevede karşıt cephe oluşturmaya çalışmıştır. ABD’nin küresel gücünü kaybetmesinin sonucunda çok kutuplu (ya da kutupsuz) dünya düzeni gelebilir, ancak Çin’in 19. yüzyılın Avrupa'sı veya Çin’in Savaşan

Ancak bir gerçek var ki, yükselmekte olan Çin, ABD’nin kurduğu uluslararası sistem ve bu

3002


Antalya Literary Express cilt 1 sayı 11

Ülkeler dönemine (M.Ö. 476-221) benzer çok kutuplu güç merkezi olan duruma karşı ne derece hazırlıkta olduğunu söylemek güçtür. Garip olan şu ki, Çin, ABD’nin oluşturduğu uluslararası siyasal sisteminin ürünü olan BM’nin konumunu korumaya çalışırken, ABD’nin oluşturduğu uluslararası ekonomik sisteminin ürünü olan Dünya Bankası ve IMF’ye karşı çıkmaktadır. ABD’nin hegemonyasının çökmesi mutlaka çok kutuplu bir dünya düzenini getirmeyebilir, belki bilinmeyen bir tarihsel akışı ile yeni güç dengesi ve oyun kuralını yaratabilir. Fakat Çin’in bu gelişmelere hazır olup olmadığı da bilinmemektedir. ABD ve Batı’nın üstünlüğü, jeopolitik baskısı ve siyasal ile toplumsal değerleri yaymanın neticesinde Çin-Rusya arasında stratejik işbirliği ortaklık ilişkilerini tesis etmişti. ABD hegemonyasının sona ermesi ile Çin-Rusya ilişkileri nasıl bir çizgiyi takip edebilir? Benzer durum Çin-Hindistan, Çin-Japonya, Çin-Birleşik Kore, Çin-AB, ÇinABD arasında da yaşanabilir. Bölgesel olarak Çin-Orta Asya, Çin-Güneydoğu Asya, ÇinOrtadoğu ve Çin-Afrika ilişkileri de yeni bir döneme girebilir. Çin, ABD ve bazı Batılı ülkelerin üstlendiği geleneksel olmayan güvenlik problemlerle (terörizm, silah kaçakçılık, insan kaçakçılık v.s.) ve küresel boyutu olan ayrılıkçı sorunlarla (Doğu Türkistan, Tibet, Tayvan) karşı karşıya kalabilir. Yükselen Çin’in ne derecede uluslararası sorumluluğunu üstlenip üstlenmemesi de Çin’in geleceğini ciddi etkileyen bir durumdur. Eğer Çin uluslararası sorumluluğunu üstlenmeden sadece kendi çıkarlarını koruma ve dolayısıyla diğer güçlerin menfaatine zarar vermeye başlarsa ABD, AB ve ABD’nin müttefikleri Çin’e karşı işbirliği içine girebilir. Küresel Eğilimler 2030raporun yazarlarında Mathew Burrows’in dediği gibi Çin’in Asya’daki politikası kendisine düşman kazandırmaktadır ve bölge ülkelerinin ABD’yi desteklemesine yol açmaktadır.[32]

Çin’in ekonomik ve ticaret alanında kısa bir süre sonra ABD’yi aşacağı malumdur. Hatta IMF’nin tahminine göre, Çin ekonomisi 2016’da ABD’yi geçerek dünyanın en büyük ekonomik gücü olacaktır.[33] Ancak, Çin’in her konuda ABD’yi geride bırakacağı anlamına gelmemektedir. Yine tahminlere göre Hindistan da 2030 yılına doğru Çin’e yetişecektir.[34] Yani, Çin, ekonomik ve ticaret alanında devamlı birinci sırada olmayabilir. Çin büyük güç (great power) olabilir, ancak ABD’nin yerine geçerek hegemonik güç olması için sadece ekonomik gücü ve yeterli teknoloji ile donatılmış silah güçleri yetersiz kalmaktadır. Çin’in ABD’nin yarattığı avantaj, yani bilim, teknoloji, bilim adamları, küresel askerî gücü, demokrasi ve insan hakları değerleriyle birlikte dünyayı etkileyen Amerikan kültürü gibi özelliklere sahip olması gerekmektedir. Çin’in en büyük eksiği ise dünyayı etkileyebilecek yumuşak gücü (soft power) olmamasıdır. Çin’in şu anda dünya çapında sürdürmekte olduğu Konfüçyanizm aslında feodal totalitarizmin yönetim ideolojisinden ibarettir. Bu da dünyanın 2/3’sinin demokrasileşmiş ülkelerin siyasal değerleri ve yönetim anlayışıyla uyumsuz kalmaktadır. Tarihte yükselen yeni güçler siyasal ve toplumsal reformlarla yeni düzeni getirmekle dinamizm kazanmıştır. Why Nations Fail kitabın yazarları Daron Acemoglu ve James A. Robinson, bir yönetimin başarılı olmasını devletin kurumsallaşmasına bağlamaktadır.[35] Çin’in merkeziyetçi yönetiminin ekonomik kalkınmasıyla birlikte yönetimde yolsuzluk ve çürüklük fevkalade büyük sorun yaratmaktadır. Ekonomik kalkınması ile birlikte siyasal reform ve hukuk devleti adımları geride kaldığı için zenginler aslında yönetim sistemin adamı olmaktadır, yani sömürücü kuruma (extractive institutions) sahiptir. Daron Acemoglu ve James A. Robinson’a göre kapsayıcı siyasal kurumlar ekonomik büyümesine sebep olurken,

3003


Antalya Literary Express cilt 1 sayı 11

sömürücü siyasal kurumlar ise ekonomik gelişmesini engellemektedir.[36]

[12] Thom Shanker and Ian Johnson, “In China, Panetta Says American Focus on Asia Is No Threat”, The New York Times, September 20, 2012, page A12.

2030 yılı sonrası Çin’in ABD’den sonra bir hegemonya güç olması zordur.

[13] ???,, «???????», 2012?06?04?? 01 ?; ???,, «????», 2012?06?02?; ???,, «????», 2012?06?03?; [14] ??,, «????»??, 2012?12?20?; ???,, «??»????, 2012?11?26?.

NOT: YAZININ ÇİNCE DİPNOTLARIN OKUNABİLİR PDF NÜSHASI İÇİN LÜTFEN TIKLAYIN

[15] Leon Panetta, Sustaining US Global Leadership, Priorities for 21st Century Defense, Washington, DC: Department of Defense, January 2012.

[1] ABD Atlantik Konseyi, ABD Ulusal İstihbarat Konseyi, Stanford Üniversitesi, Denver Üniversitesi, Çin’in Fudan Üniversitesi, Şanghay Sosyal Bilimler Akademisi, Şanghay Jiaotong Üniversitesi, Tongji Üniversitesi, Huadong Normal Üniversitesi, Şanghay Yabancı Diller Üniversitesi, Pudong Reform ve Kalkınma Araştırmaları Enstitüsü ve Şanghay Uluslararası Araştırmalar Enstitüsü gibi kuruluşların uzmanları 18 Mayıs 2012’de Şanghay kentinde “2030, Dönüşüm Sürecinde Küresel Yönetişim Uluslararası Sempozyumu” düzenlemiştir.???,,«????» 2012??4?, ?128-133.

[16] Erkin Ekrem, “Obama’nın Yeni Savunma Stratejisi ve Çin”, Stratejik Düşünce Enstitüsü Web Sayfası, 13 Ocak 2012, 10:42. [17] Leon Panetta, Sustaining US Global Leadership, Priorities for 21st Century Defense, Washington, DC: Department of Defense, January 2012, pp. 4-5. [18] Erkin Ekrem, “ABD’nin Asya’ya Dönüş Politikası ve Çin”, Stratejik Düşünce Dergisi, Yıl:2, Sayı: 14, Ocak 2011, ss.26-29.

[2] The National Intelligence Council, Global Trends 2030: Alternative Worlds, 2012, p. iii, 16.

[19] Erkin Ekrem, “Yükselen Çin’e Karşı: Obama Yönetiminin Güvenlik Stratejisi”, Stratejik Düşünce Dergisi, Yıl 3, Sayı 27 (Şubat 2012), ss. 71-79.

[3] The National Intelligence Council, Global Trends 2030: Alternative Worlds, 2012, p. vi-x.

[20] Erkin Ekrem, ABD’nin Çin Politikası: Başkanlık Seçimleri Üzerinden Bir Değerlendirme, Stratejik Düşünce Dergisi, Yıl 3, Sayı 36 (Kasım 2012), ss. 40-45.

[4] The National Intelligence Council, Global Trends 2030: Alternative Worlds, 2012, p. xii-xiv. [5] Edward Luce, “President’s journey tells Pacific region ‘US is back’”, The Financial Times, November 12, 2009;

[21] Julian E. Barnes, “U.S. Plans Naval Shift Toward Asia”, The Wall Street Journal, 2 June 2012; Adam Entous and Julian Barnes, “U.S. Plans New Asia Missile Defenses”, The Wall Street Journal, August 23, 2012, 10:49 a.m. ET.

[6] “We’re back: America reaches a pivot point in Asia”, Economist, Nov 19th 2011.

[22] Erkin Ekrem, ABD’nin Çin Politikası: Başkanlık Seçimleri Üzerinden Bir Değerlendirme, Stratejik Düşünce Dergisi, Yıl 3, Sayı 36 (Kasım 2012), ss. 40-45.

[7] Hillary Clinton, “America’s Pacific Century”, Foreign Policy, November 2011, [8] Jackie Calmes, “Obama’s Trip Emphasizes Role of Pacific Rim”, The New York Times, November 18, 2011; Jackie Calmes, “Obama and Asian Leaders Confront China’s Premier”, The New York Times, November 20, 2011

[23] Bruce Klingner and Dean Cheng, “U.S. Asian Policy: America’s Security Commitment to Asia Needs More Forces”,Backgrounder (The Heritage Foundation), No. 2715, August 7, 2012.

[9] Joseph Nye, “Obama’s Pacific Pivot”, Project Syndicate, December 6, 2011; Kenneth Lieberthal, “The American Pivot to Asia: Why President Obama's turn to the East is easier said than done”, Foreign Policy, December 21, 2011; Ralph Cossa and Brad Glosserman, “Return to Asia: It’s Not (All) about China”, PacNet, No.7, CSIS Pacific Forum, CSIS, January 30, 2012; Richard C. Bush III, “The Response of China’s Neighbors to the U.S. ‘Pivot" to Asia’, Brookings Institution, January 31, 2012; Zbigniew Brzezinski, “Balancing the East, Upgrading the West: U.S. Grand Strategy in an Age of Upheaval, Foreign Affairs, Vol. 91, No. 1 (January/February 2012), pp.97-104.

[24] Hegemonya ile Büyük Güç (Great Power) arasındaki farkı bakınız Kenneth Waltz,Theory of International Politics, Boston McGraw Hill, 1979, p. 131; Robert Gilpin, War and Change in World Politics, Cambridge: Cambridge. University Press, 1981, p. 29; John J. Mearsheimer, The Tragedy of Great Power Politics, New York: W. W. Norton, 2001, p. 40. [25] Charles Kupchan, The End of the American Era: U.S. Foreign Policy and the Geopolitics of the Twenty-first Century, New York: Alfred A. Knopf, 2002, pp. 11-12. [26] Francis Fukuyama, The End of History and the Last Man, New York: Free Press, 1992.

[10] Mark E. Manyin et al., “The Pivot to the Pacific? The Obama Administration’s ‘Rebalancing’ Toward Asia”, in CRS Report for Congress, No. R42448, March 28, 2012.

[27] John Mearsheimer, “Back to the Future: Instability in Europe After the Cold War,” International Security, Vol. 15, No. 1, Summer 1990, pp. 5-56; John Mearsheimer, “Why We Will Soon Miss the Cold War,” Atlantic Monthly, Vol. 266, No. 2

[11] Jane Perlez, “Panetta Outlines New Weaponry for Pacific”, The New York Times, June 2, 2012, page A7.

3004


Antalya Literary Express cilt 1 sayı 11

(August 1990), pp. 35-50; John Mearsheimer, The Tragedy of Great Power Politics, New York: Norton, 2001.

The National Intelligence Council commissioned a report for upcoming global trends out to the year 2030. This detailed work has dozens of in-depth blog posts, by experts in their fields. It is a US-centric report because the goal of it is to figure out what happens to the US as changes occur around the world.

[28] Samuel Huntington, The Clash of Civilizations and the Remaking of World Order, New York: Simon & Schuster, 1996. [29] Matthew Connelly and Paul Kennedy, “Must It Be the Rest Against the West?” Atlantic Monthly, Vol. 274, No. 6 (December 1994), pp.61-83; Robert Kaplan, The Coming Anarchy: Shattering the Dreams of the Post Cold War, New York: Random House, 2000. [30] Thomas Friedman, The Lexus and the Olive Tree, New York: Farrar, Straus & Giroux, 1999.

It highlights many technological advances and trends, such as 3D Printing / Additive Manufacturing that includes “bioprinting” arteries and organs. Smart Cities offer a healthier and more prosperous place to live. Sensors, web cams, smartphones all hook into the smart city system. Think smart parking meters that ping your phone when you drive near an open space.

[31] J. C. G. Rohl, From Bismarck to Hitler: The Problem of Continuity in German History, New York: Barnes & Noble, 1970, p. 23. [32] Geoff Dyer, “Pax Americana ‘winding down’, says US report”, The Financial Times, December 10, 2012. [33] Brett Arends, “IMF bombshell: Age of America nears end, Commentary: China’s economy will surpass the U.S. in 2016”,MarketWatch, April 25, 2011.

The report was publicly released in December, and it covers a lot of ground in 160 pages. It predicts a rising global middle class, urban density increases, 50 percent growth in demand for food, water and energy, among many other results. Many of them will seem familiar, but the many authors lay out compelling arguments. Here are just a handful of the post titles:

[34] Chidanand Rajghatta, “India to outpace China by 2030: US intelligence report”, Times of India, December 11, 2012. [35] Daron Acemoglu and James A. Robinson, Why Nations Fail: The Origins of Power, Prosperity, and Poverty, New York: Crown Publishers, 2012:368-403. [36] Daron Acemoglu and James A. Robinson, Why Nations Fail: The Origins of Power, Prosperity, and Poverty, 2012: 74-75, 77, 79, 83, 91, 95, 113, 124.

*Doç. Dr. Erkin Ekrem, SDE Uzmanı” 11. Küresel Eğilimler 2030 raporu bağlamında, Antalya Literary Express e-dergisinin izleyen bir sayısında bir “Türkiye’nin Geleceği: Engeller ve Tehlikeler” özel sayısı yayınlamayı planlıyorum. Görüş, yazı ve düşüncelerinizi, öykü, şiir ve resim formunda kültürel/sanatsal katkılarınızı bekliyorum.

Overview: What Fate for Liberal Order in a Post-Western World? The World in 2030: Are we on the path to convergence or divergence? The Rise of the Rest; Decline of the West? The Rise of the Rest and the Return of Spheres of Influence

12. Blog www page: gt2030.com TJ McCue, Contributor

To Sustain a U.S.-Led Liberal Order, Incorporate the Global Swing States

I write about makers and inventors and creators.

From the Great Divergence in Global Affairs to the Great Convergence: Can America Adapt? A View from Australia

Tech 1/03/2013 @ 7:49AM |782 views Global Trends 2030 With America At The Center

3005


Antalya Literary Express cilt 1 sayı 11

Down But Not Out: Reports of the West’s Demise Have Been Greatly Exaggerated

Main Two Links for the Global Trends 2030: Alternative Worlds report overview and blog post series.

China’s Challenge to the Liberal Order, India’s Attraction to It, and the Possibilities for Western Revitalization in Light of the Global Embrace of Democratic Norms

Overview: What Fate for Liberal Order in a Post-Western World? GT2030 Blog Posts (all of the above bullet list, and way more)

“India Wants to Modify the Present World Order But Never to Overthrow It”

The official statement from the agency: The National Intelligence Council (NIC) is a U.S. Government entity, operating as part of the Office of the Director of National Intelligence (ODNI). The NIC is sponsoring this GT2030.com website to provide a forum where guest bloggers can discuss selected topics to be raised in the NIC’s upcoming Global Trends 2030 (GT2030) publication. These guest bloggers – government officials; NIC IC Associates; academicians; or experts from independent think tanks or other consultancies – will author and run this blog through September 2012. The report was released at the end of December.”

The Future of American Power = The Future of Liberal Order? The 160+ page report is not easy to find as a download, but I did find it. This GT2030 link should start a PDF download immediately. The alternative is an even longer list of blog posts, like above, linked at end of post. The report explains that over the next two decades, the relative power of major international actors will shift markedly. Around 2030, after nearly a century as the preeminent global economic power, the United States will be surpassed by China as the world’s largest economy.

Küresel Eğilimler raporları 2015-2030:

2030: A World Transformed, with America at the Center by Daniel Twining posits that the USA has a lot of strengths that will allow it to prosper in the future. If you felt the USA was an absolute loser in the global future, Mr. Twining alleviates that a bit when he summarizes:

http://www.turkishnews.com/tr/content/wpcontent/uploads/2013/03/global-trends_2015-report.pdf http://www.turkishnews.com/tr/content/wpcontent/uploads/2013/03/global-trends_2020-project.pdf http://www.turkishnews.com/tr/content/wpcontent/uploads/2013/03/global-trends_2025-globalgovernance.pdf http://www.turkishnews.com/tr/content/wpcontent/uploads/2013/03/global-trends_2025-report_opt.pdf

“Finally, raw calculations of relative economic power mislead analysts to believe that the ascent of emerging powers is necessarily a zero-sum loss for the West. In fact, the entrance of billions of new consumers into the world economy has enormously benefited the United States and Europe – through cheaper imports, growing markets for trade and investment, and a greater stake for aspiring economies in sustaining an open international economy.” – Daniel Twining

http://www.turkishnews.com/tr/content/wpcontent/uploads/2013/03/global-trends-2030-report_opt.pdf

yazışmak üzere, neşeli okumalar dilerim. 20 Mart 2013 Çarşamba, Antalya, Türkiye Harun Taner <harun.taner.antalya@gmail.com>

3006


Antalya Literary Express cilt 1 sayı 11

Haftanın Kitabı 05:

savaş başlatacak bir planı engellemek için mücadele verecekler… Serinin 4. filmi Hayalet Protokol (Ghost Protocol)’de, Ethan Hunt’ın maceraları kaldığı yerden devam ediyor. Serinin diğer bölümlerine göre daha farklı türlerle ün kazanmış birçok önemli oyuncuyu kadrosunda barındıran film, Tom Cruise’in yanı sıra Simon Pegg, Jeremy Renner, Paula Patton, Josh Holloway gibi isimlerle dikkat çekiyor. The Simpsons, Ratatouille, Up, İnanılmaz Aile gibi animasyonlarda imzası olan Oscar ödüllü sinemacı Brad Bird’ün yönetmen koltuğunu oturduğu film senaryosu ise October Road, Alias, Life on Mars gibi başarılı televizyon işlerine hem yazar hem yapımcı olarak imza atmış olan Josh Appelbaum ve André Nemec ikilisine emanet… Budapeşte, Moskova, Dubai ve Mumbai’den nefes kesen görüntülerle harika bir aksiyon filmi. [metin: beyazperde.com; düzenleme/düzeltme: HT]

Görevimiz Tehlike 4: Hayalet Protokol

Değerli okuyucular ve izleyiciler,

Storyline: In the fourth installment of the Mission Impossible series, Ethan Hunt and a new team race against time to track down Hendricks, a dangerous terrorist who has gained access to Russian nuclear launch codes and is planning a strike on the United States. An attempt by the team to stop him at the Kremlin ends in a disaster, with an explosion causing severe damage to the Kremlin and the IMF being implicated in the bombing, forcing the President to invoke Ghost Protocol, under which the IMF is disavowed, and will be offered no help or backup in any form. Undaunted, Ethan and his team chase Hendricks to Dubai, and from there to Mumbai, but several spectacular action sequences later, they might still be too late to stop a disaster. [imdb.com]

Bu yazıda 2012 yılı başında vizyona giren bir filmin DVDsini (1 DVD veya 2 CD) tanıtmak istiyorum. Film, Tom Cruise’un başrolünü oynadığı Hayalet Protokol filmi. DVD, Tiglon Film tarafından üretilmiş. Türkçe dublajlı. Genelağda farklı sitelerde değişken fiyatlarla satılıyor. Dolayısıyla satın almak isterseniz gördüğünüz ilk yerden almamanızı; birkaç site dolaştıktan sonra en ucuzunu seçmenizi öneririm. Özet & detaylar: Bu öyle sıradan bir görev değil. Global çapta olay yaratacak terörist bir bomba saldırısına neden olmakla, yani Kremlin Sarayı’nın yarısını havaya uçurmakla, itham edilince, IMF (Impossible Missions Force (IMF) — Görevimiz Tehlike Ekibi) kapatılma noktasına gelir. Ethan Hunt ve arkadaşları, başkan Hayalet Protokol yönergesini devreye soktuğundan bir başlarına kalmışlardır: Kimseden yardım almadan, kimseyle iletişimde olmadan, bu en tehlikeli, en zor görevde, yeni bir operasyon ile kimlik değiştirerek bu sefer kendi birimlerini temize çıkartmak ve nükler

http://www.imdb.com/title/tt1229238/ yazışmak üzere, neşeli okumalar ve izlemeler dilerim. 23 Mart 2013 Cumartesi, Antalya, Türkiye

Harun Taner <harun.taner.antalya@gmail.com>

3007


Antalya Literary Express cilt 1 sayı 11

Çin: Köprü Manzaraları

3008


Antalya Literary Express cilt 1 say覺 11

3009


Antalya Literary Express cilt 1 say覺 11

3010


Antalya Literary Express cilt 1 sayı 11

Kayaalp Büyükataman

3011


Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.