MART 2016
EDİTÖRDEN… Dünya tarihinin en büyük gerçeği: Zayıf olursan yıkılırsın… Geçmişe
dönüp
baktığımızda
görmekteyiz
ki
kurulan
tüm
medeniyetler ve imparatorluklar birer birer yıkılmıştır. Çöküşlerinin nedenlerine baktığımız zaman şu sonuçları çıkarmaktayız: Yönetimde oluşan ikilikler ve fikir ayrımı sonucundaki iç savaşlar, Çağın gerisinde kalmak ve gelişememek, Kültür ve ahlak açısından yozlaşma ve aslını unutma, Kanunlara ya da törelere bağlı kalmamak, Bir liderde bulunması gereken özelliklere sahip olmayan devlet adamları ve yürüttüğü yanlış siyasetler, Adalet ve asayişin tesis edilememesi, Yanlış dış politika kararları ve uygulamaları, Güçlü bir ordudan mahrum olmak ve etkin kurumlara geniş yetkiler verilmesi,
Yukarıdaki nedenlerin hepsi tüm insanlık tarihi boyunca sadece şekil değiştirerek karşımıza çıkacaktır. Gelişen ve sürekli değişen bu dünya düzeninde önemli olan sorunları önceden tespit edebilmek ve çözüm yolları üretmektir.
1
Unutmamalıyız ki “Tarih tekerrürden ibarettir.” Geçmişte yaşanan tüm olaylar aslında geleceğe ışık tutmaktadır. Tarih sayfasından silinen imparatorluklar ve devletlerin içinde bulunmuş olduğu durum günümüzden çok da farklı değildir. Soğuk savaş döneminde de olduğu gibi bloklaşmalar her zaman olacaktır. Günümüzde açıkça ortada olan bir durum, bu gizli bloklaşmalardır. Ülkelerin tüm siyasetleri doğal olarak çıkar ilişkisi ile yürütülmekte ve en ufak bir çıkar çatışmasında ülkeler kozlarını oynamaktadır. Dikkat edilmesi gereken husus da burasıdır. Bu kozların boyutları zamandan zamana ve yaşanılan olaylara göre renk değiştirmektedir. Olayları iyi okuyabilirsek ve tekerrür eden tarihten doğru dersleri çıkarabilirsek eğer; hamlelerimizi de etkili ve doğru bir şekilde belirleyebiliriz. Dünya düzeni her dönemde değişmiş ve ülkeler arasında her an değişebilecek olan güç dengeleri kurulmuştur. Bu denge politikasında kendisini görmek istediği yerde bulmak isteyen ülkeler, politika ve tutumlarını da buna göre güncellemek durumundadır. Peki, ülkemiz bu dengenin neresindedir? Cevap açık ve nettir. Dünya üzerinde tüm sınır komşuları ile sıkı bir ilişki kuramayan ya da buna izin verilmeyen, ülkemiz Türkiye’dir. Bulunduğu coğrafya nedeniyle her zaman da denge noktasında bulunacak olan ülkemizin, ülkeler arenasındaki yeri ne olmalıdır?
2
Türkiye üzerinde karanlık oyunlar oynamakta olan devletler hangileridir? Bahar diye adlandırılan ancak baharın tam tersi olarak insanlara, ülkelerini zindan eden “Arap Baharı”, güç dengeleri oluşturmaya çalışan ülkelerin bir oyunu mudur? Değerli okuyucularım böyle bir çalışma hazırlamamdaki en temel amaç unutulan ya da unutturulmaya çalışılan, yanlışların doğru gibi empoze edildiği bu dönemde, çalışmamın sizleri bir fener gibi aydınlatmasını istememdir. Asla unutmayınız ki her birimiz bizlere emanet olarak bırakılan cennet vatanımızı korumakla, her arenada iyi bir şekilde temsil etmekle ve çağdaş medeniyetler düzeyine ulaştırmakla görevliyizdir. Bu görev bizlere ulu önder Mustafa Kemal ATATÜRK ve silah arkadaşları tarafından ve vatan topraklarını kanları ile sulayarak cennet yapan nice aziz şehitlerimiz tarafından verilmiştir. Bu bilinç ile yaşadığımız her dakika bizleri ve ülkemizi yükseltecek ve vefa borcumuzu ödememize yardımcı olacaktır.
M. Hasan Güngör 2016
3
İÇİNDEKİLER Vekâlet Savaşıları nedir? Türkiye Bir Vekâlet Savaşında mı? Meskûn Mahalde Muharebeler Meskûn Mahalde Muharebeler ve Türkiye’nin Genel Durumu Cinayet ve Suç Olgusu Fikir ışığı Steve JOBS ’un Konuşması
4
BİR KİTAP… Herhangi bir toplumsal ya da siyasal gelişmeyle ilgili olarak doğru ve sağlıklı bir politika üretebilmek, o gelişmeyle ilgili olarak sırasıyla nesnel verilere dayalı bir anlama, açıklama, tanımlama ve yönlendirme süreçlerinin izlenmesini gerektiriyor. Ancak Suriye krizine yönelik tavırların, 'yönlendirme ‘den başlanarak ve ters sıra izlenerek belirlendiği görüldü. Siyaset, medya ve din figürleri aracılığıyla analiz süreçleri tersine işletilerek oluşturulmak istenen algıdan duyduğumuz kuşku, bizi Suriye krizini nesnel verilerle anlama, açıklama ve tanımlama düşüncesine yöneltti ve elinizdeki kitap bu düşüncenin eseri olarak ortaya çıktı. 2011'den itibaren bölge ve Batı basınını ve muhaliflere ait sosyal medya hesaplarını sürekli olarak izleyerek, kitabın birkaç katı büyüklüğünde oluşturduğumuz arşiv, süreci anlama çabamıza kaynaklık teşkil etti. Üç ana bölümden oluşan kitabın birinci bölümünde başından beri Suriye'de yaşanan krizi, Şam'ın bu krizi yönetme tarzını, muhaliflerin buna yönelik tepkilerini, uluslararası girişimleri anlattık ve bu süreçlerin analizlerini yaptık. İkinci bölümde siyasî muhalif grupları, üçüncü bölümde de silahlı grupları örgüt ve liderleriyle tanıtmaya ve perspektiflerini yansıtmaya çalıştık.
5
VEKÂLETSAVAŞLARI NEDİR? “Devletler, büyük ve pahalı konvansiyonel askeri birlikler yerine küçük ve hem ekonomik hem de politik açıdan az maliyetli çözümlerle istedikleri sonuçları alabiliyorsa, savaş bir başka formda yeniden doğar ve bildiğimiz paradigmalar kökünden değişir.” Qiao Liang ve Wang Xiangsui
Vekâlet savaşı veya temsili savaş, bu savaş türünde, devletler fiilen birbirlerine saldırmazlar ancak uzaktan savaş halindedirler.
Karşıt güçlerin birbirine doğrudan saldırmak yerine üçüncü bir tarafın vasıtasıyla mücadele ettiği bir savaş türüdür. Güçler; bazen devletleri, bazen paralı askerleri, gayri-resmi ülkeleri veya üçüncü bir tarafı kullanabilir. 6
Bu savaşa gösterilebilecek en iyi örnek soğuk savaştır. Günümüzde ise Ortadoğu bölgesinde yaşanan iç karışıklıklar ve Suriye’de yaşanan olaylar gösterilebilir.
KAYNAK: Savaşın Evrimi ve Teorik Yaklaşımlar, Metin GÜRCAN
7
TÜRKİYE BİR VEKÂLET SAVAŞINDA MI? Jeostratejik ve jeopolitik açısından dünyanın en önemli konumunda bulunan ülkemiz her zaman bir savaş içinde olmak zorundadır. Değişen dünya düzenine ayak uydurmak ve küresel arenada söz sahibi olmak için her alanda gelişmek zorunda olan Türkiye yıllardır iç ve dış tehditlerle zorlu bir şekilde mücadele etmek zorunda kalmıştır. Ekonomik buhranlar, politik çöküşler ve iç savaşlarla emellerine ulaşamayan dış mihraklar küresel düzenin bir oyunu olan “vekâlet savaşlarını” kullanmayı son çare bilmişlerdir.
Bunun sonucunda “Bölücü Terör Örgütleri” inşa edilerek ülke hem siyasi hem de askeri olarak meşgul edilmiş ve halen de edilmektedir.
8
Teknolojik ve ekonomik olarak da etkilenen Türkiye gelişmekte olan ülke konumundan bir türlü ayrılamamıştır. Türkiye’nin dünya arenasında söz sahibi olmasını istemeyen modern sömürgeci ülkeler el altından bu terör örgütlerini desteklemektedirler. Vekâlet savaşlarının en yoğun yaşandığı Ortadoğu coğrafyasında Türkiye’nin etkilenmemesi mümkün değildir.
2010 yılında başlayan “Arap Baharı” Ortadoğu’da filizlenerek günümüzdeki vekâlet savaşlarının temelini atmıştır. Bu ülkelerde açıkça görülmektedir ki çıkar dolu emellerle demokrasi adı altında emperyalist devletler tarafından iç karışıklıklar çıkarılmış ve yine bu emperyalist devletler tarafından maske takılmış yöneticiler Arap Baharından etkilenen ülkelerin yönetimine getirilmişlerdir. Bu insan haklarına aykırı emellerin gerçekleşmediği nadir ülke olan Türkiye üzerindeki tek piyonları BTÖ mensupları kalmıştır. 9
Yaklaşık 30 yıldır süren terörle mücadele kapsamında çok büyük başarılar ve ilerlemeler kaydedilmesine rağmen kesin çözüm alınmamasının ve halen yüreklerimizin yanmasının tek bir sebebi vardır o da bu laneti sürdürmek için direnen dış güçlerdir. Unutmamalıyız ki bu güçlerle mücadele etmenin yolu namludan geçmez, bilgiden geçer.
M. Hasan GÜNGÖR
10
MESKÛN MAHALDE MUHAREBELER Dünya ve medeniyetler tarihinde önemli bir yere sahip olan şehirleşme ve sanayi gün geçtikçe artmış ve artmaya da devam etmektedir. Bunun sonucunda köy gibi küçük yerleşim yerlerinden daha büyük ve gelişmiş olan şehirlere göç edilmeye başlanmıştır. Böylece şehirleşme faaliyetleri hızlanmış ve insanlar yeni bir düzen kurmak zorunda kalmışlardır.
Bu göç faaliyetleri ve şehirleşme insanlık tarihi boyunca nüfus yoğunluğuna bağlı olmak üzere devam edecektir. Bunun sonucunda yeni düzene uygun olarak savaş yöntem ve stratejileri geliştirilmiştir. Dünya üzerinde bulunan ordularda bu doğrultuda gelişmek zorundadırlar.
11
Günümüzde gerçekleşen savaşlara bakıldığı zaman görüyoruz ki içinde yaşadığımız ev de dahil olmak üzere tüm yaşam alanlarımız bir savaş materyali ve taktiği konumundadır.
M. Hasan GÜNGÖR
12
BİR DERGİ…
13
MESKÛN MAHALLERDE MUHAREBELER VE TÜRKİYE’NİN GENEL DURUMU Dünyanın sayılı orduları arasında bulunan Türk ordusu M.Ö.209‘dan beri kendine has anlayışı ve üstün caydırıcı gücüyle Türkiye’nin gözbebeği halindedir.
Çanakkale Savaşı ve I. Dünya Savaşı gibi dünya tarihinin en önemli savaşlarında üstün başarı elde etmiş olan Türk ordusu yıkılmaz azmi ve inanç yapısıyla ülke topraklarının geçilmez bekçisi konumundadır.
14
Vekâlet Savaşı içerisinde olan Türkiye ordusunun da yabancı olduğu küreselleşen dünyanın bir ürünü olan meskûn mahallerde muharebe ile 2015 yılında tanışmıştır. Hava operasyonlarıyla örgütün sınır içindeki ve sınır dışındaki kampları bombalanmıştır. Bu bombardımanlar sonucunda örgüt militanları kampları terk etmiş ve Kuzey Irak Bölgesi’ne çekilmiştir. Suriye’de yaşanan iç savaş sonucunda Suriye’nin kuzeyinde etkin rol oynayan ve Suriye sınırımızda tehlike unsur eden İŞİD terör örgütüne yönelik operasyonlarda eş zamanlı olarak sürdürülmüştür.
Terörle kararlı ve etkin biçimde mücadele eden Türk Silahlı Kuvvetleri ve kolluk kuvvetler 2015’in son aylarında BTÖ ’nün şehir yapılanmasını ortadan kaldırmak üzere Hakkâri, Diyarbakır, Mardin, Tunceli, Şırnak ve Van’da eş zamanlı olarak operasyonlara başlamıştır. 15
2012 yılında çözüm süreci ile el altından daha da fazla desteklenen, lojistik ve militan temini olarak güçlenen BTÖ şehirlerde faaliyetlerine devam edecek kadar cesaret toplamıştır. Bölgede yaşayan halk üzerinde finansal kaynak elde etmek amacıyla baskı oluşturan BTÖ kendi kolluk gücünü kurmuş, yargı sistemini oluşturmuş ve siyasi uzantısı sayesinde yurtiçi ve yurtdışından destek almayı hedeflemiştir.
Bunun en somut örneği ise BTÖ’ nün siyasi
uzantısının 2015 genel seçiminde barajı aşarak 80 milletvekili çıkarmasıdır. Türkiye Devleti’nin barışçıl tutumu karşısında faaliyetlerine devam eden BTÖ son 4 yıl içerisinde her açıdan desteklenmiş ve emperyalist devletlerin en güçlü oyuncağı haline gelmiştir.
M.Hasan GÜNGÖR
16
CİNAYET VE SUÇ OLGUSU Genel çerçeveden bakacak olursak “suç” kavramının tam anlamıyla tanımı yapılamamaktadır. Suçun altında bireyin değil toplumun hikâyesi yatmaktadır. Suçu toplum hazırlar suçlu işler şeklinde de ifade edilen olgu; bireyin masumluğundan ziyade işlenen suçlarda toplumda yaşayan herkesin bir şekilde pay sahibi olduğunu öne sürer. Suç tabandan tavana değil aksine tavandan tabana yayılır. Hukuki boyutu anlam kazansa da suç sosyal bir olgudur. Sosyal sebepleri ve sonuçları olması sebebiyle suç sosyolojisi önemli bir alt disiplindir. Modernleşmenin kaçınılmaz bir süreci olarak kabul edilen suç olgusu; psikolojiden sosyolojiye, hukuktan antropolojiye, tıptan biyolojiye pek çok bilim ve disiplin dalının konusudur. Suç, hızlı kentleşmenin getirdiği ani toplumsal değişim ve sosyal çözülmenin getirdiği aykırılık hali ile ilişkilendirilir, kentleşme ile birlikte suç oranlarının arttığı varsayımı kabul görülmüştür. Suç olgusunun temeline indiğimizde ise karşımıza “cinayet” kavramı çıkmaktadır. Cinayet en temel tanımı ile, bir kimsenin başka bir kimseyi, bilerek ya da bilmeyerek öldürmesi eylemidir. Cinayet insi dansı, toplumdan topluma değişir. İngiltere'de ve İrlanda'da yılda yaklaşık 160 cinayet işlenmektedir, oysa yalnızca New York'ta yılda yaklaşık 5000 öldürme vakası 17
kaydedilmiştir. İngiltere'de katillerin % 25'i intihar etmektedir. Amerika'da katillerde intihar oranı daha düşüktür. Cinayet nedenleri ise, ülkeler arasında fazla bir farklılık göstermemektedir. Ancak cinayet tiplerinin nisbi frekansları farklıdır. Kıskançlık, cinsel şiddet, öç, çıkar, kendini savunma ve kavga gibi durumların hepsi cinayetle sonuçlanabilir. Karşılaşılan belli birtakım tablolar vardır. Örneğin sık sık kız çocuklar yakın bir akrabaları; orta yaşlı ve evli bir kadın, kıskanç ve depresyonlu eşi; bütün bir aile depresif bir hastalıktan mustarip bir aile büyüğü; bir anne şizofrenik oğlu tarafından öldürülmektedir. Öte yandan, gerçekten sadomazohistik bir cinayete ender rastlanır. Hastalık derecesinde bir kıskançlık çok kere cinayete yol açar. Bu sendromu tanıyan bir psikiyatrist, bir cinayetin gerçekleşmesini önleyebilir. Yapılan araştırmalarda suçluların beynindeki lobların bozulduğu ve doğru karar veremedikleri çoğunlukla gözlenmiştir. Cinayetle günün belli saatleri ve yılın belli zamanları arasında bir ilişki vardır. Örneğin, cinayetler çoğunlukla saat 18.00 ile 01.00 arasında işlenmektedir; saat 06.00 ile 08.00 arasındaki bir cinayeti, depresyonlu bir katilin işlemiş olması ihtimali yüksektir. ABD’de, cinayetlerin özellikle hafta sonlarında yahut tatil günlerinde işlendiği ispatlanmıştır. Katillerde, ister akıllı, ister deli olsunlar, fizik bozukluklar ve hastalıklar sık görülmektedir. Tüm cinayet suçları
18
arasında seri cinayetlerin sıklığı Amerika Birleşik Devletleri kaynaklarına göre %0,5’tir Bir davranışın suç sayılabilmesi için maddilik, manevilik ve kanunilik unsurlarına sahip olması gerekir. Maddi unsur; suçun maddi unsurunu hareket oluşturmaktadır. Hareket unsuru bir yapma veya yapmama davranışıdır. Bir davranışı yapma ya da yapmama suçun maddi unsurunu oluşturabilir. Örneğin bir tren yolu bekçisinin geçitteki parmaklığı kapatmaması bir kazaya neden olabilir. Böylece bekçinin bir davranışı yapmaması onu suçlu kılar. Manevi Unsur; bu unsur suçlunun kastı veya kusurudur. Suçlu, kanun tarafından suç olarak tanımlanmış bir davranışı bilerek ve isteyerek yaparsa bu davranışın kasıtlı olduğunu gösterir. Kusur ise yapılan davranışın meydana getireceği zararları öngörememe durumudur. Kanunilik Unsuru; Bu durum “kanunsuz suç ve ceza olmaz” prensibine dayanmaktadır. Herhangi bir suç tanımına girmeyen bir davranış suç olarak kabul edilemez. Cinayetler ise suçun unsurları bakımından manevi unsurlar altında incelenmektedir. Cinayetler, suçlular, seri katillerin birçok konu bakımından incelenmesi gerekmektedir. Suçun oluşmasında ve bunun etkisiyle cinayetlerin ortaya çıkmasında epeyce etken bulunmaktadır. Bu etkenlerin başında toplum, aile, sağlık sorunları ve bu sorunların altyapısı karşımıza çıkmaktadır. Seri katillerin, suçluların beyin yapısı ve bulundukları toplum incelendiğinde hep bir sorun ile 19
karşılaşılmıştır. Biyolojik ve toplumsal birçok sıkıntıya maruz kalmışlardır ve suçluların psikopati yönünü ortaya çıkarmıştır. Görünürde sıkıntı gözükmese bile temele inildiğinde kesinlikle bir etken ile karşılaşılmaktadır. Sonuç olarak, cinayetler suç başlığı altında önemli hususa sahip konulardır. Çevremizde de sürekli karşılaşılan bir durumdur. Toplumda bu konuların uzmanı olan kişiler, bu olayların temeline inip bilimsel olarak incelemelilerdir ve hususlar doğrultusunda önlemler almalıdırlar. KAYNAKÇA Yıldırım A. Sosyo – Kültürel Yapı ve Suç Olgusu Arasındaki İlişki: Malatya İli Örneği.
KMÜ Sosyal ve Ekonomik Araştırmalar Dergisi 16 (Özel sayı): 1- 7, 2014. Kılıç Ö, Balcıoğlu İ. Seri Cinayetler ve Cinsel Sadizm. Adli Tıp Kurumu Dergisi Cilt /
Vol:27, Sayı / No:1, 2012. Kızmaz Z. Sosyolojik Suç Kuramlarının Suç Olgusunu Açıklama Potansiyelleri Üzerine Bir Değerlendirme. C.Ü. Sosyal Bilimler Dergisi Aralık 2005 Cilt: 29 No: 2 149-174 http://www.turkcebilgi.com/cinayet https://tr.wikipedia.org/wiki/Cinayet
Selçuk BULUT
20
FİKİR IŞIĞI “Tarih tekerrürden ibarettir” sözüne karşılık M. Akif ‘in çok güzel bir sözü vardır “Tarihten ders alınsaydı hiç tekerrür eder miydi?” Bugün bizlere düşen görev geçmişimizi bugünün dünyasının gereksinimleri ışığında yeniden yorumlayarak, geleceğimizi 21. yüzyılın zorluklarını gözeterek hazırlama bilincine sahip olmamız gerekiyor. Değerli arkadaşlar asıl değinmek istediğim konu biz askerlerin savaşırken en çok önem verdiği şey olan ‘MANEVRA’ için yeterli alan kalmadı. Çatışmanın doğası giderek daha ‘KENTLİ’ hale geliyor. Ürkütücü olan, bu gerçeği küresel terör ve organize suç örgütleri görürken şimdilik modern dünya ülkelerinin görememiş olması. Gelecekte başarı, çatışmanın doğasının kente kaydığını çoktan gören ve buna adapte olmak için değişen güvenlik aktörlerinin olacak. Modern dünya orduları en son yaptıklarına benzer bir savaş için hazırlanmakla o kadar meşguller ki gelecekteki savaşları pek öngöremiyorlar. Bu hatanın ‘bilişsel’ ve ‘materyal’ olmak üzere iki nedeni var. Bilişsel Körlük: Geçmişteki savaş tecrübelerinden üretilen doktrinlere körü körüne bağlanmaktan ve geleceği sorgulamamaktan Materyal Körlük: Savunma sanayisinin bir önceki savaşa uygun silah, malzeme, teçhizat üretmesinden kaynaklanıyor. 21
‘Asimetrik’ savaşta karşılıklı şiddet zaten teröristin silahı. Karşılıklı şiddettin ürettiği kaos ortamı da teröristin hareket alanı. Kaos kinleri keskinleştirir, nefretleri biler, özgürlükleri ise sınırlar. Değerli arkadaşlarım unutmayınız ki bütün askerlerde daima maksadı göz önünde bulunduran bir anlayış, en karışık anlarda sükûneti kaybetmeyen bir düşünce, kendiliğinden harekete geçmeye muktedir bir zekâ, harbin asabı bozan buhranlarına, insanın içinden gelen hayatını korumak arzularına karşı koyacak inatçı bir sebat lazımdır. İnsan maden gibidir. İşlenmedikçe fikren ve fiilen devamlı çalışmadıkça paslanır ve çürür. Yalnız yaradılıştaki azim ve zekâ ile kumandan olunamaz. Muhakkak ilim ve tecrübe ister. Geleceğin muharebe ortamlarını yönetecek savaş mühendisleri olarak bizlerin bu duygu ve düşüncelerle hareket etmesi gerekir. Taze olduğunuz sürece büyürsünüz ama olgunlaştığınızı düşündüğünüz an çürümeye başlarsınız. Değerli arkadaşlar ayaklanma ve ayaklanmalara karşı koyma mücadelesi fikirlerin savaşıdır. Çoğu zaman ağızlardan çıkan sözler namlulardan çıkan mermilerden daha etkilidir…” Altan YEŞİLKURT
22
STEVE JOBS’UN KONUŞMASI “Bugün dünyanın en iyi üniversitelerinden birinin diploma töreninde sizlerle birlikte olmaktan onur duyuyorum. Ben üniversiteden hiç mezun olmadım. Doğruyu söylemek gerekirse, mezuniyete en yaklaştığım an da bu an! Sizlere hayatımla ilgili üç hikâye anlatacağım. Hepsi bu. Büyütülecek bir şey değil. Sadece üç hikâye. İlki noktaları birleştirmekle ilgili İlk 6 aydan sonra Reed Üniversitesin ’de derslere girmeyi bıraktım, ancak gerçek anlamda okulu bırakana kadar bir 18 ay kadar daha okulda kaldım. Okulu neden bıraktım? Olay ben doğmadan başlamıştı. Biyolojik annem genç, evlenmemiş bir üniversite mezunuydu ve beni evlatlık vermeye karar vermişti. Beni üniversite mezunu bir çiftin evlatlık almasını çok istiyordu, sonunda da bir avukat ve karısı tarafından alınmam için her şey hazırdı. Tek sorun, ben ortaya çıktıktan sonra, beni evlat edinecek çiftin esasında bir kız çocuğu istediklerini anlamış olmalarıydı. Bir gece yarısı, bekleme listesinde olan müstakbel aileme bir telefon geldi: “Elimizde beklenmedik bir erkek bebek var, onu istiyor musunuz?”. Onlar da “tabii ki” diye yanıtladılar. Biyolojik annem, annemin üniversiteyi, babamın ise liseyi bile bitirmemiş olduğunu öğrendiğinde evlatlık verme işlemini tamamlayacak son kâğıtları imzalamayı reddetti. Ancak birkaç ay sonra, ailemin beni üniversiteye yollayacaklarına dair söz verdikten sonra ikna oldu. Ve 17 sene sonra üniversiteye başladım ama saf bir şekilde neredeyse Stanford kadar pahalı bir okul seçtim ve emekçi ailemin bütün birikimleri benim okul parama gidiyordu. Altı ay sonra, buna değmeyeceğini fark ettim. 23
Hayatımla ilgili ne yapmam gerektiği konusunda hiçbir fikrim yoktu ve üniversitenin de bunu bulmam için bana nasıl fayda sağlayacağını çözememiştim. Ve orada durmuş ailemin hayat boyu biriktirdiği parayı harcıyordum.. Sonuçta okulu bırakmaya ve herşeyin yoluna gireceğine inanmaya karar verdim. O zaman çok korkutucu gelmişti ama geriye dönüp baktığımda hayatımda verdiğim en iyi kararlardan biri olduğunu görüyorum. Okulu bıraktığım an, zorunlu fakat gereksiz olan ve ilgimi çekmeyen tüm dersleri almama gerek kalmamıştı. Böylece sadece bana ilginç gözüken derslere girebilecektim. Bu aslında hiç de romantik bir durum değildi. Yurt odam olmadığından arkadaşlarımın odalarında yerde yatıyor, kola şişelerinin 5 sentlik depozitolarıyla yemek alıyor, her pazar akşamı güzel bir yemek yemek için 7 mil uzaktaki Hare Krishna kilisesine gidiyordum. Çok güzeldi. Merakım ve sezgilerim sayesinde içine düştüğüm çoğu şey daha sonra
benim
için
paha
biçilmez
deneyimlere
dönüştü.
Bir örnek vereyim: O zamanlar Reed Üniversitesi muhtemelen ülkedeki en iyi kaligrafi dersini veriyordu. Kampüsteki her poster, çekmecelerdeki her etiket, çok güzel şekilde elle kaligre edilmişti. Okulu bırakmış olduğum ve zorunlu dersleri almak zorunda olmadığım için kaligrafi dersi alıp nasıl yapıldığını öğrenmeye karar verdim. Şerif ve san serif yazı karakterleri, değişik harf kombinasyonları arasındaki boşluğu ayarlama ve harika bir tipografiyi harika yapanın ne olduğu hakkında çok şey öğrendim. Çok güzeldi; tarihsel ve sanatsal olarak o kadar inceydi ki bilim hiçbir şekilde bunu yakalayamazdı ve ben bunu muhteşem buldum. Bunların hayatımda pratik bir uygulama bulma olasılığı yoktu. Ama on sene sonra, ilk Macintosh’u tasarlarken, bir anda aklıma geliverdi. Bunların hepsini Mac’te kullandık. Mac güzel bir tipografiye sahip ilk bilgisayardı. 24
Eğer o derse hiç girmemiş olsaydım, Mac hiç çok yönlü yazı karakterlerine veya boşlukları doğru orantıda kullanan fontlara sahip olmayacaktı. Windows da Mac’ten kopyaladığına göre, hiçbir kişisel bilgisayarın bunlara sahip olmayacağı muhtemeldir. Okulu bırakmamış olsaydım, o kaligrafi dersine girmemiş olacaktım ve kişisel bilgisayarlar şu an sahip oldukları o harika tipografiye sahip olamayabileceklerdi. Tabii ki üniversitedeyken noktaları ileriye bakarak birleştirmek imkânsızdı. Fakat on sene sonra geriye dönüp baktığımda her şey çok ama çok berraktı. Tekrar söylüyorum, noktaları ileriye bakarak birleştiremezsiniz; onları sadece geriye baktığınızda birleştirebilirsiniz. Noktaların gelecekte bir şekilde birleşeceğine inanmanız gerekiyor. Bir şeye güvenmelisiniz – tanrıya, cesaretinize, kaderinize, hayata, karmaya, herhangi bir şeye. Bu yaklaşım beni hiçbir zaman yolda bırakmadığı gibi hayatımı da bütünüyle değiştirdi. İkinci hikâyem sevgiyle ve kaybetmekle ilgili, Hayatımın erken bir döneminde neyi sevdiğimi bulduğum için şanslıydım. Woz (Steve Wozniak) ve ben Apple‘ı 20 yaşındayken ailemin garajında kurduk. Çok yoğun çalıştık ve 10 sene sonra Apple garajdaki iki kişiden, 4000 çalışanı olan 2 milyar dolarlık bir şirkete dönüşmüştü. En nadide ürünümüz Macintosh’u piyasaya sürdüğümüzde ben 30 yaşına yeni basmıştım. Ardından kovuldum. Kendi kurduğunuz bir şirketten nasıl kovulabilirsiniz? Şöyle: Apple büyük bir şirket haline geldiği için biz de şirketi benimle birlikte yönetebilicek, yetenekli olduğuna inandığım birini işe aldık ve ilk sene işler iyi gitti. Fakat daha sonra, geleceğe yönelik görüşlerimiz farklılık göstermeye başladı ve bir noktada koptu. Bu noktada yönetim kurulumuz onun tarafında yer aldı. Sonuçta 30 yaşında dışarıda kalmıştım. 25
Hem de herkesin gözü önünde. Hayatımın odak noktası olan şey bir anda yok olmuştu, bu büyük bir yıkımdı. Birkaç ay ne yapacağımı bilemedim. Bir önceki girişimci nesli yüz üstü bırakmış, rütbe tam bana teslim edilirken onu elimden düşürmüş gibi hissetmiştim. Dave Packard ve Bob Noyce’dan bu başarısızlığım için özür diledim. Fazla göz önünde olan bir başarısızlık sembolü olmuştum ve vadiden kaçmayı bile düşündüm. Fakat içimde bir şeyler uyanmaya başladı, yaptığım işi hala sevdiğimi farkettim. Apple’da olanlar bunu en ufak şekilde değiştirememişti. Dışlanmıştım ama hala aşıktım. Ve yeniden başlamaya karar verdim. O zaman farkına varmamıştım ama Apple’dan kovulmak başıma gelebilecek en iyi şey olmuştu. Başarılı olmanın ağırlığı yeniden başlamanın hafifliğiyle yer değiştirmişti, hiçbir şey hakkında eskisi kadar emin değildim. Hayatımın en yaratıcı dönemine girmek üzere özgürleşmiştim. Sonraki beş sene NeXT adında bir şirket kurdum, Pixar adında başka bir şirket, ve eşim olacak inanılmaz kadına aşık olmuştum. Pixar ’da dünyanın ilk bilgisayar animasyon filmi Toy Story‘yi yarattık ve şu an dünyanın en başarılı animasyon stüdyosuyuz. İnanılmaz olaylar zincirinden sonra, Apple NeXT’i satın aldı, ben Apple’a döndüm ve Apple’ın yenilenmesinin kalbinde NeXT’te geliştirdiğimiz teknoloji yatıyor. Ve Laurence ile harika bir aile kurduk. Apple’dan kovulmamış olsaydım bunların hiçbirinin olmayacağından son derece eminim. Tadı çok kötü bir ilaçtı, ama sanırım hastanın da buna ihtiyacı vardı. Bazen hayat kafanıza bir tuğlayla vurur. Sakın inancınızı kaybetmeyin. Devam etmeme sebep olan şeyin yaptığım işe olan aşkım olduğuna ikna olmuş durumdayım. Neyi sevdiğinizi bulmanız gerek. 26
Ve bu aşklarınız için geçerli olduğu gibi işiniz için de geçerlidir. İşiniz hayatınızın büyük bir kısmını kaplayacak ve gerçek anlamda tatmin olmanın tek yolu harika bir iş olduğuna inandığınız şeyi yapmanızdır. Ve harika bir iş yapmanın tek yolu ise yaptığınızı sevmenizden geçer. Henüz bulamadıysanız, aramaya devam edin. Durulmayın. Tüm gönül meseleleri gibi, onu bulduğunuz zaman anlayacaksınız. Ve her büyük ilişki gibi, seneler geçtikçe daha da güzelleşecek. Yani bulana kadar devam edin. Yılmayın. Üçüncü hikayem ölüm hakkında, On
yedi
yaşındayken,
şöyle
bir
şey
okumuştum:
“Her gününü, hayatının son günüymüş gibi yaşarsan, günün birinde haklı çıkarsın.” Bu cümle beni çok etkilemişti ve o günden bu yana, yani 33 yıldır, her sabah aynaya bakıp, kendi kendime hep şunu sordum: “Eğer bugün hayatının son günü olsaydı, bugün (normalde) yapacağın şeyleri yapmak ister miydim?” Uzun süre art arda, “Hayır,” yanıtını verdiğimde, bir şeyleri değiştirmem gerektiğini anladım. İnsanın kısa süre içinde öleceğini bilmesi, yaşantısına damga vuracak kararlar vermesi açısından büyük önem taşır. Çünkü her şey, tüm dış beklentiler, gururlar, küçük düşme ya da başarısızlık korkuları – tüm bunlar ölüm karşısında değerlerini
yitirir,
yalnızca
ölümdür
önemli
olan.
Kaybedecek bir şeyler olduğu (tuzak) düşünceyi yok etmenin en iyi yolu insanın öleceğini hatırlamasıdır. Zaten çıplak ve savunmasızsın. Yüreğinin sesini dinlememen için hiçbir neden yok. Bir yıl kadan önce bana kanser teşhisi kondu. Sabah 7.30 da girdiğim 27
ultrasonda pankreastaki tümör bariz bir şekilde görünüyordu. Bense pankreasın ne olduğunu bile bilmiyordum. Doktorlar bu tip bir kanserin tedavisinin neredeyse imkânsız olduğunu ve üç ila altı aydan fazla yaşamayı beklemememi
söylediler.
Bu,
çocuklarınıza
ilerideki
10
yıl
içinde
söyleyeceklerinizi birkaç ay içinde söylemeye çalışmak demekti. Bu, aileniz rahatı için gerekli herşeyin kısa zamanda yapılması demekti. Bu veda etmek demekti. Bütün gün o teşhisle yaşadım. Akşama doğru biyopsi yapıldı, boğazımdan bir endoskop
soktular,
mide
ve
bağırsaklarımdan
geçerek
bir
iğneyle
pankreasımdaki tümörden birkaç hücre aldılar. Ben narkozla uyutulmuştum, fakat eşimin söylediğine göre doktorlar alınan hücreleri mikroskobun altına koyduklarında sevinç çığlıkları attığını söyledi. Benim kanserim ameliyatla tedavi edilebilecek bir türdenmiş. Ameliyat oldum ve şimdi iyileştim. Beni ölüme en çok yaklaştıran olay budur ve umarım uzun yıllar boyunca bir daha bu denli yaklaşmam. Bu deneyimi yaşamış biri olarak diyebilirim ki ölüm faydalı
fakat
sadece
entelektüel
bir
kavramdır.
Hiç kimse ölmek istemez. Cennete gitmek isteyenler bile, oraya gitmek uğruna ölümü göze almak istemezler. Oysa ölüm hepimizin ortak sonu. Şimdiye dek hiç kimse ölümden kaçamamıştır. Bunun böyle de olması gerekir, çünkü ölüm hayatın en güzel icatlarından birisi. Hayat’ın değişim ajanı. Yenilere yer açmak için, eskilerden kurtulmanın tek çaresi. Şu an için yeni sizsiniz, ama günün birinde, üstelik pek yakında siz de eskiyecek ve aradan çıkarılacaksınız. Bu kadar acımasız
olduğum
için
üzgünüm,
ama
gerçek
bu.
Zamanınız kısıtlı, bu yüzden başkalarının hayatını yaşayarak onu harcamayın. Başkalarının düşüncelerinin sonuçlarıyla yaşama dogmasına takılıp kalmayın. Başka insanların fikirlerinin gürültüsünün kendi kalbinizin sesini duymanızı engellemesine izin vermeyin. Ve en önemlisi kalbinizin ve sezgilerinizin yolundan 28
gidecek cesarete sahip olun. Kalbiniz ve sezgileriniz ne yapmak istediğinizi bilirler.
Bunun
dışındaki
her
şey
ikinci
planda.
Gençliğimde, bizim neslin kutsal dergilerinden biri sayılan, The Whole Earth Catalog adında inanılmaz bir yayın vardı. Menlo Park yakınlarında yaşayan Steward Brand adında biri tarafından şiirsel bir tarzla kaleme alınmıştı. Size anlattığım bu olay, 1960'lardan kalma, masa üstü bilgisayarlardan ve bilgisayar destekli yayınlardan önce, yani bu dergi daktilolar, makaslar ve polaroid kameraların yardımıyla yapılmıştı. Google ortaya çıkmadan 35 yıl önce, dergi formatında bir Google gibiydi: idealistti,
anlaşılır
bilgiler
ve
harika
görüşlerle
doluydu.
Stewart ve ekibi bunun birçok baskısını yayımladılar ve dergi miyadını doldurduğunda son bir baskı yaptılar. 1970'lerin ortalarıydı, o zamanlar sizin yaşlarınızdaydım. Son baskının arka kapağında, sabahın erken saatlerinde çekilmiş bir yol fotoğrafı vardı, hani her maceracının kendini otostop çekerken bulabileceği yollardan biri. Fotoğrafın altında şu sözler yer alıyordu: “Aç Kalın, Budala Kalın (Stay Hungry. Stay Foolish)(Sizi aç kalmanız rahatsız etmiyorsa, aptal kalmanızda rahatsız etmeyecektir.) Aramızdan ayrılırken bize verdikleri veda mesajları buydu. Aç Kalın, Budala Kalın. Kendim için hep bunu diledim. Ve şimdi, sizin için de aynı dilekte bulunuyorum: “Aç Kalın, Budala Kalın”. Hepinize çok teşekkür ederim.
Steve JOBS 29
ÖNERİLEN KİTAPLAR
30